Top Banner
28

Remel Dergi Sayı 2

Mar 23, 2016

Download

Documents

Remel Dergi

remel dergi
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Remel Dergi Sayı 2
Page 2: Remel Dergi Sayı 2
Page 3: Remel Dergi Sayı 2

RemeL / 2. sayı

1

Bizlere ikinci sayımızı çıkarmayı lütfeden Rabbimize hamd olsun. O’nun Rasûlü önderimiz Muhammed (sav)’e salât ve selam olsun. İkinci sayımızla sizlerleyiz.

Dergimizin ilk sayısı sadece fakültemizde değil çok farklı yerlerde okundu. Bekle-diğimizin ötesinde olumlu tepkiler aldık. Bizimle aynı duygular içerisinde olan kar-deşlerimizin samimi tavsiyeleri bizleri daha da motive etti. Buradan, dergimizle ilgi-lenen ve kıymetli düşünceleri ile bize katkıda bulunan tüm kardeşlerimize teşekkür ediyoruz. Bizler, Filistin intifadasının önemli simalarından şehid Şeyh Ahmet Yasin’in ümmete seslenişinde söylediği “Tek isteğim, benim gibi Müslümanların zaaf ve aczinden mü-teessir olanların yazmasıdır.” ifadelerine yürekten katılıyoruz. Aslında maksat yazmak ta değil, sesimizi nasıl duyurabiliyorsak, nasıl insanlara ula-şabiliyorsak öylece derdimizi anlatabilmektir. Bu doğrultuda yola çıktık. İlk sayımızda günümüzde kaybettiğimiz duygulardan, ih-mal ettiğimiz vazifelerden biri olan davet konusunu ele aldık. Bu sayımızda da davetçi bir Müslüman’ın en önemli azığı olan ve anlam olarak da çok aşınıp gerçek değerinden uzaklaştığına inandığımız ilim konusunu çeşitli açı-lardan incelemeye çalıştık. Öncelikleri olan bir ilim anlayışının geliştirilmesi üzerinde durduk, elimizden geldi-ğince açıklamaya çalıştık. Rabbani bir âlimin farkını, âlimlerimizin hayatından ilgi çekici örneklerle ortaya koymaya gayret gösterdik. Müslümanların mevcut durumunu hiçbir şekilde artı yönde değiştirmeyen eğitim sistemleri ve amele yansımayan kuru bilgi yığınları üzerinde durduk. İslam önderleri bölümünde Rabbani bir âlim Ebu’l Hasan Nedvi’nin hayatına ve onun hayatından bîhaber kalamayacağımız tablolara yer verdik. Diğer bölümleri ile de dolu dolu bir içeriğe sahip olduğuna inandığımız dergimizin bu sayısını bizlere ve sizlere faydalı kılmasını Rabbimizden temenni ediyoruz. Siz değerli kardeşlerimizin kıymetli görüşlerini bekliyor, bizleri dualarınızda unut-mamanızı istirham ediyoruz. Ve son sözümüz “Âlemlerin Rabbi Olan Allah’a hamd olsun.”

Başlarken...

m

Page 4: Remel Dergi Sayı 2

RemelMARMARA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİ TARAFINDAN ÇIKARILMAKTADIR.

İlim, Bir Sineğin Kanı İle Meşgul Olmak Değildir/ ÖMER ERGÜL.....3

Dostlar Alışverişte Görmesin / MURAT BAHAR .......................................7

Konformizm ve Âlim / ABDULLAH AYAN...................................................10

Sarsılmaz Dağlarımız Âlimlerimiz / AHMET İNAL...............................13

Güney Asya’da İslâm.......................................................................................15

Ebu’l-Hasen Nedvi.........................................................................................20

Kopyala Yapıştır...............................................................................................21

Kurşun Gazeli / OSMAN SARI ..........................................................................22

Tavsiye Kitaplar................................................................................................23

Bunları Biliyor muyuz? ..................................................................................24

Page 5: Remel Dergi Sayı 2

RemeL / 2. sayı

3

BÜLTEN KONUSU

Ömer ERGÜL

İlim, Bir Sineğin Kanı İleMeşgul Olmak Değildir

Her şeyin çok hızlı değiştiği, değer-lerin ve inançların aşındığı, mo-

dern-seküler zamanlarda yaşayan biz Müslümanların, bu değişimler karşısın-da sadece bir şeyler yapabilmek gayre-tinde olmaktan öte, önceliklerimizi bi-lerek, faydalı olanı değil en faydalı olanı amaçlayarak, zamanlarımızı değerlen-dirmemiz gerekir. Gereksiz ve boş tar-tışmaları terk etmeli, bugüne kadar bir türlü ihtilaftan arındırılamamış husus-ları bir tarafa bırakmalı ve önümüzde yığılı olan daha ehemmiyetli meseleler-le uğraşmalıyız.

Bunların en önemlilerinden biri-si de, Fetih Suresi’nin son âyetin de

özellikleri anlatılan İslâm toplumu-nun yeniden inşasıdır. Rabbimiz şöyle anlatır Onları:”Muhammed Allah’ın Rasûlüdür. Ve Onunla birlikte olan-lar kâfirlere karşı sert ve katı, kendi aralarında merhametlidirler.”(Fetih Suresi:29)

İslâm ve Müslümanlara saldırıların gitgide arttığı şu zamanlarda, Muham-med (sav)’in tarafında, O’nun yanında olanların, birbirlerine karşı merha-meti kuşanmalarının önemine dikkat çekmek istedim. Ve değerli âlim Yusuf el-Karadavi’nin, İhtilaflar Karşısında İs-lâmi Tavır ve Öncelikli Meseleler Fıkhı isimli iki eserinden hareketle, birkaç hususa dikkat çektim. Rabbim, umarım bizler için faydalı kılar.

Müslümanlar Arasında Merhametin Tesisi içinÖncelikler

1-Allah’a karşı ihlâslı olmak, heva ve hevesten uzak durmak

İhlâs, bir şeyi sadece Allah için yap-mak, hak için uğraşmak, kendi ve baş-kalarının heva ve hevesinden bağımsız hareket etmektir.

Başka niyetlerle yapılan işler için Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuş-

Page 6: Remel Dergi Sayı 2

4

Remel

tur:”İki aç kurdun bir koyun sürü-süne dalıp da verdiği zarar, kişinin malı, şerefi, mevkisi uğruna, dini kullanarak verdiği zarardan daha fazla değildir.” (Ahmed, Tirmizi)

2-Şahıs, Mezhep ve Cemaat Taassu-bundan Uzaklaşmak

Yusuf el-Karadavi taassubu şu veciz ifadelerle tanımlamaktadır: ”Taassup, bir kişinin tek başına aynalı bir evde yaşaması gibidir. Nereye gitse, nereye baksa kendinden başkasını göremez. İşte mutaassıp kişi, pek çok görüş olsa da sadece kendi düşüncesine ve kendi bakış açısına önem verir. Kendi görüşü-nün dışındaki görüşlere zihnini kapalı tutar. O kendisinin, insanların en zeki-si, en âlimi olduğunu iddia eder. İyi bir zekâya, doyurucu bir ilme, ikna edici bir delile sahip olmasa da kendini böyle görür.”

İmam Şafii’nin bu hususta söylemiş olduğu şu harika söz de tüm Müslü-manların bugün aklından çıkarmaması gereken temel bir ilke olmalıdır: ”Hak, benim ağzımdan da düşmanımın ağzın-dan da çıksa bunu önemsemeden kabul ederim.”

Taassubun en bariz belirtisi de ki-şinin mensubu olduğu cemaatin ya da grubun hep iyiliklerini ve üstün özellik-lerini anlatıp, öteki cemaatlerin ise hep ayıp ve günahlarını söylemesidir.İslâm ise kişinin kendi aleyhine de olsa adaletli olmasını ister.

“Ey iman edenler! Adaleti titiz-likle ayakta tutan, kendiniz, ana-ba-banız ve akrabanız aleyhine de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun…”(Nisa Suresi:135)

“Ey iman edenler! Allah için hak-kı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adaletsizliğe it-mesin…”(Maide Suresi: 8)

3-Başkaları Hakkında Güzel Düşün-mek

4-Başkalarını Ayıplayıp, Karalamak-tan Vazgeçmek

Müslümanlar Arasında İhtilaflaraSebep Olan Hususlar veSakınılması Gerekenler

1- İçtihadi konulardaki ihtilafın za-ruret, rahmet ve genişlik olduğunu bil-mekİhtilafı zaruri kılan birkaç sebep vardır. Bunlar;

a-Dinin Yapısı: Nasların bir kısmı muhkem, bir kısmı müteşabih, bir kıs-mı kat’i bir kısmı zanni bir kısmı tevil edilebilir ve bir kısmı da açık tarzdadır. Bu sayede insanlara içtihad kapısı açıl-mış olmaktadır.

b-Dilin Yapısı: Bir kelimenin birden fazla anlam içermesi, mecaz olarak kullanılabilmesi, âm-hâs, mutlak-mu-kayyet gibi farklılıklar arz etmesi, de-laletinin kat’i yada zanni olması gibi hususlar ihtilafa sebep olabilmektedir.

c-İnsanın Yapısından Dolayı Ortaya Çıkan İhtilaflar: Buna en güzel örnek sahabeden İbn Ömer ile İbn Abbas’ın meselelere bakış açılarının farklılıkla-rıdır.

Bu ve benzeri sebepler ile başkala-rından farklı görüşler benimsemiş olan mezheb imamlarından Ahmed b. Han-bel’in kendisine sorulan soruya verdiği şu cevap bize içtihadi konulara nasıl

Page 7: Remel Dergi Sayı 2

RemeL / 2. sayı

5

yaklaşmamız gerektiğini göstermekte-dir. Şöyle soruluyor: ”Kanı aktığı halde abdest almadan namaz kılan bir kim-senin arkasında namaz kılar mısın?” Ve İmam: “İmam Malik ve Said b. Müsey-yeb‘in arkasında nasıl namaz kılmam ki?”diye cevap veriyor.

Yine İmam Malik de Abbasi Halifesi Ebu Cafer Mansur’un, tüm içtihatların lağvedilerek, devletin kanun kitabının Muvatta olması teklifine: “Bunu yap-ma ey müminlerin emiri! İnsanlara pek çok görüş aktarılmış, değişik hadis ve rivayetler gelmiştir. Tüm kavimler ken-dilerine gelen naslara göre davranıyor. Her millet kendine gelen içtihad, rey ve görüşlere göre amel etsin. Onları bırak rahatça istedikleri görüşe devam etsin-ler!” demiştir.

2-Orta Yolu Tutma ve Aşırılıktan Kaçınmak

3-Müteşabih Âyetler Üzerinde Değil Muhkem Âyetler Üzerinde Yoğun-laşmak

Bu hususla ilgili sa-dece Peygamberimiz(-sav)’in şu ikazına yer verip geçiyoruz. Abdul-lah b. Amr şöyle riva-yet ediyor: ”Peygamber (sav) bir gün sahabe-sine uğradığında onla-rın kader konusunda tartıştıklarını gördü ve gözleri öfkeden dola-yı ikiye bölünmüş nar tanesi gibi kıp kırmızı oldu. Sonra sahabesi-ne, “Bununla mı emro-lundunuz? Bunun için

mi yaratıldınız? Kuran’ın bir kısım âyetlerini diğer bir kısım âyetleri ile çarpıştırıyorsunuz. Oysa sizden önceki ümmetler bu yüzden helak olmuşlardı.” (İbn Mace, Kader, 85; Müsned,674)

4- İçtihadi Meselelerde Mutlak Tas-dikten ve Mutlak İnkârdan Kaçınmak

Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye, kendi-sine “İçtihadi meselelerde bazı âlimleri taklit eden veya iki görüşten birini ter-cih eden kimse kınanabilir mi, başka görüşle amel etmesi engellenebilir mi?” diye sorulduğu zaman “İçtihadi mese-lelerde bazı âlimlerin sözleriyle amel edenler kınanıp engellenemezler. İki görüşten hangisini alırsa alsın yadırga-namazlar. Bir meselede iki görüş varsa ve hangisi tercihe daha layık ve üstünse

Page 8: Remel Dergi Sayı 2

6

Remel

kişi o görüşü tercih eder ya da âlimle-rin tercih ettiği görüşe itimat eder.” diye fetva vermiştir.

5-Âlimlerin İhtilaf Ettiği Konuları Bilmenin Gerekliliği

Âlimler şöyle demişlerdir: ”Fakihle-rin ittifak ettiği hususları bilmek vacip olduğu gibi ihtilaf ettiği hususları da bilmek vaciptir.”

Âlimler, nasları emir mi yoksa müs-tehaplık mı ifade ettiği konusunda ya da haramlık mı yoksa mekruhluk mu ifade ettiği noktasında ayrıma tabi tu-tarlar ve bu sebeple görüş farklılıkları oluşabilmektedir.

Sahabelere saç ve sakallarını boya-makla Hıristiyan ve Yahudilere muha-lefet etmelerini emreden Peygamberi-miz(sav)’in bu ifadesini bazı sahabeler “irşat ve mubah kılma” olarak algıladığı için boyatmamışlardır.

6- Müslümanlar, Ümmetin Büyük So-run ve Sıkıntılarıyla Meşgul Olmalılar

Bu meseleyi en güzel biçimde açık-layabilecek örneklerden bir tanesi İbn Ömer’e bir Iraklının “ihramlıyken sine-ğin kanının akıtılması” hakkında sordu-ğu soruya “Allah Rasûlü’nün torununun (Hz. Hüseyin) kanını akıtanlar, bir sine-ğin kanının hükmünü mü soruyorlar!” diye verdiği cevaptır.

Bugün Müslümanların onlarca önemli meselesi varken bizler hala hiçbir işe yaramaz boş tartışmalarla zamanımızı tüketmekteyiz. Burada Ka-radavi’nin tespit etmiş olduğu bir kaç maddeyi arz etmek istiyorum.

Müslümanların birlik halinde ol-mamaları, ahlâki çöküntü, başıboşluk, İslâm topraklarının işgalleri ve siyonist gasp vs.

7-İttifak Edilen Konularda Yardımlaş-mak

Müslümanların problemleri, Allah’ın sıfatları konusundaki âyet ve hadisleri tevil ediyor olmaları değil, bütün fikir-lerini batılılardan alan kişilerin, Allah’ın zat ve sıfatlarını tamamen inkâr etme-leridir.

Müslümanların sorunu besmeleyi namazda sesli yahut gizli okuyan veya okumayanlar, ellerini göbeğin altında bağlayanlar ya da bağlamayanlar, rükû-dan sonra elleri göğüslerine kadar kal-dıranlar ya da kaldırmayanlar değildir. Müslümanların asıl problemi alnı sec-deye değmeyen, rükûa varmayan, cami-ye gitmeyen insanlardır.Bizlerin işte bu hususlarda birleşme-miz ve yardımlaşmamız zaruridir.

8- İhtilaf Edilen Konularda Hoşgörülü Olmak

Bu mesele ile alakalı olarak Reşid Rıza şöyle demektedir: ”İttifak ettiğimiz konularda yardımlaşır, ihtilaf ettiğimiz konularda ise birbirimizi mazur görü-rüz.”

İmam Şafii de:”Benim görüşüm, yan-lış olma ihtimali olan bir doğru; baş-kasının görüşü ise doğru olma ihtimali olan bir yanlıştır” demiştir.

Bugün ümmetin sorunu, mezhepler ve değişik ekoller tarafından ittifak edilen ko-nuların ihmal ediliyor olma-sıdır.

Page 9: Remel Dergi Sayı 2

RemeL / 2. sayı

7

Dostlar Alışverişte Görmesin!Murat BAHAR

Allah katında tek din olan İslâm, baş-tanbaşa ilimden ibarettir. O, ilim

ile cehalete savaş açmış, cehaletle her toplum ve çağda mücadele etmiştir. İn-sanları karanlıktan aydınlığa, zulümden refaha ilmi teşvik edip insanlar arasında yayarak çıkarmıştır. Davetin ilk yılların-da, kazanılan ilk zaferin mukabilinde, Peygamberimiz(sav) Bedir savaşında esir aldığı her bir müşriği (durumu iyi olmayan) ancak on Müslümana okuma yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakmıştır. Nitekim Kuran ahlakıyla ahlaklanmış, Kuran’ın adeta vücut bul-muş şekli olan Peygamberimiz(sav) bu davranışıyla, cehaletten kurtulmanın özgürlüğe kavuşmakla eşdeğer olduğu-nu ortaya koymuştur. Bir başka ifadeyle;

Peygamberimiz(sav) özgürlüğe kavuş-manın yolunun cehaletten kurtarmak-tan geçtiğini tatbiki olarak bildirmiştir.

Kuran-ı Kerim’de ilim ile ilgili birçok âyet bulunmaktadır:

“De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer Suresi:9)

“Kulları içerisinde Allah’tan an-cak âlimler(layıkıyla) korkarlar.” (Fâtır Suresi:28)

“Yaratan rabbinin adıyla oku!” (Alak Suresi:1)

Allah Teâlâ’nın bizlere bildirdiği bu ve benzeri birçok âyet-i kerime, oku-mayı, okumakla birlikte anlamayı ve amel etmeyi de içermektedir. Nitekim Kuran-ı Kerim Tevrat ile yükümlü tu-tulan Yahudileri şöyle tasvir etmekte-

Page 10: Remel Dergi Sayı 2

8

Remel

dir: “Kendilerine Tevrat öğretildiği halde onun gereğini yapmayanların durumu(onunla amel etmeyenlerin durumu), kitap yüklü eşeğin duru-mu gibidir. Allah’ın âyetlerini ya-lanlayanların durumu ne kötüdür. Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (Cuma Suresi:5) Kitap yüklü eşekler… O’nunla amel etmeyen zalimler topluluğu… Vahiyle şereflen-dirildikten sonra yalancılıkla, zalimlikle nitelenmek ve amel etmemekten dolayı ebedî cehenneme atılmak…

Yegâne düsturumuz Kuran-ı Kerim de sadece okunmak için inmemiştir. O’nunla amel etmemiz ve O’nu hayatı-mızın her alanına hâkim kılmamız için inzal buyrulmuştur. Bugün hemen her yerde Kuran-ı Kerim dersleri verilmek-te, bizler her anımızda onunla meşgul olmaktayız. Onu en güzel şekillerde okumakta, ezberlemekteyiz. Ama ma-alesef bir malzeme olarak… Özellikle de Kuran-ı Kerim ve diğer İslâmî ilim-leri malzeme olarak kullanmaktayız. Bir makam-mevkii elde etmek, bir ca-hile, müşriğe, oryantaliste cevap ver-mek için, TV programlarına çıkarak İslâm’dan kaynaklanmayan, tam an-lamıyla Müslüman olmayanların ileri sürdüğü problemlere cevap vermek için kullanmaktayız. Beşeri sistemlerin, kalbinde kaypaklık bulunanların prob-lemlerine… İslâm’ın hâkim olmasıyla ta-mamen ortadan kalkacak problemlere… Eğer okuduklarımız hayatımıza hâkim olmuyorsa, onlarla amel etmiyorsak bunun tek açıklaması budur. Vahiyle şe-reflendikten sonra yalancılıkla, zalim-likle, kitap yüklü eşeklikle nitelenmek ne kötüdür! “Kim Allah’tan başka bir

şey için ilim talep ederse veya o ilim-le Allah rızasından başka bir maksat edinirse cehennemdeki yerine hazır-lansın.” (İbn Mace, Mukaddime,258; Tirmizî, Kitabu’l-ilim, 2793)

Bu zikrettiklerimiz aynı şekilde di-ğer bütün ilimler için de geçerlidir. İlim kendisiyle amel etmek ve Allah rızasını kazanmak için öğrenilmelidir. Allah’ın rızası dinine hizmetten geçmektedir. Î’lâ-yı Kelimetullah’tan, İslâm’a ve Müs-lümanlara faydalı olmaktan geçmekte-dir. İster sosyal ilimler aracılığıyla ister İslâmî ilimler aracılığıyla olsun, amaç; Allah’ın rızasına mazhar olabilmek için ilim edinmektir. Yaratılış amacımıza uygun hareket etmemizi ve Hz. Muham-med (sav)’in davasının varisleri olarak, sağlam adımlarla, izzetli bir şekilde yürümemizi sağlayacak olan ilmi edin-mektir. Müslüman’ın, dava adamının derdi dünya değildir. Daha açık ifadeyle; iki dert bir arada olmaz, ya dünya derdi ya da ahiret… Ya şeytanın, nefsimizin, zalim yöneticilerin ya da Allah’ın rıza-sı…Hakk’a hizmet etmeyecek, O’nun rı-zasından uzaklaştıracak ilimden nebevî usulle Allah’a sığınıyoruz.

“Faydasız ilimden Allah’a sığını-rım.” (Tirmizî, Davat,68)

“Korkaklıktan, faydasız ilimden ve tembellikten Allah’a sığınırım.” (Nesâî, İstiâze,2)

“Allah’ım bana öğrettiklerinle beni faydalandır, bana fayda sağla-yacak ilim öğret, ilmimi arttır.” (Tir-mizî, Davat,128)

İslâm’a ve Müslümanlara dünya ve ahirette hiçbir faydasının dokunmaya-cağı bilgi çöplüğünün faydalı ilimle ilgisi yoktur. Bununla birlikte kısmen de olsa

Page 11: Remel Dergi Sayı 2

RemeL / 2. sayı

9

faydalı olduğu düşünülen veya bilinme-si, öğrenilmesi gerekir denilen birçok mevzû da gereksiz yere uzatılmaktadır. Öyle ki; birçok sahada, ilim adı altında faydasız bilgiler öğretilmekte, tartış-malar ise muhataptan faydalanılmaksı-zın günlerce, haftalarca uzatılmaktadır. Melekler mi üstün insanlar mı? Cinlerin mahiyeti nedir, ne’den yaratılmışlar-dır? Sırat köprüsü nereye kurulacak? Kölenin-cariyenin durumu gibi konu-lar İslâm’ın ve Müslümanların öncelikli derdi midir? Yahut Kuran-ı Kerim bizle-re bunun için mi inmiştir bunları iyi dü-şünmek gerekir. Kimileri kabul etmek istemese de Müslümanların bir buhran içerisinde olduğu, her türlü hain planla-ra maruz kaldığı bir gerçektir. Saldırılar her geçen gün artmaktadır.

Diğer yandan;‘bizlerin ilgilendiği konular ümmete ne kadar faydalı ola-caktır? Bunlar bilinmese İslâm davası yok mu olacaktır? Rabbimizin rızası bunlardan mı geçmektedir?’sorularını kendimize yönelttiğimiz takdirde, öz ile, öncelikli meselelerimiz ile çok daha fazla ilgilenilmiş, asıl zamanımız bunlar

için ayrılmış olacaktır. Bu anlattıkları-mızla ilgili olarak, bizim içinde bulun-duğumuz durum Nasrettin Hoca’ya at-fedilen hikâyeyi akıllara getirmektedir: Hoca bir gün alışveriş yapmaya karar vermiş ve pazara giderek on kuruştan aldığı yumurtaları dokuz kuruştan sat-maya başlamış. Görenler; “aman hoca ne yapıyorsun, böyle ticaret yapılır mı, bile bile zarar ediyorsun” diyerek ikaz-da bulunmak istemişler. Hoca da; “aman canım ne olacak dostlar alışverişte gör-sün” deyivermiş. Bu düşünce zararlıdır, insana çok ağır veballer yüklemekte-dir. Ya dostlar alışverişte görsün diye pazarı kalabalık ettirir, ya da gereksiz şeyler alıp satarak zaman kaybettirir, oyalar. İlim de aynı şekilde faydalı ise kâr ettirir, amele yansırsa ahlakı güzel-leştirip rızâ-i ilâhiye ulaştırır. Aksi tak-dirde kuru kalabalıktır, zaman kaybıdır, Kuranî ifadeyle kitap yüklü eşekliktir. Selef âlimlerimiz;amele yansımayan, ahlakı güzelleştirmeyen ilmin vebal olduğunu söylemişlerdir. (Münâvî, Feyzü’l- Kadîr, 2/108)

Kapitalist ve pragmatist olarak içinde bulunduğumuz fay-dacı zihniyetten, Nebevî bir yöntem, Müslümanca bir yaşam şekli olan fay-dacı zihniyete yönelmek, ümmet derdini sinesinde barındıran her bir Müslü-man’ın öncelikli meselele-rindendir.

“Allah’tan faydalı ilim isteyin, (sahibine)fayda sağlamayacak ilimden Al-lah’a sığının.” (İbn Mâce, Kitabü’d-Dua, 3843)

Page 12: Remel Dergi Sayı 2

10

Remel

Konformizm ve ÂlimAbdullah AYHAN

Birden fazla tarifi olan konformizmi biz, kişinin hâkim olan gücü sor-

gusuz sualsiz kabul etmesi ve egemen olan anlayışa rahatının bozulmaması için uyum sağlayıp ses çıkarmaması olarak tanımlayabiliriz. Peygamberle-rin varisleri olan âlimleri ise toplumun en bilinçli Müslümanları olarak değer-lendirmemiz gerektiğini söyleyebiliriz. Müslüman için bilinçli olmanın ne de-mek olduğunu Rasim Özdenören çok güzel ifade etmiş: “Bilinçli Müslüman, dünyada edilgen (pasif) bir durumda ol-mayı reddediyor. Haksızlığa karşı eliyle, diliyle, kalbiyle karşı koyuyor. Allah’ın düşmanlarına, yine Allah’ın rızası için buğz ediyor. Çağdaş rahatlıkların, bilin-cini köreltmeye yönelik tuzaklar olduğu-nu biliyor ve yeryüzünde işgal ettiği bir mekân varsa, bu mekânın Allah düşman-larının lütfu ve ihsanıyla kendisine veril-mediğini, dolayısıyla işgal ettiği mekânın

hakkını korumanın kendine düşen yü-kümlülükler arasında bulunduğunu bili-yor ve rızık endişesiyle kâfirlerle işbirliği yapmayı reddediyor. Allah’tan başkasın-dan korkmanın, hele bir insandan kork-manın aşağılık bir şey olduğunu fark ediyor. O, zulmü Allah’ın hükümleriyle hükmetmemek diye anlıyor.“ Bu ifadenin yanı sıra, bilinçli bir Müslüman olarak âlim sorumluluklarının idrakinde olma-lıdır. Hiçbir şekilde dini siyasete alet et-memeli, İslâm için devlet anlayışına sa-hip olup, devlet için İslâm telakkisinden kaçınmalıdır.

Ayrıca âlim olan şahıs halkın gün-demini gereksiz, boş şeylerle meşgul etmemeli, popülarite uğruna farklı ve ihtilaflı meseleleri açıp toplumun zihni-ni bulandırmamalıdır. Allah’ın yasakla-rının çiğnendiği bir zamanda, öncelikli meselelerini belirlemelidir. Âlim olan kişi heva ve heveslerine göre değil, Al-lah’a karşı hissettiği haşyet ile konuş-malıdır. Nitekim Kuran-ı Kerim ilme zıt olarak “cehaletin” yanı sıra “heva”yı da kullanır. Allah-u Teâlâ mealen şöyle bu-yurmaktadır:

“Sen dinlerine uymadıkça, ne Ya-hudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar. De ki: “Allah’ın yolu asıl doğru yoldur.” Sana gelen ilimden sonra, eğer onların heva ve heveslerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.” (Bakara Suresi: 120)

Bilinçli Müslüman, dünyada edilgen (pasif ) bir durumda olmayı reddediyor. Haksızlı-ğa karşı eliyle, diliyle, kal-biyle karşı koyuyor. Allah’ın düşmanlarına, yine Allah’ın rızası için buğz ediyor.

Page 13: Remel Dergi Sayı 2

RemeL / 2. sayı

11

Bu durumda âlimin karşı kutbunda hevasına uyan kimse bulunmaktadır. Hevasına uyan âlim(!), elde etmiş ol-duğu ilme rağmen -yukarıda da ifade ettiğimiz gibi- rahatının bozulmaması için zalim de olsa güçlünün yanında yer alabilir ve zalimin zulmünü meşrulaş-tırmak için fetva dahi verebilir. Maalesef bunun örnekleri tarihte ve günümüzde mevcuttur. Heva ve heveslerine uyan âlimlerin(!) durumu ile ilgili olduğunu düşündüğüm âyet-i kerimede mealen:

“Kendisine âyetlerimizi verdiği-miz hâlde, onlardan sıyrılıp da şeyta-nın kendisini peşine taktığı, bu yüz-den de azgınlardan olan kimsenin haberini onlara anlat.” (A’raf Suresi: 175)

Bahsi geçen bu kişinin Bel’am b. Bâûrâ olduğuna dair rivayetler olsa da elbette ki âyetin manası umumîdir. Bu rivayetlerin birinde Hz. Musa’nın, bir ordu ile zorba bir kavmin üzerine gitti-ği, durumdan kaygılanan bu kavmin, as-lında iyi bir kişi olan Bel’am’dan yardım

istedikleri, onun başlangıçta bu isteği reddettiği, fakat bazı hediyelerle kandı-rıldığı ve onlara yardım ettiği bildirilir. Başka rivayetlerde de başlangıçta salih bir kul olan Bel’am’ın, ism-i a’zamı oku-yarak Hz. Musa’ya beddua ettiğinden ve bu suretle yoldan çıktığından söz edil-mektedir.

Tarihte ilmiyle amil olmayı başara-mayanlar olduğu gibi zulme başkaldır-mış, zalim olana hakkı yiğitçe söylemiş âlimler de mevcuttur. Said b. Cübeyr, Haccac-ı Zalim gibi bir tağutun salta-natını sarsan âlim bir şehiddir. İmam-ı Azam Ebu Hanife zalimle işbirliği yap-madığı için işkence görmüş ve bu şekil-de şehid olmuş bir âlimdi. O, zalimlerin ve mazlumların ezeli mücadelesinde ezilenlerin safında yer almıştı. Zulmü sevip alkışlamadığı gibi bir köşeye çe-kilip ilmin ve kitapların gölgesine de sığınmadı. İlmi ticarete dönüştürmeyi aklından bile geçirmedi. Bir peygam-ber varisi olarak Allah’a verdiği ahdi hiç unutmadı:

Page 14: Remel Dergi Sayı 2

12

Remel

“Mü’minlerden öyle er-ler vardır ki, Allah’a ver-dikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı ver-dikleri sözü yerine getir-miştir (şehid olmuştur). Bir kısmı da (şehid olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemiş-lerdir.” (Ahzab Suresi: 23)

Yolunu takip edeceklere kanla imzalanmış şerefli bir sayfa bıraktı. Ebu Hanife’nin yolunu izleyenlerden biri de Ahmed b. Hanbel’dir. Halife Me’mun zamanında yüz bulan Mutezile, ortaya “Mihnet-i Kuran” fitnesini attı. Halkı Kuran’ın mahlûk olduğuna ikna etmeye çalışan hükümet, hak bildiği-ni söylemekten kaçınmayan Ahmed b. Hanbel’in izzetli duruşuyla karşılaştı. Bu konuda onu ikna edemeyince ders okutmasını yasakladı ve daha ileri gide-rek 28 ay kadar zindanda tutarak işken-

ceye maruz bıraktı. Devamlı görmüş ol-duğu işkenceler sebebiyle zindan hayatı onu bitirmişti. Bundan dolayı da uzun müddet kendine gelemedi. Sıhhatine kavuştuğunda ise vazifesine devam etti. Yoksul bir hayat yaşamasına rağmen takvasından ötürü kadılık teklifini red-detmiş “ilim yolunda zahmet çekmek, sevaba vesiledir” düşüncesiyle devlet memurluğu vazifesini şüpheli olduğu için almaktan çekinmiştir. Numune-i imtisallerimizden birisi de hiç şüphe-siz cennetini yüreğinde taşıyan âlim Ahmed İbn Teymiyye’dir. O sadece ilim kürsüsünde değil cihad meydanlarında da boy göstermiş mücahid bir âlimdir.

Elhamdulillah bu coğrafya, hala ahi-reti dünyaya tercih eden, yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar cihad etmeyi arzu eden âlimler yetiştirmektedir. Bir fıkıh âlimi olarak emperyalizme baş kaldırmış Abdullah Azzam ve hadis âli-mi olarak siyonizme meydan okuyan Nizar Rayyan gibi, şeriat fakültelerinde derslere girmiş olan bu iki âlimi kâfirler tehdit olarak görmüş ve yakın zamanda çocukları ile birlikte şehit etmişlerdir. Rabbim şehadetlerini kabul eylesin.

İmam-ı Azam Ebu Hanife za-limle işbirliği yapmadığı için işkence görmüş ve bu şekilde şehid olmuş bir âlimdi. O, za-limlerin ve mazlumların eze-li mücadelesinde ezilenlerin safında yer almıştı. Zulmü sevip alkışlamadığı gibi bir köşeye çekilip ilmin ve kitap-ların gölgesine de sığınmadı.

Page 15: Remel Dergi Sayı 2

RemeL / 2. sayı

13

Sarsılmaz Dağlarımız ÂlimlerimizAhmet İNAL

“Allah’ın beni hidayet ve ilimle göndermesinin örneği, bol ya-

ğan yağmur gibidir. Bu yağmur bir toprağa isabet eder; bu topraklardan bir kısmı çok iyidir, suyu kabul eder, böylece ot ve bitkiler yeşerir. Bu top-raklardan bir kısmı da çoraktır, suyu tutar. Allah bununla insanları fay-dalandırır. İnsanlar da bundan hem içer, hem içirir hem de tarlalarını sularlar. Bu yağmur başka bir top-rağa da isabet eder, fakat bu ne suyu tutan ne de nebatat yeşertmeyen düz ve sert bir arazidir. Allah’ın dinini kavrayıp,kendisiyle gönderildiğim mesajın kendine fayda sağladığı kim-senin örneği de aynen bunun gibidir. Bu kişi, dini öğrenir ve öğretir. Yine toprağın misali gibi bir kısmı da buna aldırmaz ve gönderildiğim hidayeti kabul etmez.” (Müttefekun aleyh, el-Lü’lü’ ve’l-Mercan, Hadis, 1471)

İlim ölü toprağı dirilten yağmur gibi-dir. Ölü toprağın canlanması nasıl yağ-mura bağlıysa ölmüş kalplerin de dirilip hayat bulması ilme bağlıdır. Toprağın suya verdiği cevap gibi insanların ilme karşı tutumları da farklı farklıdır. Bir kısım insanlar yağan bu rahmet yağ-muruna şemsiye açarken bir kısım da bu rahmeti toprağının en derin mecra-larına ulaştırır. Ulaşan bu ilâhi rahmet damlacıkları her türlü ağacın, çeşit çeşit meyvelerin bulunduğu geniş ormanları oluşturur ki biz bunlara ÂLİM deriz.

Âlimlerimiz kendilerine yaslanarak

destek aldığımız, sığındığımız dağla-rımızdır. Biz o dağların gölgelerinden istifade eder, doruklarından taşıp ge-len pınarlarından su içeriz. Onlar öyle dağlardır ki görünen kısımları kadar görünmeyen kökleri de vardır. Bu kök-leriyle bizleri daima dengede tutarlar. Maruz kaldığımız şiddetli depremlere karşı bizi daima korurlar.

Peygamberler miras olarak ilim bı-rakırlar. Âlimler ise bu kutlu mirasın sa-hipleri, varisleridir. Onlar öyle mübarek bir mirasa varis olmuşlardır ki bundan dolayı melekler kendilerine kanat ger-miş, yer ve gök arasındaki bütün mahlû-kat onlar için istiğfar dilemiştir.

Rasûlullah (sav), âlimleri ayın 14. gecesindeki bir dolunaya benzetmiş-tir. Ayın güneşten aldığı ışıkla insanla-rın yollarını aydınlatması gibi âlim de Hz. Peygamberden aldığı nurla bütün ümmete ışık tutmaktadır. Âlimler top-lumun koordinatlarını belirleyen köşe taşlarıdır. Toplum kendisini onlara göre konumlandırmış, ulemanın hangi konu-da nerede durduğunu önemsemiştir.

Bütün bunlardan dolayı âlimler, Müslüman toplumlar için imanlarını koruyabilme ve Müslümanca bir duruş sergileyebilme açısından vazgeçilmez unsurlardır. Ve onların yokluğu asla başka bir şekilde telafi edilemez. Bir an için dünyanın dağlardan ve ormanlar-dan yoksun olduğunu düşünelim. Emin olabiliriz ki bu eksikliğin dünyaya ve insanlara vereceği zarar âlimin yoklu-

Page 16: Remel Dergi Sayı 2

14

Remel

ğunun Müslüman bir topluma vereceği zarardan daha büyük değildir. Bunu çok iyi bildiğinden dolayı Hz. Rasûlullah (sav)’ın vefatından sonra birçok saha-benin Medine’den ayrıldığı bir dönem-de âlim olanlarının gitmelerine izin ver-memişti. Çünkü geride kalanlar her ne kadar sahabe de olsalar aralarında âlim olanların yeri başkaydı.

İz b. Abdisselam’ın sultanla olan diyaloğu bir âlimin toplumdaki fonk-siyonunu ve görevlerini çok güzel yansıtmaktadır. “İz b. Abdisselam bir bayram günü Mısır kalesine gider. İçe-riye girdiğinde insanların karşılama için hükümdarı beklediklerini görür. Kapı açılınca Sultan Eyyüb Mısır adetlerine göre saraydan çıkar; huzurdaki valiler, komutanlar secdeye kapanır. Tam bu sırada İz b. Abdisselam sultana dönüp: ”Ey Eyyüb! Yarın hesap gününde Allah azze ve celle; ‘ben sana Mısır’ın idare-sini verdim, sen de orada içkiyi mübah kıldın‘ diye sorduğunda nasıl hesap ve-receksin’’ der. Sultan: “Gerçekten böyle bir şey oldu mu?” diye sorar. İz b. Abdis-selam: “Evet, falan dükkânda içki de di-ğer münkerât da satılıyor, sen de devleti idare ettiğini zannediyorsun” der. Sul-tan: ”Efendim! Ona ben müsaade etme-dim, babamın zamanından kaldı” diye kendini savunur. Bunun üzerine İz b. Abdisselam: “Desene, sende ‘biz baba-larımızı bir hayat tarzı üzerine bulduk ve yollarına ittiba ettik‘ diyenlerdensin” diyerek mukabelede bulunur. Haber bir anda bütün Mısır’da yayılır. Herkes İz b. Abdisselam’ı konuşmaktadır. Saraydan dönünce öğrencilerinden el-Baci: ”Ho-cam! Korkmadınız mı?” diye sorunca İz b. Abdisselam: “Vallahi yavrum! O an Al-

lah (cc)’ın azametini zihnimde canlan-dırdım. Birden sultan önümde kedi gibi oluverdi.” diye cevap verir.”

Maalesef bugün Allah’ın hükümle-rini arkalarına atan yöneticilerin karşı-sında durup onlara hakikati haykıracak, her geçen gün Allah’ın dininden biraz daha uzaklaşan insanımıza el uzatacak ve bizleri dış tehlikelerden koruyacak âlimlerimizin sayıları giderek azalmış-tır. Onların yerlerinin doldurulamayışı, İslâm ümmetini açık bir hedef haline getirmiş, âlim geçinen bir takım kişile-rin zuhur etmesine sebep olmuştur. Bu kişiler de tebaalarıyla birlikte uçuruma doğru bir yarışa girmişlerdir.

Rasûlullah (sav) buyuruyor ki: “Şüp-hesiz Allah ilmi insanlardan çekip alı-vermez. Lakin ilmi, âlimleri almakla kaldırır. Nihayet hiçbir âlim bırakmadı-ğı vakit insanlar bir takım cahilleri baş edinirler. Bunlara bir takım sorular so-rulur, onlar da ilimleri olmadığı halde fetva verirler de hem kendileri dalalete düşerler, hem de halkı sapıklığa sürük-lerler.” (Müttefekun aleyh)

Bugün gelinen noktada ise tüm dün-ya Müslümanları, ciddi anlamda “Dini Önderlik” problemleriyle karşı karşıya kalmışlardır. Müslümanlar olarak bu-gün ilmiyle, takvasıyla, ameliyle ve ah-lakıyla bizlere rehber olacak âlimlere ve bunları yetiştirecek kurumlara ihtiyacı-mız vardır. Hem de acilen…

Page 17: Remel Dergi Sayı 2

RemeL / 2. sayı

15

İslâm’ın Güney Asya’ya girmesiyle bir-likte günümüze kadar bu topraklarda

birçok büyük Müslüman şahsiyet ye-tişmiştir. Muhammed İkbal, Mevdudi, Ebu’l-Hasen Nedvi ve Muhammed Ha-midullah son yüzyılda yaşamış ve Müs-lümanlar için büyük hizmetler etmiş önemli isimlerden sadece birkaçıdır. Müslüman nüfusun çok yoğun olduğu bu coğrafya, İngiliz işgalinden sonra Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Keş-mir olarak parçalara ayrılmıştır.

Hindistan

Hindistan, Güney Asya’da bulunan ve Dünyanın en büyük ikinci nüfusuna sa-hip olan ülkedir. Umman deniziyle Ben-gal körfezi arasında, kuzeyde Himalaya sıradağlarından güneyde Hint Okyanu-

su’na doğru giderek daralan bir üçgen biçiminde uzanır. Batısında Pakistan, kuzeydoğusunda Çin Halk Cumhuriyeti, Nepal ve Bhutan, doğusunda Bangladeş ve Myanmar ülkeleri ile sınır paylaş-maktadır. Ayrıca Sri Lanka, Maldivler ve Endonezya’ya çok yakın olan Hindis-tan’ın başkenti Yeni Delhi’dir.

Hinduizm, Budizm, Jainizm ve Si-hizm’in doğum yeri olan Hindistan aynı zamanda Yahudi, Hıristiyan ve Müslü-man toplumları içerisinde barındırmak-tadır.

İslâm’ın Hindistan’a Girişi

İslâmiyet Hindistan alt kıtasına 8. yüzyılın başlarında Muhammed b. Ka-sım es-Sekafî kumandasındaki Arap kuvvetleri tarafından Sind bölgesinin

Güney Asya’da İslâmİSLÂM COĞRAFYASI

Page 18: Remel Dergi Sayı 2

16

Remel

fethi ile girmiş ve İndus vadisindeki Mültan’a kadar ulaşmıştır. Bu bakımdan 10. yüzyılın sonlarına doğru başlayan Gazneli akınları Hindistan’daki İslâm fetihleri açısından yeni bir dönemin baş-langıcı oldu. Gazneli Mahmud buraya on yedi sefer düzenleyerek pek çok şehri ele geçirdi. Ancak Lahor dışında fethedi-len bölgelerde kalıcı bir yerleşim düşü-nülmemiş, bununla beraber İslâmiyet’in yayılması için zemin hazırlanmıştır. 11. yüzyıl boyunca sadece Lahor’a Orta Asya ve İran’dan çok sayıda ilim adamı ve mu-tasavvıf gelerek yerleşmiştir. Gazneliler Pencap’ta İslâm dinine güçlü bir daya-nak noktası sağlamış ve böylece daha sonraki fetihleri kolaylaştırmışlardır.

Bugün 154 milyona yakın Müslüma-nın yaşadığı Hindistan, Dünyadaki 3. Bü-yük Müslüman topluluğudur.

PakistanGüneyinde Umman denizi bulunan

Pakistan, güneydoğuda Hindistan, ku-zeydoğuda Çin, kuzeyde Afganistan ve batıda İran ile komşudur. 163 milyona yakın Müslüman nüfusu ile Endonez-ya’dan sonra en büyük Müslüman nü-fusa sahip ülkedir. Başkenti İslâmabad olan Pakistan, bugün sözde bir İslâm Cumhuriyetidir. Öyle ki bugün Pakistan yer altı zindanlarında haksız yere tutuk-lanan yüzlerce Müslüman bulunmakta-dır.

Hindistan’dan Ayrılışı16. yüzyılda Avrupalı devletlerden

Fransa, İngiltere ve Hollanda bugünkü Pakistan bölgesine sömürgeleştirmek için akın ettiler. Ancak içlerinde Hindis-tan topraklarını bir asır sömürgeleşti-rerek en kalıcı izleri bırakan ülke İngil-

tere olmuştur. İngilizlerin bu sömürge siyasetine karşı bütün Hindistanlılar arasında giderek büyüyen ciddi bir tep-ki oluştu. Bu amaçla 1885 de kurulan Kongre Partisi, din ayırmaksızın herke-sin partisi olmaya çalıştı. 1906 yılında Müslüman haklarını savunmak için “Bü-tün Hindistan Müslüman Birliği” adı al-tında yeni bir oluşum meydana çıktı. Bir an önce Hindistan’dan ayrı müstakil bir İslâm Devleti kurulabilmesi için zemin hazırlamaya başladı. Bu fikrin öncüsü 1817-1898 yılları arasında yaşayan Sey-yid Ahmed Han oldu. Onun bu alandaki çalışmaları “Aligarh Hareketi” olarak isimlendirildi. Onun bu fikirlerini uygu-lama safhasına getiren kişi ise ülkenin en meşhur şair ve filozofu olan Muham-med İkbal olup bu konudaki fikrini ilk defa 1930 yılında Müslüman Birliğinin Allahabad şehrinde yaptığı toplantıda ortaya koydu. Özellikle Londra’da avu-katlık yapan Muhammed Ali Cinnah’ı bu

Muhammed İkbal.

Page 19: Remel Dergi Sayı 2

RemeL / 2. sayı

17

birliğe dahil etmesiyle birlikte Pakistan devletinin kurulması için gerekli önder bulunmuş oldu. Kâid-ü’l-‘Azam, yani büyük komutan da denilen Muhammed Ali Cinnah’ın 23 Mart 1940 tarihinde Lahor’da yönettiği Müslüman Birliği toplantısında ayrı devlet olma yönünde-ki resmi bildiri kabul edildi. Ne var ki ku-rulacak bu devlet Hindistan’da yaşayan Müslümanların tamamını kabul edebi-lecek bir konumda değildi. Ve sonunda yeni kurulan ülkedeki Müslümanların sayısı geride kalanlardan daha az oldu.

Hindistan bölgesindeki son İngiliz kraliyet temsilcisi Lord Mountbatten idi. 15 Ağ ustos 1947’de Müslüman Bir-liği ile Kongre Partisi’nin ayrılmasıyla Pakistan ve Hindistan adıyla iki devlet doğdu. Yeni kurulan Pakistan devletinin ilk başkenti Sind bölgesinin de merkezi olan Karaçi şehri oldu. Ancak burası iki bölgeden oluşan bir devlet şeklindeydi. Bugünkü ülke topraklarının bulunduğu batı bölgesi ile günümüzde Bangladeş olarak bildiğimiz doğu bölgesinin ara-

sında Hindistan toprakları vardı. Hindis-tan ve Pakistan 1947 yılında bağımsız-lıklarını almakla birlikte İngiliz Milletler Topluluğu’nda kalmaya devam ettiler. Ve Kral VI. George her iki ülkenin en üst ida-recisi görünmeye devam etti. 14 Ağustos 1947’den sonra Louis Mountbatten sa-dece Hindistan’da kralı temsil ederken Pakistan’da ise Muhammed Ali Cinnah temsil etmeye başladı. Liyakat Ali, Pakis-tan başbakanı, Javaharlal Nehru ise Hin-distan başbakanı oldu. Kısa zaman sonra her iki devletin nüfusu arasında büyük bir mübadele başladı ve Pakistan’daki yaklaşık üç buçuk milyon Hindu Hindis-tan’a geçerken oradaki Müslümanlardan ise yedi milyon kişi Pakistan’a göçtü.

Keşmir Meselesi15 Ağustos 1947’de Hindistan ve

Pakistan devletlerinin kurulmasından sonra İngiliz himayesindeki 500 kadar irili ufaklı nizamlık, nevvablık, prenslik, mihracelik ve krallık nüfus yoğunluğu, dini ve etnik yapı, coğrafi konum gibi özelliklerine ve halklarının arzularına göre bu iki devletten birine katılmaları veya bağımsızlığı seçmeleri konusunda serbest bırakıldılar. Bunlardan biri olan Keşmir Mihraceliğinin 1941 sayımına göre toplam 4 milyon kişilik nüfusunun 3 milyonu Müslüman, 800 bin kadarı ise Hindu idi. Bu durum mihraceyi ter-cih açısından sıkıntıda bırakıyordu. Ha-kikatte iki ülkenin ayrılması esnasında imzalanan anlaşmada belirlenen şarta göre Müslümanların çoğunlukta olduğu bölgeler Pakistan’a, diğer bölgeler ise Hindistan’a kalacaktı. Ancak Hindistan, nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen Keşmir’i stratejik ve ekonomik özelliklerinden dolayı Pakis-

1906 yılında Müslüman haklarını savunmak için “Bütün Hindistan Müslüman Birliği” adı altında yeni bir oluşum meydana çıktı. Bir an önce Hindistan’dan ayrı müstakil bir İslâm Devleti kurulabilmesi için zemin ha-zırlamaya başladı.

Page 20: Remel Dergi Sayı 2

18

Remel

tan’a bırakmak istemedi. Referanduma da yanaşmayan Hindistan hala zalimce olan bu tutumunu sürdürmektedir.

Durum böyle olunca Müslüman-lar Keşmir’in Pakistan’a katılması için ayaklandılar. Hindistan ve mihracelik bu ayaklanmaları bastırdı. Daha sonraları bu ayaklanmalar şiddetli çatışmalara döndü ve Hindistan bölgeyi işgal etti. Ocak 1990’dan itibaren Keşmirli Müslü-manlar Hindistan’ın zulmü durdurması ve bölgeyi terk etmesi için gittikçe yo-ğunlaşan silahlı bir mücadele başlattı; çıkan çatışmalarda Hint askerleri bin-lerce Keşmirliyi öldürdü. 1990’dan beri meydana gelen çatışmalarda ölenlerin sayısı; bildirilmeyenlerin dışında 50 bin-den fazladır ve en az bir o kadar Keşmir-linin de mülteci olarak başka ülkelere gittiği hesaplanmaktadır.

Pakistan ve Hindistan Keşmir mese-lesi yüzünden üç kez savaşmıştır. Ayrıca 1998 ve 2002 yıllarında iki ülke savaşın eşiğine gelmiş, uluslararası çabalar so-

nucunda sıcak çatışma önlenmiştir. Bu mesele bugün de iki ülke arasında savaş çıkmasına yol açabilecek durumdadır.

Bangladeş Bangladeş, yirmi dört yıla yakın bir

süre Pakistan devletine bağlı bir eyalet olarak kaldıktan sonra Kasım 1971’de bağımsız olmuştur. Hint yarımadasının doğusunda yer alan Bangladeş’in baş-kenti Dakka’dır.

Bugün zalim bir hükümet tarafından yönetilen Bangladeş’te Cemaat-i İslâmi Partisi liderlerine verilen idam cezaları halkı ayaklandırmıştır. Hükümet yanlı-ları ve muhalifler arasında yaşanan ça-tışmalar birçok kişinin ölümüne sebep olmaktadır. Polisin muhaliflere uygula-dığı işkence görüntüleri internette mev-cuttur.

GÜNEY ASYA’DAİSLÂMİ HAREKETLER

Hindistan Hilafet HareketiOsmanlı Devletinin 19. yüzyılın

sonlarında dört bir yandan saldırıya uğraması, Hindistanlı Müslümanla-rın tepkisini çekti. Hind alt kıtasındaki Müslümanlar, Batı’nın Osmanlı Devleti-ne saldırısını İslâm’a yapılan bir saldırı olarak gördüler. 1. Dünya Savaşı son-rası 1919’da Mevlana Muhammed Ali, M. Şevket Ali ve M. Ebu’l Kelam Azad’ın öncülüğünde Hindistanlı Müslümanlar Hilafet Hareketini başlattılar. Ebu’l A’lâ Mevdudi de bu hareketin kurucuları ara-sında yer aldı. Hareket kendine üç hedef belirledi: Osmanlı hilafetinin, Mukaddes İslâm yörelerinin ve Osmanlı Devletinin birliğinin korunması.

Hind alt kıtasında yaşayan 80 mil-

Bangladeş’te İdamını bekleyen 91 yaşın-daki Cemaat-i İslami lideri Gulam Azam.

Page 21: Remel Dergi Sayı 2

RemeL / 2. sayı

19yon kadar Müslümanı temsil eden Hi-lafet Hareketi, Osmanlı ile maddi-ma-nevi bağlar kurulmasında etkili bir rol oynadı. Ayrıca Muhammed İkbal gerek yazmış olduğu şiirleriyle gerek vermiş olduğu konferanslarla Güney Asya’daki Müslümanlar ile Türkiyeli Müslümanlar arasındaki kardeşliğin temelini atmış oldu.

Cemaat-i İslâmi Güney Asya’daki en etkili ve en iyi

teşkilata sahip İslâmi hareket olan Ce-maat-i İslâmi Ağustos 1941’de, İngiliz Hindistan’ında İslâmi uyanışı başlatmak isteyen Seyyid Ebu’l-A’lâ Mevdudi’nin çağrısı üzerine yetmiş beş delege tara-fından Lahor’da kurulmuştur. (Lahor bugün Pakistan sınırları içerisindedir) Hareketin hedefi, Kuran ve Sünnet reh-berliğinde insan hayatının bütünüyle değiştirilmesini ve İslâm’ın sosyal haya-ta yerleştirilmesini sağlamaktı.

1947’de Pakistan’ın kuruluşundan sonra Cemaat-i İslâmi Hindistan ve Pa-

kistan’da bağımsız iki ayrı teşkilat haline getirildi; daha sonra da Hindistan’ın iş-gal ettiği ihtilaflı Keşmir bölgesinde, Sri Lanka’da ve 1970’li yılların ortalarında Bangladeş’te yine bağımsız olarak orta-ya çıktı. Bu beş ayrı teşkilat aynı isim al-tında faaliyet göstermelerine, benzer he-def ve ideolojik yaklaşımlarına rağmen birbirlerine bağlı değildir. Her biri, için-de bulunduğu siyasi-ideolojik ortama göre kendi program ve stratejisini geliş-tirmiştir. Müslümanlar Hindistan ve Sri Lanka’da azınlık statüsünde oldukların-dan buralardaki Cemaat-i İslâmi hare-ketleri dini uyanış hareketi durumunda-dır. Pakistan, Bangladeş ve Keşmir’de ise bu teşkilatlar siyasi faaliyetlerde önemli rol üstlenmişler, seçimlere katılmışlar ve meclislerde birçok sandalye kazan-mışlardır. Bugün de (1990’dan sonra) Keşmir Cemaati İslâmi’si başta olmak üzere her üçü birden Keşmir bölgesinin Hindistan yönetiminden kurtarılması için mücadele vermektedir.

Güney Asya’daki diğer İslâmi Ha-reketlerden bazıları: Leşker-i Tayyibe, Ceyş-i Muhammed, Tebliğ Cemaati.

(Bu sayımızın “İslâm Coğrafyası” bölümünde, sizlerle Güney Asya’daki Müslü-man kardeşlerimiz hakkında bilmemiz gerek-tiğine inandığımız bilgileri paylaşmaya çalış-tık. Değinmediğimiz birçok nokta olduğunun farkındayız, hoş görürsünüz ki incelemeye çalıştığımız coğrafya ve bu coğrafyanın ta-rihi oldukça geniş malumatlar içermektedir. Bu yüzden sadece, Müslümanları ilgilendirdi-ğini düşündüğümüz kısımların bazılarına yer verebildik. Gerekli gördüğümüz takdirde bu mevzuyu ileriki sayılarımızda daha teferruatlı şekilde işlemeye çalışırız.)

Remel Dergisi

Ebu’l A’lâ Mevdudi.

Page 22: Remel Dergi Sayı 2

20

Remel

Ebu’l-Hasen Nedvi, 1914 yılında musibetlerin yağ-

mur misali İslâm Coğrafya-sı’nın üzerine yağdığı, hem maddi hem manevi olarak işgalin ve sömürünün Müs-lümanları çepeçevre kuşattı-ğı bir zamanda Hindistan’da dünya ya geldi.

On yaşına gelmeden ba-basız kalan Nedvi, on beş yaşında hafızlığını bitirdi. Leknev Üni-versitesi Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü-nü bitirdi. Urduca, İngilizce ve Arapça biliyordu.

Tıpkı kendisi gibi zor zamanlarda yaşamış, zamanlarının öncü isimleri olan, ilim ve hareket insanlarından çok etkilenmiştir. Bunlar, Ahmed b. Hanbel, Ömer b. Abdulaziz, İbni Teymiyye, Sa-lahaddin Eyyubi, Ahmed Serhendi, Şah Veliyyullah Dihlevi ve Muhammed İlyas gibi şahsiyetlerdir. Yine kendi ailesinden gelen ve İngiliz sömürüsüne karşı verdi-ği mücadelede şehid düşen Ahmed Şehid onu çok etkilemiştir.

700’den fazla kitap ve araştırma ya-yınlayan, 16 uluslararası İslâmi kurulu-şun kurucusu olan Nedvi, dünyanın bir-çok yerine seyahat etmiş, konferanslar vermiştir. Cemaat-i İslâmi’nin kurucuları arasında yer aldı. Cemaat-ı Tebliğ’e özel ilgi göstermiştir. Edebiyatla ilgilendi. Müslüman Edebiyatçılar Birliği’ni kurdu.

Bilhassa Ortadoğu ve Mısır’daki Arap Milliyetçiliği, lüks ve israf, Batıcılık ve ah-lâki gerileme onun en çok üzerinde dur-duğu konulardır.

Batılı eğitim sistemlerinin körü körü-

ne alınması sonucu şu dört sıkıntının ortaya çıktığını söylemiştir:

İslâm’la Müslümanlar arasında uçurum oluştu. İs-lâm’dan söz ettiği halde ya-şamında İslâm dışı sistem-lerin etkisi görülen nesiller oluştu.

Madde ve bencillik arttı. Her şey para ile ölçülür oldu.

Herkes kendisini düşünür oldu.Dünya sevgisi akidenin önüne geçer

oldu.Lüks ve israf yayıldı.Kuran ve Sünnet’e bağlı kalma, üm-

metin geçmişi ile bağı güçlü tutma, dün-ya ve âhiret dengesini iyi tutma, zâhid olma, ibadetlerde sünnetleri dahi titiz-likle yapma ve ilme teşvik edip, günübir-lik siyasetlerden uzak durmayı tavsiye etmiştir.

Ümmetin iç sorunları arasında eri-memeyi, bir ekolün ya da mezhebin, akımın adamı olarak kalmamayı öğütle-miştir. Kişinin mezhebine, özel düşünce-lerine, kendisine örnek seçmiş olabile-ceği meşhur isimlere rağmen ümmetin tamamını kuşatan bir anlayış sahibi ol-ması gerektiğini ifade etmiştir.

Bazıları Türkçeye de çevrilen kitap-larının en önemlileri; Müslümanların Gerilemesi İle Dünya Neler Kaybetti, İslâm’da Davet ve Fikir Adamları, Rah-met Peygamberi, Kitap ve Sünnet Işığın-da Dört Esas.

1964 yılında tek gözünü kaybeden Nedvi, 1999 senesinde Ramazan ayında bir Cuma günü Kehf Suresini okurken Rahmet-i Rahman’a kavuştu.

EBU’L-HASEN NEDVİİSLÂM ÖNDERLERİ

Page 23: Remel Dergi Sayı 2

RemeL / 2. sayı

21

Hama Katliamı’nın 31’inci yılı

Suriye Genel Devrim Konseyinin, Beşşar Esad’ın babası Hafız Esad tara-fından gerçekleştirilen katliamın 31’nci yıl dönümü dolayısıyla yaptığı yazılı açıklamada, ‘’Hama Katliamı 31’inci yılında da tekrar ediliyor. Oğul Esad, Mahir Esad ve çeteleri aracılığıyla tüm kentlerde büyük katliam yapıyor. Gün-lük ölü sayısı 100’ü geçiyor. Dünya ka-muoyu Suriye’deki katliamları sadece izlemekle yetiniyor’’ ifadelerini kullan-dı.

Açıklamada ‘’Halkımız Kur’an’a ye-min etti, Hama katliamını unutturma-yacağız. Allah’ın izniyle devrimi zaferle sonuçlandıracağız. Çünkü gücümüz her gün artıyor’’ denildi.

(Dünya Bülteni / Haber Merkezi)

Suriye Devrimi

Başlangıç tarihi 15-03-2011’den 01-03-2013’e kadar ki;

Toplam şehit (inş.) sayısı: 65.100

Çocuk şehit sayısı: 4.819Kadın şehit sayısı: 4.439İşkence altındaki şehit sayısı: 1.542Yaklaşık olarak yaralı sayısı:

101.500’ün üzerindeYaklaşık olarak gözaltına alınanların

sayısı: 24.500’ün üzerindeYaklaşık olarak kayıp sayısı:

82.950’nin üzerindeSuriye dışındaki mültecilerin sayısı:

1.122.717. (Özgür Suriye Haber Ajansı)

NusayrilerDünya genelinde yaşayan yaklaşık

3.000.000 Nusayri vardır. Bunlarında büyük bölümü Suriye (2.500.000), Lüb-nan (100.000) ve Türkiye’de (350.000) yaşamaktadırlar.

Suriye yönetimindeki Esedlerin de mensubu olduğu Nusayriler, Suriye’de sayıca azınlık (Suriye’nin toplam nüfu-sunun %14’ü) olmalarına rağmen ikti-dardadırlar.

Nusayriler, hayvanların ve kadınla-rın ruhlarının var olmadığına inanırlar. Bu sebeple Nusayrilerin itikadi inanış-ları erkeklerden oluşan topluluk içinde-ki sırlardan ibarettir.

İçki haram değildir, sadece erkekler için söz konusu olan reenkarnasyon di-nin temel inancını oluşturur, namaz şe-killerle değil sadece dua ile kılınır gibi anlamları Kur’an’dan çıkardıklarını söy-lerler.

Allah’ın bazen insan sıfatıyla ortaya çıktığına ve onun en son Dünya’ya geldi-ği zamanki sıfatının İmam Ali olduğuna inanırlar.

(dunyadinleri.com/nusayriler)

KOPYALA - YAPIŞTIR

Page 24: Remel Dergi Sayı 2

22

Remel

Kurşun Gazeli

Savaşa girdin kalbim, bin yara aldı beni,Ne denli acı varsa aradı buldu beni.

Seni bir bomba gibi taşımak bu göğüste,Bir Ebubekir kıldı bir Ömer kıldı beni.

Kurmak bize düştü bu kalbi sökülmüş çağı,Buyruk en ağır yükün altına saldı beni.

Atıldık kurşun gibi kentin alanlarına,Bir kaç put ve taş gördü birden irkildi beni.

Parça parça bir yürek delik deşik bir bağır,Bir beş değil sevgili, bin kurşun deldi beni.

Bir katılık döşenmiş upuzun bulvarlara,Adım atar atmaz bir donma aldı beni.

Böyle çıktım alana ve yürüdüm yürüdüm,Ne görebildi kimse ne anlayabildi beni.

Ve put alanlarından geçtim İbrahim gibi,Bir savaş bildi beni bir eylem bildi beni.

ŞİİR

Osman Sarı

Page 25: Remel Dergi Sayı 2

RemeL / 2. sayı

23

Öncelikli Meseleler FıkhıProf. Dr. Yusuf el-KaradaviNida Yayıncılık

Bu araştırma şeriatın getir-

diği bir dizi önce-likli meseleye ışık tutmaya çalışıyor. Ayrıca bu araştır-ma, düşüncenin belli bir metotla düzenlenmesi ve adı geçen fıkıh tü-rünün yayılması adına bir görevi de yerine getirecektir. Böylece, İslâmi sa-hada çalışanlar ile onlara plan ve proje sunanlar (teorisyenler) bu araştırmayla yollarını bulurlar. Bu şekilde, şeriatın takdim ve tehir ettiği, sıkı tuttuğu ve kolaylaştırdığı, dinin önemli gördüğü ve fazla önemsemediği meseleleri birbirin-den ayırt etmeye azimli olurlar. Ayrıca, umulur ki bu çalışma, ifrat ve tefrite düşenleri bu konumlarından vazgeçirir, samimi çalışan insanların bakış açılarını da birbirine yakınlaştırır.

Yusuf el-Karadavi bu önemli eserin-de, ilim ve fikir, fetva ve davet emredi-lenler ve yasaklananlar ıslah ve kültür gibi alanlarda önemli bilgiler vermekte ve ufuk açıcı düşünceler sergilemekte-dir.

Sizlere ısrarla tavsiye ettiğimiz adı geçen güzide eserin üzerinde durularak, sıkı sıkıya etüt edilerek okunacak bir muhtevaya sahip olduğu kanaatindeyiz.

Nebevi Eğitim ModeliDarü’l-ErkamMuhammed Emin YıldırımSiyer Yayınları

M. Emin Yıldı-rım hocamız

kaleme aldığı ese-rinde, Peygamber Efendimiz (sav)’in ilk talebelerine uyguladığı eğitim modelini anlat-maktadır. Bununla birlikte tek soluk-ta bitirilebilecek akıcılığa sahip olan söz konusu eser, henüz davetin ilk yıllarındayken seçile-cek talebelerin sosyal statülerini ve on-ları başarıya ulaştıran temel anahtarları tablolar ve istatistikî verilerle okuyucu-suna sunmaktadır.

Eser yaptığı karşılaştırmayla; bugün “insanlığı risaletin mesajıyla nasıl ta-nıştırabiliriz”in kavgasını veren her bir evi, meclisi Erkam’ın evine benzetmiş, bunun karşısında yer alıp “insanların sesini nasıl keseriz, onları davalarından nasıl döndürebiliriz”in kavgasını veren evleri, meclisleri de Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibilerin evine benzetmiştir

Emin Yıldırım hocamız geniş bir araştırma neticesinde kaleme aldığı bu eserinde, Darü’l-Erkam ile ilgili çarpıcı bilgiler verirken satır aralarında da biz-lere içtenlikle seslenmektedir.

Okunmadığı her an eksikliğinin du-yulacağını düşündüğümüz bu eseri siz-lere şiddetle tavsiye ediyoruz.

TAVSİYE KİTAPLAR

Page 26: Remel Dergi Sayı 2

24

Remel

ABD’nin katliam ve işkence dolu tarihininbir kısmı…

Sistematik Kızılderili soykırımını başlattı.

1945’te Japonya’nın Hiroşima ve Na-gazaki kentlerine atom bombası atarak bir anda 250 bin kişiyi vahşice öldürdü.

1950-53 yılları arasında yüz binler-ce Koreliyi katletti.

1975’te Vietnam’dan kovulduğunda arkasında milyonlarca ölü ve sakat bı-raktı. ABD’nin Vietnam’da halkın üzeri-ne attığı 638 bin ton bomba, II. Dünya Savaşı sırasında Avrupa ve Afrika’ya atılan toplam bombaların yarısıdır. Kişi başına yaklaşık 5 bomba atıldığı

söylenmektedir. On binlerce kadının ırzına geçilmiş, yüz binlerce insan sakat bırakılmış, milyonlarca insan da işken-ceden geçirilmiştir.

1991’de Irak’ın Kuveyt’e girişini bahane ederek ve diğer emperyalist güçleri de ardına takarak Irak halkına karşı bomba yağdırdı. Ardından 2003’te

Irak’a girerek 2 milyondan fazla insanı katledip binlerce kadına tecavüz etti. Ebu Gureyb gibi cezaevlerini doldura-rak insanlıktan utandıran işkence yön-temlerine imza attı.

2001’de işgaline başladığı Afganis-tan’da binlerce sivili acımasızca katle-den terörist ABD, zulümle dolu tarihine yeni katliamlar, yeni işkenceler ekleme-ye devam etmektedir.

Gallup Hakkında Gallup, Amerikalı bir istatistik

uzmanı olan George Gallup’un 1935 yı-lında kurmuş olduğu bir araştırma şir-ketidir. Gallup, 2.000 kişilik uzman kad-rosuyla web üzerinde ve dünya çapında 40’tan fazla ofiste faaliyetlerini sürdür-mektedir. Gallup 40’tan fazla Müslüman ülkede on binlerce Müslüman ile konu-şup yaptığı araştırmayı “Who Speaks for Islam” “İslam Adına Kimler Konuşuyor” adında bir kitapta topladı. Bizde bu araştırmanın bazı detaylarını siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Soru: Şeriat hukuka kaynak olmalı mı?

MISIR PAKİSTAN ENDONEZYA İRAN TÜRKİYE

Şeriat yasaların tek kaynağı olmalı

%66 %60 %14 %13 %9

Kaynaklardan biri olmalı %24 %21 %54 %66 %23

Kaynak olmamalı

%1 %4 %14 %14 %57

BUNLARI BİLİYOR MUYUZ?

Page 27: Remel Dergi Sayı 2
Page 28: Remel Dergi Sayı 2