Top Banner
1
21

Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

Apr 08, 2016

Download

Documents

 
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

1

Page 2: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

0

Editörden

Yunus Emre BOLAT

Değerli okurlarımız,

Bengütaş Duvar Gazetesi,

10. sayısıyla sizlerin

karşısında. 15 Şubat 2014

tarihinde yayınlanan ilk

sayımızdan bugüne tam

bir yıl geçti. Bengütaş bir

yaşına girdi. Bu gurur

hepimizin. Kurulduğu günden bu zamana

kadar Türk diline ve edebiyatına hizmet

etmek en büyük amaçlarımızdan oldu.

Gazetemizin kurucusu değerli hocamız

Doç. Dr. Özer Şenödeyici, kurduğu bu

büyük ve güzel oluşumu biz öğrencilerine

emanet etti. Bu emaneti en iyi şekilde

korumaya ve bu güzelliği sizlere sunmaya

devam etmeye çalışmaktayız.

Bengütaş Duvar Gazetesi ekibi

olarak, 12 Mart İstiklal Marşı'nın Kabulü

ve 18 Mart Çanakkale Zaferi sebebiyle

kapak fotoğrafımızı bu iki önemli güne

göre düzenledik. Türkloloji camiasının

önde gelen isimleriyle yaptığımız

röpotajları içeren söyleşi köşemizde,

bölümümüzden ayrılan ve Dokuz Eylül

Üniversitesi'nde öğretim üyeliği görevine

devam eden kurucumuz Doç. Dr. Özer

Şenödeyici'yi ağırladık.

Bir yıl boyunca sizlere dokuz sayı

sunduk. Gazetemiz tüm ülkeye, -Türk Dili

ve Edebiyatı bölümleri başta olmak üzere-

ulaştı. Ulusal ve yerel medya kanallarında

haberlerimiz yapıldı, gazetemiz duyuruldu.

Öğrencilerin yayına hazırladığı bu büyük

oluşum, binlerce kişi tarafından takip

edildi. Bizlere bu büyük mutluluğu

yaşattığınız için sizlere teşekkür ederiz.

Bu güzelliği sizlere onuncu kez

sunmanın haklı gururunu ve mutluluğunu

yaşıyoruz. İyi okumalar dilerim.

Kurucu

Doç. Dr. Özer Şenödeyici

Editör Yunus Emre BOLAT

Editör Yardımcıları

Nuray ACAR

Hilal TUNA

İhsan BAYRAK

Tashih Serap CENGİZ

Kevser BAYAZIT

Ayşenur AYYILDIZ

Seçil HAVUZ

İletişim Sorumları İhsan BAYRAK

Gamze SAK

Röportaj Ekibi Damla KARAYİĞİT

İrem ERTEN

Burcu BEKİROĞLU

Büşra BİRCAN

Yazı Denetimi Samih YIKILGAN

Eray KARAHAN

Bilgisayar ve Jenerik Yunus Emre BOLAT

Bayram AKI

Pano ve Arşiv

Nuray ACAR

Merve CAN

Gülsüm KANOĞLU

Meryem ZENGİN

Büşra BİRCAN

Adres: Karadeniz Teknik Üniversitesi

Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı

Bölümü, Trabzon.

bengutasduvargazetesi.blogspot.com

[email protected]

Her hakkı saklıdır.

Bengütaş Duvar Gazetesi’nin yazılı izni

olmaksızın herhangi bir vasıtayla kısmen de

olsa çoğaltılamaz.

Kaynak göstermek şartıyla alıntı yapılabilir.

Gazetede yayınlanan yazıların tüm

sorumluluğu yazarlara aittir.

Page 3: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

1

Röportaj

DOÇ. DR. ÖZER ŞENÖDEYİCİ İLE

SÖYLEŞİ

Söyleşiyi Yapan: Büşra BİRCAN

B.B.: Hocam, biraz kendinizi

tanıtır mısınız?

Ö.Ş.: Tanıtayım tabii ki. Kırım

göçmeni dedemin Türkiye’de mekân

tuttuğu Kocaeli’de dünyaya geldim. 1981

yılının yazı… Liseyi bitirinceye kadar bu

şehirde ikamet ettim. Daha sonra

rüyalarımı süsleyen Türk dili ve edebiyatı

bölümünü Ankara Gazi Üniversitesi’nde

okumaya hak kazandım. Böylece on sekiz

yaşımda tahsil gurbetim başladı. Dört

senenin sonunda okuma hevesimin henüz

bitmediğine kanaat getirdim ve aynı

üniversitede yüksek lisans eğitimine

başladım. Tezim devam ederken Gazi

Üniversitesi Kırşehir Fen-Edebiyat

Fakültesi’nde araştırma görevliliği sınavını

kazandım. Böylece akademisyenlik

mesleği ile 2005 yılında tanıştım. Bir sene

sonra da doktora eğitimime başladım. 2007

yılında değerli eşim Sultan Hanım’la

evlendim. 2010 yılında doktora tezimi

bitirdim. Ardından 2011 yılı içinde

askerlik vazifemi ifa ettim. Aynı sene

Karadeniz Teknik Üniversitesi Türk Dili

ve Edebiyatı Bölümü’nde yardımcı doçent

olarak göreve başladım. 2013 yılında

doçent olmaya hak kazandım ve 2015

itibariyle de Dokuz Eylül Üniversitesi’ne

atandım. Resmî biyografim bundan ibaret.

B.B.: Hocam, eski Türk edebiyatı

sahasında akademisyen olmanıza

rağmen, yalnızca bu sahada akademik

çalışmalar yapmakla kalmayıp edebî

eserler de üretiyorsunuz. Bunun sırrı

nedir?

Ö.Ş.: Bir akademisyen, herhangi

bir alanda uzmanlaşmak gibi bir

yükümlülüğe sahip olduğu gibi, akademik

birikimini dönüştürüp insanlara sunmakla

da mükelleftir. Durum böyle olunca,

okuyup öğrendiklerimi, tecrübelerimi,

tekliflerimi ve şikâyetlerimi diğer

insanlarla paylaşma görevim olduğuna

kanaat getirdim. Bir sosyal bilimci olarak

elimdeki kalemi yalnızca yazılı kaynakları

derleyip onlardan birtakım sonuçlara

ulaşmak için değil, aynı zamanda bir

şeyleri değiştirmeye çalışmak için de

kullanmak istedim. Bir üniversite

hocasının, sınıf kürsüsünde konuşup

tahtaya bir şeyler yazmak dışında, içinde

bulunduğu toplumun bir aydını olarak

kendine yüklediği vazifeler olmalıdır. Bu

vazifeler, o hocanın milletine ve nihayette

tüm insanlığa daha yaşanabilir bir dünya

bırakabilmeyi hedeflemelidir. Çok mu

büyük sözler sarf ettim. Bence hayır.

Dünyanın sürekli artan insan nüfusunu

yakın gelecekte karşılayamayacağı

aşikâr… Öyleyse insanlık ya birbirini

kırmalı ya tabiatın kendisini harcamasını

beklemeli ya da eldeki kaynakları daha

verimli kullanmayı öğrenmelidir. Ben bu

noktada, bir eski edebiyatçı olarak Osmanlı

Page 4: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

2

metinlerini transkribe etmenin insanlığın

kurtuluşu için çok dolaylı katkı

sağlayacağını düşünüyorum. Bu nedenle de

edebî birtakım şeyler yazarak insanların

dikkatini, bu gibi hususlara çekmek

istiyorum. Mesleğim gereği okuduğum

metinlerden günümüz insanına

seslenebilecek konuları günümüze

taşıyorum. Yahut da vezinli ve kafiyeli söz

söyleyebilme yeteneğimi kullanarak bazı

hikmetli manzumeler kaleme alıyorum.

Bunların hepsinin çıkış noktası, türümüzün

ortak geleceği için duyduğum endişelerdir.

İnsanları, farklılığın güzel bir şey olduğuna

ikna etmeye çalışan ve okumanın ruhu

terbiye edebilecek güzel bir uğraş

olduğunu göstermek istiyorum.

B.B.: Hocam, yaşını genç

olmasına rağmen birçok esere imza

attığınızı görüp sizi ilgiyle takip

ediyoruz. Bunu nasıl başarıyorsunuz?

Ö.Ş.: Birçok mülâkatta böyle bir

soru yöneltildiğinde sanırım konuşmacıdan

fahriye ve nasihat karışımı cevaplar

beklenir. Ama ben bir şey başardığımı

zannetmiyorum. Okuyorum, çünkü

mesleğim bunu gerektiriyor. Yazıyorum,

çünkü bir derdim var. Akademik

çalışmalarım, zaten yapmam gereken

şeyler. Öyle ya bahçeye maydanoz ekip

onları sulayan insanların ürünleri bile

bizim ortaya koyduğumuz soyut verilerden

daha anlamlı geliyor bana. Yaptığım

şeyler, tabiata herhangi bir şey katmıyor.

Yalnızca dil ve edebiyata dair yüksek

düzeyde bir ilgi duyan öğrencilere ve

okurlara, farklı bir seçenek sunuyor.

Yaptıklarımın hiçbiri beni ölümsüz

kılmayacak. Kalabalık içinde boğulup

giden bir çığlık gibi sönüp gidecek. Ben

yazıyorum. Çünkü yazmak benim için bir

tutku… Akademik çalışmalar yapıyorum,

çünkü bilimsel bakış açısıyla edebî eserlere

yaklaşmaktan haz alıyorum. Edebî eserler

yazıyorum, çünkü insanlarla paylaşmak

istediğim şeyler var. Ne zaman yazdığımı

söyleyeyim. Çalakalem değil, uzun zihin

mesaileri ile yazıyorum. Bunu da iki şeye

borçluyum: Televizyon izlemek gibi bir

eğlenme biçimi geliştiremedim ve bir

futbol takımı taraftarı değilim. Bu ikisinin

bana sağladığı avantajla okuyup

yazabiliyorum. Belki yanlış yolda olan

benimdir ve belki haksızlık ediyorumdur.

Ama akşamlarını dizi film izleyip insanın

şuurunu kıskaca alan gereksiz tartışma

programlarını izleyenlere hem kızıyor hem

de üzülüyorum. Ahlâkın bozulduğundan

dem vuranlar, ahlâkın yerlerde süründüğü

dizilerin müptelası oluyorlar; kendilerine

verilen beyni işletemeyenler “araştırmacı-

gazeteci” unvanını kendi kendine atamış

olan cahillerin danışıklı dövüşlerini

tartışma programı diye izliyorlar. İşte bu

yüzden akşamları elektriklerin kesilmesini

istiyorum. O zaman insanlar gökyüzüne

bakmayı akıl edebiliyorlar. Evrenin ne

kadar güzel bir yer olduğu üzerine

düşüncelere dalıyorlar. Biz özeliz, evrende

bilinç kazanan organizmalarız. Bu nedenle

zamanımızı verimli kullanmalıyız. Keşke

daha az uyumam mümkün olsa, keşke fen

bilimleri için de vaktim olsa ve beni

kuşatan bilinmezliğe daha fazla

direnebilsem. Bunları yapamasam da

yazıyorum ben. Denizde katre bile değil

çabam, ama boşuna da değil…

Page 5: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

3

B.B.: Herkesin bir meslek piri

vardır. Sizin meslek piriniz kim?

Ö.Ş.: İnsanların hayatlarında kimi

zaman tanımadıkları hâlde kendilerine yol

gösteren birileri olur. Bazen bir sinema

filmindeki karakterle ya da meşhur bir

yazarla özdeşleştirir insanlar kendilerini.

Benim de kendimce örnek aldığım başarı

hikâyeleri mevcut. Bu anlamda Türk dili

ve edebiyatı sahasında benden önce yetişen

üstatların her birini kendime önder

edindim. Ancak rahle-i tedrisinden

geçtiğim önemli insanlar oldu tabii ki…

Bu anlamda beni eski Türk edebiyatı

sahasına yönlendiren değerli Hocam Prof.

Dr. İsmail Hakkı Aksoyak’ın adını

hürmetle yâd etmek isterim. Kendisi bende

bu sahaya karşı duyduğum derin ilgiyi

uyandıran muhterem insandır. Ancak

bendeki ilgiyi bir aşka dönüştüren, beni

hamken yakan üstadım Prof. Dr. M. Fatih

Köksal’dır. Kendisiyle tanışıncaya kadar,

elime aldığım her akademik çalışmayı bana

bir şeyler öğretmeye çalışan bir materyal

gözüyle değerlendirirdim. Ancak kendisi

sayesinde, akademik çalışmalara eleştirel

gözle bakmayı öğrendim. Üstelik değerli

hocamın şahsî bir yazma eser kütüphanesi

de bulunmaktadır. Onun bu kütüphanesi

sayesinde, yazma eserlerle ünsiyet

kurabildim. Onları karıştırıp eski kâğıt

kokusunun genzimi yakmasından mutluluk

duydum. Değerli Hocam şöyle derdi hep:

“Bir insana günde altı saatlik uyku yeter.

Ancak o insan Müslüman’sa beş saat, hele

hele hem Müslüman hem Türk’se dört

saatten fazla uyumamalıdır.” Kendisini

hürmetle bu vesileyle yâd ederken,

kendisinin bu sözüne sadık kalmayı

başaramasam da uyanık saatlerimde bir

şeyler yapmaya çalıştığımı söylemek

isterim.

B.B.: Yakın zamanda ikinci

hikaye kitabınızı çıkardınız.

Hikâyelerinizi nasıl yazıyorsunuz?

Ö.Ş.: Hikâyelerimi tam bir vecd

hâli içinde yazıyorum. Hikâyelerimdeki

konuları seçme biçimimde bile bir

duyarlılığın bulunduğunu dikkatli

okuyucular fark etmiştir. Ben, uzun

zamandır yapılmaya çalışılıp da bir türlü

becerilemeyen bir hususa el attım ikinci

hikâye kitabımda. Biz de bilim olmadığı

gibi bilimkurgu da yoktur. Bu yüzden

uzaylı fenomeni bizde komediden başka

bir amaca hizmet etmez. Çünkü buna dair

bir altyapımız yoktur. Hâlbuki Batı, bu

durumu biraz da sansasyonel bir materyal

olarak işler ve bu fenomeni popüler

kültürün bir malzemesi hâline

getirir.Olasılık, kendine yaşama imkânı

bulur böylece. Son dönemde çıkan

kitaplara bir bakın. Dinî sömürü ya da

kişisel gelişim amaçlı yayınlar dışında bir

üretimin bulunmadığını görürsünüz. Bunun

sebebi, insanların diğer olasılıklara

zihinlerini açmamış olmalarıdır. Biz,

Batı’nın her şeyini bizden aldığını iddia

eden amatör belgeselcilerin söylemlerine

ve Osmanlı Devleti’nin ne kadar büyük ve

muhafazakâr bir toplum yarattığına

inanmaya eğilimliyiz. O yüzden bizde

Page 6: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

4

bilimkurgu ve korku türünde kitaplar

yazılamaz, filmler çekilemez. Çünkü

elinde sermayesi olup da film çekenler,

Japon filmlerindeki beyaz tenli, ıslak, siyah

saçlı küçük çocukları alıp bize “cin” diye

yutturmaya çalışırlar. Bu yüzden korku

filmlerimiz, komedi diye izlenir. Siyasi

görüşü ya da ahbap çavuş ilişkisi sayesinde

ulu bir yayınevine yanaşan yazarlarımız da

bir o kadar kendi kültürüne yabancılaşmış

unsurları getirip Türk okuruna dayatmaya

çalışırlar. Böylece ortaya Süleymaniye’nin

ya da Ayasofya’nın şifresini çözmeye

uğraşan, kripto ve kriptekslerle süslenmiş,

taklidin ırzına geçen kopyalar çıkar. Din

sömürüsü de ayrı bir mecra tabii ki… Bir

ilmihalden daha bilgi verici kitapların

varlığı dikkatimi çekti. Elbette bunlar,

büyük bir ihtiyaca karşılık veriyorlar. Kötü

insanlara, ibadet ettikleri ve inandıkları

takdirde tüm günahlarından arınacakları

vaadini veren bu kitaplar, empatiye dayalı

ahlâk anlayışını yerle bir ediyor ve böylece

dini olup ahlâkı olmayan zümrelere vücut

veriyor. Bunların hemen yanında, ezikler

için kişisel gelişim kitapları bulunuyor.

Onlar da insanlara karşı cinsi etkileme ya

da arkadaş edinme taktikleri veriyor. Böyle

bir ortamda nasıl oldu da “Derviş Çile ve

Sır”ı yazdım. Bunu bilmiyorum. Herhalde

maddî bir beklentim yoktu. Nasıl olsun ki?

Bu derece düşkün bir edebî atmosferde

bilimkurgu, fantezi, gizem ve korku

unsurlarını bir araya getiren, üstelik bunları

kendi kültürümüz içindeki öğeleri

ötekileştirmeden işleyen bir hikâye

kitabının şansı ne olabilir ki? Ama ben

yazdım. Ruhuma bahşedilen ilhamı

türdeşlerimle paylaştım. Kıymeti bilinmiş

ya da bilinmemiş, umurumda bile değil…

Ama benim payıma düşen bu idi. Bize ait

unsurları, evrensel nitelik kazanan

hususlarla birleştirdim. Dervişlerden

bahsettim, ama onların insanî yönlerine

dikkat çektim. Modern dünyanın

gündemindeki meseleleri bizim kültürel

öğelerimizle birleştirdim. Bu yüzden edebî

kimliğimin ipini çekmiş olabilirim. Ama

yeni bir şey yaptım. Bunu ecdadın

yadigârını tanıyıp onu güncelleme gereği

duyan, sorumlu biri olarak yaptım.

B.B.: Geçen sene fal, cifir

konularında araştırmalar yapıyordunuz.

Çalışmalarınız ne aşamada?

Ö.Ş.: Evet Büşra, sizinle

işlediğimiz derslerde de bu hususa

değinmiştim. Benim, bu konuyla ilgilenme

nedenim, eski insanların ellerinde bilim ve

teknoloji olmadığı dönemlerde dünyayı

nasıl algıladıklarını merak etmemdir.

Yoksa geçmişteki falların muteber

olduklarına ya da herhangi bir fal türünün

bilimsel süreçlerle izah edilebilir bir

mantığı bulunduğuna kesinlikle

inanmıyorum. Zaten amacım da tüm

falların geçersiz ve doğaüstü metotlara

dayandığını ortaya koymaktır. Ancak fal,

günümüzde de muteber bir bilgi alanı

maalesef… İnsanlar içtikleri kahvenin

dibinde kalan tortudan hareketle geleceği

öğrenebileceklerine inanıyorlar. O

insanları anlayabilmek, onlarla hemhal

olabilmek hatta bir falcıya inanabilmek

isterdim. Ama aklım ve basit bir edebiyat

makalesi yazarken izlediğim ve

benimsediğim bilimsel metotlar, beni

bundan alıkoyuyor. Ben, bir şüpheci olarak

önüme konan tüm önermelere aynı

yöntemle yaklaşmak zorundayım ve fal

olgusu bu yöntemler önünde hemen dağılıp

gidiyor. Bu çalışmalarımda benim

ilgilendiğim asıl husus, falların sosyolojik

tarafı. Sözgelimi kendisini dinî kaynaklara

dayandıran falların her zaman kendilerine

rağbet bulmaları ilginç bir veridir. Bu

durum, geniş kitlelere hitap edebilmeyi

amaçlayan kimselerin hangi yollara

başvurabileceğine dair anlamlı veriler

sağlar bize. Günümüzde de öyle değil mi

zaten? Kendisine dinî referanslar bulan

falcı, çöpçü ya da yönetici diğerlerine

nazaran daha çok ilgi görmez mi? İşte

olayın doğasını anlamaya çalışan bir

akademisyen olarak ben, ecdadın yazdığı

fal metinlerinden hareketle günümüzde de

geçerli olabilecek bazı sosyolojik verilere

ulaşmak istiyorum. Bu nedenler eski

Page 7: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

5

kültürümüzde fal telakkisiyle ilgili bazı

çalışmalar yürütüyorum. Çalışmalarımın

ilk aşamasını Kuran falları teşkil ediyor.

Az önce söyledim ya, fal ve falcı kendisini

dinî kaynaklara dayandırabildiği ölçüde

muteberdir. Ben de en kıdemli fal türünden

işe başladım ve birçok metin derledim.

Bunları günümüz harflerine aktarıp

mukayeseli olarak neşretmeyi

amaçlıyorum. Bu aralar metinlerin

okunması ile iştigal ediyorum.

B.B.: Bengütaş'ı kurarken

hayalleriniz nelerdi?

Ö.Ş.: Bengütaş’ı kurarken

hayallerim, onun şu anda tam olarak

bulunduğu yere gelmesiydi. Çok şükür

bunu başardık. Ancak bu platformu

kurarken, akademik kariyerimi Trabzon’da

noktalayabileceğime inanıyordum. Lâkin

nasip olmadı; ben de göz nuru Bengütaş’ı,

onu ebediyete taşıyabilecek olan genç ve

azimli bir kadroya havale ettim. İnşallah

kıymeti bilinir. Ben, Karadeniz Teknik

Üniversitesi’nde görev yaptığım süre

boyunca belirli prensiplerle hareket ederek

Bengütaş’ı belirli bir yere getirdim. Gazete

bünyesinde şiir yazan iki genç şairin kitap

çıkarmasına vesile oldum. Gazetenin

editörlüğünü yürüttüğüm ilk altı sayısının

kitaplaşmasını sağladım. Sosyal paylaşım

sitesinde iki bin beş yüz takipçisi olan bir

grup sayfası ve ziyaretçi sayısı yirmi bin

gibi bir sayı ile ifade edilen bir internet

sayfasına vücut verdim. Üstelik

ziyaretçilerimizin azımsanmayacak bir

kısmı Türkiye dışından idi. Bu sayede

çalıştığım kurumun yalnızca yerel değil,

evrensel düzeyde de tanınmasına yardımcı

oldum. Ben, Karadeniz Teknik

Üniversitesi’nde çaktığım kıvılcımın diğer

üniversitelerde de akis bulmasını ve her

edebiyat bölümünde bir Bengütaş’ın

dikilmesini istedim. Bunun için vakit

ayırdım. Öğrencilerimi dinledim, onları

yönlendirdim. Fakülte kantininde harcanan

vakitlere talip oldum. İnsanların yalnızca

emek ve zaman harcayarak güzel bir

şeylere vücut verebileceklerini kanıtladım.

Hislerimizi maddiyatla kirletmedim.

Bengütaş, bu yüzden böylesi bir başarı elde

etti. Çünkü bu harekete iştirak edenlerin

her biri Türk diline ve edebiyatına küçücük

de olsa bir katkı sağlamak dışında bir amaç

gütmedi. Zaten isim tercihinde bile Türk

dili ve edebiyatına hizmet etmeyi

amaçladığını gösteren platformumuz,

“Türkçe” çatısı altında toplanan tüm

gençlerimize kalemlerini keskinleştirme

imkânı tanıdı. Ben ilk altı sayının

editörlüğünü yaparak insanlara herhangi

bir maddî kaygı olmaksızın, salt özveri ile

bir şeylerin başarılabileceğini göstermek

istedim. Bunu da çok şükür ki başardım.

Gazetenin her aşamasında doğrudan görev

aldım ve gençlere aslında ne kadar değerli

olduklarını göstermek istedim. Altıncı

sayıdan sonra görevi, bizatihi yetiştirdiğim

gençlere -büyük bir heyecanla- devrettim.

Onlar da şükür ki devraldıkları

sorumluluğun hakkını verdiler ve

gazetemizi bir yaşına kadar omuzladılar.

Yolları açık olsun, Allah onları

utandırmasın.

Page 8: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

6

B.B.: Bengütaş'ın ne kadar yol

kat ettiğini düşünüyorsunuz?

Ö.Ş.: Bengütaş, bir yıl gibi kısa bir

sürede, pek çok basılı yayına nasip

olmayan bir şöhrete kavuştu. Çalıştığım

kurumun, emsalleri arasında yücelmesine

vesile oldu. Her ay, Karadeniz Teknik

Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı

bölümünün, kendisine tahsis edilen

panosunda müstesna yerini aldı. Şairler

yetiştirdi, istidadı olan Türk gençlerine

kalemleriyle yücelme imkânı sundu, işin

içine para katılmadan da güzel bir eyler

yapılabileceğini kanıtladı. İmkânsızlık

içinde, her şeye rağmen ve onca çileye

rağmen; salt özveri ile güzel bir şeyler

yapılabileceğini gösterdi. Ben, Bengütaş’a

fikir babalığı yapmakla kalmadım. Onu

benimsedim, onun sayesinden yüce Türk

milletinin gençleriyle dolaysız bir ilişki

kurdum ve yeri geldiğinde küre-i arzı

patlatıp çıkacak bir iradeye tanıklık ettim.

Bu andan sonra, Bengütaş tecrübemi,

akademik bir derginin teşekkülü için

kullanacağım ve gençlerin bilimsel

üretimlerini teşvik edeceğim. Elbette

bulunduğu yerde Bengütaş’a bir halel

gelecek olursa, onu yeniden sırtlayıp

ömrümün yettiği yerdeki menzile kadar

taşıyacağımı da herkesin bilmesini

istiyorum.

B.B.: Hocam son olarak öğrencilerinize,

okurlarınıza ve takipçilerinize söylemek

istediğiniz bir şeyler var mıdır?

Ö.Ş.: Elbette var Büşra. Dostlarım

bilir, nasihat etmekten de dinlemekten de

hiç hoşlanmam. Ancak hasbıhâl

mahiyetinde bazı sözler sarf edeceğim.

Evvelâ Yüce Önderimiz Mustafa Kemal

Atatürk’ün dediği gibi, Türk gençlerine

muhtaç oldukları kudretin asil kanlarında

mevcut olduğunu hatırlatmak isterim. O

kan ki bana, Türk dili ile yazan gençlerin

yüceltilmesi gerektiğini fısıldadı. Ben de

bu vesileyle Bengütaş’a vücut verdim.

Ama görevim burada bitmiyor. Benim,

“Osmanlı” adını ağzından düşürmeyip de

yanından hakiki bir Osmanlı geçtiği

takdirde onu tanıyamayacak olan sözde

ecdat-perestlerle karşı yürüttüğüm bir

mücadele var. Diğer yanda Türk millî

hissiyatını nostaljik bir hamaset gösterisi

hâline getirmeye çalışanlar söz konusu.

Ayrıca Türk kimliğine saldırmayı vazife

edinenler bir başka cephe… Nusret

Allah’tandır. İnşallah yetiştirmeye

çalıştığım genç nesil tüm bunlara karşı,

akıl ve mantık çerçevesinde bir tavır

geliştirebilir ve benim ruhumu bu

dünyadan göçtüğümde şad edebilir.

B.B.: Teşekkür ederim Hocam.

Ö.Ş.: Ben teşekkür ederim Büşra.

Page 9: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

7

Deneme

ÇANAKKALE'DEN İSTİKLÂL'E: KUTLU

BİR YOL

İhsan BAYRAK

Vatan, "yurt", "toprak parçası" olarak tanımlanıyor sözlükte. Bu

tanım, vatanın sadece maddi yönünü vurgulayan tek boyutlu bir tanımdır.

Vatan, sadece üzerinde yaşanılan toprak parçası mıdır yoksa

milletlerin varlıklarını adadıkları bir ülkü mü? Somut olarak baktığımızda

üzerinde yaşadığımız toprak parçasıdır. Peki, ülkü olarak baktığımızda

vatan nedir? Bu sefer vatanın manevi boyutu meydana çıkıyor ki bu da

vatanın kutsallığıdır.

Bundan tam yüz yıl önce varımızla yoğumuzla, namus meseli olarak korumak

zorunda kaldığımız toprak parçasıdır vatan. Bu uğurda verdiğimiz üstün emek, özveri ve iman

ise ülküdür. Alparslan'ın 1071 Malazgirt Zaferi ile bize kapılarını açtığı bu eşsiz vatan,

bundan tam bir asır önce tehlikeye girince yüzyıllardır yaptığımız gibi kanımızın son

damlasına kadar savaşıp vatanımızı koruduk. Bu eşsiz destanın yazıldığı yerdir Çanakkale.

Türk milleti olarak en önemli özelliğimiz, bağımsızlığımıza olan düşkünlüğümüzdür. Ne

zaman bağımsızlığımız tehlikeye düşse savaşıp vatanımızı ve bağımsızlığımızı koruduk. Bu

savaşçılık ve bağımsızlığa olan düşkünlük atalarımızdan bize geldi, bizden de gelecek

nesillere ulaşacak. Nitekim Namık Kemal'in:" Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır" sözü

tam da bu konuyu özetleyecek niteliktedir.

Yüzyıllardan beri sayısız devletler kurup yıkan Türk milleti, Osmanlı ile eşsiz bir

imparatorluk vücuda getirmiştir. Zamanla zayıflayan Osmanlı Devleti 20. yüzyılda dağılma

sürecine girince bunu fırsat bilen düşman devletler birleşip bize saldırdı. Amaç, Çanakkale'yi

geçerek boğazlar yoluyla İstanbul'u ele geçirip Osmanlı'nın fiili varlığına son vererek Türk

milletini yok etmekti. Ancak hesaba katmadıkları bir şey vardı: Türklerin çelikten iradesi ve

imanı. İşte bizim destanımız burada başlıyor. Yokluk içinde varlığını sürdüren bir halk ve

devleti kurtarmaya çalışan yöneticiler. Durumumuz kötüydü, yaralıydık, hastaydık ama

yaşıyorduk. Eğer yaşıyorsak bu hastalığın ve yaraların iyileşme ihtimali vardı. O halde

bıçağın boğazımıza dayandığı Çanakkale'de varımızla yoğumuzla savaşacaktık. Çünkü

yaşıyorduk ve umut vardı. Lakin eğer o bıçağın boğazımıza kesmesine izin verirsek bir daha

umudumuz olmayacaktı. Bütün bu hastalığa ve yaralara rağmen bizde kalan son dermanla

vardık Çanakkale'ye. Çocuklarımıza anlatacak destanlara bir yenisini daha ekleyelim dedik.

Kanlı vuruşmalar, açlık, susuzluk, cephane kıtlığı ve daha birçok olumsuzluk da üst

üste geldi. Ancak bunlara da göğüs gerdik. Yokluk içindeki varlıkla mücadele ettik ve

gerçekten de çocuklarımıza bir tane daha unutulmaz bir destan hediye ettik. Bu destanı

yazanları ne kadar yâd etsek onlara borcumuzu ödeyemeyiz. Mehmet Âkif Ersoy'un yazdığı

Çanakkale Şehitleri'ne adlı eser bu destanın aynasıdır. Bu şiir, destanın acı yönünü de

ihtişamını da gözler önüne seriyor. Bu destanı yazanların ne kadar kutlu insanlar olduğunu

Âkif'in mısralarında görüyoruz. "Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer", "Bedr'in

aslanları ancak bu kadar şanlı idi", "Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın" "Bu taşındır,

diyerek Kâ'be'yi diksem başına" gibi birçok mısra ile onlara ne derece borçlu olduğumuzu dile

Page 10: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

8

getiriyor. Ancak bu borcu ödeyecek, bu hatıra için yapılacak bir şey bulamıyor. "Yine bir şey

yapabildim diyemem hatırana" dizesi bu çaresizliğin yansımasıdır. Bu kutlu şehitler için

"Peygamberin kucağını açıp beklediğini" dile getiriyor.

Bu derece kutlu destan yazan atalarımız Anadolu'nun düşman işgalinden

kurtuluşunun da filizlerini atmıştır. Bu iman ve irade olduğu sürece yapamayacağımız bir şey

olmadığını, fıtratın değişmeyeceğini fısıldadı kulağımıza. Bu güç ile çıktık kurtuluş

mücadelesine ve henüz bu mücadelenin ortalarında tekrar Âkif çıktı karşımıza. Bu sefer

İstiklâl Marşı ile yine ölümsüz bir eser bıraktı bizlere. Bu marş, yaptıklarımızın aynasıydı ve

yapacaklarımız için bize iman ve irade aşılayan bir güçtü. Bu marş, varlığımızın kısa bir özeti,

milletimizin zora düştüğünde tekrar tekrar okuması gereken bir başucu metniydi.

Bu iki kahramanlık destanı ve bu destanları ölümsüz kılan iki eser. Mart ayı, ikisinin

de yıldönümü. Mart, kutsal geleneklerimizde bir başlangıç, bir yeniden doğuş, mevsimsel

olarak da baharın habercisi. Bahar, umudun habercisi.

Çanakkale Savaşı'nın 100. yılında şehitlerimizi rahmet, saygı ve minnetle anıyorum.

Yukarıda bahsettiğim iki ölümsüz eseri bize kazandıran Mehmet Âkif Ersoy'u da rahmet,

saygı ve minnetle anıyorum.

Marşımızın kabulünün yıldönümü kutlu olsun. Dilerim ki bu konuda Akif'in duası

kabul olur.

Page 11: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

9

Deneme

BİR ASIRLIK DEĞİRMENDİR ÇANAKKALE

Yazgül AKAT

“Çanakkale içinde bir uzun selvi

Kimimiz nişanlı kimimiz evli

Gençliğim eyvah! “

1915, Çanakkale... Çarklar dönüyor. Kanlı bir çark işliyor

değirmende, öğüttüğü askerler yetmiyor. Diğer cepheler de yetişemeyince

ölüme, en yakın çevreden başlayarak on beş yaşın üstünde eli silah tutan

herkes çağrılıyor Çanakkele’ye... Millet eriyor günden güne. Kimi

Filistin'de, kimi Yemen'de, kimi Çanakkale'de. Çocuk gözleri arkada

kalıyor kiminin, köylerini bırakıp bilinmedik illere sürüyorlar atlarını,

yürekler, bir serçe yüreği gibi pır pır...

Kağnılar diziliyor yollara... Kara gözlü zayıf esmer tenli bir bebek uyutuluyor kağnı

üstündeki mermi sandıklarının gölgesinde. Eli yüreğinde uykularından sıçrayarak uyanıyor

analar, dudaklarda binbir dua, yakarış... Okul bahçeleri boşalıyor aniden... Mektuplar cevapsız

kalıyor. Köy çeşmeleri tenha; perdeler sıkı sıkı kapanıyor. Duvaklar sandıklara kaldırılıyor

umutlara sarılıp... Türküler susup ağıtlar başlıyor, ses sese karışıyor çığlık çığlık! Ağıtlar ki

her kelimesine kan sızmış, her sözcük gözyaşına çıkıyor, bu değirmenin çarkları arasında...

2015, Trabzon, dişlilerde sıkışıp kalmış biri...

Şiir

ÖLÜM ÖNCESİ ÇAĞRISI

(Veda Vakti Yaklaşırken)

Yavuz (Fermân) KILIÇ

Bir söz bilirim işte

Neden bilmem

Duygu yüklü bir gemiye benzerim, aklıma her gelişte

''Yemin eder gibi sevdim seni

Allah şahidim, yetmez mi?''

Uzunca bir mazimiz var seninle

Mihribân!

Güvercinlerin gökyüzü umuduyla bekledim hep seni

Kaç gün döküldü başımdan

Kaç güneş düştü ömrümden

Kaç yağmur ıslandım sensiz, sonbaharlarda?

Mihribân!

Hızla tükeniyor ömrümden arda kalan

Artık, bir bahara eremem belki

Bir nisan daha göremem belki

Mezar taşı davetler alıyorum dört bir yandan.

Page 12: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

10

Her günüm, sevgi günü oldu seninle

Ben seninle büyüdüm

Seninle yürüdüm tek başıma

Kendimle başbaşa kalınca hep seninle konuştum

Neyi sakladım ki senden

Karşında, şairliğimin beş para etmediğinden başka?

Sustum... Hayalinin ardı sıra koştum

Düştüysem eğer, sana bakarken düştüm.

Güzelim,

Güzel sıfatına en layık olanım

Kuşların güzellik efendisi, kırlangıcım

Bir tebessümünde, dünyaya güzellik salanım

Hayata, yeniden başlangıcım

Güzelliği, güneşi kıskandıran

Gülüşü, yıldızları utandıran

Bakışı, gök kandilini söndüren

Yürüyüşü, rüzgârı süründüren

Güzelim,

Güzel sıfatına en layık olanım

Sen, gül güzeli gülşende

Tüm güzellik durur sende

Gelsen de bir, gelmesen de

Bir kere görsem yüzünü

Sen, sevdiğim Mihribân'sın

Sen, canım içinde cansın

Dîdelerimden nihansın

Bir kere görsem yüzünü

Sensiz geçti onca zaman

Sensiz karardı tüm cihan

Yazılmadan katle Fermân

Bir kere görsem yüzünü.

Mihribân!

Hızla tükeniyor ömrümden arda kalan

Mermer sanduka, içi dolu toprak

Mezar taşı davetler alıyorum

Ardıç dört kanat ve kuru yaprak

Son ânımda bir söz öğrendim işte

Neden bilmem

Duygu yüklü bir gemiye benzedim, son serzenişte

''Yemin eder gibi sevdim seni

Allah şahidim, yetmez mi?''

Page 13: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

11

Şiir

SENİ YAŞAMAK

Mesut ÇAM

Sen hayatıma girdikten sonra,

Yaşadığımın hayat olduğunu anladım.

Sen kalbime düştükten sonra,

Kalp acımın sebebini anladım.

Sana sarılmak ölüm gibi,

Bir o kadar soğuk, bir o kadar titrek

Nefesini solumak nefessiz kalmak gibi,

Bir o kadar korkak bir o kadar çaresiz.

Benim olman ahiret gibi,

Bir o kadar sevinçli bir o kadar hüzünlü.

Gülüşün ölüm gibi,

Bir o kadar yersiz bir o kadar hevesli.

Seninle yaşamak cennet gibi,

Bir o kadar huzurlu bir o kadar mutlu.

Seni senle yaşamak Sırat köprüsünden geçmek gibi,

Bir o kadar ince bir o kadar keskin.

Şiir

AĞLAMAK İSTİYORUM

Abdurrahman YILMAZ

Seni istiyorum, sadece seni

Ellerini istiyorum ellerinde;

Ama sen yoksun ellerin yok bende.

İşte o zaman, ağlamak istiorum sadece.

Gezmek dolaşmak istiyorum seninle,

Dalmak istiyorum birlikte gözyüzüne.

Ama ben yaşıyorum yalnız hayalinle,

İşte o zaman, ağlamak istiyorum sadece.

Uyumak istiyorum tek yastıkta,

Sarılmak istiyorum, boğulmak istiyorum kokunla;

Ama sen yoksun yanımda, kollarımda...

İşte o zaman, ağlamak istiyorum sadece.

Page 14: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

12

Mektup

GÖRMENİ İSTEMEM ATAM

Aslıhan ŞAHİN

Şuan bu

satırları gözyaşlarım

içinde yazıyorum.

Senden sonra sen gibi

kimse olmadı atam!

Hiç kimse sen gibi

bakmadı bize hiç kimse

vatanına, askerine,

kadınına, çoluğuna çocuğuna sahip

çıkmadı sen gibi! Yokluğun o kadar belli

ki... Senin yaptığın kahramanlıklarla

büyüdük biz her anımızda sen vardın. Sana

öylesine bir aşk duyduk ki... Babamıza

duyduğumuz aşk gibi... Kız çocuklarının

ilk sevgilisi, ilk aşkı babaları olur ya Atam,

sen de bu vatanın ilk aşkıydın ve son aşkı

olarak da kaldın hep. İlkler unutulmaz ya

seni unutmaya hiçbirimizin gücü yetmez.

Sen unutulmazsın! Çocukken geldim ben

senin ziyaretine.. Ankaraya vardığım o ilk

gün Atam'a götürün beni dedim babama.

Atatürk hakkındaki görüşlerin yazıldığı bir

defter var ya hani orda o deftere çocuk

aklımla sana duyduğum özlemi karaladım;

yanlarına kalpler çizdim... Şimdi sen

yoksun Atam sen olmasaydın biz de

olmazdık Türkiye de olmazdı insanlık da

olmazdı. Sen bize güveni öğrettin

gerektiğinde savaşmayı öğrettin. Keşke

sana kalk gel bu vatanın halini gör desem

Atam ama gelmeni istemem ki sana

kıyamam ki. Her gün sayılarca şehit

verdiğimiz memleketlerimizi, zorla mendil

satmak zorunda bırakılan minicik elleri,

uyuşturucunun günden güne çığ gibi

büyüdüğü lanet ülkemizi, kadına yapılan

şiddeti,tecavüzü,saygısızlığı... Gelip görme

Ata'm ! Bu ülke senin bıraktığın gibi değil,

hiç olmadı, belki de olmayacak da!

Bu mektubu sana yazıyorum

ülkemi, durumları anlatıyorum, sitem

ediyorum, şikayet ediyorum, üzülüyorum,

seni de üzüyorum belki de. Ama biliyorum

ki bu mektup senin hiç eline geçmeyecek

sadece yüreğine değecek. Affet beni Atan

seni üzdüğüm için affet beni . Seni

unutmayacağız!

Şiir

KARANLIK

Mesut YILMAZ

Gün doğmaz martılar uçuşurken

Isıtmaz içimi hiç bir güneş

Aydınlık olsa ne fayda dünya

Karanlıkta kalmış bir kez yürek

Gözlerin yeşerirdi gönlümde

Kıyıları döverken yüreğim

Hırçın dalgalarında Karadeniz

Mehtabında ben, sensiz...

Page 15: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

13

Şiir

MENFEZ

Osman Fırat BAYKAL

Kırbaçladılar bizi,

Sayısız defa

Bir yaz güneşinin sıcağında

Kendini insan zanneden canlılar.

İniltiler, bağırmalar, can

çekişmeler

Duymuyordu vicdanlar bizi

Sağır vicdanlar(?)

Açtık, (sus)suzduk,

(kork)uyorduk;

Ama ölümüne inanıyorduk.

Dayanmadı bu zulma,

Bazı bünyeler

Zayıf bünyeler

Düştüler, kalkamadılar, öldüler.

Ölüm Allah’ın emri

Şiir

PARMAKLARIMA VURDUM HÜZNÜMÜ

Yunus Emre BOLAT

Parmaklarıma vurdum hüznümü,

Hem de hiç acımadım parmaklarıma...

Söküp atarcasına gönlümü,

Şiirler yazdım sevdalıma...

Parmaklarıma vurdum hüznümü,

Eziyet ettim hep parmaklarıma...

Notalara bağlarcasına gönlümü,

Besteler yaptım sevdalıma...

Parmaklarıma vurdum hüznümü,

Emir verdim, "Çal!" dedim parmaklarıma...

Sesimle bütünleştirip gönlümü,

Şarkılar söyledim sevdalıma...

Page 16: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

14

Şiir

ÖLÜYORUZ

Gülsüm Simay KANOĞLU

Ölüyoruz...

Yazılışı kısa,

Söylenmesi kolay,

Hissetmesi en zor olan "ölüm"ü

Her an yaşıyoruz.

Ölüyoruz...

"Siz" "biz" diyerek

İnsan demekten çekinerek

Kalbimize indirgemekten

Korkuyoruz.

Ölüyoruz...

Her gün, alışkanlık olarak

Öğle namazına müteakip

İnsanlığı bol toprağa gömüyoruz.

Ölüyoruz...

Kulakları kelepçeleyip,

Gözleri suçlu yapıp,

Dilleri hapse atıp

Günlerden gün çalıyoruz.

Ölüyoruz...

Yaşamak nedir bilmeden,

Kötülükleri yok etmeden,

Suçlular koğuşunda;

Volta atıyoruz.

Ölüyoruz...

Masumlarla göz göze gelemeden

Suçluluğumuzu itiraf edemeden

Suçsuz gibi, üzgün gibi,insan gibi

Naralar atıyoruz.

Ölüyoruz...

İki gün ağlayıp,

Ertesi gün gülüyoruz.

Ağlayan yürekleri unutarak,

Yolumuza devam ediyoruz.

Ölüyoruz...

Gerçek hislerden bî-haber

Hüznün melodisine

Alkış tutuyoruz.

Page 17: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

15

Şiir

BEN BİR DAĞIM

Arzu KÜÇÜKOSMAN

Ben bir dağım

Eteklerinde demirden yükler

Başında karlar, içinde kardelenler

Ben bir kadınım

Ben bir sazım

Her telinde ayrı bir hikâyenin çığlığı

Her çığlıkta ayrı bir ruhun sancısı

Ben bir kadınım

Ben bir mimarım,

Edebin hamuruyla evladını pişiren

Her katına ayrı bir dünyayı imar eden

Ben bir kadınım

Ben bir masalım

İlk satırı “Hep varmış” la başlayan

“Aslında hiç olmamış” la sonlanan

Ben bir kadınım

Ben bir isyanım

Daha on altısında, yavrusuyla

Ninnisinde hayallerinin avuntusuyla

Ben bir kadınım

Ben bir nasırım

Yüzünde kara bir hatanın kara imzası

Teninde değil, yüreğinde acısı

Ben bir kadınım

Ben bir mezarım

Bir sevdanın bir kurşun olan bedeli

Sebebi “burada her şey töreli”

Ben bir kadınım

Ben bir mirasım

Vârisi kayıp öylece ortada

Paylaşmak için kurtlar ön safta

Ben bir kadınım

Ben bir pazılım

Her parçamda bu kadınlar

Her sabah aynı kadını doğuruyorlar

Adını “ilkadın” koyuyorlar.

Page 18: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

16

Şiir

DÜNYA DURDUKÇA

Yalçın ÇAĞIR

Yıllar geçse de geçmeyen sensin

Eskiyen tarihtir, gitmeyen sensin

Giden fani vücudundur, kalan

prensiplerin...

Zira her geçen gün gönüllerde hasretin

Bunda zerre kadar şüphe yok

Şüphesi olanlarda eziklik kararsızlık

çok...

İsmini kullananlarda hayasızlık daha da

çok...

Adına hakaret ettiklerini söyleyenler

ortalıkta yok...

İlke ve devrimlerini emanet ettiğin

gençliğin

Bazı odaklarca çevrilmeye çalışılsa da

yolundan...

Bil ki nadim olacaklardır bu hesapları

yapanlar,

Elbet yaptıklarından...

Fikri, vicdanı, irfanı hür olmasını

istediğin gençliğin,

Zaman zaman bu doğrultudan

sapmıştır saptırılmıştır...

Her yaşanan sıkıntı sonrasında da

maalesef büyüklüğün

anlaşılmıştır...

Asla şüphen olmasın,

dünya durdukça, bizdesin, bizimlesin...

Zira, gönüllerde sönmeyen meşalesin...

Page 19: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

17

Şiir

BİR ÖZGE CAN/DI KADIN

Vural YILMAZ

Şiirimde tüy bitti

Kadınları anmaktan

Kadınlara yanmaktan

Ne ben ne de bir başkası

Tek satır bahsetmedi

Kadınları yakmaktan

Bugün bir gölge düştü şiire

Bir ay bir güneş tutulması

Ne yana dönsem karanlık

Ne şiir söylesem ölüyor kadınlık

Hangi şaire baksam benzi atık

Yitirmiş iksirini yitirmiş şairler

Artık kafiye tutmaz şiirler

Bir Özge Can/dı kadın

Vaktiyle bu memlekette

Başa taçtı gönle ilaç

Şimdilerde ise nefese muhtaç

Hangi şair şiir yazabilir artık

Böyle bir felakette

Böyle bir sefalette

Böyle bir cehalette

Page 20: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

18

HABERLER

BENGÜTAŞ DUVAR GAZETESİ

1 YAŞINDA

DOÇ. DR. ÖZER ŞENÖDEYİCİ İÇİN

BÖLÜMÜMÜZDE İMZA VE VEDA GÜNÜ

DÜZENLENDİ

Bölümümüz eski Türk edebiyatı anabilim dalında öğretim

üyeliği yapan, Bengütaş'ın kurucusu değerli hocamız Doç. Dr. Özer

Şenödeyici, yeni hikâye kitabı Derviş, Çile ve Sır için düzenlenen

imza gününde, bölümümüze veda etti. Duygusal anların yaşandığı

imza ve veda gününde hocamız öğrencilerine son kez ders verdi.

Kendisine bizlere ışık tuttuğu için, bu güzel oluşumlara bizlere dahil

ettiği için sonsuz teşekkür ederiz. Gazetemizin kurucusu olarak

daima bengü kalacaktır. Yeni görev yeri olan Dokuz Eylül

Üniversitesi'nki mesleki hayatında da başarılar diliyoruz.

Page 21: Bengütaş Duvar Gazetesi 10. (Mart) Sayısı

19

MEHMET AKİF ERSOY VE İSTİKLAL MARŞI

KONFERANSI

12 Mart 2015 İstiklal Marşı'nın kabulünün yıldönümü olması

sebebiyle, bölümümüz eski öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ali Çelik

tarafından, halk bilimci gözü ile Mehmet Akif Ersoy ve İstiklal Marşı

konulu konferans düzenlendi. Konferansa üniversite genelindeki tüm

bölümlerden yoğun katılım oldu.

TÜRK HALK BİLİMİ GÜNLERİ DEVAM

EDİYOR

Bölümümüzde halk bilimine ve halk edebiyatına

ilgi duyan öğrenciler tarafından düzenlenen Türk Halk

Bilimi Günleri adlı öğrenci projesi, bahar yarıyılında da

tüm hızıyla devam ediyor. Öğrencilerin daha önceden

belirlediği bir meseleyi toplantı gününde ve saatinde

beraberce konuşmaları esasına dayanan etkinliklere tüm

öğrenciler katılabilmektedir.

Bilgi için: facebook.com/groups/turkhalkbilimigunleri

KADIN KONULU ŞİİR YARIŞMASINDA

DERECE

Üniversitemizce düzenlenen "Kadın

Konulu Şiir Yarışması" etkinliğinde,

bölümümüz mezunlarından ve yüksek lisans

öğrencilerinden Arzu Küçükosman, katıldığı

şiiriyle yarışmaya üçüncülüğe halk kazanmıştır.

Bengütaş'ın yazar kadrosunda olan Arzu

Küçükosman'a gazete yönetimi ve tüm

okuyucularımız adına teşekkür ediyor,

başarılarının devamını diliyoruz.