Top Banner
GÜNÜN FİLMİ / FILM OF THE DAY MOSKOVA, BELÇİKA /MOSCOW, BELGIUM FELIX DUFOUR-LAPERRIERE CHRISTOPHE VAN ROMPAEY RÖPORTAJ / INTERVIEW - GÜNÜN FOTOĞRAFI / PICTURE OF THE DAY NIS I MAZI NE KARS spec A ial magazine published by NISI MASA, European network of young cinema #3 9.11.08 Rosa, Rosa nasıl bir hikaye? Ben dokunaklı bir film yapmak istedim. Bu film dışarda yaşanan savaşa rağmen birbirlerine olan duygularını korumayı beceren iki kişi hakkındaki bir aşk hikaye- si. Bu savaş adı konulmuş bir savaş değil, herhangi bir zamanda herhangi bir yerde yaşanıyor olabilir, önemli olan kaygı veren bir atmosfer yaratması. Bu konuda orada olan korkutucu ve bana endişe veren duygulardan esinlendim. Temel mesele genellikle yapılanın aksine bir duygudan bir hikaye çıkarmaktı. Canlandırma tekniğinizden bahse- der misiniz? Karakterlerimin yaşadığı şehir Montréal, New York, ve Beyrut şehirlerinden bir derleme. Bu şehirlerin fotoğrafları üzerine çizim yaptım ve sonra ortaya çıkan imgelerle bilgisayarda çalıştım. Fakat siz bunu filmde farkedemezsiniz. Gün içinde nasıl bir çalışma yolu izliyorsunuz? Kız arkadaşım işe gittikten sonra evde kahve içerek, müzik ya da radyo dinleye- rek çalışıyorum. Sakin bir insan olduğum için bu benim için en iyi yol… Mariana Hristova Félix, Kanadalı olduğu için kendini şanslı hissediyor çünkü Kanada sanat projelerini cömertçe destekliyor… Montréal Üniversitesi’nde güzel sanatlar okuyan Félix, çoğunlukla deneysel canlandırma filmleri ile ilgileniyor. Rosa, Rosa onun ilk kurmacası ve beşinci kısa filmi. Félix feels lucky to be Canadian, since the State generously supports art projects. He studied Fine Arts at the University of Montréal and is mostly interested in experimental animation. Rosa, Rosa is his first narrative film and fifth short. Mariana Hristova Zeynep Gizem Küçükaksoy NISI MASA Avrupa Gençlik Sinema Ağı’nın özel festival gazetesi Beklenmedik kahkahalarla renklendiril- miş bu samimi işçi sınıfı dramasının adı, Wim Wenders’ın başyapıtı Paris, Texas’a gönderme yapıyor. Sözü edilen yerlerin anlamsız bir aradalığı (ya da aslında sadece isimleri) karakterlerin içinde bulundukları karmaşanın bir metaforu sanki, kendilerini tanrının unuttuğu bir yerin tam ortasında kaybol- muş hissediyorlar. Moskova, aslında Belçika’nın Ghnet şehrinin gri bir bölgesi. Orta yaşlı Matty ve üç çocuğu burada yaşıyor. Birkaç ay önce kocasının yatağındaki yeri genç bir sanatçıyla değiştirildiğinden beri dünyayı karanlık ve düşmanca görüyor. Küçük bir araba kazasının ardından tanıştığı kamyon şoförü, eski mahkum Johnny, karşısındaki kadının zekası ve ayrıksı dişiliğine o anda aşık oluyor. Şımartılmasına ve kendisinin de Johnny’yi çekici bulmasına rağmen ön yargılı Matty onu düşünmeden reddedi- yor, ne de olsa ne istediğinden son derece emin: Kocası ve huzur dolu aile yaşamını geri kazanmak. Ancak her ne kadar olgun sayılsa da Matty’nin henüz hayatı şunu bilecek kadar keşfetmediği ortaya çıkıyor: Tıpkı bilge şair Lennon’un dediği gibi, “Yaşam biz farklı planlar yaparken başımıza gelenlerden ibarettir.Televizyonda yetişmiş Flaman yönetmen Christophe Van Rompaey’in ilk bakışta basit ancak samimi ve akıllıca kotarılan bu filmi, profesyonel değillermişçesine içtenlikli oynayan Barbara Sarafian ve Jurgen Delnaet’in canlı performansları ve ilginç dialoglarla desteklemiş. Böylelikle kendini Dardenne Kardeşlerin “hayata yakın” geleneği ile Mike Leigh’in insan bilgisinin felsefi seviyesin- de bir yerlerde konumlandırıyor. The title of this honest working-class drama, coloured by spontaneous laughs, references Wim Wenders’ masterpiece Paris, Texas. It seems like the nonsensical combination of places (or just their names actually) is a metaphor for the characters’ confusion - they somehow feel lost in the middle of nowhere. Moscow is in fact a grey district in the Belgian city of Ghent where the middle- aged Matty and her three children live. A few months ago she was replaced in her husband’s bed by a young artist, so now the world for her is dark and hostile. Due to a small car accident she meets truck driver and ex-prisoner Johnny, who immediately falls in love with her wit and discrete femininity. In spite of being flattered and attracted, prejudiced Matty automatically rejects him because she is absolutely convinced about what she wants – her husband and her peaceful family life back. But although supposed to be mature, she obviously still hasn’t explored life enough to know that it is, as the wise poet Lennon says, “what happens while we are making other plans.This at first sight simple yet sincere and intelligent film by TV-trained Flemish director Christophe Van Rompaey, supported by juicy dialogue and vital performances from actors Barbara Sarafian and Jurgen Delnaet - who play as authenti- cally as non-professionals, settles itself somewhere between the Dardenne brothers’ 'close to life' tradition and the philosophical level of Mike Leigh’s human knowledge. What kind of story is Rosa, Rosa? I wanted to make a tender movie. It is a love story about two people who manage to preserve their feelings although a war is going on outside. It’s not a named war – it could be any time and any place, but brings an atmosphere of anxiety. This is inspired by my own worried feelings about something frightening out there. The point was to extract a story from an emotion, not the other way around as usually happens. Could you tell about your anima- tion technique? The city my characters live in is a compila- tion between Montréal, New York and Beirut. I drew on photos of these cities and then worked the images up on a computer. But you cannot recognize them in the movie. How does one working day proceed for you? After my girlfriend leaves for work in the morning, I work at home, drinking coffee and listening to music or the radio. It is the best way for me as I am a calm person.
2

Nisimazine Kars #3

Mar 11, 2016

Download

Documents

NISI MASA

NISI MASA daily film festival publication at the European Festival on Wheels (Kars, Turkey)
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Nisimazine Kars #3

GÜNÜN FİLMİ / FILM OF THE DAY

MOSKOVA, BELÇİKA /MOSCOW, BELGIUM FELIX DUFOUR-LAPERRIERE

CHRISTOPHE VAN ROMPAEY

RÖPORTAJ / INTERVIEW

- GÜNÜN FOTOĞRAFI / PICTURE OF THE DAY

NISIMAZINE KARS

specA ial magazine published by NISI MASA, European network of young cinema

#39.11.08

Rosa, Rosa nasıl bir hikaye?Ben dokunaklı bir film yapmak istedim. Bu film dışarda yaşanan savaşa rağmen birbirlerine olan duygularını korumayı beceren iki kişi hakkındaki bir aşk hikaye-si. Bu savaş adı konulmuş bir savaş değil, herhangi bir zamanda herhangi bir yerde yaşanıyor olabilir, önemli olan kaygı veren bir atmosfer yaratması. Bu konuda orada olan korkutucu ve bana endişe veren duygulardan esinlendim. Temel mesele genellikle yapılanın aksine bir duygudan bir hikaye çıkarmaktı.

Canlandırma tekniğinizden bahse-der misiniz? Karakterlerimin yaşadığı şehir Montréal, New York, ve Beyrut şehirlerinden bir derleme. Bu şehirlerin fotoğrafları üzerine çizim yaptım ve sonra ortaya çıkan imgelerle bilgisayarda çalıştım. Fakat siz bunu filmde farkedemezsiniz.

Gün içinde nasıl bir çalışma yolu izliyorsunuz?Kız arkadaşım işe gittikten sonra evde kahve içerek, müzik ya da radyo dinleye-rek çalışıyorum. Sakin bir insan olduğum için bu benim için en iyi yol…

Mariana Hristova

Félix, Kanadalı olduğu için kendini şanslı hissediyor çünkü Kanada sanat projelerini cömertçe destekliyor… Montréal Üniversitesi’nde güzel sanatlar okuyan Félix, çoğunlukla deneysel canlandırma filmleri ile ilgileniyor. Rosa, Rosa onun ilk kurmacası ve beşinci kısa filmi. Félix feels lucky to be Canadian, since the State generously supports art projects. He studied Fine Arts at the University of Montréal and is mostly interested in experimental animation. Rosa, Rosa is his first narrative film and fifth short.

Mariana Hristova

Zeyn

ep G

izem

Küç

ükak

soy

NISI MASA Avrupa Gençlik Sinema Ağı’nın özel festival gazetesi

Beklenmedik kahkahalarla renklendiril-miş bu samimi işçi sınıfı dramasının adı, Wim Wenders’ın başyapıtı Paris, Texas’a gönderme yapıyor. Sözü edilen yerlerin anlamsız bir aradalığı (ya da aslında sadece isimleri) karakterlerin içinde bulundukları karmaşanın bir metaforu sanki, kendilerini tanrının unuttuğu bir yerin tam ortasında kaybol-muş hissediyorlar.

Moskova, aslında Belçika’nın Ghnet şehrinin gri bir bölgesi. Orta yaşlı Matty ve üç çocuğu burada yaşıyor. Birkaç ay önce kocasının yatağındaki yeri genç bir sanatçıyla değiştirildiğinden beri dünyayı karanlık ve düşmanca görüyor. Küçük bir araba kazasının ardından tanıştığı kamyon şoförü, eski mahkum Johnny, karşısındaki kadının zekası ve ayrıksı dişiliğine o anda aşık oluyor. Şımartılmasına ve kendisinin de Johnny’yi çekici bulmasına rağmen ön yargılı Matty onu düşünmeden reddedi-yor, ne de olsa ne istediğinden son derece emin: Kocası ve huzur dolu aile yaşamını geri kazanmak. Ancak her ne kadar olgun sayılsa da Matty’nin henüz hayatı şunu bilecek kadar keşfetmediği ortaya çıkıyor: Tıpkı bilge şair Lennon’un dediği gibi, “Yaşam biz farklı planlar yaparken başımıza gelenlerden ibarettir.” Televizyonda yetişmiş Flaman yönetmen Christophe Van Rompaey’in ilk bakışta basit ancak samimi ve akıllıca kotarılan bu filmi, profesyonel değillermişçesine içtenlikli oynayan Barbara Sarafian ve Jurgen Delnaet’in canlı performansları ve ilginç dialoglarla desteklemiş. Böylelikle kendini Dardenne Kardeşlerin “hayata yakın” geleneği ile Mike

Leigh’in insan bilgisinin felsefi seviyesin-de bir yerlerde konumlandırıyor.

The title of this honest working-class drama, coloured by spontaneous laughs, references Wim Wenders’ masterpiece Paris, Texas. It seems like the nonsensical combination of places (or just their names actually) is a metaphor for the characters’ confusion - they somehow feel lost in the middle of nowhere.

Moscow is in fact a grey district in the Belgian city of Ghent where the middle-aged Matty and her three children live. A few months ago she was replaced in her husband’s bed by a young artist, so now the world for her is dark and hostile. Due to a small car accident she meets truck driver and ex-prisoner Johnny, who immediately falls in love with her wit and discrete femininity. In spite of being flattered and attracted, prejudiced Matty automatically rejects him because she is absolutely convinced about what she wants – her husband and her peaceful family life back. But although supposed to be mature, she obviously still hasn’t explored life enough to know that it is, as the wise poet Lennon says, “what happens while we are making other plans.”

This at first sight simple yet sincere and intelligent film by TV-trained Flemish director Christophe Van Rompaey, supported by juicy dialogue and vital performances from actors Barbara Sarafian and Jurgen Delnaet - who play as authenti-cally as non-professionals, settles itself somewhere between the Dardenne brothers’ 'close to life' tradition and the philosophical level of Mike Leigh’s human knowledge.

What kind of story is Rosa, Rosa?I wanted to make a tender movie. It is a love story about two people who manage to preserve their feelings although a war is going on outside. It’s not a named war – it could be any time and any place, but brings an atmosphere of anxiety. This is inspired by my own worried feelings about something frightening out there. The point was to extract a story from an emotion, not the other way around as usually happens.

Could you tell about your anima-tion technique?The city my characters live in is a compila-tion between Montréal, New York and Beirut. I drew on photos of these cities and then worked the images up on a computer. But you cannot recognize them in the movie.

How does one working day proceed for you?After my girlfriend leaves for work in the morning, I work at home, drinking coffee and listening to music or the radio. It is the best way for me as I am a calm person.

Page 2: Nisimazine Kars #3

KRİTİK / REVIEW

MERCEK / FOCUS

ÜÇ BİLGE ADAM THREE WISE MEN

KUTLUĞ ATAMAN

MIKA KAURISMAKI

Üç Bilge Adam, yeni yıl arifesinde bir öğleden sonra televizyondan gelen barış mesajı ile açılır: “Her ne olursa olsun bu bozulmamalıdır.”

ederler ve yaralarını birbirlerine açarlar. Fakat ne yazık ki film boyu çeşitli aksaklık-lar var, bir sahnede, kameramanı ayna-dan görebilirsiniz bile…

Three Wise Men starts with a Christmas peace declaration on the afternoon of Christmas Eve. “No way it should be disturbed”, says the voice on the televi-sion.

After that many things contradict the declaration of intent. Matti finds out that his newborn baby is actually the heiress of his friend Erkki. By inviting his wife's lover for a drink, he accidentally interrupts

Erkki’s suicide attempt. Death is inevitable, especially in case of Erkki, since cancer has completely conquered his body. The third main character Rauno walks into a hospital room after having been beaten up by his son. The latter accuses him of being responsible for the death of his mother, who killed herself earlier that day.Through conversation and songs in a karaoke bar, the three men express their thoughts and reveal the wounds of the day to the others. The whole film unfortu-nately limps along; in one scene, you can actually see the cameraman through the mirror.

Bundan sonra pek çok şey verilen iyi niyet bildirisi ile çelişir. Matti yeni doğmuş bebeğinin arkadaşı Erkki’den olduğunu öğrenir. Karısının aşığını bir içki içmeye çağırdığında yanlışlıkla onun kendini öldürmesine engel olur. Ama ölüm kaçınılmazdır, özellikle de Erkki’nin durumunda olduğu gibi, çünkü kanser tüm vücudunu kaplamıştır. Üçüncü ana karakter olan Rauno ise oğlu tarafından dövüldükten sonra bir hastane odasına girer. Oğlu onu aynı gün erken saatlerde intihar eden annesinin ölümünden dolayı suçlamaktadır.

Bu üç adam, sohbet ve karaoke bardaki şarkılar eşliğinde düşüncelerini ifade

Johanna Kinnari

Hepimiz kendimizi kurgusal yollarla yaratırız. Kutluğ Ataman’ın işlerini ve bizzat kendisini az da olsa tanıtmayı hedefleyen başlangıç niteliğinde bir yazı...

Kutluğ Ataman’ın, hayata ilişkin soruları-na objektifin arkasından cevap aramaya karar vermesi uzun sürmemişti. Diğerleri-nin yaşamı nasıl gördüklerini, varoluş temsillerinin özünü bu şekilde yakalaya-caktı. Ataman, İstanbul’da doğdu. 1985 yılında Los Angeles’ta bulunan Califor-nia Üniversitesi Sinema (UCLA) Bölümü’nü tamamladı. 1988’de aynı üniversiteden aldığı MFA derecesiyle sanatçı ve yönetmen olarak çalışmaları-na başladı. Film ya da diğer sanat yapıtları olsun Kutluğ Ataman’ın yaptığı tüm işlerde aynı merak uyandıran yaklaşım yer alıyordu: Bunu, neredeyse ham ve bitkin olarak tanımlayabileceği-miz ev yapımı bir çekim tarzı olarak tarif edebiliriz. Sinemanın yanı sıra diğer sanat kollarında da faaliyet göstermesi daha özgür olabilmek adına yaptığı bir tercihti. Ne de olsa sanatın film yapımın-da olduğu gibi katı kuralları yoktu.Tanınmasıyla birlikte eleştirmenler de kendisini etiketlemek için sabırsızlanma-ya başladılar. Kutlu Ataman bir belge-selci miydi? Bir video yapımcısı mı, yoksa bir sanatçı mı? Yakıştırılan tüm keskin tanımlamalar yanlış oluyordu, Kutluğ Ataman, o an içinde ne üretmek istiyorsa ona dönüşüyordu. “Kimlik; sahip olduğumuz değil, üzerimize giydiğimiz bir şeydir. Tüm anlatılar, tüm hayatlar, en sonunda özne tarafından yaratılan bir sanattır.” Kutluğ Ataman, bu fikre yalnızca inanmakla kalmıyor, kendini ve diğer herkesi bu bakış açısına dahil ediyordu. Yapıtları bu öğrenme sürecine adanmaktaydı: İnsanlar gündelik hayat kurgularını olağandışı hale nasıl getirebilir? Türkiye-li transseksüel bir seks işçisinden, İngiliz bir bahçıvana, tek kural, bu öznelerin geleneksel sosyal sınıflandırmaları bozan, varoluşlarını, kendi yöntemleriy-le, yaradılışlarından daha öteye taşıyan özgün bireyler olmalarıydı.

We are all creating ourselves in a fictional way. A baseline for understand-ing Kutlug Ataman’s work and a bit of the man himself.

It did not take much time for Kutlug Ataman to decide to explore his own questions about life through a lens, to search for other people’s visions of it and capture the essence of their repre-sentations of existence. Born in Istanbul, Ataman graduated with a BA in Film from UCLA (University of California, Los Angeles) in 1985 and completed, in 1988, an MFA that got him started as an artist and filmmaker. Whether films or pieces of art, his works have always followed the same curious approach; a questioning that is always achieved in a

very homemade - almost rough and weary – shooting style. Choosing to act both on an artistic level and in cinema was an option of freedom, because art is not subjected to the same strict rules as filmmaking. As recognition came, critics were eager to label him: a documentarian, a video-maker or an artist? Any tried-out accurate definitions are always proven wrong. He is what he wishes to create in any given moment. Not only does he believe this, but he also includes himself and all others in the idea: “Identity is not something you possess, but something that you wear. All narratives, hence all lives, are in the end created as art by the subject.” His works are dedicated to this learning process: how people can turn their day-to-day fictions into something extraordinary. From a transsexual Turkish prostitute to a British horticulturist, the only rule is that these subjects are unique individuals dislocated from conventional social categories, who in their own particular way enhance their existence towards a higher creation of themselves.With Twelve, one of his gallery works shown in 2004 (which got him the Carnegie Award and a nomination for the Turner Prize), he shows six people in an Arab community who believe they’ve been reborn after a traumatizing experi-ence. What could be seen as a mystical or religious story turns into an unusually interesting plot, in which past and present wives, past and present mothers, merge into one another’s realities, producing a wild and fascinating complexity. Inside or outside the galleries, 47 year-old Kutlug Ataman has this neces-sity to look behind the obvious, studying individual needs and the skill of re-invention. He deeply observes the limitations of the mechanisms - such as speech, memory, imagination, truth and fantasy - which build our understanding of everyday life. Although a definition is risky, from our own construction of reality we could dare to say he’s some-

2004’de gösterilen sergi yapıtlarından biri olan 12’de (Bu yapıt kendisine Carnegie ödülü ve Turner ödülü adaylığı kazandırmıştır.) Kutluğ Ataman, travma-tik bir deneyimden sonra yeniden doğduklarına inanan bir Arap topluluğu-na ait altı kişiyi gösterir. Mistik ve dinsel olarak değerlendirilebilecek bu hikaye alışılmadık derecede ilginç bir komploya dönüşür; hikayede geçmişteki ve şimdiki eşler ve anneler diğerlerinin gerçekliğine karışır, ortaya vahşi ve büyüleyici bir karmaşa çıkar.Kırk yedi yaşındaki Ataman, galerilerin içinde ya da dışında olsun, görünür olanın ardına bakma, bireysel ihtiyaçları inceleme ve yeniden üretme yeteneğine sahiptir. Gündelik hayata dair anlayışı-mızı inşa eden mekanizmaların –konuş-ma, hafıza, imgelem, gerçek ve hayal gücü- sınırlarını dikkatlice gözlemler. Her ne kadar herhangi bir tanım riskli olsa da, kendi gerçeklik inşamızdan bakarak onun insan doğasının modern bir gözlemcisi, dünyayı kendi bakış açısıyla görme imkanı yaratan sessiz bir filozof olduğunu söyleme cüretinde bulunabiliriz. Şu an İstanbul, Londra ve Barcelona arasında yaşayan ve çalışma-larını sürdüren Kutluğ Ataman, Gezici Festival’in juri üyelerinden biridir.

Joana Pinto Correira

A gazette published by the association with the support of the Festival on Wheels - Gezici Festival.

EDITORIAL STAFFEditor-in-chief Matthieu DarrasEditorial secretary Mirtha Sozzi, Esra DemirkıranTurkish editor Zeynep GüzelEnglish reviser Jude ListerLayout Cihan ÖnderResponsible of the publishing Doğu AkalContributors to this issueMariana Hristova, Joana Pınto Correıa,Johanna KınnarıZeynep Gizem Küçükaksoy

NISI MASA10 rue de l’Echiquier75010 Paris FranceTel: +33 (0)1 53 34 62 [email protected]

thing of a silent philosopher, a modern observer on human nature who simply allows the world to see with his eyes. He currently works and lives between Istanbul, London and Barcelona, and is one of the jury members of the Festival on Wheels.

Zeyn

ep G

izem

Küç

ükak

soy