Top Banner
Haziran 2009 - Sayı: 2
49

Genç İmo Bülten (1909 KB)

Jan 31, 2017

Download

Documents

hoangcong
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Genç İmo Bülten (1909 KB)

Haziran 2009 - Sayı: 2

Page 2: Genç İmo Bülten (1909 KB)

1genç-İMO

Başyazı Avşar Çelik

İMO II. Öğrenci Üye Kurultayı Sonuç Bildirgesi

Köy Enstitüleri Deneyimi İMO Kocaeli Şube Öğrenci Kurulu

Öğrenci Sorunlarına Genel Bir Bakış Sabri İnce

Küresel Kriz Armağan Kılıç

Kitap Tanıtım (Bir Mühendisin Dünyası) Taylan Atasoy

Mühendislik Eğitimi İMO İstanbul Şube Öğrenci Kurulu

Eğitim Labirentinde Çıkışa Doğru Zeynep Çiftçi

Düşünmekyetim... Hümeyra Bolakar

Akan Su Kir Tutmaz... Avşar Çelik

Uğur Ersoy’la Röportaj İMO Eskişehir Şube Öğrenci Kurulu

Mühendislik Yapıları İMO Gaziantep Şube Öğrenci Kurulu

AutoCAD Uğur Murat Altun

Hocamız Ferit Yakar ile Röportaj İMO Trabzon Şube Öğrenci Kurulu

Yeni Yapılaşma Teknikleri Özgür Akı

Bir Yargıdır Yaşamak Yunus Altaş

4S Ali Oğan

Küresel İklim Değişikliği İMO Balıkesir Şube Öğrenci Kurulu

Evrim Ali Oğan

Üzeyir Abi Ali Kurt

Deliler Erkay Kılıç

Sabuncu’dan Geçerken Erkay Kılıç

Basın Açıklamaları

İçindekiler

Yönetim Yeri: TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası

Necatibey Cad. No: 57 06440 Kızılay / Ankara

Tel: 0.312.294 30 00 Faks: 0.312.294 30 88 E-Posta: [email protected] Web: www.imo.org.tr

Haziran 2009, genç-İMO özel sayısı, yerel süreli yayın. ISSN: 1307-2412Baskı: Mattek Matbaacılık Basın, Yayın Tanıtım Tic.San.Ltd.Şti. GMK Bulvarı No: 83/23 Maltepe-Ankara / Tel: 0.312.229 15 02

Baskı Tarihi: 15 Haziran 2009 / 8.000 adet basılmıştır. Üyelerine parasız dağıtılır.

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Adına Sahibi

H. Serdar HARP

Yazı İşleri MüdürüZeki ERGİNBAY

Levent DARIZeki ERGİNBAY (1976-1977)

genç-İMO özel sayısı - 2

236

10121314181920

262832343738394143

22

444546

Page 3: Genç İmo Bülten (1909 KB)

2 genç-İMO

genç-İMO bülteninin ikinci sayısıyla yeniden beraberiz. Önceki sayıda olduğu gibi yine öğrenciden ge-len ve öğrenciden yana bir ses çıkrama çabası içindeyiz. Fakat sesimiz bu gün daha gür, daha yüksek. Hayatı anlamaya çalıştığımız gibi bir taraftan da onu birbirimize anlatmaya çalışıyoruz, bizden gelip bize giden bir hikâyeyi beraber yazıyoruz.

Bu dönem ülke ve ülke gençliği için daha zor günlerin bir başlangıcı gibi, her geçen gün biz öğrenciler için işsizlik ve geleceksizlik kaygıları artmakta. Bununla beraber yaşam alanlarımız olan üniversiteler hala devasa sorunlarla karşı karşıya. Teknik ve akademik altyapısızlığın yanı sıra baskıcı ve gerici yöne-timlerin idaresinde, bir eğitim kurumundan çok birer kışlayı andıran okullarımızın ve yüksek öğrenim sistemimizin durumu her geçen gün daha da kötüye gidiyor. Düzen YÖK, polis veya jandarma bünye-sinde somutlaşarak; düşünen, tartışan ve üreten bir üniversite gençliği istemediğini coplu, biber gazlı ve soruşturmalı saldırılarıyla bize anlatmaya çalışıyor. Biz ise onların bize dikmeye çalıştığı o tek tip elbiseyi giymeyeceğimizi haykırıyoruz.

Çalışan ve ücretli kesim için hayat her geçen gün daha zorlaşıyor. Ailemizin kazancı ve burslarımız yerinde sayarken temel ihtiyaç ve haklarımız olan barınma, beslenme ve eğitim giderlerimiz karşılaya-mayacağımız boyutlara varıyor. Her şeyi metalaştıran yeni dünya düzeni, kibar adıyla globalizm, sağlık ve eğitim gibi bilimin de alıp satılabilecek bir mal olduğunu iddia ediyor ve üniversitelerin değeri üret-tiği bilimsel çalışmaların piyasadaki karşılığı ile ölçülür hale geliyor. Bunun karşılığında parası olmayan halk çocuklarına da üniversite kapıları kapanıyor.

Her söze başlandığında ister istemez sorun kelimesinin ağızlardan döküldüğü bir ülkenin çocuklarıyız. Geçmişten geleceğe aktarılan sorunlar her neslin önüne bir öncekinin dertlerini ve sıkıntılarını da ta-şıyor. Böyle gelmiş böyle giderin önüne geçebilmek için şikayetçi olmanın ötesinde bir şeyler yapmak gerekiyor. Bir arada durmak ve çözüm önerileri üretmek gibi, üniversitemize, mesleğimize ve gelece-ğimize sahip çıkmak için düşüncelerimiz paylaşmak gibi..

Son söz olarak “hayat varsa, umut vardır”

Avşar Çelik İMO Öğrenci Konseyi Başkanı

Başyazı

2 genç-İMO

Page 4: Genç İmo Bülten (1909 KB)

3genç-İMO

İMO 2. Öğrenci Üye Kurultayı, 14 Mart 2009 tarihinde Ankara’da, 20 şubeden 700 öğrenci üyenin ka-tılımıyla; öğrencilerin en temel sorunu olan “Bilimsel, Demokratik ve Parasız Eğitim” ana başlığıyla İMO Teoman Öztürk Salonu’nda gerçekleştirilmiştir.

Kurultaya güç sağlayan ve bu süreçte yerellerde yapılan çalıştaylarda;

• Bilimsel Eğitim

• Demokratik Üniversite ve YÖK

• Eğitimin Piyasalaştırılması

• Mühendislik Eğitimi

• Staj Sorunu

• ABET-MÜDEK-Akreditasyon

• Yabancı Dilde Eğitim

• Politeknik Eğitim

• Köy Enstitüleri Deneyimi

• İş Güvenliği

başlıklı konular esas alınmıştır.

Paranın hükümranlığına karşı eğitim hak-kı; gericiliğin ve bilim karşıtlığının hortla-tıldığı, bilimsel gelişme tarihinin unuttu-rulmaya çalışıldığı bir dünyada bilim; bir ülkeyi işgal etmekte dayanak olarak kulla-nılan, insanların kendi kendini yönetmesi kavramının dört yılda bir oy kullanmaya indirgendiği, her türlü hak gaspı ve baskı-nın arttığı bir dünyada demokrasi…

Kurultay başlığımızın aslında dünyadaki gelişmelerden bağımsız olmadığı, bizlerin; neoliberalizmin üniversitelerde yansıma-larını bulduğu kısımlarını, ülke ve dünya gündeminden bağımsız ele alamayacağı-mız açıktır.

İMO II. Öğrenci Üye Kurultayı Sonuç Bildirgesi

Page 5: Genç İmo Bülten (1909 KB)

4 genç-İMO

‘’İnsanlığın gördüğü son toplumsal düzen - yıkılmasının ve değişmesinin mümkün olmadığı ve ebe-diyen yaşayacak bir düzen - insanlık için en iyi olan ve dünya üzerindeki barışı sağlayabilecek tek dü-zen…” Bu sözler kapitalizmin savunucularının propagandasıdır; yıllarca toplumun refah düzeyinin arttığı, insanların hak ve özgürlüklerinin giderek geliştiği de söylenmektedir. Fakat bugün açıkça gö-rülmektedir ki, kapitalizmin balonları patlamıştır. Bu sistemin insanlığa sefaletten, yoksulluktan, savaş-tan veya sömürüden başka verebilecek hiçbir şeyi olmadığı açıktır. Bundan sonraki yıllarda açıkça gö-receğiz ki bizlerin temel hak ve ihtiyaçlarına daha fazla göz koyulacaktır. Mevcut sistemin aksi yöndeki teorileri ise her geçen gün çürümektedir.

Bu süreçte, her sosyal devletin halkına sağlamak zorunda olduğu ve kurultay konumuz olan parasız eğitim hakkından tutun da yaşamın en temel ihtiyaçları olan su, barınma ve sağlık gibi birçok konuda hak gasplarına girişileceği barizdir.

Peki, bu nasıl yapılmaktadır?

Akla ilk gelen ve en önemlisi olan yol kamusal alanları yok etmektir. En temel ihtiyaç ve haklarımızı karşıladığımız kamusal alanlar bir bir özelleştirilerek özel sermayeye kâr alanları açılmaktadır. İlköğ-retimden üniversitelere kadar eğitim veren bütün kamu kurumları özelleştirilmek istenirken, parası olmayana da kredi vermek gibi çözümler önerilecektir. Eğitimin piyasalaştırılması konusu bu nedenle çok önemlidir. Bu piyasalaşma, ancak parası olanın eğitim alması gibi bir sonucu doğuracaktır. Yok-sulluk sınırı ve kişi başına düşen milli gelir gibi değerler göz önüne alındığında, Türkiye’de gençlerin eğitim alamayacağını ya da borçlanarak okuyacaklarını görmek zor olmayacaktır.

Kurultayımızda bu konu sunumlarla anlatılmaya çalışıldı. Fakat konunun önemi nedeniyle istatistikî veriler de göz önüne alınarak derinlemesine araştırmalar önümüzdeki yıllarda uygulanabilecek politi-kaları anlayabilmek ve bu politikalar karşısında parasız eğitim hakkımızı korumak için gereklidir.

Bilim ve bilimsel eğitim birbirini var eden iki olgudur. Bu konu üzerinde söz söylemeden önce bilimin ve bilimsel bilginin evrensel niteliğini ve insanlığın ortak mirası olduğunu vurgulamamız gerekiyor.

İnsanlık tarihi kadar eski bir bilgi ve tecrübe birikiminden bahsediyoruz; günümüze kadar üniversiteler ve teknoloji aracılığıyla insanlığın hizmetine girmiş bir birikimden. Fakat bugün üniversitelerin “insan-lığın gelişmesi ve özgürleşmesi” yönünde bilim ve teknoloji üretme kimliğinden, “piyasa ve sermaye“ ekseninde değerler üreten kurumlar haline dönüştüğünü ve bilimin toplumun değil, sadece sınırlı bir sınıfın çıkarlarına hizmet eden bir kâr mekanizması haline geldiğini görüyoruz.

Bu noktada bilimsel bilginin niteliğinin değiştirilmesi süreciyle karşı karşıyayız. Bu dönüşüm sadece üniversitelerdeki bir değişim değil sosyal devlet ve toplumsal hayatın da dönüşümü anlamına geliyor. Bilimsel çalışmaların insanlığın ortak mirası olmaktan çıkıp, sadece sermayedarların ve piyasa aktörle-rinin bir gelir kaynağı haline getirilmesi, toplumun sorunlarını çözen ve gelişmesi için çalışan bilimin artık getiri eksenli bir mekanizmaya dönüştürülmesidir. Bu sebeple bilimsel bilgi sadece sermayedar-lara kâr getirdiği sürece değerli olacak, bu çalışmaların ve üniversite sahibi sermaye gruplarının çıkar-larına hizmet etmeyen, yeni bir yatırım aracı üretemeyen herhangi bir çalışma kendine bu yeni düzen üniversitelerinde bir yer bulamayacaktır. Bu, bilimin insanlığın özgürleşmesi yolundaki öncü rolünü yok ederken toplumsal sorunların çözümünde bilimin sosyal ve teknik katkısının da kaybolmasının, toplumun çözümsüzlüğe ve yalnızlığa itilmesi sürecinin başlangıcıdır. Bilimsel üretimin de toplumsal olabilmesi ve bu şekilde kalabilmesi için kamusal bir maddi giriş gerekmektedir. Bilimden ortaya çıka-caklar sadece insanlığın ortak birikimi olmalı ve toplumsal gelişime hizmet etmelidir.

Demokrasi ve demokratikleşme talebi neredeyse her kesim tarafından dile getirilmektedir. Bu talep üniversite gençliği tarafından hem üniversite hem de toplumsal alanda sıklıkla gündeme taşınmak-tadır. Özellikle YÖK’ün kurulmasından sonra üniversiteler, özgür bir düşünce ve tartışma ortamından çıkartılmış, yasaklarla ve baskılarla farklı seslerin boğulduğu, darbe yasaları ve yönetmelikleri ile öğ-rencilerin beyinlerinin tutsak edildiği, soruşturmalarla ve uzaklaştırmalarla cezalandırıldığı kışlalara dönüşmüştür.

Tabelasında üniversite yazan bu kurumların birincil bileşeni olan öğrencilerin karar mekanizmalarında hiçbir söz hakkı yoktur. YÖK ve 12 Eylül yasaları sadece öğrencilerin değil akademisyenlerin de üniver-site yönetimlerinde söz sahibi olmasına tahammül edememekte, üniversiteler hükümetlerin bir ta-hakküm alanına çevrilmektedir. Böyle bir ortamda üniversitelerin demokratikleşmesi talebimizin daha net, daha gür bir şekilde dile getirilmesi, öğrenci örgütlülüğümüzün bu noktada kararlı ve tutarlı bir

Page 6: Genç İmo Bülten (1909 KB)

5genç-İMO

duruş sergilemesi gereklidir. Üniversitelerde yaşadığımız birçok sorunun başlıca çözüm yolu budur.

Demokratik üniversite talebimizi ve üniversite yönetiminde söz sahibi olma hakkımızı kurultayımızda açık ve net bir şekilde dile getirdik.

Kurultayda öne çıkan başlıca taleplerimiz şunlardır:

• Herkese “parasız ve nitelikli eğitim” sağlanmalıdır.

• Eğitimin piyasalaştırılmasının önüne geçilmeli ve eğitim devlet güvencesi altına alınmalıdır.

• Yeni üniversiteler açmak yerine, üniversitelerdeki eksiklikler (akademisyen, laboratuar, vs) gide-rilmeli, eğitimin niteliği yükseltilmelidir.

• Bilim yuvası olan üniversitelerin neoliberal politikalarla sermayenin boyunduruğu altına girmesi engellenmeli ve toplum yararı için bilim üreten kurumlar olması sağlanmalıdır.

• Eğitimin bilimselleşmesi için müfredatlar değiştirilmeli ve mevcut programlar yenilenmelidir.

• Politeknik gibi mühendislik disiplinine uygun eğitim biçimleri incelenerek, üreten mühendisler eğitmek için, üniversitelerde farklı eğitim anlayışlarının geliştirilmesi gerekmektedir.

• İhtiyacı olan her öğrenci için yurt ve burs imkânlarının sağlanması yönünde yurtların kaliteleri yükseltilmeli, üniversitelere ayrılan bütçeler arttırılmalıdır.

• Staj ve stajyerlik kavramlarının iş kanunlarında net bir şekilde tanımlanması ve işverenlerin staj-yerlerin haklarına tecavüz etmelerini engelleyecek düzenlemeler yapılmalıdır.

• Üniversitelerde yaşadığımız sosyal ve kültürel sorunların çözümünün tek yolu olan demokratik yönetim ve katılım anlayışı üniversitelerde egemen kılınmalıdır.

Page 7: Genç İmo Bülten (1909 KB)

6 genç-İMO

Köy Enstitüleri Deneyimi

İMO Kocaeli Şube Öğrenci Kurulu

Köy Enstitüleri; köy öğretmen ve eğitmenleriyle köylerde tarım ve sağlık görevlisi olarak çalışacakları yetiştirmek amacıyla kurulmuş eğitim kurumlarıdır. Temel misyonu; toplumun en yoksul kesimindeki çocukların yeteneklerini, son sınırına kadar devlet eliyle ve çağdaş eğitim yöntemleriyle geliştirip top-lumda onların önemli her rolleri üstlenmelerinin yolunu açmaktı.

Köy Enstitüleri’nin neden kurulduğunu anlamak için öncelikle o yıllarda ülkenin ekonomik, sosyolojık, kültürel durumunu bilmemiz gerekir.

1930’lu yıllarda ülke nüfusunun yüzde 82’si köylerde yaşarken, okur yazar oranının yüzde 10 olduğu 40 bin köyümüzden 35 bin’i öğretmen yüzü görmemişti. Kent çocuklarının yüzde 75’i ilkokula gidebiliyor-ken, köy çocuklarının ancak yüzde 20’si bu olanaktan yaralanabiliyordu. Köylere gönderilen öğretmen-ler şehir ortamında yetiştikleri için köy yaşamına uyum sağlayamıyorlardı. Yapılan araştırmalar nezdin-de okulu olan köy ile okulu olmayan köy kıyaslanınca arada pek bir fark olmadığı ortaya çıkıyordu.

Köy insanının eğitim gereksinimleri sadece okur yazarlıkla sınırlı değildi. Köylü bulaşıcı hastalıklarla savaşamamakta ve üretimini ilkel yöntemlerle yapmaktaydı. Halkın sağlık, tarım ve el sanatlarıyla ilgili konularda aydınlanmasına, beceri kazanmasına, sosyal ve kültürel bakımdan yetişmesine de büyük bir ihtiyaç vardı. Köy çocukları ilköğretimden geçirilirken, yetişkinlerin de eğitimi üzerinde durulması, onlara daha iyi bir yaşama ve çalışma ortamı sağlayacak bilgi ve beceriler kazandırılması; insanların akıllarını kullanabilecekleri, kendi gelecekleriyle ilgili kararları verebilecekleri , düşünerek doğruyu bu-lacakları ve kendilerini sömürtmeyecekleri bir düzen gerekiyordu. Hasan Ali Yücel bu koşulları şöyle özetliyor:

‘’Biz, istiklâl mücadelesinden itibaren sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri köylere götüre-cek adam yetiştirmek isteriz. Çünkü, ümmet devrinin böyle bir adamı vardır. Bu, imamdır. İmam, insan doğduğu vakit kulağına ezan okuyarak, vefat ettiği vakit mezarının başında telkin verene dek, doğu-mundan ölümüne kadar bu cemiyetin manen hâkimidir. Bu manevi hakimiyet, maddi tarafa da intikal eder. Çünkü köylü hasta olduğu vakit de sual mercii imam olur. Biz imamın yerine, köye devrimci dü-şüncenin adamını göndermeyi isteriz. İmam basıl doğarken ezan, vefatında telkin ile doğuştan ölümü-ne kadar elinde tuttuğu küçük toplumun hâkimi ise, önderi ise, bizim ki de bir taraftan maddi, diğer taraftan manevi köyün imamı olsun. Ve imam nasıl onun çocuğunu okutuyorsa (Elif be’den başlayıp amme tebareke’ye kadar) bizimki de onun çocuğunu okutsun. Çocuğunu okutmak için bu otoriteyi elde etmesi lâzımdır, düşüncemiz bu idi. ”

Yazgıyı ağaların, şeyhlerin, hocaların belirlediği; insanların akıllarını kullanmalarının yıllardır önüne ge-çilmiş olduğu ve bu gerçekliğin neredeyse genlere işleyerek insanları köleleştirdiği; dinin kullanılarak kullaştırıldığı insanların dinin emirlerinin ne olduğunu bile bilmedikleri , ancak kendilerine aktarılan-ları din diye öğrendiği; cahilliğin yönlendirilmesinin kolay olduğunu bilen egemenlerin düzenlerini koruyabileceklerini bildiği;var olan ekonomik yapının böylesi bir gerçeklikte daha iyi sürdürüleceği

Page 8: Genç İmo Bülten (1909 KB)

7genç-İMO

düşüncesinde olan yeni sermaye sahiplerinin ortaya çıktığı ve emeğin sömürülmesinin amansız bo-yutlarda olduğu koşullardı.

Bu tablo karşısında Atatürk ve arkadaşları cumhuriyet rejiminin ruhunu ve düşüncesini köye de ulaştı-racak bir eğitsel devrim hareketini başlatırlar. Gerçek anlamda yenilikçi bir hareket olan Köy Enstitüleri hareketi, köylüyü hiçbir kuvvetin istismar edemeyeceği modern bir kırsal yaşam biçimine kavuştur-mayı, eğitmeyi ve eğitmenlerle üretici duruma getirmeyi, politik, ekonomik ve kültürel yaşama aktif olarak katılmasını sağlamayı ve aynı zamanda kendi hakları konusunda bilinçlendirmeyi amaçlıyordu.

1936 yılında kuruluş çalışmalarına başlandı. 1938 yılında Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı’na, İsmail Hakkı Tonguç’un ise İlköğretim Genel Müdürülüğü’ne atanmasıyla 3803 sayılı yasada belirtildiği gibi “Köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek erbabı yetiştirmek üzere ziraat işlerine elverişli ara-zisi bulunan yerlerde” Köy Enstitüleri kurulmaya başlanır. . Mezun öğretmenler “Ziraat işlerinin fenni bir şekilde yapılması için bizzat meydana getirecekleri örnek tarla, bağ ve bahçe, atelye gibi tesislere rehberlik ve köylünün bunlardan istifade etmelerini temin edeceklerdir. ”Köy Enstitüleri 17 Nisan 19-40’da resmen kuruldu.

Ülke tarım koşullarına göre herbiri 3-4 ili kapsayan 21 bölgeye ayırıldı. Bu bölgelerin şehirden uzakta ve tren istasyonuna en yakın yerlerde olmasına özen gösterilerek 1937-1948 yılları arasında 21 tane Köy Enstitüsü kuruldu.

Bunlar dışında 1942 yılında Ankara Hasanoğlan’da üniversite düzeyinde eğitbilim planlaması ve araş-tırması, incelemeleri yapacak, Köy Enstitüleri ve bölge okullarına öğretmen, yönetici, gezici başöğret-men, ilköğretim müfettişi ve kesim müfettişi yetiştirmek amacıyla Yüksek Köy Enstitüsü kuruldu. Köy Enstitüleri’nin en başarılı öğrencileri öğretmenler kurulu kararı ve sınavla üç yıllık bu okula alındı.

Parasız, yatılı ve karma olan Enstitüler’e beş sınıflı köy okulunu bitiren sağlıklı ve yetenekli köy ço-cukları sınavla alınıyordu. Toplam beş yıl süren öğretim zamanının yarısı kültür derslerine, yarısı da uygulamalı tarım/el sanatları, marangozluk, inşaat gibi teknik derslere ve çalışmalara ayrılmıştır. Tarım ve iş derslerinin içeriği, o yöredeki zanaat ve tarımsal üretim biçimine göre belirlenirdi. Bütün dersler-de ve çalışmalardaki temel yöntemin ‘yaparak öğrenme’ ilkesi olduğu söylenebilir. Dersler mevsimle-re göre belirlenir, işler öğrenci öğretmen işbirliği ile yapılırdı. Gerektiğinde bu öğretim kurumlarında köy sağlık memuru ve köy ebesi gibi diğer meslek dallarında da eleman yetiştirilebilecekti. Okullar tarıma elverişli arazisi olan köylerin yakınlarında kuruldu. Amaçlarından biri de köylülerin alternatif tarım tekniklerini öğretmekti. Arıcılık bilinmeyen köylerde arıcılık, bağcılık bilinmeyen köyde bağcılık öğretiliyordu. Enstitüye atanan öğretmen gittiği köyde okul binasını köylülerin yardımıyla yapabilecek kadar inşaat bilgisi de öğreniyordu. Köy Enstitüsünü bitiren bir öğretmen sadece bir ilkokul öğretmeni olmuyor aynı zamanda ziraatçilik, sağlıkçılık, duvarcılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık ve marangozluk konularını da uygulamalaı olarak öğreniyordu. Enstitülerin hepsinin kendisine ait tarım arazileri, atelyeleri vardı. Bu sayede öğretmenler kendi okullarını gittiği köyde köylülerin işbirliği ile inşa ediyor ve devletin okul yapmasına gerek kalmıyordu.

Enstitülerde öğrencilere öğretilmesi ve kazandırılması gerekli görülen beceri ve alışkanlıklar arasında şunlar bulunmakta idi: Bisiklet ve motorsiklet kullanma; yüzme, ata binme, dağa tırmanma, sandal, yelken, motorlu deniz araçları kullanma; mandolin, ağız armoniği, flüt gibi bir müzik aletini çalma; yerel oyunlardan başlayarak ulusal oyunları oynama; radyo ve gramofondan müzik parçaları dinleme. Bu çalışmalar yanında genelgede öğrencilerin civar köyleri ve kendi köylerini incelemeleri için geziler düzenlemelerine imkan verilmesi gereğine de değinilmiş olduğunu görüyoruz.

Bundan başka, genelgede Enstitüler’de köy hayatını ilgilendiren kitaplar başta olmak üzere öğrencile-rin bilgilerini artırıcı nitelikte yayınları içeren bir kütüphane oluşturulması, her enstitünün bulunduğu coğrafi ve tarihi yerin özelliklerine göre etnografik, jeolojik ve tarımsal değer taşıyan eşya ile bir “yurt müzesi” kurulması, öğrencilerle öğretmenlerin birlikte görev aldığı eğlenti ve müsamereler düzenlen-mesi ve bu gösterilerde halk oyunlarına yer verilmesi gibi direktifler de bulunuyordu.

Köy Enstitüleri’nde yaşam, dönemin öğretmen ve öğrencilerinin anlatımı ile tam “birliktelik, katılım, yetki” ve “sorumluluk” eksenlerine oturtulmuştur. Enstitüler’de kararlar yönetici-öğretici-öğrenci üç-lüsünün katkı ve onayıyla alınır. Okul yöneticileri ile öğrenciler her konuyu tartışabilirler. Köy Enstitü-leri’ndeki anlayış “Eğitim, üretim içindedir” şiarıdır. Hep beraber ülkeyi kalkındırmak için üretmek ve hayata birlikte bakmaktır.

Ayrıca Enstitüler’de dayak ve hakarette yasaktı. Hatta kapatıldıktan yıllar sonra İsmail Hakkı Tonguç

Page 9: Genç İmo Bülten (1909 KB)

8 genç-İMO

hakkında soruşturma açılır. Soruşturmanın nedeni “öğrencilere dayak ve hakaret yasaktır” sözü üzerin-de durulur ve bununla neyi sağlamak istediği sorulur, şu karşılığı verir:

“ bugün de yetkim olsa, yalnız köy enstitüleri için değil bütün eğitim kurumları için aynı emri verirdim. şunu da eklerdim “dayak atan öğretmene öğrenci de dayak atabilir!. ”

Çok partili rejime geçildiği 1946 yılında Köy Enstitüleri bir politika malzemesi haline geliyor ve proje-nin yaratıcıları Bakan Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç iktidar (CHP) tarafından görevden alındı. CHP içindeki Köy Enstitüleri muhalifliği artık iyice açığa çıkmış ve siyasal iktidarın sahibi olarak devletin kendisinin yarattığı bu kurumu ortadan kaldırmanın hazırlıklarına başlamıştı. Böylece Köy Enstitülüleri için uzun ve zorlu yıllar başlıyordu. Laik eğitimin yetiştirdiği ve özgür düşünceli insanlar olarak ülkeye yayılan köy enstitülüler aydınlanma devriminin düşünceleri doğrultusunda etkin olmaya başlayınca bir kısım çıkarların zedelenmesi doğal bir sonuç oldu. Uyanmaya ve haklarının ne olduğunu öğren-meye başlayan insanların ağalarına, şeyhlerine, hocalarına boyun eğmeyecekleri anlaşılıyordu. Ağa-lık ve şeyhlik düzeninin parsacıları, toprak ağaları, onların yurt içi ve dışındaki destekçileri köylünün uyanmasından korkmaya başlamış, bu büyük atılımın hayata geçmesine izin vermemiştir. Fakat bu kadar etkin ve iyi sonuçlar alınmış bir kurumu birdenbire kapatmayı göze alamazlardı. Bu süreç aşa-malı olarak 8 yıl sürecekti. Önce 1947’de Köy Enstitüleri programı değiştirildi. Öğrencilerin yönetime katılması, iş eğitimi gibi temel ilkeler ve etkinlikler, mezunlara arazi ve teçhizat sağlama uygulama-sı kaldırıldı. Aynı yıl beyin işlevi gören Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı. 1948’de Eğitmen kurslarına ve sağlık kollarına son verildi. Kimlikleri değiştirilen ama adları hala Köy Enstitüsü olan kurumlarda kız ve erkek öğrenciler ayrılarak karma eğitime son verildi. Asıl olarak toprak reformuna, çiftçinin toprak-landırılmasına karşı oluşlarıyla bir araya gelenlerin oluşturduğu Demokrat Parti’nin 1950 seçimleriyle iktidara gelmesiyle köy enstitülerinin kapatılma süreci meşrulaştı ve 27 Ocak 1954’te çıkarılan 6234 sayılı yasayla kapatıldı.

Gerçek anlamda “laik” bir eğitim sisteminin uygulandığı Köy Enstitüleri Demokrat Parti tarafından ka-patıldıktan sonra dinsel eğitime dayalı imam hatip okulları açılmaya başlanmıştır.

Kapatıldıktan yıllar sonra Köy enstitüleri mezunu Yazar Osman Şahin’in dönemin Demokrat Parti Mil-letvekili Kinyas Kartal ile yaptığı söyleşide Kinyas Kartal şunları söylüyordu:

“Köy Enstitüleri kesinlikle komünist bir uygulama değildi. Doğuda en yüksek eğitim gören insan benim. Köy Enstitüleri bizim, devlet üzerindeki gücümüzü ortadan kaldırmaya yönelikti. Bunu içimize sindire-medik... Benim Van yöresinde 258 köyüm var. Bunlar devletten çok bana bağlıdır. Ben ne dersem onu yaparlar. Ama köylere öğretmenler gidince benim gücümden başka güçler olduğunu öğrendiler... DP ile oturduk pazarlığa girdik ve kapattık... ”Özet olarak CHP ile başlayan köy enstitülerinin kapatılma süreci, DP ile tam olarak sonlanıyordu...

Köy Enstitüleri’nden geriye 17341 öğretmen, 8756 eğitmen, 1599 sağlık memuru, milyonlarca yetişmiş öğrenci, onlarca yazar, bilim insanı, sanatçı; 710 bina, 15000 dönüm işlenmiş toprak, 750000 dikilmiş fidan, 1200 dönüm bağ kaldı...

Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Pakize Türkoğlu, Hatun Birsen Başa-ran, Ali Dündar, Mehmet Uslu ve Dursun Akçam gibi önde gelen yazarlar ve düşünürler bu okullarda yetişmişlerdir.

Köy Enstitüleri ulusal olduğu kadar uluslararası yankı da uyandırmıştır;

• 1950’li yıllarda UNESCO başkanı Birleşmiş Milletler’de Köy Enstitüleri ile ilgili birçok belgenin ve dokümanın olduğunu ve örnek gösterildiğini vurgulamıştır.

• Köy Enstitüleri açıldığında zamanın Amerikan hükümetinin hazırladığı istihbarat raporunda “Dik-katli olun Türkler büyük bir eğitim atılımıyla geliyor” denilmektedir.

• Köy Enstitüleri’nin kapanması ülkemizin bağımsızlık politikasının kırılma noktası ve miladı olarak görülebilir. Bu tarihten sonra eğitimin dokusu ve felsefesi değişmiş, köylere kültürel ağırlıklı eğitim, yerini ezberci eğitime bırakmıştır. Cumhuriyetin temel hedefi olan köylüyü aydın çiftçi durumuna getirmek yerine sahipsiz, kendi sorunlarını devlete iletemeyecek kadar yalnız ve aciz bırakılmış, çaresiz durumda görmek hepimizi rahatsız etmektedir.

Page 10: Genç İmo Bülten (1909 KB)

9genç-İMO

Köy Enstitüleri Zamanında;

• Altı yılda, öğretmen yetiştirmede, 110 yılda ulaşılan sayı yakalanmıştır. Bu bile başarılarını kanıtla-maya yeterlidir.

• ”Özgürlükçü, eşitlikçi, demokratik eğitim” gerçekleştirilmiştir.

• Yüzyıllardır biriken, feodal toplumun üretim ve yaşam biçimi ortadan kalkmaya başlamıştır.

• Bilimsel ve felsefi anlamda laik eğitim başlamıştır.

• Toplumun ihtiyacı olan, demokratik toplum ve kültür için, kurumsal altyapı oluşmaya başlamıştır.

• Ezberci değil, analitik düşünen, sorgulayan birey yetiştiren demokratik ve üretici eğitim başlamış-tır.

Köy Enstitüleri Kapatılmasaydı;

• Öğretmensiz köy, okulsuz çocuk, işlenmemiş toprak, aç-açık insan ve işçileri sokaklarda aç dolaşan kapatılmış fabrikalar olmayacaktı.

• İşçilerimiz yabancı ülke kapılarında iş aramayacak, aileler bölünmüş olmazdı.

• En önemlisi de bugün ki töre cinayetleri işlenmeyecekti.

• Ve bugün ki özgürlük kavgaları yapılmayacaktı. Çünkü Köy Enstitüleri, bir özgürlük ve özgürleşme eylemi idi.

• Akılcı bir toplum olurdu.

• İşçi hareketleri daha kuvvetli olurdu.

• Bilim, sanat, felsefe, spor daha ileride olurdu.

• İtaat kültürü yerine eleştiri kültürü olurdu.

Son sözler;

• Köy Enstitüsü hareketi; kendi ülkemizin beyin gücü, yaratıcılığı ve yurtseverliği örgütlenerek, top-lumun en yoksul çocuklarının kendi emekleriyle ücretsiz öğrenim görebileceklerini, kıt olanaklarla da çağdaş eğitimin olabileceğini, demokrasinin sözle değil yaşanarak öğrenilebileceğini kanıtla-mıştır.

• Köy Enstitüleri de, Türkiye’nin öteki reform girişimleri gibi yukarıdan geldiği, tabanda itici bir kuv-vete dayanmadığı için, İnönü desteğinin ortadan kalkması enstitülerin oturduğu temellerden en önemlisinin yıkılmasına neden olmuştur.

• Köy Enstitüleri’nin kapanması ülkemizin bağımsızlık politikasının kırılma noktası ve miladı olarak görülebilir. Bu tarihten sonra eğitimin dokusu ve felsefesi değişmiş, köylerde kültürel ağırlıklı eği-tim, yerini ezberci eğitime bırakmıştır. Cumhuriyetin temel hedefi olan köylü, aydın çiftçi durumu-na getirilmek yerine sahipsiz, kendi sorunlarını devlete iletemeyecek kadar yalnız ve aciz bırakıl-mıştır.

• Türkiye Cumhuriyeti, Köy Enstitülerinin kapatılışı ile çağdaş eğitime giden yolda büyük bir eğitim darbesi yemiştir.

Bu darbeleri süreçler içinde yaşanan diğer darbeler takip etmiş ve bugünkü ne yetiştirdiği belli olma-yan bir sistem doğmuştur.

Demokratik, laik, bilimsel, parasız bir eğitim umuduyla; eğitime ama gerçek eğitime gönül vermiş her-kese saygıyla...

Page 11: Genç İmo Bülten (1909 KB)

10 genç-İMO

Öğrenci Sorunlarına Genel Bir Bakış

Sabri İnce İMO İzmir Şubesi

Üniversitelerden bir önceki eğitim kurumu olan liselerimiz, gençlerimizin yönelimlerini belirleyerek doğru mesleği seçmelerinde yardımcı olabilecek tek kurumdur günümüzde. Oysa ki lise eğitiminde ders dışında gençlerin kişisel özelliklerini tespit etmeye, hatta öğrencilerini meslek dalları hakkında bilgilendirilmesine yönelik hiçbir program bulunmamaktadır.

Geçtiğimiz eğitim dönemi sonunda 4. sınıfta bulunan ve bu eğitim dönemi başında üniversiteyi yeni kazanmış Celal Bayar Üniversitesi (CBÜ), Ege Üniversitesi (EÜ) ve Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ)’ndeki arkadaşlarımıza yaptığımız anketlerin sonuçları bizlere eğitimdeki kopuklukları açıkça göstermekte-dir. Anket de ayrıca beyin göçünün durumu ve meslek odamızın faaliyetleri de değerlendirme içine alınmıştır.

Birinci sınıflarımıza yaptığımız anketlerdeki çelişkiler, öğrencilerimizin nasıl bir yanılgı içinde üniversite ve bölüm tercihlerini yaptıklarını göstermektedir. Üç üniversitemizin birinci sınıf öğrencilerinin yakla-şık yüzde 70’ine, yani 178 kişiye yaptığımız anketlerde, öğrencilerimizin yüzde 95’i inşaat mühendisliği mesleğini kendi isteğiyle seçmiştir. Buna karşın öğrencilerimizin sadece yüzde 49’u üniversitede se-çebileceği meslek disiplinleri hakkında bilgi almıştır. Bu çelişki aslında üniversiteye giren öğrencilerin, meslek seçimlerini yakın çevresindeki büyüklerinin sözleriyle yaptığını ortaya koymaktadır. Öğrenciler çeşitli meslek disiplinleri hakkında bilgi almasalar da inşaat mühendisliğini isteyerek seçtiklerini dü-şünmektedirler.

Ayrıca üniversiteye yeni başlayan öğrencilerimizin yüzde 65’i üniversitelerinin eğitimi hakkında bilgi sahibi değildir. Bu durum gençlerimizin hayatlarının en önemli üç saati olarak adlandırdıkları sınavı geçtikten sonra tercih haklarını ve iradelerini kullanmadan duyumlar yardımıyla üniversitelerini tercih

ettiklerini göstermektedir. Sınava odaklanmaya zorlanan öğrenciler, sınav neticesi-ni kazandığı üniversitenin ismine göre değerlendirmektedir. Bu durumun sonucu dördüncü sınıflardan 166 kişiye yaptığımız anket de görülmektedir. DEÜ’nun ve CBÜ’nün öğrencilerinin eğitimden memnun olma oranları EÜ’den fazladır. Oysaki ÖSS puanlarında EÜ, DEÜ’nun ve CBÜ’nün üzerinde yer almaktadır.

İnşaat mühendisliği eğitimine yeni başlayan arkadaşlarımızın yüzde 58’i Anadolu Lisesi çıkışlıdır. Ege ve Dokuz Eylül Üniversiteleri’ni kazanan öğrencilerin yarısı İzmir dışından gelmektedir. Bu durum Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun önemini göstermek-tedir. Devlet eliyle konaklama sorunu çözülmesi gereken öğrenciler sorunları ile baş başa kalmaktadır. Devletin altı ve ya sekiz kişilik odalı yurtları üniversite eğitiminin gerektirdiği çalışmaların yapılmasına uygun değildir. İmkanı olan öğrenciler ya ar-kadaşlarıyla eve çıkmaktadır ya da özel yurtları tercih etmektedir. İmkanı olmayan öğrenciler ise çoğu zaman mecburiyetten ve yardım elinin başka bir yönden gel-memesinden kaynaklı cemaat evlerine gitmek durumunda kalmaktadır. Ayrıca söy-

Page 12: Genç İmo Bülten (1909 KB)

11genç-İMO

lemek gerekir ki İzmir de bulunan özel yurtların büyük çoğunluğu da cemaatlerin ellerindedir. Tabi ki öğrencilerin bir çoğu bu oyuna yenilmektedir. Birinci sınıfların yüzde 46’sı harç ve öğrenim kredisi, yüzde 21’i devlet yardımlarından birini almak-tadır. Açıkça görülmektedir ki üniversiteye yeni gelen öğrencilerin ekonomik du-rumları gerekli görünen harcamalara yetmeyecektir. Bu yüzden de birçoğu devlet kredilerinden faydalanabilmek için 8-9 milyar Y-TL’lik senetlerin altına imza atmak zorunda kalmıştır.

Birinci sınıftaki arkadaşlarımızın durumları ortadadır, meslek odamızın üyeleri ola-cak arkadaşlarımızın bir an önce mesleklerini tanımaları sağlanmalı, üniversitenin sadece meslek değil kişilik kazanılacak bir yer olduğu anlatılmalıdır. Emperyaliz-min istediği hayattan, ülkesinden, mesleğinden kopuk bireylerin yetiştirilmesinin önüne geçilmelidir. Meslek odaları, öğrencilerin ekonomik ihtiyaçlarını karşılaya-masa da ihtiyaçları olan sosyal destekte daha aktif yer almaya başlamalıdır. Öğren-cilerin bir araya geleceği, paylaşabileceği, birlikte üretimin tadını alacağı etkinlikler düzenlenmelidir.

Yeni dönemde üniversiteyi kazanan arkadaşlarımızın durumu pek iç açıcı değilken, meslek odaları öğrencilerle iletişime geçmeye başlamıştır. İnşaat mühendisliği eğitimine yeni başlayan öğrencilerin yüzde 65’i odamızın adını duymuştur. Buna karşın diplomalardan unvanların kaldırılmasını yüzde 15’i, odamızın mesleki uygulamaları olan SİM ve Yetkin Mühendislik yönetmeliklerini yüzde 9’u bilmektedir. Mezun olma durumunda olan öğrencilerin ise yüzde 86’sı diplomalardan unvanların kaldırıldığını, yüz-de 58’i SİM yönetmeliğini, yüzde 62’si de Yetkin Mühendisliği bilmektedir. genç-İMO örgütlenmesinin beş yıllık bir geçmişi olduğu ve yönetmeliklerin son iki sene içerisinde çıktığı dikkate alınırsa odamızın bu uygulamaları öğrenci örgütlenmesi aracılığıyla üniversite öğrencilerine başarılı bir şekilde duyur-duğu görülmektedir. Elde edilen oranlarda, genç-İMO’nun üniversite içinde oldukça fazla öğrenci ile iletişim halinde olduğunu ortaya koymaktadır.

Üniversitelerde öğrencilerin en çok şikayet ettiği konunun mesleki uygulamaların eksikliği olduğu düşünüldüğünde, stajların öğrenciler tarafından önemsendiği açıktır. Fakat öğrencilerin önemli bir kısmı verimli stajlar yapamamaktadır. Hatta naylon stajlar ile zorunlu olan staj sürelerini tamamlamak-tadır. Burada suç öğrencilere atılmamalıdır. Staj yerlerinin hatır gönül ilişkisi ile ayarlandığı, stajlarda öğrencilerin ciddiye alınmadığı, stajyerlerin hiçbir ihtiyacının karşılanmadığı ve yasal prosedür uygu-lanmadığı için stajyerlerin şantiyede bulunmalarının sakıncalı olduğu bilinmektedir. Bu sorunlar acil olarak çözülmeli, teknisyenler için var olan staj yasası geliştirilerek üniversite öğrencileri için de ha-zırlanmalıdır. Dördüncü sınıflara yaptığımız ankette öğrencilerin sadece yüzde 60’ı stajyerlere sigorta yapılmasının zorunluluğu olduğunu bilmektedir. buna karşın sigorta zorunluluğunu bilen öğrencileri baz aldığımızda, stajda sigortası yatırılan öğrenci oranı yüzde 63’dür. Oysaki tüm öğrencileri baz aldığı-mızda bu oran yüzde 38’e gerilemektedir. Buradan da öğreöncilerin önemli bir kısmının yasal haklarını bilmedikleri ortaya çıkmaktadır. Yani yapılan yasal değişiklikler kadar, bu yasal değişikliklerden doğan haklarını arayacak ve uygulamanın düzene sokulmasını sağlayacak kamuoyuna da ihtiyaç vardır.

Dördüncü sınıfı bitirip odamızın üyesi, meslektaşımız olmaya hazırlanan öğrencilerin yüzde 65i yurt dışına çıkmayı düşünmektedir. Bu oranın bu kadar yüksek olmasının sebepleri ülkemizin koşulları ve mesleğimizin saygınlığının yok olmaya başladığı düşünüldüğünde rahatça anlaşılabilir. Ülkemizde ye-

tişen meslektaşlarımızı, kadrolarımızı imkanların kısıtlı olmasın-dan kaynaklı sürekli kaybetmekteyiz. Ülkemiz, yetiştirdiği nitelikli insanları, aldıkları eğitimin hakkını vererek yurdunda tutmalıdır.

Tüm yapılan bu anketler, sayılarla durumu görmek ve mühendis-çe düşünmek için gerekliydi. Meslek odası olarak eğitimi değişti-remeyeceğimiz aşikardır. Fakat bir öğrenci üniversite sınavında inşaat mühendisliğini kazandıysa, ekmek kaygısına düşmeden, üniversitede kişilik kazanırken, mesleğin toplumsal yanlarını ve örgütlenmenin önemini anlatmamız gerekir. Ayrıca her ne şartlar altında olursa olsun eğer bir kişi meslektaşımız olduysa, meslek odası olarak mesleğimizin gelişmesi, ilerlemesi, toplum tarafın-dan sayılması, yaptığımız hizmetin toplumsal yönlerinin ön pla-na çıkması için meslektaşımızın haklarına sahip çıkmak ve özlük haklarının gelişmesini sağlamak öncelikli işimiz olmalıdır.

Page 13: Genç İmo Bülten (1909 KB)

12 genç-İMO

Küresel Kriz

Armağan Kılıç İMO İzmir Şubesi

Ülkemize global krizin perspektifinde bakıldığında hiç de iç açıcı bir tablo görülmemektedir. Bir ör-nekle başlayacak olursak; sadece İzmir’de Mimar Kemalettin Çarşısı’nda 120 işyeri kapanmıştır. Bu du-ruma en olumlu yönden baktığımızda bile yaklaşık bin kişinin zaten kötü olan yaşam şartları daha da kötüleşmiştir. Kaldı ki bu yılın ikinci çeyreğinin sonunda, buradaki dükkânların yarısının kapanması öngörüsüyle bu sayı daha da artacağa benziyor.

Peki, bizi bu duruma düşüren neydi? Tabii ki küresel kriz. Hep söylüyoruz ama, kriz nasıl başladı peki? İşte burada biz inşaat mühendislerini de çok yakından ilgilendiren bir durumla karşı karşıyayız; Mort-gage. Birleşik Devletlerde başlayıp bunun doğal sonucu olarak dünyayı saran ve adına yakışır bir şekil-de sarsan krizin temeli, mortgage piyasasındaki sorunlardır. ABD 10 trilyon Dolarla dünyanın en büyük mortgage piyasasına sahipdir. Bunu kredi bağlamında nüfusa oranlarsak her 100 Amerikalı’nın 65’i, ki bu da dünyanın en büyük oranı, mortgage kredisi için başvurmuş ve kabul edilmiştir. Unutmadan söyleyelim bu oran Avrupa’da yaklaşık yüzde 50, Türkiye’de ise sadece yüzde 4’dür. Peki bu kadar düşük olan mortgage piyasası bizi neden bu kadar fazla etkiledi? Çünkü asıl sebep mortgage değil, dışa ba-ğımlılık, daha Türkçesi boğazımıza kadar olan borcumuz. Şimdi etkilenmedik diye sevinmek mi gerekir yoksa düşünmek mi?

ABD’de para hacminin yüksek olması nedeniyle bazı finansal kuruluşlar beş yıl önce kredibilitesi zayıf olan kişilere de kredi vererek geri dönüşü riskli bir yatırım yaptılar. Sadece dar gelirlilerin kullandığı ve subprime olarak adlandırılan ‘yüksek riskli krediler’in boyutu 1.5 trilyon dolar. Yani mortgage ka-pitalinin yüzde 15’i ki bu oran sadece dar gelirli insanlardan oluşuyor. Yaklaşık beş yıl önce, mortgage uygulamasının ilk zamanlarında hem bankalar hem de düşük kredilerle yüzü gülen orta ve dar gelirli için iyi günlerdi, ta ki 2 yıl önce ABD Merkez Bankası (FED) faizleri artırana dek. Konut fiyatları ve kira bedellerindeki balon artışlar bir yandan, tüm bunların ana sebebi olan ABD enflasyonunun yükselme-siyle işsiz kalan insanlar öte yandan, arada sıkışan vatandaşlar aldığı parayı ödeyemeyince kendileriyle beraber bankaları da batışa sürükledi. Bunun en çarpıcı örneği ABD’nin seçkin bankalarından Bear Stearns oldu. Şirketin tamamı hisse başı 2 dolar ile 236 milyon dolara JP Morgan’a satıldı. Oysa ki şirket 2007 Ocak ayında piyasada hisse başı 84 dolarla 20 milyar dolar değerindeydi. İşte asıl dünya etkisi bu noktada ön plana çıkıyor. ABD bankaları sıcak para akışını dünya yatırım bankalarından ihraç ettiği tahvillerle sağlıyordu. Bu bankalar batınca verdiğini alamayan bankalar da yanlarında sürüklendi, özel-likle de Avrupa bankaları. Daha önce dediğimiz gibi Türkiye ekonomisi de dışa bağımlılığı yüzünden etkilendi. Etkilenmeye de devam edecek.

IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn son yaptığı açıklamadaki ‘daha en kötüsünü görmedik’ sözleri ile tüm dünyayı daha etkili bir çözüm bulmaya itti. Hatta ABD 43’üncü Başkanı George W.Bush dönemin-de kongreye sunulan, ABD’nin 1929 Büyük Buhran’dan sonraki en büyük ikinci kurtarma paketi olan, 700 milyar dolarlık pakete rağmen tüm dünya kamuoyu, kendisinin de dediği gibi, bir şey yapması

12 genç-İMO

Page 14: Genç İmo Bülten (1909 KB)

13genç-İMO

Bir Mühendisin Dünyası“Bir Mühendisin Dünyası”, mühendislik hakkında bir kitap, ancak mühendisliği geniş bir bağlamda ele aldığı için teknoloji hakkında bir kitap olduğu da söylenebilir. İşte bu nok-tada kitap, ‘mühendislik ve teknoloji nedir?’ sorusunu yöneltiyor. Yeryüzü tarihinde ol-dukça uzun bir süre teknolojiye rastlanmadı; çünkü insan yoktu. Gezegenimiz beş milyar yaşında olmasına karşın, insanlar 2.5 milyon yıldır varlar. İnsanlık tarihinin oldukça uzun bir dönemi boyunca da modern teknolojiye rastlanmıyor. Teknolojinin evrimini anlamak, mühendisliğin mahiyetini anlamamızı kolaylaştıracaktır.

Teknoloji devrim demektir. Yeni devrimleri hiç sancısız ve hemen kültürümüze katama-yız. Bence, 10.000 yıl önce hayatta kalmak için sincap avladığımız yada meyve topladı-ğımız düşünülürse, teknolojik gelişmenin şu anki hızı, toplumumuzun ruhuna kolaylıkla yerleştirilemez.

Mühendislik zekâsının ilk çıktığı alan inşaat alanlarıdır. Mısır’da piramitler inşaat edilir-ken, Mezopotamya’da çarpıcı teknolojik gelişmelere sahne oluyordu. Kapsamlı bir yasa-lar sistemi içeren Mezopotamya’da Hammurabi Yasaları MÖ 2000 yılı civarında kaleme alınmıştır. Bu kitap içerdiği yapı inşası ilkelerinden ötürü, inşaatçılık üzerine ilk yazılı kanun olarak kabul edilir. Ve bu kitap inşaatçılara büyük sorumluluklar yüklemektedir. Ayrıca 1818’de ilk kurulan meslek cemiyeti İngiliz İnşaat Mühendisleri Enstitüsü’dür. Bu enstitü ‘İnşaat Mühendisliğini’ ‘askeri mühendisliğin’ alternatifi olarak görüyordu.

Mühendislik, bilimin pratik uygulamasıdır. Çünkü zor olan, karmaşık bir konuyu basite indirgeye-bilmektir. Bunu da ancak bir mekanik mühendis zekasıyla yapabilirsiniz. Mühendislik, çok geniş bir bilgi, teknik, sezgi ve yargı alanını kuşatır. Bazı mühendisleri, bilim adamı veya matematikçilerden ayırmak zordur. Deneyime bağlı olarak sezgi ve içgüdüyle çalışan mühendisler pratik ve el becerisi-ne dayalı bir yaklaşım tarzına ve neredeyse mistik denilebilecek bir doğruluk anlayışına sahiptirler.

Mühendislik; bilimi, matematiği, ekonomiyi ve fiziksel kaynakları içerir ama bir mühendis ne bir bi-lim adamı ne bir ekonomist ne de bir matematikçidir. Sadece bu alanları kendisi için iyi kullanabilen insandır. Mühendis bir şeyi tasarlarken üç temel fikir etrafında düşünür; güvenlik, maliyet ve zaman. Onlardan beklenen emniyet katsayıları yüksek, maliyeti minimum ve olabildiğince kısa zamanda ortaya çıkan projelerdir.

Matematik, modern mühendislik açısından temeldir. Kuşkusuz doğa bilimleri açısından da temel-dir. Fizikte, kuram genellikle matematiksel bir ilişkiye dayanır. Bilim adamları yaptıkları çalışmalarla kuramsal sonuçlara ulaşırlar. Fakat bu kuramlar pratikte çok farklı sonuçlar verebilir. Bu noktada işte mühendislik sezisi ortaya çıkıyor. Bu yüzden iyi mühendis deney yapmayı, kayıt yutmayı bunun sonuçunda da tecrübeleriyle en iyisini seçmeyi başarabilendir.

Kitap yazımdaki kavramları ayrıntılarıyla ve örnekleriyle derinlemesine açıklamış. yazar bu kavram-ları anlatırken daha çok kendi tecrübelerinden faydalanmış. Okuduğunuzda bir mühendisin prob-lemlere duygusal değil nesnel yaklaşması gerektiğini daha iyi görüyorsunuz. Fakat yazarın Ame-rikalı olması nedeniyle örneklerin tamamının Amerikan endüstrisiyle ile ilgili olması kitabın eksik yönü olarak karşımıza çıkmaktadır.

Taylan Atasoy İMO İzmir Şubesi

gereken Barrack Obama’ya yöneldi. Daha en kötüsünü görmediler. Burada görmediler diyorum çünkü kriz bildiğiniz üzere bizi teğet geçti! Evet, Ecevit döneminde yapılan banka iyileştirmeleri sayesinde, kriz şuana kadar teğet geçmiş olabilir. Ama artık krizin soğuk nefesini ensemizde iyice hisseder olduk.

Piyasamızdaki stock ürünler bittiğinde 1.60 TL’yı aşmış dolar ve 2.10 TL’yi aşmış Euro ile dünya piyasa-larına tutunmamız çok zor. Peki ne yapmalıyız? Yapılacaklar belli aslında. Her türlü doğal enerjinin var olduğu ülkemizde, dışa bağımlılık yerine iç kaynaklarımıza yönelik proje ve yaptırımlar uygulamalı-yız. Hangi nedenle bu kaynaklara ulaşamıyoruz, ulaştırılamıyoruz ve ya işleyemiyoruz? Hangi nedenle olursa olsun bugünden sonra ilk yapmamız gereken bu nedenleri bulup, ortadan kaldırmak olacaktır.

Kitap Tanıtım

Yayınevi: TÜBİTAK

Popüler Bilim Kitapları

Yazar: James L.

Adams

Page 15: Genç İmo Bülten (1909 KB)

14 genç-İMO

Mühendislik Eğitimi

İMO İstanbul Şube Öğrenci Kurulu

Aile baskısının olduğu, mesleklerin ÖSS’de alınan puanlara göre tercih edildiği günümüz eğitim siste-minde “Bir Meslek Olarak Mühendislik Nedir ve Mühendislik Eğitimi Nasıl Olmalıdır?” soruları gelecek nesillere cevaplanması gereken en önemli sorular arasındadır. Çünkü istekli ve bilinçli yapıl-mayan bir tercih sonucu edinilmiş bir meslekte; yapılan işin sevilmemesi, ortam koşullarından mem-nun olunmaması, mezun olunduktan sonraki beklentilerin maddi ve manevi karşılanmamasına bunla-ra bağlı olarak da kişide ve kişinin hayatında birtakım sorunlara sebep olmaktadır.

Söz konusu mühendislik olduğunda ve mühendislerin, hayatın her alanında üstlendiği misyonlar da göz önüne alındığında ihtiyaca göre yeni kavramlar üreten, ürettiğiyle topluma fayda sağlayan “Mü-hendislik anlayışı” yerini, toplumdan çok kendi çıkarlarını gözeten “Piyasacı Mühendislik” anlayı-şına bırakmaktadır..

Ülkemizde olduğu gibi!!!

O zaman gelelim esas soruya; “Bir Meslek Olarak Mühendislik Nedir ve Mühendislik Eğitimi Nasıl Olmalıdır?”

Mühendislik; eğitim, deneyim ve uygulama ile elde edilen matematik ve doğa bilimleri bilgisinin, do-ğal güç ve kaynakların insanlık yararına, sürdürülebilirlik ilkeleri dikkate alınarak ve mühendislik etiği gözetilerek uygulanması olarak tanımlanmaktadır. Teknik olarak, literatürlerde bulunan tanımlar da bu ve benzeri şekilde verilmiştir.

İyi bir mühendislik eğitimi ile; çoğu kez farkında olmadığımız, fakat insan hayatını önemli ölçüde de-ğiştirecek teknolojilerin oluştuğunu hayatımızın her alanında görmekteyiz.

“Mühendislik Eğitimi Nasıl Olmalıdır?” sorusu aşağıdaki başlıklar üzerinden kısaca cevaplanacaktır;

• Mühendisliğin Tarihçesi

• Mühendislik Etiği

• Yabancı Dilde Eğitimin Mühendislik Eğitimine Etkileri

• İdeal Mühendis ve Mühendislik

• İnşaat Mühendisliği Eğitiminde Mevcut Durum, Eksiklikler(Sorunlar) ve Çözüm Önerileri

Mühendisliğin Tarihçesi:

Ülkemizdeki mühendislik tarihinin 1773 yılında gemi inşaat mühendisleri yetiştiren Mühendishane-ü Bahri-i Hümayun’nün (şimdiki adıyla İstanbul Teknik Üniversitesi’nin) açılmasıyla başladığı görülmek-tedir.

Ülkemizde olduğu gibi dünya ülkelerinin de kronolojik bir irdelemesi yapıldığında mühendislik anlayı-şının literatürlerde bulunan tanımlardaki gibi doğal güç ve kaynakların insanlık yani toplum yararı için

Page 16: Genç İmo Bülten (1909 KB)

15genç-İMO

oluşmadığı, ülkelerin askeri ihtiyaçlarının karşılanması düşüncesiyle oluştuğu görülmektedir.

Mühendislik Etiği:

Mühendislik yapmak için bilginin, diploma almanın gerekli olduğu fakat bu bilgilerin veya diplomanın mühendislik yapmak için yeterli olmadığı günümüz koşullarında apaçık ortadadır.

Mühendisin, bilgi birikiminin yanı sıra insanlarla iletişim halinde olarak toplumla bütünleşmesi, bu süreçte gelecek kuşakların mirası olan doğayı göz ardı etmemesi gerekmektedir. Toplum içerisinde mühendisler, bağımsızlığı, güvenilir olmayı, ilkeli ve dürüst bir meslek ahlakını benimsemelidirler.

Dünyada ve ülkemizde, mühendislik adına yapılacak olan tüm uygulamalar, birey, toplum ve doğa süzgecinden geçirilmelidir. Bu uygulamalar, toplumsal ihtiyaç ve istekler doğrultusunda doğru plan-lama ile yapılmalıdırlar.

Mühendisler tarafından unutulmamalıdır ki, bir hizmet verilirken, hizmetin sadece işveren ve iş alanı ilgilendirmediği, bu hizmetin toplumsal yararlar çerçevesinde dikkate alınması gerektiği, meslek eti-ğinin bir gereğidir.

Mühendislik görevi icra edilirken kişisel değer yargılarından ziyade, mesleki etik kurallarının tercih edilmesinin daha doğru olacağı bir gerçektir. Günümüz koşullarında, lisans eğitiminden sonra mühen-dislik unvanının alınmış olması yeterli olmamalı, hayat boyu bir eğitimin yanı sıra teknolojinin yakın takipçisi olarak “Sürdürülebilir Mühendislik” kavramını ortaya koymamız gerekmektedir. Mühen-dislik özü gereği sorumluluğu beraberinde taşımaktadır. Bu yüzden mühendis, üzerine aldığı işi en iyi şekilde organize ederek insanların can ve mal güvenliğini garanti altına alma sorumluluğuna sahip olmalıdır. Aksi bir durum ülkemizde yaşadığımız 99 depreminde olduğu gibi 300.000 yapımızın yük-sek mertebede zarar görmesine ya da yıkılmasına,19.000 vatandaşımızın hayatını kaybetmesine, ülke ekonomisine toplamda 15 milyar Dolar zarar vermesine sebep olacaktır.

Yabancı Dilde Eğitim:

Yabancı dilde eğitimin mühendislik eğitimine etkisinden söz edilecekse öncelikle yakın gözüken an-cak farklı olan iki kavramın iyi anlaşılması gerekmektedir. Bunlar, yabancı dil öğreniminin gerekliliği ve mühendislik eğitiminin anadil dışında başka bir dilde öğretilmesidir.

Globalleşen günümüz koşullarında, kişilerin bireysel gelişimlerinin yanında mesleki yeniliklere ayak uydurabilmesi adına anadili dışında bir veya birkaç dilin öğrenilmesi kaçınılmazdır. Örneğin, yabancı dil bilen bir mühendisin gerek kütüphanelerden gerekse internetten yapacağı kaynak taramasında ulaşabildiği veriler; yabancı bir dil bilmeyen mühendisin yapacağı literatür taramasıyla ulaşabileceği verilerle bir olmayacaktır.

Ülkemiz standartları baz alındığında anadil dışında öğrenilmesi ihtiyaç görülen dil veya dillere bakıldı-ğında; 1920’lerde Farsça ve Arapça’ nın, 1960’larda Fransızca’ nın, 2000’lerde ise İngilizce’ nin ön planda olduğunu görmekteyiz. Bilim tarihinin son 100 yıllık kısa bir sürecini bile incelediğimizde, dört farklı dilin ön plana çıkması, yaşanan problemin sosyal ihtiyaçtan çok sosyopolitik sömürü anlayışından gel-diği görülmektedir.

Globalleşen dünya da, ülkeleri etkisi altına almaya başlayan ekonomik krizden, Çin’in yüksek insan gücüyle kurtulacağını varsayalım, ülkemizde kısa bir süre sonra Çince öğrenmeye, doktora tezlerimizi de Çince mi yazmaya başlamak zorunda kalacağız?

Mühendislik eğitiminin anadil dışında başka bir dilde verilmesi ise, dünyadaki algılarımızla ilgilidir. Sosyolog ve dilbilimciler, düşünülen bütün algıların karşı tarafa “dil” ile iletildiği kanısındadırlar.

Bir insan Türkçe algılarken karşısındakine, düşündüklerini nasıl ve hangi biçimde İngilizce aktarabilir? Sorularını düşünmemiz gerekmektedir. İki insan arasında bir iletişimin olacağı ve bunun sonucunda bir aktarmanın gerçekleşeceği mutlak bir gerçektir. Ancak, İngilizceyi çok iyi bilen bir Türk öğretmen bile en iyi olasılıkla yüzde 5 kayıpla bir konuyu anlatsa, İngilizceyi çok iyi bilen bir öğrenci yüzde 5 ka-yıpla bu konuyu algılasa, konu üstünde yüzde 10’luk bir kayıp ortaya çıkacaktır.

Mühendislik eğitiminde yüzde 10’luk bir bilgi kaybının yaşamımızda, ciddi problemlere neden olacağı kaçınılmaz bir gerçektir.

Mühendislik eğitiminin merkezi, ülkemizdeki mühendis adaylarının yüksek lisans yapmak için sırada olduğu Almanya bu konuda incelendiğinde, mühendislik eğitiminin anadilde yani Almanca verildiği görülmektedir. Tek farklılığın, öğrenciler tarafından istenildiği takdirde aynı dersin farklı dillerde sınıf-

Page 17: Genç İmo Bülten (1909 KB)

16 genç-İMO

larının açıldığı görülmektedir.

Eğitimimizde yapılan bu büyük yanlışlık bizlerin, kendi özümüzden, kültürümüzden kopmamıza, ge-lecek kuşaklara bilgi ve deneyim birikimimizi aktaramamamıza neden olacaktır. Yabancı dilde eğitim politikasında yapılan bu büyük yanlışla ilgili sözlerimizi, 16 Temmuz 1921 yılında Atatürk’ün Maarif Kongresi’nin açış konuşmasının ilk cümlesiyle bitirmek istiyoruz.

“Şimdiye kadar izlenen öğretim yöntemlerinin, milletimizin gerileme tarihinin en önemli sebeplerin-den biri olduğu kanaatindeyim.”

İnşaat Mühendisliği Eğitiminde Mevcut Durum, Eksiklikler (Sorunlar) ve Çözüm Önerileri;

Mevcut Durum;

Ülkemizde 2007 verilerine göre, 75’i devlet 31’i özel/vakıf olmak üzere toplam 106 üniversitenin 46’sın-da inşaat mühendisliği eğitimi mevcut olup sadece İstanbul Teknik ve Yıldız Teknik Üniversitelerin’de fakülte yapılanması oluşmuş, diğer 44 tanesinde mühendislik fakültesi içerisinde çalışmalarını sürdür-mektedir.

Üniversitelerimizin inşaat mühendisliği eğitimi için kabul ettikleri öğrenci taban puanı değerlerine yine 2007 verilerine göre baktığımızda; devlet üniversitelerinde 305,787 (Fırat Üniversitesi) ile 358,-902 (Boğaziçi Üniversitesi) arasında değiştiği, özel/ vakıf üniversitelerinde ise 217,188 (Uluslar arası Kıbrıs Üniversitesi) ile 290,773 (Atılım Üniversitesi) arasında değiştiği görülmektedir. Puan diliminin 217,188 ile 358,902 arasında yaklaşık 140 puanlık bir değişim içerdiği gözlenmektedir. Bu değişimin bizler için çok seslilik açısından olumlu olmasına karşın, üniversitelerin eğitimleri arasındaki farklılık ve sonucunda oluşan mühendislik pratiği açısından, sırasıyla zaman/emek/bilgi/yapı kayıpları/ekonomi, yani toplumun gelecek kayıpları olarak karşımıza çıkmasına sebep olmaktadır.

Eksiklikler (Sorunlar);

• Ülkemizde eğitime ayrılan milli gelirin yeterli olmaması ve ayrılmış olan kısmında doğru planlan-maması. Bu durum eğitim ihtiyaçlarının karşılanmasında kısır bir döngüye sebep olmaktadır.

• Üniversite ve bölüm tercihleri yapılırken; çoğunlukla aile baskısı, yanlış yönlendirme ve bölümler hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olunmaması eğitim kalitesindeki verimde negatif yönde bir iv-meye sebep olmaktadır.

• İlköğretimden üniversiteye hali hazırda var olan eğitim müfredatlarının toplumsal ihtiyaçları yeter-li ölçüde karşılayamaması.

• Ülkemizdeki eğitim politikalarının ezbere dayalı olması nedeniyle, uygulayan öğrenci yerine, izle-yen öğrenci profilinin oluşması

• Üniversitelerde teorik olarak verilen mühendislik eğitiminin yanında, etik anlamda yapılan çalış-maların eksikliği.

• Ülkemizde, lisans eğitiminin bitiminde alınan diplomayla, eğitim hayatının tamamlandığı kabulü-nün yaygınlaşarak, yıkılmaz bir tabu halini kazanması.

• Toplumumuza üreten değil tüketen mantığın yerleşmesiyle, başkasından öğren-yap metodunun benimsenmesi

• Üniversitelerimizde uygulanan skolastik eğitiminin (yani öğrencinin kayıtsız şartsız öğretim üyesi-ne teslim olması) öğrencinin düşünme, tartışma ve araştırma eylemlerinden uzaklaşmasına sebep olması.

• Yabancı dilde eğitim stratejilerinin gerekli alt yapı sağlanmadan teknik eğitime yansıtılma çabala-rı

• Üniversitelerimizdeki laboratuar, derslik, amfi, kütüphane gibi fiziki eksikliklerin yanı sıra mevcut olanların ise günümüz koşullarında gelişen teknik donanımlardan uzak kalması

• Teknolojik cihaz ve yazılımların hızla gelişmesine rağmen toplumumuzun bu gelişim ve değişim sürecinde yer alamaması.

• Üniversiteler arasındaki iletişim kopukluğu sonucundaki bilimsel paylaşımın azlığı

• Öğrenci kulüpleri, sivil toplum örgütleri, sanayi kuruluşları, meslek odaları ve üniversite öğretim kadroları arasındaki iletişim bozukluğu.

Page 18: Genç İmo Bülten (1909 KB)

17genç-İMO

• Üniversitelerimizde yetersiz nitelikteki ve sayıdaki öğretim üyesi kadrosunun var olması.

• Mevcut olan öğretim üyelerinin emek ve yaşam şartlarına uygun olmayan ücretlendirmelere tabi tutulması

• Zorunlu olan stajlarımızın, hem üniversitelerimizde hem de inşaat sektöründe kabul görmemesin-den dolayı, düşünülen verimde olması için gerekli şartların yaratılamaması.

• Mevcut olan öğretim üyelerinin denetimler den uzak olması sonucu, öğretim üyelerinin gelişimi-nin önüne geçilmesi.

• Üniversitelerin özerkliğinin yitirilmesine sebep olan merkezcil bir yapılanma diye göz önünde tu-tulan despot YÖK’ün “YOK” anlayışının üniversitelerimizde hala var olması. Üniversiteler yönetim kadroları belirlenirken teknik kriterlerden çok siyasi kriterlerin göz önünde bulundurulması.

Çözüm Önerileri;

• Üniversiteler arasındaki iletişim bozukluğu giderilmelidir. Tamamlanmış veya üzerinde çalışılan projeler hakkında bilgi alışverişinin yapılabilmesi için ana bilim dalları arasında düzenli olarak bil-gilendirme toplantılarının yapılması gerekmektedir.

• Üniversitelerin modern bir yapı halini kazanabilmesi için, öğrenci kulüpleri, sivil toplum örgütleri, sanayi kuruluşları ve meslek odalarının çalışmaları desteklenmelidir. Bu bağlamda öğrencilere, öz-gür düşünebilen, tartışabilen ve yeni projeler ortaya koyabilen bir statü kazandırılmalıdır. Söz-yetki karar mercilerinde görev almalıdır.

• Eğitimin, sadece kitaplarda, arşivlerde yani teoride kalmaması gerekmekte bunun düzenli bir hal alması, uygulama alanlarının arttırılması ve bu konuyla ilgili gerekli düzenlemelerin yapılması ge-rekmektedir.

• Mühendislik eğitiminde sürdürülebilir gelişmeyi yakalayabilmek için; akademisyenlerin, öğren-cilerin, meslek odası yöneticilerinin yani sıra iş dünyasındaki yetkin kişilerin katıldığı platformlar oluşturularak etkileşimin arttırılması sağlanmalıdır.

• Her ilimizde “Bir mühür, bir müdür yeterli!” mantığıyla bir üniversite değil, fiziki ve akademik yapısı tamamlanmış üniversiteler var olmalıdır.

• Eğitime ayrılan ödenek arttırılmalı. Akademisyenlerin mevcut koşullarının iyileştirilmesi için gerek-li düzenlemelerin ivedilikle yapılması gerekmektedir.

• Üniversite yönetimleri, “Mühendislik Etiği” konusuna gerekli önemi vermeli, bu doğrultuda ge-rekli değişiklikler yapılarak müfredata eklenmelidir.

• Sektörde en çok istenen “Tecrübe vasfının” öğrenim sonrası iş hayatında değil de lisans eğitimi sürecinde öğrencilere kazandırılması için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.

Sonuç olarak;

Ülkemizde, eğitim stratejisi ve yöntemleri belirlenirken yapılan çalışmalar yalnız “bugünü” kurtarma-ya yönelik olmayıp, uzun vadeli çalışmalar yapılmalıdır.

Kaynakça;

• TMMOB II. Mühendislik Mimarlık Kurultayı Sonuç Bildirgesi, 06 Nisan 2003

• TMMOB Jeoloji Mühendisliği Odası Eğitim Çalıştayı Sonuç Bildirgesi

• TMMOB Makina Müh. Odası Öğrenci Üye Kurultayı 1999

• TMMOB ve Mühendislik Eğitimi - Mehmet Soğancı, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı

• Mühendislik Eğitimi, Sürdürülebilir Gelişme ve Mesleki Yeterlilik - Cemal Gökçe, TMMOB İMO İstan-bul Şube Başkanı

• Mühendislik Eğitiminden Beklenenler - Prof. Dr. Mustafa Aytekin, KTÜ Mühendislik Fakültesi Eski Dekanı

• II. İMO Öğrenci Kurultayı İstanbul Çalıştayı I, Yabancı Dilde Eğitim - Feyza Hepçilingirler, YTÜ

• II. İMO Öğrenci Kurultayı İstanbul Çalıştayı I, İnşaat Mühendisliği Eğitiminde Mevcut Durum ve Ek-siklikler - Doç. Dr. Kemal Beyen, KOÜ

• II. İMO Öğrenci Kurultayı İstanbul Çalıştayı II, İnşaat Mühendisliği Eğitimi- Prof. Dr. Uğur Ersoy

Page 19: Genç İmo Bülten (1909 KB)

18 genç-İMO

Eğitim Labirentinde Çıkışa Doğru

Zeynep Çiftçi İMO Bursa Şubesi

Üniversite kapısından içeriye adımımızı attığımızda birçoğumuz eğitimini alacağımız mesleğin amaç-larından ve işlevlerinden habersizdik. İnşaat Mühendisi kavramını ilk kez ‘İnşaat Mühendisliği’ne Giriş’ dersinde öğrendik. Hocalarımızın söylediğine göre inşaat mühendisleri; sayısal akıl yürütme gücüne sahip, matematiğe, fiziğe, ekonomiye ilgili ve bu alanda iyi yetişmiş, bilgilerini anlamlı bir düzen içinde bir araya getirerek sentez yapabilme ve bundan yararlanarak problem çözebilme yetenekleri gelişmiş; ayrıca insan ilişkileri iyi olan, sabırlı, hoşgörülü ve düşüncelerini başkalarına iletebilen insanlar_mış. Mühendisler topluma yön veren insanların başında gelirler_miş.

Bunları duyduğumda kendimi çok şanslı hissettiğimi hatırlıyorum. Birden içimde büyük bir heyecan ve öğrenme isteği doğmuştu. Sanırım büyük bir şekil değişikliğine uğrayacaktım. Eğer bu tanımda bir birey olacaksam, üniversitede alacağım eğitim de bu tanıma uygun bir eğitim olacaktır diye düşün-

müştüm. Fakat ne yazık ki bu heyecanım çok uzun sürmedi. Kısa bir süre sonra alacağım eğitim-öğretim konusunda çok büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Üzülerek belirtmeliyim ki; öğretim elemanlarının büyük bir kısmı ‘hayallerimdeki hocalarım’ değil-lermiş. İlköğretimden lise yıllarına kadar hep öğretmenlerimiz sınıfa gelirler, dersi anlatırlar, bazen ödev verirler ve ders işlen-miş, konu bitmiş, görev yerine getirilmiş sayılırdı. Üniversitede de aynı düzen devam ediyormuş maalesef.

Yıllardır süregelen ve haklı olarak şikayetçi olduğumuz, sürekli değişmesini talep ettiğimiz ‘Ezbere Dayalı Eğitim’ programı söz konusu. Her şeyden önce bu sistem artık değiştirilmeli. ‘Ezbere Dayalı Eğitim’ yerine ‘Eleştirel Düşünmeye Dayalı Eğitim’ progra-mı olmalı ve bu ilköğretimden başlanarak uygulanmalı. Hocala-rımız sırtlarını sınıfa, yüzlerini tahtaya dönerek veya ellerindeki metinleri okuyarak ders anlatmamalılar diye düşünüyorum. Kendi öğrencilik yıllarında öğrendikleri şeyleri, ilerleyen bilim ve teknoloji ile bağdaştırmadan, geliştirmeden bizlere sunmamalı-lar. Kapalı kapılar ardında çalışmalarını sürdürerek, bizlerle sade-ce 45 dakikalık ders saati içinde iletişim kurmamalı, kendi egola-rından kurtulup ‘öğretim elemanı’ kimliğini taşıyacak bir tutum içinde olmalıdırlar. Bizleri araştırmaya, yaratıcı düşünmeye, çö-züm üretmeye yönlendiren bir öğretim politikası izlemeliler.

Şimdi herkesin ‘evet evet, bence de’ dediğini duyar gibiyim. Peki eğitimin diğer unsuru olan ‘öğrenen’ kısım yani biz öğrenciler bu

Page 20: Genç İmo Bülten (1909 KB)

19genç-İMO

Düşünmekteyim...Soğuk bir doğu kentindeyim etrafı dağlarla kaplı, ufacık yağan karların arasından süzdürmüşüm gözlerimi uzaklara, düşünmekteyim… Ülkemizi, geleceğimizi ve hayallerimizi...

Türkiye genç nüfusu ile ayakta duran bir devlettir. Biz gençler de ülkemizin her yerine dağıldık, kapsamlı birer inşaat mühendisi olabilmek için, eğitimli bireyler olabilmek için. Üniversite öğren-cisi olmak, üniversite yaşamı ülkemizde hep kaygı niteliği taşıyan kavramlar olmuştur ne yazık ki... Bugünün üniversiteleri, üniversitenin varoluş nedeniyle bağdaşmamaktadır maalesef. Üniversite: mesleki eğitim demektir, bunun yanında kişisel gelişim, bağımsızlık demektir. Üniversite öğrencisi: özgürdür, adil olmayan yada toplumsal gelişme düzeyine ters düşen ilerlemeyi engelleyen kanun-ların değişmesi için çaba gösterebilendir, araştırıp becerilerini geliştirebilendir, eleştirel düşünebi-len, korkusuzca düşünce üretebilendir...

Böyle bir üniversite, böyle bir gençlik için işbirliği içinde çalışıp örgütlenmeliyiz. Ülkemizin de-ğişim süreçleri yaşatılmaya çalıştığı şu dönemlerde öğrenci olarak payımıza büyük mesuliyetler düşmekte.

Kimsenin kimseye bir şey dikte etmediği, herkesin eşit olduğu, karanlığa karşı aydınlık bir ülke için hepimiz el ele verelim. Jonas Salk’ın da belirttiği gibi “ Düşlerim ve kabuslarım vardı. Düşlerim için kabuslarımın üstesinden geldim.”Önce kabuslarımızı yenelim...

taleplerde bulunurken kendi üzerimize düşen görevleri ne yeterlilikte yerine getiriyoruz? Hadi biraz da iğneyi kendimize batıralım. En basit bir gözlemim şudur ki; eğer derslere devam zorunluluğu diye bir şey söz konusu olmasaydı, korkarım ki sınıflar bomboş kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktı. Peki bu neden böyle? Tabi ki birinci neden gene ezbere datalı eğitim sistemi! Bunun yanında da aldığımız eğitimin ve ileride icra edeceğimiz mesleğin farkına varmalıyız diye düşünüyorum. Bu farkındalıktan sonra da bunu yapmayı istiyor muyuz istemiyor muyuz onun cevabını vermeliyiz kendimize. Çünkü bu iş, bu eğitim sevilmeden yapılamaz, edinilemez. Sevmediğimiz bir yemeği her gün yiyebilir miyiz? İşte bu yüzden önce istemeliyiz. İsteyerek katıldığımız derslerde daha heyecanlı, meraklı ve başarılı oluyo-ruz çünkü. E tabi bu isteği öğrencide uyandıracak olan dış unsurun da öğretmen olacağını söylememe gerek yoktur herhalde.

Atatürk’ün ‘geleceğimiz’ diye hitap ettiği gençlerde, yani bizlerde, şahit olduğum en büyük eksiklik-lerden biri de yeterli derecede okumuyor oluşumuz. Arkadaşlar, bol bol okumalıyız, araştırmalıyız, tar-tışmalıyız, bilgimizi paylaşmalıyız ve sormaktan korkmamalıyız. Burada Isaac Newton’un bir sözünü hatırlatmak isterim: ‘Eğer benim araştırmalarım bazı yararlı sonuçlar verdiyse, bunlar sadece çalışma ve tutarlı bir düşünme sayesinde olmuştur.’ demiştir. Eleştirel, çalışkan ve tutarlı düşünen bireyler olmaya çalışmalıyız. Eğer bizlere dayatılan bu ezberciliğin değişmesini gerçekten istiyorsak önce bizler dü-şünce ve davranış tarzımızı değiştirmeliyiz ve diğerlerinin de bu değişikliğin farkına varmasını sağla-malıyız. Belki o zaman uygulanan eğitim programının bizim için yetersiz olduğunu, bu genç beyinleri geliştirmek yerine körelttiği anlaşılır da bir şeyler değişir.

Eğer sistemde düzenlemeler yapılırsa, bireysel veya kurumsal, kazanımlarımız artacaktır. Öğrenciyi araştırmaya yönelten, çok boyutlu düşünmesini sağlayan, teorik bilgileri pratikle destekleyen, daha et-kin bir bilgisayar uygulamaları yapacak bir eğitim süreci sağlanmalıdır. Mühendislik Dekanları Konseyi (MÜDEK) mühendislikle ilgili kurumları bilgilendirmeli, meslek odaları ile işbirliği içinde olmalıdırlar. Üniversitelerdeki öğretim üyesi sayısı ve kalitesi arttırılmalıdır. ‘Projeye Dayalı Öğrenim’ ve ‘Probleme Dayalı Eğitim’ metodları uygulanmalıdır. Böylece çoğu üniversitemizde verilmesi gerekli olan fakat birçok eksiklikten ötürü öğretilemeyen araştırma, deney tasarlama, analiz etme bilinci her öğrenciye kazandırılmış olur. Mesleğimizin tanımına daha uygun mühendis adayları yetiştirilir ve topluma yön veren insanların başında gelmenin bize verdiği onurla çalışmalarımızı sürdürürüz.

Hümeyra BolakarİMO Erzurum Şubesi

Page 21: Genç İmo Bülten (1909 KB)

20 genç-İMO

Akan Su Kir Tutmaz…

Avşar Çelik İMO Ankara Şubesi

Köyde doğup büyüyenler iyi bilir sadece pınardan ve çeşmelerden değil dereden de su içilebilir. Köyün berrak ve soğuk akan deresinden afiyetle su içerken bu suyun pek de temiz olmadığını düşünenlere karşı yegane argümanımızdır “akan su kir tutmaz” … Bir köylü çocuğunun saf dünyasında çok geçerli bir fikir olabilir bu, fakat günümüz dünyasında durum biraz farklı.

Son birkaç senedir gündeme gelen bir konu var. Su. Bu konu üzerinde bir çok yayın ve bir o kadar da etkinlik söz konusu. Herkesin suyun ne kadar önemli olduğuna dair fikri ortak, fakat çözüm yolları ve önerileri asıl tartışmanın başladığı yer. Bir çok yerde karşımıza çıkan ne kadar az suyumuz kaldığını, dünya nüfusunun büyük bir bölümünün temiz suya ulaşamadığını, temiz su kaynaklarının ne kadar hızlı kirlendiğini anlatan istatistiklerden söz etmenin bir anlamı yok asıl ilgilendiğimiz bu istatistikler ile bize ne anlatmaya çalıştıkları.

Öncelikle bu konunun neden dünyanın gündemine taşındığı veya “taşınması“ gerektiği konusunda biraz kafa yormak lazım. Peki suya olan bu talebin asıl sebebi nedir? Bu öyle karmaşık bir kavram değil, hepimizin hatta o köylü çocuğunda anlayabileceği basit bir şey, para. Evet su üzerinden para kazanı-lacak, sorun bu. Peki nasıl olacak bu iş? Dünya Bankası ve eşgüdümlü çalıştığı kurumlar (şu bizim IMF gibi) kendilerinden borç alan ülkelere sularının özelleştirilmesini buyuruyorlar, tabi özelleştirecekleri kurumları da mümkünse çok uluslu büyük şirketlere satmalarını salık veriyorlar. Bunun için kuruluşlar kuruyorlar, araştırmalar yapıyorlar ve forumlar düzenliyorlar.

Bu forumların sonuncusu bu yıl Türkiye’de yapıldı. Bu forumlarda aslında anlatılan hikaye hep aynıdır, önce suyumuzun ne kadar azaldığı ve kirlendiği vurgulanır ve duygusal bir ortam yaratılır, bu acı tab-lonun sebebinin insanların suyu bol ve bedava bulduğu için har vurup harman savurmasından ileri geldiği iddia edilir, kamuya ait kuruluşların hantal yapısı kötülenir ve bu işi beceremediklerine katılım-cılar ikna edilir. Çözüm basittir su hizmetleri özelleştirilmelidir, özel sektör hem israfı önleyecektir hem de vatandaşa kaliteli hizmeti sunacaktır. Serbest piyasa ekonomisinde zaten bunun aksini düşünmek deli olmakla eşdeğerdir.

Peki bu forumun katılımcıları olan girişimciler ve devlet erkanı dışında sokaktaki insan için yeterince ikna edici mi? Değilse olması için hükümet desteğine ihtiyacımız var demektir, hükümette bu desteği Dünya Bankasından alacaktır. Suyun özelleştirilebilmesi için öncelikle bu fikre hepimizin alıştırılması elzemdir. Bunun için önce sularınız kesilir, gelmez. Geldiğinde ise içilmez. Fakat damacana su telefonu açtığımız gibi gelir kapıya. İşte özelleştirmenin ilk aşaması gerçekleşmiştir. Bundan sonra birilerinin çıkıp içilebilir suyu çeşmemizden akıtmaya talip olması gerekir ki biz de damacanayla uğraşacağımıza iki kuruş fazla verip çeşmeden içmeye razı olalım. Bilmiyorum bu anlattıklarım size tanıdık geldi mi?

Tabi bu sizin kasabanız için geçerli olan kısmı hikayenin, fakat genel anlamda suyu alıp satılabilir bir mal haline getirmek için önce onun mali açıdan değerli kılınması gerekir, yani suyun piyasa değerinin arttırılması. Bu da sandığımızdan daha kolay bir iştir; örneğin petrol neden değerlidir? Herkesin bah-

Page 22: Genç İmo Bülten (1909 KB)

21genç-İMO

çesinde bir petrol kuyusu olsaydı sizce uğruna savaşlara girer miydi devletler? Her yerde bulunsaydı ve ulaşılması kolay bir madde olsaydı bu kadar değerli olur muydu? Tıpkı altın gibi, tıpkı elmas gibi petrolü de değerli kılan az bulunan bir madde olması. Şimdi bunun su için de geçerli olması gerekiyor ki piyasada alınıp satılabilsin ve değerli olsun. Yöntem basit, temiz su kaynaklarının yok edilmesi ve ulaşılabilirliğinin kısıtlanması. Bu yolla piyasada az bulunan suyun değeri artacak ve mali bir değer olarak alınıp satılabilinecek. Şimdi kanalizasyon ve sanayi atıklarının neden temiz dereleri kirlettiğini daha net anlayabiliyoruz. Sanırım birileri bunun böyle olmasını istiyor, temiz suyu kendilerinden satın almamızı isteyen birileri… Belki gelecekte de temiz hava satın almak zorunda kalacağız, kim bilir?

Karamsar bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzun farkındayız fakat suyumuzu nasıl kurtaracağımız hakkında hiçbir fikrimiz yok mu? Aslında var, öncelikle bir şeyi tanımlayarak başlamamız gerekiyor söze. Suyun alıp satılabilir bir mal değil, bir hak olduğunu söyleyerek. Çünkü su tercih edilen bir içecek değildir, biyolojik hayatın devamını sağlayabilmemiz için (sadece insan için değil bütün canlılar için) kullanmak zorunda olduğumuz bir kaynak, tıpkı hava gibi… Bugün hiç kimse sizden hava için para isteyemediği gibi aslında su için de isteyemez, zira susuz insan da yaşayamaz. Başka bir tanımla su-suzluğa mahkum edilen her insan ölüme mahkum edilmiştir. Bu noktada temiz suyun ve ona ulaşımın evrensel bir hak olduğunu vurgulamamız gerekiyor ve suyumuza sahip çıkarken bu argümanı derdi para kazanmaktan başka hiç bir şey olmayanlara haykırmamız, çünkü hala akan bir dereden su içmek zorunda kalabiliriz…

21genç-İMO

Page 23: Genç İmo Bülten (1909 KB)

22 genç-İMO

Uğur Ersoy’la Röportaj

İMO Eskişehir Şube Öğrenci Kurulu

Bize kendinizi biraz anlatır mısınız?

Mersin’de doğdum ve büyüdüm. Tarsus Ame-rikan Koleji’nden mezun oldum. O zamanlar ki hayatım futbol, voleybol ile geçti. Daha sonra İstanbul’a geçtim ve Robert Koleji’ne girdim. Liseyi bitirdiğimde çok esaslı bir edebiyat ho-cam vardı. Amerikalıydı. Ben İngiliz edebiyatı hayranıydım ve İngiliz edebiyatı okumaya ka-rarlıydım. Hocam Amerika’ya dönerken beni de yanında götürecekti ve orada edebiyat oku-yacaktım. Tabi o günün modasına göre edebi-yatçıdan hiçbir şey olmazdı. O nedenle ailem mühendis olmamı istiyordu. Fakat ilginç bir tabiatım vardır: birisi bir şey söyleyince tersine mücadele ederim. Babam bu huyumu çok iyi bildiği için hiç ısrar etmedi ve “Edebiyat oku-mak istiyorsan oku, niye edebiyat okumak iste-diğini anlıyorum” dedi. Niye diye sorduğumda: “Mühendislik zor, sen daha kolay bir şey oku-mak istiyorsun” diye cevap verdi. Olur mu öyle şey dedim ve babam “mühendisliği bitir sonra istediğin yerde edebiyat oku. Parasını ben vereceğim” dedi.

Anlaşma tamamdı. Ben o niyetle mühendisliğe başladım ve ikinci sınıfın birinci dönemine kadar bu fikrim devam etti. Mukavemet dersini almaya başlayınca görüşlerim değişti. Mukavemetle ilgilenmeye başladım. Edebiyatla da uğraştım ama esas meslek olarak mühendisliği seçtim. Amerika’da mühendis-lik okuyup daha sonra gelip Robert kolejinde hocalık yapmayı istiyordum. Hocalığı çok seviyordum. Çok enteresan bir sınıfımız vardı. Hababam sınıfı gibi bir sınıftı (Bu arada öğrencilik anılarımı anlattığım “Erguvan Renkli Yıllar” adlı kitabımı okumanızı tavsiye ederim). İyi ders anlatamayan hocaların dersin-de ben dinlerdim, birisi not alırdı. Ondan sonra sınıfta toplanırdık ben arkadaşlarıma tekrar anlatırdım. O zamanlar, ‘neyi zor anlıyorum, bunu nasıl anlatırsam daha iyi anlaşılır’ gibi deneyimlerim oldu. İkin-ci deneyimim ise, sporda profesyonellik vs. bana kendimi kontrol etmemi öğretti. Kendimi kontrol edebilmenin yöneticilikte çok yararı oldu. Mesela bana sen hiç heyecanlanmıyorsun, sinirlenmiyorsun diyenler çok. Aslında sinirli biriyimdir ama bunu çok iyi kamufle edebiliyorum ve tutabiliyorum. Onun için gençlere, birçok faaliyet direk ilgili görünmese de size hayatta çok şey kazandırır diyorum.

Amerika’ya gittim ve Ferguson’un asistanı oldum. Daha sonra çok iyi bir büroya gönderdi ve orada bi-

Röportaj

Page 24: Genç İmo Bülten (1909 KB)

23genç-İMO

raz çalıştım. Döndüm, daha öncede söylediğim gibi, amacım Robert kolejinde hoca olmaktı. Askerliğin son döneminde Robert Koleji tamamen değişmiş, benim hiçbir hocam kalmamıştı. Yaptığım başvuru-yu reddettiler. Hayatımda çok üzüldüğüm ancak en isabetli olan bir olaydır. O zamanki Robert Kole-ji’ne girseydim imkânlarım son derece sınırlı olacaktı ve bir şeyler yapamayacaktım. Arayışlarım devam ederken Texas’taki dekanıma rastladım. “Biz burada üniversite kuruyoruz” dedi ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin adını ilk defa o zaman duydum. “Bizimle çalış” dedi. Beni üniversite diye götürdüğü yerde altı tane baraka vardı. Birden bire heyecana kapıldım. “Burada yeniden, sıfırdan başlayacağız, şunu yapacağız, bunu yapacağız” derken ODTÜ macerası böylece başladı. O gün bu gündür dışarı gitmelerim dışında hep ODTÜ’de bulundum.

Gençlere, biz hayal kurduk, hayal çok önemli diyorum. Biz barakalarda toplandık. Dışarıdan birisi görse “bunlar manyak” derdi. “Türkiye’nin en iyi üniversitesi olacağız bu kesin, ama dünya çapında bir üniver-site olmamız lazım, bunu nasıl yapacağız?” diye konuşuyorduk. Hedefi çok yüksekte tutarsanız belirli yerlere gelebiliyorsunuz. Gecekondu üniversitesi diye bizimle alay ettiler ilk başlarda. Bir süre sonra ODTÜ adını duyurmaya başladı ve 1969 yılında dokuz yıllık üniversite iken Amerikan Beton Enstitü-sü’nün yayınladığı dünyanın en iyi yirmi laboratuarı listesine girdik. Bu müthiş bir şeydi. Azmedince bir şeyler başarılabiliniyor. Çok iyi bir grubumuz vardı ve çok yoğun şekilde tartışırdık. 1960’larda ODTÜ’de öğretim üyelerinin yaş ortalaması otuz, bölüm başkanın yaşı otuz, dekanın yaşı otuz beşti. “ODTÜ nasıl başarılı oldu?” sorusunun çok cevabı var ama en önemlisi genç kadroların varlığıydı.

İnşaat mühendisliği eğitimine çalışmalarınızla önemli katkılarda bulundunuz. Bugün inşaat mühendisliği eğitiminde gelinen nokta sizce yeterli midir, eksikler nelerdir sizce?

Yeterli değildir. Şöyle bir hata yapıyoruz. Üniversitenin tanımı, “bilinenin aktarıldığı yer” değildir. Üni-versite, bilinmeyenin, gerçeğin araştırıldığı bir yerdir. Üniversite eğitiminde, öğrenciyi düşünmeye sevk etmeniz lazım. Öğrencinin birtakım şeyleri kendinin bulup çıkarması gerekir. Öğrencinin bir şey-ler yapması, tartışması, irdelemesi ve araştırması lazım. Bir öğrenci farz edelim ki benim ders verdiğim üniversiteden betonarmeyi öğrenmeden çıkıyor ama bu adam düşünmeyi, irdelemeyi ve araştırmayı biliyor. Ben o adama diploma veririm. Eksikliğimiz kaşıkla mama veriyoruz. Bebek doğduğu zaman kaşıkla mama verirsiniz ve buna mecbursunuz. Fakat yedi yaşındaki çocuğa da hala kaşıkla mama ve-riyorsanız bu işte bir terslik vardır. Bizim eğitim sistemimiz bu bence. Bunu kırmak lazım. Öğrenciye bir şeyler yaptırmak lazım. Çok ünlü bir Lübnanlı şair var: Halil Cibran. Cibran, “Peygamber” isimli ki-tabında hocayı tarif eder. İşte o tanım benim için iyi hocanın tanımıdır. Cibran, “öğrencisini alıp kendi akıl bahçesinde gezdiren bir hoca iyi hoca değildir. Öğrencisini alıp kendi beyninin kapısına getirip, o kapıyı açıp, eşiğine kadar getirip buyur senin beynin bu, gir içeri ne yapacaksan yap diyen iyi hocadır” diyor. Biz ilk olarak eğitimimizi böyle düzenlemeliyiz. İkincisi ise tabi artık bilgisayar var. Artık bir sürü detay öğretmeye gerek yok. Daha temel ilkeleri öğretip, öğrenciye “bu konuyu araştır, sınıfa sen anlat” demek gerekiyor. Yani eğitimin kökten değişmesi lazım.

Eğitim aldığınız dönemdeki mühendislik öğrencileri ile bugünün mühendislik eğitimi alan öğ-rencileri arasında ne tür farklar görüyorsunuz?

İsterseniz bu soruyu biraz değiştirelim. Çünkü kendimi öğrenci olarak çok fazla tartamam ama yirmi-otuz yıl önceki öğrencilerimle şimdiki öğrenciler arasındaki farkları belirleyebilirim. Çok büyük fark var. Yirmi-otuz yıl önceki öğrenci istisnasız öğrenmek için geliyordu diploma almak için değil. Ben öğre-neyim diye geliyordu. Öğrenmek isteyen bir öğrenciyle ders yapmak harika bir şeydir. Ben derslerde otuz kişilik sınıfın yirmi sekizden aşağı düştüğünü hiç görmezdim. Ama şimdi giriyorsunuz öğrencinin yüzde otuzu derste yok. Ben hayatımda hiçbir zaman yoklama almadım, almamda. Öğrenciler o kadar ilgisiz ki bu öğrenciden mi kaynaklanıyor yoksa ülkenin durumu, toplumsal birtakım nedenlerden mi oluşuyor. Elbette bu ikisi bağlantılı. Bugünün öğrencisi okumuyor. Geçen sömestr tatili sonrasında sı-nıftaki otuz kişiye şu soruları sordum:

Kaç kişi kitap okuyor?

Cevap: Üç kişiydi.

Kaç kişi gazete okuyor?

Cevap: Sekiz kişiydi.

Page 25: Genç İmo Bülten (1909 KB)

24 genç-İMO

Otuz yıl önce böyle bir soru sormuş olsam sınıfın büyük bir çoğunluğu kitap okuyor olurdu. Türkiye çok karışık dönemler yaşadı. Mesela 1960’ların sonunda öğrenciler çok hareketliydi. Bir sürü olaylar oldu ve ben senatoda öğretim üyelerine “arkadaşlar kitap okumalısınız. Çünkü öğrenci sosyal konular da öğre-tim üyesinden daha bilgili. Çünkü okuyorlar” dedim. Şimdi böyle bir şey maalesef söz konusu değil.

Sizi biraz araştırdığımız zaman çok farklı alanlarda çalışmalar yaptığınızı görmekteyiz. İnşaat mühendisliği dışında Uğur Ersoy hocamız neler yapmaktadır? Ayrıca bize edebiyat yönündeki çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Şuna inanıyorum. İnsan hayatında edindiği tecrübeleri paylaşmalıdır. Mesela Ferguson’un yanında edindiğim tecrübeyi (o şans birçok insanda olmayabilir) aktarabilirsem çok insan yararlanır. Kitapları-mı yazarken hepsinde o amacı güttüm. Benim yaşadığım şeylerden daha sonraki kuşaklar bazı dersler çıkarsın. Mesela kitaplarımın ilkini yazdığımda zannettim ki benim yaşımdakiler bu kitabı okuyacak ve keyif alacak biraz. Tam tersi oldu. Benim yazmaya devam ettiğim kitabıma bu cesaret verdi. Mesela Manisa’dan birisi, “kitabınızı okudum” diyor. ODTÜ’de öğrenci değil, mühendis değil ama kitap ona bir şey vermiş. Böyle yüzlerce mektup, telefon alınca o zaman anladım ki gençler yaşlılardan daha fazla ilgili bu kitaplara.

Toroslar’da bir yaylamız var. Yazları oraya gideriz. Küçük bir barakam var orda. O evdeki bütün her şeyi ben yaptım. Şimdide ahşap oymacılığı üzerine çalışıyorum. Çok şey yapıyorum. Maalesef ne yaptıysam birileri alıyor ve elimde hiçbir şey kalmıyor. İki senedir resimlerini çekiyorum. Hiç olmazsa bana resim-leri kalıyor.

ODTÜ’den ayrılmadan üç yıl öncesine kadar çocuklarla spor yapıyordum. Futboldan on beş sene önce vazgeçtim. Çünkü sahaya çıktığım zaman mahalle maçı bile olsa kazan-

mak için çıkarım. Tabi yaşın getirdiği bir takım güçlükler var. Onun için futboldan vazgeçtim. Üç sene öncesine kadar ciddi bir oyun

olara voleybol oynardım. Maalesef artık onu da yapamıyo-rum.

Bu soruyu sorma amacımız sizin futbol oynadığını-zı öğrencilere anlatmaktı.

Bizim zamanımızda “futbol oynayan adam oku-yamaz” derlerdi. Bu doğru değil. Ben voleybol ve futbolu kulüp düzeyinde oynadım. O zamanlar haftada iki gün antrenmanımız olurdu. Hem fut-bol hem voleybol hem okul takımı hem kulüp. Haftanın yedi günü bir şekilde spor yapıyordum. Eğer zamanınızı ayarlarsanız bunlar mümkün. Benim bütün yaptığım işleri birbirinden ayırmak. Örneğin, bir futbol takımı maç başlamadan önce iki gün maçı konuşur, maçtan sonra da günlerce devam eder. Ben maç bittiği anda isterse 10–0 maçı yenik bitireyim, onu kafamdan silip atabi-lirim. Yani zamanınızı ayarladığınız zaman prob-lem yok bence.

İnşaat mühendisi olamaya nasıl karar verdiniz, bu karar hayatınızda ne gibi değişikliklere yol

açtı, eğer inşaat mühendisi olmasaydınız hangi meslekle uğraşmak isterdiniz?

Tekrar dünyaya gelsem yine inşaat mühendisi, yine öğre-tim üyesi olurum. En ufak bir pişmanlık duymadım.

Türkiye’nin durumu nedeniyle gençler zaman zaman, umut-suzluğa kapılıyor. Amerika’da bulunduğum süre içerisinde çok

Şöyle bir hata yapıyoruz. Üniversitenin tanımı,

“bilinenin aktarıldığı yer” değildir. Üniversite, bilinmeyenin,

gerçeğin araştırıldığı bir yerdir. Üniversite eğitiminde, öğrenciyi düşünmeye sevk etmeniz lazım.

Öğrencinin birtakım şeyleri kendinin bulup çıkarması

gerekir. Öğrencinin bir şeyler yapması, tartışması,

irdelemesi ve araştırması lazım.

Page 26: Genç İmo Bülten (1909 KB)

25genç-İMO

çok cazip teklifler aldım ve ilk teklifi aldığımda uzun uzun avantajlarını ve dezavantajlarını düşündüm. Emin olun bir saniye olsun ben gelmeseydim orda kalsaydım demedim. Hiç pişman değilim.

Son olarak genç mühendis adaylarına söylemek istediğiniz bir şeyler var mı, varsa nelerdir?

Öncelikle öğrenci olarak işi ciddiye almanız lazım. İyi not almak, sınıf geçmek amaçlarınızdan birisi. Ama bunun yanında öğrenmek... Çünkü ne yaparsanız yapın yani mesleğiniz ne olursa olsun alacağı-nız eğitimi doğru düzgün alırsanız bu hayatınızda çok yarar sağlar.

Bakın, benim eski öğrencilerim arasında aklınıza gelebilecek her meslekten adam var. Size en çarpıcı olanını söyleyeyim: Beş ay önce İstanbul’da bir lokantada yemek yiyorum. Bir adam geldi

- “Hocam, beni tanıdınız mı?” dedi.

- “Tanıdım ama ismini çıkartamadım” dedim.

15 sene evvel ODTÜ’den mezun olmuş. Bir müddet inşaat mühendisliği yapmış ama sonra, geçen sene meslek değiştirmiş. Şovmen Beyazıt Öztürk’ün menajerliğini yapıyormuş.

Türkiye’nin en iyi dalgıcı ve National Geographyc’e fotoğraf çeken Zafer inşaat mühendisi.

Aklınıza gelebilecek her meslekte çalışan inşaat mühendisi var. Bunlar iyi öğrenciler. “Lokanta çalış-tırmakla inşaat mühendisliğinin ne alakası var” diye soruyorum. 4 yıl boşuna mı okudunuz diyorum. Hepsinin verdiği ortak bir cevap var ve bence de çok doğru bir cevap. “Biz orada rasyonel düşünmeyi öğrendik” diyorlar. Eğer ciddi olarak mühendislik eğitimi alırsanız, sizi rasyonel düşünmeye sevk eder. Rasyonel düşünce de hangi meslekte olursanız olun, çok büyük yarar sağlar. Ama o işi ciddiye alıp öğrenme amacı ile yaparsanız tabi.

Birde bazı öğrenciler sınıfa geliyorlar ama ders dinlemek yerine dalga geçmeyi tercih ediyorlar. Benim de sıkıldığım işler olmuştur. Örneğin bir konferans vardı. Ben bölüm başkanıydım, mecburen gidiyo-ruz, sıkılıyordum bir de bakıyordum daha on dakika geçmiş. Daha sonra bu yöntemi değiştirdim. Ben bir konferansa girdiğim zaman, hiç alakasız bir şey olsa bile ya dinleyeyim bu adamı, bir şey öğrene-bilir miyim acaba diyorum ve dinlediğiniz zaman iki şey elde ediyorsunuz. Birincisi; zaman çok çabuk geçiyor, konferans hemen bitiyor. İkincisi; ufak ta olsa bir iki şey öğreniyorsunuz. Buna gayret edin her şeyde.

Bir merak var, bir öğrenme merakı. Bu çok önemli. Bu yaş ilerledikçe de önemli. Çok yaşayan insanlar, İsmet Paşa başta olmak üzere, her şeye meraklılar. İlla ki onu öğrenecek. Boş ver onu deyip geçmiyor. Bunlar çok önemli hayatta.

İdealist olmak lazım. Ben şu olacağım demeli. Belki ona erişemezsiniz ama ona erişmek için sarf ettiği-niz gayret emin olun pozitif olarak geri dönecektir size. Ve hedefinizi çok yüksek tutarsanız çok sayıda güçlükle karşılaşacaksınız ama yılmayıp mücadele etmek lazım.

En basitini düşünelim; mesela siz bir ofise gidiyorsunuz çalışmaya, üniversitede bir şeyler öğrenmiş-siniz bir şeyi yapmak istiyorsunuz. Biri geliyor size diyor ki; onu bırak sen, şöyle daha basit, biz böyle yapıyoruz... tamam, ben de buna katılırım derseniz, çok yanlış. Eğer siz orada direnirseniz, Ahmet di-renirse, Mehmet direnirse bir takım şeyler değişir. Aksi takdirde hiç bir şey değişmez. Eskisi gibi gider. Bunlar önemli.

Page 27: Genç İmo Bülten (1909 KB)

26 genç-İMO

Mühendislik Yapıları

İMO Gaziantep Şube Öğrenci Kurulu

Dünyanın En Büyük Harfiyat Makinesi

Hareketli bu makine 100 mt. Yüksekliğin-de ve 223 mt. Uzunluktadır. Tam olarak 45.500 Ton ağırlığındadır. 100.000.000.- Amerikan dolarına mal olmuştur. Tasa-rım ve imalatı 5 yılda tamamlanmıştır.

22 metre çapında döner kova tanburu üzerinde toplam 20 kovası bulunmakta ve her kova 196 ton hafriyat kapasite-li olup bir turda 3.920 ton toprak veya kaya hafriyata yer değiştirebilmekte-dir. Günde 76.500 m3 den fazla hafriyat kaldırabilmektedir. Bu da (100,000 dev damperli kamyona eşittir.)

Dünyanın En Geniş Köprüsü

Sydney liman köprüsü, Avustralya. Yapımı 1929-1932 yillari arasında inşa edilmiş ve dünyanin en genis kemer köprüsü ünvanını almıştır. Toplam uzunluğu 1149 metre 8 araçlık trafik hattı üst katta, 8 araçlık trafik hattı da alt kattadır.

Dünyanın En Büyük Kamyonu

İşte karşınızda T 282 B. Genellikle maden ocaklarinda kulla-nilan bu devasa araç 400 ton kaldırabiliyor.Yanliş duymadı-nız... Ve bu yükle 64 km/s yapıyor. Fiyati ise 3 milyon dolar.

Dünyanın En Uzun Köprusu

10 yıllık hazırlık ve çalışmaların ardından , Çin’in ilk okyanus köprüsünün, Çin’in batısındaki Hangzhou Bay kentinde açılışı 1 Mayıs 2008 da yapıldı. Yaklaşık bir buçuk milyar dolara mal olan köprü, 36 km’lik uzunluğuyla kendi özelliklerinde dünyanın en büyük deniz üstü köprüsü.

Çin’in sanayi ve finans kenti Şangay’ı Ningbo kentine bağlayan köprüde, gidiş ve geliş yönlerinde 6

Page 28: Genç İmo Bülten (1909 KB)

27genç-İMO

şeritli olup, saatta 100 km hız yapılacak şekilde tasarlanmıştır. İki şehir arasındaki mesafeyi 180 km azaltan köprünün, 135 milyon kişinin yaşadığı bölgenin ekono-mik gelişimine çok büyük katkıda bulu-nacağı ifade ediliyor.

Dünyanın En Uzun Yapısı (Burj Dubai)

Hepinizin bildiği gibi geçen yılın nisan ayında dünyanın en uzun binası olarak tescillenen ve ulaşacağı yükseklik bir sır gibi saklanan Burj Dubai, şimdiden 2257 ft’e yani 688 metreye ulaştı.İnsan eliyle yapılan en uzun bina olacak olan Burj Dubai çok müthiş bir manzaraya sahip. Hatta öyleki güneşli bir günde 100 mil ötedeki İran’ı bile görmek mümkün.Şu anda 160 kata ulaşan gökdelenin ulaşa-cağı yükseklik bir sır. Üstelik bu projede çalışanlardan sadece bir mimar projenin finalini biliyor.

700 metrelik bir uzunluğa ulaşması bek-lenen Burj Dubai’nin gelecek yıl tamam-lanması bekleniyor.

Otel, ofis ve apartmanlarda toplam 35 bin kişinin konaklayacağı gökdelende daha pek çok rekorlara ev sahipliği yapa-cak. Örneğin 76. kattaki yüzme havuzu da dünyanın en yüksek havuzu olabile-

cek. Burj Dubai projesinde 5 bin inşaat işçisi görev yapıyor

Dünyanın En Büyük Stadyumu (Maracana Stadium, Rio De Jenairo, Brezilya)

Brezilya’nın 1950 FIFA Dünya Kupası’na ev sahipliği yapmaya hak kazanmasının ardından turnuva için yeni bir stadyum yapılmasına karar verildi. Stayumun planları Raphaël Galvão ve Pedro Paulo Bernardes Bastos adlı iki mühendis tarafından çi-zildi. Temeli 2 Ağustos 1948’de atıldı. Maracana Stadyumu’nun yani Ma-racana Arena’nın yapımında yarım milyon torba çimento ile 10.000 ton demir kullanılmıştır. 199.000 kişi kapasitelidir.

Page 29: Genç İmo Bülten (1909 KB)

28 genç-İMO

AutoCAD

Uğur Murat Altun İMO Antalya Şubesi

AutoDesk Ltd. İsviçre şirketinin 1980’lerin başından beri programlayın çeşitli sürümleri ile geliştirdiği bir Computer Aided Design (CAD = Bilgisayar desktekli tasarım) yazılımıdır. Personal Computer DOS ve Windows tabanında çalışır. Workstation sürümüde bulunur. DWG ve DXF formatlarını işler. 3 ve 2 boyutlu tasarım yanında, VisualLisp ve VisiualBasic programlama dillerini destekler. Çeşitli branş çö-zümleri için ek modülleri vardır. Makine ve otomasyon tasarımı için Mechanical Desktop ile mimari tasarım için Architect Desktop modülleri de piyasadadır. GIS, mekanik ve makina, inşaat ve mimarlık, entertaintment ve animasyon tasarım ürünleri vardır.

AutoCAD, tüm dünyada başta mühendisler ve mimarlar tarafından kullanılan, dünyaca tanınan yazılım firması Autodesk tarafından hazırlanan, bilgisayar destekli çizim-tasarım yazılımıdır. Gerek kullanım ve öğrenim kolaylığı gerekse kullanıcı kitlesinin çok geniş olması tüm dünyada tartışmasız kullanılan en yaygın çizim yazılımı olmasını sağlamıştır. autocad ile yapılabilecek ler hayal gücü ile sınırlıdır. Son olarak 2008 sürümü çıkmıştır. Autocad 2007 sürümünü ile birlikte gelen ve kullanıcının ihtiyacını kar-şılayabilen en büyük özelliği render motoru ve material düzeni olmuştur.

AutoCAD yazılımın son sürümleri sadece Windows tabanını desteklemesi, kişisel bilgisayarların yeterli hızda ve stabil çalışamamaları, ürünün yalın hali ile büyük ve branşa özellikli projerlerde kullanımı sorunlu olmaktadır. Bu yüzden geniş ve kompleks projeler için her branşa özel daha stabil çalışan Ya-zılımlar tercih edilmektedir.

Bilgisayar teknolojisinin hızlı bir şekilde geliştiği günümüzde, ürün tasarımı ve üretimindeki klasik yön-temler artık yerini bilgisayar destekli tasarım (CAD) ve bilgisayar destekli üretime (CAM) bırakmaktadır. bu gelişim beraberinde üstün kalite, yüksek verimlilik, optimum üretim ve mükemmellik getirmiştir.

CAD

CAD bilgisayar destekli tasarım (İng. Computer Aided Design) dizaynın yapılmasında modifikasyonun-da, analizinde veya optimizasyonunda desteklemek için bilgisayar sistemlerinin kullanılması olarak tarif edilir. Bilgisayar sistemleri özel kullanıcı firmalar tarafından arzu edilen özel çizim fonksiyonlarını yerine getirmek için hardware (Donanım) ve softwareden (Yazılım) meydana gelmiştir. CAD donanım-ları bilgisayar, bir veya daha fazla grafik ekran klavye ve diğer donanımlardan oluşur. CAD yazılımları sistem üzerinde bilgisayar grafiği geliştirmek için bilgisayar programları ve kullanıcı firmanın mühen-dislik fonksiyonlarını kolaylaştırmak için uygulama programları, uygulama programlarının örnekleri, parçaların gerilme-uzama analizleri, mekanizmaların dinamik karşılık, ısı transfer hesaplamaları ve nümerik kontrol iş programlamasıdır. Uygulama programları, bir kullanıcı firmadan diğer bir kullanıcı firmaya göre değişiklik gösterebilir. Çünkü üretici firmaların üretim hataları, üretim prosesleri, pazarları farklıdır. Bu faktör CAD sistemlerindeki farklı yapıların artmasına neden olur.

Page 30: Genç İmo Bülten (1909 KB)

29genç-İMO

CAM

Bilgisayar Destekli Üretim (İng. Computer Aided Manufacturing-CAM), kısaca bir işletmedeki üretim sistemlerini planlamada, yönetmede ve denetlemede bilgisayar sistemlerinin, işletmenin üretim kay-naklarıyla (makina ya da işgücü) doğrudan ya da dolaylı bir iletişim halinde kullanımıdır. Üretimde sa-yısal denetimli (NC) tezgahların kullanılması ve programlanması, sabit ve hareketli robotlar, otomatik depo sistemleri, atölye denetim sistemleri (İng. shop floor control), hızlı prototip üreten sistemler (İng.rapid prototyping - stereolitography) çeşitli CAD uygulamalarını oluşturur. Bugün, tasarım, modelle-me, analiz, NC programlama gibi ana uygulamalardan oluşan bütünleşik sistemlere, bilgisayar dona-nımları ile birlikte “Bilgisayar Destekli Tasarım ve Üretim. CAD/CAM sistemleri adı verilir.

Autocad

AutoCAD, tasarım ve çizimlerinizi bilgisayarda yapabilmenizi sağlayan Bilgisayar Destekli Tasarım ve Çizim yazılımıdır.Halen bütün dünyada satılmakta olan AutoCAD Türkçe dahil birçok dilde versiyonları vardır.AutoCAD ile çizim yapmak, yapılanları daha sonra revizyona sokmak, tasarımınızı gerçeğe dö-nüştürmeden önce ekranda görmek, istediğiniz ölçekte çıktı almak, çizdiğiniz nesnelere renk atamak, farklı çizgi tipleri kullanmak, farklı desenlerde taramalar gerçekleştirmek, nesneleri içerdikleri ayrıntı ve konuya göre değişik adreslere yerleştirerek, istediğiniz nesne ya da nesneler grubunu ekranda gö-rüntülemek, çizimin bir parçasının ya da tümünün yazıcı ya da çiziciden çıktısını almak, görüntülemek gibi klasik çizim tarzlarını daha iyi bir şekilde bilgisayar ortamına aktaran bir CAD programıdır.Auto-CAD, Autodesk firması tarafından üretilip geliştirilen bir, Bilgisayar Destekli Teknik Çizim ve Tasarım (Computer Aided Drafting and Desing) paketidir.

Bilgisayar kullanarak çizim yapmanızı, bu çizimi düzenlemenizi, çizdirmenizi vs. sağlayan, elle çizime göre size çok daha üstün imkânlar sunan bir çizim paketidir. Bu programı kullanarak:

• Mimari

• Teknik Resim

• İnşaat

• Harita

• Peyzaj

• Makine

• Elektrik – Elektronik

• İç Mimari ve adını sayamadığımız her türlü disiplin ve uygulamada, istediğiniz çizimleri üretebilir-siniz.

AutoCAD ile yapılacak çizimlerde hiçbir sınır yoktur. Yani bir çizim elle yapılabiliyorsa AutoCAD ile de yapılabilir. AutoCAD çizimleri matematik hesaplara dayanır. Çizim içindeki Bir objenin konumu ve özel-likleri, yazılımın o çizim için oluşturmuş olduğu veri tabanında sayısal değerler olarak saklanır. Ekran-daki görüntüsü değiştirildiğinde veri tabanı içindeki bu değerlerin hepsi tek tek hesaplanır. Görüntü değişikliği aslında bu hesaplamaların sonuçlarına göre gerçekleşir. AutoCAD, AutoLISP ve VisualLISP dilleri sayesinde standart resimlerin çizim programları yapılabilir. Ayrıca yazılıma yeni komutlar ekle-mek ya da mevcut komutları otomatik olarak çalıştırmak mümkündür.

AutoCAD ‘in Tarihçesi :

İlk versiyonu 1982 yılının sonunda çıkmış olan AUTOCAD aradan geçen süre zarfında yazılımlardaki gelişmelere paralel olarak kendini yenileyerek günümüze kadar gelebilmiştir. AutoCAD ‘in yaratıcısı olan Autodesk Firması versiyon 2.6’dan sonra, versiyon yerine sürüm (release) numarası vermeye baş-lamıştır. AutoCAD ‘in 8.ana sürümü olan versiyon 2.6’dan sonra, AutoCAD versiyon numarası yerine sürüm numarası ile anılmaya başlanmıştır.

AutoCAD ‘in 12. ana sürümü olan Release 12 hem DOS tabanlı hem de WINDOWS tabanlı olarak çıkma-ya başlamıştır. Daha sonra Windows’ ta oluşan gelişmeler doğrultusunda Autodesk Firması da sürüm-lerde değişiklik yapmaya başlamıştır. Bunu sonucunda da Release 13 ‘ten sonra DOS tabanlı AutoCAD sürümü kullanıcılara sunulmamıştır.2000 yılının gelmesiyle birlikte yazılımlardaki “2000” furyası Auto-

Page 31: Genç İmo Bülten (1909 KB)

30 genç-İMO

CAD üreticilerine de cazip gelecek ki Release 14’ ten sonra sürüm numarasıyla anılan AutoCAD yazılımı AutoCAD 2000 olarak anılmaya başlanmıştır. Halen günümüzde AutoCAD ‘in AutoCAD 2007 sürümü ile çıkışını devam ettirmektedir. Bunun yanında AutoCAD bir temel kabul edilmiş ve AutoCAD tabanlı hemen hemen her sektöre hitap eden bir dizi yardımcı program geliştirilmiştir. (AutoCAD Mechanical Desktop, AutoCAD MAP, Architectural Desktop vb.)

Autocad Programının Tanıtımı ve Çizim Teknikleri:

Autocad Ekranı:

Gerekli çizimlermizi yapabilmek için, yaptığımız çizimlerde birtakım değişiklikler yapabilmek için ve yaptığımız tasarım hakkında gerekli bilgileri alabilmek için kullandığımız birtakım elemanları içeren ekrandır. Bu ekranda komut satırı, komut penceresi gibi temel parçalar bulunur.

Menü çubuğu: Autocad menülerini içerir. File, edit, view, Insert, Format, Tools, Draw, Dimension, Mo-dify, Image, Window, Help kısımlarından oluşur. İstediğimiz menü komutlarına buradan erişebiliriz. Dosya üzerinde veya çizim üzerinden ayarları buradan yapabiliriz.

Standar Araç Çubuğu:

Microsoft Office uygulamalarında kullanılan Open, New, File, Save, Print, Print preview, Cut, Copy, Pas-te gibi komutlar ve Zoom, Pan, Distance, Redraw gibi Autocad‘de sıkça kullanılan komutlar bulunur. Bu komutları çalıştırmak için kullanılan düğmelerin üzerine gelip beklendiğinde komutla ilgili açıklamala-rın yapıldığı etiketleri görebilirsiniz.

Draw ve Modify Araç Çubuğu:

Ekranın sol alt tarafında yer alır. AUTOCAD çalıştırıldığında otomatik olarak bu araç çubkuları gösterilir. Çizim yaparken kullandığımız komutlara erişimi sağlayan düğmelerden oluşur. Bu araç çubuğunu ek-randa istediğiniz yere taşıyabilirsiniz. Sürükleyerek ekranın boş alanına getirip kapat komutu ile kapa-tabilirsiniz. Kapattığınız araç çubuğunu ekrana tekrar getirmek için; menü çubuğunda bulunan View menüsünden Toolbar‘ı seçin. Ekrana gelen toolbar diyalog kutusundan Draw yazısının bulunduğu ku-tuyu işaretleyin ve diyalog kutusunu kapatın. Burada istediğniz herhangi bir araç çubuğunu onay ku-

tusunu işaretlemek suretiyle ekrana getirebilirsiniz veya araç çubuğunun üzerine gelin ve sağ tıklayın. Çıkan sütunda yeni getirmek istediğiniz araç çubuğunu işaretleyin. İki şekil-de de araç çubuklarını kaldırıp veya tekrar getirebilirsiniz. Ekrana gelen araç çubuğunu kenarlardan sürükle-yerek istediğniz yere taşıyabilirsiniz.

Object Properties Araç Çubuğu:

Standart araç çubuğunun hemen al-tında bulunan araç çubuğudur. Çizgi tipi, rengi, kalınlığı ve katman yöne-timi gibi özelliklerin ayarlanmasında kullanılır.

Çizgi Alanı:

Yaptığınız çizimleri takip ettiğiniz boş alandır. Ekranda ne kadar araç çubuğu varsa çizim alanı da o kadar küçülür. Bu yüzden daha rahat çizim yapabilmek için kullanmadığımız araç çubuklarını kaldırmalıyız.

İmleç:

Çizim alanı içerisinde çizim, yaptı-ğımız çizimi seçmek veya çizimdeki

Page 32: Genç İmo Bülten (1909 KB)

31genç-İMO

gerekli değişiklikleri yapmak için sağ veya sol tıklamak sureti ile imleci kullanırız. İmlecin şekline göre ne yapmamız gerektiğini anlayabiliriz. Üç tür imleç vardır.

1. Standart İmleç: Autocad‘in komut beklediğini şu anda boş olduğunu bildirir. Şekli bir “ + “ işareti üzerinde kare olandır.

2. Nokta Seçimi İmleci: Herhangi bir nokta belirlememiz gerektiğini bildirir. Şekli sadece “ + “ işareti olandır.

3. Nesne Seçim İmleci: Nesne seçmemiz gerektiğini bildirir. Şekli ise kenarları noktalı karedir.

Kullanıcı Koordinat Sistemi İkonu:

Yaptığımız çizimin yönelimini ve koordinatlarını gösterir. Koordinat sistemi X, Y ve üç boyutlular için Z koordinatları ile gösterilir. Autocad, WCS (World Coordinate System) ve UCS (User Coordinate System) koordinat sistemlerine sahiptir. WCS sabit koordinat sistemi, UCS ise hareket edebilir. Kullanıcı koordi-nat sistemi olarak bilinir. UCS koordinat ikonu ekranın sol alt köşesinde bulunur.

Model ve Layout Sekmesi:

Model ekranın çizimlerin yapıldığı yerdir. Model boşluğunda yapılan çizimler daha sonra, oluşturulan layout boşluğuna aktarılır. Yapılan çizimler böylelikle kolaylıkla kâğıt düzlemine çizilir. Layout sekme-leri arasında Layout 1, Layout 2… tıklayarak geçiş yapılabilir. Ayrıca; Layout sekmesi üzerine gelip sağ tıklayarak yeni bir layout oluşturulabilir. Önceden oluşturduğunuz bir Layout‘u çağırabilir ve istediği-niz bir Layout üzerinde gerekli değişiklikleri yapabilirsiniz. Çıktısını alacağınız çizimin kâğıda yerleşi-mini (Dik ya da Yatay) kenar boşlukları gibi özelliklerini düzenleyebilirsiniz. Bir çizimin kağıtlara farklı olarak yerleştirilmesine olanak sağlar.

Komut Penceresi ve İleti Alanı (Command) :

Girilen ileti ve komutları ve bu komutların alt komutlarını gösterir. İstediğiniz komutun ismini sol alt köşede yer alan komut satırına giderek çalıştırabilirsiniz. Her iki durumda da alt komutları çalıştırmak ve girilen iletileri görmek için komut satırı büyük kolaylık sağlar.

Durum Satırı:

Sol en alt köşede imlecin bulunduğu koordinatları gösteren coordinates satırı bulunur. Üzerine gelip tıklayarak ya da F6 tuşuna basarak aktif hale getirilebilir veya kapatabilirsiniz. Line komutu girildiğinde çizginin yağmış olduğu açıda ayrıca burada gösterilir. Bu durum üzerinde Snap (Kenetleme) , Grid (Çi-zim Izgarası) , Ortho, Polar (Kutupsal İzleme) , Osnap (Object Snap = Nesne Kenetleme) , Otrack (Nesne Kenetleme İzlemesi) Lwt (Çizgi Kalınlığı Görüntüsü) Model (Kâğıtta Model Boşluğu Arasındaki Geçiş) düğmeleri bulunur. Bunların üzerine gelip tıklayarak aktif hale getirilebilir veya kapatabilirsiniz.

Page 33: Genç İmo Bülten (1909 KB)

32 genç-İMO

Hocamız Ferit Yakar ile Röportaj

İMO Trabzon Şube Öğrenci Kurulu

Yıllarca bitirilemeyen gerek teknik, gerek siyasi gerek adli engellere takılan kimine göre Karadeniz bölgesinin en büyük yatırımı, kimine göre ise en büyük rezaleti sayılan sahil yolunu röportajımızda ele almak istedik. Bu kapsamda bölgenin üniversitesi olan Kara-deniz Teknik Üniversitesi öğretim görevlileri ile çeşitli paneller ve söyleşiler düzenledik.Bu konu hakkında yaptığımız röportajımızı siz değerli okurlarımıza sunarız.

Karadeniz Sahil Yolu 20 yılı aşkın bir süre zarfında Samsun’dan Sarp’a kadar birçok tar-tışmanın gölgesinde inşa edildi. Bizde genç-İMO ekibi olarak Karadeniz Sahil Yolu ve Çevresel Etkileri üzerine Yüksek Lisans tezini yapmış olan Karadeniz Teknik Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Ferit Yakar hocamız ile Karadeniz Sahil Yolu hakkında konuştuk.

Yol için otoyol denilmektedir ancak tam erişim kontrolü olmadığı görülmektedir. Bu yolun sınıfı nedir?

Otoyol kesinlikle değildir. Otoyol için bazı şartlar sağlanmalıdır. Otoyola istediğin yer-den girip çıkamazsın. Otoyolda insanlar ve hayvanların girişini engellemek için bariyer-ler bulunur. Bu yol 2x2 şerit, bazı yerlerde 2x3 şerit şeklinde yapılmış bir devlet yoludur.

Adı da D-10 devlet karayoludur.

Yolun özellikleri ve toplam maliyeti ne kadardır?

Yolun toplam uzunluğu 542 km’dir. Toplam maliyeti 4.5-5 milyar dolar gibi bir rakamdır. Yol ilk başta 1.5 milyar dolar olarak ihale edilmiştir. Ancak zaman içinde değişikler olduğu için maliyet yükselmiştir. Yolun büyük kısmı deniz ve kıyı dolgusu üzerine yapılmıştır.

Yolun bölgeye ve ülke ekonomisine katkısı nedir?

Doğu Karadeniz bulunduğu coğrafya itibariyle Kafkasya’ya ve Orta Doğu’ya açılma imkanı olan bir konumdadır. Avrupa’dan gelen su yolları sayesinde bu bölgelere ulaşmak mümkündür. Ancak bunun sağlanabilmesi için yeterli altyapı mevcut değildir. Bölgenin bu ticaret imkanlarından faydalanması ve ülkenin batı kesimiyle bağlanabilmesi için doğu – batı yönünde gelişmiş bir yol altyapısı kurulması gerekliydi. Bu açıdan bakıldığında Karadeniz de yapılan bu yol bölgenin kalkınması açısından önemli-dir. Ancak bölgenin bu yoldan yeterince faydalanması ve yolun şehirlerin sağlıklı gelişmesine katkıda bulunabilmesi için bu yolun sahilden değil de güneyden geçirilmesi daha faydalı olurdu. 1960’larda yapılan ilk yol sahilden yapılmıştır. Sonrasında da içerden başka yol yapılmadığı için D. Karadeniz böl-gesinde bütün yerleşimler kuzeye yani deniz kenarına çekilmiş, yerleşimler arasında mesafe neredeyse kalmamış, Samsun’dan Sarp’a kadar tek bir lineer kent oluşmuştur.

Bölge topografyasının da zorlamasıyla oluşan bu durumu aşmak için şehirlerin güneyinden geçen

Röportaj

Page 34: Genç İmo Bülten (1909 KB)

33genç-İMO

yollara ihtiyaç vardır. Ancak bu durumda yol bölgenin kalkınmasına beklenen faydayı sağlayabilirdi. Çünkü bilindiği gibi yollar, yerleşimleri üzerine çeker ve gelişmeye ön ayak olur.

Yolun çevreye ve sosyal ilişkilere etkisi nedir?

D. Karadeniz bölgesinde deniz kültürü çok gelişmiştir. İnsan yıllardan beri denizle iç içe yaşamaya alışmış hatta çoğu zaman geçimlerini de denizden çıkarmışlardır. Karadeniz bölünmüş yolunun ya-pılmasıyla insanların bu alışkanlıkları büyük ölçüde değişmek zorunda kalmıştır. %60lık bir bölümü deniz ve kıyı dolgusuyla yapılmış olan bu yol adeta denizle kara arasında bariyer oluşturmuştur. Bu durumda pek çok çevresel ve sosyal etki ortaya çıkmıştır. Birkaç örnek vermek gerekirse, yol yapımı için oluşturulan dolgular deniz yaşamını etkilemiş, balık türlerinin yaşaması için en önemli yer olan kıyı kesimini tahrip etmiştir. Tabiatın binlerce yılda oluşturduğu kumsallar, koylar dolgu altında kalmış tabiat harikaları geri dönülemez şekilde tahrip edilmiştir. Ayrıca yolun çok büyük kesiminin yerleşim yerlerinin içinden geçmesi trafik güvenliği açısından bir çok sorun ortaya çıkarmıştır. Şehir içi trafiği ile transit geçit trafiği üst üste bindiği için trafik kazaları artmıştır. Deniz tarafına ulaşmaya çalışan yayalar, yeterli altyapı da olmadığı için yoldan karşıya geçmeye çalışırken kazalara uğramakta ve can kayıpları yaşanmaktadır. Ayrıca yol yerleşim merkezlerinin içinden geçtiği için gürültü ve hava kirliliği sorunla-rını da ağırlaştırmaktadır.

Önceki yıllarda yol üzerinde bazı yerlerde oluşan yüksek boylu dalgaların yola zarar vermesini göz önünde bulundurarak yolun güvenliği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Karadeniz hırçın bir denizdir. Zaman zaman oluşan fırtınalarda dalgalar büyük boyutlara ulaşmaktadır. Yakın zamanda da meydana gelen bazı fırtınalarda deniz kenarını izleyen yol zarara uğramıştır. Pek çok yerde yol kenarında “Denizden Taş Gelebilir” şeklinde levhaların konulmuş olması da yolun güvenliği hakkında soru işaretleri oluşturmaktadır. Her ne kadar büyük boyutlu kayaların denize doldurulmuş olması ve yolun bunun üzerine yapılması nedeniyle yolun güvenli olduğu sanılsa da Karadeniz’in dalgalarına dayanmak çok zordur. Kullanılan kayalar ne kadar büyük olursa olsun altındaki kumların oyulması ve kayaların yerinden oynaması durumunda yolun zarara uğrayacağı açıktır. Bu açıdan bakıl-dığında bakım masrafları da büyük boyutlara ulaşacaktır.

Yol inşaatını durdurmak için birçok dava açılmasına rağmen yol yapımı devam etmiştir. Bu yol yapılmak zorundamıydı ve bu yola alternatif olarak ne yapılabilirdi?

Bahsettiğimiz gibi D. Karadeniz bölgesinin yola ihtiyacı kesinlikle vardı. Ancak yolun bu şekilde kıyı-dan yapılması zorunluluğu yoktu. Bölgede bir yol yapılması düşünüldüğü zaman akla dört alternatif gelebilir. Bunlardan birincisi eski yolun genişletilmesi ve standartlarının yükseltilmesidir. Zaten yolun ilk düşünülen ve yatırım programındaki hali bu şekildedir. Ancak bölgede yerleşimin tamamen sa-hile çekilmiş olması ve eski yolun her iki tarafında da yerleşim olması bu alternatifi mümkün kılma-maktadır. İkinci alternatif, güneyden geçen bir otoyol yapmaktır. Ancak otoyol standartlarının yüksek olması bölgenin topografyasında güneyden geçen böyle bir otoyol yapımının maliyetini çok yüksek miktarlara çıkarmaktadır. Üçüncü alternatif yine güneyden geçen ancak otoyol standartlarında olma-yan çevre yoludur. Zaten bölgenin gelişmesi açısından da en faydalı olacak alternatif budur. Böyle bir yol, standartları otoyola göre daha düşük olacağı için daha az toprak işi çıkaracak, otoyol gibi 2x3 şerit yerine 2x2 şerit genişliğinde olacak ve gerekirse toprak işini azaltmak amacıyla geliş ve gidiş yönleri ayrı yapılabilecektir. Bu alternatif için Bolaman – Perşembe arasında yapılan geçişi örnek verebiliriz. Deniz kıyısından yapılması halinde Bolaman burnunu dolaşarak 42 km olacak olan yol tepkiler sonu-cu güneyden geçirilmiş, uzunluğu da 27 km ye düşürülmüştür. Topografyası zor olduğu için büyük ölçüde tünel ve viyadük kullanılan yolun maliyeti 400 Milyon Dolar civarında olmuştur. Eğer yol deniz dolgusuyla yapılmış olsaydı maliyeti 1.2 Milyar Dolar olacaktı. Pek çok yerde topografyası bu kadar zor olmayan, yerleşimlerin güneyinden yol geçirmeye müsait düzlükler bulunan yerler vardır. Buralardaki maliyet çok daha düşük olacaktır. Dolayısıyla güneyden geçecek yolların daha pahalı olacağı düşünce-si yanlıştır. Dördüncü alternatif ise yapılan bu yoldur. Yukarıda da bahsettiğim nedenlerle en son tercih edilmesi gereken alternatif bu olmalıydı. Daha ucuz olduğu gerekçesiyle sahilden ve büyük ölçüde dolgu üzerine yapılan bu yol başlangıçta öngörülene göre çok yüksek maliyetle yapılmıştır. Şu anda bölge halkı kaybettiklerinin farkına yeni yeni varmaktadırlar. Diğer alternatifler onlara anlatılmadığı için yola sahip olmaları için tek seçeneklerinin bu olduğunu düşünüyorlardı. Ancak bahsedilen olum-suz etkileri yaşadıkça “Başka seçenek yok muydu?” sorusunu sormaya başladılar. Örneğin güneyden yapılacak bir yolun kendilerine aynı ulaşım kolaylığını sağlarken daha fazla fayda getireceğini ve daha az çevresel zarar oluşturacağını onlar da anlamaya başladılar.

Page 35: Genç İmo Bülten (1909 KB)

34 genç-İMO

Yeni Yapılaşma TeknikleriLimanlarda Yeni Yapılaşmalar

Özgür Akı İMO Ankara Şubesi

Hepimiz birer genç-İMO’cuyken zaman almış başını su gibi gitmiş. Yıl olmuş 2059. Kimimiz mesleğimi-ze yoğunlaşmışız kimimizse akademi de kalmış. Ülke yine kendi kaynaklarını kullanamamanın verdiği sıkıntıyla dışa bağımlı, devlet, ekonomiyi iyi bilenler olarak inşaat ve iktisat sektöründekilerden ekono-miyi düzeltmek adına yardım istemiş durumdadır. Biz de inşaat sektöründekiler olarak istatistik kuru-mundan belli istatistikleri istedik ve inceledik ki, artık Türkiye’de tuğla yapımında kullanılacak toprak kalmadığını öğreniyoruz. Büyük bir şoktan sonra acil toplantı kararları... Ülkede inşaat sektöründeki herkes birlik olmuş kararla almakta… Çabalar, fikirler, başarısızca alınan kararlar…

Derken fark ediyoruz ki kısa bir rüyaymış ama araştırıyoruz ki gerçeklik payı var. Düşünüyoruz gerçek-ten ya toprak biterse son tuğlalar kullanılmış olursa ne olurdu diye? Tek biz değilmişiz düşünen tek-noloji ile birlikte düşünülmüş, gelişmiş bile. Evet hiç düşündünüz mü yeni inşaat teknikleri nedir diye? Günümüzü nasıl etkiler hiç sordunuz mu kendinize? Yoksa gelişmeler kötü mü olmuş? Çelik yapılar bulunmuş, gökdelenler yapılmış,11 Eylül saldırıları olmuş sonra ve savaşa sürüklenen ortam şartları… Ne dersiniz? Buyurun birlikte bakalım faydalı mı değil mi? İlk gelişme haberleri liman yapıları üzerine:

Öncelikle Japonya ile Türkiye’nin coğrafi yapılarında ufak bir karşılaştırma yaparak kim ne kadar geliş-miş görelim: Japonya, yüzölçümü 377.801 km, nüfusu 125 milyon olan, güney ve doğu kıyılan pasifik okyanusu, batı kıyısı Japon denizi ile çevrili, kıyı boyunca dik dağların uzandığı dünyanın en uzun kıyı-sına sahip bir ada ülkesidir. Bu nedenle diğer ülkelerle bağlantısını deniz yoluyla sağlamaktadır. Aynı zamanda ekonomik aktiviteler ve yerleşim birimleri kıyı bölgelerinde yoğunlaşmaktadır, özellikle 19-50’li yıllarda başlayan büyük ekonomik gelişim sürecinde çelik üretimi, petrol rafinerisi gibi endüstri-yel aktiviteler limanların etrafında yer almış olup limanlar ve deniz taşımacılığı Japonya’nın gelişimine paralel olarak hızla gelişmiştir. Özel amaçlı dizayn edilmiş limanlar 21, başlıca büyük limanlar 112, yerel limanlar 969 olmak üzere toplam 1102 adet limanı vardır. Toplam yanaşma yeri uzunluğu 1700 km, toplam dalgakıran uzunluğu 970 km’dir.

Türkiye’nin yüzölçümü ise 814.500 km, nüfusu 72 milyon, kuzeyinde Karadeniz, güneyinde Akdeniz, batısında Ege ve Marmara denizi ile çevrili bir yarımadadır. Fakat bu kadar denizle iç içe iken biz ne kadar geliştik düşünüyor insan: Bizde de deniz bu kadar önemli iken bakın bizim yaptığımız liman yapıları sayılarına:12 adet büyük, 48 adet yerel liman olmak üzere toplam 60 adet liman mevcuttur. Büyük limanların 7 tanesini TCDD diğer 5 tanesini TDİ işletmektedir. Bunların dışında kamu iktisadi teşekkülleri ve özel kuruluşlara ait liman ve yanaşma iskeleleri de mevcuttur.

Japonya’da liman içinde endüstriyel fabrikalar ve enerji santralleri, balıkçılara ayrılan bölümler, yer-leşim birimleri, insanların gelip dinlenebileceği park ve bahçeler ve liman faaliyetlerini seyredebile-cekleri yüksek gözleme kuleleri bulunmaktadır. Aynı zamanda insanların balık tutabilecekleri iskele-ler ve yüzebilecekleri kumsallarda liman bölgesinde planlanmış. Kısaca limanlar insanların yaşamı ile

Page 36: Genç İmo Bülten (1909 KB)

35genç-İMO

bütünleşmiş durumda değerlendirilmektedir. Biz bunlardan hangisine sahibiz? Acaba bu yüzden mi ekonomik kriz ülkemizi teğet geçiyor acaba?

Liman Ulaşım SistemleriJaponya’nın topografyası nedeniyle kıyı bölgelerinde düz alanlar azdır. Sanayinin ve nüfusun kıyı böl-gelerinde yoğunlaşmış olması nedeniyle düz alanlar yetersiz kalmıştır. Bu coğrafi şekliyle Zonguldak’ı andırsa da limanlar ve yerleşim birimleri hatta hava alanları ülkemizden farklı olarak dolgu alanlar yapılarak üzerine inşaa edilmektedir. İnsan yapımı yapay adalar arasında ulaşımı sağlayan asma köp-rülerin yanı sıra deniz altından geçen keson bloklardan oluşturulan tüneller inşaa edilmiş ve edilmeye devam edilmektedir. Bunun dışında havaalanları da uçakların rahatça inip kalkabilecekleri düz alan-ların olmaması sebebiyle denizde yapılan dolgu ile oluşturulan adaların üzerine inşaa edilmektedir. Türkiye’de liman sahalannda dolgu alan yapılmakta ancak kara ile bağlantısı kesilmemektedir.

Liman Planlanmasında Gözönüne Alınan KriterlerÜlkemizin kıyıları Akdeniz, Karadeniz ve Marmara gibi İç deniz etkilerine maruz bir yarımadadır. Ja-ponya kıyılan ise Pasifik okyanusunda meydana gelen depremler nedeniyle oluşan büyük dalgalar (tsunami dalgalan), Japon denizinde kış sezonunda esen şiddetli rüzgârlar, büyük depremler, tayfun-lar, gel git olayından dolayı deniz seviyesinde meydana gelen 4 metrelere ulaşan değişimler ve bütün bu doğal koşulların neden olduğu kıyı erozyonu ile karşı karşıyadır. Ülkemiz kıyılan, Japonya kıyıları-nın maruz kaldığı bu etkilere birebir maruz kalmasa da bazen bu etkilere rastlanabilir.2008 senesinde Zonguldak’ta görülen 3 metrelik dev dalgalar gibi… Bu doğal afetlere karşı yapılan yapılara örnek olarak, gel git nedeniyle su seviyesinin değişiminden etkilenen şehirleri korumak amacıyla yapılan açılır kapanır deniz yapısı; kıyı erozyonunu önlemek ve yapay sahiller elde etmek amacıyla yapılan kıyı koruma; tsunamı dalgasının koylarda dalga yüksekliğinin artması sebebiyle yerleşim birimlerini korumak amacıyla koy ağzında derin sulara yapılan tsunami dalgakıranları sayılabilir.

Dalga verilerinin toplanmasında basınç, akustik, kademeli, şamandıraya bağlı, kondansatörü dalga öl-çüm cihazları kullanılmaktadır. Okyanusta dalga ölçümü için ise 200 m derinliklere varan çelik kuleler inşaa edilmiştir. Dalgakıranların planlanmasında kullanılan dalga verileri Japonya kıyılarında oluşturu-lan 25 den fazla dalga ölçüm istasyonlarında dalgaölçerlerle 30 yıldan bu yana ölçülmekte ve ölçülen dalga verileri bilgisayar ağı ile belli merkezlerde toplanıp, değerlendirilerek yapılacak yapının özellikle-ri saptanmaktadır. Ayrıca yapının önemine göre Liman Araştırma Laboratuarları’nda model deneyleri ile yapının davranışı ve çevresel etkileri araştırılarak şekli ve yapım tekniği seçilmektedir. Ülkemizde Filyos Limanı ve NATO dalga atlası gibi bazı projeler kapsamı dışında düzenli olarak uzun dönem dalga kayıtları tutulmamaktadır. Günübirlik yaşadığımız; bir senelik dağıtan kömür için beş seneyi etkileye-cek oy atan toplum, ne yapsın istatiksel verileri? Boş versenize biz böyle mutluyuz. Eğer biz bu verileri tutmuş olursak; dizayn dalgasını meteorolojik verilerin değerlendirilmesi sonucunda saptamış oluruz. Çok mu önemli yani…

Liman Yapı TipleriJaponya’da doğal etkilerin tahrip gücünün yüksek, su derinliğinin çok fazla olması ve ekonomik se-beplerle dalgakıran yapılan genellikle düşey yüzlü ve ağırlık tipi olan keson blok seçilmektedir. Kıyı koruma yapılarında ise tetrapod, dolos veya diğer tipte beton bloklar kullanılmaktadır. Rıhtımlann inşaasında ise çelik kazıklı, çelik palplanşlı, keson bloklu veya dalga kırıcı özelliği olan aralıklı beton bloklu olarak inşaa edilmektedir. Ülkemizde ise dalgakıran ve rıhtım yapılarında keson yapı tekniği uygulanmamıştır. Dalgakıranlar taş dolgu olarak dizayn edilmekte olup, rıhtım kesitlerinde ise zemin durumuna ve derinliğe bağlı olarak beton bloklu, su içi betonlu, çelik veya betonarme kazıklı tipte dizayn edilmektedir.

Liman Yapımında Kullanılan İnşaat Teknikleri ve EkipmanlarJaponya’da limanların yapay adalar üzerinde inşaa edilmesi nedeniyle derin denizde inşaat teknikleri oldukça gelişmiştir. Dolgu alanlarının doldurulmasında taramadan çıkan malzemenin (yüzde 70 ora-nında) yanı sıra dağlardan elde edilen kayalar ve şehirlerin çöp atıkları da kullanılmaktadır. Bu dolgu esnasında denizde kirliliği önlemek amacıyla dolgu alam çevresi şilt perdesi ile kapatılmakta ve su kirliliği sürekli kontrol edilmektedir. Deniz dibi iskandillerinin alınmasında kullanılan robot, mekanize

Page 37: Genç İmo Bülten (1909 KB)

36 genç-İMO

anroşman yerleştirici ve keson yerleştirilecek anroşman yüzeyinin düzeltilmesinde kullanılan yüzeyi düzelten kepçesi ve sıkıştırıcı silindiri olan robot dalgıç indirilmesi tehlikesi olan derinliklerde kullanıl-maktadır.

Japonya’da liman inşaatında kullanılan zemin iyileştirme teknikleri, zemin cinsine ve yapının amacına göre seçilmektedir. Kil zeminde, kötü zeminin alınarak yerine iyi evsaflı zeminin konması, ön yükleme, kum dren metodu, kum zeminlerde ise kazık çakılarak vibrasyonla sıkılaştırma, basınçlı hava ile sıkış-mış kum kazık metodu en çok kullanılan zemin iyileştirme yöntemleridir.

Deniz tabanı zemininin iyileştirilmesinde (Sand compaction pile) basınçla sıkıştırılmış kum kazık çak-ma tekniği en çok kullanılan tekniktir. Bu yöntem ülkemizde sizin de tahmin edeceğiniz gibi uygu-lanmamaktadır. Zeminde oluşacak farklı oturmaların önlenmesi için dolgu yapılmadan önce zeminin durumuna göre zemin iyileştirmesi yapılmakta daha sonra dolgu oluşturulmaktadır. Bütün bu önlem-lere rağmen farklı oturmaların istenmediği hava meydanı pistleri gibi önemli yapılarda beton kaplama yapıldıktan ve işletmeye açılmasından sonra oluşan farklı oturmalar Lift-Up yöntemi ile tamir edilmek-tedir.

Bu yöntemde, önerilmeli beton kaplama üzerinde farklı ve fazla oturma olan alanlar belirlenir. Serbest düşmeli ve dönerek kesen, betona zarar vermeden delen alet ile 10 cm çapında delikler açılır. Bu delik-lerden beton kaplama askıda tutularak altı yüksek dozlu beton ile doldurulur.

Sanayileşme ve yapılaşmanın getirdiği her türlü kirlenmeyi azaltmak üzere günümüzde liman plan-lanırken çevre düşünülerek planlanmaya başlanmıştır. Bu kavram Ecoport olarak adlandırılmaktadır. Ecoport kavramı; limanın yaratacağı su kirliliği, gürültü kirliliği ve buna benzer ekolojik dengeyi koru-maya yönelik yapılması gerekenlerin araştırılması ve uygulanmasıdır. Örnek olarak Kansai uluslar arası havaalanı için denizde yapılan dolgu alanının bir bölümünde düşey yüzlü yapı yerine eğimli olarak yapılmış ve bir müddet sonra bu kısımlarda deniz bitki ve hayvanları için yaşam ortamı sağlandığı tes-pit edilmiştir. Bunlara ilave olarak kumsallarda oluşan petrol atıklarını ve liman basenlerindeki yüzeysel atıkları temizleyen deniz araçları kullanılmaktadır. Liman yaklaşım kanallarının kısa sürede dolmaması için zemin cinslerine göre kanal boyunca yapılan istinat bloktan ile koruma yapılmaktadır.

Sonuç

Japonya ve Türkiye’nin liman yapıları ve inşaat teknikleri karşılaştırıldığında her iki ülkenin konumları, doğal koşullan ekonomik gelişmişliği ve ihtiyaçlarının farklı olduğu görülmektedir, Japonya’nın bir ada ülkesi olması sebebiyle dış ülkelerle bağlantısı deniz yoluyla sağlanmaktadır. Doğal kaynaklarının yok denecek kadar az olmasından dolayı birçok hammadde ihtiyacını dış ülkelerden karşılamak zorunlulu-ğu, ekonomik aktiviteler ve yerleşimlerin kıyı bölgelerinde yoğunlaşması gibi nedenlerle Japonya’nın liman yapımı ve deniz taşımacılığı, endüstriyel gelişimine paralel olarak hızla gelişmiştir. Aynı zamanda konumu gereği doğal afetlere açık olan kıyıların korunmasıyla karşı karşıya kalmıştır.

Dalgakıranların bu büyük afetler karşısında daha derin sularda yapılma zorunluluğundan dolayı ve toprak alanının nüfusa oranla az olması sebebiyle denizde büyük dolgu alanları oluşturulmaktadır. Ülkemizde bu ihtiyaçlar için denizde büyük dolgu alanları yaratılmasına ihtiyaç bulunmamaktadır. Ja-ponya’da uygulanan liman inşaa teknikleri ve ekipmanları ülkemizle kıyaslandığında oldukça gelişmiş durumdadır.

Bu bildiri içerisinde bahsedilemeyen diğer konular ise liman yapılarında kullanılan hesap yöntemleri, korozyon ölçüm, kontrol ve tamirat yöntemleri, kirlenmiş ağır metal içeren zeminlerin taranması ve arıtılarak dolguda kullanılması, kıyı koruma yapılan ile ilgili deneysel ve arazi çalışmaları, limanın eko-nomik ihtiyaçlara göre planlanması hususlarıdır.

Japonya günümüzde iş gücünün pahalılaşmasına karşı insan gücünü en aza indirecek teknoloji üret-me aşamasındadır. Bu konudaki araştırmalara örnek olarak, otomatik fabrikasyon keson üretim tek-nolojisi, (Teleport) uydu sinyalleri aracılığı ile bilgisayara yardımıyla limana gelen gemilerin rıhtıma yanaşması, iç hatlarda konteynır taşımacılığında kullanılan özel konteynır gemisi gibi teknolojik geliş-meler hızla devam etmektedir.

Yani kısacası Davos’ta çevrilmeyen Türkçe ile Türkiye’ye oynamak yerine, İstanbul Belediyesinin seçim-lerinde reklam propagandası yapmak yerine, her mahalleye Kuran kursu açmak yerine, ona buna rozet takmak yerine, ülkemizin gelişmesi için projeler üretmeliyiz. Yenilik almış başını gitmiş, onları yakala-malıyız… İnşaat sadece iki tuğlayı üst üste koymakla yapılmıyor!

Page 38: Genç İmo Bülten (1909 KB)

37genç-İMO

Bir Yargıdır Yaşamak

Yunus Altaş İMO Diyarbakır Şubesi

Bir yargıdır yaşamak; yargıcı zaman, sonu ise bilinmezlik içinde bir senar-yo. Çok mu alkış almak istiyorsun bu senaryoda? Yolsuzluk yap, tutarsız kal, birini döv, azarla veya…

Peki, mutluluk nerdeydi? Bir kız çocuğun umutlu bakışında mı kalıyordu, yoksa çöp toplayan masum çocuğun çöpten bulduğu birkaç kırıntıda mı?

Sorular arttıkça; bu sorulara karşılık cevaplar aranmaktadır. Bulunamayan cevaplar ise birer sorun haline gelmektedir. Bu sorunlar;

İNSAN ⇒ AİLE ⇒ TOPLUM ⇒ MİLLET ⇒ ÜLKE

Şeklinde büyümektedir. Çözüm imkânsız değildir. Yalnız yeteri kadar ciddiyet ve fedakârlık gösterilmemektedir. Günümüz sorunlarından; Ekonomideki yansıması; işsizlik, yolsuzluk. Eğitimdeki yansıması; eğitimin piyasalaştırılması, eğitimdeki hür ve özgürlük kısıtlanması. Toplumdaki yansıması; ise dil sorunu, ırk sorunu, mezhep sorunu gibi sorunlar sadece birer örnek teş-kil etmektedir.

Bir taraftan bu sorunlara demokratiksel çözüm bul-mak gerekirken diğer taraftan sorunların halka yan-sıyışına tanıklık etmekteyiz. Burada en büyük pay yine çocuklara düşmektedir.

Ve ne yazık ki henüz ilköğretim sıralarında hayal ku-ramadan, aşık olmadan, kopya çekmeden sürükle-nirler sokaklara bir ekmek ümidiyle.

Kimisi çırak, kimisi boyacı, kimisi ise çöpte arar sat-mak için birkaç metal parçası veya yemek için biraz ekmek kırıntısını.

Acılar, sloganlar, düşünceler hep aynı ‘Yaşasın de-mokratiksel yaşam, yaşasın özgürlük! ‘ Bunlar insan-lığa mal olmuş en doğal haklarıdır.

Tabii bu sloganları atarken dikkat etmelisiniz. Her an tutuklanabilir, susturulmaya zorlanabilirsiniz. Eğer hayatın ücra köşesinde bu gibi zulümlere uğ-rarsanız. Şaşırmayın, korkmayın da.

‘Biz direnmeyi Ahmet Kaya’dan sevmeyi Yılmaz Güney’den ve ölmeyi Deniz Gez-miş’ten öğrendik biz şerefli yaşar şerefli ölürüz.’ Demek kalıyor bizlere.

Bugün dün-den daha aydınlık, yarından ise daha karan-lık ümidiyle yaşamak-tayız. Bir tutam umut ateşliyor bizi ne güzel. Onurlu yaşamak dileğiyle…

Page 39: Genç İmo Bülten (1909 KB)

38 genç-İMO

4S

Ali Oğan İMO Balıkesir Şubesi

Gençlik: toplumların hareketlenmelere ve değişimlere en müsait ve aynı zamanda yönetenlerin gözün-de de en tehlikeli tabakasıdır. Gençler, belki de yaşlıların dediği gibi kanları deli aktığındandır, her şeyi değiştirecek ve dönüştürecek gücü kendisinde fazlasıyla taşıyan bireylerdir.

Sistemler; başarılarını, yönettikleri toplumlardaki sessizlik dinginlik ve sorunsuzlukla kıyaslar duruma gelmişlerdir. Dayatılanları ne kadar kabul ediyorsan o kadar bu ülke vatandaşısın durumu çıkıyor ortaya. Bu en azından bizim ülkemizde böyle. Gençleri sadece kaliteli iş gücü ve sömürecek beyinler olarak gö-rüyorlar. Peki gençliğin doğasındaki o sorgulayıcı ve haksızlığa başkaldıran ruh nereye gitti? İşte burada ortaya yönetenlerin dahiyane politikaları çıkıyor: 4S…

Şimdi S’leri teker teker açalım bakalım neymiş gençliği bir morfin gibi sessiz ve söyleneni yapan, klon-lanmış bireyler haline getiren:

‘S’por: Öncelerde sadece zevk almak ve dinç bir bedene sahip olmak için yapılan bu eylem şimdilerde aynı anda milyonlarca insana bir anda ulaştırılan ve daha sonrasında da günlerce haftalarca bir devlet meselesi gibi tartışılan bir unsur halini almıştır. Gençler ülkelerindeki ve dünyadaki sorunları tamamen unutmuş ve bir topçunun sevgililerini bile saatlerce tartışacak hatta kendisiyle aynı takımı tutmayanlara ezeli bir düşmanlık besleyecek satırlarla saldıracak duruma gelmiştir.

‘S’ex: İnsanların doğasındaki cinsel eğilimleri şimdilerde sapıklık noktasına ulaştırılmış ve fuhuş, toplu-mu her yandan sarmış kimileri için bir geçim kaynağı olmuş kimileri içinse düşünülecek tek şey halini almıştır. Gençler aslında istenerek dayatılan bu ahlaksız asimilasyona maalesef sürüklenmiş ve etrafında olup bitenlerden bir adım daha uzaklaşmış sistemin istediği profile bir adım daha yaklaşmıştır.

‘S’anat(!): Toplumların kültürel tarihini ve insanların yaratıcı ruhunu en güzel ifade etme aracı olan sanat şimdilerde burjuvatik bir uğraş ve aynı zamanda insanları yaşadıkları toplum ve şartlardan uzaklaştıran bir yozlaştırma aracı halini almıştır. Bu, ülkede sanatçı olmadığı yada bütün sanatçıların böyle olduğu anlamına gelmez ama biliriz ki çoğunun öyle olması yada olmaması bu gerçeği değiştirmez yanlış varsa değerlendirilip değiştirilmelidir. Görüyoruz ki bir ‘S’ daha ve beraberinde hedefteki idole biraz daha yak-laşan ve bütün yozlaşmalara ve deformasyonlara kayıtsız sürüklenen gençler…

‘S’ınav: durum o kadar da vahim değilmiş. Sistem bu harcadığı gençlere hayatlarını kurtarma şansı da veriyormuş. Üç saatlik hayat kurtarma sınavı. Bireyin temel haklarından biri olan eğitimi paralı yapması yetmiyormuş gibi nerdeyse gençliği boyunca da bu hakkı için çalışmasını ve bunu da üç saatlik bir sınav-la değerlendireceğini söylüyor. Bu şekilde de hedefine ulaşıyor. Şu anda eğitime Nepal’dan bile daha az (birey başına düşen) bütçe ayrıldığını kaç genç biliyor? İşte üç saatlik ve daha sonra sadece süresi deği-şen ama amacı aynı olan onlarca sınav. Senelerini bunu başarmak için çalışan ailesine bile kayıtsız kalan ezberledikleri dışında bir şey bilmeyen ve hatta gerisinin varlığından bile habersiz gençler…

Bunları gördüğümüze göre demek ki herkes sürüklenmiyor bu tuzak nehirde. Gören ve sorgulayan genç-lik her şeye rağmen var bir yerlerde. Magazin medyası ve sistem ittifakı amacına aslında tam olarak da ulaşamamış madem her şeyi gören ve değiştiren ülkede ki genç potansiyel, o zaman üstümüze düşeni yapalım gerek bu ülkenin gençleri olarak ve gerekse de genç-İMO olarak ülkemizi bu yozlaşmaya terk etmeyelim….

38 genç-İMO

Page 40: Genç İmo Bülten (1909 KB)

39genç-İMO

Küresel ısınma dünyamız üzerindeki yaşam için giderek daha büyük bir tehdit haline geliyor. Kuraklık, seller, orman yangınları günlük hayatımızın bir parçası olmuş durumda. Bütün bunlara fosil yakıtla-rın arsızca kullanılması neden oluyor. Petrol, doğalgaz ve kömürün enerji kaynağı olarak kullanılması, atmosfere yüksek oranda karbondioksit salımına yol açıyor. Bunun sonucu olarak dünyamıza gelen güneş ışınları geri yansıyamıyor ve dünya ısınıyor. Kutuplardaki ve yüksek dağların tepesindeki buzlar eriyor. Dünya üzerindeki yaşam tehlikede! Küresel ısınma bitki örtüsünü, canlı türlerini etkiliyor. Kü-resel iklim değişiklikleri meydana geliyor. İnsan yaşamı için büyük öneme sahip tahıl ve pirinç ekim alanları daralıyor. Topraktaki yüksek tuzlanma başlıyor. Birçok yerde kuraklık var ve ciddi boyutlu su sıkıntısı çekiliyor.

Küresel ısınma bütün şiddetiyle üzerimize geliyor ve her zaman olduğu gibi fatura ilk olarak yoksullara kesiliyor. Su sıkıntısı, kuraklık, kıtlık, seller, kasırgalar… Bunlar ilk olarak yoksulları vuruyor. Yoksulları aç bırakıyor, evlerini yıkıyor, onları öldürüyor. Büyük ısıl dalgalar önce onları etkiliyor, sıcaklardan önce yoksul yaşlılar ve çocuklar ölüyor.

Yönetimler bu konuda muhafazakâr davranıyorlar birçok konuda olduğu gibi. Ama asıl önemli olan in-sanların tepkisi. Her şey KYOTO’ yu imzalamakla bitmiyor ne yazık ki. Nükleer santral kurma sevdasından vazgeçilmediği, rüzgâr ve güneş gibi temiz enerji kaynakları kullanılmadığı, şirketleri değil gezegeni kurtarmak için para harcanmadığı, otomobil kullanımı sınırlandırılmadığı, toplu taşımacılığa yatırım

Küresel İklim Değişikliği

İMO Balıkesir Şube Öğrenci Kurulu

Page 41: Genç İmo Bülten (1909 KB)

40 genç-İMO

yapılmadığı, binaların yalıtım sistemleri için yasal zorunluluk getirilmediği, yalıtım sistemleri için para harcanmadığı sürece imzalanan protokolün bir önemi kalmıyor.

Küresel ısınma, açlık ve su gibi doğal kaynakların tükenmesi… Bu üç krizin üst üste gelmesi bizleri hâ-kim sınaî tarım modelinden vazgeçirerek yeni bir yol bulmaya zorluyor. Bugün tarımın sera gazlarına katkısının yüzde 12 kadar olduğu tahmin edilmekteyse de, uluslar arası Greenpeace örgütüne göre arazi kullanımı, ulaştırma, ambalajlama ve işleme de hesaba katıldığında bu oran yüzde 16-50 arasın-da değişebilir. Bu yüksek sayıların başlıca sorumlusu ticareti artırmak için ekin ve canlı hayvan üreti-minde daha fazla kaynak kullanan sanayileşmiş tarımdır. Sürdürülebilir (daha fazla organik maddenin kullanıldığı) tarımsal sistemlere geçmek, tarımın sera gazlarına katkısını azaltmada önemli sonuçlar yaratabilir. Türkiye’de 1940’lı yıllardan sonra hibrit tohumlarla tarıma başlandı. Tek yıllık kullanım süre-sine sahip GDO’lar (genetiği değiştirilmiş organizmalar) yurtdışından 6 milyon dolara getirtiliyorlar. Bu noktada ihracat tarımı bırakılmalı sonucuna varılıyor. Çünkü ülkemizde doğal (organik) tarım yapacak insan enerjisi mevcut. Yapılması gereken önemli bir şeyde küçük çiftçinin ve yerel üretimin desteklen-mesi. Tarımda nüfus ve emek zengin ülkeye doğru yol almakta. Devletler kırsalı gözden çıkarmış du-rumda. Suya talep eden ürün üretiminin azaltılması, tarıma ve suya müdahale eden şirketlere karşı her alanda muhalefetin örgütlenmesi, suların kendi yataklarına dönüşünü sağlamak yapılması gerekenler arasında. DSİ 8,5 milyon hektar toprağın 5,5 milyon hektarını kullanmakta. 2030’a kadar tamamını kul-lanmayı hedefliyor. Bu toprakları sulamak içinse baraj iklimi iyileştirir! Felsefesiyle barajlar yaptırıyor. Ülkemizde en sık kullanılan yöntem yüzey sulama yöntemi başka bir yöntem ise damla sulama. Bu yöntemin maliyeti çok yüksek olduğu için hükümetten teşvik görmüyor ve kullanılmıyor. Yakın geç-mişte Konya Ovası’nda yer altı suyu kullanımı nedeniyle büyük obruklar oluştu. Obruklar nedeniyle de tarım zor şartlarda gerçekleştiriliyor. Ayrıca Tuz Gölü artık ilkokulda öğrendiğimiz gibi ikinci büyük gölümüz değil çünkü kuruyor. Gölü besleyen nehirlerin üzerinde yedi tane küçük ölçekli baraj yapıldı. Tuz Gölü üçüncü büyük gölümüz artık…

Tarım, iklim, GDO, kuraklık, su hepsi aynı sorun…

Bugün 10 bin yıllık Hasankeyf yok edilmek isteniyor, Bergama’da altınlı toprak bitmesine rağmen altın-cı filolar defolmuyor, Kaz dağlarında ekolojik denge bozuluyor, 2b arazileri basit oyunlarla özelleştiril-meye çalışılıyor, Munzur’a baraj yapma projeleri gerçekleştirilmeye çalışılıyor... Hükümetleri harekete geçirecek olan bizleriz. Gezegeni kurtarmak elimizde sadece biraz daha duyarlılık! Unutmayalım eğer imkânsızı başaramazsak, düşünülmez olanla karşılaşacağız!

40 genç-İMO

Page 42: Genç İmo Bülten (1909 KB)

41genç-İMO

Evrim

Ali Oğan İMO Balıkesir Şubesi

Charles Darwin’in doğumunun 200’üncü ve eseri “Türlerin Kökeni”nin yayımlanmasının 150’nci yılı olması evrim teorisine dikkatlerin çekilmesine olanak sağlamıştır. Evrim, bilimsel bir tez olmasının ya-nında tabiatın işleyişini anlamamıza olanak sağlar. Doğa tarihine ışık tutan evrimi bilmeden doğayı, diyalektiği anlayamayız. insanın kökenine ışık tutamayız, insanın doğa üzerindeki egemenliğini ve onu kendi ihtiyaçları doğrultusunda anlaması ve değiştirmesi eylemini doğru anlayamayız. Evrim teorisi sınıf savasını doğa temeliyle açıklar ve tüm dünyada teolojiye indirilmiş en büyük darbe olarak sayılır.

Doğa, toplum ve insan bilinci maddenin üç temel biçimi olarak, aynı temel ilkelerle anlaşılabilir ve değiştirilebilirdi. Her eylem kendine özgü araçlar ve yöntemlerle incelenebilir, ayrıca formüle edile-bilirdi. Hepsini düşünülebilir kılan ortak ilkeler diyalektik materyalizmdeydi. Marks evrim teorisinde sadece toplumsal evrim ve sınıf mücadelesi kavramlarının bilimsel açıklamasını görmüştür ve bütün dünyanın gözleri önünde örgütlü işçi sınıfının Darwin’in yanında olduğunu göstermek adına kapitali ona ithaf etmiştir.

Darwin türlerin kökeninde doğal seçilimi ele alırken Malthus’un nüfus üzerine yazdığı kitaptan etki-lenmiştir. Bu kitapta nüfus geometrik oranda artar ancak yiyecekler de aritmetik oranda artmaktadır der. Dolayısıyla besin nüfusu karşılayamayacaktır, yani savaşlar ve yıkımlar yani nüfusun azalmasını sağlayacak her şey olağan gibi görünür. Dolayısıyla açlık sefalet fazla nüfustan kaynaklanmaktadır. Do-ğumları azaltan ölümleri artıran her türden sonuç olumludur. Bu bakımdan insanların eşitliği gibi her türden idealler peşinden koşulmamalı, yoksullara yardım edilmemeli, ölümleri önleyici tedbirler alın-mamalıdır der. Darwın hayvanlar dünyasındaki doğal seçilim fikrine buradan ulaşmış. Ancak gerici bir teoriyle bu, insana uyarlanmıştır. İnsanların sınıf bilincinden ve mücadelesinden söz edilmemektedir.

Şimdi gelelim temel anlamda evrim nedir sorusunun yanıtına; birinci aşaması bir nesilde rastgele yanı şans eseri olarak meydana çıkmış bir genin diğer nesillerde birikimli olarak ilerlemesidir. Bu ilerleme daha sonra canlıda belirgin özelliklere yol acar. Bilimsel açıdan bir genin sıklığının değişmesi olarak da açıklayabiliriz. İkinci aşama doğal secilimdir. Rastgele işleyen genetik sürüklenme bir hatalar zinci-ridir. Yani DNA’nın hataları yeni gen kombinasyonları ortaya koyacak ve şans eseri farklı tipleri ortaya çıkaracaktır. Bu hiç de mükemmel işlemez. Ancak birinci aşamanın aksine doğal seçilim mükemmel işler. En güçlü olanın değil en iyi uyum sağlayanın hayatta kalmasını sağlar. Evrim neden teoridir so-rusunun yanıtı ise; teori genel anlamda bilim dışı kullanıldığında akla, sağlaması ve düşünce temeli olmayan ortaya öylesine atılmış bir fikir olarak gelir. Ancak bilimde teori deneylerle ispatlanmış, bilim çevrelerince hala çürütülememiş ve yeni bulgularla desteklenmiş anlamına gelir. Bilimsel anlamda te-ori küçümsenemez.

Evren değişmek zorundadır arkadaşlar bu, evrenin temel yasasıdır. Farklı tiplerin ortaya çıkması ve değişen doğal ortamla yeni türlerde ortaya çıkacaktır. Türler ilk zamanki halleri gibi asla kalamazlar. Darwin gezileri sırasında gittiği Galapagos adalarında birbirine çok yakın adacıklarda bile aynı türler

Page 43: Genç İmo Bülten (1909 KB)

42 genç-İMO

arasında farklılıkların olduğunu keşfetmiştir.

Günümüzde evrim teorisinin üzerine saldırılar olduk-ça yoğunlaşmıştır. Dünya genelinde büyük bütçeler-le akıllı tasarımcılar ortaya çıkmakta ve sözde bütün canlı organizmaların bilinçli bir tasarımcı tarafından oluşturulduğunu söylemektedir. Bilimin canlıların de-ğişimi açıklayan ve daha sonra genetik ve embriyoloji dallarının gelişmesiyle daha da açığa çıkan gerçek-lerini savuşturup insanlara canlılarda oluşanların bir olağanüstülük kavramı ile anlatılması ve daha sonra böyle bir olağanüstülük rastgele olamaz deyip bilime saldırmak akıl ve mantık dışıdır. Ülkemizde de Harun Yahyaların bilim dışı kitapları ilkokullarda, liselerde ve üniversitelerde dağıtılmakta ve yanlış bir propaganda izlenmektedir. Milli Eğitim Bakanlığı da kitaplarda ev-rim teorisinin bir alternatifiymiş gibi sözde yaratılış te-orisini sunmaktadır. Akademisyenlerin Milli Eğitim Ba-kanlığı’na verdiği dilekçede yaratılış gibi bilim dışı bir kavramın kitaplardan kaldırılması istenmiştir. Ancak evrim teorisini gösteriyoruz da neden yaratılış teorisi-ni göstermiyoruz yanıtını almışlardır. Arkadaşlar yara-tılış bir teori değil sadece ve sadece bir inanıştır. Yine bakanlığın bilinçli tasarımı desteklemesi ülkemizi ve eğitimimizi ortaçağ karanlığına gömmektedir. TÜBİ-TAK’ın 42 yıllık dergisi Bilim ve Teknik’in mart sayısın-

daki Darwin kapağı ve içeriğindeki 15 sayfası üst yönetimin sansürüne uğramış. Kapak değişmiş, içerik atılmış. Dergide Darwin ile ilgili yazı kalmamıştır. Derginin yayın yönetmeni Dr. Çiğdem Atakuman da görevden alınmıştır. Derginın ana konusu küresel iklim değişikliği olarak değiştirilmiştir.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi evrim teorisine karşı dini inançlar kullanılarak yeni bir silah hazırlanmak-ta ve evrim ile dinin insanlar arasında kamplaşma yaratmasına olanaklar sağlanmaktadır. Bir yerde evrime inananlar diğer tarafta evrime inanmayanlar diye ayrılık yaratılmaya çalışılmaktadır. Ancak ev-rim bir inanç meselesi değildir. Yine aynı şekilde bilim dünyasında evrim teorisiyle ilgili düşünceler saptırılarak, bilim adamlarının evrimin var olup olmadığını tartıştıkları gibi yanlış bir düşünceyi ortaya koyuyorlar. Ancak bilim dünyası evrim teorisini kabul etmiştir. Tartışmalar dedikleri araştırmalar hangi mekanizmalarla gerçekleştiği üzerinedir. 1996’da Papa 2. Jean Paul evrimin bir gerçek olduğunu kabul etmişti. Hatta yeni bulgu ve kanıtlara dayanamayan Vatikan; sözde, “İncil eğer doğru yorumlanırsa evrimle uyumlu olduğunu görürsünüz” demiştir.

Şu bir gerçek ki evrim canlıların değişmesini sistematik bir şekilde anlatan tek bilimsel tezdir. Bugün hastalıklarda tarımda ve daha birçok alanda ondan faydalanılmaktadır. Hayatın her alanındadır, ha-yatın kendisidir. Doğaya baktığınızda mükemmeliyeti değil, evrimin işleyişini görürsünüz. Darwin’in türlerin kökeni isimli kitabı doğa tarihini anlatan en güzel eserdir. Bu yılın Darwin yılı olmasını da kulla-narak tüm dünyada bilim düşmanlığına karşı evrim öğrenilmeli ve savunmaya geçilmelidir.

Page 44: Genç İmo Bülten (1909 KB)

43genç-İMO

Üzeyir Abi

Ali Kurt İMO Manisa Şubesi

Nasıl bir şey olduğunu Üzeyir Abi’den öğrendiğim sanattır benim için sinema. Kafamda sinemayı tanımla-maya kendimce nedir diye açıklamaya çalıştığım bir zamandı;

2004 yılı. Korsan cd iş en çok para getiren iş. Millet işi gücü bırakıp bi tahta sandık alıyor. İş artık sektör haline gelmiş. Toptancıları falan var. Üzeyir Abi Mardin’den geldi. İş bulması lazımdı. Bir arkadaşının tezgâhına falan bakıyordu. Envai çeşit film, mp3 hatta yer yer program bile bulunduruyordu. Esnaflık vesilesi ile tanışırdık kendisiyle. İşi ilerletti kendi tezgâhını açtı.

Tanıştık, konuştuk, kaynaştık. Tipik güneydoğulu bir gençti Üzeyir Abi. Naçiz zekâmla dalga geçiyor-dum bazen kendisiyle. Şimdi hatırlayınca utanıyorum tabi. Memlekete “burda bişey olacağı yok” deyip isyan bayrağını açmış, Bodrum’a gitmiş oralarda çalışmış, bir sürü iş tecrübesi edinmiş farklı şehirlerde. En son İzmir’e gelmiş ve bilumum işporta olayını kıvıran eşi dostu onu korsan cd işine yöneltmişti.

İşler iyiydi. Çalıştığı muhit iyiydi. Müşteriler iyiydi. İyi para kazanıyordu abimiz. Lakin müşteri şikâyeti sıkıntıydı. Filmler karışıyor, takılıyor bazen de bozuk çıkıyordu. Devamlı ve sevimli müşterileri Üzeyir Abi’ye kızıyorlar, sitem ediyorlardı. “Böyle olmayacak bu iş” dedi. Kontrollere başladı. Yeni gelen her filmi izleyip (bazen hızlandırılmış şekilde de olsa) kalite kontrol yapıyordu.

Bu kontrol işi başladıktan sonra abiye bi haller oldu. Saçları falan uzattı, esprileri olsun, giyinişi, olaylar karşısındaki tavırları… Adam bildiğin başkalaşım geçiriyordu gözümün önünde. An be an tanık oldum bu uzun vadeli gelişimine.

İlginçtir; korsancı abimiz koleksiyona merak sardı. Danzel Washington hayranıydı. Yüzüklerin Efendisi serisini pek bir seviyordu. En sevdiği; kriminal olayların bolca bulunduğu aksiyon filmleriydi. “Kemik Koleksiyoncusu” favorilerindendi.

Sevdiği filmlerin orijinallerini toplamaya başladı Üzeyir Abi. Artık film alırken ona danışıp almaya baş-ladık. Gerçekten de “pek iyi değil” dediği filmleri tutmuyorduk. “Al bunu, al” dediği filmleri gözümüz kapalı alıyorduk ve dediği gibi de çıkıyordu filmler.

Sinema eleştirmeni de olmuştu Üzeyir Abi. O zamanların entel kunteli ben eskiden yadırgıyordum adamı, sonra on numara muhabbet adamı oldu. Önceleri yanında pek durmak istemediğim, bazen beni sıkan adamın yanına geyiğe gitmeye başlamıştım.

Tabi salak gibi bu değişimi sinemaya bağlayacak değilim, akıllı adamdı… Sinema da sağlam bir kata-lizör oldu onun bu değişimine buna şüphe yok. Kendini insani bir şeylere adamanın insanın ruhunu güçlendirdiğini, insan zekâsının bir su akını gibi yönlendirildiği takdirde nelere kadir olacağını öyle öğrendim. Filmlerin öğrettiğini; ama başka bir türlü öğrettiğini öğrendim. İnsanı daha insan, akıllıyı daha akıllı, duygusalı daha duygusal yaptığını…

Bu olay, ben lisede sinema kulübüne üye olduğumda, ilk toplantımızdaki “Sinema nedir?” konulu isti-

Page 45: Genç İmo Bülten (1909 KB)

44 genç-İMO

şareden çok daha sonraları yaşanmıştı. O zaman bir oda dolusu liseli genç, uğruna toplandığımız ama-cı tanımlamaya çalıştık. Çoğumuz çuvalladık tabii. Dilimin ucuna tanımlar geldi. Çoğunu beğenmedim geri yolladım geldikleri yere. Sonra sazı hocamız aldı (ki kendisi felsefe hocasıydı; o da tüm felsefe hocaları gibi “bambaşkaydı”)

“Yılların kısır tartışmasıdır çocuklar ama; sinema, hem sanat için olan hem de toplum için olan bir sa-nat” diye başladı söze. Devam etti: “Sinema her şeyden önce edilgen bir yaşanmışlık katıyor insana. Bazen sevdiğiniz birisine arkanızı döndüğünüzde izlediğiniz bir filmden anımsayıp aslında ikinizin de o an sarılmak istediğini anımsayıp inadınızdan vazgeçebiliyorsunuz. Ya da görmediğiniz bir coğraf-yanın bilmediğiniz insanlarının hayatlarını perdede görebiliyorsunuz. Bazen dünyanın en büyük jazz sanatçısının hayatını anlatan bir filme tesadüfen gidip o müziğe tutku duyabiliyorsunuz. Sözün özü; Esas alınan birey oluyor her zaman. Empatiden muhakemeye kadar birçok yetimizi gıdıklayan, bazen öğretip bazen hissettiren sinema dimağımızı açıyor, ufkumuzu genişletiyor, gözlerimiz dışında bir kad-raj edinip hayata başka ‘plan’lardan bakmayı öğretiyor kanımca.”

“Bir de şu var; Bir salon dolusu insan seyrediyor bir filmi ama şairin de dediği gibi “iki insan bir noktaya bakar dururlar, herkes kendi gördüğüne doğrudur der ya.” Sinemayı en güzel yapan taraflardan birisi de sınırsız bir “görece” umması olmasıdır.“

İşte o zaman Üzeyir Abime olup bitenleri biraz daha anlamlandırmıştım. Belirttiğim gibi elbet sinema-ya mal etmek saflık olurdu ama hocamın anlattıklarından yola çıkarak onun da nasiplendiğini görmüş-tüm bu nimetlerden.

Neyse efendim, Sonra cd işi bitti. Belediye falan rahat vermemeye başladı. Üzeyir Abi çekti gitti. Nere-lerde kim bilir. Ama hala sıkı bi sinema takipçisi olduğundan şüphem yok. Sağ olsun bana da böyle bir kıyağı oldu. Sinema nedir öğrendim. Daha doğrusu öğrendiğimi görüp iyice perçinledim.

Kısacası; Sinema; bir nevi hayatı sınama...

DelilerKendileri delirmezler, delirtilirler

Ki, deli olduklarını bile bilmezler

Kendileri çalıp kendileri oynarlar, deliler

Çalmamaktan, oynamamaktan iyidir derler

Bağırırlar, çağırırlar, parçalarlar bazen

Delirmeyenlerse bi köşede durup “delisin” derler

Düşünmezler pek ama yapar da deliler

Durana da sataşıp, delirtirler

Evi barkı yoktur delilerin, mekân bilmezler

Mekânları tüm dünyadır, fark edilmezler

Kimi zaman isterler, kimi zaman istemezler

Kendi doğruları vardır, vazgeçmezler

Kendileri çalıp kendileri oynarlar, deliler

Her biri bir notadır, kimseye söylemezler

Deliler deliremeyenlerden iyidir derler

Varsın olsun, delirmeyenler “delisin” desinler.

Erkay KılıçİMO Manisa Şubesi

44 genç-İMO

Page 46: Genç İmo Bülten (1909 KB)

45genç-İMO

Sabuncu’dan Geçerken

Erkay Kılıç İMO Manisa Şubesi

Gözlerin kapalı, yanlış anlama, uyumuyorsun; sahnedesin. Belki gitar var elinde, belki de baterinin ya da mik-rofonun başındasın ama kesin olan bir şey var; dikkatler senin üzerinde, izleniyor/dinleniyorsun.

Şarkı Johnny Cash’den olabilir, Yaşar Kurt’tan ya da Frank Sinatra’dan. Önemli değil, sen neyi istiyorsan, neyi seviyorsan onu çalıp söyleyen bir ortamdasın. Müzik başlıyor, şarkı yavaş yavaş çıkarıyor kendisini ortaya ve tam anlamıyla “sihrini” göstermeye başlayacakken bir irkilmeyle açıyorsun gözlerini ve yanında biri var. Hâlbu-ki gözlerini kapatmadan önce yanında kimsenin oturmadığına emindin. Birinin geldiğini hissetmedin bile, o kadar etkileyici bir performansın vardı sahnede, kaptırmıştın kendini eşlik eden hayranlarının arasında.

Merak sağ olsun; dönüyorsun yanındaki yol arkadaşına “ne zaman geldin” diye, aldığın cevap film sahnesine çeviriyor durumu bir anda; “ben yokum, uyumana devam et”. Şaşırıp üsteliyorsun, soruyu değiştiriyorsun; “ner-den bindin” diye ama aynı mizansen devam ediyor ve aldığın cevap değişmiyor; “nerden bindiysem bindim, devam et, yokum ben”.

Kafanda canlandırdığını, uydurduğunu sanıyorsun, aslında yanında olmayabilir diye düşünüyorsun belki de. Tabi ya; dün gece bilgisayarda oyalandın, ders çalıştın ve uyuyamadın, kesin ondan oluyor bunlar, saçmalıyor-sun.

Sahnene dönüyorsun sen de, tekrar kapanıyor gözlerin, kendini iyi hissetmeye devam ediyorsun. Gerçeklikten kopup, sana iyi gelen şeyi yapıyor; hayal ediyorsun. Gerçek olmadığının farkındasın. Zaten gerçek olabilme-sini, gerçeklikle ufak bir noktada bile olsa birleşebilmesini istediğin için yatkın olduğun bir enstrümanı seçi-yorsun.

Derken en güzel kısmı başlıyor, sıra sende ve soloya giriş yapacaksın. Heyecanın artıyor, kaldırıyorsun elini ve tam coşmaya hazırlanırken bozuk paraların, açılan çantaların, cüzdanların seslerini duyuyorsun ve anlıyorsun muavinin yol ücreti için gelişini. Seni hayalinden koparacak farkındasın. Seni sevdiğin yerinden çekip çıkara-maması için ona istediğini vermen gerekiyor ki kendi basit gerçekliğine seni de çekmesin.

Tam elini cebine, cüzdanına atarken, kafanda varlığı halen şüpheli olan arkadaşın tutuyor kolunu ve “kam-yonlar kavun taşır” diyor. Anlamıyorsun, belli ki film devam ediyor kafanda, algılayamıyorsun. Saçma geliyor, tekrar elini atıyorsun cebine, tekrar engelliyor. “n’apıyosun oğlum” dediğinde yine garip bir cevap; “Niksar’da evimizde, küçük bir kuş kadar hürdüm” diyor. Normalde çıldırırdın, sinirlenirdin ama yorgunluk ve şaşkınlıkla vazgeçiyorsun üstelemekten, ağzından çıkabilen tek sözcük “eyvallah” ile teşekküre yelteniyorsun ama nafile, bırak konuşmayı teşekkürün bile kabul görmüyor; “senin paran oğlum, ne teşekkürü” diyor umursamaz ve anlaşılmaz bir tavırla.

Düşünmeye, idrak etmeye başlıyorsun yavaş yavaş; dostun olduğunu kanıtlıyor aslında sana, dışarıdakilerin seni gerçekliğe çekmelerini önlüyor, kurtarıyor seni. Sense içinden teşekkürler yağdırarak uykusuzluğun ver-diği rehavetle tekrar dalıyorsun seni mutlu eden yere.

Solonu atıyorsun, bir-iki şarkı daha çaldıktan sonra iniyorsun sahneden. Son virajdasın artık, yolun bitiyor ve ne sen kurtarabilirsin kendini hayallerinden kopmaktan ne de arkadaşların.

Gerçekliğe dönmen gerekiyor, geldin artık. Yol bitti ve hayatındaki belki de en gerçek yerde, okuldasın.

Page 47: Genç İmo Bülten (1909 KB)

46 genç-İMO

İMO Öğrenci Konseyinin Ankara Üniversitesi Cebeci Kampusunda gözaltına alınan bir grup öğrenci ve işçiye ilişkin 12.01.2009 tarihli basın açıklamasıDaha dün üniversite öğrencilerine yönelik provokatif saldırılardan duyduğumuz kaygıyı dile getiren bir basın açıklaması yapmıştık. Bugün kaygılarımızı güçlendiren yeni bir gelişme yaşandı ve sabaha karşı Ankara Üniversitesi Cebeci Kampusu Merkez Yemekhanesi’nde nöbet tutan işçiler ve öğrenciler gözaltına alındı.

DİSK’e bağlı OLEYİS sendikasına üye Ankara Üniversitesi Cebeci Kampusu yemekhane işçileri işten atıl-dıkları ve maaşlarını alamadıkları gerekçesiyle kampus yemekhanesinde hak arama eylemi yapmak-taydı. Haklarını arayan işçilere, emekçilere bazı öğrenciler de destek vermekteydi.

Ne var ki bugün sabah üniversite yönetiminin bilgi ve onayıyla, güvenlik güçlerince yapılan müdahale sonucu 42 işçi ve öğrenci kelepçelenerek gözaltına alındı.

Sistemin talep ettiği prototip olmayı ret eden, işçilerin hak talebine duyarsız kalmayan ve emek sömü-rüsüne karşı çıkan öğrencilere yönelik bu haksız tutumları kabul etmemiz mümkün değildir.

Haksız yere gözaltına alınan öğrenciler ve işçiler serbest bırakılmalı, işçilerin haklı talepleri üniversite yönetimince kabul edilmelidir.

İMO Öğrenci Konseyinin “İTÜ saldırısında sorumluluğu bulunanlar cezalandırılma-lı, üniversitelere kan sıçratılmamalıdır” 12.01.2009 tarihli basın açıklaması2 Aralık 2008 tarihinde İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka Yerleşkesi Yabancı Diller Yüksekokulu’nda bir grup öğrenci, kendisini ülkücü olarak tanımlayan bazı kişiler tarafından bıçaklı ve satırlı saldırıya uğradı.

Yaşanan saldırıda biri ağır 4 öğrenci yaralandı. Bu olayın ardından Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğraf-ya Fakültesi ve Pamukkale Üniversitesi’nde de benzer provokasyonlar ve saldırılar yaşandı. Anlaşılan o ki son zamanlarda toplumda yaratılmaya çalışılan kaplaşma ve provokasyonların benzerleri üniversi-telerde de uygulamaya konulmaktadır.

Siyasi iktidar, “güvenlik güçleri tarafından korunan” üniversitelere satırlı bıçaklı, silahlı saldırganların nasıl alındığını ciddiyetle irdelemelidir.

genç-İMO olarak öğrencilere yönelik gerçekleştirilen bu tür saldırılardan dolayı kaygılı olduğumuzu belirtiyor, siyasi iktidarı önlem almaya çağırıyoruz.

Siyasi iktidar, saldırganları, saldırılarda ihmali bulunan üniversite yönetimini ve güvenlik görevlilerini derhal cezalandırmalıdır. Aksi takdirde bu tür saldırılar ve provokasyonlar artarak devam edecektir.

Aralarında mühendislik fakültesi öğrencilerinin de bulunduğu yaralı arkadaşlarımıza geçmiş olsun di-yor acil şifalar diliyoruz.

İnşaat Mühendisleri Odası ODTÜ Üniversite ve Sınıf Temsilcilerinin 30 Mart 2009 tarihinde yaptığı II. Öğrenci Üye Kurultayı ile ilgili Zorunlu Açıklaması2007 yılında yönetmelikle resmiyetini kazanan fakat çalışmaları yönetmeliğin de öncesinde ve öte-sinde olan genç-İMO örgütlülüğü, tüm Türkiye’ de inşaat mühendisliği bölümlerinde çalışmalarını sürdürmektedir. Bizler ODTÜ’de genç-İMO’yu temsil eden üniversite ve sınıf temsilcileri olarak da bu düzlemde çalışmalarımıza devam etmekteyiz.

Son zamanlarda genç-İMO’nun ODTÜ ayağında ortaya çıkan ya da yaşanan sorunların çarpıtılarak an-latıldığı, üniversite ve sınıf temsilcileri ile ODTÜ öğrenci üyelerinin çok büyük bir çoğunluğunun bilgisi dışında “ODTÜ genç-İMO” imzasının kullanıldığı bildiriler ile karşı karşıya kaldık.

ODTÜ’de genç-İMO çalışmasında bir süredir sıkıntılar yaşanmaktadır. 14 Mart 2009 tarihinde gerçekle-şen II. İMO Öğrenci Üye Kurultayı’nın çok öncesinde başlayan gerginlik, kurultayla birlikte doruk nok-tasına ulaşarak, İMO Ankara Şube bünyesindeki genç-İMO örgütlülüğünün sınırlarını aşmış, genç-İMO,

Basın açıklamaları

Page 48: Genç İmo Bülten (1909 KB)

47genç-İMO

İMO Yönetim Kurulu ve İMO Ankara Şubesini içine alan bir sorun haline gelmiştir.

Kurultayda Yaşananlar

Kurultay öncesi genç-İMO’nun merkezi örgütlülüğünü oluşturan ve ülke çapında üniversite ve sınıf temsilcilerinden oluşan Öğrenci Konseyi, süreç içinde hiçbir rahatsızlık yaşanmadan, örgütlülüğümü-zün tepe noktası olan ve en kitlesel şekilde bir arada olduğumuz kurultayın, sağlıklı geçmesi adına çeşitli kararlar almıştır.

Tüm Türkiye’de yapıldığı gibi, kurultay için İMO Ankara Şubesi’nin etki alanı içindeki üniversitelerden de öğrenci üye arkadaşlar, oluşturulan atölyelerle zenginleştirilmiş, etkili kılınmış bir kurultay organi-zasyonu içinde çaba harcamıştır.

Kurultay hazırlık çalışmasına dahil olmayan, kurultayımızın başlangıcında bulunmayan, konuşmaları dinleme tercihinde bulunmayan, ancak kısa bir süreliğine salonda bulunmayı yeğleyen, aktif katılımcı olmak yerine dışarıda bildiri dağıtmayı tercih eden ve temsiliyet hakları olmadığı halde iç hukukumu-zu hiçe sayarak “ODTÜ genç-İMO” imzalı bildiri dağıtan gruba, öğrenci üyeden sorumlu İMO Yönetim Kurulu üyesi tarafından daha önce alınan karar hatırlatılmış ve bildiri dağıtılmaması istenmiştir. Bunun yerine, serbest kürsü bölümünde görüş ve eleştirilerini paylaşmaları gerektiği belirtilmiştir.

Bunun üzerine, bildirilerinde “etkin yönetim anlayışının memuru” olarak ifade ettikleri öğrenci üyeden sorumlu yönetim kurulu üyesine “sen kim oluyorsun, dağıtıyoruz ne yapacaksın” türünden sözler sarf edilmiş, bir başka İMO Yönetim Kurulu üyesi de, “Oda yöneticileriyle bu şekilde konuşamazsın” diyerek bildiriyi dağıtanlardan dışarı çıkmalarını istemiş, bildiri dağıtımında ısrarcı olununca ne yazık ki arbede çıkmıştır.

Bu yaşananlardan sonra ortam sakinleşmiş, grup bildiri dağıtmaya devam etmiştir, hatta bir kaç saat sonra İMO yönetici ve çalışanların isimlerinin deşifre edilerek hedef gösterildiği ikinci bir bildiri daha salona getirilip dağıtılmıştır. Kurultayın Divan Kurulu, serbest kürsüde istisnasız herkese söz vermiş, bil-diri dağıtanlar da kürsüden sürelerini aşan uzun konuşmalar yapmıştır. Bu konuşmalar tüm salon tara-fından dinlenmiştir. Fakat biz üniversite ve sınıf temsilcilerinin konuşmalarının yapıldığı sırada, kürsüye laf atılmış, ıslık ve yuhalamalarla konuşmalar sabote edilmek istenmiştir. Kendilerinden başka, konuyla ilgili fikir beyan edenlere tahammül göstermeyen grup, salonu terk ettikten sonra kürsüye çıkan diğer üniversitelerden gelen öğrenciler, Kurultayın ODTÜ’de yaşanan sıkıntılar üzerine şekillenmesinden ra-hatsızlıklarını dile getirmiş, bir grup öğrenci de tartışmaları protesto ederek salonu terk etmiştir. Ne yazık ki, büyük emek harcadığımız Öğrenci Üye Kurultayı’na gölge düşürülmüştür.

Ancak her ne sebepten olursa olsun, bizlerin hiçbir şekilde tasvip edemeyeceği, İMO örgütlülüğünü zayıflatan, gerileten olaylara şiddetle karşı çıkıyoruz ve herkesi örgütümüze karşı daha duyarlı olmaya davet ediyoruz.

Kurultay Öncesi Yaşananlar

Bugüne kadar yaşanan gerilimlerin asıl nedeni, bu grubun öğrenci örgütlülüğü üzerinden İMO yö-netimine karşı tepkiyi örgütlemeye çalışması ve kendilerini bu noktadan var etme politikasıdır. Bu nedenle öğrenci örgütlülüğünü kurumsallaştıracak, İMO’yu güçlendirecek her türlü girişim bu grup tarafından engellenmeye, engellenemezse etkisiz kılınmaya çalışılmaktadır. Etkinliğin içeriğinin ne ol-duğu önemli değildir; önemli olan başarısız olunmasıdır. Teknik gezi programlarının bile, tarihinden, gidilecek yere, katılımcılardan saatine kadar hemen her noktasına itiraz edilmekte, her etkinliğin önü-ne engel çıkarılmak istenmekte, öğrenci üye olmayanlar, öğrenci üye gibi toplantılarda yer almakta, gündem dışı tartışmalarla toplantının verimsiz geçmesine yol açılmaktadır. Yapılmak istenen kolektif iş yapma bilincinin köreltilmesi, farklı düşüncelerin bastırılması, Oda-öğrenci üye bütünlüğünün par-çalanarak, kurumsal açıdan zeminimizin zayıflatılması ve öğrenci üye örgütlülüğünün tahakküm altına alınmasıdır.

Bu çabalar sonucunda genç-İMO örgütlülüğü ODTÜ’de geriletilmiş, 2009 yılı öğrenci temsilcileri seçi-mine böyle bir süreçle gidilmiştir. Özellikle ODTÜ’de öğrenci üye çalışması, bu süre zarfında büyük yara almıştır. 1500 öğrenci arasında genç-İMO üyesi 150 sınırını geçememiş, hatta mezun olanlar nedeniyle, sayı daha da azalmıştır.

İMO Ankara Şube Yönetimi ODTÜ üniversite temsilcisi olan arkadaşımız ile yaptığı görüşmede aday olanların bir araya gelmesini ve diğer tüm üniversitelerde yapıldığı gibi ODTÜ’de de herkesin hemfikir olduğu bir liste oluşturulmasını ve İMO Ankara Şube’ye sunulmasını istemiştir. Bu süreçte toplam 16 öğrenci şubeye başvuruda bulunmuştur. Aday olanlar toplantıya çağrılmış, ancak bu grup bu toplantı-yı da provoke etmiş, sınıf ve üniversite temsilcisi adayı olmayan bu gruptan bir – iki kişi toplantıya gire-

Page 49: Genç İmo Bülten (1909 KB)

48 genç-İMO

rek gerginlik çıkartmıştır. Bunun üzerine yapılan toplantı sonuçlanamamış, sözlü sataşmalar, tehditler-le süren toplantı gerginlik ve üsluptan rahatsızlığını bildiren öğrenciler tarafından terk edilmiştir.

Sonrasında ilginçtir bu grup, seçim yapılmışçasına, oluşturdukları listeye kendi isimlerini yazarak, İMO Ankara Şube Yönetimine değil elden İMO Yönetim Kurulu’na ulaştırmıştır. Bu gelişmeler üzeri-ne İMO Ankara Şube Yönetimi genç-İMO’ya sahip çıkılması, geliştirilmesi, kitleselleşmesi adına daha önce de örgütlülüğe hizmet etmiş öğrenci üyelerden ODTÜ üniversite ve sınıf temsilcilerini seçmiş ve İMO Yönetim Kurulu’na bildirmiştir. Belirlenen temsilciler, Öğrenci Meclisi’nde yapılan seçimlerde, genç-İMO’nun merkezi örgütlülüğü olan İMO Öğrenci Konseyi’nin başkan ve sekreter üyesi olmaya hak kazanmıştır. Dikkat çekmemiz gereken bir başka nokta; seçimlerin yapıldığı Öğrenci Meclisi’nden önce, bu grupla İMO Ankara Şube Yönetim Kurulu arasında yapılan görüşmelerde, “ODTÜ’de sandık kurulsun” önerisinin, aynı grup tarafından “genç-İMO’ya emek vermemiş kişilere oy kullandırılmaması gerekiyor” gerekçesiyle reddedilmesidir.

Sonuç olarak bu arkadaşlar, genç-İMO’nun yıpratılmaması için hem yönetim tarafından hem bizim tarafımızdan yapılan bütün olumlu yaklaşımları görmezden gelmiş, çözümsüzlük ve karmaşa tercih edilmiştir.

Bizler ODTÜ’de çeşitli faaliyetlerde bulunmak ve genç-İMO’yu kitleselleştirerek katılımın önünü aç-mak adına çalışmalarımıza devam ediyoruz. Ancak bu çalışmalardan rahatsız olan grup, etkinlikleri “basmakla” tehdit etmiş, demokrasinin ve katılımın somut ifadesi olan “serbest kürsü” ve “soru-cevap” bölümlerinde tüm katılımcıların, yeni üye olan ya da üye olmayı düşünen arkadaşlarımızın önünde kışkırtıcı davranışlarda bulunmuş, bu yolla İMO zemininde kargaşa ve kavganın hakim olduğu gibi bir izlenim yaratmaya çalışmıştır. Grup kendisini, demokratik hakları elinden alınan, mağdur edilen bir pozisyonda gösterme gayreti içindedir. Defalarca bu tarz tartışmaların yerinin Odamızın demokratik platformları olduğunun hatırlatılmasına rağmen, bu tavır ve davranışların ardı arkası kesilmemiştir.

Oda ve öğrenci örgütlülüğüne karşı yapılan bir saldırıyla karşı karşıya olduğumuzun bilinmesini istiyo-ruz. Ve bu sorunların yıpratıcı tartışmalarla, dayanaksız iddialarla ve kavgayla değil, öğrenci örgütlülü-ğünün gelişmesi ve yaygınlaşmasının hepimizin üzerine yüklediği sorumlulukla çözülmesi gerektiğine inanıyoruz.

Bizlerin hareket noktası, örgütlülüğümüzün öznesi olan öğrenci üyelerle buluştuğumuz zeminleri çoğaltmak, zeminimizi genişletmek ve zenginleştirmek, inşa edeceğimiz çatıyı zeminle uyumlu hale getirmek ve bütün bunları demokratik teamüller çerçevesinde yapmaktır.

Son tahlilde genç-İMO’ da hiçbir temsiliyetleri olmamasına rağmen, “ODTÜ genç-İMO” imzasıyla bildiri yazılmasını, iç hukukumuza ve demokratik teamüllere uygun bulmuyoruz. Bu tepeden inmeci yaklaşı-mı genç-İMO üyelerinin kabul etmesi mümkün değildir.

Bizler bir taraftan genç-İMO’ya, öğrenci örgütlülüğüne, Odamıza sahip çıkarken, bir taraftan da de-mokratik işleyişe, karşılıklı saygıya ve iç hukukumuza sarılarak yol alabileceğimizi, sorunlarımızı ancak böyle bir yaklaşımla çözebileceğimizi biliyoruz. Bizler öğrenci üye örgütlenmesini sadece bir isim ola-rak değil, öğrenci gençlik mücadelesinde kazanılmış bir mevzi olarak değerlendiriyoruz. Dolayısıyla, örgütlenmemizi istenen, olması gereken düzeye çıkartmak için burada olmaya, mücadele etmeye de-vam edeceğiz.

İMO Öğrenci Konseyinin 10 Haziran 2009 tarihinde yaptığı açıklamaTMMOB ve İMO Örgütlülüğüne,

Bizler İnşaat Mühendisleri Odası öğrenci üyeleri olarak 3 Haziran 2009 tarihinde gerçekleştirilen Anka-ra Şube Olağan Üye Toplantısı sırasında İMO Merkez ve Ankara Şube Yönetim Kurulu üyeleri ile Oda-mızın 3 dönem başkanlığını yapmış olan TMMOB Yüksek Onur Kurulu üyesi Taner Yüzgeç’e yapılan saldırıyı kınıyoruz.

Saldırıda yaralanan İMO yöneticilerine ve çalışanlarına en içten geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.

TMMOB ve İMO ile birlikte bütün muhaliflerin ve emek mücadelesi veren diğer meslek odaları, sendi-kalar, demokratik kitle örgütlerinin yanı sıra üniversite ve lise gençliğinin siyasi iktidarın yoğun baskı ve denetimi altında tutulmaya çalışıldığı şu günlerde gerçekleştirilen bu talihsiz saldırının hiçbir de-mokratik teamüle sığmayacağına inanıyoruz.

Bizler inşaat mühendisi adayları olarak Odamıza yönelen bu tür zorba saldırılar karşısında yılmayaca-ğımızı ve dayanışma içinde olacağımızı belirtiyoruz.