Top Banner
ZAMAN GAZETESÝ’NÝN ÜCRETSÝZ AYLIK KÝTAP EKÝDÝR. YIL:7 SAYI:78 2 TEMMUZ 2012 PAZARTESÝ KAPAK: ORHAN NALIN 17 Cemal Aydn Roger Garaudy’nin ardndan 16 iir eletirmeni olarak Ataç Sabit Kemal Bayldran 4 Serdar Güven Mustafa Kutlu’dan yeni bir uzun hikâye 38 USTA GÖZÜYLE Recai Güllapdan 17 ANLATI avkar Altnel’in gezi notlar Mehmet Öztunç 6 EDEBYAT Adonis’ten sufizm ve sürrealizm üzerine Sadk Yalszuçanlar 14 KÜLTÜR TARH Bir Allame-i Cihan: Yerasimos A. Esra Yalazan 37 R Lirizm: Sözelden gelen Ebubekir Erolu OKUR ALIKANLIKLARINI BELRLEYEN TEKNOLOJK GELMELER VE YEN ARTLAR EDEB TÜRLERN HACMLER KONUSUNDA DA BELRLEYC OLACAK MI? SAYFA 8
40

Kitap Zamanı

Mar 07, 2016

Download

Documents

Musa Igrek

Kitap Zamanı
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Kitap  Zamanı

Z A M A N G A Z E T E S Ý ’ N Ý N Ü C R E T S Ý Z A Y L I K K Ý T A P E K Ý D Ý R . Y I L : 7 S A Y I : 7 8 2 T E M M U Z 2 0 1 2 P A Z A R T E S Ý

KA

PA

K:

OR

HA

N N

AL

IN

17 Cemal Ayd�n

Roger Garaudy’nin ard�ndan 16 �iir ele�tirmeni

olarak AtaçSabit Kemal Bay�ld�ran4 Serdar Güven

Mustafa Kutlu’dan yeni bir uzun hikâye

38USTA GÖZÜYLE

Recai Güllapdan

17ANLATI

�avkar Alt�nel’in gezi notlar�

Mehmet Öztunç

6EDEB�YAT

Adonis’ten sufizm ve sürrealizm

üzerine

Sad�k Yals�zuçanlar

14KÜLTÜR TAR�H�

Bir Allame-i Cihan: Yerasimos

A. Esra Yalazan

37���R

Lirizm: Sözelden gelen

Ebubekir Ero�lu

OKUR ALI�KANLIKLARINI

BEL�RLEYEN TEKNOLOJ�K

GEL��MELER VE YEN� �ARTLAR

EDEB� TÜRLER�N HAC�MLER�

KONUSUNDA DA BEL�RLE�Y�C�

OLACAK MI?SAYFA 8

Page 2: Kitap  Zamanı
Page 3: Kitap  Zamanı

FE ZA GA ZE TE CÝ LÝK AÞ ADI NA ÝM TÝ YAZ SA HÝ BÝ: ALÝ AK BU LUT GE NEL YA YIN MÜ DÜ RÜ: EK REM DU MAN LI GE NEL YA YIN MÜ DÜR YAR DIM CI SI: MEH MET KA MIÞ GE NEL YA YIN EDÝ TÖ RÜ: ALÝ ÇO LAK EDÝ TÖ R: CAN BAHADIR YÜCE GÖR SEL YÖ NET MEN: FEV ZÝ YA ZI CI SAY FA TA SA RIM: AH MET BÝ ÇER SO RUM LU MÜ DÜR VE YA YIN SA HÝ BÝ NÝN TEM SÝL CÝ SÝ: HAY RÝ BE ÞER REK LAM GRUP BAÞ KA NI: MEL�H KILIÇ REK LAM SA TIÞ D�REKTÖ RÜ: ALÝ DE MÝR HÝ SAR, REKLAM SEK TÖR YÖ NE TÝ CÝ SÝ: EREN ENES REKLAM SEKTÖREEL UZMANI: MELEK TINMAZ YA YIN TÜ RÜ: YAY GIN SÜ RE LÝ AD RES: ZA MAN GA ZE TE SÝ 34194 YE NÝ BOS NA-ÝS TAN BUL TEL: 0212 454 1 454 (PBX) FAKS: 0212 454 14 96 REK LAM TEL: 0212 454 82 47 BAS KI: FE ZA GA ZE TE CÝ LÝK A.Þ TE SÝS LE RÝ HTTP://KÝ TAP ZA MA NÝ.ZA MAN.COM.TRE-POSTA: KÝ TAP ZA MA NÝ@ZAMAN.COM.TRHER AYIN ÝLK PA ZAR TE SÝ GÜ NÜ YA YIM LA NIR

Yitik Hazine Yay�nlar�’ndan ç�kan, Prof. Dr. Necdet Öztürk’ün titiz çal��mas�n�n

ürünü olan Çad�rdan Saraya 14-15. Yüzy�l - Osmanl� Devlet Düzeni adl� kitap, Osmanl�’n�n kurulu� devrine ���k tutuyor.

18

Sibel K. Türker, yeni roman�nda kad�nlar�n dün-yas�na çekiyor dikkatleri.

Ahlâktan yaln�zl��a uzanan bir çizgide çok çe�itli meseleleri tart��maya aç�yor yazar.

23

Muhsin Öztürk, 1960 sonras�nda ikame edilmi� olan, devletin ide-olojik köklerini, bu

sürecin Turgut Özal dönemiyle birlikte dü�ü�e geçmesini ve AK Parti ile tarihe kar��mas�n� anlat�yor yeni kitab�nda.

34

Marshall Sahlins, yeni kitab�nda insan do�as�na dair tan�m�n kültürel oldu�unu

kan�tlama çabas�nda. Sahlins, insan�n özünde iyi oldu�unu söyleyen �slam’a uygun bir tez ortaya koyuyor.

26

Stephen King, 22/11/63 adl� yeni roman�nda yine Amerikan toplu-munun orta s�n�-

f�na odaklan�yor. Kitab�n, King’in di�er romanlar�n-dan daha farkl� bir yerde durdu�u söylenebilir.

24nternet payla��m a�lar�n�n okur al��kan-l�klar�n� etkiledi�i ve �ekillendirdi�i, yeni bir bilgi de�il. Hatta “twitter öykücülü�ü” gibi, gelece�i belirsiz, yeni kavramlar arma�an etti bize teknolojik geli�meler... Bütün bunlar�n okuru gittikçe daha k�sa yaz�n türlerine yönlendirmesi umulurken, son y�llarda öne ç�kan belli ba�l� romanla-

r�n çok hacimli olu�u da dikkatli okurun gözünden kaçmam��t�r. Musa ��rek bu ilginç konuyu ele ald� ve yazarlara görü�lerini sordu. Okur al��kanl�klar�n� belirleyen yeni �artlar edebi türlerin hacimleri konu-sunda da belirleyici olacak m�? Bu soru, göründü-�ünden daha ciddi olabilir. Yaz�n�n ve okur al��kan-l�klar�n�n gelece�i konusunda öngörüler de içeren kapak dosyam�z� ar�ivinizde tutman�z� öneriyoruz. Yeni kitab�yla Mustafa Kutlu, Siegfried Lenz’in sessiz bir ba�yap�t olan Almanca Dersi adl� roma-n�, sufizm ve sürrealizm üzerine dü�ünceleriyle Adonis, �iir ele�tirmeni kimli�iyle Ataç, gezi not-lar�yla �avkar Alt�nel, Marshall Sahlins, �bn Battuta, Sad�k Yals�zuçanlar, Münir Göle… Yaz aylar�nda iyi okurun seçene�i çok… �yi okumalar…

Yeni �artlar, edebi türlerSiegfried Lenz’in gerçek bir hikâyeden yola ç�karak kaleme ald��� Almanca

Dersi, büyüleyici dili ve insan ruhuna inmedeki ba�ar�s�yla ça�da� Alman roman�n�n en önemli örneklerinden biri.

05

Gelenek ve Gelecek Aras�nda Bediüzzaman isimli kitapta, Metin

Karaba�o�lu’nun Bediüzzaman Said Nursi üzerine, seçkin isimlerle yapt��� söyle�iler yer al�yor.

26

Bedia Koçako�lu’nun, Anlams�zl���n Anlam�: Postmodernizm

adl� kitab�, postmodernizmin ne oldu�una, neyi kapsay�p neyi d��ar�da b�rakt���na ili�kin derli toplu bir çal��ma.

22

K A PA K 0 8Osmanl�’n�n s�rr� neydi? 18Kazancakis, Nietzsche’yle hesapla��yor 24�bn Battûta’yla yolculuk 25Afaki denemeler 28

Gö�e akan sekiz renk 28 Küçük dedektifler iz pe�inde 30Bir festivalcinin an�lar� 31Her �ey ‘birdenbire’ oluyor 33

27 May�s rejimi bitti mi? 34Hiç vermeyenle veren bir olur mu? 35Bir futbol adam�n�n portresi 36Lirizm: Sözelden gelen 37

K�TAPLAR ���MANLIYOR MU?

twitter.com/kitap_zamani facebook.com/kitapzamanicom

Page 4: Kitap  Zamanı

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI H�KÂYE

SERDAR GÜVEN

ürk öykücülü�ünün son dö-nemde yapt��� at�l�ma bam-ba�ka bir cepheden kat�lan ve

hâkim söylemin uza��nda ürünler vererek yeni bir kanal açan Mustafa Kutlu, hem öykücülü�ümüze getirdi�i yenilikle hem de üretkenli�iyle ad�ndan hep söz ettirme-yi ba�ard�. Merkezden çok ta�ran�n, birey-den çok bir cemiyet içinde �ekillenmi� in-san�n, biçimden çok içeri�in, maddeden çok ruhun, yaz�nsal kayg�lar yerine � kir meselelerinin öne ç�kt��� öyküleriyle, ya-�ad��� at�l�ma ra�men dolayl� bir t�kanma ya�ayan Türk öykücülü�üne ç�k�� yollar� da önerdi bir bak�ma. Öte yandan, her yaza-ra kolay kolay nasip olmayacak bir üret-kenlikten de söz edilmeli. Kutlu, her y�l bir öykü kitab� yay�mlamay� al��kanl�k haline getirdi. Yazar, bu kez Anadolu Yakas� adl� kitab�yla kar��m�zda.

‘NEH�R SÖYLE��’ G�B�…�lk bak��ta, Mustafa Kutlu ile yap�lm�� bir “nehir söyle�i” zann� uyan�yor kitab�n ka-pa��na göz gezdirdi�inizde. Oysa asl�n-da bir uzun öykü Anadolu Yakas�. Biçim-sel olarak nehir söyle�i kitaplar�n� refe-rans al�yor yazar. Hemen hemen her ki-tab�nda öne ç�kard��� sorunlar� bu kez bir nehir söyle�i format�nda kurguluyor. Hiç �üphesiz parlak bir � kir bu. Üstelik, her zaman “anlatmaya”, “sohbet etmeye” ve diyalog yaz�m�na büyük bir önem atfet-mi� yazar için çok kullan��l� bir teknik. Ki-tab�n hemen ba��nda gazeteci kahrama-n�n a�z�ndan kitab�n ortaya ç�k�� gerekçe-si �u ifadelerle aç�klan�yor: “Nehir söyle-�iler çokluk bir ba�ar� hikâyesi anlat�r. Ba-�ar�l� adam ve kad�nlar�n ço�u �öhreti ya-kalam��, medyatik olmu�tur. �nsanlar bu ki�ilerin özel hayatlar�n� merak ederler. Onlar da her gün medyada gözükmek-ten haz duyarlar. Ba�ar�n�n ölçüsü farkl�-d�r. Ba�ar�l� bir ö�renci, ba�ar�l� bir spor-cu, ba�ar�l� bir i�adam�, sanatç� varsa; ba-�ar�l� bir ‘ev kad�n�’ da olmal�d�r. Ve var-d�r. Ama arayan�-soran� yoktur. Kimse onu televizyona ç�karmaz, kimse onun-la � lan dergi için röportaj yapmaz. Me�er ki ad� bir sansasyona kar��mam�� olsun.” Anadolu Yakas�, yerel bir televizyonun sahibi olan Muzo Gönül’le yap�lan söy-le�iden yola ç�karak yer yer çok etkileyi-ci bir uzun hikâye anlat�yor. Gazeteci, te-levizyon kanal�n�n sahibi Muzo Gönül’le bir taciz haberi sebebiyle görü�mek niye-tindeyken uzun bir söyle�ide karar k�l�yor. Bu durum Mustafa Kutlu’nun tüm öykü-lerine sirayet eden sohbet edas�na ve ka-n�mca Türkiye’de az say�da yazar�n ba�a-r�yla kulland��� diyalog yazma becerisini bir kez daha göstermesine imkân tan�yor.

Hatta zaman zaman bu uzun öykünün bir tür senaryo oldu�u zann� uyan�yor okurda. Merakl� bir gazeteci ile Anadolu’dan kopup gelmi� ve “ba�ar� basamaklar�n�” ad�m ad�m ç�k�p zirveye t�rmanm�� bir tele-vizyoncunun söyle�isi üzerinden çok çe�it-li meseleleri tart��maya açma imkân� bulu-yor Kutlu. Böylece, bir yandan kahraman�n hayat hikâyesine yer verirken, bir yandan da ayn� kahraman� bugünün dertleri içine çekerek okurunu bu hayat hikâyesini takip etmeye ça��r�yor. Yerel bir televizyon ka-nal�yken ülkenin en çok seyretti�i kanal-lardan biri haline gelen televizyonun sahi-bi Muzo Günül’ün aile hikâyesinin ve bu-güne ait sorunlar�n�n anlat�ld��� giri� bölü-münde, ta�radan kopup gelmi� bir adam�n hayat maceras�n� anlat�yor yazar. Bir yanda Anadolu insan�n�n �ehirde tutunma çaba-s�, di�er yanda köklerine yap��ma iste�i; bir yanda modernle�me serüvenimizin önem-li yap�ta�lar�ndan televizyonun Türk insa-n�n�n hayat�na giri�i, di�er yanda bu “mu-z�r âletin” bir imkân olarak dönü�türül-me çabas�; bir yanda Türkiye’nin son otuz y�lda geçirdi�i muazzam dönü�üm, di�er yanda bu dönü�ümün bedeli olarak he-pimizden tahsil edilen ahlâki çöküntü; bir yanda zaman�n ruhu, di�er yanda geçmi-�in çekim alan�; bir yanda merkezin bask�-s�, di�er yanda ta�ran�n büyüsü... Kitab�n�, kahraman�n �ahs�nda bu kar-

��tl�klar üzerine kuruyor Mustafa Kut-lu. Zaman zaman ana hikâyeden koparak ne� s öyküler anlat�p tekrar kahraman�n�n hikâyesine dönüyor. Öte yandan, Muzo Gönül’ün, bacana��yla aras�ndaki gerilimli ili�ki hem kitaba belirli bir dinamik kazan-d�r�yor, hem de öykü kahraman�n� geçmi� ve bugün aras�ndaki çat��maya sürüklüyor. Her zaman oldu�u gibi kahramanlar�na bir merhamet mesafesinde durarak, ta�ran�n büyüsünü hep yede�inde tutarak, örtük bir tasavvu� bak��� hep dipte sakl� tutarak an-lat�yor hikâyeyi yazar. Fakat çok geçmeden, kitaba belirli bir gerilim kazand�ran bu unsurlardan bam-ba�ka bir zemine kay�yor Kutlu. Bir yerden sonra, Anadolu Yakas�’n�n ülkenin son otuz y�l�na damgas�n� vurmu� bir adam�n ba�a-r� hikâyesi olarak de�il, Kutlu’nun yazarl�k serüveninde kendine yer bulmu� çok çe-�itli meselelerin tart���ld��� bir metin olarak öne ç�kt���n� görüyoruz. Muzo Gönül’ün hayat hikâyesi bir yerden sonra asl�nda pekâlâ Türkiye’nin hayat hikâyesine dönü-�üyor. Ama hiç �üphesiz zamanla, sinema-dan televizyonculu�a, edebiyattan gazete-cili�e, oradan spor yazarl���na kadar çok çe�itli ilgi alanlar�yla bu hikâyeye Mustafa Kutlu’nun kendisi de kat�l�yor. Zaman za-man kendi metinlerine at�� ar yaparak, da-has� yay�mlanm�� yaz�lar�n� kitaba alarak öyküsünü yepyeni bir ba�lama oturtuyor.

“F�KR�YAT NE�R�”Kitab�n kahraman� her ne kadar “� kri-yat” meselesine girmek istemedi�ini s�k s�k belirtse de, kitab�n ana hikâyesinin yan�nda kimi � kirsel meseleler dâhil olu-yor metne. Öyle ki, Mustafa Kutlu gerek daha önce yazd��� kimi yaz�lardan, gerek-se isim vermeden ba�ka yazarlar�n (örne-�in, Nurdan Gürbilek ve Tan�l Bora’n�n) ta�ra ile ilgili baz� belirlemelerinden yola ç�karak kimi sorunlar� Muzo Gönül’ün a�z�ndan tart��maya aç�yor. Nurdan Gürbilek’in edebi metinlerden yola ç�ka-rak yazd��� “Ta�ra S�k�nt�s�” yaz�s�na kar-�� bir tür savunmaya geçiyor yazar ve ta�-ran�n merkezden yap�lan tan�m�na kar�� ç�k�p yeni bir bak�� öneriyor. Dahas�, o zamana kadar böyle bir dü�ünsel zemini oldu�una dair en ufak bir i�aret vermeyen Muzo Gönül’ün a�z�ndan bir �kinci Yeni ele�tirisi bile okuyoruz sayfalar ilerledik-çe. Sadece bunlar de�il; postmodernizm, siyaset-medya ili�kisi, sinema ve spor gibi çok çe�itli alanlar üzerine kitab�n kahra-man� ile gazeteci aras�nda öyle söyle�iler cereyan ediyor ki, bu durum kitab�n bir tür zemin kayb� ya�amas�na sebep olu-yor. Böylece, bir hikâye kitab� gibi ba�la-y�p öyle devam etmek niyetinde olan Anadolu Yakas�, sonlara do�ru Muzo Gönül’ün kendi ifadesiyle söylersek, bir tür “� kriyat” ne�rine dönü�üyor.

Her y�l bir kitap yay�mlamay� âdet edinen Mustafa Kutlu, bu kez Anadolu Yakas� adl� eseriyle okurunu selamlad�. Yazar, biçimsel olarak nehir söyle�ileri referans ald��� kitab�nda, hemen hemen her eserinde öne ç�kard��� sorunlar� bu kez nehir söyle�i format� içinde kurguluyor.

Bir merhamet mesafesinde

ANADOLU YAKASI, MUSTAFA KUTLU, DERGÂH YAYINLARI, 207 SAYFA, 12 TL

4

T

Mustafa Kutlu

Page 5: Kitap  Zamanı

Önce vazife!Siegfried Lenz’in gerçek bir hikâyeden yola ç�karak kaleme ald�-�� Almanca Dersi, gerek büyüleyici dili, gerek insan ruhuna inmedeki ba�ar�s�, gerekse Alman toplumuna dair etkileyici tes-pitleriyle ça�da� Alman roman�n�n en önemli örneklerinden biri. ALMANCA DERS�, SIEGFRIED LENZ, ÇEV.: AY�E SARISAYIN, EVEREST YAYINLARI, 480 SAYFA, 19 TL

MEHMED MEHMEDO�LU

a�da� Alman edebiyat�-n�n klasikle�mi� isimlerin-den Siegfried Lenz’in Al-

manca Dersi adl� e�siz roman�n� oku-yanlar, ister istemez Orhan Kemal’in unutulmaz kahraman� Murtaza’y� hat�rlayacakt�r. “Kutsald�r vazife her �eyden önce. Vazife s�ras�nda görme-yecek gözün kimseyi, demeyeceksin evlâd�m, ci�erparem.” diyen Murtaza tipini roman boyunca türlü badirele-rin içine sokup ç�kar�r Orhan Kemal. Murtaza üzerinden toplumsal haya-t�n i�leyi�i, iktidar talebi ve etik hak-k�nda bir mesaj verme gayesi görü-lür yazarda. Siegfried Lenz’in Alman-ca Dersi roman�nda ise bu belirleme-leri de a�an bir yön var.

GÖREV TUTKUSUAlmanca Dersi, bir �slahevinde bulunan Siggi Jepsen adl� kahraman�n Almanca dersinde kendisine verilen “görev tut-kusu” konulu kompozisyon ödevini ya-pamad��� için cezaland�r�lmas�yla ba�l�-yor. Jepsen bir hücreye kapat�l�r ve ken-disine verilen ödevi bir an evvel yazma-s� istenir. Bir tür yazamama s�k�nt�s�y-la aç�lan roman�n ba�kahraman�n�n s�-k�nt�s� çok ba�kad�r asl�nda. O “görev tutkusu”nu bilmedi�i için de�il, aksine, tam da bu dertten mustarip oldu�u için anlatma s�k�nt�s� çekmektedir. Kasaba-n�n polisi olan babas�, 1943’te nasyo-nal sosyalistler taraf�ndan ressam Max Ludwing Nansen’i resim yapmaktan men etmek ve yasa�a uyup uymad���n� denetlemekle görevlendirilmi�tir. Ald��� talimatlar� har� yen yerine getiren ve bir an bile sorgulamayan, hatta kendisine verilen görevi sava�tan sonra bile sür-düren bu polis baba ile o�lu aras�ndaki ili�ki, roman ilerledikçe bir sarmal halini al�yor. �ki farkl� zaman dilimi üzerinden kurgulanan romanda bugün ile geçmi-�in uçlar�na o�ul ve baba yerle�tirili-yor. Bir yandan �slahevindeki o�ul Siggi Jepsen’in hikâyesini okurken, bir yan-dan da onun ailesini, en çok da resim yapmama cezas� verilen ressam� izle-mekle görevli polis baban�n hikâyesini takip ediyoruz. Ressam hiçbir �ekilde resim yapmayacak ve polis baba da bu durumu üstlerine rapor edecektir. Dün-yan�n hemen her yerinde kar��m�za ç�-kan bu türden bir bask� ortam�n� gayet etkileyici sahnelerle ve bu sahnelere e�-lik eden büyüleyici bir atmosferle önü-müze koyuyor Siegfried Lenz. Roman ilerledikçe �slahevindeki kah-raman ile “görev tutkunu” baba aras�n-

daki mesele daha görünür bir hal al�-yor. Baba ile o�ul aras�ndaki makas darald�kça romandaki ele�tiri oklar� daha belirgin bir biçimde öne ç�k�yor. Baba-o�ul aras�ndaki simgesel çat��-maya dolayl� bir politik ayr��ma da ek-leniyor. Böylece Almanca Dersi, gerek hakk�nda çok fazla yaz�lm�� bir konu-yu tersyüz etmesi, gerekse e�siz güzel-likteki diliyle ayn� tarih aral���na (Nazi dönemine) odaklanm�� romanlardan büyük ölçüde ayr�lmay� ba�ar�yor.

NAZ� ALEGOR�S�Siegfried Lenz’in gerçek bir hikâyeden yola ç�karak kaleme ald��� Alman-ca Dersi, her ne kadar sava� sonras� Almanya’s�na ve Nazilere dair alego-rik bir hikâye anlatsa da roman�n he-de� nde, kendisine bu türden bir gö-rev verenler de�il, verilen görevle-ri sorgusuzca kabul edenler var. Nazi Almanya’s� yerine, Alman toplumu-nu ku�atan dinamiklere çeviriyor bak�-��m�z� yazar. Nitekim kitab�n çevirme-ni Ay�e Sar�say�n’�n da önsözde belirtti-�i gibi, roman�n en dikkate de�er kah-ramanlar�ndan biri de Jepsen’nin an-nesidir asl�nda. Bir bak�ma Alman top-lumunun genel yarg�lar�n� temsil eden bu anne � gürü üzerinden Almanya’da ya�ayan Romanlara ve di�er cemaat-lere duyulan önyarg�lar, Alman olma-yan ve Alman ya�ay�� tarz�na uymayan her �eye kar�� duyulan öfke belirgin bir biçimde öne ç�k�yor ki, yazar�n as�l ba-�ar�s� da burada yat�yor bana kal�rsa. Birçok yazar�n gayet ba�ar�l� bir �ekil-de resmetti�i Nazi Almanya’s�na d��a-r�dan de�il, içeriden bir bak��la yakla�-may� deniyor yazar. Olaylar üzerinden de�il, bir tür ruhsal çerçeve üzerinden nesnesini daha ba�ar�l� bir �ekilde or-taya koyuyor. Nasyonel sosyalistler ka-dar, onlara inanm��, onlar� iktidara ta-��m�� halk kitlelerinin nas�l ve ne �ekil-de bu durumu içselle�tirdiklerini, daha-s� sars�lmaz bir görev bilinciyle bu duru-mu sava� sonras�na da ta��d�klar�n� ga-yet etkileyici bir �ekilde roman�na yan-s�t�yor. Ölçüsüz bir �evkle itaat edenle-ri ele al�rken, insan�n bu görev duygu-sunu nas�l korkunç bir haddeye ta��ya-bilece�ini de gösteriyor Almanca Dersi. Siegfried Lenz’in roman� gerek bü-yüleyici dili, gerek insan ruhuna inme-deki ba�ar�s�, gerekse Alman toplumu-na dair etkileyici tespitleriyle ça�da� Al-man roman�n�n en önemli örneklerin-den biri ku�kusuz. Bu kitab� Ay�e Sar�say�n’�n benzersiz Türkçesiyle oku-man�n bir talih oldu�unu da ayr�ca be-lirtmek gerek. Sar�say�n’�n çevirisi bir Türkçe dersi niteli�inde.

Ç

2 TEMMUZ 2012KÝ TAP ZA MA NI ROMAN

5

Page 6: Kitap  Zamanı

SADIK YALSIZUÇANLAR

edeniyet co�rafyam�-z�n en güzel iklim-lerinden, Adonis’in

yurdu �am’dan bir �iirsel ses geldi: Su-� zm ve Sürrealizm. Paris’te ya�ayan Su-riyeli (sonradan Lübnanl�) �air, akti-vist, dü�ünür Adonis’in bu ne� s kitab�-n� dilimize Dr. Nurullah Kolta� aktar-m��. Çeviri gerçekten güzel. Nurullah Bey’i kutluyorum. Kitap iki bölüm ve bir ek’ten olu�uyor: Birinci bölüm, “Su� zm ve Sürrealizm” ba�l��� alt�nda �u kav-ramlar� tart���yor: Bilgi (marifet), hayal, a�k, yaz�n (vecd halinde söylenenler, yani �ath ve otomatik yaz�n), estetik bo-yut ve muntazam fark… �kinci bölüm, görünür olanla görünmez olan (zahir-bat�n) ba�l��� alt�nda �u meseleleri ele al�yor: En-Niferi’nin eserleri ya da po-etikas�, rüya ve suret (göz, kalp gözü), yarat�c�l�k ve biçim, Rimbaud: Do�u-lu su� … “Ek”te ise a�k, ak�l, otomatik yaz�n, rüya ve dil kavramlar� tart���l�yor. Gerçekli�in ard�nda ne oldu�u sorusu-na cevap aran�yor ve sürrealizme ili�kin bir yaz�n seçkisi veriliyor.

‘GER�L�ML�’ B�R �L��K�Adonis, bu özgün sorunlar� kendi dü�ünce-sanat deneyiminin içinden ve bir birikime yaslanarak, sorgulayarak tart���yor. Su� zm ile sürrealizm aras�n-daki tart��mal�-gerilimli ‘ili�ki’den ba�-lamak, hele böylesine spekülatif bir söz grubunu kitab�n ad� olarak seçmek son derece k��k�rt�c�. �ki ‘alan’�n ya da dilin-anlay���n kesi�im yerleri çoksa da, ör-ne�in, “kelimenin geleneksel dinî anla-m�nda Tanr�, sürrealizmde mevcut de-�ildir.” Biri do�rudan dinî-kutsal ala-n� ima eder, di�eri dini b�rak�n�z bir veri olarak kabullenmeyi, aksine din d��� her türden alanda özgürce gezinmeyi ve ço�u zaman d��lamay� esas al�r. Fa-kat �iir söz konusu oldu�unda sürre-el olanla, insan�n be� duyu ile alg�laya-mad���, “avalim-i uhra” da denilen gayb âlemleriyle, insan�n kendi ruhunda-ki seferleriyle zaman zaman kesi�meler gerçekle�ebiliyor. Bu yüzden sürrealist e�ilimleri güçlü birçok Bat�l� �air, Do�u-�slam irfan�yla ilgilenmi�tir. Bu tecessüs bile Adonis’in ne denli kritik bir alanda dola�t���n� göstermeye yeter.

Su� , son kertede, “yak�nlarda ayetle-rimizi ufuklar�n�zda gösterece�iz” müj-desinin içerdi�i üzere, kendi nefsinde Hakk’� idraki amaçlam�� bir yolcudur. Seyr ü sülûk’un, seyr’i, bu yolculukta, nefsin önceki hallerini görmektir. Süluk ise ba�lanmak, yürümektir.

Adonis, “Estetik Boyut” bölümü-ne, en-Nifferi’den bir al�nt�yla ba�lam��: “Nazar, elbette, izleyiciye ifadenin nak-ledemeyece�i ve tercümenin ta��yama-yaca�� bir �eyle hitap eder.” Bu son de-rece gerçekçi belirlemeyi, Hakk’�n an-cak Hakk’la bilinebilece�ine ili�kin bir iddia izliyor. Ari� er, Hakk’�n insandan bilinece�i (tan�naca��, görülece�i…) ka-naatindedirler. Hakk, sonsuz ve mut-lak varl���yla, ancak, en kamil varl���n-dan, insan-� kâmilden bilinebilir. �n-san, Adonis’in dedi�i gibi, bir tarih ve nesne de�ildir. Bu kritik tespit olduk-ça önemlidir, çünkü insan�n hakika-ti alg�lamas�nda en büyük iki engel za-man ve mekând�r. Hakikat, zaman ve mekân içinden asla kavranamaz. Kav-ranan, Hakikat’in bir boyutudur sadece.

Hakk ve Hakikat’in kâmil manada id-raki ancak tarih ve mekân�n a��lmas�y-la mümkündür. A�ma ise ancak bir ruh s�çramas� ile, insan�n kamil bir mür�idin kutsi nefesiyle mayalanarak ve belirli bir disiplin çerçevesinde e�itim görmesiy-le mümkün hale gelir. Adonis, su� nin nesne ile nefsi, iç ile d���, gerçeklikle ha-kikati birle�tirince, saf ve kat���ks�z ilha-ma ula�abilece�ini söyler. Bu ilham da asl�nda kendinden kendine’dir. Burada, ari� erin diliyle söylersek, Cebrail, ki�i-nin kendi nefsindeki seyahatinde, yine kendinden kendine ilham al��a ula�t�-��ndaki kalbî akl�d�r. Bu kalbî ak�l, ak-letmeyi de ku�atan bir biçimde asl�nda hissetmeyi, görmeyi, tatmay� ima eder. Bunun için ölmeden evvel ölmek gere-kir. Nefsinden ölmeyince ve kendi ken-

dini sorgulamay�nca ki�i, o kat���ks�z il-ham� edinemez.

Adonis, bu yüksek ilhama ula�an ki�inin art�k önüne, ‘estetik bir alan’�n da aç�ld���n� belirtir. Burada cem sarho�lu�u ile �ahta savrulabilir. Sonra tekrar o yük-sek vecd haliyle �iirler söyleyebilir, musi-ki yapar, görür ve gösterir. Mü�ahedenin dile dökülmesi sürecini net biçimde ifade edebilmek güçtür. Zira, kendinden ken-dine olan yolculukta say�s�z mü�ahede-ye mazhar olan ki�i, bu vizyonlar�n� aynen dile aktaramaz. “Konu�ulamayan hakk�n-da susmal�” diyen Wittgenstein da buna yak�n bir hali ifade etmektedir. O halde, Nasr’�n belirtti�i gibi, hikmetin-hakikatin dili, sembol ve sükûttur. Sembol alanlar� bu süreçte belirir. Sürrealizmde, gerçe�in bir üst gerçeklikte kavran���, asl�nda, içte olan�n d��a yans�mas� ihtiyac�ndan kay-naklanmaktad�r. Su� de durum daha ya-l�n, dolays�z ve enfüsi biçimde gerçekle-�ir. Sürrealist sanatç�da ise vahdet halin-den çok, vahdet ihtiyac� ile bir aray�� söz konusudur denilebilir. Anlam-dil ili�ki-si son derece karma��kt�r. Su� nin seyr ü sülûkundaki mü�ahedelerini aynen aktar-mas� söz konusu de�ildir. Dilin soyut, ale-gorik veya � güratif olu�u, gerçekli�in al-g�lan�� biçimiyle ilgilidir. Adonis, “� güra-tif dil, tabii olarak dinamizmini tamamla-yacak dinamik bir okuma talep eder” der-ken, bunun sürekli yenilikçi oldu�unu da kabullenmi�tir. Lakin hareket halinde kavramak, iç göz aç�lmaks�z�n zordur.

Adonis, bu de�erli kitab�nda, bütün bu meseleleri farkl� boyutlar�yla ve ayr�n-t�l� biçimde –k�yaslamal� olarak- tart��-maktad�r. Etik olanla estetik olan�n ili�-kisi ba�lam�nda Su� zm ve Sürrealizm’in önemli sorunlar� tart��t���n� söyleyebili-riz. �airin birkaç dizesiyle sizi ba� ba�a b�rak�yorum :“çölün yaln�zl���nda ilerleyen yüzlereot ve ate� giyinmi� Do�u’yadenizin y�kad��� topra�ave onun sevdas�na bar��ya�murlar�n� verdi bana ba� döndürücü ç�plakl���nkendini bana ad�yor y�ld�r�mbenim ba�r�mda olgunla�t� zamanbak i�te Do�u’nun par�lt�s� kan�msu çeker gibi çek beni ve yok olyitir beni yank�s� ve �im�e�i var oyluklar�nsu çeker gibi çek beni gövdemle örtünnirengidir ate�im ve y�ld�zd�ryön yaramd�r benimheceliyorumbir y�ld�z� heceliyorum resmini çiziyorumkaçakt�r yurdumda yurdumheceliyorum onun çizdi�i y�ld�z�yenik günlerinin ayak izlerindeey sözün külügecende bir çocu�u daha var m� tarihimin?”

6

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI DÜ�ÜNCE

Adonis’ten sufizm ve sürrealizm üzerineParis’te ya�ayan Suriyeli (sonradan Lübnanl�) �air, aktivist, dü�ünür Adonis’in Sufizm ve Sürrealizm adl� kitab� iki ‘alan’�n ya da dilin/anlay���n gerilimli ili�kisini, kesi�im yerlerini tart��maya aç�yor. �air kitab�nda bilgi (marifet), hayal, a�k, �ath, estetik boyut, rüya, suret, görünen ile görünmez olan (zahir-bat�n) gibi kavramlar� ele al�yor.SUF�ZM VE SÜRREAL�ZM, ADON�S, ÇEV.: NURULLAH KOLTA�, �NSAN YAYINLARI, 240 SAYFA, 16 TL

Adonis

M

Page 7: Kitap  Zamanı
Page 8: Kitap  Zamanı

MUSA ��REK

sta yazar Haruki Murakami’nin 2009’da Japonya’da yay�mla-

nan üçlemesi 1Q84, geçti�imiz gün-lerde Türkçede tek cilt halinde, 1.022 sayfa olarak okurla bulu�mu�tu. Murakami’nin roman�, öyle hemence-cik çantan�za at�p yan�n�zda dola�t�ra-mayaca��n�z kal�nl�kta olunca, haliyle pek çok okurdan homurdanmalar yük-seldi. Yine yak�n dönemde dilimize ka-zand�r�lan önemli romanlar hacimleriy-le dikkati çekti: Roberto Bolaño - 2666 (992 sayfa); J. M Coetzee - Ta�ra Ha-yat�ndan Manzaralar (608 sayfa); Mario Vargos Llosa - Kelt Rüyas� (520 sayfa); Jonathan Franzen - Özgürlük (600 say-fa); Stephen King - 22/11/63 (816 sayfa) ve George R. R. Martin, K�l�çlar�n F�rt�-nas� - K�s�m 1 (600 sayfa), K�l�çlar�n F�r-t�nas� - K�s�m 2 (600 sayfa).

Türk edebiyat�na bakt���m�zda da çok farkl� bir tablo yok: Orhan Pa-muk - Masumiyet Müzesi (592 sayfa ile Pamuk’un Cevdet Bey ve O�ullar�’ndan sonra en uzun roman�); Elif �afak - �s-kender (448 sayfa); Murathan Mun-gan - �airin Roman� (592 sayfa); Ay-fer Tunç - Ye�il Peri Gecesi (472 sayfa); �brahim Y�ld�r�m - Her Cumartesi Rüya (452 sayfa); Ahmet Ümit - Sultan� Öl-dürmek (528 sayfa).

ÜÇLEME ROMANLARGittikçe sayfa say�lar� artan bu ro-manlar�n hemen yan� ba��nda Türk ve dünya edebiyat�ndan üçlemeler de dikkati çekiyor. �brahim Y�ld�r�m, Ku�evi’nin Efendisi, Yaral� Kalmak, B�ç-k�n ve Orta Halli; �nci Aral, Yeni Yalan Zamanlar Üçlemesi (Ye�il, Mor, Safran Sar�); Ay�e Kulin, Veda, Umut, Hüzün; Mehmet Ero�lu, Fay K�r��� Üçlemesi (Mehmet, Emine, Rojin -henüz yay�m-lanmad�-); Ali Teoman, Konstantiniy-ye Üçlemesi (Uykuda Çocuk Ölümle-ri, Karadelik Güncesi ve Gecenin Atlar�) 2009 Booker Ödülü sahibi �ngiliz ya-zar Hillary Mantel’in üçlemesinin ilk kitab� olan Kurtlar Hanedan� (808 say-fa olan ilk kitap için Mantel asl�nda bir üçleme yazmay� planlamad���n�, an-latt��� hikâyenin bir romana s��maya-ca��n� anlad�ktan sonra üçlemede ka-rar k�ld���n� söylemi�ti).

Bu hacimli romanlar�n yan� s�ra son dönemde yay�mlanan eserlere bakt���-m�zda sayfa say�s� pek fazla olmayanlar yok de�il. Sibel K. Türker - Hayat� Sev-me Hastal��� (240 sayfa); Murat Gülsoy - Baba, O�ul Kutsal Ruh (256 sayfa); Sema

Kaygusuz - Karaduygun (120 sayfa); Ke-mal Varol - Jar (245 sayfa); Ayhan Geç-gin - Son Ad�m (265 sayfa); �nci Aral - �ark�n� Söyledi�in Zaman (232 sayfa); Bar�� B�çakç� - Sinek Is�r�klar�n�n Müelli-� (166 sayfa), Selçuk Altun - Bizans Sul-tan� (189 sayfa). Paul Auster - Sunset Park’� (208 sayfa); Philip Roth - Sokak-taki Adam (108 sayfa), Ursula K. Legu-in - Yaban K�zlar� (100 sayfa).

NOVELLAYA �LG� ARTIYORDaha pek çok örne�i s�ralamak müm-kün. Rakamlar� bir kenara b�rak�rsak, geçti�imiz haftalarda ABD’de The At-

lantic dergisi k�sa roman�n, ‘novella’n�n yeniden popüler olu�unu sayfalar�-na ta��d�. Amerikan yay�nevi Melville House’un “Art of the Novella” adl� no-vella serisinden yola ç�kan yaz�da k�sa romana olan ilgiden söz edilirken Tols-toy, Pu�kin, James Joyce, Herman Mel-ville, Turgenyev, Maupassant, Proust, Conrad gibi 47 yazar�n ��k tasar�mlar ve yeni çevirilerle yay�mlanan eserlerin-den olu�an bu seri üzerinde duruldu.

Edebiyat ile matemati�in pek yan yana okunamayaca��n� bile bile öykü, novella ve roman konusunda rakamsal ayr�m�n nas�l i�ledi�ini belirtmekte ya-rar var. Öykü, en fazla 20 bin kelime; roman, en az 50 bin kelime; novella ise bu ikisi aras�nda bir yerde duran bir tür olarak de�erlendiriliyor. The Science Fiction and Fantasy Writers of Ameri-ca Nebula Awards ü�enmeyip novella-n�n 17.500 ile 40.000 kelime aras� olma-s� gerekti�ine karar vermi�, Encyclope-dia of Literature in Canada için ise bu ra-kam 15–50 bin aras�nda.

‘OKUMASI B�R DVD �ZLEMEK KADAR VAK�T ALAN ROMANLAR’Novellaya olan ilgi bununla s�n�rl� de-�il. Londra’da kendini sadece bu türe adam�� çiçe�i burnunda bir yay�nc� var. Peirene Press adl� yay�nevi sade-

ce 200 sayfay� a�mayan (kendi deyi�le-riyle, okumas� bir DVD izlemek kadar vakit alan) kitaplar yay�ml�yor. Peirene özellikle günümüz Avrupal� yazarlar�-n�n �ngilizceye çevrilmi� ‘novella’lar�na odaklanan butik bir yay�nevi.

Yak�n zamanda ya�anan bir ba�-ka tart��ma ise Julian Barnes’�n Bo-oker Ödülü’ne de�er görülen kita-b� The Sense of an Ending hakk�nday-d�. 176 sayfa olan kitap bir anda “no-vella”, “short novel” (k�sa roman) tar-t��mas�n� ba�latm��t�. Kimi ele�tirmen-ler kitap iyiyse novella veya k�sa roman diye ayr�m yapman�n anlams�z oldu�u-nu söyledi. Hemen hat�rlatal�m, Pene-lope Fitzgerald’�n 1979’da kaleme ald�-�� Offshore adl� 144 sayfal�k eseri Boo-ker Ödülü’nü alan en k�sa roman ola-rak tarihe geçmi�. Asl�nda bu tart��ma-lara hak verdirecek bir gerekçe var di-yebiliriz, zira The Man Booker Prize ve Orange edebiyat ödüllerinin �artname-sinde �öyle ‘garip’ bir tan�mlama yer al�yor: “Best, eligible full-length novel” (en iyi, uygun nitelikte, tam uzunlukta roman). Ele�tirmenleri ve kimi yazar-lar� harekete geçiren bu ibarenin tam olarak ne anlama geldi�ini kestirmek zor, haliyle bu tan�m biraz kafa kar��-t�r�c� oluyor.

Bütün bu geli�melerden sonra, �öy-le bir tablo beliriveriyor. Bir yanda en az 400 sayfal�k ve sayfa say�lar� gitgide artan romanlar, di�er tarafta ise novel-laya (k�sa roman) olan ilgi. Günümüz-de internet payla��m siteleri ve günlük ko�turmacan�n h�z kazanmas�, edebi-yat okurunun k�sa türlere yönelmesin-deki temel etken olarak gösteriliyor. Öte yandan, bu iki manzara kar��s�nda baz� sorular akla geliyor: Bir yazar, ro-man�n� bitirmenin vakti geldi�ine nas�l karar verir? Okur al��kanl�klar�n� belir-leyen yeni �artlar edebi türlerin hacim-leri konusunda da belirleyici olacak m�? Bir edebiyat eserinin okuru dönü�tür-mesi kadar, okurun al��kanl�klar�n�n ve beklentilerinin edebiyat� dönü�türme gücü var m� ve bunun s�n�rlar� neler?

‘TÜR, OKURDA BELL� BEKLENT�LER UYANDIRAN KOD Ö�ED�R’Alman kuramc� Wolfgang Iser, “Tür, okurda belli beklentiler uyand�ran kod ö�edir.” der. Roman türünün okur-da uyand�rd��� beklentiler, içine çekti-�i dünya, her okur için ki�isel bir tec-rübedir. Okurun roman türü hakk�n-daki bilgisi, deneyimi baz� beklentile-ri do�urur. Roland Barthes, “Jules Ver-ne okurken h�zl� giderim,” der ve ekler “Öteki okuma biçimi, hiçbir �eyi atla-

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI KAPAK

8

Bir roman nerede biter?

U

Bir yazar, roman�n� bitirmenin vaktinin geldi�ine nas�l karar verir? Okur al��kanl�klar�n� belirleyen yeni �artlar edebi türlerin hacimleri konusunda da belirleyici olacak m�? Bir edebiyat eserinin okuru dönü�türmesi kadar, okurun al��kanl�klar�n�n ve beklentilerinin edebiyat� dönü�türme gücü var m� ve bunun s�n�rlar� neler? Bu sorulara cevap arad�k.

Haruki Murakami

Roberto Bolaño

Page 9: Kitap  Zamanı

maz: A��rd�r, metne yap���r, ba�ka bir deyi�le, kendini vererek ve iyice kap�la-rak okur, metnin noktas�nda dili bölen ba�lant�s�zl�klar� kavrar ama hikâyeyi kavramaz.”

DÜ�ÜNCEL� ROMANCI MURAKAM�Okurun al��kanl�klar�n�, beklentileri-ni �ekillendiren bu etkenlere bizi çe-peçevre ku�atan dijital ça��n uçsuz bu-caks�zl���n�, günlük hayat�n gittikçe h�zlanmas�yla ya�anan tela�� eklemek mümkün. Tekrar Murakami’ye döner-sek… “Dü�ünceli romanc�” romanla-r�n�n ‘a��rl���n�n’ fark�nda asl�nda. Pa-ris Review’da yay�mlanan söyle�isinde romanlar�n�n kal�nca olmas�n� ve cilt-ler halinde yay�mlanmas�n� �öyle anla-t�yor: “Japonya’da pek çok okurum ro-manlar�m� evle i� aras�ndaki tren yol-culu�u esnas�nda okuyor. Çal��anlar�n ço�u, ortalama iki saatlik bu yolculuk-lar�n� kitap okumakla geçiriyor. Tek cilt çok a��r olur; bu yüzden kitaplar�m iki cilt halinde yay�mlan�yor. (…) Uzun ro-man yazmak, hayatta kalma e�itimi gi-bidir. Fiziksel güç, sanatsal duyarl�l�k kadar gereklidir.”

Murakami’nin trende yolculuk eden okurlar�n� gözetip i�lerini kolay-la�t�rmas� gibi, yazarlar�n romanlar�n� yazma sürecinde okurun al��kanl�k-lar�n� az da olsa gözetti�ini söylemek mümkün mü, yoksa yazar i�in özne-si olarak istedi�i uzunlukta yazmak-la m� sorumludur? Ku�kusuz bir ya-zar için roman� bitirmek sanc�l� bir sü-reçtir, ta�lar�n yerli yerine oturdu�u-nu hissetmek, romana noktay� koy-mak zordur. Sarkac�n öte taraf�nda yer alan ve bu yaz�lanlar�n muhatab� olan okurun konumu da haliyle önem ta��-yor. Özellikle teknolojinin gittikçe içi-mize s�zd���, Twitter öykücülü�ü gibi yeni yaz�m türlerinin icat oldu�u di-jital ça�da, okur bu uzunca romanla-ra ne kadar vakit ay�rabiliyor? Bunun yan� s�ra sayfa gibi � ziksel bir nesne-nin, metni k�rpma tela��n�n olmad�-�� ve kitaplar�n ‘megabayt’larla ifade edildi�i bir süreçle kar�� kar��yay�z.

B�LG�Y� ALIMLAMA �EKL� DE����YORAlberto Manguel, insanlar�n merak et-ti�i ve bazen de korktuklar� �eyin, tek-nolojinin bilgiyi al�mlama �eklimizi, anlat�y� alg�lay���m�z� de�i�tirmesi ol-du�unu söyler ve anlat�ya gösterilen dikkatin süresini dahi de�i�tirerek oku-may� ve böylece yazmay� da etkileyebi-lece�inden söz eder. Hakl� bir korkuya de�inen Manguel �öyle devam ediyor:

“Bir yandan yeni teknoloji, özellikle de � nansal nedenlerle bize bu kadar çok dayat�lan elektronik teknoloji, müm-kün olan yegâne ileti�im biçiminin yü-zeysel, k�sa ve kolay oldu�una ve ba�-ka her �eyin elenmesi gerekti�ine inan-maya yönlendirebilir bizi.”

Yine kitaplara ve al��kanl�klara dair bir ba�ka geli�me ya�and� geçti�imiz haftalarda. �ngiltere’nin en büyük ki-tapç�lar�ndan Waterstones, elektronik kitaplar�n önlenemez yükseli�ine ka-y�ts�z kalamay�p online kitap sat�� devi Amazon ile i�birli�ine gitti. 30 y�ld�r �ngiltere’nin pek çok �ehrinde �ube-

si olan Waterstone, elektronik kitap ve e-kitap okuma cihaz� sat���na ba�laya-ca��n� ‘resmen’ duyurdu. Elektronik ki-tap ile bas�l� kitab� bir rafta bulu�turan bu geli�me kar��s�nda Philip Roth’un kehanetinden söz etmek laz�m. Geç-ti�imiz y�llarda bir söyle�isinde roma-na 25 y�l ömür biçen Roth roman oku-ma eyleminin kendisinin bir külte dö-nü�ece�ini ve roman okurlar�n�n, bu-gün �iir okuyan insanlar gibi bir az�nl�k olaca��n� söylemi�ti. Bas�l� ka��d�n or-tadan kalk�p kitab�n nesne olarak öle-ce�ini söyleyen Roth �öyle diyordu “Bir roman okumak belli bir odaklanma

ve konsantrasyon gerektirir. Okuma-ya kendinizi adaman�z gereklidir. Böy-le bir konsantrasyona günümüzde çok say�da insanda rastlamak güç.”

‘YAZILAN ESERLER�N KOYDU�U SINIRLAR �Ç�NDES�N�Z’Bir roman�n edebi niteli�ini sayfa sa-y�s�n�n belirlemedi�ine ku�ku yok. Bir tarafta Sava� ve Bar�� (1.400 kü-sur sayfa), Anna Karenina (800 küsur sayfa), Karamazov Karde�ler (1.000 kü-sur sayfa), Kay�p Zaman�n �zinde (7 cilt ile toplam 4.000 küsur sayfa olan ki-tap, edebiyat tarihinin en uzun roma-n� olarak kay�tlara geçmi� durumda) gibi yüzlerce sayfay� geçen romanlar; öte tarafta Venedik’te Ölüm (109 say-fa), Ya�l� Adam ve Deniz (136 sayfa), Hayvan Çiftli�i (160 sayfa), Yeralt�ndan Notlar (160 sayfa), Katip Bartleby (63 sayfa), Karanl���n Yüre�i (184 sayfa), Muhte�em Gatsby (180 sayfa) gibi çok da uzun olmayan kitaplar var edebi-yat tarihinde. Her iki tarafta yer alan örnekler art�k edebiyat�n klasikle�en eserleri aras�nda, Calvino’nun me�hur makalesinde dedi�i gibi, “Haklar�nda asla ‘okuyorum’ sözünü de�il, genel-likle ‘yeniden okuyorum’ sözünü i�it-ti�imiz kitaplard�r.”

Roman okuman�n ve yazman�n ta-mamen ki�iye özgü bir ‘hal’ oldu�u su götürmez bir gerçek. Ancak her devrin kendine özgü bir anlay���, alg�s� oldu-�unu kabul etmek gerek. Her yazar�n da roman�n� yazarken ya�ad�klar�, al��-kanl�klar� kendine özgü ama bazen bir-tak�m etkenlere maruz kalabilir. Yaza-r�n yazma ile imtihan�n� gözler önüne seren pek çok örnek var. Mesela, Er-nest Hemingway k�sac�k kitab� Ya�-l� Adam ve Deniz’in bin sayfadan daha uzun olabilece�ini söyler. Hatta bunun mükemmel bir biçimde yap�labilece�i üzerinde durur, ama Hemingway’i tüm bunlardan al�koyan bir �ey vard�r, ‘s�-n�r’: “Edebiyatta o zamana kadar yaz�-l�p takdir görmü� eserlerin koydu�u s�-n�rlar içindesiniz.”

Kayb�n Türküsü (440 sayfa) adl� roman�yla 2006 The Man Booker Ödülü’nü alan Kiran Desai’nin roma-n�nda, “Sai, bir yerde kesilmesi gereken hikâyeleri biliyordu.” �eklinde bir cüm-le geçer. Desai ile yapt���m�z söyle�ide “Roman�n�z� bitirmenizin vakti geldi�i-ne nas�l karar veriyorsunuz?” sorusuna Desai, “Bu çok zor bir karar. Yazaca��m bir cümlenin ya da paragraf�n dengeyi bozaca��n� hissetti�im zaman roman� bitiriyorum.” cevab�n� vermi�ti.

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI KAPAK

9

Jonathan Franzen

TolstoyMarcel ProustDostoyevski

Page 10: Kitap  Zamanı

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI KAPAK

10

“Bir kitab�n hepsini anlamak zorunda de�ilsiniz, genel olarak anlay�n yeter.” diye sal�k veren Orhan Pamuk, Masumi-yet Müzesi’ni nas�l ‘k�rpt���n�’ �öyle anla-t�r: “Konu a�k olunca insanlar daha he-vesli oluyor diye dü�ünüyorum. (...) Ki-tap asl�nda çok uzun oldu, 700 sayfa fa-lan. Sonunda birazc�k k�rpt�m. Her kita-b�mda yapar�m, bu kitapta çok da yap-mad�m. Kestim ama gene de bu sayfada kald�. Ben uzun yazan bir yazar�m.”

Bir ba�ka örnek ise Murathan Mun-gan. Yazar, geçti�imiz y�l yay�mla-nan ve 15 y�lda bitirdi�i, hayat�m�n ki-tab� dedi�i �airin Roman�’n� yay�nc�s�-n�n yard�m�yla biraz k�saltt���n� söyle-mi� ve okurdan sab�r dilemi�ti bir an-lamda: “Bu kitap için bir 100 sayfa sab-retsinler. Hâlâ devam etmiyorlarsa art�k benim de yapaca��m bir �ey yok... Ben bunu okurlardan talep ederken ‘Bak�n ben 592 sayfal�k roman yazd�m ama bunu okuman�z� bir 30 y�l�n hat�r� u�-

runa talep ediyorum, ikincisi de be� yüz sayfa okuyorsunuz ama bo� �eyler oku-muyorsunuz. Arkas�nda 15 senelik ya-rat�m süreci olan bir kitab�n her sayfa-s� size dolu dolu bir �ey ya�atacak. Ha senin buna niyetli olup olmaman se-nin bilece�in �ey.’ diyorum.” Marquez de uzun yazma konusunda biraz muz-darip, Küba ile ilgili yazd��� bir roman�-n�n yazma sürecini bak�n nas�l anlat�-yor: “Kitap �u anda öyle bir a�amada ki, kolay, oldukça k�sa bir gazete yaz�s� ola-cak derken �imdi çok uzun ve karma��k bir kitap olmaya do�ru ilerliyor. Ancak bunun bir önemi yok, çünkü benim bü-tün kitaplar�m böyle ortaya ç�kt�.”

UZUN ROMANLARIN STOCKHOLM SENDROMUHem okurun hem de yazar�n uzun ro-manla imtihan� ki�isel bir tecrübe. Bir taraftan E.M. Forster, “Uzun kitaplar genellikle fazlaca övülür, çünkü hem okuyucu hem de yazar kar��s�ndakinin vaktini bo�a harcamad���na ikna etmek ister.” derken, öte tarafta yazar Mark O’Connell bir makalesinde uzun ro-manlar�n cazibesinden söz edip buna “uzun romanlar�n Stockholm sendro-mu” ad�n� verir ve bu kitaplar� yar�da b�rakmay� Everest’e t�rmanmay� amaç-lam�� birinin mesafeyi yar�lad�ktan son-ra geri dönmesine benzetir. Burada he-men Kafka’y� anal�m. Kafka yazar�n belli bir noktadan sonra eserini herhan-gi bir zamanda, herhangi bir cümleyle bitirebilece�inden söz eder. Kafka’n�n bu bahsi bir yazar için zorlu bir sü-reç olsa gerek. Peki Roland Barthes’�n, “Yazar�n Ölümü” ba�l�kl� yaz�s�ndaki �u sözlerini nereye oturtmal�: “Bir me-tin, birçok kültürden al�nan ve kar��l�kl� diyalog, parodi, yar��ma ba��nt�s� içine giren ço�ul yaz�lardan olu�ur. Ama bu ço�ullu�un odakland��� bir yer vard�r, bu da bugüne kadar san�ld��� gibi yazar de�il, okurdur.”

Bir roman�n edebi özelli�ini say-fa say�s�n�n belirlemedi�i kesin bir ger-çek. Bir tarafta okur al��kanl�klar�n�, öte tarafta yazar�n yazd��� metin ile imti-han�n� da gözden kaç�rmamak laz�m. Söz konusu bütün geli�meler, tart��ma-lar bir yana, Paul Auster roman sana-t� konusundaki �u sözlerinde hakl� gali-ba: “Roman öylesine esnek bir form ki, örne�in sone formuna hiç benzemiyor. Sabit bir formu yok. Onunla istedi�ini-zi yapabilirsiniz. Kitab�n iki kapa�� ara-s�nda her �ey serbest, roman sanat�n�n kurallar� yok. Ben roman sanat�n�n bu yüzden sürekli olarak kendini yeniden icat etti�ini dü�ünüyorum. Toplum da sürekli olarak kendini yeniden icat etme ihtiyac� duyuyor.”

Mehmet Ero�lu

Murathan Mungan

SEL�M �LER�:“Bir yazar olarak, roman�n�z� bitirme vaktinin geldi�ine nas�l karar veriyor-sunuz? Okur al��kanl�klar�n� belirleyen yeni �artlar edebi türlerin hacimleri ko-nusunda da belirleyici olacak m� sizce?”Okurun talepleri aç�s�ndan bakt���m�z vakit böylesi bir sorun hiç ya�amad�m. Çünkü okura tabii ki sayg�m var ama insan yazd��� roman�n kendi bütünlü-�ünün noktaland��� ana kadar onu bi-tirmekle yükümlü diye dü�ünüyorum. Okurun talepleri var m�d�r? Yok mu-dur? Kendi aç�mdan hiçbir zaman göz önünde tutamam. Ama gerçekten de bizde olsun, dünyada olsun k�sa ya-zarsan daha çok okunur falan gibi bir-tak�m edebiyat d��� ölçütler de ne ya-z�k ki söz konusudur. Ben dünyada ar-t�k çok okunanlar� roman veya edebi-yat�n içinde saymad���mdan nas�l bir noktaya gidilece�ini kestiremiyorum. Ama has edebiyat, öz edebiyat aç�s�n-dan bakarsak, bir roman�n uzunlu�u, k�sal��� mutlak suretle onun kendi iç-yap�s� mimarisi ile ilintilidir ve o çerçe-ve içerisinde de�erlendirilmelidir diye dü�ünüyorum.

Çok satanlar� roman olarak de�er-lendirmedi�inizi söylediniz ama, uzun romana bak���n�z nas�l?

Uzun da olabilir bir roman k�sa da... Bin sayfa da olabilir, bugün hâlâ Sava� ve Bar�� onca sayfas�yla dün-

ya roman�n�n klasiklerinden biridir ve yar�n da öyle bir klasik olarak ka-lacakt�r. Ama ayn� �ekilde, Thomas Mann’�n Venedik’te Ölüm’ü de ner-deyse yüz sayfa civar� bir romand�r, o da yar�n, ne kadar novellad�r de-sek önemli bir roman olarak kala-cakt�r. Bizim edebiyat�m�zdan, Or-han Kemal’in Küçücük adl� bir ese-ri vard�r, dört dörtlük bir romand�r ama toplasan�z yüz sayfan�n çerçe-vesi içersindedir. Yani bu roman�n uzun k�sa diye bir ölçümü olabilece-�ini pek dü�ünmüyorum.

Peki, roman yazmaya ba�lad���n�z-da bahsetti�iniz kurgu ve mimari, en ba�ta roman�n uzunlu�unu veya k�sa-l���n� belirliyor mu? Yoksa bir süreç içe-risinde mi belli oluyor?

Çok güzel bir soru. Yani asl�nda, her yazarda belki de�i�ir ama bende sezgi olarak ba�lang�çta onun yakla-��k kaç sayfa olaca��na dair bir sez-gi vard�r.

Tüm yap�ta�lar�, ara sokaklar�n� belirliyor yani...

Evet. Yani bunu bütün �eyini his-setmeden zaten yazmaya ba�lamaz-s�n�z, bütün atmosferini hissetme-den. Orada belki çok �ey yazd�kça de�i�ir ama yine de o atmosferin ne kadar bir alan� kaplad���n� bir yazar, geni� olarak muhakkak ki bilir.

‘K�sal�k-uzunluk gibi edebiyat d��� ölçütler ne yaz�k ki söz konusu’

Page 11: Kitap  Zamanı
Page 12: Kitap  Zamanı

�BRAH�M YILDIRIM: Ba�tan söyleyeyim: Ben, düzyaz� türleri ile ilgili tan�mlar�n k�sa-l�k- uzunluk veya sayfa say�lar� esas al�-narak yap�lmas�n� do�ru bulmuyorum. Çünkü baz� çok uzun metinlere roman denemeyece�i gibi, kimi zaman k�sa-c�k bir kitap, roman türünün -be�e-nin ya da be�enmeyin-bütün derinli�ini yans�t�r. Örne�in, Anayurt Oteli en faz-la on be� bin kelimedir, ama ona ne k�sa roman ne de novella diyebiliriz. Bu ro-man, k�sa, dolay�s�yla nispeten ucuz ol-du�u için belki biraz fazla sat�l�yordur; ama ben, iyi edebiyat okurlar�n�n Ana-yurt Oteli’ni k�sa ve ucuz oldu�u için al-d���n� hiç sanm�yorum. Öte yandan or-talama okurlar, Körle�me’yi fazla uzun oldu�u için almayabilirler.

Acaba günlük ko�turmacan�n h�-z�na kap�lm�� s�radan okur, k�sa diye Venedik’te Ölüm’e, Mrs. Stone’un Roma Bahar�’na ya da Beckett’in uzun öykü-lerine yönelecek midir?

Pek sanm�yorum, ama Amerika’da madem böyle bir e�ilim var, bekleyelim, ülkemizde neler olacak görelim…

Do�ru bulmad���m bir ba�ka husus da roman�n çe�itli dönemlerde spekü-lasyonlara maruz kalmas�, hatta çok iyi bildi�imiz nedenlerden dolay� konu-nun pazarlama ileti�imi terimleriyle tar-t���l�r olmas�d�r. Bu üzücü durum, günde

be� roman yaz�lan bir ülke oldu�umuz-dan, ileride daha da derinle�ecek, rek-lam jargonuyla söyleyecek olursam, he-def kitle-tüketici ba�lam�nda kanl� reka-betler ya�anacak; olan yine edebî roma-na olacakt�r.

Okur al��kanl�klar�n� belirleyen yeni �artlar konusunda ise ben, günlük haya-t�n h�z�ndan çok, internet payla��m site-lerinin zaman�n ço�unu çarçur etmesini önemsiyorum. Bu kuyuya yakas�n� paça-s�n� kapt�ran ortalama ve s�radan okura uygun stratejiler, taktikler, ürünler geli�-tirilmi�tir zaten: Böyle kitaplar�n her gün bir yenisi yay�mlan�yor, çok da sat�l�yor. Bunlar�n baz�lar� oldukça hacimlidir, ba-z�lar� incedir, ama bu kitaplar ne roman ne de novellad�r: Okunurlar tüketilirler, terk edilirler. Hepsi bu!

Bir roman� nas�l bitirece�ime gelin-ce, bu konuda “ben karar vermem, ro-man karar verir” diyecek de�ilim. Çünkü genel anlamda yazma -yani benim için do�rudan do�ruya roman olu�turma ça-l��mas�- eylem halindeki ak�ld�r. ��te bu ak�l, zaman� gelince eylemine son verir. Bazen ç�kmaza girip erteler, deri de�i�-tirip yeni bir metne yönelir, ama bir iki y�l sonra geri döner. Bazen s�k�l�r, bazen yorulur; ara verir… K�sacas� ne yapaca-�� önceden kestirilemeyen romanc� akl�, romanc� eylemi benimki!

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI KAPAK

AYFER TUNÇ: Bana kal�rsa konuya, ceva-b�n� bilsek de “edebiyat yap�tlar� ne za-mand�r okurlar�n arzusuna göre biçim-lendirilir oldu?” diye sorarak ba�lamal�. Ortada ayn� kap�ya ç�kan iki cevap var. Birincisi popüler edebiyat ürünleri ula�-t�klar� okur miktar�n� gerekçe göstere-rek nitelikli edebiyat alan�ndan itibar ta-lep etmeye ba�lad���ndan beri. �kinci-si de edebiyat hakiki de�erini kaybedip “market ürünü” oldu�undan beri. Benim için nitelikli edebiyat dedi-�imiz alan�n içinde bulunan her türlü sanatsal üretimin uzunlu�unun, sayfa say�s�n�n tart���lmas� en ha� f deyimle saçma. Hatta bu tür tart��malar�n ede-biyatç�lar taraf�ndan ciddiye al�nmas�-n�n nitelikli edebiyat�n uzunca bir sü-redir ya�ad��� de�er a��nmas�na katk�-da bulundu�u kan�s�nday�m. Öte yan-dan içinde bulundu�umuz h�z ça�� az bulunur bir paradoks sunuyor bize. Bu ça� zaman� çarçur etmek için üretti�i oyuncaklar�n çoklu�u ile dikkati çeki-yor, ama ayn� zamanda herkes zama-n�n yetmedi�inden �ikayet ediyor. Ni-telikli edebiyat tam da bu çeli�ki ala-n�nda serpiliyor ve kaç�n�lmaz olarak kar��m�za k�sa m� olmal� uzun mu tar-t��mas� ç�k�yor. Bu sorular kültür-sanat pazar�n�n yan aktörlerinden geliyorsa sorun yok, onlar�n i�leri bu, ama ede-biyatç�lar bunu dert edinmemeli. Yazd���m metnin ne zaman bitmesi gerekti�ine nas�l karar verdi�imi aç�kla-yam�yorum. Bir his olu�uyor, metin daha fazla sözcük kald�rmaz oluyor, sanki bir cümle daha eklense k�vam� kaçacak. O zaman bitmesi gerekiyor. Mesela be� yüz küsur sayfa olan roman�m Bir Deli-ler Evinin Yalan Yanl�� Anlat�lan K�sa Ta-rihi üç bin sayfa da olabilirdi, ömrümce onu yazabilirdim. Bitirmeye karar verir-ken kendimi okurun yerine koymad�m, bundan sonras�n�n metne bir yorgunluk verece�ini hissetti�im için bitirdim. Bu meselenin beni üzen ba�ka bir taraf� da var. S�rf uzun diye kaliteli ya-p�tlara nitelikli okurlar�n ula�amama-s�. Macar romanc� Peter Nada�’�n Paral-lel Stories adl� roman� Türkçede hiç ya-y�nlammayacak, çünkü büyük boy 1133 sayfa, al���k oldu�umuz boyutlara ta-��nd���nda 1800 civar�. Oysa ça��m�-z�n bu büyük romanc�s� ortalama oku-run market taraf�ndan çok de�erli bulu-nan “okuma al��kanl�klar�” istatistikleri-ne kurban gitmemeli. Haruki Muraka-mi Türkiye’de önceden tan�nm��, sevi-len bir yazar olmasayd� emin olun son roman�n� kimse basmaya yana�mazd�.

“Edebiyatç�lar bunu dert edinmemeli” “Bekleyelim, neler olacak görelim...”

12

Page 13: Kitap  Zamanı

13

LEYLA �PEKÇ�: Okur al��kan-l�klar�na büyük ölçüde bu-günün ruhuyla ba�lant�-l� olarak bak�l�yor. Do�ald�r. Her �eyin h�zland���, yüzey-de seyretti�i, k�sal�p azald�-��, durmaks�z�n eksildi�i ve vaktin darla�t��� bir zaman-da, elbette ‘kalem’ de o rit-me uygun biçimde inip kal-kacakt�r. Kalem de çoktan metafor oldu zaten. Dönemin dinamik-lerinden ve toplumsal dönü�üm h�z�n�n niteliklerinden ba��ms�z de�ildir tabii ki yazar; e�er ‘daha k�sa’ romanlar yazma-ya e�ilim gösteriyorsa... Bunda bir sahici-lik bulurum. Ama bunu hesaplayarak ya-p�yorsa, bu benim yakla��m�m olmamak-la birlikte yine anlar�m. Kendini hesapl� kitapl� biçimde s�n�rlamak, ifadede derin-le�meyi de getirebilir.

Öte yandan yazd�klar�n�z, kitap k�l���-na bürünmü�, paketlenip barkodlanm�� bir ürün de�ildir. Bir imkând�r, bir vaattir sa-dece. Henüz somut bir kitap olup olmaya-ca�� bilinemez yazarken. Kâinat kitab�ndan yazar�n sayfalar�na ne dü�ece�i meçhul-dür. Bu durumda, sosyolojik olarak yazar�n okur e�ilimlerine uygun dü�erek yazmas� ola�an olarak yorumlanabilir. Fakat felse�

olarak çok anlaml� de�il bence.Hayat h�zlan�p eksildikçe,

roman hayattaki eksikli�i ka-patma aray���yla giderek uza-maya, kal�nla�maya ba�layabi-lir. Roman, bu dar vakitte ken-dine –ve okura- çok daha geni� ve bereketli vakitler açma ihti-yac� duyabilir. Dünyan�n kalp at��lar� h�zland�kça, iç dünya-n�n ald��� nefes derinle�iyor

çünkü galiba. Yazarak hayat�n yetersizli�i-ni kapatma, tamamlama beklentisi art�yor. Böyle de olabiliyor yani.

Kalem, zaman�ndan ve mekân�ndan ta�ar, ç�kar gider. An’�n sonsuzlu�una aç�l�r. Geri döner, ba�ka yere yazar, siler, döner, çizer, yazar. Hayat�n ak���ndan çok daha helezonik bir ekseni var. Ne kadar yazaca��n�, ne kadar silece�ini kim bilebilir önceden... Üretim süreci s�rl� bir süreç. Bin sayfa da yazabilirsiniz. Bazen yüz bin ki�i okur, bazen bir ki�i. Ve bunu belirleyen, toplumsal e�ilimlerin ötesin-dedir her zaman.

Roman�m�n bitme vakti geldi�ine karar verdi�imde (ki çok uzun süreçlere dayana-rak roman yazan biriyim) �unu da sorar�m: Bu karar� veren ben miyimdir? ‘Kalemi tu-tan el’i yazan ‘kalemi tutan’ bilir as�l!

SADIK YALSIZUÇANLAR: K�sa, küçürek öyküden, uzun hikâyelere, serbest anlat�lar-dan romana kadar pek çok türde yaz�yorum. Hep söy-leyegeldim, ‘tür’ler aras�nda geçi�ken s�n�rlar vard�r. Ay-r�ca “eser, kuraldan önce ge-lir”. Ne var ki tuhaf bir geli�-me gözlüyoruz. Bir yandan modernlik sonras� ya�am�n gittikçe ivmelenen gündelik ya�am� içe-risinde ‘okumaya vakit bulamayan’ oku-run da isterleri do�rultusunda veya haya-t�n aynas� olan sanata bu yeni durumun yans�mas� �eklinde, hikâyeler, romanlar k�sal�yor; di�er yandan bin küsur sayfal�k, üç-dört ciltlik devasa romanlar yaz�l�yor. Demek ki yine ya�am galip geliyor.

Okumaya f�rsat� ve takati olmayanlar için, ya�am�n o ivmelenmi�, ritmi süratlen-mi� yan�n� yans�tan k�sa anlat�lar beliriyor. Ama insano�lunun ‘dramaya ihtiyac�’na cevap veren ve bütünü ayr�nt�larda görmek isteyenler, daha analitik ve sosyolojik ba-

kanlar için oylumlu hikâyeler de yaz�l�yor. Bu da bir tecelli diye dü�ünüyorum.

Olan�n nesnel nedenle-ri ve �artlar� vard�r ama son kertede onu da belirleyen bir “üst kader” vard�r. Dolay�s�y-la bu tür çe�itlenmeleri, arif-�airin, “cümbü�ü gösterensin �ekl ü hayal içinde” dizesiyle anla(mland�r)mak gerekir. Ro-

man, ba�lang�çta, ‘burjuvazi’yi anlatmak üzre do�mu�tu, derler. Oysa �imdi durum o kadar çe�itlenmi�/zenginle�mi� ki, haya-t�n en kaotik yanlar�ndan tutunuz, en süku-net dolu anlar�na kadar her �eyi yans�tma iddias� ve istidad�nda…

Bunda okur beklentilerinin, �artlar�n da etkileyici/de�erleyici i�levi var. Bu yüz-den k�sa/küçürek dedikleri bir öykü tarz� da yayg�nla��yor. Gerçi bizim kadim ede-biyat�m�zda bu vard� ama modern dö-nemde yayg�nla�t�. Türler aras�ndaki ge-çi�genlikten de ara türler veya yeni türler beliriyor, belirecektir.

“Eser kuraldan önce gelir”

“Kendini s�n�rlamak, ifadede derinle�meyi de getirebilir”

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI KAPAK

Yazarın diğer kitapları:

Page 14: Kitap  Zamanı

A. ESRA YALAZAN

azarlar�n, sanatç�lar�n, bi-lim insanlar�n�n an�s�na sunu-

lan kitaplar�n içeri�i ne olursa olsun haz�rl�k süreci kolay de�il-

dir. Editörler söz konusu seçkiyi haz�r-larken, katk�da bulunanlardan ‘ona’ dair hat�ralar�n� anlatarak o ki�iyle bir dü�ün-sel ve duygusal bir ba� kurmalar�n� ister-ler. Onun mesleki duru�una dair bilgi, yaz�, makale vs. sonra gelir. Bu yakla��m okura o ki�iyi hat�rlatarak insani bir ili�-ki kurmay� sa�lar belki ama baz� talihsiz örneklerde oldu�u gibi sadece hat�rattan ibaret kalma tehlikesi de vard�r. Stefano Yerasimos için tasarlanan Bir Allame-i Cihan’� yay�na haz�rlayan edi-törler (Edhem Eldem, Aksel Tibet, Ersu Pekin, Ça�atay Anadol) böylesine ge-ni� bir ilgi ve çal��ma alan�n�n içinde do-la�an biri için isim bulmakta zorland�k-lar�n� söylüyorlar. Bir okur olarak çarp�-c� buldu�um kitab�n ismi asl�nda içeri�i-ni de az çok belli ediyor: “..Yerasimos’u bir alan�, bir dönemi veya bir co�rafyay� tarif etmeyi iddia eden bir ibarenin içi-ne hapsetmenin ne kadar abes olaca�� a�ikard�. Üretim ile geçmi� olan bu ha-yata geri dönüp bak�ld���nda bütün bu olgular�n toplanabilece�i ve indirgene-bilece�i asgari mü�tere�in bilgi oldu-�unun fark�na vard���m�zda, olabile-cek en gerçekçi tari� n eski ‘allame’ ke-limesinde gizli oldu�unu dü�ündük”.

M�MAR, �EH�RC�, TAR�HÇ�Bu aç�klamadan hareketle, herhalde esas soru, hayat�n� merak ederek ara�-t�rmaya, üretmeye, birbirine benzeme-yen disiplinler aras�nda köprüler kurma-ya adam�� bir mimar, �ehirci, Bizans ve Osmanl� tarihçisi, jeopolitik uzman� ve dü�ünür Yerasimos için haz�rlanacak ki-taba dâhil edilecek makale konular�n�n ne olaca��yd� san�r�m. Do�rusu böylesi-ne çok yönlü bir ara�t�rmac� için seçim yapmak pek kolay de�il. Onu anlatan editörlerin, güncel olandan, gerçekler-den ve hayat�n dinamiklerinden kopma-dan içini bilimsel yöntemlerle doldurdu-�u alanlar� okurken, onu tan�m�� olma-y� istedim. Mimarl�ktan tarihe, seyahat-namelerden kent tarihine, halk efsane-lerinden yemek ve mutfak tarihine, mil-liyetçilikten harp tarihine kadar uzanan geni� bir kültür co�rafyas�ndan bahsedi-liyor. Bu, emekle, sevgiyle ku�at�lm�� bir adanm��l�k gerektirir. �ki cilt halinde yay�mlanan kitap, hem akademik dünyan�n hem de s�radan oku-run ilgisini çekebilecek niteli�e sahip. Sa-dece yazarlar ve seçilen temalar itibar�y-la de�il. Geni� bir yelpazede dola�an ma-

kalelerin sonlar�nda yer alan notlar ve kaynakçalar da ilgili alanlarda çal��anlar için önemli bir kaynak olu�turuyor. Ama bence böyle hacimli bir seçki için daha da önemli olan ölçü, okura meselesini nas�l aktard���, zira bu türden makaleleri oku-namaz k�lan sorun, genellikle akademik üslubun ve kavramlar�n içinde bo�ulup kaybolmak olarak tezahür eder. Özellikle ilgimi çeken, merak etti�im ba�l�klar� s�k�lmadan, meraklar�m� da gi-dererek okudu�umu söyleyebilirim. Me-sela Herkül Millas, “Bizi �yi Bilirdi… Sait Faik ve Rum/Yunan �maj�” isimli maka-lesinde, yazar�n tüm eserlerinden al�n-t�lar yaparak onun hayat� boyunca ya-�ad��� adada Rumlara bak���n� inceli-yor. Mesleklerini, geleneklerin kökenini, özelliklerini, yazar�n çok yanl� yakla��-m�ndaki ‘hudutsuzlu�unu’ farkl� ba�l�k-larla anlatt�ktan sonra Yerasimos’un çok boyutlu dünyas�yla incelikli bir paralellik kurdu�unu dü�ündürdü bana: “Çevresi-ni böylesine bir gerçeklikle ele alm�� her yazar, ‘imaj’ de�il, ya�am�n kendisini çi-

zer. S. Faik’te gerçekten de, patrondan yoksul sat�c�ya, feylesof papazdan �oven ulusçuya, en namuslu kabaday�dan en iki yüzlü gence kadar her insan� göster-di�inden, sonunda yap�t�nda gerçe�in karma��kl���n� ve çok yanl�l���n� görüyo-ruz. Tek bir ‘tip’ türü ya da ayn� e�ilimle-ri gösteren gruplar yaratmam��t�r”. Her-kül Millas bu yaz�yla Sait Faik’e candan bir ‘kalinihta’ derken, Nora �eni’nin ön-sözde “Kozmopolit Bir Alim” ba�l���yla anlatt��� Yerasimos’u da hakk�yla anm��.

NEDEN KÜTÜPHANEDE BULUNMALI?Ya�ad��� �ehri, co�rafyay�, kendisine mi-ras b�rak�lan kadim kültürü merak eden okur, iz b�rakacak bilgi k�r�nt�lar�n� ha-f�zas�nda biriktirerek okuyacakt�r bu ki-tab�. Bir zamanlar Osmanl� olan �ehrin sokaklar�nda dola�mak, o lezzeti, koku-yu, mimari esteti�i, sesleri, müzi�i anla-mak için seçilen bir yaz� bir gün mutla-ka kendisini hissettirecektir. Jean-Louis Baque-Gaumont’nun “16. ve 17. Yüz-y�llar�n Üsküdar’�na Bak��” ba�l�kl� ya-

z�s�nda söz verdi�i seyyahlar�n, elçile-rin anlatt�klar�yla �ehri seyretmenin k�y-metini idrak edecektir mesela. Üsküdar Saray�’n�n 1654’te oray� ziyaret edenler-ce tasvir edilmesi dinleyene ba�ka tür-lü bir derinlik kazand�rabilir. Veya Et-hem Eldem’in “Ölümüne Kopya: Os-manl� Mezar Ta�� Gelene�inde Metin Aktar�m�” yaz�s�n� okurken, Osman-l� kültüründe yarat�c�l�k sürecinin çe�it-lili�inin ve zenginli�inin en somut �ekil-de izlenebildi�i alanlardan biri olan ‘me-zar ta��’ edebiyat�n�n inceliklerine örnek �iirlerle vak�f olabilir. Sureya Faroqi’nin, 18. yüzy�l sonlar�nda �stanbul’da H�ris-tiyan ve Yahudi esna� ar� anlatt��� ya-z�s�nda ‘inançlararas�’ ili�kilerin tarihi-ne göz atarak bugünü tekrar de�erlen-direbilir. Ya da Ersu Pekin’in “Osmanl� kültürü içinde, bu kültürü olu�turanlar-dan biri olarak müzi�in hangi toplumsal ili�kiler içinde var oldu�unu kavrayabil-meyi önemli buluyorum. Bu ili�kileri ta-n�mak, müzik tarihinin yeniden kurgu-lanmas�nda, epey zihin aç�c� rol oyna-yabilir.” cümleleriyle ba�lad��� yaz�s�n-da Â��k Çelebi’nin mussani� eri, hanen-deleri, sazendeleri hakk�nda kolayl�k-la bulamayaca�� bilgilere ula�abilir. Lale Uluç’un “Saray Çevrelerine Kitap Sat���: 16. YY Sonlar�nda �iraz’da Haz�rlanan Elyazmalar�” isimli makalesi, eminim bol tezhipli ve resimli elyazmalar�n�n ta-rihine ilgi duyanlar� memnun edecektir.

ÇOK YÖNLÜ B�R DÜ�ÜNCE ADAMIVelhas�l, Ortaça�’dan 18. yüzy�l ba�lar�-na kadar uzanan bir dönemin en önem-li seyahatnamelerinden olu�an uzun bir inceleme serisi de haz�rlayan Yerasimos an�s�na haz�rlanan kitap, fazlas�yla ru-hunu, kar��l���n� bulmu�. Editörler onu ba�lang�çta çok yönlü bir dü�ünce ada-m� olarak tarif ediyordu: “Kent dokusu-nu olu�turan ba�l�ca unsurlar� incelemek için kulland��� kaynaklar, mekân�n da ötesinde �ehrin nüfusunun gündelik ha-yat�n�, ia�esini, iktisadi düzenini, hayal ve inanç dünyas�n� da gözler önüne se-riyordu. �ehrin ba�l�ca yap�lar�n�, saray-lar�n�, camilerini, mahallelerini, mezar-l�klar�n� incelemek için seyahatnameler-den mahkeme sicillerine, vak�f muhase-be defterlerinden esnaf nakillerine, tah-rir defterlerinden in�aat defterlerine ka-dar her türlü belgeyi kullanan Yerasi-mos, �stanbul hakk�nda bilinmeyen bir-çok bilgi ve olguyu ortaya koydu�u gibi, yanl�� bilinenleri düzelterek son derece önemli katk�larda bulunmu�tur.” ��te bu kitap, Bir Allame-i Cihan, o de-�erli katk�lar�n önünde bilgiyle, hürmet-le, sevgiyle, emekle ku�at�lm�� derin bir sayg�yla e�iliyor.

14

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI KÜLTÜR TAR�H�

Zaman�m�z�n bir allâmesiStefanos Yerasimos an�s�na haz�rlanan Bir Allame-i Cihan adl� kitap, mimarl�ktan tarihe, seyahatnamelerden kent kültürüne, halk efsanelerinden yemek ve mutfak tarihine, milliyetçilikten sava�lara kadar uzanan geni� bir kültür co�rafyas�n� ele alan makaleleri bir araya getiriyor.B�R ALLAME-� C�HAN: YERAS�MOS, EDHEM ELDEM-ERSU PEK�N, K�TAP YAYINEV�, 2 C�LT, 848 SAYFA, 60 TL

Stefanos Yerasimos (1942-2005)

Y

Page 15: Kitap  Zamanı
Page 16: Kitap  Zamanı

16

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI ELE�T�R�

SAB�T KEMAL BAYILDIRAN

iir üzerine dü�ünmek dedi�imiz ‘poetika’n�n

Türkçede do�umu, Nam�k Kemal’in “Celâl Mukaddi-

mesi” ile ba�lat�l�rsa da gerçek anlam-da poetik yaz� Ahmet Ha�im’in “�iir Hakk�nda Baz� Mülahazalar”�n� bek-ler. �iir yazm�� ama poetika üzerinde fazla dü�ünmemi� bir toplumuz. Tahir Uzgör’ün Divan Dibaceleri’ni okudu�u-nuzda, Osmanl�’da �iir yaz�lm�� olma-s�na ra�men, �iir üzerine dü�ünülme-di�i çok aç�k olarak görülür. Adonis’in Arap Poetikas�’n� okuyunca, Osmanl�’ya örneklik edecek çok yetkin tart��malar�n Arap �airleri aras�nda yap�ld���n� görün-ce �a��r�yorsunuz, bu tart��malar neden Türkçeye ta��nmad� diye.

Türkçemizde �iiri dert edinen, onun üzerine dü�ünce serdeden Ataç için �e-rife Ça��n, “Gerek teorik gerek pratik ele�tiriye yönelik yaz�lar� onu ayr�cal�k-l� bir yere koymaktad�r.” derken önemli bir noktaya i�aret ediyor.

ALANINDA B�R �LK�erife Ça��n’�n Bir �iir Ele�tirmeni Olarak Nurullah Ataç adl� incelemesi, bir ele�-tirmen üzerine bilebildi�im ilk akade-mik çal��ma. Daha önce Servet-i Fünun dönemine ili�kin çal��malar var idiyse de tek bir ki�i üzerine ilk çal��ma Ataç üze-rine yap�lm�� oluyor. Bu, ele�tiriye ‘tiyat-ro’ ile ba�layan, roman, öykü konusunda da yazan Ataç’�n özellikle ‘�iir ele�tirme-ni’ kimli�i üzerine bir inceleme. Kitap üç bölümden olu�uyor: a) “Ele�tiri ve Ele�-tirmenli�i Üzerine Yaz�lar”, b) “Sanat ve �iir Teorisi Üzerine Yaz�lar�”, c) “Dö-nemler ve �airler”.

Peki, Ataç’�n �iirimiz aç�s�ndan öne-mi nereden kaynaklan�yor?

Ataç, edebiyata �iirle ba�lam��, ama iyi �iir yazamad���n� görünce bu i�i b�-rakm��, ‘münekkit’li�e soyunmu�tur. Bu, edebiyat�m�zda önemli bir ölçü du-rumuna gelmi�tir. Ele�tirmenler üzerine yazanlar, o ki�inin �iirle ba�lay�p ba�la-mad���ndan dem vururlar. Mehmet H. Do�an’� örnek gösterip “eski �airleri k�r-p�p k�rp�p ele�tirmen yaparlar” anlay�-��ndan yola ç�karak yarg�da bulunurlar.

Ataç’�n önemi, sözünü sak�nmay�-��ndan kaynaklan�r. Aman �u küser, bu al�n�r yakla��m�ndan çok uzakt�r. Onun yarg�lar�, de�erlendirilmeleri tart���l-sa da, kimi zaman kendisiyle çeli�se de söylediklerinin ‘e� dost’ kay�rmac� ol-mad��� çok aç�k. Nitekim Necip Faz�l’la küs oldu�u zamanlarda bile onun �ii-

rinin hakk�n� inkâr etmemi�tir. �deolo-jik olarak Fikret’e yak�n olsa da onu �air saymam��t�r.

Ataç’� bu kadar önemsememizin ne-deni, edebiyat�m�zda dü�ünce üretme ve ele�tiri gelene�inin yoklu�udur. Ataç kendisinden, “Ben esasen münekkit de-�ilim. Münekkit dedi�imiz zaman hat�-r�m�za gelen muharrir, ba�kalar�n�n ese-rini tahlil eder. Onlar�n manas�n� anla-tan, onlar� tan�tmaya çal��an bir adam-sa bu, u�ak kabilinden bir adam olabi-lir. (…) [B]enim istedi�im �ey, o eserle-ri tan�tmak de�il, kendi dü�üncelerimi bildirmektir.” diye bahsediyor. Dü�ün-celerinde ve yaz�lar�nda Frans�z edebi-

yat�n� ölçü belledi�i içindir ki kendi-sini ‘münekkit’ saymamaktad�r. Çün-kü Bat�l� münekkitlerin çal��mas� yan�n-da kendi yaz�lar�n�n ne kadar zay�f kal-d���n�n bilincindedir. Dü�ünceleri için de gençlere, “Biz Bat�’dan bir �eyler ö�-rendik, onlar� tekrarlay�p duruyoruz; hiç olmazsa sizler yeni dü�ünceler üretin.” diyecek kadar da aç�k sözlüdür.

ATAÇ’IN �K�LEM�Bat�c�, pozitivist bir ki�i olarak, Ça��n’�n belirtti�i gibi, “dine ve do�u kültürü-ne olumsuz bak���”na ra�men, �iir zev-ki sa�lam biridir. Ataç’�n döneminde Osmanl�’dan o müthi� kopu� nedeniy-

le o devirde üretilen bütün kültür olum-suzlanm��, ‘öteki’ k�l�narak unutturul-maya çal���lm��t�r. Ataç bu durumda Osmanl� müzi�ini radyoda yasaklayan ama ak�amlar� Çankaya’da bir fas�l he-yeti bulunduran Mustafa Kemal’in ya-�ad��� ikilemi �iir alan�nda ya�ar. Ça��n bu durumu �öyle aç�kl�yor: “Özellikle di-van edebiyat�yla ile ilgili dü�üncelerinin dönemlere göre olumsuz ve olumlu ola-rak birtak�m de�i�iklikler göstermesin-de Ataç’�n kültürel ve siyasi meseleler-deki tutumu belirleyici olmu�tur. O her �eyden evvel Türkiye cumhuriyetini ku-ran devrimci ruhu sonuna kadar destek-lemi� ve devrimin ciddi anlamda Bat�l�-la�mayla gerçekle�ece�ine inanm�� bir misyon adam�d�r.”

Bu nedenledir ki Ataç, Do�u’ya s�rt�n� dönerken de Fuzuli’nin ve Baki’nin �iirine doyamad���n� belirtir. Do�u duyarl���n�n egemen oldu�u Ha�im’e hayranl���, �ai-rin sadece modernist olu�undan kaynak-lanmaz. Yahya Kemal �iirine meftun olu-�u da yine ya�ad��� bu ikilemden ileri ge-lir. Ama Ataç, her �eyden önce bir “Ga-rip �iiri” ele�tirmeni olarak tan�n�r. Çün-kü o, yenili�e aç�kt�r, yenili�in �iirin vaz-geçilmezi oldu�unun bilincindedir.

AK�F HAKKINDA TEK TARAFLI MI?Ça��n’�n �u yarg�s�na kat�lamad���m� be-lirteyim: “Akif hakk�ndaki de�erlendir-melerine bakt���m�zda (…) Ataç’�n tek tara� �, sübjektif davrand��� anla��lmak-tad�r.” Ataç, bir ateist olmas�na ra�men, resmi ideolojinin temellerinde pay� olan deist Fikret için �öyle diyebilmektedir: “Onun [Fikret’in] �iirlerinden hiçbir �ey kaybetmeksizin , nesre çevirir, ba�ka dil-lere tercüme edebilirsiniz. Hatta birçok parçalar�n niçin manzum yaz�ld���n� an-lamak kabil de�ildir. O, kelimeleri ok�a-mas�n�, adeta �öyle elinde tartmas�n� bil-mez; her birinin bizde uyand�raca�� ha-t�ralar�, hazz� dü�ünmez. Onun indin-de kelimeler sadece bir � kri ifade etmek için birer vas�tad�r.”

Ataç, elbette tarafs�z de�ildir; olma-s�n� da bekleyemeyiz. Bir ele�tirmen için önemli olan ‘�iir’ kar��s�nda dürüst ol-makt�r. Ataç, ideolojik nedenle kimi ön-yarg�lara sahip olsa da, �iir söz konusu oldu mu sa�lam bir duru� gösterir.

Ça��n, Ataç’�n her �air hakk�ndaki de�erlendirmelerini ayr� ayr� vermi�, ki-tab�n sonuna da Ataç’�n yay�mlad��� ya-z�lar�n kaynakças�n� eklemi�. Bunlar kita-b� zenginle�tirmi�. �erife Ça��n, Bir �iir Ele�tirmeni Olarak Nurullah Ataç’ta titiz bir çal��ma sergilemi�. Böyle çal��malar�n Mehmet Kaplan, As�m Bezirci, Fethi Naci için de yap�lmas�n� dileyelim.

�erife Ça��n, Bir �iir Ele�tirmeni Olarak Nurullah Ataç adl� kitab�nda Ataç’�n ‘�iir ele�tirmeni’ kimli�i üzerinde duruyor. Ele�tirmenin �iire bak���n� ve ikilemlerini yans�tan çal��ma, Ataç’�n her �air hakk�ndaki de�erlendirmeleri ve yay�mlad��� yaz�lar�n kaynakças�yla zengin bir içeri�e sahip.

�B�R ���R ELE�T�RMEN� OLARAK NURULLAH ATAÇ, �ER�FE ÇA�IN, DERGÂH YAYINLARI, 295 SAYFA, 16 TL

Ataç’�n gözünden �iir

Nurullah Ataç (1898-1957)

Page 17: Kitap  Zamanı

Bir huzursuzun gezileri

MEHMET ÖZTUNÇ

avkar Alt�nel’in Mavi Def-ter yap�t�n� ‘anlat�’ türü ta-n�m� alt�nda okudum. Alt�-

nel, �iirlerinde biriktirdi�i bo�luklar�n, mahremin tersine; bu yap�t�nda netli-�e ve ço�ullu�a çal��m��. �iirini kendi-si için yazd���n� ne kadar hissettiriyor-sa, bu yap�t�n� da okur için yazd���n� o kadar hissettiriyor. Mavi Defter, bir yol-culuk anlat�s� olmaktan öte, yazar�n sa-nat, tarih, kültür, insan, zaman ba�l�k-lar� alt�nda toplanabilecek zengin bir envanter bar�nd�ran, okura açt��� bir zihin katalo�u gibi. Bir tür ki�isel harita bilgisi. Haritalarla hesab� bitmemi� hu-zursuz bir ruhun aray���; ama hep ara-y���… Çünkü Alt�nel, ne görürse gör-sün hep kendi ki�isel haritas�ndaki ye-rini sorguluyor. “Tanr�m! Herkesin ayn� oranda pay�n� almad��� hiçbir �eye el süremem.” diyen Walt Whitman’a yak�n bir yerden sesleniyor.

ANNE FRANK’IN EV�NDEAlt�nel, ilkin bizi Amsterdam’a, Anne Frank’�n evine götürüyor. Dil dedi�imiz varl�k, çekilen ac�lar�n �iddeti ve dünya-n�n çi� umursamazl��� kar��s�nda o ka-dar örselendi ki, bir umut olma özel-li�ini her geçen gün biraz daha yitiri-yor. Bütün bunlara ra�men yine de ac�-n�n içine kurulaca��, ondan ba�ka bir yurt yok. Kim bilir, o küçük Yahudi k�z Anne Frank’�n günlü�ü belki de bunun için hâlâ bu kadar k�ymetli... Frank’�n günlü�ünün o en karanl�k mahpuslar-da Nelson Mandela’ya bile ���k olmas� da bundan de�il midir? Alt�nel, Frank’�n hikâyesini fa�izmin hayhuyu içinde dil-sizle�tirememek için dile s���n�yor. O küçük k�z� ürkütmemek için dilin en ya-l�n makam�nda konu�uyor. Frank’la o kadar sahici bir yak�nl�k kuruyor ki, san-ki perdeyi çekseniz, ard�nda korkudan top top olmu� yüre�iyle masaya otur-mu�, günlü�ünü yazan o küçük k�z� gö-receksiniz. Alt�nel de çok iyi bilir ki, fa-�izm, direncini güç kar��s�nda de�il saf-l�k ve masumluk kar��s�nda yitirdi. Bel-ki de bunun için o günlerden kalan en yak�c� hikâyelerden biri hâlâ Anne Frank’�n hikâyesi. Gitmek, zihnin bütün düzenini ba�-tan a�a�� bozan, yeniden kuran bir bel-lek yontucusudur. Belki de giderken, ge-lecek zamana de�il de geçmi� zamana yasl� durmam�z, o so�uk koltuklarda iki-de bir kendimizi geçmi� zamanda yaka-lamam�z bundan. Gördü�ü her objeyi bir edebiyat nesnesine dönü�türen göz-ler vard�r. Asl�nda d��� görmek i�in baha-nesidir, onlar durmadan içlerini didik-

ler. Ama o ‘bahane’ olmadan bu ‘esas’ da ortaya ç�kamaz. Onun için Alt�nel, z�rhlanm�� uzak bir gözün konforuy-la de�il, gözbebekleri y�rt�l�rcas�na aç�l-m�� bir mesafeden dünyaya tan�kl�k edi-yor. Onun bak���ndaki sahicilik, ölmü� zamana can suyu veriyor. Yedinci ya da sekizinci kez Amsterdam’a gelmi�-tir. Ama akl�nda k�rk y�l önce ilk geldi�i gün vard�r: “…Amsterdam gözüme he-men çarp�c� görünmü�tü. Böyle bir yer-de dünyaya gerçek bir yolcu gibi bakt���-ma, her �eyin hep böyle yo�un bir �ekil-de fark�nda olaca��ma, bir süredir gizlice istedi�im gibi yazar olup çevremdekile-ri görmek ve kaydetmekle dolu alabildi-�ine zengin bir hayat ya�amam�n müm-kün oldu�una inanmak güç de�ildi.”

AMSTERDAM’DAN VENED�K’EYolculuk Amsterdam’dan sonra Alman-ya’ya, sonra Fransa ve Polonya’ya en son da Venedik’e uzan�yor. Alt�nel bir co�-rafyada biriken, kaybolan, henüz gelen ve bir gün mutlaka gidecek olan ruhla-ra dokunuyor. Berlin ‘Do�u’ ve ‘Bat�’ Al-manya aras�nda bir akordiyon körü�ü gibi duruyor. Sanki o �ehir olmasa Al-manya ilelebet sessizli�e gömülecek. Ka-buk ba�lam�� onca günah�yla Alman ru-hunun çekirde�i, öz sesidir Berlin. Üze-rinde hakisi atm�� üniformas�yla birli�in-den geri kalm�� güçsüz, yorgun askerler gibi Lenin, Stalin hat�ralar�, geni� Polon-ya düzlüklerinde sayfaya yanl�� konmu� bir noktalama imi gibi i�reti duruyor. Fransa dura��nda kar��la�t��� Türk-lerin üzerlerindeki k�yafetlerden “�e-ker Bayram�’n�n ilk günü” oldu�u-nu anlayan Alt�nel, Yahya Kemal’in “Süleymaniye’de Bayram Sabah”�nda hissetti�i yabanc�la�maya benzer bir duygu ya�ar. Ama belki de Yahya Kemal’in gençli�inin koylar�nda b�rak-t��� o hissiyat�, hayat�n�n liman� yap-m�� bir adam olarak. Venedik, bir �ehrin ölümünün asl�nda bir insan�n ölümüne ne kadar benzedi�inin resmi gibi. Sarar-m�� bir kartpostal, benzi atm��, soluk bir insan gibidir Venedik. Alt�nel’in kitab�n sonuna ta��d��� duygu, aidi olunmayan bir dinin merasiminden dönen bir ada-m�n kalbinde biriken maneviyat gibi. Ürpertici, so�uk. O dil ustas�, göz us-tas� �iirden tutturdu�u k�v�lc�mla bütün kitab� aylalamay� da ba�arm��: “Ölüm bir rüyada görülen renkli ve ayd�nl�k bir bahçeye dönmü�tü.” Carlos Fuentes, Gogol’dan “Edebi-yat d���nda ya�am�m yok benim.” sö-zünü aktar�r. Alt�nel için de ya�amak, yazman�n bahanesi. Kendisi bu kadar uzaktayken, yazd�klar�yla bu kadar ya-k�nda durmas� da ondan de�il mi?

�avkar Alt�nel’in yeni kitab� Mavi Defter, bir yolculuk anlat�s� olmaktan öte, sanat, tarih, kültür, insan, zaman ba�l�klar� alt�nda toplanabilecek zengin bir envanter bar�nd�ran, yazar�n okura açt��� bir zihin katalo�u gibi. Bir tür ki�isel harita bilgisi... Huzursuz bir ruhun aray���…MAV� DEFTER, �AVKAR ALTINEL, YKY, 120 SAYFA, 10 TL

Yaln�z bir �övalyeCenazesi için Paris’e gitti�imde Roger Garaudy’nin sadece “yaln�z” de�il, “yapa-yaln�z” bir hayat sürdü�ünü anlad�m. Me�er Hat�ralar: Yüzy�l�m�zda Yaln�z Yolculu�um adl� kitab�na “yaln�z” s�fat�n� bo�una koymam��. “20 ya��mda Don Ki�ot’lu�u seçtim.” diye yazar Garaudy bu kitab�nda.

CEMAL AYDIN

az� dostlar�m�z Roger Ga-raudy (Roje Garodi) için,

çok yerinde bir ifadeyle, “Fransa’n�n yaln�z�” demi�lerdi. Ce-nazesi için Paris’e gitti�imde onun sa-dece “yaln�z” de�il, “yapayaln�z” bir hayat sürdü�ünü görüp anlad�m. Me-�er Hat�ralar: Yüzy�l�m�zda Yaln�z Yol-culu�um adl� kitab�na “yaln�z” s�fat�n� bo�una koymam��. “20 ya��mda Don Ki�ot’lu�u seçtim.” diye yazar Gara-udy bu kitab�nda.

Ya�ad�klar�n� ve maruz kald��� haks�zl�klar� çok yak�ndan takip etme, okuyup ö�renme ve bizzat görüp ince-leme f�rsat ve imkân�n� buldu�um için, onun Don Ki�ot olma tercihinin ne ac�, ne müt-hi�, ne yaln�zla�t�r�c� bir tercih, ne azapl� bir seçim oldu�unu iliklerime ka-dar hissettim.

ÖLENE KADAR YALNIZDIGaraudy’nin anlad�-�� manada Don Ki�ot ol-mak demek, sadece yü-rekten inan�p ba�land�-�� bir ideal u�runa her �e-yini seferber etmek, her türlü fedakârl��a katlan-mak de�il. Bir de toplu-mundan, dost çevresin-den, yak�n ve uzak akrabadan, daha-s� kendi ailesinin fertlerinden kopmak, onlar taraf�ndan da d��lan�p yad�rgan-may� göze almak demektir. ��te Ga-raudy ilkgençlik ça�lar�ndan itibaren bunu yapt� ve ölümüne kadar da bunu ya�ad�. Hem de her yi�idin kolay ko-lay alt�ndan kalkamayaca�� bir tarzda. Üstad’�n, “Yaln�z ac� bir lokma zehirle pi�mi� a�tan / Ve ayr�l�k, anadan, vatan-dan, arkada�tan” tabiri, böylesi bir ide-al adam�n ruh halini en iyi yans�tan ifa-de olsa gerek.

Üniversitede okurken yoksulla-r�n ezilmesini ortadan kald�raca��na inand��� için Frans�z Komünist Par-tisi gençlik kollar�na kaydoldu. Ger-çek anlamda militanl�k yapt�. Ne var ki militan yolda�lar�n�n aras�nda yapa-yaln�zd�. Öbürleri tanr�tan�mazken, o hücrelerine kadar Allah ile dopdoluy-du. “Karl Marks dinin afyon oldu�unu söylemez, onu yanl�� yorumluyorsu-nuz.” diyerek komünistlerle din tem-silcileri aras�nda diyalog ba�latt�. Ar-d�ndan Medeniyetler Diyalo�u’nu yaz-d�. Ama partisi bu konuda kendisini yaln�z b�rakt�. “Dinsiz komünizm yok olmaya mahkûmdur! Gelin, komü-

nist sistemimize din duygusunu ekle-yelim!” uyar�s� yap�p bir de Moskova’y� tenkit edince partisinden kovuldu. Bir zamanlar Garaudy ile övünen partisi de, partideki o sözde can yolda�lar� da kendisini yüzüstü b�rakt�lar.

Uzun ara�t�rma ve çabalar sonucu nihayet ruhî açl���n� tam anlam�yla do-yuracak dini, Son Dini bulup Müslü-man olunca, bu sefer de bütün çevre-si onu büsbütün yaln�z b�rakt�.

Don Ki�ot’un bile bir Sanço Panza’s� vard�, ama onun hiç kimsesi... Yoksullar için komünist militan olmu�-tu ya, bu sefer de mazlum Filistinlilerin imdad�na ko�tu. Oysa bu, e�ek ar�lar�-n�n yuvas�na çomak sokmak demekti. Kelleyi tam anlam�yla koltu�a almak

demekti. Filistinlileri bütün insanl���n gözünün içine baka baka ezenler, kendi-sini de mahvedebilirdi.

Ve beklenen oldu: Dünya medyas�na hâkim o bin bir kollu ahtapot, Garaudy’ye bu son ç�k���-n� çok pahal� ödetti. Bir za-manlar bir kitab�n� yay�m-layabilmek için ayaklar�-na kapanan büyük yay�-nevleri, bir demeç alabil-mek için yalvar yakar olan bütün medya, ad�n� anmaz oldu. Elinden � kir hürri-yetini bile almak istediler.

Zorlama delillerle adeta hukuku kat-lederek, kendisini para cezas�na bile (yakla��k 65 bin Türk liras�) çarpt�rd�lar. Yine yazd�, yine konu�tu. Çünkü onun rehberi Don Ki�ot’tu.

Bir dü�ünür gösterin ki estetik da-l�nda, uzmanlar�n hâlâ kaynak eser olarak ba�vurduklar� �aheserler ortaya koysun. Bir dü�ünür gösterin ki sadece Eski Yunan ve Bat� felsefesini de�il, �s-lam dâhil bütün dünya dü�ünce hare-ketlerinin temel eserlerini gözden ge-çirmi� ve bunlar hakk�nda tam bir de-�erlendirme yapm�� olsun. Bir dü�ü-nür gösterin ki bütün dinlerin kutsal kitaplar�n� okuyup özümsedikten son-ra �slam’da karar k�lm�� olsun. Bir � kir adam� gösterin ki üzerine sükût külü dökülece�ini ve bir cüzzaml� muame-lesi yap�laca��n� bile bile Filistin ko-nusuna e�ilsin, dünya kamuoyunu bu konuda �uurland�ran eserler versin ve bu u�urda her �eyinden olsun!

Onca yapayaln�z b�rak�l��a, onca kendisinden yüz çevrili�e ra�men hak bildi�i yoldan asla dönmesin! Ve so-nunda Allah’�n huzuruna yüzünün ak�yla ç�ks�n!

��te Garaudy budur!

B

ROGER GARAUDY (1913- 2012)

17

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI ANLATI-ARDINDAN

Page 18: Kitap  Zamanı

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI TAR�H

ALPER SARI

evletler de insanlar gibidir. Do�ar/ortaya ç�karlar, ya�ar/

varl�klar�n� devam ettirirler ve ölür/y�k�l�rlar. Bir insan�n do�up büyümesi gibi me�akkatli bir seyirdir onlar�nki de. Bir devletin varl��� topyekûn bir toplumun var-l��� demek oldu�u için, ömür haneleri biraz kabar�kt�r haliyle ve kitaplar, ansiklopediler doldurur hayat hikâyeleri. Osman bir insand�r; Osmanl� devlet… Bir yanda 68 y�l ya�ayan Osman Gazi; di�er yanda yakla��k 624 y�l hüküm süren Os-manl� Devleti. Topluma ad�n� vermi� bir in-sandan milletin ya�att��� yüce unvana do�-ru dönü�en sanc�l� sürecin genel bir foto�-raf�n� sunan Çad�rdan Saraya 14-15. Yüz-y�l - Osmanl� Devlet Düzeni adl� kitap, Prof. Dr. Necdet Öztürk’ün titiz çal��malar�n�n bir ürünü olarak Osmanl� Devleti’nin ku-rulu� devrine ���k tutuyor.

GAZANIN AÇTI�I KAPILARDANEserin giri� bölümünde Osmanl� varl���-n�n temelleri say�labilecek unsurlara i�a-ret ediliyor. Bunlardan ‘gaza ve cihad’ an-lay��� beyli�in s�n�rlar�n�n geni�lemesinde önemli bir s�çrama tahtas� olarak de�er-lendiriliyor. Allah’�n yüce dininin yay�lma-s� için gösterilen gayret ve bu gayretin ne-ticesinde ortaya ç�kan dünyevi ve uhrevi mükâfatlar, Osmanl� erlerinin yi�itli�inin de gerekçelerini sunuyor. “Ölürsem �ehit olurum, kal�rsam gazi” ideali de, ordunun motivasyonunun ne denli yüksek oldu�u-nun özeti say�labilir. Zaten kitapta belirtil-di�i üzere, devletin ilk sekiz padi�ah�n�n unvan olarak gazili�i tercih etmeleri kuru-lu� devrinin bu de�erlerle olan ba�lar�n�n kuvvetini aç��a ç�kar�yor.

‘Gaza ve cihad’ gibi Osmanl�’n�n ilerle-mesine katk�s� olan bir di�er unsur olarak da ‘Nizam-� Âlem’ dü�üncesi gösteriliyor. Adalet, ho�görü, insaf gibi toplumun dirlik ve düzenine hizmet eden de�erler hem � -kir hem de uygulama olarak devletin içinde kendilerine yer bulabildikleri için kal�c� hu-zurun tesisi de gerçekle�mi� oluyordu. Os-manl� gibi birçok farkl� dilin, dinin ve kültü-rün birle�ti�i toplumlarda aksi bir yönetim anlay���n�n sorunlar do�uraca�� ise o ça�da ke�fedilmi� gibi görünüyor.

Kitab�n önemli özelliklerinden biri, ba�lang�ç k�sm�nda çal��maya dayanak olu�turan belli ba�l� 15. yüzy�l Osman-l� kaynaklar�n� tan�t�yor olu�u. Takvim-ler, y�ll�klar, Behcetü’t-Tevârih, Â��k Pa�a-zade Tarihi, Ne�rî Tarihi ve Oruç Be� Tari-hi gibi devre ayna tutan belgelere yer ve-ren yazar, olaylar� aktar�rken dipnot gös-termede kolayl�k sa�lamas� için belgelerin k�saltmalar�n� da vermi�.

OSMANLI �DARE MODEL�Çal��mas�n� iki bölümde okuyucuya sunan yazar ilk bölümün ba�l���n� “Saray, E�i-tim ve Bilim, Hukuk, Diplomasi, Maliye, Ordu, T�mar Sistemi, Tahrir” olarak belirle-mi�. Osmanl�’daki ilk saray in�as�n�n Orhan Gazi dönemine ait oldu�unu belirttikten sonra zaman içinde devletin ba�kentli�i-ni yapan �ehirler ve bu �ehirlerde in�a edi-len saraylara yer veriyor. Yine Osmanl� sa-ray hayat� denilince merak uyand�ran ‘ha-rem’ kavram�n�n gerçeklerine de de�inen yazar, ard�ndan saray görevlilerini, ayr� ba�-l�klar halinde ve görevlerine ili�kin döneme ait orijinal belgelerden al�nt�larla ele al�yor.

Osmanl�’da e�itim denilince akla ge-len ilk müesseseler olan medresele-rin ilk örne�inin Orhan Gazi döneminde, �znik’te verildi�i belirtiliyor. Ayr�ca e�iti-min Osmanl�’da oldukça önemsendi�i ve padi�ahlar�n e�itim yat�r�mlar�nda sele� e-riyle rekabet içinde olduklar�na dikkat çe-kiliyor. Kitapta dikkati çeken ba�ka bir bö-lümde, kurulu� devrinde meydana gelen ay ve güne� tutulmalar� gibi baz� gök olaylar�-n�n gerçekle�ti�i tarihler, belgelere dayan-d�r�larak veriliyor.

Beyli�in ilk zamanlar�nda �slam huku-kundan anlayan fakihlerin hukuk alan�nda padi�aha yard�mc� olmalar� ve yeni fethe-

dilen yerlere gönderilen ilk iki memurdan birinin kad� olu�u, Osmanl�’n�n adalet ol-gusuna i�in ba��ndan sahip ç�kt���n� göste-riyor. Yine ilerleyen sayfalarda nizama uy-mayan, ayk�r� halleri görülen ki�ilere uygu-lanan cezalara da yer veriliyor. Bunlar için-de en çok tercih edilen türün hapis olma-s� ve idama çok az ba�vurulmas�, Osmanl� ho�görüsünün hukuk alan�ndaki yans�ma-lar� olarak okunabilir.

Devletleraras� ili�kilerde Osmanl�’n�n genel itibariyle anla�ma yolunu tercih et-ti�i göze çarp�yor. Bu amaçla d��ar�ya elçi-ler gönderip gelenleri kabul eden ve me-selelerde yemin usulüyle dost ve dü�man-la aras�ndaki ahde önem veren bir anla-y�� benimseniyor. �lk dönem Osmanl� or-dusunu olu�turan Gaziler ve Alperenlerin bu dönemde gerçekle�tirilen fetihlerde ba�� çekti�ini, sonraki zamanlarda ise bu zincire Ak�nc�lar, Azaplar, Solaklar, Baltac�lar, Si-pahiler ve Yeniçeriler gibi güçlü halkalar�n eklendi�ini ö�reniyoruz.

�NSAN MERKEZL� TOPLUM ANLAYI�I“Esir Ticareti, Zanaatlar, Bay�nd�rl�k Hizmet-leri, Madenler” ba�l���n� ta��yan ikinci bölüm ise esir ve köle kavramlar�n�n Osmanl�’daki insanî boyutlar�na göndermelerle aç�l�yor. �slam’da adaletli olmak �art�yla köleli�in ya-

saklanmad���n�, Osmanl�’da esir al�nan ki�i-lerin hayatlar�na bu �ekilde devam etmek zo-runda olmad�klar�n� belirten yazar; toplumda s�n�f ayr�m�n�n bulunmad���na örnek olarak da dev�irme sisteminin i�leyi�ini gösteriyor. Osmanl�’daki esnaf örgütlenmelerinin ba��n-da gelen Ahi te�kilat� ile toplumun taleplerine cevap veren belli ba�l� meslek birimlerini de ilginç anekdotlarla okuyucuya sunuyor. Sos-yal devlet anlay���n�n tezahürü olarak mem-leketin dört bir yan�nda in�a ettirilen cami, mescit, imaret, hastane, hamam ve köprüler gibi bay�nd�rl�k faaliyetleri ile dönemin de-�erli madenlerinin tedarik s�k�nt�lar� da yaza-r�n kitapta yer verdi�i bölümlerden.

Beylik dönemi çad�r ya�ant�s�ndan, ihti�a-m� bugünlere uzanan göz al�c� saraylara geçi-�in söz konusu oldu�u 14. ve 15. yüzy�llardaki Osmanl� dönü�ümünü askeri, ekonomik, kültürel ve sosyal birçok aç�dan ele alan eser, bunu yaparken dönemin tarih metinlerinden de destek alarak elini kuvvetlendiriyor. Bu ay-r�cal�kl� metinlerde verilen detaylar�n ba�l�k-larla olan uyumu bir yana, kulland��� dil ve kavramlar bak�m�ndan da dönemini yans�t�-yor olu�u kitab�n özgün yönünü olu�turuyor. Osmanl� denen muazzam yap�n�n ortaya ç�k�� serüvenini geni� bir perspektif ve devrin ta-n�kl���nda incelemek isteyenlerin kaç�rmama-s� gereken kaynak bir eser.

Topluma ad�n� vermi� bir insandan milletin ya�att��� yüce unvana do�ru dönü�en sanc�l� sürecin genel bir foto�raf�n� sunan Çad�rdan Saraya 14-15. Yüzy�l - Osman-l� Devlet Düzeni adl� kitap, Prof. Dr. Necdet Öztürk’ün titiz çal��malar�n�n bir ürü-nü olarak Osmanl� Devleti’nin kurulu� devrine ���k tutuyor.

Osmanl�’n�n s�rr� neydi?

OSMANLI DEVLET DÜZEN�, NECDET ÖZTÜRK, Y�T�K HAZ�NE YAYINLARI, 263 SAYFA, 12 TL

18

D

Page 19: Kitap  Zamanı
Page 20: Kitap  Zamanı
Page 21: Kitap  Zamanı
Page 22: Kitap  Zamanı

22

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI �NCELEME

NEC�P TOSUN

edia Koçako�lu’nun, Hece Yay�nlar�’ndan ç�-kan Anlams�zl���n Anlam�: Postmodernizm adl� kita-

b�, postmodernizmin ne oldu�una, neyi kapsay�p neyi d��ar�da b�rakt���na ili�-kin derli toplu, emek ürünü bir çal��ma. Geni� bir kaynakçay� bünyesinde bar�n-d�ran kitap, postmodernizm üzerine dü-�ünce üretmi� her kesimin yakla��mlar�n� bir düzen ve temel bir iz üzerinde bir ara-ya getirmi�. Böylece kendisi de ba�l� ba��-na bir ba�vuru kayna��na dönü�mü�.

Kitap önemli, zira son yirmi y�-l�n akademik, felse� ve edebi alanlarda en çok tart���lan konular�n ba��nda ge-len postmodernizm, üzerine yaz�lan pek çok ele�tirel ve teorik çal��maya kar��n yine de kavramsal bir netli�e kavu�mu� de�il. Kapsad��� alan, örnekleri, iddia-lar�, kabul ve retleri sürekli tart���lmak-tad�r. Baz� yorumcular onu gelip geçici bir moda, baz�lar� da ça��n yepyeni bir görünümü olarak de�erlendirmektedir. Postmodernizmin bu denli yo�un bir il-giyle kar��lanmas�n�n en önemli neden-lerinden biri, hiç ku�kusuz içinde bu-lundu�umuz dönemi, ça�� tan�mlama-ya, temsile giri�en iddial�, cüretkâr tutu-mudur. Öyle ki, içinde ya�ad���m�z her �ey “postmodern” olarak tarif edilmek-tedir. Bir ba�ka deyi�le postmodernizm, yeni bir toplum tan�mlamas� ve bir dö-nemselle�tirme kavram� olarak kar��m�-za ç�kmaktad�r; medya, ileti�im, enfor-masyon, bilgisayar ça��n�n izah� olarak. Ara�t�rmac�lar postmodern söylemin son y�llarda böylesi bir kanonla�ma e�i-limine girmesinin nedenini a��rl�kl� ola-rak anti-kapitalist söylemin dünya ge-nelinde ya�ad��� yenilgiye ve küreselle�-me olgusuna ba�lamaktad�r. Ama ister geçici bir moda, ister ça��n gerçe�i, nas�l yorumlarsak yorumlayal�m, tüm bu tar-t��malara kar��n postmodernizm, edebi-yat, mimari, müzik, sinema, tiyatro gibi pek çok alan ve disiplinde temsil edilen son y�llar�n en önemli dü�ünce ve sanat hareketi olarak, yaz�n, sanat ve dü�ün dünyas�nda yerini alm��t�r.

DÜNYAYI OLDU�U G�B� KABULLENMEKPostmodern dü�ünce, öncelikle felse-� bir hareket olarak ortaya ç�km��, ede-bi ve sanatsal örnekleri daha sonra ve-rilmi�tir. Teori ve kuramsal çal��ma-lar, her zaman postmodernizmin sanat-sal örneklerinden önde gitmi�tir. Birbi-rinden farkl� dünya görü�üne sahip pek çok felsefeci, ara�t�rmac�, akademisyen postmodern anlay���n art� hanesine ya-z�lacak dü�ünceler üretmi�lerdir. Öyle

ki hem entelektüel sa��n hem de ente-lektüel solun kendilerine ait bir postmo-dern anlay��� olu�mu�tur.

Bir genelleme yapmak gerekirse, postmodern yorumcular dünyay� ideali-ze edilmi� bir ütopya olarak de�il, oldu-�u gibi kabullenme ve tan�mlama e�ili-mindedir. Tüm çe�itleri, renkleri, tonla-r� yorumlarken öncelikle onlar� var ka-bul eder ve bunlar�n gerekçelerini üre-tirler. Bu nedenle de postmodernizm, bir ekol ve hareketten çok, verili olana teslim ve ba�l�l�k sergileyen bir dü�ün-ce hareketi görünümündedir. Bir ba�ka deyi�le, postmodern dü�ünce, var ola-n�, somut olarak ya�ananlar� yüceltir ve me�rula�t�r�r.

Postmodern edebiyat da bu genel tezlerin bir yans�mas�ndan olu�ur. E�er ya�anan postmodern durum ise onun üretti�i edebiyat da postmodern olacak-t�r. Art�k günümüzde kar��tl�klar ve çe-li�kiler bir arada ya�anmaktad�r. Do�u ve Bat�, gelenekle modernizm ko�ut bir düzlemde var olmaktad�r. �imdi konu-�ulmas� gereken, otorite ve tek seslilik de�il, çok sesliliktir. Edebiyat da bu ger-çeklik üzerine oturur. Modernist edebi-yat�n tüm ilkeleri, neredeyse tersine çev-rilir. Modernist sanat, yans�tmac� anla-y��� reddedip soyutlamay� öne ç�karm��-t�; çünkü her �eyden önce sanatsal yara-t�c�l�k önemliydi. Postmodernizm ise sa-natsal yarat�c�l��� kabul etmez. Moder-nist sanat seçkinciydi; çünkü sanat, ona

göre yüce bir de�erdi. Bu anlamda kit-leselle�mesi zordu. Postmodernizm ise sanat ile kitle kültürü aras�ndaki me-safenin kapat�lmas�n� hede� er, böyle-ce popüler sanata da kap� aralar. Çünkü bu anlay��a göre edebiyat�n hayata yak-la�mas� gerekir. Modern sanatta özgün-lük çok önemliyken postmodern sanatta metinleraras� ili�ki önemsenir. Önemli olan kitlenin be�enisidir. Modernist sa-natç� için �öyle ya da böyle metnin bir iletisi vard�r. Postmodern sanatta ise bu hiç de önemli de�ildir. Modernistler gerçe�i yeniden yorumlarken, postmo-dern sanatç�lar için gerçek diye bir �ey yoktur, her �ey belirsiz ve muammad�r. Gerçeklik tek bir kal�ba sokulamaz. Bu yüzden bütünlük � krinden çok, parça-l� anlay��lar� savunurlar. Tam bu nokta-da metinleraras�l�k devreye girer. Post-modernistler, metin d��� pek çok olguyu metne katarlar. Kolaj ve montaj� de�er-lendirirler. Bu metinlerde kurmaca, üst-kurmacaya dönü�ür.

Özetlersek; çok seslilik, bölünmü�-lük, heterojenlik, seçkin sanat ile kit-le kültürü aras�ndaki mesafenin kapa-t�lmas�, sanatla ya�am�n birle�tirilme-si, metinleraras�l�k, de�i�ik parçalar�n bir arada kullan�lmas�, yazma sürecine okurun dâhil edilmesi, okura okudu�u �eyin gerçek de�il kurgu oldu�unun sü-rekli hat�rlat�lmas�, türler ayr�m�na kar-�� ç�k��, ideolojik olmaya çal��mayan ve mesaj� olmayan metinler, bütünlülük

ve düzeni reddedi�, her �eyin belirsiz ve muamma olu�u, kesinlikten uzakla�ma, paradokslar, rastlant�lar ve iç içe geçmi� zaman parçalar�, parodi, pasti�, �izofre-ni, ironi, ço�ulculuk, melezle�tirme, in-sans�zla�t�rma postmodernizmin temel özellikleridir.

��te Bedia Koçako�lu Anlams�zl���n Anlam�: Postmodernizm kitab�nda tüm bu tart��malar� gündeme getirir, postmo-dern kavram�yla ne kastedildi�ini aç�k-lar. Kitab�n ilk bölümünde postmoder-nizm kavram�n�, teorisini, söylemi ta-n�mlayarak kökenini, tarihçesini ele al�r: “Bat�l� entelektüellerce yo�un biçimde tart���lagelen postmodernizm, asl�nda Bat� dünyas�n�n ya�ad��� topyekun bir buhran� yans�tmaktad�r.” Postmoder-nizmin ço�ulculuk, tarih anlay���, oyun gibi ö�elerine e�ilirken, metinleraras�-l�k, pasti�, parodi, ironi, kolaj, üstkur-maca ba�lam�nda irdeler. Koçako�lu’na göre, “Postmodernizm, modernist dün-yay� sorgulayan ve onun s�ralay�c�, s�n�f-land�r�c� yakla��m�n�n yerine ortak kül-türler koymaya çal��arak, aksakl�klar�-n�n giderilmesine çal��an bir yöntemdir. (…) Postmodernizm, geleneksel görü-�ün iddia etti�i gibi gerçekten uzakla�-mamakta, aksine yeni bir gerçeklik alg�-s� kurmaya çal��maktad�r.”

EDEB�YATIMIZDA POSTMODERN E��L�MLERYazar as�l olarak postmodernizm ve edebiyat üzerinde yo�unla��r ve ülke-mizdeki postmodern e�ilimlere bakar. Postmodern yakla��mla yazan ilk isim olarak Orhan Pamuk’u anar. Daha son-ra Güney Dal, Emre Kongar, P�nar Kür, Hilmi Yavuz, Adalet A�ao�lu’nu s�ra-lar. Koçako�lu’na göre Türk edebiyat�-n�n en önemli postmodernist yazarla-r�ndan biri Hasan Ali Topta�’t�r. “Türk-çe ile Arapça ve Farsça ifadeleri kar��-t�rarak kullanan kendine özgün bir dil olu�turan �hsan Oktay Anar” postmo-dern edebiyat�n di�er önemli ismidir. Öte yandan Leyla Erbil, Nedim Gür-sel, Latife Tekin, Metin Kaçan, Murat Gülsoy, Müge �plikçi, �ebnem ��igüzel, Murat Yalç�n gibi yazarlar�n eserlerin-deki postmodern etkileri inceler.

Bedia Koçako�lu üç cilt olarak yay�n-lanmas� dü�ünülen çal��man�n bu birin-ci cildinde öncelikle postmodernizm te-orisini ele ald���n�, ikinci ciltte söylemin Türk edebiyat�ndaki görünümlerine yer verilece�ini, son ciltte ise postmodern olarak belirlenen anlat�lar�n gelenekle olan ba��n�n irdelenece�ini belirtir.

Üç cilt tamamland���nda özellikle postmodern edebiyat anlam�nda temel bir ba�vuru kitab�n�n ortaya konmu� olaca��n� kestirmek hiç de zor de�il.

Bedia Koçako�lu’nun, Anlams�zl���n Anlam�: Postmodernizm adl� kitab�, postmodernizmin ne oldu�una, neyi kapsay�p neyi d��ar�da b�rakt���na ili�kin derli toplu bir çal��ma. Geni� bir kaynakça bar�nd�ran kitap, postmodernizm üzerine dü�ünceleri ve yakla��mlar�n� bir araya getiren bir ba�vuru eseri.

Postmodernizm hakk�nda bir kaynak kitap

B

ANLAMSIZLI�IN ANLAMI: POSTMODERN�ZM, BED�A KOÇAKO�LU, HECE YAYINLARI, 200 SAYFA, 14 TL

Hasan Ali Topta� �hsan Oktay Anar Orhan Pamuk

Page 23: Kitap  Zamanı

2 TEMMUZ 2012KÝ TAP ZA MA NI ROMAN

23

�nsan�n en büyük hastal���Sibel K. Türker, Hayat� Sevme Hastal��� adl� yeni roman�nda bir kahraman üzerinden kad�nlar�n dünyas�na çekiyor dikkatleri. Sadece kad�nlar�n dünyas�n� de�il, ahlâktan yaln�zl��a uzanan bir çizgide çok çe�itli meseleleri tart��maya aç�yor yazar.HAYATI SEVME HASTALI�I, S�BEL K. TÜRKER, CAN YAYINLARI, 240 SAYFA, 18 TL

MUSTAFA KIZILTEK�N

ibel K. Türker, son y�llar-da yay�mlad��� romanlar-

la iyiden iyiye öyküden uzakla�t���n�n i�aretlerini veriyor. Kendisine pek çok önemli ödül kazand�ran öykülerindeki atmosferi romanlar�na ta��d�kça da öz-gün bir alan aç�yor hiç �üphesiz. Önce-ki roman� Benim Bütün Günahlar�m’da, hayat�ndaki bütün kad�nlar�n “sald�-r�s�na” u�rayan, benli�inde derin ya-ralar aç�lan, çelimsiz ve kudretsiz To-ros adl� kahraman� üzerinden erkek-lerin dünyas�na çevirmi�ti bak��lar�-m�z� Türker. Yeni roman�nda bu sefer Ayda adl� kad�n kahraman�n üzerin-den kad�nlar�n dünyas�na çekiyor dik-katleri. Sadece kad�nlar�n dünyas� de-�il, ahlâktan yaln�zl��a uzanan bir çiz-gide çok çe�itli meseleleri tart��maya aç�yor roman�nda yazar.

KARANLIK ATMOSFERYetimhanede büyümü�, annesiy-le çok sonra yeniden kar��la�m��, ses-lendirme yaparak kendi ayaklar� üze-rinde durmaya çal���rken yolu bir er-kekle çak��m�� Ayda etraf�nda �ekil-lenen Hayat� Sevme Hastal���, roman kahraman�n�n sevgilisi Gurur taraf�n-dan terk edilmesiyle aç�l�yor. Bu ayr�l�k sahnesine e�lik eden hastal�k bir bak�-ma Ayda’y� hayatta tutuyor. Tam an-lam�yla gerçekle�meyen ayr�l�k sahne-si, birden bire Ayda’n�n kendisiyle he-sapla�mas�na ve intihara meyilli ban-kac� kom�usu Ne�e’yle yolunun ke-si�mesine yol aç�yor. Kay�p sevgili Gu-rur, Gurur’un garip aile bireyleri, meç-hul kap� kom�usu ve bankac�l�kla ol-du�u kadar hayatla da derin bir mu-hasebe ili�kisi içinde olan di�er kom-�usu Ne�e’nin kat�ld��� bu sarmaldan ç�kmaya çal��an Ayda, kendisini gide-rek daha karanl�k bir atmosferin içinde buluyor. Dahas� hem kahraman�n geç-mi�inden kopup gelen, hem de kom-�usu Ne�e’nin hayat�ndan f�rlayan yan hikâyelerle giderek geni�liyor roman. Yine de Ne�e’nin geçmi� ve gelece-�in pe�indeki tarot kartlar�yla birer bi-rer aç�lan sahnelerde Ayda’n�n a�k ac�-s�n�n daha da artt���na tan�k oluyoruz. Sibel K. Türker, t�pk� Benim Bütün Günahlar�m’da oldu�u gibi yeni roma-n�nda da genellikle kapal� mekânlar� tercih ediyor. Dahas�, roman kahra-man�n�n zaman zaman yolunun dü�-tü�ü müzik mekân�nda dahi olma-s� gereken ferahl�k bir türlü gerçek-le�miyor. En nihayetinde, kahrama-n� Ayda’y� sürekli olarak karanl�k ol-

du�u kadar tekinsiz, kalabal�k oldu�u kadar içe dönük bir ba�lama yerle�ti-riyor yazar. Böylece, kitab�n as�l derdi olan yaln�zl�k meselesiyle hesapla�ma-ya çal���rken buluyoruz roman kahra-man�n�. Hatta denilebilir ki, Türker’in roman�ndaki hemen hemen tüm kah-ramanlar�n böyle bir derdi var. Öyle ki, tam da bir ac�n�n ve erkeklerle he-sapla�ma iste�inin bir araya getirdi�i Ayda ve Ne�e’yi bile zamanla birbirle-rine kar�� konum almaya iten bir ba�-lam yarat�yor yazar. Ayda’n�n yaln�zl�-��n� zaman�nda seslendirdi�i � lmler-de, onu hayata ba�layan �ark�larda ve yaln�zl���n sarmal�nda buluyoruz. Yaln�zl�k, erkeklerle hesapla�ma, müzik, ahlâk ve a�k üzerine bir roman Hayat� Sevme Hastal���. Kad�n dün-yas�na dair saptamalar� ve ac�yla ba� etme giri�imlerine dair vurgular� etki-leyici yazar�n. Ancak zaman zaman ro-man kahramanlar�n�n diyaloglar�nda bir tür kayg�n�n öne ç�kt���n� da belirt-mek gerekiyor. Hayatla ilgili, erkekler veya ahlâkla ilgili her söz aç�ld���nda, roman�n atmosferinin de yara ald���-n�, roman�n kimi yerlerde bir tür derse dönü�tü�ünü görüyoruz. Sanki roman boyunca s�kl�kla s�ralanan bu görü�ler as�l niyet olarak öne ç�k�yor, roman�n kendisi de�il. Oysa bütün bu görü�-leri roman kahramanlar�na söyletmek veya onlar� zaman zaman biraz kita-bi olan diyaloglara hapsetmek yerine, belki de yazar�n i�aret etmek istedi�i bu görü�lerin içinde �ekillenen bir ro-man kurgusu tercih edilmi� olsa daha etkileyici bir yap�t okumu� olacakt�k.

ETK�LEY�C� OLAMAYAN D�LZaman zaman romandaki karanl�k at-mosferi da��tmak için k�vrak ve espri-li bir dile ba�vuruyor Sibel K. Türker. Bu dilin yer yer çok etkileyici oldu�u-nu belirtmek gerek. Ancak bu sefer (Benim Bütün Günahlar�m’da oldu�u gibi, bir tür kar�� sald�r�ya dönü�medi-�i için) yeterince etkili olam�yor bu dil. Dahas�, etkileyici olmaktan uzak olan roman�n hikâyesini bu dil de kurtar-maya yetmiyor ne yaz�k ki. �öyle de-nilebilir: Her romanda etkileyici bir hikâyenin olmas� elbette beklenemez. Zaten yazar�n da böyle bir kayg�s� ol-mad��� aç�k. Ama öte taraftan bu hikâye eksikli�ini önemsizle�tirecek yo�unluk da göze çarpm�yor. Günü-müz öykücülü�ünde gözlemlenen bir eksiklik asl�nda Sibel K. Türker’in ro-man� için söylenebilir kan�mca. K�sal-d�kça, hikâyesini yitirdikçe ortaya ç�k-mas� gereken yo�unluk, yerini bir tür kuru tercihe b�rak�yor.

S

Page 24: Kitap  Zamanı

Kennedy öldürülmeseydi...Stephen King, 22/11/63 adl� yeni roman�nda yine Amerikan toplumu-nun orta s�n�f�na odaklanarak kuruyor anlat�s�n�. Kitab�n, gerek kur-gusu gerekse anlat� biçimi aç�s�ndan edebi de�erinin King’in di�er romanlar�na göre daha farkl� oldu�u söylenebilir.22/11/63, STEPHEN KING, ÇEV.: Z.HEYZEN ATE�, ALTIN K�TAPLAR, 816 SAYFA, 30 TL

SERDAR ÇEL�K

lk öyküsü “Starling Mystery Stories”i 1967 y�l�nda kale-me alan Stephen King, ge-

çen onca y�l�n ard�ndan elliyi a�k�n eseriyle Amerikan edebiyat�n�n en üretken yazarlar� aras�nda say�l�yor. Gerek romanlar� gerekse hikâyeleri birçok ki�i taraf�ndan bilinen yazar�n en önemli özelliklerinden biri, eser-lerinin ço�unun sinema uyarlama-lar�n�n yap�lmas�d�r. Nitekim 1973 y�l�nda yay�mlad��� ilk roman� Göz, 1976 y�l�nda Brian De Palma tara-f�ndan sinemaya uyarlanm��t�. Yine Medyum (The Shining), Esaretin Be-deli (The Shawshank Redemption), Gizli Pencere (Secret Window), Hay-van Mezarl��� (Pet Sematary), Dü� Kapan� (Dreamcatcher) herkesçe bi-linen ve sinemaya uyarlanan eserle-rinden yaln�zca birkaç�. Stephen King’i yak�ndan takip eden okurlar�n belki de en be�endik-leri eseri, yedi kitaptan olu�an Kara Kule (The Dark Tower) dizisidir. Bu eseri yazmak yakla��k otuz dört y�l�n� alm��t�r yazar�n. Yak�n dönemde ya-y�mlad��� Yazma Sanat� isimli kitab�n-da King, “Kara Kule’nin sonunda ne olacak? Kanser hastas�y�m ve sonunu görmeden ölmek istemiyorum.” di-yen seksen dört ya��ndaki bir kad�na, “Ben de bilmiyorum.” dedi�ini anla-t�r. Yazar�n ya�l� kad�na verdi�i ce-vap asl�nda onun yazarl�k serüveni-nin özeti gibidir. Nitekim bütün eser-lerinde ilk göze çarpan �ey, hikâyenin nereye varaca��n�n kestirilememesi, bilinememesidir. T�pk� 22/11/63 ro-man�nda oldu�u gibi.

FARKLI B�R KINGBu kitab�n, birçok yönüyle di�erlerin-den farkl� bir noktada durdu�unu söy-lemek mümkün. Gerek kurgusu ge-rekse anlat� biçimi aç�s�ndan edebi de-�erinin di�er romanlar�na göre daha iyi bir yerde oldu�u söylenebilir. Ya-zar, 22/11/63’te yine Amerikan toplu-munun orta s�n�f�na odaklanarak ku-rar anlat�s�n�. King’i bu kadar sevilen bir yazar k�lan unsur belki de budur. Nitekim eserlerine konu olan kasaba-l�l�k hali, mazbut aile ya�am�, inançl� insanlar, ya�anan dönemin atmosfe-ri, bir de tabii orta s�n�f�n ya�am�ndan süzülüp gelen küçük kayg�lar… Bun-lar�n hepsi, King’in eserlerinde o ka-dar ince ayr�nt�larla bir araya gelir ki, rengârenk bir canl�l�k kazan�r okurun zihninde. 22/11/63 roman�n� de�erli k�lan unsur, yazar�n bir toplumu bü-

tün çeli�kileriyle metnine yans�tmay� ba�arabilmesidir san�r�m.

Roman�n giri�inin kli�e oldu�unu ve bu kli�elik halinin de yazar taraf�n-dan bilinçli bir �ekilde meydana geti-rildi�ini söylemek mümkün. Nitekim son dönem modern anlat�lar�n�n bir-ço�unda görülen “insanl�k hali”; yal-n�zl�k, terk edilmi�lik, ne yapaca��n� bilememe, depresif ruh hali, yaban-c�la�ma, kendiyle sava� durumu bu kitab�n giri�inde de mevcut. Roma-n� okumaya ba�lad���m�zda Ameri-kan � lm endüstrisini de etkisi alt�na alan senaryolar�n bir benzeriyle kar-��la�t���m�z� san�r�z. Fakat sayfalar ilerledikçe, yazar�n bunu bilinçli yap-t���n�, anlat�n�n geçti�i zaman�n, 2011 y�l�ndan 1950’li y�llar�n Amerika’s�na uzand���n� ve ba�taki kli�e alg�s�n�n, de�i�en zamanla beraber ortadan kalkt���n� fark ediyoruz.

KENNEDY KURTULSAYDI…Romandaki tek fantastik ö�enin bu zamansal geçi� oldu�unu söylemek-te fayda var. As�l hikâye de ondan sonra ba�l�yor. John F. Kennedy’nin bir suikastla ya�am�n� yitirmesinin üzerinden k�rk y�l� a�k�n bir zaman geçmi�tir ama sars�nt� dirili�ini hâlâ korumaktad�r kimileri için. Bunlar-dan biri de Al’d�r. Ona göre Ken-nedy kurtulursa dünya daha iyi bir yere dönü�ecektir. �kiz kuleler vurul-mayacak, terörizm olmayacak, dün-ya bar��� korunabilecektir. Bu ne-denle Al geçmi�e dönüp JFK suikas-t�n�n önüne geçmesini ister George Amberson’dan, yani kahraman�m�z-dan. Böylece kahraman�n geçmi�e yolculu�u ba�lar. Bu roman�nda King’in di�er eser-lerindeki fantastik ö�eler, korku, ge-rilim unsurlar� neredeyse yok. Fakat paralel evren, zaman tüneli, geçmi� ve �imdinin insan ruhunu ku�atan �st�rab� bu kitapta da mevcut. Yine hikâyedeki zaman ve mekân kavra-m�, di�er roman ve hikâyelerinde ol-du�u gibi anlat� ilerledikçe tam bir bilmeceye dönü�üyor okurun zih-ninde. Bu bilmece, paralel evren de-nilen bir zamansal olas�l�klar toplam� olarak kar��m�za ç�k�yor. Stephen Hawking’in Büyük Ta-sar�m kitab�nda bahsetti�i, “Bir sis-temin tek bir geçmi�i yoktur, bir sis-tem bütün olas� geçmi�lere sahip-tir.” dü�üncesinin kitapta kar��l���n� buldu�unu görüyoruz. Fakat yazara göre bu durumun iki olas� sonucu olabilir, bu ya iyilik haline delalettir ya da kötülük.

Kazancakis, Nietzsche’yle hesapla��yorYunan edebiyat�n�n usta ismi Nikos Kazancakis’in Çileci (Aske-tiki) adl� roman�, okuru ilk bak��ta ‘asketizm’ kavram�n�n soy-kütü�ü konusunda Nietzsche’ye, Weber’e ve �slam tasavvufu-na ba�vurmaya yönlendiriyor.Ç�LEC�, N�KOS KAZANCAK�S, ÇEV.: H. ÖMER TARHAN, �STOS YAYINLARI, 160 SAYFA, 20 TL

sakine korkmaz

ilecilik’ (asketizm), gerek Bat�’n�n gerekse �slam’�n en-telektüel tarihinde a��rl�kl� yeri olan, Nietzsche’den Max

Weber’e farkl� yorumlarla ele al�nan bir kavram. Çilecilik, daha do�ru bir deyi�-le, dünyevi asketik Protestanl�k, Weber’e göre, kapitalizmin ruhunu in�a eder. Ka-pitalizm “en önemli ahlaki temelleri-ni asketik Protestan ahlak�nda bulur”. Dünyevi asketik Protestanl�k, “mülk sa-hibi olman�n verdi�i do�al zevke var gü-cüyle kar�� ç�km��, tüketimi, özellikle lüks tüketimini s�n�rlam��t�r. Buna kar��-l�k mal kazanc�n� […] geleneksel ahlak�n yasaklar�ndan kurtarm��, kazanç u�ra��-s�n�n zincirlerini kopar�p bunu yaln�z ya-sal hale getirmekle kalmam��, ayr�ca […] do�rudan do�ruya Tanr�’n�n iste�i olarak görmü�tür.”

Weberci ba�lamda ‘asketizm’, çile çekmekten çok, perhizkâr bir tav-ra daha yatk�n görünüyor. Bundan do-lay� asketizmi, Türkçede çilecilikle de�il de ‘perhizkârl�k’ kavram�yla kar��lamak belki de daha do�ru.

Asketizm, Nietzsche’nin Ahlak�n Soykütü�ü Üzerine adl� eserinde, üze-rinde uzun uzun durdu�u bir konudur. Nietzsche, ‘çileci ideal’den söz eder ve ‘çileci ideal’in, insan�n anlam� oldu�u-nu söyler: “Çileci idealin d���nda, in-san�n, bir hayvan olan insan�n, �imdi-ye dek bir anlam� olmad�.” der. Bunun-la birlikte, çileci ideal, bir ehven-i �er’dir Nietzsche’ye göre, “herhangi bir anlam, anlam yoklu�undan daha iyidir.”

ASKET�ZM: R�YAZETProf. Dr. Sabri Ülgener’den, �slam ta-savvufunda asketizmin kar��l���n�n ‘ri-yazet’ oldu�unu ö�reniyoruz. Ülgener, ‘riyazet’i (asketizmi) ‘zühd’den ay�r�-yor ve zühd’ü, nefsi dünya hazlar�ndan mahrum etmek manas�nda negatif; ri-yazeti ise nefse �u veya bu yönde düzenli bir � il ve hareketi yüklemek bak�m�ndan pozitif bir davran�� olarak tan�ml�yor. Riyazet, K�nal�zade’ye göre ise, “nef-se devaml� olarak hay�rl� ve makbul i�ler (a’mâl-i hasene) yüklemek” demektir.

Aç�kça görülüyor ki çilecili�in, H�ris-tiyan ve �slam medeniyetlerinin entelek-tüel tarihinde birbiriyle örtü�mesi söz ko-nusu olmayan bir anlam� var. Her ne ka-dar, Weber’in yakla��m� ile �slam riyazeti aras�nda yak�nl�klar bulunsa da, Weber’in asketizmi, �slam riyazetinden çok, ‘zühd’ kavram�na daha yak�n görünüyor.

Günaha Son Ça�r� ve Zorba ba�-ta olmak üzere romanlar�ndan tan�d���-m�z Nikos Kazancakis’in Çileci (Asketi-

ki) adl� kitab� (Harun Ömer Tarhan çe-virisiyle, 50 y�l sonra Türkiye’de Rum-ca yay�nc�l��� ba�latan �stos Yay�nlar�’n�n ilk üç kitab�ndan), bizi ilk bak��ta, ‘aske-tizm’ kavram�n�n soykütü�ü konusun-da Nietzsche’ye, Weber’e ve �slam ta-savvufuna ba�vurmaya yönlendirdi. Ki-tab� okuyunca anla��ld� ki, Kazancakis, Nietzsche ile hesapla��yor. Nietzsche, çi-leci ideal’den kalkarak yön kazanan is-te�in ne oldu�unu anlat�rken �öyle der: “�nsandan hatta daha fazla hayvandan, hele hele maddeden duyulan nefreti, bu duyulardan, akl�n kendisinden tiksinme-yi, bu mutluluktan ve güzellikten korku-yu; bütün görüntülerden, de�i�meden, olu�tan, ölümden, istemeden, özlemin kendisinden kurtulma özlemini- bütün bunlar�n anlam�n� iyice anlamaya kalka-l�m- hiçli�i istemeyi, ya�ama kar��s�nda-ki gönülsüzlü�ü ya�aman�n en temel ön ko�ullar�na kar�� ba�kald�rmay�; oysa bu, bir istemedir, öyle de kalacakt�r! Ba�ta da söyledi�im sonucu tekrarlarsak, insan is-tememeye kar�� hiçli�i istemeyi seçiyor.”

FARKLI B�R Ç�LEC�L�K Oysa Kazancakis, çilecili�i, Nietzsche’den farkl� dü�ünmektedir. O, “boyun e�diri-yorum özde�e, akl�m�n iyi iletkeni olmak zorunda b�rak�yorum onu. Sevinçle kar-��l�yorum bitkileri, hayvanlar�, insanla-r� ve tanr�lar� çocuklar�mm��cas�na. Tüm Evrenin üzerimdeki gönülde� oldu�unu ve beni bir bedenmi�çesine izledi�ini du-yumsuyorum.” diyor.

Aç�kça görülüyor: Nietzsche, çile-cili�i Evreni hiçle�tirme yoluyla insa-n� anlaml� k�lacak bir ehven-i �er; Ka-zancakis ise Evreni her �eyiyle edin-mek, kendisinin k�lmak yoluyla an-lamland�ran bir yakla��m olarak görü-yor. Biri eksiklikten, öteki doluluktan söz ediyor. Nietzsche’nin çilecisi Zer-dü�t, Kazancakis’in çilecisi de Zorba’d�r: Zorba, The Greek! Bu ba�lamda Çileci Kazancakis’in romanlar�n� daha iyi anla-mak için de okunabilir.

Kazancakis, Nietzsche ile neredeyse özde�le�mi� bir kavram�, Güç �stemi’ni de daha farkl� okuyor. Nietzsche için ‘güç’ ve ‘istem’, birbirinden ayr�lmaz: �en Bilim’de, “Bu Evren güç istemidir ve bundan ba�ka bir �ey de�ildir.” der.

Kazancakis ise �öyle diyor: “�lkeye ba�-l�l�k, i�te en yüksek erdem budur. Yaln�z bu yolla güç ve istenç denkle�ir ve insan�n ça-bas� ürün verir.” Anla��ld��� kadar�yla Ka-zancakis, güç ve istem aras�nda bir denge-sizli�in olabilece�ini varsay�yor ki, bu Ni-etzsche için kabul edilemez bir �eydir.

Özetle: Kazancakis, Nietzsche’yi tersinden okuyor; ama itiraf etmeli ki, iyi okuyor!

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI DÜ�ÜNCE-ROMAN

24

Ç‘

Page 25: Kitap  Zamanı

�bn Battûta’yla yolculuk�bn Battûta’n�n seyahat hikâyelerini anlatan R�hletü �bn Battûta’n�n pek çok tercümesi bas�ld�, bas�lmaya devam ediyor. Profesör David Waines’in haz�rlad��� �bn Battûta’n�n Destans� Seyahati’nde �bn Battûta’dan yap�lan al�nt�lara geni� de�erlendirmeler de e�lik ediyor.�BN BATTÛTA’NIN DESTANSI SEYAHAT�, DAVID WAINES, ÇEV�REN: EBRU KILIÇ, ALFA, 288 SAYFA, 17 TL

AHMET DO�RU

üce Allah’a binlerce övgü olsun ki dünyada dile�im

yeryüzünü dola�makt�, bunu nasip etti. Bildi�im kadar�yla

hiç kimsenin eri�emedi�ine eri�-tim bu alanda. Öbür dünyada Cenâb-�

Hakk’�n rahmetine, ba���lamas�na ve cennet ödülüne mazhar olmak husu-sunda ümidim güçlüdür.” diyor �bni Battûta, R�hletü �bn Battûta ad�yla bili-nen ünlü seyahatnamesinde. T�pk� rü-yas�nda Peygamber Aleyhisselâm’dan seyahat, kendisini ziyaret ve �efaat müjdesi al�p da bu müjdelerden ikisine dünyada iken kavu�tu�unu, üçüncüsü için de ümit besledi�ini söyleyen Ev-liya Çelebi gibi. 1304-1369 y�llar� ara-s�nda ya�ayan Battûta yakla��k yedi yüz elli y�ld�r seyahatini sürdürüyor; gezdi�i mekânlara, gördü�ü hadiselere, dün-yan�n binbir türlü haline, cins cins in-sanlara, damar damar yerlere okurlar�-n� ortak ediyor.

Henüz 20 ya��ndayken memle-keti Fas’tan hacca gitmek için yola ç�-kan �bn Battûta, “Yürü yâ kulum” hi-tab�na mazhar olsa gerek, 28 y�l bo-yunca gezdi durdu. �spanya’dan Çin’e, Afrika’n�n güneyinden Karadeniz’in kuzeyine ülke ülke, �ehir �ehir dola�t�. Fakat gördüklerini bizim Evliya’m�z�n aksine, kendisi kaleme almad�. Mem-leketine döndükten sonra �bni Battûta anlatt�, Fas’�n Merini Sultan� Ebu �nan Faris taraf�ndan yard�m�na tahsis edi-len Muhammed �bn Cüzeyy yaz-d�. �bn Cüzeyy’in görevi, “eserin �bn Battûta’n�n yazd�rd�klar� aras�ndan yararl� olanlar�n� kapsamas�n� sa�la-mak ve sözün ar� duru olmas�na özen göstermek”ti. 14. as�rda dünyan�n bü-yük bir k�sm�n�n tabiri caizse foto�ra-f�n� çeken R�hletü �bn Battûta, bu öne-mine ra�men uzun süre gölgede kal-d�. 19. as�rda Bat� dillerine çevrildik-ten sonra dikkat çeken eserin pek çok tercümesi, özeti, seçmeleri ba-s�ld�, bas�lmaya devam ediyor. Alfa Yay�nlar�’n�n tarih serisinden ç�kan �bn Battûta’n�n Destans� Seyahati de Lan-caster Üniversitesi �slam Ara�t�rmala-r� Bölümü’nden emekli olan Profesör David Waines taraf�ndan haz�rlanm�� bir nevi seçme. “Bir Ortaça� Macera-perestinin S�rad��� Hikâyeleri” alt ba�-l���n� ta��yan kitapta �bn Battûta’dan yap�lan al�nt�lara Fasl� seyyah�n ki�ili-�i, hayat� ve eseri üzerine yap�lm�� ge-ni� de�erlendirmeler e�lik ediyor.

Kitap, ‘seyahat hikâyeleri, yarat�c�-lar� ve ele�tirmenleri’ üzerine geni� bir de�erlendirme ile ba�l�yor. ‘Seyahatler’,

‘yemek ve misa� rpereverlik hikâyeleri’, ‘kutsal yerlere, evliyalara, mucizelere ve harikalara dair hikâyeler’, ‘ötekine dair hikâyeler’ ile devam ediyor. �lk bölüm-de, seyahat edenlerden çok az ki�inin ya�ad�klar�n� kaleme ald���n� söylüyor David Waines. Uzun seyahatlere ç�k-t��� bilinen, ancak bu konularla ilgi tek sat�r kaleme almam�� önemli isimler-den örnekler vererek, “Büyük seyyahlar aras�ndan, büyük ya da de�il, seyahat-name yazar� ç�kmam��t�r. Gerçekten de seyahatnamelerin say�s� asl�nda çok az-d�r; tesadü� ko�ullar, seyyahlar�n ken-dilerinden ziyade ba�kalar�n�n te�vikleri ve bu i�e kendilerini adamalar� söz ko-nusu olmasayd� bu say� daha da az ola-bilirdi.” diyor.

SEYAHATLER GERÇEK M�, HAYALÎ M�?Profesör Waines, konuyu incelerken iki ça�da� seyyah�, Marco Polo ile �bn Battûta’y� farkl� aç�lardan uzun uzun mukayese ediyor. “O da Marco Polo da gelecekte dinleyicilerini büyüleyecek birçok hikâye biriktirmi�lerdi; ne var ki, maceralar�n�n gün �����na ç�kar�l-mas� ikisinin de kendi çabalar�n�n ese-ri de�ildi.” derken �bn Battûta’n�n �bn Cüzeyy’e anlatt�klar�n�n da ancak ha-t�rlayabildiklerinden ibaret oldu�unu ilave ediyor. Waines, tan�nmad�k hatta tamamen yabanc� yerlere dair seyahat anlat�lar�n�n okuyanlar taraf�ndan farkl� tepkilerle kar��land���n� söylüyor. Baz�-lar�n�n bu anlat�lar� oyalay�c� bir e�lence niyetine tükettiklerini, baz�lar�n�nsa he-yecan verici, yeni ve gizemli dünyalar hakk�nda bilgi edinmek için okudukla-r�n� belirtiyor. Bir üçüncü s�n�f� ise yaz�-lanlara �üpheyle yakla�anlar olarak ta-n�ml�yor. Teknoloji ça�� öncesinde ya-�ayan, dünyayla ili�kisi aya��n�n yürü-dü�ü, gözünün gördü�ü, kula��n�n duydu�u mesafeyle s�n�rl� olan insan-lar�n, Ortodo�u’nun, Uzakdo�u’nun her kar��� gizemli topraklar�nda ya-�ananlar� Binbir Gece Masallar�’ndan ay�rmas�n� beklemek çok da hakl� olamazd� elbette.

Yaz�ld��� dönemde farkl� mekânlar hakk�nda bilgi veren seyahatnameler, ilerleyen dönemlerde okurlar�n� zaman yolculu�una da ç�kar�yor. Bugün Do�u’nun do�usuyla da, Bat�’n�n bat�-s�yla da aram�zdaki mesafe, önümüzde-ki ekrana uzakl���m�z kadar. Ama bu mekânlar� yedi as�r öncesinde �bn Battûta ve emsalleri olmasa nas�l geze-bilirdik? David Waines, Fasl� Müslü-man bir seyyah� modern ça��n okuruna tan�t�yor. Ke�ke eseri �bn Battûta’n�n �bn Cüzeyy’e anlatt��� �ekliyle asl�ndan ve kendi dilinden de okuyabilseydik.

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI TAR�H

25

Y

Page 26: Kitap  Zamanı

Gelenekten gelece�e ÜstadGelenek ve Gelecek Aras�nda Bediüzzaman adl� kitapta, Bediüzzaman üzerine, konuya “içeriden” veya “yak�ndan” bakma imkân�na sahip isim-lerle yap�lm�� söyle�iler var. Risale-i Nur’u anlamada mevcutlar� a�an entelektüel bir damar aray��� söyle�ilerdeki ana ekseni olu�turuyor.GELENEKLE GELECEK ARASINDA BED�ÜZZAMAN, MET�N KARABA�O�LU, NES�L YAYINLARI, 240 SAYFA, 12 TL

CEM MERT

yüzy�l�n sonlar�na gelindi�inde Bat� me-

deniyeti tüm yerküre üzerinde iktisadi ve siyasi hâkimiyetini kurmu�tu. �lerlemeci ve i�galci Bat�-l� güçlerin tükenmez iktidar mücadele-leri dünyay� kaç�n�lmaz bir payla��m sa-va��n�n e�i�ine getirmi�ti. Bat� uygarl�-��n�n insanl��� sürükledi�i ç�kmaza tep-ki olarak Kierkegaard 1846’da Korku ve Titreme’yi, Marx 1867’de Kapital’in bi-rinci cildini, Nietzsche de 1885’te Böyle Buyurdu Zerdü�t’ü yay�mlad�. Bu alt-üst olu�larda en büyük felaketler �üphesiz Bat� d��� toplumlar�n ve özellikle de �s-lam dünyas�n�n ba��na geldi. �slam dün-yas� sömürü, i�gal ve parçalanmalar�n ötesinde medeniyet � krini ve iddias�n� kaybetmekle kar�� kar��ya kalm��t�. Be-diüzzaman Said Nursi 1877’de Bitlis’te i�te bu “helaket ve felaket” zaman�n-da do�du, ömrünü �slam co�rafyas�n-da yapt��� maddi-manevi yolculuklarla geçirdi. Kendi deyi�iyle çekmedi�i cefa, görmedi�i eza kalmad�. Ac� ve çileyle destanla�an ya�am�n�n en büyük mey-vesi Risale-i Nur külliyat�yd�.

‘YÜZ B�NLERCE �NSANI UYANDIRDI’Bediüzzaman Risale-i Nur külliyat�y-la yeni bir ça� açarak geçmi� ile gelecek aras�ndaki ba�� kurabilmeyi ba�arm��t�. Cemil Meriç Bu Ülke’de “Said, da� ba-��nda vaaz eden bir mür�it. Hor görü-lenler, her �eyini kaybedenler, mukad-desleri çi�nenenler ona ko�tu ak�n ak�n. Nass’lar�n yalç�n duvarlar� arkas�ndan geliyordu bu ses, tarihin içinden geliyor-du. Kabu�una çekilmi� yüz binlerce in-san� uyand�rd�.” der onun için. Acaba bu büyük dü�ünür ve eseri, hakk�yla, kendi çap�na uygun bir seviye-de kavrand� m�, de�er gördü mü? Yine Cemil Meriç, Bediüzzaman ve eserlerine olan alakas�zl���m�z�n tam bir yüz karas� oldu�unu söylüyor. Gerçek �u ki Risale-i Nur külliyat�n�n k�ymetini ve önemi-ni gerekti�i gibi kavrayabilmi� de�iliz henüz. Di�er taraftan Bediüzzaman’a yönelik giderek artan ilginin, hakk�n-da düzenlenen sempozyumlar�n, aç�-lan enstitülerin, Risale-i Nur akademi-lerinin ve say�lar� ve nitelikleri her ge-çen gün artan ara�t�rmalar�n varl��� da umut verici. Gelenek ve Gelecek Aras�nda Bediüzzaman isimli çal��ma bu ba�lam-da zikredilmeyi hak ediyor. Kitap, Me-tin Karaba�o�lu’nun Bediüzzaman üze-rine, “içeriden” veya en az�ndan “yak�n-dan” bakabilme imkân�na sahip isimler-le yapt��� söyle�ilerden olu�mu�. Metin Karaba�o�lu, Risale Okumalar�, Kur’an

Okumalar� gibi dizi-kitaplar�yla ve Teh-likeli Denemeler, Saidleri Ararken gibi de-neme eserleriyle tan�nan de�erli bir ara�-t�rmac�. Risale-i Nur’u anlamada mev-cutlar� a�an entelektüel bir damar aray�-�� söyle�iler boyunca ana ekseni olu�tur-mu�. Karaba�o�lu söyle�ilerde Risale-i Nur’un özellikle ayd�nlar taraf�ndan sa-hiplenilerek anla��lmas�n�n hede� endi-�ini belirtiyor. Kitapta 10’dan fazla isim-le söyle�i yap�lm��. �lk iki söyle�i Prof. Dr. Nevzat Tarhan ve Adem Güne�’le ger-çekle�tirilmi�. Biri psikiyatrist di�eri pe-dagog olan iki e�itimci, Bediüzzaman’�n ilim ve irfan� birle�tiren e�itim modelini, insanl���n ontolojik problemlerini suhu-letle çözebilen dehas�n� anlatm��lar. Ki-tab�n en uzun söyle�isi Doç. Dr. Ahmet Y�ld�z’la, Bediüzzaman’�n dü�üncesiy-le eyleminin ayr�lmazl��� ve evrenselli�i üzerine yap�lm��. Ard�ndan Sad�k Yal-s�zuçanlar, ilim ve irfan gelene�i içeri-sinde Bediüzzaman’�n yerini ve tecdi-dini, hakikat-i Muhammediye kavram�-n� merkeze alarak anlatm��. Yusuf Kap-lan, �slam’�n bir medeniyet olarak gele-cekte ya�anabilirli�i üzerinde durmu� ve �slam dü�ünce birikiminin son büyük halkas� olarak gördü�ü Bediüzzaman’�n bu gelene�i yeniden nas�l �ifrelemi� ol-du�unu analiz etmi�. Bediüzzaman’�n hem�ehrisi de olan tarihçi Mü� t Yüksel ise Üstad’�n dü�ünce ve irfan ekolleriy-le � kri ba�lar�ndan öte � ili ba�lar�n� or-taya koymu�. Bunlar�n yan� s�ra kitapta Latif Erdo�an, Prof. Dr. Mümtaz’er Tür-köne, Mustafa Akyol, Prof. Dr. Himmet Uç, Abdullah Y�ld�z ve Hasan Horkuç gibi ara�t�rmac�lar�n farkl� alanlarda ufuk aç�c� söyle�ilerini bulmak mümkün.

KUR’AN-KÂ�NAT-�NSAN DENKLEM�Metin Karaba�o�lu’nun Risale-i Nur’un ve müelli� Bediüzzaman Said Nursi’nin derinlemesine anla��lmas� ve dolay�s�yla Kur’an-kâinat-insan denkleminin yeni-den kurulmas� için ortaya koydu�u ça-balar her türlü övgüyü hak ediyor. Bir al�nt�yla bitirelim: “Bediüzzaman’�n ha-yat�ndan ve dü�üncesinden alaca��m�z derslerin belki de ba��nda ümit var. Ka-dir, Hakîm ve Rahim bir Rabb’in mül-künde oldu�umuz idrakiyle ya�ayan Be-diüzzaman, Allah’�n yaratt��� kâinatta Allah’�n kulu olan insan�n huzurunu ve kemalini Allah’�n kitab� olarak ancak Kur’an’la bulaca��n� dü�ünüyordu. (...)Bu ba�lamda Risale-i Nur’a dü�en bir vazife olmakla birlikte bu vazifenin idra-ki ve özellikle entelektüel düzlemde tef-rik ve temsili noktas�nda bir za� yetle bu-gün için yüz yüze olunsa da ümitsizli�e mahal yok. Zira dert bilinirse devas� asand�r.”

19.

Kültür insan do�as�d�rMarshall Sahlins, Bat�’n�n �nsan Do�as� Yan�lsamas� adl� kitab�n-da insan do�as�na dair tan�m�n tamamen kültürel oldu�unu kan�tlama çabas�nda. Ünlü antropolog, insan�n özünde iyi oldu-�unu söyleyen �slami anlay��a uygun bir tez ortaya koyuyor.BATI’NIN �NSAN DO�ASI YANILSAMASI, MARSHALL SAHLINS, ÇEV.: E. AYHAN - Z. DEM�RSÜ, BGST YAY., 133 SAYFA, 12 TL

SÜREYYA SU

vrimci antropoloji, insa-na bir hayvan gibi yak-la�arak, onu tarih önce-

si dönemden itibaren kendini do�adan ayr��t�rmakla tekamül eden ve uygarla-�an bir canl� olarak tan�mlar. Buna göre, insan do�as� da vah�i, ç�karc�, ac�mas�z, hayvani bir do�ad�r. Do�an�n kanunu güçlü olan�n ya�ad���, zay�f�n yok oldu-�u bir seleksiyon rejimi üretir. Bu rejim-de herkes birbirinin hasm�d�r ve düzen ancak bir despot arac�l���yla sa�lan�r. �nsan do�as�na dair modern anlay�� as-l�nda H�ristiyan inanc�na dayan�r. Çün-kü insan do�as� H�ristiyan inanc�nda kötüdür ve insan, do�as�na b�rak�ld��� zaman her kötülü�ü yapar. Dolay�s�yla insan do�as� diye bir �ey asl�nda yoktur; çünkü buna dair tan�m tamamen kül-türeldir. Marshall Sahlins, Bat�’n�n �nsan Do�as� Yan�lsamas� adl� kitab�nda bize bunu kan�tlamaktad�r.

RASYONAL�TE �LE HESAPLA�MAGerçekten de, farkl� kültürlere göre in-san do�as�n�n farkl� tan�mland���n� gö-rüyoruz. Örne�in �slam inanc�nda, insan do�as� özünde iyidir; çünkü her insan �s-lam f�trat�na göre do�ar, yani bar��, gü-ven, sadakat, tevekkül gibi vas�� ar� haiz-dir ve kültür içinde bu f�trat� ya geli�ir ya da bozulur. Sahlins, asl�nda �slami anla-y��a uygun bir tez ortaya koyuyor. Yazar, insan�n ekonomik, siyasal, toplumsal, kültürel, sanatsal, dini her tür geli�imini do�as�nda olan rekabetçi e�ilimle aç�kla-yan ve �imdilerde küreselle�meyle yay-g�nl�k ve geçerlilik kazanan piyasac� ik-tisadi rasyonalite ile hesapla��yor. Bunu yaparken, insan� ç�kar� için her �eyi ya-pabilecek h�rsl� ve ihtirasl� bir varl�k ola-rak tan�mlayan Bat�l� insan do�as� anla-y���n�, ilkel toplumlar�n insana bak���yla kar��la�t�r�yor ve Bat� d���nda hiçbir top-lumun böyle bir insan do�as� anlay���na sahip olmad���n� ortaya koyuyor. Do�aya ve do�al hayata Bat�l� antro-polog gözlü�ü ile bakt���m�zda sadece, canl�lar�n hayat�n� sürdürmek için en za-y�f ve küçükten büyü�e do�ru birbirleri-ni yedikleri bir döngü ve hayat�n yaln�z-ca birincil ihtiyaçlar�n giderilmesine in-dirgenmi� bir me�galeden ibaret say�ld�-��, yani güdülerinin pe�inde ko�an can-l�lar�n olu�turdu�u bir manzara görürüz. �nsan da bu do�adan ne�et etti�ine göre, kültür öncesi durumu buna uygun olma-l�d�r. �lkel toplum, bu kültür öncesi duru-ma göre tan�mlan�r. Bu varsay�m yeni de de�ildir. Tukidides’ten Marx’a kadar bü-tün Bat� dü�üncesi bu temel varsay�m üzerine kurulmu�tur. Hobbes’un Romal�

dü�ünür Plautus’un “insan insan�n kur-dudur” sözünü teyit ederek, “herkesin herkese kar�� sava��” olarak tan�mlad��� bu do�a durumundan yegâne ç�k�� yolu, Leviathan’�n, yani bir despotun �iddete dayanarak topluma egemen olmas�d�r. Bat�’n�n yerle�ik anlay���nda “vah�i”nin “uygar”la ili�kisi, do�an�n kültürle ve bedenin ak�lla ili�kisi gibidir. Bedeni do�al olan�n hapishanesi k�la-rak nesnelle�tiren modern özne söylemi, ke�i� er ça��nda Bat� ile ötekiler aras�n-da yeniden kurgulanarak sömürgecili�in me�ruiyet kayna��na dönü�türülmü�tür. Rousseau gibi dü�ünürler ise uygarl��a insan�n soylu de�erlerinin ve sahicili�i-nin yitimi olarak bakm��lar ve “vah�i”yi insan�n bozulmam�� halinin bir imgesi olarak yüceltmi�lerdir. Günümüzde in-sanlar�n organik g�da tutkusunda da bu tür bir sa� ��� ve bozulmam��l��� arama-n�n izleri vard�r. Bu tür istisnai fantezileri bir yana b�rak�rsak, Bat�’n�n, insan�n do-�al haline dair kavray���, bencil ve ç�ka-r�ndan ba�ka bir �eyi gözetmeyen vah-�i imgesinde somutla��r. Bunun popüler kültürde tezahür eden bir örne�i Sur-vivor Adas�’d�r. Bu program, bize insa-n�n do�al durumunun “herkesin herke-se kar�� sava��” oldu�unu empoze eder. Survivor Adas�, sosyal Darwinizm’in ka-n�tland��� bir laboratuvar gibidir.

AHLÂK� ÇÖKÜ�Ba�ar�ya giden yol ba�kalar�n�n omuz-lar�n� basamak haline getirmekle aç�-l�r. Ba�kalar�, ancak ihtiyaç duydu�u-muzda, kendileri arac�l���yla amaçlar�-m�z� gerçekle�tirebilece�imiz birer araç-t�r. Sahlins, hakl� olarak bu yakla��m�, ahlâki bir çökü� olarak tan�ml�yor: “Aziz Augustinus’un, kölelik ve asl�nda �la-hi bir ceza olarak gördü�ü insan�n be-densel arzulara sonsuz boyun e�i�i, bugünün neo-liberal iktisatç�lar�, yeni-muhafazakâr siyasetçileri ve ço�u Kan-sasl�n�n gözünde özgürlü�ün temel il-kesi haline geldi.” Bunun sonucu olarak menfaat �lahi bir hak, mülkiyetçi bireyci-lik ise temel bir özgürlük olarak demok-rasinin temel ilkeleri aras�na dâhil edildi. Varsay�lan ba�lang�çtaki do�a duru-mundan, Bat�l� insana do�ru evrimle�en bir uygarla�ma tezine kar��, Sahlins, asl�n-da günümüzde modern insan�n giderek vah�ile�ti�ini ve insanl�ktan bir sapma içerisinde oldu�unu vurguluyor. Ünlü antropolog kitab�n� �u sözlerle bitiriyor: “Benim ç�kard���m naçizane sonuç, Bat� medeniyetinin sapk�n ve hatal� bir insan do�as� anlay��� üzerine kurulu oldu�udur. Bununla birlikte, bu sapk�n insan do�as� anlay���n�n varolu�umuzu tehlikeye att��� büyük olas�l�kla do�rudur”.

E

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI DÜ�ÜNCE-R�SALE

26

Page 27: Kitap  Zamanı
Page 28: Kitap  Zamanı

Afaki denemelerUsta çevirmen Münir Göle, Afaki Haller adl� deneme kitab�nda orta ya� bunal�m�, anksiyete, moda, haf�za, astroloji, cad�l�k, solakl�k, melankoli gibi birbirinden ilk bak��ta uzak duran temalar� birbirine ustal�kla teyelliyor. Yazar�n kültürel referanslar�n�n çe�itlili�i dikkati çekiyor.AFAK� HALLER, MÜN�R GÖLE, YKY, 268 SAYFA, 20 TL

ÖMER AYHAN

nce bir itiraf. Münir Göle’nin yeni kitab� Afaki

Haller’i elime ald���mda pe-�in hükümlüydüm. Pe�in hüküm ile bir olumsuzlu�a göndermede bulunmuyo-rum. Aksine, kitaptan beklentim yük-sekti. Çok sevdi�imiz, her yeni kitab�-n� dört gözle bekledi�imiz yazarlar�m�z, �airlerimiz vard�r hepimizin. Peki, dün-ya yazarlar�n� dilimize kazand�rmas�-n� tercih etti�imiz çevirmenler yok mu-dur? ��te Münir Göle, benim çevirmen-lerimden. �ans y�ld�z�, Türk edebiyat�n-daki serüveninde Borges’in daima ya-n�nda oldu. Hep mahir çevirmenlerin eli de�di yazar�n büyüleyici metinleri-ne. Tomris Uyar, Celal Üster, Fatih Öz-güven… En çok Münir Göle’nin çevi-rilerini sevdim. Elbette tamamen öznel bir alg�dan söz ediyorum, ancak birçok Borges okurundan benzer yorumlar� duydum. Göle’nin, ba�ta geçti�imiz ay-larda kaybetti�imiz Antonio Tabucchi olmak üzere, J. Fowles, Paul Auster çe-virileri de ku�kusuz okurunda iz b�rakt�.

�mdi, ba�l��a dönü� zaman�d�r. Mü-nir Göle, düzayak bir denemeler bütü-nüne sad�k kalm�yor Afaki Haller’de. Ki-tab�n “Fuzuli Tak�nt�lar” ad�n� ta��yan ilk bölümünde, bir sar���n kad�n imgesi rehberli�inde, bir temadan di�erine ge-ni� bir güzergâh koyuyor önümüze. Sa-r���n kad�n imgesi, her ba�l���n ilk bölü-münü olu�turuyor ve kitab�n kalan�ndan ba��ms�z okumak isterseniz, düpedüz bir kurmacan�n koridorlar�nda gezinmeye ba�layacaks�n�z. Orta ya� bunal�m�, ank-siyete, moda, haf�za, astroloji, cad�l�k, so-lakl�k, melankoli gibi birbirinden ilk ba-k��ta uzak duran temalar� birbirine us-tal�kla teyellerken, yazar�n kültürel refe-ranslar�n�n çe�itlili�i dikkati çekiyor.

Kitapla ayn� ad� ta��yan “Afaki Hal-ler” be� bölümden olu�uyor. Bu bö-lümler kendi içlerinde genel ba�l�klar alt�nda toplanmam��sa da, metinlerin yan yana getirili�lerinde birbirini besle-yen unsurlar� görmek zor de�il. �lk bö-lümde, psikanalizi daha ‘ürkütücü’ yol-larla geli�tirmeye çal��an ‘psikanar�ist’ Otto Gross’un ilginç hikâyesini anlat�r-ken, “Bir insan kaç ki�iyi içinde bar�n-d�rabilir?” sorusuna kendi ac�mas�z ce-vab�n� yap��t�r�yor Göle: “Ayr�nt�lara tek tek bak�l�rsa, bir bütüne de�il, ayr�nt�la-r�n toplam�na var�l�r; ayr�nt�lar�n toplam� ise olsa olsa bir bütünlük yan�lsamas� ve-rir insana.”

�kinci bölümde geçmi�i, hem de enikonu uzak bir geçmi�i an�yor ya-zar. Maya takviminin � �ekledi�i k�ya-met senaryolar�ndan Defoe’nin Veba

Günlü�ü’ne, Hasan Sabbah’tan II. Dün-ya Sava��’n�n iki ar�zal� mütte� ki Hitler Almanya’s� ile Mussolini �talya’s�n� bir-birine dü�üren gizemli kitaba, sonun-da Phaidra’n�n mitolojik öyküsüne yol-culuk yaparken, bugünü i�aret ediyor Göle. Dünyada tam da bugün ya�anan �iddeti. Üçüncü bölüm, sanat�n farkl� disiplinlerine dokunurken (mimari, re-sim, müzik) bir denemecinin güzel sa-natlara ili�kin özgün saptamalar�n�n, deneme türünü nas�l bir okuma zevki-ne dönü�türdü�ü görülecektir.

Öte yandan Münir Göle’nin ilginç bir ‘tak�nt�s�’ oldu�unu belirtmem ge-rek. Evet, Bosch gibi, Picasso ve Giaco-metti gibi ‘büyük’ isimlerle me�gul ya-zar�n zihni. Ama gölgede kalm�� isim-ler, iade-i itibar� geç yap�lm�� ya da hâlâ yeterince irdelenmemi� sanatç�lar da Göle’nin büyüteci alt�nda. Sürekli Bach, Beethoven, Chopin gibi müzi�in dere-beyleri konu�ulur, haklar�nda kitaplar yaz�l�rken, Scriabine’in, Zemlinsky’nin hikâyeleri do�rusu hem ufuk aç�yor, hem de dima�a taze bir soluk ü� üyor.

III. Ahmet döneminde imparatorlu-�a s���nan �sveç kral� XII. Karl, Göle’nin kibarca Çar I. Petro diye and��� Deli Petro, uzun süre unutulu�a terk edilen ‘ç�lg�n’ bilim insan� Richard Hooke, be� y�l süren gemiyle dünya turundan son-ra eve kapanan Darwin’in yol günlük-leri ve seyir defterleri; birbirinden tuhaf dünyalar�, tam da bu tuha� �klar�ndan ötürü bize çekici gelen hayatlar�, deyi� yerindeyse bir güzel kurcal�yor yazar.

OKURU GÜLÜMSET�YORHayalî bir sacaya�� olu�turuyorum. Bu sacaya��nda, elbette birbirlerinden fark-l� yanlar� oldu�unu da not dü�erek, Enis Batur, O�uz Demiralp, Güven Turan, �avkar Alt�nel ve Münir Göle’nin, bir yuvarlak masa �övalyeleri toplant�s�n-da kavgas�z gürültüsüz bir araya gelebi-lece�ini dü�ünüyorum. Son olarak �unu söylemek isterim. Münir Göle’yi ad�-n� and���m isimlerden ay�ran bir özelli-�i var. �eytan tüyü kabilinden bir özellik; Göle k�zg�nl�k anlar�nda bile okuru gü-lümsetebiliyor. Kitapta yer alan “Öksü-rük” adl� metinde, Horowitz’in tarihsel öneme sahip Scarlatti yorumunu öksü-rükleriyle bozan meçhul dinleyiciyi pay-lamas� tek ba��na yeterli.

Yaz�ya bir itira� a ba�lam��t�m. Yine itira� a bitireyim. Göle’nin çevirilerinin izini sürerken, kaleme ald��� metinleri atlam���m. Afaki Haller, Surat Buru�tur-mal�k 52 Metin’den sonra okudu�um ilk kitab�. Kli�e olacak ama yerini bulacak kurmakta oldu�um son cümle: Geç ol-sun da, güç olmas�n.

Ö

Gö�e akan sekiz renkKas�m 1912-Mart 1913 tarihleri aras�nda dönemin etkili dergilerinden Servet-i Fünûn’da k�sa aral�klarla yay�mlanm�� on dört öyküden olu�an Ermeni Edebiyat� Numuneleri 1913 Osmanl� toplumu içerisinde önde gelen Ermeni yazarlar�n eserlerini bir araya getiriyor.ERMEN� EDEB�YATI NUMUNELER�-1913, SARK�S SRENTS, ÇEV.: MAH�R ÜNSAL ER��, ARAS YAYINCILIK, 374 SAYFA, 25 TL

KEMÂL YANAR

ir Osmanl� Türkü ve bu topra��n evlad� s�fat�y-

la yüzüm k�zarmadan itiraf edemeyece�im: Siz, Servet-i Fünûn’da Ermeni Edebiyat�’ndan numuneler çe-virip yay�nlayana kadar, ben, birçok �rkda��m gibi, Ermeni Edebiyat�’ndan habersizdim.“ Süleyman Nazif’in Sar-kis Srents’e yazd��� te�ekkür mektu-bunun bu ilk cümleleri, yaz�ld�klar� ta-rihten yüz y�l sonra da bizim için ge-çerlili�ini korumakta san�r�m: “Bizimle ayn� gö�ün alt�nda ya�ayan ve çal��an bir Ermeni cemaati, hem de gözü aç�k, hassas ve ayd�n bir Ermeni cemaati ol-du�unu biliyorum. Fakat bu �rk�n ortak vicdan�, yani edebiyat�n�n biçim ve de-recesinden bihaberdim.”

B�R ASIR SONRA YEN� BASKIMektupta da sözü edilen bu bo�lu-�u doldurma çabas�yla haz�rlanm�� bir kitap, daha do�rusu bu kitab�n bir as�r sonra yenilenen bir bask�s� var ar-t�k elimizde: Ermeni Edebiyat� Numune-leri 1913. Kas�m 1912-Mart 1913 tarih-leri aras�nda dönemin en etkili yay�n-lar�ndan Servet-i Fünûn dergisinde k�sa aral�klarla yay�mlanm�� on dört öykü-den olu�an kitab�n hikâyesi de içeri-�i kadar ilgi çekici. E�itimcili�i ve ga-zetecili�inin yan� s�ra çeviri çal��ma-lar�yla da tan�nan Ermeni ayd�n� Sar-kis Srents’in çabalar�yla okuruna ula-�an öyküler, zaman�nda büyük ilgi top-lam��, devrin önemli yazarlar� taraf�n-dan da takdir görmü�tür. Srents, bu çal��malar�n� bir kitaba dönü�türür-ken, özellikle Abdullah Cevdet, Harut-yun �ahrigyan, Süleyman Nazif ve �a-habettin Süleyman’dan ald��� te�ek-kür mektuplar�n� da kitaba eklemeyi uygun görür. 1512 y�l�nda Venedik’te Hagop Me�abard taraf�ndan bas�lan ilk Ermenice har� i kitab�n 400. y�ldö-nümü kutlamalar�na denk dü�en yap�-t�n, kitaba bir sunu� yaz�s� haz�rlayan Ari �ekeryan’�n da belirtti�i gibi, bu-gün bizim için çok daha farkl� anlam-lar� da var: “‘Var olan’�n, ‘ya�amak-ta olan’�n capcanl� bir yans�mas� yeri-ne, 99 y�l sonra bugün ‘yok olan’�n, ‘ar-t�k ya�am�yor olan’�n silik bir yans�ma-s� olarak ç�kar kar��m�za Numuneler. Osmanl�ca yok olmu�tur; Türkiye’de Ermenice edebiyat üretilmiyordur ve Numuneler’deki ço�u öykünün kale-me al�nd��� dil olan Bat� Ermenicesi, unutulmaya yüz tutmu�tur. ��te tam da bu sebeplerden dolay�, kitab�n ad� ‘Er-meni Edebiyat� Numuneleri’ de�il, ‘Er-meni Edebiyat� Numuneleri–1913’tür.”

Dönemin Osmanl� toplumu içe-risinde önde gelen isimlerinden olan sekiz Ermeni yazardan on dört öykü içeren bu derleme, ayn� zamanda, Er-menice yaz�lan edebiyat�n çe�itlili�i-ni sergilemek gibi i�levlere de sahip. Kitap, ünlü Meclis-i Mebusan üye-si ve 1915 katliam�n�n en trajik ör-neklerinden Krikor Zohrab’�n, dev-rin �stanbul’u ve halk�na dair betimle-melerle dolu benzersiz “Postal” isimli öyküsüyle aç�l�yor. Süleyman Nazif’in takrizinde de belirtti�i gibi, “Yaln�z edebiyatla u�ra�sa, yaln�z kendi dili-nin de�il, bütün dillerin büyük usta-lar� aras�nda yüksek bir yer elde ede-cek” olan Zohrab; özellikle insana dair alg�s� ve hukuk e�itiminden de besle-nen adalet duygusuyla kendine özgü bir yap�ta sahip. Yazar, Ermeni Edebi-yat� Numuneleri’nde birbirinden apay-r�, ancak ayn� güzellikte üç öyküsüy-le yer al�yor. Do�u mesellerini an�m-satan “Yedi Muganni”si, Anadolu-lu bir Edgar Allan Poe havas� ta��yan “Gölün Perisi” ve bir çoban köpe�i-nin onur mücadelesini ayn� güzellikte anlatan Rupen Zartaryan da seçkinin önemli isimlerinden. Do�unun kadim bilgeli�ine a�ina Avedik �sahagyan ise belki de dönemin ç�kmazlar�na bir ilaç oldu�u dü�üncesini ta��yan devrin bir-çok Türk yazar� gibi, Hint topraklar�na uzan�yor “Buddha” isimli öyküsünde. Avedis Aharonyan da “Münzevi”de, “Pek uzun bir i�kence ile ölmekten bî-tâp” karakterini benzer bir alg�yla bu kez Paris sokaklar�nda dola�t�r�yor.

B�R HALKIN SIZISIKitapta öyküleriyle yer alan di�er ya-zarlar, Avedis Aharonyan, Zabel Ye-sayan, Dikran Gamsaragan, Zabel Asadur ve Hrand Asadur da, “ya�a-may� arzu eden, bu arzusundan do-lay� suçlu bulunarak katle ve ölüme mahkûm edilen” bir halk�n, hepimiz-de süren dinmez s�z�s�n� yeniden ha-t�rlatan güzellikte metinleriyle, asl�n-da neyi kaybetti�imizi bir kez daha dile getiriyorlar.

Zanaatkârl�klar�ndaki titizlik ve be-ceriyle ün yapm�� bir halk olan Ermeni atalar�n�n hakk�n� teslim edercesine özenli ve özverili bir yay�nc�l�k yapan Aras Yay�nlar�’n�n bu önemli çal��mas�-na, Harutyun �ahrigyan’�n da bundan yüz y�l önce dedi�i gibi, gereken de�er verilsin dilerim: “Türk medeniyetine hizmetleri dokunmu�, isimleri unutul-mu� ve unutulmak üzere olan Ermeni ustalar�m�z� unutulmaktan kurtarmak gibi bir vazife vard�r, bu da Türk vatan-da�lar�m�za dü�er san�r�m.”

B

28

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI DENEME-ÖYKÜ

Page 29: Kitap  Zamanı
Page 30: Kitap  Zamanı

MUSA GÜNER

edektif ve gizem kelimeleri her zaman çocuklar�n dik-

katini çekmi�tir. Bizim dün-yam�zda dedekti� ik olmasa da ülkemiz çocuklar�n�n dünyas�nda dedektifçilik oyununun varl��� inkâr edilemez. Çekici bir konu… Suçlular� bulmak, bilinmezin pe�inden gidip onu bilinir k�lmak… Suç-lular� yakalamak… H�zl�, çok hareket-li çizgi � lm, televizyon mentalitesi kar��-s�nda her maceran�n dozu ayarlanm�� ki-taplar�n her zaman �ans� olabilir.

Pegasus Yay�nlar�’ndan ç�kan Las-se Maja Dedektif Bürosu serisi de ço-cuklar�n macerac� yan�na hitap ediyor. Daha önce serinin ilk kitab� Elmas�n Gi-zemi yay�mlanm��t�. �imdi Okulun Gize-mi ve Sirkin Gizemi ismiyle iki macera daha Türkçe olarak çocuklar� selaml�yor.

Bu kitap serisinde olaylar Valleby isimli küçük bir kasabada geçiyor. Her kitab�n ba��nda kasaban�n haritas� da var. Haritada bir meydan�n etraf�nda �e-killenmi� kasaban�n pastane, müze, li-man, kütüphane, gazete, büfe, banka, istasyon gibi unsurlar� gösteriliyor. Tabi bir de Lasse ile Maja’n�n karargahlar�… Bu kasaba modeli çocuk okur için olay-lar�n geçti�i yeri kafada somutla�t�rma-s� bak�m�ndan faydal� ama bence belki de bir hayal kasabas� olu�turma konu-sunda bir � kir, hatta bunun ötesinde bir cesaret veriyor. Haritadan sonra o ma-cerada yer alan kahramanlar�n resimle-ri de bulunuyor her kitapta. Bu resimle-melere maceray� takip ederken okurun kafas�nda kahraman�n kanl� canl� yer al-mas�na, olaylar� daha iyi takip etmesine

katk�da bulunuyor.Birinci kitap Elmas�n Gizemi’nde

konu �öyle: Valleby’nin en zengin ada-m� mücevherci Muhammet Karat’�n el-maslar� bir bir eksilmektedir. Polis olay� çözemez. Dükkânda elde edilen bütün ipuçlar� bu i�i çal��anlardan birinin yap-t���n� i�aret etmektedir. Bu yüzden Mu-hammet Karat, genç dedekti� er Las-se ve Maja’y� yard�ma ça��r�r. Böylelik-le Lasse Maja dedekti� ik bürosu ilk i�i-ni al�r. Küçük dedekti� er dükkânda ça-l��maya ve ipuçlar�n� toplamaya ba�lar. Ve tabi sonuçta suçluyu bulurlar. Hat-ta ça��rmakla kalmaz, onlar� yan�nda i�e ba�lat�r. Ve tabi küçük dedekti� er, titiz bir çal��ma sonunda olay� çözer.

Serinin ikinci kitab� Okulun Gizemi. Bu kez dedekti� er sahte para olay�n�n pe-�ine dü�er... Valleby kasabas�nda biri sah-te para basmakta ve insanlar� bu paralar-la kand�rmaktad�r. Bu i�i çözmek de Las-se Maja’ya dü�er. Çal��malar ba�lar, iz-ler takip edilir. �puçlar� Lasse ve Maja’n�n okudu�u okulu göstermektedir. Suçluyu

bulmak için bolca parmak izi toplanmal� ve okul gece boyunca izlenmelidir.

Üçüncü kitapta küçük dedekti� er bir sirkte ya�anan gizemli olaylar� çözer. Splendido Sirki’nde sihirbaz Trocade-ro ve palyaço Bobo muhte�em bir gös-teri sunmaktad�r. �zleyiciler onlar� be-�eniyle izlerken ba�lar�na gelenin far-k�nda de�ildirler. �ov s�ras�nda cüzdan-lar, telefonlar ve kolyeler bir bir kaybo-lur. Herkes �üphelidir, sirk müdürü, e�i, Ali Pa�a… Fakat bu i�ler o kadar gizem-li biri taraf�ndan yap�lmaktad�r ki, bu olaylar� da ancak acar dedekti� er çözer.

Lasse Maja Dedektif Bürosu kitap-lar�n�n yazar�, bu alanda birçok ödül sahibi �sveçli Martin Widmark. De-dekti� erin orijinal dilinde 20 maceras� var. Türkçede �imdilik üçü yay�mland� ama yay�nevi yetkilileri okul sezonu aç�ld���nda kitaplar�n devam�n�n gele-ce�ini dile getiriyor. Lasse Maja serisi-nin resimlerini Helena Willis çizmi�. Kitaplar �sveççeden Türkçeye Ali Arda taraf�ndan aktar�lm��.

D

KÝ TAP ZA MA NI ÇOCUK 2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝ

�sveçli yazar Martin Widmark’�n “Lasse Maja Dedektif Bürosu” 20 kitapl�k serisi Türkçede yay�mlanmaya ba�lad�. Serinin ilk kitab� Elmas�n Gizemi’nden sonra �imdi de Okulun Gizemi ve Sirkin Gizemi çocuk okurlar� selaml�yor.

Küçük dedektifler iz pe�inde Mevlana ve eserleri bü-yük bir deniz. Dünya’n�n Mevlana’n�n dile getir-di�i � kirlere çok ihtiyaç duydu�u bir dönemde

ya��yoruz. Fakat Sinan Ya�mur’a göre “… o kadar çok program yap�lm�� ol-mas�na ra�men, her yan� Mesnevi’den sözlerle süslemi� olmam�za ra�men, Hazreti Mevlana’y� ciddi manada an-layabilmi� de�iliz.” Mevlana Güldes-tesi Mevlana’y� anlamaya katk� sa�-lamak amac�yla haz�rlanm�� bir ki-tap. Mevlana’n�n Fih-i Ma� h, Mecalis-i Seb’a, Rubailer ve Divan-� Kebir isimli eserlerinden seçmeleri içeriyor.

Mevlana’y� yeniden okumal�MEVLANA GÜLDESTES�, S�NAN YA�MUR, DESTEK YAYINLARI, 174 SAYFA, 9.90 TL

Behiç Ak’�n yaz�p resim-ledi�i, “Gülümseten Öy-küler” dizisinin dokuzun-cu kitab� Buzdolab�nda-ki Köpek çocu�un iç dün-

yas�n�, mekân-insan ili�kisi ilginç bir öykü e�li�inde i�liyor. Yazar, dünyadan yal�t�lm�� bir Akdeniz k�y� köyüne ko-nuk ediyor bizi. Köyün arkas�ndaki “Ka-y�plar Orman�”na girenin bir daha geri gelmeyece�ine inan�l�r. Cem’in dede-si “S�rdede”’nin hangi s�rr� saklad���n� kimse bilmez. Gezgin ruhlu hala Sevgi Han�m, bir yolculuk dönü�ünde, Cem’e bir köpek yavrusu getirir. Fakat bu köpek günün birinde ortadan kaybolur.

Köpe�in buzdolab�nda i�i ne?BUZDOLABINDAK� KÖPEK, BEH�Ç AK, GÜNI�I�I KITAPLI�I, 95 SAYFA, 13 TL

S�RK�N G�ZEM�, MARTIN WIDMARK, RES.: HELENA WILLIS, PEGASUS YAYINLARI, 72 SAYFA, 10 TL

OKULUN G�ZEM�, MARTIN WIDMARK, RES.: HELENA WILLIS, PEGASUS YAYINLARI, 86 SAYFA, 10 TL

30

Buyaka Çocuk evi seri-sinin ilk kitab�, Tinimini Tehlikede daha önce ya-y�mlanm��t�. �imdi se-rinin ikinci kitab� Pa-

muklu Bir Macera ve üçüncü kitab� Endi�eli Bulutlar Aras�nda da ra� ar-da. Bu çocuk evi nas�l bir yer? “Tepe-si ütü gibi, üç katl� garip bir yer Buya-ka Çocuk Evi. Orada ya�ayan çocuklar m�? Hiç sormay�n, her biri bir âlem… Be� haneli say�lar�, kafadan çarp�p bölebiliyor, Üfürük Çiçe�i Makinesi icat ediyorlar. Kitaplar Hale Karpuz-cu taraf�ndan resimlenmi�.

Bahçenin bir kö�esinde bir kirpi gördü�ünüzde, size bir ok f�rlataca��n-dan korkabilirsiniz. Ama kirpiler insana zarar ver-

meyen, dikenli (!) olmas�na ra�men se-vimli hayvanc�klard�r. Ve hatta onlardan daha korkunç buldu�umuz y�lanlar� da son derece lezzetli bulup gördüklerin-de kaç�rmazlar. Belki bahçenizin kö�e-sinde dola�an o kirpi yolun kar��s�ndaki parka gitmek için bir yol ar�yordur, t�pk� Dick King–Smith’in Kipri isimli kitab�n-da oldu�u gibi. ‘Kipri’nin tam ad� Mu-zaffer Azmi Azami. Kitapta k�saca Azmi olarak geçiyor. �ehirde bir apartma-n�n bahçesinde ailesiyle birlikte ya��yor. Hatta asl�nda birçok apartman�n bah-

çesinde farkl� kirpi aileleri ya��yor. Kir-pi ailesinin üyeleri caddenin kar��s�n-da bulunan parka gitmek ve orada e�-lenmek için yolu geçmek zorunda. Ama gün geçmez ki kötü bir haber gelme-sin, bir kirpi bir otomobilin alt�nda kal�p ezilmesin. Azmi azmeder ve korkusuzca insanlar�n nas�l kar��ya geçtiklerini an-lamaya çal���r. Ke�if gezileri yapar ve so-nunda bulur. �nsano�lu uzun beyaz çiz-gilerin oldu�u yerden, direkte bulunan adam ye�ile dönüp yürümeye ba�lad�-��nda kar��ya geçmektedir. Bu ilginç ay-r�nt�y� ke�feden Azmi, ailesini güvenle kar��ya geçirmenin en güzel yolunun bu oldu�unu anlar ama bakal�m hiç kim-se ezilmeden kar��ya geçebilecekler mi?

Hayy Kitap’tan ç�kan ‘güzel anlat�l-

m�� çok komik bir hikaye’... Kipri’nin ya-zar�, �ngiltere’de çocuk kitaplar� alan�nda birçok ödül alan Dick King-Smith. Ya-zar anlatt��� hikayeyle kirpilerin asl�nda sevimli bir ailesi olabilece�i � krini yer-le�tiriyor kafam�za. Tabi Azmi’nin kar��-la�t��� bir sorun kar��s�nda azimle çözüm aramas� da çocuk okur için örnek niteli-�inde. �artlanm��l�kla hareket edenler, farkl� yollar dü�ünmeyenler hayatlar�n� de�i�tiremez mesaj�n�n etkili bir ifadesi Azmi’nin hikayesi. Kipri kom�uluk ili�-kileri konusunda da güzel bir örnek su-nuyor okuruna. Çeviri olmas�na ra�men ak�c�, sade, yal�n bir dil kullan�lm��.

Kipri Ann Kronheimer taraf�ndan re-simlenmi�. Türkçeye de Gökçe Ate� Ay-tu� aktarm��.

Üç katl� garip bir çocuk evi

Kirpi Azmi azmedince…

BUYAKA ÇOCUK EV� 1-2-3, GÖRKEM YELTAN, DO�AN EGMONT, HER B�R� 10 TL.

K�PR�, DICK KING-SMITH, HAYYK�TAP, 86 SAYFA, 7 TL

“‘Haydi, anlat bize Ya�-l� Tavuk. Kavgac� horozla-r�n kar��s�na dikilen yi�itler yi�idi Telli Horoz’u anlat.’ Hindi, kaz, ördek yavru-

lar�yla civcivler, Telli Horoz’un öyküsünü bir an önce anlatmas� için Ya�l� Tavuk’un çevresinde i�te böyle c�v�lda�m��lar. Za-vall�n�n tüylerini çeki�tirip duruyorlarm��. Ya�l� Tavuk, derin bir soluk alm��. Sonra da Telli Horoz’un öyküsünü anlatmaya ba�lam��…” Ya�l� Tavuk’un anlatt��� Telli Horoz’un hikâyesi, “Her zaman güçlü ve büyük olan m� kazan�r?” sorusuna cevap arayan klasik masallara bir örnek…

Her zaman güçlü olan m� kazan�r?TELL� HOROZ’UN ÖYKÜSÜ, �LHAN YÜCE, RES.: REHA BARI�, 56 SAYFA, 7 TL

Page 31: Kitap  Zamanı

Bir festivalcinin an�lar�“Gülsem mi a�lasam m�?”: Uluslararas� �stanbul Film Festivali’yle özde�le�mi� Hülya Uçansu’nun an�lar�n� bu cümleyle özetlemek mümkün; ayn� zamanda kitab� okurkenki halimizi de! Kitap, Bir Uzun Mesafe Festivalcisinin An�lar� ad�yla yay�mland�.B�R UZUN MESAFE FEST�VALC�S�N�N ANILARI, HÜLYA UÇANSU, DO�AN K�TAP, 420 SAYFA, 27 TL

GÜNSELI I�IK

öklü oldu�unu yaln�z-ca bilebildi�imiz ama meyvelerinin olgunla�-

t��� zamana denk geldi�imizden bel-ki de rengi ve kokusuyla sadece ba��-m�z� döndüren o a�ac�n ba��nda durur-du Hülya han�m. Tam da �stanbul’u ve muhabir kimli�iyle Uluslararas� �stan-bul Film Festivali’ni ke�federken a�aç-tan dü�en bir yaprak oluverdi birden. 2006 Nisan’�nda hiçbirimiz bir �ey an-layamad�k, herhangi bir gerekçeye ba�-layamad�k, hiçbir aç�klama tatmin edi-ci gelmedi. Üstelik festivalin son günü; 15 gün boyunca yine o sinemadan bu sinemaya birlikte ko�turdu�umuz, ara-larda üç be� dakika ayaküstü muhabbet etti�imiz, festivale gelen dünyaca ünlü konuklar hakk�nda kulis dedikodula-r� ald���m�z Hülya han�m, festivalin di-rektörlü�ünden ayr�lm��t�! Bunun, y�llar önce verilmi� bir karar oldu�u ilan edil-di. Ama yok; içimize çöreklenen hüzün öyle kolay kolay silinmiyordu. Hikâyenin bütününü Hülya han�m-dan dinlemek isterdik tabii ama daha fazla üzerine gitmenin de âlemi yoktu. �yi ki de gitmemi�iz; Hülya han�m, y�llar sonra sadece o hat�ray� de�il sinemayla, Sinema Günleri’nden Uluslararas� �s-tanbul Film Festivali’ne evrilen �enlik-le ve o �enli�in ‘babas�’ diyebilece�imiz �stanbul Kültür Sanat Vakf� (�KSV) ile ilgili en güzel, en özel hat�ralar�n� ken-disi kaleme ald�: Bir Uzun Mesafe Festi-valcisinin An�lar�. Hülya han�m�n, daha ilk günlerdeki ilkel ve küçük halinden devasa bir orga-nizasyona dönü�en festivalle ilgili bü-tün ya�ad�klar�n�, kendisinin �u ifade-siyle özetlemek mümkün: Gülsem mi a�lasam m�? Hem çaresizli�i hem te-vekkülü hem sabr� hem de iradeyi bir ç�rp�da toplay�veren bu cümleyi, biz de okur olarak kitap boyunca kurabi-liyoruz; hem keyi� i bir okuma sürecini hem de kimi hat�ralardaki burun s�zla-tan hüznü ifade edebilmek için... Hülya han�m, bekledi�imiz üze-re sinemaya merakl� bir aileden geldi�i için küçüklükten salonlara, makine da-irelerine, bobinlere a�ina büyüyor. E�i-timi farkl� bir alandan; ama sinema sev-gisi, yolunu önce Sinematek’e, oradan da Onat Kutlar eliyle �stanbul Film Ya-p�m ve Gösterim Merkezi’ne dü�ürü-yor. Memleketin; ‘60, ‘71 ve ‘81 darbe-leri ve uzant�s� olan sansürler, yasaklar ve yoksunluklara dü�en yolu da arka planda ak�yor. ‘�ki telefon, bir daktilo ve yan binadaki teleks’le uluslararas� festi-val düzenliyor Hülya han�m! Yard�mc�-

lar olmasa hali harap tabii; yard�mc�lar kim mi; � lmi be�enmeyip salondan ç�-kan seyircinin arkas�ndan “Beyefendici-�im niçin gidiyorsunuz? Ben � lmi gör-düm, çok istifade ettim. Adama bo�u-na Venedik’te Alt�n Aslan vermezler” diyen, Emek Sinemas� müdürü Hik-met Dikmen, sansür heyetinin bunal-t�c� sorular�n� bir biçimde atlat�p � lmle-ri kurtaran çevirmenler ve elbette �lhan Berk’i bile bay�ltacak derecede uzun bi-let kuyruklar� olu�turup festivali yal-n�z b�rakmayan seyirciler... Küçük k�z� Selva’y� büyüten kay�nvalidesi ve ka-y�npederi ile her zaman en büyük des-tekçisi, bizim de sevgili Ali a�abeyimiz Ali Uçansu’yu da unutmayal�m! Ba�ka neler geçmi� Hülya han�m�n ba��ndan? Mesela k�z� hastanede ya-tarken o festivalin töreniyle u�ra��yor, 1984’te festivale ‘memnuniyetle’ gele-cek Rus sinemac�lara Türkiye D��i�le-ri Bakanl��� izin vermeyince gelemiyor-lar. Merhum �akir beyin, ‘Alt�n Lale jüri ba�kanl���na Vittorio Gassman gelmi-yorsa Sergio Leone de gelmesin’ tav�r-lar�yla u�ra��yor… Anlat�las� çok �ey var ama hem ye-rimiz yok hem de onlar� bizzat Hül-ya han�m�n zarif üslubundan okumay� tercih edece�inize eminim. Hatta yine en ha� f tabiriyle bir ‘hürmetsizlik’ olan �KSV’den ayr�lma meselesini bile ayn� üslupla anlatt���n� göreceksiniz. Hem de merhum Nejat Eczac�ba��’na yazd�-�� mektupta halen “Gün geldi, çocuk-lar�m�z� büyükannelerine emanet et-tik ama festivalimizi kimselere emanet edemedik” diyecek kadar rakik olmas�-na ra�men...

FEST�VALDEN NOTLAR• 1987’de 140 bin biletle rekor k�r�ld�.• 24 Nisan 1984’te Nostalgia’yla Türkiye seyircisi Tarkovski’yle tan��t�.• �nci Sinemas� müdürü Suphi bey, kap�-da sinema s�nav� yap�yordu ve soru sor-duklar�ndan biri de Âlim �erif Onaran’d�!• Y�lmaz Güney’e ithaf edilen Tangolar � lmi hakk�nda “Bakal�m gösterilebile-cek mi?” diye yazan sinema yazar� ‘sa-yesinde’ � lm, sansürün gözünden kaç-mad� ve yasakland�. • 1989 Alt�n Lale jürisinde T. Angelo-poulos, N. Mikhalkov ve K. Kieslovski vard�. Cannes Festivali’nden arayan gö-revli, “Kimi arasak �stanbul’da” demi�ti.• Film aras�na al�nan reklamlar�n kalk-mas�n� Antonioni’ye borçluymu�uz! 1996’da Ya�am Boyu Ba�ar� Ödülü’nü almaya gelip � lminin bir k�sm�n� seyre-den yönetmenin kar�s� Enrica, “Reklam oldu�unu bilse ne � lmini gönderir ne gelirdi.” deyince reklamlar bitmi�.

K

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI S�NEMA

31

Page 32: Kitap  Zamanı
Page 33: Kitap  Zamanı

Ezgi Gürses’in titiz ara�-t�rmas�n�n meyvesi olan 28 �ubat – Demokrasi Ters �eritte, millet iradesinin etkisiz k�l�nd���, görmez-

den gelindi�i bir devri anlat�yor. Mille-te ra�men tesis edilmek istenen bir gü-venli�in imkân derecesini sorguluyor. Belli güç odaklar�n�n kendi amaçlar�-n� gerçekle�tirmek u�runa, diledikleri zaman siyaseti, diledikleri zaman Türk Silahl� Kuvvetleri’ni ve sivil toplum ku-rulu�lar�n� ne �ekilde kullanabildikleri-ni belgeleriyle ortaya koyuyor.

“�çinde de, d���nda da hay�r olmayan karan-l�k bir deniz” olarak ta-n�mlam�� onu Ortaça-��n büyük co�rafyac�-

s� �drîsî. K�z�ldeniz, kuzeyinde aman-s�z girdaplar�, güneyinde matem tutu-lan Bâbü’l-Mendep Bo�az� ile suyun âdeta rahmet özelli�ini yitirdi�i, ters ak�nt�lar�, yüzeyin hemen alt�na giz-lenmi� keskin kayal�klar�, ya�mur ye-rine kum ta��yan f�rt�nalar�, gemilere kucak açmayan sahilleri ile çok say�-da kurban alm��… Nihal �ahin Utku, K�z�ldeniz’in dü�ü� ve yükseli�lerle dolu tarihine davet ediyor bizi.

Nobel Edebiyat Ödüllü M�s�rl� yazar Necib Mah-fuz, Zaman�n Hükmü’nde bir ailenin üç nesil boyun-ca hikâyesini anlat�rken,

arka planda M�s�r’�n yirminci yüzy�lda bü-yük de�i�iklikler ve devrimlerle �ekillenen politik ve toplumsal tarihinin de bir resmi-ni çiziyor. Üç çocuklu Hamid Burhan ve Saniye, 1932 y�l�nda Kanatir Bahçeleri’ne yapt�klar� gezi s�ras�nda bir foto�raf çek-tirir. Huzurlu bir gelece�in hayalini kur-maktad�rlar. Ancak aileyi ve ülkeleri M�s�r’� ba�ka bir gelecek beklemektedir.

Ya�l� dünyam�zda kent-k�rsal ayr�m� giderek be-lirsizle�iyor. Bir taraf-tan k�rsallar kente benze-me hevesindeyken kent-

ler de kimi yönden k�rsalla�maya ba�l�yor. Özellikle Türkiye’de ne kent ne k�rsal sa-y�labilecek pek çok ‘büyük’ yerle�im yeri mevcut. Kent Sosyolojisi, pek çok akade-misyenin gözünden; gösterdi�i, i�aret et-ti�i, insanl�k halleri, çok katmanl� dünya-s�yla bir bak��ta tan�man�n pek mümkün olmad��� ‘kent’lerin dünyas�na dair çö-zümlemeler sunuyor.

‘Balans ayar�’ ne durumda?

�çinden peygamber geçen deniz

Bir ülke, üç nesil…Ç�lg�n kalabal�klar aras�nda28 �UBAT – DEMOKRAS� TERS �ER�TTE, EZG� GÜRSES, �ULE YAYINLARI, 222 SAYFA, 12 TL

KIZILDEN�Z, N�HAL �AH�N UTKU, KLAS�K, 616 SAYFA, 30 TL

ZAMANIN HÜKMÜ, NEC�B MAHFUZ, KIRMIZI KED�, 160 SAYFA, 12 TL

KENT SOSYOLOJ�S�, ED�TÖR: KÖKSAL ALVER, HECE YAYINLARI, 400 SAYFA, 24 TL

EFE ERTEM

’nun alg�s�na kat�lm��t�m. O’na kat�l�nca ne alg�m kal-

d� ne benli�im. Benlik senlik yok oldu. O zaman ad�m�n lâmekân oldu�unu ö�rendim.” Yine, yeni bir yola ç�kar�-yor okuru Sad�k Yals�zuçanlar. Kimine kolay, kimine zorlu mu zorlu! Öyle bir yol ki bu, kerpiç duvarl� Anadolu ev-lerinden, da� bay�r Anadolu’dan, de-vasa binalar�n birbiri ard�na kondurul-du�u koca �ehirlerden bir dervi� akl�y-la geçi�in, “dervi�” gönlüyle yeniden var edili�in, olmu�un, olmakta olan�n kitab� Birdenbire. Okuru, bir üniversite hocas� olan Mustafa’n�n ak�ldan akla, mekândan lâmekâna yolculu�una or-tak eden roman, zihin ve gönül konfo-runu bozan duraklardan olu�uyor.

�LER�N�N �LER�S� YOK MUDUR? Ölüm de var, diye hayk�ran deliy-le, “candan geçmeden canan bu-lunmaz” diyen velinin ortak yurdu Anadolu’da “var olan” Mustafa’n�n “halden hale” geçi�i uzunca bir yol boyunca dikilmi� ayd�nlatma direk-lerini ça�r��t�r�yor: Her bir hal, di�eri-ne ili�erek, yer yer kesi�erek, kimi za-man da birbirine kar��arak süregidi-yor. Elif’e olan sevdas�n�n fark�na var-sa da, “meveddet”te oldu�undan bi-haber Mustafa, yine ayn� habersizlikle hevay� da atlay�p ari� er kap�s�nda hil-letin, �egaf�n, hüyam�n ve sonras�n�n yolunu aramakta, s�rr�n pe�inde yan-maktad�r. Oysa yürüye yürüye var�-lan yerin son menzil oldu�u, bir san-r�dan ibaret de�il midir? �lerinin de ilerisi yok mudur? Sonra da ne ileri-si vard�r, ne gerisi… “Gördükçe kör-le�ir, bildikçe bilgisiz hale gelir, i�it-tikçe sa��rla��r, içtikçe susar, susad�k-

ça içersin. Bunlar da zamanla anlam-s�zla��r. �eyler birer birer yok olur, si-linir. Hiçbir �ey kalmaz…” Ne hiç’in ne bir’in, ne de �ey’in kald��� bir yol-dur bu. Mahrem abinin, “Sen ç�k�n-ca aradan, kal�r seni Yaradan” dedi�i yol. “�çeriden içeri erenlerin halveti. Sen ve Yaradan. �kilik hâlâ. Sen ç�kar-s�n. O kal�r. O kal�nca da alg� yok olur. Güne� do�unca bütün ���klar söner.”

B�LMED�KÇE BULAMAZSIN S�rr� arayan Mustafa’ya, “Candan geçmeden canan bulunmaz. Her â��k, körbelas�n� Kerbela’dan geçmek zo-runda. Bunu herkes bir gün mutla-ka tadacakt�r. Dervi� dünyadan ge-çen, ikili�i terk eden, yalandan kur-tulan, �ehvetten ar�nand�r. Böyle ol-mad�kça bilemezsin. Bilmedikçe bu-lamazs�n.” diyen Necat abi, arayan bu gencin en büyük mür�ididir. K�-

z�lcabölük ad� bir Ege köyünde ara-y��a ç�kan Mustafa’n�n “e�itiminin” türlü duraklar� Birdenbire’de bugünün Türkiye’sinden güncel fonlar e�li�in-de okurla bulu�ur. Yals�zuçanlar’�n dün ve bugün aras�nda alegorik bir yal�nl�k ve tasav-vu� derinlikle i�ledi�i Birdenbire, so-rular ve anlama çabas�yla yola ç�kan Mustafalar� a�k’a kadar götürebilecek bir k�lavuzun önsözü olarak da oku-nabilir: “Yolculuk sürüyor. �� ba�a dö-nüyor. Yokluk olunca bitiyor. Varl�kla ba�a var�lm�yor. Yokluk ise kolay ger-çekle�miyor. Bal, katran kab�na ko-nulmuyor. Kab� ar�nd�rmal�. Yüre�i yarmal�. �çinde neler var görmeli. O’na, O’ndan, O’nunla var�l�yor. Her bir arif bu yolda bir türlü ni�an vermi�, biri ni�an vermedi ni�an�mdan ileri. Velhas�l her �ey birdenbire oluyor. Birdenbire…”

KÝ TAP ZA MA NI ROMAN 2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝ

Sad�k Yals�zuçanlar’�n okuru bir üniversite hocas�n�n ak�ldan akla, mekândan lâmekâna yolculu�una ortak etti�i yeni anlat�s� Birdenbire, zihin ve gönül konforunu bozan duraklardan olu�uyor. Kitap, dün ve bugün aras�nda alegorik bir yal�nl�k ve tasavvufi derinlikle bir aray���n roman�.

Her �ey ‘birdenbire’ oluyor

B�RDENB�RE, SADIK YALSIZUÇANLAR, T�MA�, 352 SAYFA, 16,50 TL

O

33

Sevinç Çokum kitapl�-�� Kap� Yay�nlar�’ndan okurla bulu�maya de-vam ediyor. Yazar, ro-man� Bizim Diyar’da bir

göç hikâyesi anlat�yor. Bu göç, asl�n-da bir sürgün: Osmanl�’n�n kaybetti-�i Balkanlar’dan ayr�lmak zorunda ka-lan bir ailenin çe�itli bireyleri üzerinden bütün göçlerin o temel duygusuna, o büyük hüzne var�yor. Bir yanda ölüm-ler, bitmeyen zorlu yolculuklar, kendi topra��ndan ayr�lman�n derin üzüntü-sü; öte yanda dirayet, kenetlenme, öfke ve yan yanal�k…

Balkanlar’a veda B�Z�M D�YAR, SEV�NÇ ÇOKUM, KAPI YAY., 274 SAYFA, 14 TL

Akdeniz için konunun uz-man� Fernand Braudel’den bir al�nt� yapal�m: “Benim ‘Akdeniz’im, ba��ndan so-nuna denizin kendi yü-

zeyinden, k�y�lar�ndan ve adalar�ndan, özellikle de onu a�makta ana ç�k�� ve va-r�� noktalar�n� olu�turan liman kentlerin-den olu�uyor.” Braudel’in ‘yatay’ tarihin-den farkl� olarak David Abula� a, zaman içindeki de�i�imi vurgulayarak Akdeniz’in dikey bir tarihini yaz�yor. Büyük Deniz, Akdeniz’in çevresindeki topraklar�n tarihi olmaktan ziyade bir Akdeniz tarihi. Daha da ötesi, Akdeniz’i a�an, onun k�y�lar�n-daki limanlarda ve adalar�nda ya�ayan in-sanlar�n tarihi.

Akdeniz’de insanl�k tarihiBÜYÜK DEN�Z, DAVID ABULAFIA, ÇEV.: GÜL ÇA�ALI GÜVEN, ALFA, 760 SAYFA, 49 TL

Daha önce Erzurum üze-rine bir kitapl�k olu�tu-racak kadar yay�n yapan Dergâh Yay�nlar�, yüzü-nü Rize’ye çevirdi. Rize

�er’iyye Sicilleri’nin birinci cildi, Prof. �s-mail Kara’n�n editörlü�ünde yay�mlan-d�. Süreli yay�n gibi her y�l bir say�s�n�n bas�lmas� hede� enen Rize Defteri, �eh-re dair her türlü makale, derleme, bi-yogra� , belge ve foto�raf yay�nlar�, bib-liyografya, röportaj ve hat�rat türünden yaz�lara yer veriyor. Rize Defteri, okuru-nu, Rizeli olmad���ma hay�� and�racak kadar titiz bir çal��ma.

Rize’nin defterleriR�ZE DEFTER� 1, ED�TÖR: �SMA�L KARA, DERGÂH YAYINLARI, 236 SAYFA, 50 TL

Sad�k Yals�zuçanlarFO

TO�R

AF: Z

AMAN

, �SA

��M

�EK

Page 34: Kitap  Zamanı

HARUN �LHAN

ugünün gözüyle Türk si-yasi tarihini okurken geç-mi�in karanl�k sayfalar�nda

dola�mak insanda bir ürperme duygu-sunun uyanmas�na sebep oluyor. As-l�nda bu, sadece Türk siyasi tarihiyle alakal� de�il, tek ba��na siyaset olgusu-nun do�as�nda yer alan bir durum. Tam da bu noktada Niccolò Machiavelli’nin Hükümdar isimli eserindeki “Beyaz el-divenlerle siyaset yap�lmaz.” sözü akla geliyor. Belki de bu minvalde ifade et-memiz gereken �ey, insano�lunda ta-hakküm duygusu var oldukça, siyasetin de hep var olaca��d�r. Biz ise bu tahak-küm duygusunun yans�malar�na de�i-nebiliriz ancak. Siyasetin insan hayat�ndaki yans�-malar�n� Türkiye özelinde dü�ünecek olursak, bariz bir �ekilde göze çarpan olaylardan belki de en önemlisi darbeler olarak görünüyor. 27 May�s Devleti adl� yeni kitab�nda Muhsin Öztürk, devletin 1960 sonras�nda ikame edilmi� olan top-lumsal ve ideolojik köklerini, bu sürecin Turgut Özal dönemiyle birlikte dü�ü�e geçmesini, 90’l� y�llarla birlikte yeniden ve son kez iktidar üzerinde söz sahibi ol-mas�n� ve AK Parti dönemiyle beraber bu rejimin art�k son bularak tarihin toz-lu sayfalar�na gönderilmesini anlat�yor. Kendi ifadesiyle: “Bir darbe ile kurulan 27 May�s Devleti’nin ideolojisi ve kurumla-r�yla tas� yeye u�ramas� 1920’lerde kuru-lan Cumhuriyet’i ya�atman�n en önem-li aya�� olabilir. O yüzden normalle�me süreçleri ve demokratikle�me baz�lar�n�n kâbusu olsa bile Türkiye Cumhuriyeti’nin varl���n�n bir garantisi.” Öztürk, 1960 y�l�nda Türkiye’nin girdi�i askeri vesayet düzeninin bugün art�k y�k�ld���n� söylüyor. En özgürlük-çü anayasa olarak herkesçe kabul gö-ren 1961 anayasas�n�n da vesayet siste-

minin temel belgesi oldu�unu ifade edi-yor. Fakat Öztürk bu noktada, askerin belli dönemler itibariyle iktidar üzerin-de söz sahibi olup do�rudan müdahale etme hakk�n� kendinde görmesine kar-��n, asl�nda iktidar�n görünen yüzünde de�il de hep arka planda yer alm�� ol-mas�n�n alt�n� çiziyor. Bu düzenin yer-le�mesinde ise 27 May�s darbesiyle ge-len anayasan�n pay� oldukça büyüktür. Öztürk’e göre yeni dönem ve yeni dü-zen, jakoben devletin demokratik sis-tem içerisinde hüküm sürmesine imkân verecek bir �ekilde gerçekle�mektedir. Bu bak�mdan 27 May�s’ta kurulan dev-let, halk�n özlemlerini de�il, devletin bir zümreye teslimini yans�tmaktad�r. Kitab�n üzerinde temellendi�i bö-lümlerden biri, 27 May�s Devleti’nin ideolojik ve sosyal taban�na ili�kin ya-p�lan tespitlerin yer ald��� sayfalar ola-rak göze çarp�yor. Ordunun üretti�i Ke-malizm ideolojisinin y�llar boyunca dev-letin temelinde yer ald��� ve her siya-si re� eksin içinde bulundu�u ifade edi-liyor. Öztürk’e göre 27 May�s darbesiy-le ba�layan darbeler silsilesinde asker,

hükümetleri etkileyebilecek bütün ens-trümanlara sahip oldu�u gibi, son 50 y�l göstermi�tir ki, cunta ve darbe yoluy-la devlet yönetimini ele geçirebilme psi-kolojisi de elde edilmi�tir. Bu psikolojiy-le birlikte art�k baz� �eyler bir re� eks ha-lini alarak Türk siyasi tarihinde on y�lda bir gerçekle�en darbelere yol açm��t�r.

KIRILMA NOKTASI: E-MUHTIRAKitab� iki ana eksende okumak müm-kün. �lki, 27 May�s Devleti’nin ortaya ç�-k�� �artlar� ve bu �artlara temel haz�rla-yan ideolojik ve sosyal kökenlerin ortaya konulu�u. �kinci eksen ise elli y�ld�r siya-set arenas�nda, siyasi aktörlerin ensesin-de nefesini hissettikleri askeri vesayetin, 2000’li y�llarla birlikte art�k siyaset-asker ili�kisinde daha farkl� bir hal almaya ba�lamas�. Bu ba�lamda 2000’li y�llar-daki en önemli k�r�lma noktalar�ndan biri, 27 Nisan 2007 gecesi Genelkurmay Ba�kanl���’n�n internet sitesinden duyu-rulan e-muht�ra. Öztürk’e göre bu muh-t�raya hükümetin tepkisi, siyasi tarihi-mizde demokrasi olgusunun art�k farkl� bir yola evrildi�inin müjdecisi olarak gö-rünüyor. Bu bak�mdan 27 Nisan’�n öne-minin, yar�m as�rl�k darbe döneminde bir muht�raya bir hükümetin ve bir ba�ba-kan�n ilk kez kar�� ç�k��� olmas�ndan ileri geldi�ini söylenebilir. Öztürk, eldeki bu toplumsal ve siyasi verileri ortaya koyarken, alan�nda önemli birçok ismin görü�leriyle de çal��mas�n� sa�lam bir zemine oturtuyor. Hasan Ce-lal Güzel, Prof. Dr. Atilla Yayla, Hasan Bülent Kahraman, Mehmet Ali Birand, Murat Belge, Doç. Dr. Berat Özipek, Prof. Dr. Yasin Aktay, Doç. Dr. Ferhat Kentel, Prof. Dr. Kemal Karpat, Ali Bulaç ve Naz-l� Il�cak gibi isimlerle yap�lan görü�meler ve � kir al��veri�i sonucunda ortaya ç�kan çal��man�n, zengin bir ara�t�rman�n ürü-nü oldu�unu söyleyebiliriz.

Yavuz Bahad�ro�lu’nun bir zamanlar ortal��� ka-s�p kavuran tarihi ro-manlar�n� hat�rlars�n�z. Özellikle ‘Sunguro�-

lu’ serisiyle bir neslin zihninde ba�ka bir tarihin kap�lar�n� aralam��t�. Zey-nep Kayadelen de Kadim S�r’da muh-temelen Bahad�ro�lu’nun izinden gi-diyor. Fatih Sultan Mehmet’in baba-s� II. Murat döneminde geçen roman, anlatt��� olaylar�n ard�nda, taht�n, sal-tanat�n, ölmezlik suyunun, hayat�n ve ölümün s�rr�n� da ar�yor.

Kahrolsun Dostoyevski, daha önce Sab�r Ta�� kitab�yla büyük ilgi gören Goncourt ödüllü Atiq Rahimi’nin, vatan topra��na yapt���

karanl�k bir gezinti. 1984’te Afganistan-Sovyetler Birli�i sava�� sürerken Fransa’ya s���nan yazar eserlerinde ülkesinde ya�ananlar� anlatt�. Yazar bu sefer, ölümün kol gezdi�i Afganistan’�, suçu, vicdan� azab�n� ve cezay� sorguland��� bir tür Afgan Suç ve Ceza’s� anlat�yor. Kadim topraklar�n modern yüzünde ya�anan ezeli bir insan hikâyesi anlat�yor Rahimi.

�imdiye kadar hemen her türlüsü anlat�lan/gösterilen �kinci Dün-ya Sava��’ndaki Yahu-di soyk�r�m� ve Nazile-

rin Yahudilere yapt��� zulüm bu kez bir köpe�in a�z�ndan dile geliyor. Asher Kravitz’in Kore� adl� kitab�, 1935 y�l�nda Almanya’da Yahudi bir ailenin evinde do�an Kafkas Çoban Köpe�i ‘Kore�’in öyküsü. Kore�, hayat� boyunca sahibin-den ismine kadar pek çok de�i�iklik ya-�ar. Bunlar aras�nda insanl�k tarihinin karanl�k y�llar� da vard�r.

Saltanat�n ard�ndaki s�rDostoyevski’yi kim sevmez!Köpe�in gözünden soyk�r�mKAD�M SIR, ZEYNEP KAYADELEN, KAYNAK YAYINLARI, 462 SAYFA, 9.90 TL

KAHROLSUN DOSTOYEVSK�, ATIQ RAHIMI, CAN YAYINLARI, 224 SAYFA, 17 TL

KORE�, ASHER KRAVITZ, KOTON K�TAP, 240 SAYFA, 17 TL

Muhsin Öztürk

FOTO

�RAF

: ZAM

AN, O

NU

R ÇO

BAN

KÝ TAP ZA MA NI YAKIN TAR�H 2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝ

�mzas�n� Aksiyon dergisinden tan�d���m�z Muhsin Öztürk, yeni kitab�nda 1960 sonras�nda ikame edilmi� olan devletin ideolojik kök-lerini, bu sürecin Turgut Özal dönemiyle birlikte dü�ü�e geçmesini ve AK Parti dönemiyle beraber tarihin sayfalar�na kar��mas�n� anlat�yor.

27 May�s rejimi bitti mi?

Elif �afak’�n kö�e yaz�la-r�n� bulu�turan �emspare yay�mland�. “Gurbet” adl� yaz�yla ba�layan kitapta altm�� alt� yaz� yer al�yor.

�afak, yaz�lar�na bazen yorgun çiftle-ri konuk ediyor bazen evlilikte erkek ol-man�n üzerinde duruyor. Bir yandan içi-mizdeki diktatöre dikkati çekiyor, kimi zaman bir atk�n�n, bir ku�un hikâyesini anlat�yor. Deha bencil midir? Yarat�c�l�-�� nas�l yok ederiz? Sanatç� siyasetçi olur mu? Annelerimizizn gözünde ne zaman büyürüz? Entelektüel kad�n k�skan�r m�? gibi pek çok soruya cevap veren �afak, en çok da kad�n-erkek meseleleri üze-rinde duruyor.

Y�llar�n gazeteci ve tele-vizyoncusu Selim Esen, Olaylar�n �çinden kitab�n-da, kameran�n gösterme-diklerini, kalemin yaz-

mad�klar�n� kayda geçiriyor. TRT Ha-ber Merkezi’nde çal��t��� dönemde, devletin ‘tarafs�z’ tek yay�n organ�n�n, nas�l habercilik yapt���n� anlatmaya çal��makta, bu konuda tarihe k�sa not-lar dü�üyor. 1966-1992 y�llar� aras�nda TRT Haber Merkezi’nde muhabirlik ve yöneticilik yapan Esen’in kitab� sadece bir hat�rat de�il, ayn� zamanda bir bel-gesel niteli�inde.

Elif �afak’tan denemeler

Kameran�n göstermedikleri

�EMSPARE, EL�F �AFAK, DO�AN K�TAP, 248 SAYFA, 15 TL

OLAYLARIN ��NDEN, SEL�M ESEN, KANGURU YAYINLARI, 454 SAYFA, 19 TL

Sadece Türk milletinin de-�il, birkaç milletin kaderini etkilemi� ve toplumsal ha-f�zas�nda iz b�rakm�� Ça-nakkale Sava��’ndan bu-

gün bile tarihe �ahitlik edecek yakas� aç�l-mad�k hikâyeler ç�k�yor. Tarih ara�t�rma-lar�yla tan�nan Metin Soylu, yeni kitab� Yüzba�� Mehmet Muzaffer’de bu olaylardan birini belgeleriyle ortaya koyuyor. Galata-saray Lisesi’nden gönüllü olarak sava�a kat�lan bir haftal�k evli Te�men Mehmet Muzaffer, gösterdi�i ba�ar�larla yüzba�� olur. Fakat onu unutulmaz yapan, son ne-fesinde yazd��� kanl� mektuptur.

Çanakkale’de bir yüzba��YÜZBA�I MEHMET MUZAFFER, MET�N SOYLU, TRUVA YAY., 240 SAYFA, 14 TL

27 MAYIS DEVLET�, MUHS�N ÖZTÜRK, UFUK K�TAP, 312 SAYFA, 12 TL

B

34

Usta �air Haydar Ergülen �iir Gibi Yaln�z’da, bir dö-nemin, baz�lar�n� pi�man-l�k ve üzüntüyle and��� ya-z�lar�na yer veriyor. �iire

bak���nda ‘tart��ma’ya yer olmayan Er-gülen, bu yaz�lar� unutturmak yerine, �ii-rin haf�zas�nda kay�tl� olmas� için yay�m-l�yor. Bir nev’i ‘günah ç�karma’ gibi de okunabilir; bir tür ‘özür beyan�’ gibi de… Kitapta, geçmi� y�llar�n gözde tart��ma-lar�ndan anlaml�-anlams�z �iir, reklam ve �air, birinci ve üçüncü s�n�f �air gibi, art�k ne kadar ‘gerekli’ oldu�una okurun ka-rar verece�i tart��ma yaz�lar� yer al�yor.

�iirin ‘eski’ tart��malar����R G�B� YALNIZ, HAYDAR ERGÜLEN, MÜHÜR K�TAPLI�I, 160 SAYFA, 15 TL

Page 35: Kitap  Zamanı

NUH TUFAN

eren elin üstün oldu�unu söylüyor hadis-i �erif. Emek

verilerek kazan�lan�, al�n teri ak�t�lm�� olan� vermek zor bir ibadettir elbette. Fakat bu i�in kahramanlar�, ön-cüleri çoktur haf�zalar�m�zda. Kutlu de-vir Asr-� Saadet’ten bu yana infak kah-ramanlar�n� okumu�uzdur ço�umuz. Hata kadraj� günümüze çevirdi�imizde de bu tür tablolara rastlamak hiç de zor de�il. Bu davan�n erleri himmetle ba�-lad�lar yola ve belki de bu himmetleriy-le küçülüverdi dünya. Himmete dair ne varsa bu sevdal�lar�n içinde elbette geç-mi�ten gelen bir birikimle olu�uverdi. I��k Yay�nlar�’ndan ç�kan Himmet Köp-rüsü bu kaynaklara yöneltiyor bak��la-r�m�z�. �eyma Akci imzal� kitap “Kutsi Kaynaklar� ve Esma-i �lahiye Aç�s�ndan �nfak” üst ba�l���n� ta��yor. Kitapta in-fak etmenin Kur’anî kaynaklar�n�n yan� s�ra meseleye Allah’�n isimleriyle de ba-k�yor. Kitab�n son k�sm�nda himmetin önemi Peygamber Efendimiz’den ör-neklerle anla��l�r bir �ekilde aç�klan�yor.

KUR’AN-I KER�M’�N �KAME ETT��� B�R HAK�KAT: �NFAK �lahî Kelam, vahyin nuranî çehresiyle insan� yeniden anlamland�rm��, iç po-tansiyeli ve f�trî donan�m�yla onu bü-tün varl�klar içerisinde yüksek bir mev-kide de�erlendirmi�. �nsan, ta��d��� bu kimlikle Allah’�n sanat�n�n tezahürü ve okuyucusu, varl���n özü, bütün varl�k-lara tasarruf yetene�i olan �uur mem-ba� olarak yarat�lm��. Bunun sonu-cunda insan�n, sonsuzlu�a uzanan bir köprü olan dünyada yapt�klar�, yapma-s� gerekenler ve bunlara ba�l� neticeler oldukça büyük anlamlar ifade ediyor.

Kur’an-� Kerîm’in Allah’�n bir emri olarak ö�retti�i infak ibadeti, kulun Yarat�c�s� ile çok özel bir münasebe-ti, O’na güzel bir borç vermesidir. Ki-tab�n ilk bölümü infak ibadetinin s�n�r-lar�n� Kur’an-� Kerîm merkezli olarak çizmi�. Bu s�n�rlar� enine boyuna on alt bölümde ele alan yazar, infak�n ne ol-du�u, nas�l yap�lmas� gerekti�i, yap�l�-��ndaki hususlar gibi konular� i�lemi�.

“Sevdi�iniz mallar�n�zdan Allah yo-lunda infak etmedikçe birr-fazilet mer-tebesine ula�amazs�n�z. Bununla beraber her ne infak ederseniz, Allah mutlaka onu bilir.” (Âl-i �mrân sûresi, 92)

�lahî Beyan, infak ibadetini hakk�yla ifa edebilmek için kullanaca��m�z ma-l�n vasf�n� böyle anlat�yor. Gözden ç�-kard���m�z, kullanmaya tenezzül dahi etmedi�imiz, de�erini yitirmi�, modas� geçmi� �eylerle infak ibadeti yap�lma-yaca��n� dikkatimize sunuyor. Bu, göz-

de de�erli, nefs terazisinde a��r, ho�a giden ve çok sevilen �eylerden yap�l�r-sa Allah yolunda infak edilmi� olunur. Ayet, duruma göre müjdeleyici, duru-ma göre uyar�c� nitelikteki �u sözlerle bitiyor: Her ne infak ederseniz, Allah mutlaka onu bilir.

“Allah yolunda mal�n�z� infak edin de, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye at-may�n ve hep güzel davran�n. Çünkü Al-lah güzel hareket edenleri sever.” (Baka-ra sûresi, 195)

Ayet-i kerime, infak ibadetinin gü-zel bir davran�� oldu�unu ve bu güzel davran���n ona yara��r güzellikte bir metotla yap�lmas� gerekti�ini ö�retiyor. Böyle yap�lan bir i� sonucunda Allah’�n ho�nut olaca��n� haber veriyor.

“Sizden fetihten önce infak eden ve sa-va�an kimse ile bunlar� yapmayan elbette bir olmaz. ��te onlar, bundan sonra infak edip sava�anlardan derece bak�m�ndan daha yüksektirler. Bununla beraber Al-lah, her birine de cennet vaat eder. Allah yapt���n�z her �eyden haberdard�r.” (Ha-did sûresi, 10)

Ayette bahsi geçen fetih, Mekke fethi. �nfak ve cihat ibadetleri, onlar-la yeni bir dünya kurma dü�üncesin-de olan insanlar�n niyetlerine ve için-de bulunduklar� �artlar� göre de�er-lendirilir. Yap�lan bütün ameller, için-de bulunulan �artlar�n müsaadesizli�i ve elveri�sizli�iyle orant�l� olarak k�y-met ve önem aç�s�ndan farkl�l�k ve üs-tünlük gösterir.

RABB�M�Z�N GÜZEL �S�MLER� PERSPEKT�F�NDEN �NFAKEsma-i Hüsna’y� kendi derinlikleriyle hissetmek ve bilmek, kul için marifet. �n-fak�n, varl���n esma-i ilahiyeye kodlan-m�� olmas� itibar� ile, onunla derin müna-sebeti bulunur. �nsan inand��� ölçüde in-fak eder ve içinde o ölçüde infak etme ih-tiyac� duyar. Rabbi tan�ma, O’nu isim ve s�fatlar�yla bilme ölçüsünde marifet ka-b�n� doldurmaya çal��an insan�n ruhu o denli derinlikte dolacak ve insan infak�n önü al�namaz iste�ini ya�ayacak.

er-Rahmân, er-Rahîm, el-Cevâd, el-ani, el-Mu�ni, el-Vehhâb, el-Berr, er-Rezzâk, e�-�ekûr, el-Kerîm, er-Râ� gibi ilahî isimler, geni� perspektifte ele al�nm��. Bu isimler, Allah, Peygamber, mümin vb. yönleriyle i�lenmi�, derin-likli olarak izah edilmi� kitapta.

HAB�B-� EKREM’DE MERHAMET TECELL�S��nfak�, �ekûr isminin bir tecellisi olarak aktif bir �ükürle ya�ayan Habib-i Ekrem, bu yönüyle de bize en iyi örnek ve en ilk öncü. Resûl-u Ekrem’in hayat�ndan ke-sitlerle infak/himmet konusu ele al�nm��, veren el taraf�nda olmam�z ö�ütlenmi�tir.

Allah Teala, infak ibadetiyle insan� ruhun dinamikleriyle varl��a katk�da bu-lunmaya yönlendiriyor. Himmet Köprüsü, vermenin, infak etmenin ehemmiyetini anlayabilmek için as�l kaynaklara dayal� bir okuma yapmam�za imkân veriyor. Bu yönüyle bu husustaki ba�ucu kitaplar�n-dan biri say�labilir.

KÝ TAP ZA MA NI D�N 2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝ

�eyma Akci imzal� Himmet Köprüsü, “Kutsi Kaynaklar� ve Esma-i �lahiye Aç�s�ndan �nfak” üst ba�l���n� ta��yor. Kitapta infak etmenin Kur’anî kaynaklar�n�n yan� s�ra, himmetin önemi Allah’�n isimleriyle ve Peygamber Efendimiz’den örneklerle anlat�l�yor.

Hiç vermeyenle veren bir olur mu?

E�ref Edip’in önemli ese-ri Kara Kitap, Fahrettin Gün taraf�ndan yeniden yay�na haz�rland�. Bir dö-neme damgas�n� vuran

kitab�n yazar� E�ref Edib, yazd��� yaz�-larda Tek Parti döneminin icraatlar�n� sert bir �ekilde ele�tirmi� ve bu ele�tiri-lerin ç�k�� noktas�n� CHP’nin dini alan-daki yapt�r�m ve uygulamalar� olarak saptam��t�. Yeniden yay�mlanan kitap, tart��mal� bir döneme ���k tutuyor.

XI. yüzy�ldan itibaren Do�u Anadolu’dan bat�ya do�ru h�zla ilerleyen Ana-dolu Selçuklular�, ba�ken-ti Konya’da olan güçlü bir

devlet kurdu. Varisleri Türk beylikleri-ne, özellikle Osmanl�lara, güçlü bir si-yasi kültür b�rak�rken, in�a ettirdikle-ri saraylar, camiler, hanlar, köprüler-le Anadolu’nun çehresini de�i�tirdiler. John Freely, At Üstünde F�rt�na’n�n ilk k�sm�nda Anadolu Selçuklular�n�n siya-si entrikalar ve fetihlerle dolu tarihini ak-tar�yor; ikinci k�s�mda ise okuru Anadolu Selçuklu Devleti’nin kadim topraklar�n-da dola�t�rarak onlar�n etkileyici kültürel miras�n� gözler önüne seriyor.

Milleti nas�l aldatt�lar?

Anadolu’nun ‘Selçuk’lar�

KARA K�TAP, E�REF ED�P, BEYAN YAYINLARI, 168 SAYFA, 10 TL

AT ÜSTÜNDE FIRTINA: ANADOLU SELÇUKLULA- RI, J. FREELY, DO�AN K�TAP, 224 SAYFA, 16 TL

Okurun çe�itli kitaplar�yla tan�d��� Senai Demirci’nin ilk roman� Öldü�üm Gün yay�mland�. Kendi ölü-münü yazmak üzere yola

ç�kan Demirci, kitapta bir nevi geçmi-�iyle ve temel varolu�sal sorunuyla, yani ölümle yüzle�iyor. Birbirini tan�mayan üç ki�inin hiç beklenmedik bir zaman-da yollar�n�n kesi�mesi üzerine kurulan roman�n tan�t�m cümleleri �öyle: “Hep ba�kalar�n�n öldü�ünü görmü�tü ömür boyu. Ba�kalar�, hep ba�kalar�. De�i�en bir �ey yoktu asl�nda. Ba�kalar�na göre ölen yine bir ‘ba�kas�’yd�. Kendisi.” Ki-tap, Senai Demirci sevenler için...

Demirci’den bir romanÖLDÜ�ÜM GÜN, SENA� DEM�RC�, T�MA� YAYINLARI, 235 SAYFA, 9,50 TL

H�MMET KÖPRÜSÜ - KUTS� KAYNAKLARI VE ESMA-� �LAH�YE AÇISINDAN �NFAK, �EYMA AKC�, I�IK YAYINLARI, 302 SAYFA, 9,90 TL

V

35

Torsten Krol’un, Callisto’dan sonra Türkçede yay�mlanan ikinci roman� Yunus �nsanlar okura postmodern bir anla-t� sunuyor. Roman, II. Dün-

ya Sava��’n�n bitiminde, �ss�z bir ormanda yollar� kesi�en karakterler aras�nda ya�a-nan trajikomik olaylar� hikâye ediyor. Sa-va� sonras� Almanya’da erkeklerinin ço-�u ölmü�tür. Helga da bu sava�ta kocas�n� kaybetmi�tir. Kocas�n�n karde�i Klaus’tan mektup alan Helga, iki o�lunu da alarak Klaus’la birlikte Venezuela’ya kaçmak için yola ç�kar. Geçirdikleri uçak kazas�yla bir ormana dü�en kahramanlar�, yerli halk Ya-yomiler, bekledikleri kutsal “yunus insan-lar” zannetmektedir.

Yayomiler ve yunus insanlar YUNUS �NSANLAR, TORSTEN KROL, ÇEV.: PINAR KÜR, EVEREST YAYINLARI, 355 SAYFA, 18 TL

Page 36: Kitap  Zamanı

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI FUTBOL

36

“O ana kadar her �ey s�-radand� onun için... Bü-tün bir hayat� öylesi-ne ya��yor, dünya de-yince sadece kendisini,

kendi hazlar�n� ve tutkular�n� biliyor-du. Ama bir gün, bir insan ç�kt� kar��s�-na ve her �ey de�i�ti. Bir sûfî miydi aca-ba onu de�i�tiren, yoksa Rahmân’�n bir lütfu muydu onu gerçeklerle tan��t�ran? Bilmiyordu... Bildi�i tek �ey, art�k bam-ba�ka bir insan oldu�uydu. Gönül de-nizine bir yol aç�lm��t� art�k nihayet.” �brahim Baz’�n kaleminden Sûfî, i�te bu yolculu�un öyküsünü anlat�yor.

Bir sufinin roman�SÛFÎ, �BRAH�M BAZ, NES�L YAYINLARI, 168 SAYFA, 9 TL

AHMET ÇAKIR

hmet Suat Özyaz�c�, Türk futbol tarihine damgas�-n� vurmu� isimlerden biri.

Böyle bir i�i ba�arma olas�l���n�n nere-deyse s�f�r olarak görüldü�ü bir ortam-da tam dört kez �ampiyonluk kazanm�� Trabzonspor’la. Üç büyüklerin tekelin-deki �ampiyonlu�u ilk kez �stanbul d�-��na ta��y�p sonras�nda süren ba�ar�lar-la Bordo Mavili tak�m� dördüncü büyük haline getiren adam o. Özyaz�c� bu ba-�ar�lar� kabaca 1975’ten sonraki 8 y�ll�k zaman dilimine s��d�rm��. Öncesinde-ki futbolculu�u ve sonras�nda süregi-den teknik adaml��� da ayr�ca anlat�l-maya de�er bir önem ta��yor. Gelgele-lim memleketimizde buna benzer du-rumlarla ilgili ‘kitaps�zl�k’ onun yapt�k-lar�n�n da gazete sütunlar�nda kalmas�-na yol açt�. Nihayet �hsan Öksüz arka-da��m�z bu ay�b�m�z� ortadan kald�ra-cak çabay� ortaya koydu.

ALÇAKGÖNÜLLÜ B�R FUTBOL ADAMI Kupalar�n Efendisi adl�, “Gerçek Futbol Efsanesi” üst ba�l���yla yay�mlanan Ah-met Suat Özyaz�c� kitab�nda hocan�n ka-zand��� ba�ar�lar�n yan�nda inançl� bir adam olu�u ve alçakgönüllü ki�ili�i a��r-l�kl� noktalar olarak öne ç�k�yor. Trabzon’daki �dmanoca��-�dmangücü çeki�mesi nedeniyle Bordo Mavili kulü-bün kurulmas� epeyce gecikir. 1967’de güçlükle ba�ar�lan bu i�in ard�ndan 1. lig yolculu�u da epeyce sanc�l� olur. 1973-74 sezonunda bugünkü ad�yla Süper Lig’e

ç�kan tak�m�n 1975-76’da �ampiyon olup bunu k�sa sürede tam 6 kez tekrarlaya-bilmesi gerçekten müthi� bir olayd�r. Bu-nun ba�aktörü de Özyaz�c�’d�r. Futbolculu�u döneminde Fenerbah-çe dâhil pek çok büyük kulüpten tek-lif alan fakat Trabzon’dan ve ailesinden ayr�lmak istemeyen Özyaz�c�, bunu an-cak teknik adaml��� döneminde yapar; Bursaspor, Sar�yer gibi kulüplerde görev al�r. Ancak bunlar pek uzun süreli olmaz, Trabzon’a döner. Teknik adaml��� döne-minde 4 �ampiyonlu�un yan� s�ra 3 Tür-kiye Kupas�, 4 Cumhurba�kanl��� Kupa-s�, 2 Ba�bakanl�k Kupas� kazan�r. Onun �ampiyonluk rekorunu Fa-tih Terim’in bu sezon kazand��� 5. zaferle geçebildi�ini dü�ünürsek Özyaz�c�’n�n yapt�klar�n�n önemi bi-raz daha belirginle�ir. �hsan Öksüz arkada��m�z 2002’de Güne� Do�udan Yükselir adl� kitab�yla �enol hocan�n ba�ar�s�n� taçland�rm��t�. �u s�ralar-da da Trabzon’un bir ba�ka efsane-si Özkan Sümer’le ilgili bir kitap üze-rinde çal��t���n� biliyoruz. Onun bu de�erbilir çabas�n� kutluyoruz. Kitab�n kimi sorunlar� yok de�il. Hem biçim hem içerik olarak biraz daha der-li toplu bir i� ç�kar�labilirdi. Özyaz�c�’n�n Trabzonspor’un ba��nda ç�kt��� maçlar�n bir dökümünü vermek gibi i�ler bugün-kü internet olanaklar� sayesinde pek zor say�lmaz. Sadece anlat�mlara dayal� bir-tak�m de�erlendirmeler yetersiz kalabi-liyor. Ayr�ca Özyaz�c�’y� anlatanlar, ka-ç�n�lmaz olarak hemen hep ayn� �eyleri söylemi�ler. Bu tekrarlardan korunma-

n�n bir yolu bulunmal�yd�. Bunlar hem kitab� yoruyor hem de okumay� zorla�t�-r�yor. Hocan�n bir gönül adam� olu�u, esp-rili ki�ili�i, futbola getirdi�i farkl� bak�� aç��� ve de�i�ik uygulamalar daha iyi bir iç düzenlemeyle aktar�labilirdi. �hsan Öksüz karde�imizin sonraki bask�larda bu tür de�erlendirmeleri dikkate alaca��-n� umuyoruz. Tabii bir yandan da Özkan Sümer kitab�n� bekledi�imizi söyleme-den geçmeyelim.

�hsan Öksüz, Kupalar�n Efendisi adl�, “Gerçek Futbol Efsanesi” üst ba�l���yla yay�mlanan Ahmet Suat Özyaz�c� kitab�nda bir futbol adam�n�n portresini ortaya koyuyor. Hocan�n kazand��� ba�ar�lar�n yan�nda inançl� bir insan olu�u ve alçakgönüllü ki�ili�i öne ç�k�yor kitapta.

Bir futbol adam�n�n portresi

KUPALARIN EFEND�S�, �HSAN ÖKSÜZ, KIYI DERG�S� YAYINLARI, 294 SAYFA

2004 y�l�nda kaybetti-�imiz usta tarihçi �lhan Bardakç�’n�n çal��ma-lar� günümüz okuru-nu da beslemeye devam

ediyor. Bardakç�’n�n Biz Bizi Unuttuk adl� eseri, onun Tarih ve Medeniyet dergisinde yay�mlanan yaz� ve maka-lelerinden olu�uyor. Bardakç�’n�n ka-leminden dökülenler, dakik okuyucu için çok k�ymetli bir geçmi�-bugün mukayesesine de kap� aral�yor.

Tarihin sayfalar�nda…B�Z B�Z� UNUTTUK, �LHAN BARDAKÇI, TÜRK EDEB�YATI VAKFI YAY., 256 SAYFA, 14 TL

Nilüfer Göle, Seküler ve Dinsel: A��nan S�n�rlar adl� yeni kitab�nda, seküler-dinsel ayr�m�n� benlik, devlet ve kamusal alan

aç�s�ndan inceliyor ve günümüzde çat��-ma ve uzla�malarla, iç içe giri�lerle, ye-niden yorumlamalarla ikili�in her iki te-riminin de kayda de�er biçimde dönü�-tü�ünü ileri sürüyor. Göle’nin farkl� za-manlarda yaz�lm�� yedi makalesini bir araya getiren bu kitap, seküler modern-li�in günümüzdeki güç kayb�n�n neden-lerini ve ayn� zamanda bunun sosyal ve be�eri bilimlerdeki yans�malar�n� anla-mak için önemli bir kaynak.

S�n�rlar� a�mak…SEKÜLER VE D�NSEL: A�INAN SINIRLAR, N�LÜFER GÖLE, MET�S YAYINLARI, 176 SAYFA, 14 TL

Amerikal� yazar Julie Otsuka, PEN Faulkner 2012 en iyi roman ödü-lü alan Tavan Aras�nda-ki Buda adl� roman�n-

da, âdeta ‘atalar�n�n’ hikâyesini an-lat�yor. Yüz y�l kadar önce gemiyle Japonya’dan San Francisco’ya foto�-ra� a e�lenmi� gelinler olarak getirti-len bir grup genç kad�n�n trajik öykü-sü, me�hur Pearl Harbour bask�n�yla �iddetli bir ac�ya dönü�ür. �iirsel bir etkileyicilik ve hiddetle aktar�yor ya-zar bu öyküyü. ‘Memleket’ edindikle-ri yeni topraklarda kad�nlar sava� ge-lip çatt���nda dü�man olurlar. “Buras� Amerika, endi�elenmeye gerek yok.” deseler de yan�lm�� olacaklard�r.

Tersten bir Amerikan rüyas�TAVAN ARASINDAK� BUDA, JULIE OTSUKA, DOM�NGO YAYINEV�, 168 SAYFA, 18 TL

A

Okumay� ö�rendi�imden bu yana bir kitap delisi oldu�umu söyleyebilirim. Kabaca yar�m asr� a�an bir süredir kitap-larla ha��r ne�ir say�l�r�m, ilk kez küfür yüzünden ziyan edilmi� bir kitapla kar-��la��yorum. Bunun sporla ilgili bir çal��-ma olu�u üzüntümü ve �a�k�nl���m� bir kat daha art�r�yor. David Peace’nin La-net Tak�m adl� kitab�n�n alt ba�l���: “Bir Tak�m, Bir Teknik Direktör, 44 Gün...” Kitab�n kapa��nda roman oldu�u yaz�l-m�� ama sahiden öyle mi, pek içinden ç�kamad�m. �çindeki postmodern birta-k�m numaralar� görebilecek kadar ede-biyat�n içindeyim ama yine de bir �ey anlayamad�m. Kitab� çeviren K�vanç Koçak karde�imiz spor dünyas�nda bu i�i en iyi yapabilecek isimlerden biri. Ku�kusuz ki yazar�n metnine sad�k kal-m�� ama neredeyse ke�ke öyle yapma-sayd� demek zorunda kalabiliyorsunuz. Kitap �ngiliz futbolunun efsane isimle-rinden Brian H. Clough’un (1935-2004)

sözkonusu 44 gün çevresinde a�a��-yukar� bütün futbol hayat�n� anlatmaya çal���yor. Bilenler onu menajerli�iyle ta-n�r ama futbolculu�u da hiç yabana at�-lacak gibi de�il. Hatta Middlesborough formas�yla 213 maçta att��� 197 gol göz kama�t�r�c�. Sunderland’daki 61 maç-ta att��� 54 gol de öyle... Bu denli parlak golcülük ba�ar�s�na kar��n milli tak�m-da sadece iki kez yer alabilmi� olmas� da onun dram�n�n ba�lad��� noktalar-dan biri... Geçirdi�i bir sakatl�k yüzün-den futbolu erken b�rakmas� da öyle... Erken ba�lamak zorunda kald��� teknik adaml���nda da s�ra d��� i�ler yap�yor. Derby County’nin ba��nda önemli i�ler gerçekle�tiriyor, hele Nottingham Fo-rest ile iki kez �ampiyon Kulüpler Ku-pas� kazan��� ola�anüstü bir i�. Kitapta bunlardan çok aradaki 44 günlük bir Leeds United serüveni a��r-l�kl� biçimde konu ediliyor. Fakat her �ey o kadar çok küfürle anlat�l�yor ki,

buna inanabilmek mümkün de�il. Kah-raman�m�z�n a�z�ndan -okurlar�m ba-���las�n- adeta la��m ak�yor. 10 kelime-lik bir cümlede küfür denilemeyecek sa-dece 2-3 sözcü�ün yer ald���n� görmek mümkün. 394 sayfal�k kitab�n içinden bu i�renç küfürler ay�klansa 250 sayfa-l�k iyi bir kitap ortaya ç�kabilirdi. Böyle-si bir ay�klamaya kimsenin hakk�n�n ol-mad���n� elbette ki biliyorum. Yine de o i�renç ve anlams�z küfürler bunu söy-letebiliyor. David Peace tan�d���m bir yazar de-�il. Arka kapakta ça�da� �ngiliz edebi-yat�n�n ba�ar�l� bir temsilcisi olarak an-lat�l�yor. Ku�kusuz ki öyledir. Ancak Miller ve Bukowski kitaplar�n� solda s�f�r b�rakacak kadar çok küfür elbette kitab� okunmaz hale getiriyor. Üstelik bunla-r�n kitaba katt��� hiçbir �ey de yok. K�sacas�, Lanet Tak�m anlams�z küfür-lere kurban edilmi� bir kitap! Yaz�k ol-mu�...

Küfre kurban edilmi� bir kitap

Page 37: Kitap  Zamanı

Ahmet Yesevî’de iyi bir örne�i gö-rüldü�ü üzere,

insan-� kâmil kavram�na hâlihaz�rda merkezî ve amaç olarak yüce bir yerin verildi�i ça�-larda, söz ehli ki�ilerin ço�u bütün çabalar�-n� insan yeti�tirmeye hasretmi� bulunuyor-du. Ayr�ca Nesîmî söyleyi�inin temel nitelik-lerinden biri, aynen Yunus Emre’nin �iirin-de gördü�ümüz gibi lirizmdi. Duygusal ge-rilimi ve gücü yüksek bir �airdir Nesîmî. Bir divan olu�turmak amac�yla �iirler yazan ve yak�n gelecekte �stanbul merkezli bir gele-ne�i olu�turacak olan �airler, lirizmi Yunus Emre’nin –duyumsal kaynaklar�yla akraba ama- tarz�ndan ba�ka bir yol izleyerek elde etmi� görünüyor. Yunus ve onun tarz�nda yazarak lirik gelene�in sürüp gitmesine kat-k�da bulunanlar asl�nda sözlü ileti�imin ve ifadenin atmosferinden hiçbir zaman kop-mam��, onlar�n yazd�klar� tek ba��na sessiz-ce okunmalar�ndan daha fazla, ku�aklar bo-yunca dillendirilmek suretiyle de ya�am��t�r.

D�VAN ���R�NDE L�R�ZMDivan �iirindeki lirizmin Hâf�z okumalar�n-dan kaynakland���n�, Fuzûlî’de ilk büyük ve unutulmaz e�i�e var�ld���n�, ellerde mev-cut �iir varl��� yeterince göstermekte. Bu iz-lenimi ifade etmekle, Fuzûlî’nin �iirlerinde-ki lirizmin Fars dilindeki gazellere ba�lan-mas� gerekti�ini söylemi� oluyoruz. Arkada, Arapça konu�anlar�n sahip oldu�u ve kasi-delerin okunmas�na ba�l� olarak yay�lan bü-yük lirik gelenek var elbette. Türkçe �iir üze-rinde odakland���m�z yerlerde Fars dilindeki ne�idelerin etkisinin öncelikli yer tuttu�unu görüyoruz. Aruz vezninin kal�plar� sayesin-de yay�lan duyum ortakl���n�n dilden dile ta-��d��� miras, daha çok Farsça kaynaklara da-yanmaktad�r. Tabii ki lirik niteli�in geli�me-si, hiçbir dilde ad�m ad�m izlenebilece�i bir seyir izlemez. �iirde lirizm, rastland��� hal-deki konumuyla, bulundu�u yerdeki t�n�s� ile ve belki de sadece “ezgi olarak” tan�n�r. Selçuklular dönemindeki �iir hakk�nda kul-land���m�z “ölçme güçlü�ü” deyimi, gücü-nü günümüzde daha çok mimari eserlerde, ta� i�lemecili�inde ve �ehircilikte görebildi-�imiz Büyük Selçuklu Devleti zaman�ndaki �iir için (mürettep divan say�s�n�n yetersizli�i nedeniyle) rahatça kullan�labilir iken Beylik-ler dönemi söz konusu oldu�unda bu güç-lü�ün derecesi, yerine ve geçen süreye göre azal�yor. Çünkü zihinlerde kar��la�t�rma ko-nusu olan �iir örnekleri artm��t�r. Ayr�ca, sözlü kültüre ba�l� olarak sö-zel �iirin yayg�n oldu�u, Hoca Dehhâni’nin, �eyyâd Hamza’n�n, hatta Yunus Emre’nin yazd�klar�ndan anla��laca�� üzere, sözlü �i-irden yaz�l� �iire uzun sürmü� bir geçi� dö-

neminin ya�an-d���n� söyleyebiliriz. Serbest insan�n bu geçi� dönemindeki imgelem dünya-s�n�, siyasi dünyadan ba��ms�z ola-rak ö�renmeye yarayan verimler var eli-mizde. Dönemin �iiri, ilâhî vergi, adalet ve be�erî nasip ile �iirsel güzelli�i kayna�t�ran sa�duyunun, insanlar aras�ndaki genel ka-bul görmü�lü�ünü bize gösteriyor. Do�a-n�n, insan�n ve insan�n do�as�n�n ke�f edil-mesiyle geçen bu uzun süreçte sözlü ve ya-z�l� ifade biçimleri e� zamanl� olarak etki-li olmu�tur. Selçuklular döneminde kendi-ne özgü bir e�itim ve kültür havzas� bulun-du�u bir gerçektir. Bu havzan�n genelinde ve Anadolu’da Türkçenin edebiyat dili ola-rak geli�mesini a�amalar halinde izleme is-te�inin önünde, görünür-görünmez engel-ler var. As�l engel sözelli�in a��r basmas�-d�r. Sözel kültürün ortam�nda olu�an biri-kimlerin yaz�l� eserlerde oldu�u �ekilde ge-lece�e ta��nmas� söz konusu olamaz. An-cak, sözelli�e özgü iyilik yok de�il elbette. Sözelli�in yarar�, devam eden kültür ö�ele-rinin, ya�anmakta olan hayat içindeki can-l�l���n� korumaya elvermesidir. Sözel kül-türde, ifade kal�plar� zihinsel canl�l���n sür-mesine uygun biçimde de�i�ime u�rayabi-lir. Toplum hayat�ndaki de�i�im, zihinsel faaliyetlerdeki canl�l���n kaybolmay�p sür-mesini sa�layan yöntemleri bulacak do�al yönsemeleri ba�r�nda ta��r. Yaz�ya geçme-si ihmal edilmi� sözelli�in zarar�, biçimden biçime giren bir metnin do�rusunu sapta-yamamakta ortaya ç�kar olsa olsa. Farsçan�n yönetici tabakalarda egemen durumda ve sözel dünyada genellikle iki-den fazla dilin etkile�im içinde bulundu-�u dönemlerde Türkçe olarak söylenip ya-z�ya geçirilmi� ve günümüze kadar gelebil-mi�, s�n�rl� say�da naz�m parçalar� bulunu-yor. Bulundu�u kadar� bir � kir veriyor elbet;

hem de verdi�i � kir soyut dü�ünceye insanlar�n yatk�nl���n�, yani alg�lamada

oldukça ileri bir a�aman�n varl���n� bize anlatabilecek ölçüdedir. �nsanlar�n zihni-

ne anlamlar ekleyen, imgeleri yüce anlara ve umuda ba�layarak besleyen, öte dünyaya yapt��� göndermeler yoluyla, insanlar� kopa-r�rm�� gibi yapt��� dünyaya ba�layan � kirler, bu suretle, hayat�n geçici olmayan kazan�m� haline gelmi� bir büyüklü�ü ço�unlu�un al-g�lad���n� gösteriyor. Günümüze kadar ge-lebilmi� örneklerde, â��kâne gazel türünde ki�isel planda derinlik elde edildi�inin, �iir yazmada anonim duygular�n ötesine geçil-di�inin, çeviri yoluyla olsa bile mesnevi tü-ründeki eserler sayesinde, hayat alg�s�n�n bilgi dolu bir zeminde yo�unla�arak derin-le�me sa�land���n�n pek çok kan�t�n� bulu-yoruz. De�erlendirme ve ölçmedeki güçlük, ba�lant�lar�, derecelenmeyi ve Farsça kültür hazinesinin zenginli�i yan�nda onunla ayn� zemini payla�an Türkçe eserlerin ba��ms�z olarak dü�ünülmesi halindeki varl�k ve yay-g�nl�k ölçüsünü belirlemek amac�yla yola ç�-k�ld���nda do�uyor. Tekil �iir parçalar�n�n genel kültür içindeki ifade gücünü görmede sorun yok elbette. Bu noktada tekrar belirt-memiz gerekiyor ki, Selçuklu beyleri Türk-çe konu�makta idi. Çat� durumundaki dev-let örgütü zay�� ay�nca e�itim dilinin Fars-ça oldu�u kurumlar bu zay�� amadan pay�-na dü�eni ald�. Medreselerin kurumsal ola-rak yeterlilik derecesi azald�. Dolay�s�yla halk�n konu�tu�u Türkçe her alanda yegâne anla��m arac� haline geldi. Yunus Emre ve ard�ndan gelenlerde Türkçe söyleyi�in ba-��ms�z, serazat ve günlük hayattaki olaylar-la ba�lant�l� biçimde ilerlemesinin temel ne-deni de bu durumdur. 13. yüzy�l�n ikinci ya-r�s�nda Avrupa’da, mükemmeliyetin büyü-sünü yakalama arzusuyla yan�p tutu�anlar, antik ça�lar�n unutulmu� �airlerine ba�vur-dular. Dante, yerel bir lehçeyi yaz�l� metin-

lerde kullanmaya özen gösteriyor, ayn� za-manda antik ça��n �airi Vergilius’un sesini canland�r�yordu. O dönemde Latince yaz-man�n, yazanlara itibar sa�lad���n� ve ba�l� ba��na bir amaç oldu�unu biliyoruz. H�ris-tiyanl��a dair temel metinler dahil, tüm kla-sikler Latince olarak okunmakta idi. Keza, Avrupa’da kurumlarda geçerli dil Latincedir. �airler ancak halka seslenmek istedikleri za-man yerel dillerde yazmay� denemi�, genel olarak ise Latin dilinde yazmay� amaç edi-necek �ekilde e�itimden geçmi�lerdir. Dan-te, ya�ad��� günlerden yüz y�l öncesine ka-dar halk dilinde yaz�lm�� herhangi bir parça bulunmad���n� söyledi�i Yeni Hayat’�n 25. bölümünde, “Halk ozan� olarak yazan ilk ki�i, Latince dizeleri anlamakta güçlük çe-ken bir kad�na sözlerini anlatmak için yapt� bunu” demektedir. Halk diline önem ve ön-celik verilmesi, ulus devlet kavram�n�n son-raki yüzy�llarda insanlara benimsetti�i an-lamda güçlü vurgulara sahip de�ildir.

TÜRK D�L�NDE YAZMAKAyn� ça�da Anadolu’da, Türk dilindeki ���-may� olduran ve olgunla�t�ran �airler, kül-türlerinin temelinde gördükleri klasiklerin dilinde (yani Türkçeden ba�ka bir dilde) yaz-man�n daha ileri bir a�ama oldu�unu dü-�ünmemi�lerdir. Dini metinlerin �erhine ay-r�lan kitaplarda, e�itim amac�yla Arapçaya ba�vurulmu�tur. Tasavvufî eserlerin ve manzum klasiklerin bir bölümünün �erhleri Fars dilinde yap�lm��t�r. Bunun nedeninin, e�itimli ki�ilerin kendi aralar�ndaki ili�kiler-den do�an pratik amaçlar oldu�u aç�kt�r. Ürün verdikleri kültür ortam� üç dil üzerine kurulu, kendileri üç dilde yazacak ölçüde e�itimli, sayg� ve hayranl�k duyarak oku-duklar� ve beslendikleri eserler Arap ve Fars dilinde yaz�lm�� olsa da, dönemin �airleri, bu dillerde yazmak gibi bir özlemin içinde gö-rünmezler. Türk diline, i�lenmemi� bir dil muamelesi yap�lm�� de�ildir. Anadolu’daki konu�ma tarz�na uygun olarak yazanlar, daha do�udaki (Azeri lehçesi gibi) söylem-den ayr� bir yaz� üslubunu ve ifade biçimini ad�m ad�m olu�turma yoluna girmi�tir. Kül-türün olu�mas�na katk�lar� yüksek, Arap ve Fars dillerine sayg�s�zl�k edildi�i dü�ünüle-mez. �airler ihtiyaç duyduklar� zaman bu dillerde yazmaktan kaç�nmam��lard�r. An-cak toplumdaki mü�terek anla��m arac� olan dilin önceli�i gözetilmi�tir. Bunun nedeni, �iiri söyleyenlerle dinleyenlerin imgelem dünyas�n�n ayn� olmas� ve buna uymayan bir e�ilimin hiç bir dönemde tercih edilme-mesidir. Alg�lamada Türkçenin esas oldu�u-nu gösteren en önemli veri, kula�a hitap eden ka� ye ve redi� erin ana dildeki alg�la-maya göre seçilmi� olmas�d�r. Türkçe üze-rinde, Divân-� Lügâti’t-Türk’ten ba�layan hassasiyetin her f�rsatta vurguland���n� gös-teren pek çok örnek vard�r.

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI

Türkçe �iir üzerinde odakland���m�z yerlerde Fars dilindeki ne�idelerin etkisinin öncelikli yer tuttu�unu görüyoruz. Aruz vezninin kal�plar� sayesinde yay�lan duyum ortakl���n�n dilden dile ta��d��� miras, daha çok Farsça kaynaklara dayanmaktad�r.

Lirizm: Sözelden gelen

37

�LLÜ

STRA

SYO

N: Z

AMAN

, CEM

KIZ

ILTU

Page 38: Kitap  Zamanı

orac�kta mübârek Remezân’a

kald� yirmi gün. Mutbak’� kileri �öyle bir

tefti� edeyim dedim. Efendim, üzerinize âfiyet,

“Remezân’�n ucu görününce senin akl�na yemek içmek mi geliyor ey Recai Bey?” deyû ta’n eylemenüz lutfen. Bendeniz bizzat mücerret, tâbir caizse evde kalm��, dul yar�s� bir âdemim; benim mutba��ma, kilerime benden gayr� vaz�yet edecek olsa netekim ben dahi ilmihâl ahvâlinden, �slâm Tarihi’nden fas�llar açar idim, vâ esefâ yokdur. Bakmay�n�z pek belli etmeyorum lâkin, ben �ahsen kendim de dâhil, tek ba��na bir evde imrâr-� hayât eylemenin lezzetinden bahse-denlere itimad etmeyiniz.

Uzatt�k; kuskus tedârik etmeli, ayr�yeten çir (kay�s�), erik, vi�ne, elma kurusu kalmam��. Remezân’�n iftar� ve sahuru ho�afs�z geçmez? Ho�af deyince akl�ma geldi. Geçenlerde bahis aç�ld�, Kondurac� Faruk dedi ki, “Bilecek misiniz bakay�md�r, ho�af ile komposto aras�nda ne fark vard�r?” Akl�m�n üstü örtüldü âdeta; al birini vur ötekine yahu. Ayn� �ey de�il midir? Hâs�l� bilemedim. Faruk dedi ki, “Ho�af meyvenin kurusundan komposto ise tazesinden yap�l�r!” Aa, hakiykaten öyle, fekat komposto lâfz� yok iken Osmanl�lar buna ne derdi acebâ? Tahkik ettim, komposto keli-mesi bize �talyanca’dan geçmi�, fakat bildi�imiz so�uk meyve çorbas� mânâs�nda de�il, “bir araya gelmi� �eyler, hasseten meyve veya sebze kar���m�, kar���k, reçel veya ho�af” mânâs�na geliyor imi�. Kompozisyon tâbiri ile ayn� men�e’den geliyor. A, gördünüz mü? Kurusu, ya�� farket-mez efendiler, ho�af ho�aft�r; kom-posto da ho�aft�r.

Yemeyip içmeyip bu ilmî hakiykati derhal Faruk’un üzerine boca edince, “Seninle münaka�a edilmez, iddiaya bile girilmez; sohbeti ilm-i lugâte çevirdin” diye bir miktar küstü. Can� sa�olsun; onunu küsü�ü iki dakika bile sürmez, yâr-� vefâdar�md�r.

Ho�afl�k meyve kurusu kolay, kus-kusu nereden tedârik etmeli? Eskiden olsa gömle�imi dirse�e kadar çemirle-yüb le�eni önüme al�r be� alt� yumur-tadan kendi kuskusumu kendim

döker idim; art�k gözüm alm�yor. Çar�� i�i fabrika mâmülü �eyler de yavan geliyor. Kezâ yumurta eri�tesin-den pirinçli pilav da Remezaniyelik bir sezdi�imdir. Dükkânlarda var, tats�z. Bu husustaki titizli�imi bilen Faruk, s�zland���m� farkedince kuskus ve eri�te teminini uhdesine ald� da rahat ettim do�rusu.

Na, üzüm ho�af�n� da eksik etmeyi-niz sofralar�n�zdan aziz kaarîlerim. So�utulmu�u makbuldür. Osmanl� sof-ralar�n�n dire�i pilav ile ho�aft�r zaten.

Aradan iki gün geçti, tilefonum çald�, “Yine ba�vekil mi arayor ak�l dan��mak içün” diye yüre�im kalkt�. Mâlum Sûriye ile aray� limonîle�tirdik. Faruk imi�,

-Geçenlerde bir arkada� yolumu çevirip sual etti; içkili iken nemaz k�la-bilir miyim diye sordu. Müftiye dan��-sana diye tersledim. Müftü de tersler diye çekinmi�...

-Ey ne cevap verdin?-Ne cevab� yahu; Recai bey bilir

ona soray�m diye ba��mdan savd�m; imdi buyrunuz Hoca hazretleri, içkili iken nemaz k�l�n�r m�?

Fesübhanallah; her mübarek Remezân böyle yakas� aç�lmad�k, tuhaf bir dini mesele hakk�nda müna-ka�a açmak neredeyse âdet oldu; bu sene de sarho�un nemaz�n� konu�aca-��z demek ki?

-O adama söyle edebini tak�ns�n, fiilini bozmas�n. Sarho� iken nemaza yakla�mas�n. Bizi de günaha sokmas�n mübârek �âbân-� �erifte...

-Öyle söyledim; birinden duymu�; demi�ler ki, “Ne dedi�ini bilecek kadar akl�n ba��nda ise k�labilirsin!” Ben k�la-r�m arkada� diye diklendi üstelik!

Hmm, mesele ciddî; herif serho� k�l���na bürünüyor ama meselenin can al�c� yerinden de haberdar. Nisâ Sûresi’nin 43. âyetinde aynen böyle emir buyruluyor fekat efendiler, bilir-siniz ki bu emir ruhsatt�r; insanlar nemazdan geri kalmas�n, zikirden dûr olmas�n diye öyle takdir buyrulmu� velâkin bu ruhsat� tamim etseler, iki �i�e bira çeken, “Akl�m ba��mda” diye tekbir getirip namaza duracak!

Hocal�k zor zenaat ey azizler; Recailik hepsinden evlâd�r; hocal�ktaki fazilet Recailikte yok fekat Recaili�in gönül huzuru üzüm ho�af�ndan bile tatl�d�r vallahi.

Hocal�k zor zenaat ey azizler; Recailik hep-sinden evlâd�r; hocal�ktaki fazilet Recailikte yok fekat Recaili�in gönül huzu-ru üzüm ho�af�ndan bile tatl�d�r vallahi.

Ho�af ho�aft�r; komposto dahi bizzat ho�aft�r

RE CAÝ GÜL LAP DAN

2 TEMMUZ 2012 PA ZAR TE SÝKÝ TAP ZA MA NI USTA GÖZÜYLE

38

Page 39: Kitap  Zamanı
Page 40: Kitap  Zamanı