Top Banner
Tanzimat Fermanı Tanzimat Fermanı; II. Mahmud’un ölümünden beş ay sonra, 3 Kasım 1839’da, Müslüman ve gayrimüslim tebaanın, yabancı elçiliklerin ve devlet bürokratlarının huzurunda tahta yeni çıkmış bulunan Sultan Abdülmecid (1823-1861) ilan edildi. Önceki dönemlerde yapılan reformlarla mukayese edildiğinde çok daha kapsamlı bir reform hareketi olarak değerlendirilebilir. Siyasi rejim yönünden bakıldığında ise Tanzimat, keyfi ve müstebit mutlakıyetçi rejimle millî hâkimiyet rejimi arasında bir geçiş safhası olarak da görülebilir. Dış politika açısından bakıldığında ise Tanzimat dönemi, Doğu Sorunu’nun diplomasi yoluyla siyaseten çözülmesine çalışılan yeni bir safhası olarak da okunabilmektedir. Tanzimat, Doğu uygarlığından Batı uygarlığına geçiş dönemi olarak da nitelenebilmektedir. Tanzimat dönemini; uzunca bir süredir türlü felaketler, zayıflıklar ve tereddütlerle uğraşan Osmanlı Devleti’nin bütün dünyada siyasî ve ekonomik olarak gelişim göstermiş ve üstünlüğünü kabul ettirmiş olan Avrupa karşısında yaşayabilmek, varlığını devam ettirebilmek ve yeni koşullara uyum sağlayabilmek amacıyla geliştirdiği bütün bu düşünce, reform çaba ve uygulamalarının bir bütünü olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır. Tanzimatı Hazırlayan Koşullar II. Mahmud’un ferman hazırlıklarını Mustafa Reşid Paşa1 yürütüyordu. Devlet zihniyetindeki bu
69

Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Feb 25, 2023

Download

Documents

Gul Isin
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Tanzimat Fermanı

Tanzimat Fermanı; II. Mahmud’un ölümünden beş ay sonra, 3 Kasım 1839’da, Müslüman ve gayrimüslim tebaanın, yabancı elçiliklerin ve devlet bürokratlarının huzurunda tahta yeni çıkmış bulunan Sultan Abdülmecid (1823-1861) ilan edildi.Önceki dönemlerde yapılan reformlarla mukayese edildiğinde çok daha kapsamlı bir reform hareketi olarak değerlendirilebilir. Siyasi rejim yönünden bakıldığında ise Tanzimat, keyfi ve müstebit mutlakıyetçi rejimle millî hâkimiyet rejimi arasında bir geçiş safhası olarak da görülebilir.

Dış politika açısından bakıldığında ise Tanzimat dönemi, Doğu Sorunu’nun diplomasi yoluyla siyaseten çözülmesine çalışılan yeni bir safhası olarak da okunabilmektedir. Tanzimat, Doğu uygarlığından Batı uygarlığına geçiş dönemi olarak da nitelenebilmektedir.

Tanzimat dönemini; uzunca bir süredir türlü felaketler, zayıflıklar ve tereddütlerle uğraşan Osmanlı Devleti’nin bütün dünyada siyasî ve ekonomik olarak gelişim göstermiş ve üstünlüğünü kabul ettirmişolan Avrupa karşısında yaşayabilmek, varlığını devam ettirebilmek ve yeni koşullara uyum sağlayabilmek amacıyla geliştirdiği bütün bu düşünce, reform çaba veuygulamalarının bir bütünü olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.

Tanzimatı Hazırlayan Koşullar

II. Mahmud’un ferman hazırlıklarını Mustafa Reşid Paşa1 yürütüyordu. Devlet zihniyetindeki bu

Page 2: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

yenileşmeyi hazırlayan yalnızca modern tekniğin arkasından modern ilimlerin ve Batı edebiyatının girmesi değildi. Aynı zamanda batılı emperyalist kuvvetlerin Türkiye üzerindeki baskılarıydı.

Azınlıkların haklarının korunması, hükümdar ve Bab-ı âli üzerinde devamlı bir ‘kabus’ haline gelmişti. Devlet, eski kanunların ruhuyla bu yeni problemi çözemeyeceğini biliyordu. Öte yandan Batı memleketlerine elçilikle giden devlet adamlarımız, orada uyanan yeni devlet anlayışının, hürriyet ve eşitlik fikirlerinin, insan haklarının da kaçınılmaz bir yol olduğunu anlamaktaydılar. İşte bu iki şartın bir araya gelmesi, Abdülmecid zamanında Reşid Paşa tarafından hazırlanan ‘Tanzimat Fermanı’nın okunmasınasebep oldu.

Tanzimat Fermanının Muhtevası

Tanzimat Fermanını beş kısma ayırmak mümkündür. Birinci kısımda, Osmanlı devletinin kuruluşundan

itibaren Kur’an’ın hükümlerine ve şeriat kanunlarına saygı gösterildiğinden devletin kuvvetli hale ve halkın müreffeh bir duruma vasılolduğu belirtilmektedir.

İkinci kısımda, 150 yıldan beri türlü gaileler vetürlü sebeplerle ne şeriata ne de faydalı kanunlara saygı gösterildiği ve bundan dolayı devletin eski kuvvet ve refahı yerine zayıflığın ve fakirliğin geçmiş olduğu söylenmektedir.

Üçüncü kısımda, Allah’ın inayeti ve Peygamberin yardımları ile, devletin iyi bir şekilde

Page 3: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

idaresini sağlamak için bazı yeni kanunların konulması gerektiğine işaret edilmektedir.

Dördüncü kısımda, bu yeni kanunların dayanacağı prensipler belirlenmektedir: 1) Müslüman ve Hristiyan bütün tebaanın ırz, namus, can ve mal güvenliğinin temini

2) Verginin düzenli bir usule göre ayarlanması ve toplanması 3) Askerliğin düzenli bir şekle sokulması.

Beşinci kısımda ise, bu kanunların yapılması ve tatbiki için gereken tedbirlerden bahsediliyordu.Yine Fermanın ferdi haklar prensibine göre, hakkında alenen tahkikat yapılıp, hüküm verilmedikçe, kimseye gizli veya aleni idam cezası tatbik edilmeyecektir.

Padişah, yayınladığı bu ferman ile kendi iradesinin sınırlanmasını kabul ediyor; can, mal ve namus güvencesini kanunların yargılarına bırakıyor ve hükümet yönetiminin, kendi iradesine göre değil, yapılacak yeni kanunlara göre olmasını ilan etmektedir.

Yasama görevi yapacak sürekli meclisler öngörülmektedir. Fakat kendine haklar ve eşitlik tanınan halkın temsil edilmesinden, bu temsilin halk iradesinin kendini göstermesi demek olduğundan söz edilmemektedir.

İlan edilen metnin bir beyanname değil, bir ferman oluşu; başka bir deyişle, bir halk hareketi sonucunda halktan gelmeyen yukarıdan aşağıya yani devlet iktidarını kullanan yüce otoriteden, padişahtan gelmişolmasına paralel olarak yasa koyucu meclisler de, halkı temsil eden meclisler olarak değil, geleneksel

Page 4: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

devletin temel unsurları sayılan ulema, bürokrasi ve ordu seçkinlerinden oluşan meclisler olacaktır.

Ferman, Avusturya ve Rusya tarafından pek hoş karşılanmadı. Ancak Rusya, yine de, Tanzimatı, OsmanlıDevletinin içişlerine karışmak için iyi bir fırsat olarak gördü.

Fransızlar Katolik, İngilizler de Protestan tebaaya Tanzimat kurallarının iyi tatbik edilmesi için müdahaleye başladılar. Tanzimat’tan sonra gelen birinci devrede (1839-1856), Devletin teşebbüsü ile başlayan Batılılaşma hareketinin tedrici olarak bir kısım aydınlarca benimsenerek topluma geçtiği görülüyor. İkinci devre, yani “Hatt-ı Hümayun”un (1856) okunmasından sonra, sosyal problem aydınlarca benimsenmeğe başladı. Tanzimat ruhunun devletten halkageçişi, yukarıdan aşağı inişi demek olan bu devrede “Divan-ı Hümayun”un karşısına “Bab-ı Ali” çıktı. Başına buyruk bir yönetimin hüküm sürdüğü Divan-ı Hümayuna karşı Bab-ı ali, kanunun mutlak hakim olduğu bir devlet zihniyetini temsil ediyordu.

İdarede merkeziyetçilik, devlet çarkının çağdaşlaştırılması, toplumun Batılılaştırılması, -hayli sınırlı da olsa- hukukun ve eğitimin dinden bağımsız duruma getirilmesi. Tanzimat reformlarının uygulanmasıyla ilgili değerlendirmeler hem Tanzimat Fermanı’nı, hem de Islahat Fermanı’nı kapsamaktadır.

Taşra İdaresi, Vergi Düzenlemeleri ve Vergi Toplanmasındaki Düzenlemeler7 Şubat 1840’da idarî teşkilatta yapılan ıslahat, valilerin nüfuz ve yetkilerinin azaltılması amacını gütmekte idi. Padişah tarafından muhassıl-ı emval10

Page 5: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

adiyle tayin olunan geniş yetkili memurların eline verilmiştir.Maliye’de ıslahat, Tanzimat’ın temelini teşkil etmekteidi ve idari sahada yapılan ıslahat, daha ziyade mali merkeziyetçilik sistemini uygulamak için bir vasıta olarak kullanılmış görünmektedir. Her türlü gelirin doğrudan doğruya merkezi hazine adına toplanması ve her türlü giderin yine buradan ödenmesi esası kabul edildi ve maliye teşkilatı bu prensibe göre yeni baştan düzenlendi.

Tanzimat’a kadar Kadıların riyasetinde toplanan meclisler, bu tarihten itibaren, devletin görevlisi valilerin başkanlığında toplanmışlardır. Vergi miktarının yüksek oluşundan yakınmalar, yerel idarecilerden memnuniyetsizlikler abartılarak kimi isyanlar vuku bulmuştur. Niş İsyanı bunun bir örneğidir. Bu tür isyanlarda devreye Hıristiyan ahalinin hamisi olduğunu iddia eden Rusya da karışmıştı. Tahriklere ön ayak olanlar da, imtiyazlı zümreler, Hıristiyan çorbacılar, Müslüman ağalar ve ulemadır.

Askeriye“Nizamiye” [Asakir-i Nizamiye-i Şahane] adını almış olan ordu bütün bu dönem boyunca genişletilmiş ve Avrupa’dan alınan modern araç gereçle donatılmıştı. Mısır örneğinden esinlenen II. Mahmut’un uygulamaya koymayı denediği zorunlu askerlik 1845’te İmparatorluğun çoğu bölgesinde resmen başlatılmıştı.

Hıristiyanlar da askere alınıyordu. Ancak bunun yaratığı gerilim dikkate alındığından, Hıristiyanlara

Page 6: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

yeni bir seçenek sunuldu. Buna göre isteyen bedel-i askeri adlı özel bir vergi ödeyerek askerlik hizmeti yapmayacaktı. 1841’de kendi yerel komutanlarına sahip eyalet orduları kurulmuştu. Böylece valilerin ve ayanın yerel garnizonlar üzerindeki nüfuzu sona erdirilmişti. Mevcut kuvvetler yeni adlarla ve yeni görevlerle görevlendiriliyordu. Osmanlı ordusunu ilk kez tam bağımsız bir ikmal hizmetine sahip kılmış idi.

Yönetim Bu dönemde yönetim sisteminde merkezi düzeyde görülen esas gelişme, gereksiz elemanların tasfiye edilerek verimliliği artırmak ve uzmanlaşmaya gidilmesidir. Tedrici olarak Avrupalı tarzda bir hükümet yapısı kurulmaya çalışılıyordu. Bu dönemde güç merkezi saraydan Bab-ı Ali’ye doğru yön değiştirmektedir. II. Mahmut’un son dönemlerinde sarayda kurulan Dar-ı Şura-yı Bab-ı Ali ve Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye önemli roller üstlenmişti. Meclis-i Vala’da kararlar oy çokluğu ile alınıyor ve padişahın bu kararları onaylama sözü bulunuyordu. Meclis-i Vala’nın iki işlevi bulunuyordu: bir yandan yeni yasaları tartışıyor ve hazırlıyor, öte yandan da idari konularda istinaf mahkemesi (: bir üst mahkeme) işi görüyordu. Batılılaşma programının daha ileri ve daha hızla gitmesini isteyen Ali ve Fuat Paşaların başını çektiği ikinci kuşak devlet adamları arasında 1850’lerin başlarında görüş ayrılıkları ortaya çıkmayabaşlamıştı. Bu nedenlerden ötürü 1854’te adli görev Meclis-i Vala’ya bırakıldı, yasama görevi ise Fuat Paşa’nın başkanlığında ikinci kuşak reformcuların ağırlıkta olduğu yeni bir meclisin Meclis-i Ali-i Tanzimat’ın yetkisine verildi.

Page 7: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Fakat bu da çözüm olamadı. Reşit Paşa’nın ölümünden sonra, 1860’da, bu iki meclis, Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye adıyla tekrar birleştirildi.

Fransa’nın baskısıyla yasamayla görevli Şura-yı Devletve (laik yasalarla ilgili davalara bakmak üzere kurulmakta olan Nizamiye mahkemeleri için Temyiz Mahkemesi niteliği taşıyacak olan) Divan-ı Ahkâm-ı Adliye olmak üzere ikiye ayrıldı. Şura-yı devletin Hıristiyan ve Müslüman üyeleriyle temsile dayanan bir organ olması, onu öncekilerden ayıran bir unsurdu. Bu meclisin yetkileri oldukça sınırlıydı, ancak kendisinegönderilen konuları görüşebilirdi. Tanzimat döneminin sonuna kadar Şura-yı Devlet çeşitlidaireleri aracılığıyla yasama ve idari görevlerini yerine getirdi ve pek seyrek toplandı.

Hukuk Tanzimat, her şeyden önce, bir hukuk reformu olduğu için, bu sırada kurulan ilk ilmi kurum “Mecelle Cemiyeti”dir. Tanzimat devlet adamları özellikle de İmparatorluktaki yabancıların ya da Osmanlı Hıristiyanlarının değişen konumlarının gerektirdiği durumlarda geleneksel kanuni sistemin yerini alacak yeni laik yasalar ve kurumlar yarattılar. 1843’te, Müslümanlar ile gayrimüslimlerin eşitliğini tanıyan yeni bir ceza yasasına geçildi. Aynı zamanda, yabancıları kapsayan ticaret davaları için karma mahkemeler oluşturuldu.

Eğitim Tanzimat yeni ile eskiyi, Avrupacılıkla İslamcılığı karşı karşıya koyarken, medrese dışına çıkamamış olan İslami ilimlerin Türkçeleşmesi veya yayılmasını sağladığı için Avrupacılık kadar İslamcılığın da kuvvetlenmesine hizmet etti. 1839’da Rüşdiye Okulları

Page 8: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Nazırlığı kuruldu. Bu nazırlığın denetiminde erkek, kız ve askeri rüşdiyeler açıldı. Eğitim alanında öncülük II. Mahmut’un Tanzimat’ın ilkyıllarında Ticaret Bakanlığının bir bölümü olan Meclis-i Umur-u Nafia’sına düştü. Her vilayet başkentiidadi düzeyinin üstünde Mekteb-i Sultani adı verilecekbir lise de bulundurmak zorundaydı. Sultani liselerinin ilki ve en önemlisi İstanbul Galatasaray’da Ali Paşa tarafından Fransız hükümetininetkisi ve desteğiyle Fransız sistemine göre kurulmuş olanıdır. Burada öncülüğü Fransız memurları ve öğretmenleri almışlardır. 1870’de erkekler için Darü’l-Muallimin’in yanı sıra kızlar için de Darü’l-Muallimat açıldı. 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesi yine Darü’l-Fünun adı verilen bir Osmanlı üniversitesi için hükümler taşımaktaydı. Üniversitede felsefe, edebiyat, hukuk, matematik fakülteleri ve farklı bir yaklaşımla din ilimleri okutulacaktı. Tanzimat döneminde, önceki dönemde olduğu gibi, bürokrasi ve ordu için mesleki yüksek öğretim okullarının kurulmasına çok özen gösterildi. Bunlardan en önemli olanı 1859’da kurulan Mekteb-i Mülkiye idi.

Eğitim Bakanlığı’nın tavsiyesini esas alan yeni bir Maarif Nizamnamesi yayınlandı. Bu nizamnameye göre, her büyük köy veya kasabaya rüşdiye, her kente sivil idadi ve her vilayet merkezine Fransız liselerini örnek alan sultaniye adlı yüksekokullar kurulacaktı. Bu okulların hepsi erkekler içindi, ama bu nizamnamedekızlar için ayrı okullara ilişkin maddeler de konulmuştu. 1869’da eski saray okulu Galatasaray kurulmuştu. Diğeri ise 1873’te Aksaray semtinde Müslüman öksüz ve yetimleri için kurulan Darüşşafaka idi. Okul, Cemiyet-i İlmiye-i İslamiye tarafından yönetiliyordu. 19.

Page 9: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

yüzyılda eğitimdeki gelişmelerin sonucu olarak İmparatorlukta artık dört tür okul bulunuyordu. Birincisini medreseler oluşturuyordu. İkinci sırada laik devlet okulları geliyordu. Üçüncüsü “milletlerin”kurdukları ve parasını temin ettikleri okullar ve dördüncüsü de, yabancı Katolik ve Protestan misyoner heyetlerinin ve Musevi Alliance Israelite Universelle’in yönetmekte olduğu, Müslüman çocuklarının da az ama artan sayıda devam ettikleri okullar oluşturuyordu.

Kırım Muharebesi Tanzimat sonrası gelişmelerinin bir ürünü olarak değerlendirilebilecek olan Kırım Savaşı Savaş ayrıca, 1856 Islahat Fermanı’nı hazırlayan koşulların da yaratıcısı durumundadır. Mukaddes Yerler problemi de, aynı şekilde Fransa Cumhurbaşkanı III. Napolyon ile Rus Çarı arasındaki çekişmenin bir ürünüdür. III. Napolyon, kendi kamuoyunda etkin bir hale gelebilmek için bu meseleyi kullanmıştır.

1853 yılında diplomasi literatürüne yeni bir isim kazandırılmıştır: Hasta Adam. Osmanlı için kullanılan bu tabir, Rus Çarı I. Nikola’ya aittir.Rusya Eflak ve Boğdan’ı işgale başlamıştır. Bu, savaşın fiilen başlaması demekti. Savaşta da Osmanlı Rus ordularına üstünlük sağlamış idi. Ruslar girdikleri her yerden çıkarılıyordu. Ancak Sinop’ta meydana gelen ve “Sinop Felaketi” olarak anılan, Osmanlı donanmasının 30 Kasım 1853’te Ruslar tarafından imha edilmesi sonrasında İngiltere ve Fransa Osmanlı ile birleşerek savaşa bilfiil katıldılar.

İngiltere, Fransa ve Osmanlı Devleti, 12 Mart 1854’tebir ittifak imzaladılar. Antlaşmaya göre, İngiltere ve

Page 10: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Fransa karada ve denizde Osmanlı’ya yardım edeceklerdi; üç müttefik kumandan müşterek karar vereceklerdi; barış zamanında kuvvetlerini geri götüreceklerdi; imparatorluğun toprak bütünlüğü temin edilecek ve her üç devlet de Rusya ile hususi anlaşma yapmayacaklardı. Bu ittifaka daha sonra Piyemonte devletleri ve Avusturya da dahil olacaktır. Savaş sürdü, Azak denizinde Rus donanması imha edildi. Böylece Karadeniz’in tarafsızlığı temin edildi. Çar I.Nikola ve Mençikof öldü. Ana hatları Viyana’da tespit edilen muahade, Paris’te onaylandı.

Kırım Muharebesi, Osmanlı devletinin ilk kez Batılı devletlerle bir ittifak içerisinde birlikte savaşa girmeleri açısından dikkate değer bir olaydır. Diğer bir önemi de, bu savaşla birlikte, Osmanlı Devleti Batılı devletlerden mali borçlar almaya başlamıştır. Bu borçlanma, Osmanlı tarihinde ilkti.

II. ISLAHAT FERMANI18 Şubat 1856’da da ilan edildi. Her iki Ferman da, bir “beyanname”den öteye, tek taraflı birer tasarruf olarak gözükmektedir. Tanzimat fermanı nispeten bağımsız bir şekilde hazırlanmış iken, Islahat Fermanı’nın hazırlanmasında Ali Paşa üzerinde İngiliz ve Fransız elçilerinin etkisi belirgindir. Islahat Fermanı, Paris Antlaşması’nın 9. maddesinde belirtilmiştir. Bu yönüyle de, Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti’nin içişlerine müdahale etmelerine —antlaşma metninde böyle bir hakkın doğmadığı belirtilmesine rağmen— zemin olacaktır. Ferman MustafaReşid Paşa tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Ferman’ın ilan edilmesinden sonra, içerdiği maddelerinmillet sistemini deforme edici, yıkıcı niteliği nedeniyle gerek Müslümanlardan ve gerekse de gayrimüslimlerden tepkiler almışlardır.

Page 11: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Paris Antlaşması 20 Şubattan 14 Nisan 1856’ya kadar uzayan müzakereler neticesinde (1) Tarafların, işgal ettikleri yerlerden çıkacakları; (2) antlaşmayı imzalayan devletlerin Osmanlı Devleti’nin Avrupa hukukundan yararlanmasını ve imparatorluğun “tamamiyet-i mülk ve istiklal-i tammesini” kabul ettikleri, bunun ihlalinin Avrupa menfaatlerinin ihlali anlamına geleceği; (3) Islahat Fermanı’nın olumlu olduğu ve Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışılmayacağı; (4) Karadeniz’in tarafsız olacağı; (5) Eflak ve Boğdan’a yeniden iktisadi ve dini imtiyazlar verilmesi; kabul edilmiştir.

Kırım Savaşı’nın Osmanlı üzerindeki etkisi farklı alanlarda ortaya çıkmıştır. Burada karşılaşılan demiryolu hattı sonrasında, memlekette demiryolları inşasına girişilecektir. Telgrafa önem verilecektir. Daha önce belirtildiği üzere Batılı devletlerle ittifak halinde bir savaşa ilk kez girişilmiştir ve ayrıca da ilk kez borçlanmaya başlanmıştır. Bu borçlanma sürekli olarak artacaktır. Belli bir tarihteborçları anaparadan fazla hale gelecektir.

Sonuçta bilindiği üzere Duyun-u Umumiye kurumu teşkil edilecektir. Ayrıca 1856 sonrası dönem, Tanzimat ve özellikle de ıslahat fermanı nedeniyle ortaya çıkan muhalefet hareketlerine de şahitlik etmiştir. 1859 Kuleli Vakası, 1867 sonrasında meydana gelen Yeni Osmanlı muhalefet hareketi gibi.

YENİ OSMANLILAR HAREKETİ TARİHİ

Page 12: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Yeni Osmanlı hareketi, Tanzimat ve Islahat fermanlarının çerçevesini oluşturduğu reform hareketlerinin yarattığı siyasî, kültürel ve düşünsel ortamda ortaya çıktı. Konu ile ilgili literatürde, hürriyetçi ve eşitlikçi bir muhalif aydın hareketi olarak da genel bir kabul gördü. Hürriyetçi ve muhalifbir tarafı olmakla birlikte, Yeni Osmanlı hareketinin aynı zamanda yürütülmekte olan reform hareketlerine temelde karşıt değil. Yeni Osmanlılar hareketi bir kuşak hareketidir. Dönemin belli koşulları gereği bir noktadan sonra birlikte hareket etmelerini ifade etmekiçin kullanılan bir tür şemsiye kavramdır.

Yeni Osmanlı Hareketi TarihiYeni Osmanlı hareketinin motor gücünü Namık Kemal ve arkadaşları oluşturuyorsa da, hareketin oluşumundaki en önemli faktör, herhalde, hareketin organizatörü ve finansörü konumundaki Mustafa Fazıl Paşa’dır. Belgrat ormanında bir araya gelirler. Carbonari türü hücre temelli bir örgütlenmeye girmeye karar verdiler. Mustafa Fazıl ın Kişisel davası, Mısır hıdivliğini ailenin en yaşlı erkek üyesine geçecek şekilde düzenleyen veraset sisteminin Mustafa Fazıl Paşa’nın aleyhine, sonuçlanması.

Sultan Abdülaziz’e hitaben yazılmış Fransızca açık mektup da 7 Mart 1867’de yayınlandı. Bu mektubun kiminkaleminden çıktığı hususu tartışmalıdır. Bu şahıs, Rusişgali altına girmektense Osmanlı federal yapısı içerisinde kalmayı tercih eden Romanyalı bir jeune olan Gregory Ganesco’durİstanbul’daki -Namık Kemal, E. Tevfik, Mehmet, Reşat vb. gibi- gençler, bu mektubun Türkçe tercümesini yapıp bir broşür halinde basıp dağıtmayı kararlaştırırlar.

Page 13: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Sonuçta tercüme biter ve 18 sayfalık bu broşür, Mart 1867’de Giampietri’nin aracılığıyla Beyoğlu’nda “Cayol” (Caillo) isimli bir Fransız litografya matbaasında 50 bin nüsha basılır ve 15 gün gibi kısa bir süre içerisinde gizlice dağıtılır.10 Bu aynı zamanda, 1865’de açık havada kurulan ve Carbonari örgütlenmesini kendisine örnek alan gizli hareketin yaptığı ilk ciddi faaliyettir. Mektup doğrudan Abdülaziz’in şahsı muhatap alınarak kaleme alınmıştır.Paşa, mektubun girişinde, bu çabasının devletin halineilişkin duyduğu sorumluluk duygusundan kaynaklandığınıve Padişah’ı uyarma amacı taşıdığını ifade ediyor.Giampietri’nin çıkardığı Courrier d’Orient gazetesininbürosu bu muhalif gençlerin buluşma mekânı işlevi görmüştür.

Yeni Osmanlıların gazeteleri Paris’te bulundukları süre içinde Muhalefetin

çıkaracakları Hürriyet isimli bir gazete/dergi aracılığıyla Osmanlı kamuoyuna ulaşması planlanmıştı.

Muhbir, 31 Ağustos 1867’de Londra’da, Paris’in basın kanunları açısından uygun olmayışı nedeniyle, çıktı. Amacı hükümeti meşveret usulünegeçmeye zorlamak olan Yeni Osmanlılar, kendi amaçlarıyla muhbirde ilan edilen cemiyet ve amaçları arasında bir alaka görmediklerini ve bu ifadelerin de gerçek olmadığını belirttiler.

Osmanlı Padişahının Avrupa gezisi dolayısıyla Fransa Hükümeti Yeni Osmanlıları “suikastçi” sayarak Fransa’dan ayrılmaya zorlamıştı. Yeni Osmanlılar, 1867Haziranında Londra’ya geçmek zorunda kaldılar.

Ali Suavi, Paris’te Ulum ve Muvakkaten Ulum Müşterilerine adlı iki gazete daha çıkarır.

Page 14: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Mehmet Bey, gruptan ayrılarak Paris’te İttihat adında Türkçe, Rumca, Arapça, Ermenice bir gazeteçıkarmaya kalkmış, daha sonra Cenevre’de MütercimRüştü Paşanın damadı Hüseyin Vasfi Paşa ile berber İnkılab adlı bir gazete çıkarmış ise de ikisi de uzun ömürlü olmamıştır.

Yeni Osmanlı Düşüncesi Yeni Osmanlılar kendilerini, Osmanlının çöküş sürecinidurdurmakla görevli reformcular olarak gördüler. Bu çöküşün sebeplerini yok edecek siyasi çareler bulmak için, Osmanlı geçmişinin araştırılmasına giriştiler veargümanlarını inşa etmek için tarihsel durum ve görevleri geniş ölçüde kullandılar. Yeni Osmanlı mensupları, toplumsal köken olarak farklılıklar arz ederler. Öncelikle, hepsinin bir şekilde bürokratik yapıda görev aldıklarını söylemek, bu anlamda kendilerinden birer memur-aydın olarak söz etmek doğruolsa gerektir. İkinci olarak, Yeni Osmanlıların bir kısmı, batılılaşmayla birlikte eski imtiyazlı konumlarını kaybeden ailelerin çocuklarıdır.

Yeni Osmanlı mensuplarının ordu dergisinde yazılar yazmaları, camilerde vaazlar vermeleri, Mustafa Fazıl Paşa’nın meşhur mektubunun nüshalarını cami önlerinde dağıtmaları gibi özellikler, bilinçli ya da bilinçsiz,yukarıda sözü edilen dengeleyici unsur olarak kendilerini konumlandırdıklarına ilişkin bir ipucu olarak değerlendirilebilir.

Yeni Osmanlılar, temelde, Osmanlıcı bir siyaset takip ettiler. Mevcut sınırlar içerisindeki tüm halkı devletin kurucu unsuru olarak gördüler. Bir anayasa vemeclis ile tüm halkın devlete sadakatini sağlamaya özen gösterdiler. Farklı din ve etnik kökene mensup tüm Osmanlı halkının, temsilcileri aracılığıyla, aynı

Page 15: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

meclis çatısı altında birlikte memleket sorunlarının çözümüne yönelik tartışmalara katılmalarının bizzat kendisini çözümün bir parçası olarak gördüler ve savundular.

Yeni Osmanlıların savundukları siyaset felsefesi, yukarıda da belirtildiği üzere, en gelişmiş ifadesini Namık Kemal’in yazılarında bulunabilir. Özü itibariyle, Avrupalı siyaset felsefecilerinde bulduğumuz Toplum Sözleşmesi kuramını yansıtan bu düşünceler; büyük ölçüde İslam siyaset filozoflarının ve Kur’an müfessirlerinin düşüncelerinden yararlanılarak formüle edilmiştir.

Yeni Osmanlıların Batılı fikirleri geleneksel bir söylemle ve adalet, biat, icma-i ümmet, meşveret gibi geleneksel kavramlar aracılığıyla dile getirdiklerini söylemek yanlış olmayacaktır. Şerif Mardin, bu çerçevede Yeni Osmanlıların (1) Kur’an yorumcularının siyaset teolojisini, (2) İslam siyasi filozoflarının siyasi felsefelerini, (3) İslami siyasetnamelerin oluşturdukları pratik öğütleri (4) seküler kanunlar ve devletin yüceliği konusundaki Türk-İran-Moğol nazariyelerini kendileri için hazır bulduklarını söylüyor.

Yeni Osmanlılar, bu dört İslami kaynak içinde, argümanlarını hemen hemen yalnızca siyasi teolojiden alarak kullandılar ve gelenekçi yazarlar tarafından sağlanan İslami yönetimle ilgili idealize edilmiş tasvirlerdeki örneklere dayandırdılar.

Yeni Osmanlılar, söz konusu geleneksel ya da İslam siyaset felsefesiyle ilişkiye geçerken, dönemin modernist İslamcılarında da bulabildiğimiz yeni bir

Page 16: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

düşünme tarzını kullandılar. İslam siyaset teorisinin saf haliyle mevcut uygulamalar arasındaki farklılığı göstermeye ve hatta mevcut yönetim anlayışının İslam’ın saf halinden bir sapma olduğunu göstermeye dönük bir çaba olarak adlandırabileceğimiz bu yeni düşünme biçimi; Yeni Osmanlılara hem meşru daire içerisinde kalmalarına, başka bir deyişle, hükümdara isyan eden birer asi durumuna düşmelerini engellemiş ve hem de mevcut yönetim kadrolarına ve yönetim anlayışına belli eleştiriler getirebilmelerine izin vermiştir. Yeni Osmanlılar, mevcut yönetim tarzını müstebit bir yönetim tarzı olarak nitelediler.

Mevcut Osmanlı yönetiminin baskıcı karakterinden ya dadespotluğundan şikayet etmek, meşru bir otoriteye karşı çıkmak değildir; tam tersine, mevcut idarecilerisahih anlayışa davet edilmeleri demekti. İslam siyasetöğretisinde yöneticinin/hükümdarın seçilmesine ilişkinanlatılanlar da, yöneticilere adaleti ve şeriatı yerine getirdikleri müddetçe itaat edilmesi gerektiğini salık vermekteydi; dolayısıyla sözleşmeninbir tarafının yani yönetici tarafının, sözleşmenin kurallarını ihlal etmesi sözleşmeyi de geçersiz kılmakta, dolayısıyla halkın isyan etme hakkını doğurmaktaydı. Yeni Osmanlılar, sözünü ettikleri bu sözleşme kuramının gereği olarak gördükleri eleştiri ve isyan etme haklarını sonuna kadar kullanmasalar da,başlangıçta kendi muhalefetlerini bu temelde meşru birhakkın kullanımı olarak sunmuş oluyorlardı.

Yeni Osmanlılar eleştirilerini nadiren sultanın şahsına yöneltmişlerdir ve hiçbir zaman monarşi kurumualeyhinde olmadılar. Yeni Osmanlılar, saltanata karşı daima en derin saygıyı gösterdiler. “Yeni Osmanlılarıntenkitlerinin hedefi, monarşi değil, aksine Bab-ı Ali idi; özellikle Osmanlı yönetiminin iki temel direği

Page 17: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

olan, Türkiye’de imparatorluğun modernleştiricileri, modern Türk idaresinin temellerini atan devlet adamları sayılıp “iyi insanlar” olarak hatırlanan Fuadve Ali paşalardı.

Yeni Osmanlı Düşüncesinin Entelektüel Kökenleri Yeni Osmanlı düşüncesinin, eski ile yeni düşüncelerin kendisine özgü bir sentez oluşturma çabası olduğu söylenebilir. Dönemin önemli bir siyasî figürü olan Mehmet Sadık Rifat Paşa’dır. Onun, elçi olarak bulunduğu Viyana’dan Reşid Paşa’ya gönderdiği, Osmanlıİmparatorluğu’nda yapılacak idari reformlarla ilgili geniş teklifleri ihtiva eden bir seri mektuplar önemliydi. Yeni Osmanlı hareketi ile ilgili kuracak olanların çoğunun sicillerinde bir “Mısır tecrübesi” bulunmaktaydı. Yeni Osmanlıların koruyucusu Sami Paşa idi.

Göçmen fikir taşıyıcıları olarak zikredilmesi gereken bir diğer kesim de, Avrupa’daki jeune hareketlerine karışmış, siyasî faaliyetlerde bulunmuş ve sonrasında da Osmanlı ülkesine sığınmış Batılı şahsiyetlerdi. Yeni Osmanlı mensubu gençlerin önemli bir kısmının devlet memuru olduklarından yukarıda söz edilmişti. II. Mahmut dönemi reformlarının bir ürünü olarak ortaya çıkan Tercüme Odası, bu gençlerin görev yaptıkları önemli kurumlardan bir tanesidir. Yeni Osmanlıların bir çoğu Tercüme Odasında katiplik yaparak meslek hayatlarına atıldılar. Oda, aynı zamanda, bu şahsiyetlerin Batı ile kurdukları ilk teması da açıklamaktadır.

Tercüme Odası kalemlerinden Halis Efendi’nin sahip olduğu özellikler dikkat çekicidir. İlk kez, İngiltereile olan bir mesele dolayısıyla, “devletler hukuku” terimini kullanması ilginçtir. Ayrıca “vatan”

Page 18: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

kelimesini Namık Kemal’vari kullanımı da kayda değer. Bir Fransızca-Türkçe gramer eseri de kaleme almıştı. Ayrıca Tercüme Odası’nın, daha erken bir tarihte Balkanlar’a sızmış bulunan Aydınlanma fikirlerinin Yeni Osmanlılara intikali konusunda bir kanal rolü oynadığı da bilinmektedir. Türkiye’de Batılı fikirlerin girdiği bir kanal da ordudaki yenileşme çabalarıdır. Kültürel Avrupalılaşma salon faaliyetlerinin neticelerinden biridir. Yeni Osmanlılar, Londra’da Urquhart ile temas halinde idiler. Yeni Osmanlılar ismiyle tanınan Batıcı memur-aydın tipin, “aracılık” ettiği köklü inançları oluşturdu. Bu genç insanların kurdukları en küçük bir olağanüstü yönü olmayan hareket, böylesi farklı unsurlardan oluşturulmuş -her ne kadar kısa ömürlülüğemahkûm ise de kendi ruhlarını kuvvetle destekleyen ve Türk düşüncesi üzerinde silinmez izler bırakan- bir sentez idi.

İbrahim Şinasi

İbrahim Şinasi Mustafa Reşid Paşa’nın himayesindebürokrasiye intisap ediyor. Maliye üzerine eğitim görmesi için Paris’e öğrenci olarak gönderiliyor. Yaklaşık olarak 1848-1854 arasında Paris’te bulunduğu varsayılıyor.

Paris yıllarında Şinasi’nin, maliye alanında eğitim görmenin yanı sıra, Fransız entelektüel hayatını da yakından takip ettiği anlaşılıyor. Bu dönemde, 1826’da kurulmuş bir oryantalist dernek olan Societe Asiatique’e üye olarak kabul edilmiştir. Dönemin en meşhur oryantalisti olan Sylvester de Sacy’nin oğlu Samuel de Sacy ile tanışmış, yakın ilişkiler geliştirdi.

Page 19: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Şair Evlenmesi Şinasi 1859’da, hayatında özel bir yere sahip Courrierd’Orient gazetesinin sahibi Jean Pietri’nin matbaasında Tercüme-i manzume’sini bastırdı. Saray tiyatrosunda oynanmak üzere kaleme aldığı Şair Evlenmesi de bu sıralarda bitmiş bulunuyordu. Türk edebiyatının neşredilmiş ilk telif tiyatro eseri olan bu tek perdelik komedi, eski evlenme usulünün bir hicvinden ibarettir. Bu komedinin iki önemli özelliği vardır. Bir taraftan, bize edebiyatımızın o zamana kadar semtine uğramadığı yeni bir realizmin kapısını açar, öbür taraftan da, bunu yapmak için halka gider, orta oyunu ve meddah hikâyeleri gibi mahalli sanatlardan faydalanır. Dikkat edilecek bir nokta da konuşma şeklidir. Şinasi’nin kahramanları, hayatta yaşayan dille, sokağın diliyle konuşurlar.

1859 Kuleli Vakıası olarak bilinen, mevcut hükümete yönelik darbe girişiminde adı geçmişse de herhangi bircezalandırmaya uğramamıştır.

Tercüman-ı AhvalAgâh Efendi ile 1860’de çıkmağa başlayan ve hususi ilkTürk gazetesi olan Tercüman-ı ahval gazetesini çıkarır. Şinasi’nin bu gazetedeki asıl rolü, Takvim-i Vekayi ve Ceride-i Havadis’ten farkı olan dilinin tanzimi, çıkacak yazıların seçilmesi ve düzenlenmesi hususlarında görülür.

Tasvir-i EfkarTasvir-i Efkar adı ile Fuad Paşa’nın sadrazamlığı zamanında çıkabildi. İlk nüshası Fuat Paşa vesilesiyle

Page 20: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Abdülaziz’e arz edildiği vakit, sultanın bir takdir nişanesi olarak Şinasi’ye 500 altın lira gönderdiği, fakat Şinasi’nin bu hediyeyi kabul etmek istemediği rivayet edilmektedir.

1830’ların ve 1840’ların Batılılaşma çabalarının ürünüolarak kurulan okullardan mezun yeni anlayışla yetişmiş gençler Tasvir-i Efkar’ın etrafında toplanmaya başlarlar. Gazetede Namık Kemal’in gazetedeyazıları yayınlanmaya başlar. Bu ilişki ağı neticesinde Şinasi’ye, Yeni Osmanlıların ileri gelenleri tarafından, Yeni Osmanlı hareketinin reisi gözüyle bakılmış ve ifade edilmiştir.

Şinasi, Müntehabat-ı Eş’ar’ın [Şiir Seçkisi/Antolojisi] başına Reşid Paşa hakkındaki kasidelerini koymasına karşılık, Abdülaziz’e kaside değil, bir mısra ile bile yer vermeyişi ve Reşid Paşa’ya dair kasidelerdeki muhtelif fikir ve imalar ile bu eserin devri için çok hissedilir siyasi bir etkiyi ifade etmesi dikkat çekicidir. Gazetenin çıkarılmasının üzerinden henüz 1 yıl geçmiş iken, Abdülaziz’in, bir devlet memuru olmasına rağmen,devlet aleyhine yazılar yazmasının doğru olmadığı ifade edilerek Fuat Paşa’dan Şinasi’nin Meclis-i Maarif görevinden azledilmesini istediği biliniyor. Ancak, Şinasi’nin yazıları gözden geçirildiğinde devlet politikalarına ilişkin çok ciddi bir eleştirisinin olduğunu söylemek zordur. Bir diğer sebep de, yazılarında dile getirdiği imalar dolayısıyla olabilir Azli için gösterilen resmi sebep Tasvir-i Efkar’da “devlet meselelerinin çok sık zikredilmesi” idi.

İkinci Paris seyahati itibaren, Şinasi bütün çalışmalarını Türk dilinin büyük bir

Page 21: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

lügatini/sözlüğünü hazırlamaya hasretmiştir. Matbaasında harf döküm tekniklerinin gelişimi ile ilgili çalışmalar yapmış ve yeni bir harf sistemi geliştirmiş olduğundan bahsedilir. Bir taraftan eski eserlerini yeni harflerle bastırmış, diğer taraftan dasözlüğünün son 10 harfi üzerinde çalışmalarını sürdürmüştür. Şinasi’nin asıl ehemmiyeti, verdiği eserlerden ziyade, yol açıcı oluşundan kaynaklanmaktadır.

Edebiyatı, siyasi düşüncelerin hizmetine sokan, Avrupa şiirini ilk defa müstakil bir kitapta manzum tercümelerle tanıtan, telif ilk tiyatro eserini ortayakoyan, sade ve mazmunsuz bir şiire varmağa çalışan, hususi gazeteyi kurup inkişaf ettirerek matbuatı resmive yarı resmi gazeteler dairesinden dışarı çıkaran, Türk nesrinin sadelik ve tabiilik kazanmasında birinciderecede rol oynayan ve yeni bir Türk nesrinin doğuşunu hazırlayan Şinasi’dir.

Kendi şiirlerini Müntehaba-i eş’ar ismiyle basmıştır. Yenilik ve sadelik fikri, Şinasi’yi mazmunları çözmekten başka, herkesin kolayca anlayabileceği, sözlüksüz bir şiir dili kurma yolunda bazı teşebbüslere de sevk etmiştir. Arapça ve Farsça’dan tamamen arınmış bir şiir dilinin arayışı içine girmiştir.

Şinasi’nin şiirinin en mühim cephesi devrine yeni görüşler aşılamak istediği 1855-1857 yılları arasında Reşid Paşa için yazdığı kasideler ile dini manzumelerinde ortaya koyduğu fikri muhtevadır. Şinasibu kasidelerini siyasi, hukuki, içtimai ve felsefi telakkilerini ifade etmek için yazmış gibidir. Bunlarda tanzimat, millet, sadr-ı millet, kanun, devlet, reis-i cumhur, medeniyet, taassup, cehil,

Page 22: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Encümen-i Daniş gibi o zamana kadar kasidelerde yer almamış mefhumları şiir diline sokar. Bu kasidelerde bir çok beyitler, şahsa hiç yer vermeyen sırf fikirdenibaret muhtevaları ile bir makaleden gelmiş cümle ve paragraflara benzerler. Siyasetle edebiyatı birleştiren

Şinasi, böylece şiirin siyasi düşünüş ve davranışlarınbir tebliğ vasıtası olması çığırına açar. Şinasi gazetede yeni bir nesir dili vücuda getirirken okuyucusunu siyasi ve içtimai meseleler üzerinde düşünmeğe sevk eder.

Durub-ı Emsal-i Osmaniye [Osmanlı Atasözü ve Deyimleri) Şinasi’nin, önemsediği bir eseridir. Şinasibu çalışmaya, halk felsefesini, milletin dünya ve hayat görüşünün bir ifadesi telakki ettiği için Türk atasözlerini toplamaya önem vermiştir. eseri bizde ilkmukayeseli atasözü kitabı olarak kabul edilir.

Şinasi’nin DüşüncesiŞinasi Avrupalılaşmanın ilk önemli savunucusu olarak görülür. Artık reformcuların safları arasından, yeni bir sınıf, reformcu bir aydın grubu ortaya çıkmaktaydı. Daha sonra aynı aydınların, Yeni Osmanlılar hareketine öncülük ettiklerini görülecektir. Bu yeni aydın grubu Babıali kalemlerinden yetişmiş kişilerdi, özellikle de TercümeOdası’ndan. Bu genç insanlar yeni reform problemlerinitartıştılar ve kendilerine bir ideoloji ürettiler. Babıali reformcularından farkları da bir ideolojiye sahip olmalarıydı.

Page 23: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Bu aydın zümresinin gelişimi aynı zamanda Türk gazeteciliğinin tarihi ile de sıkı ilişki içerisindeydi. İlk Türkçe yayınlanan gazete II. Mahmuddöneminde yayınlanmaya başlayan Takvim-i Vakayi’dir. Resmi bir gazetedir. Daha sonra, 1840’da Mr. Churchill’in imtiyaz alarak çıkardığı Ceride-i Havadisgazetesiyle karşılaşıyoruz. Yarı resmi bir gazete olarak bilinmektedir.1860’da ise Şinasi’nin Agah Efendi ile birlikte kurmuşolduğu ilk özel gazete olan Tercüman-ı Ahval ile karşılaşmaktayız.

Ceride-i Havadis ile Tasvir-i Efkar arasında bir rekabetin yaşandığı görülmektedir. Tasvir, Ceride’ninkinden çok daha sofistike makalelere ve hem de tam bir yenilik olan siyasi hadiselerin tahliline yer vermekteydi. Şinasi, dikkatlice ve dolaylı yoldan,fakat yine de sürekli olarak siyasi ve sosyal konularaatıfta bulunmak suretiyle, gazetesini, okunma açısından Ceride’nin önüne geçirmiştir.

Şinasi’nin Türkçe’nin klasik üslubunu benimseyenlere karşı yürüttüğü mücadeleden kazandığı şöhretin bir neticesi olarak Tasvir-i Efkar’ın prestijinin zirveye ulaşması önemlidir. Tasvir-i Efkar, sadece Türkiye’deki ilk özel gazete olması nedeniyle önemsenmemiştir; o aynı zamanda modern okulun ilk dilegelişi olarak değerlendirilmiştir. Bu gazetede, ilk kez bir Avrupa dilini ve edebiyatını bilen ve anlayan bir Osmanlı yazarının, bu dil ve edebiyatın belirli temellerinden hareket ederek, bilinçli bir biçimde Türk edebi üslubunun bütün binasını yeniden inşa etmeye koyulmuş olması önemsenmiştir.

Türk dilinin sadeleştirilmesi devlet tarafından başlangıçta desteklenmiş hareketler olmasına rağmen,

Page 24: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

gazeteciliğin gelişmesi sayesinde kurulan iletişim kanallarının değerinde anlamlı bir hızlanma vuku bulmuş ve potansiyel olarak üç güç serbest kalmıştır: Birincisi, okuyucu ile editör arasındaki doğruda temas; İkinci olarak, olgusal hadiseleri açıklayan herhangi bir yazılı ürünü telkin etmek için gerekli olan asgarirealizm; Son olarak da, “halk” veya “millet” gibi Avrupai liberal tabirlere vakıf olmanın sağladığı güçtür.

Şinasi’yi takipçileri olan Yeni Osmanlılardan ayıran şey, daha bir Aydınlanma adamı olmasıdır. Namık Kemal ile ortak yönü, insanın mükemmelleştirilebileceğine olan inanç ve halka yönelik bir ilgiydi.Şinasi’nin daha önceki fikir akımlarını benimsemesi, kendisini daha evrensel bir adam, daha kozmopolit bir bilge haline getirdi. Siyasi meselelerde oldukça ihtiyatlı bir üslup takip ettiği gözleniyor.

Şinasi’nin geleneksel hukuktan ayrılan yönü, her şeyden önce, hükümdarların öteki dünyada olduğu kadar,bu dünyada da yaptıkları işlerden sorumlu oldukları idi. İkinci olarak, hükümdarın dışında bir kanun koyucu olması fikri, daha önceki İslam düşüncesine tamamen yabancıdır. Şinasi’nin halk anlayışı belirsizdir. Tasvir-i Efkar’ın önsözünde, vazifesini “halkın kendi çıkarları olarak neye inandığını belirlemek” şeklinde düşündüğü ve bunun da Türkiye için yeni bir fikir olduğu zikredilmektedir.

Şinasi’nin pek çok şiirinde “akıl” kelimesi geçer. Bilgi akılcıdır ve akılcı olmalıdır. Fakat akıl bir vasıtadır, onunla erişeceğimiz bir şeylerin olması gerekir. Burada karşımıza medeniyet kelimesi çıkar. Bu

Page 25: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

kelime, onun teklif ettiği sistemi, cihazın bütününü özetler.

Devrinin özellikleri nedeniyle olsa gerek, Şinasi açıkça konuşmaz, konuşamaz. O Batıcıdır, medeniyetçidir, Tanzimat’ı ve onun getirdiği kanun fikrini benimsemiştir. Şinasi, bu kasidelerde medeniyetten bir din gibi bahseder. Hiç olmazsa benzetmelerini dinin lügatinden alır. Getirdiği nizamla bize medeniyetin kapısını açan Reşid Paşa’yı bir peygamber gibi över. Bu yeni dinin kitabı vardır: “kanun”. Kanun bu yeni dinin getirdiği hükümlerin yahut değerlerin müeyyidesidir. Bu değerlerin başında adalet, hikmet ve hak mefhumları gelir. Şinasi, Avrupa’da bir medeniyetin ve düşünce sisteminin eğitimini almıştır. Bütün bu düşünceler 17. ve 19. yüzyıl Fransa sından gelen düşüncelerdir.

Namık Kemal (21 Aralık 1840 -2 Aralık1888)Ününün sürmesi; bir yanıyla düzyazılarında kullandığı sade Türkçe nedeniyle hala okunabilir olmasına, diğer yanıyla da üslubundaki sağlamlık, fuzuli kelimelerden ve ağdalı üsluptan kaçınmasına bağlıdır. Bunun ötesinde, vatan ve vatanı kurtarma, millet, hürriyet fikirleriyle dolu şiirleri de bu üne katkıda bulunan bir diğer husustur.Namık Kemal’in yazıları büyük ölçüde iki problemin çözümüne yöneliktir: Birincisi, Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünün nasıl temin edilebileceğidir; ikincisi ise, medeniyet ve kalkınma yönünde ilerlemenin nasıl sağlanabileceğidir. Cevabını aradığı bu sorular, onu Osmanlı Devleti’nin kaderini değiştirebilecek bir sistem arayışına yöneltmiş gibidir. Bulduğu çözüm, hürriyet ve adalet ilkeleri üzerine kurulmuş bir parlamento fikridir (‘usul-i meşveret’ sistemi).

Page 26: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Üslubunda göze çarpan bir diğer özellik; siyasi düşüncede gerekli gördüğü değişiklikleri yine halkın kabul edebileceği referanslara atıflar yaparak dile getirmesidir. Bu çerçevede, yazılarında pek çok ayet, hadis ve menkıbeye rastlamak mümkündür.

Namık Kemal’in gazetecilik hayatı Şinasi’nin çıkarmış olduğu Tasvir-i Efkâr gazetesinin 35. sayısında (27 Teşrin-i Evvel 1862) yer alan ‘zenci’ başlıklı yazısıyla başlar. Yeni Osmanlıların ilk yayın faaliyeti olarak yeniden çıkarılmaya başlanan Muhbir gazetesine pek bir destek vermemiş; ancak onun yerin çıkarılacak olan Hürriyet gazetesine 63. sayıya kadar yazılarıyla önemli katkılarda bulunmuştur. Gazetede kaleme aldığı kuramsal yazılar, bir anlamda, Yeni Osmanlı hareketinin de siyasî söylemleri olarak değerlendirilmektedir.

24 Kasım 1870’de İstanbul’a döndükten sonra Diyojen gazetesinde imzasız yazılar yayınladı. İbret gazetesininyanı sıra Hadîka gazetesine de yazılar göndermiştir. İbret gazetesinin bütünüyle kapatılması, Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre piyesinin oynanmasıyla aynı zamana rastlar. Kemal’in aktif gazetecilik hayatı, sürgün edilmesiyle sona erer. Sürgünde iken siyasi gelişmeleri takip etmiş, gazetelere imzasız yazılar göndermişti. Bu döneminde roman ve tiyatro eserleri kaleme almış, daha önce başladığı Osmanlı Tarihi adlı eserini de bu dönemde tamamlayabilmişti.

Namık Kemal’in Siyaset Teorisi ve Hürriyet, Vatan ve Millet Etrafındaki Düşünceleri Namık Kemal’in siyaset teorisinin özü, Hürriyet ve İbret gazetelerinde yazdığı makalelerde bulunur. Namık Kemal’in siyasi felsefesi, iki açıdan incelenebilir:

Page 27: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Birincisi, geleneksel ve Batılı siyaset kavramları arasında amaç, kaynak ve iç tutarlılık bakımından gerçekleştirmeye çalıştığı sentez; İkincisi ise, Türk düşünürlerinin sonraki kuşaklarını etkileyen birtakım önemli siyasi kavramların Türkiye’ye sokulmuş olması açısından.

Namık Kemal, hem Batılı siyaset felsefecilerin eserlerinde hem de Müslüman filozofların eserlerinde karşılaştığımız ikinci tavrı tercih etmiş görünmektedir.

Namık Kemal’e göre, hükümeti meydana getiren güç “şeriat”tir. Namık Kemal, “güçlü ve haksızlık yapmaya yetkili” bir çoğunluk kabul etmez. Çoğunluğun iktidarının sınırları bulunduğunu belirtir. Bu noktada, ölçülü olması gereken hükümetin faaliyetlerine karşı nihaî ölçüt olarak, egemenliğin gerçek kaynağı, vatandaşın özel şahsiyetinin dokunulmazlığını görür. Kemal’in makalelerinin çoğu, Osmanlı İmparatorluğu’nda“meşveret sistemi”nin kurulmasının gerekliliğine götürecek biçimde kurgulanmıştır.

Kemal’in üzerinde ısrar ettiği şey, ülkenin Şeriat’in dışında kalan kanunlarının herkesin ulaşabileceği bir hale getirilmesiydi. Kemal’in zihninde iki hedef vardı: İlk olarak, kanun ve nizamların “herkesin anlayabileceği bir dilde” yazılmasını ve ikinci olarak da, çok sayıda Hatt-ı Hümayunun yürürlükte oluşunun bir hantallık yarattığını ve farklı tarihlerde ilan olunan çeşitli kanun ve fermanların imparatorluğun temel kanunlarını oluşturmasının uygun olmadığını belirtmekte ve bu kanunların derlenmesini teklif etmekte idi.

Page 28: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Namık Kemal, ABD, Prusya ve İngiltere anayasalarını elemiş ve Türklere model olacak anayasanın Fransız anayasası olduğu sonucuna varmıştı. Namık Kemal, eleştirilerini genel irade kavramına doğru genişletir. Hukukun ahlaka dayalı olamayacağına inanmaktadır. Ona göre, “doğru olan ve olmayan şeyin ilmi” dine dayanmaktaydı, o da şeriatti.

Türk tarımının geliştirilmesine, yerli sanayinin geliştirilmesi için vergi reformuna ilişkin tavsiyelerde bulunur. Avrupa’daki ilerlemeyi meydana getiren unsurlardan birisinin, iyi bir yönetim tarafından iç güvenliğin sağlanması olduğunu açık bir şekilde görmüştür. Avrupa’daki ilerlemeyi meydana getiren unsurlardan birisinin, iyi bir yönetim tarafından iç güvenliğin sağlanması olduğunu düşünür. Avrupa ilerlemesine duyduğu hayranlığa rağmen, Batı felsefesini kullanmaya henüz hazır gözükmez.

Hürriyet kelimesi Kemal’in bir buluşudur. Türk literatüründe “ata yurdu” anlamındaki vatan kelimesi de, ilk yaygın kullanımını ona borçludur. Namık Kemal’in vatanseverlikle ilgili ifadelerindeki anahtarkelimeler, “vatan”a ilaveten, “Osmanlı”, “ümmet”, “millet”, “Türk”, “kavim” ve “mezhep” kelimeleridir.

Vatan yahut Silistre, bu çerçevede, Türk kahramanlığının vevatanseverliğinin bir övgüsüydü. Son sürgün edilişi esnasında, Türklerin askerî başarılarını araştırma arzusuyla kendisine teklif edilen bir Osmanlı tarihi yazması, Namık Kemal’in bizzat, yeni bir Osmanlı milleti meydana getirmekten çok, Türklerin şanlı geçmişleriyle ilgilendiğini gösterir.

Page 29: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Ziya Paşa [Abdülhamid Ziya] (1825-1880)Namık Kemal’in makaleleri çoğunlukla siyasetin genel ilkelerinin dışına çıkmazken, Ziya Paşa’nınkiler ekseriyetle Osmanlı İmparatorluğu’ndaki idari uygulamaların iyileştirilmesi üzerinedir. Namık Kemal’e kıyasla çok daha ihtiyatlı bir tarza sahiptir.Yaş itibariyle de, Yeni Osmanlıların en yaşlı üyesiydi. Ziya Paşa da, Reşid Paşa’nın himayesinde idi. Reşid Paşa’nın hayatta olduğu dönemlerde yazdığı şiirlerinde onu övmekte ve Reşid Paşa’nın batılılaşma hareketlerinin büyüklüğünü vurgulamaktaydı.

Yeni Osmanlı hareketinin lideri pozisyonunda bir konum işgal etmiştir. Avrupa’da iken Hürriyet gazetesiniNamık Kemal’le birlikte çıkarmış ve derginin önemli makalelerinden bir kısmı onun kaleminden çıkmıştır. Siyaset ve devlet yönetimine ilişkin düşüncelerine Hürriyet’te kaleme aldığı bir dizi makalede rastlanmaktadır. Ziya Paşa, bu yazılarında, önce, toplumun kaynağına değinir, buradan adım adım Osmanlı’nın çöküşünü açıklamaya geçer.

Ziya Paşa’nın teorisinde hukukun önceliği devletin üzerindedir. Bu da, İslam siyaset teorisinin bir özelliğidir. Hükümet, bir devlet mekanizmasından öte “adaletin dağıtılması” demektir. Teorisinin bir diğer yanı da, toplumun kendi hükümranlığını kendi hakimine devretmediğine, fakat daima onu sorumlu tuttuğuna ilişkindir. Ziya Paşa’nın, teorisinde İslam’da otoritenin ilahi bir kategori olduğu gerçeğinden ve yöneticilere itaat etmeyi Kur’an ahkamına dayandıran teoriden bahsetmeyi ihmal edildiği görülür. Şeriatı da, sadece, hükümdarı halka zulmetmekten alıkoyan hukukun mükemmel bir ifadesi olarak değerlendirir.

Page 30: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Ziya Paşa, Türkiye için muğlak bir parlamenter mekanizma kurmaya çalışırken, aynı zamanda Yeni Osmanlıların “isyan”ından uzak olduğunu açıklamaya çalıştı. Anlaşılan, Ziya Paşa hükümdara hala saygılı ve de bağlıdır.

“Rüya” başlıklı yazısında Ziya Paşa, bir millet meclisi kurulmasını teklif etmekte, ancak bunun hiç bir biçimde hükümdarın “meşru Bağımsızlığı”nı kısıtlamayacağını belirtmektedir. Ziya Paşa da, insan hürriyetinin Allah’ın insana doğuştan ihsan ettiği birlütuf olduğu inancındadır. Ziya, bu fikri, hürriyetin hukuk olmaksızın tasavvur edilemeyeceği fikrini yaymakiçin kullanmıştır. Hürriyeti korumak üzere yapılan kanunlar, bir toplumun varlığının devamını ya da çöküşünü de belirler. Ziya Paşa, burada, Osmanlı İmparatorluğu’nun bozulma tehlikesi ve kültürel kimlik kaybı tehlikesi olmaksızın Şeriat’ın terk edilemeyeceğine inanmaktadır. Ziya Paşa için önem derecesi yüksek bir diğer husus da, Tanzimat’tan sonra olduğunu iddia ettiği, Devlet’in zayıf düşmesi idi. Ziya Paşa, devletin çöküşünün nedenlerini tanımlamaya çalışmıştır. Ona göre bu çöküşün asıl sebeplerinden bir tanesi, şehzadelerin sadrazamlar tarafından devlet işlerinden bihaber tarzda sarayda kapalı tutulmalarıdır. Ziya Paşa, devletin çökmesinde gaza fikrinin kaybolmasının da bir rolü olduğunu düşünür. Ona göre, hükümdarın konumunun değişmesinin bir diğer önemli sonucu da, saray entrikalarının kural ve bir resmi mevkiin en çekici yönünün kazanç haline gelmesiydi.Ziya’nın yazılarının özgürlükçü bir içeriği olduğu inkar edilemez. “Halk egemenliği” kavramının, onun tarafından, Kemal’in kullandığı kadar geniş olarak kullanılan bir kavram olmadığı doğrudur. Yine de

Page 31: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Ziya’nın idari sorumlulukla ilgili projesinin, sultanıaşırı şekilde övmesi sebebiyle bozulduğu da doğrudur; fakat hükümetin halk için adalet anlamına gelmesi onunteorisinin önemli bir yönü idi. Ziya Paşa, Osmanlılar arasında “eşitliği” tesis etmekiçin 1856 Fermanıyla girişilen teşebbüslerden söz ederken, mali açıdan son derece perişan oldukları için, fakirlerin İzmir’de çocuklarını kaybetmekle karşı karşıya kalırlarken, “üst sınıflar”ın İstanbul’da zenginlik içinde yüzdükleri sürece “eşitliğin” anlamsız olduğunu belirtir.

Ali Suavi (1839-1878)İlk eserini 17 yaşında hac yolculuğuna çıkmadan önce İstanbul’da yazmış. Köklü bir medrese eğitimi almamış,ancak kendi kendisini yetiştirmiş olduğu anlaşılıyor. Gazeteciliğe 1867 yılı ocağında Muhbir gazetesinde başladı. Çıkış yazısında gazetenin amacının “Ahali-i şarkiyyenin terakki-i ma’arif ü medeniyetlerini mucib olacak efkar-ı cedideye serbazlık vermek ve şarklılar hakkında Avrupa’nın efkarını tashihe çalışmak için” olduğu belirtiliyor.

Ali Suavi, Yeni Osmanlıların diğer mensuplarıncadışlanan bir kişidir. Muhbir gazetesininyayınlanmasından bir müddet sonra hareketle arasıaçılan Suavi, Londra’da David Urquhart ve çevresiyletanışır ve onlarla birlikte hareket eder. Urquhart’ıngörüşleri ile Ali Suavi’nin görüşleri arasında ufaktefek farklar dışında büyük bir uygunluk bulunduğudikkati çekmektedir. Ali Suavi’nin Meşrutiyet yanlısıolması aralarındaki tek farklı hususu oluşturmaktadır.

Muhbir’de Suavi’nin dışında imzası olan tek yazarCharles Wells (1839-1917)’dir. Gazetecilik, öğretimüyeliği ve Dışişlerinde tercümanlık görevlerindebulundu. Türkçe Tedbir-i İktisad isimli bir de iktisat

Page 32: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

eseri vardır. İngilizce-Türkçe Redhouse sözlüğününgeliştirilerek ikinci baskısının yapılmasınısağlamıştır. Macar kökenli bir oryantalist, türkolog,seyyah ve İngiliz casusu olduğuna inanılan ArminusVambery de, Muhbir’de yazı yazan İngilizlerarasındadır. Aynı zamanda Hürriyet’te de yazıyazmıştır.

Namık Kemal ile ilk gerginlikler, Muhbir’in 11.Sayısında Namık Kemal’in Girit meselesine ilişkinyazdığı yazının Ali Suavi tarafından şerh edilerekyayınlanmasıyla başlar. Kemal bu yazısında Padişah’ıhedef almıştır. gazetenin Suavi’nin kontrolünde olmasıve istediklerinin dışında yazılara izin vermeyişi deNamık Kemal ve arkadaşlarını sinirlendiren birolaydır. 35. Sayının yayınlanmasından sonra NamıkKemal ve Ziya Paşa, Suavi’den, Muhbir’in YeniOsmanlıların yayın organı olduğuna dair ibareninçıkartılmasını istemişlerdir. Ancak bu istek Suavitarafından yerine getirilmemiştir. Muhbir 50. sayıdakapanmıştır. Bunun sebebi meçhuldür. Gazeteninyayınlandığı süre içinde Osmanlı topraklarınasokulmaması için, Babıalinin İngiliz elçiliklerinedilekçelerle başvurduğu görülmektedir. Muhbir’inkapatılmasından sonra, Paris’e çekilmiştir.

Suavi 1869 yılının Temmuz ayında her şeyiylekendisinin olan Ulûm gazetesini çıkarmağa başlamıştır.Mecmua-ı Fünun’un bir manada takipçisi olduğu iddiaedilmiştir. Ancak, Ulum hem diyanete, hem de o döneminpolitik gelişmelerine yer vermektedir. Her ikiderginin de tabii bilimlere yer vermiş olmalarıaralarındaki benzerliği oluşturmaktadır. Muhbir gibibaştan sonra tenkit, polemik ve kavga ile doluolmamakla birlikte, bütün bu unsurlardan tamamen dearınmış değildir.

Page 33: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Ulum, genel, ansiklopedik bir periyodiktir. Tarih,coğrafya, dini bilimler, felsefe, pedagoji, sosyoloji,hukuk, siyaset, fen ilimleri Ulum’de yer verilen ilimdallarıdır. Ulum’da “Tarih-i Efkar” başlığı altındailk defa felsefe tarihi bilgisi vermiş ve Yunanfilozoflarından etraflıca bahsetmiştir. Savaş sebebiile Paris’i terk eden Suavi, savaş sonrasında ilksayısını Lyon’da, sonraki 8 sayısını Marsilya’dayayınladığı Muvakkaten Ulum Müşterilerine isimli bir dergiçıkarmıştır.Suavi, ayrıca Ulum’da Yeni Osmanlılar Tarihi ve sadece ana fikrini verdiği Yayalar isimli bir piyesten bahsetmiştir. Yazıların amacı Mustafa Fazıl Paşa’nın durumunu ortaya koymaktır. Bu yazılarda Mustafa Fazıl Paşa, mevki ve makam hırsı için samimi duygularla harekete geçen gençleri kandırmak ve yarı yolda bırakmakla suçlanmıştır.

Üsküdar Cemiyeti8 olarak bilinen bir gizli cemiyet arkadaşlığı olduğu, cemiyetin amacının da Murad’ı tahta çıkarmak olduğu biliniyor. Bu dönemde Suavi’nin Abdülhamid aleyhtarı bir hareket örgütleme çabasına girişir. 20 Mayıs 1878’de Ali Suavi daha önce organizeetmiş olduğu birkaç yüz muhacir ile Çırağan Sarayını basmış, nöbetçileri etkisiz hale getirerek Sultan Murad’ın harem dairesini girmiş ve sultan’ı “Sultan Murad Çok Yaşa” naralarıyla dışarı çıkarırken yetişen Beşiktaş Zabıta Amiri Hasan Paşa, askerleriyle olay yerine gelmiş, muhacirlerin üzerine ateş açılmış, 23 muhacir ölmüş, 15’i yaralanmış ve bu arada Ali Suavi de, Hasan Paşa’nın başına vurduğu sopayla olay yerindeölmüştür.Devrin diğer yazar ve fikir adamlarının çoğu gibi o daOsmanlı birliğine inanmış ve daha çok İttihâd-ı İslâm ideolojisini savunmuştur. Büyük ölçüde Şark kültürüyleyetişmiş olan Ali Suavi, çok yüzeysel de olsa Batı

Page 34: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

kaynaklı bazı yeni fikirleri öğrendikten sonra kendinegöre bir terkip yapmaya çalışmış, bu arada Türkçü görüşler de ileri sürmüştür.Ona göre medenî bir devletbirtakım kelime oyunlarıyla değil coğrafya, iktisat veahlâk bilgisiyle idare edilebilmektedir. Bu yüzden, Osmanlılardaki devlet yönetiminin şeri esaslara dayanmadığını öne sürerek hilâfet müessesesine karşı çıkarken monarşi adını verdiği mutlakıyet rejimi yerine parlamento esasına dayalı meşrutî sistemi savunur. Ali Suavi’nin el attığı diğer konularda olduğu gibi tarih ve özellikle eski Türk tarihi hakkındaki görüşleri de oldukça yüzeysel ve dağınıktır.

Muhbir ve Ulum’daki bütün yazılarının genel muhtevası içerisinde, Suavi’nin fikirlerinin üç noktada toplandığı söylenebilir: İlki, Osmanlıların damarlarına yeni bir enerji aşılama arzusu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yeniden güçlenmesini sağlama konusunda cebri tedbirler almaya hazır oluşu; ikincisi, sıradan insanlarla kendisini özdeşleştirmesive üçüncüsü, müesses iktidara karşı direnme isteği. Ali Suavi’nin aktivizmi, Osmanlıların kendileri için bir şeyler yapmaya başlamaları gerektiği inancını içerir.

Modern bilimlerin, İslam’ın uygun görmediği Antik Yunan’la bir ilgisinin olmadığını söyler. Suavi’nin esas siyaset teorisi, şöyle özetlenebilecek birkaç temel ilkeden işarettir: Allah, siyasi hakimiyetin kaynağıdır; Şeriat, bu hakimiyet vasıtasıyla ilahi plandan beşeri plana aktarılan bir unsurdur; ulema, yeryüzünde Allah’ın hükümranlığının somutlaşmasının yorumcularıdır; hükümdarlar ve vezirler ise, temel siyasi faaliyetlerin uygunluğu konusunda ulema tarafından verilen açıklayıcı kararların (fetvaların)

Page 35: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

uygulayıcıdırlar. Suavi’nin teorileri, aradaki siyasetteorisyenlerin tezlerinden ziyade, Kur’an’ın hükümlerine dönmüş bir haldedir.

Suavi’nin temsili hükümeti savunurken kullandığı argümanlar üç türlüdür: Bunlardan birincisi, gücünü hılfu’l-fudul müessesesinden almakta; ikincisi, nazar fi’l-mezalim ilkesine dayanmakta ve üçüncüsü ise, şura teorisine kadar uzanmaktadır.

Suavi’nin siyaset teorisinin en ilgi çekici yönü, sivil itaatsizlik (başkaldırı) hakkını savunmasıdır. Buna üç delil getirmektedir: (1) İlk halifelere atfedilen gelenekler; (2) Allah’a itaat etme ve kötülüklerden sakınma konusunda Peygamber tarafından topluma yüklenen Kur’ani mükellefiyet; (3) geç ortaçağ hukukçularından alınan ve anlamlarınıtam yerleştirmek için kaynaklarına kadar götürülmesi gereken argümanlardır.

SULTAN HAMİD DEVRİ: JÖN TÜRKLER ve İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİSultan Abdülhamit, gerici bir hükümdar olarak tanımlanmasına karşın hemen her alanda Osmanlı ülkesinde Batılılaşmacı kalkınma politikalarının yaygınlaştırıldığı, bayındırlık ve eğitim alanlarında yatırımların taşraya doğru genişletildiği bir dönemdi.Kendisini tahttan indirecek devrimci gençlerin kendi döneminde kurulan modern, batıcı eğitim kurumlarından yetişmiş olmaları herhalde bu paradoksun önemli bir göstergesi olarak görülse gerektir.

Page 36: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

II. Abdülhamid (1842-1917)’in iktidar yılları (1876-1909), padişahın/sarayın siyasal gücü yeniden elinde topladığı bir dönemdir. Midhat Paşa, Namık Kemal ve arkadaşlarının da girişimleri sonucunda anayasası ilanetmeyi kabul ederek 1876’da tahta çıktı. Kanun-i Esasiilan edildi. Ancak kısa bir süre sonra başlayan Osmanlı-Rus savaşı (1876-1878) esnasında Kanun-i Esasi’yi rafa kaldırdı.

Abdülhamid, 1839’dan beri ellerinde bulundukları devlet yönetimindeki güçleri bab-ı ali bürokratlarından geri aldı. Devlet Yıldız Sarayı’ndan idare edilmeye başlandı. Güçlü bir istihbarat teşkilatı kurdu. Teşikilat, istihbarat faaliyetleri yapıp elde edilen bilgileri merkeze ulaştırmanın ötesinde, padişahın propagandasını da yapmaktaydı. İktidar yıllarında Osmanlı Devleti çok ciddi sorunlarla boğuşmaktaydı. Devletin ekonomik yapısı feci bir durumdaydı. Devlet maliyesi iflas etmişti. Busorun 1881’de Düyun-u Umumiye’nin kurulmasıyla bir nebze olsun giderilmeye çalışılmıştı.

Ermeni Krizi Makedonya Krizi, Bulgaristan’da ve Girit’te yaşanan huzursuzluklar ve isyanlar, Tunus’un Fransızlar (1881) ve Mısır’ın İngilizler (1882) tarafından işgal edilmeleri ve müteakip süreçte yaşanan sorunlar, Sudan, Yemen ve Arabistan’da yaşanankrizler imparatorluğun bütünlüğünü tehdit eden döneminönemli siyasi olaylarıydı. Eğitim alanında önemli yatırımlar yapılmıştır: 14 adet yüksek okul ve ihtisasokulu açmış. Eğitim hizmetleri İstanbul dışına yaygınlaştırılmıştı. Bu şekilde Tanzimatçıların tersine, taşraya hizmet götüren bir padişah profili çizmekteydi II. Abdülhamit.

Page 37: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Sultan Hamid döneminde ciddi yatırımların yapıldığı bir alan olarak demiryolları ağı geliştirilmişti. Günümüz Türkiye Cumhuriyeti ve hatta Orta Doğu’daki demiryolu ağının büyük ölçüde II. Abdülhamit dönemindeinşa edildiğini bilmek bu açıdan açıklayıcı olacaktır.Bu dönemde inşa edilen Berlin-Bağdat Demiryolu ve Hicaz Demiryolu gibi yatırımlar elbette sadece ekonomik birer yatırım değillerdi, aynı zamanda siyasal yönleri de olan yatırımlardı. Sanayide yatırımların yapıldığı, telgrafın kullanımının yaygınlaştırıldığı ve ticaret alanında yeni gelişmelerin yaşandığı bir dönemdir II. Abdülhamit dönemi.

II. Abdülhamit dönemini niteleyen temel özelliklerden bir tanesi, dış politikada takip ettiği denge politikasıdır. II. Abdülhamit’in en fazla dikkat ettiği, belki de aynı zamanda en fazla nefret ettiği, Avrupalı güç İngiltere idi. İngiltere bir denge politikası geliştirmeye çalıştı. Rusya’nın yayılmacı politikalarına engel olunmaya çalışıldı. İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne yönelik saldırgan bir politika içerisine girdikleri görülmektedir. Avrupalı güçleri de tahrik etmeyecek şekilde karşısındaki güçlere, özellikle de dönemin yükselen yeni gücü Almanya’ya yaklaşan bir dış politika takip etti. Ancak bunu da açık bir biçimde yapmaktan kaçınacak, temkinli davranacaktır.

Osmanlı kara kuvvetlerinin ıslahını Almanlara verirken, donanmanın ıslahını da İngilizlere vermişti.Jandarmayı da Fransızlar ıslah ediyorlardı. Bağdat demiryolu imtiyazı Almanlara verilirken, Batı Anadolu’da kimi imtiyazlar İngilizlere, Suriye’de kimiimtiyazlar da Fransızlara veriliyordu. Tabii bunlar içinde en stratejik olanı Berlin-Bağdat demiryolu idi.

Page 38: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

II. Abdülhamit döneminin karakteristik bir diğer özelliği, diplomatik bir koz olarak kullanılan Pan-İslam siyasetidir. Pan-İslamizm, temel olarak dış politikada kullanılan bir söylemdi. Ülke içinde II. Abdülhamit’in İslamcılık tarzında bir siyaset takip etmediği tam tersine ülkenin Batılılaştırılmasına yönelik çabalara hız verdiği görülmektedir. Panislamizm siyaseti, sömürgeci devletlere özellikle de dönemin en büyük Müslüman nüfusunu imparatorluğu içerisinde barındıran İngiltere’ye karşı bir tehdit olması için uygulamaya konmuştur. Pan-İslamizm bir gerçeklikten ziyade II. Abdülhamit’in bir dış politikakozu olarak zaman zaman kullanmak üzere geliştirdiği bir siyaset olarak değerlendirilmelidir.

Düşünce alanında, Abdülhamit döneminin en meşhur adamıAhmet Mithat Efendi’dir. Halkı aydınlatma ve Batılılaştırma, özgürlüklerin sınırlandırılması, devletin bekasının sınırsız özgürlüklere tercih edilmesi vb. temel yaklaşımlar bu dönemin asli özellikleri olarak gözükür. Yanı sıra Servet-i Fünun, Ulum-ı İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası gibi düşünce tarihimizdeiz bırakmış edebiyat, iktisat ve sosyal bilim dergilerinin yayınlandığı bir dönemdir II. Abdülhamit dönemi.

Jön Türkler adı verilen genel bir muhalefet hareketini, bu muhalefet hareketi içerisinde pek çok farklı örgütün ortaya çıktığı, her bir örgütün ve fraksiyonunun yayın organı olarak pek çok derginin yayınlanmasıyla karşılaşılmaktadır. Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit, Hüseyinzade Ali, Akçuraoğlu Yusuf, Ahmed Agayef vb. gibi pek çok şair, edebiyatçı, gazeteci ve düşünce insanının yetiştiği, eserler

Page 39: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

verdiği oldukça hareketli bir dönemdir II. Abdülhamit dönemi.

Jön TürklerDaha çok II. Abdülhamid dönemindeki siyasî muhalefet hareketlerini ve bu hareketlere katılan kişi ve grupları ifade etmek için kullanılan bir tabirdir Jön Türk, Jön Türkler ya da Jön Türklük. 1857 yılında bir kavramolarak ilk kul-lanan kişi ise Hippolyte Castile olmuştur. Avrupalı ve Amerikalı yazarlar yeni rejimi “Jön Türk rejimi”, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni “JönTürk partisi” olarak tanımladıkları gibi II. Meşrutiyet dönemini “Jön Türk dönemi” olarak adlandırmışlardır.Jön Türk kavramı 1878 yılında Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın tatilinden sonra II. Abdülhamid rejimine muhalefet için ortaya çıkan kişiler ve onlar tarafından kurulan örgütler ve yayınlanan dergi ve gazetelerdir. 1889’da -daha sonra İttihat ve Terakki adını alacak olan- İttihâd-ı Osmânî Cemiyeti’nin kuruluşuna kadar Jön Türk eylemleri ferdî boyutta kalmıştır. 1889 yılından itibaren Jön Türklük bilhassaİstanbul’daki okullarda yüksek öğrenim gören talebelerin muhalefet hareketi haline gelmiştir. 1895 sonrasında ivme kazanmıştır.

Jön Türklerin hepsini kapsayan genel bir ideolojiden bahsetmek çok zordur. Bir anlamda Jön Türklüğün ve JönTürklerin ortak noktası, II. Abdülhamid rejiminden duyulan hoşnutsuzluk ve bu rejimi devirerek yerine meşrutî bir rejim tesis etme arzusu olmuştur. Çekirdekkadrolar İtibariyle Jön Türklüğün dünya görüşü pozitivizm ve biyolojik materyalizmden kuvvetli bir biçimde etkilenmiş ve cemiyetin bazı önde gelen liderleri, bilhassa 1905 öncesinde siyasî bir amaçtan

Page 40: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

ziyade toplumsal gelişmenin önünü tıkadığını düşündükleri dinin yerine bilimi hâkim kılma gibi felsefî mefkurelerin peşinde koşmuşlardır.

Bir ideolojiden ziyade bir dünya görüşünden bahsetmek ve bunu da çekirdek kadrolarla sınırlı tutmak gerekmektedir. Jön Türk basını Osmanlı basın tarihinin önemli bir kategorisini teşkil etmektedir. Bu yayın organlarında örgütsel düzenlemelerden dinî makalelere, ihtilâlci temalardan entelektüel tartışmalara kadar her türlü konu işlenmiştir.

İttihat ve Terakki Cemiyeti Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1889-1918 döneminde birbirinden çok farklı organizasyonlar şeklinde faaliyet göstermiş olup isim benzerliği dışında gerek örgütsel yapı gerek üyelerinin niteliği ve gerekse de ideolojik açılardan büyük farklılıklar gösteren bu cemiyetlerin ayrı ayrı tahlili daha uygundur. Jön Türk hareketinin değişik muhalefet unsurlarını uzun süre çatısı altında barındıran bu örgütün temelleri, 2 Haziran 1889 tarihinde dört Mekteb-i Tıbbiyye-i Şâhâne öğrencisi tarafından atıldı.

İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerinin Kahire/Mısır,Avrupa (Belçika, Fransa, İngiltere, İsviçre vs.) veBalkanlar (Manastır, Selanik ve civarı) olmak üzere üçönemli merkezde yoğunlaştıkları görülmektedir. Busüreçte İshak Sükuti, Mizancı Murad’ın, AhmetRıza’nın, Halid Ganem’in, Bahaeddin Şakir’in, Dr.Nazım’ın, Talat Paşa’nın, Cemal Paşa’nın, AbdullahCevdet’in, Enver Paşa’nın isimleri öne çıkmaktadır

Page 41: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

İbrahim Temo’nun öncülüğünde Abdullah Cevdet, İshak Sükûtî ve Mehmed Reşid, İttihâd-ı Osmânî adında bir cemiyetin kurulması için görüş birliğine vardılar.Bu alanda esas olarak Carbonari Cemiyeti ve Rus nihilistlerinin örgütlenme modelleri temel alınıp öğrenciler hücreler biçiminde teşkilatlandılar. Hareketin bu dönemdeki faaliyeti, yurt dışında basılangizli gazetelerin eski sayılarının öğrencilere okutulması ve Nâmık Kemal ile bazı arkadaşlarının eserlerinin el yazısıyla çoğaltılarak dağıtılmasının ötesine gitmedi.

Ahmed Rıza cemiyetin amaç, örgütlenme ve takip edeceğisiyaset konularında kendi görüşlerinin kabul edilmesini istedi ve cemiyetin adının İttihâd-ı Osmânî’den Auguste Comte’un ünlü mottosu “ordre et progres”nin [: düzen ve ilerleme] tercümesi olan “nizam ve terakki”ye çevrilmesini istedi. Cemiyet üyelerinin “ittihat” kelimesindeki ısrarları üzerine örgütün yeni isminin Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti olmasına karar verildiAynı dönemde cemiyet İstanbul’da çok sayıda bürokrat ve subayın katılımı ile faaliyet sahasını genişletti ve sultanın devrilmesi için girişimlerini yoğunlaştırdı. Geniş çaplı örgütlenme, aynı zamanda cemiyet içerisinde ilk önemli fikir ayrılığını ve gruplaşmayı da beraberinde getirdi. Cemiyet mensubu Ahmed Rıza’nın ihtilâl karşıtı siyasetine karşı çıktı ve bu yaklaşım yurt içindeki çok sayıda cemiyet mensubu ve sempatizanı tarafından da desteklendi. Bu şartlar altında Murad Bey, 1896 Temmuzunda cemiyetin yönetimini Ahmed Rıza’dan almak amacıyla Avrupa’ya geri döndü.

İstanbul’daki örgüt bir askerî darbe gerçekleştirmek için faaliyetlerini yoğunlaştırdı ve bu konuda

Page 42: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

padişahın politikalarından memnun olmayan çok sayıda subay ve bürokratın desteğini almayı başardı. Ahmed Rıza projeye karşı çıkmış, bunun üzerine İstanbul merkezi kendisini örgütten ihraç etme kararını almıştı. Ancak bu karar uygulanmadan ve darbe girişimibaşlatılmadan yapılan bir ihbar üzerine 1896 yılı Kasım ayı sonunda İstanbul teşkilâtı ele geçirilerek önde gelen isimleri sürgüne gönderildi.

1897’de Girit adasında âsilerin isyanı neticesinde başlayan Osmanlı-Yunan savaşında kazanılan zaferin kamuoyunda yarattığı coşku, esasen örgüt içi gelişmeler sebebiyle zor durumda olan Murad Bey liderliğindeki İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin durumunu iyice sarstı.

İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne göre bu bir “mütareke” idi ve Contrexeville şehrinde gerçekleştirildiğinden “Contrexeville mütarekesi” diye anılıyordu. Buna göre padişah gerekli reformları yapacak ve genel af ilân edilecek, cemiyet de bunlar gerçekleşinceye kadar her türlü neşriyat ve örgütsel faaliyeti durduracaktı. 1898 yılı içinde gerçekleşen bir dizi olayın sonucunda, Ahmed Rıza’nın cemiyet üzerindeki “de facto” kontrolü sona erdi ve Cenevre heyeti konumunu sağlamlaştırdı.

Bu dönemde İttihat ve Terakki Cemiyeti, Damad Mahmud Paşa ve İsmail Kemal gibi İngiliz taraftarı eski devlet adamlarının kullandıkları bir araç haline geldive örgütsel faaliyet yok denecek seviyeye indi. Ahmed Rıza ve Dr. Nâzım liderliğindeki Paris teşkilâtı bağımsız hareket etmeye başladı. İttihat ve Terakki Cemiyeti merkez yayın organı Osmanlı dır.

Page 43: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Prens Sabahaddin- İsmail Kemal ikilisi, Osmanlı Hürriyetperveran Cemiyeti adında ve İngiliz desteğiyle darbeyapmayı amaçlayan bir örgüt kurdular, Osmanlı’yı da buyeni örgütün yayın organı olarak yayınlamaya başladılar. Ahmed Rıza ve icraatçılar koalisyonu ise yeni bir örgüt kurma ve kendilerince neşredilen Türkçegazeteleri tatil ederek Şûrâ-yı Ümmet adında yeni bir yayın organını Mechveret ve Kürdistan dergilerine ilâvetenyayınlama kararı aldı. Ahmed Rıza ve icraatçılar arasındaki anlaşmazlık sebebiyle yeni cemiyete bir ad konamadı.

Edhem Ruhi ve Abdullah Cevdet beylerin Osmanlı İttihatve İnkılâp Cemi-yeti adında yeni bir örgüt kurup Osmanlı’yı bu örgütün yayın organı haline getirmeleriyle (15 Temmuz 1904) esasen fiilen sona ermiş bulunan Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti hukuken de ortadan kalkmış oldu. Ancak fikrî düzeyde Ahmed Rıza ile icraatçılar koalisyonu eski örgütü devam ettirdi.

Bahâeddin Şâkir’in Makedonya’daki Yunan komiteleri ve Makedonya-Edirne Dahilî İhtilâlci Cemiyeti [VMORO] ileDaşnaktsutyun cemiyetleri programları üzerine yaptığı çalışmalar sonunda 1906 yılı başında, ittifak, Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti adıyla yeniden örgütlendi ve faaliyetlerini yürütmek üzere idarî şubeler kurdu. Cemiyetin yeni nizamnamesi 1906’da Kahire’de basıldı.Şura-yı Ümmet bir yayın planı dahilinde neşredilen ilk Jön Türk mecmuası olma özelliğini kazandı.

1905 yılın-dan itibaren muhalifler faaliyetlerine hız verdiler ve Bursalı Mehmed Tâhir, Mustafa Rahmi (Arslan), Midhat Şükrü (Bleda), Edip Servet (Tor), Talât Bey (Paşa), Kâzım Nami (Duru), Hakkı Baha (Pars), Ömer Naci, Naki (Yücekök) ve İsmail Canbolat

Page 44: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

liderliğinde Hilâl Cemiyeti adını verdikleri bir örgütlenmenin temelini 7 Eylül 1906 tarihinde attılar.Cemiyetin adı 18 Eylül 1906’da Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’neçevrildi.

Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin birleşmesi 27 Eylül 1907’de iki cemiyetin birleşmesine ait belgeyi imzaladı. Buna göreyeni örgüt Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti ismini taşıyacak, merkezi Paris’te olan cemiyet bu yeni örgütün yurt dışındaki genel merkezi, merkezinin bulunduğu yer açıklanmayacak olan eski Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ise yurt içi genel merkezi haline gelecek ve otonom olmakla birlikte faaliyetlerini ortaklaşa sürdüreceklerdi. Bu ittifak cemiyetin ihtilâlcilik boyutunu büsbütün kuvvetlendirdi ve bilhassa askeri kadro içindeki örgütlenmenin hız kazanmasına sebep oldu.

Terakki ve İttihat Cemiyeti Jandarma Teşkilâtı adlı bir diğer kuvvet oluşturuldu. Vurucu gücün yanı sıra 18 maddelik ayrı bir program çerçevesinde faaliyet gösteren ve cemiyete ait propaganda malzemesinin dağıtılması ve yardımların toplanmasıyla görevli sivillerden oluşan şehir hücreleri kuruldu. Nisan 1908tarihi itibariyle cemiyet Rumeli’de Edirne, Draç, İşkodra, Manastır, Selanik. Üsküp, Tiran ve Yanya’da, ayrıca altmış sekiz küçük merkezde teşkilât kurmuştur.Manastır şubesi taş basması olarak Neyyir-i Hakikat adlı bir gazeteyi neşre başladı.

1908 Devrimi ve İttihat ve Terakki CemiyetiKolağası Niyazi Bey’in kurduğu Resne Millî Taburu”nun 3 Temmuz günü dağa çıkmasıyla isyan artık dönülmez birnoktaya geldi. İhtilâlden sonra tekrar İttihat ve Terakki adını kullanmaya başlayan cemiyet, Meclis-i

Page 45: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Mebusan’ın yeniden toplandığı tarihe kadar tedricen azalma temayülü göstermekle birlikte her türlü siyasî ve toplumsal gelişmeye müdahale ve bir anlamda bir “halk komitesi” gibi hareket etti.Kendisini “cemiyyet-i mukaddese” olarak ilân eden, çeşitli şehir ve kasabalarda ahaliye bağlılık belgeleri imzalattıran ve muhtelif bölgelere heyetler gönderen cemiyet, fiilî müdahalelerin yanı sıra hükümete de doğrudan emirler vermekten çekinmedi. Bu dönemde İttihat ve Terakki Cemiyeti dahilî merkez-i umûmî üyeleri ve Dr. Nâzım ile Paris’ten yurda dönen Bahaeddin Şâkir beylerden müteşekkil bir heyet tarafından idare edildi.

1908 Ekiminde cemiyet yeni bir siyasî program kaleme alarak yayınladı. 1909’da bu programda bazı değişiklikler yapılmıştır. Programa göre cemiyet siyasî, iktisadî ve içtimaî sahalarda çeşitli düzenlemeler yapılmasını benimsiyordu. Yine bu kongrede nizamname değiştirilerek yeni bir yapılanmayagidildi. Meclis-i Mebusan’ın açılması ile cemiyetin siyasî hayat üzerindeki tekeli bir ölçüde kırıldıysa da mebusların hepsinin cemiyet listelerinden seçilmesive cemiyet ileri gelenlerinden pek çoğunun mebus olması sebebiyle dolaylı kontrol bu gelişme sonrasındada sürdü.

31 Mart Vakıası, kısa bir müddet için cemiyetin iktidar üzerindeki belirgin kontrolüne ara verdiyse deisyanın bastırılması ve II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesi (27 Nisan 1909) sonrasında cemiyet daha dakuvvetli bir siyasî aktör haline geldi. 1911 yılında İttihat ve Terakki içinde Hizb-i Cedîd ismiyle, Miralay Sâdık (Şehreküştü) Bey ve Abdülaziz Mecdi (Tolun) Efendi liderliğinde bir muhalif ve muhafazakârgrup ortaya çıktı;

Page 46: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

İttihat ve Terakki’nin iktidar üzerindeki kontrolüne, bir paralel hükümet gibi çalışmasına ve 1912 seçimlerinde muhalifleri seçtirmemek için kullandığı yöntemlere gösterilen tepkiler sebebiyle, ayrıca cemiyet ve fırka tarafından desteklenen Said Paşa hükümetinin istifası ile İttihat ve Terakki, Gazi Ahmed Muhtar ve Mehmed Kâmil Paşa hükümetleri döneminde muhalefete geçti, cemiyet liderleriyle cemiyeti destekleyen gazeteciler bu dönemde baskılara maruz kaldı.

İttihat Terakki bu süre içerisinde, 1914 yılında seçimlerin yapılmasına rağmen meclisi devre dışı bırakarak ülkeyi yönetti ve Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girişi gibi hayatî kararlar aldı. 1913’te yapılan kongrede cemiyetin tamamıyla bir partiye dönüşümü benimsendi ve yeni bir program hazırlandı. İttihat ve Terakki, Teşkîlât-ı Mahsûsa adında paramiliter bir örgüt ve Türk Gücü Cemiyeti, Osmanlı Güç (daha sonra Genç) dernekleri gibi yine paramilitergençlik örgütleri kurduğu gibi Kara Kemal Bey’in organizatörlüğü ile çok sayıda esnaf ku-ruluşunu kendine bağladı, kendisini desteklemeyen basını susturdu, esasen dolaylı kontrolü altında olan Türk ocaklarını ise fırka ideolojisini yayan bir kurum haline soktu.

İttihat ve Terakki reislerinin Türkçü ve daha sonra Türk milliyetçisi fikirlerden derin bir biçimde etkilenmelerine rağmen cemiyet fırka Osmanlıcılık, Türkçülük ve İttihâd-ı İslâm gibi siyasetlerin hepsinidevleti kurtarabilmek amacıyla eş zamanlı olarak uygulamış, bu anlamda tam bir pragmatizm örneği sergilemiştir. yeni bir burjuvazi tesisine gayret göstermiştir.

Page 47: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

II. Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki kısa bir süre dışında paralel bir hükümet gibi çalışmış, MahmudŞevket Paşa suikastının ardından bütünüyle bir tek parti iktidarı kurmuştur. Saray, II. Abdülhamid’in tahttan indirilişi sonrasında siyasette belirleyici rol oynayan bir kurum olmaktan çık-mış, Babıâli bürokrasisi önce dolaylı olarak, sonra doğrudan İttihat ve Terakki hâkimiyeti altına girmiştir. İttihat ve Terakki’nin kendini bir “vatan kurtarıcı” teşkilât olarak görmesi ve kendine muhalefeti vatan hainliğiyle eş tutması, II. Meşrutiyet döneminin iktidar-muhalefet ilişkilerinin sertleşmesine ve iktidar değişimlerinin seçim dışı yöntemlerle gerçekleşmesine sebep oldu. Daha sonra Türk siyasî hayatı üzerinde derin tesir icra edecek bir tek parti geleneğinin kurulması sonucunu doğurmuştur.

Mondros Mütarekesi’nden sonra İttihat ve Terakki son kongresini 1 Kasım 1918 tarihinde topladı. Kongrenin üçüncü gününde İttihat ve Terakki’nin –Talat Paşa, Cemal Paşa, Enver Paşa, Bahaeddin Şakir, Dr. Nazım gibi- bazı liderlerinin yurt dışına kaçışlarının gerçekleştiği haber alındı ve 5 Kasım 1918’de İttihat ve Terakki Fırkası isminin tarihe karışması ve yeni bir fırkanın kurulması kararlaştırıldı. 11 Kasım 1918’de kurulan Teceddüt Fırkası, İttihat ve Terakki’nin yerini aldı.

Eski İttihatçı mebuslar, Teceddüt Fırkası ve Mütareke’nin hemen öncesinde kurulan Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkası bünyesinde varlıklarını sürdürdüler; 5 Mayıs 1919 tarihli Meclis-i Vükelâ kararı ile Teceddüt Fırkası kapatıldı ve mal varlığınael konuldu.

Page 48: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Millî Mücadele sırasında yurt dışına kaçan İttihatçı liderlerin önde gelenleri Daşnaktsutyun Komitesi fedaileri ve Bolşevik kuvvetler tarafından öldürüldüler. Millî Mücadele’nin başarısından sonra yurda dönen İttihatçılar ise yeniden örgütlenme çabalarına başladılar. 1922 yılında eski Maliye nâzırıCâvid Bey’in evinde toplanan İttihatçı liderler dokuz maddelik bir fırka programı hazırladılar. Daha sonra bazı İttihatçılar, 1924’te muhalefeti aynı çatı altında toplamaya gayret eden Terakkiperver CumhuriyetFırkası’nın faaliyetlerinde önemli roller oynadılar. 1926 yılı Haziran ayında Mustafa Kemal Paşa’yı hedef alan bir suikast girişiminin ortaya çıkarıldığının ilân edilmesinin ardından 26 Haziran’da başlayan İzmirmuhakemesinde bazıları eski İttihatçı olan on dört kişi idam cezasına çarptırıldı. Dr. Nâzım, Câvid, Hilmi ve Nail beyler 26 Ağustos 1926 günü idam edilirken öbür İttihatçılar değişik hapis cezalarına çarptırıldı.

II. MEŞRUTİYET DEVRİ DÜŞÜNCE HAREKETLERİOsmanlı Devleti’nde Kânûn-ı Esâsî’nin ilân edildiği 23Aralık 1876’dan Meclis-i Mebusan’ın geçici bir süre için tatil edildiği 13 Şubat 1878 tarihine kadarki döneme I. Meşrutiyet, meclisin yeniden toplanmaya davet edildiği 23-24 Temmuz 1908’den 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’ne veya 20 Ocak 1921 tarihli Teşkîlât-ı Esâsiyye Kanunu’nun neşri ya da saltanatın ilga edildiği 1-2 Kasım 1922 tarihine kadarki döneme de II. Meşrutiyet denmektedir.

1863 tarihli nizâmnâmenin Kânûn-ı Esâsî’nin hazırlanmasında bazı noktalarda yardımcı bir metin olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bunların yanında

Page 49: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

bizzat Kânûn-ı Esâsî’yi yürürlüğe koyan fermanda da belirtildiği üzere meşrutî idare Tanzimat ile başlayanıslahat sürecinin yeni bir aşaması olarak görülüyordu.Tanzimat dönemi paşalarından sultanın yetkilerinin sınırlandırılmasına yönelik bürokratik ıslahat isteyenler, anayasaya dayalı temsilî bir rejimin devletin yararına olmayacağını düşünmekteydi. Buna karşılık meşrutî idare ve çoğunlukla İslâmî bir referansla şûrâ-yı ümmet olarak atıfta bulunulan Meclis-i Mebusan Yeni Osmanlılar hareketinin liderleritarafından savunulmaktaydı.

Başta Hürriyet ve Muhbir olmak üzere Yeni Osmanlılar hareketinin sözcülüğünü yapan yayın organlarının konuyla ilgili neşriyatına karşılık meşrutî idare, Sultan Abdülaziz’in tahttan indirildiği 30 Mayıs 1876 tarihine kadar Osmanlı basınında tartışılmamış, V. Murad’ın cülus fermanında “usûl-i idâre-i devletin biresâs-ı metîn ve sahîh üzerine tesisi” gerekliliğine işaret edilmişse de temsil ve Kânûn-ı Esâsî konularınadeğinilmemiştir. Bunun sebebi, Midhat Paşa ve taraftarları hariç Osmanlı devlet adamlarının meşrutî bir idareye geçilmesine muhalefet edip bunun yerine bürokratik reformların sürdürülmesinde ısrar etmeleriydi.II. Abdülhamid döneminde meşrutî idareye geçiş çalışmaları başladığında iki grup buna muhalefet etmiştir. Birincisi ulema arasında meşrutî rejimin şeriata aykırı bir bidat olduğunu savunanlar, ikinciside meşrutiyetin “siyaseten” devlete zarar vereceğini iddia eden Nâmık, Mehmed Rüşdü ve Ahmed Cevdet paşaların başını çektiği devlet adamlarıdır.

Kânûn-ı Esâsî’nin Tersane Konferansı esnasında ilân edilmesi tesadüf değildir. Bundan maksat Osmanlı

Page 50: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Devleti’nden istenilen ıslahatın reddi için gerekli zemini hazırlamaktı.

I. Meşrutiyet olarak adlandırılan dönemin 13 Şubat 1878 tarihinde Meclis-i Meb’ûsan’ın tatiliyle sona erdiği genel kabul görmüştür. Meşrutî idare taraftarları 1878 sonrasında rejime yönelik muhalefetekatılmışlardır. 1895’ten itibaren hız kazanan Jön Türkhareketi esas olarak Kânûn-ı Esâsî’nin yeniden uygulamaya konmasını talep etmiş. Jön Türk hareketine destek veren ulemâ da meşrutî idarenin şeriata uygunluğunu savunmuştur. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin en Önemli iki dergisine Meşveret ve Şûrâ-yı Ümmet adlarının verilmesi bunun göstergesidir.

II. Meşrutiyet”in ilk döneminde ulemâ, yeni rejimin İslâm şeriatına uygunluğu üzerinde sayısız yazı kalemealarak destek vermiştir. Sonradan şeyhülislâm olacak olan Mûsâ Kâzım Efendi İslâm’da Usûl-i Meşveret ve Hürriyet adlı risâlesiyle ilk desteği vermiştir.

1909 Kânûn-ı Esâsî tadilâtı, yasama-yürütme dengesindebirinci kurum lehine ciddi değişiklikler yaparak Avrupa monarşilerine benzer bir meşrutiyet rejimine geçişi sağlamıştır.

II. Meşrutiyet Devri Siyasal Düşünce Akımları “Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet” [: “Hürriyet, Eşitlik, Kardeşlik”] ve “Adalet” sloganları eşliğinde gerçekleştirilen 1908 devrimi sonrasında Osmanlı Devleti’nde görece bir özgürlük ortamı var olur. Farklı düşünceler bir şekilde belli yayın organları ya

Page 51: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

da cemiyetler halinde örgütlenmeye, kendilerini ifade etmeye çalıştılar.

Yusuf Akçura 1904 yılında Jön Türklerin Kahire’de çıkardıkları Türk gazetesinde yayınladığı – “Üç Tarz-ı Siyaset” başlıklı meşhur makalesinde döneminin en fazla gündemde olan siyasal düşünce akımlarını, Osmanlı Devleti’nin problemlerine ne ölçüde çözüm olabileceklerini, sundukları imkânları ve imkânsızlıkları, avantajlı ve dezavantajlı hususlarınıdeğerlendirmekteydi. Bu üç siyaset tarzı ya da üç siyasal düşünce akımı şunlardı:

II. Mahmut döneminden itibaren uygulamaya konan ve belki de -İttihat ve Terakkicilerin Türk milliyetçiliği yönünde ağır basan tercihlerine rağmen- imparatorluğun sonuna kadar, son dönemlerinde zayıflamış da olsa, uygulanan Osmanlılık [: Vahdet-i Milliyet-i Osmaniyye],

(2) özellikle II. Abdülhamit döneminde bir dış politika enstrümanı olarak uygulamaya konan Pan-İslamizm ya da İttihad-ı İslam siyaseti veya onun deyimiyle İslamlık

(3) devletin kurtuluşunu ‘Türklük’ esası üzerine yeniden inşa edilmesinde gören Türkçülük veya onun adlandırmasıyla Türklük [: Tevhid-i Etrak].

Hüseyinzade Ali tarafından yapılmıştı: Türkleşmek, İslamlaşmak, Avrupalılaşmak.

Milliyetçi ayaklanmaların önünü kesmeye ve tüm farklı etnik unsurları aynı bütünün parçaları olarak algılayan ve bu hissi onlara da vermeye çalışan bir siyaset olarak Osmanlıcılık uygulamaya konan ilk siyasal akımdı.

Page 52: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Zamanla koşullar değişti ve özellikle sömürgeci güçleri dengelemek amacıyla bir dış politika enstrümanı olarak Pan-İslamcılık iş görür bir siyaset olarak tedavüle sokuldu.

Değişen koşullarla birlikte, Balkanlarda ve Kafkaslarda yaşanan gelişmeler ve toprak kayıpları sonucunda Pan-Türkçülük, Turancılık ya da Türkçülük olarak adlandırılan ideolojiler ortaya çıkıp geliştiler.

Özetle, Yusuf Akçura ve Hüseyinzade Ali’nin değerlendirmeleri; söz konusu ideolojilerden ya da siyasal akımlardan bir tanesinin belli ihtiyaçları gidermek üzere ortaya çıktığını, işlevini yitirdikten sonra yerini bir sonraki ideolojiye bıraktığını varsayan değerlendirmelerdir.

Ziya Gökalp’in Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak adlı eserinde işlediği üçleme ise mahiyeti itibariyle diğeriki tasniften farklılıklar gösterir. Gökalp’in üçlemesinin en önemli ve belirleyici özelliği, söz konusu siyasal akımları ya da ideolojileri, diğer üçlemelerde olduğu gibi birbirine rakip ya da alternatif akımlar olarak değerlendirmemesidir. Gökalp’in geleceğin Türk devleti ve toplumu için tasarladığı modeli bize sunar.

Bu üç siyasi akım da II. Mahmut döneminden itibaren Osmanlı Devleti'nin Avrupa tehdidi altında yeni siyasi-sosyal birlik (ittihad) arayışlarının giderek çerçevesi daralan yönelişlerinden ibarettir. Buna yenibir vatandaş tanımı arayışı da diyebiliriz.

İlk yapılmak istenen şey müslim-gayrımüslim Osmanlı tebaası bütün vatandaşları kuşatan bir siyasî birlik

Page 53: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

tecrübesidir ki buna İttihad-ı Osmanî/İttihad-ı Anâsırveya Osmanlıcılık diyoruz. Balkanlar'daki gayrımüslimlerin giderek güçlenen milliyetçilik ve bağımsızlık talepleri ve faaliyetleri bu siyaseti imkânsız ve geçersiz kılınca bir adım geri atılmış ve Osmanlı tebaası Türk-gayrıtürk Müslüman unsurlardan destek alan bir siyasî birlik peşinde koşulmuştur ki buna da İttihad-ı İslâm veya İslâmcılık denmiştir. Hıristiyan Arapların başı çektiği Arap milliyetçilik hareketinin giderek kuvvet kazanması neticesinde bir adım daha geriye atılarak, Müslüman Türk unsuruna dayalı bir siyasî birlik arayışına girişilmiştir ki buna da İttihad-ı Etrâk, Milliyetçilik ve Türkçülük diyoruz.

Osmanlıcılık 19. yüzyıl başlarında gelişmeye başlayan milliyetçilikakımına karşıt olarak, ‘Osmanlılık’ ortak kimliği altında imparatorluğun farklı kültürel ve etnik unsurlarını birleştirmeyi hedefleyen devlet siyasetidir. Osmanlıcılık fikri, devletin çok dinli, çok dilli tebasının bütününü eşit ölçüde kucaklaması anlamına gelmektedir. Çok dinli, çok dilli ve çok etnikli bir imparatorluk içerisinde evrensel bir ‘Osmanlı’ siyasal kimliği ve bağlılığı yaratabilmek, bir ‘vatan’ fikrini ve ‘vatan’sevgisini var sayar. Osmanlıcılık, II. Meşrutiyet döneminde Türkçülük düşüncelerinin gelişmeye başlamasıyla bir miktar geri planda kalmış gibi görünse de, bütün bir 19. yüzyıl boyunca hakim siyasetolmuş gibidir. Yusuf Akçura Osmanlıcılık fikrini pek gerçekçi bir düşünce olarak görmez.

Osmanlıcılık fikrinin en önemli hedefleri Mithat Paşa ve arkadaşlarının da gayretleriyle 1876'da Kanun-ı

Page 54: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Esasî'nin ilanıyla gerçekleşti. Fakat Osmanlıcılığın zaferi olarak görülen bu hareket uzun sürmedi. II. Abdülhamid'in, Osmanlıcılık fikrinin zararlı olduğu kanaatına varması. İslamcılık fikrini ön plana çıkarması ve özellikle toplumun temel nüvesini oluşturan Türklerin Osmanlıcılık fikrine sıcak bakmaması bu fikrin öneminin kaybolmasına sebep olmuştur.

İslamcılık İslamcılık; Müslüman devlet adamlarının, ülkelerinin Batı medeniyeti karşısında güçsüz ve savunmasız kalması, başka bir deyişle, devletlerinin bekası adına, ülkelerinin refahını ve kalkınmasını sağlamak üzere giriştikleri reformların belki istenmeyen fakat kaçınılmaz bir sonucudur. İslamcılık, modernleşme döneminin bir ürünüdür ve düşünme ve eyleme tarzı itibariyle de birtakım modern niteliklere sahip bir düşünce akımıdır. İslamcılığın, Asr-ı Saadet uygulamalarına ve ilk kaynaklara dönüşü savunması,

İslamcılık; (a) kalkınmacı, (b) içsel aydınlanmacı [püriten], (c) devrimci, ümmetçi ve özgürlükçü bir ideolojidir.

İslam dünyası [İslam ümmeti] bir kalkınma ya da geri kalma sorunu ile karşı karşıyadır. Bu durum, Müslüman ülkelerin gelişmiş ve sömürgeci Avrupa uygarlığının işgal ve sömürüsüne maruz kalmalarının sebebidir. Müslümanlar, bu sıkıntılardan, ancak akla ve bilime önem veren İslam’ın, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed’insahih sünneti -başka bir deyişle, Asr-ı Saadet dönemi uygulamaları- ışığında anlaşılmasıyla kurtulabilirler.

Page 55: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

İslam’ın inanç ilkelerinin nasıl anlaşılması gerektiğive bunların sahih olup olmadıklarının nasıl test edilebileceği, İslamcılığın temel meselelerinden biri olmuştur. “İslam terakkiye mani midir?” sorusu ile formülleştirilen İslam’ın çağdaş bilim ve düşünceler karşısındaki durumunu ve yaklaşımını ortaya koyan tartışma gündemi de, İslamcılık denildiğinde ilk elde akla gelen bir diğer önemli meseledir. Fakat bu kuramsal ve düşünsel tartışma konularının yanı sıra, Müslüman ülkelerdeki yönetim ve özgürlük sorunları ve uluslararası bağlamda Müslüman ülkelerin emperyalist işgale karşı etkili bir cevabı nasıl geliştirebilecekleri sorunu da İslamcılığın bir diğer temel uğraşı olmuştur.

İslam dünyasının çeşitli coğrafyalarında, farklı zamanlarda ve farklı isimler tarafından geliştirilmiştir. Tüm bu anlayışların nesilden nesile aktarılması, yeniden yorumlanması, eleştirilmesi ve geliştirilmesi suretiyle, 19. yüzyılda geniş bir etki yapan –“İslamcılık”, “İttihad-ı İslam” ve “Pan-İslamizm” gibi farklı isimlerle adlandırılan- bu hareketin genel özellikleri oluşmuştur. İslamcılık olarak adlandırılan bu anlayışın oluşumu ve şekillenmesi, Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh kadar Seyyid Ahmed Han, Rifa’a Rafi et-Tahtavi, Tunuslu Hayrettin Paşa, Şah Veliyullah Dehlevi gibi İslam coğrafyasının farklı bölgelerinde, üstelik farklı dönemlerde yaşamış ve dahası İslam’ı birbirlerinden oldukça farklı yorumlayan çok sayıda şahsiyetin önemlikatkılarıyla gerçekleşmiştir.

Osmanlı Devleti’nde İslamcılık, yoğun olarak II. Abdülhamid döneminde kendisi ve rakipleri tarafından tartışılmaya başlandı. II. Abdülhamid döneminde, Pan-İslamizm siyasetinin, dönemin en kalabalık Müslüman

Page 56: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

nüfusunu yönetimi altında bulunduran özellikle İngiltere ve Fransa gibi sömürgeci devletleri tehdit etmeye yönelik bir dış işleri enstrümanı olarak kullanıldı. II. Meşrutiyet sonrasında ise, daha ziyadedüşünsel boyutlarıyla Osmanlı aydınları arasında devletin geleceği konusunda alternatif bir düşünce akımı olarak gelişti. Sıratü’l-Müstakim, Sebilürreşad ve Beyanü’l-Hak gibi dergilerde düşüncelerini dile getiriyorlardı.

Said Halim Paşa, Mehmet Akif Ersoy,M. Şemsettin Günaltay, Elmalılı Hamdi Yazır, Ahmed Hamdi Akseki, Said Nursi, Süleyman Hilmi Tunahan gibi isimler İslamcılık akımının önemli temsilcileri arasında sayılmaktadırlar.

TürkçülükGelecekte Osmanlı Devleti’nin varlığını hangi koşullaraltında ve nasıl devam ettirebileceğine ilşikin olarakverilen cevaplardan biridir Türkçülük. Bu siyasal düşünce akımının gelişiminde içeride ve dışarıda yaşanan pek çok gelişme önemli rol oynamıştır. Rusya’nın yürüttüğü baskıcı politikalardan kaçarak İstanbul’a gelen Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali gibi düşünürlerin çabaları Türkçülük akımının gelişiminde önemli olmuştur.

Kasım 1908'de Rusya'dan kaçarak İstanbul'a gelen bazıTürkçülerin kurdukları Türk Derneği bu akımın beşiği olmuştur. 1911’de kurulan Türk Yurdu Cemiyeti’nde toplanmaya başladılar. 3 Temmuz 1911’de kurulan Türk Ocağı derneğinde gerçekleşti. Derneğin resmi kurucuları şair Mehmet Emin (Yurdakul), Ağaoğlu Ahmet ve Dr. Fuat Sabit beylerdir. Balkan Harbi'nden sonra seçilen yönetim kurulunda Hamdullah Suphi Tanrıöver, Akçuraoğlu Yusuf, Halis Turgut, Hüseyin Ragıp, Dr.

Page 57: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Akil Muhtar (Özden) ve Dr. Hüseyin Ertuğrul Beylerden oluşmaktadır.

Garpçılık (Batıcılık) Garpçılık, Osmanlı’nın son döneminde belli bir ideolojisi olan özel bir siyasal düşünce akımı olarak değerlendirilmektedir. Tanzimat'tan sonra devleti kurtarmak ve modernleştirmek yolunda ortaya çıkan fikir akımlarından biri de garpçılıktır. Bu akımın kökenini ıslahat faaliyetlerinin başlangıcı ile ilişkilendirmek de mümkündür. Birinci Meşrutiyet, Batılılaşma hareketlerinde bir dönüm noktasını teşkil eder. Bu akımın etrafında toplananlar, fikirlerini çoğunlukla Abdullah Cevdet’inİçtihad dergisinde ortaya koydular. Batıcılara göre Osmanlı Devleti'nin en büyük problemi Batılı olmamaktan kaynaklanmaktadır. Dolayısı ile tek kurtuluş yolu vardır; o da bu yüzyılın fikir ve ihtiyaçlarına uygun uygar bir devlet ve millet halini almaktır. Yani bilimsel anlamda Batılılaşmaktır, Batıcılar bu noktada ikiye ayrıldılar. Batı'nın bir bütün olduğunu gülü ve dikeni ile benimsenmesini savunan Abdullah Cevdet ve arkadaşları birinci grubu oluşturur. İkinci grubu oluşturan Celal Nuri ve arkadaşları ise Batı’nınyalnız teknolojisinin alınması gerektiğini Osmanlı Devleti hakkında düşmanca duygular besleyen Batıya kültürel açıdan karşı çıkılmasının kaçınılmaz olduğunusavunur.

Batılaşmak, yani Batı devletlerine benzer bir hale gelmek kaçınılmazdır. Batıcılar “İttihad-ı Anasır” yani Osmanlı birliğine taraftardırlar. Bu anlamda Tanzimat ve Tanzimatçılığı savunmaktadırlar.

Sosyalizm

Page 58: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

19. yüzyılın son yıllarında yaşanan grevler ve 1909 yılında parlamentoda sert tartışmalara sebep olan işçisendikaları tartışmalarından sonra Eylül 1910'da Osmanlı Sosyalist Fırkası kuruldu. Parti, beyannamesinde Sosyalizmin Osmanlı İmparatorluğu'nda uygulamasını istemiştir. Gerek beyanname ve gerekse parti programındaki fikirler sosyalizmin klasik açıklamalarından öteye gitmemiştir.

Sosyalist hareketin tarihinde, bu dönemler itibariyle,İştirak dergisini yayınlayan ve düşünsel derinliği ve tutarlığından ziyade aktivist yanıyla tanınan [İştirakçi] Hüseyin Hilmi, Mustafa Suphi gibi isimler öne çıkmaktaydı. Osmanlı Devleti’nde öne çıkan siyasaldüşünce akımları ‘yenilikçiler’ ve ‘muhafazakarlar’ genel başlığı altında ele alabilme imkanımız da mevcuttur.

Hilmi Ziya Ülken, İslâmcıları 4 gruba ayırmaktadır: (1) Ahmet Naim Bey gibi Gelenekçi İslâmcılar; (2) İzmirli İsmail Hakkı ve Mehmet Şemsettin Günaltay gibi Medrese ile mektebi birleştirme eğiliminde olan modernist İslâmcılar; (3) Şeyhülislam Musa Kazım gibi gelenekçilikle modernizm arasında ortayolu tutan İslâmcılar; (4) Mustafa Sabri Efendi gibi modernizme karşı olan İslâmcılar.

Materyalist düşünce bağlamında Baha Tevfik, Abdullah Cevdet, Subhi Edhem, Celal Nuri ve pozitivist düşünce bağlamında Beşir Fuad, Ahmet Rıza, Salih Zeki, Rıza Tevfik, Ahmet Şuayib, Hüseyin Cahit [Yalçın] gibi isimlerden bahsedilebilir.

Page 59: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Cumhuriyet Dönemi Düşünce Hayatı (1923-1950) Tek Parti Yönetiminin Kuruluşu 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Antlaşması’yla I. Dünya Savaşı’nı mağlup olarak noktalayan Türkiye, artık zor bir tarihi döneme giriyordu. Bir taraftan savaşın galiplerinin bitmek tükenmek bilmeyen isteklerini göğüslemeye çalışırken, diğer taraftan hayatiyetini devam ettirebilmek için yeni bir direnişin örgütlenmesine çalışıyordu Görünüşte farklı iki merkezhalinde yürütülen bu çalışmalar, -en azından başlangıçdüzeyinde- bir bütünlük, bir yardımlaşma içerisinde yürütülüyordu.

1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sonuçlanan bu mücadele süreci, başlangıcından sonuna tek düze bir şekilde gerçekleşmemiş; bilakis, -‘hedef’devamlı bir surette göz önünde bulundurulmakla beraber- çok zengin ilişkiler, sürekli değişen siyasetler doğurmuştur.

Savaş sürerken gerçekleşen 1917 Ekim Devrimi sonucundasavaştan çekilen Rusya, yeni bir siyasal sistem kurmaya çalışıyordu. Almanya savaştan yenik çıkmıştı ve ağır tazminat cezalarına çarptırılmıştı. Savaşın galiplerinden Fransa ise, daha yeni ulusal birliği sağlayan savaş galibi İtalya’ya oranla daha eski ve güçlü bir konuma sahipti. Kara Avrupası’nda lider/belirleyici olma gibi bir pozisyona gelmişti. İngiltere ise, savaşın galibi ve dünya sömürge imparatorluğu olarak Avrupa’nın en etkili gücü idi.

İngiltere çıkarları şöylece sıralamak mümkündü: 1. Kara Avrupası’nda oluşan yeni dengeler çerçevesinde, liderlik/önderlik pozisyonunda Fransa’nın tek söz sahibi olma pozisyonunu, Avrupa’da tek bir devletin hegemonyasının oluşmasını engellemek;

Page 60: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

yani Avrupa’da geleneksel dengenin devamını sağlayabilmek. 2. Uzlaşmazlık dozunu Almanya’yı Bolşevizm’in kucağınaitecek seviyeye getirmekten kaçınarak, ileride güçlenecek Almanya’nın gelişme isteklerini Doğu’ya (Rusya’ya) doğru gerçekleştirmesine imkan sağlamak. 3. İngiliz malları için büyük bir pazar olma özelliğine sahip Almanya’nın, söz konusu tazminatları ödemesi halinde, İngiltere için bu pazarı kaybetme ihtimalinin kuvvetli oluşu.

Fransa’da ise; Almanya’yı dengeleyebilecek bir Rusya faktörünün artık kalmaması nedeniyle Alman birliğinin tamamen dağıtılması ve antlaşmalarla belirlenen tüm tazminatların Almanya tarafından ödenmesi gerektiğini savunuyordu. Fransa bu siyasetinde, İtalya ve Belçika’nın desteği dışında tamamen yalnız kalacaktı. ABD de, Almanya sorununda İngiltere’nin politikasını destekliyordu, hatta Alman ekonomisinin gelişmesi içindestek olacaktı. İngiltere ve Fransa arasındaki ganimet paylaşımındaki rahatsızlıkların bir diğeri de,Doğu’nun paylaşımında söz konusu idi.

1920’de İstanbul İngilizler tarafından işgal ediliyordu, fakat aynı dönemde Anadolu’da işgale karşıdireniş örgütlenmeye çalışılıyordu.Türkiye Cumhuriyetinde, başından beri izlenen ekonomikgelişme modeli “özel girişim” yanlısı olmuş, çeşitli arayış ve yönelmeler bu çerçevenin dışına çıkmamıştır.Uzmanların genel kanısı, 1929’a kadar “liberal” bir çizgide yüründüğü, sonra daha çok “himayeci”liğe başvurulduğu, 1932’den itibarense (devlet kapitalizmine yönelme anlamına) “devletçilik”te karar kılındığı yolundadır.

Page 61: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

1923-1930 arası, büyük ölçüde, yeni devletin iktidarını inşa etme ve kurumlaşma dönemi olmuştur. Budönemde, devlet pek çok önemli düzenlemeye imza atmıştır. Örneğin 3 Mart 1924’te Hilafet kaldırıldı. Şeyh Sait ayaklanmasını izleyen aylarda, Şapka Giydirilmesi kanunu çıkarıldı. 1 Ocak 1926’dan itibaren Miladi takvimin kullanılmaya başlanması; 1 Kasım 1928’de alfabe değişikliğinin gerçekleştirilmesive 26 Mart 1931’de, ölçülerde metrik sisteme geçilmesiİslâmî geleneklerden ayrılmanın işaretleri olarak değerlendirilebilir.

Laiklikle ilgili doğrudan doğruya dine dönük bir hareket olarak 1932’de gerçekleştirilen dil devrimininbir parçası olarak, ezan ve kametin Türkçe okunması zorunluluğudur. Mustafa Kemal, 9 Ağustos 1928 akşamı İstanbul Sarayburnu’nda Cumhuriyet Halk Fırkası’nın düzenlediği bir eğlencede halka ilk kez “Yeni Türk Harfleri”ni açıklamıştır. 3 Mart 1924 günü kabul edilen üçüncü bir devrim yasası da, din okullarını Maarif Vekâletine bağlayan Tevhid-i Tedrisat Kanunu olmuştur.

16 Kasım 1924’te Terakkiper Cumhuriyet Fırkası [TCF] resmen kuruldu. Beyannamesi ve programı özünde, gerek siyasal gerek ekonomik anlamıyla liberal demokrasiyi savunan belgelerdir.

TCF’ nın kurulmasından sonra iki olay meydana geldi: Şeyh Sait Ayaklanması ve İzmir Suikastı. Şeyh Sait ayaklanmasının başlangıçta bastırılamayışı uygun bir fırsat olarak değerlendirilir ve “ılımlı” olarak değerlendirilen hükümet düşürülür. Yeni kabine İsmet Paşa başkanlığında kurulur. İsmet Paşa’nın ilk icraatıTakrir-i Sükun kanununun çıkartılması ve iki tane de

Page 62: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

(Şark ve Ankara) istiklal mahkemesinin kurdurulmasıdır.Bu olaylar fırsat bilinerek, kurulan İstiklal Mahkemesi’ndeki yargılamalar sonucunda hem TCF kapatıldı, hem de muhalefet büyük ölçüde bastırıldı. Şeyh Sait ayaklanması vesilesiyle Takrir-i Sükun kanunundan yararlanarak girişilen genel sindirme eylemi içinde, TBMM’nde temsilcileri bulunan tek muhalefet partisinin de ortadan kaldırılacağı belliydive sonuçta, yeni fırka 3 Haziran 1925’te hükümet tarafından yasaklandı.

Kemalist devrim gerçekleştirmeye koyulur: Şapka devrimi, tekke ve zaviyelerin kapatılması, rütbe, nişan, üniforma ve dinsel giysi konusundaki sınırlamalar. Karşı çıkanlar istiklal mahkemelerinde yargılanmış, kimi hapse, kimi de idama mahkum edilmişler, hükümler infaz edilmiştir. Eski İttihatçı kadroların bir kısmı da, İzmir Suikastı girişimiyle ilişkilendirilerek, İstiklal Mahkemeleri’nde yargılandı ve bir kısmı da idam edildiler.

Bütün bu olaylar sürecinde, istikrar görece sağlanmış ve iktidar temellerini sağlamlaştırmış görünüyordu. Budönemde, Fethi Okyar başkanlığında yeni bir parti kuruldu: Serbest Cumhuriyet Fırkası [SCF].

Fırka CHF ile aynı prensipler etrafında, ama farklı bir programla resmen 12 Ağustos 1930’da kuruldu. Kurucusu Fethi Okyar (1880-1943) idi. Meşrutiyet’te ordu ile siyasetin ayrılması gerektiği fikrini savunmuştu.

23 Aralık 1930’da cumhuriyet tarihinde derin izler bırakmış olan Menemen Olayı gerçekleşti. Hareket sert bir biçimde bastırıldı ve yeni kurulan mahkemelerde,

Page 63: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

olaylarla ilişkili görülen 34 kişi idam edilmiş, 41 kişi çeşitli sürelerde hapis cezaları almıştır. 1912’de İttihat ve Terakki tarafından kurulan Türk Ocakları, CHF’nın 1927 Büyük Kongre yeni parti tüzüğünün 40. maddesi gereği partinin denetimi altındabir kuruluş olarak kabul edilmişti.

Cumhuriyet Türkiye’sinde Kültürel Faaliyetler 1924-1930 arasında Tek-Parti yönetiminin kurulması doğrultusunda yoğun bir biçimde gerçekleştirilen bu tahkim sürecinden sonra, yeni devletin kimlik ve ideoloji ihtiyacının üretilmesine dönük çalışmalara hız verildiği görülmektedir.

1930’lu yıllarla birlikte Türkiye’de yeni Cumhuriyet’ebir kimlik oluşturmaya yönelik çalışmalarla ve tartışmalarla karşılaşılır. Sosyalist bir geçmişe sahip Şevket Süreyya Aydemir, İsmail Hüsrev Tökin, Vedat Nedim Tör ve Burhan Belge’nin Ocak 1932-Aralık 1935 arasında çıkarılan Kadro dergisi bu ideoloji ve program üretimine Mustafa Kemal’in koştuğu ilk örneklerindendir.

Derginin yayınlandığı dönemde büyük bir sansür ortamıegemen olduğu için, bir derginin tutunabilmesi MustafaKemal nezdinde ve CHP çevrelerinde kabul görmesine bağlıydı. Recep Peker ve arkadaşlarının aynı işlevi yerine getirmek amacıyla çıkardıkları Ülkü dergisi yayınlanmaya başlanmıştır.

Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kuruldu (15 Nisan 1931). •Türk Dili Tetkik Cemiyeti kuruldu (12 Temmuz 1932). •I. Türk Tarih Kongresi tertip edildi (2 Temmuz 1932).•I. Türk Dil Kurultayı toplandı (26 Eylül 1932) •1933 Üniversite Reformu

Page 64: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

•Ankara’da Dil-Tarih Coğrafya Fakültesi’nin kuruluşu(Haziran 1935)

Türk Hümanizması Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu takip eden yılları hatırlayacak olursak: 1920’lerin ikinci yarısı, sistemin oturtulmasına yönelik düzenlemelerin, cebri yöntemler kullanmak suretiyle gerçekleştirildiği yıllardır. 1930’lu yıllar ise, daha çok yeni düzenin düşünsel temellerinin oluşturulmaya çalışıldığı, başkabir deyişle, yeni cumhuriyetin kimlik ve ideolojisinintemellendirilmeye çalışıldığı yıllar olarak değerlendirilebilir. 1930’ların hemen ilk yıllarında dil ve tarih kongrelerinin düzenlenmesini, üniversite reformunu, Kadro dergisinin yayınlanmasına başlanması bu anlamda dikkate değer uygulamalardır. Takip eden yıllarda, bu yöndeki çabaların Ankara DTCF’nin kurulması ile de devam ettirildiği görülmektedir.

Gerek dil ve gerekse de tarih kongrelerinde geliştirilen tezler de, en temelde, bu geçmişten kopuşun ve yeni yaşam tarzlarına geçişin izlerini göstermektedir. Amaç, önceki dönemi belirleyen din temelli anlayışlara muhtaç olmadan, hatta onlara karşıt olacak tarzda yeni bir anlayışın, yeni bir kimliğin oluşturulmasıdır. Bu amaç, “laik bir milliyetçilik” geliştirilmesi şeklinde kendini göstermiştir. Tarih ve kültür yok sayılarak, yeni milli kimliğin temelleri arkeolojik kazılarda ve Anadolu’nun İslam öncesi tarihinde aranmıştır.

Tarih anlayışı, medeniyet anlayışı evrimci bir doğrultuda kabul edilmiştir. Bu anlayışa göre, insanlık bir bütündür, tektir. Tek bir medeniyet

Page 65: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

vardır. Türkiye de, kendisine, bu medeniyet içerisindeyer almayı bir hedef olarak seçmiştir.

Batı medeniyetinin bir parçası olmayı, kesin bir biçimde benimseyen yeni cumhuriyet, bu uğurda kültür hayatının şekillenmesi ve ürünler vermesine yönelik çalışmalara girişmiştir. 1930’ların ikinci yarısından itibaren kültürel alanda atılan adımlar, daha çok bu eksiklikleri gidermeye yöneliktir. Bu bağlamda, bir tercüme heyeti oluşturulup ağırlıklı olarak Batı dünyasının klasiklerinin tercüme edilmesine yönelmesi,Batı müziği konservatuarlarının açılması ve köy enstitülerinin eğitime başlamasıyla paralel bir süreçtir. Aynı amaç, bütün bu icraatları birbiriyle alakalı kılmaktadır.

30’lu yıllarda kültür ve eğitim alanında atılan adımların, gerçekleştirilen uygulamaların tümünü bu kavram çerçevesinde değerlendirmek mümkündür. Türk Hümanizmi, “tüm olarak batılılaşmadır, “yani batının tekniğini ve somut kuruluşlarını kabul etmekle yetinmeyip, onun iç evrenini de, düşünsel içeriğini debenimseyen batılılaşma hareketinin ilk sonucu, körü körüne taklitten, yabancı bir uygarlıktan alınan somutve soyut öğeleri kabaca uygulamaktan kurtulmaktır; çünkü manevi biçimlenimini de batılılaştıran bir toplumun –sağlam bir düşünsel eğitim, yerleşmiş bir tarih bilinci ve gelişmiş diyalektik yetenekler sayesinde- güçlü fikir adamları yetiştirebileceği açıktır.

Böyle olunca, bütünüyle batılılaşmayı kabul eden bir toplum, batının istilasına uğrayacağını sandığı bir sırada, yeni bir kişilik kazandığını, koruma içgüdüsü ile ya da ilintilik nitelikte başka gereksinmelerle başkalarını körü körüne taklit etmekten kurtulduğunu,

Page 66: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

benimsediklerini bilerek, bilinçli olarak benimsediğini görecektir. Böyle bir davranışın adı isehümanizmdir.

“Bir toplum batı dünyasına özgü düşünsel, ahlaksal ve estetik biçimlenimi bir kez ele geçirdi mi, artık taklit ortadan kalkar; o andan itibaren o toplum batının şu ya da bu kuruluşunu, şu ya da bu tekniğini değil, batının maddi ve manevi uygarlığını var eden ahlaksal ve düşünsel değerleri kendi girişimi ile bilinçli olarak benimseme yoluna girer.

Türk hümanizmasına gönül verenler, çizgisel bir tarih anlayışına sahiptirler. Doğu medeniyeti, batı medeniyeti diye bir ayırım yoktur onlara göre. İnsanlığın tek bir ortak tarihleri vardır.

“Aşamalar şunlardır: Zihin özgürlüğüne dayanan ahlak kavramlarını

bulgulayan Yunan dünyası; Yunan düşüncesini benimseyen, buna ulusal

özelliklerinden doğan değerleri katıp bütün Akdeniz bölgesine yayan Roma dünyası

Yunan-Roma dünyasının kurduğu klasik değerleri yeniden bulgulayan ve Hıristiyan düşüncesinin insanlığın evrim sürecine girmesini sağlayacak koşulları hazırlayan İtalyan hümanizmi

Klasik değerleri Latin dünyasına ve Fransa’nın derin etkisi altında bulunan İngiltere’ye yayan Fransız-İtalyan uyanış çağı

Batı düşüncesinin o güne kadar ortaya koyduğu gerçekleri uyumlu bir sistem biçiminde düzenlemeksuretiyle, bu düşüncenin ilerde daha büyük bir gelişme gücü kazanmasını sağlayan aydınlanma çağı;

Page 67: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Tarihsel açıdan yeni bir değerlendirmeden geçirdiği klasik kültürü, güçlü kuramsal düşüncesi sayesinde Avrupa’nın, Hıristiyan olmakla beraber, Roma’nın etki alanına hiçbir zaman girmemiş olan öbür bölgelerine yaymayı başaran, bu suretle de batı düşüncesinin Hıristiyanlığın sınırlarına kadar yayılmasını sağlayan Alman neo-hümanizmi.

“İşte Türk hümanizmi bu evrim aşamaları zincirine eklenen yeni bir halkadır. Çünkü Türk hümanizmi, klasik düşünceyi –daha doğrusu batı düşüncesini- Hıristiyan batının sınırlarının da ötesine yaymayı amaç edinmiş bir fikir akımı niteliğindedir. Türk hümanizminin bu konuda eriştiği kendine özgü görüş ortaya bir takım gerçekler koymaktadır. Bunların ilki şudur: batı uygarlığı deyimi ile Avrupa’nın ve Amerika’nın bugünkü uygarlığı anlaşılıyorsa, bu uygarlık klasik evrenle olan bağıntısı göz önüne tutulmadan kavranılamaz.

“Türk hümanizması” kavramıyla, gruplaşmaları ortadan kaldırma ve Batı dışı toplumların da insanlığın evrensel tarihine dâhil olma imkânının ortaya çıkarıldığını iddia etmektedirler.

I. Türk Neşriyat Kongresi’nden başlayarak tercüme faaliyetlerinden köy enstitülerine, konservatuarların açılmasından klasik dillerin öğretimine varıncaya kadar bir dizi kültür ve eğitim alanındaki uygulama dabu genel düşünceler içerisinde bir anlam kazanmaktadır. Büro, ilk toplantısını, 28 Şubat 1940’da Ankara’da gerçekleştirdi.

Toplantıda tercüme ve imla esasları üzerinde durulmuş,yeni bir sözlüğün hazırlanmasına karar verilmiştir.

Page 68: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

Hazırlanan bu listeler doğrultusunda hızla tercüme faaliyetlerine başlandı. Şark ve Garp klasikleri adı altında eski veya yeni felsefe ve edebiyat klasiklerinin tercümesine başlandı.

En fazla eser Fransız Klasikleri Serisi arasından yayınlanmıştır: 308 cilt eser. İkinci sırayı 124 eserle Modern Tiyatro Eserleri Serisi almaktadır. Üçüncü sırada ise 113 cilt-eserle Alman Klasikleri gelmektedir. Şark-İslam Klasikleri serisinden ise toplam 66 cilt eser.

Tercüme dergisi , Tercüme Bürosu’nun yayın organı olarak19 Mayıs 1940’da yayın hayatına başladı. Derginin çıkış yazısını kaleme alan Hasan Âli Yücel, Türk Hümanizması bağlamında ifade ettiğimiz görüşlere denk gelen düşüncelerini ifade ediyor ve tercüme faaliyetinin önemine değiniyordu. Dergi iki bölümden oluşuyordu. Birinci bölümde Doğulu ve özellikle de Batılı yazarların eserlerinden tercüme parçalarına yer verilmişti. İlk sayılarda bu tercüme metinler, orijinalleriyle birlikte verilmekteydi. İkinci kısımdaise, Türkçeye tercüme edilmiş eserlerin eleştirisine, tercüme faaliyetine ilişkin inceleme yazılarına, tercümenin mantığına, yöntemine ve önemine dair yazılara yer verilmekteydi.

17 Temmuz 1939’da, ülke çapında bilim adamlarının, eğitimcilerin, yazar ve sanatçıların, Türk eğitim sisteminin ilkelerini ortak bir çalışmayla belirlemek üzere bir araya geldiği I. Maarif Şûrası’nı toplamasıdır. Programın en önemli meselelerinden birini, Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğunun yaşadığı kırsal bölgelerdeki eğitim problemleri oluşturmaktaydı. (15-21 Şubat 1943’de gerçekleştirilen

Page 69: Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi özet

II. Maarif Şurası’nın merkezî problemini ise, ‘okullarda ahlak terbiyesi’ oluşturur.31 Ekim 1939’da, bu dönemde gerçekleştirilen reformların bir parçası olarak değerlendirilebilecek olan I. Devlet Resim Heykel Sergisi açıldı.

Köy Enstitüleri17 Nisan 1940’da çıkarılan 3803 sayılı yasa ile Köy Enstitüleri kurulmasına karar verildi. Enstitülerin ilk resmi öğretim programı, 1943 yılında yayımlanmıştır. Programa göre, ilkokulu bitiren çocuklar sınavla Köy Enstitülerine alınır ve karma eğitim uygulanır. Toplam beş yıl süren eğitim zamanının yarısı kültür derslerine, dörtte biri tarım dersleri ve çalışmalarına, dörtte biri de sanat ya da teknik derslere ve uygulamalara ayrılmıştır. Bütün derslerde ve çalışmalarda temel yöntemin "yaparak öğrenme" ilkesi olduğu söylenebilir.

Ulaşılmak istenen hedef Atatürk’ün halkçılık ilkesine uygun olarak, geniş halk kitlelerinin eğitim düzeyini yükseltmek, böylece reformların yerleşmesi için gerekli koşulları yaratmak, halkın politik, ekonomik ve kültürel yaşama aktif olarak katılmasını sağlamak ve aynı zamanda kendi hakları konusunda bilinçlendirmektir.

Köy Enstitüleri 1950 sonrasında da çıkarılan bir yasa ile eğitim faaliyetlerine son verilmiştir.