Aydınlık 8 Mart 2013 Cuma / Yıl: 2 / Sayı: 54 KITAP . GEÇEN HAFTA en az 67,296 OKURA ULAŞTIK Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir Kadının cesaret okulu: Edebiyat Röportajlarıyla PINAR KÜR İNCİ ARAL FEYZA HEPÇİLİNGİRLER Nezihe Bükülmez: Türkiye’de ilk 1 Mayıs şiirini yazan kadın şairimiz. Şiir ilk defa dönemin Aydınlık’ında yayımlanmıştır. Kadınlar Günü ÖZEL
23
Embed
GEÇEN HAFTA en az OKURA ULAŞTIK KITAP Aydınlık...len. Kadınlar da buna uyar ve hep daha güçlü dururlar. İçe dönünce ise küçük bir ayrıntı bile insanı altüst edebilir.
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Aydınlık
8 Mart 2013 Cuma / Yıl: 2 / Sayı: 54KITAP.GEÇEN HAFTA en az 67,296 OKURA ULAŞTIK
Sadece hayatın içine adım atmaya değil, yazma-ya, yazar olmaya da devrimle başladı kadın.
Devrim kadını özgürleştirdi, kadın da erkeği.Devrim dişildir, doğurgandır, kahramandır ve fe-
dakârdır.* * *
Dünya literatüründe “Jön Türk Devrimi” olarakbilinen 1908 Devrimi’yle kadınlarımız artık “görün-meye” başlıyor. Görünür oluyorlar, görüyorlar ve gös-teriyorlar. Yazılmaktan çıkıp, yazmaya başlıyorlar. Yaz-mak da bir devrim meselesidir.
ve iktidar meselesi olduğunu anlamıştır. Anlamaklakalmamış, anlatmak derdindedir.
Kapağımızı da Nezihe Bükülmez’in pozuyla KA-
DINLAR DÜNYASI dergisi süslüyor. * * *
27 Mayıs... “Gökyüzünün rengi mor menekşe”Fakültelerinden alay alay yürüyüş kolları kurmuş
genç kadınlar. Onları Demokrat Parti polisine ezdir-memeye kararlı üniversite semtlerinin kadınları, ba-şaörtülü, eşarplı, yazmalı, saçları rüzgâr kadınlar...
Adlarıyla Türk Edebiyatı’nı, Türk dilini boyut-landırmış, soluklandırmış kadınlar...
Daha da soluk katacak, boyut katacak nicesi için...* * *
Bu sayımız bütün kadınlar, bütün kadınlarımız için.Onlara saygı duruşumuz, bir dal kırmızı karanfil
sunuşumuz olsun.Gökyüzünün yarısını her zaman, kimi zaman ço-
ğunu omuzlayankadınlar, gününüzkutlu olsun.
Bu sayımızdasize çocuk sayfala-rından sorumlu edi-törümüz İrem Ha-lıç’ı tanıtıyoruz:
İrem İstan-bul’da doğdu, bü-yüdü. İstanbul Üni-versitesi’nde Siya-set Bilimi ve Uluslararası İlişkiler okudu. Şimdi aynıüniversitede İstanbul Araştırmaları Anabilim Dalı’ndayüksek lisans yapıyor. İngilizce ve Almanca biliyor. Çi-zimler yapıyor. Para biriktirince alet edavat alıp tek-nik çizimler yapacak.
* * *Esen kalın. HALDUN ÇUBUKÇU
İÇİNDEKİLER SUNU
Kuvvetedir hak, hakkını haksızlara anlatÖyküler neden hep Kadın? s. 5
Türk kadınının cesaret okulu s. 6-7
Dul kadının öyküsü s. 4
“Afişe çıkmak”da unutulan tarihimiz s. 10-11
Pınar Kür: Edebiyatçıların korkmasını anlayamıyorum s. 12-13
Kadının hayatı değiştirme gücü var s. 14
Muteber kurgu s. 9
Kadınlarla öykü arasında bir yapı uyuşması var ama! s. 15
Kendini mağdur hissetmek tehlikeli s. 16
Çalıştıkça kendini bulan kadınlar s. 17
Yeni çıkanlar s. 18
Bir Türk dünyayı kurtarabilir mi? s. 19
Haydi çocuklar
kitap okuma yarışmasına! s.20
Ateş var ayaklarının altında s.21
Alıntı Test-Bulmaca s.22
Şiirde ‘Keşfedilmemiş ülke’ye yolculuk s. 8
İrem Halıç
8 MART 2013 CUMA4 Aydınlık KİTAP
Kadın; bütün yaşadıklarına ve bütün
başardıklarına rağmen yine de gelip gidip
kendini, yaşadığı aşk ve beraber olduğu
adam üzerinden tanımlıyor. Bütün o ha-
yatı gözden geçirmeler biten bir aşkın, gi-
den bir adamın ardından oluyor. Bu ay-
rılık bazen neden uzaklaştığını anlaya-
madığı sevgiliden olur bazen
de zamansız bir ölümle başına
gelir. Değişmeyen şey kalanın
hep kadın olmasıdır. Kalır ve
bütün dünyaya karşı yeni bir du-
ruş kazanmaya çalışır.
Joyce Carol Oates, Ameri-
ka’nın en ünlü ve en verimli ya-
zarlarından. Elliden fazla ro-
manı, yüzlerce kısa öyküsü ve şii-
ri var. Cinsel şiddet, gerilim,
kötülük ve cinayet gibi riskli ko-
nularda bile oldukça başarılı
eserleri bulunuyor. “Dul Kadının
Öyküsü”nde ise eşini kaybetme-
sinin ardından yaşadıklarını an-
latmış. Yazdığı kitapların, üniversitede ver-
diği derslerin ve bütün kariyerinin orta-
sında kendini nasıl boşlukta, yapayalnız
ve kör hissettiğini, çaresiz kaldığını, inti-
har saplantısı ile boğuştuğunu inanılmaz
bir yalınlık ve gerçeklikle dile getiriyor.
ACININ BO�LUKSUZANLATIMI
Akademik hayatını kesintisiz sürdü-
rürken evde tek başına kaldığında düştüğü
açmazı adeta boşluksuz bize yansıtmış. Bir
yandan “Ray’in bedeni artık kül oldu. Ar-
tık çok geç. Bu tuhaf konuşma! Ray için
nasıl böyle şeyler söyleyebiliriz, diyorum
içimden – Ray yalnızca bedenden iba-
retmiş gibi,” diyerek hala eşinin ölümü-
nü kabullenmekte yaşadığı güçlüğü bir
yandan da “Bay Smith yok ki artık Bayan
Smith olsun” isyanı ile kendini kocası ol-
madan tanımlamakta yaşadığı sıkıntıyı an-
latıyor.
Oates, eşi ile 1961’de evlenmiş, evli-
liğinden bahsederken saflık diye nitelen-
dirmesine rağmen kocasıyla sadece iyi şey-
leri paylaştığını söylüyor. Sevdiği birini acı
ya da üzüntü içinde görmek istemediği
için başkasına kötü haber vermekten hep
kaçındığını, üstelik yazarlık yaşamı ile ko-
casının arasına da sert bir duvar çektiği-
ni söylüyor. Eşinin de kendince rahatsız
olacağını düşündüğü konuları ona aç-
madığını belirten Oates, birbirlerini sı-
kıntılı konulardan korunma yöntemleri-
nin istemeden birbirlerinden kaçmaya da
sebep olabileceğinin özeleştirisini de ve-
riyor bir yandan.
Başkalarının hayatlarına dair incelik-
le yaptığı gözlemleri ve nesnelliği kendi
çaresizliğini anlatırken de yitirmiyor.
“Benim yaşamım bir kadın olarak
yaşamım demek, ‘insan’ olarak yaşamım
diyebiliriz ve ‘insan’ olarak yaşamımı da
başka insanlar belirliyor;
sürekli gelgitli bir deniz, bir
dalga, başkalarının duygu-
larının etkisi; başkalarının
sabitleyemeyeceğimiz dü-
şünce akışları, tıpkı varo-
luşu da sabitleyemediği-
miz gibi,” derken kendi
hayatını başkalarının elin-
de hissettiğini hiç tered-
dütsüz dile getirmiş.
İnsanın nerede ise bir
ömür geçirdiği kişinin ar-
dından sadece onun yok-
luğu ile baş etmek bile ye-
terince ağırken kocasını
yeni baştan tanımanın ve keşfet-
menin zorluklarını da ince ince bizimle
paylaşmış. Erkeklerin kadınlardan ken-
dilerini sakladığını ve ehlileştirilmeleri ge-
rektiğini, kadının ise ehlileşmenin ta ken-
disi olduğunu söyleyen yazar, kadınlığı ile
barışamadığı ve kendini pasif hissettiği
noktaları da çekincesiz ortaya koymuş.
D�RENGEN VE SESS�Z OL!Üzerinde “Evet kocam öldü/ Evet
çok üzgünüm/ Evet başsağlığı dilemeniz
büyük incelik/ Artık konuyu değiştirebi-
lir miyiz?” yazan bir tişört yaptırmak is-
tediğini söyleyecek kadar bıkkınlık duy-
sa da arkadaşlarına telefon etmekten, on-
ların ilgisini suistimal etmekten, gereksiz
bir şey yapmaktan korkuyor. Yazarın bu
tedirginliği belki de bize sosyal konumu
ne olursa olsun her şartta kadının en ka-
çınılmaz yazgılarından birinin sessiz kal-
mak olduğunu hatırlatıyor.
Açıkça dile getirilmese de bütün top-
lumlarda her zaman için kadının daha
güçlü olması beklenir. Daha direngen,
daha dirayetli ve bütün bunlara rağmen
daha sessiz ve vakur olmasıdır talep edi-
len. Kadınlar da buna uyar ve hep daha
güçlü dururlar. İçe dönünce ise küçük bir
ayrıntı bile insanı altüst edebilir. Her
gün posta kutusundaki gazetenin görül-
mesi bile eşinin sabah okumalarını ha-
tırlattığı için öldüğü ilk hafta otuz yıllık
New York Times aboneliğini iptal ettirir.
“Dul kadının unutmaması gereken şey,
kocasının ölümü onun değil kocasının ba-
şına gelen bir şeydi,” dese de “Şimdi ne
olacak?” sorusundan ve yaşayanların ha-
yatlarına devam ederek ihanet etmediği
duygusundan biraz olsun kurtulması an-
cak kocasının birinci ölüm yıldönümün-
de olur ve yine söyleyebildiği ancak “Ha-
yatta kalabildim” dir.
İnsanın sevdiği kişinin ölümü ile yüz-
leşmesi hiç şüphesiz başlı başına zor bir
durum. Oates buna rağmen ölümün ve ay-
rılığın bütün sıkıntılarını içimizi karart-
madan anlatmış.
“Dul Kadının Öyküsü”, kitap boyun-
ca insanı sorularla, içe dönüşlerle, şaş-
kınlıkla bırakıyor. Çok sevdiğimiz birinin
kaybetmenin acısını her an duymanın ne
demek olduğunu en ince ayrıntısına ka-
dar tanıyorsunuz. Bir yandan da bir tür-
lü baş edilmez sandığımız o yalnızlık ve ça-
resizlik duygusunun altından kalkmanın
yolunu gösteriyor.
Bana göre kitabın en güzel yanı ise hiç
tereddütsüz kadın yalnızlığına çare olu-
yor. İçinden çıkılmaz sandığınız hallerin
bir sizin başınıza gelmediğini ve eninde so-
nunda tünelin ucunda ışık olduğunu ha-
tırlatıyor.
Oates’un, Nietzsche’den çok sevdiği
alıntıdaki gibi, “Sevgi adına yapılan her şey
her zaman iyi ile kötünün ötesinde bir yer-
dedir.”
Dul Kad�n�n Öyküsü
Joyce Carol Oates
K�rm�z� Kedi Yay�nlar�,
Çev: Alev K. Bulut 416 s.
Dul kadının öyküsüAç�kça dile getirilmese de bütün toplumlarda her zaman için kad�n�n daha güçlü olmas�beklenir. Daha direngen, daha dirayetli ve bütün bunlara ra�men daha sessiz ve vakur
olmas�d�r talep edilen. Kad�nlar da buna uyar ve hep daha güçlü dururlar. �çe dönünce iseküçük bir ayr�nt� bile insan� altüst edebilir
GÖKÇE KALE
5Aydınlık KİTAP
Türkiye’de yaşayankadınların, kadınınen gerçek hikâyesibu kitapta. Bu kitabı44 yazar yazmadı,
Kitap “Solun görsel serüveni” de�il. Solun bir parças�n�n görsel tarihi. Çokönemli bir kesim ise yok say�lm��! Elbette, “falanca afi� niye yok?” demiyoruz.
“Türkiye sosyalist hareketinin çok önemli bir kesimini neden görmezdengeldiniz?” diye soruyoruz. Okurun bunu sormaya hakk� var
H�KMET Ç�ÇEK
Afi�e �kmak / 1963-1980
Solun Görsel Serüveni Y�lmaz Aysan
�leti�im Yay�nc�l�k, 496 s.
8 MART 2013 CUMA 11Aydınlık KİTAP
görsel malzeme bu kitapta yoktur.
Olmayanları sayalım.
14-19 Mayıs 1968’de İstanbul FKF’nin
başında bulunduğu 17 örgüt “NATO’ya
Hayır” haftası yaptı. İstanbul, “Emperyaliz-
min Sömürge Aracı NATO’ya Hayır” afişle-
riyle donatıldı. Kitapta yok!
10 Haziran’dan 25 Haziran 1968’e kadar
süren tarihi üniversite işgallerine ilişkin hiç
mi görsel malzeme yoktu?
Temmuz-Ağustos 1968’de İstanbul, An-
kara ve İzmir’de 6. Filo’ya karşı eylemlere
ilişkin afişler de yok!
Deniz Gezmiş, Türkiye devriminin can
damarını yakaladığı için Deniz Gezmiş oldu:
Bağımsızlık. Deniz Gezmiş’in en önemli ey-
lemlerinden birisi, Samsun’dan Ankara’ya
“Tam Bağımsız Türkiye İçin Mustafa Kemal
Yürüyüşü”dür. Bu yürüyüş hakkında “Afişe
Çıkmak”da hiçbir görsel malzeme bulamaz-
sınız.
İTÜ’nün “milli petrol”, “milli maden”,
“özel okullar yürüyüşü” gibi önemli etkinlik-
lerinin hiç mi afişi yoktu?
Sahi bu eylemlerde hiç mi Türk bayrağı
yoktu!
Yılmaz Aysan, 68’liler Birliği Vakfı’na
başvurmayı hiç düşünmemiş mi?
“Afişe Çıkmak” şu ya da bu afişi değil,
emperyalizme karşı mücadeleyi ve bir tarihi
yok saymış!
Yok, yok, yok
Aysan’ın kitabı TİP- TKP eksenli bir ça-
lışma.
Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) var-
dır, Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP) yoktur.
“Halkın Kurtuluşu” (sadece iki sayfa)
vardır. Halkın Sesi, Halkın Yolu, Halkın Bir-
liği yoktur.
Yılmaz Aysan bunları bilmesi gereken bir
yaşta. (1953 d.) Solun tarihine daha dürüst
bir yaklaşım gerekmez mi? Aysan kitabında
göstermedi diye hakikat hakikat olmaktan
çıkmaz ama yapılan iş de ahlaklı olmaz.
18 yıllık bir tarih parçasının en önemli
görsel zenginliği Aysan’ın kitabında bulun-
muyor.
Afişler evde unutulmuş!
Pınar Kür ile 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne özel
“kadın olmak” ve gündem üzerine konuşmak için bu-
luştuk. Pınar Kür bizi öğretim üyeliği yaptığı Bilgi
Üniversitesi’ndeki odasında ağırladı. Öğrencilerine üç
saat anlattığı dersin ardından bir saat de biz konuştur-
betinin doğallığı ve içten üslubu gerçekten etkileyici. Tür-
kiye’nin ve dünyanın gidişatına dair itirazları olan Pınar
Kür sözünü sakınmaksızın önemli açıklamalar yaptı. Sin-
dirilmemiş bir yazar ile sohbet etmenin tadına vardığı-
mız röportaj sizlerle...
Dünya Kadınlar Günü gibi günlerin toplum bilin-ci açısından önemli olduğunu düşünür müsünüz, yok-sa sadece giderek temsili günler olmanın ötesine geçe-memeye mi başladı?
Biraz öyle oldu, yani Kadınlar Günü’nün, anneler
günü, sevgililer günü gibi bir şeye dönüşmesinden kor-
kuyorum evet. Biliyorsunuz emekçi kadınlar günü. 8
Mart’ın anlamı da bildiğiniz gibi New York’ta yanan ka-
dın işçileri temsil ediyor. Fakat işte bu ticarileşme ola-
yı her konuya yansıdığı gibi buna da adım atmaya baş-
ladı. İçi boşalma yolunda. Bizim gibi memleketlerde daha
da tehlikeli bu. Batı’da ne kadar kapitalist olursa olsunlar
kadınlar için durum bizde olduğu kadar vahim değil.
Gene Batı’da da eşit ücret için hala savaşıyorlar ama sos-
yal ve cinsel hayatta kadın orada daha özgür, aktif ve
daha eşit bir konumda olabiliyor. Ama Türkiye’de, ça-
lışan kadınlar dahi, gelmeleri gereken yerde değiller ve
toplum içinde kimliklerini hiç bir zaman tam olarak bul-
muş sayılamazlar. En başarılı iş kadını ya da tiyatroda,
edebiyatta başarılar kazanmış kadınlar bile toplumda ge-
reken saygıyı
görmüyor.
Onun için,
dünya kadın-
lar gününü
kutlasak ne,
kutlamasak
ne yazar bu
haliyle. Çün-
kü bir deği-
şiklik olmu-
yor bizim ül-
kemizde. Bir
türlü kadına
bakan o zih-
niyet, kadına
bakış açısı
değişmiyor ne yaparsak yapalım. Ben kitap yazdım, ki-
misi Tüsiad’ın başına geçiyor, ötekisi Sabancı’nın başı-
na geçiyor her ne ise ama netice itibarı ile kadına bakış
açısı değişmiyor.
Kadının ne kadar sorumlu olduğunu söyleyebilirizbu tabloda?
Kadın da sorumlu tabii ki, ama sanıyorum coğrafya
önemli bu noktada. Ortadoğu coğrafyası belki de böy-
le, sadece Türkiye değil. Ortadoğu coğrafyası ile kuzeyle
güney, batı ile doğu arasındaki bir takım farklardan ola-
bilir. İtalyan kadını da İtalyan erkeğiyle tam anlamıyla
eşit pozisyonda değil belki ama durum bizimki kadar ya-
hut da Ortadoğu kadar vahim değil gibime geliyor.
Devlet hangi noktada duruyor?Devletin yapacağı çeşitli şeyler var -yapmadığı-, ör-
Bu noktada tabii ki yazarların toplumun sorunla-rını dile getirmede atılımcı olması gerekiyor. Gerçi siz“Asılacak Kadın”da bunu yaptınız ama yasaklamaylakarşılaştınız...
Evet yasaklandı, yasaklanma nedeni ahlaka aykırı ol-
ması. Herhangi bir gazeteyi açın bakın, yazdığım şeyin
aynısı sürekli oluyor. Böyle bir şey yazdığın zaman da ta-
Taşın altına elini koyan ve tepki veren yazar-ların sayısı giderek azaldı mı? Güçlüyle paralel birgidişten bahsetmek mümkün mü? Örneğin pek çokyazar “din”e daha sık yer verir oldu kitaplarında,neye bağlıyorsunuz?
Evet benim gençliğimde olan türden cesur ya-
zar bu dönemde pek göremiyorum. Ben kendim için
söylemiyorum genel hava olarak bunu gözlemledim.
Bizim dönemde ben de vardım, Erdal Öz de var-
dı, Sevgi Sosyal vardı, bir sürü insan vardı, hapse gi-
ren, kitapları toplatılan... Şimdi bugüne baktığımızda
korku mudur, menfaat midir bilemiyorum. Neticede
bir kere “aman ne yapsam zaten kimse dinlemiyor,
bir işe yaramıyor” görüşü var, bana da hakim olan
görüş bu, son zamanlarda beni de yazmaktan alı ko-
yan şey bu. Bir tür öğrenilmiş ya da öğretilmiş ça-
resizlik. Bir de muhafazakarlığa doğru dönen bu dö-
nemi, kendi çıkarı için kullanmak diye bir şey var.
“Millet bunu istiyor, ben de bunu yazayım o zaman,”
demek var. Bu bir edebiyatçı için çok tehlikeli. Ben
hep söylüyorum edebiyat hayata şu veya
bu biçimde itirazı olan insanların işidir.
O itiraz olmazsa, hep dümen suyunda gi-
diyorsanız o zaman yazmanın bir anla-
mı yok. Benim de gördüğüm, şimdi bu
pankart açan çocukları falan da atıyor-
lar içeri. Söylüyorum bu kadar korka-
cakları, tehlikeli bir şey değil yazmak. O
çocukların korkmalarını anlıyorum ama
kocaman edebiyatçılarınkini anlaya-
mıyorum. Koskoca insansın, artık bil-
diğini yazmak konumundasın. Ama neden yaz-
mıyorlar onu bilemiyorum. Demek dümen suyuna
yazmak işlerine geliyor. Açıkçası hiçbir dönemde
ben bu kadar iktidara yanaşma çabasında olan bir
yazar grubu görmedim.
Cumhuriyet pek çok yönden hep kadınlar üze-rinden ilerledi. Modernizm, eşitlik hep kadın üze-rinden ele alındı aslında. Peki gelinen noktayı na-sıl görüyorsunuz?
Şimdi gelinen nokta cumhuriyetin bütün ka-
zanımlarını yok etme çabası. Şimdi bunun kadın
üzerinden işleyen bir ayağı var. Demin itiraz ol-
gusundan bahsettim. Kadın en çok hakkı yenen ve
itirazı olan varlık. Bu devran böyle devam etse er-
kek için bir şey değişmez ama kadınlar için durum
farklı. Cumhuriyetin kadın üzerinden ilerlemesi-
nin nedeni, ezilen kadınların başkaldırmalarıdır.
Cumhuriyet’te ne gelişme olduysa kadınlar yü-
zünden ve kadınlar sayesinde oldu. Fakat şimdi baş-
bakanın da dediği gibi üç çocuk yetmez beş çocuk
yapın noktasına geldik. Ne demek bu, oturun evi-
nizde çocuk doğurun, anne olmaktan başka işiniz
ve işleviniz olmasın toplumda demek. Kadın ku-
luçka makinası olsun görüşü bu. Ne oluyor sonra,
doğan kız çocukları da aynı mantıkla ilerliyor. Şim-
di bu yeni çıkan 4+ 4 + 4 eğitim sistemiyle o ka-
fada çocuklar yetiştirecek. Sürekli olarak cumhu-
riyetin kazanımlarını yok ederek adım adım iler-
liyorlar.
OLANLAR BEN� YAZMAKTANSO�UTTU
Medya bu konuda nasıl bir işlev üstleniyor?Hepsi birbirine bağlı bunların. Yazar yazmak ko-
nusunda tereddüt ediyorsa medya, işin içinde
daha çok para olduğu için daha çok tereddüt edi-
yor tabii. Medya da lüzumundan fazla iktidarı des-
tekliyor. Burada insan durup dururken kendini pa-
dişah ilan etmez. Kabul görürse olur bu. Taksim
Platformu’nun imza kampanyasını 17 milyonluk İs-
tanbul’da 70 bin kişi imzalamış. Düşünebiliyor mu-
sunuz! Ama 150 bin kişi yürüseydi orada Taksim’i
öyle kazamazlardı. Halkımız biraz kendine zul-
medeni tepeye çıkarıyor.
Sizin kadın kahramanınız kimdir?Çocukluğumda Kleopatra olmak isterdim(gü-
lüyor)
Belki annenizdir?Annem güçlü bir insandı ve bana güçlü olma-
yı çok telkin etmiş bir insandı. Ama güçlü olduk da
ne olduk? Gene cezalandırılan biz oluyoruz so-
nunda. Şimdi gene bakanlardan bir tanesi Hürrem’i
örnek alın, bakın nasıl kocasını idare ediyor alttan
alarak, öyle yukarıdan şunu yapma demiyor da
“şunu yapar mısınız hakanım, padişahım” diye ida-
re ediyor diyor. Yani burada örnek kadın olarak
Hürrem Sultan’ın gösterildiği bir dönemde yaşı-
yoruz! (gülüyor)
Kadınlar toplumun onlara biçimlendirdiğikonumdan mıdır bilinmez bazen “dünyaya birdaha gelsem aman kadın olmayayım” derler. Si-zin dediğiniz oldu mu?
Ben reenkarnasyona inanıyorum diyelim, inan-
mak istiyorum. Herhalde diyorum geçen gelişte çok
kötü ve günahkar bir erkekmişim. Ceza olarak bu
sefer, kadın olarak, sadece kadın olarak da değil
“Türkiye’ye” kadın olarak gönderilmişim. Bu ha-
yatta cezamı çekersem eğer bir dahaki hayatta daha
mutlu olurum diye düşünüyorum (gülüyor)
Son olarak şunu soralım, uzun zamandır kitapyayımlamadınız. Yakın zamanda bir kitap proje-si var mı önünüzde?
Aklımda iki tane kitap var aslında ama bir tür-
lü içime sinip de oturup yazamıyorum. Çevremde
olanlardan, Türkiye’nin içinde olduğu durum ol-
sun dünyanın içinde olduğu durum olsun mutlu
edemiyor beni. Hevesim kırık yani açıkçası. Çok so-
ğuttu beni bu ortam. Yani kitap fikri var ama ca-
nım istemiyor yazmak. Sadece Türkiye değil dün-
yanın gidişatı da kötü zaten. Bakalım, bilemiyorum
belki tekrar bir heves gelir.
PINAR KÜR İLE KADINLAR GÜNÜ’NE ÖZEL BİR SÖYLEŞİ
“İktidarın dümen suyunda yazmak işlerine geliyor”Bütün dinlerde kad�n �eytand�r, ortaça�da yak�lancad�lard�r kad�nlar. Kad�n her zaman için bir korku
nesnesi, bir tehlike olarak görülmü�. Bu yüzy�llard�rböyle sürdü�ü için ve buna her kar�� ç�kan da “pis
feminist,” diye bir kenara itildi�i için, ki kad�nlar bile“valla ben feminist de�ilim ama...” diye lafa ba�l�yorlar
Şu an çoksatan kitaptakibaş karakter okadar ezik birtip ki okuyan
kadınlaronunla çok
çabuközdeşleşiyorlar
ve de o ezikhaliyle en
esaslı adamıyakaladığı için
ilgi çekiyor. Okunan
edebiyat bu!
Cumhuriyetin kad�n üzerinden ilerlemesinin nedeni, ezilen kad�nlar�n ba�kald�rmalar�d�r. Cumhuriyet’te ne geli�me olduysa kad�nlar yüzünden ve kad�nlar sayesinde oldu
8 MART 2013 CUMA12 8 MART 2013 CUMA 13
Kitapları ile hayata, geçmişe ve geleceğe
içeriden bakan, en ağır toplumsal olayların
bireye yansımasını anlatırken bile şaşırtıcı
bir yalınlıkla bizi kendimizle yüzleştiren, bir-
birinden çok farklı yaşam öykülerinde ka-
dın olmanın bütün hallerini ve bütün de-
rinliklerini önümüze seren edebiyatımızın
güçlü kalemi İnci Aral ile 8 Mart dolayısıyla
“Kadın Olmak” ve “Kadının Dünyası”
üzerine konuştuk.
�MKANSIZI YENEN SAYISIZKADIN
“Özel olan politiktir” sözünden hare-ket edersek aslında yaşadığımız her şey,günlük hayattaki sıradan davranışları-mız bile sizin de romanlarınızda vurgula-dığınız gibi politik ve ekonomik düzleminbir yansıması. Peki sizce hayatın kadınadaha çok dokunması toplumun dayattığıbir şey mi, yoksa kadının yaşamla daha çokbütünleşme isteği ile bağlı olan kendi ter-cihi bir durum mu?
Bugün, birçok ülkede kadınlar sosyal
yaşamdan soyutlanmış olarak yaşıyorlar.
Daha korkunç olanı kadını bir nesne, bir
alet konumuna indirgeyen zihniyet. Kadın
hayatla ister istemez bütünleşmiştir. Top-
lumsal çalkantının, gelir eşitsizliğinin yo-
ğun yaşandığı her yerde, savaşlar, yıkımlar,
toplumsal şiddet ve karmaşada en çok za-
rar görenler kadınlardır. Kadın sorununu
toplumun öteki yapısal sorunlarından ayrı
görmek, yalınkat kavramak olur. Yaşadı-
ğımız her şey o kadar iç içe ve birbiriyle bağ-
lantılı ki tek bir insana bakarken bile olgu
ve etkileşimlerin tümünü bir arada görmek,
anlamak zorunluluğu var. İnsanlığın yaşa-
dığı ve halen yaşamakta olduğu uzun ka-
dınlık -ya da kölelik - tarihi utanç vericidir.
Bu erkek egemen tarih, kadınların düşün-
mesini, insanlık katına yükselmesini baskı
ve hile ile engellemeye çalışmanın karan-
lık tarihidir.
Aslında romanlarınızda ustalıkla an-lattığınız/yaşattığınız bir şey ama yine desormak istiyorum. Neden hep bizi üzece-ği baştan belli olan adamlara aşık oluyo-ruz?
Kadın kendini hep yaşadığı aşk üze-rinden tanımlıyor, bir aşkın ardından ha-yatını gözden geçiriyor. Bunun sebebi siz-ce ne? Kadın, bütün başardıklarına rağmenkendi kimliğini/ruhunu en çok aşkta mıgösterdiğini düşünüyor?
Bazı kadınlar öyle olduğunu sanıyorlar
ama aşk geçici bir duygu. Aşka tutunma,
kendini aşkla tamamlama çabasının nede-
ni daha derin olmalı. Kadınlar kendilerini
keşfetme ve varlık bilincine varmada yalnız
başlarına yol alıyorlar. Yaşamlarını, dü-
şüncelerini hatta düşlerini biçimleyen mev-
cut kadınlık anlayışlarının etkisinden kur-
tulmak için el yordamıyla ilerliyorlar. Bu yol-
culuk çoğu kez uzun sürüyor. Bazen aynı
yollardan yenilmiş, mutsuz geri dönülüyor,
kimi zaman da düz ve kolay görünen baş-
ka yanlış yerlere sapılıyor. Ne olursa olsun,
bir kadının aşkı ve erkeği hayatının dışın-
da tutması kolay değil. Yalnız kalan kadı-
nın işi daha zor. Onun özgürleşebilmesi,
kendi cinsi ile ilgili yerleşik değer yargıla-
rının kısıtlayıcı, hatta yok edici çemberin-
den kurtulabilmesi için direnme inadı,
kendini geçindirecek parası, onur duygusu
ve ödenecek bazı bedelleri göze alabilme-
si gerekiyor.
KADININ MUTLU OLMADI�IYERDE ERKEK DE MUTSUZOLACAKTIR
Romanlarınızda çok farklı kadın kim-liklerini aynı derinlikte yaşatıyorsunuz. Bukadar birbirinden farklı kimlik ve ruhuniçine girmeyi nasıl başarıyorsunuz?
Öncelikle kadınım ve iyi bir gözlemci-
yim. Sonra, kırk yıldır edebiyatla yoğrulu-
yorum. Yazar başkalarının hayatını ödünç
alan, geçici olarak onların yerine geçen ki-
şidir, bunu yapıyorum. Yalnız kadınların de-
ğil, erkeklerin durumu da beni yazar ola-
rak ilgilendiriyor, onları da anlamayı ve dile
getirmeyi önemsiyorum. Kahramanları-
mın durdukları yerle birlikte içsel ya da so-
mut gidiş gelişlerini, kendi sınırlarını yok-
lama ve nereye kadar ilerleyebileceklerini
anlama isteğini, cesaret ve korkularını in-
sani temelde ele alıyorum. Biliyorum ki ka-
dının mutlu olmadığı yerde erkek de mut-
suz olacaktır. Ya da tersi.
Anlatılarınızda politik olduğu kadargüçlü olan ezoterik bir alt yapı da var. Bubazen renkler bazen isimlerle bazen de ör-neğin tanıdıklık hissi ile karşımıza çıkıyor.Kadının sezgiyi hayatında daha ön plan-da tutmasının nedeni nedir size?
Elbette insan salt akıl değil. Sezgiler ha-
yatımızda önemli yer tutuyor. Sezgi gücü-
nün kadınlarda daha yoğun olduğu bilinir.
Kadın, hayatı tanımlama kendini kollama
ve gerektiğinde başkaldırma gücünün yet-
mediği yerde yitirdiği iç sesin yerine ken-
dince bir savunma dili ve biçimi geliştir. Bu
dil ezilenlerin dilidir. Sezgi ve içgüdüleri öne
alır. Havayı koklar, ortamı algılar, oyunlar
kurar. Rüyalara, işaret ve sembollere tür-
lü anlam yükler. Bunlar onun oyuncakla-
rıdır. Kendi seçimi ve eseri olmayan bir boş-
luğa ve yalnızlığa böyle dayanmaya çalışır.
Kadınların hayatlarına dair ilk fark et-meleri ve yapmaları gereken şey nedirsizce?
Kadının hayatı değiştirme gücü vardır.
Yeter ki farkına varabilsin. Ayrıca onlara
kendini gerçekleştirmek için elinde olan ya
da olmayan bütün olanakları kullanmayı
öneririm. Bunu yapan, imkansızı yenen sa-
yısız kadın var. Onların hikâyelerini anlat-
mayı seviyorum. Bir kadın, her şeyden
önce hayatı sımsıkı tutmalı, dünyayı kav-
ramayı esas almalı ve hem kendisiyle hem
de her şeyle ilgili sorular sormaktan asla vaz-
geçmemelidir.
Ya�ad���m�z her �ey o kadar iç içe ve birbiriyle ba�lant�l� ki tek bir insana bakarkenbile olgu ve etkile�imlerin tümünü bir arada görmek, anlamak zorunlulu�u var
Kadının hayatı değiştirmegücü var
ARZU AKGÜN
Aydınlık KİTAP 8 MART 2013 CUMA14
İnci Aralİnci Aral
8 MART 2013 CUMA 15Aydınlık KİTAP
Bu haftaki kapak dosyamız 8 Mart
Dünya Emekçi Kadınlar Günü… Kadın ya-
zarlarımıza konuk oluyoruz. Bu yazarları-
mızdan birisi de dilbilimci, öyküleri, ro-
manları ve eleştiri yazılarıyla tanıdığımız
Feyza Hepçilingirler. Feyza hocamızla ül-
kemizde ve dünyada kadın yazarlara ba-
kışından yazarlığın erkeklere atfedilip
edilmediğine, dil ve dil kullanımının gü-
nümüz Türkiye’sinde nasıl bir kadın algı-
sı yarattığına dek birçok konuyu konuştuk.
Ülkemizde ve dünyada kadın yazarla-rı nasıl konumlandırıyorsunuz?
Dille uğraşmak aslında biraz da ka-dınlara özgü bir şey diyebilir miyiz? Fa-kültelerin filoloji bölümlerine bakıncabüyük çoğunluğun kadın olduğunu görü-yoruz. Ama yine de yazarlık erkeklere at-fediliyor gibi... Bu konuda neler söylemek
Dilbilim asıl uğraşınız. Etimoloji biryana söylem üzerine çalışmalar var şim-di. Dil ve gerçeklik bağı sorgulanıyor. Dilve dil kullanımı günümüz Türkiye’sindenasıl bir kadın algısı yaratıyor ve bundadilin nasıl rolü var?
Kadın olmak utanılacak bir şeymiş
gibi “kadın” olmaktan çıkarılıp “bayan” ya-
pıldı ya, “kadın” sözcüğüne artık cinayetin
başından başka yerde pek rastlanmıyor.
Şimdi en çok “kadın cinayetleri” diye yeni
türeyen bir kavramın içinde geçiyor kadın
sözcüğü. Bu yeni kavram da gazete ve tele-
vizyon haberlerinde kullanıla kullanıla
aşınır ve yadırganmaz duruma gelirse şaş-
mamalı. Erkekler hamamının nasıl bir yer
olduğu kimseyi ilgilendirmez ama bir or-
tamda sesler yükselip birbirini bastırmaya
başlayınca orası “kadınlar hamamı”na dö-
ner. “Karı” sözcüğü uzun bir süreden beri,
anlam kötülemesi dediğimiz olayı yaşadı.
Bir benzetme öğesi olarak “koca gibi” den-
diğini hiç duymayız ama erkeğin, korkak,
dönek, adi bir insan olduğunu anlatmak
için “karı gibi” denmeye devam edilir.
Çocuğu olmayan kadın “katır karı” olma-
yı sürdürürken dedikoduyu seven adam,
“karı ağızlı” diye aşağılanır. Lohusaları boğ-
duğu rivayet edilen bir hayali yaratığın adı
“alkarısı”, bir başka hayali yaratık “çar-
şamba karısı”dır. Mahallenin adamı, erkeği,
beyi vb. yoktur da “mahalle karısı” vardır.
Dil, zaten kadın, karı, hatun vb. sözcüklerle
kadını belli bir yerde konumlandırıyor; ba-
sın da bu algıyı yaygınlaştırıp güçlendiriyor.
“ÖYKÜ SABIR VE �NCE��Ç�L�K GEREKT�R�R”
Çeşitli türlerde eserler verseniz deesasında bir öykücüsünüz. Kimilerinegöre öykü daha dişil bir olay olarak de-ğerlendiriliyor. Bir kadın öykücü olaraksiz nasıl bakıyorsunuz bu duruma ve öy-küye?
Öykü sabır ve ince işçilik gerektirir.
Kadın yaradılışı bu istekleri yanıtlayacak
niteliktedir. Sabır da ince işçilik de ka-
dınlarda fazlasıyla var. El kadar bebeği sa-
bırla besleyip büyütüp koca adam ya-
panlar onlar. İncecik ipliklerle oyalar, dan-
teller örüp koca koca masa örtüleri, ya-
tak örtüleri üretenler de onlar. Kısacası
kadınlarla öykü arasında bir yapı uyuşması
var ama asıl neden, romanın daha özgür
ve daha geniş bir zaman gerektirmesi. Ka-
dınların ise zamanları her zaman kıt,
genellikle de kendilerine ait değil. Hali-
karnas Balıkçısı, “Öykü tek oturumluk-
tur” derken okunmasını kastetmiş olsa da
yazılırken de öyledir öykü. Daha sonra üs-
tünde çok oynayacak olsanız da bir otu-
ruşta yazabilirsiniz öyküyü. Romanın is-
tediği yoğunlaşmayı gerektirmeyebilir.
Öykünün dişil bir tür olması sanırım
bunlardan kaynaklanıyor.
Kadınlarla öykü arasında biryapı uyuşması var ama!
Kad�nlar�n duygular� kullanmada ve empati kurmada erkeklerden daha yetenekliolduklar� da bilimsel olarak saptanm��. Dil becerisinin yan�na bunlar� da koyarsan�zasl�nda yazarl�kta kad�nlar�n daha ba�ar�l� olmalar� gerekti�i gerçe�i ç�kar kar��n�za.
İster eğitimde eşitsizlikten diyelim, is-ter toplumun cinsiyetçi yapısından; ede-biyatın bir erkek alanı olduğu su götür-mez bir gerçek. Erkek egemen edebiyatilk bakışta kadın yazarlar için elverişsizbir ortam gibi görünüyor. Ancak bu du-rumun kadınlara sağladığı kazanımlarda var muhakkak: Edebiyatta yepyeni birkadın dili yaratma olanağı gibi. Göz ala-bildiğine uzanan bir alanda erkek dili hâ-kim, sürekli kendini yineleyen, yenile-nemeyen. Sizce, kadınlar erkek etkisin-den kurtulup yepyeni bir düşün dünya-sı yaratabilir mi?
Yazma ve yaratma alanında “erkek
egemenliği” diye dile getirdiğiniz şeyi ben
tek başına “iktidar” olarak tanımlama-
yı tercih ederim. Ve edebiyatın tabiatı ge-
reği “iktidar” karşıtı olması gerektiğini
düşünürüm. Sanatçı zaten her açıdan
kendi alternatif dilini yaratmakla yü-
kümlüdür ve benim için herhangi bir cin-
siyeti yoktur. Ama içerik olarak her tür-
lü sorunu kendine dert edinebileceği
gibi kadınlarla ilgili sorunları da hedefi-
ne koyabilir. Açıkçası cinsel ayrımcılık-
la ilgili bir meselede adaletsiz tarafı “er-
kek” olarak tanımladığımız zaman, kar-
şısına “kadın”ı koymaktan yana değilim.
Cinsiyet sadece cinsellikle ilgili konularda,
üremede, sevişmede bir tanım, bir işaret
olarak anlam taşır. Yoksa toplumsal rol-
ler ya da sorunlar içinde cinsiyeti belir-
leyici olarak almak bizi meseleyi çöz-
mekten uzaklaştır. Yani kadınların “er-
kek etkisinden kurtulup yepyeni bir dü-
şün dünyası kurması” diye bir hedef be-
nim için bir anlam taşımıyor. Ancak
topyekün, kadını, erkeği, eşcinseli, asek-
süeli farketmez, edebiyatçının mevcut ik-
tidarlara kafa tutması gerekir. Edebiyat
yılan dillidir. Hiçbir koşulda evcilleşme-
melidir.
Kadınların edebiyat alanında yara-
tıcı ve üretken olmaları için neler yapı-labilir? “Kendilerine ait bir oda” yeter-li mi?
Mağduriyet üzerine yazmak önemli,
ama “kendini mağdur hissetmek” tehli-
keli. Herkesin içinde yolunu sadece
kendisinin bildiği bir “oda” zaten var ve
o oda kimse tarafından ona lütfedilme-
miş. Yazarın, cinsiyeti ne olursa olsun al-
ternatif de olsa politik söylemlerin ha-
masetine kapılmadan içindeki o “ger-
çekten” kendine ait odaya varan yolu bul-
ması yaratıcılık için yeterli sanırım.
Romanlarınızda “iktidar”a karşı çı-kıyorsunuz, ancak her satırda hissedilenbir çaresizlik de yok değil. Bu bir yanıl-sama mı, yoksa gelecekten çok şey bek-lememeli miyiz?
Sezdiğiniz o “çaresizlik” bir sonuç de-
ğil sadece mevcut durumun vehameti.
Ben iktidara karşı çıkmak için öncelikle
iktidarın gözünden nasıl göründüğümü-
zü fark etmemiz gerektiğini düşünüyo-
rum. Mevcut ideolojinin marifeti, insa-
nı şuursuzlaştırmak. Bağımlı birey akıl-
cı düşünemez. Medya yoluyla en ince da-
marlarımıza kadar şırınga edilen tüketim
bağımlılığı bizim tüm ama tüm tercihle-
rimizi belirlerken bir “umut”tan bahset-
mek komik oluyor. O yüzden, bir an önce
şuurumuzu yeniden kazanmalı ve ne
halde olduğumuzu tüm çıplaklığıyla gör-
meliyiz ki isyan edebilelim. Bir iktidara
başkaldırmak için önce ona öfkelenmek
gerekir. Yazdıklarımla “kabullenme”yi
önermiyorum; aksine yüzleşmenin üze-
rine giderek bir öfke, bir itiraz yaratma-
yı hayal ediyorum. “Gelecekten çok şey
beklememeli miyiz,” dediniz ya, inadı-
na, gelecekten “çok” şey beklemeliyiz.
Yarattığınız karakterler arasında ençok ilgi çeken Madam Arthur Bey olmalı.Madam Arthur Bey, sizin deyiminizle bir“kadınadam”. Bizde çağrıştırdıklarınındışında bir anlamı olmalı, nedir bu ka-dınadam?
Madam Arthur Bey bir iktidar tarifi.
Çift cinsiyeti ve ölçüsüz kötücüllüğüyle te-
kinsiz olan iktidarı; onun gücü algılayı-
şını ve kullanışını simgeliyor.
Son olarak, genç yazarlara -özellik-le genç kadınlara ve yazmak isteyip debundan kaçınanlara- bir tavsiyeniz varmı?
Bana göre, yaratıcılığa giden yol tav-
siyelerden ziyade, bağımsızlıktan ve öz-
günlükten geçiyor. Herkes kendisinin
tanrısıdır. Dediğim gibi size bir oda bah-
şedilmesini beklemeyin. O oda her ko-
şulda var zaten. Siz o odanın yolunu bu-
lun yeter. Marifet bahane tanımaz.
8 MART 2013 CUMA16 Aydınlık KİTAP
Kendini mağdur hissetmek tehlikeli
MİNE SÖĞÜT İLE CİNSİYETÇİLİK VE İKTİDAR ÜZERİNE
Bir iktidara ba�kald�rmak için önce ona öfkelenmek gerekir. Yazd�klar�mla “kabullenme”yi önermiyorum; aksine yüzle�menin
üzerine giderek bir öfke, bir itiraz yaratmay� hayal ediyorum
Dostum, senin mantık yürütme biçimin fikirlerinkadar yanlış. Lütfen biraz daha doğru dayanaklarlakonuş ya da bırak şurada huzur içinde öleyim. Ya-ratıcı sözünden ne anlıyorsun sen, bozulmuş doğaderken ne demek istiyorsun?
a)
b)
c)
d)
e)
Spinoza - Ethica
Paul Ricoeur - Hafıza, Tarih, Unutuş
Herman Hesse - Boncuk Oyunu
Philippe Djian - Erojen Bölge
Marquis de Sade -
a)
b)
c)
d)
e)
Bella Habip - Kuram ile Klinik Buluşunca
Eugenio Borgna - Ruhun Yalnızlığı
Taylan Altuğ - Son Bakışta Sanat
Pascal Bonitzer - Bakış ve Ses
Paul Ricoeur - Yoruma Dair Freud ve Felsefe
a)
b)
c)
d)
e)
Georges Perec - Paralı Asker
Jonathan Franzen - Özgürlük
Tom Robbins - Parfümün Dansı
Elliot Engel - Oscar Nasıl Wilde Oldu
Elias Canetti - Soylu Sınıfın Sonbaharı
Bu haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(e) 2-(b) 3-(c)
GE
ÇE
N H
AFTA
NIN
ÇÖ
ZÜ
MÜ
GE
ÇE
N H
AFTA
NIN
ÇÖ
ZÜ
MÜ
1Tecrit şeklinde olmayan yalnızlık, hayatın mihenktaşlarından biridir ve her yalnızlık deneyiminin, ken-disine has zamansal bir açılımı vardır: Bu yalnızlıkherhalükarda gelecek zamana, istikbale, bekleyiş-lere ve umuda açıktır.
2Pancardan almamız gereken esas ders şudur:
İnsan, yanağındaki ilahi renge, içindeki doğal pem-peliğe sarılmalı; yoksa kahverengiye dönüşür. Kah-verengi olmak da, insanın masmavi keskinliğininresmidir. Çivit kadar mavi. Onun da ne anlama gel-diğini bilirsiniz.Çivit. Çivitiyor. Çivitti.
3Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?