Top Banner
EKİM 2013 KALE TASARIM MERKEZİ’NİN AYLIK TASARIM GAZETESİDİR, PARA İLE SATILMAZ. SON 2 AY ICINDE, 2 FARKLI ÜLKEDEN, 2 TASARIM MERAKLISI KAPIMI ÇALDI. MERAK KONUSU OLAN, TÜRKİYE’DE TASARIMIN GİDİŞATIYDI... TASARIMIN DEĞERİ ANLAŞILMIŞ MIYDI EN NİHAYET? ÜRETİCİLER TASARIM TALEP EDİYOR MUYDU AZAR AZAR? AİLE ŞİRKETLERİ BİRAZ FAZLA MIYDI NE? AİLENİN BÜYÜĞÜ TASARIMIN DA MI BİLİRKİŞİSİ SAYILIYORDU YOKSA? “ TASARIMI SİZDEN ÖĞRENECEK DEĞİLİZ!” DENMİŞ MİYDİ MEMLEKETTE, SIRADA MIYDI? TASARIMCILAR İLHAM ALMAYA YETECEK KADAR PARA KAZANIYOR MUYDU? SON DÖNEMDE YARATICILIĞI ÜST DÜZEYE TAŞIMAKTA MÜTHİŞ BİR MOTİVASYON KAYNAĞI OLAN DEVLET, TASARIMA TEŞVİK VERİYOR MUYDU, GAZA MI GİTMİŞTİ BİRİKİMLER? İSTANBUL DESIGN WEEK’E N’OLMUŞTU SAHİ? AMMA DA ÇOK TASARIM OKULU VARDI, KAÇ KİŞİ MEZUN OLUYORDU ALLAH AŞKINA? YURTDIŞINDAN TASARIM OFİSLERİ VAR MIYDI BURADA? BİR DE... KİMLER ÜNLÜYDÜ? GÖRÜNEN O Kİ, “POTANSIYELİMİZ” GİTGİDE ARTIYORDU. GEÇTİĞİMİZ SENELERDE TASARIMCILARIMIZIN UYKUSUZ GECELER GEÇİRMESİNE SEBEP OLMUŞ HOLLANDA TASARIM RAPORU NE İLKTİ, NE DE SON OLACAKTI. BURASI PEK DE TASARLANMAMIŞ BİR COĞRAFYAYDI, TASARIMA SUSAMIŞ VATANDAŞLARIMIZ MEVCUTTU. ÜSTELİK HİÇ BİRİ DE TASARIMA ‘TASARIM’ DEMİYOR, İNGİLİZCE’DEN DEVŞİRİLMİŞ ‘DİZAYN’ KELİMESİNDE ARADIKLARI ‘ULUSLARARASI’ YARATICILIĞI BULUYORDU. DURUM BUYKEN BİZ MERAK UYANDIRMAYALIM DA... KİM UYANDIRSINDI? TASARIM SEKTÖRÜNÜN SON 10 SENEDE NASIL DA DEĞİŞTİĞİNİ İLGİYLE DİNLEYEN MİSAFİRLERİM GİTTİKTEN SONRA DÜŞÜNDÜM... EVET OKUL SAYISINDAKİ İVME BAŞ DÖNDÜRÜCÜYDÜ, AKADEMİSYEN SAYISI YETİŞMEKTE GÜÇLÜK ÇEKİYORDU. EVET HER GEÇEN GÜN AÇILAN YARIŞMA SAYISI DİLLERİ DOLANDIRIYOR, ALINAN PATENT SAYISI UZAKTAN BAKIYORDU. EVET BÜTÜN CEO’LAR ERGONOMİ DEHASIYDI; AR-GE DEPARTMANLARI İSRAF OLUYORDU. EVET INHOUSE TASARIM EKİPLERİ ÇOK DENEMEZDİ AMA EVDE OTURAN TASARIMCIMIZ PEK BOLDU, AYNI ŞEY SAYILIRDI. VE EVET, ONLAR DÜNYANIN ÖBÜR YANINDAN GELİYORDU AMA BİZİMKİLER ŞURACIKTA (*) OLAN BİTENİ İZLEMEYE ÜŞENİRDİ. E DURUM BUYKEN, BİZ POTANSİYEL OLMAYALIM DA, KİM OLSUNDU? (*) BUGÜN BURSA’DA DESIGN CITY BURSA: YARATICI ENDÜSTRİLER BULUŞMASI VAR. “MERAKLISINA” DUYURULUR! Umut Kart [email protected] DESIGN CITY BURSA YENİ PLATFORM: YAKLAŞ LONDON DESIGN FESTIVAL İSTANBUL BİENALİ’NİN GÖRSEL DİLİ PREMIERE VISION TASARIM VE İLÜZYON
23

Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

Feb 13, 2017

Download

Documents

vannguyet
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

EKİM 2013 KALE TASARIM MERKEZİ’NİN AYLIK TASARIM GAZETESİDİR, PARA İLE SATILMAZ.

SON 2 AY ICINDE, 2 FARKLI ÜLKEDEN, 2 TASARIM MERAKLISI KAPIMI ÇALDI. MERAK KONUSU OLAN, TÜRKİYE’DE TASARIMIN GİDİŞATIYDI... TASARIMIN DEĞERİ ANLAŞILMIŞ MIYDI EN NİHAYET? ÜRETİCİLER TASARIM TALEP EDİYOR MUYDU AZAR AZAR? AİLE ŞİRKETLERİ BİRAZ FAZLA MIYDI NE? AİLENİN BÜYÜĞÜ TASARIMIN DA MI BİLİRKİŞİSİ SAYILIYORDU YOKSA? “ TASARIMI SİZDEN ÖĞRENECEK DEĞİLİZ!” DENMİŞ MİYDİ MEMLEKETTE, SIRADA MIYDI? TASARIMCILAR İLHAM ALMAYA YETECEK KADAR PARA KAZANIYOR MUYDU? SON DÖNEMDE YARATICILIĞI ÜST DÜZEYE TAŞIMAKTA MÜTHİŞ BİR MOTİVASYON KAYNAĞI OLAN DEVLET, TASARIMA TEŞVİK VERİYOR MUYDU, GAZA MI GİTMİŞTİ BİRİKİMLER? İSTANBUL DESIGN WEEK’E N’OLMUŞTU SAHİ? AMMA DA ÇOK TASARIM OKULU VARDI, KAÇ KİŞİ MEZUN OLUYORDU ALLAH AŞKINA? YURTDIŞINDAN TASARIM OFİSLERİ VAR MIYDI BURADA? BİR DE... KİMLER ÜNLÜYDÜ?

GÖRÜNEN O Kİ, “POTANSIYELİMİZ” GİTGİDE ARTIYORDU. GEÇTİĞİMİZ SENELERDE TASARIMCILARIMIZIN UYKUSUZ GECELER GEÇİRMESİNE SEBEP OLMUŞ HOLLANDA TASARIM RAPORU NE İLKTİ, NE DE SON OLACAKTI. BURASI PEK DE TASARLANMAMIŞ BİR COĞRAFYAYDI, TASARIMA SUSAMIŞ VATANDAŞLARIMIZ MEVCUTTU. ÜSTELİK HİÇ BİRİ DE TASARIMA ‘TASARIM’ DEMİYOR, İNGİLİZCE’DEN DEVŞİRİLMİŞ ‘DİZAYN’ KELİMESİNDE ARADIKLARI ‘ULUSLARARASI’ YARATICILIĞI BULUYORDU. DURUM BUYKEN BİZ MERAK UYANDIRMAYALIM DA... KİM UYANDIRSINDI?

TASARIM SEKTÖRÜNÜN SON 10 SENEDE NASIL DA DEĞİŞTİĞİNİ İLGİYLE DİNLEYEN MİSAFİRLERİM GİTTİKTEN SONRA DÜŞÜNDÜM... EVET OKUL SAYISINDAKİ İVME BAŞ DÖNDÜRÜCÜYDÜ, AKADEMİSYEN SAYISI YETİŞMEKTE GÜÇLÜK ÇEKİYORDU. EVET HER GEÇEN GÜN AÇILAN YARIŞMA SAYISI DİLLERİ DOLANDIRIYOR, ALINAN PATENT SAYISI UZAKTAN BAKIYORDU. EVET BÜTÜN CEO’LAR ERGONOMİ DEHASIYDI; AR-GE DEPARTMANLARI İSRAF OLUYORDU. EVET INHOUSE TASARIM EKİPLERİ ÇOK DENEMEZDİ AMA EVDE OTURAN TASARIMCIMIZ PEK BOLDU, AYNI ŞEY SAYILIRDI.

VE EVET, ONLAR DÜNYANIN ÖBÜR YANINDAN GELİYORDU AMA BİZİMKİLER ŞURACIKTA (*) OLAN BİTENİ İZLEMEYE ÜŞENİRDİ.

E DURUM BUYKEN, BİZ POTANSİYEL OLMAYALIM DA, KİM OLSUNDU?

(*) BUGÜN BURSA’DA DESIGN CITY BURSA: YARATICI ENDÜSTRİLER BULUŞMASI VAR. “MERAKLISINA” DUYURULUR!

Umut Kart [email protected]

DESIGN CITY BURSA

YENİ PLATFORM: YAKLAŞ

LONDON DESIGN FESTIVAL

İSTANBUL BİENALİ’NİN GÖRSEL DİLİPREMIERE

VISION

TASARIM VE İLÜZYON

Page 2: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

C-ExtremeÇimento, traverten ve ahşap doku görünümünü buluşturan fullbody porselen. Kalebodur’dan.

K A L E B O D U RH E R A Ç I D A NB E K L E N M E Y E N İ YA R AT I R .

kale.com.tr

C Extreme RADIKAL EK 240x325.indd 1 16.08.2013 18:21

Page 3: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

Editoryal tasarım, yaratıcı stratejiler, dinamik kimlikler gibi birçok konuda deneyim sahibisiniz. Hans Wolbers: 1990 yılında kurduğumuz LAVA, çalışmalarına dergi tasarımı ile başladı. Bir editoryal takımın parçasıydık, içerik ve grafik tasarımını bir araya getiren işler ürettik, görsel gazetecilik de diyebilirim o dönem yaptığımız çalışmalara. Ardından çalışma alanımız içine kimlik tasarımı, müze tasarımı gibi konular eklenmeye başladı. Kısacası içerik, çalışmalarımızın kökenini oluşturuyor.

Bienal’in görsel kimlik ve grafik tasarım sürecinde, içerik ile tasarım arasında nasıl bir bağ kurduğunuz? Kamusal alandaki ortak dil, edebiyat ve barbarlık gibi kavramları nasıl yorumlayıp tasarımla ilişkilendirdiniz? Ruben Pater: Kasım ayından beri konu üzerine araştırmalar yapıyoruz. Başlangıçta, hiçbir sanatçı ve sergi mekanı belli değildi, Gezi Parkı direnişi henüz ortada yoktu, Fulya’nın ortaya koyduğu konsept ve kavramları nasıl ortak bir dile dönüştürürüz, bunun üzerinde düşünmeye başladık. Tasarım ana kararlarından ilki; yaptığımız çalışmalarda iki dili de (Türkçe ve İngilizce) kullanmak oldu. Barbar aslında Yunanca bir terim. Karşıdakini anlayamadıklarında kullanıyorlar. Bu paralelde kamusal alanda birbirimizi anlamak ve iletişim kurmak adına nasıl bir dil geliştirdiğimiz üzerine düşünmeye başladık ve bir meydan savaşı, muharebe alanı fikri paralelinde kentin sokaklarını bir arada kullanan insanları düşünerek bir çözüme gittik. Sokak duvarlarına üst üste yazı yazan insanlar gibi, poster de bir diğer dile alan açıyor, yani sokak duvarına birisi bir çizim yapıyor, kalan boş yere bir diğeri yazı yazıyor, sonra bir diğeri.

Sonra Gezi direnişi başladı, Bienalin yer yer teğet geçtiği, bazen de üzerinde durduğu konular ile gerçeklik çakıştı. Sokaktaki bir araya gelme şekilleri, iletişim metotları, duvar yazıları ve bunların grafik anlatımları… Bu süreçte üretilenler sizin

güncel tasarımınızı nasıl şekillendirdi? RP: Uzun süredir konsept üzerinde çalışıyorduk, web sitesi neredeyse bitmişti, sonra Gezi le birlikte sanatçılar, bienal mekanları ve aynı zamanda küratöryal çerçeve de dönüştü. (Tamamıyla değil tabii ama dil-iletişim üzerine daha çok odaklanırken mekan üzerine olan odağımız biraz daha azaldı.) Artık meydan savaşı üzerine değil, daha çok kamu ve açık alanlar üzerine düşünmeye başladık. Önceki tasarımımızın temellendiği çizgiler daha katı,

somut ve kapalılardı, tıpkı sınırlar ve duvarlar koymak gibi. Ama eğer duvarları keserseniz birer eleman haline geliyorlar, elemanlar da kamusaldaki sanat. Bir diğer yandan insanlar hareket ediyor ama aynı zamanda nasıl bir araya geliyorlar sorusu paralelinde ortaya çıkan iletişimi de anlatmaya çalışıyoruz

Ana tasarım kriterleriniz ve kararlarınız neler oldu? RP: Ülkelerarası çalışıyorduk, tasarımın sade ve basit olması, kolay uygulanabilmesi

ve tercüme edilebilmesi gerekiyordu. Konu çok şiirsel, ama aynı zamanda zor: “Barbar ne demek? Sanatla ne ilişkisi var? Bienal barbar sanat hakkında mı? Ya da benim hakkımda mı?” gibi sorulara yol açabilir. Bu bağlamda hatırlanabilir, akılda kalacak ve küratörün bahsettiği ruhu aktaracak bir tasarımı amaçladık. Özge İstanbullu bir tasarımcı olarak tasarım kültürü ve güncel konular hakkında bize önemli girdiler verdi, bu süreçte onunla ortaklaşa çalışmış olmanın önemli olduğunu düşünüyorum.HW: Yaptığımız her çalışmada hep ana konsepte dönerek düşündük, her birinin bir hikayesi var, izleyiciye sorular soruyor ve karşılık vermelerine sebep oluyor.

Biraz da basılı malzemelerden bahsedelim?RP: Kolay kullanılabilir ve kullanıcı dostu bir rehber yapmayı amaçladık ve bir flip kitap (flip book) şeklinde tasarladık, çizgiler sayfaların dışına doğru hareket halinde. Tasarım elemanlarını bir süsleme olarak ele almadık. Bu çizgisel animasyonu bir bütün şeklinde tasarladık ve tamamıyla tesadüfi olarak sayfalara yerleştirdik. Yani bir hareketler sistemi geliştirdik. Sokak duvarlarına asılan posterler de aynı mantıkla tasarlandı, soyutlar ama netler -kamusalda büyüyerek bir etki bırakıyormuşçasına. Tasarladığımız kent haritasını ise, insanların kolaylıkla kullanabileceği yeni bir görsel dil arayarak ele aldık, belli seviyedeki işlevselliği içeriyor, bunu da iletişim kurulabilen ve açık bir tasarımla elde etmeye çalıştık.

Web siteniz de bu paralelde şekilleniyor sanırım? RP: Bienalin web sitesinde yeni bir programlama tekniği kullandık -CSS Plugin. Sitedeki seriler halindeki bölümler tıpkı duvara yazılan bir günlük gibi ve her günlük-duvar yeni bir konsepte açılıyor. Sitedeki ve görsellerdeki hareket eden bu konsept, aslında kentlerde de süregelen bir şey; insanlar da aynı dinamiklerle hareket halindeler.

Beste Sabı[email protected]

KAMUSALIN DINAMIZMI VE GRAFIK TASARIMLA ILIŞKISI Temellerini kentin kamusal alandaki iletişimi ve dinamizmi üzerine kuran 13. Istanbul Bienali’nin görsel kimlik ve grafik tasarımı LAVA Design tarafından gerçekleştirildi. Hans Wolbers, Ruben Pater ve IKSV’den Özge Güven ile tasarım süreci üzerine konuştuk.

EKIM/2013

Page 4: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

Karşınızdaki sorular, bir tasarım çalıştayının sonunda öğrencilerin, projelerini sunarken izleyicileri meraklandırdıkları sorulardı. Bodrum’da buluşan öğrenciler, “insan gücüyle çalışan su sporu araçları” hayal ederken, doğayla barışık, eğlenerek ve spor yaparak bir tatil deneyimi sunma düşüncesini şekillendiriyordu.

4-8 Eylül tarihleri arasında Bodrum-Turgutreis’te gerçekleşen Eco-Siklet 2013 Tasarım Çalıştayı, çevre dostu turizm ve sürdürülebilir tasarımı ilişkilendirip, geliştirmek amacıyla, turizm ve tasarım ilişkisini düşünmeyi, anlamayı, farkındalığı arttırmayı ve hayal gücüyle, “disiplinler-arası tasarım” alıştırmalarıyla kavramsal projeler sunmayı amaçladı. Bodrum’da, “Eco-Siklet”, 2010 ve 2011 yıllarında yarışma olarak düzenlenirken, 2013 yılında bu atölye çalışmasıyla gerçekleşti. Eco-Siklet 2013, Çatal Ada Sanat Çevre ve Turizm Derneği, Yaşar Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi, Endüstriyel Tasarım Bölümü ve Sürdürülebilir Tasarım Uzmanı Pınar Öncel’in işbirliğiyle, Turgutreis Belediyesi ana sponsorluğuyla organize edildi.

Çalıştay, İzmir, İstanbul, Ankara ve Eskişehir şehirlerindeki 11 üniversitenin, endüstriyel tasarım, gemi inşaat, makine, elektrik-elektronik mühendislikleri ve turizm bölümlerinde öğrenci olan 24 gencin katılımıyla gerçekleşti. Program, çalıştay

yürütücüleri, Pınar Öncel (Sürdürülebilir Tasarım Uzmanı), Yrd. Doç. Dr. Mine Ovacık Dörtbaş (Endüstriyel Tasarımcı / Yaşar Üniversitesi (YÜ), Endüstriyel Tasarım Bölüm Başkanı) ve Yrd. Doç. Dr. Özgür Kilit (Makine Mühendisi / YÜ, Enerji Sistemleri Mühendisliği Bölümü) ve yürütücü asistanı, Arş. Gör. Selin Gençtürk (YÜ, ETB) tarafından, disiplinler arası ortak-tasarım ve diyalog, tasarımda sürdürülebilirlik, yaratıcı düşünce teknikleriyle kavramsal proje geliştirme, “oyun ve deneyim tasarımı” ve “insan gücüyle çalışan mekanik tasarım” konuları çerçevesinde uygulandı.

Turgutreis Sakıp Sabancı Kültür Merkezi’nde,

beş-günlük çalıştayın ilk günü, sunuşlar, film gösterimi ile çevresel sorunlar, su spor aracı tasarımı, malzeme, üretim ve turizmde doğayı tehdit eden eylem ve düşünce biçimi konularında bilgi aktarıldı. Yürütücülerin, tasarımda sürdürülebilirlik, oyun ve deneyim tasarımı, karbon-ayak-izleri ve mekanik tasarım konulu sunuşlarını, uzmanlar, Yrd. Doç. Dr. Emrah Erginer, Erdem Ağan, Deborah Semel Demirtaş ve Arif Yılmaz’ın ekoloji ve deniz, kıyı, turizm ve deniz araçları, görsel sanatlarda deniz konularında sunuşları izlendi. İkinci gün, sorunları tartışma ve tasarım fikirleri geliştirmek için “fikir kahvesi”, “açık büfe proje” ve “proje pişirme” adlı yaratıcı düşünce

teknikleriyle öğrencilerle fikir geliştirme çalışmaları yapıldı. Son üç gündeyse, beş kavramsal tasarım ortaya çıktı.

8 Eylül’de, La Blanche Otel’de halka açık olarak projeler sunuldu. Ekovaryum, denize girme engeli olan - ya da klostrofobi yaşayan kullanıcılara- üstü açık, yarı suya batan şeffaf bir hacim içinde, pedal çevirerek suyun altını gözlemleme ve balıkları yemleyebilme olanağı sağlıyordu. Çöpçü Balığı, suda gezinti yaparken denizin altındaki çöpleri yakalama oyunu sunan bir deniz bisikletiydi. ”0” Yıldızlı Çadır-Siklet, insan gücüyle çalışan, kiralanabilen amfibik bir araçla denizde çadır kurma olanağı veren bir iş modeli ve tatil deneyimi sunuyordu. Doğa için Savaş, 4 kişinin iki deniz bisikletiyle birbirlerine mancınık sistemiyle top atarak oynanan bir oyun fikrini paylaşıyordu. DengeSİZ, bir plaka üzerinde suda ayakta durma ve “step” hareketiyle suda yükselme ve inme hareketi sağlayan bir spor ve eğlence deneyimi öneriyordu.

Çalıştay sırasında çekilen belgesel, Eco-Siklet 2013 Tanıtım Filmi, YÜ, Film Tasarımı Bölümü tarafından kurgulanacak. Ayrıca, tasarımlar arasından Ağanlar Group A.Ş.’nin seçeceği bir projenin prototip üretimi planlanıyor. Çalıştayın ardından bu yıl, Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde filmin gösterimi ve üretilecek prototipin sergilenmesi için çalışmalar başladı.

Hiç oksijen tüpü takmadan uzun süre denizin altında gezinti yaptınız mı? Çöpçü balığına bindiniz mi? “0” yakıt tüketen bir araçla, hem karada, hem de suda gidip, denizin ortasında çadır kurdunuz mu? Suda ayakta durmaya çalıştınız mı?

ECO-SIKLET 2013 TASARIM ÇALIŞTAYI

Mine Ovacık Dörtbaş[email protected]

Page 5: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

IGLO Mimarlık imzalı P Blok Prodüksiyon ve Post-Prodüksiyon Stüdyosu, dünyanın farklı ülkelerinden çok sayıda iç mimari projenin katıldığı 2013 Leaf Interior Design Awards’da finale kaldı.

P BLOK, LEAF INTERIOR DESIGN FINALLERINDE…

EKIM/2013

Yasemin Ş[email protected]

Geçtiğimiz yıllarda Emirates Glass ana sponsorluğunda düzenlenen Leaf Awards’un alt kategorilerinden biri olarak verilirken, ilk kez bu sene kendi kategorileri bulunan ayrı bir ödül olarak organize edilmeye başlanan Leaf Interior Design Ödülleri’nde bu sene 7 ana kategori altında toplam 52 proje finalist ilan edildi. Yarışmada Türkiye’den yalnızca İGLO Mimarlık tarafından projelendirilen P Blok Prodüksiyon ve Post-Prodüksiyon Stüdyosu, “Yılın Ticari Yapısı” kategorisinde finale kaldı.

18 Ekim 2013 gecesi Berlin’de yapılacak törenle sahiplerini bulacak olan Leaf Interior Design Ödülleri’nde jüri, değerlendirmesini söz konusu projelerin yaratıcı, güncel ve iyi iç mimarlık örnekleri olarak işverenin beklentilerini karşılamalarının yanı sıra, iç mimarlık standartlarını yükselten, çevresel ve sosyal sorumluluk bilinci ile tasarlanmış olmalarına dikkat ederek yapıyor.

Fotoğraf sanatçısı Fethi İzan’ın sahip olduğu P Blok Prodüksiyon ve Post-Prodüksiyon Stüdyosu, İGLO Mimarlık’ın

projelendirmesiyle Maslak’taki 450 m² taban alanlı 8 m. iç yüksekliğe sahip hangar binasının ofis fonksiyonlarını içeren toplam 1150 m² kullanım alanlı fotoğraf ve prodüksiyon stüdyosuna dönüştürülmesiyle oluştu. Sınırlı bir bütçe içerisinde tamamlanması gereken projede çıkış noktası ekonomik çözümlerle çekici bir atmosfer ve ferah mekanlar yaratmaktı.

Yapının eski cephesi yalnızca boya ile dönüştürülürken, mevcut girişteki rampa ve kepenk korunarak araba gibi büyük ölçekli çekimler için düzenlendi. Yaya girişi için sağda düzenlenen resepsiyon bölümüne yeni bir giriş eklendi. Giriş tarafında üstte iki ilave kat oluşturularak ofisler ve post prodüksiyon bölümleri üst katlara yerleştirildi. Arka bölümde ise tüm

kat yüksekliğini kullanarak iki adet stüdyo oluşturuldu. Ofisler, post prodüksiyon ve stüdyo bölümleri ile kafe, makyaj odası, depo, WC gibi yardımcı mekanların arasındaki fonksiyon şeması yatay ve dikeyde optimum şekilde çözümlenirken, proje mekanlar arası geçirgenlik ve izolasyon, ışık ve karanlık, siyah ve beyaz gibi kontrastlar çevresinde tasarlandı.

2001 yılında Zafer Karoğlu ve Esen Akyar tarafından kurulan İGLO Mimarlık, farklı sektörlerden gelen müşterileri için Türkiye’deki birçok şehirde ve yurt dışında mimari tasarım, proje ve uygulama hizmeti veriyor. Mimarlık alanında işlevsel tasarımlar ve uygun maliyetli çözümler üreten İGLO, kullanıcılara yepyeni bir tasarım süreci yaşatırken, müşteri memnuniyetinden ve özenli ekip çalışmasından ödün vermeyerek yoluna devam ediyor. İGLO Mimarlık bünyesinde birbirinden çok farklı ölçekteki ticari yapılar, endüstriyel yapılar, ofis yapıları, konut yapıları, karma kullanıma yönelik projeler, kültürel yapılar, rekreasyon ve renovasyon projeleri üretiliyor.

Page 6: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

“Kentsel dönüşüm”, “kent politikaları”, “kent planlaması”, “kamusal alan”, “kentsel mekan”, “barınma hakkı”, “şehir hakkı”, “kent üzerine söz söyleme hakkı” gibi, bu alanlarda çalışma yürütenler tarafından zaten hep tartışılan, yazılan çizilen kavramların, tüm bunların öznesi olan daha geniş bir kitle tarafından da düşünülmeye, tartışılmaya başlandı.

Bu alanlarda görsel ve yazılı medya üzerinden sunulan bir gerçeklik mevcut ancak bunun ötesine geçerek biraz daha derin okumalar yapmak genelde zor bir süreç. Sıklıkla rastlanan durum, konunun özneleri tarafından “fazla teknik ve karmaşık” olarak tanımlanan ve mesafeli yaklaşılan bir takım yayınlar olmasıdır. Son zamanlarda yayınlanan bazı kitaplarsa hem bu konularda okurun zihninde yeni sorgulamalar, çözümlemeler ve tartışmalar yaratıyor, hem de çok anlaşılabilir bir okumayla uzman olmayanların da aslında konudan hiç uzak olmadığını ispat ediyor.

Bu anlamda önemli yayınlardan biri Mart 2013’te Metis Yayınlarından çıkan David

Harvey’nin yazarı olduğu ‘Asi Şehirler, Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru’ kitabı. Kentlerle ilgili sorgulama ve çözümlemelere yer verdiği çokça eseri olan Harvey’e, bu kitabında akademik dünyanın dışından okur kitlesine böyle davetkâr bir şekilde ulaşabildiği için teşekkür etmeliyiz. Kitabın çevirisini yapan Ayşe Deniz Temiz’in yazmış olduğu sunuş yazısıysa bize, yazıldığı Şubat 2013 tarihinden bugünlerde yaşananlarla ilgili çok şey söylüyor. Harvey kitabına Henri Lefebvre’nin 1967’de yazdığı ‘Şehir Hakkı’ denemesine değinerek başlıyor ve kitabın devamında Lefebvre’nin vizyonuna göndermeler yapıyor. Kitap kentsel hareketlerin temelde iktisat ve siyasetle olan ilişkisinden başlayıp, toplumsal hareketlere yansımasına uzanıyor. Yazar bunu yaparken sık sık kendisinden beklendiği gibi Marksist kurama değiniyor. Ayrıca Paris, Çin ve Amerika’nın çeşitli bölgeleri üzerinden yapılan örneklemeler konuyu küresel açıdan değerlendirme fırsatı veriyor. Son bölümdeyse bu analizlerin vardığı yer olarak özellikle Londra 2011 Olimpiyatları ve OWS (Occupy Wall Street) örnekleri üzerinden toplumsal örgütlenme biçimlerine yer veriliyor.

Kentsel dönüşümün başka pencereden görülebileceği bir yayın da, geçtiğimiz aylarda İletişim Yayınları’ndan çıkan “Milyonluk Manzara, Kentsel Dönüşümün Resimleri” kitabı. Kitap, Yayınlandığı tarihle eş zamanlı olarak DEPO’da sergisi düzenlenen, ‘Nar Photos’ tarafından çekilmiş fotoğraflardan ve çok sayıda uzman, akademisyen ve köşe yazarı tarafından yazılmış makalelerden oluşuyor. Tanıl Bora’nın sunuş yazısındaki ifadesiyle “…bu, eserin tohumunu atan Nar Photos grubunun fotoğraf harekâtıdır, onların fal taşı gibi açılmış gözlerinden görünen kentsel dönüşüm manzaralarıdır”. Fotoğraflar bakmanın değil, bakıp görmenin insanı zorladığı, bakıp geçmenin mümkün olmadığı ‘an’ları belgeliyor. Birçoğu, kentsel dönüşüm sürecinin değiştirdiği tek başına kente değil, bunu gerçekten yaşayan insanlara ve hayatlara tanıklık ediyor ve bizim de tanıklığımızı arıyor. İhsan Bilgin, Jean-François Perose, Pınar Öğünç, Hakan Bıçakçı, Turgut Yüksel, Mine Söğüt, Cihan Aktaş ve daha pek çok kişi tarafından yazılmış olan makalelerse konunun farklı kenar-köşelerine ışık

tutuyor ve bizlerin bir süredir sunulan verili gerçeklik üzerinden takip ettiğimiz kentsel dönüşüm eksenindeki konulara mikroskobik bir bakış sağlıyor.

Benzer bir bakış açısıyla ele alınabilecek diğer bir yayın “İstanbul: Müstesna Şehrin İstisna Hali”. Geçtiğimiz ay çıkan kitabı derleyenler, çeşitli dergi ve yayınlarda muhabir ve editör olarak çalışmış ve doktorasını kültürel antropoloji dalında yapıyor olan Ayşe Çavdar ve Eylül ayından itibaren Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Pelin Tan. 9 makaleden derlenmiş olan kitap, kente, “sahipsiz şehir” olarak ortaya konulan İstanbul’a yapılan, yapılmakta her mekânsal müdahalenin bizim kentle ve birbirimizle olan ilişkimizi belirlediği sorusunu önümüze koyuyor. Bu ve beraberinde zihnimize düşen pek çok sorunsalı iktisadi, sosyolojik, hukuksal, sınıfsal veriler ve değerlendirmeler desteğiyle sorgulamamızı sağlamanın yanı sıra, bizlere bu gelişmelerin peşinden yeni pratiklerin ve örgütlenmelerin izini sürdürüyor.

Bahar Tü[email protected]

OKUMA ZAMANIKısa süre önce hayatımızın önemli bir parçası haline gelen gelişmeler sayesinde, kente dair sorunsallarla ilgili kavramlar, kelimeler, dilimize, zihnimize ve yaşantımıza daha çok girmeye başladı.

Page 7: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

Kraliyet tarafından tutkuyla desteklenen London Design Festival, tasarım haftaları arasında ayrışmakta çok da zorlanmıyor. Festival haritasında konumlanmış sergileri görünce, her yere gidemeyeceğinize emin oluyorsunuz.

14 Eylül itibariyle kapılarını açan Festival, perakende mağazaları, müze ve sergi salonları ile kültür rotası kabul edilen Brompton Design District, öncelikle araştırmanın ve yaratıcılığın ön planda olduğu Royal College of Art’ın SustainRCA sergisi ile izleyicilerin gönlünü çalıverdi. Sergide doğal kaynakların kullanımı, plastik tüketim alışkanlıklarımız veya mayın arama yöntemleri gibi başlıkları inceleyen, kaygı taşıyan birçok proje yer alıyordu. Okulun ürün tasarım bölümü mezunu Mauricio Affonso, var olan kaynakların verimli kullanımı ve sürecin maksimum fayda yaratacak şekilde yönetilmesi konusunda vizyoner bir öneri ile karşımızdaydı. Su kabaklarını kullanarak ürettiği yeni malzemesi farklı ihtiyaçlara çözüm öneriyor. Renk seçeneklerine imkan veren duvar karoları, izolasyon malzemesi ya da kırık, çatlak gibi konularda el, kol, bacaklarımızı kolaylıkla kavrayacak alçı alternatifi olabilecek önerisi ile yerel ekonomiye pozitif etki yaratacağı kesin.

Güncel tasarım ve sanat ürünlerinin

müzenin devamlı koleksiyonları ile bir arada  sergilendiği Victoria and Albert Museum (V&A), ücret almadan her gün binlerce ziyaretçiyi ağırlamaya devam etti. Müze içinde Moleskine, Alessi gibi markaların süreç aktaran sergilerinin yanında God is in the Details (Tanrı detaylardadır) başlığı altında tanınmış tasarımcılar müzenin klasik koleksiyonları arasından seçtikleri detaylar ile belirlenen başlığı kendi perspektiflerinden değerlendirdiler.

Şehrin tam merkezine denk gelen Fitzrovia Now Bölgesi de tasarıma yatırım yapan markaların, sanat galerilerinin ve bağımsız mağazaların katılımı ile canlılığını koruyordu. Bölgenin en dikkat çekici sergisi, içeriye girmek için kapısında, yağmur altında, ortalama yarım saat beklediğiniz “designjunction” oldu. Kendilerini anlattıkları manifestolarındaki kadar ‘‘sıcak’’ oldukları söylenemeyecek bu sergi, eski bir fabrikanın

içinde üç farklı kata yerleşmişti. Yukarıya doğru çıktıkça gördüklerinizden duyduğunuz tatmin seviyenizin arttığı söylenebilir. Sergide, çağdaş mobilya tasarımları ile elektronik ortamda satış için yeni bir perakende mağaza zinciri kurgulayan “Joined-Jointed” en akılda kalıcı marka oldu. Kurucu Samuel Chan liderliğinde, işbirliği ile yaratmanın motive edici yaklaşımını benimseyen ve bunu ortak dil birliği içinde zanaat ile kesiştirerek tüketiciye sunan marka, 7 farklı tasarım ofisinin ürünlerini hayata geçiriyor.

5. senesindeki “Shoreditch Design Triangle”, festivale gelen ziyaretçilerin tasarım etkinlikleri ile ilgili motivasyonunu artıracak kadar cezbedici bir bölgeydi. İngiltere’den ve Avrupa ülkelerinden olduğu kadar Şangay, Tayvan gibi Uzak Doğu’dan katılımcıların da yer aldığı ve çoğunun hükümet tarafından desteklendiği sergilerin başında Tent London ve Super Brands London yer alıyordu.  Aynı bölgede pragmatik ve akıllı tasarım yaklaşımları ile ayrışan Kingston Üniversitesi’nden bu sene mezun olan bir grup tasarımcının ürünleri görülmeye değerdi. Cetvel ve kesme matını bir araya getiren Sea Hyun Cho ve deniz gözlüğüne naif bir detay ekleyen Clea Jentsch yaratıcılıklarını gözler önüne seren kırktan fazla tasarımcıdan sadece ikisiydi.

1995 yılından bu yana gerçekleşen 100% Design fuarı ise ofis, banyo, mutfak, mobilya ve aydınlatma konularını üst başlıkta toplayan nitelikli bir fuar olmayı sürdürüyor. Şehirde gezerken karışıverdiğiniz, ilişkilendirilmemiş sadece bir araya getirilmiş bağımsız ürünler gözlemlemek yerine bir kavramsal başlık altında çalışılmış hissi veren kurgusu ile bu fuar ziyaretçiler için tatmin edici. Fuarın uluslararası markalarına yer verilen bölümünün sponsoru da olan turkishceramics, Türk seramiğinin değerlerini aktarmak için oradaydı.

Yeni gelişmekte olan Chelsea Design Quarter bölgesi ise en canlı ve cezbedici alışveriş bölgesi olan King’s Road’u festivalin bir parçası kılmaya istekliydi. Sergiler ağırlıklı olarak festivalin son Cumartesi günü ziyarete açıldı. Markalar, yeni ürünlerini festivale denk getirerek tüketiciye tanıtmayı tercih ederken, tasarım festivalini alışveriş festivali ile harmanlamaya niyetliydi.

Üniversite katılımları, bireysel tasarımcı katılımları, tasarım odaklı markalar ya da Şili, İrlanda, Tayvan, Şangay’ın yaptığı gibi devlet tarafından desteklendiğimiz milli sergilerimiz ile Türkiye’den yola çıkıp Londra sokaklarına ulaşır mıyız, sorusu da geride kalan en büyük ve merak uyandırıcı konu oldu.

EKIM/2013

14-22 Eylül tarihleri arasında gerçekleşen Londra Tasarım Festivali bu sene “tasarım her yerde” mottosu ile ziyaretçileri şehrin dört bir yanını dolaşmaya teşvik etti.

TASARIMA TUTKUN FESTIVAL

Gözde Severoğ[email protected]

Page 8: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

olan 1,3 milyon insan var. Biyonik iskelet Ekso; engellilerin yeniden yürümesine olanak sağlayan pille çalışan bir dış iskelet. Giyilebilir cihazın, kullanıcının dengede kalmasını, ayakta durmasını ve yürümesini sağlamak için kullandığı motor ve sensörler; vücudun denge, vücut konumlandırma gibi aktivitelerine yardım ediyor. Öncelikle omurilik yaralanmaları, Multipl Skleroz, Guillain Barre sendromu gibi hastalıkları olan kişiler için tasarlanan ürünün gövde ve bacak bölümü, kullanıcının onu en az yardımla giyip çıkarmasına olanak veriyor.

Sınırları Aşarak Tasarlamak

Ekolojik Pisuar Birleşmiş Milletler’in verilerine göre 2,5 milyar insan, temel sağlık

Sosyal tasarım odağına “sorumluluğu” alarak dünyada köklü bir değişimin mümkün olduğunu vurguluyor. Victor Papanek “sorumlu tasarım” (responsible design) başlığı altında topladığı yazılarında, tasarımcıların daha ekolojik malzemeler seçerek konuya katkıda bulunabileceğini belirterek, tasarımcıların isteklerinin ötesinde insanların ihtiyaçlarını ön plana koyma gerekliliğinden bahseder. Yani tasarımcılar aslında tasarım süreçlerine dair seçeneklerinden de sorumludurlar. Sosyal tasarımın altını çizen bir diğer konu ise “stratejik düşünmek”. Bu bağlamda tasarım politikası oluşturmak ve sivil düzeyde bunu uygulamak önem kazanıyor. İki kutuplu bir durum söz konusu: Aslında “gelenekler” ve “piyasa ekonomisi” sosyal tasarım modellerinden biri olarak birbirleriyle rakip değil, “etkileşimli” kavramlar olarak ele alınabilir. Sosyal tasarım, insan yeteneklerini ortaya çıkaran ve onların refahına katkıda bulunan bir süreç olabilir. Yoksulluk yeteneklerin ve imkanların yoksunluğu olarak görülüyor, fakat kazanca odaklanmaktansa imkanlara ve yeteneklere odaklanarak yaşamda bir çok sosyal yön geliştirilerek sosyal yapıya katkı sağlanabilir.

Toplumsal hayatın tasarlanmasına odaklanan sosyal tasarım, insanlar farkındalığında olsa da olmasa da aslında kaçınılmaz olarak her zaman mevcut. Toplumsal gerçeklik bireysel eylemlerimizin toplamı paralelinde oluşuyor. Toplumdaki değişim ihtiyacına cevap veren sosyal tasarım paralelinde, disiplinler arasında

yeni ilişki biçimleri ortaya çıkıyor. Toplum ve tasarım arasında günlük yaşantımızı geliştirmek adına bir “bağ” yaratan sosyal tasarım, gerektiğinde geçici gerektiğindeyse ivedi çözümleri ortaya koyuyor.

Çekirge Yiyerek Gezegeni Kurtarmak

2050 yılı için geliştirilen Lepsis, 2050 yılında yaşanabilecek küresel gıda sıkıntısı ihtimali paralelinde geliştirmiş. Gıda petrolün jeopolitik öneminin önüne geçecek gibi görünüyor. Gelişmiş ülkelerde gıda fiyatlarında artış gerçekleşmesi beklenirken gelişmekte olan ülkelerin kıtlık sonucunda kronik açlıkla yüzleşmesi bekleniyor. Tasarım, 2050 yılında hayatta kalması beklenen dokuz milyar insanı beslemek için en iyi çözüm arayışında çekirgeleri seçenek olarak değerlendiriyor. Sinekler gibi çok hızlı büyüyen çekirgeler aynı zamanda birer protein kaynağı. Şu anda sekiz çekirge çeşidi dünyada gıda olarak tüketiliyor. Sağlıklı ve daha sorumlu bir gıda üretim ve tüketimine işaret eden Lepsis aslında çekirgenin evde üremesi için tasarlanmış bir mutfak aleti. Ürün, bir buçuk aylık bir büyüme süresi olan çekirgelerin gıda olarak tüketiminden önce üreme, beslenme, çekirge hasat ve öldürme gibi süreçleri içine alıyor.

Giyilebilir Robot

Yalnızca ABD’de nörolojik hastalık ya da omurilik yaralanmaları nedeniyle felç

Sosyal Tasarım, üretimi bireyden başlatarak hedefine toplumun genelini etkileyecek çözümleri alıyor. Kaynağında ise sosyal gerçeklik yani “yaşam” bulunuyor. Anlık ihtiyaçlar ve koşullar, disiplinlerin arasında yeni ilişki biçimleri doğuruyor.

KAYNAĞINI YAŞAMDAN ALAN TASARIM

Beste Sabı[email protected]

tesislerine erişimleri olmadan yaşıyor. Su kaynaklı patojenlerden kaynaklanan hastalıklar sebebiyle yılda 1,5 milyon insan hayatını kaybediyor. Dünyadaki gecekondu bölgelerinde gerçekleşen hastalık ve ölümlerin en büyük sebeplerinden biri sıhhi tuvalet eksikliği. Uganda’nın başkenti Kampala’da 1000 kişinin kullandığı, idrar ve dışkının doğrudan sokak ve açık kanalizasyonlara döküldüğü ortak tuvaletler bulunuyor. Korkutan bu koşullar paralelinde, temizlik ve sağlıkla ilgili hastalıkların yayılmasını engellemek ve bütüncül bir sonuca ulaşmak için Design Without Borders ekibi tarafından Uganda’nın yoksul mahalleleri için tasarlanan ürün, idrarı toplayıp sıhhi bir şekilde saklıyor, basit bir işlemle rafine ederek yüksek kaliteli gübre haline dönüştürüyor.

Elektronik Geri Dönüşüm

Sadece ABD her yıl 384 milyon adet elektronik atık üretiyor. Neredeyse tüm elektronik atıklar (cep telefonu, bilgisayarlar, ekranlar, yazıcılar vb.) civa, arsenik gibi toksik madde içeriyor. Doğru yapılamayan dönüşüm bu paralelde doğaya fazlasıyla zarar veriyor. Erişilebilir bir geri dönüşüm kiosku olan ekoATM, kullanılmayan araçlar karşılığında nakit dağıtım yaparak elektronik geri dönüşümü teşvik ediyor, aldığı elektronik aletlerin %60’ını geri kazanıyor, geri kalan %40’a ise ikinci bir kullanım yaratamıyor.

Page 9: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

Bu sözler, Londra Tasarım Müzesi’nde (Design Museum) 24 Temmuz’da açılan ‘Gelecek Burada(ydı): Yeni Sanayi Devrimi’ sergisinin giriş panosunda yer alıyor. Devamında, “Eski sistem seri üretim, özdeş nesnelerin ucuz imalatına olanak sağlarken, aynı zamanda beraberinde alışveriş merkezi kavramını da getiren fabrikalaşma ve sanayi şehirlerinin oluşturulması süreçlerine doğrudan bağlıydı. Yeni dijital imalat yöntemleri online pazarlar, açık-kaynaklı tasarım ve sosyal ağlar ile birleşince eski fabrikalar ve hatta fabrikaların bağlı olduğu şehirler bir anlamda gereksiz hale gelmeye başladı. Tasarımcı, kullanıcı ve usta arasındaki sınırların bulanıklaştığı yeni bir dünya yaratılmaya başladı” sözleri bulunuyor.

Bu bağlamda sergi, her geçen gün gelişmekte olan 3-boyutlu (3B) imalat/üretim teknolojilerinin mümkün kıldığı farklı sektörlerden ürün örnekleri eşliğinde hem günümüz ürün tasarımının geldiği noktaya, hem de yakın gelecekte ürün tasarımcısının rollerinin ne yönde şekilleneceğine dikkat çekiyor. 3B teknolojiler, ürünlerin herhangi bir ek masrafa gerek olmadan kişiye özel olarak veya az sayıda üretilmesine imkan tanıyor. Sergide, sipariş usulü ürünlerin hızlı, kolay ve verimli üretimi için seri üretim ekipmanlarına yatırım yapmaya gerek kalmadan tercih edilebilecek yöntemler olarak özellikle 3B yazıcılara (hızlı prototipleme) ve CNC makinalarına güçlü vurgu yapılıyor. 3B yazıcıların sağladığı en başlıca fayda, karmaşık parçaların artık geleneksel yöntemlerdeki talaşlı imalat ve kalıba yönelik pahalı yatırımları yapmaya gerek kalmadan kolayca üretilebilmesi. Bu yöntem, çok parçalı veya hassas detaylı ürünlerin tek parça halinde doğrudan üretimine olanak veriyor. Örneğin, Ron Arad tasarımı gözlük. ‘Femur’ koltuk, kullanıcısına has ağırlık ve vücut oranlarını içeren algoritmaya göre üretilmekte. Böylece, kullanıcısına özgü ergonomik ölçüleri içermekte ve sadece sütrüktürel dayanıklılığı sağlamaya yetecek malzeme kullanımını gerektiriyor.

Sergi, ürünlerde kişiye özelleştirmenin yanında sosyal ağ, nanoteknoloji, Rasberry Pi ve Arduino gibi açık kaynaklı geliştirme platformların kullanımlarının evden otomobile,

oyuncaktan ayyakkabıya geleceğin tasarım

ve üretim imkanlarını nasıl etkileneceğini de

derinlemesine sorguluyor. Günlük yaşamda

kullandığımız nesnelerin üretim yöntemlerini

kronolojik olarak özetleyen sergi, devamında

ziyaretçileri gittikçe artarak hayatımızın bir

parçası olmaya başlayan dijital üretime dair

ortaya attığı bir soru üzerinde düşünmeye

davet ediyor: “Ustalar bugüne kadar sadece

fabrikalarda üretilmeyen nesneleri küçük

ölçekte üretmekteydiler. Peki, eğer küçük

firmalar, hatta şahıslar, önceden sadece seri

üretimle mümkün olan nesneleri de üret(ebil)

meye başlarlarsa ne(ler) olur?”

Aslında bu sorunun cevabı gelecekte değil,

günümüzde… Serginin küratörü Alex Newson’ın

değindiği gibi, masa üstüne konabilecek kadar

küçük ve evde kullanılabilecek kadar hesaplı

olan üretim araçlarının hem kullanımları

giderek basitleşmekte hem de çok daha yaygın

hale gelmekteler. Öyle ki, imkanı olan herkes

bir zamanlar tasarımcı, teknisyen, makine

ustası ve distribütör zincirini gerektiren

üretim işini bugün evinde oturduğu yerden

gerçekleştirebiliyor. Peki bu, tüketici ürünleri

ile aramızda daha güçlü bir bağ oluşturarak

daha uzun süre kullanacağımız sürdürülebilir

ürünlere mi yol açacak? Yoksa, yenisini

yapmak çok daha kolay olacağı için herşeyi

atma eğiliminde mi olacağız? Bu sorulara

cevap arayışında olanlar ve günümüz 3B

masaüstü imalat araçlarının geldiği noktayı

üretimi sürmekte olan canlı örnekler üzerinden

görmek ve hatta bu araçları bizzat kullanmak

isteyenler için sergi 29 Ekim’e kadar açık

kalacak.

Türkiye’de tüketici ürünlerinin doğrudan

üretimi anlamında henüz yeterince

olgunlaşmamış bir konu olsa da, örneğin Orta

Doğu Teknik Üniversitesi, Endüstri Ürünleri

Tasarımı Bölümü’nde lisansüstü tezlerde,

ODTÜ Teknokent ve benzeri Ar-Ge’lerinde

araştırma konuları kapsamında ele alınması,

yakın zamanda bu teknolojilerle ilgilenenlerin

ve yapılan uygulamaların sayısının hızlı bir

şekilde artacağını gösteriyor.

Doç. Dr. Bahar Ş[email protected]

GELECEK BURADA(YDI)!“Gereksinim duyduğumuz nesnelerin tasarımı, üretimi ve kullanımı açısından bakıldığında, büyük bir değişimin ortasındayız. Ticaret, sanayi ve yaşamımızın her alanını Sanayi Devrimi’nde olduğu gibi canlı bir şekilde etkileyecek bir değişiklik...”

EKIM/2013

Page 10: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

Yaklaş, Frame Dergisi ve Tasarım Vakfı İstanbul işbirliği ile geçtiğimiz ay hayata geçti. Amacı, ilgili disiplinlerdeki tüm aktörleri daha yakından bakmaya davet etmek. Platformun ilk etkinliği; son yıllarda global ölçekte gelişen kavramlar ve kavramsızlıklar, hızlı tüketim toplumu ve üretimde kalite ilişkisi, kontrolsüz kentleşme karşısında optimist bir gelecek başlıkları üzerine giden bir panel serisi oldu.

Serinin ilk paneli, “Sınırları Kaldırmak / Tanımsızlık Çağında Tasarım” başlığı altında 16 Eylül Pazartesi günü Koleksiyon Tarabya Merkez’de gerçekleşti. Gökhan Karakuş, Şebnem Yalınay Çinici ve Osman Koç’un konuşmacı olarak katıldığı panelin moderatörlüğünü Özlem Yalım Özkaraoğlu yaptı.

Gökhan Karakuş, “Craft+Design+Technology”

başlığı altındaki sunumunda Türkiye’deki tasarım tanımlarından ve zamanla bu tanımların nasıl değiştiğinden, günlük hayatımızdan örnekler vererek bahsetti. Tasarımın altındaki olgunun bilgi olması gerektiğini savunan Karakuş, Türkiye’ye tasarım kavramının ancak 19. Yüzyılda gelebildiğini belirtti ve bu süreçten nasıl geçtiğimizi, hafızamızda yer edinmiş projelerle gösterdi.

Şebnem Yalınay Çinici ise mimarlıkta hesaplamalı teknolojiler başlığında bir sunum yaptı. Hesaplamalı teknolojilerin mekanı özgürleştirmesi ve böylece sınırları kaldırması durumunu sogulayan Çinici, tasarımın düşünce eylemi ve temsiliyet olarak açığa çıktığındaki durumlarından bahsetti. Özellikle de, bu temsiliyetin sınırları kalktığındaki yeni üretim biçimlerinin ve perspektiflerinin bizlere neler sunabildiğinden.

Nerdworking ekibinden Osman Koç, “Sanat ve Tasarimda Teknolojinin Kullanımı” başlıklı konuşmasında, etkileşim tasarımı, deneyim tasarımı ve obje-kullanıcı ilişkisinden bahsetti. Kişi tarafından algılandığı sürece objenin ön plana çıkacağı ve farkında olunacağını vurgulayan Koç, bu bağlamda geçtiğimiz senelerde ekibiyle birlikte gerçekleştirdiği interaktif video çalışmalarından bir seçki gösterdi. Herkesin tasarımcı olmayacağı ama tasarımın tanımının değişeceği ifadesi ise, panelin genel bir özeti oldu.

Güncel kent, mimarlık, tasarım sorunları ve alternatif çözümleri konu alacak YAKLAŞkonuşma serileri, hem profesyonel, hem de akademik çevreyi bir araya getirecek paneller şeklinde gerçekleşmeye devam edecek.

Dilek Öztü[email protected]

YAKLAŞ: DISIPLINLERARASI TARTIŞMA PLATFORMU

Türkiye’de tasarımı yüzyüze tartışabileceğimiz, güncel sorunlarımıza yönelik alternatifleri konuşabileceğimiz yeni bir platform var artık: Yaklaş.

BAŞKA NELER KONUŞULACAK?

“TASARIMDA HIZLI TÜKETIM VE KALITE ILIŞKISI” 23 Ekim 2013Mimarlık ve tasarım hızlı tüketim çağından nasıl etkilendi? Sosyal medya da bu kadar geliştikçe, her şey eleştirilmeye, kopyalanmaya çok mu müsait? Hızlı tüketim arttıkça kalite düşer mi?

“DAHA IYI BIR GELECEK IÇIN” 13 Kasım 2013Daha optimist bir gelecek hayal edebilir miyiz? Yeni ve ileri teknoloji tasarımda bir yandan zaman ve paramızı korurken, diğer yandan bir baskı mı yaratıyor? Tasarım, teknolojiyi iyi anlamda nasıl yorumlayabilir?

“UÇSUZ KENTLERIN GELECEĞI” 4 Aralık 2013Geçtiğimiz sene “ucu olmayan şehir” başlığı altında lanse edilen “Ekümenopolis” filmi, gelecekte İstanbul’daki kentsel nüfus artışı ve bu nüfusun getireceği negatif sonuçlara odaklanmıştı ve Türkiye’de bu anlamda bir bilinç oluşturma konusunda önemli bir adım atmıştı. Biz bu seneyi nasıl geçirdik? Kentsel tehditlerin ne kadar farkındayız?

Page 11: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

Güncel ihtiyaçlar ve yaklaşımlar doğrultusunda, tasarım eğitiminde karşımıza çıkan kategorilerin değiştiğini, konvansiyonel yapıların ötesine çıkıldığını görmek mümkün.

Bölümleri adlandırma, içeriklendirme ve kategorileme biçimi olarak Design Academy Eindhoven’nin yaklaşımı dikkate değer. Design Academy Eindhoven’da, tasarım eğitimi, grafik tasarım, iç mekan tasarımı veya moda tasarımı gibi klasik disiplinlerin hatları doğrultusunda yapılandırılmıyor. Kategoriler, özneye, yani insana getirdikleri farklı yaklaşımlarla ayırt edilebiliyor. Bölümleri yapılandırma felsefesi, ‘insan’ın herhangi bir ürün veya hizmet için farklı bağlamlarda farklı özelliklere ihtiyaç duymasından kaynaklanıyor. Bir sandalye tasarlamak, o sandalyenin kamusal alanda yer alması, birinin kişisel odasında olması veya işyerinde olması bağlamlarına göre çok değişiklik gösterebilir. Böylelikle bölümler ürün, servis ve etkinliklerin‘insan’la ilişkisi üzerinden şekilleniyor.

Akademideki bölümler, insanın yaşam kalitesi, hareket kabiliyeti, yaşam, kamusal alan, kimlik, eğlence, etkinlik ve iletişim olgularıyla ilişkisini ele alacak şekilde kategorilendiriliyor. Bölümlere kısaca bakacak olursak, örneğin ‘Man and Well-Being’ bölümünde tasarım yaklaşımında başlangıç noktası yaşam kalitesi olarak ele alınıyor. Bu bölümde, öğrencilerin ürün ve hizmetlerin insan deneyimiyle birlikte bütünleştirmeleri, projelere fiziksel ve duygusal bir bakış açısı geliştirmeleri bekleniyor. ‘Man and Mobility’bölümü, insanların, ürünlerin ve bilginin hareketliliğine ilişkin yaratıcı çözümler üretmayi amaçlıyor. Öğrenciler, günümüzün ‘mobil’toplumu ve teknolojinin güncel ve gelecekteki durumlarından yaratılabilecek olanakları üzerine çalışıyorlar. ‘Man and Living’ bölümünün odağı insanların bir mekanı nasıl kişiselleştirdiği, çevresindeki şeylerle

bağlantı kurma biçimleri, yaşanılan çevrenin kalitesini belirleme bileşenleri. Bu eğitim kapsamında, insanların yaşam çevrelerini belirleyen ürün ve hizmetler ve insanların yaşamak için ihtiyaç duyduğu unsurlar üzerinde duruluyor. ‘Man and Public Space’bölümünde, kamusal alanların gözlemlenmesi ve kullanıcıların alışkanlık ve deneyimlerini analiz etmeleri sağlanıyor. ‘Man and Identity’ bölümünde, gündelik hayatın içinde yer alan pek çok unsura

hassas bir algılama biçimi geliştirilmesi, geleceğin beğeni ve stillerine yön verecek etkilerin sezinlemesi bekleniyor. ‘Man and Leisure’ bölümünde, insanların kişisel zamanlarını nasıl şekillendirdikleri ve bu zamanın kullanımı ve değerlendirilmesi üzerine hep daha iyi ve anlamlı yolların arayışı söz konusu. ‘Man and Activity’ bölümü, toplumdaki değişen ihtiyaçları geniş çaplı araştırmayı ve teknolojideki yeni gelişmelerin kullanılma biçimlerini

keşfetmeyi gerektiriyor. ‘İnsan ve İletişim’ bölümü görsel iletişim alanında geniş ve kapsamlı bir uzmanlık geliştirilmesi üzerine odaklanıyor. Hem iletişimin nasıl çalıştığı, nasıl uygulandığı, hem de kişisel, sosyal ve kültürel kimliklerin nasıl geliştirildiği üzerinde duruluyor.

Tasarım eğitiminde özgün bir branşlaşma örneği sergileyen bir diğer kurum da İsveç’te bulunan Umeå Institute of Design. Üniversitenin yüksek lisans düzeyinde ulaşım tasarımı, gelişmiş ürün tasarımı, etkileşim tasarımı gibi farklılaşmış programları var. Ulaşım tasarımı bölümü, eğitim süreci kavramsal fikirlerle çalışma yeteneği, otomotiv endüstrisindeki gelişmeler hakkında bilgi sahibi olmayı gerektiriyor. Öğrencilerin aldıkları temel eğitim derslerinin dışında önemli bir zamanları, araştırma enstitüleri veya değişik firmaların tasarım bölümleri gibi dış partnerlerle gerçekleştirilen işbirliklerine ayrılıyorlar. Bu bölüm, genel ulaşım problem alanlarını kapsamayı ve bunların dünya çapındaki ulaşım endüstrileriyle ilişkilerini kapsamayı hedefliyor.

Gelişmiş ürün tasarımı yüksek lisans programı, problem tanımlama ve analiz, stratejik tasarım ve profesyonel pratik gibi iş yönelimli konularla ilişkili yaratıcı ve görselleştirme teknikleriyle bütünleştiriyor. Program, öğrencileri endüstri için ürün ve sistem çözümleri geliştiren tasarım danışmanları olarak eğitiyor. Projenin önemli bir bölümü bu alanlardaki aktörlerle işbirliği halinde yapılıyor.

Etkileşim tasarımı yüksek lisans programı ise, ürün ve kullanıcı arasındaki bilgi alışverişine odaklanarak, insanlar ve makinalar arasındaki ilişkiyi tüm yönleriyle kapsıyor. Eğitimi alanların hem fiziksel hem de bilişsel ürün arayüzünü tasarlamaları ve bunları başarılı bir bütüne birleştirmeleri söz konusu.

EKIM/2013

Tasarım disiplinleri ve eğitimi bir “açılım” yaşıyor. Artık çok daha spesifik bölümlerle karşılaşıyor; konvansiyonel yapıların uzakta kaldığına şahit oluyoruz.

TASARIM EĞITIMINDE ÇEŞITLILIK

Esra Bici Nası[email protected]

Page 12: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

EKIM/2013 13

Bikem de [email protected]

PREMIERE VISION VE 2014/15 KIŞIModa makinası 2014/15 kışına hazırlanırken bizi düşündüren, ekonominin hala zorluklarını aşamadığı bu dönemde, düz, basit, kaliteli ve klasik, dolayısı ile satışları garanti modellerden daha fantezi bir tarza, rüya ve hayal kurma alemine geçiş olup olmayacağı.

Sezon mevcut sorulara tam cevabını bulamazken, “her birinden biraz var” diyerek, kişilikli ve farklılaştırıcı, dev, gösterişli ve kahraman mantolara sıkı sıkı sarılıyor, onları gözbebeği ve odak noktası yapmaya devam ediyor.

Moda siluetlerden çok form ve malzeme üzerinden gelişiyor, endüstri ve yaratıcılık bir nevi bilimadamı/araştırmacı karakteri kazanıyor. Dillerden düşmeyen teknoloji bu sezon 3D ve lazer üzerine.

Kumaşların dokusu ön planda. Üzerine baskı yapılmış olsa bile yapısı gözüküyor, yünlüler uzun mu uzun tüylü, dokular rölyefli. Triko, dantel, gipür, jakar,quilting tarzı ipekliler her şey üç boyutlu. Kumaşların üç boyutlu olması sadece yüzeylerinin rölyefli, kabartılı, ya da içlerinin şişirilmiş olmasından kaynaklanmıyor; aynı zamanda düz kumaşlara derinlik boyutu kazandıran “in jet” tipi yeni baskı teknolojileri sayesinde kandırıcı efektler de yaratıyor.

2014/15 sezonu genel konseptinde aslında gerçek ve sanal arasında, birbirine tezat oluşturan ikililer ve özellikle onların kesişim noktalarıyla flört ediyor: Teknolojik ve duygusal, el işi ama dijital, tek parça fakat endüstriyel (mass personalization), hem sentetik hem doğal, hem dişi hem erkek, volümlü ama aynı zamanda uzun mu uzun siluetler, işte o dönüşümün yakalandığı ara nokta.

Renkli, Güçlü, Zengin

Renk skalası güçlü ve zengin. Ya kurşun, mağma, sülfür gibi ağır maddelere dayanıyor ve sezonun enerjisini yükseltiyor, ya da buz mavisi, toz pembe, oranj, pastel haki ve ten gibi açık tonlarla ortalığı yumuşatıyor. Fuşya, plastik çimen yeşili, limon sarısı ve şeker pembe gibi kuvvetli referanslarla, olayın

minimalist algılanması da engellenmiş oluyor. Çok renklilikten korkmasak da sezonun gerek kumaş gerek aksesuarda, değişik “neredeyse siyah”ların birarada kullanımı ve yeşil-mavi gibi soğukların kombinasyonunu ön plana çıkardığını göz önünde bulundurmalıyız.

Volkanik Denimler, Strüktüre Danteller, Çift Yüzlüler

Göze çarpan kumaşlar arasında koyu maviden siyaha uzanan, volkanik duman karartmalı ve çatlamış asfalt efektlerinde ağartılmış, ya da jakarlı ve baskılı, grinin gerçek anlamda 50 tonunun yansıtan denimler var.

Çift taraflı kumaşlar birkaç sezondur gündemde. Ancak teknoloji artik iki yüzü ayrı renkten öte, bir yüzü doğal, diğer

yüzü sentetik , bir yüzü kaşmir diğer yüzü jarse ya da iki tarafı ayrı desen emprime sonsuz kombinasyona izin veriyor.

Zaha Hadid’in dantelden yapılmış hissini veren gökdelenleri gibi, ince mi ince işli ancak metalize, plastik parlaklığında lamine, aynalı payet işli, üç boyut efektli danteller, aynı zamanda cart oranj ya da fuşya versiyonlarıyla çok gözde. Işığı gece kıyafetlerinde dökümlü, renkli siyah, derin kadifelerde, gümüş veya mat altın iplikli yünlüler ve tok ipeklilerde görüyoruz.

Desenler genelde kravat boyu diyeceğimiz şekilde küçük, Liberty tarzı ufak çiçekler, mütevazi grafik desenler ve puantiyelerden oluşuyor. En çok etkisini sonunda tek renklilikten kurtulan, emprime kumaşlara kesilen pantalonlarda göreceğe benziyoruz. Kumaşlarda çizgiler kesinlikle net değil, kenarları yumuşatılmış ve flu görünümlü.

Kumaşlarda renklerin bir tondan diğerine yumaşak geçişi, denimlerde buğulu,göze yumuşak görünümlü apreleri bu trendin destekçileri.

Örmelerde Yeni Oranlar, Kürklerde Çarpıcı Klasikler

Standard dışı uzunluk, abartılmış genişlik ve uzatılmış kollar şeklinde alışılmamış oranlarda çalışılan örmeler yanında çok kısa kazaklar görmek de mümkün. Ama ortak nokta, omuz ya da bel hizasında ancak bir tarafta toplanan volümler, boyuna kesen çizgiler ya da blok yapıştırılmış renklerle her daim asimetrik olmaları. Sezonun sembolü ise yün örgü boneler.

Kürkler baş döndürücü yükselişlerine devam ederken klasik tasarımları cart mavi, çingene pembe ya da kan kırmızısı

gibi çarpıcı renklerde kürk etollerle, işli, yarım ay ya da şerit cut-out teknikleriyle tekrar çekici hale getiriyor.

Küçük Elbise ve Asimetrik “I Siluetler”

Kalın neopren,yünlü, kaşmir ya da orta tabakası köpükten oluşan sandviç kumaşlardan üretilen dev manto, parka, sanki içinden şişirilmiş anorak ve kazaklarla “fazla büyükler” hem çok moda, hem de görünüşüne göre çok hafif. Canada Goose’un aslında kuzey kutbu için ürettiği anorakları, özellikle büyük şehirliler tarafından kapışılıyor. Küçük elbise trendi devam etse de, volümleri farklı, artık kapitone kumaşlardan yapılıyor. Baggy modası geri döndü ve her ne kadar herşeyi büyük görse bile bu sefer bol ancak kısa. “I silueti” düz, dar pantalonlu, rahatlık kazandırmak

amacıyla streçli, kesinlikle dökümlü değil ve asimetrinin zerafet kazandırdığı, hiçbirşeyin ortada ve simetrik olmadığı upuzun bir siluet şeklinde gündemde. Drapeler tek taraflı, çizgiler ortadan geçeceğine omuz hizasından aşağıya doğru çekilmiş, eğer bir çiçek süsü, bir işi ya da payeti varsa mutlaka asimetrik bir şekilde yana kaydırılmış durumda.

Günlük Yaşamda Fantezi

Sokak modası ilham kaynağı ancak duvar grafitileri bile artık gelişigüzel sprey sıkmadan ibaret değil. Kolajlar, daha anlatıcı ince ince işlenmiş dekorlarla incelik kazanıyor. Spor malzemeler de artık daha fantazi. Emprime kumaşlardan yapılıyor, fosforlular yerine ışığı ayna gibi yansıtan alüminyum yüzeyler, ipek görünüşlü “waterproof” sentetikler gözde. Diğer yandan erkek takım

elbiseleri jogging kumaşlarından yapılıyor, örmeler sanki yüksek terzilik kumaşlarıymış gibi büyük bir ciddiyet ve ihtimamla ceket-pantalon takımlara donüşüyor.

Aksesuarlarda ise büyük yenilik, broderi, fermuar, düğme gibi mazemeleri, kumaş ya da deriye ısı ile yapıştıran, yani dikiş kullanmayan BOND- IN teknolojisi. Trendlere gelince genel hava “bling” ve “no bling” olarak iki grup etrafında toplanmış durumda. Ya gereğinden fazla zımbalı çantalar ve ayakkabılar, kamuflaj desenli olsa bile payetli kumaşlar, glam rock siyah ağırlıklı aksesuarlar ya da klasik, düz, şık deri ya da keçe çantalar moda. Birbiri üstüne eklenen XXL beden kolye ve zincirler, kolajlar ve paradoksal malzemeler, makro düğmeler ve maksi fermuarlarla gerçeğinden iyice büyütülmüş bir motifler ve aksesuarlar dünyası bizleri bekliyor.

EKIM/2013

Bikem de [email protected]

PREMIERE VISION VE 2014/15 KIŞIModa makinası 2014/15 kışına hazırlanırken bizi düşündüren, ekonominin hala zorluklarını aşamadığı bu dönemde, düz, basit, kaliteli ve klasik, dolayısı ile satışları garanti modellerden daha fantezi bir tarza, rüya ve hayal kurma alemine geçiş olup olmayacağı.

Sezon mevcut sorulara tam cevabını bulamazken, “her birinden biraz var” diyerek, kişilikli ve farklılaştırıcı, dev, gösterişli ve kahraman mantolara sıkı sıkı sarılıyor, onları gözbebeği ve odak noktası yapmaya devam ediyor.

Moda siluetlerden çok form ve malzeme üzerinden gelişiyor, endüstri ve yaratıcılık bir nevi bilimadamı/araştırmacı karakteri kazanıyor. Dillerden düşmeyen teknoloji bu sezon 3D ve lazer üzerine.

Kumaşların dokusu ön planda. Üzerine baskı yapılmış olsa bile yapısı gözüküyor, yünlüler uzun mu uzun tüylü, dokular rölyefli. Triko, dantel, gipür, jakar,quilting tarzı ipekliler her şey üç boyutlu. Kumaşların üç boyutlu olması sadece yüzeylerinin rölyefli, kabartılı, ya da içlerinin şişirilmiş olmasından kaynaklanmıyor; aynı zamanda düz kumaşlara derinlik boyutu kazandıran “in jet” tipi yeni baskı teknolojileri sayesinde kandırıcı efektler de yaratıyor.

2014/15 sezonu genel konseptinde aslında gerçek ve sanal arasında, birbirine tezat oluşturan ikililer ve özellikle onların kesişim noktalarıyla flört ediyor: Teknolojik ve duygusal, el işi ama dijital, tek parça fakat endüstriyel (mass personalization), hem sentetik hem doğal, hem dişi hem erkek, volümlü ama aynı zamanda uzun mu uzun siluetler, işte o dönüşümün yakalandığı ara nokta.

Renkli, Güçlü, Zengin

Renk skalası güçlü ve zengin. Ya kurşun, mağma, sülfür gibi ağır maddelere dayanıyor ve sezonun enerjisini yükseltiyor, ya da buz mavisi, toz pembe, oranj, pastel haki ve ten gibi açık tonlarla ortalığı yumuşatıyor. Fuşya, plastik çimen yeşili, limon sarısı ve şeker pembe gibi kuvvetli referanslarla, olayın

minimalist algılanması da engellenmiş oluyor. Çok renklilikten korkmasak da sezonun gerek kumaş gerek aksesuarda, değişik “neredeyse siyah”ların birarada kullanımı ve yeşil-mavi gibi soğukların kombinasyonunu ön plana çıkardığını göz önünde bulundurmalıyız.

Volkanik Denimler, Strüktüre Danteller, Çift Yüzlüler

Göze çarpan kumaşlar arasında koyu maviden siyaha uzanan, volkanik duman karartmalı ve çatlamış asfalt efektlerinde ağartılmış, ya da jakarlı ve baskılı, grinin gerçek anlamda 50 tonunun yansıtan denimler var.

Çift taraflı kumaşlar birkaç sezondur gündemde. Ancak teknoloji artik iki yüzü ayrı renkten öte, bir yüzü doğal, diğer

yüzü sentetik , bir yüzü kaşmir diğer yüzü jarse ya da iki tarafı ayrı desen emprime sonsuz kombinasyona izin veriyor.

Zaha Hadid’in dantelden yapılmış hissini veren gökdelenleri gibi, ince mi ince işli ancak metalize, plastik parlaklığında lamine, aynalı payet işli, üç boyut efektli danteller, aynı zamanda cart oranj ya da fuşya versiyonlarıyla çok gözde. Işığı gece kıyafetlerinde dökümlü, renkli siyah, derin kadifelerde, gümüş veya mat altın iplikli yünlüler ve tok ipeklilerde görüyoruz.

Desenler genelde kravat boyu diyeceğimiz şekilde küçük, Liberty tarzı ufak çiçekler, mütevazi grafik desenler ve puantiyelerden oluşuyor. En çok etkisini sonunda tek renklilikten kurtulan, emprime kumaşlara kesilen pantalonlarda göreceğe benziyoruz. Kumaşlarda çizgiler kesinlikle net değil, kenarları yumuşatılmış ve flu görünümlü.

Kumaşlarda renklerin bir tondan diğerine yumaşak geçişi, denimlerde buğulu,göze yumuşak görünümlü apreleri bu trendin destekçileri.

Örmelerde Yeni Oranlar, Kürklerde Çarpıcı Klasikler

Standard dışı uzunluk, abartılmış genişlik ve uzatılmış kollar şeklinde alışılmamış oranlarda çalışılan örmeler yanında çok kısa kazaklar görmek de mümkün. Ama ortak nokta, omuz ya da bel hizasında ancak bir tarafta toplanan volümler, boyuna kesen çizgiler ya da blok yapıştırılmış renklerle her daim asimetrik olmaları. Sezonun sembolü ise yün örgü boneler.

Kürkler baş döndürücü yükselişlerine devam ederken klasik tasarımları cart mavi, çingene pembe ya da kan kırmızısı

gibi çarpıcı renklerde kürk etollerle, işli, yarım ay ya da şerit cut-out teknikleriyle tekrar çekici hale getiriyor.

Küçük Elbise ve Asimetrik “I Siluetler”

Kalın neopren,yünlü, kaşmir ya da orta tabakası köpükten oluşan sandviç kumaşlardan üretilen dev manto, parka, sanki içinden şişirilmiş anorak ve kazaklarla “fazla büyükler” hem çok moda, hem de görünüşüne göre çok hafif. Canada Goose’un aslında kuzey kutbu için ürettiği anorakları, özellikle büyük şehirliler tarafından kapışılıyor. Küçük elbise trendi devam etse de, volümleri farklı, artık kapitone kumaşlardan yapılıyor. Baggy modası geri döndü ve her ne kadar herşeyi büyük görse bile bu sefer bol ancak kısa. “I silueti” düz, dar pantalonlu, rahatlık kazandırmak

amacıyla streçli, kesinlikle dökümlü değil ve asimetrinin zerafet kazandırdığı, hiçbirşeyin ortada ve simetrik olmadığı upuzun bir siluet şeklinde gündemde. Drapeler tek taraflı, çizgiler ortadan geçeceğine omuz hizasından aşağıya doğru çekilmiş, eğer bir çiçek süsü, bir işi ya da payeti varsa mutlaka asimetrik bir şekilde yana kaydırılmış durumda.

Günlük Yaşamda Fantezi

Sokak modası ilham kaynağı ancak duvar grafitileri bile artık gelişigüzel sprey sıkmadan ibaret değil. Kolajlar, daha anlatıcı ince ince işlenmiş dekorlarla incelik kazanıyor. Spor malzemeler de artık daha fantazi. Emprime kumaşlardan yapılıyor, fosforlular yerine ışığı ayna gibi yansıtan alüminyum yüzeyler, ipek görünüşlü “waterproof” sentetikler gözde. Diğer yandan erkek takım

elbiseleri jogging kumaşlarından yapılıyor, örmeler sanki yüksek terzilik kumaşlarıymış gibi büyük bir ciddiyet ve ihtimamla ceket-pantalon takımlara donüşüyor.

Aksesuarlarda ise büyük yenilik, broderi, fermuar, düğme gibi mazemeleri, kumaş ya da deriye ısı ile yapıştıran, yani dikiş kullanmayan BOND- IN teknolojisi. Trendlere gelince genel hava “bling” ve “no bling” olarak iki grup etrafında toplanmış durumda. Ya gereğinden fazla zımbalı çantalar ve ayakkabılar, kamuflaj desenli olsa bile payetli kumaşlar, glam rock siyah ağırlıklı aksesuarlar ya da klasik, düz, şık deri ya da keçe çantalar moda. Birbiri üstüne eklenen XXL beden kolye ve zincirler, kolajlar ve paradoksal malzemeler, makro düğmeler ve maksi fermuarlarla gerçeğinden iyice büyütülmüş bir motifler ve aksesuarlar dünyası bizleri bekliyor.

Page 13: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

şölenine dönüştürülüyor. Kusursuz empati yeteneğine sahip özel ajan Will Graham’ın cinayetlere ilişkin empati kurduğu sahnelerde katilin kurbanlarını nasıl öldürdüğünü anlatırken “this is my design” demesi, Lecter’ın adeta her cinayeti birer tasarım süreci gibi algıladığını kanıtlıyor gibi.

Yönetmenin “korkunç ve son derece zarif bir korku filmi” isteme talebi üzerine tasarımcılar klasik güzellik anlayışları ve tuhaf estetik yaklaşımları olan Francis Bacon, Gustave Caillebotte ve Edward Hopper gibi ressamlardan etkilenmişler. Lecter’ın ofisi soğuk İngiliz ve kuzey Avrupa estetiğinin güzelliklerini yansıtacak biçimde gotik ve Art Nouveau referanslar ile tasarlanmış. Lecter’ın kliniğindeki gri deri sandalyeleri ve Eileen Gray masaları ise diğer önemli tasarım detayları. Leif Jacobsen tasarımı ofis masasının soğuk Avrupa estetiği oyuncu Mads Mikkelsen ile de kusursuz biçimde bütünleşmiş.

İnsanlığın Mahrem Tarihi kitabının yazarı Theodore Zeldin, korkunun yüzyıllar önceki tarihsel süreci içinde insanlığın zaman zaman korkularından kurtulmayı yaratıcı biçimlerde başardığını gösterdiğini belirtiyor. Bu süreçte Zeldin’e göre insanlar korkularından kurtulmak için ya korkunun kendisinden yardım almışlar ya da bir korkudan kaçıp diğerine sığınmışlar. Toplumdan dışlanmak ise modern zamanların en büyük korkularından biri olarak görülüyor. Dışlanma ve yoksunluk duygusunun ardından gelen yıkımlar, şiddet göstermeye dönüşüp insanlık tarihinin en acımasız seri katillerini de yaratmış. Dünyanın sonunun ne zaman geleceği korkusu ile daha fazla şizofrenik bir toplum olmaya doğru giderken artık daha fazla süper kahramanlara ve doğaüstü varlıklara ihtiyaç duyuyoruz. Vampirlerin, kurt adamların ve katillerin cirit attığı filmlerin senaryoları popüler kültürü ve tasarım nesnelerini daha fazla etkiliyor. Yeni korku kahramanları artık zarif caniler, modern ve cool vampirler.

Kült ve güçlü tasarım nesneleri sayesinde birçok korku nesnesi televizyon dünyasında şık ve zarif biçimde izleyici karşısına çıkıyor. Bunun en popüler örneklerinden biri Thomas Harris’in yarattığı ünlü Hannibal Lecter karakteri. Dizinin ürkütücü karakteri Dr. Lecter’ın bizzat kendisi ve yaşam mekânlarında kullanılan soğuk ve tekinsiz nesneler, korkuyu yeniden tanımlayan popüler tasarım nesneleri olmaya aday. Kuzuların Sessizliği filminden hatırladığımız Anthony Hopkins’in canlandırdığı Dr. Lecter’ın hapishanede iken suratının yarısını kaplayan fiberglas maske tasarımının yerini şimdilerde Hannibal dizisinin Dr. Lecter’ının giysileri, özel tasarım ofis mobilyaları, özel yemek stilistleri tarafından tasarlanmış sofrası ve mutfağında kullandığı aletleri aldı.

Dizinin her bölümünde Lecter’ın kurbanlarına yönelik arzuları ameliyathaneyi andıran mutfağında özel olarak tasarlanmış bir yemek

Sonsuza kadar uzayabilecek bir korku listesi; açlık, savaş, cinayet, tecavüz, karanlık, bulaşıcı hastalık... Kült ve güçlü tasarım nesneleri sayesinde pek çoğu televizyon dünyasında şık ve zarif biçimde izleyici karşısına çıkıyor.

KORKUNUN ZARAFETLE BULUŞMASI

F.Dilek [email protected]

Lecter için bir tür performans alanı olarak tasarlanmış olan mutfakta ünlü yemek stilistleri her tabağı özenle tasarlayıp ürkütücü yemekleri birer sanat eseri olarak izleyici ile buluşturuyorlar. Mutfak tasarımlarında ahşap ve paslanmaz çeliğin kontrast ilişkisi vurgulanmış.

Oyuncuların giysilerinde kullanılan sonbahar renkleri akılda kalıcı detaylar arasında ancak karizmatik Lecter’ın giysi detaylarını ve flanuer şıklığını hiçbir tasarım detayı gölgeleyemiyor. Lecter’ın giysileri kiç ve özen arasında modern çağın kaliteli zevkleri olan şizofrenik bireyinin adeta ekrandaki canlandırması gibi. Dizide gözünüzün içine sokmadan ürkütücü tasarımlar kullanarak yarattılan sahneler ve özenle çözümlenmiş tasarım detayları, korku nesnelerinin alışagelmiş biçimlerini değiştirecek gibi.

Artık korkularımızın her geçen gün arttığı, her an savaş çıkacak korkusunu yaşadığımız, topluca yaşanan alanlarda, çöp tenekelerinin yanındaki masum naylon torbaların içinde bomba olabilir mi? endişeleriyle dolu korkularımız var. Frank Furedi, Korku Kültürü kitabında: “..korkunun korkuyu doğurduğu çözülmüş toplulukların yerine, risk alarak özne olma cesaretini gösteren insanların oluşturduğu yeni yapılar ve farklı dünyalar geliştirebileceğimizi öneriyor. Son yılların korkunç dizileri ve aksiyon filmleri de bizlere alternatif dünyaları ve sıradışı kahramanları sunarken aslında yaratıcı ve farklı dünyaları geliştirebilecek özneler olabileceğimizi hatırlatıyor olabilir.

Page 14: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

EKIM/2013

Örgü, ilk örneklerinin görüldüğü Antik Mısır uygarlığından bu yana, pek çok farklı kültürün yerel dokularını yansıtabildiği oldukça önemli tekstil üretim yöntemlerinden biri olmuştur. Fakat çok kısa zamana kadar ev içlerinde kadınlar tarafından üretilen ve bir sonraki nesle öğretilerek sürekliliği sağlanan bu kültürel değer, pek çok zanaat gibi nesiller arasındaki düşünsel ve yaşamsal farklılıklar arttıkça aktarılamaz, bu yüzden de yeniden üretilemez hale gelmiştir. Bu şartlar altında geçmişe ait maddi kültürün koruma altına alınması haricinde bir gereklilik daha ortaya çıkar: Geleneksel tekniği günümüz şartlarına uygun olarak yorumlamak ve geliştirmek. İşte bu nedenle bugüne ilişkin örgü kültürünü, geçmişten farklı olarak sanat, tasarım ve teknolojiden bağımsız düşünmek pek de mümkün değil.

Bugünün tasarım kültürü örgüye her şeyden önce yenilikçi bir deneysellik kazandırdı. Örme yüzeyi oluşturan iplik, çeşitli renklerde üretilen tek boyutlu bir malzeme olmaktan çıktı ve ipliğin dokusal, dokunsal ve hacimsel değeri keşfedildi. Bu şekilde klasik anlamda çoğunlukla iki boyutlu ve desenli olarak düşünülen örgüler dünyası yerini farklı

materyallerin ayrı ayrı veya karıştırılarak kullanıldığı, renksel ve hacimsel karşıtlıklara karşı daha cesur ve bu yüzden de daha yaratıcı ve bol alternatifli bir dünyaya bıraktı. Ayrıca teknolojik gelişmeler özellikle 3 boyutlu örme makinelerinin de kullanılır hale gelmesiyle bu yaratıcı ortama büyük katkı sağladı.

Örme kumaşın 3 boyutlulukla olan ilişkisi esneme ve kolay şekil alabilme özelliğiyle de yakından ilişkili. Bazen uzatıp genişletilerek, bazen içi doldurularak, bazen dökümünden yararlanılarak, bazense çeşitli

şekillerde (düğüm, dikiş vb.) birleştirerek örme yüzeyler ile heykelsi görünümler yaratmak mümkün. Sandra Backlund, Mark Fast, Stine Ladefoged ve 2013’ün öne çıkan genç isimlerinden biri olan Liu Fang gibi tasarımcıların kusursuz görünümleri bu konuda oldukça ilham verici. Özellikle geçtiğimiz haftalarda Kopenhag Moda Haftası’nda gördüğümüz Stine Ladefoged ve Londra Moda Haftası’nda görücüye çıkan Mark Fast 2014 ilkbahar-yaz koleksiyonları örme ürün kategorisinde sezonun öne çıkanları arasında görünüyor.

Örgü yüzeyler hem bir teknik hem de bir ilham kaynağı olarak sadece giyim sektöründe değil tasarımın çok çeşitli alanlarında görünür bir hal aldı. Endüstriyel tasarım, iç ve dış mekan tasarımları bu konuyla ilgili oldukça sıradışı örneklere sahip. Geçtiğimiz ay gerçekleşen Happen Projects 2013 kapsamında Claire-Anne O’Brien’ın Alplerden ve buradaki oyma işçiliğiyle yapılmış geleneksel iskemlelerden ilham alarak gerçekleştirmiş olduğu tasarım bu örneklerden biri. Geleneksel bir formun alışılagelmişin dışında bir malzeme ve teknik ile yorumlanması çağdaş bir tasarım dilinin oluşmasına yardımcı olmuş. Bu konuda öne

çıkan bir diğer isim de Ruth Cross. Marka geleneksel el işçiliğini çağdaş bir içerikte sunma iddiası taşıyor. Ürünlerinde özellikle İskoçya’dan getirtilen iyi kalitede yünleri kullanan marka, üretimini el işçiliğine dayalı olarak sürdürüyor. Marka bu yıl ilk defa The Knitted Home: Creative and Contemporary Projects for Interiors isimli bir kitap çıkardı. İçerisinde çeşitli iç mekan tasarımları ve bunların yapılış yöntemleri bulunan kitap örme ve dekorasyonla ilgilenenlerin ilgisini çekebilir.

Örgü, iç mekan sıcaklığını dış mekana taşımak isteyenler için de oldukça ideal bir yöntem. Yarn Bombing adıyla bilinen ve şehirdeki beton soğukluğunu örgüyle dönüştürme amacı taşıyan sokak sanatı, aktivist projeler için de sık başvurulan bir yöntem halini aldı. Geçtiğimiz Ağustos ayında 580 örme ve tığ işi battaniye kullanılarak kaplanan Pittsburgh’un Andy Warhol Köprüsü bu akımın hem en yeni hem de en geniş kapsamlı örneklerinden biri. Şehirde renklerin sıcaklığına daha fazla ihtiyaç duyduğumuz bu dönemde, örgünün sıcaklığını ve samimiyetini de hatırlamak hazır sonbahar da gelmişken faydalı olabilir.

Elif [email protected]

SANAT VE TASARIMLA DEĞIŞEN ÖRGÜ KÜLTÜRÜ

Antik Mısır Uygarlığı’ndan bu yana hayatımızda olan örgü, her dönem kültürden izler taşıdı. Dolayısıyla, son dönemde sanat, tasarım ve teknolojiyle ilişkisini kuvvetlendiren örgünün, yeni bir kimlik edinmesi çok da şaşırtıcı olmadı.

Page 15: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Taksim’de aylardır sürdürmekte olduğu Yayalaştırma Projesi nihayet tamamlandı. Yeni Taksim’e damgasını vuran mimarlık öğesi, yeraltındaki varlıklarının yanı sıra havalandırma şaftı ve bariyer benzeri eklentileriyle yerin üzerine de taşan etkileri nedeniyle dalış tünelleri. Her ne kadar, söz konusu tünellerin Türkiye’nin en büyük kentinin tam merkezinde kendilerine yer bulmuş olmaları yeni bir olgu olsa da, aslında memleketin bir kısmı onlara bir süredir aşina. Zira halk arasında “battı-çıktı” adıyla anılan söz konusu tüneller son yıllarda özellikle çeperdeki kentleşmenin ayrılmaz bir parçası haline gelmiş durumda. Peki, diğer ülkelerde örneklerine rastlansa da, bizdekilere göre çok daha farklı amaçlar için yapıldığı görülen bu tünellerin Türkiye kentleşmesinin eteklerinden kalbine yaptığı yolculuğu nasıl okumak gerekiyor?

Kuzeybatı Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri’nde dalış tünellerinin inşasını gündeme getiren durumların ikiye ayrıldığı söylenebilir. İlki, bisiklet ve yaya yollarının otoyollarla kesiştiği noktalar. Battı-çıktılar bu noktalarda yaya ve bisikletlileri yerin altına alarak onlara güvenli bir “karşıdan karşıya geçiş” sağlıyor. İkinci durumsa otoyollarının vahşi tabiatla karşılaştığı yerlerde gerçekleşiyor. Bu durumda, araç yolu yerin altına alınarak doğal hayatın korunması amaçlanıyor. Bu iki durumdan farklı olan, son örneğini Taksim’de gördüğümüz ve kentleşmenin yoğun olduğu

yerlerde araç trafiğinin yerin altına alındığı dalış tünellerineyse daha çok “gelişmekte olan ülkeler” olarak anılan memleketlerde rastlanmakta. Ancak bu durumda da, dalış tünelleri etkili birer çözüm sunmaktan ziyade çabucak birer baş belası haline gelebilmekte. Kötü şöhrete sahip bu örnekler arasında Filipinler’in başkenti Manila’da belediye binasının tam önünde bulunan ve en eski battı-çıktılardan biri olarak bilinen Lagusnilad yer almakta. Tünel geçtiğimiz ay Filipinler’in maruz kaldığı yoğun yağış sonrası günlerce sular altında ve işlevsiz kaldı. Öyle ki, bu sel günlerinde halk Lagusnilad’a “olimpik havuz” adını taktı. İstanbul’un yeni olimpik tesislere ihtiyacı olup olmadığı sorusu bir yana dursun, “ama orası Filipinler, orada muson yağmuru var” diyeceklere jet yanıt Manila Belediyesi Kriz Masası Şefi Johnny Yu’dan geliyor. Yu’ya göre Lagusnilad tünelinin sular altında kalma sorunu hiç de normal değil ve tünel 30 yıl önce yapıldığından beri ne zaman yağışlar mevsim normallerini biraz aşsa kullanılmaz hale geliyor.

Ancak peşin hükümlü de olmamak ve ülkemizdeki dalış tüneli uygulamalarının hakkını toptan yememek gerek. Zira ilk battı-çıktıların özgün bir Türkiyeli şehirleşme pratiği olan “karayolu kenarı kentleşmesi” diyebileceğimiz bağlamın içinden doğan sorunlara yanıt verme amacını taşıyan bir çözüm olarak ortaya çıktığı söylenebilir. İşlek yolların kenarlarında oldukları için çekim merkezi haline gelen gayri-resmi

yapılaşmaların genişleyerek inkâr edilemez hale geldiği ve böylece resmiyete dökülerek “kentleştiği” aşamalarda yaya güvenliğini sağlamanın bir yolu olarak bu tünellerin yardımına başvurulduğunu biliyoruz. Daha da önemlisi, battı-çıktılar benzer durumlarda yalnızca trafik emniyetini sağlamakla kalmıyor. Plansız kentleşen bu yörelerde, yerin altına alınan araç trafiğinden kazanılan bölgeyi bir tür kamusal alana çevirerek önemli bir açığı da karşılamış oluyorlar. İstanbul’un kalbindeki Taksim’deyse böyle bir açığın bulunmadığı elbette aşikâr.

Araç trafiği için tasarlanmış dalış tünellerine sıkça yöneltilen bir eleştiri de, araçların hız kesmemelerini mümkün kıldıkları için aslında yolları yayalar için emniyetli kılmak şöyle dursun daha tehlikeli hale getirdikleri. Bu eleştiriyle bağlantılı olarak, Taksim gibi bir büyük kentin başlıca bir meydanıyla karşılaştırıldığında, yukarıda bahsi geçen “plansız kentleşmiş” yörelerimizdeki araç-dışı trafiğin yayıldığı alanın darlığı gibi önemli bir farkın söz konusu olduğunu not düşmeli. Zira bu darlık, söz konusu bölgelerde araçların hız kesmemesini çok büyük bir sorun olmaktan çıkarıyor olabilir. Ancak Taksim gibi araç yolunun kesintisiz bir kentleşme ve araç-dışı trafikle çevrelendiği durumlarda dalış tünellerinin trafik emniyetine yarardan çok zarar getireceği söylenebilir.

İnsan yeni Taksim’e baktığında, sanatçı Robert Smithson’ın Aralık 1967’de Artforum

dergisinde yayınlanan “The Monuments of Passaic” (Passaic’in Abideleri) başlıklı yazısında geliştirdiği “ruins in reverse” (tersine-harabeler) kavramını anmadan edemiyor. Yazı, sanatçının New Jersey’in Passaic adlı banliyösüne yaptığı bir geziden bahseder. Smithson’ın yazıya “abide” başlığı altında konu ettiği yapılar görkemli heykeller ya da saraylar değil, çoğu halen inşa edilmekte olan, köprü, atık su kanalı ve sondaj kulesi gibi bir grup altyapısal öğedir. Sanatçıya göre banliyönün tarihi açıdan silik olan varlığını kayda değer kılan, geçmişteki unutulmaz olaylardan çok, her ne kadar salt altyapısal işlevler için tasarlanmış gözükseler de bu köprü, kanal ve kulelerdir. Söz konusu banliyö abidelerini Smithson için “tersine-harabe” kılan etkense zaman mevhumuyla ilgilidir. Bu yapılar, inşalarının üzerinden yıllar geçtikten sonra birer ören yerine dönüşmektense, bu özelliği sürekli yapım aşamasında gözükmeleri nedeniyle henüz tamamlanmadan kazanırlar. Yeni Taksim’e yapılan eleştirilere Başbakan Erdoğan’ın yanıtı “bir etabı bitti, tamamen proje bitince çevresi halledilecek—sonunu bir bekle bakalım; doksan artı uzatmalar var, daha oynayacağız,” oldu. Bu sözler, yeni dönem şehirciliğinin abidelerinin, sürekli bir şantiye özelliğine sahip “tersine-harabeler,” nereye varılacağı bilinmeden inşasına başlanan projeler ile çeperden merkeze taşınan havalandırma şaftları, otoyol bariyerleri ve battı-çıktılar olacağını teyit eder gibi.

Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi sayesinde, dalış tünelleri, otoyol bariyerleri ve havalandırma şaftlarıyla, karayolu kenarı kentleşmesinin abideleri artık şehrin merkezinde.

TAKSIM’IN YENI ANITLARI VE “TERSINE-HARABELER”

Eray Çaylı[email protected]

Page 16: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

EKIM/2013

Işık ve yarattığı aydınlık insan hayatının en önemli ihtiyaçlarından biri. Biyolojik bir varlık olan insan hayatını devam ettirebilmek için ışığa, özellikle de güneş ışığına muhtaç. Geceleri ise özellikle güvenlik nedenleriyle çeşitli taşınabilir ışık kaynakları tarih boyunca insanlara eşlik etmiş. Kentler de ise önce mum ve gaz lambaları, ardından da elektrikli sokak aydınlatmaları karanlığı uzaklaştırmış. 1875’te icat edilen ve ‘elektrikli mum’ ya da ‘Yablockhov mumu’ olarak adlandırılan sokak lambalarından 80 tanesinin ilk olarak Paris’e yerleştirilmesi Paris’in o tarihten itibaren ‘Işıklar Kenti’ olarak anılmasını sağlarken bu yeni gelişme önce Londra ve Amerika’nın çeşitli şehirleri, ardından da dünyanın tüm kentlerine sıçramış.

Kalabalık ve kozmopolit kentlerde, özellikle gece güvenliğin sağlanması ve kent yaşantısının hava karardıktan sonra da devam edebilmesi için aydınlatma vaz geçilmez bir kentsel öge haline gelmiştir. Kentsel aydınlatma güvenliği sağlamanın yanında bir başka önemli rol daha oynar: Kent karanlıkta ışık sayesinde okunabilir, algılanabilir bir yer haline dönüşür. Önemli yapılar, öncelikli ulaşım aksları, hareketli alanlar vurgulanır, bölgeler tanımlanır, kullanıcılar yönlendirilir. Gün ışığındaki kent kullanımına kıyasla gece kullanımı daha çok aydınlatma yoluyla şekillendirilir.

Gece ışık neyi gösteriyor ise kent görsel olarak odur.

Zaman içinde yaygınlaştıkça, kullanımının yanı sıra formları ile kent mekanına estetik bir katkı sağladıkları fark edilmeye başlayan aydınlatma elemanları için özel tasarımlar geliştirilmeye başlanmıştır. Özellikle Paris ve Barselona’nın Art Nouveau stilindeki sokak aydınlatmaları diğer kent mobilyaları ile birlikte kent kimliğinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır.

Aslında kent kimliğine etki eden sadece kullanılan lambaların stil ve formları değil, karanlıkla birlikte görünmez hale gelen kentin silüeti, kente imaj veren anıtsal yapıları ve

uzaktan algılanabilen tüm nirengilerinin geceleri nasıl vurgulandığıdır. Işık, karanlıkta kentin kimliğinin yeniden yaratılmasını, kentin yepyeni bir bakışla okunmasını sağlar. Bu amaçla pekçok tarihi kent gece aydınlatması için projeler geliştirmekte, yapıların renk ve dokularına uygun, kent dokusundaki yerlerini belirginleştiren, bir yandan da görsel karmaşa yaratmadan algılanmalarını sağlayacak yaklaşımlar uygulamaktadır.

İstanbul son yıllarda kültür mirası yapıları ve anıtları dışında alışveriş merkezi, yüksek katlı konutlar ya da ofis yapıları olmak üzere pek çok yeni gösterişli yapıya sahip oldu. Farklı tasarım iddiaları ile inşa edilen

bu yapılar elbetteki kent bütünü içinde kendilerini görünür kılmak arzusu içinde. Gelişen aydınlatma teknolojileri her renk ve desende, hatta hareketli renk geçişlerine olanak tanırken kentin gece görüntüsü gün geçtikçe bir renk cümbüşüne dönüşmektedir. Köprüler, Saraylar, Camiler, Çeşmeler, Galata Kulesi, Kuleli Askeri Lisesi gibi kentin farklı noktalarından görünen anıtsal yapılar için gece görünürlüğü arttıran özel projeler yapılsa da ne yazık ki kentin bütünü için bir yaklaşımdan söz etmek mümkün değil. Tüm bunlara bir de üzerinde spotlar yer alan, cepheleri renkli ve hareketli ışıklarla bezeli yüksek katlı yapılar eklendiğinde kent estetiğinden ve tutarlı bir kent kimliğinden iyice uzaklaşılmakta. Kent silüeti dışında sokak ölçeğinde de aynı karmaşa devam etmekte; eczane, bakkal, berber, hastane, teknik servis ayrımı yapılmadan hareketli led tabelalar yanyana dizilmektedir. Tüm bu süreç aslında görülmesi gereken işlev ve yapıların birbiri tarafından perdelendiği, görsel bir karmaşa içinde hiçbir şeyin gerektiği gibi algılanmadığı, tam bir kirlilik ortamı yaratıyor. İstanbul gibi zengin bir külltürel mirasa sahip, yeni gelişmeler açısından canlı uluslararası bir metropolün bu görsel karmaşadan kurtulması ve kentin kimliğine uygun bir aydınlatma stratejisine en kısa zamanda kavuşması İstanbul’un ulusal ve uluslararası kentsel imajı için büyük önem taşımaktadır.

ISTANBUL IÇIN

‘GECE GÖRÜŞÜ’Istanbul’un kent kimliğine uygun bir aydınlatma stratejisine kavuşması imajı açısından büyük önem taşıyor. Zira şehrin gece görüntüsü gün geçtikçe cümbüşe dönüyor…

Bahar Aksel [email protected]

Page 17: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

Tasarım ve üretim süreçlerinde tercih edilen müdahaleler, bazen süpriz olmaktan çıkıyor, tasarlanan şeye çevresel anlamda olumlu bir etki bırakıyor. Mimarlık bazen bir ifade biçimi haline geliyor, sanat da bazen mekana katılan ya da mekana değer katan bir işlev görüyor. İkisi arasında gidip gelen döngüde, mekan sonsuz da oluyor, fütursuz bir sınırla da sonlanabiliyor.

Hiroşima’nın Kalbinde Doğa

Hiroshi Nakamura’nın tasarladığı saydam cepheli evde, cam tuğlalardan yapılan dış duvar, sakin bir sokak manzarası sunarken, aynı zamanda ses yalıtımı sağlıyor. Nakamura’nın tasarladığı bu kare formlu tek ailelik konutun her iki tarafında bahçeler bulunuyor.

Yapının dış duvarı 6.000 adet cam tuğla ile örüldü. Emek-yoğun üretimin bir ürünü olan cam tuğlalar Çin’de üretildi. Borosilikat madeni sayesinde, optik cam üzerinde ham malzeme kullanıldı. Cephe inanılmaz derecede saydamlık kazanırken, hem içeriden, hem de dışarıdan net bir görüntü elde edilebildi. Sonuç olarak cam tuğlaların arasından geçen ışığı bulanıklaştıran cephe, manzaralı atmosferi ile büyülüyor. Nakamura, duvarın gece etkisini, soyut ve gerçeklik arasında gidip gelen bir Gerhard Richter tablosunu izlemekle karşılaştırıyor.

Nakamura, mimari tasarımın gücünü hafifleterek doğaya saygının altını çiziyor. Tasarımcının “formun oluşumunda mimar yerine doğaya izin veren” kusursuz tasarımı ve sunduğu yaşam biçiminin temelinde, iklim koşulları ya da doğanın diğer tavırları

yer alıyor. Örneğin, Cam Bahçe’de yağmur damlaları havuza düştüğünde yüzeyde oluşan dalgalanmalar, giriş holünün altında sürekli değişen aydınlanmalar oluşturuyor.

Rijk Müzesi

2013’ün en önemli mimarlık olaylarından

biri, uzun süredir restorasyonu süren Rijk Müzesi’nin yeniden açılmasıydı. Tarihi değerlerin korunması fikrinin yanısıra, müzede cüretkar ve bir o kadar da deneysel bir çalışmaya imza atıldı. Richard Wright, Michelangelo işleri yanında, mekana özgü bir ilüzyon yarattı. Müzenin en ünlü eserlerinden olan Rembrandt’ın “Night Watch”unun olduğu 9 metrekarelik odanın tavanına,

her biri elle boyanmış 47.000 yıldız koydu. Wright, müzedeki tek çağdaş eser olan bu çalışma için; ziyaretçiyi mekanın yüzeyi ile ve mimarlığın etkileriyle farklı bir ilişkiye sokmak istediğini söylüyor.

Rüyadan Sonra

Japon sanatçı Chiharu Shiota tarafından tasarlanan ve akıllardan çıkmayacak bir enstalasyon olan “After the Dream”, geçtiğimiz sene mekanın şiirselliğini Paris’teki La Maison Rouge’la birleştirmişti. Çalışmada, tavandan aşağıya süzülen beş beyaz elbise, bir araya getiriliyor ve siyah yün ipliğindeki ağın içinde asılı kalıyor. Enstalasyon, aklın, karanlık boşluklara hapsedilerek, düşlere tuzak kurmasını anlatıyor. Güçlü bir kaygı hissi yaratan çalışma, izleyicilerde tedirgin edici bir rüyadan ya da korkunç bir kabustan irkilerek uyanma hissi yaratıyor. Berlin’de yaşayan sanatçı, duvardan duvara ve yerden tavana çaprazlamasına ördüğü ipleri, yaklaşık 10 yıldır çalışmalarında etkili bir şekilde kullanıyor. Sanatçı, “Elbise, insanın diğer bir derisi gibidir,” diyor. “After the Dream”, cüretkar sanatçının endişe verici durumlarını, gizemli bir etki uyandıracak şekilde ele alarak gözler önüne seriyor.

Türünün en büyüğü

2012’de Louis Vuitton’un New York’taki mağazasında noktalar ve aynalarla yaptığı mekan ilüzyonundan sonra, Londra Tate Modern’de yüzlerce düşük enerjili LED aydınlatma ve ayna “sonsuz” bir mekan ortaya çıkaran Yayoi Kusama, türünün en büyük mekan enstalasyonuna imza attı.

TASARIM VE ILÜZYONMimarlık ve tasarım için fonksiyonel çözümler ararken ilüzyona ne kadar ihtiyacımız var? Görünen o ki, bazıları, çok ihtiyacımız olduğuna emin!

Dilek [email protected]

Hiroşima Nakamura Chiharu ShiotaRichard Wright

Hiroşima Nakamura

Yayoi Kusama

Page 18: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

EKIM/2013

Onur [email protected]

Sweet & Sour adlı sergide görücüye bile çıktılar.

Günümüze kadar yapılan take-out kutularını tasarlamak, Çin dışında heryerde iş edinildi, çok farklı bağlamlarda kullanılmak üzere piyasada yerlerini aldılar. Henüz çok ünlü olmasalar da, grafik tasarımı ve illüstrasyon öğrencilerinin atölye çalışmalarının vazgeçilmez bir öğesi oldu take-out kutuları. Buna en iyi örnek, İsveçli tasarım öğrencisi Helen Maria Backstrom’ın geçtiğimiz yıllarda tasarladığı Noo-Del adlı ürün. Alışılageldik forma ek olarak, dış yüzeylerini Japon geyşaların baş bölgesine benzeterek tasarladığı kutu ile adından çokça söz ettirmişti. Hatta yeme çubuklarını da onların saçlarına taktıkları tokalardan ilham alarak yerleştirmişti. Londralı tasarımcı Ashwin Patel ise ofis çalışanlara yönelik yaptığı görselleri bu kutulara adapte etmişti. Öğle yemeklerinin vazgeçilmez parçası Uzakdoğu yemeklerinin, “ofisin neresinde olursanız olun size ulaştırıyoruz” sözüyle tasarlamıştı take-out kutusunu. Kopenhag’taki ünlü Sticks‘n’Sushi adlı restorana Pais Design tarafından tasarlanan kutular ise çekmeceli

Çinli take-out kutu tasarımlarının patenti 1894 yılında, Şikago’da Frederick Weeks Wilcox tarafından alındı. Tek bir yüzey kağıt parçadan, kağıt bir kutu (daha çok kübik bir kova) tasarlayan Wilcox’un amacı, bu kutu ile içerisine konan yiyeceğin akmaması ve kolay taşınabilir olmasını sağlamaktı. Tasarımındaki en çarpıcı unsur ise bu kutunun taşınabildiği gibi eğilip bükülerek üzerinde yemek yenebilen bir tabağa dönüşebilmesiydi. Eski adıyla Oyster Pail olarak da bilinen take-out kutular, katlanmış, balmumu ile yapıştırılmış yada iç yüzeyleri plastik ile kaplanmış olarak bulunabilirler. Önceleri yalnızca Amerika’da rastlanan bu kutular, artık ülkemiz dair bütün dünyada yaygın bir şekilde, sıcak ve soğuk asya yemekleri için kullanılıyor. Orijinal tasarımına en yakın üretimi, günümüzde Fold-Pak şirketinin yaptığı biliniyor.

Take-out kutularının tasarımındaki bütün konsept aslında, 1800’lü yıllarda istridyelerin taşımasında kullanılan kutulara dayanıyordu. Bu yüzden Oyster Pail adını aldı. Bu kutular, istridyelerin bugüne göre daha popüler olduğu, bol ve ucuz bulunabildiği o yıllarda, içlerinin çıkarılarak evde pişirilmek üzere satın alındıktan sonra taşınmasını içindi. Oyster pail bunun ucuz ve hijyenik yöntemi olarak görülüyordu. II. Dünya Savaşı sonrasında Amerika’lıların, dışarıdan aldıkları hazır pişirilmiş yiyecekleri önüne geçilemeyen bir fenomen haline getirmeleri ile, lezzetli, farklı, oldukça ucuz Amerikan-Çin yemekleri popülerlik kazanmaya başladı. İstridyelerin piyasadan yavaş yavaş çekilmesi de aynı dönemlere denk geliyordu. Hal böyle olunca, sızdırmaz, dayanıklı, ucuz ve kolay bertaraf edilen oyster pail, hemen o çok iyi tanıdığımız beyaz Çin take-out kutusu olarak karşımıza çıktı. Kutunun tasarımında dikkat çeken temel

unsurlar ise, kolayca bükülüp, katlanıp kapalı bir kutu olabilmesi, yemek buharının çıkışına az da olsa izin veren kat araları ve tabi ki taşıma işlemi bitince düz bir yüzey haline getirilip, üzerinde yemek yenebilen bir alan oluşturmasıydı.

Bugüne kadar tasarımla evrilen bu kutular, çağdaş birçok yemek ve yemek ısıtma yöntemi için farklı adaptasyonlar geçirdiler; metal taşıma sapı çıkarılıp mikrodalgaya girdiler, elimizi yakmadılar, bazen çubukları tutturduk üstüne, bazen üstüste koyup kolayca taşıdık. İşaretli yerden ayırıp bölüştük. Yalnızca form ve kullanım olarak değil, aynı zamanda yüzey ve malzeme olarak da değiştiler; Pop-art dönemlerin yadedilmesinden, çevresel duyarlılığa kadar birçok tasarım yaklaşımına ve malzeme kullanımına altlık oluşturdular. Hatta bu kutular, hediyelik eşyaların armağan edildiği paketler olarak bile kullanıldılar. 2000’lerden sonra popüler kültürün en önemli parçalarından biri olmaya başlayınca, 2011 yılında Smithsonian Amerikan Tarihi Ulusal Müzesi ikonik take-out kutuları

Son dönemde ülkemizde de çok popüler hale gelen Uzakdoğu yemeklerini “eve taşıma” kutularının Amerikalı olduğunu biliyor muydunuz?

EVE GÖTÜRMENIN ESTETIĞI

olarak düşünülmüştü ve bu take-out kutuları 3kg kadar yiyecek taşıyabiliyorlardı. Sustainable Origami-Inspired Food Box adıyla Endonezya’da karşımıza çıkan tasarım ise tamamen origami mantığı ile kurgulanmıştı. 1 parça kağıt hiçbir birleştirici ara yüzey yada yapıştırıcı kullanılmadan ister çukur bir tabak, ister ister dairesel bir taşıma kabına dönüşüyordu. Singapur’da ise yine benzer bir kullanım amacıyla tasarlanmış take-out kutular, bizdeki mantıya benzer şekilde pişirilip yenen dumpling’ler için düşünülmüştü. Kraft kağıttan, üzerindeki geleneksel motifleri ile alışılageldik ile aynı işlevde ancak farklı bir formatta sunulmuştu. Her bir kutu kocaman birer dumplig gibiydi.

Bunların üzerine, evde katlanarak yapılabilenler, kişiselleştirilebilenler, çevre dostu olanlar gibi daha nice birçok alternatif üretildi. Bu yolculukta yalnızca birşey değişmedi; bu Çinli diye bildiğimiz take-out kutuları sayesinde, istediğiniz yerde, istediğiniz asya yemeğini, hala uzun çubuklarla içinden keyifli bir şekilde yiyebilmek.

Page 19: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

www.kaletasarimmerkezi.com

www.kaletasarimmerkezi.com

Page 20: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

Yaratıcı endüstrilerin köşe başlarını tutan, hem Türkiye’de hem de dünya da önemli başarılara imza atmış ünlü isimler, 04 - 05 Ekim tarihlerinde Bursa’yı görmeye, gezmeye ve anlatmaya gidiyorlar.

art’ı Mekan Dekorasyon ve Mimarlık Dergisi tarafından organize edilen Design City Bursa Yaratıcı Endüstriler Buluşması, Gamze Saraçoğlu, Mehmet Turgut, Derin Sarıyer, Can Yalman, Adnan Serbest, Erdem Akan, Oya Akman, Atilla Kuzu, Kerem Erginoğlu ve Esra Apaydın gibi farklı disiplinlerdeki başarılı isimleri bir araya getirerek Bursa’da bu ölçekte yapılan ilk tasarım etkinliği olma özelliği taşıyor.

Konukların bir günlük Bursa gezilerinden çektikleri fotoğraflarla oluşturacakları Bursa Hikayelerini konu alan proje; Bursa’nın yükselen bir değer olduğu ve hızlı bir büyüme gösterdiği şu günlerde, ünlü tasarımcıların kente bakışları ve sonrasında kente katabilecekleri her türlü yaratıcı fikir ve önerilerin bir çatı altında toplanarak muhteşem bir arşive dönüşmesini sağlıyor.

Ellerinde bir şehir haritası ile çıkacakları gezide sokak sokak, mekan mekan Bursa’yı gezecek ünlüler, çektikleri fotoğraflardan oluşturacakları hikayeleri Cumartesi günü Bursalılara sunacak. Bu sunumlara moderatör olarak ünlü sihirbaz Kubilay Tunçer eşlik ediyor.

Eğrisiyle doğrusuyla Bursa şehrinin tasarımcı gözüyle masaya yatırıldığı etkinliğin sonunda bir de Design Party yer alıyor. Ünlü konukların katılımıyla gerçekleşecek partide aynı zamanda bir endüstriyel tasarımcı olan DJ Ezgi canlı performansı ile katılıyor.

Moda, Fotoğraf, Mimarlık, Endüstriyel Tasarım, Seramik, Tekstil, İç Mimarlık alanlarında duayen isimlerin katılacağı etkinlik 04- 05 Ekim tarihlerinde Sheraton Hotel – Aloft’da gerçekleşecek.

Mehmet Turgut’un objektifinden Bursa

Mehmet Turgut, Bursa’nın en özel yerlerinden çektiği en özel karelerle muhteşem bir Bursa Hikayesi yaratmaya geliyor.

Tekstil Şehri Bursa

Ünlü modacı Gamze Saraçoğlu, gerçekleştireceği şehir turunda Bursa İpekçiliğinin merkezi olan Koza Han’ı keşfe çıkıyor.

Mobilya Kenti Bursa

Derin Sarıyer, Adnan Serbest, Atilla Kuzu, Can Yalman gibi isimlerin gözünde Mobilya Kenti Bursa, bir kez daha yorumlanıyor…

Bursa sokakları bu haftasonu tasarıma doyacak! art’ı Mekan Dekorasyon ve Mimarlık Dergisi tarafından organize edilen Design City Bursa Yaratıcı Endüstriler Buluşması, farklı disiplinlerdeki başarılı isimleri bir araya getiriyor.

DESIGN CITY BURSA

Page 21: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

EKIM/2013

Bazılarının masasının üstünde, çoğumuzun çantasında… Az alan kaplayan ama içinde birçok bilgiyi, tasarıyı, detayı, kelimeyi barındıran bir tasarım ürünü söz konusu. Ajanda ya da not almak için kullanabildiğimiz defterler, günlük hayatımızın bir parçası haline gelmiş, modern hayatın olmazsa olmazı. Kimilerine göre medeniyetin belirtisiyken bazen de insanoğlunun “kısa süreli bellek” sorununa çözüm kurtarıcılar.

Ajanda denildiğinde ilk akla gelen marka “Moleskine”. İtalyan markası olarak doğan Moleskine ajandalar, Van Gogh, Ernest Hemingway gibi bir çok sanatçının ilham defteri olarak tarihte yerini aldı. Şimdilerde de bir çok insanın severek kullandığı ve çantasından eksik etmediği bir marka. Moleskine’ler günlük, haftalık, aylık ajandalar olarak çok farklı seçenek sunarken başkent ya da metropol şehirler için özel olarak yapılmış olan defterlerle de gezginlere kılavuzluk

ediyor. Moleskine, geçtiğimiz aylarda, düğün planlayanlar ve yemek tarifi yazanlar için yeni defterler çıkardı. Her sene farklı konseptlerle ajandalarına renk getiren Moleskine’ler 2014 yılı ajandaları için Peanuts ailesiyle anlaşma yaparak Snoopy çizgi filminin karakterlerini defterlerinde kullanıyor.

DayCraft adlı Hong Kong firması geçtiğimiz aylarda Signature Duo adlı defterleriyle beyin loblarımıza güzel bir gönderme yaparak iki taraflı defterlerini sundu. Defterin bir tarafı

daha artistik ve dinamik skeçler, yazılar için oluşturulmuş, diğer tarafı ise günlük kullanıma uygun olarak tasarlanmış. Bu iki tarafı da birbirinden ayırmak yerine yekpare olarak sunmaları ise farklılıkları bir araya getirme isteğinden doğmuş.

Kapağın Önemi

Defterler söz konusu olduğunda ilk dikkatimizi çeken şey defterlerin kapakları. Bir çok grafik tasarımcının da gerek tipografi kullanarak gerek çizimleriyle destekledikleri defterlere bir örnek de “Makers Gonna Make” defterleri. Japon markası olan Muji defterlerinin üzerine değişik tipografilerle el baskısı yöntemiyle oluşturulan bu defterler, kapağın üstündeki cümle ile motivasyonu yükseltiliyor.

Bir diğer kapak örneği ise The Notebook

Beard adlı defterlerden. Kapağın üzerindeki sakal figürü ile kullanıcılar defteri yüzlerine doğru tuttuklarında komik ve eğlenceli görüntüler elde edebiliyor.

Söz konusu ajandalar olduğunda da çevrecilik geride kalmıyor. Eco Clip adlı ajandalarla isteyen herkes kendi kullanmadığı kağıtları ajanda haline getirebiliyor. Kağıt parçalarını ciltlemeye yarayan küçük bir aparatla bir araya gelen kağıtlar, defterleri oluşturmaya olanak veriyor. Böylece kullanılmayan kağıtlar kullanmaya müsait hale geliyor.

Hamutelet adlı defterler ise 100% geri dönüştürülmüş kağıtlardan oluşuyor. Defter kapakları son derece basit kahverengi renkli kağıtlardan ve iç sayfalarda düz beyaz renkli kağıtlar kullanılmış. Baskı yöntemiyle kapaklarda grafiksel desenler kullanılırken, defterlerin el yapımı dikim yöntemiyle ciltlenmesi ayrı bir özellik katıyor.

Sanem Odabaşı[email protected]

ARAÇ DEĞIL, AMAÇTasarımcılar, sanatçılar ve yazarlar için vazgeçilmez olan ajandalar, artık hayatımızda farklı bir yer tutuyor. Bu noktada onlar için “araç” demek çok zor…

Page 22: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

ve abartıdan kaçıyor. Basit bir bohça görünümünde, beyaz renk üzerine yalın fontlar kullanılarak hazırlanmış. Acne firması ise yine benzer niteliklerde alışveriş torbalarında, kutularında beyaz renkten ve düz hatlardan yararlanıyor. Bakır renkli küçük bir damga detayıyla kutuların üzerindeki kurdeleye canlılık veriyor.

Beyaz ambalajlarda da çevrecilik ve geri dönüşüm fikri devam etmekte. Bunun en güzel örneği ise Boxed Water Is Better adlı su markası. Marka pet şişe kullanmak yerine, karbon ayak izini azaltmak ve geri dönüşümü kolay malzeme olan karton ambalaj kullanmayı tercih etmiş. Beyaz fonda, siyah renkli fontlarla düz,

Ambalaj her yerde. Okuduğumuz kitaplarda, yediğimiz yemekte, içtiğimiz suyun şişesinde, markette, restoranlarda, okullarda, iş yerlerinde, kırtasiyelerde… Kısacası diğer bir çok tasarım ürünü gibi ambalajlar da hayatımızın farkettiğimiz ya da bilinç altımızı meşgul eden bir alanında hayatını sürdürüyor. Renkler, desenler, materyaller, süslemeler hepsi ürünün sunumunun bir parçası. Ve tabii ki günden güne değişen, gelişen, şekillenen farklı yaklaşımlar ve prensipler taşıyor ambalaj tasarımı da.

Sterling- Rice Group ve New Hope Natural Media geçtiğimiz haftalarda gelecek dönemlerde ambalaj tasarımına yön verecek yenilikleri ve trendleri belirten bir rapor hazırladı. Bu raporda beyaz renginin yükselişi göze çarpıyor. Beyazın ambalaj tasarımında temiz, yalın ve üst düzey bir görünüm elde etmek için sıklıkla kullanılıyor olması ve dikkat dağıtıcı yan özelliklerden kaçınmak için son derece minimal ambalaj tasarımları yapılması vurgulananlar arasında.

Bu trendin referans noktası Dieter Rams’ın Phaidon yayınlarından 2011 yılında çıkan “As Little Design as Possible” adlı kitabı. Kitabın gerek içeriği gerekse sunumu-kitabın kapağı tamamen beyaz bir kapaktan oluşuyor- bu trendin

ilk öncüsü belki de ilham noktası bile olabilir. Yüksek teknoloji gerektirmeyen, akıllı ve basit ürünler tercih noktası haline geliyor.

Saskia ve Stefan Diez birlikte “Papier” adlı bir projeye imza attı. Günlük hayatta en çok kullandığımız malzemelerden biri olan kağıta farklı bir yaklaşımda bulundular ve Tyvek kağıdından su geçirmeyen bir çanta ürettiler. Çanta temel özelliklerini yitirmiyor üstelik; koruma, hafiflik, taşıma gibi özelliklerini taşıyor. Materyal tamamen geri dönüştürülebilir olmakla beraber, beyaz renkte basit bir formdan oluşuyor.

The Laundress torbaları oldukça sade

Sterling-Rice Group ve New Hope Natural Media, ambalaj tasarımına yön verecek yenilikleri ve trendleri belirten bir rapor hazırladı. Sonuç, beyaz rengin lehine oldu.

AMBALAJ TASARIMINDA YENI TREND

Sanem Odabaşı[email protected]

şık ve çevreci bir ürün üretebilmeyi başarmışlar.

Beyaz sadece ambalajın ham maddesinde de değil, aynı zamanda ambalajın üzerindeki desenlerde de kendini gösteriyor. Örneğin son yıllarda çiçek figürleri, rustik desenler oldukça fazlalaştı. Cowshed’in kozmetik ürünlerinde görülen desenler bunun bir örneği. Virgine Denny ise kalemlerinde beyaz ve siyahın uyumundan yararlanarak sağlam görünümlü ama oldukça romantik desenler yaratmıştı. Dyptique adlı Fransa markası da, mumlarını beyaz renkte seçerken, ambalaj tasarımında beyazdan ve çiçeklerden vazgeçmiyor.

Page 23: Tasarım Gazetesi Ekim sayısı için

EKIM/2013

Yayın Türü: Aylık Sahibi: Kaleseramik Çanakkale Kalebodur Seramik A.Ş. Koordinasyon: Kale Tasarım Merkezi Editör: Umut Kart (sorumlu) Katkıda Bulunanlar: Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan, Özge Güven, Nurhan Seyrekbasan Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, Ihsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Baskı: Veritas Baskı, Yeşilce Mahallesi Diken Sokak No: 34. Levent-Istanbul Tel: 0212 294 50 20 Iletişim: Kale Tasarım Merkezi-Silahtarağa Mah. Kazım Karabekir Cad. No: 2/6 34060 Eyüp/Istanbul, Tel: 0212 311 75 68, 0212 371 53 95 [email protected], [email protected] Kale Tasarım Merkezi’nin ücretsiz tasarım gazetesidir.

Çevre sistemleri, insanların en önemli eylemlerinden biri olan tasarım eyleminin biçimlenmesinde de hem bir araç hem de bir süreç olarak değerlendiriyor. Bu bağlamda her tasarım eylemini de çevre sistemlerinin bütünü içinde değerlendirmek gerekiyor. Bunlardan yola çıkarak düzenlenen Çevre - Tasarım Kongresi 2013’ün ana teması “Sağlıklı Çevre - Sağlıklı Tasarım”. Uludağ Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde gerçekleşen kongrenin tarihler şöyle: Atölye çalışması: 08-10 Kasım 2013, Kongre: 12-13 Aralık 2013, Sergi: 12-13 Aralık 2013.

Çevre - Tasarım Kongresi

İnegöl bir grafik yarışmasına ev sahipliği yapıyor. İnegöl Mobilya ve Ağaç Sanayi Müzesi’nin logosunu bulmayı amaçlayan yarışma; danışma kurulu üyeleri ve birinci derece yakınları haricinde profesyonel ya da amatör, herkese ve her yaşa açık. İnegöl Belediyesi’nin düzenlediği yarışmanın son başvuru tarihi 11 Ekim 2013 Cuma. Daha detaylı bilgi için www.inegol.bel.tr adresini ziyaret edebilirsiniz.

Sanayi Müzesi’ne Logo

Toyota Lojistik Uluslararası Tasarım Yarışması 2014’ün teması Forklift tasarımı. Ağır, güçlü ve güvenilir araçlar olan forkliftler, uzun mesafelerde ağır yükler taşıyarak zaman, enerji ve para tasarrufu sağlıyor. Yarışma katılımcılarından bu işlevsel araçların aynı zamanda çok şık da olabileceğine yönelik tasarım önerileri bekleniyor. Son başvuru tarihi 15 Kasım 2013 olan yarışmanın jürisi alanında uzman tasarımcı ve yöneticilerden oluşuyor.

Forklift tasarımı

Güney Marmara Kalkınma Ajansı (GMKA) destekli Çanakkale Ticaret ve Sanayi Odası (ÇTSO) tarafından hazırlanan ‘Çanakkale Turizmde Yeni Markasını ve Değerlerini Ortaya Çıkarıyor’ projesi kapsamında Çanakkale’nin kimliğini ön plana çıkaracak, Çanakkale’nin ulusal ve uluslararası alanda temsil edecek, Çanakkale’nin tüm kurumları tarafından kullanılabilecek, Çanakkale’nin markalaşma çalışmalarının simgesi olacak logonun özgün tasarımını arıyor. Son başvuru tarihi 23 Ekim 2013.

Destanlar Şehri

Yeni ve umut verici yaklaşımlar, yaratıcı tasarım ve akıllı çözümleri buluşturmayı hedefleyen Hollanda Tasarım Haftası 19 Ekim’de kapılarını açıyor. Dokuz gün boyunca yaratıcı enerjinin kaynağı olacak Hafta’da, 1800’den fazla tasarımcının çalışmasından ilham almak, Hollanda Tasarımı’nın gücünü yakından mümkün. Hafta boyunca ziyaret edilebilecek en ilginç etkinliklerden biri Modern Çağda Seyahat için Tasarım sergisi. Sergi kapsamında Bose, Samsonite, Teague, ve IDEO gibi firmaların prototiplerini görebilirsiniz

Gözler Hollanda’da

Özyeğin Üniversitesi Teknoloji Transfer Ofisi, Girişim Fabrikası ve Endüstri Ürünleri Tasarım Bölümü, Türkiye’de yenilikçi tasarımların teşvik edilmesi amacıyla  “Genç Endüstriyel Tasarımcıları Teşvik Yarışması (GETT)” düzenliyor. Yarışma, herhangi bir fark gözetmeksizin her sektör için özgün ve yenilikçi ürün tasarımları ile başvurulara açık. Proje başvurularının son teslim tarihi 22 Ekim 2013 olan yarışmayla ilgili daha detaylı bilgi almak için www.ozyegin.edu.tr adresini tıklayabilirsiniz.

Özyeğin’den Teşvik

Serap [email protected]

Anadolu Üniversitesi, Eskişehir Fotoğraf Sanatı Derneği, Eskişehir İnşaat Mühendisleri Odası ve Anadolu Üniversitesi Fotoğrafçılık Kulübü tarafından düzenlenen “İş Ve İnşaat Güvenliği” Temalı Fotoğraf Ve Afiş Tasarımı Yarışması’nın amacı, iş sağlığı ve güvenliği konularında toplumda ve sektörlerde farkındalık yaratmak ve bir iş sağlığı ve güvenliği fotoğraf ve afiş kataloğu oluşturmak. Son başvuru tarihi ise 07 Ekim 2013.

Güvenlik Için Tasarım

 “İklimlendirme Sanayii İhracatçı Birliği (İSİB)” nin düzenlemekte olduğu Tasarım ve Uygulama yarışmasının amaçları özetle şu şekilde sıralanabilir: Geleceğin iklimlendirme pazarında söz sahibi olabilecek ürünlerin geliştirilmesine öncü olmak; Endüstriyel tasarım etkinliklerini yaygınlaştırmak ve özendirmek; İklimlendirme sektörü ihracatında rekabet sağlayıcı çözümler üretmek ve sektörün rekabet gücünü artırmak, sektörün gelişimine katkıda bulunmak. Yarışmanın son başvuru tarihi 21 Ekim 2013. Daha detaylı bilgi için www.oaib.org.tr/ adresini ziyaret edebilirsiniz.

Iklimlendirme Tasarımı

Bu sene 5. mezunlarını veren İstanbul Moda Akademisi (İMA), sektör odaklı, iş temelli, bağımsız ve araştırmacı eğitim felsefesi ve vizyonuyla yetiştirdiği öğrencilerle moda sektörüne ciddi katma değer kazandırmaya devam ediyor.  Moda Tasarımcıları Derneği Başkanı Mehtap Elaidi, Moda Tasarımcısı Gamze Saraçoğlu’nun yanı sıra IMG Doğuş Moda Direktörü Banu Bölen ile İsko Uzman Pazarlama Yöneticisi Banu Yenici ve İMA Direktörü Seda Lafçı ile Akademik Direktör Eda Dorman’dan oluşan jürinin belirlediği mezunlar, ‘İMA 2013 Show’ ile MBFW İstanbul’daki yerlerini alıyor.

IMA 2013 Show