Top Banner
G İ Z’li Gül ş en
349

Gizli Gulsen

Jan 15, 2016

Download

Documents

ziya

oku
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Gizli Gulsen

GİZ’li Gülşen

Page 2: Gizli Gulsen

İlmimin kaynağı, Üstadım,

AHMED HULÛSİ’ye

Page 3: Gizli Gulsen

Ahmed Bâki’nin Yayınlamış Diğer Kitapları

∼ Holograf ik Bak ış ∼ ∼ Aynadaki Evren ∼

Ahmed Bâki’nin Websitesinde Yayınlanan Diğer Eserleri

∼ Son Misafir ∼ ∼ Online Sohbet ler ∼ ∼ Kavanoz Yalanmakla

Bal ın Tad ına Var ı lmaz ∼ ∼ Neden DİN ∼

Ahmed Bâki’nin İngilizce’ye Çevirdiği Üstad Ahmed Hulûsi’nin Yayınlanmış Eserleri

∼Hz. Muhammed’in Aç ıklad ığ ı ALLAH∼ ∼ İSLAM∼

∼ Dini Yanl ış Alg ı lamak ∼ ∼ DOST’tan Dosta ∼ ∼ Sis temin Sesleniş i ∼

∼ Evrensel S ır lar∼ ∼ Mesaj lar ∼

Üstad Ahmed Hulûsi’nin ve Ahmed Bâki’nin yayınlanmış tüm eserlerini ve İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca, Rusça, Flemenkçe, Arnavutça mevcut çevirilerini www.ahmedbaki.com adresinde “Tasavvuf ve Bilim” konulu websitesinden ücretsiz okuyabilirsiniz.

Page 4: Gizli Gulsen

Bismi’llâh’ir-Rahmân’ir-Rahîm: Elhamdu lillahi rabbil âlemiyn, erRahman’ir Rahiym, Mâliki yevmid din, iyyake na’büdü ve iyyake nestaıyn, ihdinas sıratal mustakıym, sıratalleziyne en’âmte aleyhim gayrıl mağdubi aleyhim veladdâlliyn.

Rahman ve Rahîm olan ALLAH isminin manâsıyla: Hamd, âlemlerin rabbı olan, Rahman ve Rahîm Allâh’a aittir. Din gününün mâlikidir. Yanlız sana kulluk eder ve yanlız senden yardım isteriz. Hidayet et bize, doğru yola; O doğru yola ki, en’âmda bulunduklarına nasib ettin o yolu; gazabına ulaşanların ve dalâlette kalanların değil.

Page 5: Gizli Gulsen

“Allahu lâ ilâhe illâ hu, elhayyul kayyum, lâ te’huzûhu sinetün velâ nevm, lehu mâ fiys semâvâti ve mâ fiylard, men zelleziy yeşfeu indehu illâ biiznih, yâ’lemu ma beyne eydiyhim ve ma halfehüm, velâ yuhıytune bişey’in min ilmihî illâ bimâ şa’, vesiâ kürsiyyühüs semâvâti vel arda, velâ yeuduhu hıfzuhuma, ve huvel âliyyül azıym.”

ALLAH ki, tanrı yoktur ancak O vardır, diridir ve kendi kendine kâimdir; ne uyuklaması ne de uyuması sözkonusudur; yerde ve göklerde ne varsa O’nun içindir; O’nun katında kim şefaat edebilir ki izni olmaksızın; bilir önlerinde ve arkalarında olanların hepsini; izni olmadan ilminden bir şeyi kapsamak mümkün değildir; kürsüsü semâları ve yeri içine almıştır; koruması dışında bir şey kalamaz; yüce ve azamet sahibidir.

Page 6: Gizli Gulsen

Kul, Hûvallahu AHAD, Allahus SAMED, Lemyelid ve lemyuled, Velemyeküllehû küfûven AHAD. Deki : ALLAH AHAD’dır ⎯sınırsız, sozsuz TEK’tir. ALLAH, SAMED’dir ⎯BÜTÜN’dür. LEMYELİD ve LEMYULED’dir ⎯başka birşeyden BÖLÜNMEMİŞTİR, ⎯kendisinden birşey AYRILMAMIŞTIR. Yanısıra dengi - benzeri birşey olmamıştır, AHAD’dır.

Page 7: Gizli Gulsen

Bütün ilimlerin başı ALLAH’ı BİLMEK’tir; ALLAH’ı bilmeyenin ilmi, boşa emektir.

⎯AHMED HULÛSİ

Page 8: Gizli Gulsen

“ İ N S A N G İ B İ D Ü Ş Ü N E N

T A N R I S A N I S I N D A N , A L L A H G İ B İ D Ü Ş Ü N E N İ N S A N A N L A Y I Ş I N A … ”

⎯AHMED HULÛSİ

Page 9: Gizli Gulsen

SUNU

Değerli Dostum,

Gayesi, İslâm Dini’nin özüne yönelerek “ALLAH’ı BİLMEK” olan Tasavvuf İlmi, Modern Bilimler eşliğinde değerlendirilirse ortaya şu gerçek çıkar:

Yaşamı “OKU”yabilenler için, “beynin” eseri olarak algılamakta olduğumuz ve içinde yaşadığımız bu Evrensel Düzen, insana kendi hakikatini anlatan mecazlar bütünü bir “KİTAP“ işlevi görür!

Buna karşılık, beş duyu ve bireysellik kaydında yaşanması halinde ise, kişiyi büyük acı ve azaplara maruz bırakan, bilincinin sonsuza dek içinde hapsolduğu “koza”sı durumunda kalır...

Bizim düşüncemize göre, insanı ve insanlığı, kendisine bahşedilmiş sayısız güzelliklerİ yaşamaktan mahrum bırakan gerçek düşmanı, cehalettir! Tüm insanlığa gelmiş ALLAH RASÛLÜ ve son Nebi Hazreti Muhammed Mustafa aleyhisselâm’ın bildirdiği “ALLAH” ismiyle işaret edilenin ne olduğunu öğrenmemek ise yaşanan ve yaşanacak tüm acı ve azapların kökünde yatan “cehaletin” baş sebebidir...

“ALLAH” ismiyle işaret edilenin yukarıdaki yargıç bir “tanrı” olmadığını; evrenin var edeni ve kendi hakikatimiz olduğunu, aslımız olarak özümüzde mevcut olduğunu farkedebiliyorsak eğer, bizim için beş duyu düzeyiyle sınırlı her şey, terkedilmesi gereken birer aldanış

Page 10: Gizli Gulsen

hükmündedir! Bu Hakikatin bilincinde yaşayandan kimseye asla zarar dokunmaz; aksine, sevgi, saygı, şükran, cömertlik, yardım, hizmet, dua ve ilim gibi yollarla çevresine sürekli manevi güç yayılır... Bunu yaşayabilenlerin seçkinleri, maneviyat ehliyle birlikte Allah Rasûlü’nün yolunda olmaktan iftihar duyarlar ve varlıklarıyla, insanların evrensel yaşam “KİTABI”nı OKUyabilmeleri amacına hizmet ederler.

Öte yandan, beş duyu ötesine, maneviyata yönelebilme yetisinden yoksun ⎯dolayısıyla ALLAH ismiyle işaret edilen Gerçeği kabul edemeyen⎯ ekseriyeti oluşturan “insansı”lar ise, hayatta kalmanın vazgeçilmez kuralı olarak “ben”cillik ve sahiplenmeyi bilirler! Şartlandıkları göresel-dünyevi değerlerine ve değerlendirmelerine öylesine sıkı tutunurlar ki, onları korumak ve kaybetmemek için savaşır ve bu uğurda karşılarındakine her türlü zararı verebilirler!..

Oysa, toplumsal şartlanmalardan, değer yargılarından, bedensel bağımlılıklarından ve duygusal yaşamdan kopamayan bireyler için dünya, bilinçlerinin çevresine örülmüş ve özlerindeki sınırsız özellikleri yaşamalarına mâni olan farkedemedikleri “kozaları” olarak kalır.

Gayemiz cehaletin karanlığından kurtulmak ise, bunun yolunun Hakikat ilmini edinmek ve bu ilmi elimizden geldiğince çevremizle paylaşmak olduğunun farkına varmalıyız! Zira, mevcut kaynaklarımızı, öncelikle gerçeklerin

xii

Page 11: Gizli Gulsen

bilinmesi yolunda bu ilmin yayılması için değerlendirmediğimiz, dolayısıyla zihinlerin bu bilgiyle aydınlanmasına ve cehaletin elinden kurtulmasına yardım etmediğimiz sürece, algıladığımız bu beş duyu dünyası, bilincimiz için bir “koza” olma işlevini devam ettirecek, bununla birlikte, hakikat bilgisinden yoksun kalan bireyler de, cehalet denen düşmanın elindeki birer araç, hatta onun birer parçası olarak kalmaktan kurutlamayacaklardır...

Kur’an öğretisiyle bütünleşmeyen, DİN’i gökteki “tanrı”nın emirleri olarak kabul eden ilkel anlayışların, insanlığı tarih boyunca sürüklediği felaketler ve bugün getirdiği nokta ortadadır.

Bu gerçekler ışığında düşünürsek görürüz ki, kurtuluşa ermenin yolu, önyargıyı ve taklitçiliği bırakıp, yaşam sisteminin işleyişini açıklayan İslâm Dini’ni, “ALLAH ismiyle işaret edilen indindeki DİN” olarak, “Allah indi”nden bakışla, çağdaş bilimler eşliğinde yeniden değerlendirmekten geçer.

Bu amaca hizmet gayesiyle hazırladığımız “Tasavvuf ve Bilim” konulu (www.ahmedbaki.com) Internet websitemizde yaklaşık bir yıl boyunca yayınlanan mesajlardan oluşan ve yayın hayatına son verdiğini açıklayan Üstadım Ahmed Hulûsi’nin en yeni açıklamalarını da içeren (64’üncüden sonraki bazı mesajlar içerisinde) bu kitabın, DİN’in gerçeğinin sorgulanmasına ve doğrunun değerlendirilmesine bir vesile olmasını, düşünen beyinlere yeni ufuklar açmasını diler; yazılmasına, okunmasına

xiii

Page 12: Gizli Gulsen

vesile olan ve okuyan tüm dostlarıma Allah’tan selâmet niyaz ederim.

ALLAH bizlere Hakikati görebilmeyi ve hazmedebilmeyi kolaylaştırsın...

AHMED BÂKİ

03.10.2001 www.ahmedbaki.com

xiv

Page 13: Gizli Gulsen

~Giriş~ a etraftan duyduklarımızla yetinecek ve sonuçlarına katlanacağız… Ya da kendimiz araştıracak ve doğruyu

aklımızla değerlendireceğiz… Y

“ALLAH” adıyla işaret edilenin ne olduğunu araştırıp, öğrenmemek ve ALLAH’a İMAN etmemek, kendini, aslını ve kendindeki düşünsel güçleri inkâr etmek ve bu yüzden, “cennet” diye anlatılan kendindeki kozmik bilince ait melekelerin yaşam boyutuna geçememek demektir!...

İSLÂM DİNİ’ni araştırıp öğrenmemek ve gereğini yerine getirmemek, yaşadığın EVRENSEL SİSTEM ve DÜZENE ters düşen davranışlarda bulunarak, pahasını ölümötesi yaşam şartlarında aciz ve güçsüz kalmakla ödemek demektir!

19

Page 14: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

“İSLÂM”, şu veya bu topluluğun, veyahut da müslüman denen toplumların dininin adı değil, ALLAH RASÛLÜ’nün açıkladığı ve ALLAH İSMİYLE İŞARET EDİLEN HAKİKAT İNDİNDEKİ DİN’in adıdır; İSLÂM’I açıklayan, kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’e göre!…

Yani, İSLÂM, “ALLAH” İSMİYLE İŞARET EDİLEN SINIRSIZ VE SONSUZ BİLİNÇ VE KUDRET SAHİBİNİN, EVRENDE İŞLEYEN SİSTEMİNİN adıdır.

İSLÂM olmak veya olmamak, İSLÂM’ı korumak veya karşı çıkmak denen kavramlar gerçekte yoktur ve olamaz! ALLAH’ın varettiği SİSTEM ve DÜZEN her an, her yerde yürürlüktedir. Ancak, İSLÂM’I “anlayıp, değerlendirebilmek” veya “ondan mahrum yaşamak” sözkonusu olabilir…

“İSLÂM”dan herkesin ne anladığı ise, kendi MÜSLÜMANLIĞI’dır ve kimsenin müslümanlığı, “İSLÂM”ı bağlamaz!

Hazreti Muhammed’in (aleyhisselâm) açıkladığı “İSLÂM”, yaşamdaki SİSTEM ve DÜZENİ anlama ve değerlendirme BİLGİSİ’dir, ve içinde tarikat, mezhep, şeyh, mürid, tekke, ayin, dinsel tören, dinadamı, din devleti gibi, toplumların kendi anlayış düzeyleri ve yaşam şartlarına göre gelenekleriyle harmanlamak suretiyle çıkardıkları kavramlar ve amaçlar yoktur! Ne Rasûlullah aleyhisselâm’ın hayatında bunlar amaç olmuştur, ne de bir ALLAH EHLİ bu tür amaçlar için yaşamıştır.

20

Page 15: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

İSLÂM’I, bedeninizin tâbi olduğu birkaç saniyelik madde dünyasında bırakıp gideceğiniz göresel değerlerinize ulaşmak için değil, BİLİNCİNİZİN yaşamına devam edeceği ve milyarlarca yıl sürecek ÖLÜMÖTESİ yaşam gerçekleri için değerlendirmek zorundasınız!

“İSLÂM”ı değerlendirebilmenin ilk şartı “ALLAH’a İMAN”dır.

“ALLAH’a İMANIN” şartı ise, önce “ALLAH” ismiyle işaret edilenin ne olduğunu bizzat araştırarak öğrenmek ve anlamaktır…

Yoksa, kulaktan dolma bilgilerle herkesin kendi kafasına göre hayalini kurduğu “yukardakine”, “ALLAH” diye tapınarak, sadece kendinizi kandırmış olursunuz!

Çünkü Hazreti Muhammed’in “ALLAH ismiyle bildirdiği HAKİKAT”, gönlü hoş edilmesi gereken, insanların günah ve sevaplarıyla meşgul, ceza veya mükâfat dağıtan bir tanrının adı değildir…

Bugünün bilimsel verileri ve iletişim imkânlarına rağmen, “ALLAH” ismiyle işaret edilenin ve ÖLÜMÖTESİ YAŞAM’ın ne olduğunu öğrenme yollarını hâlâ bulamamışsanız ve bu yolda bir çabanız yoksa, adınıza ve ünvanınıza ne denirse densin, “kafanızda yarattığınız tanrı ve din sanılarınız” mübarek olsun!… Öğrenmediğiniz sürece de, sizin tek yapabileceğiniz, o tanrınızın(!) ve onun yolladığı dinin(!) tartışmalarıyla “gerçekçi ve samimi düşünceden” uzak biçimde, yegâne sermayeniz

21

Page 16: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

olan dünya yaşamınızı tüketmektir…

Bu eserimizde, MODERN BİLİM’in, “Evrenin özde tek ve bütün, bilinçli bir enerjiden meydana geldiği” tesbitinden hareketle açıkladığı gerçekler ile “DİN”in çoğunlukla mecaz yollu açıkladığı gerçeklerin paralelliğini…

Ve İNSAN’ın evrende varoluş gayesinin, beynini değerlendirmek suretiyle, kendini fizik bedenin ötesinde, ORJİNİNİ SINIRSIZ BİR BİLİNÇ’ten alan “düşünsel bir varlık” olarak tanımak ve bunun gereğini yaşamak olduğunu okuma imkânı bulacaksınız…

İster, BİLİMİ ve DİNİ kaale almadan kendinizi şartlandığınız madde beden ZANnederek dünya yaşamınızı sarfedin; isterseniz, “ALLAH” ismiyle işaret edilenin ve EVRENİN ÖZDE tek ve bütün bir BİLİNÇ olmasının ne anlama geldiğini araştırın, okuyun, düşünün; yolunuzu kendi aklınızla bulun ve değerlendirin!…

Ne lâfla ve taklitle bir yere varabilirsiniz; ne de falan yerde böyle denmişti diyerek mazeret sunup mahrumiyetinizden sıyrılabilirsiniz!

Tüm bunların sonucu, artık her insanın önünde iki seçenek var:

• Ya et-kemik bir bedenden ibaret olduğunuz kabulüyle, bedensel isteklerin tatmini yolunda “ben ve başkaları” diyerek ayrılık ve kavgalara hizmet edeceksiniz…

• Ya da, ister BİLİMSEL DÜŞÜNCE yoluyla olsun, isterse DİN İLMİ yoluyla;

22

Page 17: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

görünen ayrılıklara rağmen herşeyin ve hepimizin aslında ÖZDE BİR olduğumuzu ve SINIRSIZ TEK EVRENSEL BİLİNÇ’ten meydana geldiğimizi kabul ederek, BİRLİĞE, BÜTÜNLÜĞE ve SELÂMETE (barışa) hizmet edeceksiniz.

Bir başka deyişle;

• Ya, siz aşağıda bir beden ve ⎯insanlar için insanca kaygıları olan kafanızdaki tanrınız(!) yukarıda⎯; bedensel ve bireysel kaygılarınızla dünyanızı şekillendireceksiniz; ve böylece, gözünüzle gördüğünüzün ve şartlandırıldıklarınızın peşinde yaşayıp, çevrenizdekileri de buna şartlandırma ve dolayısıyla Hakikatten perdeleme görevini yerine getiriyor olacaksınız ⎯ki insanların çoğu hüsrandadır…

• Ya da “ALLAH” ismiyle işaret edileni öğrenip, bilip, “ALLAH KULU” olmanın bilincine ermek ve gereğini yaşayabilmek için yaşamınızı değerlendireceksiniz! Ve böylece, çevrenizdekilere de Hakk’ı tavsiye edip, bu konuda bildiklerinizi paylaşıp, şartlanmalarını ve yanılgılarını terketmelerine, bu suretle kendilerindeki BİLİNÇ boyutuna ve Evrensel Öz’e yönelmelerine hizmette olacaksınız.

Ötede bir “tanrı” kabulünün büyük bir yanılgı olduğunun ve varolanın sadece “ALLAH” ismiyle işaret edilen olduğunun anlaşılmasına hizmet

23

Page 18: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

etmediğiniz sürece, bildiklerinizi bu yolda paylaşmadığınız sürece, sadece insanların yanılmasına ve hüsranlarına hizmet etmiş olursunuz ve BİR’liğe hizmetiniz sadece lâfta kalır.

Seçim de herkesin kendisine ait, karşılaşacağı neticeleri de!

24

Page 19: Gizli Gulsen

▪ 1

~Uyuma ki Farkı Farkedesin~

İN, temelde iki esası vurgular: “ALLAH” ismiyle işaret edilen Hakikatin TEKliği… Ve bedenin ölümüyle birlikte

yeni bir boyutta yaşamın devam edeceği gerçeği…

D • “ALLAH” ismiyle işaret edilen HAKİKATİ farkedebilme, anlayabilme ve değerlendirebilme,

veya;

• “ÖLÜMÖTESİ YAŞAMI” anlama ve de o boyutta karşılaşılacaklardan KORUNMA kaygısı taşımayan tartışmalar;

İLAHİYAT (tanrı bilim) konusuna girebilir, ancak Kur’an-ı Kerim’de bildirilen İSLÂM DİNİ’ni bağlamaz!

Bir konunun ebedi yaşamınızdaki yerini ve önemini bilmek istiyorsanız, o konunun YUKARDAKİ TANRININ VERECEĞİ KARŞILIKLA DEĞİL, BİLİNCİNİZİN kazanacağıyla size ne getirdiğine bakın!

25

Page 20: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

Eğer:

Kendinizi BİLİNÇ BOYUTUNDA tanıma gayesi içermiyorsa veya ÖLÜMÖTESİ yaşam şartlarında korunmanıza vesile olacak bir değer taşımıyorsa, “dini bilgi” adı altında dahi olsa, o konunun üstünde durarak sadece yapınızı avutmuş olursunuz!

14.03.2000

26

Page 21: Gizli Gulsen

▪ 2

~Bayram O Bayram Ola~

an, Canân’ını bulunca,

K

CC ul, Sultanını görünce,

ümle günah afvolunca,

Bayram, o bayram olur...

Nefisler kurban olunca,

Gönülden Hakkı sevince,

Cennet kapısı fetholunca,

Bayram, o bayram olur...

Dildeki Rahman olunca,

Her derde derman olunca,

Hürriyet ferman olunca,

Bayram, o bayram olur...

Fıtr Bayramı 2000

27

Page 22: Gizli Gulsen

▪ 3

~Korunmak İsteyenlere~

VRENSEL SİSTEM’i bildiren “İSLÂM DİNİ’ni” değerlendirirken yöresel veya kişisel şartlanmalar penceresiyle

kayıtlanmak istemeyen iman sahipleri şu esası gözden kaçırmazlar:

E Rasûlullah aleyhisselâm’tan gelen bilgi, ya;

• Kişinin, varedeni ve hakikati olan “ALLAH” ismiyle işaret edilenin BİLİNCİNE VARMASINA ve bunun gereğini YAŞAMASINA ışık tutan bilgidir. Ya da;

• Beynini değerlendirmek suretiyle kendini BİLİNÇ BOYUTUNUN değerleriyle tanıyarak, hiç olmazsa ÖLÜMÖTESİ yaşamda karşılaşacaklarından KORUNMASINA vesiledir…

Bu amaca yönelik olmayan, ancak din adı altında yapılan arayış, tartışma ve akıl yürütmelerin temelinde, açık veya gizli “ötedeki ⎯yukarıdaki⎯ tanrı hayali” yatar, isim olarak “Allah” dense dahi!

28

Page 23: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Kur’an, “korunmak isteyenlere” yol göstericidir…

29

Page 24: Gizli Gulsen

▪ 4

~Modern BiliminDünya Görüşü~

izin şu anda ‘ben’ derken kastettiğinizle, her bir varlığın ‘ben’ derken kastettiği aynı şeydir…

Çok sayıda algılayıcı olmasına rağmen, Evrende tek bir akıl, ya da tek bir bilinç vardır. Evrenin herhangi bir yerinde birbirinden bağımsız iki ayrı akıl mevcut olamaz… Dolayısıyla, ‘nefs’ diye bilinen, yani normalde ‘ben’ derken kasdettiğiniz bir hayaldir, yanılsamadır; ancak, evrensel tek olan gerçektir…

“S

Evrende ‘tek bir akıl’dan başka birşey olamaz.”

⎯Profesör Fred Alan Wolf’un “SPIRITUAL UNIVERSE: Kuantum Fiziğine Göre Ruhun

Kanıtı. Bir Fizikçinin Ruh, Can, Madde ve Nefse Bakışı” isimli kitabından… Yıl: 1999.

30

Page 25: Gizli Gulsen

▪ 5

~Bakış Açısı~

LLAH” ismiyle işaret edilen gerçeğe imanın gerektirdiği bakış açısına sahip bir beynin, yaşam ve olayları

yorumlama ve değerlendirmesi ile, iman nurundan ve imanın getirdiği bakıştan mahrum olan bir beynin aynı olaylar hakkındaki yorum ve değerlendirmeleri birbirinden tamamen farklıdır.

“A

31

Page 26: Gizli Gulsen

▪ 6

~Beş Duyu Kaydından Kurtul~

kvaryumdaki balıklar, acaba dışarıyı arzuladıklarından mı hep cama vurarak yüzerler?

Araştırmacılar tarafından, bir balığın hafızasının en fazla bir kaç saniye süreli olabildiği tesbit edilmiş…

A Her bir sonraki anda, bir önceki anda yaşanan

tutsaklığın anısının dahi kaybolduğu bir yaşam!..

Algı ve değerlendirme kapasitesi sadece o an görebildiğiyle sınırlı bir beyin için, yaşamın “kozada” geçmesi ile “okyanusta” geçmesi arasında nasıl bir fark olabilir?…

Beş duyuyla algılayabildiklerinde tutsaklığı yaşamak üzere varolmuş bir beyin, “ALLAH” ismiyle işaret edilen hakikati farkedip, özündeki “Evrensel Bilincin” sınırsızlığına yönelebilir mi?

30.03.2000

32

Page 27: Gizli Gulsen

▪ 7

~Karşılık Beklemeden Ver~

ericilik”; dolu bir cep değil, “sahiplik” kavramının geçersizliğini gören bir yürek ister!..

“Şükür”; aldığına karşılık veren dilin değil, “muhtaciyet” kavramının geçersizliğini farkeden bilincin halidir.

“V“Hizmet”; kendini “halka” adayan değil;

“ayrılık” kavramının geçersizliğini görüp, “Hak” ile birliği yaşayan bilincin halidir...

31.03.2000

33

Page 28: Gizli Gulsen

▪ 8

~Bakışının Yönünü Çevir~

en”in “O”ndan bahsin, “çoklukta” yaşayanın Tek’e bilgi yollu ermesidir…

O“S ysa gerçekte “sen” yoktur;

Kendi mânâlarını ve âlemlerini seyreden “ALLAH” indinde!

Oluşumlar ve seyir, sandığın gibi “sen”den “O”na doğru değil, hakikatte “O”ndan “alemlerine” doğrudur…

Mi’râç hadisesini işittikten sonra, Rasûlullah aleyhisselâmın düşmanlarından Ebu Cehil, O’nu görmeye gider. Rasûlullah aleyhisselâm kabul eder.

“Bir ayağını yerden kaldırabilir misin?” der Ebu Cehil. Rasûlullah kaldırır.

Ebu Cehil, diğerini de kaldırmasını isteyince, Rasûlullah aleyhisselâm, kaldıramayacağını söyler.

Bunun üzerine Ebu Cehil: “Peki daha iki ayağını yerden kaldıramazken, dün gece göğün katlarına gidip gördüğünü nasıl söylersin?” dediğinde, Rasûlullah efendimiz şöyle cevaplar:

34

Page 29: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

“Ama ‘ben gittim’ demedim ki, bana gösterildi” dedim…

Derdine şifa dileyen, kulağını açsın!

“Ben” girdabından çıkmak isteyen, “ALLAH KULU” olduğunun bilincine varsın!

04.04.2000

35

Page 30: Gizli Gulsen

▪ 9

~İnanmadan Göremezsin~

eyin, duyularla, varlığın “çok”luğunu görür…

Bilinç, “ALLAH” ismiyle işaret edilenin TEK’liğini…

B Her gününü yaşadığın varlığa bir bak!

“Birçok” ayrı varlık ile birebir (beraber) misin?

Yoksa, TEK ile “birlikte” misin?

Eğer “çok” sayıda varlıklar olduğu inancına göre konuşup, düşünüp, sonuca varıp, davranıyorsan; “ALLAH”ın TEKliğine İMANı ne zaman ve nerede yaşayacaksın?!..

06.04.2000

36

Page 31: Gizli Gulsen

▪ 10

~Azabın Sebebi~

ütün azaplar, kendi hakikatini bilememekten ve zannettiği kadar, sınırlı bir varlık olduğuna inanmaktan doğar.

Kişi, sınırsız TEK’ten başka bir varlık olmadığını farkedebildiği ve “ALLAH” ismiyle işaret edilene imanın gereğini yaşayabildiği ölçüde ve yerde, ayrılıklar ve zıtlıklar kaybolur ve orada azap son bulur…

B

37

Page 32: Gizli Gulsen

▪ 11

~Kendi EdenKendi Bulur~

ilediğin kadar açıkgöz ol! Suçla, kına, şikayet et, karşı koy, haketmedim de, isyan et!…

Bugün yaşadıklarının, dün senden çıkan düşünce ve fiillerin karşılığı olduğunu göremiyorsan, “âmâ”sın!

D Değilim diyorsan, kendini gör; yandığında, ateşi

dışarda arama!

38

Page 33: Gizli Gulsen

▪ 12

~Ne Ekersen Onu Biçersin~

uteber, yani itibârlı.. Bazı çevreler tarafından değer verilen!.. Farklı değer atfedilen!..

Oysa Gerçek indinde:

M “Değeriniz, değer verdiğiniz kadardır”

(DOST’tan Dosta)

Kişinin karşısındakine gösterebildiği itibar, gerçekte kendi itibârının ölçüsüdür.

Bu sebeple, biz itibâr etsek te, etmesek te, herkesin “itibârı” karşısındakine “itibâr” edebildiği kadardır.

Eğer iki kişi birbirlerine “itibâr etmeyen” kişiler ise, biz itibâr etsek te etmesek te, onlar karşılarındakine “itibârsız” oldukları için, her halûkârda “itibârsız”dırlar.

Hakikat indinde “itibâr” sahipleri, evrensel değerler ışığında tüm yaradılmışı kucaklayan ve her bir yaradılmışa hizmeti ön plânda tutanlardır.

08.04.2000

39

Page 34: Gizli Gulsen

▪ 13

~Başkaları Diye Uzaklaştığın Kendi

Özünden Başkası Değil~

işinin dünyası ne kadar “başka” kavramı ile doluysa, o derece “ALLAH” ismiyle işaret edilene İMANLI yaşamdan uzak

düşmüştür demektir; kim kime ne adı, hangi mertebeyi verirse versin…

K “ALLAH”a İMANI olmayanın dünyasını

şekillendiren kavramın karşılığıdır “başka” kelimesi!

Hakikat bilgisini dilimizden düşürmediğimiz halde, “dünyamız” ne kadar “başkaları” ile dolu, bunu hiç düşündünüz mü?

“Başkasına” kızar, “başkasına” söver, “başkasını” sever; “başkasını” horgörür, “başkasını” hoşgörür; “başkasını” çekiştirir, “başkasını” ÖVER, YÜCELTİR, “başkasını” ÇÖZER, ANLAR, “başkasını” değerlendirir, “başkasına” sığınır, erer…. İlâ nihaye “başka” ile dolu başka dünyalarda yaşar gideriz…

“Gayrı yoktur”u dillerde terennüm ede ede!

⎯“Aynadaki Evren”den…

40

Page 35: Gizli Gulsen

▪ 14

~Ayrılık Sanısı~

ğruna tüm yaşamınızı harcadığınız…

H

H

er istediğini yerine getirdiğiniz…

içbir şeye ondan önce yer ve değer vermediğiniz…

U Herşeye karşı savunduğunuz, koruduğunuz…

Ve her fırsatta yücelttiğinizin,

Hiç ama hiç varolmadığını,

Ve sandığınız şeyden ibaret olmadığınızı,

Yaşam boyu böyle bir hayalle kendinizi aldattığınızı, sınırladığınızı ve kozaya hapsettiğinizi mutlaka göreceksiniz!

Çünkü, er veya geç herkes, kendini “ALLAH” ismiyle işaret edilen, sınırsız, sonsuz, bölünmemiş, parçalanmamış HAKİKAT huzurunda bulacak!!!

Ayın Ondördü” gibi, apaçık, karanlık ortasında “aydınlık”!

O gün, “GERÇEĞİN HUZURUNDA”, hayalinizdeki varlığınızın elinizden kaybolup

41

Page 36: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

gitmesiyle ve aslınızı hakkıyla tanıyamamış olmanın sonuçlarıyla yüzleştiğinizde nasıl bir hâlde olacağınızı düşündünüz mü?

“ALLAH” ismiyle işaret edilenin HAKİKATİNİZ olduğuna inanıyorsanız, böyle bir güne tedbiriniz nedir?

42

Page 37: Gizli Gulsen

▪ 15

~İki Gözünü Kapa ki Onunla Göresin~

ilinç, algıladığını ya iki beden gözü sınırlarında tesbit eder; ya da “ilim” ve “iman” gözüyle çözer, değerlendirir…

Allah Rasûlü “müminin, ahırette, gece ayı ondördünde gördüğü gibi Rabbini göreceğini” bildiriyor…

B Ayette, “Dünyada amâ olanın (göremeyenin),

ahırette de amâ olduğu” bildiriliyor…

“İmanından” ve “ilminden” başka gözün göremeyeceğini biliyorsan, şu anda görmek için neyi bekliyorsun?

17.04.2000

43

Page 38: Gizli Gulsen

▪ 16

~Pişerken~

ohut danesi pişerken, kaynadığı kabın kenarından dışarı sıçramaya çalışır ve şöyle der, aşçısına:

“Bunu niye yapıyorsun bana?”

N Aşçı da kepçesini daldırıp onu karıştırdıkça der

ki:

“Sana eziyet ettiğimi düşünüyorsun değil mi! Hiç dışarı atlamaya çalışma! Ben sana lezzet veriyorum, ki baharatla ve pirinçle karışasın da bir insanın vazgeçemeyeceği lezzet olup ona canlılık, enerji veresin.

Bahçede yetişirken sular içtiğin zamanı hatırla. İşte o günler bunun içindi!”

Önce letafet. Aşkın zevki, ve pişince yeni bir yaşam başlar, böylece Dost’un sofrasına lezzetli bir yemek olur.

Sonunda, nohut, aşçıya şöyle der:

“Daha da pişir beni! Kepçe ile çal bana! Zira bunu ben kendi kendime yapamam!

Ben sürücüsünün farkında olmayan ama taa

44

Page 39: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Hindistandaki bostanların hayalini kuran fil gibiyim! Sen benim aşçımsın, benim sürücümsün, varlığa giden yolumsun. Senin pişirmene aşığım!”

Bunun üzerine, aşçı şunu der:

“Bir zamanlar ben de senin gibiydim, hamdım, topraktan yeni çıkmış gibi. Ve zamanla piştim, bir vücutta piştim iki şiddetli pişmeyle. Hayvanlığım çok güçlendi, onu ibadetlerle denetim altına aldım, ve daha bi piştim; bunun da ötesinde daha piştim… Ve işte böylece senin yetiştiricin oldum!”

⎯Mevlâna Celaleddinî Rûmi’den...

45

Page 40: Gizli Gulsen

▪ 17

~Her Zerre O’nunla Kaim~

utsal” kabul ettiğin tüm inançlarını ve hayatına yön veren şartlanmalarını bir yana koy ve hür bir bilinçle bak:

Varlığının her zerresinde, tüm evrenin enerjisinin mevcut olduğunu düşün!

“K Ve sonra, kendini, evrenin sınırsızlığında bir

kişi gibi düşünmek yerine, sadece “ALLAH” ismiyle işaret edilen mânâyı ve O’nun indindeki yokluğunu anlamaya çalış!

Eğer bu bilişin, herşeyden ayrı bir varlığının olmadığını ve “ben”inin yoktan varolduğunu hissedip, yaşamânâ erdiriyorsa; Allah herşeye Kadir’dir diyebiliyorsan, Huzurdasın!

22.04.2000

46

Page 41: Gizli Gulsen

▪ 18

~Kozmik Tesirler~

strolojiye inanmayan astronom, beyni bilip de dalga üretiminden haberi olmayan kasap gibidir.” “A

⎯“DOST’tan Dosta”dan – 766

47

Page 42: Gizli Gulsen

▪ 19

~Boyutsal Derinlik~

eğer yargılarımızla şartlandığımız bu beş duyu dünyasının ötesine geçebildiğimizde, yasayabileceğimiz

sayısız boyutlar ve boyutsal özellikler mevcuttur. Bildigimiz fiziksel kurallarin, kabullerin ve sınırlamaların geçerli olmadığı o boyutlara giden yol kendi özümüzden geçer!

D Hakikati BİLMENİN gereği olarak,

samimiyetin, sevginin, vericiliğin, hizmetin, bağışlayıcılığın, şükrün sınırsız yaşandığı yaşam boyutları… Ve hepsinin anahtarı insanda:

“Allah” ismiyle işaret edilen mânâya inanıyor olmanın ötesine geçip, “ALLAH”ı BİLEREK yaşamak...

26.04.2000

48

Page 43: Gizli Gulsen

▪ 20

~Herşey Senin Bakışınla~

aşam bir oyalamacadan, varsanıştan ibaret, Kur’an’ın hükmüne göre!

Aynı zamanda bu yaşamda sahip olduklarımız, kullanabildiklerimiz, yegâne sermayemiz!

Y “Kalan yaşam sürem içerisinde “ALLAH”

ismiyle bana açıklanan hakikati anlayıp, gereğini yaşayamazsam ve şu anki halimle ölümötesine geçersem, bir daha asla bu yolda ne bir çalışma yapma ve ne de kendi gerçeğim olan o Hakikate erme imkânım olmayacak” diye düşündünüz mü, hiç?

Bu âlemin aslının bir hayâl olduğunu ve sadece ALLAH’ın ilminde var olduğunu göremeden gidersem; bana verilenleri değerlendirememiş olmanın ve yanılgılarla harcanan bu yaşamın pişmanlığının altından nasıl kalkarım” diye korktunuz mu, hiç?

Ötedekinin korkusunu değil, “ALLAH” korkusunu tattınız mı hiç?

27.04.2000

49

Page 44: Gizli Gulsen

▪ 21

~İnsanlığın Gereği~

ahası en ağır ödenen şey cahilliktir.

Beğit

ugün yeryüzünde bir çok konunun imi sözkonusu iken, “insan olmanın

gerektirdiği biçimde nasıl yaşanması” konusunda ciddi eğitimin olmayışı, bu ilmin kaynağı olan “İSLÂM DİNİ’nin” hakkıyla değerlendirilemeyişinin ve “ALLAH” ismiyle işaret edilen mânânın ne olduğunun doğru anlaşılamamasının sonucudur; ve bu hal belki en büyük insanlık ayıbıdır.

P

28.04.2000

50

Page 45: Gizli Gulsen

▪ 22

~Dostunun Seni Neye Yönlendirdiğine İyi

Bak~

ünyada nice büyük işler yapanlar, dünya için yaptıklarını dünyada bırakıp gittiler ve götüremediklerinin acısıyla başbaşa

kaldılar! D

Kendisinin bir bilinç varlık olduğunun ve insanların her yaptıklarıyla ebedi yaşamlarını kendi elleriyle hazırladıklarının bilincine erişmemiş olandan daha cahil ve zalim kim olabilir?

Kendini bir bedenden ibaret zannederek ömrünü tüketenin kendine ne hayrı olmuştur?

Cehaletinin farkına varabilecek kadar dahi akıldan nasiplenmemiş olandan medet umanın varacağı yer neresidir?

29.04.2000

51

Page 46: Gizli Gulsen

▪ 23

~Bari Mânâsını Öğren~

LLAH” dendiği anda, her şeyin helâk olmuşluğunu ve gayrının yokluğunu göremiyorsan…

Sadece bulunduğun yerden “ötendeki” hakkında hüküm vermektesin!

“A Hayalinde yarattığı “O”na dayalı “ötedekinin

dinini”, “ötedekinin adamı” görüntüsüyle, “ötedekilere” anlatana, Tasavvuf bahçesinde “müşrik” denir ⎯ikilikten kurtulamamış anlamına!

“Gerçeğin ehli”, karşılık beklemeden verendir, insanlardan paye beklemez; “ego”suna umduğu paye verilmedi diye öfkelenip te, öfkesini âleme dinin uyarısı gibi pazarlamaya kalkmaz!

Öfkesinin önüne geçecek kadar aklı olan, Rasûlûllah’ın bildirdiği ilmin başı olan “ALLAH” ismiyle açıklanan mânâyı öğrenmeden ve kabul etmeden, DİN’den görüntü ile lâf etmekten uzak durur; zira “ALLAH zalimleri sevmez” uyarısı ne demektir iyi bilir!!!

02.05.2000

52

Page 47: Gizli Gulsen

▪ 24

~Ego Tanınmaya Muhtaçtır~

nsanın en ilkeli, her haliyle kendini kanıtlama çabası içerisinde olandır.

“Ben Tasavvuf’a da girdim” izlenimi vererek tatmin arayıp, hâlâ etraf için yaşamaya devam ettiğin sürece, kendini kandırmaktasın…

İ Senin yaptığınla, ALLAH’a kazandıracağın

birşey yok!

Tasavvuf kapısından girmenin işareti odur ki, “kendini başkalarına kanıtlama” sevdasından kaynaklanan davranış ve düşüncelerden geçer kişi…

“ALLAH” ismiyle açıklanan mânâyı anlayabilen ve ölümötesinin ciddiyetini farkeden bilir ki, “kendini haklı çıkarma”, “önemli biri olarak gösterme”, “çevrenin ilgisini çekme”, “başkalarının gözünde yer edinme”, “başkalarına istediğini yaptırabilme”, “farklı ve güçlü görünme”, “önder olma” gibi davranışlarla kişi gerçekte Tasavvufun önerdiği BİRLİĞİ yaşamaya değil, egosunun istediği, başkalarından AYRILIĞI yaşamaya hizmet etmektedir…

Her davranış ve düşüncesiyle, “BEN

53

Page 48: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

BAŞKALARINDAN FARKLIYIM” hırsına hizmet edip, karşısındakine(!) “bak ben de varım” diye çırpınırken; nerede kaldı beş duyu kaydından kurtulup, “ALLAH”tan gayrının varolmadığını anlamak ve O’nun indinde yokluğunu hissedebilmek!!!…

03.05.2000

54

Page 49: Gizli Gulsen

▪ 25

~Benlik Yükünün Enkazı Altında

Kalma~

dam bir yol seçmiş ki, önderi, bu kapıdan girmek istiyorsan “ölmeden evvel öl” diyor!

O ise, evet, iman ettim buna deyip, her sözü ve davranışıyla kendini kanıtlama çabası içinde, kendini önemli ve güç sahibi biri olarak göstermeye, istediğini ele geçirmeye, başkalarının(!) gözünde yer edinmeye çalışarak, başa geçerek yaşamak için çırpınıyor!.. Hizmete, vericiliğe, şükre, samimiyete, affediciliğe yer yok yaşamında!

A

Ömür tükenip vade dolunca bir de bakıyor ki, peşinde koşup “ben”ini kanıtlamak için biriktirdiklerinin enkazı altında kalmış; hitap geliyor, faydasız, kıyama durmak için kalkamaz olmuş…

04.05.2000

55

Page 50: Gizli Gulsen

▪ 26

~Halkın İndindeki Mi?

Hakk’ın İndindeki Mi?~

Bilim ve din adamlarının(!) katıldığı toplantıda dinin durumu ele alındı…”

⎯Basın’dan…

vrenin her zerresinde KOZMİK SİSTEM, yani “ALLAH indindeki DİN’in” hükmü kesintisiz yürümekte…

Ne mutlu İNSANLARIN DİNLERİ ile uğraşmak için değil, ALLAH İNDİNDEKİ DİN’i anlayıp gereğini yaşamak gayesi ile varolmuşlara…

E Ne mutlu “ALLAH” ismiyle açıklanan

hakikate erme yolunda ALLAH RASÛLÜ’nü rehber edinmiş, Onun sevgisiyle ardına düşenlere ve ALLAH ilmi uğruna varlığından geçenlere!

Ne mutlu “ALLAH”ı, “RASÛLÜ”nü ve “DİNİ” bilenlere, bulanlara…

Vay haline, bilincini beş duyu dünyasına mahkûm edip, Özündeki ALLAH’tan habersiz geçip-gidenlerin!

Vay haline, hayalinde yarattığı tanrısı,

56

Page 51: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

peygamberi, “DİNİ” ve “dinadamı” ile tükenenin…

Vay haline “egosunun” karanlığında sıkışmış aydın(!)ların!

Vay haline uyanıklık çarşafı altında uyuyan insanlığın…

05.05.2000

57

Page 52: Gizli Gulsen

▪ 27

~Varlığa Tutunma ki Yokluğa Tahammülün

Olsun~

AKİKAT indindeki yerini görmek istiyorsan, “YOK”LUĞA TAHAMMÜLÜN NE KADAR, ona

bak! H

Varlığın kadar AŞAĞI çekilmektesin; Mahşerde de o ağırlıkla dünyaya mahkûm kalacak, Güneş ⎯Cehennem⎯ kuşattığında kaçamayacaksın!

Hazmın ve yokluğa tahammülün kadar HÜRSÜN, dünyadan azadesin! “Yok”u bağlayan ağırlık olamayacağı için, Ahırette de o kadar menziline yükselebilir…

Bu Sistemin ciddiyetini anlayamıyorsan, varlığını beş duyu DÜNYAN doldurmuş, AĞIRLIĞINDAN nefes bile alamıyorsun, demektir…

06.05.2000

58

Page 53: Gizli Gulsen

▪ 28

~Her Şeyin Bedeli Var~

hıretteki varlığın, dünyadaki etin-kemiğin, paran, mülkün, mevkin değildir; onları dünyada bırakacaksın!

Ahıretteki VARlığın “BENİM” zannederek sahiplendiklerinin, bağlandıklarının BİLİNCİNDE KAPLADIĞI YERDİR…

A Zira, dünyada mekânın değişse de, KAFANDA

kaldığı sürece ahıret için birşeyi terketmemişsin, demektir.

Ahıretteki varlığın, bilincindeki kendini beden sanışın, bilincinde sahiplendiklerin, yerin, halin, “benim” diye bağlandıklarındır!

Haline bak ki, ağzınla “puta tapmam” derken, bilinç mabedin putlarla dolu; onlar ile, onlar için yaşıyor, emniyeti onlara sığınmakta buluyorsun…

Onları dünyadan sonra asla terkedemeyeceksin, “sen” nerede isen onlar orada ayak bağın artık; kâh Sırat köprüsü üzerindeki kancalar onlar, kâh cehennemdeki çukurlar…

Beş duyuyla kayıtlanıp, şartlanmalar ve ötede

59

Page 54: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

bir tanrı var zannı yüzünden “ALLAH” ismiyle açıklananı anlayamamanın ve “ALLAH imanını” yaşayamamanın cezasıdır…

08.05.2000

60

Page 55: Gizli Gulsen

▪ 29

~Düşünesiniz Diye~

UR’ÂN”da “Biz size misâllerle” herşeyi anlattık dendiğini öğrenince; “mushafta” (ciltli sahifelerden ibaret

elindeki kitapta) anlatılanların hikaye olduğunu zannederek, hayâl dünyasından yeni bir hayâl dünyasına gidiyor, ekseriyet!

“K Kendindeki “düşünce” fonksiyonunun farkında

olmadan yaşamını tüketen beş duyu mahkûmu ne bilsin: “KURÂN” ismiyle işaret edilenin “ciltli kâğıt sayfalar” demek olmadığını…

“OKU”nası KİTABIN, içinde yaşadığı ve her an, her zerrede hükmü yürümekte olan EVRENSEL SİSTEMİN hükümleri olduğunu…

Ne bilsin!

Yaşadığı bu EVRENSEL SİSTEM KİTABINDA, her an kendinden ortaya çıkan “düşüncenin” karşılığını yaşamakta olduğunu…

Bu âlemde OKUNASI herşeyin, olup-bitenin tamamının, kendindeki mânâların dile gelişi olduğunu;

“Misâllerle” gözü önünde cereyan ettiğini…

61

Page 56: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

Algılanan bu âlemin, ona kendi hakikatini anlatan mecazlar olduğunu…

Kendindeki “düşünce” fonksiyonunun farkında olmadan yaşamını tüketen kozalı, ne bilsin!…

11.05.2000

62

Page 57: Gizli Gulsen

▪ 30

~Bilgi ile İrfan~

slında hepimiz biriz…”

V

eya;

Sen farklısın, ben farklı, hepimiz farklıyız…”

“A Her iki sözü inanan da söyleyebilir, inanmayan

da…

Ancak…

Egosunun tuzağına düşenin düşüncesi ve sözleri “taraftarlık”, “karşıtlık”, “mücadele”, “ayrılık” ve “yarış” üretir…

Gerçeğin şuurunda olan bilir ki “çokluk”, “ayrılık” ve “tarafların” varlığı demek değil, “farklı oluşların zenginliğini seyir” içindir…

Üretiminize bakın, halinizi değerlendirin!

17.05.2000

63

Page 58: Gizli Gulsen

▪ 31

~Yorumsuz Seyret~

aşam sisteminin ve oluşların içyüzünü görmekten kişiyi perdeleyen, kendi yargı ve yorumlarıdır. Oysa yorum,

yorumlanana değil, sahibine aittir ve kendi halinin dile gelişinden başka birşey değildir.

Y “ALLAH” tüm kayıtlardan beri olarak diler ve

dilediği olur; O’na sual edecek başka bir varlık olmadan!

Sebepler, egonun KANMASI içindir; oluşları yargısız ve yorumsuz seyredemeyenin, bulunduğu anlayış düzeyinden aşağı düşmemesi için tutunduğu askılardır…

Sebepler, Alime “hikmet”, İrfan ehline ise “perde”dir…

“ALLAH” ismiyle işaret edilene iman yaşanmadan, oluşlar hakkında getirilen yorumlar ve anlayışlar, gerçekte birimin kendi veri tabanına GÖRE, hayalindekinin dile gelişidir.

“ALLAH’ı” bilenin, seyir talebi bile olmaz ki, onun yanında kendi yorumunun sözü olsun.

24.05.2000

64

Page 59: Gizli Gulsen

▪ 32

~Kendi Sınırlarını Âlemin Sınrıları

Sanma~

ize şu anda bulunduğunuz yerde, aslında denizlerin, dağların, ırmakların, ağaçların olduğu ve öyle bir ortamda gezindiğiniz

söylense ne dersiniz? S

Peki, rüyanızda böyle yerler görürken, orada size bulunduğunuz yerin, aslında küçük bir oda olduğu ve odanın bir yerinde yatmakta olduğunuz söylense, ne derdiniz?

İşte “rüyadaki dünyamız” gibi, bu “fizik evrenle” kayıt altına girmeyen, bilincin algılama araçlarına GÖRE var olan sayısız algı düzeylerinin her biri bir “boyut” olarak ifade edilir…

Uyku, ölüme misaldir. Her insan buradan uyandığında da, “ahıret” denen bambaşka bir boyutta (alemde) bulur kendini…

“Boyutlar” aslında enfüsidir (özdedir) ve hayaldir, ancak algılanış biçimi itibariyle afakta (ufukta-dışarıda) gibidir ve her biri, algılayanın somut gerçeğidir…

26.05.2000

65

Page 60: Gizli Gulsen

▪ 33

~Yargıların Ötesine Geç, Yeni Âlemleri

Seyret~

ikmeti” görmek için, ötede, ayrı bir “hikmet boyutu” yoktur.

Karşılaştığınız olayları ve yaşadıklarınızı, ya “akıl ve imanla” değerlendirip, “hikmeti” görecek veya “ibret” alarak yapmanız gerekenleri farkedeceksiniz;

“HYa da “egonuz ve zekanız” ile bakıp karşınızda

(başkalarında) hatalar ve kusurlar görüp, “şikayetlerle” ego tatmini arayacaksınız…

Evrensel Sistemin sonucu olarak, değişmez şekilde, takdirinizdekileri yaşayacaksınız! İster herşeyi yerli yerince görün, oradaki Sistemi anlamaya çalışın; isterse kusurlar, hatalar görüp, şikayetlerle egonuzu avutun!

Seçiminiz ne ise haliniz öyle olacak ve haliniz ne ise, ebediyyen onun neticelerini yaşayacaksınız.

Hakkınızdaki takdiri bilmek istiyorsanız, asla kimseyi suçlamadan kendi yaşadığınız hale bakın! Ne yaşadıysanız, hakkınızdaki takdirdendir.

29.05.2000

66

Page 61: Gizli Gulsen

▪ 34

~Ne Diye Şaşı Olmuşuz~

ir yanda “yaratan” ve onun ötesinde, diğer yanda “yaratılmışlar” gözlemi, kalıtsal bir şaşılığa benzer.

Ne, evreni yaratan ve yarattıklarını kendi başına bırakan uzakta bir “tanrı”; ne de bir tanrı tarafından “yaratılmış, başıboş varlıklar” yoktur ve varolmamıştır!

B “Yaratılmış”, Sınırsız ve Sonsuz olanın

özelliklerinin belirli bir boyutta ⎯algılama düzeyinde⎯ gözlenebilir olmasına verilen addır.

Yaradılmış denen tüm varlık, “Yaradan” denen ile ve O’nun özellikleriyle, O’nda vardır ve her anda aslı olan Varedenine ihtiyarsız, mutlak “kulluk” halindedir.

Evrendeki herşey, varlığını, Özündeki sınırsız, sonsuz ve parçalara ayrılmamış TEK’ten alır. Sınırsız BİLİNÇ ve sınırsız KUDRET vasıflarıyla tanımlayabileceğimiz O TEK’e “ALLAH” ismiyle işaret edilmiştir ki, hakikatte “ALLAH” ismiyle işaret edilen Hakikat dışında hiçbir şey varolmamıştır ve yoktur!

67

Page 62: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

Var diye algılanan herşey, yürürlükteki ve şu an içinde bulunduğumuz, bu sınırsız Bilinç ve Kudretten varolan EVRENSEL SİSTEME tabidir. SİSTEM’i doğru anlama ve değerlendirebilmenin başlangıcı ve yegâne yolu ise “ALLAH” ismiyle işaret edilen hakikatin ne olduğunu öğrenmek ve ilmini devamlı artırarak Hakikatin O olduğunun kesintisiz BİLİNCİNDE yaşayabimektir!

Yanlış algılamanın temelinde “ALLAH” ismiyle işaret edilen Hakikatin TEK’liğinin ne anlama geldiğini bilememek ve YAŞAM SİSTEMİNİ, “tanrısız olarak” değerlendirememek yatar!

68

Page 63: Gizli Gulsen

▪ 35

~Oku~

azreti Muhammed’e (aleyhisselâm) gelen ilk hitap olan “OKU”nun anlamı kavranılmadığı sürece;

Ne “OKU”nan, ne “OKU”yan, ne de “OKU”mamız gereken anlaşılamaz!

H Ve… “Allah”, din, melek, kuran, cennet,

cehennem gibi sayısız kelimelere karşılık kafamızda oluşturduğumuz hayaller içerisinde yaşar, sever, savaşır; sonra da bu hayallerle geçip gideriz dünyadan…

Oysa “DİN”, hayali bir dünyayı değil, şu anda direkt gözümüzün önünde olan YAŞAMIN, GERÇEĞİNİ açıklamaktadır.

Ve “YAŞAMDA ARALIKSIZ İŞLEYEN, TÜM VARLIĞIN TABİ OLDUĞU BU SİSTEMİ OKU” hitabı, her an, her olayda, her BİLİNÇ SAHİBİNE gelmektedir.

Hâlâ işitemiyorsanız, ne için yaşıyorsunuz?

İşitiyorsanız, ne “OKU”yorsunuz?

02.06.2000

69

Page 64: Gizli Gulsen

▪ 36

~İpler Kimin Elinde~

endi hakikatine yönelmekten uzak…

BgücK eyninin özelliklerinden, düşüncenin

ünden habersiz…

Modern Bilimin bulguları ışığında bilinçlenmekten mahrum…

Fiziksel bedeni ve beş duyusundan başka araç tanımayan…

Üstelik dünyasında tek gördüğü; yanlışlar, hatalar, eksiklikler…

Sıkınca, içinden kin, nefret, haset ve öfkeden başka birşey sızmayan…

Tek bildiği nankörlük ve kendini aldatma…

Lokal yargılar ve şartlanmalar duvarıyla çevrili,

Gurur kodesinde mahpus,

Duygu ipleriyle sağa sola çekilen nasipsizler…

Cehaletiyle arzı endam eden, kendi yarattığı etiketlerle tatmin bulanları bırakın!

Bırakın, Hıristiyanlığı Hazreti İsa’nın dini zannetsinler…

70

Page 65: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Bırakın, İslâmiyetin kurulması(!)ndan lâf etsinler…

Onlar, Özden geleni, hitabı işitmezler…

Onlar, Adem aleyhisselâmdan beri gelmiş tüm Rasûl’lerin varolan EVRENSEL SİSTEM ve DÜZEN’i insanlara bildirmekte olduklarını kavramamak üzere varlar…

Onlar, “ALLAH” isminin işaret ettiği mânâya dayalı işleyen SİSTEM ve DÜZEN’i algılamadan kulluklarını yerine getirmek üzere varolmuşlardır…

13.06.2000

71

Page 66: Gizli Gulsen

▪ 37

~Kıldan İnce Kılıçtan Keskin~

ırat”, düşüncen kadar ince ve keskin bir geçit…

Karşılaştıkların içerisinde “istemediklerin” varsa;

“S Olan herhangi bir şeyi “sana” veya “senin için”

yapılmış gibi algılıyorsan;

Ve hâlâ başkasına(!) senin birşey yapabileceğini sanıyorsan;

İkiliktesin, ki Hak’tan gafletin cezasıdır.

Derdinin şifası “ateş”tir!

Ateş, düşeni yakar!

Ta ki ikilik kalmayana kadar…

İnsan ol, her yandığında, düşüncendeki yükünü farket!

16.06.2000

72

Page 67: Gizli Gulsen

▪ 38

~Hayali ile Gerçeği~

iliriz ki “yağmur”, bir isimdir…

AkenB ma “yağmur” kelimesi, yağmurun

disi değildir ve bizi ıslatmaz…

“ALLAH” kelimesi de bir isimdir…

“ALLAH isminin işaret ettiği” ise apaçık ortada olan varlığın hakikati!…

“ALLAH” ismine inanabilirsin… Ve hatta o ismi herşeyden üstün tutabilirsin…

Ancak “amentübillahi” diyorsan, “ALLAH” ismine değil, “ALLAH’ın bizzat varlığına” inandım diyorsun!

O varlığa bizzat inanmak nasıl birşey acaba ve acaba yaşamımızın kaç saniyesi, kaç dakikası, kaç saati, kaç günü… ismine değil, bizzat varlığına inanarak yaşıyoruz?

Yoksa, kozamız içinde “yağmur - yağmur” demekle, “yağmurda ıslanmayı” aynı şey sanacak kadar gaflette mi yaşıyoruz?

17.06.2000

73

Page 68: Gizli Gulsen

▪ 39

~Aldanma Görünene~

aşam her birimiz için bir “SİSTEM” içerisinde, sonsuz biçimde sürecek!

“Ego”sunun gözüyle bakan, yüzeydeki dalgaları gerçek sanacak ve zanlarıyla tükenecek…

Y “ALLAH” ismiyle işaret edilene ve

RASÛLÜ’NE İMANın gerektirdiği bakışa erebilen, yaşayabildiği kadarıyla özündeki hakikati tanıyacak…

Yaşamına, şimdi seçimlerin; ölümle birlikte ise bu seçimlerinin hasılası yön verecek…

Egosuna güvenene, onun zilleti…

“ALLAH” ve RASÛLÜ’ne iman edene, Özündeki hakikatin izzeti…

02.06.2000

74

Page 69: Gizli Gulsen

▪ 40

~Teslimiyet~

LLAH DİLEDİĞİNİ YAPAR!”

A

P“A menna!!!…

eki, nerede?

Ne zaman?

Nasıl?

Olup-biten veya olabilecek herhangi bir şeye gönül huzuru içinde RIZA göstermeyip, TEPKİ verdiğin veya hissettiğin anda ve halde,

“ALLAH DİLEDİĞİNİ YAPAR” âyetine İMANLI YAŞAMIN gerektirdiği bakış açısından çok, çok uzaktasın…

Bu halinin karşılığı zincirleme gelişecek yanılgıların, yorumların, tepkilerin ve duygularınla, içinde alevlenen ateşin yakması kaçınılmaz olur; sen, seni yakan cehennemin seni dışardan kuşatmakta olduğunu algılarken… Yandıkça için için, şikayet edersin, suçlarsın, kınarsın dışardakini(!), artık!

Sen kendi ellerinle tutuşturduğun bu ateşte,

75

Page 70: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

halinin sonuçlarına katlanırken; “ALLAH DİLEDİĞİNİ YAPAR” gerçeği, evvelinde olduğu gibi sonrasında da kesintisiz biçimde yaşamda hükmünü yerine getirmeye devam eder!

23.06.2000

76

Page 71: Gizli Gulsen

▪ 41

~Tövbemiz Bağışlanmamızdır~

TİRAF, hatadan dönmenin ve sorunu çözmenin ilk adımıdır.

Görmezlikten gelmek veya çıkarına oluşan şartlardan dolayı hatasını meziyet gibi görmek ise, HATADA ISRARIN işaretidir ve hüsranın habercisidir!

İ

“Hata”, ALLAH SİSTEMİ’nin sonuçlarından gaflette olmaktır!

“Tövbe”, yanılgıdan ve gafletten yüz çevirip, özündeki “ALLAH”a dönmektir.

Özündeki, hakikatin olan “ALLAH”a dönmek, “bağışlanmanın” ta kendisidir! Çünkü, kendine döndüren, “TEVVAB”, ALLAH’tır ve yanılgıdan, hakikatine dönmek en büyük mükâfattır.

“Nasuh tövbe”, yaşanan hatadan gereken dersi alıp, o tür fiilin SİSTEM içerisindeki sonuçlarını farketmek, yani yaşanan olaydan kendisine ulaşan “nasihati” değerlendirip, tekrar aynı gaflete düşmeyecek şekilde hatadan yüz çevirmek ve artık orada SİSTEMİN gereklerinin bilincine varmaktır.

77

Page 72: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

İçinde alevlenen ateşle SİSTEM’in verdiği nasihati işitemeyen, çıkarıldığı yerden aşağılara (gaflete) düştüğünü görür de, gözüne aldanarak düşeni hâlâ başkası(!) zanneder!

Kafandakine değil, “ALLAH SİTEMİNE” tâbiolduğunu hâlâ göremiyor musun?

25.06.2000

78

Page 73: Gizli Gulsen

▪ 42

~Geç Olmadan Aç Pencereni~

penceresini, “ LLAH’ın rahmeti”, güneşten yayılan

ışık gibi, yüzünü döneni ayırt etmeksizin aydınlatırken, “iman” “beş duyu” perdesi ile kapamış olan

nasipsiz, bedeninin zifiri karanlığında çürüyor!…

ABeş duyu dünyasını gerçek zanneden aydınsı,

modernlik diye övündüğü imansızlığı sebebiyle neyi kaçırdığının, nelerden mahrum kaldığının farkına varamıyor! “İnsan” olmaktan uzak, icad ettiği beşeri etiketiyle övünerek, avunuyor!

“Rasûl”, ALLAH indinden, hakikati bildirirken; hürriyeti müjdeleyip, uzay-zaman-madde zincirinden kurtulmaya davet ederken…

“Sandığın bu beden kadar basit bir varlık değilsin sen, bir BİLİNÇSİN, SINIRSIZ bir DÜŞÜNCESİN! Özünde, aslın olan, varedenin, “ALLAH” ismiyle işaret edilene ait sınırsız güçler mevcut, onlara erebilirsin! Onun için, “ALLAH” ismiyle işaret edilen, kendi hakikatin olan TEK’i tanı! Yanılgıyı bırakıp, aslın olan “ALLAH’ı” tanı! O’na imanlı bakışla gereğini yaşayabilirsen, kendindeki sayısız boyutlara, sayısız özelliklere, sayısız güzelliklere erebilirsin ve yaşamın cennete

79

Page 74: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

döner!..”

Araştırmamış, öğrenmemiş, hitaba da kulağını tıkamış nasipsiz, “hayır, ben bu kadarım, herşeyim bedenim ve bu süslü dünyam”, diye inkârdan öteye geçemiyor!

“ALLAH” ismiyle açıklanan hakikati, yukardaki “tanrı”; “Rasûlü”nü, yeryüzü elçisi; “Kuran’ı”, tanrının fermannamesi; DİN’i de bilmem ne zannetmeyi SEÇİYOR!…

Hayaller, kendini aldatmalar ve böbürlenmelerle tükeniyor ömrü…

Günü geliyor, bu kez terkedemediği dünyası ve bedeni terkediyor onu! Tek başına, gerçekle yüz yüze kalıyor!

Ardından papağanlar, atalarından öğrendiklerini tekrarlıyorlar: “Hakkımız helal olsun!”, “hakkımız helal olsun!”, “Allah rahmet eylesin!”, “Allah rahmet eylesin!”…

Hangi “hak”? Hangi “rahmet”? Düşünen yok!…

“ALLAH’ın rahmeti” denen, “ALLAH’I bilip, HAKİKATİNE İMAN etmenle ulaşacağın RAHMET”!…

“ALLAH’ın rahmetini”, sana İRSAL olunan İLMİ değerlendirmen ve gereğini yaşamanla kabul etmiş olursun!…

“ALLAH’ın rahmeti” ÖTENDEN değil, Özünden kesintisiz yağıyor! Sensin bilip, bulacak ve değerlendirecek olan!…

Hey hat, dönüşü yok, gitti giden! “İman”

80

Page 75: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

penceresini, “beş duyu” perdesi ile kapamış olan nasiplenemedi; kendindeki aydınlığı asla ve asla göremedi, göremeyecek! Çünkü, kendi ASLI’na “hayır” dedi, HAKİKATİ olan ALLAH’a ait özellikleri bilip, gereğini yaşamayı reddetti!

Merhamet edip, kurtaracak yukarıda bir TANRI da yok!!!

Kabrinin zifiri karanlığında çürüdükçe çürüsün!…

Gafletine, gururuna yansın şimdi!

Özündeki “ALLAH”ı bilip, İMANLI yaşayamamanın pişmanlık ateşinden kaçış yok!

26.06.2000

81

Page 76: Gizli Gulsen

▪ 43

~Herkes Kendi Ateşini Kendi Eliyle

Götürür~

ilyarlarca insanı, cehenneminde yakmayacak kadar merhametliymiş tanrısı!

Mübarek olsun!…

M Bugüne kadar kaç kez yandın? Kimdi yakan

seni, farkedemedin mi hâlâ?..

Üzüldüğünde, üzüntünle yandın! Kızdığında, öfkenle yandın! Gücün yetmeyince, zayıflığınla, hırsınla, tamahınla yandın! Paye bulamayınca benliğine, gururunla yandın!

Kaybettiğinde elindekini, günlerce, aylarca, yıllarca yanmaktasın acıyla!…

Miden burkulurcasına, pişmanlıkla, çaresiz, için için!…

Yanarken acıyla sen, koyan kim o ateşi içine, başkası mı ötenden?

Gündüz-gece yakarken seni, kimse alıp çıkarabildi mi içinden o acını?…

Sonradan seni kurtaracak idiyse ateşten, neredeydi evvelinde?

82

Page 77: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Ötendeki mi koydu ki ateşi böğrüne, ötendeki çıkarsın?

Hakikate imansızlığınla ve Sistemi bilmezliğinle sen kendi nefsine kendin azap vermedesin!

Tanrın ise bir hayal!.. Merhameti, ham hayal!

“ALLAH”ı bilemedikçe, kendi hakikatini anlamadıkça,

Ellerinle taşıdığın ateşe kör olur,

Ötendeki yakıyor zanneder, sonra da olmayan ötendekinin kurtarmasını çok beklersin!..

27.06.2000

83

Page 78: Gizli Gulsen

▪ 44

~Din Sopasıyla Güdülenlere~

dı, “dinadamı”!

ŞDeA u veya bu ülkede, şu veya bu dinden! ğişik adlarda, acayip hallerde!

Gelenekle, diplomayla veya seçimle gelmiş “dinadamı”, ün sahibi, ünvan sahibi!

Kendince bir mantık çerçevesi çizmiş, kabilesinin değerlerine dokunmadan;

Kafasındaki din, günahlar ve sevaplardan ibaret!

İşi, doğruyu-yanlışı ayıklamak, zamanın ağalarının onaylayacağı kılıfta kalabalığa sunmak! Dağılmasınlar, bozulmasınlar!..

Evrensel boyutlardan, bilimden; düşüncenin, imanın, zikrin, beynin gücünden habersiz!… Anlatılırsa, dinler sadece!

Artık yobazlığın sökmediğini, içindeki ilkel kimliği gizlemesi gerektiğini de farketmiş…

Taklitle de olsa, çağdaş görünme çabası içinde…

Halkına bir nimet! Adet ve geleneklere,

84

Page 79: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

arzulara ve zevklere dokunmadan, bildiğini okuyanı memnun eden yorumları kutsal bilinenlere uyarlamada uzman!

Kendisine “aydın” veya “aziz” densin diye, uğraşıyor, didiniyor, yazıyor, konuşuyor, ama hep “demiştir ki...” ile avutuyor…

Yobaz diye beğenmediklerinin ak dediğine kara, kara dediğine ak diyor! Köyüne yeni gelenekler getirerek, reformlar da yapıyor!

Dinsel törenlerden geri kalmıyor, kıyafetlerinden, tapınmalarından… Bıyıkaltından hallerine gülse de, tek tanrılı dünya dinlerini ve diğer “din adamlarını” da kabul ediyor…

Çıkarına dokunulana kadar, hoşgürülü de…

Kafasındaki “tanrısı” öylesine ulu, öylesine büyük, öylesine yüksekte ki, Rasûlullah’ın “ALLAH” ismiyle açıkladığı gerçeği araştırmaya ve öğrenmeye tenezzül(!) edemiyor, çakılmış gibi bildiği yerde duruyor!

Mahşerde “ALLAH’a secde edin” hitabı geldiğinde, bilinci etmek isteyecek de, sırtına boydan boya kalas bağlıymış gibi, eğemediğinden egosunu hiçliğe doğru, yüzükoyun yere kapanacaklar gibi…

“ALLAH” ismiyle açıklanan gerçeği bilemediği için, “ALLAH İNDİNDE DİN” ne demek, ondan da habersiz… Kendi dini zannediyor! Neredeyse Allah Rasûlü’nün öğretisine geçit vermeyeceğini sandıracak kadar büyük egosu, öfkeli ve kibirli…

“Peygamber” diye, gök tanrının Arabistan

85

Page 80: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

konsolosunu anar gibi!

Kutsalları var, kendine inanmayanları dövmek için ele geçirdiği “tanrının sopası” gibi…

“ALLAH” ismiyle açıklanan hakikati bilmediğini bilemiyor; araştırmıyor, öğrenmiyor! SİSTEM’in işleyişinden ve sonuçlarından habersiz, ünvanıyla geziniyor ortalarda! Bir kısım Kureyşlinin Rasûlullah’ı görmeden evvel, yol boyunca tapındığı, acıkınca da yediği kurabiyeler gibi…

“ALLAH” ismiyle açıklanan hakikati öğrenmemekte direnenlere…

“Din” sopasıyla güdülmek üzere varolmuşlara…

“Dinadamı”!…

29.06.2000

86

Page 81: Gizli Gulsen

▪ 45

~Hâlâ Anlamayacak Mıyız~

lın yazısı” denenin “beyin programı” olduğu ve onun bilgisinin de “gen” denen moleküllerde yazılı olduğunu

işitti DÜNYALILAR bu kez; ve bu gerçeğin sonuçlarının anlaşılıp, değerlendirilebilmesine bir adım daha yaklaşıldı, belki… Her ne kadar, beş duyudan başka araç ve maddeden başka DÜNYA tanımayanlar, olayı “et-kemik bedenlerinin ömrü uzayacak” hayali ötesinde değerlendiremeseler de…

A“

Kimsenin inkâr edemeyeceği bir gerçek şimdi: “Neyi, nasıl yaşayacağınız, daha siz doğmadan anne karnında iken belirlenmiş!” Siz, şu olsun-bu olmasın diye “takdir”den habersiz yaşam savaşınızı verip, olaylara sevinip, üzülerek, karşılaştıklarınızda cennet veya cehenneminizi yaşarken…

“Alın yazısı”nın yaşamda nasıl söz sahibi olduğu duyuldu, şimdi belki sıra “feleğin çemberi” diye işaret edilen gerçeğin öneminin farkedilmesinde…

Üranüsün Kova burcundaki seyri, yenilenmelerle devam ediyor, düşüncede

87

Page 82: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

reformlar hız kazanıyor… Yay’daki Pluto’nun seyri ile eski inanç ve anlayış biçimleri yıkılıyor, tapınmalar yok oluyor!… Chiron, bir süre sonra Pluto’yla tekrar buluşacak…

2000 yılının Temmuz ayı özel bir öneme sahip: İki güneş tutulması ve bir ay tutulması bu ay içinde gerçekleşiyor… Bakalım neyin işareti bu, ne tür sonlara ve ne tür başlangıçlara sahne olacak dünya!… Kim bilir, alnımıza ne yazılmış?…

“Uzay-zaman” kozası içerisindeki yaşamdan “dünyaNIZ(!)” diye bahseden ve “ALLAH” ismiyle Hakikatini açıklayan RASÛLULLAH ALEYHISSELÂM’ın, “KADER” kelimesiyle işaret ettiği gerçeği acaba hâlâ farkedemeyecek mi DÜNYALILAR? Daha kaç kez feleğin çarkından geçmesi gerekecek DÜNYANIN?…

Ve acaba O Zât’ın SESLENİŞİNİ, yöresel ve göresel yargılarımızla yorumlama; O Zâtı, kendi “beşeri değerlerimiz çerçevesinde” tanımlamaya çalışma budalalığından kurtulmak için hâlâ ders almayacak mıyız?…

04.07.2000

88

Page 83: Gizli Gulsen

▪ 46

~Dostunu Tanı~

OST var, ÖZ’den; “ALLAH” için yaratılmış olana “ÖZÜNÜ” bildiren, bulduran…

DOST var, “insan’ın” gerçek evreninin bilinç ve bilgi boyutu olduğunu bildiren…

DDOST var, kutsallıkların koza dışında hiçbir

değeri olmadığını, nice “toplumsal kurabiye tanrının” yendikten sonra hiçbir değeri kalmadığını anlatan... Ve kozadan çıkamadan tükenecek bir ömrün, en büyük, telâfisiz kayıp olduğunu anlatan...

Dostluklar var, DÜNYA’dan; “tanrısallık” için varolana “kurabiyeler” sunan…

Dostlar var, toplumdan yarar sağlamak için, çıkarları doğrultusunda her yaklaştığını kutsallıklara şartlandırmadan başka bir şey olmayan…

Dostlar var, “dost” dediklerini egoist çıkarları için “kurabiye idol” haline getiren, ve kendileri de o yolda tükenen…

Ego ve şartlanmalardır, tanrılaştıran ve

89

Page 84: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

tanrılaştırılan kurabiyeler gibi! Sanatçısından, dinadamına, ağasından, diktatörüne kadar çeşitli payelerle her yüceltilen, “toplumsal kurabiye tanrılardır” zamanı gelince yenmek üzere beşeriyet mutfağında pişirilen… Kendi için yaşamını değerlendirmekten, ÖZÜNDEKİ hakikati bilip, bulmaktan uzak, yoksun, çekip giden; vakti geldiğinde kabilesinin arasından!

Hayranlık ve ibretle okuyorum! Kaç yüzyıl geçmiş aradan, Hazreti Ömer’in “kurabiyeden tanrılar (idoller) yapıp, yol boyunca tapınıp, sonra da acıkınca onları afiyetle yeme özelliğine” işaret etmesinden insanoğlu denen kabile yaratığının!

Nice “kurabiye idoller” var hâlâ bugün de, ÖZÜNDEN habersiz; toplumun ağız tadına göre tadlandırılarak yapılan ve eninde-sonunda afiyetle yenen, dönüşü olmayan yolculuğa gönderildiğinde…

Toplumsal çıkarlar için şartlandırılıp, ego kafesine tutsak, bilgisiz, güçsüz, aciz, yoksun bir şekilde, çok büyük ihtimalle ebedi ateşe gönderilenler ve ardından, hâlâ dünyasında taklitçiliklerini sürdürerek onlarla eğlenen kabile “dostları”; böyle dostlara(!) böyle canlar, “kurban”!!!

Yoksa, kurbanlar cennete mi gitti dersiniz; Özündeki hakikatin, Varedeninin özelliklerini ve güçlerini farketmiş, bilmiş, hissetmiş, yaşamış ve gereğini ortaya koymuş olarak???

Belki de bir tanrı vardır merhamet eden,

90

Page 85: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

yukardan izleyip, kurabiyelerin ardından konuşulanlara göre tatlı zevkler bahşedecek; ne dersiniz!!!

Kâh iç yüzünü bilmediğine sevinen, kâh iç yüzünü bilmediğine üzülen, ama etrafında gördüğünü velveleyle taklitçilikten başka bir yeteneği olmayan ilkel kabile yaşamından çıkıp, “insan” olma yoluna adım atmanın tek çaresi var:

ALLAH RASÛLÜ’nün ilmine tâbiolmak ve SESLENİŞE kulak vermek!…

DOST!…

“ALLAH” için varolana!…

06.07.2000

91

Page 86: Gizli Gulsen

▪ 47

~İnsan Olan Anlar Bizi~

ğer bir kedinin kuyruğunu çekerseniz, döner, tırmalar tereddütsüz; kim olduğunuza bakmadan! Çünkü sinirler

vasıtasıyla beynine ulaşan sinyaller, ona bu savunma komutunu verir anında…

E Çalılar arasından bir ses dalgası giderse kulağına

ceylanın, fırlar kaçar anında! Çünkü kulağına, oradan da beynine ulaşan sinyalle kanına adrenalin fışkırır ve gerilen kaslar koşmayı başlatır…

Dışardan gözleyen, “hayvan kendini savundu” veya “av olmaktan kurtuldu” gibi yorumlarla ifade eder bu durumu…

Oysa, “algı” denen ve beynine ulaşan “uyarılar” vücudun kimyasını harekete geçirerek bu faaliyetleri oluşturmuştur, elinde olmaksızın hayvanın…

“İnsansı” var, dikkati sadece “dışına – dış dünyasına” dönük, insan görünümünde, aslından habersiz… “Duyularının algılayabildiklerine” GÖRE davranışlar ortaya koyan! Duyularına ve oradan beynine ulaşan sinyallerle kâh sevinen,

92

Page 87: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

kâh üzülen, kâh öfkelenen, kâh kırılan, kâh kıskanan, kâh alınan, kâh ağlayan, kâh azıtan, kâh savaşan… İçin için duygular yaşamayı ve egosunu tatmin etmeyi herşeye tercih eden…

Beyniyle, dışardaki nesneler arasında âdeta görünmez bağlar var, o “bağ” ne tarafa çeker veya iterse, onun gereğini yaşar, özgürce(!) tavrını(!) ve tepkisini(!) ortaya koyarak!

Egosu ve şartlanmalarıdır tek referansı, tek idolü; ama bilmez bunu, farkedemez, anlayamaz!! Tepkisinin ve duygusunun türü, egosu ve şartlanmalarına GÖRE çıkar ortaya!… Uygunsa egosunun çıkarına ve şartlanmalarına “beğenir”, değilse “nefret eder”… Uygunsa egosuna ve şartlanmalarına “sevinir”, değilse “üzülür”… Uygunsa egosuna ve şartlanmalarına “över, yüceltir”, değilse, “şikayet eder, yerer”… Uygunsa egosuna ve şartlanmalarına “hoşgörür, sabreder”, değilse, “kınar, yerden yere vurur”… Uygunsa çıkarına ve şartlanmalarına “teşekkür eder”, değilse “nankörlük”… Uygunsa çıkarına ve şartlanmalarına “alır, sahiplenir”, değilse “bırakır, terkeder”… Uygunsa çıkarına ve şartlanmalarına “bağışlar”, değilse “öç alır”… Uygunsa çıkarı ve şartlanmalarına “dost” edinir, değilse “düşman”… Hatta ve hatta, uygunsa çıkarına ve şartlanmalarına “iman ettim” der, değilse “inkâr eder”…

Egosunu ve şartlanmalarını, nesnelerle beyni arasındaki “algı denen bağlar” ne tarafa çekerse, ona göre koyar tepkisini ve tavrını ortaya… Tepkisiz, tavırsız, bağımsız yaşayamaz!

93

Page 88: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

Dünyası “ben”i ve “bedeni” üzerine kurulmuştur; içinden gelen “güdü”südür rehberi, güdülür “içgüdüsüyle”… Bir ceylan kadar(!) özgürdür sağlam vücut biyokimyasıyla!?! Biyokimyası sayesinde, bir aslan kadar hükmedicidir, bir tilki kadar kurnaz, bir sırtlan kadar fırsatçı; bir karınca kadar çalışkan; bir maymun kadar taklitçi; bir ayı kadar zevkperesttir!…

Bir de “insan” var ki, bilinci ÖZÜNE dönük yaşayan; eliyle, gözüyle, kulağıyla, herşeyiyle ÖZÜNDEKİ Varedenine hizmette olan! Çıkarına, bedenine, egosuna, şartlanmasına hizmet etmek yerine, çevresine birşeyler vermek isteyen! Üreten, ÖZÜNDEN geleni dağıtan, bağışlayan! Dışarda görünen nesneler ve olaylar değil, Özünün sesidir davranışlarına yön veren!

“Karşımdakinin karşısında şimdi ne yapmalıyım?” kaygısıyla değil, “ÖZÜMÜN, ASLIMIN, HAKİKATİMİN İNDİNDE hangi bakış açısını kazanmalı ve ona göre ne tür fiiller ortaya koymalıyım” düşüncesi içinde yaşayan! Ve bu yolda yeni idraklarla her dem ilerleyen! Başkasına(!) karşı değil, ÖZÜNE karşı sorumlu olduğunu ve EVRENSEL bir SİSTEM’in kesintisiz işlediğini farketmiş! “Şartlanmalara” göre değil, EVRENSEL GERÇEKLERE göre düşünce ve davranışlarına yön vermeyi seçmiş…

Ayrı görmez kimseyi, herkes ne gaye ile varolmuşsa, onun gereğini yerine getirecektir, bilir… Kızmadan, kırılmadan, alınmadan, üzülmeden, kıskanmadan, tavır almadan, öfkelenmeden, öç almadan, tepkisiz yaşamı

94

Page 89: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

benimsemiştir! Çünkü karşısındakiyle dava değildir gayesi, HAKİKATİNİ farkedip yaşamasına engel olanlardan arınmaktır amacı! Emrem Yûnus’un dediği gibi, “dövene elsizdir, sövene dilsiz” ve dahi gönülsüz! Elindekini paylaşır, ihtiyacı olana verir, eksiği olanın eksiğini giderir, muhtaca yardım eder, sevgiyle bakar, korur, çevresindekiler için dünyayı daha iyi yaşanacak, daha iyi değerlendirilecek bir yer haline getirmek için uğraşır! İmanıyla da bilir bu arada, bunlarla dahi kayıt altına girilmeyeceğini; aslında eksiğin, noksanın, muhtacın olmadığını… ÖZÜNDEN aldığıyla, karşısındakine ulaşan nimete sadece vesile olduğunu! Ama kulluğudur bu da, bilir haddini, yerine getirir gönlünce, rızayla…

“Evrensel insan”dan bahsedilir bir de, dünyevi gözle de olsa! Tüm beşeri değerleri, sırtından ceketini çıkarır gibi çıkarıp bırakmış dünyada, teslim etmiş varını-yoğunu Sahibine, yokluğunu bilmiş ve gereğine ermiş Sınırsızlık âleminde! Kendinden değil, sadece bıraktığı izinden ve anısından bahsedilen aslında!… Sınırsız bilinçten, sınırsız ilimden, her halde sınırsız ve koşulsuz şükürden, sınırsız ve koşulsuz sabırdan, sınırsız ve koşulsuz hoşgörüden, sınırsız ve koşulsuz hizmetten, sınırsız ve koşulsuz vericilikten, sınırsız ve koşulsuz samimiyetten ve sevgiden başka eser bırakmayan… Karşılıktan, beklentiden arınmış, ne bugün, ne yarın için, ne dünyalık, ne ahretlik hiç bir beklentisi olmayan… Sınırsızlık âlemine CAN olup, “insanların” dünyasında görünen!… ALLAH

95

Page 90: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

için, ALLAH’tan, ALLAH’ta varolmuş ve nihayet ALLAH’a dönmüş… Hakikati olan “ALLAH” indindekini, varlığını izhar ettiği “insana” bildiren, bulduran! ALLAH’tan İNSANA ulaşanı ulaştıran! Özünden İNZAL olanı, varlığından İRSAL eden…

Tüm yaşamı, “algıladıklarına” reaksiyon vermek üzere kurulmuş, “tepki” ve “tavırdan” başka üretimi olmayana, “etraf”sız olamayana, “başkasız” düşünemeyene, vücudunun biyokimyasına tutsak, ego ve şartlanmalar mabedine kapanmış olana ne ifade eder bu sözler?…

Ama, ÖZÜNDEKİ cevheri görüp te O’na ermek için “herşeyini” feda edebilene, bu uğurda “kimsesiz” olabilene, “hürriyet” arzusuyla “bağ”lardan arınmayı gaye edinebilene; “ALLAH” bana kâfidir idrakıyla “ALLAHUEKBER” deyip “herşeyi” ardına atıp ta ÖZÜNE yönelebilene ise, elbette çok şey ifade eder!!!

Yine Emrem Yûnus’un dediği gibi, “insan olan anlar”, insana ulaşmak üzere dile geleni!…

Bize “İNSAN” olmanın yolunu gösteren RASÛLULLAH’a salât ve selam olsun!…

09.07.2000

96

Page 91: Gizli Gulsen

▪ 48

~Sorgulayan ve Eğitilebilir Beyinler~

tede bir tanrı olmadığına göre, örneğin, “ALLAH’ın” şirki affetmemesi ne demektir, ve “ALLAH” neden şirki

affetmez? Hiç sorguladınız mı? Ö İSLÂM DİNİ’ni değerlendirebilenler,

“sorgulayan” ve “eğitilebilir” akıl sahipleridir.

“EğitilMİŞlik” kaydında birikimine “şartlanarak” dinamizmini yitirmiş, yeniye kapalı bir kafa, bireysel bakış açısı ve mantık kalıpları içerisindeki lokalize değerlendirmelerin ötesine asla geçemez!

“Soru sormak” ile “sorgulama”nın farkını ayırt edememek, sorgulayamayan zihnin özelliğidir.

Soru soran, sorduğuna bir “cevap” arayışındadır, hatta onaylayabileceği(!) bir cevap peşindedir!

“Sorgulayan” ise, tarafsız ve kayıtsız bir biçimde düşünce gücünü kullanarak, her dem yeni keşifler ve çözümlerle, gerçeği OKU’yarak ilerleyen, gelişendir…

Bin yıllık ibadetten daha hayırlı olan

97

Page 92: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

“tefekkür”, sorgulamanın sonucunda ulaşılan “düşünsel üretim”dir.

Sorgulamayan ve yeniye açık olmayan zihnin faaliyeti, “tefekkür” değil, kuru bilgi birikiminden “nakil”dir…

“Hakikati arayanlar”, sorgulayanlardır ve “sorgulamadan” kimse ne gerçeği farkedebilmiş, ne de Hakikate erebilmiş değildir…

Tasavvufta “Hakkı aramak” diye tabir edilen, bir köşede oturup kendisine havadan inecek bir sihirli değneği beklemek değil; düşünce gücünü kullanarak, hiçbir bilgiyle dahi kayıtlanmadan, iman gerektiren konuların içyüzünü, gerekçesini çözmek ve yeni şeyler keşfetmek için devamlı sorgulamak demektir.

Sorgulaması ve düşünsel üretimi olmadan, “ben Hakkı arıyorum” diye şiirsel cevaplar arayışında, sırtını sıvazlayan birinin peşine takılanlar, işin mecazından ve taklitten öteye geçememiş mukallitlerdir…

SİSTEMİ anlamanın yolu, sorgulamaktan ve zihnini eğitebilmekten geçer!

Evet! Ötede bir tanrı olmadığına göre, “ALLAH” neden şirki affetmez?

16.07.2000

98

Page 93: Gizli Gulsen

▪ 49

~Beşeriyete Hapsolmuş Bilinç ile Beşeriyeti

Deneyimleyen Bilinç~

aradılıştan nankördü, değerlendiremedi, geleni geri çevirdi…

MY ağrurdu, gizliden gizliye…

Eksikle, kıtlıkla doluydu gönlü, kıstı, daralttı!

Verileni göremedi! Vermedi dedi, aldığını da istismar etti!

Sevildi, bilemedi! Değer verildi, inanmadı!

Bağışlandı, ama o kendini bağışlayamadı!

İstedi, eremedi, derdini yine göremedi…

Elindekiyle mutlu olmak yerine, elinde olmayanın hesabını güttü…

Yaşadığını değerlendirmek yerine, yaşayamadım dediğiyle yandı!

Borçlu gibi gördü her el uzatanı, bekledi, alsa bile doyamadı!

Hakikat ilmi geldi, ama özümsemedi, değerlendirmedi…

İlim meclisinde buldu kendini, ama değilmiş gibi bildiğini okumayı seçti…

99

Page 94: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

Melekûtun kapıları açıldı, ona değilmiş gibi yanaşmadı!

Fazlasından şüphe etti, azını egosuna yonttu, nefsi için kullandı…

Bakış açısını, beynine kazınmış yargılarını bırakmadı!

Perde kapanınca geriye bir tek “hüsranı” kaldı!

Çünkü kendini veremedi, öylece kaldı! “ALLAH”ı hiç göremedi…

* * *

Yaradılıştan sadıktı! Lütûftu herşey ona!

Bollukla, şükranla doluydu gönlü her dem…

Bilmese de, sevdi! Almasa da, verdi!

Kıymet bildi, ulaşanı değerlendirdi…

Kimseden birşey beklemedi, istemedi, karşılıksız dağıttı!

Gurura esir olmadı! Söyleneni yaptı, elindekiyle mutlu oldu…

Nimeti paylaştı, şükretti; şükrettikçe çoğaldı!

Öğrendikçe, bilgiye susuzluğu arttı! İlmi arttıkça, eksiğini farketti…

Kabul gördükçe, baş tacı etti!

Geçmişe tutunmadı. Terketti, yol aldı! Yargılamadı, kandırmadı, avunmadı!

Açılan kapıdan tereddüsüz girdi!

100

Page 95: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Sonunda felaha erdi!

Çünkü kendini verdi, “yok”luğa erdi; apaçık Hakikatini gördü!

18.07.2000

101

Page 96: Gizli Gulsen

▪ 50

~Seyre Dal Aynada O Güzelliği~

şk”, özünde bulduğunu, karşında görmektir!

Aşk, bilincin kendi sûretini karşısında görüp, ikilikten kurtulmak uğruna Tekliğin cazibesine kapılmasıdır!

“A Aşkın alâmeti, güzelliğine hayran olanın

yüzünde görünür, ama onu da aşıklardan başkası tanımaz! Çünkü aşıklar, her dem aynada kendi seyrine dalanlardır! Seyrine ermeyen, aşkı bilemez, anlayamaz!

“Aşk”, Allah bahşidir, karşılıksız lütûftur, dilediği kuluna yüzünü göstermesidir!

Ve aşk “Hakikat” saadetine götüren “sevgi” yoluna davettir. Aşk, hem de sevginin “kıvılcımıdır”, onunla tutuşursa eğer gönül, ışıl ışıl bir “meşale” olur, yanar, yandıkça yolu aydınlatır!

Aşkın amacı, gören ve görülen ikiliğinden kurtarıp, sevginin bütünlüğüne erdirmektir, hazmedebileni!

Aşk meşalesinin tutuşmasından gaye, sevgi

102

Page 97: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

yolunu göstermesidir yolcuya! Aşk kapısından girmekten gaye, “sevgi” yolunu adımlayarak Birlik sarayına erebilmektir.

“Aşk”ı söndüren, havasız bırakan köpük “gururdur”! Gurur, benliği tutan kaptır, benliğin muhafazasıdır, bireyi bütünlükten ayrı tutandır!

“Aşk” meşalesini yanar tutmanın çaresi, “benliği” ona yakıt yapmaktır! Benlik yandıkça, aşk ışıldar ışığı artaraktan… “Aşka” “benliğini” tercih edenin meşalesi söner, yolu karanlık kalır. Kaybedenler, “aşkı”, benliği uğruna feda edenlerdir…

Sevginin yolu sonsuzdur, yaşandıkça ufku enginleşir, bitmez, tükenmez… Aşk meşalesi yandıkça, sevgi yolu aydınlık görülür. Sevgi “bilinçle” yaşanır, “akılla” yaşanır, “ilimle” olgunlaşır, sağlamlaşır!

Sevgi, akılsız, bilinçsiz yaşanmaz! Aşkı akılsız da tadabilir ama, aklı olmayan sevgi yolunu katedip nihai hakikatine sağlam ulaşamaz! Aşka dahli yoktur kimsenin, o bir kıvılcımdır, eczaya sürtünen kibrit gibi bir anda yanar, ama sevgiye erdirmesi, aklın ve ilmin eseridir…

Sevgi yolunu katetmekten gaye ise, yoldaki “başka” kavramlarını terk edip “birliğin saadetine” ulaşmaktır! Sevgiyle yaşadığın “duygular” değil, “sevgin uğruna neleri terkebildiğindir” saadete erdiren! O yolu alanlar, sevdası uğruna terkedebildikleri kadar ilerleyenlerdir!

“Sevgi” yolunda ilerlemeye ayakbağı, “sevgiyi”

103

Page 98: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

yaşamaya engel olan, “başkalarını ve etrafı” görmendir, bir olamamandır! “Çokluk” bir yana, “ikilik” dahi sevgi yolunda şaşı kalmaktır!

“Etraf” ve “başkası” kaygısı terkedilmedikçe, sevginin hasılasına erilmez, sevdiğinle bir olunmaz! Yolda kalmamanın çaresi, gördüğünde, sevdiğinden başkası olmadığını yaşamandır… Sevmek, her yüzde sevdiğini bir türlü haliyle görmeyi gerektirir. Sevmek, başkası diye kimseden yüz çevirmemeyi gerektirir. Sevmek, başkası diye kimseyi kıskanmamayı, kızmamayı, alınmamayı, kınamamayı gerektirir! Sevmek, her yüze sevdiğin gibi teveccüh etmeyi gerektirir; her an sevdiğinle olduğunu ve her yaptığının sevdiğine ulaştığını yaşamayı gerektirir. Seven, huyunu terkeder, yargısını terkeder, tepkisini terkeder! O yoldan ayrılmamak için neyi varsa feda eder! Sevginin hakikatini yaşayanlar, gözü sevdiğinden başkasını görmeyenlerdir!…

Gözün sevdiğinden başkasını görmez olursa eğer hakikaten, “gayrı” kalkar dünyandan, kendini de göremezsin ve dahi gören, bu bildiğin “sen” olmazsın! Görürsün ki, başlangışta yüzünü gösteren AŞK’tır, nihayetinde kendi güzelliğine hayran olan! Ne sevensin sen orada, ne de sevilen karşında! Sadece AŞK’tır Bâki olan Birliğin Saadetinde… Tıpkı evvelinde olduğu gibi…

21.07.2000

104

Page 99: Gizli Gulsen

▪ 51

~Hepisinden İyice Bir Gönüle Girmektir~

NSAN”, sever!

Çünk“G

ü “insanın” hakiki dünyası, “KALP”, ÖNÜL” âlemi de denen “BİLİNÇ

BOYUTU”dur…

İ Sevgi, madde görüntüsünün ardında

BİLİNCİN GÜZELLİĞİNE cezbolunmaktır… Onun için, sevilen, sevenin GÖNLÜNDE’dir ve sevgi KALP’te yaşanır, denmiştir…

“Kalbin gıdası sevgidir” dendiği gibi, bilincin gıdası İLİM’dir, BİLGİ’dir…

Bilgi, keşfedilerek, öğrenilerek, ve dahi imanla elde edilir; özümsenerek, îkanla yaşanır. Bildiği kadarıyla bilinçlidir insan…

“Aşk, sevgi” öğrenmenin, keşfetmenin ve anlamanın en güzel yolu ve zeminidir…

Neden mi?..

Seven, kendinde olup ta yaşayamadığını sevdiği aynasında görür ve tanır. Ona ermek, onunla BİR olmak uğruna, varını-yoğunu; bağımlılıklarını, şartlanmalarını, yargılarını, malını, canını, benliğini ve herşeyini terketmeyi göze alır;

105

Page 100: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

sevdiğinin peşinden gider!

Oysa hakikatte peşinden gittiği, bilincinde gördüğü, tattığı mânâ; terketiği ise bilincinin değerlerini yaşamaktan mahrum bırakan beş duyu dünyasının kaygılarıdır…

Eğer bedenselliği aşabilmişse seven, sevgisi uğruna her terkedebildiğiyle, bilinç boyutunda kendindeki yeni bir gücü, yeni bir özelliği KEŞFEDER, ÖĞRENİR ve gerçeğe teslimiyeti kadar onu yaşamaya başlar!

Birimsellikten doğan kayıtlılıklarını terkeder; kendini unuttukça sevdiğinde seyrettiği yeni bir mânâ ile, yeni bir hâl ile hallenir; vehminden doğan kendi sınırlılıklarından kurtulmaya başlar; ve eğer “ben”ini de terkedebilirse, “verme”nin sırrına erebilirse, böylece “seveni değil, Sevileni yaşamaya başlar”…

İşte böyle bir yaşama eren için, aşk, sevgi, binek olmuş, onu maddi dünyanın kaygılarından kurtarmış ve BİLİNCİN, KALBİN DÜNYASINA erdirmiştir.

Sevgi, aşk maddeye değil, madde görüntüsü ardındaki mânâya duyulur! O mânâyı yaşamanın çaresi, sevdiğinin haliyle hallenmektir! Öğrenip, keşfedip, hallendiğin her mânâ, bilincine bir gıdadır, bilincinde bulduğun yeni bir özellik ve güzelliktir… Birimsellik kabuğundan çıkıp, bilincinin sayısız özelliklerini ve güzelliklerini keşfedip yaşamanın yoludur sevgi! Sevmekten daha güzel öğrenme yolu olmaz!

Sevmek, görünenin aslını farkedip, ona erdikçe

106

Page 101: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

bilinçlenmektir! Sevenler dünyaNIZdan kaybolurlar ama, BİLİNCİN dünyasına doğarlar…

Onun için, talebi, varoluş gayesi “BİLİNÇ BOYUTU”nun değerlerine ermek olan “sevmekten” ve sevgiyle hakikati öğrenmekten geri duramaz…

“İnsan”, hakikatte bilinç varlığın adıdır, gerçek dünyası “bilinç boyutudur”. Ve “insan” sever!…

25.07.2000

107

Page 102: Gizli Gulsen

▪ 52

~Büyük Doğuşlar~

İN’de REFORM OLMAZ!.. Olması gereken, DİN’İ “ANLAMADA” REFORM’dur!

YUKARIDAKİ HAYALİ TANRI (!) ile yerdeki “kulları” ilişkisine dayalı HAYALİ DİN için Reform öngörülebilir ve bunun için meselâ mabedlerdeki halıların değişmesi gibi konular(!) tartışılabilir!!!...

D

“ALLAH” İNDİNDEKİ DİN, yani Hazreti Muhammed’in (aleyhisselâm) bildirdiği ve Kur’an ‘da açıklanan İSLÂM ise, EVRENDE her an yürürlükte olan SİSTEM ve DÜZEN’in adıdır. IK’RA hitabı ile OKUnan (KUR’AN) bu SİSTEM ve DÜZEN’dir.

Günümüzün Modern Bilim verileri ışığında Hazreti MUHAMMED’in AÇIKLADIĞI “ALLAH” ismiyle işaret edilen mânânın ve bu esasa dayalı olarak EVRENDE işleyen SİSTEM ve DÜZEN’in farkedilmesi en büyük REFORM’dur...

DİN’İN DOĞRU DEĞERLENDİRİLMESİ, “DİN”in esası olan “ALLAH” kavramının ne

108

Page 103: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

olduğunu farkedebilmek ve bu bilgi ışığında “DİN”İ YANLIŞ ALGILAMAK’tan kurtulmakla başlar! Bundan başkası, yanılgılarla ve dedikoduyla uğraştan ibarettir.

Aydın birey, yanılgılarla uğraşan değil, asıl olanı araştıran ve öğrenendir! Varlığın hakikatine işaret eden “ALLAH” isminin mânâsı ALLAH Rasûlü’nün açıkladığı şekilde anlaşılmayıp ötedeki bir “tanrı” varsayımına etiketlendiği sürece, yerel örf ve adetlerle harmanlanarak kafalarda yaratılan göresel dinler, varsayım TANRI(!) ADINA verilen fetvalarla(!) “havanda su dövme” metoduyla REFORME edilmeye devam edecektir! Bu bağlamda, halıların rengi de, minarelerin yüksekliği de tartışılsa, OKU’NAN “ALLAH” SİSTEM ve DÜZENİ, yani KUR’AN’ın hükümleri değişmez biçimde ebediyyen işlemeye ve bu sistemde herkes yaptıklarının karşılığına erişmeye devam edecektir!

ANLASA DA, ANLAMASA DA!..

109

Page 104: Gizli Gulsen

▪ 53

~Anlayışta Reform~

ğer “ALLAH” ismiyle işaret edilenin ne olduğunu bilmezseniz, doğal olarak “İSLÂM”ı Dünyadaki çeşitli tek tanrılı

DİNLERDEN biri gibi sanırsınız! Bunun da doğal sonucu olarak, değişen günün şartlarında “İSLÂM’DA REFORM”dan lâf edebilirsiniz!…

E Ancak, eğer “ALLAH” ismiyle işaret edilenin

ne olduğunu OKUR ve ÖĞRENİRSENİZ, o zaman “ALLAH İNDİNDE DİN” ne demek, bunun mânâsı da yavaş yavaş açılmaya başlar. Ve o zaman görürsünüz ki “ALLAH indindeki DİN” olarak tarif edilenin, insanların kafalarında yarattıkları ve uyguladıkları tanrısal inanç biçimleriyle hiç alâkası yoktur…

“İSLÂM”, AHAD olan ve ALLAH ismiyle işaret edilenin varlığı ve kudretiyle, ilminde varolan ve O’nun hükmünün yürürlükte olduğu, değişmez “EVRENSEL SİSTEM ve DÜZENİN” adıdır.

“İSLÂM’da REFORM” demek, “EVRENDE YÜRÜRLÜKTE olan ALLAH SİSTEM ve DÜZENİ”nde yeni bir formasyondan, yeniden şekil vermekten bahsetmek olur ki, hiç bir aklı

110

Page 105: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

başında basiret sahibi, böyle bir ifadeyi ağzına almaz! Akıldan nasiplenmiş olan, ALLAH’ın FORME ettiği, VARETTİĞİ SİSTEM olan “DİN’İN”, evrenin sonsuzluğunda bir hiç mesabesindeki dünyalılar tarafından REFORMASYONUNU konu etmez!

Olması gereken, İSLÂM’I “A N L A M A D A ” REFORM’dur!

İSLÂM’I ANLAYABİLMEK için de herşeyden önce, Hazreti Muhammed aleyhisselâm’a yöneltilen “ALLAH NEDİR?” sorusuna cevap olarak vahyolunan, İHLAS suresindeki tarifiyle “ALLAH” ismiyle işaret edilenin ne oduğunu OKUMAK ve ÖĞRENMEK gerekir ki; bu mânâ anlaşılamadığı sürece, DİN’in MECAZLARINI hakikat zannetmekten dolayı, kafamızdaki tanrılar ve onlara dayalı dinlerle uğraşımız hiç ama hiç bitmez!

İSLÂM’I ANLAMADA ÇAĞDAŞ BAKIŞIN GEREKTİRDİĞİ REFORM BAŞLAMIŞ VE YERİNE GELMİŞTİR…

Modern Bilimler ışığında DİN’İ değerlendirmek isteyen samimiyet sahipleri için yapılması gereken iş, önderlik sevdasını bırakıp, yeniye açık, sorgulayan ve eğitilebilir bir bilinçle OKUYARAK ve ÖĞRENEREK bu reformu kendi zihinlerinde yaşamaya başlamalarıdır…

Şunu akıldan hiçbir zaman çıkarmamalıyız ki, İSLÂM’ın hükümleri, insanların, geriye dönüşü olmayan ve sonsuz EBEDİ SAADETLERİ’ni dünyada iken kazanmaları için bildirilmiştir;

111

Page 106: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

yoksa bir takım toplulukların, ebedi yaşam yanında birkaç saniye kadar bile değer ifade etmeyecek DÜNYA SALTANATLARI için değil…

22.07.2000

112

Page 107: Gizli Gulsen

▪ 54

~Arınmamışlar El Sürmesin~

UR’AN-I KERİM’İN İŞARET ETTİĞİ SIRLARI ANLAYABİLMENİN ilk ve temel koşulu, ⎯kulaktan dolma bilgilerle

bir “tanrıya” ve onun “peygamberine” DEĞİL⎯ “ALLAH” ve “RASÛLÜ” kelimeleriyle işaret edilen mânâya İMAN ederek, bu İMANIN gerektirdiği bakış açısını kazanmak suretiyle ŞİRK’ten ARINABİLMİŞ olmaktır…

K

“Lâ ilahe ill’Allah” = “tanrı yoktur; sadece ALLAH vardır!”

“Lâ yemessehu ill’el mutahharun” = “Ona temas, dokunma yoktur; sadece ARINMIŞLIK, TAHİR OLMAK’tır erdiren!”

Günümüzdeki “Kur’an-ı Kerim” tefsirlerinin hemen tamamında, bu âyetlere karşılık “Allah’tan başka tanrı yoktur” ve “temizlenmemişler bu kitaba el sürmesinler” cümlelerini okursunuz!

“Kur’an” hükümlerini bedeniyle ilgili hitap olarak algılayanlara gore, kirlilik, yani necaset, elde, yüzde, ayakta olandır ve yine abdesti bedenin temizliği gibi algılayanlara göre,

113

Page 108: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

yıkanmak veya abdest almak bu temizliğe ulaşmanın yoludur…

Ancak Kuran-ı Kerim’deki tarifine göre “necaset-kirlilik”, bedende değil, BİLİNÇTE olandır ki, buna da ŞİRK diye tarif edilen hâlden kurtulamamış olmakla işaret edilir, “şirk ehli necistir (pistir)” âyetiyle…

Bu hükme göre, ŞİRKTEN arınmamış olanların KUR’AN’ı, yani EVRENDE YÜRÜRLÜKTE OLAN ALLAH SİSTEM VE DÜZENİNİN HÜKÜMLERİNİ “OKU”MASI, ÇÖZMESİ, ANLAMASI yoktur, mümkün değldir!… KURAN’a ermek isteyen, şirk hâlinden tahir olsun, ARINSIN!

Şirkten arınmanın tek yolu ise, “ötede-bir-tanrı varolmadığını kavradıktan sonra, ALLAH ismiyle işaret edilenin ne olduğunu öğrenmek ve o mânânın gereğine iman etmektir ki, bu İMANIN getirisi, kişinin BİLİNCİNDE, yaşamı ve kendini anlayış biçiminde gerçekleşecek en büyük REFORM’dur”!

Ne yazık ki topluluklar, tıpkı 2000 yıl önce Hazreti İsa’nın vadettiği ve her insanın kendi özünde EVRENSEL BİLİNCE ermek suretiyle yaşayacağı “Semanın Krallığını”, beş duyu dünyasındaki yeryüzü krallığı veya devlet reisliği şeklinde yorumladıkları gibi…

Bugün de hâlâ, İSLÂM’I A N L A M A D A YAŞANACAK REFORMU, insanın kendi özündeki bilincin hakikatini farkederek KOZMİK BİLİNCİN

114

Page 109: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

değerlerine ermek suretiyle iç dünyasında yaşayacağı REFORM yerine; dış dünyada, bir takım devletlerde, yahut müslüman topluluklarda yaşanacak bir DEVRİM gibi birşey zannetmekteler!!!

Siz kendi BİLİNCİNİZİ ve ÖZÜNÜZDEKİ ALLAH’ı tanımadıktan ve HAKİKATİNİZE İMAN etmenin nasıl bir bakış ve değerlendirme getireceğini farkedip, hissedemedikten sonra…

O hakikate imanın getireceği bakışla YAŞAMIN GERÇEĞİNİ farkedip, âlemi bu gözle seyredemedikten sonra…

Ve yanılgılarla bilinmezlikler içerisindeki bu halinizle ölümötesi ebedi yaşamınıza geçtikten sonra…

Dünyadaki şu veya bu toplulukta, şu veya bu ülkede, şu veya bu devletin yapısında, şu veya bu kurumun din anlayışında yaşanacak reformun, sizin ebediyyen kendi gerçeğini göremeyecek kör kalmış halinize, özünde mevcut “evrensel” özelliklerini yaşamaktan yoksun kalmış bilincinize ne faydası olacaktır???

Doğanın düzeni olarak YERKÜRE ÜZERİNDE sayısız reformlar olmuş ve olmaya devam etmekte! Sayısız topluluklar, ve adları aynı dahi olsa son derece farklı yönetim ve anlayış biçimleri, farklı yasalar ve adalet anlayışları var! Ama dünyada herkesi kaçınılmaz bir son bekliyor: BİLİNCİNİZ, ölümü tadmanızla birlikte geçeceği yeni bir boyutta, dünyada kazanabildiğiniz “melekelerle” yaşamına devam

115

Page 110: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

edecek! Karşılaştığınız ortam ve olaylarda ya bilincinizdeki güçleri kullanarak hüküm süreceksiniz, her istediğiniz gerçekleşecek; ya da bilincinizdeki güçleri kullanma melekesini elde edememişseniz, kaydbettiklerinize yanıp, olaylar karşısında zayıf, çaresiz, acınacak hale düşeceksiniz! Yaşadığınız ülkenin sosyal, siyasal, ekonomik yapısı şu veya bu olabilir! Siz şu an kendi yaşadığınız hâlinize bakın! Özünüzde mevcut, sizi var eden ALLAH’ın “İLMİ ve KUDRETİ” kelimeleriyle tanımlanmış “EVRENSEL BİLİNCİN ve EVRENSEL ENERJİNİN” ne kadar farkındasınız ve kendinizde mevcut bu özellikleri ne kadar değerlendirebiliyorsunuz?…

Öyleyse insan olana lâzım olan, YERYÜZÜ reformları değil, KENDİ BİLİNCİMİZDE, KENDİ HAKİKATİMİZİ TANIYARAK, YAŞAMI ANLAYIŞ BİÇİMİMİZDE EREBİLDİĞİMİZ REFORM’dur. Ölümötesinde kişinin hangi devletten ve rejimden geldiği değil, BİLİNCİNİN TABİ OLDUĞU “RABBİ”, “KİTABI” ve “NEBİSİ” sorulacaktır…

ALLAH ve RASÛLÜNÜ bilmeyen, bu isimlerle işaret edilen mânânın ne olduğunu araştırmayan, öğrenmeyen, bu mânâları bilmenin gerektirdiği bakış açısını edinemeyen, KUR’AN-I KERİM’in işaret ettiği sırları farkedemez; onun yerine, MECAZLAR havuzunda, yukarıdaki “tanrısıyla”, onun yerdeki “peygamberiyle” ve “yukardaki tanrının yeryüzündeki peygamberi vasıtasıyla insanlara yolladığı fermannamesi” ile avunur!…

116

Page 111: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

“ALLAH” ismiyle işaret edileni farkedemeyen ve “ALLAH”a İMANI yaşayamayan, şirkten arınamaz ve şirkten arınmamış olan KURAN’A EREMEZ, Kur’an-ı Kerim’in hükmüne göre…

Şirkten kurtulabilecek olanlar “ALLAH” ve “RASÛLÜ”nü öğrenip, bilenler ve İMAN edenlerdir! İçinde yaşadığımız SİSTEM ve DÜZENDE, EVRENSEL SİSTEM KİTABIMIZ KURAN-I KERİM’İ ANLAYABİLMENİN başka yolu yoktur!…

ALLAH, bizlere cahillik kozasını kırıp, kendi hakikatimizi tanımak suretiyle “yerin başka bir yer, semanın başka bir sema olduğunu yaşatacak” reformu, bilincimizde yaşayabilmeyi nasip etsin!

20.07.2000

117

Page 112: Gizli Gulsen

▪ 55

~İnsanlığa Yükseliş~

oğa, ders alınacak misallerle doludur!

Aorg

rılar arasında ne kadar güçlü bir anize yaşam olduğunu pek çoğumuz

seyretmiş veya okumuşuzdur. Ana arı, kraliçe, işçi arılar, hepsi de kendi görevlerini bilir ve bir düzen içersinde yerine getirerek yaşamlarını sürdürürler…

D Ormandaki tüm canlıların kendi aralarında

kendilerine göre sosyal yaşamları vardır… Arslanların, maymunların, gorillerin, fillerin, karıncaların, tüm yaratıkların içgüdü dediğimiz yöntemle bilip uyguladıkları, bir koloni veya kabile şeklinde sosyal yaşam düzenleri ve kuralları vardır… Sürü başları, kabile reisleri, savaşçıları, hizmetçileri, erkekler, dişiler, hepsi bir düzen içinde kendi geleneklerine göre görevlerini yerine getirirler… Oynar, eğlenirer, yarışırlar, güçlenirler, avlanmayı öğrenirler, yer-içerler, övünürler, eşleşirler, yuva kurarlar, çiftleşirler, yavrularlar, bakıp-büyütürler, törenler yaparlar, bağırıp-çağırarak, atlayıp-zıplayarak kutlarlar, savaşırlar, kazanırlar veya kaybederler, ele geçirirler, reis olurlar, hüküm

118

Page 113: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

sürerler, ilâ nihaye…

…Sizce bu sosyal yaratıklardan herhangi biri, örneğin yakınlarında bir mezrada yaşayan bir insan topluluğunun yaşam düzeni, gelenekleri, kuralları, anlayış ve davranış biçimleri hakkında ne kadar bilgi sahibi olabilir veya ne derece isabetli değerlendirmede bulunabilir? Meçhul!..

Peki, böyle bir dar yerleşim biriminde, yetiştiği çevrenin şartlanma ve yerel değer yargılarına göre eğitilmiş ve kendi yöresinin dışında ne kadar çok değerler ve inançlar olduğunu farketmemiş, görmemiş; günleri, avlandığı ormanla, kulübesindeki yatak arasında gidip gelmelerle tükenen bir kabile üyesi, modern bilimin bulguları, teknolojideki gelişmeler veya modern dünyanın yönetimi, yasaları, siyasal veya sosyal yapılanma biçimleri hakkında ne derece fikir sahibi olabilir veya bu konudaki değerlendirmeleri ne derece gerçekçi olabilir?… Meçhul!..

Öte yandan, modern dünyada yaşayan, ancak bir Fizikçi David Bohm’un, bir Nörofizyolog Karl Pribram’ın, bir Michael Talbot’un bulgularından habersiz, okumamış, anlamamış; kuantum boyutunda Evrenin Bütünlüğünün ne anlama geldiğini, beynin hologram prensibine göre çalışmasının, insanın tüm yaşam programının genlerde yazılı olmasının ne sonuçlar doğuracağını değerlendiremeyen; olaylara bakışı, “bu doğru-şu yanlış” şeklindeki yargı düzeyini aşamamış, gözlemden uzak, “atom, maddenin yapıtaşıdır” mantığının tekrarıyla eğitilmiş,

119

Page 114: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

yaşamı boyunca fiziği ve insan beynini gençliğinde aldığı eğitimden gelen bakışla anlamaya çalışan, hangi geri kalmış ülkenin bilmem hangi enstitüsündeki sözümona bir bilimadamı, ÇAĞDAŞ(!) BİLİM ve YAŞAM ANLAYIŞIYLA ne kadar içiçedir?.. Meçhul!..

Peki… Modern Bilimin sonuçlarından, evrensel değerlerden bilgi olarak haberdar olsa dahi, onları uygulamaya koyma ve yaşama imkânına sahip olamamış; toplumsal şartlanmalar, yöresel değer yargıları ve beşeri duyguların ne demek olduğunu ve bu tür kayıtlılıklarından neden arınması gerektiğini farkedememiş; kendisinin et-kemik değil, düşünceden ibaret bir varlık, bir bilinç varlık olduğunu ve ölümün kendisi için bir son olmadığını, her yaptığı ve düşündüğüyle ebedi geleceğini şekillendirdiğini anlayamamış; “düşüncenin” ve “imanın” yaşama yön verici gücünü hissedememiş; iç dünyasına bir kez olsun dönememiş; dolayısıyla kendi aslını farkedememiş, özündeki evrensel bilincin değerlerini tadmaktan mahrum yetişmiş biri, gereken bakış açısıyla evrensel kozmik değerleri yaşamanın nasıl birşey olduğu ve ona “imanla” yaşamın ne sonuç vereceği hakkında ne kadar fikir sahibi olabilir??? Meçhul!..

Karıncalardan, gorillere, oradan ilkel bir insan kabilesine, daha sonra bir geri kalmış topluluğa, sonra bilim dünyasına ve oradan maneviyata yönelim yeteneğini geliştiren bireylere doğru bir seyir…

Nereden ve nasıl geldiğini dahi bilmeden

120

Page 115: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

elindeki veya altındaki teknolojiyi tıpkı sihirli değnekler bulmuşçasına kullanmasına rağmen, kafasında hâlâ ormanda hayatta kalma savaşı veren ve sırf bedensel ihtiyaç ve arzuları kaygısıyla, her an her şeye saldırmaya hazır, herşeye karşı düşman kesilebilen; bağışlama, sabretme, hoşgörme, sevme, kanaat etme, karşısındakine saygı duyma, şükran duyma, paylaşma, hizmet etme gibi özellikleri kazanamamış, bunların bir kez olsun tadına varamamış bir birim, medeniyetin ortasında da bulunsa, taklit yoluyla süregiden örneğin goriller arasındaki sosyal kabile yaşam düzeyini ne kadar aşabilmiştir?…

…”ALLAH” ismiyle işaret edilen mânânın ne olduğunu ve ne olmadığını okuyup, öğrenmekten mahrum biçimde, hayalinde yarattığı bir varlığa bu adı takarak ömrünü tanrısıyla, dindarlık gafletinde tüketen, iman esaslarının hakikatine duyarsız…

Üçbin senedir yaşam düzeyi değişmemiş, yağmur ormanları ortasındaki bilmem ne tunga kabilesinin dahi anlamadığı için şartlandırılmak istendiği inancı terkedebildiği bir çağda, eline aldığını “Göktanrının kutsal Fermanı” kabulüyle, kendi kabile fertlerinin ihtiyaçlarına göre bir mantık çerçevesine oturtmaya çalışmayı meslek edinmiş…

“ALLAH” gerçeğine dayalı bakışı kazanamamış, böyle bir anlamın varlığından ve onu okuyarak öğrenmesi gerektiğinden dahi habersiz, imanlı bakış açısıyla yaşamın ne tür değişimler

121

Page 116: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

gerektirdiği ve bunun nasıl bir yaşam olabileceği hakkında en ufak bir tefekkürü olmayan; kendindeki EVRENSEL BİLİNCİN varlığından habersiz, ÖZÜNDEKİ ALLAH’ı farkedememiş, farkedemediğini hiç farkedememiş, “ALLAH İNDİNDEKİ DİN” ifadesininin derinliğini kavrayamayan bir birimin…

Tüm bu anlatılanlarla dahi kayıt altına alınamayan, “ALLAH” isminin işaret ettiği mânâya dayalı olarak YAŞAM SİSTEMİNİ açıklayan ZAMANÜSTÜ EVRENSEL SİSTEM KİTABI olan KURAN-I KERİM’i değerlendirmesi, yorumlaması, ne derece tutarlı ve gerçekçi olabilir?…

“ALLAH İNDİNDE DİN” olan “SİSTEMİ” açıklayıcı, ancak maneviyatı değerlendirme yeteneğine sahip beyinler için OKUnası KİTAP’tan bahsediyoruz…

ALLAH SİSTEM ve DÜZENİNDE herşey yerli yerincedir ve her birim ne gaye ile varolmuşsa, sadece onu yerine getirerek, nihai hedefine ulaşacaktır…

Hiç kimsenin, “ALLAH” adına İSLÂM DİNİ’ni bildiren RASÛLULLAH ALEYHISSELÂM’tan başka kimseye tâbi olma zorunluluğu yoktur…

Kişinin “KURAN-I KERİM” nedir sorusuna vereceği cevap son derece önemlidir; çünkü bu cevap, onun DİN konusuna gerçekçi veya mukallit yaklaşımının düzeyini gösterir! “ALLAH” ismiyle işaret edileni bilmeyen, “DİN”i asla bilemez!

122

Page 117: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Ölümötesinde hiç bir mazeretin geçerliliği olmadan ve hiç bir duygu yer almadan “herkes kendi beyniyle hazırladıklarının neticesine ulaşacaktır” hükmünü hatırdan çıkarmadan, kimsenin “ben falancanın yanlış yönlendirmesinin kurbanıyım”, diye af bulamayacağını hesaba katarak, artık yaşamınızı dilediğinize oynayın!

28.07.2000

123

Page 118: Gizli Gulsen

▪ 56

~Nefs Ayrılığı İster~

LLAH” bilincinden yoksun olan, her düşünce ve fiiliyle kendinin ve çevresinin helâkına; ALLAH ismiyle

işaret edilenin bilincine varan ve ilmini çevresiyle paylaşan da çevresinin hayrına hizmet halindedir… İkisinin arasında başka bir yol ve seçenek yoktur!

A“Başkalarından alıp, sahiplendiğinizde (zannınız

olan) egonuzun herşeyden ayrılığına; karşılıksız verdiğinizde ise, (hakikatiniz olan) Evrensel Birliğe, Bütünlüğe hizmet etmiş olursunuz!

Karşınızdakileri dışladığınızda, egonuzun “ben ve onlar” şeklindeki ayrılık yanılgısına; kabul edip, kucakladığınızda, hizmet edip, verdiğinizde ise hakikat olan Birliğe, Bütünlüğe hizmettesiniz…

Öç aldığınızda, kınadığınızda, şikayet ettiğinizde, gıybet, dedikodu yaptığınızda, böbürlendiğinizde, hırs ve tamah ettiğinizde egonuzun “ben ayrıyım ve farklıyım” zannına; bağışlayıp, hoşgördüğünüzde, dil uzatmayıp, baştacı ettiğinizde, kanaat edip, paylaştığınızda ise hakikat olan Evrensel Bütünlüğe hizmet

124

Page 119: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

halindesiniz!

Varlığınızı ve kendinizi kanıtlama çabalarınız sizi egonuzun “ben başkayım” ayrılığını yaşamaya; haddinizi bilip, Evrensel Bütünlük indinde ayrı bir varlığınız olmadığı gerçeğini hazmetmeniz ise, Sınırsız Birliği yaşamaya erdirir…

Fiiller niyetlere göredir! Ne için yaşamaktasınız? Birlik-bütünlük için mi, ayrı-gayrılık için mi?

125

Page 120: Gizli Gulsen

▪ 57

~Düşüncenin Gücü~

ÜŞmi?

DD ÜNCENİN GÜCÜ’nü farkettiniz …

UA’nın, düşünce gücünü değerlendirmek olduğunu gördünüz mü?…

Beynimizdeki “düşünce fonksiyonunun” ne kadar farkındayız, onu ne derece tanıyoruz ve ne kadar doğru değerlendirebiliyoruz?…

Düşünce, gücünü “İMAN”dan alır!

Biliriz ki “dua”, ALLAH’ın istemesiyle vücuda gelir ve dolayısıyla icabet bulur, gerçekleşir…

“Ve mâ teşa’une illâ enyeş’a Allah” = “Yoktur istemeniz, ancak Allah’tır isteyen”.

Dileyenin hakikatte Allah olduğuna İMANIMIZDAN dolayı, duanın sonunda, “bu hakikate İMAN üzereyim ve dolayısıyla ortaya çıkan bu dileğin gerçekleşeceğine EMİN oldum” anlamına “AMİN” deriz…

“ALLAH” ismiyle açıklanan hakikati bilen ve ALLAH’a İMAN üzere olanın, her duasına “AMİN” denmiştir… Bunun için ehlullahın duası

126

Page 121: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

makbûldür.

Biliriz ki ALLAH, dua edenin, duasına icabet eder. Öte yandan, çok istediğimiz, arzuladığımız, aklımızdan çıkmayan birşeyin olmadığını; istemekten vazgeçtiğimizde, isteğimizi aradan çıkardığımızda ise kendiliğinden olduğunu sıkça tecrübe etmişizdir.

Neden?… Şimdi bunu cevaplamaya çalışalım.

“ALLAH” ötemizden Duamızı kabul veya red eden bir tanrı olmadığına göre, acaba bu ifadenin anlamı, “ALLAH ismiyle işaret edileni ve içinde yaşadığımız O’nun EVRENSEL SİSTEM’ini ne kadar iyi okuyup, anlayıp, bilip, değerlendirebilirsek… Özümüzde mevcut olan, her an, her şeyimizle bizim varedenimiz olan ALLAH’a ait güçleri, o kadar iyi bilme, anlama, hissetme ve değerlendirme imkânına sahip olabiliriz ve dolayısıyla bu hakikatimize olan imanımızın gereğini o nisbette yaşamda müşahade edebiliriz” şekl inde olabil i r mi?…

ALLAH’ın AHAD oluşu dolayısıyla, ALLAH’a iman etmiş olmak, “ayrılık diye birşeyin varolmadığına, varlığın hakikatte tek bir bütün olduğuna, dolayısıyla çokluk olarak görünen herşeyin, göremesek bile temelde birbiriyle ilintili bir halde tek ve bütün bir sisteme tâbiolduğunu” kabul etmemizi gerektirmez mi?

Bu durumda, Dua ederken veya birşeye ulaşmayı isterken, acaba bu “EVRENSEL BÜTÜNLÜK” gerçeğinin ne kadar farkındayız ve

127

Page 122: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

bu gerçeğe ne kadar inanç üzereyiz?

Düşünce, yani DUA, gücünü İMAN’dan aldığına göre, kişi, diliyle istediğini değil, kalbiyle İMAN ettiğini, inandığını yaşar… Nitekim: “ALLAH kalplerinizde (bilinçlerinizde-düşüncenizde) olana bakar!” (Ayet)

Şimdi bu düşünceler ışığında bakarsak:

Dilinizde birşeye “ulaşmayı” istediğinizde, gerçekte, ⎯ulaşmak istediğiniz için⎯ bilincinizde o şeye “uzak olduğunuza” İNANDIĞINIZIN farkında mısınız?…

Dilinizde bir şeyden “kurtulmayı” istediğinizde, düşüncenizde o şeye “bağımlı olduğunuza” inandığınızın… Dilinizde “yokluğu” istediğinizde, düşüncenizde “varlığınıza” inandığınızın… Dilinizde BİRLİĞİ istediğinizde, düşüncenizde AYRILIĞA inandığınızın…

Farkında mısınız?…

Oysa, uzak olduğunuza inandığınızda, bu inancınızın neticesi olarak, sadece uzaklığı, bağımlı olduğunuza inandığınızla bağımlılığı, vs., yaşamak durumundasınız!

Dilinizdeki tekrarların değil, BİLİNCİNİZDEKİ İMANIN karşılığını yaşadığınızın ve yaşamakta olduğunuzun farkında mısınız?…

İşte bu sebeple, ehlullah demiştir ki: “Nefsinle istediğin hiçbirşey olmaz, ama “ALLAH” ile istediğin herşey gerçekleşir, çünkü onda nefsinin dahli yoktur!”

128

Page 123: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Yine bu esastan, “olmayacak duaya AMİN denmez” denmiştir…

“ALLAH”, derin düşünebilmeyi, bildiğimizi sandığımız hakikati idrak etmeyi, o hakikate imanın gereğini yaşayabilmeyi ve yaşamımızın her anını, taklitle değil, düşünerek değerlendirmeyi nasip etsin…

AMİN!

13.08.2000

129

Page 124: Gizli Gulsen

▪ 58

~Beyin ve Zekât~

ak’tan aldıklarından neyi verirsen, zekât olarak, karşılıksız olarak; Allah’ın kurmuş olduğu düzen ve

sistem gereği, o gelir sana, misli misli!. “H

Allah anayasasındaki sistem ve düzen, ne verirsen misli misli o gelir sana!.

Para dağıtırsan, misli misli para gelir; bina dağıtırsan, bina gelir; ilim dağıtırsan, ilim gelir; bâtın ilimi, maneviyat dağıtırsan o yoldan sana açılım olur!.

Patlıcan tohumu ekip, gül yetişmesini bekleyemezsin!.

Bu niçin böyle..?

Kısaca bunu da açıklamaya çalışayım..

Allah’ın kurmuş olduğu sistem ve düzen gereği, insanda meydana gelen her şey beyin aracılığıyla ortaya çıkar, farkedilir hâle gelir!..

Beyinde hangi konu ağırlık kazanırsa, o konu üzerinde beyindeki açılımlar genişler ve alışları artar!.

130

Page 125: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Verme fiili, beyindeki ilgili kapasitede genişleme oluşturur!.. Hangi fiilller kişiden açığa çıkarsa, o fiillerin kökeni olan hücre bloğunda büyüme, gelişme olur; o alanda faaliyet gösteren hücrelerin sayısı artar!.

“Anlamasan da ibadet et” önerisinin ardındaki gerçek budur!. Fiiller, açılımları zorlar ve yeni kapasiteler meydana getirir…

Netice, zekâtını hangi yoldan neye dönük olarak verirsen, karşılığını da aynı yoldan, misli misli alırsın!. Maddiyata dönükse, o yoldan; maneviyata dönükse, o yoldan!”

⎯Üstad Ahmed Hulûsi’nin “İSLÂM” kitabından…

131

Page 126: Gizli Gulsen

▪ 59

~Yeni Şeyler Zamanı~

odern Bilim sayesinde bazı gerçekler yeni yeni kavranılmaya başlar gibi…

“Kelimei tevhid”in birinci yarısının bir bölümünün anlamı açılmak üzere: “La ilahe,…”!

M Ancak bu kez de gafiller “içimizdeki tanrı”

hayalinin cazibesine kapıldı…

Ne fayda, TANRI ne içimizdedir ne de dışımızda! Çünkü tanrı hiç varolmadı!

Ne yukarıda! Ne aşağıda!

Bir adım daha ilerle ve gör:

Hakikatte, senin ne dışın var, ne de için! Çünkü “sen”, sandığın değilsin… Ayrı başına bir varlık da değilsin. “Sen” dediğin bir gayenin, bir muradın yerine gelmesinden ibaret!

Varlığın, beş duyundan doğan bir hayal!

Hakikatte, ALLAH ismiyle işaret edilen Sınırsız Tek Hakikatten gayrı birşey yok! Sonu, içi, dışı olmadan!

Hayalden geç, benlikten uzak dur, sadece

132

Page 127: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

teslim ol!

ALLAH dilediğini yapmada…

133

Page 128: Gizli Gulsen

▪ 60

~İnsanoğlu~

ekliyorlardı, geldi!

ALLAH” dedi!

Hocam!” dediler, düştüler peşine… B

Ama şartlanmalarına uymadı!…

“Yobaz” dediler, terkettiler…

“ALLAH ismiyle işaret edileni” açıkladı!

“Aydın” dediler, düştüler peşine…

“Zındık” dediler, terkettiler…

“Sadece ALLAH var”, dedi!

“Veli” dediler, düştüler peşine…

“Deli” dediler, terkettiler…

“HÛ” dedi!

“Mehdi” dediler, düştüler peşine…

“Mmm!” dediler, terkettiler…

Ve sonunda…

Kendi başlarına terkedildiler!

134

Page 129: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Çünkü, “ALLAH” diyemediler, “ALLAH’ı” bilemediler…

Ve hâlâ bekliyorlar…

Haydin dostlar! Aşk ile ve şevk ile, hep bir ağızdan deyelim bir daha:

Eşhedü* ennee…… ⎯Şehadet ediyorum (şahidim) ki……

26.08.2000

135

Page 130: Gizli Gulsen

▪ 61

~Düşünen Beyinler Dinlesin~

LLAH” ismiyle işaret edilen HAKİKAT, bir “tanrı” değildir!…

Nefsiniz de bir “tanrı” değildir ve bizler “tanrılar” değiliz!

A“Hakikatte, yeryüzünde insanlar iki gruptur:

• “ALLAH’I BİLMEMEK yüzünden, nefsini TANRILAŞTIRMAK suretiyle nefsine zulmedenler…

• Nefsinin hakikati olan “ALLAH’ı” bilerek, elinden geldiğince bu Hakikatin gereğini yaşamaya çalışanlar…

Sistemdeki her oluşum şu ifadeyi dile getirmekte ve daimi zikretmektedir:

“TANRI ve TANRILIK yoktur; sadece Vahid ve Kahhar olan ALLAH vardır.”

Zalimler bu gerçeği, hakikatlerinin gereğini ortaya koyamama ATEŞİ ile, TANRILAŞTIRDIKLARININ yanıp ta yok olduğunu gördüklerinde, taa cehennemin dibinde işitecekler…

136

Page 131: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Düşünen beyinler, bugünden işitsin!

27.08.2000

137

Page 132: Gizli Gulsen

▪ 62

~Kır Testiyi Su Irmakla Bir Olsun~

asavvufun Bilgi Gülşeninde açıklanan gerçekler ile, popüler bazı mistik ekollerin, “gökte bir tanrı olmadığı”

gerçeğinden hareketle gelebildiği noktayı iyi ayırt etmek lâzım:

T “Bizler = tanrılar” değiliz!…

“Nefsimizin hakikati, ALLAH’tır”…

Anlayışı kıtlara aynıymış gibi gözüken bu iki ifade, aslında birbirine tamamiyle zıt iki ifadedir ve bilinci tamamen birbirine zıt hedeflere götürür…

“Nefsimin hakikati ALLAH’tır” diyenin menzilinde, “ALLAH” ismiyle işaret edilen HAKİKAT vardır ve Gerçeği anlayıp, hissedip, yaşayabilmenin yegâne çaresinin “ALLAH” İNDİNDE “varsaydığı benliğinin yokluğunu” anlayıp, değerlendirebilmesi olduğunun bilincindedir…

Evrenin bütünlüğünü ve yukarıda bir tanrı olmadığını farkettikten sonra, o halde “tanrı benim” hezeyanına kapılan ise, var zannettiği

138

Page 133: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

“benliğine”, “tanrı” etiketini yapıştırmaktan başka birşey yapmamıştır ve bu kez “benliği” = “tanrısı” olmuştur!

Benliğini “tanrılaştırmaya” çalışmakla sınırlanmak neresi…

“Nefsinin hakikatının ALLAH” olduğu bilinciyle, Sınırsızlık indinde “yokluğu” yaşayabilmek neresi?…

Biri, suyun “testide mahpusluğu” ise…

Diğeri, testinin kırılıp, içindeki suyun ırmağa karışıp ta “okyanusta yok olması” gibidir…

Su hep sudur, amma… Testi kırılıp ta, içindeki su ırmakla bir yol tutmadıktan ve okyanusa akıp, kaybolmadıktan sonra, “okyanus benim” dese ne olur?…

Bu ikisi arasındaki farkı değerlendirebilecek kadar dahi anlayıştan nasiplenmemiş olanları bırakın, “tanrı” olmaya devam etsinler…

28.08.2000

139

Page 134: Gizli Gulsen

▪ 63

~Bilinç Sıçraması~

kıl sahibi odur ki, “ben tanrıyım” deyip te “benliğini” yüceltebileceği zannıyla yeni bir hayale dalmak yerine, elinden

geldiğince “ALLAH” ismiyle açıklanan hakikati anlamaya ve gereğini değerlendirmeye çalışır! İmanın gereği de budur!

A Zira…

Hakikatin olan Evrensel Bilince (İnsan-ı Kâmil’e), erdiren yol, “tanrı oldum” hayalinden değil, ALLAH indinde “yok olduğun” gerçeğini farketmekten ve hazmedebilmekten geçer.

Hallac-ı Mansur, “ben tanrıyım” dememiştir! “Ene’l Hakk!” demiştir. Bunun mânâsı, “Hakikatimden ayrı değilim! Dolayısıyla “ben” dediğimle o “Hakikatime”, yani “Hakka” işaret etmekteyim,” demektir; yoksa “tapınılan o “tanrı” benim” gibi yorumlar anlayışı kıtların anlayış seviyelerinden başka birşey göstermeyen varsayımlardır…

140

Page 135: Gizli Gulsen

▪ 64

~Medine Treni~

nsanlara gerçekleri açıkladıktan sonra, onları inandıkları tanrılarıyla başbaşa bırakarak köyüne çekilen Aksaçlı Bilge sormuş:

⎯ Medine Treni’ni bilir misin?... 25 katarlı lokomotif, nasıl iki katarla varmış Medine’ye?..”

İ Ve sonra anlatmış:

⎯ Osmanlı devrinde bir tren kalkarmış, İstanbuldan - MEDİNE’ye…

Uzun yol treni…

Yolcular ve de arkasında yük vagonları sırayla dizilirlermiş birbiri ardına…

Lokomotifin hemen arkasında Medine yolcuları vagonu, ardında Medine yolcularının yük vagonu…

Onun ardında Ürdün yolcuları vagonu ve onların yük vagonları... Ardından Şam yolcuları vagonu ve onların yük vagonları...

Böylece, Antakya, Konya, Eskişehir, Bilecik, Adapazarı yolcuları, her biri kendi vagonuyla sırasıyla aynı lokomotife katılırmış...

141

Page 136: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

Lokomotif yola çıkar, önce Adapazarı’na varırmış! Adapazarı’na varınca, ilk yolcularla yükleri orada katardan ayrılırmış vagonlarıyla! Çünkü onların yolu, Adapazarı’na kadarmış...

Sonra Bilecik’te, Bilecik yolcularının vagonları, ardından Eskişehir’de, Eskişehir yolcularının vagonları ve yük vagonları ayrılırmış katarlarından. Eskişehir’e kadarmış onların da yolları...

Konya, Şam, Ürdün derken, böylece vagonlar azala azala, ardında 2-3 vagonla Medine’ye varırmış lokomotif...

Oysa başlangıçta 25-30 vagon takılırmış peşine... İşte böyleymiş Medine Treni!

25 katarla yola çıkan lokomotif, işte böylece iki katarla varmış Medine’ye...”

Ve sormuş ardından:

“Nerede o trenler şimdi?...”

03.09.2000

142

Page 137: Gizli Gulsen

▪ 65

~Mürşid Nedir~

öyündeki Bilgeye ulaşıp sormuşlar....

⎯ Üstad, “mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” deniyor... Ne dersin sen?

Mürşidimiz yoksa, illâki biz şeytana mı tâbiyiz?

K⎯ Siz bu açıklamayı, gidip bir mürşid bulup

ona tâbi olmak diye anlıyorsunuz, değil mi?

⎯ Evet Üstad... Başka nasıl anlayabiliriz ki?

⎯ “Mürşid” isminin mânâsı “aydınlatan” anlamındadır. Önce bunu iyi anlayın!.. Kur’an, cehaleti “karanlık”la, ilmi ise “nur” kelimesiyle sembolleştirmiştir.

Yani, senin cehalet karanlığının aydınlatılması işini yapana “mürşid” denmiştir. “İrşad etme” = “aydınlatma”dır...

Şimdi diğer taraftan farkedelim ki... Karanlıkta kalmış, önünü, yolunu, geleceğini göremeyen adam ne yapar? Elbette “ZAN” üzere hareket ederek bir tarafa yönelir.

Hatırla ki, Kur’ân daima “ZAN” üzere hareket etmeyi yermiştir. İnsanların gerçek ve yakîn

143

Page 138: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

üzere hareket etmelerini önermiştir.

“ZAN”nın kökeninde ise “VEHİM” vardır!.

“Vehim” ise insanın ilim-akıl-mantık doğrultusundan sapıp, “ZAN” üzere DUYGULARI, şartlanmaları ve buna dayanan değer yargılarıyla hareket etmesine yol açar...

“VEHME” tâbi olmanın Kur’an’daki anlatım veya tâbiri “ŞEYTANİYET”e tâbi olmaktır.

Şeytan diye bir kavim yoktur; “şeytanlaşmış” cin kavmi vardır. Bu yüzden “ŞEYTANİYETE BÜRÜNMÜŞ” cin ve insan topluluğundan bahsedilir ki, Kur’ân’da bundan sakınmamızı tavsiye eder.

İnsanın aklı durur, mantığı zayıflarsa, artık ilmin gereğini değil; bedensel dürtülerinin ve duygularının gereğini “VEHMİNİN” oluşturduğu bir şekilde açığa çıkan “ZAN”larına göre ortaya koyar... Ki, bu da onun “Mürşidinin şeytan olması” benzetmesiyle anlatılır.

İlim-akıl-mantık çizgisini bırakarak bedensel dürtüler ve duygular yolunda davranışlar ortaya koyan kişi, şeytanı mürşid edindiği için de helâk olur!.

“ALLAH” için harcayamadığı varlığını bedensel dürtüleri ve duygular doğrultusunda harcayanlar, elbette ki bunun sonucunda hüsrana uğrayacaklardır.

Ebu Cehil de Hazreti Muhammed’i tanıyor, hemen hergün O’nu görüyordu; ama O’nun getirdiklerine tâbi olmadığı için; “vehim” ve

144

Page 139: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

“zan”nı terkedip yani “şeytana tâbi olmayı” bırakıp, Rasûl’ün getirdiği ilim-akıl-iman çizgisine girmediği için hüsrana uğramıştır.

Demek ki, “HEVASINI İLAH EDİNEN”, bedensel dürtüleri ve duyguları doğrultusunda hareket edenler, kimi tanımış olurlarsa olsunlar, sonuçta hüsrana uğrayacaklardır, “şeytaniyet”e tâbi oldukları için...

Bilmem yeterince açık oldu mu?...

... Diye açıklamalarını tamamlamış ve ziyaretçilerini uğurlamış Bilge:

⎯ Haydi, Allah “Selâm” ismi mânâsıyla zahir olsun sizlere.... Bu kadar uzak yola geldiğiniz için teşekkür ederim...

09.09.2000

145

Page 140: Gizli Gulsen

▪ 66

~Korunma Duası~

UA ve ZİKİR isimli kitapta bulunan ve cinlere karşı korunma olarak bilinen, dualarla ilgili çok fazla spekülasyon

yayılınca ortaya, bu konuyu iyice anlamak amacıyla bizim ak saçlı bilgeyi çekildiği köyünde rahatsız etmekten başka çare bulamadık…

DDağları, ovaları, okyanusu aşıp, kapısını çaldık

gene…

⎯ Üstadım bir sorunumuz var… Pek çok kişi bu korunma dualarının gereksiz olduğunu söyleyerek insanları bu dualara devamdan ala koyuyormuş!… Cinler onlara bir şey yapmazmış!!! Hatta bu duaları okuyanlara musallat olurmuş cinler!!!… Böyle laflar yayıyorlar ortalıkta… Lütfen bu konuya bir açıklık getirir misiniz?

⎯ Evlat, Sistemi “OKU”yamayanlar, mekânizmaların nasıl çalıştığını görecek basiretten mahrum olanlar, Kur’ân’ın tavsiye ettiği bir şeyi gereksiz bulabilirler elbette!.

Önce şu realiteyi iyi anla!… “İnsan” ve “cin” isimleriyle işaret edilen iki tür topluluk vardır.

146

Page 141: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Bu türler içinden, “vehim” gücü ağır basıp “ZAN”larına tâbi olarak yanlışı seçenler ve başkalarını da bu yanlışa sürükleyenlere, ortaya koydukları bu işlev itibariyle “ŞEYTAN”; yaptıkları bu işe de “ŞEYTANİYET” denmiştir. “İblis” denmesi de, “zan”na kapılarak ikileme düşmesinden kinâyedir.

“İnsan ve cin şeytanları” ifadesi de bu yüzden kullanılmıştır.

Şimdi şu gerçeği farkedelim:

Cinlerden, “şeytaniyet” vasfı ağır basanlar insanları etkilerler. İnsanlardan da “şeytaniyet” vasfı ağır basanlar diğerlerini etkilerler.

Yani, kişi gerçek dururken, vehmine tâbi olarak, akıl ve ilim yolundan sapıp; kesin bilginin gerektirdiği şekilde olmayarak, “ZAN” üzere, bir davranış içine girerse, bu “şeytana uymak” diye tanımlanır.

“VEHMİN”, nefsin çeşitli mertebelerinde türlü oyunları vardır.

Düşünün ki, Kur’ân, bize ders olmak üzere bir “NEBİ”nin “şeytan”dan korunma duasını öğretmekte ve inananların “şeytandan” yani “ŞEYTANİYETTEN” nasıl korunmaları gerektiğini öğretmektedir.

Hele ki DUA ve ZİKİR kitabının 268. Sayfasında nakledilen Hazreti Rasûl’ün Mirâca çıkarken şeytanın musallat olmasına karşı okuduğu korunma duasını hatırlarsak…

Adama, “sakla samanı gelir zamanı”

147

Page 142: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

atasözünden bahsediyorsun, evini balya balya samanla dolduruyor!… Bu anlayışta olana DİNİ ve Tasavvufu anlatmak fevkalade zordur!.

Çünkü DİN ve Tasavvuf çok büyük ölçüde benzetme ve misallerle anlatılmaya çalışılmış bir öğreti, bir sistemdir.

Sen bu korunma dualarını illâ ki dışarıdaki bir insanın ya da kötü cinin bıçaklı saldırısından korunmak için okumazsın!!!… O Nebi veya Allah Rasûlü de dışarıdan saldıran bir şeytanın saldırısından korunmak için bu duayı, yani yönelişi yapmamıştı!.

Şimdi dikkat et!

Allah adıyla işaret edilenin bir esma terkibi olarak var olan veri tabanın, zaman zaman da vehminle zan üzere yaklaşır konulara ve bu yüzden de yaşamında önemli yanlışlar yapmânâ yol açar. Bu durumda sen şeytana uymuş olursun!…

Bu özellikle mülhime nefs bilincinde olanlarda çok çok görülen bir hâldir.

Şimdi kişinin bu dualara devam etmesi zorunludur!… Niye?

Çünkü bu duaları “RAB”bına yaparak, vehmine, zanlarına uymaktan korunmayı talep edersin ki, “rabbin” de mutlaka buna icabet eder!… Rabbının icabeti, beyninden veri tabanına olur!

Burada çok önemli bir sır vardır ki, onu ancak, yaşayan ehli bilir…

148

Page 143: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Bu anlattıklarımdan bir şey anlıyorsan, hangi mertebede olursa olsun, herkesin her gün bu korunma dualarına devam etmesinin zorunlu olduğunu fark edersin.

Anlamıyorsan da, bana inanıyorsan gene devam edersin.

Bilin ki, şeytaniyet ister zahir, ister bâtından zuhur etsin; yegane korunma yolu bu korunma dualarıdır. Niceleri bu yolda heba oldu gitti, Rabbine bu yolda yönelişi olmadığı için!… Eğer “RAB” kelimesiyle işaret edilenin ne olduğunu anladıysan mesele yok!… Anlamadıysan sana onu öğretecek birini ara!…

Haydi yolun açık ola!…

Anlatılanları anladık… Anlatılmak istenilenleri kavramaya çalıştık… O köyden köyümüze dönerken, bir yandan da mecazlar üzerine binâ kurmaktan koruması için Rabbimize dua ettik!…

17.09.2000

149

Page 144: Gizli Gulsen

▪ 67

~Başka Dünyalar~

özlerin, denizin üzerinde “kaybolan dalgaları” bâki sanmakla meşgûl!

Bilinç gözün ise denizi tanımak için var!…

G Kör değilsen gör!

Evrenin ÖZ’ünde bir SİSTEM işliyor…

Yaşamın ÖZÜNDE bir DÜZEN hâkim!

Zanlarından bağımsız, “egonun” tam zıddına!

Sevenin, sevildiği…

Dövenin, dövüldüğü…

Verene, misliyle verilen…

Karşılıksız bağışlayanı, hürriyete erdiren…

Sen hoşça kandır kendini dalgalarla yüzeyde, düşünmeden, OKU’madan…

Al ki, belki sahip olasın!

Tut ki, belki mutlu olasın!

Söv ki, belki sevilesin!…

150

Page 145: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Gözünün dünyası “MEKR”ten ibaret, “görmüyorsun”!

Beyin sermayen tükeniyor, farkında değilsin!

Neler uğruna neleri yitirmekte olduğunu asla bilmiyorsun…

SİSTEMİN SESLENİŞİ’ni duy; varlığın bir aldanıştan ibaret!

ALLAH’a firar etmekten başka kurtuluşun yok!

02.10.2000

151

Page 146: Gizli Gulsen

▪ 68

~Kim Neye Hizmet Etmede~

oğru düşünebilmek, yanılgılardan kurtulmakla mümkündür! Yanılgılardan kurtulabilmek ise, ancak “hakikati”

bilmekle mümkün olur… D

Yaşadığımız varlığın ve sistemin hakikati, “ALLAH” ismiyle Rasûl’ünün dilinden tüm insanlığa bildirilmiştir…

“ALLAH” ismiyle açıklanan hakikati esas almayan düşünce ve tespitler göreseldir, yanılgıdır, faydasızdır… Ve dahi, hayır gibi görünse de sonucu gerçekte şerdir = yanıltır, gerçekten alakoyar…

“ALLAH” isminin işaret ettiği hakikati esas alarak düşünebilmek, “ALLAH” gibi düşünebilmek demektir…

Peki, bu hakikati yaşamaktan mahrum olan için geriye ne kalır?…

Geriye, “ego” varsayımına GÖRE düşünmek ve sonuçta “hakikat” yerine aldanışlara göre yaşamı tüketmek kalır!

“Ego” herşeyi tersinden gösterir ve aldatır!

152

Page 147: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

“Ego”, hakikatte varolmayan, ancak varmışçasına uğruna yaşanılan bir savunma faaliyeti ve bir dar düşünce ürünüdür.

Oysa, varoluşumuzun gereğini yaşadığımız bu SİSTEM, “bireysel ayrılıklar” zannına göre değil, “ALLAH’ın TEKLİĞİ ve EVRENSEL BÜTÜNLÜK” gerçeğine dayalı olarak yürürlüktedir.

Burayı çok iyi değerlendirirsek, bir çok sualimiz cevabını bulmamız kolaylaşır…

İlmimiz, bilincimiz ve düşüncelerimizle ya Hakikate kulluğumuzun farkındayız, ya da, beşeriyetimize, yani “egomuz” zannına hizmetteyiz! Kimse için ikisinin dışında başka bir yol sözkonusu değildir!

“Nice şeyler vardır, “size” şer gibi görünür, hakikatte hayırdır; hayır gibi gözükür, hakikatte şerdir… “ALLAH” bilir, “siz” bilmezsiniz!” (Kur’an-ı Kerim).

Kurtuluşa erenler, egodan, bencillikten kaynaklanan dürtülerinin zıddına hareket eden ve yanılgıdan arınanlardır… İnsan olana bu bir zarurettir ve bunun en kısa yolu VERİCİ OLMAK’tır…

“İblis’in” kulluğu ise, “Adem’e” secde etmemektir…

Kim, ne sanmada, neye hizmet etmede? İnsanlık bunu değerlendirebilecek düzeyde mi acaba?…

27.08.2000

153

Page 148: Gizli Gulsen

▪ 69

~İman İçin Akıl Gerek~

KILLI İNSAN”, aslını ve orjinini farketmeyi ister; hür düşünce için şartlanmalardan, yargılardan,

bağımlılıklardan ve duygulardan arınmak ister! A“

AKIL, bilgiyi değerlendirir! Evrenin aslının BÜTÜNLÜK ve TEKLİK olduğunu kavrar! Göz göremese de, AKIL, TEK’LİK GERÇEĞİNİ görür; ki buna BASİRET denir… Bu görüşünün gereğini yaşamak için “BEŞ DUYU” yerine İDRAK ve “İMANI” kullanır. Duyularla algıladıklarını, İMANI ile yorumlar, değerlendirir; böylece “zanlar” yerine, “hakikat” esasına göre yaşar.

“ALLAH’a İMAN”, AKLIN gereğidir!

AKLI olmayanın, İMANI olmaz! Onun için, akılsız mes’ul değildir, denmiştir.

Yaşamda bir SİTEMİN yürürlükte olduğunu, AKIL değerlendirir. SİSTEMDE neyin, ne sonuç getirdiğini AKIL farkeder!

AKILdan nasibi olmayan, YAŞAMDA bir SİSTEM’in varlığını kavrayamaz; her defasında aynı fiili ortaya koyup, farklı bir karşılık almayı

154

Page 149: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

umar! Örneğin, “benliğini yüceltmeye çalışmanın sonucunun zillete düşmek olduğunu” her defasında tecrübe eder, fakat bunun sistem gereği böyle olduğunu kavrayamaz! Bir sonraki sefere benliğini daha bir gayretle yüceltmeye kalkışır ve bu kez daha büyük zillete düşer! Ama o yine de daha çok gayretle benliğini yüceltmesi gerektiğini zannetmeye devam eder…

Onun için akılsızın NASİHAT almasını beklemek de akılsızlıktır! Akılsızın hatasında ısrarının sebebi, işleyen SİSTEM’de aynı fiili ortaya koyduğu sürece, aynı akibetle yüzleşeceğini anlayamamasıdır… Bunu anlamadıkça, “hatasının” ne demek olduğunu da anlayamaz! Hatasını göremediğinden, özür de dileyemez, tövbe de edemez! Tövbeden mahrum olunca, bağışlanmayı da bulamaz! Çünkü bağışlanma, tövbenin karşılığıdır!

Dolayısıyla, akılsız, hep akılsız kalmaya, ahmaklığı yaşamaya mahkumdur; ne değişir, ne gelişir!… Şartlanmalar, yargılar ve duygulara bağımlılıktan kopmaz, kopamaz! Eğitilebilir olmadığından, ilgi duysa bile, açıklanan bilgiyi değil, temelde kendi bildiğini okur! Ehlinin dediği gibi, “bin’a okur, döner, döner, yine okur…”

Efendimiz Muhammed Mustafa aleyhisselâm “devası olmayan tek dert AHMAKLIKTIR” demiştir. Dünyadaki en kıymetli şey sorulduğunda ise, “AKILDIR” diye cevaplamıştır…

AKLIN üstünü ise, ileriyi düşünebilen, hatta görebilendir!

155

Page 150: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

NE KADAR İLERİYİ?… Bu soruya cevabımızla, her birimiz AKLIMIZI ne kadar kullanabildiğimizi ölçebiliriz!…

05.10.2000

156

Page 151: Gizli Gulsen

▪ 70

~Köylü’ye Yöneliş~

ize yıllar gibi gelen bir süreçten sonra, kafamı meşgul eden bir sorun dolayısıyla köyüne çekilmiş aksaçlı Dost’umu ziyaret

zorunluluğunu hissettim... B

Sorunum, Kur’ân’daki Dâvud aleyhisselâm olayıyla ilgili idi. İki kişinin gelip, doksandokuz koyunu olanın tek koyunu olanın elindeki koyunu alması; bu olay hakkındaki Dâvud aleyhisselâmın değerlendirilmesinin alınmasıydı. Ne var ki, Dâvud aleyhisselâm yaptığı yorumdan sonra, rukû (secde değil) ederek tevbe ediyor ve sonraki âyette de bağışlandığı ifade ediliyordu.

Dağları, tepeleri, okyanusu aşıp, “DOST”a ulaştım!..

Kapısını çaldım! Açtı, önce bir yüzüme baktı, hâlâ mı kurtulamadım senden dercesine, sonra hoş etti, kabul eyledi katına...

Girizgâhtan sonra sorunumu anlattım...

Her zaman olduğu gibi, direkt cevap yerine konularda gezinmeye başladı...

⎯ Bilir misin Kur’ân’ın en çok sevdiğim

157

Page 152: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

bölümleri nereleridir?...

Elime aldığım anda aklıma, mantığıma ters gelen, yanlış gördüğüm bölümleri!. İşte bütün sırlar o bölümlerdedir!.

Sınırlı ve şartlanmış göreli mantığım, ne zaman nereyi kendine uyduramasa, tecrübemle hemen anlarım ki orada sırlar gizli!... Bilirim orada bir “GİZ”li GÜLŞEN olduğunu ve dalarım içine!.

İnsanlar çoğunlukla, düşünmeden kabul ettiklerini tasdik ettirmek amacıyla bakarlar Kur’ân meallerine!. Ben ise her defasında, farketmemiş olduğum bir başka GERÇEĞİ okumak amacıyla önyargısız elime alırım Kur’ân’ı...

Önyargılı yaklaşıp, duyduğunu tasdik ettirmek için meâllere “bakan”lar, beyinlerine tek kelime girmeden kapatıp koyarlar kitabı daha sonra da bir yana!.

Kur’ân okumanın edebi, her eline alışta, ilk defa açıyormuşçasına içine girip, defalarca okumuş bile olsan, hiç bir şey bilmiyormuşçasına orada yazılı olanı okuyup ne dediğini, neye işaret ettiğini anlamaya çalışmaktır!.

Arabaya bindiğinde, uçağa bindiğinde çalıştırıp hareket ettirmek için marşa basarsın! Namazın da marşı “subhaneke...”yi “OKU”maktır!... Farkında mısın bunun?

Namazla uçuşa geçeceksen eğer, önce “subhaneke...”yi okumak ve bu arada kelime sonlarındaki “...ke” zamirinin kime işaret ettiğini

158

Page 153: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

kavramak suretiyle marşa basmak gerekir!... Bunu bilir miydin?

Kur’ân’da yazılı olanların da neye işaret ettiğini anlaman için, O Kitabın ÖNCELİKLE neyi anlatmak istediğini kavramalısın!... Geçmiş hikayeleri, olayları değil; bir düşünce, bir bakış açısını, bir değerlendirme sistemini açıkladığını farkedip kavramalısın!. Bundan sonradır ki, anlatılan bütün olayların sana neyi farkettirmek istediğini kavrayabilirsin!.

Allah bu!... Dilediğini yapar!.. Yaptığından sual olunmaz!..

Bir iman edebilsen!...”

Anladım ki diyecekleri bitti; haydi yolcu yoluna demek istiyor; kalktım, öptüm ellerini, dedim:

⎯ Huuu!.

Dedi:

⎯ Y A H U!

07.10.2000

159

Page 154: Gizli Gulsen

▪ 71

~Ne Suçla, Ne Kına, Ne de Şikayet Et~

er karşılaştığınız(!), aslında “KENDİNİZDEN ÇIKANDIR”! Yaşadıklarınızın tamamı sizden çıkar ve

sizden çıkanı yaşamanız kaçınılmazdır! Şaşı bakıp, “başıma geldi” dedikleriniz dahil olmak üzere…

H“ALLAH”I BİLMEK ve SİSTEMİ ANLAMAK

ise gayeniz, karşılaştıklarınızdan ve yaşadıklarınızdan dolayı asla kimseyi suçlamayın ve şikayet etmeyin!

Bilin ki, her ne yaşamış olursanız olun ve her ne yaşayacaksanız, sadece ve sadece sizde mevcut olanı yaşamaktasınız! Bir şeyi yaşamanız, o şeyin sizin varlığınızdaki mevcudiyetindendir. Sizde oluşan halin sizin dışınızda bir sebebi asla yoktur!

Bir limon sıkıldığında, ondan sadece limon suyu çıkar; bal damlamasını beklemezsiniz! Limon istediği kadar şikayette bulunsun, sebepler bulup suçlasın, içinden sızan suyun “ekşi” olmasının sebebi başkasının onu ezmesi veya sıkması değildir…

Sıkılmak veya ezilmek, belki onun içindekinin

160

Page 155: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

dışa sızmasına vesiledir…

“İçinde ne var ise, Dış yüzüne o sızar”

beytiyle Yunûs Emre, bu önemli gerçeğe öz bir ifadeyle işaret etmiştir…

Aynı şekilde, siz de başkasının yaşadığının sebebi olamazsınız!…

Ne adla anarsanız anın, dışınızda bir “tanrının” veya o “tanrı tarafından yaratılmışların” varolmadığının farkında olarak, sadece bir SİSTEMİN işlediğini ve bu sistemde her birimin KENDİ ÖZÜNDEN çıkanı yaşadığı, sizin de varlığınızda olanı yaşadığınız gerçeğini değerlendirebilmek için HAYATI her an OKUYUN ve İLMİNİZİ sonsuza dek artırın!…

23.10.2000

161

Page 156: Gizli Gulsen

▪ 72

~Taklitten Tahkike Ûruc~

andillerini kutlamışlar birbirlerinin, Dinden görünmek için mukallitçe…

Usülden “kandilimizi” kutlayanların, biz de “avizelerini” ve “şamdanlarını” kutlarız, karşılık olarak…

KTaklitçiliğin temeli bilinçsiz tekrarlardır…

“Düşünen insan”, idrak ettiğini ifade sadedinde kullanır “kelimeleri”…

Mübarek olan “kandil” değil, GECE’dir; Mi’rac, Berat, Kadir gibi özel GECELERdir… Allah Rasûlü’nün bildirdiği İSLÂM DİNİ’nde, ne kutlanacak “kandiller” vardır, ne de “mevlit törenleri” ve ne de “bir takım nağmelerle, anlamadan Kelâmullah’ı çığırmalar”…

Toplumsal şartlanmalara ters düşmemek, etrafın onayını almak veya bir takım duygularınızı tatmin etmek için çeşitli toplumsal törenler ve kutlamalarla oyalanabilir, hoşça vakit geçirebilirsiniz. Ama, unutmayın ki, ALLAH Rasûlü’nden sonra çıkarılan uygulamalarla, ne “ALLAH” ismiyle işaret edilen HAKİKATİ anlama yolunda, ne içinde yaşadığınız SİSTEMİ

162

Page 157: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

farketme ve değerlendirme yolunda, ne de ÖLÜMÖTESİ YAŞAMA hazırlanma anlamında bir çalışma yapmış olmazsınız!

Kendi anlayış düzeyine göre “mecazlar” ve “sembollerle” açıklanan evrensel gerçekleri, ilkel egosunun ve beşeri duygularının tatmini için, gelenekleriyle harmanlamak suretiyle sayısız tapınma türleri, toplumsal törenler türetmiştir insanoğlu binlerce yıldan beri…

“Mi’rac” diye anlatılan olayla “peygamber, kanatlı bir at sırtında gökyüzünü kat kat çıkıp tanrı ile buluşmuş” değildir!

Muhammed Mustafa ismiyle bilinen Zat’ın, kendi derûnunda, Zahirden Batınına giden yoldan EVRENSEL ÖZ’e yönelerek, HAKİKATİ, VAREDENİ ve Rabbi olan “ALLAH” İNDİNDE varlığını müşahadesi sözkonusudur ki, bu yükselişinde (urûcunda) katettiği fiziksel gökyüzü değil, İSİMLER ile işaret edilen (ESMA) MÂNÂ BOYUTLARI, yani SEMA’nın katlarıdır!… Bunun ne anlama geldiğini kavrayabilmek için, fiziksel olarak görünenin ne olduğunu ve nasıl göründüğünü de iyice kavramış olmak gerekir…

ASLININ ve ORJİNİNİN “ALLAH” olduğuna İMANIN getirisinin neler olabileceğine bir örnek olarak insanlığa sunulan müjdelerdir Rasûlullah aleyhisselâm’ın açıklamaları…

“ALLAH”a giden yol, kişinin özünden, kendi derûnundan geçer; yukarıdan, gökten yanına varılacak bir tanrı yoktur! Kur’an-ı Kerim

163

Page 158: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

sahifeler halinde gökten aşağı inmemiştir, vahiy yoluyla derûnundan, Rasûlullaha İNZAL olmuştur… Nüzul, yön itibariyle Urûc’un karşıtıdır…

ALLAH’tan, bizlere bu gecenin feyzinden ve bereketinden istifade ederek derin tefekkürle, mecazlar ve semboller gerisindeki hakikatimize yönelebilmeyi… Ve bu gecede Müminin Mi’racı olarak tarif edilen Salâtı yaşayabilmeyi… Ve yapılan çalışmaların, Zahirden Batınımıza giden ve sonucu “ALLAH”a ulaşan sıratı müstakiym üzere bir yaşama vesile olmasını niyaz ederim… Amin…

Mi’râc Gecesi 2000

164

Page 159: Gizli Gulsen

▪ 73

~Sadece Güzele Yönel, Gayrını Anma Bile~

LLAH, Settar’dır; kusurları örter…

Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, “bir kötülük gördüğünüz zaman onu yaymayın,

üzerini toprakla örtün” buyurmuşlardır.

ASorunların çözüm yolu, sorun üzerine

odaklanıp, kaynakları soruna sarfedip, herkesle birlikte sorunun parçası haline gelerek, sorunun ve nefretin alanını yaymak değildir!

Şerre karşı şer kullanmak, sadece şerrin ve nefretin alanının katlanarak artmasına katkıda bulunmaktır. Ehil olmayan yetki sahiplerinin içine düştüğü hâl budur.

Yanılgının aksine çözüm, sorunu itiraf etmek suretiyle ona kaynaklık eden temel eksiklikleri anlamak ve ardından sorunsuz noktalara ve alana yönelerek orada ilmin gereğini ortaya koymakla doğrunun alanını elden geldiğince sevdirerek genişletmek ve böylece cehaletin alanının daralmasına ve kaybolmasına katkıda bulunmaktır.

Yüzyıllar boyunca din adamları(!) ve felsefeciler, DİN’in NE OLMADIĞINI ve neyin

165

Page 160: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

YANLIŞ olduğunu anlatagelmişler… “ALLAH” ehli olan Mutasavvıflar, ÖZ’e ermişler ise temelde, HAKİKATİN NE OLDUĞUNU açıklamışlar, halkı, açıkladıkları bu hakikatten uzak düşüren noktalarda uyarmışlardır…

Eğer bir toplum, hergün cehalete, kötüye ve endişelerine odaklanmak, onlardan nefret etmek ve dolayısıyla eldeki kaynaklarını, aynı yöntemlerle mücadele için sarfetmek yerine;

İLM’in ve DOĞRU’nun anlaşılması için değerlendirirse, İLM’in ve DOĞRUNUN kısa sürede genişleyen sahası içerisinde “cehalet” ve “yanlış” kendine yaşama alanı bulamayıp yok olacaktır…

Neyin “YANLIŞ” olduğunu, neyin “DİN” olmadığını anlatarak yeni bir anlayışa ve yapılanmaya varamazsınız!… Yeni bir anlayışa ve yapılanmaya erdirecek yegâne yol, ilminiz elveriyorsa, “DİNİN NE OLDUĞUNU” ve DOĞRUNUN ne olduğunu açıklamaktan geçer…

İlmin başı, DİNİN TEMELİ olan “ALLAH” kavramının ne olduğunun bilinmesidir!

“ALLAH” ismiyle işaret edilenin NE OLDUĞU anlaşılmadan, ⎯ adını ne takarsanız takın⎯, sadece insanların yukardaki tanrıları(!) uğruna kavgalarına ve yaşamlarını nefretle tüketmelerine hizmet etmiş olursunuz…

“KOLAYLAŞTIRIN, zorlaştırmayın; SEVDİRİN, nefret ettirmeyin!” temel prensibi,

166

Page 161: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

bu anlayışın işaretidir ve sorunlardan kurtulmanın yegâne anahtarıdır.

16.11. 2000

167

Page 162: Gizli Gulsen

▪ 74

~Sanı~

ksaçlı Bilge şöyle diyordu:

“⎯ Her insan hayallerinin sonuçlarını yaşar!.. Bazen müsbet bazen de menfi

şekilde!.

Aİnsanoğlu, çevresindeki insanları da, hiç bir

zaman olduğu gibi görmez; kendi hayalinde tasavvur ettiği şekilde görür; düşünür. “Olduğun gibi görün” sözü yetersizdir. Çünkü temelde mümkün değildir. Görünen değil, ALGILAYAN esastır!

Düşüncenin bir mekaniği vardır.

Genetik ve astrolojik veriler birimin veri tabanının neleri kabullenebileceğini düzenlerken; içinde yaşadığı çevresinden kendisine ulaşan veriler de onun düşünce sistemine yön verir değer yargılarını oluşturarak!.

Birim, veri tabanındaki bu sistemin çalışmasıyla, hayalinde dünyasını yaratır!.

Karşılaştığı olayları veya kişileri, veri tabanında bulunan ⎯doğru ya da yanlış bilgilere göre oluşmuş⎯ o konuya ait yerlere

168

Page 163: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

oturtarak, o olayı ya da kişiyi değerlendirir.

Esasen daha önce de açıkladığım üzere, herkes karşısındakileri değil, kendisine yansıyandan algılayabildiği kadarıyla, hayalindekini görür ve değerlendirir.

Mesela…

Kişi tasavvufla ilgilendi ve “veli” kavramını edindi veri tabanına… “Veli”lik kavramıyla ilgili bazı özellikler öğrendi… Bu özelliklerden bazılarını benzettiği birine hemen o montajı yapar ve artık kafasında onu “veli” olarak hayal ederek; yaşamını buna göre yönlendirir!...

Oysa o kişinin “veli”lik kavramıyla uzaktan - yakından ilgisi yoktur!… O özelliklere sahip değildir!.

Bunun gibi, kimini şeyh, kimini mehdi, kimini gavs, kimini kahraman, kimini büyük adam, kimini alim, kimini başka bir şey hayal eder, öylece hayaller içinde ömrü tüketir!.

“Veliler”, “tanrılar” yaratır kurabiyeden, sonra da onları yeriz!.

Yetersiz bilgiyle doldurulmuş veri tabanları gerçekleşmesi mümkün olmayan ham hayaller kurarlar; sonucunda da sükûtu hayaller yaşarlar.

Kim ne zaman sükutu hayale uğramışsa, bu onun kurduğu yanlış veya geçersiz hayallerinin sonucudur!.

İnsan veri tabanındaki verilere dayanarak hayal kurar… Bu kurduğu hayallerin de gerçek

169

Page 164: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

olmasını bekler. Oluşması için kuvvelerini harekete geçirir!. Sonuçta da hayalleri gerçek olabilir!.

Ne var ki, o isteklerinin hayalleri doğrultusunda gerçekleşmesi çoğu zaman da mümkün olmaz!. Çünkü oluşturmak istediği ya da oluşmasını beklediği konuda yanlış veriler edinmiştir. Bu yüzden de sükûtu hayal mukadder olmuştur kendisine, elleriyle yaptıklarının sonucu olarak!…

“Herkes elleriyle yaptıklarının sonucunu yaşamaktadır” hükmünü aklımızdan hiç çıkartmayalım, eğer tanrının varlığına inanmayanlardansak!…”

16.11.2000

170

Page 165: Gizli Gulsen

▪ 75

~Dua~

stad Ahmed Hulûsi’nin, sabah ve akşam olmak üzere günde hiç olmazsa iki defa okunmasını tavsiye ettiği “DUA”yi

Ramazan Ayı münâsebetiyle “Giz’li Gülşen”imize teberrûken alıyor ve dostların istifadesine sunuyoruz...

Ü Euzü billâhis semiül âlimi mineş şeytanir

racim.. Bismillâhir rahmanir rahîm.. Rabbî enniy messeniyeş şeytanu binusbin ve azab; rabbî euzübike min hemezatiş şeyâtiyni ve euzübike rabbî en yahdurun. ve hifzan min külli şeytanin marid. (20 defa oku). Innallahe ve melâiketehu yusallûne alennebiyyî, ya eyyühelleziyne amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima. Allahumme sallî ve sellim ve bârik alâ seyyidina Muhammedin ve alâ alihi ve sahbihi biadede ilmike. Bismillahir rahmanir rahîm elleziy vahidül ahad!.. Ferdün Hayyun Kayyumun Hakemun Adlûn Kuddûs.. Seyec’alullahe bâ’de usrin yusra.. Valllahu alâ külle şeyin kadîra.. Ikra’ bismirabbîkelleziy halâk, halâkal insane min alâk, ikra’ ve rabbukel ekrem elleziy alleme bilkalem, âllamel insane malem ya’lem.. Er rahman âllemel kur’an, halâkal insane allemehul beyan.. Errahman alelarş isteva lehû

171

Page 166: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

mâ fiys semâvati ve mâ fiyl ardı ve mâ beynehûma ve mâ tahtes sera. Zalike fadlullahi, yü’tiyhi men yeşa’.. İnnâ nahnu nûhyil mevta(3).. Emvatûn gayrı ahya.. Nasrun min allahi ve fethun karîb. İnna fetahnaleke fethan mübîyna. Liyağfire lekallahu matekaddeme min zenbike ve mea teahhara, ve yutimme ni’metehu aleyke, ve yehdiyeke sıraten mustakiyma, ve yensurekallahu nasren azîza.. Ve nusiybu birahmetina men neşaû.. Feveceda abden min ibadina, ateynahu rahmeten min indina ve allemnahu min ledünnâ ilma. Ve kezalike evhayna ileyke ruhan min emrina, ma künte tedriymel kitabu ve lel iymanu, ve lakin cealnahu nuren, nehdiy bihi men neşau min ibadina, ve inneke letehdi ilâ sıratın mustakiyma.. Ve enzelallahu aleykel kitabe ve hikmete ve allemeke malem tekun ta’lem.. Ve kâne fadlullahi aleykel azîyma.. Allahu yectebiy ileyhi men yeşau.. Ve lekad yessernel Kur’ane liz zikra.. Senuriyhim ayatina filafaki ve fiy enfüsiküm hatta yetebeyyene lehüm ennehül hakk!.. Ve lekad künte fiy gafletin min hâza, fekeşefna anke gıtaek ve basaruk, el yevmel hadiyd.. Yevme tubeddelül arza gayrel arz.. Limenil mülkil yevm, lillahil vahidil kahhar.. Şehidallahu ennehu lâ ilâhe illâ hu!. vel melâiketü ve ulul ilmi kaimen bilkıst ve huvel azîzül hakîm.. Allahu NURus semavati vel arz; meselü nûrihi kemişkatin fiyha misbah, elmisbahu fiy zücâce, ez zücâcetü keenneha kevkebün dürriyyün yukadu min şeceretin mübâreketün zeytunetün, lâ şarkıyyetin ve lâ garbıyyetin yekadu zeytuha yudıyu, ve lev lem temseshu nar; nurun ala nur;

172

Page 167: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

yehdillahu linurihi men yeşa.. Fesebbih bismi rabbikel a’lâ..Tebarekelleziy biyedihil mülk ve hüve alâ külli şeyin kadir.. Ve lâ havle ve lâ kuvvete ve lâ kudrete illâ billah.. Allahu lâ ilahe illa hu el hayyul kayyum, la te’huzuhu sinetün vela nevm, lehu mafiys semavati ve mafilard, men zelleziy yeşfau indehu illa biiznih; ya’lemu ma beyne eydiyhim ve mahalfehüm; ve la yuhıytune bişey’in min ilmihi illâ bima şâ’, vesia kürsiyyühüs semavati vel ard, ve la yeuduhu hıfzıhuma ve huve aliyyul azıym.. Lâ yahfa âlallahi minhüm şey.. Ve lehu mekalidus semavati vel arz!.. Ve ma remeyte iz remeyte velâkinn Allahe rema’.. Vallahu ganiyyul anil âlemiyn.. Subhanallah!.. Leyse kemislihi şey’a, ve huves semîul basiyr.. Efemen şerehallahu sadrehu lil’İslâm fehuve alâ nurin min rabbihi.. Ve men yettekıllahe yec’allehu mahreca ve yerzukhu min haysu lâ yahtesib, vemen yetevekkel alallahi vehuve hasbûh. Elem neşrahleke sadrek ve vada’na anke vizrekelleziy ankada zahrek verafa’naleke zikrek; feinne meâl usri yûsren, inne meal usri yusra; feiza ferağte fensab ve ilâ rabbike fergab.. Ve in yemseskallahu bidurrin felâ kaşife lehu illa hu; ve in yuridke bihayrin felâ radde lifadlih, yusıybu bihi men yeşau min ibadih ve huvel gafurur rahîm.. İza cae nasrullahi vel feth, ve reeyten nase yedhulune fiy diynillahi efvacen, fesebbih bihamdi rabbike vestağfirh, innehu kâne tevvaba.. Kulillahumme malikel mülk, tu’til mülke men teşau ve tenzilül mülke min men teşaa; tuizzu men teşau ve tuzillu men teşa, biyedikel hayr ve inneke alâ külli şeyin kadîr.. Allahu latıyfun biibadihi, terzuku men

173

Page 168: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

yeşau bigayrı hisab. Bismillahir rahmanirrahim; elhamdulillahi rabbûl âlemiyn, errahmanir rahîm, maliki yevmiddin, iyyake na’budu ve iyyake nestaıyn, ihdinas sıratel mustakıym, sıratelleziyne en’amte aleyhim, gayrıl mağdubi aleyhim ve laddaaliyn. Kul hu vallahu ahad, Allahus samed, lem yelid ve lem yuled, ve lem yekun lehu kufuven ahad... Subbûhun Kuddûsun rabbûl melâiketi ver ruh ve rabbûl arşıl azıym.. Subhanallahi ve bihamdihi adede halkıhi ve rızae nefsihi ve zînete arşıhi ve midade kelimatihi.. La ilahe illallahu vahdehu lâ şerike leh, lehûl mülkü ve lehûl hamdu, yuhyi ve yumitu ve huve hayyun lâ yemutu biyedihil hayr, ve huve alâ külli şeyin kadîr.. Subhane rabbike rabbül izzeti amma yasıfun, veselâmün alel mürseliyn, vel hamdu lillahi rabbulalemin.. (üç fatiha oniki ihlas okuyalım başta Hazreti Rasûl aleyhisselam ve tüm evliyaullah ile bütün mümin kardeşlerimizin ruhuna.) Allahumme salli ve sellim ve barik alâ seyyidina Muhammed.. Allahumme salli ala men ruhuhu mihrabûl ervahi vel melâiketi vel kevn, allahumme salli alâ men huve imamûl enbiyai vel mürseliyn, allahumme salli alâ men huve imamu ehlil cenneti ibadullahil müminin...

174

Page 169: Gizli Gulsen

▪ 76

~Bayramlık~

ayramda âdettir ya, büyükleri ziyaret edip el öpmek, hayır dualarını almak; biz de büyüğümüz saydığımız Aksaçlı Bilgemizi

ziyaret edip, saf hayır olan Rahman’ın nefesiyle nefeslenmek istedik…

B Dere, tepe, yollar geçtik, okyanusu aştık…

Kapısını çaldık yine…

⎯ Selâmu aleykum!..

Bayramınız mubarek olsun Üstadım…

⎯ Aleykum Selam ve Rahmetullahi ve berekâtuhu…

Hoş, beş derken, sözü getirdik yine sorumuza...

⎯ Üstadım gerçek Bayramı kimler yapar?

⎯ Fesubhan Allah!…

⎯ Tamam Üstadım, “Subhan Allah” amenna da, her şey dönüyor bir merkezin çevresinde!… “Sebh” dönmeden bahsediyor… Dönmek için de bir merkeze ihtiyaç var, merkez olacak ki etrafında da dönülsün…

175

Page 170: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

Bu dönme olayını ve merkez kavramını nasıl anlamalıyız ve bunlarla, “Allah” adıyla işaret edileni nasıl bütünleştirip anlayacağız?

⎯ Evlat, her dönen şey mutlaka bir merkezin çevresinde döner… Yani, dönen her şeyin merkezinde görünmeyen bir NOKTA vardır!.. Değil mi?..

⎯ Evet!… Görsek de görmesek de her dönen şeyin merkezinde bir NOKTA olması lâzım gelir…

⎯ Makro ya da mikro kozmozda her şey dönmektedir!

Şimdi, karşıdan baktığın zaman bir “daire” görürsün, bir de ortasında merkez NOKTA’yı… Yani, bir yapı, “iki” algılanır karşıdan baktığında…

Oysa…

İşin aslı, daire ve nokta değil; NOKTA’dan oluşan KONİ’dir!.

Nokta’nın projeksiyonuyla oluşmuş daire vardır gerçekte!..

NOKTA asıldır, projeksiyonla oluşmuş daire ise hayâl!..

Yani bir tür, NOKTA’dan, Nokta’nın ilmiyle, ilminde oluşmuş projeksiyon!

Karşıdan bakan, daire ve merkez ikileminden çıkamaz!.. Şirkten kurtulamaz görüş olarak…

Varlığını kaldıran ise, Nokta’da seyredenle

176

Page 171: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

seyreder projeksiyonu!… Tek Nokta, kendi hayalini seyretmiş olur... Şirk kavramına yer kalmaz burada!.

Daire ve merkezde nokta fikri göz yanılgısıdır!… Şuuru, organına tâbi olanların hâlidir bu!.

Salt şuur olarak algılayan ise, SALT ŞUUR olarak projeksiyonu seyreder…

Organa göre çizgi vardır! Şuurda ise, yalnızca noktalar vardır, çizgiyi oluşturan…

NOKTA!… Projeksiyon… Projeksiyonda noktalardan oluşan çizgiyle oluşmuş daireler… Dönenler… Dönmede sanılan nokta’lar…

Fe SUBHAN ALLAH!…

Çocuk bana HİÇ olduğumu hatırlattın gene!… Bayram ettirdin bana! Bayramınız kutlu ola inşaallah…

Aldım bayramlığımı, sarıldım, öptüm elini. Şükranımı ifade edemeden, dedim:

⎯ HAY ALLAH!

Dedi:

⎯ Ey vallah…

26.12.2000

177

Page 172: Gizli Gulsen

▪ 77

~Bağışlanmayan Günah~

eytan, tüm bilgisine rağmen, “ALLAH” ismiyle işaret edilen hakikati

değerlendiremeyip, TANRILAŞTIRMAKTAN kurtulamadığı için, ŞİRK’in cezası olarak ebediyyen ateştedir…

Ş“ALLAH” ismiyle işaret edilen hakikati

değerlendirememenin temelinde yatan sebep;

Benliğini “ALLAH’a” şirk koşmak, yani “nefsini TANRILAŞTIRMAK”tır!

Oysa nefsinin hakikati ALLAH’tır! ALLAH ismiyle işaret edilen hakikate ait olan özelliklerle bezenmiş olan nefsine hakkını verememek ise, nefse zulümdür.

En büyük zulüm, şirktir.

Zulümden ve ateşten kurtaracak olan ise, “ALLAH” ismiyle işaret edilen hakikate olan İMANdır…

“ALLAH” ismiyle işaret edilen hakikatin BİLİNCİNDE olarak yaşayamamanın telâfisi yoktur! Bilinçsizce geçen dakikalarınız ve saatleriniz sonrasında, bilinçli bir ömür yaşamış

178

Page 173: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

gibi olmazsınız!..

ALLAH’tan BİLİNÇSİZ olmanın sonucu, ALLAH’a İMANLI yaşamın getirisi olan ve “cennet” diye adlandırılan boyutu tadmaktan mahrum kalmaktır!

Bilincinizde yer vermediğiniz müşahadenin, ruhunuzda da kaydı olmayacağından, ölümötesinde getirisini yaşayamazsınız?

“Allah dilediğini bağışlar, ama şirki bağışlamaz!”

O halde, cennete erdiren sadece “iman”dır ve ALLAH ismiyle işaret edilen hakikatin ne olduğunu öğrenmeyenler ve ona “imanı olmayanlar” ebediyyen cehennemdedirler...

29.12.2000

179

Page 174: Gizli Gulsen

▪ 78

~Benlik Sınırlarının Ötesi~

LLAH” ismiyle işaret edilenin BİLİNCİNDE olup; Allah’a ait özellikleri, ASLINIZ ve

VAREDENİNİZE ait özellikler olarak kabul edip, aslınızın hiç bir şeyle sınırlanamayacağı gerçeğininin farkında olarak düşünüp, davranmadığınız sürece, varsaydığınız “benliğinizin - kişiliğinizin” sınırlarından ötesine eremezsiniz!

“A

Bu durumda, sizden ortaya çıkan özellikleri, varsaydığınız “birimsel kişiliğinize” atfetmek suretiyle benliğinizi “tanrılaştırmak” (şirk) çukurunda mahpus kalmış olursunuz.

Yaşadığınızı ya Allah’tan bileceksiniz, ya da benliğinizden! Bu ikisi dışında başka bir yol yoktur.

• Beş duyunuz yoluyla tanıdığınız kişiliğinizle sınırlı kalırsanız, sizi ve fiillerinizi her an varedeniniz olan ALLAH’a İMAN etmenin getirisi olan, gaybınızdaki sınırsızlığa yönelme ve onun sonsuz özelliklerini tadma nimetinden kendinizi mahrum etmiş olursunuz!

180

Page 175: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

• Yukarda bir “tanrı” veya onun affı sözkonusu olmadığı için, varlığınızdaki sınırsız özelliklere inanmamanın kayıplarından ve bu özelliklerden mahrum kalmış olduğunuzu farkettiğinizde yanmanın azabından sizi kimse kurtaramaz!

Zira, sizin yaşadıklarınız size kendi özünüzden geldiği için, sizin kendi varlığınızda yaşamayı kabul etmediğinizi, tadmadığınızı, sizin adınıza size dışardan yaşatacak başka bir varlık sözkonusu olamaz! Böyle bir mahrumiyeti siz kendi kendinize hazırlamakta olduğunuz için, o mahrumiyeti affedip, yerine, size, sizdeki O’na ait özellikleri hissettirip, yaşatacak başka bir varlık ta sözkonusu olamaz.

Acaba “Allah şirki affetmez” ifadesinin anlamını bu şekilde anlayabilir miyiz?...

Veya kısaca, kendini beş duyuyla tanıyabildiği özelliklerle sınırladığı halde, benliğini tanrı edinene, kabul etmediği “ALLAH” ismiyle işaret edilene ait sınırsız özellikler hep kapalı kalacaktır, bunu da kendinden başka kimse değiştiremeyecektir, diyebilir miyiz?

Gerçek buysa, bunun doğuracağı sonuçların farkında mıyız acaba?

29.12.2000

181

Page 176: Gizli Gulsen

▪ 79

~Asıl Tanrın Benliğindir~

LLAH ismiyle işaret edilen hakikat dışında birşey olmadığına göre, “benliğini tanrılaştırmak” deyimiyle kasdedilmek

istenen nedir? A

Önce şunu hatırlayalım:

• İnananlar, ya herşeyi yaratmış ve sonra yarattıklarının dışına, öteye yükselmiş “tanrısal bir varlığa” inanırlar...

• Ya da “ALLAH ismiyle işaret edilen hakikatin” ne olduğunu farkedip, mevcudatı meydana getiren O hakikati anlamaya çalışırlar...

AHAD olan ve “ALLAH” ismiyle işaret edilen yukarda(!) bir tanrı olmadığına göre, bu ismin gerisindeki anlaşılması gereken mânâ, bir ilimdir. “ALLAH’a ermek” deyimiyle ifade edilen, bilincin “ALLAH” ismiyle işaret edilen hakikatin özelliklerini, kendi özünde farkedip, bilerek, varlığını değerlendirebilmesidir.

“Yukardaki tanrıya” inanan birinin tanrısı gerçekte bir vehim ve hayal ürünüdür. Ancak,

182

Page 177: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

bir hayal olmasına rağmen, o tanrısı sebebiyle, kişi, “ALLAH” ismiyle işaret edilen hakikati kabûl edemez. Beş duyusuyla algıladığı yaşamda kendini ve herkesi o hayalindeki tanrının yarattığı ve sonra da kendi başına bıraktığı bedenden ibaret birimler olarak kabul etmenin ötesinin olabileceğini farkedemez, ALLAH ismiyle işaret edilenin BİLİNCİNDE olarak hayata bakamaz...

Bu durumda kişi, yaptığı birçok şeyi kendinden; aklı eremediklerini de hayal ettiği tanrısından kabûl eder... Bu kabûl, onun yaşam içerisinde karşılaştığı olaylar sebebiyle, gittikçe kendisini dünyada güçlendirmesi, yüceltmesi, önemli kılması, daha çok şeye sahip olması, daha üstün özelliklere ulaşması gayretini doğurur... Ve bu gayretiyle erebildiği şeyler için “bunları ben yaptım, ben elde ettim, yapan, eden benim” der, ancak “ben” kelimesiyle, beş duyusuyla algılayabildiği, sınırlı, diğerlerinden ayrı, maddi bir varlığı kasdeder!

İşte bunun anlamı, kişinin “benliğini tanrılaştırması”dır... Yani, özündeki ALLAH’a ait özelliklerle (yukardaki tanrının özellikleri değil) varolduğu halde, ⎯yani Allah bilinciyle yaşamak varken,⎯ bundan gafleti sebebiyle, Allah’ın varettiği o özellikleri beş duyusu sınırlarında algıladığı müstakil kişiliğine atfetmesi ve dolayısıyla bir kısım olayları kendinden, geriye kalan aklı eremediği olayları da bir “tanrıdan” veya kendi deyimiyle “yüce bilmem ne”den bilmesi...

183

Page 178: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

Gerçekte sanki yukarıdaki bir tanrıya inanıyormuş gibidir, ancak o tanrısı tam anlamıyla bir “hayal” olduğundan, tanrısı olarak gerçekte geriye kalan sadece benliğidir. İşte bunun için şirkin temelinde “nefsini tanrılaştırmak” yatar... Şirk içinde olanın tanrısı bir “hayal”, benliği ise adetâ tanrısıdır.

• ALLAH’ı bilen, aslının beş duyu yoluyla tanıdığı özelliklerle sınırlı olmadığının, kendini ve fiillerini her an varedenin sınırsız kudret ve ilim sahibi ALLAH olduğunun farkında olarak, gaybındaki sınırsızlığa yönelir ve Özündeki sınırsız kudret ve bilince teslimiyeti nisbetinde gelen nimete açık olur..

• “Nefsini tanrılaştıran” ise, “ALLAH’a teslim olan bir bilinçlilikle SINIRSIZLIK ve SONSUZLUĞA yönelmek varken”, “müstakil bir varlığa sahip çıkan bir yanılsama ile şartlanmalar, değer yargıları, duygular ve maddi değerlere bağımlılık batağında” mahvolmayı kabûl etmiş, özündeki Allah’ı bilmeye kapısını kapatmış olur. Gerçekte, nefs diye ayrı bir varlık yoktur; onu var sandıran, şartlanmalar, değer yargıları ve sahiplik duygusudur!..

Kim ALLAH ismiyle işaret edilenin AHAD oluşunu bilip, kabul edip, gereğini yaşamayı amaç edinmezse, nefsini tanrılaştırmak tehlikesiyle yüzyüzedir! “Nefsini tanrılaştırmak” ise nefse en büyük zulümdür; çünkü onu tanrı edinmek, “ALLAH” ismiyle işaret edilene ait

184

Page 179: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

sınırsız özellikleri yaşamayı kabul etmeyerek, gaybındaki kozmik bilinç boyutunun güzelliklerini seyretmekten ebediyyen mahrum bırakmaktır.

31.12.2000

185

Page 180: Gizli Gulsen

▪ 80

~Mukallit Uyarıcılar~

ar düşünce ve şartlanmalı bakıştan kurtulamamak sebebiyle, bazı toplumlarda zaman zaman önemli

saptırmacalar yayılmış, “ALLAH” ismiyle işaret edileni öğrenmeden DİN’i yorum yoluna gidildiğinden, işin boyutları Rasûlullah’ı “postacı” olarak görme ve “hadis” düşmanlığına kadar varmıştır.

D

Bu kişilerin iddialarını ispat için kullandıkları bir yol da, âyetler bulup buluşturup, “işte bakın Kurân’da ne diyor” diyerek, “hadis” kelimesinin geçtiği âyetleri saptırmacalarına delil olarak göstermek olmuştur…

Bu tür saptırmalar yayıldığında, uyanık kalmaya yardımcı olacak bilgiler almak için, zorunlu olarak gene bizim Aksaçlı Bilge’yi rahatsız etme gereği doğdu…

Çaldık kapısını sorduk: “Üstadım, bu ne iştir böyle?”

Lûtfetti, geri çevirmedi yönelimimizi; zulmetle

186

Page 181: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

yüzyüze bırakmadı bizi! Nasibinde olana ulaşır diye biz de aldık buraya sözlerini:

⎯“Allah” ismini güya Türkçeleştirmek amacıyla, “tanrı” diye çevirerek kavram saptıranlar; “Kurân’daki Rasûl ve Nebi” kelimelerinin anlamlarından habersiz, bu kelimeleri “PEYGAMBER” diye değiştirenler; acaba burada niye “HADİS” kelimesini işaret ettiği anlamıyla Türkçe’ye çevirmeyip, dilimize yerleşmiş anlamıyla yetiniyorlar dersiniz?

Kur’ân’da geçen “Hâdis” kelimesi, bizim bugün dilimizdeki “vûku bulmuş hadise, olay” anlamında kullanılır çoklukla… Söz, “vahiy” anlamına kullanıldığı dahi vâkidir. Ama, Kurân’da “hadis” sözcüğü hiç bir zaman “Hz. Muhammed’in sözleri” anlamında olarak kullanılmamıştır!

Eğer Kur’an’da “hadis” sözcüğü bir takım saptırmacıların dediği anlamda kullanılsaydı, o takdirde Kur’ân’ı tebliğ edenle Kur’an’ın yorumlamasını yapan aynı kişi olduğu için çelişki olurdu.

Kur’ân, Rasûl hayattayken gelmiştir ve hiç bir âyeti de Rasûl’ün yaşam ve sözlerine çelişki göstermez, ters düşmez!. Nasıl böyle bir şey düşünülebilir ki? Kur’ân mentalitesini savunan birinin O’na ters düşen şeyler söylemesi ya da yapması sözkonusu olabilir mi?…

Kim “hadisleri” red için, Kur’ân’da bazı âyetlerde geçen “hâdis” kelimesini delil gösterirse, bu onun bilgisiz biriyse cahilliğini;

187

Page 182: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

bilgili biriyse kasıtlı saptırıcılığını ispatlar.

Rasûl’ün âhırete intikâlinden sonra, onun sözleri anlamına kullanılan “hadis” kelimesinin anlamıyla, Kur’ân’da geçen “hâdis” kelimesinin anlamının hiç alâkası yoktur.

Bu konuyu iyi anlamayanlar elbette ki duyduklarına inanırlar gerçeği fark etmeden!.

Mukallitler ve onlara tâbi olanlar hiç bir zaman gerçekleri göremezler ve usta saptırıcılar tarafından kolayca saptırılırlar.

Deccal dahi, geldiğinde Hak üzere olduğunu, HAK olduğunu iddia edecek ve tüm mukallitler ona inanacaktır neredeyse…

Mukallitlerin önemli bir kısmı, “MESH”e uğramış olanların neslidir!...

Kur’an, “MESH” edilmiş ve maymunlaşmış kavimden söz ettiğinde, buradaki inceliği fark edemeyenler; yukarıdan bir elin uzanıp, insanların yüzünü “mesh” ettiğini sanıp; bu “mesh” sonunda da o insanların suretlerinin maymuna döndüğünü anladılar… “Sakla samanı, ….” atasözünü duyup da, evini samanla dolduran anlayışı kıt gibi!..

Oysa, beynini, tefekkür, muhakeme kuvvelerini kullanmayanların, kendilerindeki bu ilahi kuvveyi kullanmamak suretiyle “mesh”e uğrayıp, maymunlaştığını; çevresindekileri taklit ederek muhakeme kuvvesini kullanmadan yaşama tarzının “MESH” olduğunu anlayamazlar!

“MESH”in geçmişte kaldığını sanırlar anlayışı

188

Page 183: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

kıtlar!…

Evet evlâd!… Bugün dahi, “MESH”e uğramış insanlar ve insansılar, insanları, onların yaşadıkları mekânları fena kuşatmıştır!.

İnsanlar, “MESH”e uğramışların ve insansıların âkıbetini çaresiz paylaşacaklardır aralarında oldukları takdirde!…

“İnşâallah” derken, özündekinin dilemesine işaret ettiğini kavrayamayanlar, “tanrı”ya ve onun “postacı peygamber”lerine inananlar ile, Rasûlü ve O’nun hadislerini inkâr edenler, birbirlerinin âkıbetlerini paylaşacaklardır.

Mukallit uyarıcılar ve arkalarındaki ordular, tâbileriyle birlikte “MESH”e uğramanın sonuçlarından kurtulamayacaklardır.

Selâm, “Allah” adıyla işaret edilene iman edene, Rasûlullah’ın izinden yürüyenlere; akıl ve ilim yolundan ayrılmayarak muhakemelerini başkalarına ipotek etmeyenlere olsun!.

Haydi yolun açık ola…

13.01.2001

189

Page 184: Gizli Gulsen

▪ 81

~Sanal~

oplumlar bunaldı bir hayli…

S

B

ıkıldılar… Sıkılmış limon gibi….

ir kaç kişinin keyfi için, milyonlar kurban edildi Kurban(!) Bayramlarında…

T Herkes burnundan soluyor!

Demokrasiyi bilmeyen, insan haklarını vs. ile uğraşmayan topluluklara; bu tür konular hiç problem olmaz… Düşünmezler asla bu tür kısıtlamalara, yasaklara karşı çıkmayı… Genler, sultanlara kapıkulluğundan geldiği için, baştaki otorite ne derse, ne yaparsa yapsın, haklarını korumayı hiç düşünmezler!.

“Devlet” adı altında, kim ve ne gelse başlarına, hep kabullenirler rahatlıkla…

Ama...

İş bu defa galiba kötü!

Çünkü sorun, demokrasi, insan hakları, Müslümanlık falan değil; PARA!… Mide… Ödemek zorunda kalınmış borçlara karşılık, eldeki paranın değerinin hiç olup gitmesi…

190

Page 185: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Bu şartlar, sayısız insanı patlama noktasına getirdi; ve her an basınç artıyor…. Kapak atmak üzere!…

Mars Yay’da… Plüto ile öpüşecek; Uranüs’le selamlaşacak; Satürn’le bozuşacak Uranüs’le selamlaşırken… Derken, Oğlağa geçip toprağı dalgalandırmaya çalışacak…

Olanlar bir-bir hatırlatmaktaydı Aksaçlı Bilgenin uyarılarını... “Söylediklerim teker teker gerçekleşmeye başladığında; sizlerden çok çok uzaklarda olmayı diliyorum. Çünkü o halinizi görmeye katlanmak benim için çok zor olacak” demişti... Böylesine bunalımlı bir evre öncesinde, Ak Saçlı Bilgemiz bize ne önerirdi acaba…

Gene aştık dağları, okyanusu; çaldık kapısını…

Hâlimizi dile getirmemize gerek yoktu; zira, köyünden seyrediyordu her şeyi…

“Ne olacak memleketin, bizlerin hâli?” demedim… Mâlumu ilana gerek yoktu…

O söze başladı:

⎯ Sanal nedir bilir misin?…

⎯ Bir tür hayâl…”

⎯ Evet… İnsanlar, cenneti ancak hayâllerinde yaşayabilirler…

Dünya yaşamında, insanın, kendindeki özelliklerin çoğunu yaşaması mümkün değildir! Gerçek cennet yaşamının yaşanabilmesi için önce “korku”nun atılması, terk edilmesi gerekir.

191

Page 186: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

“Korku”ların olduğu sürece cennete giremezsin!.. “Tutku”ların olduğu sürece de, cennet senin için mümkün değildir!.

“Dün”ü ve “yarın”ı olanın cenneti olmaz!… Çünkü “dün” veya “yarın” düşüncesi, senin içinde bulunduğun anda, cennetini yaşamanı engeller!.

Allah, cennet için yaratmışsa seni, senden “korku”yu kaldırır, “dün” ve “yarın”dan seni kurtaracak idrâki ihsan eder!.

Madde dünyası, maddeyle kısıtlanmış yaşam dünyası demektir!.

Bedenin dolayısıyla maddenin kurallarına, şartlarına bağımlısındır!

Ama unutma ki, maddeye madden ile bağımlısın; bilincinle değil!…

Bilinç madde değildir ve bilincini özgür kılabilmişsen, dünyada yaşarken cennetini yaşaman mümkündür; “korku”yu atabilmiş, “dün” ve “yarın” düşüncesinden kurtulabilmişsen!.

“Dün” yapılanların sonuçları bugün yaşanacaktır; kesindir!… Kimse bunu değiştiremez!.

Ama, bunu yaşarken dahi, sana hoş gelmeyen bir yaşantı ise bu, ondan bilinç boyutunda kurtulabilmen mümkündür!… Kendini beden olduğun yolundaki düşüncenden arındırman ölçüsünde!..

Sana, “SANAL DÜNYAN”ın kapısı her an

192

Page 187: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

açıktır!.

Her gece uykuya girdiğinde, “sanal dünyan”a girdiğin gibi, ölüm sonrasında dahi kıyâmete kadar, “sanal dünyan”da yaşayacaksın!…

Cennet zaten tümüyle “sanal dünyan”dır!.

Sana, tüm gerçekler çeşitli misâllerle anlatılmıştır!…. Sen bu misâllerle işâret edilenleri kendine GÖRE çeşitli nedenlerle anlamamakta ısrar edersen, bunun sonuçlarını da kaçınılmaz olarak yaşarsın!.

Belâlar hakkedilmiştir!… İnsanlar, kopan tesbih tanelerinin dökülüşü gibi hakkettiklerini yaşayacaklardır. Aralarındaki hakketmeyenler de, diğerlerinin âkıbetine katlanacaklardır, paylaşacaklardır. Bu da kaçınılmazdır...

Buna karşılık akıllı olanların, bedensel sıkıntıları bir yana koyup, “sanal dünya”larına kaçma yolu açıktır!. İbrahim aleyhisselamın olduğu gibi, ateşin içinde cennet ortamını yaşamaları mümkündür.

“Ama herkes yanarken, ben nasıl gülerim” deme sakın!… Lâflama!… Komik olma!

Tüm yaşamın, her an milyarla insanın açlık sınırında bir deri-bir kemik yaşadığı dünyada geçiyor; onları hiç düşünmeden sen keyfine bakıyorsun!… Milyonla hane ağlarken, sen zevklerin peşinde koşuyorsun!.

Bonfileyi eksik etmezken sofrasından, kesilen kurbanlara acıdığını söyleyen; keyf için balık avlarken, kurban kesimine karşı çıkanların ilkel

193

Page 188: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

komikliğine düşme!

Sakın kendini aldatma!..

Kendini aldatmanın asla telâfisi yoktur!.

Aklını başına topla ve cennetini keşfetmeye çalış!… Yoksa, biri daha gitti, diyecekler ardından!.”

. . .

Bunları işittikten sonra ekleyecek başka bir şey, soracak bir sorumuz kalmadı…

Eyvallah…

25.02.2001

194

Page 189: Gizli Gulsen

▪ 82

~Meal Yeterli Mi~

irtakım kişiler hep çokça konuşurlar her yerde, “Kurân meâli okumak önemlidir; Arapça’sı gereksizdir,” diye…

Elbette mânâsını anlamak ve gereğini uygulamak önemli Kurân’ın… Peki ama Arapça’sı okunmamalı mı?

B “Din” adı altındaki her konuyu bütün bir

sistem olarak ele alan ve tüm eserlerinde bu sistemi açıklamaya çalışan bildiğimiz tek kişi durumundaki Aksaçlı Bilgemizi okyanus ötesinde çekildiği köyünde ziyaretten başka çaremiz yok… Gene aldık âsâmızı elimize, giydik çarıklarımızı, koyulduk yola…

⎯ Üstadım, sizden de öğrendiğimize göre, Kurân’ı OKUmak ve anlamak zorunlu!. Ancak ne var ki, bu günlerde kendini dinde otorite(!) olarak halka sunan bazıları, sadece meâl okumanın yeterli olduğundan söz ediyorlar… Arapça bilmeyenlerin, Arapça olarak okuyup anlamayanların, orijinal Arapça metni okumalarını gereksiz, hatta abes görüyorlar… Şu konuya bir açıklık getirir misin lütfen?..

195

Page 190: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

⎯ Bizim olmadığımız yerde meydanı boş bulanların atıp-tutması kolaydır!… Hele din adamları(!) meydanında atıp tutmak çok daha kolaydır. Çünkü çok büyük çoğunluğu zaten olayın ne olduğunun bile farkında değildir! Halk ta zaten mukallitliğin ötesini araştırmamakta, hele bir de iki çift mantıklı söz söyleyeni bulunca, hemen peşine takılıp onu ilâh edinivermektedir...

Çok yıllar önce Kurân’ın anlamının önemli olduğunu anlatmış ve yazmıştım. Kurân’ın mutlaka meâl ve tefsirlerinin okunarak üzerinde düşünülmesini hep savunageldim…

Ancak ne var ki…

Bu asla yeterli değildir!.

Herkesin Arapça’sını okuyup, hiç değilse belli başlı bölümlerini ezberlemesi de zorunludur.

Hatimlerin mutlaka Arapça ile yapılıp; ardından da meâlinin okunması ve mânâsının anlaşılması lazımdır.

Niçin?

Anlayışı sınırlıların şu realiteyi çok iyi fark etmesi gerekmektedir!…

İnsanın “ruh”u, bedenlere, ötedeki bir gezegende yaşayan tanrı yanından yollanmamaktadır!. İnsanın ruhu, beyni tarafından üretilmekte ve beynindeki tüm veriler de, eskilerin “ruh” adını verdikleri beyin dalgalarından oluşan beden üzerine yüklenmektedir.

196

Page 191: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

İnsanın beynine giren tüm veriler, ⎯okuduğu Kurân da buna dahil⎯, beyin tarafından üretilmesi devam eden ruha yüklenmektedir.

Bu boyut itibariyle ise, ruhta lîsan kavramı yoktur.

Rüyada, hiç lîsan bilmediğin halde, Arapça konuşanı ya da başka bir dil konuşanı anlayabilirsin.

Duyduğumuza göre, hiç Arapça bilmeyen bazı manevi görevi olan kişiler, Arapça bilenlerle, manevi âlemde lisan ayrıcalığı olmaksızın konuşabilmekteymişler...

İşte bu sebepledir ki, insanlar, Kurân’ın Arapça’sını okumak ve ölüm ötesi yaşamda kendilerine ışık tutacak bölümlerini ezberlemek zorundadırlar… Meselâ, Fatiha, İhlâs sûreleri gibi…

Ölümötesi yaşamın, kabir âlemi, mahşer, cehennem ve cennet evrelerinde, insanların hep Kurân’daki işaretlere, ikazlara ihtiyaçları olacaktır. Bu bilgiyi ruhlarında bulanlar, orada kazançlı çıkacaklardır.

Ayrıca, meâller, yalnızca onu hazırlayanın anlayışıyla kayıtlıdır!. Oysa, “el elden üstündür” gerçeğince, o âyetlerden çok daha fazla anlam çıkartabilenler mevcuttur.

Arapça Kurân metnini ezberlemiş olanlar, dolayısıyla ruhunda bunu bulunduranlar, gelecekteki çeşitli aşamalarda, bu âyetleri, o ortam şartları içinde yeniden değerlendirme

197

Page 192: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

imkânına sahip olacaklardır.

Yalnızca birisinin meâliyle kendini bağlayanlar ise, elbette ki âyetlerin derinliğindeki çeşitli mânâlardan mahrum kalacaklardır!.

Sözün özü, Kurân’ın Arapça’sı iman eden her mümine zorunludur,olabildiğince.

05.03.2001

198

Page 193: Gizli Gulsen

▪ 83

~Dile Gelen Mânâlar~

İLİNCİN evrensel değerleri yanında, bedenin dünyasal değerlerinin bir hiçten öteye anlam ifade etmediğini

farkedemeyen mukallitler, “ALLAH” ismi ile işaret edileni ve evrensel gerçekleri açıklayan “ALLAH ehlini” de kendileri gibi sandılar...

B “Kurân’ın Arapça’sının iman eden her mümine

zorunlu” olduğunu işitince kafası karıştı mukallitlerin...

Dünyasal değer yargılarından arî – sâf olarak, “Evrensel” Bilinçle yaşayan ve insanlığa “evrensel” değerleri açıklayan ALLAH Rasûlü’nün, “dünyaNIZ” diye sözettiği kozada bir “kavmi” olamayacağını düşünemediler...

“NEBİ”yi “kâhin-peygamber” zannedenin, “ALLAH RASÛLÜ”ünü, “kabile reisi” zannetmesinden başka ne beklenebilir ki?

“Ama Tanrı bizim lisanımızı anlamaz mı ki?” diye homurdanmaya başladı kimi de...

Açıklandığı halde, “ALLAH” ismiyle işaret edileni hâlâ öğrenemeyen anlayışı kıtların farkedemediği şey, “ibadet denen çalışmaların bir

199

Page 194: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

tanrı için veya o tanrının anlaması için yapılmadığı”! “Okuduklarını veya söylediklerini anlaması gereken, onları gözetleyen yukarda bir tanrı olmadığı”!..

ALLAH’ı hayalindeki tanrı zannetmekten kurtulmuş olan, söylediklerini “tanrının” anlayıp-anlamadığı tartışmasını bırakıp, ağzınızdan çıkanın ne kadarını kendisi anlayabiliyor, ona bakar!

Lîsan, mânânın iletişimi için kullanılan “araçtır”… İnsan, dilini, anladığı şeyi veya halini ifade etmek maksadıyla kullanır!. Aynı şekilde, “kelimeler”, anlatılmak istenenin iletişimini sağlayan araçlardır. Mühim olan, papağanlık değil, kelimelerin o anlaşılanı ifade etmek gayesiyle kullanılabilmesi, isimlerle işaret edilen gerçeğin farkedilmesidir.

Misal olarak, herkesin bildiği Besmeleyi veya Fatihayı düşünelim! Orijinaliyle “Elhamdülillahi rabbül âlemin” demediniz de, yerine, “Alemlerin rabbına hamd olsun” dediniz! Dediniz, ancak neyi anlamış oldunuz? Bu kelimeleri dilinizle söylediğinizde, BİLİNCİNİZle neyi ifade etmiş oldunuz?

“Alem” nedir, “alemler” diyerek hangi boyutları kasdettiniz?

“Alemlerin Rabbı” nedir, neye işaret ettiniz?

“Alemlerin rabbına Hamd” nedir, nasıl olur?

Bu kelimelerle ve bu ifadeyle nasıl bir gerçeğe yönelmektesiniz?

200

Page 195: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

“Yukarıdaki yüce bir tanrının gönlünü hoş ettiğinizi veya ondan bir istekte bulunduğunuzu” düşünmüyorsanız, neden bu ifadeyi kullandınız; karşılığında neyi hissettiniz ve bilincinizde ne yaşadınız? Bunun farkında mısınız?

Kur’an’ın mesajını anlamak, kelimeleri bir lisandan alıp diğerine çevirmekle değil, işaret edilen gerçeğin YAŞAM SİSTEMİ’ndeki yerini farketmiş olmakla ölçülür! Esas olan, çeviri değil, orjin kelimeler gerisinde kasdedilen gerçeğin anlaşılması, bilincine varılması ve yaşanmasıdır… Bunun için Kur’an’ın orijinali her mümine gereklidir.

İnsanın hakiki dünyası “BİLİNÇ BOYUTU” olduğu gibi, hakikatte lisanı da “BİLİNCİNDEN DİLE GELEN ANLAMLARDIR”… Bedenin dili kabirde çürüyecektir, ancak BİLİNCİN DİLİ, yani BİLİNÇTEKİ ANLAMLAR, MELEKELER her an konuşmaktadır ve de ahırette her halimize şahitlik edecektir… Ruhun lisanı bilinçten dile gelen anlamlardır ve ruh, beynin çalışmasından elde edilmiş olan enerji ve bellekteki anlamlar kadar güç bulabilecektir kendinde… Hesap ta, nimet te bu doğal sistemin işleyişi sonucunda gerçekleşecektir.

Lisanımızı anlaması gereken bir tanrı yoktur; ancak insanın anlaması gereken EVRENSEL bir SİSTEM var ve o sistemi açıklayan KUR’AN!

KUR’AN’ın açıkladığı SİSTEM’İ OKUyup, anlayamazsak veya ihtiyaç duyacağımız anlamları ruhumuza, belleğimize kaydedemezsek, BİLİNCİMİZ bu birikimden mahrum kalırsa,

201

Page 196: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

yaşamı ve kendimizdeki güçleri tanımaktan ebediyyen mahrum kalma tehlikesiyle yüzyüzeyiz!

Ölümötesi yaşam ortamlarında, Kur’an’daki işaret ve ikazların ışığına duyacağımız ihtiyaçtan dolayı, Kur’ân metnini ruhlarında bulanlar, olabildiği kadarıyla onun sayısız anlamlarını yeniden değerlendirme imkânına sahip olacak ve karşılık gelen güce erişebileceklerdir… Bu bilgiyi ruhlarında bulamayanlar ise, böyle bir imkânı kaybetmiş olacaklardır.

Kabile veya kavim düzeyinde bakış açılarından kurtulamadıkça, çevresel değer yargıları ve şartlanmalardan arınmadıkça, SİSTEM’in “evrensel” değerlerini anlayabilmek asla mümkün olmaz!

İnsanın kendine yapacağı en büyük zulüm, ibadetinin dili falan değildir, çünkü ruhta dil farkı yoktur; kendini herşeyden ayrı bir birim, Varedeni ALLAH’ı da, ötede bir tanrı zannederek, KENDİNİ KANDIRMASIDIR!

“Şirk”, Hakikate rağmen kendini kandırmaktır ve “kendini kandırmak”tan daha büyük kayıp yoktur!

KUR’AN’ın ne olduğunu bilemeden, anlayamadan, O’nunla “temâs”ın nasıl birşey olduğunu yaşayamadan, “ARINMAK” suretiyle yaşadığı SİSTEM KİTABINI ÖZÜNDEN OKU’yamadan beynini yitirmek, en büyük kayıptır!

Onun için, taklitçilik ve papağanlıktan

202

Page 197: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

kurtulmak için ilk iş, “ALLAH” ismiyle işaret edilenin ne olduğunun anlaşılması ve onun ışığında DİN’deki orijinal ifadelerin değerlendirilmesi olmalıdır. Bunun için de, farkı farkedememiş bakış açılarının ürünü olan meâller ve tefsirler asla yeterli olmaz.

“Beşeri yorumlarla” avunmak yerine, Rasûlullah’a ve getirdiği “ALLAH ilmine” yönelmediğimiz sürece, zulüm sona ermez… Allah bizlere, taklitçiliğimizin boyutlarını farkettirip, taklidi terketmeyi ve tahkiki nasip etsin, ki böylece ASL olana yönelebilme kapısı açılabilsin!…

27.05.2001

203

Page 198: Gizli Gulsen

▪ 84

~Kara Bulutlar Neden~

ünden güne kararıyor bulutlar... Kararan bulutlar içini de karartıyor insanların... Sorguluyorlar, “Ne olacak bu işin sonu?...

Neden başımıza geliyor bunlar?” diye... G

Başımız sıkıştıkça, içimiz karardıkça, bir serinlik, bir ferahlık umarak; bir teselli, bir umut bekleyerek çalıyoruz kapısını Aksaçlı Bilgemizin...

⎯ Üstadım nedendir bu başa gelenler? Neden yaşanmakta bu sıkıntılar? Allah niye toplumlara böyle azap yaşatıyor?

⎯ Yavrum sen hiç Kur’ân okumadın mı?...

“Ellerinizle yaptıklarınızın sonuçlarını yaşarsınız!” uyarısını fark etmedin mi?...

İnsanların başına ne gelirse, çok büyük bir çoğunlukla, kendilerini akıllı, çevrelerindekileri aptal kabul etmelerinden gelir!.

“Sen âlemi kör, herkesi aptal mı sanırsın?” atasözü neden söylenmiştir acaba?

İnsanların içine düştüğü tüm yangınlar “kendi

204

Page 199: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

elleriyle” ya da daha kapsamlı ifadesiyle “organlarının yaptıklarının” sonucudur!.

Bir kişi;

• Ya âhıret hayatını hedef alıp, o yolda çalışmalar yapmak için yaşar!... Allah Rasûlü ve yolundan gidenler gibi!

• Ya da, geçici dünya zevkleri gözünü kör eder; basiretini bağlar; artık başka hiçbir şeyi düşünmez olup; yalnızca organlarını nasıl tatmin edeceğini düşünerek yaşar!...

Birinci düşüncede olanların tek amacı, içinde bulunduğu her ortam ve şartta, beyninde ve elindekileri insanlarla paylaşarak Rasûlullah yolunda yürümektir.

İkinci düşüncede olanlar ise, imanı ve ahıret kaygısını bir yana atarak yalnızca bedensel zevklerini daha iyi tatmin için yaşarlar... Çevrelerini, başkalarını düşünme yeteneğini yitirmişlerdir!.. “Allah”, onlar için bir kelimeden ibaret kalmıştır; âhıretleri ise yarınki günden ibarettir!.. Sahip oldukları şeyler MEKR yollu kendilerinde olduğu için de Rasûl yolunda değerlenmezler, dünya batağında onları biraz daha batırıcı yük olarak boyunlarında asılı kalır!. Onlar ne oruç bilir, ne namaz!... İçki de mubahtır, zina da! Lâfta melekûtta gezerler, ama ne çare ki, eylemde esfeli sâfilinde saplanmışlardır; uyanasıları yoktur!

Tasavvufun kıyısından geçmişlerse eğer, aldıkları ilim kendilerini beşeriyet batağında

205

Page 200: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

batırmaya yarayan gülleler olarak yığılıp kalmıştır üzerlerinde!.

Dünyaları hüsrandır; âhıretleri hüsran!.

İnsanlar ne zaman, organlarının zevkleri için yaşamayı hedef alıp, bu uğurda çevresindekileri ezip geçmeye başlarlarsa; başkalarını düşünmeyi bir yana bırakıp, yalnızca kendilerine zevk veren, eğlendirenler için yaşarlarsa, işte o zaman musibetlere dâvet çıkarmış, karabulutları çağıran paratoner olmuşlardır! Ummadığı anda yıldırım çarpar!. İnme iner; sille yer!.

Allah’ın yeryüzünde konuşan dilleri vardır; hayra ileten elleri vardır!.. Onlar HAK’kı tavsiye ederler!.. Onları değerlendirmeyip, nankörlük yapanlar; kendilerine uzanan yardım ellerini, “benim malımda mülkümde, koltuğumda, sahip olduklarımda gözü var da onun için bana hitap ediliyor,” diye geri çevirenler, bunun sonucunu da yaşarlar!

Allah yoluna harcanmayanlar nereye gider?... Bunu göremeyecek kadar kör olanlar düştükleri batağı fark ettiklerinde iş işten iyice geçmiş olacaktır!.

Şeytanına tâbi olarak, gerçekleri görmekten perdelenmiş olanlar, TÖVBE de edemeyecekleri için; kendi elleriyle kendi geleceklerini cehennem etmektedirler.

Bil ki, insanlar düşünce, değerlendirme ve yaptıklarıyla ya cenneti yaşayacaklardır; ya da bu alanlardaki yanlışları ve yanlışta ısrarları ile hem kendilerini hem de kendilerine bağlı

206

Page 201: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

olanları helâk edeceklerdir!.

Karabulutlar kendileri gelmeyip; insanların davetine icabet ederek onların başı üzerinde birikmeye, yoğunlaşmaya başlamıştır!.

“Rüzgarın esmeye başlamasından yağmurun geleceğini anlarsınız!” diyen İsa aleyhisselamı ne çabuk unuttunuz!...

18.04.2001

207

Page 202: Gizli Gulsen

▪ 85

~Herkes Layıkıyla İdare Edilir~

izi kimler bu hale getirdi gibi bir soru “insana” yakışmayan, en tutarsız sorgulama biçimidir!..

Güdülmek üzere varolmuş mahlûkun, güdüldüğünü farketmesi ve güdenini sorgulaması muhâldir!..

B“Öte yandan, güdülen bir mahlûk olmadığının

farkında yaşayan için ise, kendini güdeni aramak gibi bir sorgulama, sadece akılsızlıktır...

Her birey gibi, her toplum da kendi elleriyle yaptıklarının neticesini hakeder ve hakettiğini yaşar; kim, kimi neyle suçlarsa suçlasın... Çünkü ne gökte, ne de yerde insanlarla veya toplumlarla uğraşan bir tanrı yoktur!..

İnsansılar ve onların mukallitleri, varlığın özü ve aslının “ALLAH” ismi ile işaret edilen Hakikat olduğunun bilincinde olamayacaklarından, kendi hayallerinde varettikleri “tanrıları” tarafından güdülürler...

Hakikatten gafil yığınlar geçmişte tapınma duygularını kendi dışlarındaki nesnelere “güç” atfedip, onları put edinerek tatmin

208

Page 203: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

bulmuşlardır...

Bu zamanın göya zeki, gelişmiş, aydın(!) ⎯ama ne yazık ki Rasûlullah aleyhisselâm’ın bildiridiği ALLAH ismiyle işaret edilen Hakikati öğrenmeye yanaşamayan⎯ nesli de, taştan, topraktan putlar yerine, kendi zihinlerinde yaratıkları putlara tapar olmuşlar; onları “güç” sahibi değerli varlıklar olarak benimseyerek...

Kiminin mevkisi, mertebesi... Kiminin malı, mülkü, parası... Kiminin sevdiği, eşi veya işi... Sahip oldukları, şan, şöhret, ünvanı, saltanatı...

Her kim, nede “güç” görür ve ona herşeyden öncelikli değer verir, üstün görür, sahip olmak isterse, o şey “putu” olur... Sahip olma duygusu, geçekte o şeyi tasarrufu altına almanın değil, o şeyle “bağlanmış olmanın” sonucudur. Bu hal, “ALLAH” ismiyle işaret edilen hakikatten gafletin ve bilinçsizliğin cezasıdır...

Ve herkes neye taparsa, o taptığının ardına koyulur ve onun sopasıyla dövülür... Para sopasının dövebildiği, paraya tapan ve paranın ardında olandır... Şöhret sopası, şöhrete tapanı döver... Mal-mülk sopası, saltanat sopası herbiri, kendilerine sahiplenip, vazgeçemeyenleri döver. Tanrılar ve sopaları saymakla bitmez... Oysa tanrı edinmemeyi başarabilenin sopası da olmaz, dayağı da!

Her kim neye tapınmakta ise, onun elinden alınışını ve yokluğunu görüp ⎯la ilahe⎯, nihayetinde “ancak ALLAH”ı itiraf etmeyi yaşayacaktır...

209

Page 204: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

Cehennemin kuyuları sayısızdır; birinde yanmasını tamamlayanlar, bir diğerine aktarılır...

Kevser ırmağına varabilenler ise, tapınmaktan arınan, bilinci pâk olanlardır...

Bedensel arzu, istek ve korkular ile şartlanma ve duyguların yön verdiği yaşam biçiminden kurtulan, özündeki bilinç boyutunun değerlerine yönelebilen “insanlar” ise, gaybında ALLAH’a ait güçlerin bilincine varmak suretiyle, cennetini yaşar...

Bilinç, cehaletini ve gururu yenip de, “mülkün sahibinin ALLAH olduğu” gerçeğini itiraf edene dek, tanrı edindiği şeyin sopasıyla dövülmekten ⎯zebaninin topuzuyla o cehennem çukuruna atılmaktan⎯ kurtulamaz.

Taa ki, kuşatan bu “rahmet” sonucu, yana yana tanrısını ve ona tapınmasını terkede!..

210

Page 205: Gizli Gulsen

▪ 86

~Her Olay Bir Ders~

aşamda bazı küçük ayrıntılarda önemli sınavlar gizlidir... Bilincimiz, bilgisini almış olduğumuz şeylerin gereğini

yaşayabilmemiz, o yolda bir şartlanmamızı terkedebilmemiz için, bu tür sınavlarla bizi sık sık yüzyüze getirir! Ancak, sabırsızlık, hırs, hüküm verme, şartlanmalarımızı, beklentilerimizi ille de elde etme arzusu, kaybederim korkusu gibi vehme dayalı birçok davranış yüzünden, çok kere o sınavların getirdiği önemli fırsatları elden kaçırır, bir daha da ele geçiremeyiz...

Y

Günümüz imkânlarını gözardı ederek kişinin, “eskiden bu işin usûlü böyleymiş” diye, aynı yöntemle birşeyin üzerine gitmesi, taklitçilik sebebiyle, ayağına kadar gelmiş “yeni”yi yaşama fırsatının kaçırmasına sebep olur. Size her öğün açık büfede yüzlerce çeşit yiyecek sunulurken, siz her defasında ille de daha evvelden tadmış olduklarınızı seçerseniz, yeni şeyler tanımış olur musunuz?

Yaşadığınız her bir şey sayesinde, o mânânın daha sonra daha kolay yaşanmasını sağlayıcı yeni

211

Page 206: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

açılımlar oluşur beyinde... Yani neyi yaşarsanız, o yönde bir açılım ve gelişme olur beyinde. Yaşamış olduklarınız, yaşayacaklarınızı belirlediği sürece ise, hiçbir yeni açılım olmaz; sadece tekrarlar ve taklitle yetinirsiniz...

Gözardı ettiğimiz ve sabırsızlandığımız basit gibi görünen nice ayrıntı, aslında böyle açılımları yaşayabilme fırsatlarını beraberinde getirir... İmtihan, genellikle şartlanmalarımıza, değer yargılarımıza, duygularımıza, alışkanlıklarımıza, beklentilerimize ters gelir; bizi zorlar, sıkar, korkutur...

Sabırsızlık ederek belki şartlanmamızın veya beklentimizin karşılığını bulabiliriz; ama gerçekte her bulduğumuzla büyük bir ihtimalle o sınavın getirmiş olduğu aşamayı kaybederiz! Ve bir daha da aynı fırsatı elde etme şansımız olmaz. Çünkü bir şeyi bir kez gördükten sonra, bir daha görmemiş gibi asla olamazsınız.

Kayıplarınız için tasalanmayın, korkmayın!

ayıplarınız belki dünyalığınızı götürecektir ama, doğru değerlendirebilirseniz, onlarsız da olabileceğinizin ve bağımlılıklarınız olmadan da yaşayabileceğinizin tecrübesiyle kendinizdeki sayısız güçleri keşfetmenize kapı açacaktır. Ve böylece SİSTEM’i anlama ve ALLAH’ı bilme yolunda bir adım daha atmış olursunuz...

Kendinizi büyük görmeyin, ama varlığınızı meydana getiren Hakk’ın yüceliğine layık olmaya çalışın!.. Hiç bir şey yapamıyorsanız, Varedeniniz ve herşeyin Varedeni ALLAH’a teslim olmayı

212

Page 207: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

öğrenerek, yaşamın sunduğu fırsatları değerlendirmeyi başarın...

213

Page 208: Gizli Gulsen

▪ 87

~Allah Kuluna~

ir yanda, bütün bir dünya ömrünün, Berzah yaşamına nispetle ancak saniyelerle ifade edilebildiği gerçeği...

Öte yanda, dünyamızı, günlerimizi hayli karartan, üzerimize çiselemeye başlayan kara bulutlar...

B Bir ışık, bir değişik ses, bir değişik nefes almak

istiyor insan...

Gün geçtikçe dünyamızın üzerini kaplayan bu karartı arasında, Aksaçlı Bilge’den gelen ve bizleri yeni ufuklara götüren bir seslenişi işittik... Ve hemen düşünen dostlarla paylaşmak için bu hitabı sayfamıza aldık...

“İnsanca düşünen TANRI’dan; Allah gibi düşünen insana!.”

Dünyamızı, evrenimizi az bir süre de olsa değişelim istedik ve yine çaldık kapısını Üstadın... Kabul etti, hoş sâfa eyledi... Sorduk:

⎯ Üstadım, neredeyse tüm öğretinizi özeltleyen yeni bir ifadeyle bize yeni ufuklar açtınız! Bunu okurlarımızla da paylaşmak istedik.

214

Page 209: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Lütfen, biraz daha açar mısınız?

⎯ 1989 senesinde “ALLAH” isimli kitabı yazmaya başladığımda, kitabın ismi kararlaştığı zaman Antalya’da idim ve Cuma namazı sırasında, “Muhammed’in ALLAH’ı” olarak içime doğmuştu...

Cuma’dan döndükten sonra yanımdaki dostlara kitabın isminin bu olacağını açıklamıştım... Ancak ne var ki, kitap basıldıktan daha sonraki dönemde, anlayışı kıtların çoğunluğunun, hele ilahiyatçıların bu ifadedeki espriyi hiç anlayamadıkları ortaya çıktı...

Bunun üzerine mecburen, bu ismi biraz değiştirerek “Hazreti Muhammed’in açıkladığı ALLAH” şekline dönüştürdüm...

Geçtiğimiz günlerde Broadway’de dolaşırken, yolum 70. Cadde civarındaki Amerika’nın en büyük kitapçısı Barnes&Noble’a düştü... Önce, “Tanrıyı tanımak” üzerine yeni yazılmış birkaç bestseller gözüme ilişti... Daha sonra onların arasından ve dünyalarından ayrılıp, kendi düşünce evrenime yöneldim. İkinci kata, Astronomi bölümüne yürüdüm... Galaksiler arasında gezindim... Elbette ki çarıklı-asalı bir gezinti değildi bu!...

İnsanı ve tanrısının evrendeki yüz milyarlarca yıldız arasındaki yerini düşünüyordum ki, tüm öğretimizin ve bireysel misyonumuzun adı içime doğdu!...

“İnsanca TANRI’dan; Allah “kulu”na”...

215

Page 210: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

Ancak çok büyük bir çoğunluk, yetişme dönemindeki düşünsel eksiklikler sebebiyle, bu özlü ifadeyi de anlayamayacaktı... O yüzden, bu kısa ve öz tanımlamayı biraz daha açarak kaleme almak gerekti; böylece o bahsettiğin ve sayfanda okunan şekle dönüştürdük...

“İnsanca tanrı” ne demek diyorlarmış anlayışı sınırlılar.... Açmaya çalışalım biraz...

İnsanların, yaşadıkları şartlara ve edindikleri fikrî altyapıya dayalı olarak tasavvur ettikleri, Tanrı kabulü demektir bu... Mesela uyuması ya da uyuklaması söz konusu olan, dalgınlığı anında o farkında olmadan bir şeyler vuku bulan TANRI!!!... Böylesine ilkel düşünen insanlara cevaben, uyuyan ya da uyuklayan bir tanrı olamayacağı vurgulanıyor Kurân’da...

Şimdi düşünün ki, binlerle yıllardır insanlar, hep kendileri gibi düşünen, kendileri gibi değerlendirme yapan ve yargılayan bir TANRI tasavvuruyla yaşarken... Arada çıkan bazı Hakikat ehli kişiler, işin böyle olmadığını vurguluyorlar aldıkları vahiyler ile...

“Allah kulu” yani “abd-ı Allah” ifadesindeki inceliği anlamayıp, bunu tanrının yeryüzündeki bir tâbisi gibi düşünen ilkel anlayışı kıta nasıl anlatabilirsiniz; “Allah KULU”nun hakikati olan esma-sıfat boyutunun kapsamı ve gerekleriyle Allah’ın dilediği kadarıyla yaşamakta olan Zât, olduğunu!...

Allah “KULU”nun, Hazreti İsa dilinde, “Sen

216

Page 211: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

insanca düşünüyorsun, Allah gibi değil” şeklinde ifade bulan uyarısının dışında; Allah gibi mahlûkatı değerlendirdiğini nasıl fark ettirebiliriz anlayışı sınırlı olanlara?

Oysa insanın macerası, bu ikisi arasındakinden başka bir şey değildir!.

“İnsanca Tanrıdan; Allah KULU’na”!.

Her ferd, bu tanımlama içindeki bir basamağı oluşturmak üzere vardır... Yaptıklarıyla, düşündükleriyle ebeden oturacağı bu basamağı, şu dünya hayatında kendine hazırlamaktadır.

Eğer kişi, bu cümleyi duyduğunda içinde bir heyecan, bir ürperti hissetmiyorsa, bırakınız onu kendi haline; bir et-otobur olarak yaşamına devam etsin, yalnızca birkaç organının zevkiyle tatmin olsun!... Masal gibi de bu anlatılanları dinleyip, sonra gene günlük eğlencesine dönsün!.

“İnsanca TANRI’dan; Allah KULU’na” macerasının neresindeyiz?

Bunu sorgulamayı önemli ve değerli bulan dostlarıma Selâm olsun!.

10.04.2001

217

Page 212: Gizli Gulsen

▪ 88

~Ulu Tanrı Korkusu~

lkel toplumlar o kadar ilkellermiş ki… “Çok tanrıya taparlarmış”…

Çok şükür; şimdiki topluluklar çoktan vazgeçip, “tek tanrıya tapıyorlar!”…

İ Değişen sadece sayısı!

Kendi için varettiğinin gözü ⎯basireti⎯, “ALLAH” adıyla işaret edilenden gayrını görmeyip, onda ALLAH KULLUĞUNU yaşarken…

“İnsan”lık düzeyine ulaşamamış olan da, hayalinde yarattığı tanrısına tutsak olarak kulluğunu yerine getirmekte SİSTEM’de yine…

ALLAH dilediğini yapmada!… Yaptığından sual olunmadan!

Görene hikmet, hayret, haşyet!

Göremeyene, ALLAH’ı bilememe cezası! “İnsanca düşünceden”, “beşeri değer yargılarından” arınamama cezası!

ALLAH TAKDİRİ ise her an yürürlükte…

Hiç bir şey yersiz değil!

218

Page 213: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Muhakkak bir hikmeti var olup-bitenin! Ama bunu görebilmek için “insanca düşünceden”, “beşerce biz”den arınmış olmak gerek! Zira hitap açık: ALLAH bilir, “siz” bilmezsiniz!

Aksaçlı Bilge’ye vardığımda kapıyı eşi açtı! İçeri girdiğimde, secdedeydi; sesi şöyle geliyordu kısık bir şekilde secde hâlindeyken…

“Allahım, orman ehline, ULU TANRI MANİTU’nun var olmadığını sakın fark ettirme!... Eğer bunu farkederlerse, dişlemedik, parçalamadık mahlûk ve insan bırakmazlar çevrelerinde!... Lütfen, hayvanlar anlamasınlar ULU TANRI MANİTU’nun asla yaratılmamış olduğunu!... “İnsan”lara merhamet et ve hayvanları bu gerçeği idraktan perdele!... Bu konuda yaptığım açıklamalardan dolayı beni bağışla!… Hayvaniyetleri için yaşayanlardan muhafaza eyle çevrelerindekileri… Kalplerine “ulu tanrı” korkusu saç kudretinle!”

Bu duayı duyunca anladım ki, sistemi okuyamayanların ve asla okuyamayacak olanların çokluğu hikmetine dayalı olarak, boşuna yaratılmamış mahlûkatta “ulu tanrı - güzel allahım” anlayışı!...

“ALLAH” adıyla işaret edileni bilmek; ve ALLAH KULLUĞUNU dünyadayken fark edip, yaşayabilmek! İşte “İNSAN”a has olan!

Fetebarekallahu ahsenül hâlikiyn!.

Fesubhanallah!

13.06.2001

219

Page 214: Gizli Gulsen

▪ 89

~Tanrıya Tapanlar~

vren denen uçsuz-bucaksız yapı bir okyanus ise, “dünya” denen gezegen, okyanusun kıyısında bir kum taneciği

mesabesinde bile değil!… Ve o kum taneciği üzerinde yaşayan, yiyen-içen, birbirini üzen-seven, kum taneciğini yakıp-yıkan “mikroorganizmalar” misali, bir “hiç” mesabesinde milyarlarca yaratıklar ⎯yanıbaşındaki uydusu bir başka kum taneciğinden dahi görünemeyen!

E

O kum tanesi gezegenin ötesinde ise, okyanus gibi dev, güçlü, kuvvetli, ulu bir tanrı!… Kenarda, kıyıda ise “yaratıkları”!… Ne muhteşem bir zekâ!…

İlkel insanlar “çok tanrıya taparlarmış”…

“Çok tanrılı dinler”…

Şimdi, tapınılan “tanrılar” tekmiş…

“Tek tanrılı dinler”…

İlkel tanrılara göre daha gelişmiş, ulu bir “tanrı” şimdi!

Ve o kum tanesi yanında okyanus gibi “ulu tanrı”, o ıssız ücra bir sahilde, hiç görünmeyen

220

Page 215: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

milyarlarca kum tanelerinden hiç bilinmeyen biri üzerindeki, mikroorganizma misali yaratıklarına takmış kafayı; bunların hangilerini suçlayıp azapla yakayım, hangilerinin sevişmelerini sağlayıp mutlu edeyim?…

Topluluklar ve onların “din adamları” da bunu “din” diye pazarlarmış… Ne muhteşem bir kurgu!…

Elbette okyanusun yerinde öyle ulu bir tanrı yok! O “tanrı”, “ALLAH” ismiyle işaret edileni öğrenmemekte direnen nankörlerin kafasında, ALLAH takdiriyle varolmuş bir hayal!… Karşılıksız verilen İLMİ görmemekte, önünde açık duranı okumamakta ısrarın bedeli, o!… Bırakın tartışıp dursunlar o tanrının dinini; kimi cennete kimi cehenneme atar, neyi ister, neyi istemez diye!…

Bir gece başını kadırıp ta göğü kaplayan yıldızlar arasından uzaklara dalabilen, hisseder belki dünyanın da oralardan bakana nasıl hiç olup, görünmezlikte kaybolduğunu!…

Tek de olsa, çok da olsa, “tanrı” yok!

Peki ya “ALLAH’ın TEK” olması ne demek?

Duymuşuzdur, “yalnızlık ALLAH’a mahsustur,” demiş birileri…

Şimdi bir de bunu, “ALLAH Yalnızdır” şeklinde düşünelim…

Evet, “ALLAH ismiyle işaret edilen”, kendinden başka hiçbirşey olmadığı için yalnızdır ve “TEK”tir…

221

Page 216: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

Onun için de “ALLAH’a ortak koşmak en büyük günahtır” denmiş! Anlayabilene!

“ALLAH”, senin bilincinde kabul edeceğin, kendi kendine yegâne varolanın ismidir; evveli-sonrası, önü-arkası, başlangıcı-sonu, hatta varlığı-yokluğu düşünülmeden, kendinden başka hiçbirşey olmayan “O”dur! Sadece “O” vardır, TEK O’dur!

İşte, “ALLAH’ın TEK olması”, bir TEK olanın “ALLAH” ismiyle işaret edilen olmasındandır…

“Sen” dediğin ise, ötende olmayan ⎯ içinde de olmayan⎯, “O’ndan O’na” giden “KULU”sun! O’nunla! O’nda! O’ndan! O’nun dilediği gibi! O’nun verdiğiyle! O’ndan başka hiçbirşeyin olmadan!…

Hâlâ “sen” kendinin farkında değilsen, uykudasın! Uyuyorsun! Arada bir de dışardan kulağına gelen hitabı işitip, onları da yine uykulu kafanda şekillendiriyorsun! Uykundaki “sen”in varoluş gayesini farketmeden, gördüğünün rüya olduğunu kabul edip, hissetmeden ve rüyanda tasavvur ettiğin “sen”den aklını hür kılmadan evvel de uyanası değilsin!…

ALLAH’ı bilip, gayrı olmadığına ve TEK’liğe imanla uyanık durmak varken; “yaradan ve yaratılmışlar” diye varlığı ikiye ayırmış, sonra da mahlûkata karışıp, derin uykuya dalmışsın! Hapsetmişsin hayal kozana kendini. Bu yüzden “tek tanrı hayalinden” kurtulamamışsın?

Uyanmak ve bilincini hür kılarak ASLINA

222

Page 217: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

ermek yolunda, sınırsız TEK’liğin bilincinde yaşayarak “ALLAH ilmi ve bakışıyla” hallenen KUL musun?

Yoksa, hâlâ “O’na” mı inanıyorsun?

16.06.2001

223

Page 218: Gizli Gulsen

▪ 90

~Bilincin Yaşı~

eçici dünya hayatının kapkara bulutları daha üzerimize boşalmadan, tüm insanlar büyük bir sıkıntı ve âdeta

bunalım içinde görünüyor… G Bu kadar karabasan arasında günümüze aydınlık verecek bir konudan söz edelim size…

“Cennette her erkek 33 yaşında, her kadın da 18 yaşında olacak” deniyor ya hani…

Bunu düşündünüz mü hiç?

Bu kez de yine konumuzu aldık, Aksaçlı Bilgemiz’in kapısını çaldık! Lûtfetti ve gönüllerimize ferahlık veren tebessümüyle bu konuda bize şunları söyledi...

“Şu andaki hâlinizi düşünün bir…

Bedeninizle ilgilenmediğiniz, bedensel bir sorununuz olmadığı zamanlar, kaç yaşında hissediyorsunuz kendinizi?

Çoğunluk, hatta psikolojik sorunu olmayan hemen herkes, merdiveni 60-70 ve hatta yukarısına dayamışlar dahil, ⎯fizik beden yaşı kaç olursa olsun⎯, kendini 18-30 yaş arası

224

Page 219: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

hisseder!.

O yüzden de genç davranışlı pek çok yaşlı bedeni eleştirirler; “hiç de yaşına uygun davranmıyor, yaşamıyor” diye…

Bunu diyenler, kendilerini et-kemik beden kabul eden bilinçlerdir.

Oysa, bilinç varlık “insan”ın yaşı yoktur!.

“İnsan”ın birikim yaşı vardır…

“İnsan”ın akıl yaşı vardır.

Bedenin ise eskime yaşı vardır…

Aslına bakarsanız, bedenin yaşı bile yoktur!… Zira o beden, çoktan yenilenmiştir birkaç yıl içinde!…

Eğer siz hâlâ kendini beden zanneden bilinçlerdenseniz, söyleyecek bir sözüm yok size…

Ancak, kendini beden ötesi bilinç varlık olarak algılayabilenler için bir önemli işaretim var…

Cehennem, beden cehennemi, dünya cehennemi, kabir cehennemi ve nihayet mutlak cehennem gibi çeşitli evrelere nasıl ayrılmışsa…

Cennet de aynı şekilde, dünya cenneti, bilinç cenneti, kâbir cenneti, mutlak cennet gibi yaşanmakta ve yaşanacak evreler hâlindedir…

Bu takdirde bir düşünün bakalım “cennette insanlar şu yaşta olacaklar” sözünün anlamını, bu işaret ettiğim gerçeğe göre…Cennet

225

Page 220: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

hâlini yaşam anında kaç yaşında olmaktalar insanlar acaba?… Bakalım neleri keşfedeceksiniz?...”

20.07.2001

226

Page 221: Gizli Gulsen

▪ 91

~Beyin Sağlığı~

ünyadayken kişinin kendi hakikatine ermesinin, “beynini” kullanıp değerlendirebilme düzeyi ve

kapasitesine bağlı olduğunu, artık sayfamızdaki eserleri takibeden herkes biliyor. Önemine binaen, beyin sağlığı konusunda gelişmeleri yakından izlediğini bildiğimiz Aksaçlı Bilge’mizin araştırmalarından ve pratik bilgilerinden istifade etmek için, bu konuda da kendisine sualler sorduk; lûtfetti, o da talebimizi geri çevirmedi, tesbitlerini ve tavsiyelerini bizimle paylaştı:

D

— Üstadım, değişen yaşam şartları ile birlikte, sağlık konusunda, özellikle beyin sağlığı konusunda dikkat çeken inceliklerin de değiştiğini gözlemliyoruz! Bir çok insan, hâlâ kafalarından atamadıkları ilahi(!) “adalet”e güvenip, korunma ihtiyacı hissetmeden önüne geleni yiyip içerek, kendince gününü gün ederken, çok azınlık ta olsa, zamana ve gelişmelere ayak uydurmaya çalışan, özellikle de beynine ve sağlığına önem veren bir grup insan da, güncel bilimsel bulguları değerlendirmek suretiyle, yeni bir yaşam tarzı ve sağlık anlayışı benimsiyor. Bu konudaki sizin gözlemlerinizden

227

Page 222: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

bazılarını bizimle paylaşır mısınız lütfen!

⎯ Rahmetli “ADALET” vefat ettiğinde 1986 yılında, —ki annem olur kendileri— hayli üzülmüştüm… Ama, Sistemin bir gerçeği idi bu da; paşa paşa kabullenilecekti.

Öyle oldu…

76 yaşında vefat etmeden yaklaşık 2 sene önce çevresinden kopmaya başlamıştı… Son günlerinde ise beni dahi zor tanıyabiliyordu.

Teşhis konamamıştı o zaman.. Şeker hastalığına bağlanmıştı olay!

Ancak aradan bir kaç yıl geçip “Alzheimer’s” keşfolunup, semptomları yazılınca, anlamıştım ki, rahmetlinin vefat sebebi de buydu!.

Altmışına merdiven dayamış bir yaşlı olarak düne baktığımda…

Biz çocukken, evde bakır kaplarda pişerdi yemekler… Arada bir kapı önünden geçen “kalaycı”lar bakır kapları kalaylardı. Yemekler de bu kalaylanmış kaplarda pişerdi.

Sonra birden alüminyum furyası çıktı!.. Herkes bakır kaplarını satıp evi alüminyum kaplarla doldurmaya başladı… Büyük kolaylıktı. Hafifti, ucuzdu, kalaylanma derdi yoktu!..

Yıllar yılı alüminyum kaplarda pişmiş yemeklerle beslendi beyinlerimiz!.

Derken çelik kaplar, teflon tencereler çıktı yakın yıllarda, bizler mezara bir karış yaklaştığımızda…

228

Page 223: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Ve atıldı ortaya bir yeni keşif!

“Alzheimer’s”, yani ALUMİNYUM hastalığı!.

— Bu tamamen beynin fonksiyonlarıyla ilgili bir rahatsızlık, değil mi?

⎯ Evet! Bu hastalığa yakalananların beyin hücrelerinde normalin 4 katına kadar alüminyum fazlalığı tespit oldu 1989 da… Özellikle, beynin hafızayla alâkalı hippocampus bölgesindeki hücrelerde bu birikim çok fazla olarak bulundu.

İnsanların farkında olmadan gıda ve diğer yollarla aldıkları fazla alüminyum beyni iflasa sürüklüyordu… İsimleri, yerleri, kişileri hatırlamaz hale getiriyordu “ALZHEİMER’S” hastalığı; insan ister fakir bir çöpçü, ister başbakan olsun!

⎯ Ve bunda, kullanılan alüminyum kapların etkisi çok büyük!

⎯ Yapılan araştırmalara göre, normal kapta pişen domatesteki alüminyum oranı, alüminyum kapta piştiğinde yüzde yüze yakın artıyordu.

Şimdi alüminyum tencereler kullanılmıyor pek ama tehlike geçti mi?

Bu defa en başta alüminyum “kutu”larda saklanan, içilen konserve ve meşrubat türü gıdalar çıktı karşımıza!

⎯ Bunlar yanısıra vücuda alınan bazı ilaçlara da dikkat edilmeli sanırım!

⎯ Meselâ, stresli toplumlar sürekli mide

229

Page 224: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

yanmalarına karşı antiasid almaya başladılar… Ki alınan antiasid hap veya şurupların pek çoğunda yoğun miktarda alüminyum hydroxid ve alüminyum tuzları bulunmakta!..

Yanı sıra ishal kesici (antidiarrheal) haplar dahi alüminyumlu maddeler ihtiva etmekte.

Bir kısım ağrı kesici aspirinler, kepek olmasını önleyici bazı şampuanlar, bazı deodorantlar, hep beynimizin belası alüminyumu ihtiva etmekte…

Bilmem alüminyumlu nesnelerden uzak durmamız gerektiğini yeterince anlatabildim mi?

Yanı sıra kesinlikle LIGHT ve DIET yazan yenecek ve içeceklerden uzak durmak gerekiyor…

Rafine beyaz şeker, beyni “turn-OFF” yapan (çalışmasını durduran) madde olarak adlandırılıyor.

Tadlandırıcıların her türünden uzak durmak gerek…

⎯ Ya beyne yararlı ne alabiliriz?...

⎯ USA’daki benim ulaşabildiğim verilere göre... Normal, sağlıklı, orta yaş biri için...

Royal Jelly, fresh olacak, softgel (kapsül-toz olmayacak)... Günde 500 mg. 50 yaş üstü için 1000 mg olabilir 2 defada sabah ve akşamüzeri saat 17-18 gibi aç karnına.

Ginko Biloba… günde en az iki defa; 60 mg… Softgel olursa daha iyi… Veya kapsül..

230

Page 225: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Ginseng… 500-1000 mg’lık, bir veya iki defada. (Yüksek tansiyonu olanlara tavsiye edilmiyor.)

Coenzym Q10… 30 mg, günde 2 tane.

DHEA… 25mg günlük...

Melatonin 2-3 mg’lık. Yatmadan 2 saat önce.

Kalsiyum ve Magnezyum… 1000 mg, günlük yatmadan önce…

Ayrıca kapsamlı bir multivitamin-multimineral kompleksi…

İmkanı olanlar bunları değerlendirebilirse… Bir rahmet onlara…

⎯ Peki ya imkânı olmayanlar?

⎯ Hiç olmazsa alüminyumdan uzak dursunlar!…

BAL yemeğe gayret etsinler sabah akşam birer yemek kaşığı yemekten 20 dakika önce…

Allah beyin sağlığı versin hepimize yaşadıkça…

01.08.2001

231

Page 226: Gizli Gulsen

▪ 92

~Zor Günler~

Şartlar, sayısız insanı patlama noktasına getirdi; ve her an basınç artıyor…. Kapak atmak üzere!…

Söylenmişti bir zamanlar, yakın zamanda birşeylerin başlangıcı kastedilerek...

“Mars Yay’da… Plüto ile öpüşecek; Uranüs’le selamlaşacak; Satürn’le bozuşacak Uranüs’le selamlaşırken… Derken, Oğlağa geçip toprağı dalgalandırmaya çalışacak…”

Yay’daki, Mars Plüto kavuşumunun düşünsel planda oluşturduklarının sonuçları, Marsın Oğlağa girdiği gün, fiziksel planda tezahür etmeye başladı... Toprağı dalgalandırdı... Yay’daki Şiron, Ay’a zıt açı yaptığında...

Marsın enerjisi bu geçen sürede, Yay’da, dünya değerlerini ve sınırlamaları silen Şiron’la el sıkıştı... Plüto, Satürnü karşısına aldı, bozuştu...

Saturn yapılanma, Plüto ise yıkım, eskinin bitip, yeninin başlaması demek!

Bakalım! Sonrasında gerçekte nelerin yıkılıp, nelerin yeniden yapılanmaya başladığı

232

Page 227: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

netleşecek...

Yay’daki Şiron, Kova’daki Üranüsle selamlaşınca, hangi değerler ölüp, yerine neler gelecek!

Zor günler...

Merkür 1-22 Ekim arası rötarda... Bu arada Dünya’da epey insan hayli yanlış kararlar alma durumunda kalabilir...

İş bu kadarla kalmıyor.

Kasım başı ise gene karmakarışık...

28 Ekim tarihinde Kova’ya giren Mars, havaları allak bullak edebilir ateşli dalgalarıyla Dünya’da...

Mars önce Kasım başında Neptün’le buluşup, pek çok adamı yanlış hayaller peşinde koşturup; sonu sükutu hayal ve pişmanlık verecek kararlar almaya zorlayacak...

Sonra, 20’sinden itibaren Uranüs’le el sıkışacak Kova’da...

25 inde AY devreye girecek KOÇ’tan, Güneş ise Yay’dan; birlikte!

Bu arada Mars ile Uranüs Kova’da el sıkışırken; Satürn’de İkizler’den Yay’daki Pluto’ya tüm despotluğuyla bindirme yapmakta!

Pluton, Mars-Uranüs desteğiyle despot Saturn’ü sindirme arzusunda, âdeta ortadan kaldırmak istercesine...

Böylesine güçlü bir göksel çatışma Dünya’ya,

233

Page 228: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

insanlara neler getirir!... Bunu iyi düşünmek; yarının hesaplarını ona göre yapmak lazım sanırım.

USA, Irak ve Afganistan’ı cezalandırmayı düşünürken, Çin fırsattan istifade Tayvan’ı almayı hayal ediyor... USA’nın buna müsaade etmeyeceği açık!

İsrail, Filistin sorununu bitirmek istiyor... Suriye’nin hayali Hatay’ı Türkiye’den almak...

NATO, USA ile beraber... Rusya, kayıplarının peşinde...

Perde arkasında kimler kimleri destekliyor?.. Meçhul!..

Kimin hayali ne zaman ne kadar gerçekleşir?

Allah hepimizin yardımcısı olsun...

01.08.2001

234

Page 229: Gizli Gulsen

ugün, gerek USA ve gerekse tüm Dünya üzerindeki vicdan sahibi insanlar New York’ta katledilen 3 binin üzerindeki

insanın acı ve üzüntüsünü çekiyorlar. B

Ancak bu katliamın, “müslüman”lar tarafından “DİN” adına yapıldığı tespiti ise, maalesef çok büyük bir yanlışı getirmektedir olayın sonrasında.

İslâm Dünyasında çok çok büyük bir topluluk bu zâlim anlayışı kesinlikle paylaşmamaktadır.

Suudi Vahhabî zihniyetinin gerçek İslâm anlayışıyla asla bağdaşmayan “zorlamacı müslümanlık” kabulünün hâkim olduğu Afganistan ile İran’ın zorlamacı “din” anlayışı dışında kalan 1 milyara yakın Müslüman kitle, İslâm Dinini, kesinlikle zorlamacı bir din olarak görmemekte, her türlü terörist eyleme karşı düşünceyle yaşamaktadır.

İslâm Dini’ni anlamış ve benimsemiş olan çok çok büyük çoğunluk, Dünya’nın hangi köşesinde ve kime karşı yapılırsa yapılsın her türlü terörist harekete karşıdır.

Gerçekçi değerlendirme yapalım...

Teröre karşı olan, Dünya üzerindeki bir milyara yakın İslâm Dini’ni benimsemiş insan, bu katliamdan dolayı terörist safında görülerek bir savaş başlatılırsa bunun faturası kimsenin hayal edemeyeceği kadar ağır olacaktır!...

Bu, NY’deki suçsuz insanları katletmekten çok daha büyük suçtur!.

Akıllı strateji, 3-5 bin kişi için bir milyarlık

235

Page 230: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

kitleyi karşıya almak değildir.

Belki, kendi bireysel çıkarlarını düşünen bazı ufak toplulukların işine bu strateji yarayabilir...

Ne var ki, bu strateji, kesinlikle akıl ve mantıkla olayları değerlendiren bir devletin yöneticilerinin bakış açısı olamaz ve olmamalıdır.!.

Şu an için, en öncelikli konu, bu ayırımın çok iyi yapılarak buna göre bir strateji ile terörün üstüne gidilmesidir.

Aksi takdirde bu değerlendirme ve strateji yanlışı hiçbir aklın hayâl edemeyeceği kadar önemli sonuçlara yol açacak; çıkacak “DİNLER SAVAŞI” hiç kimseye yaramayacaktır.

NOT: Bana ulaşan haberlere göre NY, NJ ve USA’nın çeşitli yerlerinde masum suçsuz müslümanlara saldırılar olmakta, onlar suçlanmakta ve taarruz edilmektedir. Bu durum tasvip edilebilir mi? TV yayınlarıyla bu durumun önüne geçilmesi gerekmez mi?

—Ahmed Hulûsi 16.09.2001

236

Page 231: Gizli Gulsen

▪ 93

~Din’in Hakikati~

orgulayan beyinler, her gün yeni bir bakış açısıyla binlerce deneyim yaşar... Mukallit ise, aynı deneyimi binlerce gün yeniden

yaşar... Anlayışı kıt da, anlayamadığını anlayamadığından, her şart ve durumda akıl satmaya devam eder...

S Dünyada bugün gelinen şartlar, kimini, silahını

doğrultacak düşman arama noktasına, kimini de DİN’in Hakikatini sorgulama, gerçeğini anlama noktasına getirdi... Bilelim ki, gelinen Modern Bilim çağında insanlığın kurtuluşu, esas olarak, yukarda veya ötede bir “tanrı” kabulünü geride bırakıp, “ALLAH” ismiyle açıklanan mânâyı ÖĞRENMEK, BİLMEK ve YAŞAM SİSTEMİNİ bu bilinç ışığında değerlendirmekten geçer. Bilimsel ifadesiyle, evrenin özündeki temel BÜTÜNLÜĞÜ kavrayarak, yaşam anlayışımızı bu BÜTÜNLÜK gerçeğinin sonuçlarını değerlendirerek yeniden düzenlemekten... Bunun DİN’deki adı, en basit düzeyde “ALLAH’a İMAN”dır.

Mukallit yorumları artık aşarak; “ALLAH” ismiyle işaret edilmiş Hakikatin ne olduğunu

237

Page 232: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

ÖĞRENMEK ve bu bilinçle YAŞAM SİSTEMİNİN İŞLEYİŞİNİ, yani “DİN”i yeniden değerlendirmek zorundayız!. Bunun anlamı, OLAYLARI VE YAŞAMI, ŞUNA VEYA BUNA GÖRE YARGILAMA DÜZEYİNİ AŞARAK, “ALLAH’A GÖRE”, YANİ “ALLAH” İSMİYLE BİLDİRİLEN HAKİKATİN BİLİNCİNDE OLARAK, YANİ “ALLAH İNDİNDEN BAKIŞLA”, “ALLAH GİBİ DÜŞÜNEREK” ANLAMA, DEĞERLENDİRME VE BU DÜZEYDE YAŞAMA AZMİ VE CEHDİ İLE OLMAK ZORUNDAYIZ, selâmete ermek istiyorsak eğer... Anlayışı kıtlar, bu söyleneni hiç bir zaman kavrayamayacaklar ve “ALLAH” dendiğinde, kafalarındaki “tanrı”yı hayal etmeye devam edeceklerdir.

Rasûlullah’ın açıkladığı ALLAH ismiyle işaret edilen Hakikatin ne olduğu öğrenilmediği, bilinmediği ve öğretilmediği sürece, şartlanma yollu kabul edilmiş, insan gibi yargıları olan yüce “tanrılar” uğruna ve o tanrıların “dinleri” uğruna kavga, düşmanlık ve şiddet son bulmayacağı gibi, insanlığın zilletten kurtulması da asla mümkün olmaz! Başka yerde çözüm aramak, nankörlükten ve hakikate körlükte ısrardan başka kazanç getirmez!

Düşman arayan sonunda kavga, savaş ve zillete; DİN’in Hakikatini arayan ise, selâmet ve izzete erecektir!

İSLÂM DİNİ’nin hakikatini anlamanın yolu ise, taklitçiliği bırakıp, tahkike yönelmekle ve DİN’in temeli olan ve “ALLAH” ismiyle işaret

238

Page 233: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

edilen Hakikatin ne olduğunun bilincine varmak ve DİN hükümlerini bu mânâ ışığında doğru değerlendirmekle başlar...

15.09.2001

239

Page 234: Gizli Gulsen

▪ 94

~İlim Yay, Cehaletle Çatışma~

üm kötülüklerin kaynağı cehalettir! Burada bilinmesi gereken önemli husus, gerçekte cehaletin temel sebebinin,

önyargı sebebiyle “insanın varedeni olan ve ALLAH ismiyle işaret edilen Hakikatin ne olduğunu öğrenememek ve bilememek” olduğudur.

T İnsan için, Hakikatin ne olduğu bilinmeden,

“selâmete” ermek, yani barış ve esenliğe çıkmak mümkün olmaz! Hazreti Muhammed aleyhisselâm, dışımızdaki bir tanrının gönlünü etmek için değil, kişinin kendi hakikatine yönelerek selâmete erebilmesinin formülü olarak “ALLAH’a İMAN” ı önermiştir.

Şiddet, acizlik hissedenin karşısındakine hükmetme ihtiyacından doğar!..

Yaşanmışlardan ders alırsak eğer, şunu görürüz:

Fizik boyutta, yani dünyada, şiddetin kökü kazınamaz! Çünkü, şiddetin kökü dünyada değil, cehaletle örtülmüş zihinlerdedir. O halde çözüm de, bedenlere kasdetmekte değil, zihinlere yönelmektedir!

240

Page 235: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Dünyada ortaya çıkan, karşılaştığımız herşeyi üreten, başlangıçta, o dünya yaşamını paylaşan bireylerin düşünceleridir. Hatta ve hatta, ister kötü, ister iyi diye nitelendirelim, yaşadıklarımızın tamamı, bir boyutta, tüm insanlığın ortak bilincinin ürünüdür!.. Burası işin bir başka yanı!..

Ancak bilmeliyiz ki, evrendeki düşünce titreşimlerini, topla, tüfekle yok etmeye çalışmak, Donkişot’luktan bile öteye bir gaflettir! Bireylerin bilinçlerinde Hakikat örtülü kaldığı ve yukardaki “tanrı” kabulü devam ettiği sürece; “ALLAH’ı” bilememenin cezası olan “cehalet” giderilmediği, acizlik ve hükmetme ihtiyacı zihinlere hâkim olduğu ve negatif düşüncelerin üretimi devam ettiği sürece, bunun neticelerinin yeryüzünde toplumsal boyutlarda acı biçimde yaşanması da kaçınılmazdır...

Çözüm, bir noktada ortaya çıkan şiddeti, kötülüğü veya düşmanlığı, aynı yöntemle karşılayarak yaygınlaştırmak değildir! Düşmanlığa karşı düşmanlıkla karşılık vermek, şiddete katılımı artırarak, cehalet ve nefretin sahasını genişletmekten öteye bir işe yaramaz! Nefretin ve düşmanlığın alanını yayarak kapsamını genişletmek ise, dostluğa ve barışa hizmet değil; aksine, dostluğun ve barışın yaşam alanını kısıtlayarak daraltmaktır sadece. Bu basit gerçeğin farkına varılmalıdır!

Çare, bize ulaşmış olan “ALLAH İLMİ”ni değerlendirerek, barış, dostluk, saygı, sevgi gibi insani değerlerin yaşam alanına yönelmek ve

241

Page 236: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

kaynakları bu ilmin yayılması yolunda değerlendirmektir!

Açıkçası, bugüne dek yapılanın tam zıddını yaparak, şiddete bulaşmış olana şiddetle karşılık vererek çözüm aramak yerine, şiddete bulaşmamış olanların yaşatılabilmesi ve ilim alanlarının genişletilebilmesi için Hakikat Bilgisinin mümkün olduğunca yayılması amaç edinilmeli, eldeki kaynaklar herşeyden önce bu yönde değerlendirilmelidir.

16.09.2001

242

Page 237: Gizli Gulsen

▪ 95

~En Büyük Lütuf~

LLAH” ismiyle işaret edilen Hakikati Rasûlullah aleyhisselâm’ın bildirdiği şekilde kabul eden hiçbir insan bir

başkasına zarar veremez! Çünkü “ALLAH”ı bilen, insanlardan bir takım beklentileri olan ve yapılanlar karşılığında mükâfat dağıtacak bir tanrının varolmadığını bilir ve ona göre yaşar! Dünyanın en barbar kişisine dahi “ALLAH ismiyle işaret edilen Hakikatin” ne olduğunu açıklayabilir ve idrak etmesini sağlayabilirseniz, eğer imanı varsa, ondaki tüm kötü düşünceler tuzun suda eridiği gibi kaybolur, gider! Bunun gerçekleşmemesi, iman eksikliğinin sonucu olabilir. Öte yandan, cehaletin yerini ilim almadığı sürece, kişiler ortadan kaldırılsa dahi, zarar verici “anlayış” biçimleri her dem yaşamaya devam eder...

“A

Hakikat İLMİni yaymak suretiyle “insan”ca yaşam alanlarının genişletilmesi, önce cehaletten doğan negatif alanların daralması ve sonra da ilmin gelebildiği ölçüde, nefretin yerini sevginin, kavganın yerini hoşgörünün, düşmanlığın yerini dostluğun almasıyla sonuçlanır ve nihayetinde cehaletten doğan olumsuzlukların yaşam sahası

243

Page 238: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

minimuma iner.

Elimizde tek bir çare vardır: Bütün önyargı ve şartlanmaları bir yana bırakıp, Modern Bilimin verileri ışığında “ALLAH” ismiyle işaret edilen Hakikatin ne olduğu bilgisini yaymak! Bu da, “ALLAH” ismiyle işaret edilen Hakikatin evvelâ ne olduğunu öğrenmek, anlamak ve sonra bu bilince ermenin gereği olarak, en yakın çevremizden başlamak üzere bunu anlatmak, öğrendiklerimizi paylaşmak ve insanların gaflet ve yanılgılardan kurtulmalarına yardımcı olmakla mümkündür...

Dünyanın içinde bulunduğu hali değerlendirebilen ve insanlığın selâmete çıkmasını isteyen herkese, nerede ve hangi geçmişe sahip olurlarsa olsunlar, ellerinden gelebildiği kadar “Hazreti Muhammed’in Açıkladığı ALLAH” isimli kitabı yaymalarını ve geniş kitlelerin bu mânâyı farketmelerine vesile olmalarını öneririm. Değerlendirilebilirse, bu, günümüzde insanlığa bahşedilmiş en büyük lûtufdur.

16.09.2001

244

Page 239: Gizli Gulsen

▪ 96

~Dostluğun Gereği~

ilelim ki, İLİM, cehaletle asla çatışmaz! Cehaletle çatışan yine cehalettir, cehaletin bir başka türü olarak!

“İnsan”lığın her devirde en büyük düşmanı, “cehalet” olmuştur! Cehalet, insanın kendi hakikatine karşı körlüğünden doğar! Bireyler ve toplumlar kör bilinçli kaldığı sürece, bu “insan”lık düşmanının birer organı ve azası fonksiyonunu görürler ve sadece “zulme” hizmet ederler! İLMİN gereği ise, düşmanlığa veya çatışmaya dahil olmadan, paylaşım, vericilik, sevgi ve hizmet yoluyla İLMİN alanını sürekli genişletmek ve bu sayede cehalet ve zulmün yaşam alanını elden geldiğince daraltmaktır!

B

Bunun gerçekleşebilmesi için önemli olan, inanç ve iyi niyettir. Gayemiz kötülüğe ve düşmanlığa aynı yöntemle karşılık vererek bunları yaygınlaştırmak değilse ve bu yöntemin çözüm getiremeyeceğinin farkına varabiliyorsak, o halde en kısa sürede elimizdeki imkânları paylaşım ve hizmet yoluyla ilmin ve dostluğun yayılması yönünde kullanalım! İçinde yaşadığımız “sistemin gerçeklerinin” ve bu

245

Page 240: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

sistemde “insanın varoluş gayesinin” farkedilebilmesi için, “Hazreti Muhammed’in Açıkladığı ALLAH” ilminin ve “Dinin Temel Gerçekleri” bilgisinin daha geniş kitlelere ulaşabilmesi için kaynaklarımızı değerlendirelim! Zira, bilgi ne kadar geniş kitlelere yayılabilirse, yanlış algılamaların ve cehaletin hükmettiği alanlar o düzeyde daralacaktır.

Değerli düşünür Dr. Wayne Dyer’ın yaptığı hesaplamalara göre, günümüzde dünya üzerinde savaş için yapılan harcamalar ile açlık ve sefalet sebebiyle yaşamını yitiren insanların sayısı biraraya getirildiğinde, geçen her on dakikada bir, büyük bir yolcu uçağının 450 yolcusuyla birlikte yere çakılmasına eşdeğer bir bilanço ortaya çıkmaktadır!.

Oysa, kaynaklar doğru değerlendirildiğinde, dahası savaş harcamalarının belki trilyonlarda biri, çağdaş bilimler eşliğinde Hakikat ilminin yayılması yolunda değerlendirildiği vakit, “cehalet” ve “düşmanlık” denen şey en büyük darbeyi yiyecek ve insanlığa yepyeni ufuklar açılacaktır... Kafa keserek yeryüzünden kimse cehaleti ve zulmü kaldıramaz! Ancak, bilmeyene, yukarıda insanlara mükâfat dağıtacak bir tanrının varolmadığını anlatabilirseniz ve “ALLAH” isminin, insanların şartlanmalarına göre hayal ettikleri ötemizdeki bir tanrıya verilmiş bir isim olmadığını; sınırsız – sonsuz, varlığın ve her şeyin aslı – özü olan, iman edilmesi ve yaşam boyu bilincinde yaşanması gereken, Evrensel Bütünlüğe ve “Tek”liğe işaret ettiğini” ve yaşam sisteminin ancak bu mânâya

246

Page 241: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

iman edilmesi sayesinde okunabileceğini açıklayabilirseniz, akıl sahibi her kişinin yaşama ve kendine bakışı da tamamen değişecektir.

İnsanların dikkatlerini başka noktalara çekerek, bu bilgiden mahrum şekilde yaşamlarını tüketmelerine seyirci kalıp onlara dostluk ve iyilik etmiş olmuyoruz! Daha da önemlisi, belli bir süre kaldığımız şu dünya yaşamını paylaşan bilinç yapılar olarak dünyamızda yaşanan hiçbir şeyden bağımsız değiliz! Yaşanan herşeye yakından veya uzaktan katılımcıyız, sadece seyrediyor olduğumuz vakitte dahi! İç dünyamızda, bilinçlerimizde, ilimle biz huzuru bulamadığımız sürece, bu yapıdaki bilinçlerimizin üreteceği, beyinlerimizin yayacağı düşüncelerin neticelerini yaşamaktan kurtulamayacağız. Mutlak mânâda “huzura ermek”, “ALLAH huzuruna ermek” demektir, ki bu da “Hazreti Muhammed’in Açıkladığı ALLAH”ı öğrenmek ve bilmek ve hakikatte, zaten her an “ALLAH” huzurunda olduğunu farkedememe cehaletinden kurtulmakla mümkündür!. Huzurda olan sadece, ALLAH’ı bilendir. Bilmeyen, gökteki tanrısına ulaşma hayaliyle tükenendir.

Temel prensibimiz şudur: “KOLAYLAŞTIRIN, zorlaştırmayın; SEVDİRİN, nefret ettirmeyin!”

Ve bunlarla birlikte yine hiç akıldan çıkarmayalım ki, ALLAH takdiri her an yürürlüktedir; dilenenler mutlaka yerine gelecektir! Düşman arayan sonunda kavga ve

247

Page 242: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

savaşa, selâmeti arayan ise sonunda DİN’in Hakikatine erecektir.

İSLÂM’ı doğru değerlendirebilmenin ve selâmete ermenin yegâne yolu, yaşam sisteminin varedicisi olan ve “ALLAH” ismiyle işaret edilen mânânın ne olduğunu öğrenmek, kabul etmek, anlamak ve DİN hükümlerini “Allah isminin işaret ettiği mânâ” ışığında değerlendirmekten geçer...

Allah, bu yolda hizmet verenlerin yardımcısı olsun...

15.09.2001

248

Page 243: Gizli Gulsen

▪ 97

~Sevgiden “Yana” Ol, Nefrete “Karşı” Değil~

“Düşmanınızı sevin!” —Hazreti İsa aleyhisselâm

esler durduğunda nasıl ki zeminde sessizlik hâkimse, çatışmanın olmadığı yerde de aslında özde barış hâkimdir, ki bu barış

ÖZE, selâmete erme diye bilinir. S

“Müslüman,” kelime olarak ta “selâmı yaşayan”, “barıştan, selâmetten” yana olan anlamınadır.

İnsan, ancak “Allah ismiyle işret edilen Hakikatinin” bilincinde olabildiği sürece selâmet bulur.

“ALLAH” ismiyle işaret edilenin bilincinde yaşamın gereği, şerre dahi olsa “karşı” gelmek değil, “hayırdan yana” olabilmektir. Sözkonusu barışın kendisi bile olsa, “şiddete karşı” olmak değil, “barıştan yana” olabilmektir. Nefrete”karşı” olmak değil, “sevgiden yana” olabilmektir.

İkisi arasındaki fark şudur:

Karşı olduğunuz herşeyle —her ne olursa

249

Page 244: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

olsun—, dışarda olduğu kadar iç dünyanızda da mücadele içerisindesiniz, demektir. Karşı olduğunuz şeyi alt edebilmek için güce ihtiyaç duyarsınız ve bu yolla beyniniz çevrenize karşıtlık düşünceleri yayar. Bu ise, “ayrılık” anlayışını besler, güçlendirir, bireysellikte kökleşmeye sebep olur. Karşıt düşünceleriniz zihninizi işgal ettiği sürece de beyniniz onun dışındaki yönelimlere ve yeni açılımlara kapalı kalır.

Karşısında değil, yanında olduğumuz şey için ise, iç dünyamızda uyum, barış ve en önemlisi “birlik” içerisinde oluruz. Yani “birlik, bütünlüğe” yönelimimiz artar ve beyinde de bu yönde açılımlar olur. Herşeyle birlik - bütünlük hissederek yaşamak, kişiye manevi güç kazandırır. Bu halde kişi, iç dünyasına, özündeki huzura yönelmiş olur.

Karşısında olduğunuz şey “şiddet” dahi olsa, karşı olduğunuzda, “karşıtlık düşünceleriniz ve karşıt davranışlarınızla” hâlâ dış dünyanıza yöneliksiniz ve hâlâ sorunun bir parçasısınız!

Selâmetten, barıştan yana olduğunuzda ise, dış dünyayla irtibatınız, sadece “vericilik, hizmet, sevgi, yardım” gibi davranışlar şeklinde olur ve çözüm üretmiş olursunuz!

Yutulması zor lokmadır bu! Ehil olmayanın boğazında kalır!.. İsa aleyhisselâmın “Bir yanağınıza vurulduğunda, siz de ötekini dönün” dediği rivayet edilir... Nefrete karşı durmak varken, rızadan, barıştan yana kalmak, er kişi işidir; her kişi değil!..

250

Page 245: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

“Barıştan yana olmanın en güzel yolu”, çevremizin “Allah bilincine” ermesine vesile olacak şekilde ilmin yayılmasına hizmet etmektir!.

Allah kolaylaştıra!

15.09.2001

251

Page 246: Gizli Gulsen

▪ 98

~Soğan Cücüğü Gözlüler~

aranlıkta kalmışlıklarını farkedemeyip, aydınlığa erdiklerini zannederek tartışan “sistemli düşünce yoksunlarını”,

Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi, “soğan cücüğü gözlüler” diye tarif eder, Amak-ı Hayâl isimli eserinde... İçinde bulundukları hâl tam mânâsıyla “gurur ve cehaletin karanlığı” iken, aydınlıkta oldukları zannı ve iddiası ile ahkâm kesmeyi sürdürenler için, “Hakikati görmekte bunların gözleri arpacık soğanı kıymet ve nisbetindedir” der...

K

İslâm Dini’ni “materyalist müslümanlıkla” çözdüğünü zanneden, “maneviyat gözü” kapalı, dinden görüntülere bürünmüş mukallitler her devirde var olmuştur ve olacaklardır...

“MECAZI”, Hakikat zanneden; Hakikati “mecaza” sığdırmaya çalışan, din taklitçileri...

“ALLAH”ın AHAD oluşunu kabul etmedikleri veya anlayamadıkları için, balın kavanozunu yalayıp, balı tatdıklarını zannedenler...

DİN İLMİNİN, AHAD olan ALLAH’ı özünde bilip, Aslın, Orjinin ve HER ZERREDE, HER

252

Page 247: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

AN HER ŞEYİN VAREDENİ olarak yaşama ilmi olduğunu göremeyip, tanrının insanları zevklendirmek veya cezalandırmak için kafasına göre yolladığı emirler gibi tanıtan din pazarlamacıları...

NİYE ve NEDEN sorgulaması oluşmaz beyinlerinde... “Semadan inzal” olmayı, Gökten aşağı inme gibi algılarlar... “Semanın katlarına urûcu”, göğe yukarı yükselmek diye algılarlar... Onun için, ismine “Allah” deseler de, tanrılarını da yukarda “arş”a oturturlar...

“Cennet” kelimesinin bir mekânın ismi değil, meleki “boyutlara” işaret eden bir mecaz olduğunu farkedemezler. “Cennette” diye anlatılanların, birer algısal sembol olduğunu, “ardındaki mânânın” hissedilebilmesine yönelik benzetme yollu işaretler olduğunu düşünemezler.

Yüzyıllar önce meleklerin cinsiyetini tartışanlarla alay ederler; ama bugünde “cennetteki erkekler ve dişilerden” bahsederler... Yaş ve cinsiyet gibi kavramların beden ötesinde hükmünü yitireceğini göremezler...

Kur’an’da bildirilen, “erkeğe karı, kadına koca” değil, insana, karşısında birebir (beraber) algıladığı suret olan “eşi” ile birlikteliği yaşayabilme nimetidir... Nitekim Adem’in cennetinde hitab: “Ya Adem, sen ve EŞin şu cennette iskan edin” deniyor. Kuran’da cennetlikler için “zevc”=“EŞ” tabiri geçiyor, “onlara tertemiz EŞLER vardır” diye... Eşinin imanını paylaşmıyorsa, onlara işaret ederken

253

Page 248: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

“Nuh’un karısı”, “Lût’un karısı” gibi ibareler kullanılıyor. Yani, cennet denen yaşam boyutunda her insan için EŞLER sözkonusu. Beden ve beş duyu ötesini değerlendiremeyen beyinler; ALLAH’ın AHAD oluşunun ve Hakikatin cüzlere bölünmemiş, ayrılmamış oluşunun ne mânâya geldiğini, başını ne yana çevirirse gördüğü surette hakikati olan ALLAH’ı sevmenin, onunla “bir”liği yaşamanın, onunla bedensiz “bir”leşmenin nasıl birşey olduğunu, ve bunların neden birer cennet nimeti olduğunu bilemez, hissedemezler!

Ahıreti, bilincin madde beden ötesi yaşam boyutu olarak ve kendini beden ötesi bilinç varlık olarak algılayabilenler için tavsiyem şu: DİN’de her konunun, ALLAH ismiyle işaret edilen mânâ ışığında çözümü ve değerlendirmesi vardır. Hakikatte DİN’in tüm hükümleri, bu mânânın bilinmesi ve gereğinin yaşanmasına yöneliktir. Saptırmacalardan korunmak istiyorsanız, DİN’in konu edildiği yerde, en başta DİN’in temeli olan ve “ALLAH” ismiyle işaret edilen Hakikatin ne olduğunun ne kadar farkında olunduğuna bakın! DİN diye tartışılan, Sınırsız, sonsuz ve TEK olması dolayısıyla, benzetilecek veya eş tutulabilecek kendinden başka hiçbir şey olmayan, AHAD olan ALLAH’ın yürürlükteki EVRENSEL SİSTEMİ mi? Yoksa, insanları terbiye etmek veya sınamak için, ötelerdeki, herşeyden ayrı bir tanrının yukardan dünya üzerine indirmiş(!) olduğu emirler mi!?... DİN’i insanlığa bildiren; her şeyin, her an varedeni, ÖZ’ü ve Hakikati olan ALLAH’ın, evrenimizde

254

Page 249: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

yürürlükte olan SİSTEMİNİ boyutsal derinlikleriyle “OKU” mak suretiyle ifadeye, dile getiren Allah KULU ve Rasûlü bir Nebi mi? Yoksa, sanki göğün katlarıyla dünya arasında mekik dokuyan süper kanatlı bir peri vasıtasıyla, yukardan kendisine yollanan özel ulak sürpriz fermanları(!) geldikçe alıp bir bir etrafına okuyan, bu arada da ne denmek istendiğini anlamaya çalışan, ancak yeterince netleştirememiş postacı(!) veya elçi(!) görevi üstlenmiş bir peygamber(!) mi?...

Eğer bunu değerlendirebilirsek görürüz ki, ortalıkta din diye tartışılan ve bulandırılan konular, algısal ve boyutsal derinliği farkedilmeden beş duyu sınırları içerisinde biryerlere oturtulmaya çalışılan, gerçekte işin MECAZ ve SEMBOLLERİDİR ve kendi Hakikatini tanıyabilme, kendini beden ötesi bilinç varlık olarak algılayabilme, ölümötesi denen bilinç boyutunun değerlerine yönelebilme gibi asli amaçlardan son derece uzaktır...

ALLAH ismiyle işaret edilenin ne olduğunu, Rasûlullah aleyhisselâmın bildirdiği anlamıyla öğrenmemiş olan mukallitlerin, adları ve ünvanları ne olursa olsun, bahsini ettikleri din, Allah Rasûlü’nün bildirdiği, ALLAH İNDİNDEKİ DİN değil, “halkın indindeki din” olan ve yukardaki(!) tanrının(!) emirleri(!) diye yerleşmiş Müslümanlık dini’dir. Çünkü; ALLAH ismiyle işaret edilenin ne olduğunu bilemeyenin, “ALLAH ismiyle işaret edilen Hakikat İNDİNDEKİ DİN’in” ne anlama geldiğini ve Dindeki anlatımların gerçekte neye işaret ettiğini TAHKİK EHLİ olarak bilmesi ve

255

Page 250: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

değerlendirmesi asla mümkün olmaz. Böylece, “KENDİNİ TANIMAKve YAŞAM SİSTEMİNİ OKUYABİLMEK” amaç olmaktan çıkar, ne yaparsam tanrının(!) sözünü tutmuş olurum, onu kızdırmam ve keyfime bakarım anlayışı ön plana geçer...

Tahkike dayanmayınca, o zaman cennettekilerin cinsiyeti de tartışılır, şeytanların renkleri de...

“... Şehirleri oldukça süslü bir şekilde inşa edilmiş olup, sanat kollarında da hayret edilecek ilerlemeler göstermişlerdi. Hele edebiyat, ilahiyat ve felsefeye son derece önem verilmekte olup, sayısız üniversitelerde meşhur alimleri, öğretmenleri bulunuyordu. Bir gün din üniversitesinin mezuniyet imtihanlarına gittim. Artık öğretmen ve öğrenciler sevinçten ne yapacaklarını şaşırmışlardı. İmtihan başladı. ‘Bibi’ adında zekâsı ile meşhur talebeleri âlemin yaratılışı hakkında şöyle bir ifadede bulundu:

“—Bundan seneler önce, ‘Tat’ adlı alimin sözüne göre onbeşbin sene önce Beyaz İfrit, altın semada, mor şeytanlarla beraber oturmaktaydı...”

Sözün burasında dinleyiciler içinden bir itiraz ve tenkit sesi duyuldu:

“—Üç bin senedir bu yanlış fikirde devam edip duruyorsunuz! Beyaz İfritin yanındaki şeytanlar mor değil, açık mavi idi.” dedi.

Üniversite başkanı:

256

Page 251: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

“—Efendi, şimdi imtihan sırasıdır, itiraz olamaz. Başka bir zaman sarı Şeytan Hazretlerinin karşısında alimlerimizle imtihan olabilirsiniz..” dedi.

Meğer, umumun fikrine aykırı bir takım yeni fikirler neşrine kalkıştığı için, hükûmetin zorlayıcı kuvveti ile susturulmuş “Tantan” adlı meşhur bir alim üniversiteye gelerek ... itiraz etmişti....Talebe yine konuşmaya devam etti:

“—Mor şeytanlar, beyaz İfrit’e son derece itaat ediyorlarsa da çok aptal şeyler olduğunudan Beyaz İfrit az çok zeki ve akıllı bir mahlûk ortaya koymaya niyet etti. Gökyüzünün süprüntüleri ile sekiz köşeli bir meydan yaptı. Fezaya tükürdü. Bir deniz meydana geldi. Meydanı denizin üstüne koydu. İşte bu bizim âlemimizdir.... Onun üzerine bir kazan yapıp âlemin üstüne astı. Bu kazanı tükrüğü ile doldurup nefesi ile kaynattı. âlem ısındı. Ondan sonra mor şeytanlardan bir ikisini yontarak küçülttü. Sonra delip içini şişirdi. Bunları ortalığa salıverdi. İşte bunlar da bizim atalarımızdır.”

Bunun üzerine itiraz eden alimin yine sesi duyuldu:

“—Kazan, kazan! Bir kazan patırtısıdır gidiyor. Ama, kazanın kaç kulpu vardır, kaç kolundan nereye asılıdır? Ne ile asılıdır? Bunu bileniniz, bu sırra ereniniz yok. Hey cahiller!”...

Sonunda her iki tarafta gürültü etmeğe başladı.... Ve haftaya kadar bütün meşhur alimlerin huzurunda fikirlerini arzetmeleri

257

Page 252: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

kararlaştırıldı...

Bir hafta sonra şehrin en büyük meydanında bir yüksek meclis kurulmuştu.... Âlimler ikiye ayrılmışlardı.... Birisi “Tantan”ın başkanlığında dini yenileyen ve irfan sahipleri topluluğuydu. Diğeri ise “Tonton” isimli fâkihlerin başkanının takımıydı.... Tonton dedi ki:

“—Ey Tantan! Binlerce yıllık araştırma, inceleme ve uğraşma neticesinde elde edilen ilmi sonuca gereksiz itiraz uygun değildir. Şimdi şarlatanlık sırası geçti, haydi bakalım, Sarı şeytan hazretleri huzurunda bize olan itirazını açıkla.”

Tantan cevap verdi:

“—Ey Tonton! Ben size her konuda karşı değilim ama siz gelişme ve ilerleme düşmanısınız. İncelemede bulunmuyorsunuz. Öğrendiklerinizi arttırmıyorsunuz. Meselâ, Beyaz İfrit’in yanındaki şeytana mor diyorsunuz.”

“—Öyle denilmiştir.”

“—Evet ama hatadır! Zira binlerce sene Beyaz İfrit’in huzurunda oturan şeytanların rengi aslen mor olsa bile onun nuru tesiriyle açılarak maviye dönüşmesi gerekmez mi? Ey Tonton insaf et!”

“—Olabilir, ama bu konuda bir delil yok!”

“—Nasıl yok? Ateşin karşısına katı bir cisim bıraksak sonunda yumuşuyor. Hatta bazı cisimler eriyor. Demek ki Mor Şeytan’ın rengi de şimdiye kadar mavi olmuştur.”

—Dedim ya, olabilir.”

258

Page 253: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

“—Âlemin üzerine asılan kazan sayesinde bize sıcaklık geldiğine inanıyorsunuz.”

“—Bize sema kazanından sıcaklık geldiği gece ve gündüzün sıcaklık farkıyla ve mevsimlerle sabittir.”

“—Peki, kaç kulpu vardır?..”

Bu önemli soruya Tonton cevap veremedi. Tantan dedi ki:

“—Sustunuz ha! İşte sizin bilemediğiniz bu en önemli şeyi ben keşfettim. O semanın büyük ve güçlü kazanının tastamam 768 buçuk kulpu vardır.” ....

Devamı “Amak-ı Hayâl’de”..

30.10.2001

259

Page 254: Gizli Gulsen

▪ 99

~Reddetme, Kabul Et, Ama Araştır~

slâm Dini, Kur’an-ı Kerim ve Rasûlullah aleyhisselâm’ın Hadislerinden ibarettir!

Asırlardan beri yapılan derin araştırmalar ve keşifler sonucunda “Kütübü sitte” ismiyle bilinen altı eser yanısıra, bir kaç Hadis Külliyatındaki hadislerin kesinlikle doğruluğu tespit edilmiş ve bu hadisler İslâm Dini’nin Hakikatini bize açıklayan Tasavvuf büyüklerimizin açıklamalarına temel teşkil etmişlerdir.

İ

Yaşam sistemini anlamak ve gereğini yaşayabilmek istiyorsanız, Kur’an’ı ve Allah Rasûlü’nün hadislerini okuyun; bunların çeşitli tefsirlerini ve yorumları görün, bilgi sahibi insanlarla sohbet edin, karşılıklı sorular sorun; ancak ayet ve hadislere ters düşen fikirlere asla itibar etmeyiniz!..

Ebû Hureyre radıya’llâhu anh’in naklettiği bir hadiste, Rasûlullah aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:

“Okunmakta olan hadîsimi koltuğuma yaslanmış olarak herhangi birinizin dinlemesini ve sonra da okuyana, “Sen hadîsi bırak, onun

260

Page 255: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

doğru veya yalan olduğunun anlaşılması için Kur’ân’dan bir şeyler oku” dediğini kat’iyyen bilmeyeyim!.. Söylenen o sözü ben söyledim!”

Rasûlullah aleyhisselâm, Kur’an’da bildirilen “O kendi hevasından konuşmaz” özelliği dolayısıyla, varlığın tüm gerçeklerini, yaşadığı devrin şartları, insanlarının anlayış ve ilmi çerçevesinde, çeşitli şekillerde —daha çok benzetmeler, mecazlar ve misaller yoluyla— insanlara bildirmiştir. Bu gerçekleri değerlendirip içindeki sırları çözebilmemiz, ancak ilmimizi geliştirebildiğimiz düzeyde gerçekleşebilecektir.

Bize düşen iş, öncelikle Rasûlullah aleyhisselâm’dan geleni olduğu gibi itirazsız kabul etmektir. Daha sonra, eğer anlamak istiyorsak, bu kabûl ettiğimiz şeyin, neden, nasıl olduğunu, araştırmaktır. Bulabilirsek, ne mutlu!.. Bulamazsak, bu defa o konuyu olduğu hâliyle kabul etmiş olarak araştırmamızı zamana bırakmalıyız. Çünkü; şâyet reddedersek, kendimizi ebedî olarak o konunun gerçeğinden ve o ilimden mahrum bırakmış oluruz!.

CİNLER, en büyük oyunlarını, hassasiyet kazanmış, alıcıları güçlenmiş olan beyin sahiplerine oynar ve kendilerini bir şey zannettirerek “inkârlarını” tahrik ederler. Dolayısıyla, onların belirli ayet ve hadislere dayanan dualardan ve çalışmalardan mahrum kalmalarına, onun yerine yersiz şüpheler içerisinde, işin felsefesiyle, boş hayallerle ömürlerini tüketmelerine sebep olurlar. Böylece o kişiler de beyinleri varken imanın gereğini

261

Page 256: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

yaşayamadan ve hiçbir gelişme elde edemeden ölümötesine güçsüz bir halde geçmiş olurlar.

Tüm bu bilgilere rağmen bazı dar çevrelerde hadis konusu üzerine sürdürülen tartışmalar nakledildiğinde, Aksaçlı Bilge’nin çevresindekilere şunu söylediğini işittim:

“İsa şöyle dedi” veya “İsa böyle yaptı” dan ibaret olan kitap, İncil adı altında kutsal kitap kabul ediliyorsa... O halde, aynı şartlarda oluşmuş olan “Hadisler” niçin kutsal kitap değil?..

Hazreti İsa’nın sözleri, yaptıkları “hadis” ise, niçin o yaptıkları ve söylediklerinden ibaret olan kitaba kutsal kitap deniyor ve dört kitaptan biri kabul ediliyor? Ve bu durumda aynı hükümde olan Hadisler niçin kutsal kitap değil?

Tanıdıgınız dinadamlarına ve şeyhlere sorun, araştırın bakalım:

İncil, “Kur’an-ı Kerim” gibi gelmiş bir kitap mıdır? Yoksa İsa aleyhisselâm’ın sözlerinin ve yaşamının derlenmişi midir?

Hazreti İsa’nın sözlerinin derlenmişi ise... O zaman, kutsal kitap değil, HADİS düzeyinde olmaz mı?

Hazreti İsa’nın sözlerinin derlenmişi “kutsal kitap” oluyorsa, o zaman Hazreti Muhammed’in sözleri ve yaşamı da (hadisleri) kutsal kitap hükmünde değil midir?...”

Onun için, anlayabilene, “İDRAKIN

262

Page 257: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

YÜCELİĞİNE EREMİYORSANIZ, BÂRİ İNKÂRIN BASİTLİĞİNDEN SIYRILINIZ” denmiştir.

Unutmayalım ki; şeytan onca bilgisine rağmen, idrâk edemediğini reddettiği için “İBLİS” oldu!

14.04.2002

263

Page 258: Gizli Gulsen

▪ 100

~Nebi ve Rasûl~

“Eğer bir Kur`an mealinde, “Allah” kelimesinin geçtiği yerde “TANRI” kelimesi kullanılmışsa;

“Rasûl” veya “Nebi” kelimesi orijinalinde mevcutken bunlar “peygamber” diye tercüme

edilmişse; kesinlikle biliniz ki, bu meal sizi Kur`an’da işaret edilen hakikatlara ve sırlara

erdirecek bir çeviri değildir!... RASÛL-NEBİ ile Peygamber farkını farketmeyenlerin,

GÖKTANRIdan haber getiren elçi anlamındaki “peygamber” anlayışları ile çevirdikleri KUR’ÂN

MEÂLLERİNİ okuyanlar, hep meâli yazanın kitabını okuyorlar; Kur’ân’ı değil!.”

⎯Ahmed Hulûsi

ur’an-ı Kerim’de işaret edilen sırlara ve gerçeklere erebilmek istiyorsak, onun her bir yerinde geçen değişik kelimelere,

kullanılış gayesine göre hakkettiği dikkati ve değeri vermek zorundayız!

Kİslâm Dini’ndeki bu inceliği anlayıp kabul eden

kişi, kulaktan dolma bilgilerle DİN’e yaklaşarak, Kur’an’ın getirdiği yenilikleri yok sayıp, hâlâ tarih öncesinden kalma yukardaki “tanrı”dan ve onun

264

Page 259: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

yerdeki “peygamber”inden söz etmez!

Kur’an’da açıklanan ve “ALLAH” ismiyle işaret edilen Hakikat, yukardaki bir TANRI olmadığı gibi;

Ne “RASÛL” kelimesiyle işaret edilen, ne de “NEBİ” kelimesiyle işaret edilen, yukarıdan(!) haber getiren bir “PEYGAMBER” veya kehanette bulunan anlamına bir PROPHET değildir.

“Canım ne farkeder? Ha Nebi, ha Rasûl, ha peygamber!” gibi lâflar edenler, kelime ve isimlerin değil, içerik ve kavramın önemli olduğunu kavrayamamış, Kur’an’ın orijinalliğini farkedememiş, bilgi ezberleyip, nakletmeyi “alim”lik zanneden şaşkınlar ve mukallitler olabilir ancak.

Ayrı, ayrı “Rasûl” ve “Nebi” kelimeleri yerine, her yerde topyekün “peygamber” tanımlamasını kullanmak, herşeyden önce, Kur’an’daki bu iki kelimenin işaret ettiği farklılığı yok saymak ve dolayısıyla değişik iki kavramla işaret edilen farklı gerçeklerin idrakinden yoksun kalmaktır.. Kur’an’da verilmek isteneni görememenin sonucu ise, Kur’an’ı ve DİN’i doğru değerlendirememektir..

Ayrıca, haber getirenin “postacılık” işlevine işaret eden “peygamber” kelimesi veya “peygamberlik” işlevi, asla Kur`an-ı Kerim’de kullanılan bir tanımlama değildir!

Kur’an’da, topluma dönük olarak, “nübüvvet” kapsamında yeralan işlevleri yerine getirene işaret edilirken “NEBİ”; “risalet” kapsamında

265

Page 260: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

yeralan işlevleri yerine getirene de “RASÛL” kelimesi ile işaret edilerek anlam ve işlev bakımından birbirinden farklı iki kavram kullanılmıştır!.

Nübüvvet dünya yaşamıyla ilgili ve Nebinin ahırete intikaliyle son bulan işlevdir. Oysa Risalet kıyamete kadar geçerlidir. Allah “Rasûl”ü ve “Nebi”si Muhammed Mustafa aleyhisselâm’ın kulluğuna ve sonsuz işlevi olan risaletine işaretledir ki, kelime-i şehadette “Eşhedüenne Muhammeden Abduhu ve Rasûluhu” deriz; “ve Nebiyyuhu” değil!

“İçeriklerine” ve dayandıkları “Hakikate” binaen, bu isim ve vasıfların orijinalinin dışında karşılıkları yoktur ve çevirilerde aynen muhafaza edilmeleri gereklidir.

Kur’an Meallerinde, bu kelimelere ve kavramlara sadık kalmak yerine başka yollara sapmak, insanları Kur’an’ın orijinal mesajından, işaret ettiği sırlar ve gerçeklerden perdeleyerek, altından kalkılamayacak bir vebale girmek olur ki bu duruma hiçbir inanan düşmek istemez.

İlim paylaşmak, insanların İSLÂM DİNİ’nin EVRENSEL HAKİKATİ’ne ermelerine yardımcı olmaktır; tarih öncesinden kalma göktanrı varsayımlarına ve peygamber şartlanmalarına taşımak değil!.

Bilgi ezberleyip, nakletmeyi “alim”lik zanneden şaşkınlar ve mukallitler yollarında devam etsinler! Ancak, nasibi olan kişi, bütün bunlar açıklandığı halde, Kur’an’daki “Rasûl” ve “Nebi”

266

Page 261: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

kelimelerini topyekün “peygamber” kelimesine indirgeyerek yuvarlamaz; böyle bir hatası varsa eğer, en kısa sürede bu gerçeği farketmeye yönelir ve gerekli düzenlemeleri yaparak hatasından döner!

26.04.2002

267

Page 262: Gizli Gulsen

▪ 101

~Rasûl’e İman, Allah’a İmandır~

Andolsun ki, onlara içlerinden bir Rasûl geldi de onu inkâr ettiler. Bunun üzerine, zulüm yaparlarken azap da onları yakalayıverdi.

⎯Ahmed Hulûsi

LLAH” ismiyle işaret edilen Hakikatin ne olduğunu farkederek, ALLAH’a İMAN ETMEK, aynı

zamanda, ALLAH ismiyle işaret edilen Hakikati bildiren Rasûlullah’ı İTİRAF etmek demektir.

“A ALLAH ismiyle işaret edilenin, varlıkta

mutlak mutasarrıf AHAD, yani “kendinden gayrı olmayan Sınırsız-Sonsuz Tek” olduğunu anlayarak, bu Hakikate iman eden, bu ilmin kaynağının Rasûlullah aleyhisselâm olduğu gerçeğini örtemez.

Bu gerçeğin farkında olmayan veya örtme gayreti içerisinde olan, henüz Rasûlullah aleyhisselâm tarafından açıklanan ve ALLAH ismiyle işaret edilen Hakikati, olduğu gibi kabul etmiş değildir ve henüz egosunun hayal dünyasındadır...

268

Page 263: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Rasûl’e iman eden, Rasûl’e imanından dolayı, Rasûl’ün bildirdiği ALLAH’a iman eder.

ALLAH’a iman eden, ALLAH’a imanından dolayı, ALLAH’ı bildiren Rasûlü’ne iman eder; varlıkta hiçbirşeyin yersiz olmadığını ve herşeyin Allah’ın dilemesiyle ve oluşturmasıyla yerine geldiğini farketmiş olarak...

ALLAH’ın TEK’liğini kabul eden, aynı zamanda mevcudattaki her birimin, varoluşu itibariyle Özündeki, kendisini var kılan, aslı olan ALLAH’a, her anda zaten “kul” olduğunun bilincine varır.

Bu bilinç, kişinin şehadetidir:

O vakit, şehadet eder ve der ki: “Bilincindeyim ki bir tanrı yoktur, sadece ALLAH vardır. Ve yine bilincindeyim ki, Muhammed, O’nun kulu ve O’nun Rasûlü’dür”.

Bu gerçeğin idrakı ve itirafı olmadan, EVRENSEL SİSTEM —İSLÂM— kabul edilmiş olmaz!

Bu gerçeği örten, hayalindeki tanrısı(!), hayalindeki peygamberi(!) ve hayalindeki dini(!) ile ömrünü tüketir, geçer gider dünyadan! Ne var ki, geçip gidemez dünyasından...

03.05.2002

269

Page 264: Gizli Gulsen

▪ 102

~Velâyet, Risalet, Nübüvvet Vardır;

‘Peygamberlik’ Yoktur~

asûl” ve “Nebi”ye inanmanın, bir “peygamber”e inanmaktan hangi farklı yönleri vardır?

Yukarda bir tanrı(!), onun peygamberi(!) ve onun yolladığı bir din(!) sözkonusu olmadığına göre; “nübüvvet” ve “risalet” varlığını nereden alır?

“R

Hazreti Muhammed aleyhisselâm ne yönüyle “Rasûl”dür, ne yönüyle “Nebi”dir?

Kur’an’da toplumla ilgili hangi işlevlere işaret edilirken “Nebi”, hangi işlevlere işaret edilirken “Rasûl” kelimesi kullanılmıştır?

Son Nebi ne demektir, son olmasının nedeni nedir?

“Nübüvvet” Hazreti Muhammed aleyhisselâm ile son bulduğuna göre, İsa aleyhisselâm’ın ahir zamanda zuhuru nasıl olacaktır?

Düşünen beyinler için bunlar önemli sorulardır ve yaşam sisteminin anlaşılabilmesi için bu kavramlar yerli yerine oturtulmalıdır...

270

Page 265: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Velayet içindeki üst sınıf olan risalet, insanlara hakikatlerini bildirme ve gereğini yaşamaya davet etme, yol gösterme işlevidir. Toplumsal yaşama yön vermekten ziyade, insanın kendini ve hakikatini tanımasına dönüktür.

Yeryüzündeki her toplulukta, çevresindekilere “tanrılara tapınmaktan uzak durmalarını ve ALLAH’a kulluk etmelerini” öğütleyen, ilim ve hikmet öğreten, sistemin seslenişini dillendiren Rasûl mutlaka bulunmuştur.. Risalet, hakikatte, aslı “ümmül kitap” olan, levh-i mahfuzda yazılı Kitabın, yani “KUR’AN’IN RUHU”nun OKU’nması ile yaşanan işlevdir. Bununla birlikte, velayet ve risalet dünyada örtülüdür, halkın yargılarıyla ölçülemez, dışardan bilinemezler.

Yaşam devam ettiği sürece kendini ve hakikatini tanıma ve bilme de devam edeceği için, risalet diye tanımlanan işlev de sonsuza dek devam eder. Kur’ân’da yeralan ve “risâlet” kemalâtından kaynaklanan bilgiler, sonsuza dek gündemini koruyan evrensel hükümlerdir...

Geçmişte yaşamış kimi “Rasûl”, yaşadığı devirde zâhiri itibariyle “nübüvvet” sahibi olmuş, kimi de olmamıştır. Fıtratı itibariyle, risalet sahibinden dünyada halka dönük yönüyle zuhur eden ve ahırete intikaliyle son bulan nübüvveti, madde ötesi ahıret yaşamının şartlarını bildirerek, toplumu o şartlara göre yaşamaya yönlendirme işlevidir.

Nebi, “risalet”inden aldığı kemalat ile Kur’an’ın RUHU’nu OKUR; ve “nübüvvet” kemalatı ile de yaşadığı günün ve toplumun şartları içerisinde bu

271

Page 266: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

RUH’un gerektirdiği yasaları toplumsal yaşama yön verici ifadeleriyle sunar.

Dolayısıyla, her Nebi’nin “risaleti” itibariyle OKU’duğu aynı ve tek EVRENSEL KİTAP’tır! Fark, içinde bulunulan zaman ve şartlara göre toplumsal yaşama yön verici olarak sunulan ifadelerindedir. “Risalet” kemalatı ile “OKU”nan KUR’ANIN RUHU’nun, günün ve çevrenin şartları içerisinde geçerli gereklerini ifade eden; toplumların davranışlarına yön veren, evlenme, miras, şahitlik gibi konularla ilgili olarak toplumsal yaşamı düzenleyici olan bilgiler ve hükümler “nübüvvet” kemalatındandır ve dünya yaşamı süresince bağlayıcıdır.

Demek ki Nebi, bir tanrıdan gelen emirleri insanlara bildiren değil; kendisine ayan olan Melek suretiyle OKUması sayesinde başlayan risalet’inin ardından, aslı ve özü olan ilahi Hakikatinin bahşettiği özellikleri ve güzellikleri ve bunların yaşanabilmesi için gerekli korunma tedbirlerini ve zorunlu çalışmaları, yaşam Sistemi’nin gerekleri olarak, büründüğü örtüsünün açılması suretiyle halka bildiren Rasûl’dür. Nebi, işlevi hasebiyle toplum tarafından bilinir, ancak inananı ve inanmayanı olur.

Nebi, toplum üzerinde otorite sahibidir, idare edicidir; iyi olanı emreder, kötü olanı yasaklar, aydınlatıcılık, şahitlik, uyarıcılık işleviyle yaşar, küfre karşı mücadele eder. İnanan halkın neredeyse tamamına yakını, Din’i bildiren zatın velayet ve risaletinden ziyade, bu yönleriyle

272

Page 267: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

tanınan nübüvvetine yönelik inanç sahibidir.

Nebi’nin getirdiği şeriat, yargıç bir tanrının o kişi aracılığıyla koyduğu kurallar değil; tıpkı Efendimiz’in Mi’râc hadisesiyle farz kılındığını belirttiği beş vakit Salât gibi, müjdelenen güzelliklerin yaşanabilmesine karşılık, Sistemin gereği olarak zahirde ortaya konan, yerine getirilmesi gerekli asgari çalışmalar, yaşam biçimi ve kurallarıdır ki, bunlar aslen hakikatin yaşanması ile bir bütündür.

Veli’nin Nübüvvetine ve Kur’an’ın lafzına iman kişiyi cehennem azabından korur ve cennet denen özüne ait güzelliklerin yaşam boyutuna erdirir. İnsanın, varedicisi olan ALLAH’a ermesi ise, Veli’nin Risaletine iman ve Kur’an’ın Ruhu’na vukuf ile mümkündür...

Hazreti Muhammed aleyhisselâm’ın Hatemün Nebi olması, yukardaki bir tanrının yeryüzündeki dinsel bir ünvana son vermesi değil; insanda, kulluk bilinciyle ulaşılabilecek nihai ilim ve müşahadenin tebliğ edilmiş olmasından ve ondan öteye bildirilecek bir hakikat olmayışındandır; ki o hakikat İhlas Suresi’nde yeralan “Huvallahu AHAD” ayetidir. “Sınırsızlık”tan ötesi sözkonusu edilemez, tefekkür edilemez!

İnsanın isimlendirebileceği nihai Hakikatı bildiren Allah Rasûlü Muhammed Mustafa aleyhisselâm’ın varisleri olan ve hadislerde her yüzyılda bir geleceği bildirilen zamanın Müceddid’leri, kendilerindeki velayet ve risalet kemalatıyla, bu Hakikati, içinde bulundukları günün ve toplumun şartlarında AÇIKLAR ve

273

Page 268: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

iman sahiplerini bu hakikati yaşamaya davet ederek, Din’i tecdid ederler.

Tasavvuf’ta “hatemül evliya” da denen son Müceddid, İnsan-ı Kâmil, “Mehdi” lakabıyla bilinen Allah Rasûlü’dür.

Nübüvvet son bulmuştur. Ahir zamanda yeryüzüne gökten bir peygamber gelmeyecektir! Ahir zamandaki Hazreti İsa aleyhisselâm’ın zuhuru Nebi olarak değil, Rasûl oluşu yönüyledir. Çünkü, nübüvvet, tebliğin bitimiyle devrinde son bulan, risalet ise sonsuza kadar devam eden işlevdir.

Kıyamet sonrası Mahşer gününde, halk, inancı ve algısı itibariyle nübüvvet sahibi hangi rasûl’e tâbi ise, onun sancağı altında toplanırlar.

Bunları araştırıp farketmek yerine, “peygamber” kelimesi ile farklı kavramlar harmanlanıp geçiştirildiğinde, tüm işaret edilen gerçekler örtülür ve bunların sonucu olan sırlar da kapalı kalır...

14.05.2002

274

Page 269: Gizli Gulsen

▪ 103

~Et Beyinliler~

zunca bir aradan sonra güneşin parlak ışıkları yeniden üzerimize vurmaya başladı.

Aksaçlı Bilge’nin, “Okyanus Ötesi”ndeki köyünden, okyanus berisindeki köyümüze teşrifi ile mevsim denk düşmüş; gülşenimizdeki goncalar coşmuş, güller en şımarık günlerini yaşamaya başlamıştı yine, her biri bir renkte açarak... Bahar tüm güzelliğiyle sarmıştı Olympos dağının eteklerini...

U

İkindiden sonra rengârenk bahçemizde güllerin ve karanfillerin hoş kokuları arasında gezindik bugün biraz, sohbet ettik, köylerimizden bahsettik.. Denizi, dağları ve günbatımını seyrettik birlikte. Hava kararıp ta doğa kendine dönünce, yıldızlar bir bir parlamaya başladı... Seyre koyulduk biz de onları, uzaklardan, sessizce!

Bir an düşüncemden geçenleri sıralamak isteğiyle söze girecek oldum ki, döndü ve ışıltılı tebesümüyle “yaklaş” dercesine gözlerimin içine bakarak; “okudum” dedi konuşmadan, “aklından geçenleri”! Ve sonra göğe yöneldi! Başımı

275

Page 270: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

kaldırıp ben de göğün karanlığında daldım yıldızlara ardından...

Usulca devam etti sözlerine:

“Mahlûk, bakıyor...

Uzayda dolaşan kitle!... Burçlar, diyor; yıldız, diyor; gezegen, diyor; uydu, diyor! Bunlar, cansız-şuursuz şeyler; diyor!

Mahlûk, bakıyor uzaydan Dünya’ya; kıpırdayan et parçaları, diyor! Et parçalarının içine bakıyor, “et beyinliler”, diyor!

Bilemiyor uzaydaki mahlûk, “et beyinli”lerin beyin içre dünyalarını!

Bilemiyor Dünya’daki mahlûk, yıldız ya da gezegen adı takılmış birimlerin “iç dünyaları”nı; “taş kafalı”lar diyor!

Mahlûk ne bilsin gördüğünün ardına geçmeyi!... O gördüğüyle kayıtlanıp buna göre yaşamak ve hüküm vermek için yaratılmış! Ötesine geçemez!. İster “taş kafalı”, ister “et beyinli”!

Mahlûk suretine bürünüp, herhangi bir “isim”le kendini etiketleyen ise seyreyler tüm mahlûkatı, canlı-şuurlu ve kendi dünyasında dünyalarıyla yaşayanlar olarak!.

Taş kafalılara göre, et beyinliler!... Et beyinlilere göre, taş kafalılar!...

“Taş kafa” ya da “et beyinli”lerde sayısız hünerlerini seyreyleyen, onların değer yargılarından da beri olan!…”

276

Page 271: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Zordu bütün bunları kavrayabilmek bir anda! Kendi kendimi sorgulamadan edemedim o an:

“Tanı kendini, hangisisin?.. Cansız ve şuursuzların olmadığı bir evreni seyreyleyen mi; kendi gibilerini canlı-şuurlu kabul edip, kendi gibi olmayanları cansız-şuursuz sayanlardan mısın?

“Cansız ve şuursuz hiçbir şey yok” diyebiliyorsan, bunun sonuçlarını da düşünebilecek kadar kapasitesi olan “et beyinli” misin?..”

31.05.2002

277

Page 272: Gizli Gulsen

▪ 104

~Semâyı Gök, Göğü de Yer Sanma~

“Bilemiyor Dünya’daki mahlûk, yıldız ya da gezegen adı takılmış birimlerin “iç dünyaları”nı;

“taş kafalı”lar diyor!” —GİZ’li Gülşen, 104

u sırrın anlaşılması ve kabul edilmesi son derece güç! Çünkü, herşeyi beş duyu ile kayıtlayan birimlerin, “mekânsal”ın ötesini

farkedemeyenlerin, bu ilme erişmeleri mümkün değildir. Sen de ister bunu böyle kabul et, istersen, bu da bir fikir de, bir kenara koy! Zira, göreceksin ki “fiziksel” veya “mekân” dediğin şey gerçekte hiç var olmamış, sadece boyutsal olan, algılamana hitap eder hale gelmiştir.

B

Normal olarak insanlar, kendi bedenlerini ve bu bedenle yaşadıkları çevreyi, aralarında belli mesafeler olan nesnelerden meydana gelmiş bir yapı şeklinde algılarlar ve öyle kabul ederler. Bu nesneler, görülen, dokunulan, ağırlığı, kütlesi hissedilir şeylerdir. Bu ortam, insanın dünyasıdır ve yerkürenin neresine gidersek gidelim, bu böyledir; varolan şeylere dokunuruz, görürüz, onların kütlesel özelliklerini ölçebiliriz.

278

Page 273: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Dünyayı algılayışımız ve varlığı tanımlayışımız böyle olunca, yani böylesi bir “yer” ve “gök” kabulüne girdiğimizden, bu algıladığımız yapıya göre de bir düşünce sistemi oluşur bizde! Ne var ki, bununla birlikte yanılgıya da kapı açılır:

Dokunduğumuz dünyayı, fiziksel nesnelerden ibaret bir mekân olarak kabul ettiğimizden, burdan yola çıkarak, “evren” diye kasdettiğimiz yapıyı da gözle görülür, elle tutulur, ağırlığı, kütlesi ve benzer fiziksel özellikleri olan bir nesneler topluluğu gibi tanımlamaya başlarız. Çünkü, bu hükme varan bilincimiz dünyanın şartlarına göre oluşmuş bir bilinçtir ve onu dünyanın özellikleriyle, dünyasal değerlerle giydirmiş, kayıtlamışızdır.. Tereddütsüz biçimde, bu dokunduğumuz “dünyamızda” tesbit ettiğimiz fiziksel özellikleri, algılanan yapıların “asli - değişmez özellikleri” gibi benimser, farklılığa rastlarsak, bunu, o farklılığın ortaya çıktığı ortamdaki eksikliğe bağlarız. “Madem ki dünya elle tutulan, gözle görülen, ağırlığı olan nesnelerden ibaret bir mekândır, o halde, evren de böylesi görülen, dokunulan mekânların topluluğudur”, deriz… Ne var ki işin aslı böyle değildir!

İnsanın bilinci, beynin algıladığı yapıya karşılık olan, beynin eseri olan bir bilinçtir.

Aslolan ve “evren” denen yapı ise, algılanmaya açık, aslen sınırsız boyutları olan bir mânâ yapıdır; ve bu mânâ yapıda mekânsal değil, boyutsal derinlikler sözkonusudur. Bedenimiz ve dünyamızı maddi ve mekansal yapılar olarak

279

Page 274: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

algılamamız sebebiyle, dünyadan uzaklaşsak bile ulaşacağımız her yapının da aynen buradaki gibi maddi ve her ortamın da mekânsal olacağına inanırız. Halbuki, görebildiğimiz evren mekânsal değil, boyutsal bir yapıdır. Mekân ve madde diye tanımladığımız yapılar, EVREN’e ait değil, kendi bilincimize ait değerlerdir ve bunlar dünyanın şartlarında bu özelliklerden oluşmuşlardır.

Bizim dünyadan uzaklaşma, yükselme diye düşünüp, hayal ettiğimiz olay ise, gerçekte mekânsal bir seyahat değil, boyutsal bir seyirdir. Yani, ne “gökler”, dokunduğumuz dünya gibi maddi mekânlardır, ne de “oralardaki” nesneler, taş kafalı nesnelerdir. Dahası, “yer” ve “nesne” diye bilinen “fiziksel” özellikler, o nesnelere ait olmayan, sadece dünyamızda geçerli olan, kıyas yollu varlığına hüküm verdiğimiz özelliklerdir. “Oralar” ise bambaşka boyutsal mânâ derinlikleridir ve oraların da dünyamızdan çok farklı kendilerine has boyutlarda ve özelliklerde algılanması sözkonusudur.

Bu farklılığa en iyi örnek, kendi güneş sistemimizdedir. İnsanoğlu, dünyanın binlerce kilometre uzağındaki uydusu Ay’a gidebildi.. Farklılık derhal kendini gösterdi: Ağırlık, kütle, hız gibi kavramlar farklılaştı, ortam ve nesnelerin özellikleri çok değişik bir hal aldı. Ancak insanoğlu, aslında boyutsal olarak algılanan bu değişikliği, hâlâ dünyasal değerler olan “ağırlık”, “havasızlık”, “yerçekimi” gibi özellikler ile ifade etmeye çalıştı. Sanki dünyada rastlanan ve ölçülen fiziksel özellikleri “mutlak özelliler”miş gibi alıp, örneğin, aslında bu nesne 10

280

Page 275: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

kilogramdır da, oradaki eksiklikten dolayı 4 kilo geldi, dendi. Oysa, ağırlık o nesneye ait değil, o ortamdaki algılanma özelliğinin eseridir.

Buna rağmen hâla, dünyada olduğu için evrenin her yerinde de ağırlık, hacim, kütle gibi elle tutulur, gözle görülür özellikler ve hatta burdakiler gibi canlılar arayışı içerisindeyiz. Oysa, buradan yola çıkarak gökte çok daha uzak yıldızlar ve gezegenleri düşünüp anlamaya çalışırsak, göreceğiz ki, “uzaktaki yerler” diye kabul ettiğimiz “oralar”, aslında son derece farklı özelliklerin algılandığı, yepyeni boyutlar, yepyeni algılayış biçimleri, “yepyeni bilinç dünyaları”dır.

Buradan algılayabildiğimiz her gezegen, her yıldız, her galaksi, yani “GÖKLERDEKİ(!)” her bir yapı, apayrı algılayış ortamları ve apayrı bilinç boyutlarıdır! Buradan varlığına hüküm verdiğimiz göksel varlıkların ötesinde öyle boyutlar ve ortamlar sözkonusudur ki, bunların varlığını dünyasal değerlerimizle tesbit etmemize imkân yoktur. Ne ağırlık, ne kütle, ne mesafe, ne zaman, ne de buradaki “fiziksel” özelliklerin hiçbiri geçerli değildir oralarda(!).. Hatta, bunun ötesinde, bildiğimiz türde ne maddi ve ne ışınsal yapısı olmayan, sırf bilinç kitleleri sözkonusudur. Oralardan dünyaya inildikçe —ki bu iniş her nasılsa, ehli bilir—, şu anki değerlerimize göre boyutsal olan özellikler, neticede mekânsal ve fiziksel özellikler olarak şekillenmeye başlar ki orası da “dünyamız” olur. Bilmem anlatabildim mi?..

281

Page 276: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

Onun için kafanı kaldırdığında baktığın SEMA’yı iyi anla! Üstündekini GÖK sanma! Gördüğün o yıldızları, burçları, üstünde gezip tozabileceğin taş kafalı maddi kütleler olarak değil, bambaşka anlam kitleleri, bambaşka boyutlar olarak değerlendirmeye çalış! O yepyeni boyutlara varmak için de, mekânsal seyahatler değil, boyutsal seyirler gerektiğini bil! O boyutlara urucunu sağlayacak bineğin de BİLİNCİN’dir, ki unutma, o da uzakta değil, sende!

SEMANIN KRALLIĞINA ERMEK İSE GAYEN, ÖZÜNE DÖNMEK VE BİLİNCİNİ TANIMAKTAN BAŞKA YOLUN YOK!

2.05.1991

282

Page 277: Gizli Gulsen

▪ 105

~”Sünnet”in RÛHU~

asûlullah’ı severiz; O’nun sünnetini de severiz… Ancak, O’nu ve sünnetini ne kadar ve ne derece doğru

değerlendirebilmekteyiz, acaba bunu sorguladık mı hiç?..

R Aksaçlı Bilge’m Ahmed Hulûsi’nin, bizi

“Sünnetin Ruhu”na yönlendiren ve dahi “Rasûlullah’ın sünneti” konusunda asıl anlaşılması gerekenin de bu ruh olduğunu düşündüren birkaç sözünü, hatırımda kaldığı kadarıyla siz düşünen dostlarla paylaşmak istedim Gülşenimizde…

Halimizi, içinde bulduğumuz zamanın ötesinden ışıldayan bakışlarıyla, şöyle sorguluyordu, Aksaçlı Bilge…

“Düşünün bakalım!…

Hazreti Muhammed aleyhisselâm bundan 1400 küsur sene evvel, içinde bulunduğu toplumun yaşam biçimine, giyim-kuşamına, saçına-sakalına uygun mu yaşıyordu; yoksa, onların giyim-kuşamlarına karşı çıkıp, onlardan tamamiyle farklı bir şekilde mi giyiniyordu?

283

Page 278: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

Biliyoruz ki, Hazreti Muhammed aleyhisselâm’ın geldiği toplum putperest bir topluluktu; ve o topluluktaki bireyler putlara tapınmaktaydılar. Hatta o devirde, Kâbe’nin içerisinde 360 ayrı put vardı ve o topluluk bu putlara tapınarak yaşamaktaydılar birer putperest olarak... 8-10 hanif hariç…

Hazreti Rasûlullah aleyhisselâm da, içinde bulunduğu o putperest topluluğun giyindiği gibi sarık, cüppe, entari giyinip, onlar gibi sakal bırakmış, onlar gibi yiyip içmiştir…

Peki, Nübüvvetinden önce o topluluğun bireyleri gibi entari, sarık giyinmiş, kuşanmış da; Risaletin gelmesinden sonra kendi giyim-kuşamında bir değişiklik yapmış mıdır?... Yoksa aynen öncesindeki gibi içinde bulunduğu toplumun giyim kuşamına uygun şekilde mi giyimine devam etmiştir?…

Risaletinden sonra da giyim kuşamında bir değişiklik yapmayıp; önceden oldugu gibi, yaşamı boyunca içinde bulunduğu toplumun giyim kuşamına uygun hareket etmiştir…

O halde, Hazreti Muhammed aleyhisselâm bu konuda yeni bir giyim kuralı getirmemiş, bu konu önemli olmadıgı için putperestlerin sünnetini yerine getirmiştir… Yani, Hazreti Muhammed aleyhisselâm yaşadığı devirde, içinde bulunduğu putperest topluluğun giyim-kuşam sünnetine göre hareket etmiştir…

Eğer Hazreti Rasûlullah, o süreçte, yaşadığı toplumun giyim kuşamına uymayıp ta, onlara

284

Page 279: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

karşı çıkıp, mesela şort giyse idi, o zaman, o karşı çıkıp ta değiştirdiği tarz kendine ait bir sünnet olurdu! Oysa, putperest topluma bu konuda karşı çıkmayıp, onların benimsemiş olduğu kurallara uygun hareket etmiştir…

Demek ki bugün, 1400 sene öncesinin kılık-kıyafetine bağlı kalmak, Hazreti Muhammed aleyhisselâm’ın değil, O’nun karşı çıkmadığı putperestlerin sünnetini yerine getirmek olur… Rasûlullah’ın kendine özgü sünnetine uymak degil!

Bundan da çıkan sonuç şudur:

Kur’an-ı Kerim’in hükümlerine ters düşmeyen konularda, içinde bulunduğun toplumun sünnetine uygun hareket etmek, “sünnet”e uygun olan davranıştır. “Sünnetin RUHU”nu anlayabilir ve değerlendirebilir isen eğer…

Dahası, şunu da düşünün!…

“Rasûlullah”, yani “Allah Rasûlü” diyoruz. “Allah’tan aldığını irsal eden”…

“Allah Rasûlü’nün sünneti” ise ancak “Allah sünneti” olur!

Allah sünnetininin ne oldugunu açıklayan Kur’an’daki hüküm ise şudur:

“Ve len tecide lisünnetallahi tebdilâ —Allah sünnetinde asla değişiklik olmaz” ayetidir…

İşte o “değişmeyen sünnet”, Rasûlullah’ın da gerçek sünnetidir....”

12.07.2002

285

Page 280: Gizli Gulsen

▪ 106

~Ego~

go, Latince “ben” demektir, ve “ben”inin her ne olduğunu düşünüyorsan, o “ego”ndur. Eğer, bunda bir sınır olması

gerek ve o sınırın ötesinde ne düşünüyorsam o olmalıyım, diyorsan, bil ki orada egon işbaşında!..

EEgonun tarifi bu kadar yalın, ancak arınılması

da bu derece zordur!..

Bu açıklamayla bir bütün olarak ele alındığında, ego, “kendini tanıma” yolunda engellerin en büyüğüdür. Çünkü “ben”inin her ne olduğunu zannediyorsan, Hakikatte, o değilsin! Onların istisnasız hepsi, egonun yanlış yönlendirmeleridir.

Ego saptırmacalarının en büyüğü, kişinin, hakikatini farkettiğini düşünerek, “tanrı içimizdedir” deyip, sonra da kendisini herşeyin üstünde o “tanrı” veya o tanrının “parçası”(!) zannetmesidir!

“Tanrı olmak”, “tanrıyla bütünleşmek”, “tanrıya erişmek” gibi hayaller, aldanmaların en büyüğü olduğu halde, ego, “bir tanrının varolmadığı” gerçeğini kabul etmemek için

286

Page 281: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

elinden geleni yapacaktır! Çünkü, ego, daima, karşısındakinden ayrı, farklı, daha üstün ve daha yüce birşey olduğunu kanıtlamak işlevi ile vardır; bunu gerçekleştirebilmesi için de kendini bir “tanrı” ile bağlantılı hissetmek, onunla özdeşleşmek, vazgeçilmez, eşsiz bir icattır!.

“Tanrı” kavramı, gerçekte varolmayan, ancak, ALLAH’ı bilememekten dolayı, kendini kanıtlamak, daha üstün olmak, büyüklenmek, ululanmak, yüceltilmek gibi arzularla varolan “ego”nun, kendine ayna edindiği, ulaşmak üzere hedefine koyduğu “icadıdır”. “Ego”nun asla kabul etmeyeceği ve göremeyeceği şey ise, “kendisinin yokluğu, ve ALLAH ismiyle işaret edilenin bir tanrı olmadığı” gerçeğidir.

“Ego” ne kadar gerçekse, “tanrı” da o kadar gerçektir! Adetâ, biri vehmin enfüsteki, diğeri afaktaki zuhuru olan zanlardır! Vehim ortadan kalkmadığı sürece de varolmaya devam ederler. Vehmi ortadan kaldıracak yegâne güç ise, sadece ve sadece ALLAH’a “iman” gücüdür.

Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de, özellikle mistik okullarda, evrensel bütünlüğü ve ötede bir tanrı olamayacağını farkedip, yaşam gerçeği hakkında, sistemli olmayan kısmi bir takım bilgilere ulaşan nice maneviyata yönelmiş kişi, bir yerde bu tür ego girdaplarında kaybolur giderler de, hiç soran olmaz…

Ahir zaman diye bilinen süreçte ortaya çıkacağı ve en büyük fitne olacağı bildirilen Deccal, dünyada “Ego”nun en ileri derecede zuhuruna verilen addır! “ALLAH” ismiyle işaret

287

Page 282: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

edilen Hakikate karşı kâfir olan Deccal, farkettiği, ancak komple bir sisteme dayanmayan, mantıksal bütünlükten uzak kısmi gerçekler karşısında,”tanrı içimizdedir” ve dolayısıyla “Tanrı benim” iddiası ile ortaya çıkacaktır! Savunucuları da buna inanacak ve kendileri de bir tanrı olma hayali peşinde ardına takılacaklardır. Doğal olarak, bu dev ‘Ego’, korkunç boyutlarda fiziksel güç sahibi olacak, egonun arzularını fizik dünyada en iyi şekilde tatmine çalışacak ve yaşamın gerçeğinin komple bir sistem olduğu hakkında temel kavramlardan habersiz olan insanların büyük çoğunluğunu, egolarını ve duygularını okşamak suretiyle yanlış yönlendirebilecektir…

Ego’nun (Deccal) yanlış yönlendiremelerinin karşısına sadece “ALLAH RASÛLÜ’nün bildirdiği iman anlayışı” (Mehdi) çıkabilecektir.

Ego, hakikatin tersini doğruymuş gibi gösterir. Ebedi kurtuluşun çaresi, egoya zor geleni yapabilip, kendini Deccalin cehennemine atabilmektir. Bunun eşiği de, insan gibi düşünen bir “tanrı” olmadığının bilincine vardıktan sonra, RASÛLULLAH aleyhisselâm’ın bildirdiği iman anlayışını şuuruna yerleştirerek “ALLAH kulu” olmanın bilincine varmak; bu yola kendini adamak ve bu yolda çalışmalar yapmaktır.

27.07.2002

288

Page 283: Gizli Gulsen

▪ 107

~Tanrıya Karşı Şeytan~

in konusunda yeterince araştırma yapmamış, derin düşünmeyen meraklı kişiler, duydukları bir takım mecazi

anlatımları gerçek sanarak soruyorlar… D

“Tanrı neden ilahi metinlerde ‘şeytanı’ âdeta rakibiymiş gibi karşısına alıp onunla sanki boy ölçüşürcesine konuşuyor?..”

Sözkonusu ayetlerde, zahiri yanıyla, “şeytaniyet”e bürünmüş cin ve insan topluluklarının tanıtımı yanısıra, Kur’an’ın işaret ettiği gerçekler konusunda bize açılan bir mânâ da şudur:

Yukarda oturan bir “tanrı” olmadığını ve Evrenin özde bir “bütün” olduğunu anlayan ve kendi gerçeğini farketmeye yönelen kişilerin yolu belirli bir yerden sonra ikiye ayrılır:

Ya, ALLAH’ı bilememenin cezası olarak, elde ettiği bilgilerden, “tanrı içimizdedir” sanısına kapılır ve egosunun, bu gerçekleri farketmiş olmasından doğan büyüklenmesine uyup, daha üstün, daha yüce, daha önemli vasıflarla bezenmiş o “tanrı”, yani egosunun arzu ettiği o

289

Page 284: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

“en büyük”, olacağı zannına kanar;

Ya da, “ALLAH” ismiyle Rasûlullah aleyhisselâm’ın işaret attiği Hakikatin ne olduğu kendisine açılır ve O Hakikate imanı sayesinde “yanlış yönlendirmelerinden korunmak” üzere, Allah indinde nefsinin “hiçliğini” kabul eder, bunun gereğini yaşamaya yönelir…

“ALLAH’a iman” ile “Tanrı içimizdedir” inancı tamamen birbirine zıt yönlere götüren anlayışlardır.

“ALLAH’a iman”, kulun “hiçliğini” farkettirir ve yaşatır!

“İçimizdeki tanrı” inancı ise, “Ego”nun daha da büyüklenip, geliştikçe “daha üstün” birşey olacağı zannıyla kandırır!..

Biri, “ben yokum ve hiçim”; “Allah’tan ayrı birşey yoktur”, hakikatinin farkındalığı…

Diğeri, egonun “ben varım ve olduğumdan daha üstün birşeyim, ben tanrıyım” zannı...

“ALLAH” ismiyle işaret edilen, ALLAH RASÛLÜ’nün bildirdiği ve “iman” edilmesi gereken Hakikattir! Bunun dışındaki inançlardaki “Tanrı” ise, devamlı övülmek, yüceltilmek, üstün görülmek isteyen “ego”nun icat ettiği ve kendinin büyüğü gibi varsaydığı “zannı”dır!

Hakikatini bilmeye yönelen her kişi mutlaka bu yol ayrımına gelir; ancak bundan sonra ya imanın gereğini yaşar ve “Hak”ka tâbi olur, ya da vehim ve hayalle “zan”na tâbi olur…

290

Page 285: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Bunun için, RASÛLÜ diliyle açıklanan “ALLAH”a iman edip, gereğine yönelebilmek, dünyada ulaşılabilecek en büyük nimettir.

Şuurunda, zerre kadar “ALLAH RASÛLÜ’nün bildirdiği iman anlayışı” olmaması sebebiyle, bu ikisi arasındaki farkı görememek ve bir “tanrı” zannına kanmak ise, dünyadaki en büyük kayıp ve en büyük zulümdür, Kur’an-ı Kerim’e göre…

Kur’an’da, sanıldığı gibi bir “tanrı”, bir “şeytanı” karşısına alıp sorgulamıyor!

Sözkonusu ayetlerde, bahsettiğimiz yönüyle, RASÛLULLAH aleyhisselâm’ın bildirdiği “ALLAH” ismiyle işaret edilen Hakikate imanın sonuçları ile; ALLAH’ı bilememekten dolayı kendi varedenini bir “Tanrı” olarak gören —ALLAH’a şirk koşan— “Ego”nun hali ve ona aldanılmasının (şeytaniyetin) sonuçları, her iki perspektiften, mecazi anlatımla karşılıklı olarak dile getiriliyor…

RASÛLULLAH aleyhisselâm’ın bildirdiği “İMAN” ANLAYIŞI ile, “ego”nun “tanrı” hevasının getirdiği “ŞEYTANİYET”tir karşılaştırılan!.

İtaatsizliğine rağmen, tövbe edip “ben kendime zulmettim” diyen Adem (insan), ALLAH’ı bilmenin dile gelişidir…

Onca ilmine rağmen, “beni azdıran sen idin,” diyen İblis (şeytaniyet), ALLAH’ı hakkıyla bilememenin, “tanrılaştırmanın” dile gelişidir…

27.07.2002

291

Page 286: Gizli Gulsen

▪ 108

~Tanrılık İddiası~

eccaliyetin en başta gelen özelliği “tanrılık” iddiasıdır ve bu da “sistemli düşünce” yoksunluğunun (sağ gözün kör

oluşun) ürünüdür! D

Günümüzde, gerek Doğu’da ve gerekse Batı’da hızla yayılan spiritualist öğretiler sonucunda, “tanrı içimizdedir” diyerek, kendini “tanrı” olarak tanımlayanların ve yaşamını bu yola koyanların sayısı her geçen gün artmaktadır.

“İnsan gibi düşünen Tanrı” sanısına kanmak yerine, Allah “kulu” oluşunun bilincinde, gereğini yaşama yolunu seçen için, “tanrılık” iddiası, “tanrı” kavramının kendisi gibi, küçük bir sorgulama ile dahi tuzun suda eridiği gibi yok olur, gider!..

Bir grup Batılı yazardan biri, okuduğu kitaplardan farkettiklerini internette bir online sohbet ortamında şöyle ifade ediyordu:

“Kuantum fiziğine göre, gören, görülen ve görme aynı şeydir. Hepimiz aynı şuurdan meydana geldik! Benim şuurum, evreni meydana getiren o şuurdur. Ben istemezsem, hiçbir şey ve

292

Page 287: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

hiç kimse olmazdı. Geçen gece rüyamda maç yapan iki takım ve binlerce seyirci gördüm. Bu insanlar gerçekte neredeydiler? Hayalimde varoldukları için hepsi benim şuurumdaydılar ve onları vareden bendim.”

Ve sonuçta ulaştığı nihai gerçeği şu sözlerle özetliyordu:

“Sonunda yaşamın gerçeğini anladım. Herşeyi ben hayalimde var ediyorum ve hepsi birer hayal. Benim varetmediğim, benim dışımda hiçbir şey yoktur. Herşeyi yaratan benim. ‘Ben Tanrıyım’. Burası benim evrenim.”

Ona şu soruyu yönelttim ve bir daha cevap alamadım:

“Madem ki herşeyi yaratan sensin ve hiçbir şey senin dışında değil... O halde, neden “ben tanrıyım” diyerek; kendini, “yarattığın birşey ile tanımlama” ihtiyacı hissediyorsun?... İki kez düşün!”

27.07.2002

293

Page 288: Gizli Gulsen

▪ 109

~Kaç Kur’an Var~

um’a’dan çıkışta dostlarla el sıkıştıktan sonra, Aksaçlı Bilge sordu:

“Kaç tane Kur’ân-ı Kerîm var?...” C Hemen hükmü verdim: “BİR tane!...”

“Kaç Hazreti Muhammed aleyhisselâm var?”

Yine aynı cevabı verdim: “Elbette BİR tane var!...”

“Acaba?...” diye sordu ve bir süre bekledikten sonra “Önyargısız düşünün bakalım!...” diyerek tebessümle aramızdan uzaklaştı…

Sahilde dolaşırken bu düşünceler içerisinde akşam olmuştu ve yeniden karşılaştık!

“Şimdi önyargısız düşün bakalım!...” dedi. “Birbirinden farklı anlatım ihtiva eden ne kadar meâl ve ne kadar anlayış var?...

Şimdi diyeceksin ki, meal, Kur’ân sayılmaz!... Elbette!...

Ama bir düşün bakalım..

Herkesin Kur’ân yorumu farklı!.. Herkesin

294

Page 289: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Kur’ân bilgisi de farklı!... Kimi Kur’ân’dan beş âyet biliyor, kimi yirmibeş, kimi de ikiyüzellibeş!... Sonra da o bildiğine “Kur’ân” diyor!... Evet bildiği kadarı “Kur’ân’dan”; ama Kur’ân değil!... Bu ikisi arasındaki farkı çok iyi anlamak gerek!. Kur’an’ın özelliği bir bütünlüğü anlatmasıdır. Anlayışlar ise bu bütünlüğü ya bozmakta, ya da parçalayıp parçalarla kayıtlamaktadır.

Sadece otomobilin tekerleğini gören birim, lastiğe otomobil derse, bu ne kadar doğrudur?

Kur’ân-ı Kerim’i kabul ediyorum, diyen iki âlimden biri diğerine, anladığı Kur’ân’a dayalı olarak, “kâfir” bile diyebiliyor!

En katı ve şekilci anlayışlardan, en hoşgörülü ve geniş düşünen anlayışlara kadar hepsi de Kur’ân-ı Kerim’e dayandırılmakta; hepsi de “Kur’ân böyle diyor” demektedirler.

Bu da orijinalde Hazreti Muhammed’in tek bir Kur’ân tebliğine rağmen, yürürlükte herkesin bir diğerinden farklı Kur’ân’ı varmış gibi bir gerçek ortaya çıkmaktadır.

Hatta neredeyse, Müslümanların sayısınca Kur’ân var Müslümanların zihinlerinde denebilir.

Hazreti Muhammed hakkındaki anlayış da elbette aynı şekilde böyledir!.

İşte bu gerçeği fark edersek, belki şöyle bile denebilir olayı açıklama sadedinde:

Müslümanların sayısınca Kur’ân ve Hazreti Muhammed var; orijinalinde ikisinin de TEK

295

Page 290: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

olmasına rağmen!.. Tıpkı İSLÂM’ın orjin ve TEK olmasına rağmen, inanan toplumların ve bireylerin sayısınca birbirinden farklı “Müslümanlık” anlayışları olduğu gibi…”

Bu durumda şunu iyi düşünmek lazım... Ortada TEK Kur’ân ve Hazreti Muhammed olmasına rağmen, bunlar herkesin zihninde farklı ise, Müslümanların birliği nasıl oluşacaktır?... İnsanların kendilerine göre âlim-ârif kabul ettiklerinin çevrelerinde halkalanmaları yalnızca bunların sayılarını bir miktar azaltabilir; ama hepsi o kadar!... Oysa bunların varlığı ve geliş amacı dağınıklık değil, “birlik” sağlama amacına dayanıyordu, diye biliyoruz!...

Acaba öyle mi?

Yoksa bilmediğimiz başka bir gerekçe mi var?

10.08.2002

296

Page 291: Gizli Gulsen

▪ 110

~Ne Ekersen Onu Biçersin~

eyse lil’insani illa ma se’a”: Yoktur insan için, yaptığının dışında birşey. (53:39)

“İnsan için yaptığının karşılığından(!) başka birşey yoktur” değil! “Yaptığının dışında birşey yoktur”; sadece yaptığıdır olan!

“L “Karşılık”, insanın bakış açısına, şartlanmasına

göre mecazi bir anlatımdır… Gerçekte yapana ulaşan, yaptığının karşılığı değil, YAPTIĞININ TA KENDİSİDİR!... Ancak o anda bu gerçeğin farkında olmasa bile, izlediği yolda, bu haliyle yüzleşeceği bir olay ile er veya geç mutlaka karşılaşır ki, bu da, “yaptığının karşılığını” buldu diye yorumlanır...

“Aksaçlı Bilge”, vaktiyle şöyle demişti:

“Kime ne yaparsanız yapın, hakikatte onu evvelâ misliyle kendinize yapmaktasınız! Sizden çıkanla karşınızdakine bir misli tesir ulaşıyorsa, sizden çıkışıyla o tesir size yüzlerce misliyle ulaşmıştır. Şunu düşünün! Bir ışığın şiddeti ve tesiri çıktığı kaynağa yakın yerde mi daha büyüktür, yoksa karşısında vurduğu, yansıdığı yerde mi? Elbette, kaynağında en tesirlidir! Aynı

297

Page 292: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

şekilde sizden çıkan her fiil ve her düşünce de evvelâ tesirini en yüksek düzeyde, misliyle sizde oluşturur, sonra da çok çok daha düşük düzeylerde karşınızdakinde!...”

Bunu anlamaya çalışırsak, sistemin nasıl işlediğini ve şu gerçeğini farkederiz!

Bizden çıkan her düşünce ve davranışın tesirini, gerçekte aslıyla kendi içimizde yaşamaktayız! Belki ondan sonra da, bununla mukayese edilemeyecek kadar misliyle az bir düzeyde de o tesir karşımıza projekte olur!.. Meselâ, kızgınlık evvelâ sahibini misliyle yakar, sonra tesiri çok daha az düzeylerde karşısındakine ulaşır! Yine aynı şekilde, sevenin sevgisinin hasılası, evvela sahibine misliyle, sonra karşısındakine daha az düzeyde erişir! Nankörlük eden evvelâ misliyle nimete kendi kapısını kapatır, sonra da belki çevresini mahrum eder. Cömertçe paylaşan, veren, karşısındakine yaşattığı, vesile olduğu bolluğu evvela misliyle kendine yaşatır! İşte bu düzene işaretle de, bu dünya “etme - bulma dünyası” denmiştir.

Kendinize ne yaşatmak istiyorsanız, ürettiğiniz o olur! Ortaya koyduğunuz ne ise, kendi yaşadığınız ve haliniz de odur!

Kime ne yaparsanız, önce aslıyla ve misliyle onu kendinize yaptığınızı bilin; ve dilediğinizi yapın!… Ve hayali bir yana bırakıp, sizden çıkana bakın, halinizi anlayın!

“İnsan için yaptığının dışında birşey yoktur.”

26.07.2002

298

Page 293: Gizli Gulsen

▪ 111

~Her Birim Kendi Dünyasında Yaşar~

“...Seyreyler tüm mahlûkatı, canlı-şuurlu ve kendi dünyasında dünyalarıyla yaşayanlar olarak!.”

—GİZ’li Gülşen, 104

efekkürle bir adım daha ilerle ve şunu gör:

Hakikatte, kimse kimseye zarar veremeyeceği gibi, kimse de kimseyi hidayete erdiremez.

T Ancak, herkes kendi varoluş gayesini, özünden

gelen bir biçimde ortaya koyar.

Çünkü…

Hiç birimiz asla karşımızdakinin “kendisi” ile muhatap değiliz!

Herkesin, karşısındaki diye muhatap olduğu, gerçekte karşısındaki kişi değil; kendi zihninde, kendi veritabanına göre oluşmuş, o kişinin “imajı”dır.

Herkesin karşısındaki hakkında yargıya vardığı, dile getirdiği de, yine o karşısındaki kişi değil, o karşısındakine karşılık kendi zihninde, kendi

299

Page 294: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

veritabanına göre varolmuş, düşünsel “imaj”dır. Dolayısıyla, herkesin dile getirdiği, aslında kendi veri tabanının projeksiyonundan başka birşey değildir!

Bunu böyle bildikten sonra, farkederiz ki, bizden çıkan hiç bir yorum, hiç bir değerlendirme aslında karşımızdakine ait değil ve de asla karşımızdakine ulaşmıyor.

Çünkü bizden ona ulaştığını sandığımız şey de gerçekte bizden çıkan değil, o kişinin veritabanına göre varolmuş, “kendi imajındaki bizden” algıladığıdır...

Herkes, herkesin dünyasında gözükür, ama herkes kendi dünyasında, kendi dünyasıyla yaşar.

O halde, ne yaparsanız yapın, sadece kendinize yaptığınızı ve kendi dışınızda kimseye asla ulaşamadığınızı bilin ve dilediğinizi yaşayın!

Ya teslimiyet ve rıza ile sonsuz huzur…

Ya istediğim olsun diye, bitmeyen azap….

“İnsan için, ortaya koyduğunun dışında birşey yoktur.”

26.07.2002

300

Page 295: Gizli Gulsen

▪ 112

~O Senden Gayrı Değil~

nsan, en önemli açılımları, anladığını düşündüğü konuları aralıksız sorgulamakla elde eder! Sanırım, anladığımızı ve kabul

etmediğimizi düşündüğümüz “tanrı” kavramımızı tekrar tekrar gözden geçirmemizde önemli faydalar var!

İ Biliyor veya kabul ediyoruz ki “insana mükâfat

veya ceza veren bir tanrı yoktur ve insanın yaşadıklarını ona yaşatan, bir tanrı değildir!..”

Bu durumda, yani “insana ve yaşadıklarına müdahale eden, dışarda bir tanrı olmadığına göre”; o halde, insanın yaşadıklarını, “kendi dışındaki bir başkası” ona yaşatıyor olabilir mi?..

Kişinin içinde bulunduğu halden dolayı, sorumlu tutabileceği, suçlayabileceği, kınayabileceği, bir “başkası” olabilir mi?

Yoksa, kişinin yaşadığını ve içinde bulunduğu hali, karşısındakinden veya başkasından bilmesi; onu sorumlu tutması, “tanrı” varsayımından kurtulamamış olması halinin bir karşılığı mıdır? “Ötedeki”nin yerini alan farklı tür bir “tanrı”

301

Page 296: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

anlayışı mıdır, bu?..

Bundan önceki birkaç gülşeni okur ve bu suallerle bağlantı kurabilirsek eğer, o zaman görürüz ki, insana yaşadıklarını yaşatan dışardaki bir tanrı olmadığı gibi, insana yaşadıklarını yaşatan herhangi bir başkası da değildir!.. Çünkü bunların ikisi de netice itibariyle aynı şeydir, aynı zandan doğarlar.

Ne kişiye cenneti ikram eden, ne de cehennem ile cezalandıran, ötesindeki bir “tanrı” değildir ve ne de karşısındaki bir “başkası”dır!.

Herkesin ne yaşadığı, hakikatte kendisinin ne ortaya koyduğudur ki, o da fıtratı üzere kendisinden çıkandır…

Kişi her an kendinden çıkanı yaşar; onunla hallenir ve o hal üzere kabre girer, o hal üzere sonsuza dek varolur…

O halde, tanrıya inanmıyor ve ALLAH ismiyle işaret edilenin bir tanrı olmadığını kabul ediyor isek, kesinlikle bilelim ki:

Ne yaparsak yapalım, onu sadece kendimiz yaşamaktayız ve onunla kendi halimizi dillendirmekteyiz!. Kimsenin yaşadığından dolayı sorumlu tutulacak ne bir “tanrı” vardır, ne de bir “başkası”!

O halde, ya ALLAH ismiyle işaret edileni bir tanrıyı anlar gibi, hayal ve vehimle tanımaya çalışarak ve bunun yanısıra, yaşamda yine bildiğimizi okuyarak kendimizi avutacağız; içine düştüğümüz istenmeyen hallerden dolayı onu,

302

Page 297: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

bunu suçlayıp, sorumlu tutarak…

Ya da, her tür “tanrı” kavramı ve “tanrılaştırma” meylinden arınmış olarak, “ALLAH Rasûlü’nün bildirdiği iman anlayışı”nı bilincimize yerleştirerek “ALLAH” isminin işaret etiiği mânânın ne olduğunun bilincine erip, bunun gereği olarak herşeyin, her boyutuyla, yerli yerinceliğini her an ve burada yaşıyor olacağız!

Zira, yaşadıklarımızı bize yaşatan ne bir tanrıdır, ne de tanrı denmeyip, ama adetâ tanrı yerine konan bir başkası!…

İnsana ve yaşadıklarına müdahale eden dışarda hiçbir şey yoktur!

Bilincin öze dönük olması “melekiyet”e; dışa dönük olması ise “şeytaniyet”e yönelmektir..

“İnsan için ortaya koyduğunun dışında birşey yoktur.”

7.08.2002

303

Page 298: Gizli Gulsen

▪ 113

~Sahanın Sırrı~

ksaçlı Bilge’nin bir sohbetinden:

“var

Yaşamın sırrına vakıf olan bir zat mış asırlar öncesinde... Bir de onun

bildiklerine merak salmış bir genç.

A Delikanlı hayli gelip gidip yaşlı adamın

hizmetinde bulunurmuş...

Bir gün ihtiyar adama ısrarla sormuş:

—Hocam bana şu yaşamın sırrını öğretseniz... Bunca yıldır yanınızdayım ama hâlâ öğrenemedim hakikati!.

Yaşlı adam kırmak istememiş delikanlıyı...

—Evlat bu iş sana hayli yorgunluğa patlar...

—Olsun Efendim... Ne gerekse yaparım!.

—Peki öyleyse yarın gel, sana bir emanet vereceğim... Onu Mısır’da Niyazî Efendiye götüreceksin... O da sana bu sırrı verecek... Kabul mü? Yapabilir misin?

—Elbette... Kesinlikle!.

Ertesi gün sabah namazından sonra damlamış

304

Page 299: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

delikanlı ihtiyarın yanına. İhtiyar adam bir sahan uzatmış delikanlıya, kapağı kapalı.

—Bunu bir bohçaya sar ve kesinlikle kapağını açma!. Götür Niyazi Efendiye ver!.. Ama bak uyarıyorum, sakın kapağını açıp emanete ihanet etme!..

—Söz, Efendim! Kesinlikle açmayacağım kapağını!..

Delikanlı almış kapalı sahanı, sarmış bir bohçaya, almış azığını düşmüş Mısır’ın yoluna!...

Bir-iki gün yol gittikten sonra kurt kemirmeye başlamış içini. Acaba sahanda ne var ki, ta Niyazî Mısrî’ye yollanıyor?

“Hem..” demiş, kendi kendine; “açsam kapağı nerden haberi olacak ki... Ben gene açmamış gibi davranırım. Onlar da bilmez!”

Dayanamamış, açmış bohçayı, kaldırmış yavaşça kapağı ki...

Fırlamış bir fındık sıçanı sahanın içinden ve kaçıp gözden kaybolmuş!.

Önce şaşmış delikanlı... “Bir fındık sıçanı için mi yolladı beni ta Mısır’a” diye... Sonra, “vardır bir hikmeti”, diye düşünmüş..

“Neyse, ben gene açmamış gibi kapağı kapatır, bohçaya sarar götürürüm sahanı!.” Demiş...

Öyle de yapmış!.

Niyazi Mısri’nin yanına gelip emaneti teslim ettiğinde kapağı kaldırmış Niyazî Mısrî, sahan

305

Page 300: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

boş!.

—Evlat, Efendin boş sahan yollamaz... Ne vardı bunda?

Delikanlı biraz kem kümden sonra dökülmüş:

—Efendim içindekini merak edip sahanın kapağını açtım yolda, bu sahanın sırrı ne ola ki, diye; içinden bir fındık sıçanı atlayıp kaçtı!.. O yüzden de sahanı boş getirmek zorunda kaldım!!!

Niyazi Mısrî gülmüş...

—Evlat senin Efendin sana ders vermek istemiş... Bir sahanın fındık sıçanı sırrını saklayamayıp kaçıracak kabiliyette olan birine yaşamın sırrı nasıl emanet edilir ki!... Hadi sen gene dünyana dön de, boyundan büyük konulara girme!

Hikâye işte!.

Ama her devirde benzeri şeyler oluyor...

“Biz size her şeyi misallerle benzetmelerle, mecaz yollu anlattık” deniliyor... Kendine özgü Tasavvuf ıstılahlarıyla, hakikat diye bir şeye işaret ediliyor! Anlatılıyor.. Bir kısım insanlar bu mecaz ve benzetmeleri hayâllerinde süsleyip, taklit yollu öğrendikleriyle etiketleyip, “gerçek” diye taliplerine pazarlıyorlar... Mukallidan bilgisiyle, şeyhlik taslayıp, çevrelerine topladıkları insanlarla tatmin oluyorlar... Paye bulup mertebe sahibi(!) oluyorlar..

Ezberlemişler taklit yollu “Lahûtu”, “Ceberûtu”... “Sıfat âlemini”, “esma âlemini”, “zat

306

Page 301: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

âlemini”... Tekrarlayıp duruyorlar “Hakikat” niyetine..

Farkında değiller ki, bu anlatımlar “sahandaki sır” idi!.. Bunlar hep mecâzlardı... Bunların işaret ettiği gerçekler vardı yaşamda!... Ve açılmamış sırlardır o gerçekler ehliyle karşılaşana kadar...

“Sistemi OKU’du ve onları mecâzlarla, benzetmelerle anlattı”, denildiği halde yaşamları taklitle geçti gitti!... Hayâllerindeki hikayelerle avuttular kendilerini ve çevrelerindekileri...

Kendilerine verilen sahandakilerle hemen kendilerini erip mertebe sahibi oldukları vehmine kaptırıp, şeyhlik halkalarını kurup ömürlerini tüketmedeler... “Ehil olmayanlar bunlarla avunsunlar, kendi yollarında yürüyüp gitsinler”, diyeydi bunca mecaz ise.. İnsanoğlu 99 oyun öğrenince başpehlivan sanıp kendisini yaşlı ustasına kafa tutarmış ya!..

Nedir “Lâhut”, nedir “Ceberût”?... Nedir “mücerret”, Nedir “müşahhas”?

Nedir “Sıfat âlemi”, nedir “Esmâ âlemi”, nedir “esma bileşimi” tâbirleriyle işaret edilenler?

Mahşerde terazinin iki kefesine konacakmış sevaplar ve günahlar...

Herhalde Mahşere daha dijital terazi teknolojisi ulaşmamış!!!.. Ki, orada kefeli terazi kullanılıyor!. (Anlayışı kıtlar için açıklama: 1400 küsur sene evvel bir âhıret gerçeği ancak bu misalle anlatılırdı. Aynı olayı gören bugünkü biri de kefeli terazi misali yerine dijital teraziden

307

Page 302: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

örnek verebilir; belki bin sene sonra aynı gerçeği gören de o devrin teknolojisiyle olayı misallendirebilir. Burada önemli olan misalin kendisi değil misalle anlatılmak istenen olaydır. Sembolleri, misalleri orijin sanmak mukallit mesleğidir.)

Biz eğer, gerek içinde bulunduğumuz yaşama ve gerekse dünya ötesi yaşama dâir anlatımların, bazı gerçeklerin sembolize edilmiş mecaz-benzetme yollu anlatımlar olduğunu fark edemezsek; sembollerle anlatımların dünyasını hayâlimizde geliştirir, sonra da “Allah düzeni” diye bu hayâl dünyamızdakini etiketleyerek dünyadan geçer gideriz!.

“Biri daha gitti!” derler ötelerden birileri de ardımızdan...

“Sahanın Sırrını” saklayamayıp, üç beş taklit bilgiyle kendilerini ermiş sanıp, dünyasının efendisi olanlar ve taklit bilgi dedikodusuyla avunanlar, gerçekle yüz yüze kaldıklarında neler yitirdiklerini anlayacaklardır...

Ancak yaşamın bir gerçeğidir ki, asla geri dönüş yoktur sistemde!”

26.08.2002

308

Page 303: Gizli Gulsen

▪ 114

~İnsan Gibi Yargılayan Tanrı~

...Evrenin “uzaysal olarak düz” olduğu doğrulandı!..

...Evrenin madde içeriğinin hassas biçimde ölçülmesine olanak sağlandı!..

...Evrenin yoğunluğu, yaşı ve genişleme oranı vs.’nin ortaya çıkarılabildiği belirtildi!.. ...1992’de Evrenin yoğunluğu ölçüldü!.. ...Evrenin genişleme hızının arttığı da

doğrulandı!..

—Basın’dan…

üm bu hükümlere varan insanın, içinde yaşadığı ortam, hiç bir zaman aklının alamayacağı büyüklükte bir dünya!

Ve adına gezegen denen, o dünya gibi nice dev kürenin içinde küçülüp, karanlıkta yok olduğu uçsuz bucaksız bir boşluk.. Ve o boşluğun merkezinde, dünyadan çok çok uzakta bir yerlerde, çevresine ışık saçan, ateşten dev bir cehennem: Güneş!.. Bir milyon üçyüzüçbin dünya büyüklüğünde...

T

Güneş dediğimiz o yıldız gibi milyarlarca

309

Page 304: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

yıldızın birer kıvılcım parıltısı ölçüsüne indiği, içinde kararıp kaybolduğu, milyarlarla dev cehennemi bünyesinde barındıran, Samanyolu adını verdiğimiz galaksi!.. Sesten hızlı jet hızında yol alsan, galaksi içindeki o cehennemlerin aralarındaki mesafeleri katedip, birinden diğerine gitmek için 100 yıllık ömrün yetmez! Onların milyarlarcası bir galaksi…

O galaksiyi çevreleyen sanki sonsuz bir karanlığın içerisinde, binlerce ışık yılı uzağında, yine bir kıvılcım ölçüsüne inmiş, bu kez bir başka galaksi!.. Onun da binlerce ışık yılı uzağında, içindeki milyarlarca yıldızı ve uyduları ile bir başka galaksi daha! Bunlar gibi, aralarında binlerce ışık yılı mesafler olan galaksilerin onlarcası!.. Ve daha yüzlercesi!… Binlercesi… Milyonlarcası!… Milyarlarcası!… Ve yüzmilyarlarcası!… Bu nereye kadar devam eder, bilmiyoruz, hiç bir fikrimiz yok!...

Varsayabildiğimiz kadarıyla “Evren”den bahsediyoruz! Daha doğrusu, adını ağzımıza alıyor, lâfını ediyoruz!

Güneş platformunda dünya isimli uydu üzerinde yaşayan canlının, beş duyusuyla algılayabildiğinden ibaret kendi dünyasından ölçebildiklerine GÖRE, yüzmilyarlarca galaksileri barındıran “Evren” hakkında vardığı hükümler, yukardakiler!.. Eliyle ve gözüyle dünyasında erişebildiklerine GÖRE, lâfını ettikleri…

Oysa, Evrenin gerçek boyutlarından habersiz oluşun dile gelişi sadece...

310

Page 305: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Tıpkı bir karikatür gibi!..

Ama, toplumsal şartlanmaları, değer yargıları ve duygularıyla örülmüş kozaları içinde yaşayanların, kendi kendilerini “aydın” diye tanımlamalarından daha komik bir karikatür değil!

Veya... Daha komşularında bile geçerliliğini yitiren, beş duyu ortamlarına has beşeri değer yargılarını “evrensel” diye pazarlamalarından daha ibret verici!

Bir avuç alanı önüne alıp, aklın hayalin alamayacağı, “sonsuz” dediği Evren hakkında hükme varmak! “Evrensel değerlere” sahip olmak!

Kendi dünyasının sınırlarını, Evrenin sınırları zannetmek!..

Sonra da bu böyledir diyerek, sırrını çözdük edâsıyla, kutuyu kapayıp, üstünü etiketlemek!

“Dünya hayatı bir oyun ve eğlence, birbirinize karşı böbürlenmeden ibarettir” diyor, Kur’an-ı Kerim!…

Süper aydınlatıcıların pazarladıkları “tanrı” inancı da böyle değil mi?

“Tanrı büyüktür, tanrı sevgidir, tanrı affeder, tanrı şunu der, tanrı bunu emreder, vs!..” Niye?

Çünkü… Beş duyu dünyalarında insansı duygularıyla “büyüklük” kıymetli birşey onlar için.. Severler, affederler… Bedenlerinin kimyası gereği bu duyguları tadabilen canlılar oldukları için kendileri, bunlara çok daha fazlasıyla sahip

311

Page 306: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

bir de tanrı hayal ederler… Ulu yaratan, ulu affedici!.. Sevgili Tanrı!!! Kendileri küçük, o büyük!… Büyük olacak ki, küçüklere emretsin, hesap sorsun!!!...

Aralarında sonsuz boşlukların yeraldığı, içerisinde dünyaların ve güneşlerin dizildiği, onların büyüğü gibi bir evren(!) vareden ve de insan gibi duygularla düşünen(!), insan gibi yargılayan yargıç bir tanrı! Gerektiğinde seven, koruyan, affeden… Hatta zaman zaman taraf tutup dengeleri koruyan…

Daha da ötesi, insanca değer yargıları ve duyguları ile varlığına hükmedebildikleri için, öyle birşeyi tahayyül edebildikleri için, bir “tanrı”!.. İnsanoğlu ve tanrısı... Evren kadar olsa o tanrı, yanında bir insanın hükmü ne olur, hesabı ne tutar, düşündünüz mü hiç?..

Kendisine benzetilebilecek hiç bir şey varolmayan, “lemyekûn lehu küfûvan AHAD”ı bildiren “ALLAH Rasûlü”ne yönelmemenin ve O’nun getirdiği, “varlığın hakikatini açıklayan ilmi” değerlendirememenin cezası…!

Peki... “ALLAH RASÛLLÜĞÜ” nedir? Bu ifadeyi ağzımıza almadan önce, işaret ettiği anlamı ve boyutlarını düşünebiliyor muyuz hiç?…

21.10.2002

312

Page 307: Gizli Gulsen

▪ 115

~Sadece Şahit Ol~

çinde bulunduğumuz yaşam sisteminin nasıl işleyeceği ve dünyada geçen yaşam süremiz içinde nelerle ve ne tür olaylarla

karşılaşacağımız hakkında, hiç birimizin, başlangıçta hiç bir seçimi yoktur! Ne bedenimizin herhangi bir parçasını, ne bedenimiz vasıtasıyla ilişkide olduğumuz çevremizdekilerin herhangi birini ve ne de düşünsel kabiliyetlerimizi seçmedik.

İ

Ancak, karşımıza çıkan, çevremizde algıladığımız “nesneler ve olaylardan” ziyade, o nesneler ve olaylar karşısında bizim “kendi içimizde” yaşamayı seçtiğimiz hislerdir, gerçekte bizim yaşadıklarımız...

Karşılaştığımız olaylar hakkında hangi tavrı takınmayı, ne tür bakışı ve neyi hissetmeyi seçmişsek, aslında onu yaşamış oluruz ve onun neticesi ile baş başa kalırız.

Allah sistemi ve düzeni gereği, olaylar her zaman olmaya ve siz de o olaylar içerisindeki

313

Page 308: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

rolünüzü yerine getirmeye aralıksız devam edeceksiniz... Geçmişte olanların olmaması mümkün değildi ve gelecekte olacakların da olmaması mümkün değildir!

Yaşadığımız anda ise… İsterseniz bu gerçeği hiçe sayıp, olan şeyler karşısında öfke ve kızgınlığı veya üzülmeyi, mutsuzluğu seçerek olup bitene tepki verin, duygularınızı yaşayın… Ve böylece yaşamınızı öfkeyle, üzüntüyle, mutsuzlukla vs. doldurun…

İsterseniz de, karşınıza çıkan şeylerin ve her şeyin “sistemin gereği olduğuna iman ederek”, kendinizi ve hatta olaylara karşılık aklınızdan geçenleri bir üst boyuttan, âdeta bedeninizin dışından gözlemlemeye çalışın ve olanları oradan sessizce seyre koyulun! Kendinizi, o tepkilerin, duyguların sahibi veya o fiillerin aktörü bir “kişi” olarak algılamak yerine, bunun dışına, ötesine geçip, olanlardan ve bedenden bağımsız bir şekilde, âdeta yukarıdan seyreden “bilinç” olarak bir başka gözle sadece şahit olun...

Eğer bunu başarabilirseniz, işte o zaman kendinizi bir beden olarak algılamak yerine, bedenden bağımsız bir bilinç olarak algılamanın nasıl bir şey olduğunu da hissetmeye başlarsınız...

Bedeninize ve olaylara karşılık aklınıza gelen yargılara, düşüncelere sahiplendiğiniz kadar, onlarla özdeşleşip “olayların” ve fiziksel dünyanın parçası haline gelir ve bedensel tepkilerinizin sonuçlarıyla, duygularınızla, oradan oraya sürüklenirsiniz; etrafınızda cereyan edenlerin yön verdiği şekilde...

314

Page 309: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Hiç bir yorum ve yargıda bulunmadan, olayların dışından, sırf bir gözlemci olarak seyretmeyi başarabildiğiniz ölçüde ise, kendinizi bilinç boyutunda bulur ve bu sayede de oluşumların hikmetini ve sistemin işleyişini anlamaya yönelmiş olursunuz. Ve o zaman farkedersiniz ki, karşılaştığınız şeyler gerçekte asla “size” değil, sadece “bedeninize” karşılık olagelen şeylerdir... “Siz” ise, özde ebedi “huzurdasınız”.

Zerre kadar dahi iman eden, misliyle onun neticesini alır. İman etmeyen ise, iman etmediğinden ebediyen mahrum kalır.

“Ameller, niyetlere göredir.”

7.11.2002

315

Page 310: Gizli Gulsen

▪ 116

~Tanrılık Şarabı Değil, “Enel Hakk”~

en”ini terk etti, varlık zannından geçti; “en’el Hak” sözü ondan dile geldi…

Bunu duyan mukallit, “ben de(!) Hakkım” diyerek, farkedemediği “ben”ine “tanrılık” atfetti, küfre gitti…

“B Lâfzın gerisindeki inceliği anlayamayan keskin

zekâ ahmak da hemen hükmü verdi, “en’el Hak” diyeni, Hak’tan gayrı(!) varsayıp, tekfire kalkıştı.

Damla, bir kez Deryaya erdi mi, damlalığı yok olur, kaybolur, adı dahi geçmez bir daha.

Eğer, “ben Deryadan bir parçayım(!)” sözünü işitirsen, bil ki onu söyleyen henüz Deryaya ermemiş, damlada tutsak habersiz!

Hiç derya böyle bir söz söyler mi? Kendini damlanın kaygılarıyla kayıt altına alır mı?

“En’el Hak” sözü, şuurdaki “hiçim ve Bâkisin” müşahadesinin itirafıdır, hakikatte.

Beşeri yargılardan, insanca düşünceden arınamadıysan eğer, insan gibi düşünen Tanrın ile baş başa olmaktır halin ancak! Bir kere, “tanrı”nın

316

Page 311: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

kendisi, “insanca” bir düşüncedir!.. Kendini aydınlanmış(!) sayıp, tanrının parçası(!) olabilirsin mukallitlerin gözünde. Belki de insanca düşüncenle, “insan gibi düşünen tanrına” erer, onun ilahi(!) işleriyle kendi işlerini karmalar, mucizeler(!) sergileyebilirsin... Çevrene, kafandaki tanrının yolunu gösterir, kafandaki tanrının kitabını açıklar, onları kafandaki tanrının dinine yönlendirebilirsin.

Ancak, nasibinde tahkik olanın, “Allah” ismi ile işaret edilenin ne olduğunu ve farkı farkedebildiği zamandır ki, insan gibi düşünen tanrıdan, “Allah kulu” olma yolculuğu başlamış olur... O zaman, hangi sözün “Deryaya”, hangi sözün “damlaya” ait olduğu apaçık görünür. Ve o zaman, “en’el Hak” kadehinden bir yudum içip de sızmazsın “tanrılık” şarabında, sarhoşlar gibi.

Tevhid ile küfrü ayırt edemeyen, ya taklit ehlindendir, ya da anlayışı kıt, nasipsiz!

2.12.2002

317

Page 312: Gizli Gulsen

▪ 117

~O Gönüle Hayranım~

önül, “aklın sevenine” verilen addır.

G

ülşen, o gönlün sevda bahçesi...

GİZ”lidir Gülşen, sırlarla: Gören’e... G

Gizlidir o bahçe; “varlık” perdesinin gerisinde. Köre ne?

Varlık ile tok olanın görmez gözü güneşin ışığını, Gülşenin renklerini!

İşitmez kulağı onun sedasını..

Almaz hiç ondan yayılan nefesi; gülün, miskin, amberin güzel kokusunu...

Yokluğa ise apaçıktır o, aşikâr...

Her bakışıyla, renk renk, çeşit çeşit goncalar açar onda, yokluğa talip olanın...

O bahçede “Sevilen,” oysa, ne güldür, ne de gonca!

Sevilen, “özgürlük”tür hakikatte...

Getiren, “özgürlük sevdası”dır, sevenleri oraya...

318

Page 313: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Öyle bir “özgürlük” ki, nihayetinde “kendinden azade olmaktır.”

“Ben”lik mabedine doluşmuş tanrıları yıkarak, İbrahim gibi hür kılmaktır neslini...

Dünya ve ahıret “gaye pabuçlarını” çıkarıp, “Musa” gibi yalınayak kalmaktır Eymen vadisinde...

Uçsuz bucaksız bir ovada, çırıl çıplak!

Dinin gayesi, hürriyete davet etmektir insan olanı!

“Vahdet” o davetin sırrıdır.

Kul için hürriyete ermenin yolu, “hiç” olmaktır; her şeyden ve kendinden “azade!”

“Kendi hevasından söz etmeyen, özgürlük aşıklarının Önderi,” bağımsızlığa davetle, “ölmeden evvel öl” der!

Bağlarından, kendi için duyduğu kaygılardan ölen; varlıktan azade, hür olur!

Varedeni, hakikati olan Allah’a “kul” olduğunun bilinciyle, aslî âlemine kanat çırpar!

“Kul”un varlığı olmaz! Kul ademdir, kulun zenginliği “fakr”ıdır!

Kul, saf aynadır, her şeyi Sultanıdır; Sultan ne dilerse, kulda o görünür sadece!

Kulu ile, kulda, kuldan dilediğini yapan, Sultan’dır.

Bir kez doğan bu varlık âlemine, yaşarken

319

Page 314: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

ölmeli ki, doğsun burdan da aslî âlemine!

Kulak ver o Gönül Eri’ne, bak ne diyor: “İnsanoğlu iki kere doğmadan semavatın melekûtuna erişemez!”

Vahdet bir deryadır, damlaları yok eder vücudunda; O’na gelen, usulca O’na döner...

Güller, mevsimi geldiğinde açar sevda bahçesinde...

Ama güzelliği, sadece sevdalısınadır; himmeti, değerlendirebilene...

İlim, fıtratında olanın yüreğinde bulur yerini; olmayanın egosundan döner geriye!

Aşıkların gayreti de, fıtrattandır...

İbrahim, Musa, Muhammed Mustafa…

Selâm olsun tüm özgürlük önderlerine...

Onlar geldikleri toplumlara “tanrı” inancının ne kadar boş olduğunu gösterdiler ve bağlanılan tanrıları bir, bir yıkıp yok ettiler...

Şükürden acizim ki, onların varoluş gayesine hayran olmamak ve o gayeye hizmet etmemek elimde değil.!..

14.12.2002

320

Page 315: Gizli Gulsen

▪ 118

~Bazen Cevaplar Beklediğin Yerin

Dışındadır~

ayram ziyaretleri sırasında açılan sohbetlerde şöyle bir soru sordum bir kaç dosta:

“Biliyoruz ki, yaşadığımız sistemde tek bir mutasarrıf Bilinç ve tek bir Kudret söz konusu! Dolayısıyla, bu gerçeğin gereği olarak, olmuş-bitmiş hiç bir şey yersiz değil; yaşanan her şey evrensel bir düzen ve tertibin sonucu olarak yerli yerince...

B

Bunu bildikten sonra, şimdi, bir kişinin, kendinden sadır olmuş bir davranışı veya yaptığı bir işi, daha sonra “ben hata ettim” diye değerlendirdiğini düşünelim... Meselâ, birisini kırmasını veya kınamasını veya yapması gereken bir çalışmayı yerine getirmemesini.

Yaşadığı bir olaydan sonra kişiden sadır olan bu “hata ettim” düşüncesi, o kişinin, o fiil sebebiyle Hakikatten gaflete düşmüş olduğunu farketmesinden; yani ortaya koyduğu davranışın Sistem içersindeki yerini ve onunla kendini Hakikatten perdelemiş olduğunu değerlendirmesinden de kaynaklanabilir —kısacası olaydan sonra Hakikati görmesinden!..

321

Page 316: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

Bunun tam aksine, Hakikati göremeyip, egosunun hükmü altına girmesinden ve o fiili Allah’ın dilemesi dışında, kendini de Allah’tan ayrı iş gören bir “kişi” olarak görmesinden, yahut her şeyin yerli yerinceliğini görememesinden de kaynaklanabilir!

Bir başka deyişle, “ben hata ettim” düşüncesi veya görünürdeki itirafı, kişinin “vicdanının sesi” de olabilir, tam aksine “benliğinin sesi” de!..

Peki, “ben yanlış yaptım” düşüncesinin hangi durumda bunlardan hangisi olduğunu, yani, hakikati farketmekten mi yoksa egomuzun hükmü altına girdiğimizden mi kaynaklandığını nasıl fark edeceğiz?”

Soruya çeşitli cevaplar verildi: “Karşısındaki hak etmemiş de yapmışsa, nefsindendir... Başkasına zarar vermemişse değildir... Keşke yapmasaydım şeklinde bir düşünceye sebep olur ise egodandır... Şöyle ise vicdanın sesidir, yok eğer değil ise egodandır...” gibi görüşler dile getirildi...

Oysa, sorunun cevabı bunlardan hiç birisi değildi!..

Neden?

Şimdi bunun açıklamasını yapmaya çalışalım:

Cevapların tamamı, sadece, kişinin bir davranışı ortaya koyması ile, sonrasında o davranışa bakıp “ben hata yaptım” demesi arasında geçen, yani hata yaptığını farketmesi öncesindeki sürecin gözlemlenmesi ve analiz

322

Page 317: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

edilmesi neticesinde varılan kanaatlerdi... Halbuki, sorunun cevabı, itiraftan önceki sürecin değil; bu itirafın sonrasında yaşanacak sürecin içinde saklıydı! Yani, bir fiili yapmak ile onun “hata” olduğunu farketmek arasında geçen sürecin içerisinde değil, “yaptığının hata olduğunu” farketmekle başlayacak ve devamındaki süreçte gizli idi... Peki neydi?

Kişi “yaptığım yanlış idi, hata idi” sözünü çeşitli nedenlerle söyleyebilir! Ancak, bunun gerisinde olanın “hakikate iman” olmasının işareti odur ki, kişi, bu idrakı sayesinde, Özündeki hakikate döner, Huzura yönelir ve Selâmet bulur... Hakikate imansızlık, kendini Hakikatten ayrı görmek ise, yani egonun hükmü altında kalmak ise, huzur ve saadetin zıddına, kişiyi bireyselliğin zilletine, karmaşaya ve azaba duçar eder! Dolayısıyla, mühim olan, “yaptığım bir hataydı” itirafının, kişinin bilincini neye yönelttiği, nereye götürdüğüdür!

Kur’an-ı Kerim, bu hususta ders almamız gereken ayetleri, Adem ile İblis kıssası yoluyla bize açıklar:

Adem (insan), Allah’ın nehyettiği şeyden uzak duramayıp, beden ağacına dokunur, ayıp yerleri görünür olur... Fakat bunun sonrasında, yaptığının hata olduğunu farkeder ve bu farkedişle birlikte, fıtratının gereği olarak, nefsini kınar ve tövbe eder; “yaptığımla, kendime zulmettim...” der...

İblis (şeytan) ise, insanları Hakikatten saptırma, “Allah’tan ayrı(!) düşürme” işlevi

323

Page 318: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

konusunda kendisine kıyamete kadar mühlet verilmiş olduğu halde bu işlevini yerine getirir ve fakat bu durumda lanetlenip de yaptığının hata olduğunu farkedince, “beni azdıran sen(?) idin” diye, içine düştüğü halden dolayı, “Allah” ismiyle işaret edilen Hakikati, ötesinde bir tanrı(?) gibi varsayarak, kendi dışındaki O’nu(!) sorumlu tutar ve halinden onu(!) suçlamaya kalkışır!

Bu iki birbirinden farklı bakış açılarının sonucu olarak, Adem, “dokunma!” emrine riayet etmemiş olsa da, hatasının idrakı ve tövbesinin sonucunda Huzur ve Saadete; İblis ise, varoluş gayesini yerine getirdiği halde, hatasından ve içine düştüğü halden dolayı “karşısındakini(!) sorumlu tuttuğu, kendi dışındaki başkasını(!) suçladığı” için, bu bakış açısından dolayı ebediyen ateşe ve azaba gider!

Burada belirtmek istediğim nokta şuydu:

Her birimizin oluşmuş veritabanımıza göre görüşümüzü belirleyen bir perspektifimiz, bir bakış açımız ve bir görüş alanımız var...

Oysa, tâbi olduğumuz Evrensel Yaşam Sisteminin işleyişi, bizimki gibi sayısız veritabanlarını ve sayısız görüş alanlarını kapsar.

Hiç bir konunun çözümü, doğru değerlendirmesi, bizim görüş alanımızla kayıtlı olmadığı gibi, örneğimizdeki gibi, çoğu zaman bizim görüş alanımızın tamamen ötesinde, kapsama alanımızın tamamen dışında da olabilir.

Oysa biz, çoğu zaman bu gerçeği farkedememekten dolayı, sadece kendi

324

Page 319: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

perspektifimiz içinde kalan dar bir alanda her şeyin çözümlenmesi gerektiğini, orada çözebileceğimizi, hatta çözdüğümüzü, anladığımızı, bildiğimizi zanneder, ondan ötesini göremez; sonra da, bu iş niye böyle olmadı, diye kendimizi cehenneme atarız.

Halbuki, bir işin iç yüzünü, hikmetini, sistemini görebilmek, kendi veri tabanımızla sınırlı bakış alanımızın dışındaki alanı ve alanlarının varlığını da hesaba katabilmemiz düzeyinde mümkündür her zaman... Lokal ve indi değerlendirmelerimize bağlı kaldıkça, kendi sınırlamalarımızın acı sonuçlarına katlanmaktan da kurtulamayız!

Neden “benim istediğim gibi olmuyor” veya “olmadı” diye dert edinmek, Allah ismiyle işaret edilenin ve O’nun Sisteminin sınırsızlığına “imanlı” bir bakışın sonucu değildir ve karşılığı “yanma”dır!

Yaşamı ve karşılaştığımız her olayı, kişisel görüş ve anlayışımızın ötesinde, sayısız görüş ve anlayışların varolduğu gerçeğine “imanlı” bakış ile değerlendirebilmenin bir adı da, “Allah ahlakıyla ahlaklanmak”tır ve bu, “Allah” ismiyle işaret edilen mânâyı bilen her iman sahibi için en başta gelen gayedir.

22.12.2002

325

Page 320: Gizli Gulsen

▪ 119

~Hükümler Senin Bakışından Doğar~

imi insanın yapısında “Zahir” isminin manası ağırlıklıdır, algılama ve değerlendirmeleri dışa dönüktür!

Kiminde ise “Batın” isminin; dolayısıyla, algılama ve değerlendirmeleri içe, öze dönüktür.

K Akıl zahire tatbik edilince, idrake ve yaşama

maddeye yönelik değerlendirmeler yön verir. Akıl, batına tatbik edilince, idrak ve yaşamda maneviyat yönü ağır basar.

Zahirden giden yol “ötelerde” aratır, Batından giden ise “öz”ünde ve “gayb”ında buldurur...

Hakikati ötede bulacağı yanılgısı yüzünden, insanoğlu kendinde mevcut olanı hep ötelerde arayarak, ömrünü zanlarla ve hayallerle tüketir...

Kur’an-ı Kerim’de Adem ve İblis kıssalarıyla anlatılan sensin; onlarla ötelerden bir tarih dersi verilmiyor, bir “insanlık” dersi veriliyor. Anla!

Şeytanlığı tanıyıp, uzak durasın, Ademiyete yönelip selâmet bulasın diye...

Şeytanlık, her şeyi sırf zahiriyle, kendine görünen yanıyla yargılar! İnsanlık ise gördüğünün

326

Page 321: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

ardına geçebilmeyi gerektirir.

Şeytanlığın yolu “mukayese”den başlar! Kendini haklı ve üstün görmek için önce “mukayese” gerekir. Bunun için, kendiyle karşısındakini mukayese eder, karşılaştırır, hükme varır!

“Beni ışınsal yapıda varettin, onu ise maddi bir bedenle” diyen ve bu mukayesesi dolayısıyla yanmaya başlayan İblise bak! Kıyasladı, hükme vardı ve tuttuğu yolda yanıldı... Bu bakışı yüzünden, Sistemi anlayamadı, yerini bilemedi, sonrasında da, başkasını suçlamaya kalkıştı; “beni azdıran sendin” diyip O’nu(!) “tanrılaştırmaktan” kurtulamadı!

İnsanlık (Adem) ise, zor olanı tercih etti; başkasını suçlamadı, sadece “nefsime zulmeden benim” diye tövbe etti!

İblis “ikilikten” ve “ayrımdan” yanadır; bunun için de önce kendini(!) karşısındakiyle(!) mukayese eder, ki suçlasın, kınasın! Böylece de bireysellikten ve bencillikten başka bir şeyi artmaz! Adem ise “birlikten” yanadır, bakışı özüne dönüktür, halinden dolayı başkasını suçlamaz, kınamaz, ne ararsa kendinde arar!

Bunlardan ibret al, nefsine zulmedenlerden olma! Şeytanlığın seni yakmasını istemiyorsan, tutkularından vazgeç, “karşılaştırma” ve “mukayeseyle” hükme varıp, “kendini haklı çıkarma” çabasından uzak dur! Yanıyorsan, kendine bak, hatanı gör, dışarıya dönüp başkasıyla uğraşma! Yanmana sebep olanın senin

327

Page 322: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

bakışın olduğunu anlayıp, kendi hatanı düzelt!

Bizler, karşımızdakini eleştirmek, yargılamak, değerlendirmek veya hakkında taktirde bulunmak için varolmadık! Hakikatimizi bilip, anlayıp, gereğini yaşayabilmek için varolduk!

Bil ki, bakışın dışa dönük olduğu sürece, özüne sırt çevirme ve özünden uzaklaşma tehlikesiyle yüz yüzesin! İlacın, hemen tövbe edip, doğru yöne yönelmektir!.. Yok eğer bakışın özüne dönükse ve huzurdaysan, o vakit de şükret; kendine hiç pay çıkarma, çünkü bil ki özüne döndüren, Tevvab olan Allah’tır...

29.12.2002

328

Page 323: Gizli Gulsen

▪ 120

~Her Kızanın Kızdığı Kendisidir~

ızgındır cehennem ateşi, yakar insanı!.. Ve “kızgınlık,” cehennem ateşindendir!

Beyin, idrakinin ve kapsamının yetersiz kaldığı bir durumla karşı karşıya geldiğinde, içine düştüğü durumdan çıkabilmek için her zamankinden yüksek performansla çalışma gayreti içerisine girer ve yüksek dozda enerji üretir! Bu enerji beynin uzantıları olan sinir hücreleriyle tüm vücuda yayılır! Ne var ki, öylesi bir yükü kaldırmakta zorlanan nöronlar ve uzantıları olan sinirlerden bazıları zarar görür, kimi âdeta yüksek voltaj elektriğe maruz kalmış gibi olur! O sırada, beynin düşünsel faaliyetleri bloke olur, kişinin aklı başından alınır! Sinirlerin kontrolü adamakıllı ele aldığı kişiye onun için “sinirlenmiş” denir ve başlar “kızmaya!” Oysa kızdıran, içerden başlamış olan yanmadır!

K

Dışa vurumu farklı şekillerde olsa da, her kızanın gerçekte kızdığı “kendi idraksizliğidir!”

Yakan, izlediği yolun kaybettirdiklerini görmesi ve geçmişin telafisi olamayacağını farketmesidir!

329

Page 324: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

Kızgınlığın gerisinde, beklentilerden kurtulamamak yatar! Şartlanmalar, beklentileri ve sonuçta duyguları doğurur!

Karşılaşacaklarının, beklentilerine göre gerçekleşeceğini zannederek yaşayan kişi, günü gelip de beklediğini bulamayınca, başlar yanmaya! Yanınca, yakan ateşin verdiği kızgınlık, kişinin haline uygun bir tarzda dışa vurur!

Oysa, gerçekte kişiyi yakan, kızdıran, olup biten şey değil, içine düşmüş olduğu ve nihayet farkettiği “kendi idraksizliğidir!” Farkedemedikleri sebebiyle yitirdiklerinin artık ele geçmeyeceğini görmesi ve bu sonuçla yüzleşeceğini idrak edememiş olmasıdır! Çünkü, bireysel yargılarından doğan “beklentileri” sebebiyle idraki ve görüşü kapanmış, olayların ne şekilde gelişeceğini görememiş veya elde etmeyi umduğu sonuca göre yön verememiştir davranış ve düşüncelerine, o ana kadar... O an ise, halinin sonucuyla karşı karşıya, eksiği ve hatasıyla yüz yüze gelmiştir!

Kur’an-ı Kerim’in hükmüne göre, sistemde, bir sineğin kanat çırpışı kadar dahi yersiz bir şey yoktur! Bu demektir ki, yersiz diye gördüğün ne varsa, orada gerçekte görünen o şeyin yersizliği değil, senin kendi görüşünün yetersizliği, “kör” noktasıdır.

Beyin, ruhtan aldığı “nuranî” güçle, varoluş gayesi olan Hakk’ı ve Hakikati, bir başka ifadeyle “evrensel bilinci ve sistemini,” dünya boyutunda seyredebilmek gayesiyle varolmuş aracı bir katmandır! Arada engel olmadan, özündeki,

330

Page 325: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

hakikati olan evrensel bilincin gözüyle, her yerde, her an “Mürid” olan “Allah”ın tasarrufunu, onun dileğinin gerçekleşmekte olduğunu, onun muradının yaşandığını seyredebilmek için vardır! Eğer bu gayeyi yerine getirmesine bir bedensel mani ile karşılaşırsa, “acı” ve “azap” dediğimiz hissediş başlar! Eğer bu seyrine bir zihinsel mani ile karşılaşırsa, o vakit beyin, bu asli işlevinden alıkonulduğu(?!) için, “yanma” başlar... Ki gerçekte yanma, maddi değil manevidir ve şu anki “ruh” boyutumuzda —güneş platformundaki asıl bedenimiz olan “ışınsal holografik bedenimizde”— gerçekleşir! Bu yanmanın sonucunda, kişi başlar kızmaya, ve beraberinde karşısındakini suçlamaya, kınamaya, kırmaya, vs, vs...

“Kızgınlık” şeklinde alevlenen ateş, kişiyi yakar, yakar, yakar... Ta ki, o kişi gerçeğin sisteminin, şartlanmalarıyla oluşmuş beklentisi gibi değil, “Allah ismiyle işaret edilenin murad ettiği” gibi olduğunu kabul edene kadar... Velev ki bu idrakinin önündeki engeller yanıp yok ola, bu idrak ile bütünleşe ve o zaman o konuda yanması da bite! İşte o zaman artık “kızmaz” olur, ateşin “kızgınlığı” kalmaz!

Basiretin önündeki perdelerden arınılmadığı sürece, kişinin idraksizliği varolmaya devam eder ve dolayısıyla kızgınlıkları son bulmaz!

Ateş, bir yönüyle rahmettir, bilinçteki perdeyi yakıp yok eder, idraki açar! Kızgınlık, doğru değerlendirilirse, kişiye eksiklerini işaret eden bir eğitici gibidir.

331

Page 326: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

Mantık, çevresel değer yargılarına göre oluşmuş akıl yürütme faaliyetidir! Hakikat mantıkla sınırlı olamaz! Onun için, mantıkla değil, “iman”la son bulur yanma! İmandan mahrum olanlar, yanmadan asla kurtulmazlar!

Kim “varolan her şey, bir tek Allah’ındır; Allah ne dilerse, o olur” diyebilirse inanarak, orada yanması biter; ateşi de, kızgınlığı da kalmaz! İnansın ve inanmasın, herkes gerçeğin bu olduğunu er veya geç itiraf edecektir! Dünya yaşamında gönül rızasıyla bu itirafı ve gereğini yaşamaya yanaşmayanlar, ruh boyutunda bunu kabul ve itiraf edene kadar kıyasa gelmez hararetteki bir kızgınlık içersine düşüp yanmak zorunda kalacaklardır.

Allah, bizleri basiret ve idrak yetersizliğinden kurtarsın!

30.12.2002

332

Page 327: Gizli Gulsen

▪ 121

~Aydın İnsan Kimdir~

ydın,” bilinciyle de “kıyamda” olabilen insana verilen addır.

Nedir kıyam hali?.. Kıyam hali, varlıkta her an geçerli Sistem ve Düzeni yürüten, Hay ve Kayyum olan “ALLAH” hükmünün insandan açığa çıkışıdır.

A“İnsan, “kendi Zatına yönelebilen” yegâne varlık

olması hasebiyle, hakikatiyle nurdur, “aydın”dır; bu vasfı taşımayan ise henüz insanlıktan nasiplenememiştir.

Biyolojik insan, günümüzden birkaç milyon yıl önce ortaya çıkmıştır. “Özüne dönük bilinci” ve manevi değerleriyle hakikat ehli aydın “insan” ise, bu biyolojik insandan gelişen kollardan birinde, bundan onbinlerce, belki yüzbinle ifade edilebilecek bir süreç öncesinde...

İlk aydın insan Hazreti Adem’dir ve Adem ile Havva, yeryüzünde “aydın insan” neslinin başlangıcıdır.

O devirde, yeryüzünde biyolojik olarak bugünkü “insana” son derece benzeyen, ancak zihinsel fonksiyonları yönünden insanî

333

Page 328: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

vasıflardan yoksun; “bozgun çıkarıcılık ve kan dökücülük” vasıfları ile tanınan, insan bedeninde hayvanlığı yaşayan “Neanderthal” topluluklar vardı ki biz bunlara “insansı” demekteyiz.

Adem ve Havva, evrensel bilinç boyutunun değerleriyle yeryüzünde cennet hayatı yaşarken, kaderlerindeki o hatayı yaparak mahcûb olmuşlar ve içine düştükleri perdelilik halinin kendilerinde doğurduğu idrâk ile, “Rabbimiz biz kendi nefislerimize zulmettik; eğer bizi bağışlamaz ve merhamet etmezsen hüsrana uğrayanlardan olacağız” diye bağışlanma talebinde bulunmuşlardır.

Bu ifade son derece anlamlı, “aydınlanmanın” ilk basamağına ve “insan” olmanın sırrına işaret eden bir ifadedir!..

Kalemin elverdiğince şimdi bu ifadenin üzerinde durmaya çalışalım:

Bu ifade, “insan”lık düzeyine ulaşmak için, her şeyden evvel “beş duyu dünyasına odaklanmış ilkel bencillik duygusu” ile değil, “özümüze dönük bir bilinçle” bakış ve değerlendirmenin zorunluluğunu gösteren bir ifadedir!..

Bu ifade, “insan”lık düzeyine ulaşmak için, yaşadığımız halin, “kendi yaptıklarımızın neticesinden başka birşey olmadığı” gerçeğini farketmemiz gerektiğine işaret eden bir ifadedir!..

Bu ifade, “nefse zulmetmenin” anlamının “bedene eziyet etmek” olmadığını; “nefse zulmetmenin, kendi hakikatimizi tanıyamamak, bilememek, bunun hakkını yerine getirememek”

334

Page 329: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

olduğunu açıklayan bir ifadedir!..

Bu ifade, beş duyuya dayalı sırf beden kayıtları gereği ortaya koyduğumuz davranışların, “hakikatimizin gereğini yaşamamıza engel olduğunu, böylece hakiki benliğimizin gereğini yerine getirmekten perdelendiğimizi” vurgulayan bir ifadedir!..

Bu ifade, insanlık düzeyine ulaşmak için, “eğer yaptığımız hatadan geri dönmezsek, hakikatimizin gereğini yerine getirmekten ebediyen perdelenmiş olarak azap duyarız,” idrakinde olmamız gerektiğine işaret eden bir ifadedir!..

Bu ifade, insanlık düzeyine ulaşmak için, çevremizde yaşananlardan ve yaşadıklarımızdan ibret alarak, “yaşamın gerçeğinden gaflette olarak ömrünü tüketmenin getireceği hüsranı” farketmemize ve “hüsrana uğrayanlardan olmamak için, vakit geçirmeden uyanmamız ve hatalarımızdan dönmemiz” gerektiğine işaret eden bir ifadedir!..

Bu ifade, insanlık düzeyine ulaşmak için, “kendi varlığının bir aslı, özü, hakikati, Rabbi olduğunu farketmiş olmak gerektiğini” ve “içine düştüğümüz üzüntü duyduğumuz hallerden kurtulmak için yapmamız gerekenin, O’na yönelmek ve O’ndan bağışlanma dilemek” olduğunu vurgulayan bir ifadedir!..

Bu ifade, insanlık düzeyine ulaşmak için, “özümüzdeki, zatımızdaki, varlığımızdaki madde ötesi güçleri ve özellikleri müşahade

335

Page 330: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

edebilmemiz” gerektiğine işaret eden önemli bir ifadedir...

İşte bu idrak ve açılımların gereği olarak... Dikkat edip, bilelim ki;

Adem, evvelâ “hatasını idrak etmiş, inkâra sapmamıştır!”

Sonra...

İçine düştüğü halden dolayı “kendini haklı çıkarma” çabası içerisine girmemiş; hatasını kabul etmiştir.

Beraberinde yaşayan madde beden veya ışınsal yapılı “şeytaniyet” vasfını haiz diğer varlıklar gibi, yaşadığı halden dolayı, “karşısındakini suçlama” yolunu tutmamış, kimseyi suçlamamış, kınamamış, kimseden şikayet etmemiş, kimseyi sorumlu tutmamıştır...

Bu kemalâtın ortaya çıkmasının eseri olarak Adem, karşısındakileri, mücadele edilmesi gereken düşman varlıklar olarak gören ilkel ve bencil yaşam şeklinin üzerinde, ötesinde, kendi için istediğini karşısındaki için tercih eden, öncelikle karşısındakini düşünen, maddeötesini, ölümötesini, varlığının hakikatını düşünen yapıya ve yaşam anlayışına sahip hakiki “insan” neslini başlatmıştır...

Başlangıç burasıdır. Bunlar kemâlat sahiplerine intikal etmiş büyük değerlerdir...

Günümüzde yeryüzünde, milyonlarca yıl öncesinden aynı atadan gelmelerine rağmen, “homosapiens” ve “neanderthal” topluluklar ile

336

Page 331: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

bu iki nesilden gelenlerin yaptığı birleşmeler dolayısıyla oluşmuş, değişik genetik özelliklere sahip iki yönlü hususiyetler ortaya koyan sayısız nesiller içiçe yaşamaktadırlar. Ki insan ve insansılar gerçeğini bu yönüyle sitemizdeki “Akıl ve iman” isimli kitabıyla ilk kez açıklayan, Üstadım Ahmed Hulûsi’dir...

Çoğunluğu oluşturan “insansılar,” günümüzde de, Neanderthal vasıflarıyla, beş duyu dünyalarında bedensel zevklerini en iyi şekilde tatmin etmek için, ellerinden gelen her şeyi yapmak üzere tereddüt etmeden kan döküp, fesat çıkartarak yaşamlarına devam etmektedirler... Onlar, hayatta kalmanın vazgeçilmez kuralı olarak “ben”cillik ve sahiplenmeyi bilirler! Onlarda, beş duyu ötesine yönelim, kendilerini bilinç boyutunda, manevi güçlerle tanıma, ölümötesi yaşam kavramı ve buna dayalı olarak o yaşama hazırlanma gibi kaygılar hiç yoktur! Şartlandıkları göresel-dünyevi değerlerine ve değerlendirmelerine öylesine sıkı tutunurlar ki, onları korumak ve kaybetmemek için savaşır ve bu uğurda karşılarındakine her türlü zararı verebilirler!.. Genlerindeki, beyinlerindeki özelliklerin sonucu olarak doğal, içgüdüsel yaşam şartlarıyla ömürlerini sürdürürler...

“İnsan” ise, karşısındakinden hoşnut olmanın yollarını arar, ona zevkle saygı duyar, rıza gösterir, sevgiyle bakar, değer verir, elindekini memnuniyetle paylaşır, cömertçe verir, hizmet eder ve kendisine verileni şükrederek değerlendirir, böylece iç dünyasında huzur ve

337

Page 332: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

saadet içinde yaşar. İnsanların, bilinçlerini özgür kılmaları ve hakikatlerini düşünerek yaşamaları için çabalar. Kendi için istemediğini, karşısındaki için de istemez. Bunlar yanısıra, içinde bulunduğu halden veya karşılaştıklarından dolayı karşısındakini kınamaz, suçlamaz, eksik-hatalı görmez, kimseden şikayet etmez, kırılmaz, darılmaz, yargılamaz, takdirde bulunup hüküm vermez, öç alma peşinde koşmaz, dedikodudan, gıybetten uzak durur, kimsenin birşeyine el uzatmaz, kimseyi zorlamaz, kimseye hükmetmeye çalışmaz... En nihayetinde, rıza gösterir, hoşgörür ve sabreder... Bunları zorlamayla veya gösteriş için değil, içinden gelerek ve zevk alarak yapar...

Velhasılı... “İnsan” olmak, ender kişlere özgü bir haslettir!..

Aydın insandan bahsediyoruz! Ceddimiz Adem’den... Gerçeklerden gafil, taklitçi “aydınsı” ile karıştırılmaya!..

“İnsanlık”tan aldığı nasibi değerli bulan ve “insanlığının” hakkını verebilmek uğruna “insansı” vasıflarını kurban eden ve bunu yaşam gayesi edinebilenlere selâm olsun!

19.01.2003

338

Page 333: Gizli Gulsen

▪ 122

~”Önce Sen” Diyebilmek~

damın biri kendini darı zanneder, nerede tavuk görse köşe bucak kaçarmış.

Akıl hastanesine yatırmışlar. Uzun süre tedavi görmüş, sonunda Hekimi, iyileştiğine kanaat getirmiş, yanına çağırmış:

“A “İyisin değil mi evladım, artık darı değil koca

bir adam olduğunu anladın! Kendini darı zannetmek gibi bir sorunun yok sanıyorum artık!”

“Evet, iyiyim,” demiş adam, “darı olmadığımı iyi öğrendim!”

Ve taburcu edilmiş. Hekimiyle vedalaşmış, hastaneden çıkmış..

Ne var ki çok geçmeden, Hekim bir bakmış, adam kan ter içinde koşarak geri gelmiş!

Hekimi, “Ne oldu evladım, bu halin ne, neyin var?” diye sormuş!

Adam, “Efendim!” demiş, “Bende sorun yok! Ben darı olmadığımı öğrendim de... Bunu tavuklara da öğrettiniz mi?..”

339

Page 334: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

Yaşamın güldüren akıl oyunları var böyle!

Bazılarımız bir hitap işitiyor: “Daima karşınızdakini kendinize tercih edin; sakın ‘önce ben!’ demeyin!..”

İş, hoşumuza da gidiyor. Ne var ki, “herkes kendi yaptığının neticesini yaşar” hükmünü tam anlamıyla algılayamadığımızdan, içten içe, “acaba ‘önce sen’ demeyi karşımdakiler de öğrendi mi” akılsızlığından kurtulamıyoruz. Ve kan ter içinde yetişiyoruz Hekime, yahut başlıyoruz etraftakilere darı olmadığımızı(!) anlatmağa:

“—Okudun değil mi? ‘Önce sen’ diyeceksin!”

Üstelik, bunu diyen anlayışı kıtın farkında olmadan dile getirdiği düşüncesi şu: “Önce ‘beni’ gözeteceksin, ona göre!”

Sonuçta, “önce sen”, dönüp, dolaşıp, oldu yine “önce ben”!..

Sizce Hekim, hikayemizin kahramanına ne cevap vermiştir?..

25.04.2003

340

Page 335: Gizli Gulsen

▪ 123

~Akıl Nerede~

klını başına al!”... “Aklın neredeydi?”...

Byap

u tür sorular ve uyarılar hep ılır da niye aklın yeri sorgulanır

düşündünüz mü?

“A Aklı yaratan ulu tanrı onu üstün özelliklerle

bezedikten sonra beyne oturtmuş!... Ama akıl bakmış ki çevresine hiçbir şey görünmüyor!..

Şaşırmış... “Etraf mı karanlık ben mi körüm”, diye düşünmüş..

Çözememiş olayı ve sormuş tanrıya:

-Tanrım beni mükemmel yarattın ama galiba körüm!... Beni hareketli, oynak, kıvrak, her şeye anında adapte olabilir yarattın ama önümü, çevremi göremiyorum, bulunduğum yeri göremiyorum!.. Sadece bulunduğum yerden bana gelenleri değerlendirip onları amaçlarına göre en mükemmel şekilde yönlendiriyorum..

Tanrı cevap vermiş:

-Seni öylesine mükemmel yarattım ki, ayrıca bir de göze ihtiyacın yok!.. Kör olman daha hayırlı; işlevini hakkıyla yapabilmen için!.. Seni

341

Page 336: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

öyle bir mekâna yerleştirdim ki, orada her şey, sana ulaşabilecek şekilde var!. Sana, sadece gelen verileri değerlendirmek kalıyor!.. Sen evrenin merkezindesin bulunduğun mekân itibariyle!. Orada sana gelen verileri değerlendirirsen bulunduğun ortamın sultanı olursun!. Unutma ki çözümsüzlük anında sana yol gösterecek iman kuvvesini de koydum o mekâna hemen yanına!

Peki, demiş akıl ve işlevini hakkıyla yerine getirmeye başlamış...

Ama insanlar çoğalıp her birinde işlev gören akıl farklı verilerle karşılaşırken, bazen hayret ve şaşkınlıktan, bazen dışardan gelen yanlış verilerden, bazen de hormonların dürtmesinden ayağı kayıp kana karışıp, soluğu başka bir organda alıverir olmuş bir anda!.

Kör olduğu için de, gittiği yeni mekânı (organı) tanıyamayıp, kendini hâlâ eski mekânında sanarak, o organın kendisine sağladığı verilere göre, o organa en mükemmel şekilde hizmet vermek üzere işlevini, yerine getirir olmuş!..

Bu yeni mekân bazısında mide olurmuş, bazısında cinsel organ; bazısında ayak olurmuş, bazısında kalp!..

Kimi sadece yemek için yaşarmış bu durumda; kimi insanlığını imanını unutur yalnızca seks yapmak için yaşarmış; kimi kendini yalnızca spora verirmiş, kimi de tüm yaşamına duygularıyla yön veren davranışlar ortaya koyup sürekli pişmanlıkları yaşarmış akıl dinlenmeye geçtiğinde de!...

342

Page 337: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

Evet, akıl, kutsal tahtı beyinden düşünce bir başka organa, insanlar ona “aklını başına al” derlermiş!... Ama nasıl alsın ki!. Akıl gitmiş yerleşmiş bir organın içine!. Beyni o organ olmuş artık!

Devası?..

İMAN!

Ya iman ağır basar ve aklı bulunduğu yerden kopartır ve eski tahtına oturtur!.. Ya da akla söz geçiremez... Onunla ilişkisini kopartır bu durumda ne hâlin varsa gör!” diyerek... Böylece akıl da artık imansız bir şekilde bulunduğu organdan mutlu bir şekilde yaşamına devam edip imansız bir şekilde dünyasını değişir!...

Bakarlar ötelerden ve derler:

-Biri daha gitti imansız!

—Ahmed Hulûsi 29.07.2003

343

Page 338: Gizli Gulsen

▪ 124

~Mi’râc~

eyse lil’insani illâ ma sea.” (53:39) Anzor

laşılabilmesi zor, hazmedebilmesi !

Belki de yutulması en güç lokma, bu âyetin verdiği mesajı alabilmek, kabullenebilmek!

“L Bilmenin ötesinde, bu ayete imanlı bakış

açısını kazanabilmek ise, insanlar içinde çok nadir zevatın nasibi!

Derinliklerinde nice sırlar gizli, sisteme dair!

“İnsan için sadece yaptığı vardır.”

“Kendi yaptığının dışında hiçbir şey yoktur.”

Ne verirsen senden, odur sana geri dönen...

Sözün kısası: Ne yaparsan, onu yaşarsın!..

“Yaşıyorsam, yapan benim” gerçeğini kabul edebilmek, hazmedebilmek ve bunun böyle olduğunu imanlı bakış ile görebilmek...

Tüm olayları ve tüm yaşamı, bütünüyle bu bilinçle, bu anlayışla değerlendirebilmek...

Ve nihayetinde zıdları cem edip; cümle âlemi,

344

Page 339: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

varlığın ile bir görebilmek.

“Yaptığımdan başkası değil, bu yaşanan” diyebilmek…

İşte, sisteme bu imanla bakışın müşahadesidir, Yunus’tan dile gelen, nihayetinde:

“Bu cümle canda oynayan, damarlarımda kaynayan, Külli dillerde söyleyen, külli dili diyen benem.

Çark (felek) benim hükmümdedir, her canda ben oturmuşam, Mülk benim elimdedir, yıkan benem yapan benem!”

İnsan için...

“Sadece yaptığı”!..

“Radiyallahü anhüm ve radi anh.” Allah, kulundan razı; kul da O’ndan!.

23 Eylül 2003

345

Page 340: Gizli Gulsen

▪ 125

~Huzur İçinde Yaşa~

uzurlu bir yaşam sürmek ister misiniz?

CunuH evabınız evet ise, şu sırrı hiç

tmayın:

Karşılaştığınız olaylar veya içinde bulunduğunuz koşullar ne olursa olsun... Bu karşılaştıklarınıza vereceğiniz her tür tepki yanında, —yani, kızmanız, alınmanız, darılmanız, kıskanmanız, dövünmeniz, üzülmeniz, nefret etmeniz, suçlamanız, kınamanız, şikayet etmeniz, vs.—, bunları yaşamanız yanında, “huzurlu olmak” her zaman diğer bir seçenek olarak içinizde sizi beklemektedir. İster orada bu tepkilerinizden birini yaşamayı seçin, isterseniz her zaman hazır, seçiminizi bekleyen, “huzuru” yaşamayı!

Eğer, yaşamınız huzur içinde geçsin istiyorsanız, neyle karşılaşırsanız karşılaşın, ne halde olursanız olun, o yaşadığınız halinizin yanında, “huzurlu olmanın” her zaman diğer bir seçenek olarak varlığınızın özünde mevcut olduğunu bilin! Seçimi yapacak olan sizsiniz ve bu seçiminizin “huzur” olmasını size engelleyebilecek, sizden başka hiç kimse veya hiç

346

Page 341: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

birşey yoktur. Yeter ki sizin tercihiniz, huzurlu yaşamak olsun! O, her zaman varlığınızın özünde mevcut!

Unutmayın ki, “huzurun” dışında hiç bir tercihinizle, huzuru bulmuş ve yaşamış olmayacaksınız!

Huzur yerine, hangi tepkiyi veya duyguyu yaşamayı seçerseniz seçin; bilin ki orada sizi yakan ateşi de siz kendi ellerinizle taşımış olacaksınız! Ateşi seçiminizden dolayı asla kimseyi veya birşeyi suçlamayın!.. Kendi içinizde yaşamayı seçtiğiniz şey için, dışınızda bir sebep bulmaya ve hele suçu ona yüklemeye hiç kalkışmayın!

“E ama, bugün huzuru seçersem, o zaman yarın başıma gelecek istemediğim durum karşısında ne yapacağım peki?..”

Yapacak şey çok basit, yarın yine “huzuru” seç!.. Her zaman huzuru seç!.. Zaten başka türlüsünü seçmenin sana ne faydası var?

“E ama, hep huzuru seçmek ‘pasiflik’ anlamına gelmez mi?”

Hayır gelmez! Tam aksine, huzursuzluk, pasifliktir, bloke olmaktır!.. Aktif ol, ama aktiviteni huzur içerisinde yürüt!

Yaşanmışı değiştiremezsiniz! Ama, huzuru seçtiğiniz zaman, göreceksiniz, beyniniz daha iyi çalışacak, görüşünüzün önündeki darlık kalkacak, daha geniş düşünecek ve gerçekleri daha net göreceksiniz, gelişiminiz daha hızlanacak,

347

Page 342: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

çevrenize daha faydalı olacaksınız ve dünyanız daha güzelleşecek! Kişinin, eşine, dostuna, yakınına, uzağına yapabileceği en büyük iyiliklerden biridir huzuru seçmesine yardımcı olmak, ona bu konuda yol göstermek!

Selamete çıkmanın yoludur bu! Nasibi olmayana, bir sözümüz yok elbet, “Allah selâmet versin!” demekten başka...

Allah, “huzursuzluğu feda edebilmeyi” ve “huzur içinde bir yaşam sürmeyi” kolaylaştırmış olsun bizlere!

Şükür Bayramı, 2003

348

Page 343: Gizli Gulsen

▪ 126

~Uyan Ey Gözlerim Uyan~

elikanlının biri, vaktiyle, aradıklarını Tasavvuf kitaplarında bulmuş... Kitapları okudukça merakı artmış! Çok

etkilenmiş... Öğrendiği hakikatler karşısında hayretler içerisinde kalmış... “Hay Allah” demiş, “Hakikatin ne olduğundan kimsenin haberi yok oysa! Dünya âlem bilgisizlik ve gaflet içinde yaşıyor. İnsanlar daha Allah’ı bilmiyorlar, kendilerini tanımıyorlar... Din diye putlara ya da hayallere tapıyorlar. Boş yere de kavga gürültüyle birbirlerini üzüp kırıyorlar” demiş. “Bu yaşta bunları farketmem çok iyi oldu!” diye düşünmüş. “Benim şimdi esas işim bu bilgileri tüm dünyaya

Eğer, insanlar bu hakikatleri farkederse, herşey değişir, kimse karşısındakine zarar veremez; o zaman dünya güllük-gülistanlık olur, insanlar huzur içinde yaşar... Ben de insanlığa iyi bir hizmet vermiş olurum...”

D

Derken düşmüş yollara, bir memleketten ötekine başlamış dolaşmaya. Gittiği her yerde anlaşabildiği insanlarla dostluklar kurup, bildiklerini başlamış paylaşmaya! Dinleyen buldukça anlatmış; anlattıkça kendisi de yeni

349

Page 344: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

şeyler farketmiş... Yıllar geçmiş. Gel zaman git zaman, yaşı gelmiş yirmilerden otuzlara... Bir gün, sakin bir köşeye çekilip düşünmeye başlamış. Geçen zamana dönüp şöyle bir bakmış; gösterdiği gayreti ve olup-biteni muhakeme etmiş. Bakmış ki sonuçta dünya yine hep aynı, değişen hiç bir şey olmamış! Dostluklar da, kavga gürültüler de aynen eskisi gibi devam edip gidiyor... Bilen biliyor, bilmeyen bilmiyor... “Ya hu” demiş, “ülkeler değiştikçe, insanlar da değişiyor; her milletin farklı değer sistemi, farklı birikimi ve farklı bakış açıları var. Bilip tanımadığım toplumlara benim bu bilgileri anlatıp, birşeyleri değiştirebilmem çok güç! En iyisi ben kendi memleketime emek vereyim! Kendi lisanımdan anlayanlarla daha iyi paylaşırım bu bildiklerimi”...

Başlamış bu kez, köy köy, kasaba kasaba gezmeye memleketini... Her gittiği yerde ilgiyle karşılanmış. Sohbetler etmiş, kitaplardan pasajlar okumuş... Derken, yaşı gelmiş kırklara... Bakmış ki, kendi memleketinin insanları da çeşit çeşit. Her bir köyün farklı adetleri, farklı anlayışları var. Kime ne söylerse söylesin, kolay kolay vazgeçmiyor insanlar bildiklerinden... Kimi söylenenleri öyle anlıyor, kimi böyle! Bilen yine biliyor, bilmeyen bilmiyor! Seven yine seviyor, söven yine sövüyor... “Hey hat” demiş, “bu insanlara benim bir faydamın olması çok zor! İçlerinde tek tük anlayan çıksa da, onlarla da bütün ömrümü geçirmem mümkün değil! Ben bunun yerine, hiç olmazsa kendi eşime-dostuma yöneleyim. Biraz onlara tatlı dille birşeyler

350

Page 345: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

anlatayım. Başkaları nasıl olursa olsun, beni tanıyıp sözümü dinleyenlerle sevgi ve hoşgörü yayan örnek bir topluluk olalım, bari...

Ama ne fayda sonuçta bir kez daha aynı gerçekle karşılaşmış... Bu arada kırklı yaşlar da kalmış geride. Derken, son çareyi bulmuş! “Ben kimseden mesul değilim, kendi ailem ve çocuklarımdan başka”, demiş. “O zaman kalan zamanımı çoluk çocuğuma ve yakınlarıma bildiklerini anlatarak değerlendirmeye bakayım” demiş...

Başlangıçta herşey yolunda gitmiş. Adam, her sabah yeni bir hevesle uyanmaya başlamış. Derken, zaman her zamankinden hızlı geçmeye başlamış! Yıllar birbirini kovalamış... Yaş ellilere varınca, yine bir gün durup düşünmüş. Bakmış ki, aslında ev halkında da değişen pek birşey yok. Herşey değişmiş, iyi gidiyor gibi görünse de, birgün ola ki tabiatlarına ters gelen birşeyle karşılaşsalar, al takke ver külah, yollar yine karışıyor. Konuşulanlar unutuluyor, herkes kendi tasasının peşine düşüyor. Büyükler büyüklüğünü, küçükler küçüklüğünü devam ettirip gidiyor... Çaresiz, adam çekmiş elini eteğini etraftan. “Demek ki takdir böyle” demiş; “benim pek de yapabileceğim birşey yokmuş”...

Zamanla adamın saçı sakalı ağarmış, bembeyaz olmuş. Altmışlar da birer birer tükenmiş... Artık, ömrünün son günlerinin yaklaşmakta olduğunu hissetmiş. Günler geceleri, geceler gündüzleri takip ederken, yine bir gün sabaha doğru rüyasında nur yüzlü, ak saçlı bilge zatı görmüş ve

351

Page 346: Gizli Gulsen

AHMED BÂK İ

ondan yaşamın gerçeğine dair şu sözleri işitmiş:

“Kalktığın bir sabah kesinlikle son sabahın olacaktır!”

O an kafasında bir ışık yanmış: “Hey hat” demiş, “Dünya âlemi değiştirmeye çalıştım, ömrüm geçti!.. Meğer gözüm hep dışarıdaymış! Oysa, benim esas değiştirmem gereken kendimdi, kendime bakmalıydım; onu unuttum!.. Herşeyi yerli yerince göremedim, değiştirmeye çalıştım! Onun için de hiç değişemedim, hiçbir şey de değişmedi...”

Ve seslenmiş kendisine gün doğduğunda: “Uyan ey gözlerim uyan!.. Uyan uykusu çok olan uyan!..”

“Kalktığın bir sabah kesinlikle son sabahın olacak!”

21 .03.2004

352

Page 347: Gizli Gulsen

▪ 127

~Neyin Bayramı~

urban, ilkel insanlardan beri gelen bir uygulama; “tanrı”dan gelebilecek gazaba karşı korku ve endişelerini gidermek için

uygulamışlar... Hazreti İbrahim aleyhisselâm, bunun kişinin kendine dönük mücahede yanını göstermiş... Hazreti Rasûlullah aleyhisselâm, devam eden uygulamayı, tanrıya karşı borç ödeme anlayışından çıkartarak “insan”a dönük yanıyla hac içerisinde seçenek olarak bırakmış...

K

Tanrıya borç ödemenin veya bir beslenme olayının kutlaması değil söz konsu olan; kimse kimseyi et yediği veya dağıttığı için veya tanrıya borcunu ödediği için kutlamıyor! Hacdaki arınmanın şükrü olarak aç insanları doyurmak amacıyla haccını yapanlar için bir vecibe, yerine getirilen...

İbadet olan kurban değil, şükür ile varlığından “verme” düşüncesi ve fiilini yaşayabilmektir. İbrahim aleyhisselâm buna işaret etmiştir, önce onu anlamak gerekir.

Hazreti Rasûlullah’ın önerilerini anlayabilmesi için de kişinin önce tanrıyı terkedip, “ALLAH” ismiyle işaret edileni ve “sistemini” anlamaya

353

Page 348: Gizli Gulsen

yönelmiş olması lazım.

Tanrıya karşı birşey yapmakla tanrı uğruna birşey yapmanın esasında farkı yoktur. Mühim olan tanrı kavramından sıyrılmayı başararak düşünebilmek ve değerlendirebilmektir. Ayet, akıttığınız kanlar Allah’a ulaşmaz diyor... Şuurunuza, takvanıza bakar demiyor mu? O halde, “kurban” nasıl bir ibadet veya olur?

Ondört yüzyıl öncenin koşullarını düşünelim, bugünün geri kalmış kırsal yaşamıyla benzeştirerek... Hayvan kesmek, o günki insanların yaptıkları büyük bir fedakârlık... Tıpkı bugün kırsalda birinin elindeki en kıymetli varlığı olarak gördüğü örneğin besili bir danasını çevresindekilere ikram etmesi gibi... Büyük bir fedakârlık... İşte o günde varlık sahiplerine böyle bir fedakârlık ve “paylaşım”, önerilen... Çünkü, o günün koşullarını ve insanların sahip oldukları en değerli mallarının neler olduğunu düşündüğümüzde görürüz ki, önemli sayılabilecek bu fedakârlığı yapabilmenin yolu kurbandı...

Olayın gözümüz önündeki bu yanı görülemediğinden, “din” dendiğinde hâlâ dogmaların dürtüsüyle hareket ediyoruz: Bugünün yaşadığımız koşullarında, elimizdekilerin ve kıymetli olanın neler olduğunu ve çevremize ne ikram edersek, bize nasip olmuş hangi değerleri onlarla “paylaşırsak” makbul olacağını muhakeme etmeden, doğrudan taklide başvurarak hâlâ yüzlerce yıl öncesinin kuzu kesme geleneğini ve adını da ibadet

354

Page 349: Gizli Gulsen

G İZ ’L İ GÜLŞEN

koymayı sürdürüyoruz, tanrıyla her sene oynanan bir oyun gibi... Öğrendiklerimizi konuşma balonu gibi üstümüzde taşıyıp, aşağıda şartlanmalarımızı incitmeden sürdürmeyi her yıl yeniden seçerek...

Elindekini paylaşmak Kur’an’ın insanlara bir emridir. Bugünkü açlığın ne olduğunu görebilenler için, Kur’an’ın öncelikli emri “ilim” paylaşmak insanlığın en öncelikli gereğidir. Yediği gıdayla kişi gününü, ama alabildiği “ilimle” ebedi geleceğini kurtarabilme imkânına ulaşır.

Kurban tanrıya kesilir! Paylaşmak insana hastır! Hazreti Muhammed aleyhisselâm bir peygamber değil, “tanrı yoktur” hükmüyle gelen Rasûl ve Nebi’dir. Önerdiği her şey ise İNSAN İÇİN!. Tanrı için değil!.

21 Ocak 2005

355