Top Banner
TAKDİM TOPLUMSAL EMANET YETİMLER Dr. Elif Arslan “Toplumsal emanet”, toplumun bir bütün ola- rak sorumluluğunu dile getiren bir kavramdır. O emanet, o sorumluluk her neyse bütün bir toplum ondan sorumludur. Öte yandan “top- lumsal” ifadesi, zaman zaman insanda ken- disi yerine sorumluluğu üstlenecek çok geniş bir kişi, kurum, kuruluş, yapı olduğu hissine ve buna bağlı bir gevşemeye, rahatlığa da se- bebiyet verebilmektedir. Yetimler, en önem- li toplumsal emanetlerden biri. Yetimleri biz ne kadar düşünüyorsak, onların hâllerinden anlamaya, onlara destek olmaya, onlara muhtaç oldukları koruma hissini, sevgiyi ne kadar vermeye çalışıyorsak toplum da o kadarını yapıyordur. Çünkü toplum biziz ve yetimler her yerde, hem çok yakın çevremizde hem de artık dünyanın her yerindeki yetimlere ulaşabilme imkânı var elimizde. Biz onlara karşı duyarlıysak toplum duyarlı diyebiliriz. Aksi takdirde ge- reksiz bir iç huzuru ve iyimserlik içindeyiz demektir. Kur’an-ı Kerim, yetimler ve onların haklarıyla ilgili ayrıntılı düzenlemeler getirmiş, başta ye- timlerin akrabaları olmak üzere bütün topluma sorumluluklar yüklemiştir. Yetimliği bizzat yaşamış olan Sevgili Peygamberimiz de yetimleri sahiplenmesi, onlara karşı tavır, söz ve dav- ranışlarıyla biz ümmetine örnek olduğu gibi yetim hakları üzerinde hassasiyetle durmuştur. Allah rızası için yetimin başını okşayan kimseye, elinin dokunduğu her saç teli kadar sevap verileceğini (İbn Hanbel, V, 250); yetime kol kanat geren kimseyle cennette komşu olacağını (Buhârî, Talak, 25) haber vermiştir. Diyanet Aile Dergisi olarak bu ayki penceremizi; sırtını dayadığı, gölgesinde hayata karıştığı çınarlarını kaybeden, kendilerine tutunacak bir dal arayan yetimlerimize açtık. Ve istedik ki bir anlamda Peygamber Efendimizin de bize emanetleri olan yetimlerle ilgili duyarlılığımızı gözden geçirelim, bizim kanatlarımızın altında gölgelenen, güvende hisseden, bizim eli- mizin saçını okşamasıyla mutlu olan yetimlerimiz var mı, soralım kendimize. Bu çerçevede Sema Bayar, “Çağları Aşan Yoksunluk: Yetimlik” yazısında, “Yetimler, bütün bir toplumun uh- desine tevdi edilmiş emanetlerdir.” dedi ve bu emanetlere sahip çıkamadığımızda yaşama- mız muhtemel olan maddi ve manevi sonuçlara değindi. Dr. Öğretim Üyesi Sema Çelem, “Yetimler” başlıklı yazısında; yetimi arayıp bulmak, ona des- tek olmak, varsa bir yarasını sarmak görevinin, toplumun tamamına ama özellikle Allah’a ya- kın olmanın yollarını arayan müminlere verildiğini, bu görevi yerine getirmenin yalnız yetim için değil, insanlık için de şifa olduğunu vurguladı. Esra Bertan; Yaradan’a sorgusuz boyun eğmenin, kalpten adanışın, hasbiliğin, merhametin ve “Teslimiyetin Zirvesi Kurban”ı yazdı. Bu ayki söyleşimizi “Yusuf İslam ile Hidayet Yolculuğu Üzerine…” gerçekleştirdik. Esin Türkmen, “15 Temmuz Anısına” başlıklı yazısında “Anadolu insanının irfanına, sağdu- yusuna, vatan sevgisine bir kez daha hayranlık duyarak bu toprakları canı pahasına koruyan Türk insanına bir kez daha minnetle…” dedi. Bizler de bu vesileyle 15 Temmuz şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyor, yaklaşmakta olan Kurban Bayramı’nızı en içten dileklerimizle kutluyoruz.
84

TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

Oct 21, 2021

Download

Documents

dariahiddleston
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

1AİLETEMMUZ 2021

TAKDİMTOPLUMSAL EMANET YETİMLERDr. Elif Arslan

“Toplumsal emanet”, toplumun bir bütün ola-rak sorumluluğunu dile getiren bir kavramdır. O emanet, o sorumluluk her neyse bütün bir toplum ondan sorumludur. Öte yandan “top-lumsal” ifadesi, zaman zaman insanda ken-disi yerine sorumluluğu üstlenecek çok geniş bir kişi, kurum, kuruluş, yapı olduğu hissine ve buna bağlı bir gevşemeye, rahatlığa da se-bebiyet verebilmektedir. Yetimler, en önem-

li toplumsal emanetlerden biri. Yetimleri biz ne kadar düşünüyorsak, onların hâllerinden anlamaya, onlara destek olmaya, onlara muhtaç oldukları koruma hissini, sevgiyi ne kadar vermeye çalışıyorsak toplum da o kadarını yapıyordur. Çünkü toplum biziz ve yetimler her yerde, hem çok yakın çevremizde hem de artık dünyanın her yerindeki yetimlere ulaşabilme imkânı var elimizde. Biz onlara karşı duyarlıysak toplum duyarlı diyebiliriz. Aksi takdirde ge-reksiz bir iç huzuru ve iyimserlik içindeyiz demektir.

Kur’an-ı Kerim, yetimler ve onların haklarıyla ilgili ayrıntılı düzenlemeler getirmiş, başta ye-timlerin akrabaları olmak üzere bütün topluma sorumluluklar yüklemiştir. Yetimliği bizzat yaşamış olan Sevgili Peygamberimiz de yetimleri sahiplenmesi, onlara karşı tavır, söz ve dav-ranışlarıyla biz ümmetine örnek olduğu gibi yetim hakları üzerinde hassasiyetle durmuştur. Allah rızası için yetimin başını okşayan kimseye, elinin dokunduğu her saç teli kadar sevap verileceğini (İbn Hanbel, V, 250); yetime kol kanat geren kimseyle cennette komşu olacağını (Buhârî, Talak, 25) haber vermiştir.

Diyanet Aile Dergisi olarak bu ayki penceremizi; sırtını dayadığı, gölgesinde hayata karıştığı çınarlarını kaybeden, kendilerine tutunacak bir dal arayan yetimlerimize açtık. Ve istedik ki bir anlamda Peygamber Efendimizin de bize emanetleri olan yetimlerle ilgili duyarlılığımızı gözden geçirelim, bizim kanatlarımızın altında gölgelenen, güvende hisseden, bizim eli-mizin saçını okşamasıyla mutlu olan yetimlerimiz var mı, soralım kendimize. Bu çerçevede Sema Bayar, “Çağları Aşan Yoksunluk: Yetimlik” yazısında, “Yetimler, bütün bir toplumun uh-desine tevdi edilmiş emanetlerdir.” dedi ve bu emanetlere sahip çıkamadığımızda yaşama-mız muhtemel olan maddi ve manevi sonuçlara değindi.

Dr. Öğretim Üyesi Sema Çelem, “Yetimler” başlıklı yazısında; yetimi arayıp bulmak, ona des-tek olmak, varsa bir yarasını sarmak görevinin, toplumun tamamına ama özellikle Allah’a ya-kın olmanın yollarını arayan müminlere verildiğini, bu görevi yerine getirmenin yalnız yetim için değil, insanlık için de şifa olduğunu vurguladı.

Esra Bertan; Yaradan’a sorgusuz boyun eğmenin, kalpten adanışın, hasbiliğin, merhametin ve “Teslimiyetin Zirvesi Kurban”ı yazdı.

Bu ayki söyleşimizi “Yusuf İslam ile Hidayet Yolculuğu Üzerine…” gerçekleştirdik.

Esin Türkmen, “15 Temmuz Anısına” başlıklı yazısında “Anadolu insanının irfanına, sağdu-yusuna, vatan sevgisine bir kez daha hayranlık duyarak bu toprakları canı pahasına koruyan Türk insanına bir kez daha minnetle…” dedi. Bizler de bu vesileyle 15 Temmuz şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyor, yaklaşmakta olan Kurban Bayramı’nızı en içten dileklerimizle kutluyoruz.

Page 2: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

2 AİLE TEMMUZ 2021

HAYATIN İÇİNDEN

Diyanet İşleri Başkanlığı AdınaSahibi ve Genel Yayın Yönetmeni

Doç. Dr. Fatih KURT

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüDr. Elif ARSLAN

Mali İşler ve Dağıtım SorumlusuAhmet BULUT

Yayın KoordinatörleriSema BAYAR

Esma TÜRKSEVENŞule İSKENDER

Görsel KoordinatörAsuman AYDIN

Dijital MedyaÖmer GÜÇLÜŞahin BODUR

ArşivAli Duran DEMİRCİOĞLU

Grafik-TasarımAREN Tanıtım

www.arentanitim.com.tr

İletişimDini Yayınlar Genel Müdürlüğü

Üniversiteler Mah. Dumlupınar Blv. No: 147/A 06800 Çankaya/Ankara

Tel : 0312 295 86 61 - 62Faks: 0312 295 61 92

[email protected]

TEMMUZ

İÇİNDEKİLER

YETİMLERDr. Öğretim Üyesi Sema ÇELEM

ADALETİN EN KÜÇÜK VATANI: AİLEArş. Gör. Ebru ADIYAMAN

KAHVE MOLASIGülsüm KARAPINAR

GÜLSEHERAbdurrahman ALKAN

SEPET GÖTÜRMEAyşe ÜNÜVAR

YUSUF İSLAM İLE HİDAYET YOLCULUĞU ÜZERİNE...

Mahir KILINÇ

ARAYIŞ VE REHBERLİKDr. Abdurrahim BİLİK

AVAREBüşra ŞİŞMAN

12

14

16

24

32

34

38

44

ÇAĞLARI AŞAN YOKSUNLUK: YETİMLİK

CENNETE GİDEN YOLDA SEVGİ VE İMAN İLİŞKİSİ

TESLİMİYETİN ZİRVESİ:

KURBAN

15 TEMMUZANISINA

Sema BAYAR

Hatice KURT

Esra BERTAN

Esin TÜRKMEN

4

18

22

40

Page 3: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

1AİLETEMMUZ 2021

TAKDİMTOPLUMSAL EMANET YETİMLERDr. Elif Arslan

“Toplumsal emanet”, toplumun bir bütün ola-rak sorumluluğunu dile getiren bir kavramdır. O emanet, o sorumluluk her neyse bütün bir toplum ondan sorumludur. Öte yandan “top-lumsal” ifadesi, zaman zaman insanda ken-disi yerine sorumluluğu üstlenecek çok geniş bir kişi, kurum, kuruluş, yapı olduğu hissine ve buna bağlı bir gevşemeye, rahatlığa da se-bebiyet verebilmektedir. Yetimler, en önem-

li toplumsal emanetlerden biri. Yetimleri biz ne kadar düşünüyorsak, onların hâllerinden anlamaya, onlara destek olmaya, onlara muhtaç oldukları koruma hissini, sevgiyi ne kadar vermeye çalışıyorsak toplum da o kadarını yapıyordur. Çünkü toplum biziz ve yetimler her yerde, hem çok yakın çevremizde hem de artık dünyanın her yerindeki yetimlere ulaşabilme imkânı var elimizde. Biz onlara karşı duyarlıysak toplum duyarlı diyebiliriz. Aksi takdirde ge-reksiz bir iç huzuru ve iyimserlik içindeyiz demektir.

Kur’an-ı Kerim, yetimler ve onların haklarıyla ilgili ayrıntılı düzenlemeler getirmiş, başta ye-timlerin akrabaları olmak üzere bütün topluma sorumluluklar yüklemiştir. Yetimliği bizzat yaşamış olan Sevgili Peygamberimiz de yetimleri sahiplenmesi, onlara karşı tavır, söz ve dav-ranışlarıyla biz ümmetine örnek olduğu gibi yetim hakları üzerinde hassasiyetle durmuştur. Allah rızası için yetimin başını okşayan kimseye, elinin dokunduğu her saç teli kadar sevap verileceğini (İbn Hanbel, V, 250); yetime kol kanat geren kimseyle cennette komşu olacağını (Buhârî, Talak, 25) haber vermiştir.

Diyanet Aile Dergisi olarak bu ayki penceremizi; sırtını dayadığı, gölgesinde hayata karıştığı çınarlarını kaybeden, kendilerine tutunacak bir dal arayan yetimlerimize açtık. Ve istedik ki bir anlamda Peygamber Efendimizin de bize emanetleri olan yetimlerle ilgili duyarlılığımızı gözden geçirelim, bizim kanatlarımızın altında gölgelenen, güvende hisseden, bizim eli-mizin saçını okşamasıyla mutlu olan yetimlerimiz var mı, soralım kendimize. Bu çerçevede Sema Bayar, “Çağları Aşan Yoksunluk: Yetimlik” yazısında, “Yetimler, bütün bir toplumun uh-desine tevdi edilmiş emanetlerdir.” dedi ve bu emanetlere sahip çıkamadığımızda yaşama-mız muhtemel olan maddi ve manevi sonuçlara değindi.

Dr. Öğretim Üyesi Sema Çelem, “Yetimler” başlıklı yazısında; yetimi arayıp bulmak, ona des-tek olmak, varsa bir yarasını sarmak görevinin, toplumun tamamına ama özellikle Allah’a ya-kın olmanın yollarını arayan müminlere verildiğini, bu görevi yerine getirmenin yalnız yetim için değil, insanlık için de şifa olduğunu vurguladı.

Esra Bertan; Yaradan’a sorgusuz boyun eğmenin, kalpten adanışın, hasbiliğin, merhametin ve “Teslimiyetin Zirvesi Kurban”ı yazdı.

Bu ayki söyleşimizi “Yusuf İslam ile Hidayet Yolculuğu Üzerine…” gerçekleştirdik.

Esin Türkmen, “15 Temmuz Anısına” başlıklı yazısında “Anadolu insanının irfanına, sağdu-yusuna, vatan sevgisine bir kez daha hayranlık duyarak bu toprakları canı pahasına koruyan Türk insanına bir kez daha minnetle…” dedi. Bizler de bu vesileyle 15 Temmuz şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyor, yaklaşmakta olan Kurban Bayramı’nızı en içten dileklerimizle kutluyoruz.

Page 4: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

2 AİLE TEMMUZ 2021

HAYATIN İÇİNDEN

Diyanet İşleri Başkanlığı AdınaSahibi ve Genel Yayın Yönetmeni

Doç. Dr. Fatih KURT

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüDr. Elif ARSLAN

Mali İşler ve Dağıtım SorumlusuAhmet BULUT

Yayın KoordinatörleriSema BAYAR

Esma TÜRKSEVENŞule İSKENDER

Görsel KoordinatörAsuman AYDIN

Dijital MedyaÖmer GÜÇLÜŞahin BODUR

ArşivAli Duran DEMİRCİOĞLU

Grafik-TasarımAREN Tanıtım

www.arentanitim.com.tr

İletişimDini Yayınlar Genel Müdürlüğü

Üniversiteler Mah. Dumlupınar Blv. No: 147/A 06800 Çankaya/Ankara

Tel : 0312 295 86 61 - 62Faks: 0312 295 61 92

[email protected]

TEMMUZ

İÇİNDEKİLER

YETİMLERDr. Öğretim Üyesi Sema ÇELEM

ADALETİN EN KÜÇÜK VATANI: AİLEArş. Gör. Ebru ADIYAMAN

KAHVE MOLASIGülsüm KARAPINAR

GÜLSEHERAbdurrahman ALKAN

SEPET GÖTÜRMEAyşe ÜNÜVAR

YUSUF İSLAM İLE HİDAYET YOLCULUĞU ÜZERİNE...

Mahir KILINÇ

ARAYIŞ VE REHBERLİKDr. Abdurrahim BİLİK

AVAREBüşra ŞİŞMAN

12

14

16

24

32

34

38

44

ÇAĞLARI AŞAN YOKSUNLUK: YETİMLİK

CENNETE GİDEN YOLDA SEVGİ VE İMAN İLİŞKİSİ

TESLİMİYETİN ZİRVESİ:

KURBAN

15 TEMMUZANISINA

Sema BAYAR

Hatice KURT

Esra BERTAN

Esin TÜRKMEN

4

18

22

40

Page 5: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

3AİLETEMMUZ 2021

Abone kaydı için, ücretin Döner Sermaye İşletme Müdürlüğünün

T.C. Ziraat Bankası, Ankara Kurumsal Şube IBAN: TR94 0001

0017 4505 9943 0850 41 nolu hesabına yatırılması ve makbuzun

fotokopisi ile abonenin hangi sayıdan başlayacağını bildirir bir dilekçe, mektup, yazı, faks veya

e-mailin Diyanet İşleri Başkanlığı Döner Sermaye İşletmesi

Müdürlüğüne gönderilmesi gerekmektedir.

Temsilcilikler;Yurt içi: İl Müftülükleri,

İlçe Müftülükleri Yurt dışı: Din Hizmetleri

Müşavirlikleri, Din Hizmetleri Ataşelikleri.

Yayın Türü: Aylık, Yaygın, Süreli Yayın, Diyanet Aile Dergisi (Türkçe)

Basım Tarihi: 30.06.2021

Baskıİleri Basım Matbaa A.Ş.

Tel: 0212 454 32 55

Abone İşleriTel: 0312 295 71 96-97Faks : 0312 285 18 54

e-mail: [email protected]

online abonelik:yayinsatis.diyanet.gov.tr

Abone ŞartlarıYurt içi yıllık: 72.00 ₺

Yurt dışı yıllık: ABD: 30 ABD Doları AB Ülkeleri: 30 Euro

Avustralya: 50 Avustralya Doları İsveç ve Danimarka: 250 Kron

İsviçre: 45 Frank

Yayımlanacak yazılarda düzeltme

ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların

bilimsel sorumluluğu yazarlarına

aittir. Diyanet Aile Dergisi, Diyanet

İşleri Başkanlığı yayın organıdır.

Dergide yayımlanan yazı, konu,

fotoğraf ve diğer görsellerin her

hakkı saklıdır.

İzinsiz, kaynak gösterilmeden her

türlü ortamda alıntı yapılamaz.

İRADE EĞİTİMİNİN ÖNEMİ

ÜMMETİNGÜVENİLİR ŞAHSİYETİ: EBÛ UBEYDE B. CERRÂH

Döndü DEMİRCİ

Doç. Dr. Yaşar AKASLAN

28

72

DİVAN ŞİİRİNDE AHLAKİ DEĞERLERİMİZ: SABIRDr. Öğretim GörevlisiHalil İbrahim Haksever

60

GÖNÜL İNSANI:DOĞAN CÜCELOĞLUYıldız CÜCELOĞLU

48

SARI ÇİÇEK VE YUNUS EMREAhmed KREUSCH

BİR NEFESSAMSUNZeynep UZUN

İPEĞE NAKŞOLAN KÜLTÜRSüreyya MERİÇ

YIĞSAN ÇOK, BÖLSEN AZGülşen ÜNÜVAR

KISA BİRMOLABüşra T. KAZAN

SREBRENİTSA KATLİAMIUmut GÜNER

YEŞİL ALANŞule TÜZÜN

AKLİYATMuhammed Kâmil YAYKAN

ÇENGEL BULMACAAli OSMANOĞLU

KİTAPLIKZeynep ÇELİK

46

52

56

58

64

66

70

76

78

80

Page 6: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

4 AİLE TEMMUZ 2021

PENCERE

Page 7: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

5AİLETEMMUZ 2021

ÇAĞLARI AŞAN YOKSUNLUK: YETİMLİK

Sema BAYAR

aşam bize huzur dolu mutlu anlar bahşettiği gibi, zaman zaman bizi hüzünlendirecek, yeise sürükleyecek durumlarla da karşı karşıya bırakır. İnsan sadece yaşadıklarının değil gözlemlerinin, müşahede ettiklerinin, tanıklıklarının da toplamıdır. Bu nedenledir ki insan, çevresinde yaşanan kederlere bigâne kalamaz zira bu konuda ayrıcalıklı bir konumda

olmadığını bilir; her an bir felaketle yahut acı bir olayla karşılaşabileceğinin, sahip olduklarının sadece birer emanet

olduğunun bilincindedir. Küçücük bir tebessümün, uzatılan yardım elinin kıymetini anlar. İnsanlığı derinden sarsan

açlık, yoksulluk, hastalık gibi sorunlarla baş edebilmek, toplumu müreffeh yarınlarla buluşturmak için iyilik

havzasına can suyu taşır. Hayatı sadece kendisi için değil zorda kalanlar için de daha yaşanılır kılmak arzusuyla

kimi zaman elindeki bir somun ekmeği, kimi zaman sıcak bir gülümsemeyi kardeşiyle paylaşır. Aksi

hâlde dermansız dertler, yığınlara dönüşür ve toplumların infilakına sebep olur. Neme lazımcı

tavırlar takınmak, diğerkâmlığı rafa kaldırmak, paylaşmanın erdeminden nasibini almamak,

sadece muhtaç olanı değil varlık içindekini de kaosa sürükler.

İnsanı yaralayan, onun ruhunu zedeleyen şeylerin başında yoksunluk

gelir. Yoksunluk maddi ihtiyaçların da ötesindedir. Karnı aç olanı

doyurmak, ruhu aç olanı doyurmaya

Y

Page 8: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

6 AİLE TEMMUZ 2021

PENCERE

nazaran daha kolaydır. Bu yoksunluğun kendini en şiddetli gösterdiği dönem hiç şüphesiz ki çocukluktur. Eğitimden yoksun, anne baba şefkatinden mahrum çocuklar, yetimler, bütün bir toplumun uhdesine tevdi edilmiş emanetlerdir. Sokakta yaşam mücadelesi veren çocuklar, işçi çocuklar, sağlıklı bir aile ortamında büyüyemeyenler, şiddet görenler yahut ihmal ve istismara uğrayanlar…

Örselenmiş bir çocuk ruhu, geleceğin yüzünde kara bir leke bırakır. O çocukların faturasını bütün bir toplum öder. Geleceğe toplumdan, yaşamdan alacaklı nesiller bırakmak istemiyorsak önceliğimiz çocuklar olmalıdır. Çünkü yaşamdan alacaklı olan çocuk, sığamadığı yuvaları taşladığında, özgürce binemediği bisiklete zarar verdiğinde ya da babasının gölgesinde büyüyen bir başka

akranını itip kaktığında bu suçta toplumun da payı vardır.

Sadece etrafımıza dikkatle baktığımızda bile çok uzakta değil yanı başımızda, her gün işe gidip geldiğimiz kavşakta yahut işlek bir meydanda köşe başında hüzünlü bakışlarıyla bizden ruhuna dokunmamızı bekleyen çocuklar görürüz. Kimi hırçın tavırlarıyla göstermeye çalışır ruhundaki yaraları, kimi sitemkâr bakışlarıyla. Çocukluğunu yaşayamadan büyümek zorunda kalan, geçim derdinin ne olduğunu erken yaşta öğrenen, sırtını dayadığı, gölgesinde hayata karıştığı çınarını kaybeden çocuklar, hayat ırmağı coşkuyla akarken kendilerine tutunacak bir dal ararlar. Modern dünyanın baş döndüren hızında yanı başımızda yaşananları görmek için şairin mısralarına kulak vermek lazım:

“Ah, kimselerin vakti yokDurup ince şeyleri anlamayaKalın fırçalarını kullanarak geçiyorlarEvler çocuklar mezarlar çizerek dünyayaYitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mıBakıp kapatıyorlar.”

İlahi Kelam’da Yetimler

İslam dini, dünya hayatında ferdi ve içtimai alanda huzuru önceler. Dinin temel esaslarından tevhit ilkesi müfessirler tarafından Allah’ın varlığı ve birliğine paralel olarak Müslüman toplumların

Page 9: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

7AİLETEMMUZ 2021

birlik içinde olması şeklinde de yorumlanmıştır. Bu birliği tesis edecek şeylerden biri de toplumun hayatın zorlukları karşısında el ele, omuz omuza yürümesidir. İlahi Kelam, toplumsal huzurun tesisi için yetime, öksüze, kimsesizlere iyilikte bulunmayı emreder. Zira ancak birbirlerinin yaralarını saran toplumlar huzura kavuşur.

Kur’an-ı Kerim’de üzerinde ısrarla durulan konulardan biri yetim hakkıdır. Cahiliye Dönemi’nde yetimler üzerinde kurulan baskı ve onların haklarının gasp edilmesi ayetlere konu olmuş, Yaradan, bütün müminleri yetim hakkı hususunda uyarmıştır. “Yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş dolduruyorlar…” (Nisâ, 4/10) ayet-i kerimesi bunun en çarpıcı örneğidir. Yine aynı surede yetimlerin

mallarının daha değersiz olanlarla değiştirilmemesi yahut vasinin yetimin malını kendi malı gibi kullanmaması hususunda ikazlar vardır. En’âm suresi 152. ayette de “Rüştüne erişinceye kadar yetimin malına, onun iyiliğine olmadıkça el sürmeyin…” denilerek yetimlerin haklarının korunmasına azami dikkat edilmesi gerektiğinin altı çizilmiştir. İnsan suresinde de çaresizlere, yetimlere, muhtaçlara öncelik verenler övülmüş, kendi nefsinden önce yoksula, yetime ikramda bulunanlar sabırlarına ve iyiliklerine karşılık olarak cennetle müjdelenmiştir. (İnsân, 76/ 8-12)

Peygamberin Emaneti Yetimler

Kendisi de bir yetim olan Peygamberimizin (s.a.s.), üzerinde hassasiyetle durduğu konulardan biridir yetimler. O, yetimlerin hor görüldüğü, mal varlıklarının gasp edildiği, evlilik gibi temel konularda bile özgür iradelerinin ellerinden alındığı bir topluma uyarıcı olarak gelmiş; yetimleri, kimsesizleri kanatlarının altına almıştır. Bir gün ashabına dönerek işaret parmağı ve orta parmağını göstermiş, yetime iyilik eden kimse ile kendisinin cennette bu iki parmak gibi yan yana olacağını müjdelemişti

Örselenmiş bir çocuk ruhu,

geleceğin yüzünde kara bir leke bırakır.

O çocukların faturasını bütün

bir toplum öder. Geleceğe

toplumdan, yaşamdan alacaklı nesiller bırakmak

istemiyorsak önceliğimiz çocuklar

olmalıdır.

Page 10: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

8 AİLE TEMMUZ 2021

PENCERE

engin merhametinden nasiplenmişti.

Bugün Allah Resulü aramızda değil, aslında onun yokluğuyla sadece Hz. Fatıma değil, bütün ümmeti yetim kaldı. Fakat onun mirasına sahip çıkan müminler, Hz. Peygamber’i örnek alarak birbirlerine omuz vermeye, darda olana yardım etmeye, yetimlere kol kanat germeye devam ettiler.

Öyle ki kimsesiz çocuklar için nice vakıf ve dernek kuruldu. Medeniyetimiz; yoksulları, yetimleri, kimsesizleri gözeten bir vakıf medeniyetine dönüştü. Öksüzlerin barınmasından yetim kızların çeyizlerinin hazırlanmasına kadar nice incelikle hayata dokunan vakıflar geçmişten günümüze hizmet vermeye devam etti.

Bugünün Yetimleri

Bugün yetim denildiğinde aklımıza aile fertlerini yitirmiş bir çocuk gelse de o çocuk, gölgesinde büyüyeceği başka çınarlara sahipse hayatını bir şekilde yoluna koymayı başarır. Bir yanı eksik kalsa da hayata tutunur. Bu kimi zaman bir dede evi, kimi zaman bir akraba yanıdır. Bu durumda yetim çocukla ilgilenenlerin onun kırgın gönlüne azami dikkat etmesi gerekir. Yetimin şımaracağı bir annesi yahut sırtını vereceği bir babası yoktur. Ona düştüğünde el uzatanlar,

(Müslim, Zühd, 42). Bir başka hadisinde ise “Müslümanların evlerinin en hayırlısı, içinde yetime iyilik edilen evdir. Müslümanların evlerinden en şerlisi, içinde yetime kötülük edilen evdir.” (İbni Mâce, Edeb, 6) buyurarak bir yandan ümmetini yetimlerle ilgilenmeye teşvik etmiş, diğer yandan da onlara her türlü kötü muamelede bulunmayı yasaklamıştı. Kimsesizlerin kimsesi olanları, gariplere yetimlere kol kanat gerenleri övmüştü. Çünkü o, yetimliğin nasıl bir yoksunluk olduğunu biliyordu.

Hz. Muhammed (s.a.s.) yaşantısıyla da Müslümanlara örnek olmuş, hane-i saadetinin kapılarını yoksullara, kimsesizlere ve yetimlere açmıştı. Onun hanesi, asr-ı saadette yetimlerin huzur buldukları yerdi. Bir yuva sıcaklığını hane-i saadette tadan yetimlerden biri de Hz. Peygamber’in dilinden “Yavrucuğum”, “Enesciğim” hitaplarına muhatap olan Enes’ti (r.a.). Allah Resulü, yanında büyüyen Enes’e bir kez olsun “Öf” bile dememiş, yetim Enes’in gönlünü yetim bırakmamıştı (Müslim, Fedail, 51). O, savaşlarda babalarını kaybeden çocuklarla yakından ilgilenmiş, Uhud Savaşı’nın ardından yetim kalan Beşir’i “Ben senin baban olayım, Âişe de annen olsun istemez misin?” diyerek teselli etmişti. Enes, Beşir ve onlar gibi yetim kalmış diğer çocuklar Resulüllah’ın

Hz. Muhammed (s.a.s.) yaşantısıyla da Müslümanlara

örnek olmuş, hane-i saadetinin kapılarını

yoksullara, kimsesizlere ve

yetimlere açmıştı. Onun hanesi, asr-ı

saadette yetimlerin huzur buldukları

yerdi.

Page 11: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

9AİLETEMMUZ 2021

kubbeyi çatıları bellerler. Bazıları ise analı babalı yetimler taifesindendir ki bu, ayrı bir acı katar imtihanlarına. Yokluğuyla yoksun bırakan anne babadan daha acı olanı, varlığıyla çocuğu sınayanlardır.

Bugünün yetimleri için bireysel ve toplumsal sorumluluklarımızı yerine getirmezsek alacaklı nesiller bırakırız geleceğe. Bu toplumsal yarayı saracak olan, bireysel gayretlerden sivil toplum kuruluşlarına, yerel yönetimlerden kamu imkânlarına kadar yine toplumun bütünüdür. Fert fert bütün bir toplum kimsesiz olana el uzatmalı hele bu bir çocuksa ona sadece elini değil, gönül kapılarını da açmalıdır. Devlet politikaları kimsesiz ve korunmaya muhtaç çocukları topluma kazandırmak için azami dikkat gösterir. Bugün Sosyal

Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bünyesinde hizmet veren sevgi evlerinde, çocuk yuvalarında ya da yetiştirme yurtlarında çocukların pek çok maddi ihtiyacı şükür ki karşılanıyor. Çocukların sadece maddi değil, manevi ihtiyaçlarının da karşılanması için seferber olan görevliler, onlara psikolojik desteğin yanında manevi destek de sunuyor. Diyanet İşleri Başkanlığı, manevi rehberlik uzmanlarıyla sahada etkin faaliyet göstererek çocuk kalplerinde sevgi tohumları yeşertmeye çalışıyor. Bizler de insan olarak onların bu manevi ihtiyaçlarının bilincinde olmalı, o çocuklar için elimizi taşın altına koymalıyız. Çünkü o çocuklara bir uçurtma alabilirsiniz ama çocuğun o uçurtmayı birlikte uçuracağı bir arkadaşa, bisiklete binmeyi öğretecek, onu güvende hissettirecek bir yetişkine de ihtiyacı var.

sendelediğinde omuz verenler sadece bir insanı değil, aydınlık geleceği de kazanırlar.

Yetimlik sadece anne babadan yoksunluğu ifade etmez, ebeveyn sevgisinden yoksun nice çocuk da aslında dünyada yetim kalmıştır. Yetimlik kimsesizliktir. Evinde yahut sığındığı yakınlarının yanında şiddet gören, sevgisizliğin, ilgisizliğin karanlığına sürüklenen çocuklar, ya evlerini terk etmekte ya da bizzat anne babaları, vesayeti altında olduğu insanlar tarafından sokağa itilmektedir. Küçük yaşta sokakta dilenen, dilendirilen, sırtına küfe geçirilen çocuk işçiler de bu ihmalin yansımalarıdır.

Peki, o çocukları sokakta bekleyen tehlike, evde maruz kaldıklarından daha mı az? İlk başlarda özgürlük alanı, çileli bir ev hayatından kurtuluş kapısı gibi görünen sokak, çocukluğu demir çarklarında öğütür. Çocuğun yüzündeki masumiyeti siler, onun saf gülüşünü çalmakla kalmaz, çehresinde acıdan örülmüş çadırlar kurar. Sadece üstündekileri değil, bakışlarını da eskitir. Bin yıllık bir kederle bakar sokak çocukları. Tişörtlerindeki yırtıkları tamir edebilirsiniz yeni bir kıyafetle, peki ruhlarındaki gedikleri hangi terzi onarır sokak çocuklarının? Kimi kimsesi kalmamıştır bazılarının, kendilerine bir çatı bulamamanın hicranıyla yeryüzünü evleri, yıldızlı gök

Page 12: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

10 AİLE TEMMUZ 2021

PENCERE

Ebeveynlerinden birini yahut her ikisi kaybetmiş bir çocuğun yaşadığı yoksunluğu tarif etmek zor olsa da yetim çocukların iç dünyalarını anlamamıza yardımcı olmak için yetimlik hakkında neler söylersiniz?

Öncelikle ölüm, kayıp ve yas insan hayatının her döneminde zorlanılan ve çoğu zaman bireylerin en büyük korkuları arasında yer alan bir durum olmuştur. Bu kavramları her bir birey kendi dünyasında, içsel dinamikleri ile anlamlandırmakta ve deneyimlemektedir. Bununla beraber çocukluk dönemine baktığımızda bu kavramların anlamlandırılma sürecinin, çocuklarda yetişkinlere göre farklılık gösterdiğini görmekteyiz. Çünkü bu dönemde çocuklar, gelişimsel anlamda somut düşünme hâlini yaşamaktadırlar. Bu nedenle ölüm ve yas gibi soyut kavramları anlamlandırmakta zorlanmaktadırlar. Bu bağlamda baktığımızda ise ölüm, yas ve kayıp gibi soyut kavramları ve yaşantıları deneyimleyen her bir çocuk bulunduğu yaşa ve gelişim düzeyine göre tepki vermektedir. Bu tepkiler, duygusal, bilişsel, sosyal ya da davranışsal alanlarda yaşanabilmektedir. Örneğin bu çocuklarımız; duygusal alanda, içe kapanma, öfke, kaygı, donukluk, ağlama ya da mutsuzluk

sürecini yaşarken bilişsel alanda ise ölümü sorgulamakta ya da ebeveyni olan çocuklar ile kendi durumunu kıyaslamaktadır. Sosyal ve davranışsal alanlarda ise çevre ile uyum sorunları, hırçın davranışlar, sosyalleşmekten kaçınma ve günlük yaşam işlevlerinde bozulma söz konusudur. Ebeveyn kaybı, şüphesiz her çocuk için zorlu ve travmatik bir süreci de beraberinde getirmektedir. Çünkü çocuk dünyasında ebeveynin yeri bir başka şey ile doldurulamayacak kadar önemlidir. Bu durumu yaşayan çocuklarımız belirtmiş olduğum duygu durumları dışında kendini dış dünyaya karşı savunmasız ya da korunaksız hissetmekte ve buna bağlı olarak güvende olma ihtiyacını diğer çocuklara göre daha yoğun yaşamaktadırlar. Bundan dolayı anne, baba ya da her iki ebeveynin kaybını yaşayan çocuklarımızın gelişimsel ihtiyaçları ve ebeveynlerinden alması gereken duygusal gereksinimleri de karşılanamamaktadır. Sevgi, şefkat, öz güven, ilgi ve saygı gibi duygusal ihtiyaçlarının karşılanamaması bu çocuklarımızın iç dünyasında birtakım zorlukları ve yoksunlukları da beraberinde getirmektedir. Sonuç olarak bu çocuklarımızda travma sonrası stres bozukluğu belirtilerinin yaşanması söz konusudur.

UZMANINA SORDUK

Elif DEMİRERPsikolog/ Çocuk-Ergen Psikoterapisti

Page 13: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

11AİLETEMMUZ 2021

Yetim çocuklar toplumun uhdesine tevdi edilmiş birer emanettir. Bizler, ailesini yitirmiş çocuklar için ferdi ve içtimai hayatta neler yapabiliriz?Öncelikli olarak bu durumu yaşayan her bir çocuğun neler hissettiğini ve iç dünyasında neler yaşadığını biliyor olmamız oldukça önem arz etmektedir. Şüphesiz ki bu bilme hâli, çocuklarımızın ihtiyaçlarını idrak etme durumunu da beraberinde getirecektir. Bununla beraber bireysel ve toplumsal anlamda yapabileceklerimizi maddi ve manevi alanlar olarak ikiye ayırabiliriz. Manevi alanda, bu çocuklarımızın güven, şefkat, empati, sevgi, saygı ve korunma gibi ihtiyaçlarının karşılanması ile beraber maddi alanlarda ise barınma, eğitim, sağlık ve kişisel ihtiyaçlar alanında desteğin sağlanması olarak düşünebiliriz. Toplumsal açıdan baktığımızda ise bu çocuklarımız ile ilgili toplumda bilincin gelişmesi oldukça önemli bir durumdur. Bu bilincin gelişmesi adına sosyal sorumluluk projelerinin ve alanda bulunan uzmanlar tarafından yürütülen psiko-sosyal destek çalışmalarının yaygınlaşması şüphesiz ki katkı sağlayacaktır. Bununla beraber toplumda bu bilincin gelişmesi, farkındalığın ve yardımlaşmanın yaygınlaşması adına günümüz dünyasında oldukça etkili olan sosyal medya kanallarının sivil toplum kuruluşları ve kişiler tarafından bu alanda kullanımı da farkındalık ve fayda sağlayacaktır.Kimi zaman severken incitiriz. Özellikle insani duyarlılıkları yüksek olan toplumumuzda insanımız, yetimler söz konusu olduğunda elinden gelen yardımı yapar. Peki, yardım ederken muhatabımızı incitmemek için nelere dikkat etmeliyiz?Şüphesiz ki toplum olarak yardımlaşmayı, birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmeyi önemseriz. Öyle ki sadece kendi sınırlarımız içerisindeki değil sınırlarımız dışındaki durumlara da kayıtsız kalmıyoruz. Bu elbette ki çok kıymetli ancak her bir hâlimizde olduğu gibi şefkat duygumuzda da ölçüyü kaçırmamak oldukça önemli. Yani bu durumu yaşayan çocuklarımıza sahip çıkarken ve onların gereksinimlerini karşılarken bizlere eşlik eden acıma ya da üzülme duygusunu muhatabımıza yansıtmamanın, empati ile hareket etmenin,

yaşadıkları durumlar ile ilgili sorular sormamanın, duygu durumlarının derinliklerine inmemenin en önemli unsurlardan olduğunu söyleyebiliriz. Bununla beraber çocuklar için en iyileştirici unsur ise şüphesiz ki ilişkide olmak ve oyun oynamaktır. Yani çocuklarımız ile muhatap olduğumuz anlarda tüm dikkatimiz ve duygularımız ile onlarla samimi, dürüst bir ilişki kurmamız ve onların liderliğinde oyun oynamamız şüphesiz ki görünmeyen yaralarına şifayı, her türlü gelişimlerine desteği ve faydayı beraberinde getirecektir.Geçmişte olduğu gibi bugün de dünyanın bir yüzü aydınlıkken diğer bir yüzü zifiri karanlık. Son günlerde özellikle Kudüs’ten gelen acı haberler yürekleri dağlıyor. Nice çocuk savaş ortamında hem ebeveynini kaybediyor hem de büyük bir travma yaşıyor. Savaşın yetim bıraktığı çocuklar için neler yapılabilir?Savaşlarda şüphesiz ki en çok etkilenen grup çocuklardır. Bir travma olan savaş, çocuklarda telafisi zor ve derin yaralar açmaktadır. Savaş mağduru çocuklarımız; korku, endişe, güvensizlik, kayıp gibi birçok zorlayıcı duyguları ve yaşantıları maalesef ki deneyimlemektedirler. Bununla beraber savaş ve sonrasında bu çocuklarımız, eğitim, sağlık, ekonomik/sosyal problemler ile karşılaşmakla beraber sevgi yoksunluğu, öfke, saldırganlık ve güvensizlik gibi zorlayıcı duygu durumlarını da yaşamaktadırlar. Politik ve siyasi nedenlerden dolayı devletler arasında yaşanan hesaplaşmaların mağduru olan ve oyun oynamaları gereken yaşlarda derin acıları deneyimleyen bu çocuklarımıza yönelik hem toplumsal hem de bireysel alanlarımızda çeşitli sorumluluklarımız söz konusudur. Bu sorumluluklarımızın en önemlisi savaşa yönelik tepkimizi hem ferdî hem de toplumsal açıdan göstermektir. Bununla beraber bu çocuklarımızın derin yaralarını anlamak, duyarlılık göstermek ve bu duyarlılık ile beraber maddi ve manevi alanlarda bu çocuklarımızın ihtiyaçlarını desteklemek önemli bir unsurdur. Bu bağlamda bizlere emanet edilmiş çocuklarımızın yaşadığı ruhsal sorunların çözümlenmesinde ise psiko-sosyal destek çalışmalarının devletler, kurumlar ve bireyler tarafından yaygınlaşmasını sağlamak ve desteklemek hem birey hem de toplum olarak sorumluluklarımız arasındadır.

Elif DEMİRERPsikolog/ Çocuk-Ergen Psikoterapisti

Page 14: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

12 AİLE TEMMUZ 2021

BİR AYET BİR YORUM

YETİMLER

Dr. Öğretim Üyesi Sema ÇELEMAnkara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Kur’an-ı Kerim’de yetimlere yapılması gereken hüsnü muamele, mallarının

korunması, evlilikleri gibi konular üzerinden yirmi üç ayette sözü geçen yetimlerin bakımı, beslenmesi, korunması Allah tarafından inananların tamamına sorumluluk olarak yüklenmiştir. Bakara suresi 220. ayetten önce Allah yetimler hakkında birtakım sert uyarılarda bulunmuş, “Yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş dolduruyorlar. Zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.” (Nisâ, 4/10) buyurmuştur. Ayet, Uhud Savaşı’nda şehit düşen sahabeden Sa’d b. Rubai’nin eşi, yetim kalan iki kızının durumunu Hz. Peygamber’e arz ettikten sonra nazil olmuştur. Rivayete göre amcaları baba

mirasını kızların elinden almış, böylece kızlar parasız kalmışlardı. Anneleri bu durumda kimsenin onlarla evlenmeyeceğini düşünerek (Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân, I, 333) olayı Peygamberimize anlattığında, “yetim malı yiyenin aslında kendisini hazin bir sona hazırladığını” ifade eden bu ayet-i kerime inmiştir.Bunun üzerine insanlar arasında yetimlere karşı bir tedirginlik oluştu. Mallarına el sürmemek için onlarla birlikte yemeğe oturup oturmama konusunda bile tereddüte düştüler. Abdullah b. Revaha (r.a.), yetimleri yalnız bırakmaya kadar gidebilecek ve onların aleyhine olacak bu durum hakkında Hz. Peygamber’e gelerek “yetimlerle yiyip içmenin ve aynı meskeni paylaşmanın caiz olup olmadığını” sordu (Fîrûzâbâdî, Tenvîru’l-Mikbâs min Tefsîri İbn Abbas, 38-39). Allah

(c.c.), onların mallarını islah etmenin onlarla birlikte olmayı terk etmekten daha hayırlı olduğunu bildiren Bakara suresi 220. ayeti gönderdi. Ayette yetimi korumak amacıyla velisi olan kişilerin, malları kendilerine karışır korkusuyla onlarla birlikte olmaktan çekinmelerinin gerekmediği, yetimlerle kimin iyi kimin kötü niyetle ilgilendiğinin Allah tarafından bilindiği açıklanmıştır. Ayet “kötü niyetlileri; işleri, düzeltmek değil, bozmak olanları” hedef aldığını, iyi niyetli olanların bundan çekinmeleri için bir sebep bulunmadığını bildirmektedir (DİB, Kur’an Yolu Tefsiri, I, 348-349). 

Gerek İslam’dan önce gerekse İslam’ın ilk dönemlerinde özellikle savaşlar nedeniyle babası ölen çocukların sayısı fazla olunca bunlarla ilgili uygulamalarda sorunlar ortaya çıkıyordu.  Yetimlerle

“… Sana yetimleri de soruyorlar. De ki: Onların durumlarını iyileştirmek hayırlı bir iştir. Onlarla içli dışlı olursanız zaten onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah düzelten ile bozanı bilir. Allah dileseydi sizi

güçlüğe düşürürdü. Hiç şüphe yok ki Allah izzet ve hikmet sahibidir.” (Bakara, 2/220)

Page 15: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

13AİLETEMMUZ 2021

ilgili düzenlemeler, Kur’an’ın nazil olmaya başladığı ilk dönemlerde ilan edilmiş, peygamberliğin ikinci yılında gelen Maûn suresinde yetimi itip kakanların, ihtiyaç sahiplerinin doyurulmasını engelleyenlerin “dini yalanlayan kişiler” olduğu dile getirilmiştir. Bu ayetlerde yetim ve muhtaç kimselerin toplumun sorumluluğu altında olduğuna işaret vardır. Habeşistan’a hicret esnasında gerçekleşen Cafer b. Ebi Talib ve Necaşi arasında geçen konuşmada vurgulanan konulardan biri de yetimler hakkında İslam’ın öngördüğü tutumdur. Cahilliği putlara tapacak kadar ileri götüren, akrabalarla bağı koparan, komşuya kötü davranan, kuvvetlinin zayıfı ezdiği bir toplumun Allah’ın gönderdiği elçi sayesinde nasıl dönüştüğünü anlatır Cafer: “Resulüllah bize Allah’ı birlemeyi, doğru sözlü olmayı, emaneti ehline vermeyi, akrabayla ilişkiyi sürdürmeyi, güzel komşuluk yapmayı, haramlardan ve kan davası gütmekten kaçınmayı emretti. Çirkin işleri, yalan konuşmayı, yetim malı yemeyi ve iffetli hanımlara iftira atmayı bize yasakladı.” (İbn Hanbel, Müsned, I, 202) 

Hz. Peygamber (s.a.s.) de bir yetim olarak büyümüştür. Elçisinin küçük yaşta anasız babasız kalması Alah’ın (c.c.) gözetimi altında gerçekleşmiştir. Görünürde dedesi ya da amcasının sahip çıktığı bu yetimi aslında Rabbi himaye etmiştir. Yüce Allah (c.c.) Duhâ suresinde

Hz. Peygamber’e verdiği nimetleri sıralarken onun yetim olarak büyüyen bir çocuk olduğunu, kendisi tarafından görüp gözetildiğini hatırlatmaktadır: “O seni yetim bulup barındırmadı mı?” (Duhâ, 93/6). Yetiştiği toplumda yetimlerin gördüğü muameleyi bizzat tecrübe eden sevgili Peygamberimiz’e aynı surede yetimlere nasıl muamele etmesi gerektiği “Öyleyse yetimi hor görme!” (Duhâ, 93/9)  emriyle bildirilmiştir. 

Yetimler Allah’ın gözetimi altındadır. Rabbimiz, Musa-Hızır kıssası olarak bilinen olayda babaları ölmüş iki kardeşin mallarını koruma altına aldığını belirtmiştir. “Duvara gelince o, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir define vardı; babaları ise iyi bir adamdı. Rabbin istedi ki o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarsınlar. Ben bunları kendiliğimden

yapmadım. İşte, hakkında sabredemediğin şeylerin iç yüzü budur.” (Kehf, 18/82)

Yetimlerle ilgili ayetler incelendiğinde kendisine iyilik yapılması konusunda yetimlerin anne-baba ve akrabalardan sonra ilk sırada yer aldığı görülmektedir. Demek ki kan bağımız olmayan insan grupları arasında iyilik hakkının önceliği yetimlerdedir: “Allah’a kulluk edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın…” (Nisâ, 4/36).

Dinimizin yetime karşı hassasiyetinin nedeni küçük bir çocukken sevgisiyle büyüyeceği, varlığıyla kendisini güvende hissedeceği, sırtını dayayıp, gücünden güç alacağı kişiyi yani babasını kaybetmiş olması ve boynunun bükük kalmasıdır. Yetimi arayıp bulmak, ona destek olmak, varsa bir yarasını sarmak görevi, toplumun tamamına ama özellikle Allah’a yakın olmanın yollarını arayan müminlere verilmiş, Allah katındaki gerçek üstünlüğün imandan sonra sevilen mallardan yakınlara, yetimlere ve Allah’ın verilmesi hususunda tavsiyede bulunduğu kimselere verilmesi olduğu belirtilmiştir (Bakara, 2/177). Bu görevi yerine getirmek yalnız yetim için değil insanlık için de şifadır.

Dinimizin yetime karşı hassasiyetinin nedeni

küçük bir çocukken sevgisiyle büyüyeceği,

varlığıyla kendisini güvende hissedeceği,

sırtını dayayıp, gücünden güç alacağı

kişiyi yani babasını kaybetmiş olması

ve boynunun bükük kalmasıdır.

Page 16: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

14 AİLE TEMMUZ 2021

HADİSLERLE AİLE

İyi kullar anlatılırken Furkan suresinde onların bir özelliğinden bahsediyor yüce Allah (c.c.)…  “Ve

onlar ki: ‘Ey Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl.’ derler.”  (Furkân, 25/74). Onlar göz aydınlığı evlatlar isterler… İşte Kur’an’da göz aydınlığı olarak tanımlanan çocuk; yuva için berekettir, nimettir, ilahi

bir hediyedir. Dünya hayatının ziynetidir, süsüdür… (Kehf, 18/46)

Bir bebek doğunca bir anne ve bir baba da doğar, yepyeni bir hayat başlar. Bu yeni hayatın sınırsız sevinci, neşesi yanında hem anne babaya hem de evlada yüklediği sorumluluklar vardır. Bebeğin kulağına ezan okunur, ona güzel bir isim verilir, onun sevinci ile Rahman’a şükredilir

ve akîka kurbanı kesilir. Hayatı boyunca bir emanet bilinci ile hareket edilir. Anne baba, evladına helal lokma yedirmek için çalışır, onun fizyolojik gelişiminden ahlaki gelişimine her şeyi ile titizlikle ilgilenir, dünyada ve ahirette iyilikler görmesi için çaba sarf eder. Buna karşılık çocuklardan da anne babalarına itaatsizlik etmemeleri, onlara iyi

“...Sana iyi davranmaları senin çocukların üzerindeki hakkındır, aynı şekilde çocuklar arasında adil davranman da onların senin üzerindeki hakkıdır.”

(Ebû Dâvûd, Buyû’, 86)

ADALETİN EN KÜÇÜK VATANI: AİLE

Arş. Gör. Ebru ADIYAMANErzincan Binali Yıldırım Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Page 17: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

15AİLETEMMUZ 2021

davranmaları beklenir. “Birru’l-vâlideyn” yani anne ve babaya iyilik konusu, geleneğimizde o kadar yer etmiştir ki bu konuda azımsanmayacak bir literatür dahi oluşmuştur. Anne babaya iyilik ve itaat, “öf” bile demeyecek kadar onlara iyi davranmaktır ki bu sınır da Kur’an’da belirlenmiştir (İsrâ, 17/23). Resulüllah’ın (s.a.s.) sözlerinde de Allah’a (c.c.) en sevimli gelen şeyin önce vaktinde kılınan namaz, sonra da anne babaya iyilik yapmak olduğu ifade edilmektedir (Buhârî, Cihad, 1).

Adalet dini, çocuğa bu sorumluluğu yüklerken anne babaya da evlatları arasında adil olmayı emretmektedir. Anne ve babanın kendi çocukları için yaptıkları fedakârlıklar, onlar arasında adaletli davranmaları yüce Allah’ı da memnun eder ve Allah da onları ahirette nimetlendirir. Bunun en güzel örneği Resulüllah’ın sözlerindedir. Hz. Aişe (r.anhâ) kendisinden yiyecek istemeye gelen fakir bir kadını anlatır rahmet peygamberine. Kadının yanında iki tane de kızı vardır. Hz. Aişe’de ise verecek bir tek hurmadan başka bir şey yoktur. Kadın bu hurmayı alıp iki evladı arasında bölüştürmüştür. Kendisi hiç yemeden geri dönmüştür. Resulüllah Hz. Aişe’ye, kadının bu yaptığının ona cehennem ateşine karşı siper olacağının müjdesini vermiştir (Buhârî, Zekat, 10).

Aile içinde adil olmak adaletin en önemli boyutlarından biridir. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) aile içerisinde adalet prensibine bağlı kaldığını ve adil olunmasını teşvik ettiğini anlatan pek çok örnek bulmak mümkündür. Rivayet edildiğine göre bir defasında Peygamber Efendimiz’den hem Hz. Hasan, hem de Hz. Hüseyin süt istemiştir.

Peygamber Efendimiz sütü önce Hz. Hasan’a verince Hz. Fatıma “Ya Resulallah Hasan’ı daha mı çok seviyorsun?” diye sormuştur. Peygamber Efendimizin cevabı bu husustaki hassasiyetini gösterecektir: “Hayır, fakat önce o istedi.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/176)

Ailede adil olmak, aile içindeki her ferde sorumlulukta, ödülde ve kadir kıymette hak ettiklerini vermek anlamına gelir. Anne baba, çocukların şahsiyetlerini ve haklarını korumalı onların biri diğerine üstün tutulmamalıdır. Nebevi yöntem bize doğru yolu göstermektedir. Hadiste evlatlar arasında öpücüğe varıncaya kadar adil olmak ilkesi mevcuttur. Bir evlada yapılan iyilik diğerine de yapılmalıdır. Eğer evlatların biri diğerine üstün tutulursa diğer kardeşte kıskançlık duygusu gelişecek, haset tedavi edilemez yaralar açacaktır. 

“Hepiniz birer çobansınız/sorumlusunuz ve hepiniz yönettiklerinizden mesulsünüz. Devlet başkanı bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Evin beyi bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Evin hanımı da bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür. Köle de efendisinin malı üzerinde bir sorumludur ve yönettiklerinden mesuldür.” (Buhârî, Cuma, 10)

“Hepiniz birer çobansınız/

sorumlusunuz ve hepiniz

yönettiklerinizden mesulsünüz.

Devlet başkanı bir sorumludur ve yönettiklerinden

mesuldür. Evin beyi bir sorumludur ve yönettiklerinden

mesuldür. Evin hanımı da bir

sorumludur ve yönettiklerinden

mesuldür. Köle de efendisinin

malı üzerinde bir sorumludur ve

yönettiklerinden mesuldür.”

Page 18: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

16 AİLE TEMMUZ 2021

ÖlümÖlüm, büyük nura kavuşmaktır…

Sefiller, Victor Hugo

Ölüm, kötü adamın yaşayışının sonudur, iyi adamın ise başlangıcıdır.

Emile, Jean-Jacques Rousseau

Ölüm, biriktirdiğimiz şeylerin altında kalmak olmalı…

Uçuş Denemeleri, İbrahim Tenekeci

Kahve Molası

Gülsüm KARAPINAR

İyot Yetersizliğine Dikkatİnsan vücudunda çok az bulunan, büyüme ve gelişme için gerekli olan iyot, çeşitli besinler, su ve deniz ürünleri tüketimiyle vücuda alınıyor. Vücut, iyoda çok az miktarda ihtiyaç duysa da bu miktar, kişinin yaşamı için önem taşıyor. İyodun büyüme ve gelişme, beynin, sinir sisteminin normal çalışması, vücut ısısının düzenlenmesi, vücut enerjisinin kontrol edilmesi gibi birçok alanda görevleri bulunuyor.

İyot yetersizliği, çeşitli hastalıklara sebep olabiliyor. Bunun en olumsuz ve yıkıcı etkilerinin gözlendiği risk grupları arasında doğurganlık çağındaki kadınlar, gebeler, bebekler ve çocuklar yer alıyor. Bebek ve çocuklarda, büyüme ve gelişme geriliği, zekâ düzeyinin akranlarına göre en az 13,5 puan daha düşük olması, öğrenme yeteneği ve okul başarısında azalma gibi sağlık problemleri gözlenirken gebelerde düşük ve ölü doğum riskinde artış yaşanabiliyor.

Bu kapsamda, birçok ülkede olduğu gibi Türkiye'de de vatandaşlar iyotlu tuz tüketimine teşvik ediliyor. Sağlık Bakanlığı, 1994'ten beri "İyot Yetersizliği Hastalıklarının Önlenmesi ve Tuzun İyotlanması Programı" yürütüyor. Program kapsamında, sofralık tuzların tamamı iyotlanıyor.

NELER OLUYOR HAYATTA?

BİR KAVRAM

ÜÇ YORUM

TAKVİM YAPRAĞINurettin Topçu vefat etti.(01 Temmuz 1975)

Fatih Sultan Mehmet Köprüsü açıldı.(03 Temmuz 1988)

Türk Dil Kurumu kuruldu.(12 Temmuz 1932)

TÜBİTAK kuruldu.(17 Temmuz 1963)

Diyanet TV yayın hayatına başladı.(19 Temmuz 2012)

Page 19: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

17AİLETEMMUZ 2021

Kaparo KaporaKomidin Komodinİlla ki İllakiKontür KontörMüstehak Müstahak

EĞRİSİ DOĞRUSU

Cildimizin kalınlığı ortalama 2 milimetreyken, göz çevresinde bu değer yaklaşık 0,5 milimetreye düşer. Bu durum, göz çevresindeki derinin daha şeffaf olmasına, dolayısıyla damar ağlarının daha belirgin şekilde görünmesine neden olur. Yaşlandıkça cildin esnekliğinin azalması ve incelmesi sonucu gözün etrafındaki mavi-mor renk koyulaşır. Oluşan mor halkaların bir diğer nedeni, deriye rengini veren melanin miktarının göz çevresinde fazla olmasıdır. Melanin fazlalığının nedeni, genetik ya da güneşe maruz kalma, düzensiz uyku, sigara ve alkol kullanımı gibi dış etkenler olabilir.

Göz çevresinde oluşan morluklar, vücutta ortaya çıkan alerjik reaksiyonların belirtilerinden biri de olabilir. Yanma, kaşıntı ve tahrişe neden olan bu durum sonucu göz çevresinde koyulaşma ortaya çıkabilir.

Göz Çevremiz Neden Morarır?

MERAK EDİYORUM

MitomaniYunanca muthos (efsane) ve Latince mania (delilik) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen mitomani, yalan söyleme alışkanlığıdır. Hastalığa sahip kişilere mitoman denir. Mitomani, ilk kez 1891 yılında Alman doktor Anton Delbrueck tarafından tanımlanmıştır. Üzerinde çok fazla çalışma yapılmış bir konu değildir.

Mitomanlar yalan söylediklerinin farkında değildirler; hayal gücüyle ürettikleri düşüncelerin gerçekliğine inanırlar. Çocuklarda normal karşılanan bu durum, yetişkinler için patolojiktir. Normal insanlar yalan söylediklerinde utanç ve suçluluk duyabilirler ancak mitomanlarda böyle bir durum yoktur. Onlar, yalan söyleyerek kendilerini önemli bir insan veya kahraman gibi gösterirler. Eski yalanlarını desteklemek için de sürekli yeni yalanlar uydururlar. Yalan söylemelerinde çoğu zaman bir amaç yoktur. Yani yalan söyleyerek kâr elde etmezler. Mitomanlar, üstün sözel yeteneğe sahiptirler. Hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik ve intihal suçlarını işleyenler arasında mitomanlar tespit edilmiştir. Özellikle telefon dolandırıcılarının bu grupta olduğu düşünülmektedir.

Mitomaninin toplumda görülme oranı 1/1000’dir. Gelişimi 15-16 yaş gibi ergenlik çağından başlar ve tedavi edilmezse erişkinlik dönemine kadar devam eder.

BİR ACAYİP KELİME

Page 20: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

18 AİLE TEMMUZ 2021

BİZ BİZE

CENNETE GİDEN YOLDA SEVGİ VE İMAN İLİŞKİSİ

Hatice KURT Sakarya İl Adrb Vaizi

insanlarla, hayvanlarla, tabiatla ve mayası olan toprakla irtibatını kopartmış, her şeyin kendisine musahhar kılınmasını yanlış anlamış, bu gücün cazibesine kapılıp zulüm, haksızlık ve zorbalığı şiar edinmiştir. Bu yanlış anlayışla, kendisini dünyanın merkezine koyan insan, Rabbin halifesi olduğunu, büyük bir sorumluluk yüklendiğini unuttu. Yeryüzünü imar etme,

güzelleştirme ve yaşanılır hâle getirme misyon ve sorumluluğunu göz ardı edip, şükür ve minnet duygusundan uzaklaşıp, şikayet, yakınma ve israf kültürüne kendini kaptırdı. Dünyaya alacaklı geldiğini düşünüp, bu derdinin peşine düştü.

Bu anlam ve eksen kaymasının nedenlerinden biri de insanlığın sevgiye yüklediği anlamdaki sapmaydı. Kişi bütün bir

Haz ve hız döneminden geçilen bugünlerde anlam ve değer

sabitelerini kaybetmiş, kendine ve değerlerine yabancılaşmış hatta bize ve toplumumuza ait olmayan değerleri evine, aile hayatına ve toplumsal ilişkilerine yerleştirip yozlaşan insan önce kendi, sonra da Yaradan’ı ile bağlarını kaybetmiştir. Dolayısıyla kendisiyle,

Page 21: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

19AİLETEMMUZ 2021

vermeliyiz? İnsan kendini aşan bir düşünceye, başkaları için de güzellikler isteyen bir yüreğe sahip değilse iyi bir insan, olgun bir mümin olabilir mi? Sevginin temelini dünyaya alacaklı olarak geldiği düşüncesi üzerine kuran, tahsilat peşinde olan bir insan gerçek mutluluğa erişebilir mi?

Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Resulüllah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız!” (Müslim, İmân, 93-94)

Sevmek, his olmaktan öte verme, sözün eyleme geçmesiyle biçimlenen bir davranış biçimidir. İnsanlığın en büyük öğretmeni en basit, en kolay davranışlarla başlıyor bize öğüt vermeye; “Kardeşine selam ver.” ya da “Kardeşine tebessüm etmek sadakadır.” diye. Selam vermek, gülümsemek kardeşin kardeşe en güzel hediyesidir bazen. İnsanlığın en büyük yol göstericisi Hz. Peygamber (s.a.s.), bir yeminle başlıyor sözlerine. Dinleyenler can kulağıyla dinlesinler ve bir daha hiç unutmasınlar işittiklerini diye... Sevgi-iman-cennet ilişkisi üzerine yeniden ve derin derin düşünsünler istiyor. İmanı ancak sevme üzerinden idrak edebileceklerini anlasınlar... Kendi varoluşsal anlamını

imanda bulan birisi için bir yandan muştularla dolu bir yandan da zorlu bir yolu işaret ediyor bu hadis-i şerif. Öyle ya eğer sevmezse, sevemezse imanı zedelenecek. Çünkü sevgisizlik bencilliği, hasetliği, kıskançlığı, kibri egemen kılacak hayatında, zamanla bütün erdemler sevgisizlik toprağında can verecek ve geriye kötü hasletler kalacak. Sevgi ise ona bütün güzelliklerin kapısını aralayacak. Sevginin toprağında diğerkâmlık, hoşgörü, tevazu çiçekleri büyüyecek. Bu bağlamda bir başka hadiste de “Sevdiğini Allah için seven imanın tadına erer.” buyuruyor Allah Resulü (Buhârî, İmân, 9).

Hz. Peygamber’in bize öğretmeye çalıştığı “sevmek” nasıl bir sevmektir? Bencilce tutkularla, kendine ait kılma, sahip olma eylemlerinin tanımlayıcısı değil tabii ki... Sevmek, Allah rızası için (imkânlar ölçüsünde) verebilmeyi; hakkı, hukuku, adaleti koruyup her hak sahibine hakkını usulünce vermeyi; merhameti ve hoşgörüyü meleke hâline getirebilmeyi; kin, nefret, haset gibi olumsuz duyguları bertaraf edebilmeyi; insanlarla aramızdaki iletişimi sağlıklı bir zeminde devam ettirerek bütün bunları da Allah rızası için yapmayı gerektirmez mi?

Nu’man b. Beşir’den rivayet edildiğine göre Allah Resulü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi/doğru/düzgün olursa bütün

insanlığa, mahlukata, kainata sevgi nazarıyla bakmayıp sadece aynadaki suretine sevgi besleyince çıkarları doğrultusunda yaşayan, bütün ilişkilerini menfaatleri ölçüsünde sürdüren bencil bir varlığa dönüştü. Bu durum; sevmenin, sevilmenin, kıstaslarını bir kez daha düşünmemizi zorunlu kıldı. Sevgi duygumuzu yönlendiren kıstas nedir? Ne olmalıdır? Severken neye göre kıymet

Page 22: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

20 AİLE TEMMUZ 2021

BİZ BİZE

vücut iyi/doğru/düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” (Buhârî, İmân, 39) Kavrayış, kalpte başlayıp zihinle devam eder. Ruh aklı, bütün diğer kaslar gibidir. Kullandığın zaman büyür ve güçlenir. Böyle olabilmesinin tek yolu onu anlamak için kullanmaktır.

Nereden besleniyoruz? Değerimizin kaynağı hangisi? Şöhret mi? İtibar mı? Haysiyet mi? Hasbîlik mi? Hesabîlik mi? Şöhret; insanların sana verdiği değer; itibar, seçkinlerin sana verdiği değer; haysiyet, senin sana verdiğin değer; hasbîlik, Allah rızasını mihenk edinen sana Allah’ın verdiği, senin kabul ettiğin değerdir. “Ben cinleri ve insanları, başka değil, sırf bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56) ayeti gereğince insanın, Rabbinin memnuniyetini öncelemesi gerekmez mi?

Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de Maide süresi 54. ayette “kınayıcının kınamasından korkmamak” diye bir disiplinden bahseder. “El âlem ne der bu duruma?”, “Bizi rezil mi edeceksin?”, “İnsanların içine nasıl çıkarız?” gibi sözlerle el âlem diye bir engel çıkıverir karşımıza. Hayat boyu bu çileyi çeken insanlar, yetişkinliklerine, ta çocukluklarından kalma bir onay görme isteği yahut yerilme korkusu taşırlar. İyiliği veya kötülükten vazgeçmeyi yine bir insan veya insan topluluğu için yapmak. Oysaki ideal bir Müslüman’ın hayatındaki en temel ölçü; Allah için sevmek ve Allah için sevmemek, Allah için

vermek, Allah için vermemek ölçüsüdür ki bu, kişinin mükemmel bir imana sahip olduğunu gösterir.

Müminler pek çok devirde, Allah’ın rızasını gözetmeleri nedeniyle içinde yaşadıkları toplumlar tarafından yadırganmışlar fakat kendi olabilmeyi başarmış; benliğinin, kulluğunun farkına varabilmiş; mesut, vicdanı ve gönlü rahat insanlar olmuşlardır.

Bununla birlikte sevgide ölçü ve denge de insan hayatında önemli bir yere sahiptir. “Bir şeyi haddinden fazla sevmen seni kör ve sağır eder.” (Ebu Dâvûd, Edeb, 115), “Sevdiğini ölçülü sev, belki bir gün düşmanın olabilir. Kızdığına da ölçülü kız, belki bir gün dostun olabilir.” (Tirmizî, Birr

Rabbin sana hayırlar verdiğinde

gerçekten şükredebiliyor musun? Ya da vermediğinde

hemen Rabbine sırt çevirip,

şükürden, duadan, mağfiretten vazgeçip bu

duruma suçlu arama yoluna mı

giriyorsun?

Page 23: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

21AİLETEMMUZ 2021

ve’s-Sıla, 60) hadis-i şerifleri bu dengenin nasıl korunması gerektiği noktasında bize yol göstermektedir.

Birbirlerini sırf Allah için seven kişileri Allah Teâlâ’nın da seveceğinden Rabbimiz kutsi hadiste şöyle bahseder: “Sırf benim için birbirini seven, benim rızam için toplanan, benim rızam uğrunda birbirini ziyaret eden ve sadece benim rızam için sadaka verip iyilik edenler, benim sevgimi hak ederler.” (Muvattâ, Şa’r, 16)

İnsanlar arasında çıkar bağı değil de gönül bağı varsa her biri muhatabını korumayı gözeterek davranacaktır. Seviyorum dediğin insanları mı, onlardan gelen menfaatleri mi seviyorsun? Sana hep iyilik

yapan bir insanı, iyiliğini yapamadığında da sevebiliyor musun? Hz. Ebubekir (r.a.) misali ailene manevi zarar veren, yardım ettiğin, koruyup kolladığın bir akrabana yardımı Rabbin mağfiretine nail olmak için devam ettirebiliyor musun?

İçtenlik, samimiyet, vefa, hasbîlik en büyük sermayesidir insanın. Bu sermayeden uzaklaşıp her şeyin madde ile elde edilen mutluluk üzerine kurulduğu günümüzde insan olmak ve insan olarak kalabilmek bir hayli zorlaştı. Makbule geçecek bir iyilik yapıldığında arkasında art niyet arayıp acaba niye böyle bir şey yaptı ki? Bunun karşılığında benden ne istenecek acaba düşüncesi kalbimizi ve zihnimizi meşgul eder oldu.

Rabbin sana hayırlar verdiğinde gerçekten şükredebiliyor musun? Ya da vermediğinde hemen Rabbine sırt çevirip, şükürden, duadan, mağfiretten vazgeçip bu duruma suçlu arama yoluna mı giriyorsun? Tüm insanları, hayvanları, ağaçları, çiçekleri severiz ama... Fayda, menfaat sağlamaya devam ettikleri müddetçe. Bizim diğer varlıklarla ilişkimizde temel sorumluluğumuz her şeyin sahibi olan ve her şeyi bir hikmete mebni yaratan Rabbimize karşıdır. İnsanı seçip yaratan Rabbe şükür ve minnet için imkânlar ölçüsünde verici ve cömert olmayı, fayda sağlamayı, vefalı olmayı şiar edinmelidir. Kendisine meyve, gölge veremeyecek ve hatta kıyametin kopma anında bile olsa, dünyayı ve en çok da kendi gönlünü imar etmek için kısacık zaman dilimi de olsa bir canlının hayatına katkı sağlamak için elindeki fidanı dikmeli ve neticede bunun faydasının en çok da kendisine olacağının bilincinde olmalı değil midir?

“Şüphesiz Allah, korkup sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir.” (Nahl, 16/128)

Allah’a iman ve sevgiye giden yolda önce Rabbimizi ve sonra yarattığı her şeyi sadece Allah için sevmek bilincini geliştirmeliyiz. Cennete girmek istiyorsak önce sevgi, sonra iman sonra da cennet kapısından girebileceğimizi unutmayalım...

Yaratılanı sevelim, Yaradan’dan ötürü...

Page 24: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

22 AİLE TEMMUZ 2021

BİZ BİZE

TESLİMİYETİN ZİRVESİ: KURBAN

Kur’an-ı Kerim’de bir kıssa anlatılır. İki kavmin atası olan bir peygamberin kutlu bir

rüya ile başlayan serüvenine, kıyamete kadar gelecek insanların ortak olduğu bir kıssa. İnsanlığın, o günü bayram olarak kutlayacakları bir kıssa… Hz. İbrahim’in (a.s.) rüyasını ve bu rüyadan sonra yaşadıklarını bilmeyen yoktur. Rabbi, onu imtihan etmeyi murat etti ve ona, biricik yavrusundan ayrılma emri verdi. Bu ayrılmayı Allah (c.c.), İbrahim’in (a.s.) yavrusu İsmail’i tayin edilen zamanda yanına alarak gerçekleştirebilirdi. Bunu yapmadı çünkü ilahi takdir başka bir plana matuftu ve bu amaç bir vasıtayla gerçekleşecekti. Rüya ve sonrasında yaşananlar başlı başına bir ömre sığacak güzellikte. Binaenaleyh rüyanın bize taalluk eden kısmı, asırlardır sürecek bir ibadetin müjdecisi olması. Peygamberler tarihine bakarsak göreceğimiz hakikatlerin ilki, peygamberlerin, gönderildiği kavimlerle sınırlı kalmayıp kendilerinden sonra gelen toplumlara yaşantıları, yaşadıkları dönemde karşılaştıkları imtihanları ve onların sonuçlarına karşı gösterdikleri tavırlarıyla

örnek olmaları. Her biri, yaşadıklarıyla veya anlattıklarıyla, bu dünyaya garip bir yolcu olarak gelen insanların kıyamete kadar mihmandarı olmuştur, olacaktır. Bu açıdan her birinin hayatı bir gelecek inşa eder kıymette. Denilebilir ki peygamberler tarihi, insanlığın kaderinin ortaklaşa yazıldığı bir öğretiler bütünüdür. Peygamberler tarihinde adından sıkça bahsedilen isim hiç kuşkusuz Hz. İbrahim (a.s.) olmuştur. Kelamullah’ta, “Allah’ın dostu” olma payesi verilen o muhteşem kul, puta tapınan ve bu inatçılıklarının her türlü ilahi hakikate karşı kendilerini kör bıraktığı bir kavimde, Allah’ı (c.c.) tefekkür ederek bulabilmesiyle tanıtılır. Bununla birlikte putların hiçbir güçlerinin olmadığını kavmine güzel bir örnekle ve cesaretle anlatması, ateşe atıldığı an Allah’a tevekkül etmesi, gözünün nuru olan eşi ve çocuğunu kuş uçmaz kervan geçmez bir beldeye bırakması, Kâbe’nin temellerini yükseltirken nesilleri için dua edip duasına icabet olunması ve nihayetinde yavrusunu Allah’ın adına kurban edecek olması… Kurban ibadeti, Hz. İbrahim’in kıssası içinde belki de en

Esra BERTAN

Kurban ibadeti, candan, maldan, bizi sarmalayan

hayatın tüm katmanlarından

sıyrılıp Allah’a gönülden

bağlanmak, bütün varlığımızla ona

yönelmektir.

dikkat çekeni. En nihayetinde bir insanın, kendi yavrusunun kanını akıtacak olması, kalbi rikkat sahibi olan biri için mümkün bir eylem değildir. Fakat Hz. İbrahim, emre itaatte o kadar mükemmel bir imana sahiptir ki bu emri dahi gözünü kırpmadan yerine getirecektir. Son andaki bir ihtarla kurbanının kabul edildiği ona bildirilene kadar. Rabbi, kulunun sabrını ve imanını imtihana tabi tutmuş, ondan sonra gelecek nesiller için bu kıssanın bir bayrama nasıl tebdil olunduğunu göstermiştir. Bu açıdan

Page 25: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

23AİLETEMMUZ 2021

insanların muhatap olacağı bir emre konu olması, kurban ibadetinin yüzyıllardır aynı heyecanla yapılmasına vesile olmuştur.

Dilimize kurban kavramından geçen birçok terkip vardır. Kurban etmek, kurban olmak, kurban edilmek bunlardan sadece birkaçı. Kurban etmek, bir eşya ya da bir canlıyı, bir amaç uğruna sunmak, adamak, onun kendisinde kalması ya da kendisiyle olması hakkından vazgeçmek; kurban olmak, bir kimse, bir ülkü ya da bir şey için kendini feda etmek; kurban edilmekse biri tarafından bu amaçların nesnesi kılınmaktır. İlk ikisi eylemi yapan, sonuncusu ise eylemin kendisi üzerinde gerçekleştirildiği kimse ya da şeyi ifade eder. Nihayetinde “kurban” kelimesinin yanına hangi kelimeyi koyarsak koyalım anlamı değişmez. Kurban, teslimiyettir.

Kurban ibadeti, candan, maldan, bizi sarmalayan hayatın tüm katmanlarından sıyrılıp Allah’a gönülden bağlanmak, bütün varlığımızla ona yönelmektir. Bu yöneliş öyle içtendir ki adak olarak sunulan canlı bile bu ibadetin farkındadır. O da tüm teslimiyetiyle boynunu, bu görevi ifa edecek kişiye emanet eder. Artık o gün, yaratılan tüm canlıların Yaradan’a karşı sorgusuz boyun eğişine yani mükemmel bir teslimiyete şahit olur evren.

Her yıl bu günlerde, insanla diğer varlıklar arasındaki ünsiyet yeniden peyda olur. Kurban ibadeti, insanların

kendileri dışındaki canlılara nasıl davranması gerektiğinin en iyi örneğidir. Yılın diğer günleri yenilen etler kurban günü anlamını yitirip bir, ibadet bir uluhiyet manası kazanır. Kurban olacak hayvanı kesmeden önce duasını yapan ve gözyaşlarını tutamayan o kişi ile kurbanlık canlı arasındaki merhamet ilişkisi kainattaki tüm canlılarla olan ilişkimizin nasıl olması gerektiğini yeniden hatırlatır. Biz, geçmiş günlerimize tövbe edip canlılarla aramızdaki o ipliği yeniden dokuruz.

Kurban eylemindeki bu merhamet, tevekkül ve teslimiyet bilinci, değişmeyen ve hep aynı heyecan aynı diriltici ruhla yapılan bir ibadet olarak anlamını kıyamete kadar yitirmeyecek. Dünya döndükçe, doğan ve doğacak olan tüm insanlar, kendileri dışındaki canlılarla arasındaki ortak paydayı yani merhameti bütün içtenliğiyle yaşayıp yaşatacak. Tüm insanlık olarak atamız İbrahim’in (a.s.) rüyasına ortak olacağız. Hepimiz bu güzel kıssanın bir kahramanı olacak, insanlığın, merhametin zirvesi olarak yaşanan o dakikalarına hep birlikte şahit olacağız.

Hepimiz bu kıssanın bir parçasıyız. Bu kutlu rüyanın asırlara değen soluğunu her yıl yüreğimizde tekrar tekrar yaşayacak, her yıl Rabbimize, bu rüyanın tecellisiyle binlerce adak sunacağız. Yüzler, renkler, isimler, şehirler ve ülkeler değişecek ama bu kıssanın kahramanları hiç bitmeyecek.

kurban, insanlığın ortak kaderinde önemli bir yere sahiptir. Kurban, insanlık tarihi içerisinde özel bir yere sahiptir. Kurban, insanın, bütün varlığıyla imtihan olduğu, Yaradan’a sorgusuz boyun eğmenin, kalpten adanışın, hasbiliğin, merhametin ve bütün insanların ortak olduğu bir ibadetin istiğrakla yapılabileceğinin insanlığa örnek olarak sunulduğu bir derstir. En Yüce’ye kalpten adanışın sembolüdür ki böylesi bir teslimiyetin bütün

Page 26: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

24 AİLE TEMMUZ 2021

KALBE DOKUNAN HİKÂYELER

GÜLSEHER

İkindi güneşi kızıla dönmeye başlamıştı. Serin akşam yeli; yeni kazılmış toprağın oluşturduğu

tümseğin yanına çömelmiş bir kadının beyaz tülbendini uçuşturuyor, kızaran gözlerini kâh örtüyor kâh açıyordu.

Göz ucuyla izliyordum. Bir eliyle mezarın başındaki tahtayı tutuyor diğer eliyle yumuşak toprağa dokunuyor, üzerindeki taşları; rüzgârın getirdiği çer çöpü alıyordu. Dudakları belli belirsiz kımıldıyor, bazen sessizce bir şeyler mırıldanıyor, tülbendinin ucuyla gözlerini siliyordu.

Geride, uçuşan siyah şalını tutmaya çalışan bir kız, iç çekerken omuzları sarsılan kadına ve taze toprağa ağlamaklı gözlerle bakıyordu.

Hakkımı sana helal ediyorum, sözünü duyduğumda dikkatlice gözlerine baktım. İçten söylenen bir sözün rahatlığı ve huzuru okunuyordu.

Tülbentten çıkan ak saçlarına, alnının çizgilerine, toprağı düzelten ellerine tekrar baktım. Bu yorulmuş, yıpranmış beden ondan sebep değil miydi? Kadının yüzüne yansıyan bağışlayıcılığına karşın, sökün eden hatıralar beni huzursuz ediyordu.

Geç bir vakitti. Eve gelip usulca odama geçmiştim. Sokak lambası, loş bir aydınlık

Abdurrahman ALKAN

veriyordu. Montumu sedirin üzerine henüz atmıştım. Misafir odasında bulunan ev telefonumuz keskin bir sesle gecenin sükûtunu parçaladı. Koştum.

Aynalı vitrinin alt rafındaydı. Üzeri krem rengi dantel bir örtüyle kapatılan telefona korkarak baktım. Telefonun acı acı çaldığına o ana kadar inanmıyordum. Örtünün altında, sabırsızlanan bir canavar gibi yeniden çaldığında bir saniye içerisinde binbir facia haberi geçti zihnimden. Vitrinin içindeki aile fotoğraflarına gözüm takıldı. Abimin siyah beyaz bir askerlik fotoğrafı, karşısında küçük abimin İstanbul’a ilk gittiğinde çekildiği bir fotoğraf, alt raflarda annemin özenerek koyduğu torunlarının renkli fotoğrafları... Duyacağım bütün felaketlere kendimi hazırlayarak ahizeyi kaldırdım.

Telefonu kapattığımda içimde ağır bir hayat yorgunluğu hissettim. Büyük bir taş, gelip içime oturmuştu sanki. İnsan denen varlığın, kimi zaman yeryüzünü nasıl yaşanmaz bir cehenneme dönüştürdüğünü içim daralarak anladım.

Komşumuz Mehmet Amca’nın uzak bir köye gelin giden kızı Gülseher’di. Köyde herkesin telefonu yoktu. Ailesine bir şey diyecek olsa bizi arardı.

Mehmet Amca, gece yarısı hayırlı bir haberle gelmediğimi, yüzümdeki kederden anlamıştı. Boğuk bir sesle, Mehmet Amca dedim, Gülseher Abla yanına uğramamızı istiyor. Uzaklarda dara düşmüş bir kadının telefon tellerini inciten sözlerini ancak bu kadar yumuşatabilmiştim. Elimde küçük bir dantel örtünün olduğunu, haberi Mehmet

Page 27: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

25AİLETEMMUZ 2021

Amca’ya verdikten sonra yüzünü gölgeleyen kahrı görmeyeyim diye önüme bakınca fark ettim.

Üzerine danteller örtüp sevgiyle korumaya aldığımız, evlerimizin bu yeni konuklarından keşke sadece güzel haberler alabilseydik. Almanya’da çalışan büyük oğlumuzun sıhhat ve afiyette olduğunu, büyük torunumuzun

askerî okulu kazandığını, küçük oğlumuzun demir yollarına girdiğini öğrenebilseydik. 37 ekran siyah beyaz televizyondan Kıbrıs’ta güvenliği sağlayan askerlerimizin içimizi kıvançla dolduran görüntülerini izleseydik sadece.

Mehmet Amca bildim bileli hastaydı. Hastalıkları birbirine karışmış, hangisinin sebebiyle yattığını

unutmuştu. Gecenin bir vakti güç bela söyleyebildiğim sözcüklerle bir şeyler anlatmaya çalıştığım zaman, yatağında yatıyordu. Zorlanarak doğruldu. Acı haberlerin insanda yaptığı sersemleten ilk etkisiyle yüzüme baktı. Öylece kaldı bir zaman. İçinde kara bir deliğin açıldığını yüzünün kararmasından anladım.

Page 28: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

26 AİLE TEMMUZ 2021

KALBE DOKUNAN HİKÂYELER

Tahammül edilebilir hâle getirdiğim bu sözün içindeki kahrı, çok iyi anlıyordu. Çatılan kaşlarının arasında kalın bir çizgi oluşan Hasan’a döndü. Oğlum, bir gidin hele. Osman’ı da alın yanınıza.

Hasan, ben ve Osman Abi eski model bir arabanın içine doluştuk. Osman Abi bizden hem büyük hem soğukkanlıydı. Arabayı ben süreyim, dedi. Ben arkaya geçtim. Karanlık yollarda, baykuş seslerinin arasından ilerliyorduk.

Hasan hiç konuşmuyor peş peşe of çekiyordu. Bir eliyle şaklatarak çektiği otuzüçlük taş tespihin ipi koptu. Taneler paspasın sağına soluna dağıldı. Canı sıkılan Hasan, taneleri karanlıkta el yordamıyla toplamaya çalıştı. Her evde olur böyle şeyler, önemli bir şey değildir diye ortamı yumuşatmaya çalışan Osman Abi, Hasan, dedi kararlı bir sesle. Sakın bir delilik yapma. Sakın! Hasan dışarıya, karanlıklara baktı. Karşılık vermedi.

Ben, Osman Abi’nin virajlarda yavaşlattığı arabanın viteslerini hemen yükseltmeyişine, arabanın dikiz aynasından sallanan bir sürü lüzumsuz nesnenin çıkardığı sese, yokuşlarda hemen soluğu kesiliveren eski arabaya, gittikçe uzayan yollara en çok da gecenin bir yarısı bir kadını dışarıdan gelecek bir araba sesini umutla beklemeye mecbur eden o adama kızarak arka koltukta huzursuzca kıvranıyor, bir an önce

Gülseher Abla’nın yanında olmak istiyordum. Şu an ne yapıyordu, ne hâldeydi? Aklıma binbir kötü düşünce geliyor, zihnimi esir ediyordu.

Şose yollarda sarsıla sarsıla ilerlerken evlendiği adamı daha ilk gördüğümde hiç sevmediğimi hatırladım. Kirli kahverengi gözleri, iri elleri, güldüğü zaman kocaman açılan ağzıyla yabansı bir adamdı. Düşündükçe sevgisizliğim nefrete dönüşüyordu.

Benim ablam yoktu. Gülseher’i öz abla gibi bilirdim. Bir ablam olsaydı ancak bu kadar sevebilirdim.

Bir ablam olsaydı hayatımızda ancak bu kadar olabilirdi. Bir ablam olsaydı anneme bu kadar yardımcı olabilirdi. Halılar silkelenecek, ucundan tutuver Gülseher. Değirmen çekilecek koşuver Gülseher. Akşama misafirler gelecek, bir kek yapıver Gülseher. Bayram geldi tatlı yapılacak, yufkayı açıver Gülseher, Gülseher, Gülseher...

Küçüktüm gelin olduğunda. Tanıdığım tanımadığım kadınlar, adamlar, kızlar, erkekler, çocuklar Mehmet Amcaların evini, bahçesini doldurmuştu. Gülen kadınlar, bağrışan çocuklar... Kapının

Page 29: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

27AİLETEMMUZ 2021

önünde bir davul zurna sesi içeriye kadar geliyordu. Mahzun ve suskun gözlerle bu neşeli, curcunalı kalabalığa bakıyordum.

Ayrılık zamanıydı. Gülseher Abla, önce Mehmet Amca’nın elini öptü. Sonra annesine, kardeşine, anneme, akrabalarına, komşularına sarıldı. Üzülenler, gözyaşını saklamaya çalışanlar oldu. Yüzünde üzülüyor mu, seviniyor mu anlayamadığım bir aydınlık vardı. Kapıya kadar elinden tutup eşlik ettim. Tam çıkarken bu kez o kendini tutamadı. Eğildi, sarıldı bana bütün geride kalanlar adına. Gülseher Abla’nın gidişi buruk bir hatıra olarak kaldı bende.

Baba evinden gelinlikle çıkan kimi genç kızlar, beyaz bir hüzün müdür yoksa? Asli yerinden bir kopma mıdır? Yeni evine alışabilecek mi? Eşyalarla, insanlarla ünsiyet kurabilecek mi? Yeni ailesi sabahları nasıl uyanır, güzel bir haber aldıklarında nasıl sevinir? Evlerine daimi bir konuk olarak gelen bu insana nasıl davranacaklardır? Mutlu olacak mıdır?

Kadınlar bu kopuşu, gittikleri yeri benimseyebilme, sahiplenebilme, yuva yapabilme yetenekleriyle çoğunlukla tamir edebiliyorlardı. Gülseher Abla’nın gidişi acı bir kopma mıydı? Bir gece yarısı eski bir arabayla dağların arasında yol alırken hep bunu düşündüm.

Normal bir evin normal bir akşamı gibi olmalıydı. Yemek yenmiş, çocuk sevilmiş, televizyona bakılmış, çay

gelmiş. Sonra ne olmuşsa olmuş. Fırtına kopmuştu.

Yerde dökülen çayın ıslaklığı, kurabiyelerin parçaları duruyordu. Kırılmış bir bardak, yarım kalmış bir çay, tepsiye alelacele toplanmış mutfak tezgâhına konmuştu. Fırtına dinmiş ama dallar kırılmıştı.

Hırpalanmış kalbi yüzüne korku ve yorgunluk olarak yansımıştı. Ağlayan çocuğu kucağına almış uyutmaya çalışıyordu. Adam; merhametten uzak, simsiyah yüzle hiç konuşmadan kanepede oturuyordu.

Beraber nefes almak imkânı çoktan bitmiş gibiydi. Ben gideceğim, dedi Gülseher Abla. Öbüründen ses çıkmadı. Yavaş yavaş üç beş elbiseyi, çocuğun eşyalarını bir torbaya doldurdu. Gitme, demedi adam.

Birkaç gün sonra aldık haberi. Arabayla geceleyin uçuruma yuvarlanmış. Çalıların arasında bulmuşlar. Hiçbir yerini oynatamıyormuş. Hastaneye koşturmuşlar. Yarım yamalak “Gülseher” diye sayıklıyormuş.

Gülseher Abla, haberi duyduğunda merhametle hemen ayaklandı mı yoksa insan onurunu zedeleyen o geceyi hatırlayıp uzaklara uzun uzun baktıktan sonra mı kararını verdi bilmiyorum.

Uzun zaman kaldığı hastaneden yarım bir adam olarak çıktı. Bir tarafı tutmuyor, tam konuşamıyordu. Sağ elini ve sağ ayağını bir daha kullanamadı.

Karanlık bir gecede bitmeyen bir yolculuk boyunca bana en acı üçüncü sayfa haberleri yaşatan o adamı hiçbir zaman affetmedim.

Gülseher Abla benim gibi yapmadı. Kırıla kırıla yaşamayı, kederini gülümseyerek örtmeyi öğrendi. Belki de dünyanın, çeyiz sandıklarında yıllarca sakladığı oyalardaki gülibrişim çiçekleri kadar nazenin olmadığını öğrendi.

Yüzüne, dünyayı anlayan ermiş kadınların sükûneti gelip yerleşti. İçinde nice hayal kırıklıkları, hüzünler, tatsız hatıralar biriktirerek bir pirifâni oldu. Bir çocuğa dönen, kendisine muhtaç kocasıyla birlikte geçmişe dair suskunluklarıyla yaşlandılar.

Kim bilir kocası da onsuz bir yarım olduğunu ancak onunla birlikte bir tam olduğunu öğrendi. Gülseher Abla’dan gördüğü her iyilikte; kaşıkla yemeğini yedirdiğinde, elbiselerini giydirip çıkardığında, baş yastığını düzelttiğinde utandıran bir mahcubiyet kapladı içini belki de.

Ağaçlar, mezarların üzerinde koyu gölgeler oluşturuyordu. Usulca yanına gittim. Hadi, dedim. Gidelim. Yürüdük.

Kabristanın kapısında kırgın iki yaşlı göz, son kez dönüp yeni kazılmış toprağa bakıyor. Gece yarısı bir telefon çalıyor. İçimde saklı kalan acı bir hatırayı uyandırıyor. Kahır taşıyan eski bir otomobil, taşlı topraklı yollarda ilerliyor. Karanlıklar içerisinde rüzgârlı bir kadın sesi, kalbimi sızlatıyor.

Page 30: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

28 AİLE TEMMUZ 2021

ÇOCUĞUM BÜYÜRKEN

İRADE EĞİTİMİNİN ÖNEMİ

Döndü DEMİRCİİstanbul Sultanbeyli Vaizi

 Zamanımızın meselesi ne teknik ne atom ne siyaset meselesidir. Zamanımızın meselesi irade meselesidir.” diyen Nurettin Topçu

ne güzel anlatmış çağımızın problemini.

Çağımız toplumları üretmekten çok tüketen, haz peşinde koşan, özgürlük adına sınır tanımayan, dinî ve ahlaki değerleri hiçe sayan insan modelinin yoğunlaştığı toplumlar hâline gelmiştir. Popüler kültür ve sosyal medyanın insan hayatına hâkim olmasıyla birlikte sağlam ve güçlü iradeye sahip nesiller yetiştirmek her zamankinden daha zor ve daha önemli bir hâl almıştır.

Öyleyse söze “irade”nin ne olduğundan başlamak gerekir. Sözlükte; istemek, dilemek manalarına gelen irade terim olarak “nefsin, yapılması gerektiğine hükmettiği bir işi, bir amacı gerçekleştirmeyi istemesi, ona yönelmesi” veya “bir fayda elde etme inancının ardından doğan eğilim” gibi değişik şekillerde tanımlanmıştır (Ragıb el-İsfahânî el-Müfredât, “rvd” maddesi; et-Ta’rifât, “irade” maddesi).

İrade, sadece psikolojik bir fonksiyon yahut meleke olmayıp aynı zamanda bilinçli bir seçme gücü, bundan dolayı da kişiyi davranışlarının sonuçlarından sorumlu hâle getiren ahlaki bir ilkedir. Bu seçme gücüne kelami literatürde ihtiyar denilmektedir. “Hayır” kökünden gelen ihtiyar; birden çok davranış şekilleri arasından en hayırlısını, en faydalısını seçme, ayırt etme iradesi ve kararıdır.

Allah Teâlâ mahlukat içerisinde sadece insanoğluna akıl ve irade kabiliyeti vermiş, bu nimetler karşılığında ondan akıl ve iradesini doğru yönde kullanmasını ve sorumluluklarına sahip çıkmasını istemiştir. Kur’an-ı Kerim’de: “…Gerçek, Rabbinizden gelendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen de inkâr etsin.” (Kehf, 18/29), “Kim doğru ve yararlı bir iş yaparsa kendi iyiliği için yapmış olur, kim de kötülük işlerse kendi aleyhine işlemiş olur.” (Fussilet, 41/46), “Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi.” (Ahzab, 33/72) buyrularak insanın özgür iradesiyle tercihte bulunma ve tercihlerinin sonuçlarına katlanma, emaneti yüklenme yani sorumluluk alma yönüne dikkat çekilmiş, aynı zamanda yeryüzünün mimarı ve halifesi olma özelliğine vurgu yapılmıştır.

İrade; faydalı veya zararlı birçok alternatif arasından birini seçme ve tercih etme yeteneğidir. Bu, potansiyel olarak her insanda mevcuttur. Ancak insan, iradesini iyilik ve hayır yolunda kullanabileceği gibi kötülük yolunda da kullanabilir. Şayet insan, akıl ve iradesini kendisine ve insanlığa faydalı olacak şekilde kullanırsa kazananlardan, kötülük ve şer yolunda kullanırsa kaybedenlerden olur (Zilzâl, 99/7-8). Öyleyse akıl ve irade arasındaki ilişki çok önemlidir. Akıl, vahiy ve tecrübe yoluyla

Page 31: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

29AİLETEMMUZ 2021

Dinimizde emredilen ibadetler, Allah’ın emir

ve yasakları birtakım sınırlar koyma ve

bunları muhafaza etme bakımından irade

eğitimine katkı sağlarlar.

Page 32: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

30 AİLE TEMMUZ 2021

ÇOCUĞUM BÜYÜRKEN

bir şeyin iyi veya kötü olduğuna hükmeder, irade akılla birlikte karar verir ve böylece eylem meydana gelir.

İradeyi güçlendiren ve zayıflatan bazı unsurlar vardır. Tembellik, kötü arkadaş ve kötü örnekler, heva ve heveslerin peşinden koşma, sigara, alkol, kumar, uyuşturucu, internet gibi bağımlılıklar iradeyi zayıflatan ve gitgide ortadan kaldıran faktörlerdir. Bunun aksine yaratılış amaç ve gayesine uygun hareket etme, Allah’a, insanlara ve kâinata ait sorumlulukları yerine getirme, sabretme, çalışma ve üretme insan iradesini güçlendiren unsurlardır.

İradesi güçlü çocuklar yetiştirmek için neler yapmalıyız?

Rol model olmak: Genel eğitim yasalarında olduğu gibi bu konuda yapılacak ilk iş, güzel örnek olmaktır. Yani anne babalar ve yetişkinler olarak bizler ne kadar irademize hâkimiz? Hayatımızın öznesi mi yoksa nesnesi miyiz? Dinî ve ahlaki değerlerimizi yaşıyor ve yaşatıyor muyuz? İşte tüm bu saydıklarımız iradeli insan yetiştirmenin ilk adımı olsa gerek.

Bireyi hayatın içine dâhil etmek: Gerek çocukla gerek aileyle ilgili alınan kararlarda ailenin bütün üyeleriyle konuşmak, fikirlerini sormak ve böylece onlara değer verdiğimizi ve bu ailenin bir üyesi olduğunu hissettirmek önemlidir.

İstekleri ve haz veren şeyleri ertelemeyi öğretmek: Dinimizde emredilen ibadetler, Allah’ın emir ve yasakları birtakım sınırlar koyma ve bunları muhafaza etme bakımından irade eğitimine katkı sağlarlar.

1960’larda Stanford Üniversitesi’nde Walter Mischel tarafından yürütülen bir araştırmada dört yaşındaki çocuklara şekerleme verilir. Çocuklara iki seçenek sunulur: Önlerine konulan şekerlemeyi hemen yemek veya 15 dakika yemeden bekleyip ikinci bir şekerleme daha alarak ikisini birden yemek. Tabii deneyde bazı çocuklar sabırla beklerken bazıları şekerlemeyi hemen yemeyi tercih eder. Araştırmacılar bu çocukları ergenlik sonrasına kadar takip eder ve kendilerine sunulan ikramı hemen yemeyip hazzı ertelemeyi başaran çocukların hayatta daha uyumlu ve daha

güvenilir kişiler hâline geldiklerini görürler. Bu çocukların diğerlerine göre öz güvenlerinin daha yüksek, stresle baş etme becerilerinin daha gelişmiş olduğunu, kendilerini daha iyi motive edebildiklerini, zorluklar karşısında daha azimli davrandıklarını, sosyal çevrelerinde daha az sorunla karşılaştıklarını ve akademik başarılarının daha yüksek olduğunu gözlemlerler.

Tutarlı olmak: İnsan yetiştirmek bir sabır ve sanat işidir. Anne babaların sakin, tutarlı ve istikrarlı olmaları, karakter sahibi nesiller yetiştirmeleri açısından çok mühimdir. Bazen çocuklar ve gençler şartları zorlayabilir, inat edebilir, ısrarcı davranabilirler. Böyle zamanlarda sakin kalmak, yapmak istediği şeyin fayda ve zararları hakkında çocuğu bilgilendirmek son derece önemlidir.

Sabır, emek ve çabanın değerini öğretmek: Emek vererek bir şeye sahip olmak, iradeli bir nesil yetiştirme konusunda önemli bir yoldur. Mesela çocuğumuz bir oyuncağı veya kıyafeti almak istediğinde kimi zaman bu sürece çocuk da dâhil edilebilir. Harçlıklarını biriktirmesi ve sabırlı davranması istenebilir. Aynı şekilde gençlerin, emek vererek, çaba göstererek hedeflerine ulaşmasının önü açılmalı, istekleri onlara hazır olarak sunulmamalıdır. Böylece bizzat emek vererek ve hak ederek bir şeye ulaşmanın mutluluğunu bireye hissettirmiş, amaç ve hedefler doğrultusunda da karakterini güçlendirmiş oluruz.

Sorumluluk almalarını sağlamak: Yatağını ve odasını toplamak, sofranın kurulması ve kaldırılması esnasında yardımda bulunmak, biraz daha büyüdüğünde çöpü atmak ve alışverişe yardımcı olmak gibi görevler bunlardan bazılarıdır. Tüm bunlar çocuğu hayata hazırlarken bir taraftan da ona sorumluluk almayı ve sorumluluklarına sahip çıkmayı öğretir.

Zamanı yönetme becerisi kazandırmak: İç disiplin sağlama, nefsi kontrol altına alabilmede önemli konulardan biri de zaman bilinci ve yönetimidir. Günümüzde insanların birçoğu zamanı iyi yönetememekte, iç ve

Page 33: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

31AİLETEMMUZ 2021

dış uyaranların etkisiyle hayatını ve enerjisini heba etmekte, arzu ve heveslerinin peşinden koşmaktadır. Oysa insanın mutlu olması ve başarıya ulaşmasında zamanın bilinçli kullanılması ne kadar da önemli bir yere sahiptir. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “İki nimet vardır ki insanların çoğu (onları değerlendirme hususunda) aldanmıştır: Sağlık ve boş vakit.” (Buhârî, Rikak, 1) buyurarak zamanı bilinçli kullanma konusuna dikkatimizi çekmekte ve bizleri uyarmaktadır.

Rutin oluşturmak: İrade eğitiminde önemli bir basamak da belli başlı rutinleri tekrarlamak, iyi ve faydalı hususlarda çocukların ve gençlerin alışkanlık kazanmasını sağlamaktır. Bunlar; başta ibadetler olmak üzere ahlak ve görgü kurallarıdır. Her ailenin kendine özgü ev içi kuralları da olabilir. Mesela çocuklarımıza namaz alışkanlığı kazandırmak, onları hem ezan vakitlerini kollayarak hayatlarını tanzim etmeye, manevi açıdan güçlü olmaya hem de hayatın akışı içerisinde bir an durup kendilerini muhasebe etmeye sevk eder. Gençlerimizle birlikte düzenli tefsir, hadis okumaları yapmak da örnek olarak verilebilir. Peygamber Efendimiz: “Amellerin en faziletlisi az da olsa devamlı olanıdır.” buyurmuştur (Müslim, Müsafirîn, 216). Dolayısıyla asıl olan bir şeyi çok yapmak değil, belli aralıklarla ve istikrarlı bir şekilde yapmaktır. Bu da nefse ağır gelen hususlarda kişiyi yavaş yavaş ibadetlere, iyi ve güzel davranışlara alıştırır, disipline eder.

Takdir etmek ve uyarmak: Bireyi yaptığı güzel davranışlar neticesinde takdir etmek, kötü davranışlar neticesinde uyarmak ve yapmış olduğu hatanın bedelini ödemesine fırsat vermek sorumluluk ve irade gelişimi açısından önemlidir. Yaptıkları iyi veya kötü davranışlara

kayıtsız kalmak, çocuklarda ve gençlerde hem kendini değersiz hissetmesine yol açması, hem de gayret etmesinin bir önemi olmadığını hissettirmesi bakımından ümit kırıcıdır.

Sonuç olarak insan haysiyetine yaraşır bir şekilde yaşama ve dünya/ahiret saadetini elde etmede iradenin payı büyüktür. Ancak tek başına irade yeterli değildir. Sayyimizin ve gayretimizin devamlı olabilmesi için azim, sabır ve duaya ihtiyaç vardır. Lokman (a.s.) oğluna bakın nasıl tavsiye ve duada bulunmaktadır: “Yavrucuğum! Namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten alıkoy, başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.” (Lokmân, 31/17)

Bireyi yaptığı güzel davranışlar neticesinde

takdir etmek, kötü davranışlar neticesinde

uyarmak ve yapmış olduğu hatanın bedelini ödemesine fırsat vermek

sorumluluk ve irade gelişimi açısından

önemlidir.

Page 34: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

32 AİLE TEMMUZ 2021

SANDIK İÇİ

Eskidendi, eskimeyen zamanlardan, dağların dağlara kavuştuğu, insanın insanı anladığı,

yürekçe konuşulduğu zamanlardan…

Kız oğlanı, oğlan kızı beğenir. Uygun bir usulle dünür yollanır, kız evinden olumlu cevap alınırsa söz kesmek için iki aile gün belirlerlerdi. Söz kesmek; söz takmak, nişan takmak, kahve içmek, tatlı yemek vb. başka yörelerde farklı isimlerle anılırdı. Bir anlamda kız ile oğlanın arasındaki bağı hısım akrabaya, konu komşuya ilan etmek ve ad koymak anlamı taşırdı söz kesmek. İki gencin arasında yüzükle bağlanan kırmızı kurdelenin bir büyük tarafından makasla kesilmesi, artık onların bir bağ ile bağlı olduklarını gösterir, “Başını bağladık.” deyimi ile

de cümle âleme ilan edilirdi. Söz kesildikten sonra iki genç, nişanlı sayılırdı. Gençlerin arasındaki bağın yüzükle perçinlenmesi, yüzük takması ile olur ve bu, Anadolu’nun her yöresinde bambaşka isimlerle anılırdı: “Tatlısını yiyelim.”, “Sözünü keselim.”, “Yüzüğünü takalım.”, “Kahvesini içelim.”

Gençlerin yüzükle bağlanması öncesi birçok gelenek de sırasıyla gerçekleştirilir. Kız verildikten sonra oğlan evi ile kız evi yüzük takma törenini nasıl yapacaklarını konuşurlar. Oğlan evi kız evine “Âdetiniz nedir ona uyalım.” der, kız tarafının âdeti kahve içmesi ise “Kahvemizi şu gün içelim.” denilir ve o gün için gerekenler erkek tarafına anlatılır. Bu törende kız da oğlan da mutluluğa atılan ilk adımlarında çok heyecanlı

olduklarından büyükler yol gösterir. Kahve içilip yüzük takılmadan bir gün önce oğlan evi kız evine süslü bir sepet yollar ve içinde kıza çeşitli hediyelerle, tören esnasında ağırlanacak misafirlere yapılacak ikramlar bulunur. “Sepet götürme” adı ile gelenekleşen bu uygulamada bir hasır sepet içine oğlan evinin gönlünden kopanlar koyulur. Öncelikle kız ile oğlana takılacak yüzükler güzelce paketlenir ve kızın törende giyeceği elbise, ayakkabı vb. hediyeler yerleştirilip sepetin tam ortasına büyükçe bir iğde dalı dikilir. Bu, nazar değmesin diyedir ve dalların her birine al örtüler, kurdeleler, tüyler asılır. Aynı zamanda küçük kadife keselere ufak tefek hediyeler koyulur ve törene gelen davetlilerin yiyip içeceği

Ayşe ÜNÜVAR

SEPET GÖTÜRME

Page 35: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

33AİLETEMMUZ 2021

her şey sepete doldurulur. Eğer sepet almıyorsa süslenmiş kese ya da bohçalar hazırlanır.

Kahve içmesi törenine; kahve, şeker, çay, bisküvi, lokum, çikolata, baklava, pasta, kurabiye, fındık, fıstık, leblebi koyulur. Hatta misafirlerin çokluğuna göre kahveleri yapacak eli mahir bir kahveci bile götürülür. (Ama oğlanın anne babasına kızın kahve tutması âdettendir.) Rengârenk süslenmiş sepetin kız evine götürülmesi de törensel hâliyle çıkar karşımıza. Eskiden at arabası ya da üç tekerlekli dolmuş ile götürülmesi âdettenmiş. Hatta hem atı hem de arabayı süslemek usuldenmiş. Atların boynuna çan asılıp araba çiçeklerle donatılır, davul zurna bile tutulur, görenler “Sepet gidiyor, yakında düğün var.” derlermiş. Özellikle üzeri açık bir araç olmasına dikkat edilir, sepetin içine dikilen iğde dalına asılan al örtülerle halka “Kahve içmemiz var.” ilanı yapılırmış. Sepetin götürüldüğü araca oğlan tarafından üç beş kişi biner, sepeti elleriyle sımsıkı tutar

ve kız evinin kapısının önüne varıncaya kadar türküler söyleyip heyecan ve mutluluklarını cümle âleme göstermek isterlermiş. Bu güzel âdet bir bakıma evlilik kurumuna verilen önemin aileler tarafından altının çizilmesi, oğlan tarafının kız tarafına “Değerlinizi bize verdiniz, bizim de başımızın tacıdır.” demek anlamı taşırmış. Kız evine varılınca sepet, kızın aile büyüklerine teslim edilirken bir şey unutulmazmış, o mevsimin çiçekleri demet demet toplanıp kızın eline verilir ve törende bu çiçeklerin her yeri süslemesi istenirmiş.

Tören günü geldiğinde oğlan tarafının getirdiği tüm çerezler bir sinide karıştırılıp kız evinin gençleri tarafından misafirlere tutulur. Hatta iki bisküvi arasına lokum koyma âdeti vardır ki “Bir lokum sarın da ağzımız tatlansın.” derler erkek tarafının büyükleri. Yüzükler dua ile takılacağından kızın başına oyalı yazma koymayı unutmaz kayınvalide. Yüzükler bir büyük tarafından dualarla

takılıp aralarındaki kırmızı kurdele kesilir ve

“Başa kadar sürün.” demek unutulmaz. Yeni nişanlılar misafirlerin ellerini öpüp hayır duasını alırlar. Sepet ile gelen mutluluk evlilik için ilk adımdır ve düğüne kadar başka ritüellerin yerine getirilmesiyle devam eder…

Güzeller güzeli bir Anadolu kızının sepetini götürmek düştü bu sefer de bahtımıza; yeni zamanlarda araba ile gider olmuş hasır sepet, içine mevsimin kasımpatılarını toplayıp demet ettikten sonra, kayınvalideden kalma gümüş paraların sepete konulmasına şahitlik ettik ve ala şeker keseleri ile elma şeker toplarına bakıp “Ağızları tatlı, düğünleri kutlu olsun.” diyerek sepeti kız evine bıraktık…

Ayşe ÜNÜVAR

Söz kesmek; söz takmak, nişan takmak, kahve

içmek, tatlı yemek vb. başka yörelerde

farklı isimlerle anılırdı.

Page 36: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

34 AİLE TEMMUZ 2021

SÖYLEŞİ

YUSUF İSLAM İLE HİDAYET YOLCULUĞU ÜZERİNE...

21 Temmuz 1948 yılında İngiltere'de doğan Cat Stevens, 1960’larda onlu yaşlarında bir idolken zamanla bütün zamanların en etkili şarkı yazarlarından birisi hâline geldi. Ağır

turneler, medya programları ve hızlı pop-star yaşamı 1968 yılında Cat’i tüketti ve geçirdiği ölümcül verem nöbeti aylarca hastanede yatmasına neden oldu. Tam da bu dönemde Cat,

derin bir tefekkür ve murakabe sürecine girdi. İyileşmesinin ardından dünyaya dair yeni bir perspektif de geliştirmiş olan Cat kapsamlı bir müzikal dönüşüm yaşadı. Kırk kadar şarkı yazdı ve yaşam tarzında köklü değişimlere gitti. 1970-1974 yılları, onun bir süper

star olarak zirveye çıktığı dönemdi. 1975’te Malibu’nun Pasifik kıyısında yüzerken açıklara sürüklenen Cat, oracıkta ölmekten korkarak kurtulması durumunda kendisini yoluna adayacağını söyleyerek Allah’a yakardı ve o anda hafif bir rüzgâr onu kıyıya ve güvene

ulaştırdı. Bunun sonrasında bir dizi olay yaşandı ve kardeşinden bir Kur’an nüshası alan Cat, 1977’de İslamiyet’i benimsedi. İslamiyet’i araştırırken Hz. Yusuf’un hikâyesine karşı güçlü bir yakınlık hissetti ve bu peygamberin ismini benimseyerek 1978 yılında Yusuf İslam adını aldı.

Bunun akabinde, şöhreti ve star hayatını terk edip aile kurarak ve kendisini hayır işlerine vererek dünyayı şaşırttı.

“Wild World”, “Father and Son”, “Morning Has Broken”, “Peace Train” ve “The First Cut Is the Deepest” gibi ünlü parçalarıyla bir döneme damga vuran Cat Stevens yani Yusuf İslam, eşi

ve beş çocuğuyla birlikte Londra'da yaşamaktadır.

Mahir KILINÇ

Page 37: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

35AİLETEMMUZ 2021

Ancak bu, Haçlı Seferlerinden Sanayi Devrimi’ne kadar Batı aklının psikolojisine ve bağlantılarına damgasını vuran o köhne hikâyeden başkası değildi.

Müslüman olduğunuz yıldan bu zamana kadarki süreçte İngiltere’de İslamiyet’in yerinden ve Müslümanların yaşamından kısaca söz eder misiniz?İşler değişti, bazıları daha iyiye gitti bazıları ise daha kötüye. Batı ülkelerindeki medya, bir kısmı din konusunda aşırı şiddet içeren görüşlere sahip kötü tavırlar sergileyen Müslümanlar üzerinde propaganda yaparak İslam’ı yanlış tanıtmaktan dolayı suçludur. Bu, İslam’ın mesajının çarpıtılmasıdır. Fakat çok az kişi, İslam hukukunun üzerine inşa edildiği insan hakları, barış ve sosyal düzen için sağlanan güvencelerin 1400 yılından haberdar olacak kadar eğitimlidir.

Günümüzde İngiltere’de hâlâ bazı ön yargılar varlığını koruyor ama Londra’da Müslüman bir belediye başkanına sahip oluşumuz, polis teşkilatında ve kamu kurumunda görev yapan birçok memurun kendilerini Müslüman olarak tanımlamakta özgür olması ve hatta kadın yargıçların başörtüsü örtmelerine izin verilmesi gibi gerçekler İngiltere’yi Müslümanların yaşayabileceği en ilerici Avrupa ülkesi yapmaktadır.

Avrupa’nın ilk çevre dostu camisi olan Camridge Merkez Camii’nin inşasına 2008 yılında başlandı. Türkiye Diyanet Vakfının önayak olduğu ve sizin de önemli katkılar sunduğunuz bu caminin İngiltere ve Avrupa için öneminden kısaca bahseder misiniz?Bugün insanlar, Avrupa’nın ilk çevre dostu camisi olan Cambridge’deki yeni ve göz alıcı güzellikteki harika

1977 yılında Müslüman oldunuz. O günden bugüne dek pek çok kişinin Müslüman olmasına vesile oldunuz. Mühtedileri en çok etkileyen hususlar nelerdi ve yıllar içerisinde bunlarda bir değişiklik oldu mu?Allah yaratıcıdır ve her nefsi bilir. Her insan; benzersiz bir entelektüel, ruhsal ve duygusal hassasiyet bileşkesi ile donatılmıştır. Bunlar; geçmişimizi, umutlarımızı, etkilerimizi, korkularımızı ve tercihlerimizi temsil eder. Benim hidayete ermemde kalbimi ve zihnimi açan Kur’an-ı Kerim oldu. 1970’lerin başında gerçeği arayan bir kâşif, şair ve müzisyendim. İslam’a ulaştığımda bu artık benim metafizik yolculuğumun son durağı olmuştu. İslam, tüm içgüdüsel inançlarımı daha önce var olduğunu hayal bile etmediğim bir dinde bir araya getirmişti.

Bir star ve insanlar tarafından tanınmış bir halk figürü olduğum için İslam’ı benimsemem insanlar üzerinde büyük bir etki meydana getirdi. İnsanlar, “Neden?” diye soruyorlardı. Birçok kişi bu dini araştırmaya başladı ve bazı beklemedikleri cevaplar buldu. Bu kişiler, ön yargıyı hakikatten ayırmayı başarmış ve Allah’ın dini olan İslam’ın yalnızca Araplara değil, tüm milletlere ve kabilelere ait olduğunu anlamışlardı. Ön yargılarını terk etmeyenler ise karanlıkta kaldı. Medya onlara karanlıkta kalmaları için fazlasıyla neden sunuyordu. İslamofobi yıllar içinde daha kurnaz hâle geldi.

Page 38: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

36 AİLE TEMMUZ 2021

SÖYLEŞİ

bir caminin kapılarından içeri giriyorlar. Bu projenin ilham kaynağı ve kurucusu, çok iyi bir arkadaşım ve din kardeşim olan Dr. Abdul Hakim Winter’dir. Kendisi Britanya’daki en entelektüel Müslüman simalardan biri ve harika bir örnektir. Onun vizyonu, bu aydınlık İslam merkezinin İngiltere’nin en prestijli akademik ve entelektüel üniversite şehirlerinden birinde Allah’ın lütfuyla kurulmasına vesile olmuştur.

Umarım belki de ülkedeki diğer bazı cami ve kültür merkezlerinden farklı olarak Camridge’deki cami, inanç ve dinler arasında daha iyi bir anlayışı ve bizi Allah’ın varlığına daha da yaklaştıracak olan büyük bilgi ve birlik arayışında iş birliğini teşvik etmek için çokça ihtiyaç duyulan o samimi ortamı sağlar. Camridge Camii’nin ayrıca bölgenin birçok Müslüman sakini ve öğrencileri için aşırılık ve cehaletten uzak, huzur ve dua içinde Rablerine ibadet ve zikirde bulunacakları bir yer olmasını dilerim.

Bu görkemli projenin gün ışığına çıkmasında emeği geçen herkesin, özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı makamlarının ve aslında bizatihi Türkiye Cumhurbaşkanı’nın ve ayrıca dünyanın dört bir yanında binlerce cömert bağışçının alicenaplığını anmak ve onlara şükranlarımı sunmak isterim. Onlar olmasaydı bu model cami, hayal ve umutlarımızın bulanık bir taslağı olarak kalırdı.

“Peace Train” (BarışTreni) adlı bir şarkı bestelediniz. Sonra bu şarkının ismini taşıyan bir yardım projesi başlattınız. Sizden bu şarkının hikâyesini dinlemek isteriz. Bu şarkıyı yazarken ne düşünüyordunuz ve nelerden etkilenmiştiniz?Şarkıyı, Vietnam Savaşı’nın dünya gündeminin en tepesinde olduğu 1970 yılında yazdım. 10’lu yaşlarını 60’larda yaşayan biri olarak barış kavramı, benim ve kuşağımın zihninde çok güçlüydü. Bu ruhu yeniden canlandırmaya ve gelecek nesle daha barışçıl bir dünya inşa etmeye çabalaması için ilham vermeye çalıştım. Dünyada 20 milyon tam zamanlı asker, 14000 nükleer bomba var ki gezegenimizdeki tüm yaşamı yok etmek için bunlardan sadece 100’ü yeterli. Ve “Barış Treni”nin kalkmasını bekleyen 100 milyondan fazla mülteci, yerinden edilmiş insan ve aile var. Evet, “Barış Treni”nin günümüzde de

dünyamız için çok anlamlı bir mesaj taşımakta olduğuna inanıyorum.

Türkiye Diyanet Vakfı 6. Uluslararası İyilik Ödülleri’ne ve TRT World Citizen tarafından verilen Yaşam Boyu başarı Ödülü’ne layık görülen “Barış Treni” adlı projenizden bahseder misiniz?Barış Treni’ni raylara indirmek, işlevsel hâle getirmek istedim. Yoksulluğun ortadan kaldırılması barışa giden önemli bir yoldur. Barış ve güvenlik iç içedir. İş oraya gelince insanların açlıktan öldüğü bir ortamda barışın

Batı ülkelerindeki medya, bir kısmı din konusunda

aşırı şiddet içeren görüşlere sahip

kötü tavırlar sergileyen

Müslümanlar üzerinde

propaganda yaparak İslam’ı

yanlış tanıtmaktan dolayı suçludur.

Page 39: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

37AİLETEMMUZ 2021

gerçekten sağlanamayacağını anlamaya başlarsınız. Biz “Açları doyur, barışı yay.” şiarını benimsedik. Paydaşlarımızla çalışarak yoksul yerlere ve kamplara gıda paketleri dağıtıyor ve sıcak yemek götürüyoruz. Seyyar mutfaklarımız var. Okullardaki öğrencilere ücretsiz kahvaltı ikram edip yoksul bölgelerde Barış Treni oyun alanları yapıyoruz. Ayrıca köyler için güneş enerjili su kuyuları inşa ediyoruz. Gaziantep Mülteci Kampı için küçük bir Barış Treni modeli yaptırıp Türkiye’ye gönderdik ama sonra covid 19 çıktı ve kullanmamızı geciktirdi. Çalışmaların çoğunu ve daha detaylı hâllerini peacetrain.org adlı sitemden görebilirsiniz.Kuruculuğunu üstlendiğiniz “Muslim Aid” (İslami Yardım) hayır kuruluşunun ve “Islamic Circle” (İslami Çevre) grubunun faaliyetlerinden söz eder misiniz?

Muslim Aid, seksenlerde Birleşik Krallık’ta kurulmasına yardım ettiğim öncü kuruluşlardan biriydi. Bir İngiliz mühtedi olan Abdal Ghaffar, bu fikri bana öneren ilk kişiydi. Ancak asıl itici güç, Etiyopya ve Sudan’da açlıktan ölen ve tabii ki çoğu Müslüman olan insanlara gıda sağlamak için gayrimüslim yardım kuruluşlarının özellikle de Live Aid’in televizyon, radyo ve basın yoluyla para toplamak için seferberlik başlattığı 1984’te Afrika’da yaşanan kıtlıktan geldi. İslam’ın temel direklerinden biri olan zekât yükümlü olan her Müslüman’a farz olduğu için dünyada fakirlerin başına gelen tüm felaketlerin ardından onlara yardım eli uzatacak Muslim Aid benzeri bir kuruluşa olan gereksinim apaçık ortadaydı. Merkez Camii’nde Islamic Circle projesinin oluşturulmasına da yardım ettim. Bu oluşum, gayrimüslimleri İslam’la

tanıştırmaya yardımcı olmak ve sosyal etkileşim ve dostluk tesis edecek bir platform işlevi görmek üzere kuruldu. Burası elhamdülillah İngiltere’de hükümet destekli ilk Müslüman okulunu açmak için ebeveynleri bir araya getirdiğim yardım kuruluşuydu. İnsanlar, bu platformda her cumartesi saat 15.00’te hâlâ toplanmaya devam ediyorlar.

Hayatınızı anlattığınız Neden Hâlâ Gitar Taşıyorum adlı kitabınızda size dair pek çok hikâye bulunuyor. Bu hikâyelerin arasında sizin için en önemli olanını bizimle paylaşır mısınız?Sıra dışı görünen ve insanları şaşırtan şeyler yaptığım zamanlar oldu. Sonuçta çok parası olan, hızlı bir yaşama, aşka ve şöhrete sahip bir gençken müzik endüstrisinden öylece uzaklaşmıştım. Bu durumda bir yıldız bunu yapınca insanlar şaşırır ve yadırgarlar. Ama Hindistan ile Wall Street arasındaki tüm altından daha değerli olan kimliğimi ve manevi yuvamı bulmuştum. Kalbimi açan Yusuf suresi olmuştu. Okuduğumda sanki kendi hikâyemi okuyormuşum gibi hissettim. Her ne kadar onu Müslüman kardeşlerime uysun diye Yusuf olarak değiştirmiş olsam da adımın Joseph olduğunu anlamıştım. Ancak bugün, önceki adım olan Cat’i kullanmaktan çekinmiyorum çünkü çoğu kişi için bu, sürdürdükleri arayışı temsil ediyor ve kendileriyle onun arasında bağlantı kuruyorlar.

Page 40: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

38 AİLE TEMMUZ 2021

GÜNCE

Otobanda arabayla Sakarya’dan İstanbul’a doğru ilerliyorum. Her zaman yaptığım gibi Yakacık’a Kartal çıkışından gitmek yerine, Orhanlı-Sabiha Gökçen çıkışından çıkıp, Aydos Ormanı yolundan Yakacık’a ineceğim. Aydos Ormanı yolu, zaman zaman çok daralan, yol kenarlarında aralıklarla tek tük evlerin olduğu, her iki yakasının da ağaçlarla kaplı olduğu bir yol. Sakin sakin ilerliyorum, önümde hiç araç yok. Güzel bir yaz günü…Aydos yolunun ortalarında bir yerde yol kapatılmış. Acaba ne yapsam diye düşünürken “Herhâlde köşeli u şeklinde ilerlersem, yani ilk sağdan girip sonra ilk soldan dönüp sonra tekrar ilk sola girersem yol çalışmasını geçer, yine kendi yolum üzerine çıkmış olurum.” diye düşündüm. Geometri doğruydu, ben de hemen sağda gördüğüm ilk çıkışa daldım. O sırada arkamda arabalar da birikmişti ve hepsi beni takip etmeye başladı. Tam bir dağ yolu; iki yanda ağaçlar, ara sıra beliren tek tük evler ve tabii ki hiç levha konulmamış dar yollar…

Bir taraftan ilerliyorum ama bir taraftan da beni takip eden ve gittikçe çoğalan arabaları, “Ben de bu yolu bilmiyorum, deneme yanılma yoluyla bulmaya çalışacağım.” diye acaba

nasıl uyarabilirim diye düşünüyorum. Yol dar olduğundan yavaşladığımda arkamdaki araçlar da yol dar olduğu için yavaşladığımı sanıp yavaşlıyor, hiçbir araç beni sollayıp öne geçmiyordu. Uyaramadım tabii kimseyi, ben önde beni takip eden diğer arabalar

12.08.2018

Dr. Abdurrahim BİLİKTrakya Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi

Page 41: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

39AİLETEMMUZ 2021

arkamda ilerliyoruz. Bir hayli ilerledikten sonra yol bitti, evet, yolun sonunda bir iki evin olduğu çıkmaz bir yola girmiştim ve peşimdeki arabalar da benimle birlikte bu çıkmaz yola girmişti. Beni takip etmelerini ben istememişsem de mahcup oldum, ne yapsam diye düşünmeye başladım. Acaba arabayı park edip buradaki evlerden birinde oturuyor gibi evlerden birine doğru yürüsem ve “Sizin ne işiniz var bizim evin orada?” ifadesiyle şaşkın biçimde dönüp arkamdaki arabalara mı baksam diye düşündüm. Sonra vazgeçtim ve usulca dörtlülerimi yakıp o dar yolda arabayı döndürmek için yolu dikey biçimde kesecek şekilde ileri geri hamle yapmaya başladım. Peşimdeki arabalar da benim ilk hamlemle birlikte dönmeye çalışmaya başlamışlardı. Bir taraftan “Benim hakkımda hiç de hoş sözler etmiyorlardı şimdi” diye söylenirken bir taraftan da keşke onları “Ben bu yolları bilmiyorum, deneme yanılma yoluyla doğru yolu arayacağım, bilen biri varsa o öne geçsin.” diye uyarabilseydim diye düşündüm. Sağa çekip beklemeye başladım, zihnim beni yoldan alıkoydu ve başka mecralarda gezintiye çıkardı. Yolu bulmak, menzile varmak için bir bilenin izinden yürümeli ama nasıl? Klasik eğitim sistemimizde hem aklî ilimlerde hem batınî ilimlerde icazet sistemi vardı. Talep edilen ilim her ne ise onun hocasına gidilir, ondan ilim tahsil edilirdi. Hoca, ders verdiği ilimdeki amaçları, konuları, ilkeleri ve meseleleri çok iyi özümseyen, hangi yollardan ilerleneceğini hangi yollara da girilmemesi gerektiğini bilen biri olurdu ve doğru yolda talebeyi ilerleterek onun maksuda erişmesine rehberlik/öncülük ederdi. Bu sayede insanlar çiğlikten kurtulup pişme, hamlıktan kurtulup olma fırsatı bulurlar ve ancak pişip olduktan sonra kendilerine hamları olgunlaştırma, çiğleri pişirme icazeti verilirdi. Günümüzde bunun yerine üniversiteler ve diplomalar var. Mesela bir hastanın canının kişiye emanet edilebilmesi için o kişinin tıp fakültesini bitirmiş ve belirli donanımlara/birikime sahip olduğunu ispatlamış olması gerekir.Arayış içerisinde olmak, çiğken olmayı, hamken yanmayı istemek; birçok ilmin sırrına vakıf olabilmeyi, diğer insanlara rehberlik edebilmeyi istemek ve bu uğurda çabalamak tabii ki saygı duyulması gereken bir haslet. Fakat henüz arayış içerisindeyken ve girilen yolun doğru mu yoksa yanlış mı olduğu henüz test edilmemişken, bu arayış fikirlerini -denklerle istişare amacı olmaksızın- tüm insanlara açmak, insanları çıkmaz yola sürüklemek olacaktır. İstemeden düştüğüm durum bana bu hakikati hatırlattı.Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir hadis-i şerifinde “Allah (c.c.) insanlar arasından ilmi çekip almaz, fakat âlimleri almak suretiyle ilmi insanlar arasından alır. Böylelikle insanlar cahilleri rehber edinirler ve onlara akıl danışırlar, bu cahiller de bilmedikleri hâlde konuşarak hem kendileri dalalete düşer hem de insanları dalalete düşürürler.” buyuruyor.Rabbim cümlemizi inananlardan ve istikamet üzere doğru yolda olanlardan eylesin. Bizleri tereddüt bataklığına düşmekten ve yanlış yollara sapmaktan korusun. Bilmediğimiz hâlde konuşarak insanların yanlış yollara girmesine sebep olmaktan ve böylelikle ahiret gününde hem kendi yükümüz hem de kendi yükümüzün üzerine eklenmiş başka yüklerle huzura çıkmaktan muhafaza buyursun.

Page 42: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

40

15 TEMMUZ ANISINAEsin TÜRKMEN

HAYATIN İÇİNDEN

Camii’nden, Firuzağa’dan karşılıklı yükselen ezan sesleri arasında mahzun kalmış, gök kubbesi Allahu Ekber nidalarına hasret çekmişti. Hemen karşısında bütün heybetiyle Sultan Ahmet. İki can yoldaşı Divan Yolu’nun iki incisi olarak karşılıklı bakışmaktaydı. Sadece onlar mı, Yavuz Selim, Selimiye, Beyazıt, Şehzadebaşı… İstanbul bir mabetler şehriydi

Okulların tatil olmasıyla birlikte çocuklar için içine bolca tarih sıkıştırdığımız bir gezi planlaması yaptık. Türkiye’nin kalbi İstanbul’a

gidecek, on yıllar süren boynu bükük bekleyişinin ardından ezan sesleriyle buluşan Ayasofya Camii’ni ziyaretle gezimize başlayacaktık. Ayasofya, yıllarca Sultan Ahmet

AİLE TEMMUZ 2021

Page 43: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

41AİLETEMMUZ 2021

âdeta. Her bir sokağı, her bir köşesi buram buram tarih kokuyordu.

Gezimiz boyunca çocuklarıma camilerden, mimarlarından, dönemin padişahlarından bilgiler veriyordum. Millî ve dinî değerlerini yakından öğrensinler, tarihlerine yabancı kalmasınlar istiyordum. Belki yüzyıllar önceydi ama işte karşımızdaki şu tarihî camiler dokunacak kadar yakındı.

Rotamız Fatih’e doğru devam ettiğinde küçük kızımın sorusuyla daldığım tarih sayfalarından uyandım. “Anne bu adamlar ne yapıyor?” diye soruyordu. Belediye havuzunun başındaki balmumu heykelleri gösteriyor, şaşkınlıktan gözlerini fal taşı gibi açmış, sorusunu cevaplamamı bekliyordu.

Tarih o kadar da uzakta değildi işte. Hemen yanı başımızdaydı, birkaç yıl öncesinde milletimiz yine bir destan yazmış, Türk halkı sağduyusuyla meydanlara dökülmüş, Türkiye’yi karanlık dehlizlere mahkûm etmek isteyenlere aman vermemişti. Karşımızda duran şu bal mumu heykeller de bu destanın simgelerinden biriydi.

Evlatlarımıza şanlı tarihimizi anlatırken nasıl özenli ve özveriliysek yakın geçmişimizi de aynı hassasiyetle anlatmalı, onlara ülke olarak mücadele verdiğimiz o geceyi bütün gerçekliğiyle öğretmeliydik. 15 Temmuz’u idrak etmeli, bu bilinçle büyümeliydiler ki bir daha böyle bir tehlike yaşanmasın. Anne babalarının o gece nasıl sokaklara döküldüğünün, polis dayılarının Ankara’da üzerine ateş açan helikopterlere karşı nasıl cesurca mücadele ettiğinin, dede ve anneannelerinin Etlik’ten Kızılay’a nasıl yürüdüklerinin farkında olsun.

İşte şu balmumu heykeller. Abdest alan, ölümden değil, tendeki emaneti abdestsiz teslim etmekten korkan Anadolu insanı. Belediye’nin önünde darbeciler, namlularını halkın iman dolu göğsüne çevirmiş çift sıra beklerken alelacele abdest alan yiğit kahramanlar. Biraz daha yürüdüğümüzde kaldırım ortasındaki reklam tabelası ilişti gözümüze. Sol üst köşesinde ceviz büyüklüğünde bir delik. Kim bilir vatan savunmasındaki hangi masum canı alacaktı da şu reklam tabelasına isabet ederek orada koca bir iz bıraktı. Zihnim hemen birkaç yıl öncesine doğru uzanıyordu. Ne kadar da taze anılar. Daha dün gibi canlanıyor gözümün önünde o gece yaşananlar. Çocukları karşıma alıp dilim döndüğünce anlattım.

Bir gariplik vardı o gece şehrin sokaklarında. Sanki kasvet ete kemiğe bürünmüş, şehrin semalarını kaplamıştı. Boğaz Köprüsü’nde bir hareketlilik başlamıştı. Fısıltılar yayılıyordu.

Page 44: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

42 AİLE TEMMUZ 2021

kalabalığın arasında Rabbim bana Seher teyzenizi gösterdi. Araçları bıraktık, yürüyoruz dedi. Korkuyla yüzüme bakıyordunuz. Ah sevgili çocuklarım. Sizi de tehlikeye attığımı biliyordum ama o gece orada olmasam yıllar sonra asıl sizin yüzünüze nasıl bakacaktım. Dakikalar geçti ama bize saatler, günler geçmiş gibi geliyordu. Zaman akmıyordu,

çakılıp kalmıştı âdeta. Geride kalmıştım, ne olduğunu anlayamıyordum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Uzaktan tankların içinden çıkan askerleri gördüm. Orta yaşlı bir adam öne atıldı, şimdi arbede çıkacak diyordum ki adamcağız askeri alıp bağrına bastı. Sonra derin bir sükûnet yayıldı halka halka. O adam hınçla bir hareket yapsa kalabalık belki de askerlerin üzerine yürüyecekti. Ama o karşısında duran gencecik erin aslında maşa olduğunu biliyor, daha ne olduğunu anlamayan, hatta darbe için harekete

Evlatlarımıza şanlı tarihimizi anlatırken

nasıl özenli ve özveriliysek yakın

geçmişimizi de aynı hassasiyetle anlatmalı, onlara

ülke olarak mücadele verdiğimiz

o geceyi bütün gerçekliğiyle

öğretmeliydik.

Huzursuz eden fısıltılar. Bir terör saldırısı mı, diye düşündük önce. Haber kanalları henüz sessizliğini bozmamıştı. Haberlerden önce polis dayınızın mesajıyla alt üst oldu her şey. Oğlum, eşim size emanet Genelkurmay’ın önüne çatışmaya gidiyoruz, hakkınızı helal edin. Anneanne ve dedeniz can havliyle düşmüşler yola. Ana yollar tutulmuş ama kim bir anneyi evladının yolundan alıkoyabilir. Gecenin karanlığında yürüye yürüye ulaşmışlar Kızılay’a. Kaç saat sürdü o yol, kaç kalp çarpıntısına mal oldu kim bilir? Babanız da işte tam burada bu belediye binasının önündeydi. Fatih’te arkadaşlarıyla çay içip sohbet ederken almışlar haberi, inanamamışlar önce, nasıl olur demişler, bizim ordumuz, bizim askerimiz, bizim Mehmetimiz… Hemen belediyenin önüne koşmuşlar. Meğer gerçekmiş haberler. Alçak bir kalkışmaymış bu…

Çocuklarımın dikkat kesilen bakışları altında devam ettim konuşmaya. Siz daha küçüktünüz. Ne olduğunu anlayamıyor, tepemizde dolaşan uçakların sağır edici gürültüsünden kulaklarınızı tıkıyor, korkuyor, ağlıyor, “anne, anne!” diye feryat ederek bana sığınmaya çalışıyordunuz. Ne babanızdan ne dayınızdan haber alabiliyordum. Telefonlar kilitlenmişti. TRT ekranlarından (sözde) darbe bildirisi okunuyordu. Derken Cumhurbaşkanımızın, telefon bağlantısıyla halkımıza yaptığı o çağrıyı işittik. Eşim sokaktaydı, ağabeyim çatışmadaydı, anne ve babam kim bilir nerede, şafağın aydınlığını çağırmak için inatla ve kararlılıkla yürüyordu. Evde duramazdım. Sizi sarıp sarmalığım gibi araca bindirdim. Yolda bir arkadaşımın mesajını gördüm. Bölge olarak yakın olduğumuz için havalimanına gidiyoruz, siz neredesiniz, diye soruyordu. Direksiyonu havalimanına kırdım. Önümüze tanklar çıktı. Oldukça geride kalmıştık. Ama duran konvoydan tankların yolu açmadıklarını anlayabiliyordum. O sırada

HAYATIN İÇİNDEN

Page 45: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

43AİLETEMMUZ 2021

geçtiklerini haberlerden öğrenen askerlere sahip çıkıyordu.

Silahlar toplandı, yol açıldı. “Bizim işimiz sizle değil, sizi kullanan o karanlık ellerle!” diyerek yola koyuldu yine konvoy. Bir engeli aşmıştık. Daha ne çıkacaktı karşımıza bilmiyorduk. Seher teyzeniz bizim araca gelmişti. Oğlu ve eşi önlerdeydi. Beni yalnız görünce eşine, siz oğlanla devam edin ben arkadaşa eşlik edeceğim, iki küçük çocukla gelmiş, bir başına bırakamam demiş, sağ olsun. Yavaş yavaş ilerlerken bana az önce yaşananları anlattı. Sen arkalarda kaldın, göremedin, dedi. Tişörtlerle, atletlerle tıkadılar tankın egzozunu. Çok geçmeden askerler yarı baygın kendini dışarı attı. Hepsi daha yirmilerinde, çoğu ne olduğunun farkında değil, aralarında biz tatbikata çıkmıştık diyenler bile vardı. Hayretle dinliyordum anlatılanları. Demek bu vatanın evladını, bu vatanın evladına kırdıracaklardı öyle mi? Geçmişte de bir benzerini yapmadılar mı, kardeşi kardeşe kırdırmadılar mı, diyerek devam etti Seher teyzeniz.

O gece sabaha karşı hayırlı haberler ardı ardına geldi. Bir yandan verilen şehitlere

üzülüyor, diğer yandan köprünün, havalimanın kontrol altına alınmasına seviniyorduk. Havalimanında mahşerî bir kalabalık vardı. İnsandan bir deniz. Her damlası bir can. Dalga dalga, coşkulu ve kararlı, bu toprakları atalarının kanıyla sulamış kahraman yürekler, şimdi vatanını üç peş çapulcuya mı bırakacak. Saatler geçti, her biri bir asır kadar uzun saatler. Yine de içimiz ümit dolu, vatanımızı bu aç kurtlara yedirmeyeceğiz. Şehit haberleri gelmeye devam ediyordu. Fatihalar, Yasinler okunuyor, tekbirler getiriliyordu. Genci yaşlısı, kadını erkeği İstanbul sokakta. Sadece İstanbul mu, Ankara, Erzurum… Memleketin dört bir köşesi.

Henüz dayınızdan haber alamamıştım, içim bir buruktu. Nihayet onun da sağ salim olduğunu öğrendim. Anneanne ve dedeniz de Genelkurmay önüne ulaşmış, helikopterden uyarı ateşleri açılmış üzerlerine. Evlatlarının arkasında siper olmuşlar vatanımıza.

Sevgili kuzularım. Belki hayal meyal hatırlarsınız o geceyi. Ardından kaç gece kâbusla uyandınız, hıçkırıklarla, ağlama nöbetleriyle, kan ter içinde kalktınız yatağınızdan. Her karanlık gecenin bir sabahı var. O gece de karanlıktı belki ama seher bize muştularla geldi. Şimdi ortaokulda derslerinizde Nene Hatunları, Kara Fatmaları, Halide Onbaşıları, Şerife Bacıları okudunuz. Verdikleri mücadeleyi gördünüz. O gece de iki küçük kız çocuğu devleştiniz gözümüzde. Minik yürekleriniz vatan nöbetindeydi. Sizlerle ne kadar gurur duysam az. Rabbim bir daha yaşatmasın.

Kızlar dikkatle dinlediler anlattıklarımı. Bir destanı nakşettiler berrak zihinlerine. Çocukluk hayalleri, anlattıklarımla örtüşmüş, silik hatıraları yeniden canlanmıştı. Tarihî gezimiz bizzat tanık olduğumuz bir geceyle taçlanmıştı şimdi. Ertesi gün Kuzguncuk’taki 15 Temmuz Şehitler Makamı’na gitmeye, orada aziz şehitlerimizin ruhuna Fatihalar okumaya niyet ederek tamamladık gezimizi. Anadolu insanının irfanına, sağduyusuna, vatan sevgisine bir kez daha hayranlık duyarak bu toprakları canı pahasına koruyan milletimize bir kez daha minnetle…

Page 46: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

44 AİLE TEMMUZ 2021

HAYATIN İÇİNDEN

Hani bazen, nereye gittiğini bilmeden avare avare gezinmek gelir insanın içinden. İşte bugün avare avare yazasım var. Zihnim yorgun, bir fikri

yoğurup şekil verecek mecalim yok belki ama kelimelerle oynayasım, cümleleri ilmek

ilmek öresim var. Sonunun nereye çıkacağını bilmediğim bir sokağa

sapmak gibi.

AVAREBüşra ŞİŞMAN

Bir ovada yeşil otların üstüne basa basa, güneşi tenimde hissederek, hatta bir otun çöpünü ağzımda dolaştırarak, dağları seyre dalarak, bir de şırıl şırıl bir dere aksın yamacımızdan, işte böyle bir hayale dalasım var. Ağaçlar büyüklü küçüklü, mis kokan çayır çimen... Çimenlerin içinde alçak gönüllü papatyalar, kır çiçekleri... Hadi bir de bir kulübe bırakalım şuracığa, kapısında bir ihtiyar... Belki bir sohbete uzanır verdiğim selam, belki bir sıcak çay ve taze çöreğe. Yüzündeki çizgilerde çileli ama hoşnut bir hayatı okurum kim bilir... Ya da bir yol arkadaşının erkence yolcu edilişinin hüznünü duyarım titreyen sesinde. Yahut göz bebeklerinde bir zamanların yenilmez

bir yiğidini görürüm. Belki daha da nasipliyimdir, hayat mektebinin bir

bilgesi denk gelmiştir de şu fani dünyanın sırrını fısıldar bana.

Ötelere açılan kapının anahtarının yerini

söyleyiverir.

Page 47: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

45AİLETEMMUZ 2021

Serinleyen hava ile gerçekten fakir olan fakirhanesine buyur eder. Bir çorba eşliğinde paylaşır yine de kalan son bir dilim ekmeğini. Ve ben yine öğrenirim bir şey daha, gerçek zenginlik ne güzel bir şeydir.

Sonra maziyi taşır bugüne, anlatır kâh heyecan kâh sevinç kâh hüzünle... Hele rahmetliden söz açılınca nasıl da parlar gözleri, çok sevmişler birbirlerini besbelli. Sonra bir hüzün ilişir yine sesine, ayrılık ağır gelmiş yaşlı yüreğine. Yalnızlık, sığındığı limanı olmuş şu küçük kulübede. Kimi kimsesi yok mu diye, merak var elbet bende... Olmaz mı, arada yoklayan, ihtiyacını gideren bir torunu vardır. Dahası da vardır da çok uzaktalardır. Gözden ırak olan gönülden de ırak derler doğru mudur, deyince, “O söz, ten gözüyle görenlere has evladım, gönülden görenlere, can gözüyle görenlere işlemez.” deyiverir. İnsanın canının parçası gözünün önünden gitmez ki gönlünün ırağına düşsün. Gözüyle sevmez ki görmeyince sevemez olsun. Peki, nasıl geçer vakit burada, bu dağ başında? “Ah evladım, zaman burada değilse bile bu yaşında pek bir nazlıdır, aheste aheste akan bir su gibidir. Uykular kısa günler uzundur, hele geceler gündüzlerden de uzundur. Sohbetim, Allah’ın kelamı ile, kurtla kuşla, toprak iledir. Tanışız zaten ta ezelden ve zaten yine varıp ona gireceğizdir. Okurken gözlüğüm, yazarken defterim kalemim, gezerken bir değneğim hep yoldaştır bana. Bir de radyom vardır, kâh ağlatır kâh güldürür, dünyayla köprümdür, sessizliğime ilaçtır...” Peki amca, yaş kaçtır? “Haddi aşalı çok oldu kızım, amma asra da ulaşmamıştır.” Efendim haddi aşmak ne manadır? “Evladım bilmez misin, bir insan yaşta Rasulüllah’ın ahirete göç ettiği yaşı

geçti mi, haddi aşmıştır.” Eskilerin yaş anlayışı bile ne ince ne zariftir. Bir demet hatıra,

düşmez mi, nasibimize, dercesine baktığımı görünce... “Bu tenha

yerde, her hatıra bir sohbet arkadaşıdır,

uğrar her gün her biri, başlar hikâyeye baştan, sonra yine en baştan. Kimi bir kıkırdama kadar çocuksu, kimi çocukça bir küsüştür. Kimi yazın sıcağında bir pınarın soğuk suyu gibi ferahlatır, kimi burnunun direğini sızlatır. Amma bak şunu bilesin, birbirimize hiç kötü söz, kem bakış da vuku bulmamıştır... Amma evlat acısı tatmıştır bu yaşlı kalbim. Anası, kuzusunu toprağa emanet etmiştir, kendisi yerine sarıp sarmalasın diye. Hayatın kapılacak gailesi bitmez, acısı çilesi eksik olmaz amma yine de başka bir şeye benzemez evlat acısı. Bak şimdi bile nasıl da dineldi kalktı şu buruşmuş tenimin cılız tüyleri... Ha bir de rahmetliyi ne zaman düşümde biraz soluk görsem, bilirim ki hediyelerini göndermeyi unutmuşumdur. Hemen o sabah hem gülüme hem daha on iki yaşında toprağa verdiğim gonca gülüme, fazladan hediyeler hazırlar, aminlerle mühürler uçururum meleklerin kanatlarında. Gönüllerimiz şenlenir o an bilirim hem onların, hem benim...”

Sözün sözü daveti ile bağ bahçe, mektep günlerinden, fabrika işçiliği senelerinden, eski usul erkân, edepten, sözü eğire eğire bir gönül köprüsü örülmüştür. Ve her varışın bir ayrılığa gebe olmasından sebep, artık veda zamanı gelip çatmıştır.

Hikmet devşirip sözlerinden, ibret alıp kırışmış ellerinden, sadece muhabbet ve hürmet bırakarak boş çay bardağının hemen yanı başına, müsaade istemek lazımdır şimdi. Aldığım bunca ikramı nereye koyacağımı bilemeden, ama yine de kuşlar gibi hafif ve huzurlu dönerim yine kelimelerin elini tuta tuta, geldiğim yollardan, yürüdüğüm ovalardan, kendi evime...

Zihnim yorgun, bir fikri yoğurup şekil verecek mecalim yok belki ama

kelimelerle oynayasım, cümleleri ilmek ilmek öresim var. Sonunun nereye çıkacağını bilmediğim bir

sokağa sapmak gibi.

Page 48: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

46 AİLE TEMMUZ 2021

HAYATIN İÇİNDEN

Bizim enlemlerimizin ilkbaharında, tabiat yeniden tüm cömertliği ile bolluk içerisinde taze yeşilini sergilemeye başlayınca hemen arkasından nisan

sonuna doğru da ilk yoğun renk harmonisi ile karşılaşırız sarı çiçeklerin ortaya çıkışıyla.

Sarı çiçek belirgin dişlere sahip yeşil yapraklarından dolayı, biraz da mücadeleci ismiyle, Almanya’da aslan dişi olarak bilinir. Halk arasında farklı isimleri de vardır. Göz açıp kapayıncaya kadar ortaya çıkarlar, bazen bir gece ertesi, bir bakarsınız yol kenarlarında, kırlarda, çayırlarda, hatta duvarlardaki çatlaklarda bile parlayan sarı benekler görünür. Mayıs ortasına kadar ise yeniden yeşilliğe doymuş manzaralar içerisinde tepeler, vadi boyları artık parlayan sarı ile bezenir. Dahası, sayısız yerleşim yerlerinde, caddelerdeki asfaltın yarıklarında, kaldırım taşlarının aralıklarında, üzerimizdeki köprülerde, demiryolu zeminindeki çakıllıkta, eskimiş binaların çatlayıp dökülmüş betonlarında, hatta tozlanmış yağmur oluklarında bile hemencecik sarı başları görünür. Kimse dikmemiştir onları, hiç beklenmeyen yerde kendiliğinden oradadırlar.

Kimsenin özel bir sevgisi yoktur onlara. Evlerinin önünü veya süs bahçelerini özenle koruyan ev sahipleri, bahçıvanlar koparıp atarlar onları hemen. Şehirdeki açık alanlarda, caddelerde, bakımlı İngiliz bahçeleri olan parklarda da onlara pek tahammül edilmez. Belediye işçileri gelir ve ellerindeki tüm araçlarla onları yok ederler hatta bazen alev makineleriyle. Kırılmış yerlere ilaçlar dökülür yeniden çıkmasınlar diye. Yıllarca bakımlı ve tertemiz kalmış bir beton yüzeyin çatlaması ile aniden sarı bir çiçeğin belirmesi sinirleri

SARI ÇİÇEK VE YUNUS EMRE

Türkçeye çeviren: İbrahim ÇETİNAhmed KREUSCH

bozar. Sonsuzluk için yapılmış gibi duran binayı bile zamanın âdeta dişi ile kemirmesi aslında faniliğin ibret verici bir alametidir. Ama yeniden çıkarlar, önce bir tane, ertesi gün çoktan iki tane olurlar, sonra üç, sonra daha da fazla. Çiğnenseler de koparılsalar da gerçekte asla tam olarak koparılamayan tek ve uzun bir kazık kökten büyüdükleri için birkaç gün sonra yine oradadırlar. Bahardaki ilk uzun çiçek açma döneminden sonra artık sene boyunca görünürler. Farklı farklı çeşitlerde sonbaharın sonuna kadar her yerde ortaya çıkarlar. Özellikle çorak yerlerde, mesela tarla ve orman yollarında, asfalt yolların sık sık kökten biçilip güya “temiz” tutulan kenar kısımlarında.

İhtiyaçları olan tek şey yalnızca güneş gibi görünür. Sarı başların hepsi güneşe bakarlar, gün boyunca onun istikametini takip ederek doğudan batıya yönelirler ve akşam olup güneş batınca da taç yapraklarını kapatırlar. Gün içerisinde de yağmur bulutları güneşi perdeleyince taç yapraklar tepki olarak baş kısımlarını büzerek sivriltirler, sonrasında da güneş ışığı dokununca yeniden açarlar. Baş kısımları, bir yarım küreye demetlenmiş

Büyük Türk halk şairi ve mutasavvıf Yunus Emre, yaratılmışların şekil

ve suretinde, ses ve tınısında Allah’a sonsuz hamdettiklerinin

farkına varmış olanlardandı.

Page 49: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

47AİLETEMMUZ 2021

onlarca ufacık taç yapraktandır. Her şeyden çok sevdikleri güneşin, güneşlerinin bir suretidir âdeta.

Allah, yaratan ve şekil verendir. Sonsuz yaratıcılığının içerisinde hayal edilemez büyüklükteki Yaradan’dır. Meleklerinin büyük bir kısmı devamlı surette O’ndan, yarattığı canlıları, nebatat, hayvanlar ve insanları, hayatlarının başından sonuna gözetip koruma görevini almışlardır. Yine bu meleklerden seçilmiş bir kısım vardır ki onlar Allah’ın sonsuz çeşitlilikteki yaratmasının hayata geçmesinde, sayısız mahlukatın şekillenmesinde, tasarlanmasında da rol oynarlar. Büyük, devasa ya da küçük, ufacık, hepsi kusursuz ve harika, mükemmellikle yaratılmış, kendi başlarına ve birliktelik içinde ve de birbirleri için. Çünkü Allah güzeldir ve güzelliği sever.

Özellikle güneşin güneyden daha az ısıttığı kuzey enlemlerinde, çiçeklerin taç yaprakları âdeta güneşe benzer. Buralarda taç yaprakları güneş ışıklarının parlayışını andıran, yalnızca sarı değil muhtelif renklerde de papatyadan ayçiçeğine kadar her biri kusursuz pek çok çiçek bulunur. Ancak aslan dişli sarı çiçek güneşin küresel biçimini de hesaba katarak onu en güzel tasvir eden tartışmasız bir şaheserdir.

Kimseye bir şey yapmamış olmalarına rağmen insanlar onları kovar, koparır, çiğner, zarar verir, yok eder, öldürürler. Ancak onlar yeniden gelirler, çünkü kökleri derindedir. Birlikteliği severler, barış içinde, pek de dikkat çekmeden, kendi kendilerine yeterek ve sabırla diğer nebatatın ve mahlukatın arasında yaşarlar. Açmadıklarında da hemen hemen hiç kimse bunu fark etmez. Ancak zamanı gelince parlamaya başlarlar, yüzlerini kaldırır, güneşe bakarlar, kimse onlara engel olamaz. Güneş onlara nur ve hayat enerjisi verir, güzelliklerini ortaya çıkarır, işte şimdi herkes onları görür. Tıpkı bizlere bir örnekmişçesine.

Ardından, bir gecede mükemmel beyaz, şeffaf, tüysü tohumlu kürelere dönüştüklerinde şaheserlikleri daha açıkça ortaya çıkar; çocuklar artık onlara “püf çiçeği” der. Şimdi rüzgârı beklerler. Uçan tohumlarını alır ve Allah’ın izniyle başka diyarlara taşırlar. Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ı tesbih eder, her

yaratılanın kendine has bir ibadeti vardır. İbretle ve açık bir kalple bakılırsa bazıları bizlere de aşikâr olur. Hamdolsun merhamet sahibi Yaradan’a, cömert yaratıcılığı ile her şeyi meydana getiren ve böylelikle biz kullarını sevindiren, şükür edenlerden eyleyen ve ibadetimizi kolay kılan Yaradan’a. O’nun en güzel isimlerinden biri, şekil ve hususiyet veren anlamına gelen “El-Musavvir”dir.

Büyük Türk halk şairi ve mutasavvıf Yunus Emre, yaratılmışların şekil ve suretinde, ses ve tınısında Allah’a sonsuz hamdettiklerinin farkına varmış olanlardandı. Ayrıca Yunus Emre bazı mahlukatın hâl ve davranışlarında, yaratılmışların emanet edildiği biz insanlar ile hususi bir benzerlikleri olduğunu görmüştü. Bu manada Yunus için sarı çiçekler devamlı surette Allah’ı zikreden, O’na ibadet eden kulların bir yansımasıdır. Derviş Yunus, çevresindekilerin ilgisini buna yöneltmişti, onun için Yaradan’ın tüm yarattıkları birbirleri ile kardeşti. Küçük kardeşi sarı çiçeğe Anadolu’da hâlâ hemen hemen herkesçe bilinen dizelerini yazmıştı.

Page 50: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

48 AİLE TEMMUZ 2021

ONU KONUŞALIM

GÖNÜL İNSANI:DOĞAN CÜCELOĞLU

Kitapları ve yayınları ile birçok insanın hayatına ışık tutmuş bilim insanı, psikolog Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’nu değerli eşi Yıldız Cüceloğlu’na sorduk…

Ülkemiz bir değerini kaybetti yakın zamanda. İletişim profesörü, bilim insanı Doğan Cüceloğlu ile tanışmanız nasıl oldu ve “Bu ülke için kimdir Cüceloğlu?” desek neler söylersiniz?

Değerli eşim Doğan Cüceloğlu, çok boyutlu ve derin düşünen, okuyan,

araştıran, gözlemleyen, insanları ve yaşamdaki sonuçları yargılamak yerine davranışların ve olanın ardındaki nedenleri araştırmayı önemseyen, bilgisini herkes tarafından anlaşılacak biçimde sadeleştirerek paylaşmayı seven, yaşam amacı net bir

insandı. Özetle çocuklarımızın çocukluklarını doya doya yaşayabilecekleri ve olabilecekleri en iyi insan olmalarına imkân sağlayan, sevgi ve değerlerin denetim ve korkuya egemen olduğu aile ve okul ortamlarının oluşmasına katkıda bulunmak istiyordu. Vefatından sonra

Page 51: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

49AİLETEMMUZ 2021

sonra havaları değişir, yüzleri gülerdi. Doğan, insanlara en kısa sohbetlerde bile “Sen varsın, doğalsın, sevilmeye layıksın, değerlisin, yapabilirsin, sen ve ben birlikte bir ekibin parçasıyız ve sorumluluklarımız var.” mesajlarını zamanının yettiği oranda verirdi. Örneğin bir restorana gittiğimizde sipariş vermeden önce mutlaka garsona “Nasılsınız?” diye samimiyetle sorar hatta devamlı gittiğimiz bir yerse ve daha önce bahsi geçmişse mutlaka eş ve çocuklarını da sorardı. İnsanları araç olarak görmez, sadece işini yaptırmak için iletişim kurmaz, ne kadar kısa bir temas olsa da onlara kendilerini değerli hissettirirdi. 

Bir ortama girdiğinde, insanların sözlerinin ötesinde beden dillerine duyarlı olur, hâllerinden anlardı. Güler yüzle ve saygıyla yaklaşır, durum buna uygunsa

karşısındaki kişinin gelişimine katkıda bulunmak için her fırsatı değerlendirirdi. Örneğin kendisini eve getiren taksi şoförünün yolda sohbet sırasında çocuğu olduğunu öğrenmişse, mutlaka Geliştiren Anne Baba kitabını imzalar, şoföre verirdi. Bir restoranda/parkta bebekli bir aile görmüş, anne babayla göz göze gelme, gülümseme ya da kısa bir sohbet olmuşsa adreslerini ister, evlerine adlarına imzalı kitabını yollardı. Böyle yüzlerce imzalı kitabı insanların adreslerine yolladığına şahit olmuşumdur.    

Durmaksızın insanlığa hizmet için çalışan biriydi Cüceloğlu ve ilerlemiş yaşına rağmen bu hizmet aşkından güç aldığına inanırdı. En yakınlarından biri olarak onun mesleğine olan aşkı nasıldı ve gerçekleştirmek istediği projeleri, hedefleri var mıydı? 

Ne kadar yerinde bir gözlem; gerçekten de hizmet aşkından güç alırdı. Bir keresinde uçakta yanında oturan küçük bir çocuk “Sen çok yaşlısın, neden ölmedin?” diye sormuş, çocuğa “Çünkü mesleğimi çok seviyorum.” diye cevap vermiş, bunu keyifle anlatırdı. 

Gençliğinde yaptığı hataların ve çektiği acıların ya da bugün olanı yargılamak yerine, olası sebeplerine dair yaptığı değerlendirmelerin insanlara faydalı olabileceğine inanıyordu. İnanmanın ötesinde bu yönde çok sayıda sözlü, yazılı geri bildirim alıyordu. Olumlu yönde

sosyal medya hesaplarında takipçilerinin sık sık “O bizim bilge babamızdı, dedemizdi.” dediklerini gördüm. Yargılamadan anlamaya çalışan, tepeden bakmayan, sevgi dolu varoluşuyla bu tanımlamanın ona çok uyduğunu düşünüyorum. 

Biz Doğan’la bir kitap fuarında ben ona kitap imzalatırken tanıştık. Sırada beklerken baktım benden öncekiler hep dertlerini anlatıyorlar. Sıra bana gelince “Ben dert anlatmak istemiyorum, sizinle kitabınızda sohbet ettiğiniz Timur gibi hayata dair sohbet etmeyi çok istiyorum.” demiştim.  

Doğan Cüceloğlu, günlük hayatta birçoğumuzun yaşarken fark etmediklerini görmemizi sağlayan bir iletişim psikoloğuydu. İnsanlara yaklaşımı da onu farklı ve özel kılıyordu. Onun insanlarla iletişiminden bahseder misiniz?

Sevgili eşim 6 varoluş boyutundan sıklıkla söz eder, insanların birbirlerine özellikle de aile ve okul ortamında 6 varoluş boyutunu yaşatmanın önemine değinirdi. İnsanlara yaklaşımının onu farklı ve özel kılan en önemli yanı buydu sanıyorum. Doğan, yalnız aile üyelerine, öğrencilerine, dostlarına değil tanıdığı herkese 6 varoluş boyutunu, çok kısa süreli temaslarda bile yaşatırdı. Onun için “Sana yaklaşan çiçek açmaya başlıyor.” derdim ben ona. En aksi görünen insanların bile onunla iletişimden

Zamanın en değerli hazinesi

olduğunu düşünürdü, onun

için vaktini hiç boşa geçirdiğini görmedim. Ama

ara verdiğinde ara vermenin

de hakkını verir, sohbetine doyum

olmazdı.

Page 52: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

50 AİLE TEMMUZ 2021

ONU KONUŞALIM

değişen bu hayatlar onu daha da çok çalışmaya motive ediyordu. 

Zamanın en değerli hazinesi olduğunu düşünürdü, onun için vaktini hiç boşa geçirdiğini görmedim. Ama ara verdiğinde ara vermenin de hakkını verir, sohbetine doyum olmazdı. Hafta sonları birlikte mutlaka bir filme, yemeğe giderdik. Tatilleri önceden planlar, çocukları ve torunlarıyla birlikte büyük aile olarak seyahatlere çıkardık. Onun dışındaki zamanlarda odasında okur, yazar, canlı yayın yapar ya da video çekerdi. Gömlek cebinde her daim bir kağıdı ve kalem olur, aklına gelenleri ya da o anda yaptığı gözlemleri kağıtlara not alırdı. Farklı kitapları ve projeleri için farklı defterleri olurdu. Odasında böyle çok sayıda defter var şimdi. 

Ekibiyle birlikte (kızımız Umay, asistanları Emre ve Gizem) çocuk kitapları yazmayı planlıyordu örneğin. İkimiz birlikte sohbet etme üzerine bir kitap yazmayı düşünüyorduk. Ergenliğe yönelik olarak yazmayı düşündüğü kitabında içindekiler kısmını bile tamamlamıştı. İnsan İnsana merkezimizde Var mısın? kitabında söz ettiği gibi gençlerle evlenmeden önce, iş seçiminden önce gibi konularda grup çalışmaları yapmak üzere gerekli düzenlemeleri yapmış, pandeminin bitmesini bekliyorduk. Vakti olsa emekli öğretmenlerin gençlere mentorluk ettiği bir süreci başlatmanın ne kadar anlamlı

olacağından da sık sık söz ederdi.        

Doğan Cüceloğlu her zaman değerlerle yapılanmış bir aile ortamını vurgulardı ve aile ortamını çok önemserdi. Bir de sizin gözünüzden onun aile anlayışından ve kendisi aile ortamında nasıl biriydi biraz bundan bahseder misiniz?

Aile ortamında dünya tatlısı biriydi. O, ileri yaşta bir insandı ama bizim evimizden vefatıyla birlikte ileri yaşta birinin enerjisinden çok, âdeta neşeli, canlı, hayat dolu ve meraklı bir çocuğun enerjisi eksildi. Bilge ve güven veren varoluşunun yanında kocaman kahkahalar atan, komik taklitler yapan, şakacı, sevgi dolu bir eş ve babaydı. 

Aile anlayışının temelinde değerlerle yönetim ve biz olmak vardı. Sevgiyi diğerinin olabileceği en iyi insan olmasına katkıda bulunmak olarak algılardı. Sevdiklerinin gelişimi için elinden gelen

fedakârlığı yapmaktan çekinmezdi. Çocukları kavramına asistanları, hiç karşılaşmadığı ama yetenekli, çalışkan, azimli başka gençler de dâhildi. Tüm vericiliğiyle birlikte biz bilinci anlayışının sorumlulukları da yerine getirmeyi içerdiğini düşündüğünden sorumlulukların yerine getirilip getirilmediğini, davranışların temel değerlerle uyumlu olup olmadığını önemser, takip ederdi. 

Her sabah coşkuyla yaşama uyanır, her akşam o gün elinden gelenin en iyisini yapmış bir insanın iç huzuruyla uykuya dalardı. Bizi tüm varoluşuyla dinler, nasihat etmemeye, kendi yolumuzu kendimizin bulmasına yardımcı olmaya özen gösterirdi. Kendine özgü yemekler yapar, her sofradan kalkışında teşekkür eder, bana “Yardım ister misin?” diye mutlaka sorardı. Onun olduğu her yerde huzur, coşku, paylaşım, neşe, sevgi, güven ve insan insana sohbet olurdu.       

Son olarak onun en sevdiğiniz kitapları nelerdi ve Doğan Cüceloğlu ülkemize neler kazandırdı, sizin gözünüzden kısaca bahseder misiniz?Klasik bir söz ama evlat ayırmak gibi geliyor Doğan Cüceloğlu kitaplarını ayırmak. Her birinin bende ayrı bir yeri var. 

Doğan Cüceloğlu’nun ilk okuduğum kitabı İçimizdeki Çocuk. 1993 yazında taze anneyken okumuştum. O kitap diyebilirim ki kendime ve dolayısıyla hayata bakışımı

Aile anlayışının temelinde değerlerle

yönetim ve biz olmak vardı.

Sevgiyi diğerinin olabileceği en iyi insan olmasına

katkıda bulunmak olarak algılardı.

Page 53: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

51AİLETEMMUZ 2021

ve sonrasında da hayatımı kökten değiştirdi. Onun için bende yeri çok özeldir. Sonrasında İnsan İnsana ve Yetişkin Çocuklar benim için ufuk açıcı kitaplar oldu. Savaşçı yazılış sürecine ilk eşlik ettiğim, yazılırken Doğan’la saatlerce yürüyerek üzerine sohbetler ettiğimiz, çok güçlü ve yine pek çok yeni ve önemli boyutun farkına varmamı sağlamış benim için bir başka çok özel kitap. Yazılırken ve sonrasında defalarca okudum. Savaşçı’nın devamında Gerçek Özgürlük okunursa pek güzel olur, diye düşünüyorum. 

Geliştiren Anne Baba ve Başarıya Götüren Aile kitaplarını ailelere reçete yazar gibi tavsiye ediyorum. Okununca pek çok derde deva olacağına inanıyorum. İletişim Donanımları insan ilişkilerinde ve iletişimde zorluklar yaşayanlar için önemli farkındalıklar kazandıran bir kitap, ben de çok faydalandım. Evlenmeden Önce de çok faydalı bulduğum bir kitap. Hayatta en önemli seçim eş mi, iş mi diye bir türlü karar veremezdim. Artık karar verdim; bence en önemli seçim eş seçimi. Ve aynen iş seçimi gibi çoğunlukla rastlantıya dayalı bir biçimde üzerinde yeterince düşünülüp, ölçülüp biçilmeden yapılıyor. Keşke evlenme kararı almak üzere olan herkes okusa. Var mısın? hem son kitabı olma özelliği sebebiyle hem de Doğan’ın hayata bakışının ve düşüncelerinin bir özeti

gibi olduğundan benim için çok özel ve değerli.

Doğan Cüceloğlu ülkemize ne kazandırdı diye düşününce, onu en iyi zaman gösterecek. Fakat benim şimdiki hissim psikolojinin temel kavramlarını en sade ve anlaşılır biçimde açıklayarak halkımızı psikolojiyle, dolayısıyla kendilerinin ve diğerlerinin duygu, düşünce ve davranışlarına böylece yaşama daha sağlıklı anlam vermeyle tanıştırdı, diye düşünüyorum. Pek çok bireyin kendini keşfetmesine, yaşamına anlam vermesine, böylece harekete geçmesine kitaplarıyla itici güç olduğunu, yaşamı daha anlamlı, doyumlu ve güçlü hâle gelen

bu bireylerin ailelerini ve toplumu da olumlu anlamda etkilediğini düşünüyorum. Çocukların çocukluklarını doya doya yaşamaları ve olabilecekleri en iyi insan olmaları hedefine de anne babalara ve öğretmenlere yönelik kitapları, seminerleri, videoları ve sosyal medya hesaplarıyla çok katkıda bulunduğuna ve katkılarının verdiği eserler sayesinde süreceğine inanıyorum. 

Değerli eşim Doğan Cüceloğlu iyi ki vardı, iyi ki ülkesine hizmet etmeyi anlamlı buldu ve bu kadar emek verdi. Eşi olmanın yanında, bir okuru ve bu toplumun bir ferdi olarak emekleri ve çabası için ona minnettarım.  

Doğan Cüceloğlu Kimdir?

Doğan Cüceloğlu, 1938 yılında, Mersin'in Silifke kasabasında on bir çocuklu bir ailenin on birinci

çocuğu olarak dünyaya geldi. On yaşındayken annesini kaybetti. Silifke'de en yüksek dereceli okul olan ortaokulu

bitirdikten sonra subay olan ağabeylerinin yanında Ankara ve Kırklareli'nde okudu. Kırklareli Lisesini, İstanbul Üniversitesi

Psikoloji bölümünü ardından ABD'de Illinois Üniversitesinde doktorasını tamamladı. Türkiye'de Hacettepe Üniversitesi ile Boğaziçi Üniversitesinde görev yaptı. Fulbright bursu ile Berkeley'deki Kaliforniya Üniversitesinde ziyaretçi öğretim üyesi olarak bir sene çalıştı. Kırktan fazla bilimsel makalesi yayımlanan bir psikolog ve çeşitli topluluklara bilimsel psikoloji çerçevesinde gelişim seminerleri sunan bir iletişim psikolojisi uzmanı olan Cüceloğlu, 1980-1996 yılları arasında ABD'deki Fullerton şehrinde California Eyalet Üniversitesinde görev aldı. 1996'dan bu yana Türkiye'de üniversite öğrencilerine, öğretmenlere, ana babalara ve iş adamlarına yönelik seminerler, konferanslar ve atölye çalışmaları düzenledi. Türk insanının düşünce, duygu ve davranışlarını bilimsel psikoloji kavramları içinde inceleyen kitaplar kaleme alan Cüceloğlu, Şubat 2021’de vefat etti.

Page 54: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

52 AİLE TEMMUZ 2021

GEZİ NOTLARI

Karadeniz yaylalarından burnuma yayık ayranı kokuları gelmeye başladığında toprağın,

ağacın, dağın, taşın hasretiyle yandığımı idrak ederim. Nerede olursam olayım, içim biraz gürgen, meşe, karaağaç ve kızılağacın rüzgâra nakşettiği havayı solumak ister. Ellerim dokunmak ister kuşburnunun ve böğürtlenin dikenli dallarına. Sünnetullahın yalnızca bir parçası olduğumu derinden kavramam için ironik bir mimik hareketi yaparcasına yollar beni kıvrımlarına çeker. Kalbim coşkulu bir rüyaya teslim olmak için kanatlanır ve ben sahil yolu boyunca sürerken arabamı Güzel’den hasıl olan güzeli seyretmenin ruhumdaki eksik parçaları tamamlamasıyla huzur bulurum.

Tabiatı ziynetlendiren çiçeklerin mevsiminde içime nefis bir rayiha doldurmak için yola çıkmaya karar veriyorum. Bu billûr zamanları evde harcamaya hiç mi hiç niyetim yok doğrusu. Ayrıca Karadeniz dağlarında, yamaçlarında, mutfağı şenlendirmeyi bekleyen karalahananın derdini civanperçemlerine açtığı vakitlerde, her deniz

BİR NEFES SAMSUN

Zeynep UZUN

kıyılı memleket gibi Samsun da benim burnuma keskin bir kum kokusu çalıyor. Bu özel ve şanlı davete kim hayır diyebilir ki! Evet, tahmin ettiğiniz gibi mevsimlerden ilkbahar ve ben bu sabah güneşin Erzurum’u selamladığı ilk ışıklarla yola koyularak 10 saatte Samsun’a vardım. Geliş saati biraz uzun gibi görünse de benim gibi tali yolları, korulukları seven ve heyecanla yeni yollar keşfetmek isteyen biri için kısa sürdü bile denebilir. Ve tabii en gözü kara şoförün bile usulca, temkinli ve son derece pür dikkat yol aldığı Karadeniz’in ürpertici yamaçlarının beni biraz yavaşlattığını söylemeliyim.

Samsun’a vardığımda öfkeli siyah bulutların içini boşaltmak için sabırsızlıkla beklediği bir hava karşıladı beni. Burada birkaç gün Atakum’da ikamet eden teyzemin misafiri olacağım. Samsun’a bir kez daha geldiğimde 10 yaş civarındaydım. Üzerinden neredeyse 20 yıl geçmiş ve benim hatıramda kalanların yerini çoktan yeller almış.

Birkaç küçük alışverişten sonra Baruthane’yi geçip Atakum’a varıyorum. Burası

gezmek, keşfetmek için birkaç günün yetmeyeceği, nokta atışı planlar yaparak ancak seyahatinizi içinize sindirebileceğiniz bir yer. Zira daha eve varmadan Amisos Tepesi’ni ve teleferiği uzaktan selamladım.

Eve vardığımda özenle hazırlanmış büyük bir sofra karşılıyor beni. Samsun yöresinden meşhur karalahana dolması, mısır ekmeği, pek bir sevdiğim horoz etiyle pişirilmiş keşkek, Bafra pidesi ve kıvratma tatlısı masanın baş misafirleri olmuş.

Yemekten sonra yol yorgunluğu gözlerimi iyiden iyiye kemirmeye başlıyor. Müsaade isteyip odama çekiliyorum. Keşfe başlamadan önce bir merak ve heyecan kaplıyor içimi. Bakalım bu şehir bana tefekkür kapılarından hangisini açacak?

Sabah ezanıyla uyandığımda mükellef bir kahvaltı karşıladı beni. Samsun’un inekleri verimli mısır tarlalarından, büyük fındık bahçelerinden besleniyor olmalılar. Zira

Page 55: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

53AİLETEMMUZ 2021

Page 56: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

54 AİLE TEMMUZ 2021

GEZİ NOTLARI

teyzemin sofrasında tereyağ, peynir ve günlük süt o kadar yağlı ve lezzetli ki kaç dilim ekmek yiyip kaç bardak çay içtiğimi sayamadım. Buralara gelirseniz özellikle bu fındık kokulu tereyağını denemenizi öneririm.

Kahvaltıdan sonra yola koyuluyorum. Gezimin ilk durağı, çok yakınımızda olan Baruthane’deki Amisos Tepesi oluyor. Arabamı park edip teleferikle ağaçları ve sahili seyrederek bu gizemli tepenin sırrını çözmek için yukarı çıkıyorum. Yükseklik korkuma rağmen ruhumu ve gözlerimi dinlendirmeyi tercih ediyorum.

Binlerce Yıl Öteye: Amisos Tepesi Kral MezarlarıSamsun tarihi, M.Ö. 5000’de buraya yerleşen Kaşka’larla başlamış. Yine Hititler, Persler, Pontus, Bizans gibi büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmış. Amisos Tepesi’ndeki kral mezarlarının da Pontus krallığına ait olduğu düşünülüyor. İçeride tespit edilen üç mezar var. Burada kazı çalışmaları başladığında kral tacı, kolye, küpe gibi takılar bulunmuş. Dolayısıyla mezarlardan birinin kral ya da prens, diğer ikisinin ise kraliçe veya prenses oldukları tahmin ediliyor. Amisos ise Pontus Kralı Mithridades VI zamanında yönetim merkezi olarak kullanılmış. Mezarların olduğu alanın bir kısmı müze gibi kullanılıyor. Buradan çıkarılan seramikler ve sikkeler meraklıları için sergileniyor. Mezarlardan çıkıp şöyle bir aşağı baktığınızda Batı Park’ın Amisos ve denizle tutturduğu

senfoniye kulak vermenizi öneririm. Geçmiş ve geleceğin kesiştiği bir arafta gibi hissedecek, değişen dünyanın hâllerini düşünerek hayrete kapılacaksınız.

Yalın Mimarisi ile Büyük Camii

Diğer Anadolu şehirleri gibi Samsun’da da zengin bir cami mimarisi var. Şehrin en büyük ibadet mekânı Büyük Camii’nin kapıları sonuna kadar açık, gelenleri karşılıyor. Batumlu Hacı Ali Efendi tarafından 1884’te yaptırılan cami, Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan tarafından onarıldığı için, halk arasında Valide Camii olarak tanınıyormuş. Kesme taştan yapılan caminin, içi geometrik desenlerle süslenmiş çok büyük bir kubbesi var. Caminin sade şık bir işçiliği olduğunu söyleyebilirim. Öğle namazına daha vakit var. Mescid namazı kıldıktan sonra Büyük Camii’den ayrılıyorum.

Sahildeki Tarih Kokusu: Bandırma Vapuru

Rotamı Samsun’un temel sembollerinden biri olan Bandırma Vapuru’nu görmek için Canik tarafına çeviriyorum. Sahile vardığımda muhteşem renkleriyle menekşeler karşılıyor beni. İstiklal Savaşı’nda önemli bir rolü olan Bandırma Gemisi, 1878 yılında Glasgov’da Trocadero ismiyle inşa edilmiş ve sonrasında Kymi adıyla uzun yıllar yük taşımış.  Daha sonra İdare-i Mahsusa’ya nakledilen gemi, bu tarihten itibaren Panderma ismiyle Osmanlı denizlerinde yük ve yolcu taşımaya başlamış. 1910’da da adı Osmanlı Seyrüsefain İdaresi (Osmanlı Denizcilik İşletmesi) olunca geminin adı Bandırma olarak değiştirilmiş ve posta vapuru hâline getirilmiş. Gemi, 19 Mayıs 1919 yılına gelindiğinde Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını Samsun’a getirdikten sonra yine posta

Büyük Cami

Page 57: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

55AİLETEMMUZ 2021

hizmetlerine devam etmiş. Daha sonra armatör İlhami Söke’ye satılmış, 4 ay içinde Haliç’te sökülmüş. Bu üzücü bir hadise olsa da şükür ki gemi, orijinal çizimleri referans alınarak yeniden yapılmış ve 2005 tarihinde Samsun Belediye’sine devredilmiş. 2006 yılından bu yana da müze olarak kullanılıyor.

Geminin kamarasına girdiğinizde Mustafa Kemal ve dört silah arkadaşının balmumu heykelleri karşılıyor sizi. Yine geçmiş zamana ait duvar saati, telefon, harita ölçüm malzemeleri, yangın tüpü, masa ve sandalyeler dikkatimi çekiyor. Geminin etrafı ise açık hava müzesi tarzında konuşlandırılmış. Etrafta Millî Mücadele dönemini anlatan seramik rölyefler bulunuyor. Samsun’a yolunuz düşerse Bandırma Vapuru’nu görmeden gitmeyin. Zira Kurtuluş Savaş’ının işaret şehrine dair bu müzeyi görmemek gezinizi eksik kılacaktır.

Doğa Harikası Kabaceviz Şelaleleri

Saat epey ilerledi. Planıma göre sırada Kabaceviz Şelaleleri var. Şelale, il merkezine 32 km uzaklıkta bulunuyor. Arabama atlıyorum ve soluğu Samsun’un Çarşamba ilçesinde alıyorum. Baharda bu geziyi gerçekleştirmiş olmanın mutluluğu içindeyim. Şelalelerin olduğu bölge, turizm açısından önemli bir yere sahip. Burada dağcılık, doğa yürüyüşü, foto safari yapılabiliyor. Bunların

yanı sıra piknik mekânları da var.

Şelaleye gidene kadar patikalar, dikenli çalılar, çamurlu yollar geçiyorsunuz. Bu biraz yorucu oluyor tabii ama inanın değer. Kayaların arasından süzülen berrak su, içinizin kıyılarına çarpıyor sanki. Durup dinliyorum. Dinlemek, günlük hayatta yapmayı unuttuğumuz ama en çok ihtiyacımız olan şeylerden biri. Durmak ve dinlemek. Dağı, taşı, rüzgarı, suyu, ateşi, kendimizi… Kendimizden sıyrılarak.

Banisi Bilinmeyen Bir Cami: Göğceli

Şelalelerde epey zaman geçirdim. Doğayla baş başa kalmak, kainatın fısıltısına kulak vermek nasıl iyi geliyor insana. Çarşamba’ya kadar gelmişken Göğceli Camii’nde ikindi namazımı kılıp öyle dönme kararı alıyorum. Hasbahçe Mahallesi’nde bulunan bu camide tek bir çivi dahi kullanılmamış. Caminin diğer bir ilginç yanı, inşaatına dair hiçbir evrakın bulunmaması. Ne zaman yapıldığı bilinmiyor. Ancak incelenen ahşap

numunelerinden, 1206 yılında inşa edildiği kesin olarak tespit edilmiş. Sekiz asırdır ayakta duran Göğceli Camii, son olarak 2007 yılında kapsamlı bir restorasyon geçirmiş. Cami içerisindeki motifler ve boyamalar ise kurulduğunda değil daha sonraki asırlarda ve ağırlıklı olarak Osmanlı döneminde yapılmış. Türk İslam mimarisinin güçlülüğünü sembolize etmesi açısından da oldukça önemli. Burada namazımı kılıp dönüş için yola koyuluyorum.

Uzun, yorucu ama bir hayli bilgilendirici ve iç açıcı bir gezi oluyor benim için Samsun. Yazdıklarım dışında gezilecek, ziyaret edilecek daha bir yığın yer var elbette. Müzeler, parklar, doğa harikası mekânlar, camiler, çarşılar… Karadenizliler için Karadeniz’in inci şehrinin hangisi olduğu sürekli tartışılır. Trabzon, Rize, Ordu, Giresun… Bana kalırsa yurdumuzun akciğeri bu şehirlerin her biri ayrı birer inci değerinde. Keşfetmemizi ve hissetmemizi bekliyorlar.

Bandırma Vapuru

Page 58: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

56 AİLE TEMMUZ 2021

ALAMETİFARİKA

İPEĞE NAKŞOLAN KÜLTÜR

Süreyya MERİÇ

Gül, lale yahut karanfil… Padişahların portrelerinde

görmeye alıştığımız çiçeklerin yanında bir de mendiller dikkatinizi çekmiştir. Yarım asır Osmanlı İmparatorluğuna sultanlık etmiş Kanuni Sultan Süleyman’ın hayatının son demlerini gösteren minyatürde sağ elinde kenarları işli turkuaz bir mendil göze çarpar. Parmakları arasında zarifçe salınan mendil, gül, tespih yahut hançer gibi “sultani” poz verme tarzlarından biridir.

Sultanlardan çocuklara, gelinlik kızlardan bıçkın delikanlılara, ak pürçekli ninelerden başı takkeli dedelere kadar her gönle giren mendilin insanoğluna yol arkadaşlığı çok eskilere dayanır. Kumaşın kullanıldığı devirlerden itibaren mendil,

Antik Mısır’dan Roma’ya, Çin’den Arap yarımadasına yeryüzünde insanlığa hizmet etmiştir. Dilimize Arapça “mindil” kelimesinden geçen mendil, Şemseddin Sami’nin Kamûs-ı Türkî’sinde “içine meyve ve kitap gibi elde taşınacak şeyler koymaya mahsus astarsız küçük cep bohçası” şeklinde tanımlanır. Türkçede ise Kaşgarlı Mahmut’un Dîvânu Lugâti’t-Türk adlı eserinde “ulatu” kelimesiyle karşılaşırız. Kaşgarlı Mahmut, bu kelimenin anlamını “burun temizlemek için koyunda taşınan ipek kumaş parçası” olarak açıklar. Rotamızı biraz daha doğuya Orta Asya’nın içlerine çevirdiğimizde Farisilerin el ve yüzün kurulandığı, burun ve terin silindiği küçük kare şeklindeki bez parçalarına “destimâl” dediklerini görürüz.

Destimâl, şiir dilinde Farsçanın hâkim olduğu Osmanlı İmparatorluğunda beyitlerde kendine yer açmış, ayrıca kutsal emanetlerin mahfazasında da görev üstlenmiştir. Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü’nde Mehmet Zeki Pakalın, destimâl için şunları kaleme alır: “Ramazanın on beşinde yapılan Hırka-i Saadet ziyaretinden sonra ziyaretçilere bizzat padişahlar tarafından verilen mendil büyüklüğündeki tülbent.” Osmanlı’da kutsal emanetler, işlemeli sandıklarda ipek mendillere sarılarak muhafaza edilirdi. Ziyaret vakitlerinde ipek mendiller kat kat açılır, ziyaretin bitmesiyle birlikte emanet yeni mendillere sarılır, bir yıl önce kullanılanlar ise ziyarete gelenlere hediye edilirdi. Mendilin; kumaşı, işlemeleri, kenar oyaları kadar kullanım alanına göre isimleri de değişiklik gösterir; yağlık, makreme, peşkir, çevre ya da tülbent gibi isimler alırdı. Kimi zaman yerel söyleyişler de kelime dağarcığını zenginleştirirdi. Peşkir, daha çok abdest yahut el yüz yıkanması sonrasında kurulanmak için kullanılırdı. Yağlık, daha çok yemekten sonra kullanılan ve el ağız temizliği için sofraya getirilen el bezlerine verilen isimdi. Genellikle sıra işlemeli olur, beyaz yahut açık renkler tercih edilerek temizliğine vurgu yapılırdı. Çevre ise genellikle teri silmek için boyna bağlanan, yağlığa nazaran daha küçük mendillerdi. Sade, nakışsız çevreler olduğu gibi oldukça süslü, kenarları oyalı,

Page 59: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

57AİLETEMMUZ 2021

ortası işli hatta boynuna takan delikanlının maharetini, cesaretini yahut savaşçılığını resmeden çevreler de vardı.

Makreme ise geleneksel Türk oyunu meddahlığın vazgeçilmez enstrümanıydı. Meddah, ortaya geçip elindeki iri mendili önce bir sallar, seyircisini selamlar ardından o mendille kâh bir dede kâh bir nine olur, kılıktan kılığa girerdi. Meddah, bir kâtibi anlatırken mendilini zarif bir şekilde yeninin cebinden çıkarır, yiğit bir savaşçıyı canlandırırken boynuna dolar, genç kızların mahcup bakışlarını anlatırken yüzünü kapatır, sahnede hayalî tırpanını sallarken terini siler… Meddahın elindeki makreme hayal dünyalarının kapısını açar, onun öykülerine eşlik eder, hikâye bitip anlatıcı köşesine çekildiğinde onun yelek cebinde yeni hikâyeler anlatacağı ânı beklerdi.

Mendilin yolculuğu çocukluğumuza kadar sürüp gitti. Öğrencilerin ceplerinde, annelerin çantalarında patiskadan, ince pamuklu kumaştan mendiller taşındı. Kundaktaki bebekler şile bezlerinden, mermerşahiden mendillerle silindi, paklandı. Fakat gel zaman git zaman o mendiller de tarih sahnesinden çekilerek yerini kullan at kâğıt mendillere bıraktı. Ne dersiniz? Gün gelir insanoğlu tüketim çağına bir dur deyip o eski zarif mendillere geri döner mi?

• Ramazan’da bekçilere ve davulculara söyledikleri manilere ellerinde salladıkları pullu, işli mendiller eşlik eder, mahalleli de bu manileri söyleyene yeni süslü bir mendil hediye ederek mukabelede bulunurdu.

• İstasyonun hasret kokan taş döşemelerinde göz bebeğini askere uğurlayan anneler, mendilleriyle önce nemli gözlerini siler, ardından yavaş yavaş gözden kaybolan trenin arkasından o hasret kokan mendilleri sallarlardı. O anlarda mendil, sevdiğini gurbete uğurlamanın remzi olurdu.

• Mendiller, erkekler için özellikle abdest aldıktan sonra kurulandıkları kıymetli dostları, hanımların ise ev sohbetlerinde, komşu ziyaretlerinde zarafetlerinin ve maharetlerinin göstergesi, yol arkadaşlarıydı.

• Anadolu insanı, üzülürken de sevinirken de cebindeki mendili çıkarır, kâh bir sünnet düğününde sallar kâh kına gecesinde baba ocağından ayrılan gelinin gözyaşlarını silerdi. Hayatın her anına eşlik eden mendil; kenarları oyalı, bir ucu nakışlı, çeyiz sandığında yerini alırdı.

• Bayramlarda mendiller, içi şeker ve lokum dolu küçük bir bohça olup çocukları sevindirirdi. Biraz şanslıysanız mendilin arasında on para bulup meydandaki seyyar salıncakta gönlünüzce eğlenebilirdiniz.

• Padişah mendillerinde ünlü hattatların yazıları boy gösterir, mendilin ortasına Hz.

Muhammed’in (s.a.s.) ismi nakşedilir dört köşesinde ise padişahın tuğrası yer alırdı.

• 11 Temmuz 1324’te Meşrutiyet hatırası olarak üzerinde “Hürriyet, müsavat,

uhuvvet ve adalet” yazılı mendiller Dersaadet’te imal edilmişti.

Meş

rutiy

et M

endi

li

Page 60: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

58 AİLE TEMMUZ 2021

ATALAR NE SÖYLER

YIĞSAN ÇOK, BÖLSEN AZ

Keyiflice kurulduk minderlerimize. Dikkat kesildik edilecek özlü

sözlerimize. Görelim bakalım bilen ne demiş? Hangi cümle hangisiyle yan yana gelmiş? Ama derseniz ki benim istediğim cümleler, benim istediğim şekilde kurulsun! Ben istersem dalgalansın sular, şayet istemezsem durulsun. Her işin bir düzeni, bir kuralı vardır; olur mu hiç dilediğimiz her şeyi yanı başımızda bulmak? İhtiyaç duyduklarımızı hemen el uzatıp tutmak! Susayanın çeşmesi iki adım ötesinde durmaz. Acıkanın sofrası o anda, acıktığı yerde kurulmaz. Kaidesi ne ise ona uymak icap eder. Ayağına gelmez ki su, ihtiyacı olan çeşmeye gider. Öyle her zaman beğendiğin yerden et satmazlar. Herkesin yorulduğu yere han yapmazlar.Giriştiğimiz her işi hakkını vererek tamamına erdirmeliyiz. Muntazamca çalışmalı, emeğimizi ortaya sermeliyiz. Noksansız yapılan her uğraş, seni başarıya ulaştırır. Unutma ki doğruluk, güzelliğe güzellik bulaştırır. Düşünsene, yanlış çatılmış bir çadır nasıl da yıkılır. Düşmesin kazan diye ikinci ayağa bir tane daha takılır. Lafla olacak işler değildir bunlar, ciddiyet ister. Yapacağın küçük bir hata

ta Bağdat’a kadar gider de gerisin geri döner. Bir şekilde unutulur nasılsa deme, unutulmaz. Hesap yanlışsa şayet, üzeri hiçbir şeyle kapatılmaz. Eninde sonunda ortaya çıkar eksik, varacağı yere varamadan kalır. Bunu örtbas eden kişi hiç yüzüne vurulmayacak sanır. Amma velakin incedir hesap, zinhar şaşmaz! Eğri yük eve ulaşmaz.

İşini eksiksiz yap, koyma kimseyi zorda. Ama dünyalık işlere kendini çok da kaptırma. Dikkat et, kibrin seni kaptan kaba koymasın. Hırs denilen derya bir boşalıp bir dolmasın. Gözün daima tok olsun, niyetin ferah. Kanaat en büyük nimet, gönlünse salah. Her şeyin en fazlası benim olsun dersen hataya düşersin. Unutma ki sen bu dünyada fani bir beşersin. Senin için en değerli ne ise ona yönel. Tercihini yap, belirsizlik dediğin karanlık bir tünel. Hem gül benim olsun hem de bülbül diyenin eli boşa çıkar. Bir de bakmış ki bozkırın ortasında ne bağ ne bahçe var. İnsanoğlu işte, çok çırpınırsam her şeyi elde ederim sanır. İki gemi tutan su içinde kalır.

İyi deriz hoş deriz ama biraz da analardan bahis açmak isterim. Ana deyince nasıl

Gülşen ÜNÜVARPedagog

Giriştiğimiz her işi hakkını

vererek tamamına erdirmeliyiz. Muntazamca

çalışmalı, emeğimizi ortaya

sermeliyiz. Noksansız yapılan

her uğraş, seni başarıya ulaştırır.

Unutma ki doğruluk, güzelliğe güzellik bulaştırır.

Page 61: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

59AİLETEMMUZ 2021

Bilmek mühim meseledir, ciddiye alıp peşine düşmek icap eder. Bilip öğrenmeden insan nasıl tamamım der? Bilmek, farkında olmaktır aslında biraz da. Gücünün, imkânlarının, sınırlarının farkına varmak mesela. Sahip olduklarının ne kadarı kendine ait, ne kadarı emanet? Ne kadarı sana yeter, ne kadarını başkalarına pay et? Üleşmek varımıza var katar. Darımızı bol yapar. Ancak abartılı variyetler paylaşmaya pek gelmez. Sadece lafta çoktur onlar, ha deyince bölünmez. Övündükçe övünürse insan, dağ gibi görünür serveti. Bir üflesen, uçar gider zenginliği. Konuşurken büyür de büyür cümleler dilinde. Kelimeler devleşir, pervane olur peşinde. Gel dökelim ortaya desen, haznede harf bile kalmaz. Yığsan çok, bölsen az.Sözü söyledik geldik sona. Bir şikâyetimiz yok yazmaktan yana. Ancak kısa tutup öz konuşmak münasiptir. Meramını usulünce anlatan asıl hatiptir. Deme sakın, benim hiçbir marifetim yok, ne hatibim ne bilen. Dinleyip de ibret almaktır tek elimden gelen. Koskoca bir deryaya neylesin küçücük damla? Uçsuz bucaksız çöllerde ben bir zerreyim anca. Milyonlarca ağacın arasında ufacık bir tohumum belki. Ya da bir yerim yurdum bile yok, rüzgârda savrulan yaprak misali. Gökyüzünde minicik bir yıldızdan ibaretim. Uzun ince yolların kenarında biten boz bir dikenim… Benim ne hükmüm geçer ki diye düşünme, toprağın tohuma aynası var. Denizin suyuna damlanın faydası var.

da coşar nasıl da şahlanır hislerim. Bilirim ki tüm canlılar için böyledir bu durum. Ne tartışma götürür bu mevzu ne de küçük bir yorum. Yavrusunun üzerine nasıl da titrer mesela kartal. Ahtapot desen sekiz koluyla birden sarar sarmalar. Yavrularsa anasız olmaz, kendilerini güvende hissetmek ister. Kuş yuvasını, tay anasını sever. Kanatlanmayagörsün, ancak o zaman uzaklaşır. Ayaklarının üzerinde dursa da tay, anasının sıcaklığını hep içinde taşır. Her canlı ait olduğu yerde mutludur lafın kısası. Karşılıksız sevgidir şüphesiz onların en katıksız ilacı.

Sevgisiz olmaz elbette, sevgidir dünyayı döndüren.

Hürmet, hoşgörü, iyiliktir şerri öldüren. Bir de akıllıca atılan adımlar var ise, ne hoştur hayat. Aksi takdirde kötü sonuçlar kaçınılmazdır, heyhat! İyice düşünülerek yapılan girişimler bil ki seni yormaz. Kırk ölçüp bir biçtiğin kumaşlar seni yarı yolda koymaz. Planlı programlı hareket edersen başın ağrımaz. Yok, oluruna bırakırsan işlerini, kendi kendine hiçbir başarı seni bulmaz. Gel mantığını kullan, güvenlice ilerle. Aklın yolu bir, kendine eziyet etme. Yanlış alınan kararlar senden hem zamanını çalar hem emeğini. Canından bezdirir de yıpratır hem cebini hem yüreğini. Bilen uygular, bilmeyen sorar. Akılsız baş, ayak yorar.

Page 62: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

60 AİLE TEMMUZ 2021

KÜLTÜR SANAT

DİVAN ŞİİRİNDE

AHLAKİ DEĞERLERİMİZ:

SABIR

Dr. Öğretim ÜyesiHalil İbrahim HAKSEVER

Hak Ta‘âlâ bir kula iylikler etmek dilese Dâr-ı dünyâda ona dürlü musîbetler virür Sen belâya sabr kıl dünyâda ey dervîş kim Âhiretde Hak belâ ehline râhatlar virür (İlmî-Kırk Hadis Çevirisi)

Dünya kurulalı hayatın acısı da tatlısı da hep görülmüş ve yaşanmıştır. Hüzün ve neşe insan içindir. Kederden de, sevinçten de çıkarılacak dersler

olmalı. Olumlu olumsuz her hâlin ve duygunun insan ruhuna ekleyeceği kemalat ve fazilet vardır. Modern zamanlarda kendini çoğunlukla neşelenmeye adayan insanlık galiba yanlış yapıyor. Coğrafyanın bazı mekânlarında kahkaha yarışmaları yapılırken kimi yerlerde de mahzun gönüllüler gam ve gözyaşıyla ruhlarını arındırıyorlar.

Kur’an-ı Kerim’de hep kazanmayı ve sahip olmayı hedefleyen insanların, kaybettiklerinde yaptıkları şikâyetleri belirten ayetler ibret vericidir: “Rabbin denemek için bir insana iyilik edip nimet verdiği zaman o, ’Rabbim beni şerefli kıldı.’ der. Ama onu sınamak için rızkını daraltıp bir ölçüye göre verdiği zaman ’Rabbim bana hor baktı.’ der (Fecr, 89/15). Bulduğunda şükretmek, bulamadığında sabretmek bile, mutasavvıfların değerlendirmelerinde çok

Page 63: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

61AİLETEMMUZ 2021

yüksek kabul edilmeyen bir seviyedir. Makbul olan her halükârda sabır...

Bir ahlak terimi olarak sabır “üzüntü, başa gelen sıkıntı ve belalar karşısında direnç gösterme; olumsuzlukları olumlu kılmak için gösterilen metanet” şeklinde tanımlanmıştır (M.Çağrıcı, Sabır, DİA, C.35, s.337). Kelime, taşıdığı mana itibariyle dinî metinlerimizde de söz konusu edilmiştir. Hak Tealâ kullarını çeşitli imtihanlara tabi tutmuş; hayatta kazandıkları ve kaybettikleri ile sınadığı insanları, başlarına gelen hâllere karşı sabretmeleri durumunda rahmet ve lütuflarıyla ödüllendireceğini çeşitli ayetlerde ifade etmiştir (Bakara 2/155-157; Âl-i İmrân 3/142). Hadis-i şeriflerde de çokça mevzu edilen sabır, daha çok bela ve eziyetlere tahammül olarak anlaşılmıştır. Fakat hayırlı ameller ve ibadetleri ifa ederken de bir nimete kavuşulduğunda da sabretmek gerektiği bilinmektedir. Allah’tan sabır isteyen Hz Ali’yi (r.a.) Resulüllah Efendimiz’in tashihi de dikkat çekicidir: “Bu sözünle Allah’tan ağır bir imtihan istemiş oldun. O’ndan afiyet dile.” (Tirmizî, Da‘avât, 93)

Şairlerin Sabrı Kendilerine de hayatın acıtan okları çokça isabet eden divan şairleri (söylendiğine göre hep hüzünlüdürler), acılı durumlarda acaba hangi tutum ve tavır içinde bulunuyorlardı? Didaktik edebî metinlerde meselenin sanat yönüne pek değinilmeden mezkûr kavramın dinî muhtevası üzerinde durulmuş; insanlara ahlak öğretiminde temel kaynaklardan referanslarla bu üstün nitelik tanıtılmaya çalışılmıştır. Sanatlı icra edilen kadim edebiyat anlayışımızda ise şairlik zaten elem ve keder üzerine kurulmuştur. Şiir söylemeye başlar başlamaz şairlere aşk virüsü bulaştığından onların bütün söylemleri aşkın tabii sonucu olarak gam ve hüzün deryasında boğulmaktır.(!) Bile isteye talip oldukları

bu durumda yapılacak tek şey ise sabırdan başka birşey değildir. Hikâye uzun. Olağanüstü güzel bir “sevgili”, şairleri hem kendine meftun eder, hem de aşıklarına vuslat ümidi bırakmazmış. Tek ve biricik (!) sevgiliden başkasına meyletmeyen sadık âşıklar da belki bir gün kavuşacakları ümidi ile, belki de dünyada çekilen bütün dertleri temsilen sabır hazinesine sığınıp tevekkülle o mukadder buluşma gününü beklerlermiş.

Divan şairleri biraz da yapmacık (?) bir dertli rolüyle, hayatta görülen her güçlüğe ısrarla sabrı tavsiye ederler. Şaire göre cefaya dayanabilen umduğuna kavuşur:

Cefâya sabr iden erer vefâya Ki bîmâr olana tîmâr ederler (Necatî) Belaya sabr eden, Nuh gibi sonunda selamete erer: Belâ tûfânına sabr eyleyen mânend-i Nûh âhir Çıkar deryâ-yı gamdan bir kenâre rûzgâr ile (İzzet Molla) Hz. Mevlana’nın “Gülün dikene katlanması onu güzel kokulu yaptı.” sözündeki sanatı kendi beytine taşıyan şair de benzer düşünceyi seslendirir. Sabır öyle tesirli bir iksirdir ki gonca bile dikenin varlığına sabrettiğinde güle dönüşmektedir:

Hâr-ı cefâya sabr iderek gonce-i murâd Âhir libâs-ı ayşını gül-pîrehen ider (Neccar-zade Rıza)

İnsanoğlu biraz da sabretmeye mahkûmdur. Her güzellik kişiye emeksiz nasip olmaz. Öyle

dikensiz gül bahçesi nerdeymiş der aynı şair:

Gülzâre irdi hâr-ı cefâkâra sabr iden İnsâf ey gönül gül-i bî-hâr

kandedür

Aşk kanununa göre, uğruna en büyük eziyetlere katlanılan sevgiliye ulaşmak için sabrın son raddesi olan canı feda etmeyi çokça dile getiren şairler,

çıtayı yüksek tutsalar da doğruyu söylemişlerdir.

Kolaylık isteyen önce zorluklara katlanacak:

Bulduğunda şükretmek, bulamadığında sabretmek

bile, mutasavvıfların değerlendirmelerinde çok

yüksek kabul edilmeyen bir seviyedir. Makbul olan her

halükârda sabır...

Page 64: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

62 AİLE TEMMUZ 2021

KÜLTÜR SANAT

Bezl-i cân eyler safâ-yı vasl-ı cânân isteyen Sabr ider mihnetlere âlemde âsân nisteyen (N.Rıza)

Şairlerimizin âşık diye tanımladıkları “kâmil insan” hem sabırlı hem de gözü yaşlıdır. Öyle herkese göstermeseler de onların çok ağladığı meşhur-ı cihandır. O, Eyyüb gibi sabrederken Yakub gibi de gözyaşı dökecektir:

Âşık oldur ki firâka sabr ede Eyyûb gibi Dîde-i Ya’kûb-veş hep gözleri giryân ola (Handî)

İlahi hikmet gereği imtihanlara tabi tutulan insanoğlu bundan pek memnun olmasa da zorlukla beraber kolaylık olduğunu (bunun için de sabretmek gerektiğini) Rabbimiz hem de tekrar ifadesiyle beyan etmiyor mu? (İnşirah, 94/5-6) Şairler zorlu sabır süreciyle nelerin elde edildiğini hayatta yaşanmış/yaşanılası örneklerle vermeyi severler. Şairimize göre muradının Züleyha’sına ulaşmak zordur ama sabredilirse Yusuf gibi sonunda zindandan çıkılır:

Zelîhâ-yı murâda vâsıl olmak hayli müşkildir Azîzim Yûsuf-âsâ bend-i zindan olduğun var mı (Süleyman Fehim)

“Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır.” derler ya, bu tadın içindeki lezzeti ayniyle yaşayan şairler vardır. Rezillerin verdiği zahmete katlanan şair gönlü, bunu kendisi için rahmet sayar:

Zâhidâ sabr acısının lezzetini duymuşuz

Zahmet-i zahm-ı erâzil ayn-ı rahmetdir bize (Taşlıcalı Yahya)

Aceleciliğin zarar getireceğini (ayağına eteğinin dolaşacağını), temkinli-tedbirli hâlin ise kişiyi hedefine ulaştıracağını söyleyen şairin beytinde acaba gizli bir sabır tavsiyesi yok mudur:

Erişir menzil-i maksûduna âheste giden Tîz-reftâr olanın pâyine dâmen dolaşır (Âgehî)

Şairlerin zihin ve hayal güçlerine şaşmamak mümkün değil. Tabiatta müşahede ettikleri her bir “oluş” onlar için şiir sebebidir. Baharda ağaçların güzel ürünlerini beklerken bile sabrı gerekli görürler:

Bahâr eyyâmı geldi çün ağaçlar hep çiçeklendi Otur sabr eyle olmaz sanma anda berg ü bâr peydâ (Tırsî)

Güller açsın diye habire öten bülbülü sabırsız görüp kendisini feryad bile etmeyen çok sabırlı âşık olarak niteleyenler de olmuştur:

Ehl-i temkînem beni benzetme ey gül bülbüle Derde yok sabrı anın her lahza bin feryâdı var (Fuzulî)

Şairlerimizde mübalağa gibi görünse de sabırla elde edilen manevi ecrin artması için sanki derdin de devamını isteyen sabır örneklerine tasavvuf menkıbelerinde bazan rastlanır. Bunun gibi, sabrın sonunda selamete erileceğini yani derdin biteceğini düşünen şair, bunu bile istemez de aşk ve melâmeti tercih eder. Aşk sabrın önüne geçiyor demek ki:

Tarîk-ı sabr u tedbîr-i selâmet lezzetin bilmen

Bana aşk u melâmet yeg gelür sabr u selâmetden (Fuzulî)

Bu yüksek sabır irtifasına karşı şöyle desek yeridir: Ey Fuzulî hangi makamdasın? Bizler makul bir süre sabredip hemen ödülüne kavuşmaya can atıyoruz. Sen ise derdin devamını istemişsin. Aşk olsun sana!...

Sabır Biterse Sabır timsali görünen şairler, sabısızlara pek hoş bakmazlar. Sabırla ancak kıvama erilebileceğini düşündüklerinden aksine davranış sitem sebebidir. Nitekim hemen tekâmül etmek isteyen sabırsız zahidi, acemi talebe benzetmesiyle nazara veren şair bunu yanlış bulmuştur:

Gör zâhidi kim sâhib-i irşâd olayım der Dün mektebe vardı bugün üstâd olayım der (Bağdatlı Ruhî)

Sorulan bir bilmeceyi çözemeyince sabırsızca cevabını bekleriz ya, şair kendi ismini muammaya dönüştürmüş ve bilemeyen muhatabına biraz da ipucu vererek sitem etmiş beytinde:

Sende yok sabr u sükûn bende vefâdan zerre

İki yokdan ne çıkar fikr edelim bir kerre (Nabî)

Page 65: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

63AİLETEMMUZ 2021

(Laf aramızda Nabî iki nefy (olumsuzluk) edatının okunuşuyla adını söylemiş de sabırsız anlayabilmiş mi acaba?..)

Sevdiğini beklerken sabrı tükenenler de olmuş tabii. Şair, intizarının sınırı aştığını belirtip “artık yeter” derken ne kadar da samimidir:

Nigârâ hadden aşdı intizârım

Eriş kim kalmadı sabr u karârım (Cemalî)

Derler ki epeyce sabırlı ama çok da âşık bir şairimizin hac yolculuğunda sabrı iyice azalmış. Mukaddes mekâna yaklaşıldıkça özlem ve heyecanı artıp kervanı yavaş bir seyirle yöneten görevliye “Haydi, çabuk ol” edasında söylediği uyarı beyti, sabırsızlığın bazen haklı bir gerekçeye dayanabileceğini de gösteriyor. Şair hedefe odaklanmış; ne yapsın, gecikmeye tahammülü yok:

Ey sârbân zimâmı çek semt-i kûy-ı yâre Vîrâne dilde zîrâ yer kalmadı karâre (Çelebizâde Âsım)

***

İnsana kurgu/hayal gibi gelse de şairlerin dile getirdikleri “aşkın ıztırab”, hayatta muhakkak bir gerçekliğe tekabül eder. Yaşanılması muhtemel her zorluk muhakkak sabır anahtarıyla aşılacağından, şairlerin şiir diliyle ifade ettikleri de esasen budur. Vakıalar karşısında gösterilecek tahammül, sabrın adıdır. Ürettiği esere istediği şekli vermeye çalışan sanatkâr, çocuğunu yetiştirmeye çalışan ebeveyn, anlayışı kıt bir kimseyle muhatap olan arif nasıl sabır imtihanındaysa oruçlu ağzıyla dua edip iftarı gözleyen mümin, ilim tahsiline uğraşan talip, şifa bekleyen hasta, sevdiğine kavuşmayı arzulayan âşık da sabır imtihanı ile karşı karşıyadır. Dert ve bela istenmez de başa geldiğinde Yakub (a.s.) gibi “fesabrun cemîl” diyebilmektir hüner. Klasik şairlerimiz hayatta yaşanması mukadder bu acı ve zorlukları “aşk” iksiriyle irtibatlayarak tasvire çalışmışlar, çok da güzel etmişlerdir. Sabrı tebyin sadedinde söyledikleri de bu kabildendir. Bir Sabır Hikâyesi Zamanın birinde ilim tahsilinden dönen bir molla evine dönerken, uzun yolculuğuna ara verip bir köylüye misafir olmuş. Hoşbeşten sonra mollanın tam kıvama ermediğini gören irfan sahibi köylü bir soru sormuş medreseden mezun gence: “İlmin başı nedir bilir misin?” Molla “besmele” demiş hayır cevabını almış. “Fatiha” demiş cevap olumsuz. İlim tahsilinde öğrendiği en önemli konulardan seçtiği cevaplara köylü hep itiraz etmiş. Sabırsızlanan molla cevabı merak etmiş. Köylü söyler mi? “Daha ilmin başını öğrenmedin, hoca olup yetiştiğini söylüyorsun!” demiş. Israrla doğru cevabı isteyen “ham molla”ya köylü, bir sene yanında kalırsa cevabı söyleyeceğini belirtmiş. İlmin hatırı için teklifi kabul eden molla, köylüye bir yıl “sabırla” hizmet ederken meseleyi çözmeye başlamış; süre bitince de mukadder suale doğru cevabı vermiş tabi: İlmin başı sabırdır.

Ne diyelim, sabretmeden olmuyor...

Page 66: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

64 AİLE TEMMUZ 2021

BİR NEFES BİR SIHHAT

KISA BİRMOLA

Büşra T. KAZAN Genetik Uzmanı

Yaklaşık iki senedir hayatımıza yeni bir kavram girdi: “Online”. Belki de

birçoğumuz için daha önce bir anlam ifade etmeyen bu kelime, hayatımızın merkezine oturdu, hemen her alanını âdeta istila etti. Online dersler, online işler, online seminerler, online toplantılar, online ramazan sohbetleri ve hatta online mukabeleler...

Haydi itiraf edelim, bu derece “online” olabileceğini biz de tahmin etmiyorduk. Hatta en başta epey de zorlandık ama

insanoğlu bu, adaptasyon yeteneği çok güçlü bir canlı. Biraz zaman geçti bir baktık, buna da alışmışız.

İyi hoş, işler rayına girdi derken zamanla bu online meseleler de biraz çığırından çıktı. Öyle ki düne kadar ekrandan uzak tutmaya çalıştığımız çocuklarımız, günde ortalama 7-8 saat ekran karşısında ders dinlemek zorunda kaldı. Bu salgın öyle bir süreçti ki alışkanlıklarımızı değiştirdik, eleştirdiklerimizi yaşadık.

Öğrenciler haricinde evden çalışmak zorunda kalanlar için de süreç pek kolay geçmedi. Normal şartlar altında

mesai bitince kapanan bilgisayarlar, “Çalışanlar

nasılsa evde.” diye düşünen işverenler

sebebiyle bir türlü kapanamadı.

Toplantıların biri biterken diğeri başladı.

Tüm bunlar dışarıdan

gördüklerimizdi. Peki ya içimizde durum neydi? Biz bu işlerin peşinde koşarken en çok yorulan beynimiz mesela, bu süreci nasıl karşılamıştı? Bize bir diyeceği var mıydı? Olmaz mı hiç, var elbet. Beynimiz, “Molaya ihtiyacım var!” diye yakarıyordu âdeta. Bu yakarışa kulak vermenin zamanı hem biz hem çocuklarımız için geldi de geçiyor. Arka arkaya yapılan ders ve toplantıların stres seviyemizi arttırdığını da hissediyorduk ama ispat edemiyorduk. Buyurun efendim, ispatı geldi.

Kısa bir süre önce yapılan yeni bir çalışma, online ders ve toplantılar esnasında ara vermenin beynimiz için ne kadar önemli olduğunu gözler önüne serdi. Çalışmanın amacı, gün içerisinde online olarak katılmamız gereken ders ve toplantılar arasındaki molaların, beyin stres seviyesindeki etkilerini gözlemlemekti. Çalışma gönüllü kişilerle

Page 67: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

65AİLETEMMUZ 2021

gerçekleştirildi. Deneklere elektroensefalografi (EEG) ekipmanı -beyinlerindeki elektriksel aktiviteyi görüntüleyecek bir başlık (Şekil 1)- takıldı ve toplantılar esnasında ve sonrasında beyin dalgaları ölçüldü.

Gönüllü kişilerle gerçekleştirilen çalışmada, deneklerin katılması gereken dört toplantı vardı; bu toplantılar için iki farklı planlama yapıldı. Birinci gün, farklı konularla ilgili olan dört farklı toplantıya “art arda” katıldılar ve hiç ara

Beynimizde bu kadar fazla strese sebep olan bu olayın çözümü bu kadar basitti, kısa bir mola vererek tüm bu stresi defetmek mümkündü. Ve olay sadece stresten arınmak değil, aksine odaklanma becerimizi güçlendirmek ve katıldığımız toplantı ve derslerdeki verimimizi arttırmaktı.

Online süreçlerin beynimize zarar vermesini ve bizi strese sokmasını önlemek için yapabileceklerimizi ise şöyle özetleyebiliriz:

- Sürekli bilgisayar karşısında çalışıyorsak veya çocuğumuz online eğitim sebebiyle ekran karşısında her zamankinden daha uzun vakit geçiriyorsa zorunluluklar dışında gün içerisinde ekrandan uzak durmalı, gözlerimizi ve zihnimizi ekrandan uzak bir şekilde dinlendirilmeliyiz.

- Toplantı/ders aralarında zihnimizi dinlendirecek bir aktivite bulmamız oldukça faydalı olacaktır. Bu evin içinde bir tur atmak olabilir, sevdiğimiz bir müziği açıp kendimizi rahatlatmak olabilir. Keyif aldığımız bu aktivite ile zihnimizi dinlendirmeli ve bulunduğumuz atmosferin dışına çıkabilmeliyiz.

Bu çalışmadan elde edilen verileri unutmayalım ve aralıksız yapılan online toplantıların veya derslerin stres seviyemizi yükselttiğini hatırlayalım. Konsantrasyonumuzu kaybetmeden önce de kısacık bir mola vererek beynimizi dinlendirmeyi ihmal etmeyelim!

vermediler. İkinci gün ise aynı uzunluktaki toplantılara, aralarında 10’ar dakika mola vererek girdiler. Tüm bu süreç, EEG cihazı ile kayıt altına alındı. Sonuç çarpıcıydı.

Şekil 2’de görüleceği üzere, toplantılar aralıksız gerçekleştiğinde, bireylerde stres seviyesi hızla artarken -kırmızı bölgeler artan stresi temsil ediyor- toplantılar

arasında verilecek kısa bir mola, beynin kendini dinlendirebilmesine olanak sağladı ve kişiler yeni toplantıya/derse daha konsantre bir şekilde girebildi.

Evet, bu çalışma aralıksız çalışmanın dezavantajını gözler önüne serdi fakat basit bir çözümü de beraberinde geldi: Kısa molalar vermek.

Şekil 1. Gönüllülere takılan EEG ekipmanı

Şekil 2. Ara verilen ve ara verilmeyen durumlarda beynin stres seviyesi

Page 68: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

66 AİLE TEMMUZ 2021

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ

Anadolu topraklarının Türkleşmesini izleyen yüzyıllarda Türkmen zümreler, Anadolu coğrafyasını hızlı bir şekilde Türk yurdu hâline getirdikten sonra tarihî yürüyüşlerine devam etmişler ve nihayet Avrupa’nın kapısı olarak nitelendirilebilecek olan Balkanlara kadar ilerlemişlerdir. Bizans’ın son yıllarında uzun zamandır ihmal etmiş olduğu Anadolu topraklarını imar ve ihya eden Türk beylik ve devletleri çok kısa bir süre sonra Balkanlara ulaşmışlardır. Anadolu topraklarında tecrübe edilen yerli gayrimüslim halk ile barış ve huzur içinde yaşama tecrübesi ile şehirleri imar ve ihya etme geleneği Türklerin Balkanlara kadar ulaşmasının kilit noktaları olmuştur.

Balkanlar aynı zamanda birçok önemli tarihî kişiliğin ön plana çıktığı ve yaşam alanı bulduğu bir bölge de olmuştur. Nitekim 1261 yılında Moğolların tahakkümünden kaçarak Bizans’a sığınan Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus, Balkanlar’da yaşam alanı bulan en önemli tarihî kişiliklerden birisidir. Bilhassa Sultan Keykavus ile birlikte yaklaşık olarak otuz-kırk Türkmen obası, dinî ve manevi önder Sarı Saltuk Baba da Sultan’ın maiyeti ile

SREBRENİTSA KATLİAMI

Umut GÜNER

Balkan coğrafyası, Türk ve İslam tarihinin en önemli ve kritik bölgelerinden

biri olmuştur. Balkanlar, devlet ve millet olarak tarihî yürüyüşümüze tanıklık etmiş, Türk ve İslam mührünün kazındığı önemli bir parçamızdır. Balkan toprakları sahip olduğu millî ve manevi değerleri ile Avrupa kıtasında bulunan önemli bir Türk toprağıdır. Geçmişten günümüze taşıdığı miras ve sahip olduğu tarihî hafızası ile yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen Türk yurdu olmanın önemini ve değerini korumaya devam etmektedir.

Erken yüzyıllarda Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlara ulaşan Türk toplulukları Balkanlarda uzun yıllar var olmuşlar, fakat millî kimliklerini burada yaşatamamış ve kısa bir zaman sonra asimile olmuşlardır. Bundan yüzyıllar sonra bu defa Anadolu toprakları üzerinden Müslüman Türkler Balkanlara kadar ulaşmıştır. Anadolu topraklarında uzun bir tecrübe yaşamış olan bu Müslüman Türkler, Balkanlara gelmiş ve burada kalıcı olmuştur. Bu coğrafyayı Türk yurdu hâline getirerek tarihin en önemli dönüşümlerden birini başlatmışlardır.

Balkanlara gelmiş ve Kuzey Dobruca’ya yerleşmiştir. Başta Sarı Saltuk olmak üzere birçok dinî ve manevi önder Balkanların Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında kilit bir rol oynamışlardır.

Türkiye Selçuklu Devleti’nin son yıllarında Batı Anadolu’ya doğru başlayan Türk akınları neticesinde Batı Anadolu’da başta Osmanoğulları olmak üzere birçok Türk beyliği kurulmuştur. Bu beylikler Ege Denizi’nde başlattıkları denizcilik faaliyetleri ve Bizans ile giriştikleri mücadeleler neticesinde kısa sürede Balkanlara ulaşacak güce erişmişlerdir. Bilhassa Türklerin İslamlaşmasından sonra yeni bir kimlik ve ruh ile ön plana çıkan gaza ve cihat düşüncesi sebebiyle Türk zümrelerin Bizans ve Balkanlar üzerine kutlu yürüyüşleri büyük bir gayretle devam etmiştir. Bu kutlu yürüyüş sebebi ile Balkanlar erken bir tarihte Müslüman Türk yurdu hâline gelmeye başlamıştır. Nitekim Balkanların İslamlaşması ve Türkleşmesi, İstanbul’un Türk yurdu hâline gelmesinden çok daha erken bir tarihte gerçekleşmiştir. Özellikle de Balkanlarda yürütülen imar ve ihya faaliyetleri neticesinde bu topraklarda tarihte emsali

Page 69: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

67AİLETEMMUZ 2021

az olan millî ve manevi değerde Türk şehirleri inşa edilmiştir.

Batı Anadolu beyliklerinin faaliyetleri ve özellikle de Osmanoğulları ile başlayan fetih hareketleri neticesinde literatürde kolonizatör diye tabir edilen derviş, abdal ve ahiler yeni fethedilen bölgeleri yerleşime açmışlar, Türkleşmesini ve İslamlaşmasını sağlamışlardır. Bu faaliyetlerin had safhada devam ettiği en önemli yerleşim alanları Osmanoğullarının fetih hareketleri ile Türklere açılan Balkanlar olmuştur. Balkanlara Anadolu’dan birçok Türkmen nakledilmiş; derviş, abdal ve ahiler bu coğrafyaya geçerek burada faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Özellikle de Osmanlı’nın hoşgörü politikası ile de Balkan toprakları hızlı bir şekilde Türkleşmiş ve İslamlaşmıştır.

Türkmen zümreleri ile birçok dinî önderin şenlendirme faaliyetleri ile Balkanlar’da birçok han, hamam, köprü, yol, kervansaray, hankah, zaviye, medrese ve mescit inşa edilmiştir. Bizans’ın menfi devlet politikaları ve adil olmayan vergi talepleri ile zor duruma düşen Balkan halkları, Türklerin hoşgörü politikası ve adil yönetimi ile karşılaşınca zamanla Türk devletinin himayesine girmiş, Türk inancını ve kültürünü benimsemeye başlamıştır. Bilhassa bu tarihten itibaren Avrupa’da Türk ve Müslüman aynı anlamlarda birbirini ifade eden kelimeler olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Page 70: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

68 AİLE TEMMUZ 2021

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ

Balkanları yeni bir kimlik ve ruh ile imar ve ihya eden, aynı zamanda din ve ırk ayrımı yapmaksızın bölgede adaletli bir düzen tesis eden Osmanlı Türklerinin yürüttükleri politikalar neticesinde gayrimüslim birçok etnik unsur zamanla İslamiyet ile tanışmıştır. Bu bölgede tesis edilen huzur ve barış ortamı Türk ve İslam ruhu ile mayalanmış, bu topraklar Türk yurdu olarak anılmaya başlamıştır.

Tarihî süreç içerisinde uzun asırlar barış ve huzur içerisinde yaşayan bölge

halkları Osmanlının son dönemlerinde başlayan zafiyetler ve kaybedilen savaşlarla ağır bir yara almıştır. Nitekim aynı tarihlerde dünya siyasetini şekillendirmeye başlayan “milliyetçilik” akımları neticesinde uzun yıllardır bölgede hâkim olan barış ortamı bozulmaya başlamıştır. Bilhassa da bölgede yer alan etnik çeşitliliği bozmak amacı ile büyük bir çaba içerisine giren devletler ve yerel terör yapılanmaları, bölgedeki barış ortamını zedelemiş, insanları din ve ırk ekseninde ayırarak

bölüştürmeye başlamıştır.

Osmanlının son yıllarında Müslüman Türklere karşı başlatılan soykırım hareketleri neticesinde birçok Türk ailesi öldürülmüş, evleri ve köyleri yakılmış, dinî ve manevi kurum ve yapılar tahrip edilmiştir. Müslüman ve Türk karşıtı hareketlerin bu bölgede başlattıkları ayrılıkçı hareketler neticesinde Osmanlı kısa sürede Balkan topraklarını kaybetmiş ve bu topraklarda birçok farklı devlet ortaya çıkmıştır. Müslüman ahaliye yönelik devam eden baskı ve zulüm faaliyetleri nedeni ile uzun yıllardır bu bölgede yaşayan Türk ve Müslümanlar evlerini ve köylerini terk ederek Anadolu topraklarına göç etmek ve sığınmak zorunda kalmıştır. Müslüman Türklerden kalan ev, iş yerleri, dinî ve millî yapılar başta olmak üzere birçok şehir ve köy yağmalanmış, tahrip edilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin son yıllarında başlayan ayrılıkçı faaliyetler neticesinde bölgede bozulan huzur bir daha asla temin edilememiştir. Bölgede yaşanan etnik ve dinî sorunlar uzun yıllar süregelmiş, tarihe büyük acıları kayıt olarak düşmeye devam etmiştir. 1900’lü yılların başlarında Müslüman Türklere yönelik başlayan zulüm ve katliamlar, Türklerin Anadolu’ya geri göçü sonrasında bölgede yaşayan ve farklı etnik unsurlara mensup olup Müslümanlaşan halklara yönelik olarak devam etmiştir.

Page 71: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

69AİLETEMMUZ 2021

Bölgede yaklaşık olarak yüzyıl önce ekilen nefret ve zulüm tohumları bu kez 1991 ve 1995 yılları arasında meydana gelen Bosna Savaşı’nda ortaya çıkmıştır. Sırp milliyetçileri ile Sırp Cumhuriyet Ordusu’nun Bosnalı Müslüman halka yönelik giriştikleri soykırım, insanlık tarihine büyük bir utanç olarak geçmiştir. Sırp komutan Ratko Mladiç’in komutasında Sırp ordusunun ağır silahlarla donanmış bir şekilde Srebrenitsa kentinde yaşayan savunmasız ve güçsüz Müslüman sivil halka karşı giriştiği soykırım bizlere büyük bir acı ve gözyaşı miras bırakmıştır.

11 Temmuz 1995 günü Sırp komutan Ratko Mladiç daha önce silahlarından arındırılmış ve savunmasız olan Srebrenitsa kentine ağır silahlı ordu ile giriş yapmıştır. Srebrenitsa katliamında kentte yaşayan 8 binden fazla masum insan hayatını kaybetmiştir. Bu soykırım, insanlık tarihine II. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanmış en büyük katliam olarak kayıtlara geçmiş ve mahkemelerce de kabul edilmiştir.

Sırp cumhuriyet ordusu yüzlerce kadına tecavüz etmiş, hamileleri karnında bebekleri ile öldürmüş, çocuk ve yaşlı demeden herkesi katletmiştir. Bosna’da katliam yaşanırken bölgeyi korumakla görevli olan Birleşmiş Millet Barış Gücü Ordusu ise yaşananlara seyirci kalmış ve katliama göz yummuştur. Bosna Savaşı süresince bölgenin önemli liderlerinden

Aliya İzzetbegoviç’in tüm dünyayı yaşananlara karşı uyarmasına ve destek talep etmesine rağmen dünyanın büyük güçleri hem Aliya İzzetbegoviç’e hem de Bosna halkına karşı üç maymunu oynamıştır.

Soykırımı gerçekleştiren Sırp askerleri, öldürdükleri masum insanların cesetleri bulunmasın diye ve soykırımı gizlemek amacı ile insanların cesetlerini ve kemiklerini parçalayarak farklı bölgelerde açtıkları yaklaşık 64 toplu mezarlara gömdüler. Toplu mezarların uydu taramalarında görülüp tespit edilmemeleri için de içerlerine manyetik metal parçalar yerleştirdiler. Aynı zamanda da bölgenin iklim örtüsüne uygun çiçek ve otlardan oluşan bir yapı ile toplu mezarların üstlerini örttüler. Sırp Ordusu’nun toplu mezarları gizlemek amacı ile yürüttüğü bütün faaliyetler ve planlar “mavi kelebekler”in sayesinde bozuldu ve hakikat ortaya çıktı.

Toplu mezarların gömüldüğü bölgelerde cesetlerin toprağı beslemesi sonucu ortaya artemis çiçekleri çıkmaya başladı. Bu çiçeklerin bölgede çoğalması sonucunda sadece bu çiçekle beslenen mavi kelebeklerin bölgede yoğunlaşması yöre halkının dikkatini çekmeye başladı. Yapılan araştırmalar neticesinde mavi kelebeklerin olduğu bölgelerde insanlık tarihinin gördüğü en büyük utançlardan biri ile karşılaşıldı. Bölgede sayısı

300’den fazla olan toplu mezarlar bulundu. Bu araştırmalar neticesinde Bosna Savaşı’nda yaşanan katliamın ulaştığı korkunç boyut ilk defa kanıtlanmış oldu. Toplu Mezar Enstitüsü tarafından yürütülen çalışmalar neticesinde 20 bin kişinin cesedine ulaşıldı fakat sadece 18 bin kişinin kimliği belirlenebildi. Cesetlerin parçalanmış ve yakılmış olması nedeni ile kimlik belirleme çalışmaları çok zor şartlar altında gerçekleştirildi.

Mavi kelebeklerin ortaya çıkardığı hakikat, 20. yüzyılda Avrupa’nın göbeğinde ve tüm dünyanın gözlerinin önünde yaşanan soykırımın ulaştığı korkunç boyutu bir tokat gibi insanlığın yüzüne çarpmış oldu. Bosna’da Müslüman halklara yönelik başlatılan katliam, yakın tarihimizde yaşanan en büyük soykırımlardan biri olarak tarihe geçti. Bölgede yaşayan ve bir şekilde hayatta kalmış olan herkes, en az bir yakınını soykırıma kurban verdi. Yaşanan katliamdan kurtulmayı başaran insanlar uzun yıllar psikolojik sorunlar ve hastalıklar ile mücadele etmek zorunda kaldı ve birçoğu yaşamını yitirdi. Katliam, BM ve Lahey’deki Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesince 2004 yılında ancak “soykırım” olarak tanındı. Bosna’da yaşananlarda en az, katliamı gerçekleştiren Sırp ordusu kadar seyirci kalan devletlerin suçu bulunduğu aşikârdır.

Page 72: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

yesilalan

Şule

TÜZ

ÜN

Saksılı bitkiler ev dekorasyonumuzun vazgeçilmezi diyebiliriz. Göz alıcı saksılı bitkilerden yoksun bir evin dekorasyonu âdeta tamamlanmamıştır. Ev içerisinde bulunan yeşillik, ortama canlılık ve hareket getirir.

Tüm saksılı bitkilerden bazı özelliklerinden dolayı ayrılan bir bitki vardır ki bu da kaktüslerdir. Kaktüs dendiğinde aklımıza ilk gelen genellikle dikenleridir. Kaktüslerde o dikenlerin arasında açan çiçeklerse insanı hayrete düşürür.

Kaktüsün ana vatanı Amerika kıtası ve çevresindeki adalardır. Adını, Yunancada “dikenli bitki” anlamına gelen “kaktos” kelimesinden alan bitkinin çiçekleri genellikle gösterişlidir. Çiçekler bazı türlerde yalnızca gece açar ve bir gece açık kalır.

Tüm kaktüs familyası sukulent bitkileridir. Sukulentler, etli yapraklı bitkilerdir. Yapraklarında veya gövdelerinde su bulundurduklarından kalın ve etli görünüme sahiptirler. Bu su tutma özelliğinden dolayı az suyla yaşayabilirler ve tüm kaktüsler suyu gövdelerinde biriktirirler.

Kaktüslerin pek çok çeşidi vardır. Bunlardan bazıları şunlardır.

KAKTÜSLEGELEN GÜZELLİK

70 AİLE TEMMUZ 2021

Rebutia: En popüler kaktüs türlerindendir. Açtığı rengârenk çiçekleri ile dikkat çeker. Huni şeklinde olan çiçekleri genellikle gündüz açar ve geceleri kapanır. Çiçeklenme, yaz mevsiminde olur ve genellikle 5-6 gün çiçekli olarak kalır. Çiçek açabilme olgunluğuna gelebilmeleri için 1-2 hatta bazı türlerden 5 sene geçmesi gerekir. Çiçek renkleri; sarı, turuncu, kırmızı, pembe, beyaz ve sarıdır. Çiçek rengi her ne olursa olsun ortak noktaları ortalarının sarı olmasıdır. Çiçekler bitkinin dip kısmından çıkar ve genellikle toplu olarak açar. Çiçek boyları orta ve küçüktür. Çiçeklenme sonunda bol miktarda tohum verirler. Kuvvetli ışığa ihtiyaç duyarlar. Ancak doğrudan güneş ışığından hoşlanmazlar. Yaz aylarında suyu çok severler. Soğuğa dayanaklı bitkilerdir.

Page 73: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

71AİLETEMMUZ 2021

C. Triebneri: Bodur çalı cinsidir. Yapraklar çivi gibi, sap ise dardır. Yeşilimsi kırmızı, küçük birden fazla çiçek, çiçek sapı üzerinde boylu boyunca sıralanmıştır.

Cephalocereus: Sütun biçiminde diklemesine gelişen türdür. Kimi zaman dallanarak gövdelerini kaplayan sert dikenleri, kaktüsün tepesine doğru saç gibi uzayarak elastiki, yumuşak, ipeksi lifler hâlini alan ilginç görünüşlü bitkilerdir. Gelişmeleri oldukça yavaştır. Yaz mevsiminde geceleri beyaz, sarı ya da pembe borumsu çiçeklerini açar. Kısa süre açık kalan bu çiçekler olgunlaşıp tohumlarını oluşturur. İklimi sıcak ve kurak olan bölgelerdeki kıraç bahçelerde yetiştirilir. Aynı zamanda soğuk ve serin yörelerde kış mevsiminde ısıtılan kapalı mekânlarda büyükçe saksılarda da yetiştirilir.

Kaktüslerin de diğer salon bitkileri gibi evimize aldığımızdaki güzelliğini korumasını istiyorsak birtakım bakım özelliklerini bilmemiz gerekir. Kaktüsler, bütün bitkiler gibi yazın büyür ve kış dönemini dinlenerek geçirir. Gelişimleri için genellikle 16 °C’ye ihtiyaç duyarlar. Tropikal olanlar daha da yüksek sıcaklıklarda 21-32 °C’de gelişirler. Bazı türler de 0 °C’ye kadar düşen sıcaklıklara kısa bir süre için dayanabilirler. Ancak soğuğa uzun süre maruz kalan bitkilerin yumuşak dokuları zarar görebilir. Çoğu kaktüs türü için 5-8 °C yeterlidir. Dış ortamda ise 5 °C’nin altına düşmüyorsa sorun yaşanmaz.

Kaktüsler, ortalama %50-60 oranında nem isterler. Sağlıklı olabilmek için büyüme dönemlerinde güneş görmek zorundadırlar. Evinizde bitkinizi cam kenarında konumlandırmanız doğru bir tercih olur.

Aksesuar olarak kaktüs kullanmak hem ucuz hem pratiktir. Evinizin pencereleri çok boş duruyorsa bu alanı kaktüs saksıları ile olağanüstü bir güzelliğe kavuşturabilirsiniz. Farklı desen ve renklerdeki saksılara kaktüs bitkileri yerleştirerek evin dış görünümünü de mükemmel hâle getirebilirsiniz. Dikkat etmeniz gereken önemli nokta ise saksıların renklerini dekorasyon renklerinizle uyumlu seçmeniz olacaktır.

Page 74: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

72 AİLE TEMMUZ 2021

ASHAB-I SUFFE

Page 75: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

73AİLETEMMUZ 2021

ÜMMETİNGÜVENİLİR ŞAHSİYETİ: EBÛ UBEYDE B. CERRÂH

Doç. Dr. Yaşar AKASLANOndokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Evladına zulmetmeye ta Mekke’de başlayan müşrik baba ise gittikçe artan öfkesi ve biriken intikam duygusuyla oğlunu kendi elleriyle öldürmeye ant içmişti. Bu nedenle delikanlının peşini bırakmıyordu. Ne yazık ki babasının öteden beri devam edegelen inatçılığı savaş meydanında da tezahür etmişti. Kovalamacayı sürdüren babası bir türlü vazgeçmiyordu. Canına kastettiği öz oğlunu öldürmekte kararlı olduğundan sürekli fırsat kollamıştı. Sonunda istediği olmuştu. Delikanlının artık dikkati dağılmış, düşmana odaklanamaz hâle gelmişti. Yeniden mücadeleye devam edebilmesi için bu engel aşılmalıydı. Artık yapılacak bir şey kalmamıştı. En sonunda babasına “Baba! Yalvarırım yaklaşma bana! Önümden çekil, beni sıkıştırmaktan vazgeç! Zorlama beni! Savaş meydanında baba oğul olmaz, bunu bilesin! Ölümün benim elimden olsun istemiyorum. Ancak mecbur bırakırsan orasını sen bilirsin.” dedi. Sahne kesinlikle çetin bir imtihan arz ediyordu. Delikanlı, tüm bu

Medine’ye hicretin ardından iki yıl geçmişti. Bedir Savaşı’nın

şartları artık oluşmuş, iki ordu Bedir kuyuları civarında karşılaşmıştı. Babayla oğlu, abiyle kardeşi karşı karşıya getiren ve trajik sahnelerin yaşanacağı bu muharebede iman uğruna önemli fedakârlık sahneleri yaşandı.

Bedir günü İslam ordusunda, babası müşrikler tarafında saf tutan bir yiğit vardı. Kıyasıya mücadelenin devam ettiği sıralarda Kureyşlilerin kendisinden çekindiği bu kahraman, babasıyla yüz yüze gelmeyi arzu etmiyordu. Onunla karşılaşmamak için düşmanla savaş meydanının farklı bölgelerinde çatışıyordu. Babasıyla dövüşecek olma ihtimalinin ağır yükünü ruhunda fazlasıyla hissediyordu. Bu yüzden savaş esnasında türlü manevralarla babasından kaçıyordu.

Babasının birkaç kez tekrarlayan saldırısını çevik

hamlelerle savuşturup sadece kendini müdafaa

etmekle yetinen delikanlı, ona kılıcını

kaldırmamıştı.

sözlere rağmen vazgeçmeyen, aksine daha da saldırganlaşan müşrik babasını tek bir darbeyle öldürmek zorunda kaldı. Doğduğu gün kurbanlar kesen, tarifsiz sevinçle evladı adına törenler tertip eden babasının hayatına tek bir kılıç darbesiyle son vermişti. Varlık sebebi olan babasının kanını döktüğü için çok üzülmüştü. Bu durum üzerine gönüllere su serpen Mücâdele suresinin 22. ayeti nazil oldu.

Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından henüz hayattayken cennetle müjdelenen on sahabi (aşere-i mübeşşere) arasında yer alan bu fedakâr sahabinin adı Ebû Ubeyde b. Cerrâh’tır. Ebû Ubeyde (r.a.); ticaret, binicilik, ok atma, kılıç kullanma gibi alanlarda yetişmiş ve dönemin entelektüel bakış açısına sahip simaları arasında yer almıştır. Cahiliye Dönemi’nde Kureyşliler, Mekke’de okuma yazma bilen birkaç isim arasındaki Ebû Ubeyde’ye bu yüzden saygı duyarlardı. Müşrik babası, oğlunun Müslüman olduğunu duyduğu andan itibaren oğluna zulme başladı. Ebû Ubeyde, işkencenin ardı arkası kesilmeyince Habeşistan’a

Page 76: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

74 AİLE TEMMUZ 2021

ASHAB-I SUFFE

hicret etmek zorunda kaldı (İbn Sa‘d, et-Tabakât, 3/379).

Diğer sahabiler gibi Ebû Ubeyde de Allah Resulü’nün üzülmesine, kılına zarar gelmesine dayanamazdı. Uhud günü Ayneyn Tepesi’ndeki bir anlık gaflet sonucu İslam ordusunda bir karışıklık vuku buldu. Ebû Ubeyde bu hengâmede Resulüllah’ı koruyan bir avuç kahramandan biriydi. Ancak tüm çabalarına rağmen uzaktan hedefine taş atma konusunda yeteneğiyle bilinen ve Resulüllah’ı öldürmeye yeminli Utbe b. Ebî Vakkâs isimli müşriğin attığı taş Hz. Peygamber’in ön dişlerinin ikisini kırdı ve alt dudağını yardı. Yine Resulüllah’ın canına kasteden İbn Kamîe adlı müşrik ise yanına kadar yaklaştığı Hz. Peygamber’in miğferini sert bir kılıç darbesiyle parçaladı. Parçalanan miğferin iki demir halkası Allah Resulü’nün mübarek yanaklarına battı. Canı öylesine yandı ki yüzü al kanlara boyanan ve kan kaybeden Resulüllah dizleri üzerine çömeldi. Allah Resulü’nün yüzüne saplanan miğferin demir halkaları derinde olduğundan onları çıkarmak zor görünüyordu. Ebû Ubeyde, halkaları eliyle çıkarmanın Hz. Peygamber’in canını daha fazla yakacağından dişlerini bir kerpeten gibi kullanarak halkaları tek hamlede çıkarmalıydı. Yere uzanan Resulüllah’ın başucunda durup dizüstü çökerek önce sağ yanağındaki halkaları dişleriyle sıkıca kavrayıp hızlıca çekti. Halka

kurtulmuştu ancak Ebû Ubeyde’nin ön dişlerinden biri de halkayla birlikte yere düşmüştü. Ebû Ubeyde çıkardığı halkayı bir tarafa bıraktı. Yüzünde ve ağzında oluşan kanları sildi. Bu hâli gören Hz. Ebû Bekir dayanamadı ve ikinci halkayı çıkarma işlemini kendisine bırakmasını istedi. Ancak Ebû Ubeyde başladığı işi bitirmeliydi. Bu kez Hz. Peygamber’in sol yanağındaki halkaya yöneldi, onu da dişleriyle sıkıca kavradı, tek hamlede ve hızlı bir şekilde çıkardı. Bu sefer de ön dişlerinin diğerini kaybetmişti. Kırılan iki dişi sebebiyle ağzından kanlar boşalan Ebû Ubeyde, bir yandan Allah Resulü’nün durumuna gözyaşı döküyor, diğer yandan da yüzündeki kanları siliyordu. O günden itibaren Ebû Ubeyde ön dişleri olmadan hayatına devam etti (İbn Sa‘d, et-Tabakât, 3/380). Bu nedenle o, Kur’an okurken

ve konuşurken bazı harfleri çıkaramazdı. Araplar, ön dişleri olmadığı için “hetem” dedikleri kimseleri kınarlardı. Ancak Ebû Ubeyde bu sebeple hiç kimse tarafından ayıplanmadı. Hz. Ebû Bekir (r.a.) “O hetemlerin en güzelidir.” (İbnü’l-Cevzî, Sıfatü’s-safve, 134) demek suretiyle bu özellikteki kişiler içinde en kıymetlisinin Ebû Ubeyde olduğunu dile getirmişti. “Dişsizlik insanı çirkinleştirir. Lakin Ebû Ubeyde, Uhud’da kaybettiği dişlerinden sonra çok daha güzelleşmişti.” (İbn Abdilberr, el-İstî‘âb, 2/793) diyen sahabeden bazıları, Allah Resulü uğruna dişlerini feda eden Ebû Ubeyde’den sitayişle bahsetmişlerdir.

“Ebû Ubeyde ne güzel bir insandır.” (Tirmizî, Menâkıb, 32) buyurmak suretiyle Ebû Ubeyde’ye değer verdiğini izhar eden Allah Resulü, “Her ümmetin emini vardır. Bu ümmetin emini de Ebû Ubeyde’dir.” (Buhârî, Fedâilü Ashâbi’n-Nebî, 21) ifadesini sahabe arasında çok defa kullanmıştır. Yemenliler kendilerine İslam’ı öğretecek güvenilir bir muallim talep ettiklerinde Resulüllah, Ebû Ubeyde’nin elinden tutup şöyle buyurmuştu: “Gördüğünüz kişi, bu ümmetin en güvenilir şahsiyetidir.” Akabinde onlara Ebû Ubeyde’yi göndermişti (İbn Sa‘d, et-Tabakât, 3/381). Bu sahneyi gıptayla takip edenlerin başında Hz. Ömer (r.a.) geliyordu. Hz. Ömer’in penceresinden olayın öncesiyle ilgili olarak yaşadıkları şu şekildedir. Necrân Hristiyanlarından bir

Yemenliler kendilerine İslam’ı

öğretecek güvenilir bir muallim talep

ettiklerinde Resulüllah, Ebû

Ubeyde’nin elinden tutup

şöyle buyurmuştu: “Gördüğünüz

kişi, bu ümmetin en güvenilir şahsiyetidir.”

Page 77: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

75AİLETEMMUZ 2021

heyet gelip Resulüllah’tan güvenilir bir rehber talep etmiş, Hz. Peygamber (s.a.s.) de “Yarın öğle namazından sonra ashabım arasından güvenilir birini size rehber olarak görevlendireyim.” buyurmuştu. Bu sözleri duyan ve “Anılan özelliklerde olmayı ne çok arzu ederdim.” diyen Hz. Ömer öyle heyecanlanmıştı ki ertesi günü zor getirebilmişti. O gece gözüne bir damla uyku girmemiş, bahsedilen gün öğle namazına erkenden gidip Resulüllah’ın kendisini kolayca fark edeceğini düşündüğü en ön safta yerini almıştı. Namazı kıldıran Hz. Peygamber, cemaate dönerek gözleriyle birini aramıştı. Hz. Ömer, sürekli hafifçe kalkar gibi yaparak Resulüllah’ın kendisini görmesini sağlamaya yönelik çaba sarf ediyordu. Ancak Hz. Ömer’in bu gayreti beyhudeydi. Allah Resulü, iki saf arkada bulunan “ümmetin emini” olarak tavsif ettiği Ebû Ubeyde’yi çağırdı ve

bu görevi ona tevdi etti (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 1/18).

Hz. Peygamber (s.a.s.), ilim öğrenmek isteyenleri zaman zaman iyi bir Kur’an hafızı olan Ebû Ubeyde’ye yönlendirirdi. Nitekim Ebû Sa‘lebe bir gün Allah Resulü’ne gelip kendisini irşad edecek birisine göndermesini istedi. Resulüllah da ona “Ben seni hem ilmini hem de ahlakını güzelleştirecek birisine yolluyorum.” buyurarak Ebû Ubeyde’ye gitmesini söyledi (et-Taberânî, el-Mu‘cemu’l-kebîr, 1/157).

Daha dünyadayken cennetle müjdelenme bahtiyarlığına kavuşan Ebû Ubeyde, hicretin 18. yılında baş gösteren ve birçok sahabinin vefatıyla sonuçlanan veba salgınında hastalanarak yatağa düştü. Salgın sırasında, vatanından kilometrelerce uzaktaki Amvâs’ta 58 yaşındayken savaş meydanında ruhunu teslim etti. Cenaze namazını gözyaşları eşliğinde kıldıran

Muâz b. Cebel (r.a.), İslam ordusuna şu konuşmayı yaptı: “Ey insanlar! Bugün öyle bir kimseyi kaybettiniz, vefatı için hüzne boğuldunuz ki... Allah’a yemin ederim, Ebû Ubeyde’den daha fazla gönlü iyilikle dolup taşan; daha merhametli; kin, öfke ve kötülükten uzak duran; insanlara yardım ve nasihat eden; ahireti arzulayan bir kimseyi ben görmedim. Allah, Ebû Ubeyde’ye rahmetiyle muamele etsin!” (el-Hâkim, el-Müstedrek, 3/295-296) Muâz b. Cebel, defnin ardından Ebû Ubeyde’nin vefatından halife Hz. Ömer’i bilgilendirmek üzere bir mektup yazıp Medine’ye gönderdi. Kendisine ulaşan mektubu okuyunca Hz. Ömer ve yanında bulunanlar gözyaşlarını tutamadılar.

Güzel ahlakı, samimiyeti, güvenilirliği, hayâsı, zarafetiyle sahabe arasında dikkat çeken Ebû Ubeyde’nin yanında bulunma fırsatı elde edenleri, güven ve rahatlık duygusu kaplardı. Görenlerin hemen kanlarının ısındığı Ebû Ubeyde’nin içinin güzelliği âdeta dışına yansımıştı. Bu çerçevede Ebû Ubeyde’nin şu serlevha tavsiyesi onun güzel ahlakını tavsif eder niteliktedir: “Ey Allah’ın kulları! Şaka olsun ciddi olsun hiçbir konuda yalan işe yaramaz. Rabbinizin ‘Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun!’ ayetini (Tevbe, 9/119) okuyun! Siz burada yalan konusunda herhangi bir ruhsat görebiliyor musunuz?”

(İbn Mübârek, Kitâbü’z-zühd, 493)

Page 78: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

76 AİLE TEMMUZ 2021

AKLİYAT

KUİPER KUŞAĞI

Haydi hep birlikte Güneş sistemimizdeki gezegenleri sayalım.

Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün. Eksik oldu sanki, kulağımızı tırmaladı değil mi? Bir de Plüton olmalıydı listede, yer bulmalıydı kendine Güneş sisteminin dokuzuncu gezegeni diye.

18 Şubat 1830’da Amerikalı Astronom Clyde William Tombaugh tarafından keşfedilen Plüton, 2006 yılında Çekya’nın başkenti Prag’da yapılan Uluslararası Astronomi Birliği toplantısında gezegenlikten çıkarıldı ve “Cüce Gezegen” olarak tanımlanmaya başladı. Bun rağmen uzun yıllar

boyunca dilimize pelesenk olduğundan mıdır yoksa uzaklığı ve keşfedilmemiş pek çok özellikle meraklarımızı cezbettiğinden midir bilinmez Plüton, gezegen sıralamasındaki yerini hep korumuştur.

Plüton ile ilgili birbirinden ilginç bilgileri bir başka yazıda anlatalım diyerek asıl

Muhammed Kâmil YAYKAN

O mesafeden bakıldığında Güneş o kadar küçük görünüyor ki onu gökyüzüne bir iğne başı tutarak tamamen gölgeleyebilirsiniz.

Mike Brown/Astronom

Page 79: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

77AİLETEMMUZ 2021

Kuiper Kuşağı çok çok ama gerçekten çok uzakta. Şöyle ki bu kuşağın bize yakın hemen ön sıralarında yer alan bir başka cüce gezegen Eris’in Güneş etrafındaki bir turu tam olarak 580 yıl. Yani Eris’in Güneş’e olan uzaklığı bizimkinden 100 kat daha fazla.

Kuiper Kuşağı, Güneş’ten çok uzakta olduğu nispette çok da soğuk, aynı zamanda. Dolayısıyla tamamen buzdan oluşmuş veya buzla kaplı milyonlarca gök cismi var bu kuşakta. Bu aslında uzay araştırmaları açısından çok kıymetli. Çünkü buzla kaplı kayalar Güneş sisteminin kalıntıları ve Büyük Patlama Big Bang’in parçacıklarını ihtiva ediyor olabilir. Bu da kâinatın ilk anlarına dair pek çok bilginin keşfedilebileceği anlamına geliyor, bilim insanları arasında.

Güneş sistemimizin bu merak uyandıran dış sınırlarını keşfetmek için NASA tarafından yürütülen bir de araştırma programı var. “Yeni Ufuklar” olarak tercüme edebileceğimiz New Horizons projesi, başta Kuiper Kuşağı’nın daha da derinlemesine incelenmesi ve pek çok yeni keşif için 2006 yılında fırlatılan insansız bir uzay aracı ile başladı. New Horizons isimli bu araç, 2015’te Plüton’a ulaşmış ve o meşhur “Plüton’un Kalbi” isimli fotoğrafı Dünya’ya göndermiştir.

BİLİYORMUSUNUZ?

konumuza gelelim. Bu ayki konumuz Plüton’un da içinde yer aldığı, Güneş sistemimizin dış sınırları olarak da tabir edebileceğimiz Kuiper Kuşağı.

Edgeworth-Kuiper Kuşağı olarak da adlandırılan Kuiper Kuşağı, bilim tarihi içinde henüz yeni diyebileceğimiz bir zaman diliminde keşfedildi. İrlandalı Astronom

Kenneth Edgeworth tarafından 1943 yılında ortaya atılan “Neptün’ün ötesinde de dikkat çekici büyüklükte gök cisimlerinin olabileceği” tezi; Hollandalı meslektaşı Gerard Peter Kuiper tarafından 1951’de desteklenerek bilimsel bir gerçeklik olarak gün yüzüne çıktı. Takvimler 1992’yi gösterdiğinde ise Amerikalı astronomlar David

Jewitt ve Jane Luu tarafından tam anlamıyla keşfedildi. 70 yıllık bilinirliğe sahip Kuiper Kuşağı, günümüzde uzaya dair en çok merak edilenler arasında kendine hâlâ ilk sıralarda yer buluyor ve her geçen gün dikkat çekici pek çok keşifle bilim insanlarını büyük bir heyecanla kendisini gözlemlemeye devam ettiriyor.

Page 80: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

78 AİLE TEMMUZ 2021

HAYATIN İÇİNDEN

BULMACABULMACA - TEMMUZ 2021 Hazırlayan: Ali Osmanoğlu (Muhammed Kâmil YAYKAN) ————————

Demokrasi ve Millî

Birlik Günü

Topraktan yapılmış

kap

Koni biçiminde

olan, mahruti

Gaza eden kimse

Literatür, yazın

Olgun olmayan,

işlenmemiş

Büyük bir orman ağacı

Şebnem, jale

“ile” anlamında bir bağlaç

Îdü’l-adhâ

KURBAN BAYRAMI

10,50*6,78

Bir ağaç türü

Tehlikeli, sarp geçitAsıl, esas

Açık, apaçıkYöneltme, gönderme

İlave

Tercih hakkı

ÇatıHayatını

sürdürmek

Ücretli yolcu

taşıyan otomobil

“Hayır” anlamında bir

ünlemGeçilmesi zor

Yunan alfabesinin ilk harfi (𝛂𝛂)

BencillikAlın veya boynuzla

vurmaUçurum

HaydutBir besin maddesi

İçeni ölümsüz kılacağına inanılan suCet, dede

Liberya plaka kodu

Hacimli, büyük

Eylem Keşfeden kimse

Kışın yağar

Verme, verilme

Yerine getirmeDolaylı anlatım

ZeybekBir tembih

sözü

Atın yavrusu

Duman lekesi

Yırtıcı bir balık

Bir sure adıAdaletli

Matematikte 3,14 sabit

sayısı

Kötü olmayan

İnsan, kişiCins, tür

Diyarbakır’ın bir ilçesi

Görme engelli

Bir sure adı

Dönüştürücü

Bir nota

Lorentiyum simgesi

Bangladeş plaka koduEski dilde

su

Topluluk, zümre

Cihet, profil

Mızıka

Güzel kokulu bir

madde, mis

Çocuk dilinde gezme

Bir sure adı

Karışık renkli

Mavi

İhtiyar, koca

Anıt

Beddua

Büyük, yüce

Beyaz

YemekKötülük, fenalık Bir sure adı

Azarlama

Damarda akan sıvı

Şikâr

İlah

Hayat

Yarık, çatlak

Bir notaGüldürü

Bir bağlaç

Beyaz perde

Burun ile algılanan Kurnaz Yükseklik

Yarışma ödülü

olarak verilir

Çok olmayan

Eski dilde ayak

Onur, haysiyet

Kısa çizgi

Uzaklık bildirir bir

ünlem

PandülTorunu olan

kadın

Bayağı

Sıkıntılı durum

Ağrı’nın bir ilçesi

Satranç oyununda beraberlik durumu

Mutluluk hormonu

Ezgi, türkü

Kemik ucu

ÇağdaşYenidoğan Silahlı

kuvvetler

Bir olumsuzluk

ön ekiKızıl, kırmızı

Dua sözcüğü

ŞanlıSon, sonuç Tür, çeşit

Bir sure adı Bal böceği EdaArapça birinci

tekil şahıs

İşlev bozukluğu

Temel içeceğimiz

Tutma organımız

Şiirler

Işık

Yön, doğrultu

Resimdeki kahraman

Boyut

Metal olmayan

Bir nota

İlkbaharAçıklamalar

ÖMER HALİSDEMİR

10,50*6,78

Eşya, nesne

AğırbaşlılıkOy

Bakma, beslemeYapılmış,

imal edilmiş

Bir kâğıt türü

İlgiDevlet idaresi altında

bulunanlar

Bobin

Fizikte bir enerji birimi

Emare, işaret

Hangi şey?Geçmiş zamanı anlatır

Küçük dolap

Ceylan

Bir sebze, kelem

Zarif, uygun

Bir işaret zamiri/sıfatı

Ufuk aydınlığıNumara

kısaltması

Neon elementinin

kimyasal simgesi

Ölümsüz, ebedî

Duru olmayan Güzel, latif

Çalışma

MillîYerel Kabul

etmeme

Haz

ırlay

an: A

li OS

MAN

OĞLU

Page 81: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

79AİLETEMMUZ 2021

Bulmacaların çözümlerine karekodu okutarakya da aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.dergi.diyanet.gov.trBULMACA - TEMMUZ 2021 Hazırlayan: Ali Osmanoğlu (Muhammed Kâmil YAYKAN) ————————

Demokrasi ve Millî

Birlik Günü

Topraktan yapılmış

kap

Koni biçiminde

olan, mahruti

Gaza eden kimse

Literatür, yazın

Olgun olmayan,

işlenmemiş

Büyük bir orman ağacı

Şebnem, jale

“ile” anlamında bir bağlaç

Îdü’l-adhâ

KURBAN BAYRAMI

10,50*6,78

Bir ağaç türü

Tehlikeli, sarp geçitAsıl, esas

Açık, apaçıkYöneltme, gönderme

İlave

Tercih hakkı

ÇatıHayatını

sürdürmek

Ücretli yolcu

taşıyan otomobil

“Hayır” anlamında bir

ünlemGeçilmesi zor

Yunan alfabesinin ilk harfi (𝛂𝛂)

BencillikAlın veya boynuzla

vurmaUçurum

HaydutBir besin maddesi

İçeni ölümsüz kılacağına inanılan suCet, dede

Liberya plaka kodu

Hacimli, büyük

Eylem Keşfeden kimse

Kışın yağar

Verme, verilme

Yerine getirmeDolaylı anlatım

ZeybekBir tembih

sözü

Atın yavrusu

Duman lekesi

Yırtıcı bir balık

Bir sure adıAdaletli

Matematikte 3,14 sabit

sayısı

Kötü olmayan

İnsan, kişiCins, tür

Diyarbakır’ın bir ilçesi

Görme engelli

Bir sure adı

Dönüştürücü

Bir nota

Lorentiyum simgesi

Bangladeş plaka koduEski dilde

su

Topluluk, zümre

Cihet, profil

Mızıka

Güzel kokulu bir

madde, mis

Çocuk dilinde gezme

Bir sure adı

Karışık renkli

Mavi

İhtiyar, koca

Anıt

Beddua

Büyük, yüce

Beyaz

YemekKötülük, fenalık Bir sure adı

Azarlama

Damarda akan sıvı

Şikâr

İlah

Hayat

Yarık, çatlak

Bir notaGüldürü

Bir bağlaç

Beyaz perde

Burun ile algılanan Kurnaz Yükseklik

Yarışma ödülü

olarak verilir

Çok olmayan

Eski dilde ayak

Onur, haysiyet

Kısa çizgi

Uzaklık bildirir bir

ünlem

PandülTorunu olan

kadın

Bayağı

Sıkıntılı durum

Ağrı’nın bir ilçesi

Satranç oyununda beraberlik durumu

Mutluluk hormonu

Ezgi, türkü

Kemik ucu

ÇağdaşYenidoğan Silahlı

kuvvetler

Bir olumsuzluk

ön ekiKızıl, kırmızı

Dua sözcüğü

ŞanlıSon, sonuç Tür, çeşit

Bir sure adı Bal böceği EdaArapça birinci

tekil şahıs

İşlev bozukluğu

Temel içeceğimiz

Tutma organımız

Şiirler

Işık

Yön, doğrultu

Resimdeki kahraman

Boyut

Metal olmayan

Bir nota

İlkbaharAçıklamalar

ÖMER HALİSDEMİR

10,50*6,78

Eşya, nesne

AğırbaşlılıkOy

Bakma, beslemeYapılmış,

imal edilmiş

Bir kâğıt türü

İlgiDevlet idaresi altında

bulunanlar

Bobin

Fizikte bir enerji birimi

Emare, işaret

Hangi şey?Geçmiş zamanı anlatır

Küçük dolap

Ceylan

Bir sebze, kelem

Zarif, uygun

Bir işaret zamiri/sıfatı

Ufuk aydınlığıNumara

kısaltması

Neon elementinin

kimyasal simgesi

Ölümsüz, ebedî

Duru olmayan Güzel, latif

Çalışma

MillîYerel Kabul

etmeme

Page 82: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

80 AİLE TEMMUZ 2021

KİTAPLIK

DİJİTAL ÇAĞDA İLETİŞİM AHLAKI

Zeynep ÇELİK

İnsanoğlu kendini ifade edebilmek adına çeşitli iletişim araçları geliştirmiş, sözlü iletişimin yanı sıra yazılı iletişim, görsel iletişim kanalları da zaman içinde gelişme

göstermiştir. Bu vesileyle sadece insanlar arasında değil, toplumlar, medeniyetler arasında da iletişim ve dolayısıyla etkileşimin önü açılmıştır. Mektuptan, telgrafa, televizyondan görsel medyaya iletişim büyük bir hızla gelişti. Sanayi devrimiyle birlikte enformasyon çağı adı verilen yeni bir dönem başladı. Ancak insanlık bununla da yetinmedi. Şimdilerde adına dijital çağ denilen bir sürecin içerisine girmiş bulunmaktayız ve bu çağ, geleneksel iletişim araçlarını masadan süpürmekle kalmadı yerine çok daha hızlı ve pratik alternatifler koydu.

Dijital dünya, yaşamın bütün veçhelerine nüfuz ederek insanın anlam dünyasına dair yeni söylemler geliştirdi ve maalesef kimi zaman hakikatle arasına girmeye dahi cüret ederek insanı yapay bir varoluş biçiminin içine hapsetti.

Dijital dünyanın baş döndüren hızına kapılarak sunduğu imkânlardan yararlanırken bir yandan da yaklaşmakta olan tehlikeleri müşahede ettik. Sanal dünyaya ait bir kontrol mekanizması geliştirilmediği, ahlaki ilkelerin belirleyici rol üstlenmediği durumlarda meşru ve zorunlu sınırların ortadan kalktığını bu sınırsızlığın da en büyük zararı insanlığın anlam dünyasına, zihinsel süreçlere verdiğini gördük. Güvenlik tehlikesi ise dijital dünyanın bir diğer önemli sorunu olarak kapımızda duruyor. İletişimin doğası değişirken empatiden yoksun, uzlaşmacı tavırdan mahrum ve güvenlik ihlalleriyle dolu bir mecrada hem bu mecrayı

anlamaya hem de insanlığı olası tehlikelerden korumaya çalışıyoruz.

Diyanet Aylık Dergi’de içinde bulunduğumuz bu dijital cağı doğru okumak ve anlamlandırmak içim muhtelif zamanlarda çeşitli yazılar yayımlandı. İnsanlar arası iletişimin hangi mecrada olursa olsun doğru ve ahlaklı bir zeminde inşa edilmesi için gösterilen bu çaba, zamanla bu yazıların bir kitapta toplanması fikrini doğurdu. Birbirinden kıymetli yazarların makalelerinden oluşan eser Dijital Çağda İletişim Ahlakı adıyla Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanarak okurların istifadesine sunuldu. Kitap dört ana bölümden oluşuyor. Birinci bölümde “Dijital Dünyayı Hakikat ekseninde Okumak”, ikinci bölümde ise “Dijital Ortamda Din ve Yeni Dinî Kimlikler” başlıkları işleniyor. “Dijitalleşme ile Değişen İnsan İlişkileri”nin üçüncü bölümde masaya yatırıldığı kitabın son bölümünde ise “Dijital Çağın İletişim Ahlakı” anlatılıyor.

Birbirinden değerli yazarların katkı sunduğu kitapta Prof. Dr. Ali Ulvi Mehmedoğlu “İmaj, Tasavvur ve Hakikat Üzerine” yazısını kaleme aldı. Prof. Dr. Mevlüt Uyanık “Hakikat’in Nihai Temsilcisi: Hz. Muhammed (s.a.s.)” yazısıyla değişimin hız döndüren rüzgârlarına karşı değişmeyen hakikatlerin altını çizdi. Prof. Dr. Erol Göka “İnternette Konuşma Neden bir Anda Tartışmaya Dönüşür?” sorusunun cevabını aradı. Prof. Dr. Kemal Sayar “Çok Kalabalık ama Fazla Yalnız Siber Âlemde İnsan” dedi. Bugünün gençlerini “dijital yerliler” olarak nitelediği yazısında insanoğlu için önemli bir tavsiyede bulundu: “Şimdi elindeki telefonu usulca yere koy ve konuşmaya başla dostum.”

Page 83: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER

3AİLETEMMUZ 2021

Abone kaydı için, ücretin Döner Sermaye İşletme Müdürlüğünün

T.C. Ziraat Bankası, Ankara Kurumsal Şube IBAN: TR94 0001

0017 4505 9943 0850 41 nolu hesabına yatırılması ve makbuzun

fotokopisi ile abonenin hangi sayıdan başlayacağını bildirir bir dilekçe, mektup, yazı, faks veya

e-mailin Diyanet İşleri Başkanlığı Döner Sermaye İşletmesi

Müdürlüğüne gönderilmesi gerekmektedir.

Temsilcilikler;Yurt içi: İl Müftülükleri,

İlçe Müftülükleri Yurt dışı: Din Hizmetleri

Müşavirlikleri, Din Hizmetleri Ataşelikleri.

Yayın Türü: Aylık, Yaygın, Süreli Yayın, Diyanet Aile Dergisi (Türkçe)

Basım Tarihi: 30.06.2021

Baskıİleri Basım Matbaa A.Ş.

Tel: 0212 454 32 55

Abone İşleriTel: 0312 295 71 96-97Faks : 0312 285 18 54

e-mail: [email protected]

online abonelik:yayinsatis.diyanet.gov.tr

Abone ŞartlarıYurt içi yıllık: 72.00 ₺

Yurt dışı yıllık: ABD: 30 ABD Doları AB Ülkeleri: 30 Euro

Avustralya: 50 Avustralya Doları İsveç ve Danimarka: 250 Kron

İsviçre: 45 Frank

Yayımlanacak yazılarda düzeltme

ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların

bilimsel sorumluluğu yazarlarına

aittir. Diyanet Aile Dergisi, Diyanet

İşleri Başkanlığı yayın organıdır.

Dergide yayımlanan yazı, konu,

fotoğraf ve diğer görsellerin her

hakkı saklıdır.

İzinsiz, kaynak gösterilmeden her

türlü ortamda alıntı yapılamaz.

İRADE EĞİTİMİNİN ÖNEMİ

ÜMMETİNGÜVENİLİR ŞAHSİYETİ: EBÛ UBEYDE B. CERRÂH

Döndü DEMİRCİ

Doç. Dr. Yaşar AKASLAN

28

72

DİVAN ŞİİRİNDE AHLAKİ DEĞERLERİMİZ: SABIRDr. Öğretim GörevlisiHalil İbrahim Haksever

60

GÖNÜL İNSANI:DOĞAN CÜCELOĞLUYıldız CÜCELOĞLU

48

SARI ÇİÇEK VE YUNUS EMREAhmed KREUSCH

BİR NEFESSAMSUNZeynep UZUN

İPEĞE NAKŞOLAN KÜLTÜRSüreyya MERİÇ

YIĞSAN ÇOK, BÖLSEN AZGülşen ÜNÜVAR

KISA BİRMOLABüşra T. KAZAN

SREBRENİTSA KATLİAMIUmut GÜNER

YEŞİL ALANŞule TÜZÜN

AKLİYATMuhammed Kâmil YAYKAN

ÇENGEL BULMACAAli OSMANOĞLU

KİTAPLIKZeynep ÇELİK

46

52

56

58

64

66

70

76

78

80

Page 84: TAKDİM TOPLUMSAL YETİMLER