YILMAZ ERDOAN YAZDI YILMAZ ERDOAN YAZDI Sevgili Rütü ve Mediha… Sevgili Rütü ve Mediha… Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP 22 Şubat 2013 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 52 . Aydınlık GEÇEN HAFTA en az 63,635 OKURA ULAŞTIK TURNALAR BİRLİKTE UÇAR Rüştü Onur’un mektupları, şiirleri ve fotoğrafları
24
Embed
GEÇEN HAFTA en az KITAP Aydınlık YILMAZ ERDOANBeğeneceğinizi umut ediyoruz. HALDUN ÇUBUKÇU İÇİNDEKİLER Haftanın Portresi: Stefan Zweig s. 4 ... Kore, Rusya, Ukrayna, İran,
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
YILMAZERDO�ANYAZDI
YILMAZERDO�ANYAZDI
SevgiliRü�tü veMediha…
SevgiliRü�tü veMediha…
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
KITAP22 Şubat 2013 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 52
.AydınlıkGEÇEN HAFTA en az 63,635 OKURA ULAŞTIK
TURNALAR BİRLİKTE UÇAR
Rüştü Onur’un mektupları, şiirleri ve fotoğrafları
22 �UBAT 2013 CUMA 3Aydınlık KİTAP
Hani, “Önce ekmekler bozuldu sonra her şey,”demişti ya büyük usta Oktay Akbal, aslında bo-zulanın insan olduğunu gösterme eylemini, ya-şamak için hava ve su kadar gereksindiğimizüçüncü nesnenin imgesi üzerinden kurmuştu.
Bir yerde bozulma varsa orada çirkinlikvardır ve çirkinlik gericiliktir.
Akbal’ın öykülerine konu olan günler sıkın-tı ve yokluk günleriydi. Yerkürenin tanık oldu-ğu en büyük savaş vardı. Bütün dünya bozul-muştu. İnsanlar çirkinleşmişti ve en korkunç çir-kinlik büyük insanlığın üzerine faşizm halindeçullanıyordu.
Türkiye savaş dışı kalmaya çabalıyordu niceakıl almaz zorluk ve baskı içinde. İsmet İnönübütün bedelleri yükleniyordu, nice savaşlar-dan, nice kandan, ateşten, dumandan çıkıp gel-
miş sahici sa-vaşçıların, sa-vaşın ne me-nem şey oldu-ğunu geriyekalan herkes-ten çok dahaiyi bildikleriüzere…
Bu yoksulama onurlu
ülke sıtma, trahom, cüzzamla mücadeleninbaşarılı bir evresinde savaş dışı kalma ve sava-şa hazırlanmanın maliyetini ödüyordu. Verem,yokluk, sıkıntı, darlık günlerinde tırpanını des-tursuz sallıyordu. Çirkinlik güzelliği yiyordu…Faşizm mikrobu bütün mikroplardan dahatehlikeli ve öldürücüydü. Mikropların en çirki-niydi.
Yoksul hastalığıydı verem, içkiye, sigaraya dagelemiyordu. Ama valinin kızı da aynı illetten öle-biliyordu. O günlerde Zonguldaklı gencecik şa-irler, edebiyatçılar peş peşe bu sayrılıktan gittiler.Daha başka kimler… Şiirleri kaldı, mektupla-rı kaldı, kitaplar halini aldı. Yaşamları filme konuoldu.
Kapağımız: Rüştü Onur’un, eşi Mediha Ha-nım’a duyduğu aşkın yadigarı olan bir kitap.
"Mektupların Avcumda". Şiir, fotoğraf ve mek-tuplardan oluşan bu kitapla, film aynı zamanadenk geldi. Yılmaz Erdoğan yönetti. "KelebeğinRüyası." Umarız güzelliklerde buluşurlar.
Çirkinlik… O günlerde kazanamadı. Başı-nı Sovyetler Birliği’nin, Çin halkının çektiği veen büyük bedellerini ödediği direniş, yani güzellikon milyonlarca kurban pahasına zafer kazan-dı. Faşizme ve emperyalizme karşı savaşan in-sanlığın güzelliğiydi dünyayı belirleyen… Bu-günler…
Bugünlerde de çirkinliğin görülmemiş ölçü-de ve taktiklerle, küresel saldırısı karşısında buülke, bu vatan, bu millet tarihinin en ağır bede-lini ödemekle karşı karşıya. Yok olmakla var ol-mak arasında, çirkinlikle güzellik arasında en ke-sin ve dönülmez seçimini yapacak.
Kitap, edebiyat, bilim, sanat, entelektüeldünya, ilişkileri, ürünleri bunun dışında mı?
çaba harcayanımız… 1990 İstanbul doğumlu.Kocaeli Anadolu Lisesi’nden 2008’de mezunoldu, aynı yıl İstanbul Üniversitesi İktisat Fa-kültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bö-lümü’nü kazandı. Öğrenciliğin ilk senelerinde yazaylarında bahçe sinemaları düzenlemekten tu-tun da bulaşıkçılığa kadar pek çok işte çalıştı.Üniversitenin son senesinde “öğrenci akbilini kay-betmemek için” Açıköğretim Fakültesi, Medyave İletişim Bölümü’ne kaydoldu. İngilizce bili-yor. Üniversite 4. sınıftayken Aydınlık Kitap ekin-de çalışmaya başladı.
� � �Bu sayımızla yoğun emekle, sizlere layık ol-
mak çabasıyla dolu bir yıl geçmiş oluyor. Gele-cek sayımızda yepyeni bir görünüm, üzerine dahada koymuş bir içerikle karşınızda olacağız. Ala-bildiğine her yeri kaplayan çirkinliğe karşı dahagüzel karşı koymak için… Beğeneceğinizi umutediyoruz.
Orta halli insanımızın içtenlikli, sesi:Behçet Necatigil
Çoklarından düşüyor da
bunca
Görmüyor gelip geçenler
Eğilip alıyorum
Solgun bir gül oluyor
dokununca.
Ya büyük şehirlerin birinde
Geziniyor kalabalık
duraklarda
Ya yurdun uzak bir yerinde
Kahve, otel köşesinde
Nereye gitse bu akşam vakti
Ellerini ceplerine sokuyor
Sigaralar, kâğıtlar
Arasından kayıyor usulca
Eğilip alıyorum, kimse
olmuyor
Solgun bir gül oluyor
dokununca
...
solgun bir gül oluyor
dokununca
Solgun Bir Gül Oluyor Dokununca
Behçet NecatigilYapı Kredi Yayınları, 96 s.
Bir tablete yüzlerce, hatta binlerce kitab� s��d�r�yor, tonlarca yer ve toz tutan kütüphaneleri tertemiz bir�ekilde çantan�za at�yorsunuz. Bu da demek oluyor ki, art�k ciltli kitap da son ça��n� ya��yor
“Unutulmuş Adanın Kararsız Seç-
meni”, Newyorklu ‘Newyork’ yazarı Art-
hur Nersesian’ın yedinci romanı. İlk
romanı “The Fuck Up” ile yeraltı (ede-
biyat!) dünyasında büyük bir etki yapan
ve Irvine Welsh’in “Trainspotting”i ile kı-
yaslanan yazar “Unutulmuş Adanın Ka-
rarsız Seçmeni” ile hem yedinci roma-
nına imza atıyor hem de “Five books of
Moses” (Musa’nın beş kitabı) serisinin
ilk kitabına. Kitap, sosyo-politik bilim-
kurgu türünde yazıldığından yazarın,
önceki romanlarından daha farklı su-
larda yüzdüğü söylenebilir. Kitaba yö-
nelik temel eleştiri de çıkış noktası da
Nersesian’ın kendi cümlelerinde:
“Bu Amerika değildi, herhangi bir za-
man diliminde, herhangi bir
zaman diliminde kurgulan-
mış değildi. Hikâye çok ser-
best yüzüyordu ve kitapla il-
gili sorun da buydu. Ben Er-
meniyim ve farklı kültürden
bir ev sahibinin merhametine
kalmış bir grubun üyesi ola-
rak, bunu diğer ülkelerde ve
diğer insanlarda da gördüm,
Amerika’daki Kızılderililer ve
diğer alt grupları, etnik ya da
cinsel baskı görmüş diğer alt
gruplar gibi; ana fikir; sadece
bir grubun izolasyonu ve ken-
di içinde yalnızlaşması konu-
sunda çalışmaktı.”
ÇÖLÜN ORTASINDAH�ÇL�K ÜLKES�
Romanda zaman alışılagel-
dik çizgisinde yürümüyor. Kah-
ramanımız Uli kendisini hem tanıdık
hem de çok yabancı gelen bir New-
york’ta, Nevada çölünün ortasında di-
zayn edilmiş “ilk kurtarılmış şehir”de
buluyor. Kafasında sürekli dönen bir sui-
kast planından başka, ne kim olduğunu,
ne nerede olduğunu, ne de kendisine ya-
pılan bu hipnozun neye hizmet ettiğini
biliyor.
1980’lerin Newyork’unda bombala-
rın patlamasıyla yaşanmaz hale gelen
şehrin özellikle belli kısımlarında yaşa-
yan halk, Nevada çölünde Vietnam sa-
vaşından sonra askeri üs olarak inşa edil-
miş bir bölgeye, Newyork’un çirkin, ka-
ranlık, dejenere şehrine yerleştirilir ve
her şey yoluna girdiğinde geri dönecek-
leri söylenir. Fakat zamanla şehre şüp-
heli suç veya siyasi geçmişleri olanlar bir
daha dönmemecesine gönderilir. Şehrin
kaynakları sınırlıdır; insan doğası da
nitekim... Kahramanımız Uli, bir yandan
bu şehirde neler olduğunu anlamaya ça-
lışırken bir yandan da dış dünya ile bu
dünyanın bağlantısını aramaya çalış-
maktadır. Roman boyu Uli’nin kim ol-
duğu, bu tuhaf şehre geliş nedeni, bu şe-
hir ve içindeki insanların hikâyeleri çö-
zülmeye çalışılacaktır.
BA�IBO� MET�NRoman karışık, çok karışık. Zaman,
olaylar, gerçekte ortaya çıkmamış so-
nuçlar, tarihsel sap-
tırmalar, Ermeni
Yürüyüşü, New-
york’ta patlayan
bombalar, çölün or-
tasında bir hiçlik
ülkesi, politik oyun-
lar, şehrin dışına
nakledilen alt sı-
nıflar ve bir çöle
sürülen sorgulana-
bilir geçmişe sa-
hip bireyler, afet
mağdurları... An-
latılmak istenen-
den ziyade anla-
şılmak istenenin
ötesini vermeye-
cek bir kargaşa...
Öyle ki Dan Co-
xon’un roman
hakkındaki şu
cümlesine katılmamak işten değil: “
‘Unutulmuş Adanın Kararsız Seçmeni’
filozofik ve politik bir eser olarak başa-
rılı fakat bir roman olarak değil”. Belki
serinin ilk kitabı olması dolayısıyla ro-
mandaki kargaşa sonraki kitaplarla çö-
zülebilir fakat tek başına önü arkası
açık, başıboş bırakılmış bir metin hissi
uyandırıyor.
Bundan önceki romanları ile yeraltı
edebiyat dünyasında çok ses getiren ya-
zar, kendi alışıldık rutinlerinin ve ka-
rakterlerinin dışına çıkarak farklı bir tür
denemiş fakat bu romanıyla benzer bir
ilgi çekeceği kuşkulu.
7Aydınlık KİTAP
Belki serinin ilk kitab� olmas� dolay�s�yla romandakikarga�a sonraki kitaplarla çözülebilir fakat tek
ba��na önü arkas� aç�k, ba��bo� b�rak�lm�� bir metin hissi uyand�r�yor
Dil felsefesinin ve dilbilimin anahtar kavramlar� netle�tirilemeden, Türkçe kar��l�klar� aç�k bir�ekilde ortaya konulmadan ilerleyen eser, içeri�i yal�nla�t�rmada ba�ar�s�z kal�yor
50 Soruda Dil Felsefesi
Atakan Altınörs
Bilim ve Gelecek Kitaplığı, 208 s.
22 �UBAT 2013 CUMA 9Aydınlık KİTAPBABİL BALIĞI
“Bir kafesin içinde dünyaya gelen
kuşlar, uçmanın bir hastalık olduğunu
düşünür.” – Alejandro JodorowskyGeride bıraktığımız ay içerisinde
“Acı Türkücü” bir ilk kitap, 1981 Aka-demi Kitabevi Şiir Birincilik Ödülü ka-zandırıyor sana. Genç bir şairsin ve zor birödülü kazanıyor, şiirin devlerinden övgüleralıyorsun. Seni o yaşta iyi şiirler yazmayayönelten birikimi nereden, nasıl aldığını an-latmanı isterim.
“Acı Türkücü”deki şiirler 12 Eylül ön-
cesinin karanlık, kaygılı, ölümcül yıllarında
yazıldı. O dönemin olaylarının içinde yaşa-
dım, gençlik örgütlerinde görev aldım ve
bunları yaparken şiirin içinden hiç çıkma-
dım. Çok iddialıydım, şiirlerim yayınlanın-
ca hemen farkedilsin istiyordum. Acele et-
medim. Kitap değil yapıt olsun istedim. Bir
de Türk şiiri, dünya şiiri dönemlerinden ve
kuramlarından haberdardım. Bütün bu
sonradan kazanılanları, çocukluktan beri ka-
zandığım derin dünyanın içinde düşünün-
ce belli bir birikimden söz edebiliriz.
ME�ELER�N KALP ATI�LARI “Acı Türkücü”de doğduğun, yaşadığın
yörenin belirgin izleri var. Bu; sadece doğaolarak, dağ, deniz, yağmur, bitki örtüsü ola-rak değil, “İnsan Manzaraları” açısındanda öne çıkıyor. Kitapta “Ben böyle ölümleriyazmak ister miydim hiç… Böyle şiirleri…”diyorsun peki bu şiirleri sana yazdıran neoldu?
Şu “insan manzaraları” de-
diğin var ya, işte benim için en
önemli, en büyülü söz. Sanat ta-
rihi doğrudan bir insan manza-
raları değil midir? Doğanın fış-
kırdığı, insanların dayanışma
içinde hayat mücadelesi verdiği
kalabalık bir evde geçti ilk ço-
cukluğum. Gülüşmeler, bağırtı-
lar, ağıtlar, sövgüler, dualar, tür-
küler, fısıltılar yayılan büyük bir
ev. Annem fındıklıklarda türkü
söylerdi. Tepelerdeki evlerden
duyulurmuş sesi: “Kıymet yine
türkü söylüyor!” der, oturup din-
lerlermiş. İnsanlar ile karayemişlerin, mısır
tarlalarının, dolunayla komar çiçeklerinin
arasında her mevsim, doğrudan bağlar var-
dı. Meşelerin kalp atışıyla bizimki birdi, ay-
nıydı. Her ikisi de coşkundu… Benim ku-
lağımda kemençe ezgileri olduğu kadar
“yurttan sesler” de vardı. Ölüm için değil,
yaşam için çınılanırdı her şey. Ama ben, olur
olmaz ağlardım da. “Acı Türkücü”deki
ölümlerin hepsi de yan yana yürüdüğüm
devrimci arkadaşlarımın, mezara kollarım-
da indirdiğim kardeşlerimin sesli resimle-
ridir.
Cemal Süreya’nın ünlü “Folklor şiiredüşman” sözünden hareket edersek, dil an-lam, anlatım, insan ve folklor çerçevesindeyöresel “türkü”ler söylüyorsun kitapta. Oyıllardan bugüne Hüseyin Haydar’ın şiirindeesen rüzgârla ilgili neler söylemek istersin?
Türküler başlı başına tarihsel bir yük-
sekokul. Modern şairin türkülerde akıl-
lanması, delilenmesi sonra arınıp temiz-
lenmesi gerekir. Bir nevi kırklanmak gibi.
Şair bu aşamadan geçecek. Cemal Süre-
ya’nin sözü bir tuzağa işaret ediyor. “Halk-
bilimi yapıtlarının özgül ağır-
lığı o kadar yoğundur ki sizi
kendine çeker, edilginleşti-
rir,” demek istiyor olabilir!
Acı Türkücü, türküleri bilip
söyleyip sonra onları unutan
ve dönüp kendi türküsünü
söylemeyi deneyen şairin
kitabıdır. Bugün şiirimde
hangi rüzgar esiyorsa, bu-
nun esintileri kırk yıl önce-
sinden havalanmıştır. Tu-
tarlıdır. Bağlandığım da-
marın dışına hiç çıkma-
dım, ama arayışı da elden
bırakmadım.
Hüseyin Haydar’ı “ZorGünlerin Şiirleri”nde bir savunman, birmuhalif, bir tutanakçı, ülkenin nabzınıtutan bir şair olarak görüyoruz. Günlükolayların yaşanılan baskıların, siyasal da-yatmaların karşısında onca insana sahipçıkma bilincini geliştiriyorsun. Şiirlerindenhareket ederek şairin toplumsal görevini ye-niden tanımlayabilir misin?
Özdemir İnce bir televizyon progra-
mında buna vurgu yaptı. “Hüseyin Haydar,
bu şiirleri bütün şairler adına, bizim adımıza
yazıyor,” dedi. Sağolsun. Bu söz, usta bir şai-
rin yüce gönüllü duruşunu gösterir. Olayların
ortasındaysanız orada size de bir görev
düşer. Doktor, mühendis, siyasetçi, hukuk-
çu, işçi, çiftçi vs. ya da şair. Doktor nasıl ya-
ralının yanını koşuyorsa, şair de aynı hızla
yaralının başında olmalıdır.
MESELE HANG� POL�T�KA Şair politikanın neresinde olmalıdır?
Şairler diğer sanatçılar gibi durmaksızın
kendi dillerinde ideoloji üretir. Yani sanatın
kendi kuralları, estetik zorunlulukları içinde.
İdeoloji yoksa politika da yoktur. İdeoloji ka-
rışıksa politika karmakarışıktır. Politikalar bel-
li ideolojilerin uygulayım alanlarıdır. Mese-
le politik olmanın ötesinde, “hangi politika”
meselesidir. Sanat yapıtları kafaları karıştır-
mak için değil, bellekleri canlandırmak için
ortaya konulur. Şair, ideolojik ve politik do-
nanımıyla, toplumsal mücadelenin hedefine
yönelik mevzilenir… Engels bir eleştiri mek-
tubunda şöyle diyor: “Tragedyanın babası
Aiskhylos ve komedyanın babası Aristofones,
ikisi de, çok partizan şairlerdi. Dante ve Cer-
vantes de partizanlıkta onlardan geri kal-
mamışlardır.” Politikanın yani siyasetin sa-
vaşla süren bir mücadele biçimi olduğu dü-
şünülürse şiir, bütün süreçlerde onunla aynı
süreci paylaşmıştır.
Güncelin şiirini yazarken şairi bekleyentuzaklar nelerdir? Sen bu konuda neyi, na-sıl yapıyorsun?
Şiiri bir enerji patlaması olarak düşü-
nürsek, benim için o etkin “üç faz”dan olu-
şur. Bu “üç faz” bir araya geldiğinde sana-
tın güneşi parlar, tuzaklar bozulur. Nedir
bunlar? 1- Kişisellik, 2- Yersellik, 3- Ev-
rensellik. Bu unsurlar birbirinin önüne geç-
meden, bir arada iç içe geçerek birbirini ta-
mamlayarak şiiri başarıya ulaştırır, şiire
dayanıklılık kazandırır. Kişisel olan bizim algı
ve tepkilerimizin toplamıdır. İçinde yaşa-
dığımız, bireyi olduğumuz toplumsal ger-
çeklik içinde şair, bütün ağırlığıyla üstünde
diklendiği toprağın ekonomik, kültürel,
sosyal, siyasal vs. yer çekimine bağlıdır.
Sonra da insanlığın evrensel değerlerine (acı,
hüzün, sevinç, korku, sevgi, fedakarlık,
adanma vb.) bağlıdır. “Acı” duygusunu ele
alırsak, bu duygunun önce kişisel olarak gün-
celin içinde yaşanması zorunludur. Ardın-
dan kişisel duygunun yerel karakterinin ve
evrensel (insanlığa ait) boyutunun olması ge-
rekir.
BUGÜNÜ BEL�RLEYEN TAR�H “Doğu Tabletleri” tarihe uzun uzun
gönderme yapıyor. Bu kitabı yazarken“ders”ine nasıl çalıştın?
“Acı Türkücü”den başlayarak ben ne
yazdıysam, büyük ölçüde olgusal durumlar
üzerine yazdım. Bu olgulara kendi kişisel ya-
şamımdaki olaylardan ulaştım. “Doğu Tab-
letleri”nde olgulaşan sorunsal, insanlığın, ya-
şadığım çağda, yaşadığım toplumda, algı-
layabildiğim coğrafyadaki özgün mücade-
lesinin tarihsel gereğidir. Geçmiş, bütün ola-
naklarıyla bugün için vardır. Tarih “bugün”
işe yararsa tarihtir. Bugüne (sonsuz bugü-
ne) müdahale etmeyen tarih “bilgisi” beni
ilgilendirmiyor. Çözüm masasını tarihin
içine kuruyor, bütün ataları oraya katkı yap-
maya davet ediyorum. Hiçbiri “işim var ge-
lemem!” demiyor.
Şiirinde “Türklük” bilinci tarihsel kö-kenlerinden itibaren irdelenirken Doğuve Ortadoğu’daki halklara da selam gön-deriliyor. Şiirlerindeki kurgu bir yana,seçtiğin sözcükler okur için imge tufanı ya-ratıyor. Biçime özü doldururken gözettiğingerçek ne oldu?
Nazım Hikmet şöyle diyor: “Ben bir in-
san, / ben Türk şairi Nazım Hikmet ben /
tepeden tırnağa iman / tepeden tırnağa kav-
ga, hasret ve ümitten ibaret ben.” Ben de
aynı yüksek bilinçle, Türk şairi olarak
kendimi ortaya koyuyorum. Bunu yapar-
ken, yaşadığım dönemin, insanlık isyanının
merkezinde olmak istiyorum. O merkez-
de bir örgüt var. Sanki onlar yıllarca benim
için çalışmışlar ve sanki ben yıllarca onlar
için çalışmışım. Buluşmuşuz. İsyanın bey-
nine sökün eden söz varlıklarını ayırım yap-
madan, hurafeye kapılmadan bağrıma ba-
sıyorum. Yeni bir gerçeklik gözettiğimi söy-
lesem fazla mı ileri gitmiş olurum... Ancak,
benden önceki büyük şairlerin ruhları et-
rafımda dolaşır çoğu zaman ve garip, bü-
yülü bir gözaltı yaşarım. Sonra onlar kay-
bolur, kendime geldiğimde neredeyse on-
ları unuturum ve ataların yüzünü kara çı-
karmayacak imgeler ararım. Yeni bir bi-
reşim, yeni bir gerçeklik biçimidir belki de
ardına takıldığım.
AHMET ÖZER
22 �UBAT 2013 CUMA10 Aydınlık KİTAP
Sözcükleriyle imge tufanlarıyaratan şair: Hüseyin Haydar
Acı TürkücüAl gökyüzü sakla bu anıları
Hüseyin Haydar
Kaynak Yayınları 88 s.
Hüseyin Haydar ve Ahmet Özer
“Keşke bizler de, bugüne kadar kör
bir kurşunla veya hain bir mayınla şehit
düşseydik de, bu günleri görmeseydik. Ne
çare ki; kaderde bunları yaşamak da var-
mış…”
Ergenekon, Odatv ve Balyoz davala-
rı tutuklularının külliyatına yeni bir eser
daha eklendi. Balyoz davasından Has-
dal’da tutuklu bulunan ve 16 yıl hapis ce-
zasına çarptırılan Kurmay Albay İkrami
Özturan, hukuksuzlukları, tanıklıkları
kısacası bütün yargılanma sürecinde ya-
şadıklarını bir kitapta topladı. Kitabının
adını “akrostiş tekniği”nden ya-
rarlanarak oluşturmuş; “El-
birliğiyle Vatanında Esir
Düşürülen Askerler” yani
ELVEDA.
Hikâyesini ise şöyle an-
latıyor:
“Tutuklandıktan bir ay
sonra, Hasdal Cezaevi avlu-
sunda volta atarken, o gün-
kü durumumuzu özetlemek
için benzer sözcükler ifade
etmiştim. Durumumuzdan
bahsederken, biraz da kız-
gınlıkla olsa gerek!”.
SAVCININ YÜZEOKUYAMADI�IKARAR
Kitabın yazımına, topluca tutuklan-
dıkları 11 Şubat 2011 günü Silivri mah-
keme salonunda başlamış Özturan ve ka-
rarın açıklandığı 21 Eylül 2012 günü ta-
mamlamış.
Bir yandan yaşanan süreci anlatırken
diğer yandan da kendisi gibi esir düşen
bazı subaylarla yaptığı röportajlara yer ve-
riyor. Jandarma Kurmay Albay Mustafa
Önsel, Kurmay Albay Cengiz Köylü,
Deniz Piyade Kurmay Albay Mücahit
Erakyol, Piyade Kurmay Albay A. Rıza
Sözen ve tutuklandığı günden beri kim-
seye röportaj vermeyen Orgeneral Bilgin
Balanlı. Balanlı Özturan’a verdiği rö-
portajın bir bölümünde şunları söylüyor:
“Savcı tutuklama talebiyle mahke-
meye sevk kararını yüzüme karşı söyle-
medi. Böyle bir hukuksuzluğun ve hak-
sızlığın mağdur edilen insanların yüzüne
karşı ifadesi çok zor olsa gerek. Kâtibi va-
sıtasıyla avukatlarıma haber göndererek
kararı iletti.”
Bunun dışında Yeni Akit yazarı Ab-
durrahman Dilipak’a yazdığı ancak, yol-
lamadığı mektubu da yayınlamış Özturan.
HASDAL MÜZ�K GRUBUİlginç çeşitli istatistiksel bilgiler ve-
riliyor kitapta. Balyoz’a giden süreç
2001-2010 ve 2010-2011 olmak üzere iki
bölümde günü gününe aktarılıp, gözler
önüne seriliyor. Sanıkların sayısı, statü-
leri, rütbe dağılımı, görevleri vb. aktarı-
lırken; darbederler, hukuk gazileri de an-
latılıyor.
Günlük yaşama ilişkin
bazı ayrıntılara da değiniyor
Özturan. Zamanı nasıl ge-
çirdikleri sorusuna yanıt
veriyor. Tutukluları spor-
cular, kitap kurtları ve aka-
demisyenler, ehli keyifler
diye üç ana grupta toplu-
yor. Ve müzisyenler… Gi-
tar, klavye, bağlama, sak-
safon, akordeon, yan flüt,
ney, ud gibi enstrüman-
lardan oluşan Hasdal
Müzik Grubu…
Teğmen M. Ali Çele-
bi’nin tahliye edildiği
günü ise “150 kişi onu
heyecan, sevinç, gurur
ve dualarla uğurladı. Duygulananları
görünce ‘O Hasdal’ın rütbece en küçük
ama yüreği en büyük tutuklusudur’ de-
dim” sözleriyle anlatıyor.
Bazı bölümlerine değinmeye çalıştı-
ğımız kitabı için “Hasdal Dam Üniver-
sitesi’nde halen tahsil görmekte olan
çaylak bir öğrencinin ilk denemesidir” di-
yor İkrami Özturan.
Bana sorarsanız bu “çaylak öğren-
ci”nin doktora tezi kıvamında, ama bir
solukta okunup bitirilen kitabını mutla-
ka okumalısınız.
*16. yüzyıl sonlarında Fransız ve Yu-nan yazarlar tarafından kullanılan ve or-jinali “acrostic” olan bu teknik kelimele-rin baş veya son harflerinden yararlana-rak, başka anlamlı bir kelime üretmek esa-sına dayanıyor.
Rüştü Onur, 22 yaşındaveremden ölürken büyükolasılıkla böylesianımsanacağını hiçdüşünmemişti. SalahBirsel’in, Rüştü Onur’unşiirlerini kitap halinegetirmesinin ardındanşimdi de mektupları, elyazısı şiirleri, özelfotoğrafları gibi pek çokbelgenin bulunduğu önemliçalışması “BilinmeyenMektupları ve Şiirleri-Mektubun Avcumda”Kaynak Yayınları ilk kez biraraya getiriyor. Hoş birrastlantıylaYılmazErdoğan’ın son filmininRüştü Onur’un kısacıkhayatı ve Mediha’ya olanderin aşkını anlattığı“Kelebeğin Rüyası” da butabloyu tamamlıyor. Yılmaz Erdoğan’ın kitabayazdığı önsözü sizlerlepaylaşıyoruz.
22 �UBAT 2013 CUMA Aydınlık KİTAP12 KAPAK
Rüştü Onur, genç ölümüyle 1940’la-
rın başından bu yana Türk şiir dünyası-
nın ilgi alanı içinde olmuştur. Arkadaş-
ları Salâh Birsel, Necati Cumalı, Oktay
Rifat ve gene kendisi gibi genç ölen Zon-
guldaklı arkadaşları Muzaffer Tayyip
Uslu, Kemal Uluser ve gene Zongul-
dak’tan edebiyat öğretmeni ve şair ar-
kadaşı olan Behçet Necatigil, onu ede-
biyatın gündeminde tutmuşlardır hep.
Şair, oyuncu, yönetmen Yılmaz Erdoğan
“Kelebeğin Rüyası”yla Rüştü Onur’u bir
kez daha gündeme getirmiştir.
Salâh Birsel’in Rüştü Onur için “1940
yılında Rüştü’yü tanıdığım vakit o, şiir
devleriyle olan savaşına çoktan başla-
mıştı. Yenilmemek için elden geleni ya-
pıyor, şiirin sırtını yere getirmek için sağ-
lığını bile savaş meydanına sürmekten çe-
kinmiyordu,” diye yazar.
S. Birsel’le pek çok şeyi paylaşmıştır
ama, önce şiiri! Yenilikleri anlama, sez-
me konusunda yetenekli bir gençtir
Rüştü. Has şairlerin hepsinde vardır
bu.
“Mektubunuzu ve Orhan Veli’nin
“Garip” adlı eserini aldım. Bugün benim
için bayram oldu. “Garip” çok güzel. O,
benim kitabım oldu. Ve
ben onu parasız herkese
dağıtmak gibi bir his du-
yuyorum. Bir gün li-
manda ve istasyonda ku-
cağımda bir yığın “Ga-
rip” olduğu halde bekle-
sem. Ve yeni çıkan yol-
culara, bu şehrin insanla-
rını tanımaları için birer
tane versem. Ondan her-
kes de olsa. (…) Evet ar-
tık ben Garip’im. Süley-
man Efendi’yle akrabalı-
ğımız anadan geliyor,” diye
yazar Salâh Birsel’e.
FEDA�LERMANGASI
Benim asıl söylemek is-
tediğim, Rüştü Onur’un
genç ölümüyle yarım kalan şarkısı üze-
rinedir. Yetenekli, atılgan ve içli bu ruh-
la, çok daha derinlikli ve toplumsal izlekli
şiirler yazabilirdi. Ruhunda, zihninde var
olanı bütünüyle açmaya ömrü yetme-
miştir. Yirmi iki yıllık ömrünün üç-beş yılı
zaten hastalıkla pençeleşerek geçmiş;
sevdiği kızla evliliği bile, eşinin ölü-
müyle erkenden bitmiş ve kendisi de pe-
şinden ölmüştür!
1940’lar bütün bir
dünya için olduğu ka-
dar Türkiye için de
önemli yıllardır. Alman
faşizmi, doğusu-batısı,
kuzeyi-güneyiyle kıta
Avrupa’sını kasıp ka-
vurmakta; insanlık İlk-
çağ’dan bu yana gör-
düğü vahşetin en ağı-
rını yaşamaktadır.
Türkiye bu savaşın dı-
şında görünse de, Hit-
ler (Führer) orduları
Yunanistan’a çoktan
inmiş, Balkanlar’ı
çoktan pençesine al-
mış ve Edirne sınırı-
na kadar dayanmış-
tır. Genç Cumhuri-
yet, cepheye asker sürme-
mişse de yorgun ve yoksuldur. Birinci
Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmış bir
halk, Batılı akbabalar tarafından pa-
ramparça edilmiş bir ülke. İşte bu nok-
tada “Kurtuluş Savaşı” başlamıştır. Yok-
sul ve yorgun Anadolu çocukları yeni ve
daha çetin bir savaşın çağrısını ruhla-
rında, zihinlerinde duymuşlardır. “Cum-
huriyet” külünden doğan bir ‘anka’dır!
Genç Cumhuriyet’in şairleri, yazarları,
dünyada olup bitenin içindedirler. Nâzım
Hikmet şiirlerinde bütün alanlarıyla iş-
lemiştir İkinci Dünya Savaşı’nı örneğin.
Yeniden Rüştü Onur’a dönecek olur-
sak: 1940 kuşağı geniş bir yelpazedir.
Türk şiirinde bir yanda Garip (Birinci
Yeni), öbür yanda, toplumcu, devrimci
şairler topluluğu. Attila İlhan’ın “Fe-
dailer Mangası”, Mehmed Kemal’in
“Acılı Kuşak” dediği şairler. Enver Gök-
çe, Ahmet Arif, Niyazi Akıncıoğlu, At-
tila İlhan, Arif Damar, Şükran Kurdakul
ve elbette Rıfat Ilgaz, A.Kadir, Hasan
Hüseyin.
Rüştü Onur, Salâh Birsel’e yazdığı
mektupta, “Süleyman Efendiyle akra-
balığımız anadan geliyor” derken, ken-
di dışında olup bitene de baktığını du-
yurur bize. “Dört Yol Ağzı” adlı şiiri
önemlidir. Bu şiir bende her şiirinden
daha fazla burukluk bırakır:
“Dört yol ağzına oturmuşumMektup yazıyorum isteyene.İnce belli bir kapatma, Hovardalığından şikâyetçi dostunun.Sarışın bir kadın,Mektup bekliyor askerdeki kocasından.İşçi karısından şikâyetçiGarson patronundan.Ve bütün insanlarınderdi bana düşüyor
LEYLA �AH�N
Turnalar birlikte uçarEŞİ MEDİHA HANIM’A YAZDIĞI MEKTUPLARI VE ŞİİRLERİ İLE “RÜŞTÜ ONUR”
Mektubun Avcumda
Hazırlayanlar: Leyla Şahinİbrahim Tığ
Kaynak Yayınları
14 Şubat 2013 (tarihe bak sen!)Sevgili Rüştü ve Mediha…
Sizinle yedi yıl önce başlayanöykümüz şimdi bir film oldu veben size bu mektubu filmin ga-lasından bir hafta önce -bir lap-top bolluğu içinde- yazıyorum.
Mektuplara ve şiirlere sığdı-rılmış kısa ömrünüz ve büyükaşkınız için yapılan bu filmde ça-lışan tüm arkadaşlarımın sizeçok selamı var. (Bilhassa Farah ileMert’in tabii)
Siz ve biz artık ebediyen ak-rabayız.
Ben bir senarist olarak, ger-çeğin tamamının anlatılamaya-cağını bilerek, “başınıza gelenle-ri” araştırarak ama daha çok ru-hunuzun başına gelenlere odak-lanarak yedi yıl geçirdim. (Bu ara-da öykünüzün “çarpıttığım” bö-lümleri için beni anladığınızı ve
bağışladığınızı biliyorum.)
Şimdi mektuplarınızın kita-plaştığını görmek, sizin ulaşmakistediğiniz insanlara ulaşmanızasebep olmak, bütün bunlar çokgurur verici ama daha da önem-lisi biz, yani bütün film ekibi
… size âşık olduk.
Muzaffer ve Suzan’ın (ve tabiiBehçet Hoca’nın) tanıklığındamaceranızı ve aşkınızı anlatır-ken size sevdalandık, aşkınızaâşık olduk.
Şimdi gerçek öykünüzü öğ-rendikten ve bir düş bahçesindeyeniden yaşadıktan sonra hepimizşapkamızın altında sessiz ve ağ-lamaklıyız.
Sizin hüznünüz bizi ağlatıyorama üzmüyor.
Umutlu bir keder.
Pamukçukların ve şehirlerinkıymetini hatırlayan bir keder.
Belki de siz-den özür diliyo-ruz bu film yo-luyla.
Mektubumason verirken Ke-lebeğin Rüyasıfilmini de, genççiftimize çok ge-cikmiş bir düğünhediyesi olarakkabul etmenizidiliyorum.
Sizi seviyo-rum.
Sizi çok sevi-yorum.
Arkadaşınız Yılmaz…Önemli Not: Sevgili Muzaffer’e de çok çok
selam ediyor, bu vesileyle üçü-nüzü de yeniden kucaklıyoruz.
“Kelebeğin Rüyası Film Eki-bi”
Ve tabii Behçet Hocamızada…
Usta’ya söyleyin; hâlâ solgunbir gül oluyor, dokununca.
Saygılarımla
KAPAK Aydınlık KİTAP 22 �UBAT 2013 CUMA 13
Akşam olunca…”
Bu şiiri yirmi yaşında yazan bir
şair, şiirini daha başka yerlere ta-
şıyabilirdi. “Kenar Dilberi”
adlı öyküsüne bir göz ata-
lım:
“Onu seviyordum,
ama sadece seviyor-
dum. O bunun farkına
vardığı gün boynuma
sarılmış beni “öpmüş-
tü” Kedi gibi sokul-
muştu bana. O zaman
ben hiçbir şey söyleme-
miş, sadece içimden ona
karşı ömrüm boyunca unu-
tamayacağım bir sıcaklık duy-
muştum.
Şimdi ben bir kenar mahallenin bir
kenar dilberini seviyorum. Ben bir
fabrikada çalışıyorum. Çalıştığım fab-
rika denize karşı, yarın fabrikadan
döndüğümde koltuğumda kar gibi iki
somun ekmek olacak. Bakkala, kasa-
ba uğrayacağım. Ocağım yanacak. Ve
artık şu örümcekli dört duvar arkasında
bunalıp kalmayacağım.”
Şair düzyazıda da yeteneklidir; ama
bunu daha iyi anlayabilmek için, Me-
diha Sessiz’e yazdığı mektuplara bak-
mak gerekir. Orada, şairin as-
lında şarkısını tamam-
ladığını görebilirsi-
niz. Şairin eşine
yazdığı mektup-
lar okunmadan
Rüştü Onur’u
ve dünyasını
bütünüyle an-
lamak müm-
kün değildir.
R ü ş t ü
Onur üzerine,
1990’ların başın-
dan bu yana düşü-
nüyorum. Salâh Bir-
sel, Arif Damar, Ahmet
Necdet’le de konuşurduk zaman za-
man. Şimdi üçü de yok!
Rüştü Onur için 1990’ların başında
ilk yazımı yazdım: Şarkısı Yarım Kal-
mış Bir Şair. 2010-2013 arasında iki yazı
daha yazdım (Biri İbrahim Tığ’ın Rüş-
tü Onur adlı kitabında yer aldı) Ayrı-
ca, Rüştü Onur’u anma etkinlikleri için-
de açık oturumlara, panellere katıldım.
Şairin 70. ölüm yıldönümünde bir pa-
nel yönettim, bir oyun yazdım. Lirik ve
Hüzünlü bir Hayat: Rüştü Onur adlı
oyun, Devrekli tiyatrocularca sahne-
lendi. Farklı zamanlarda ve farklı ka-
nallarda iki kez Rüştü Onur üzerine ko-
nuştum. Ayrıca Sanat Cephesi’nde
Hüseyin Haydar’la 45 dakika Rüştü
Onur’u konuştuk. Asıl şunu söylemek
istiyorum: Rüştü’nün eşine yazdığı
mektuplardan sonra daha başka bir
Rüştü Onur var bende. Avcumda Mek-
tubun bana çok şey söyledi ve İrfan Yal-
çın’ın İlkyaz Ölümleri’yle birlikte okun-
malı bu kitap.
B�R K�TABIN H�KAYES� Avcumda Mektubun’u Sabahat
Sessiz Hanımefendi’ ye borçluyuz.
Mektupları, şiirleri, fotoğrafları sak-
layıp edebiyat tarihimize kazandırdığı
için kendi adıma ve Türk Şiiri adına te-
şekkür ederim kendisine.
Bu güzel kitapta benim katkı payım
çok azdır. Sabahat Sessiz, dosyayı bana
ve İbrahim Tığ’a teslim etti. İbrahim,
aylardır ilgiliydi bu dosyayla, önemli
çaba sarf etti. Sabahat Hanım, “Leyla
Şahin’ de olursa veririmdosyayı” dediği
için, halen yönetiminde olduğum Tür-
Yetenekli,at�lgan ve içli buruhla, çok daha
derinlikli ve toplumsalizlekli �iirler yazabilirdi.Ruhunda, zihninde var
olan� bütünüyleaçmaya ömrüyetmemi�tir
Sevgili Rüştü ve Mediha…Yılmaz Erdoğan’ın “Mektubun Avcumda” adlı kitaba yazdığı önsöz
22 �UBAT 2013 CUMA14 Aydınlık KİTAP KAPAK
Ülkeleri ve toplumları derinden etkileyen birçok has-
talık gibi verem de sanat ve edebiyatın ele alıp iş-
lediği konulardan oldu. Eski çağlardan beri bir sa-
natçı hastalığı kabul edilen melankolinin da-
yanağı, en somut haliyle veremde anlamını bul-
du. Veremliyi duyarlı, yaratıcı ve naif kabul
eden 19 ve 20. yüzyıl (ilk yarısı) edebiyatı(…)
melankolik, naif kahramanlarla doludur.
Moliere, Keats, Charlotte Bronte ve Franz
Kafka veremden ölen yazarların ilk akla ge-
lenleri. Lord Byron, Guy de Maupassant,
Schiller, Çehov, Chopin, R.Loui Stevenson ile
D.H.Lawrence, Albert Camus, Panait Istrati, John
Reed, Paul Éluard, Maksim Gorki ise bu hastalı-
ğa yakalananlardan bazıları.
Bizde ise verem ilk kez Abdülhak Hamid’in 1886’da yaz-
dığı “Finten” adlı tiyatro oyunuyla edebiyatımızdaki yeri-
ni aldı. Mithat Cemal Kuntay’ın “Üç İstanbul” romanında
bu hastalıktan ölen başkahraman Adnan dışında bir kaç ve-
remli kahraman daha vardır. Mahmut Yesari, Cahit Sıtkı,
Peyami Safa, Memet Fuat ise edebiyatımızda hayatının bir
döneminde vereme yakalanmış yazar ve şairlerden bir
kaçı. Rüştü Onur, Muzaffer Tayyip Uslu, Kemal Uluser ve-
remin “1 numaralı ölüm nedeni” olduğu yıllarda göz göre
göre hastalığa kurban giden üç genç ve güzel şairimiz.
İrfan Yalçın son kitabında (İlkyaz Ölümleri) bu üç şai-
rin vereme ve ölüme şiirle ve sevgiyle karşı koyuşlarını an-
lattı.
(MECİT ÜNAL, 17 Ocak 2012 Aydınlık)
Şiirle ve sevgiylekarşı koyuş
SalâhBirsel, Onur için
“1940 y�l�nda Rü�tü’yütan�d���m vakit o, �iir
devleriyle olan sava��na
çoktan ba�lam��t�. Yenilmemek
için elden geleni yap�yor, �iirin
s�rt�n� yere getirmek içinsa�l���n� bile sava�
meydan�na sürmektençekinmiyordu,” diye
yazar.
Rüştü Onur’un Zonguldak’taki evi
kiye Yazarlar Sen-
dikası’nın büro-
sunda teslim etti
dosyayı. Yazarlar
Sendikası’nı bu-
luşacağımız yer
olarak Sabahat
Hanım belirle-
di. Kitapta adı-
mın olmasını
da kendileri ve
yayınevi istedi-
ler. Leyla Şa-
hin imzasının
b u l u n m a s ı
koşuluyla ba-
sıldı kitap. So-
nuçta kitap
Rüştü Onur’un-
dur. İbrahim’le ben dos-
yayı teslim alan şairle-
riz.Büyük bir sabır ve
özenle mektupları 70 yıl
saklayan, Mediha Ha-
nım’ın kız kardeşi Saba-
hat Sessiz’indir. Rüştü
Onur’a sahip çıkan Dev-
reklilerin, Rüştü Onur Sa-
nat ve Kültür Derne-
ği’nindir. ROSAK’ın ku-
rucuları ve halen yöne-
timde olan değerli insan-
ların, Dernek Başkanı
Avukat H.Yusuf Öztürk
ve değerli Devrek Beledi-
ye Başkanı Mustafa Se-
merci’nin tasarrufunda
olabilir ancak. İbrahim
Tığ da ROSAK bünyesin-
de bir insan olarak telif
ona da uygundur diye dü-
şündüm. Ben Leyla Şa-
hin olarak yayınevinin ver-
diği telif sözleşmesini ka-
bul etmedim, imzalama-
dım; böyle bir beklentim
olamaz. Ben sadece de-
ğerli bir insanın, Sabahat
Sessiz ‘in isteğini yerine
getirdim. Bu zarif ve kül-
türlü Hanımefendi mek-
tupları saklamakla hepi-
mize kederli bir güzellik
sundu zaten. Konuyu Hü-
seyin Haydar’la paylaş-
tım. Kaynak Yayınları’nın
yönetmeni Sadık Usta ki-
taba büyük özen göstere-
rek çalışmaya koyuldu.
Rüştü ile Mediha iki
turna olup göçtükleri yer-
den geri döndüler bize
böylece!Mediha ve Rü�tü Onur’un evlilikcüzdan�
22 �UBAT 2013 CUMA 15Aydınlık KİTAP
Sessiz yaşam manzaralarıGörece geç tanıştım onunla. Masalla
MAPUSHANE ÇE�MES�Peki Yıldırım’ın şu (hem içerdiği yargı
hem de biçem yönünden sorunlu) cümle-
si hangi verilerin sonucudur?: “Akıncıoğ-
lu’nun unutulmuş
şiirinin bütün ru-
huyla Ahmed
Arif’in dolaşımda
gezen şiirinde ya-
şadığını söylemek
hiç de abartı sayıl-
maz.” Yıldırım’ın
savlarının tersine,
şairin hiç de öyle
unutulmadığı, şiir
haritasında yerinin en az kuşağının öteki şa-
irleri kadar özenle gösterildiği ortadadır.
Peki yazar yine de onun hakkının yenmiş-
liğini öne sürerken sözüm ona bu haksız-
lığı Ahmed Arif’in üstüne nasıl ve niye ya-
pıştırmak ister?
Yazar, “iki şair arasındaki ilişki”yi şiir-
lerinin doruklaştığı dizelerde değil, ortak
kültürden yansımalarda örnekler. Nite-
kim benzerlik ola-
rak verilen ilk maz-
mun da mîri malı-
dır. Mapushane
çeşmesi her şiirde
yandan akar. Çün-
kü onda mapusha-
ne koşullarına bo-
yun eğmeyiş anlamı
vardır. Direnme ge-
leneğinin vazgeçil-
mez kalıp imgesidir.
Kaynağı türkülerdir.
Yıldırım, 1940 kuşağının “ilişki” kalıp-
larını modern şiir bağlamında irdelemek is-
tiyorsa işe ortak dil verilerinin ve hazır ka-
lıpların aşıldığı yerden başlamalı, ucuz yar-
gılardan kaçınmalıdır. Çünkü estetik değer
keyfimizin dışında oluşur.
22 �UBAT 2013 CUMA 17Aydınlık KİTAP
Zaman içerisindebir yolculuk
HAYDARPAŞA’DAN İZMİR’E
Ar�kan, kitab�n�n ba�l���n�n seçiminin özel birgönderme ta��d���n� ifade ediyor. Toplumca
ya�ad���m�z, ya�amakta oldu�umuz birfelaketten al�yor ad�n� bu çal��ma
Zeki Arıkan’ın tarih söyleşilerinin
üçüncüsü olan “Haydarpaşa’dan İz-
mir’e Tarih Söyleşileri”
kitabı Tarihçi Kitabevi
etiketiyle yayımlandı.
Kendisi bir Tarih
profesörü olan Arıkan,
kitabının başlığının se-
çiminin özel bir gön-
derme taşıdığını ifade
ediyor. Toplumca yaşa-
dığımız, yaşamakta ol-
duğumuz bir felaketten
alıyor adını bu çalışma.
İki yıl önceki tarihi
Haydarpaşa Garı’ndaki
yangından söz ediyor Arı-
kan. Belli ki bu yangın
onu bir hayli etkilemiş.
Kitabın girişinde bir yan-
dan garın tarihinden söz ederken
diğer yandan da duygularını; “Yangın,
Haydarpaşa Garı’nın tarihi binasını
alevler içinde bıraktı. Hepimizin içi
yandı, kavruldu,” sözleriyle dile ge-
tiriyor. Anadolu’nun uzak bir dağ kö-
yünde doğup, Haydarpaşa Garı’na ilk
ayak basışını, ilk kez denizle karşı-
laşmasını, uzakta yükselen İstan-
bul’un minarelerini ve vapura binişini
anlatıyor Arıkan. Ve sonrasında İz-
mir’de karar kılışını…
RÖNESANSINE����NDEK� B�RÜLKEN�N FOTO�RAFI
Ege Üniversitesi’nden emekli
olan ve halen İzmir’de ikamet eden
Arıkan, çalışmasında İzmir’in tarihi-
ni de geniş bir şekilde ele alıyor.
Diğer yandan da hem güncel
olayları hem de 1940 ve sonrası kül-
tür hayatının temelini atan bazı ay-
dınlarımızın çalışmalarını, hayatları-
nı ve kişiliklerini renkli bir üslupla or-
taya koyuyor.
Köy Enstitüleri’nin kurucusu Ha-
san Âli Yücel’in öncülük ettiği çok
yönlü aydınlanma hareketiyle ülke-
mizin 1940’lı yıllarda Rönesans’ın
eşiğine nasıl geldiğini, Zeki Arıkan
Hoca’nın yazılarında değindiği Vedat
Günyol, Fuat Köprülü, Doğan Ku-
ban, Şerafettin Turan, Orhan Buri-
an’nın yanı sıra öğrenci-
leri Halil İnalcık ve Mus-
tafa Akdağ gibi aydın-
lanmacılardan, Mehmet
Başaran gibi Köy Ensti-
tülü şair ve yazarlardan
öğreniyoruz.
Bunların yanı sıra o
yıllardaki aydınlarımı-
zın eserlerinden, çok
sayıda önemli dünya
yapıtının kendi dilimize
büyük bir hızla kazan-
dırılmasından da söz
edilen kitapta Yücel,
Ufuklar vb. dergilerin
kültür yaşamımızı na-
sıl değiştirip dönüştürdü-
ğünü keyifle okurken, bu birbirinden
değerli çalışmaların sonrasında nasıl
ortadan kaldırıldığına tanıklık edi-
yorsunuz.
GEÇM��TEN GÜNÜMÜZEÜlkemizin 1940’lı yılları için Rö-
nesansın eşiğindeki bir ülke diyen ve
kültür hayatındaki büyük bir deği-
şimden söz eden Arıkan, ilerlemeye
inandığını; bu ilerlemenin çağımızın
ulaştığı teknolojinin katkısıyla daha
da ileriye varacağımızın göstergesi ol-
ması gerektiğini belirtiyor ama, bir de
uyarıda bulunuyor: “Teknolojinin
insanı tutsak etmesi de ayrı bir so-
run”.
Kitabını; Atatürk ve Cumhuriyet,
Kültür ve Sanat, Aydınlanma Yo-
lunda, Gündelik Yaşam, Okudukla-
rım ve Yitirdiklerimiz başlıkları al-
tında ortaya koyan Arıkan’ın bütün
bunların yanı sıra ülkemizde son
dönemde tartışılan Muhteşem Yüz-
yıl dizisinden de söz ettiğini görü-
yoruz.
Zaman içerisinde 312 sayfalık
bir yolculuk “Haydarpaşa’dan İz-
mir’e Tarih Söyleşileri”. Siz de yeri-
nizi şimdiden ayırtın.
HÜSEYİN HİKMET ALAZ
Haydarpaşa’dan İzmir’e
Tarih SöyleşileriZeki Arıkan
Tarihçi Kitabevi, 312 s.
Niyazi Akıncıoğlu
Ahmed Arif
Bedri Rahmi Eyüboğlu, halk kül-türünde farklı şekillerde yer alan çe-şitli unsurları, şiirlerinde kendineözgü bir şekilde kullanarak yenidenüretmiş ve böylece folklor ile gelenekzincirine eklenmiştir. Bu eklenmebir taklit düzeyinde kalmamış, tam ter-sine özgünlüğün yol açıcısı olmuştur.Resimde ve şiirde sanat anlayışınıAnadolu folkloru üzerine kuran şair,bu yönüyle hem yaratıcı bir sanatkârhem de bir kültür taşıyıcısıdır.
Şair Emel Koşar “Bedri RahmiEyüboğlu’nun Penceresinden HalkKültürü” adlı kitabında Bedri Rah-mi’nin şiirlerinde, halk kültürün-den nasıl faydalandığını örneklerleortaya koyar.
S�rk�ran
“Güz Düşüncesi” her şeyin şira-zesinden çıktığı bir dünyada, ferdîhakikatini aramaktan vazgeçmemiş vebelki de bunun bir armağanı olanvicdanlarıyla duyulması gerekene du-yarlı kalmayı başarmış kimselerin ya-kasını bir türlü bırakmayan o meşhur“ne yapmalı?” sorusuna eğiliyor. Biraraya gelme, bir araya geldikten son-ra gelenleri bir arada tutacak ve onlarıbir gaye uğruna dağılmadan dağıt-madan omuz omuza mücadele et-meye sevk edecek şey, bu çerçeveiçerisinde “sohbet”in yeri ve değeri,“söz”ün gücü ve güçsüzlüğü gibi me-seleler ele alınıyor ve sonunda haya-li bir muhavereyle bu teorik çerçeve fa-razi olarak sınanıyor.
Güz Dü�üncesi
“Yoğun bakım ünitesinin soğukve kasvetli odasında her tarafındansarkan borularla yatarken aklındanfilm şeridi gibi hayatı geçiyordu.Kalbinin zayıf tik takları beynindengelen hatıraların yükünü taşımaktazorlanıyor ve her şeye isyan ederce-sine bir hızlanıp bir yavaşlıyordu.Hemşirelerin ve doktorların bir sisbulutunun arkasındaymış gibi görü-nen suretleri, uğultulara karışmışanlamsız sesleri bir hayal gibiydi. De-mek böyle olacakmış, diye düşündü.Altmış iki yıl böyle noktalanacakmış.Peki ne vardı son dakikalarında, alt-mış iki yılın ardında kalan? Zorluk-la hatırlamaya çalıştı ve birden göz-lerinde güçlü bir parıltı uyandı.”
Ölümden Önce HüzündenSonra
Genel okura hitaben yazılmış bukitapta, yirminci yüzyılın önde gelendüşünürlerinden Claude Lévi-Stra-uss, insan varoluşuna dair can alıcısorular üzerine harcanmış bir ömrünkazanımlarını paylaşıyor. “Kaosun biranlamı olabilir mi?” “Modern bilimmitlerden neler öğrenebilir?” “Ya-pısalcılık nedir?” gibi sorulara verdiğicevaplarda, Lévi-Strauss, açık ve ke-sin bir dille, insan zihninin potansi-yelleri hakkında daha fazla şey öğ-renmek isteyen okurlara bir yol ha-ritası sunuyor.
“Bazı düşünürler etkilidir, bazı-larıysa bir ekol yaratır; fakat çok azıbir çağa damgasını vurur.” (ProfesörJames Redfield, Chicago Üniversitesi)
Mit ve AnlamB.Rahmi Eyübo�lu’nunPenceresinden Halk Kültürü
“Her Şey Geçip Gider”, Rusya ta-rihinin en karanlık sayfalarından biriolan zorunlu çalışma kampları dö-neminin sonrasını anlatıyor. O kamp-larda otuz yıl geçirdikten sonra Mos-kova’ya dönen İvan Grigoryeviç, ar-tık tamamen yabancısı olduğu bir top-lumda yerini aramakta, geçmişiyle he-saplaşmaktadır. İvan’ın hikâyesi, vic-danı ile kariyeri arasında bir seçimyapmak zorunda kalan bilimadamıNikolay, utanç içinde yaşamını sür-dürmeye çalışan ihbarcı muhbirler veson olarak da, sevgilisi Anna Ser-gevya’nın yaşadığı derin acılarla ke-sişerek, bu eski mahkûmu tarihin enbüyük trajedilerinden birinin simge-si haline getirecektir.
Her �ey Geçip Gider
On dokuzuncu yüzyılın ortala-rında dünyanın en zengin, en göz alı-cı kenti Londra’da bile, yoksul ço-ğunluk korkunç bir sefalete mah-kûmdu. Ve bu sefaleti çarpıcı tes-pitlerle gözler önüne seren CharlesDickens ve Henry Mayhew, yepyenibir mücadelenin fitilini ateşledi. Bay-rağı devralan Marx, Engels, AlfredMarshall, Beatrice ve Sidney Webbile Amerikalı Irving Fisher ise, fi-kirlerin dünyayı nasıl değiştirebile-ceğini gösterdi.
Dünya savaşları, devrimler, eko-nomik krizler ve buhranlar atlatan busıra dışı insanlar, kendi yaşamların-daki krizlere rağmen mücadele et-meye devam etti.
Büyük Dü�ünenler
“Sait Faik’e geceleri sinemalardarastlardım. Tanışmazdık. Sinemanın önsıralarına oturur, koltuğuna iyice gö-mülürdü. Koyu yeşil bir pardösüsü, çokdar kenarlı, kafasının biraz üstünde ka-lan kahverengi bir şapkası vardı. Si-nema dönüşü dalgın, Beyoğlu’nungece yarısı kalabalığına dalar, çeker gi-derdi. Sinemada bulunanlar arasındabu gedikli birinci mevki müşterisininyazısını okuyan var mıdır acaba, diyeçok düşünmüşümdür. Kuşkusuz, yok-tu. Sait Faik, edebiyattan hoşlanacakbir okur topluluğunu hazır bulan talihliyazarlardan değildi. Okurunu yetişti-ren, eğiten, okuruyla birlikte oluşan biryazardı. Gerçek talihinin de bu oldu-ğu söylenemez miydi?”
Lüzumsuz Adam
Gürgenç Korkmazel, Yap� KrediYay�nlar�, 120 s.
Kitapları Kıbrıs'ta yayımlananGürgenç Korkmazel'in öykülerinitopladığı “Sırkıran” Türkiye'de ba-sılan ilk kitabı. Korkmazel, Türki-ye'de daha çok dergilerde yayımladığışiir ve öyküleri, çeviri ve derleme ki-taplarıyla tanındı.
Adeta şiirsel gücün beslediği buikinci öykü kitabı birbirinden çarpı-cı öykülerle dolu. Bir kere, keder sıksık yerini ironiye bırakıyor. Sonra,doğa, yaşam, yalnızlık, sevgi, ölüm,cinsellik gibi konular sert bir dille,çarpıcı bir anlatımla işlenirken san-ki hayatın ve insan ilişkilerinin sıra-danlığı vurgulanıyor. Kısacası, başkabir kavrayışla okuru dinginliğe ça-ğıran bir kitap, “Sırkıran”.
Cengiz Madenci, Potkal Kitap Yay�nlar�, 112 s.
Sait Faik Abas�yan�k, �� Bankas�Kültür Yay�nlar�, 108 s.
Ahmet Aydo�an, Say Yay�nlar�, 112 s.
Claude Levi-Strauss, �thaki Yay�nlar�,Çev: Gökhan Yavuz Demir, 94 s.Emel Ko�ar, E Yay�nlar�, 128 s.
Sylvia Nasar, Alt�n Kitaplar, Çev:Berna Gülp�nar, 656 s.
Vasili Grossman, Can Yay�nlar�,Çev: Ay�e Hac�hasano�lu, 264 s.
22 �UBAT 2013 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR
A�ktan da Üstün 50 Film Daha
-ABD ve AB neden Atatürkçülü-ğü hedef seçti?
-Mason Atatürkçüler ile Gülenci-lerin, ABD güdümündeki darbe giri-şimi nasıl önlendi?
-Mason üstadına “Atatürkçü der-neklere sızdık” mektubunu hangi sah-te Atatürkçü yazdı?
-11 yıl önce hazırlanan belgelerde,Ortadoğu projesi çerçevesinde Ata-türkçülüğün yok edilmesi planı nasılyer aldı?
-Ergenekon süreciyle Atatürkçülüknasıl suç haline getirildi? Cumhuriyet,laiklik ve çağdaş yaşamı savunanlar na-sıl sindirildi?
-Atatürk nasıl Ergenekon lideri ve“bir numara” ilan edildi? Atatürkçüdernekler nasıl terör örgütü oldu?
Atatürkçüyüz Suçluyuz
“Doğru söze kıymet verip savu-nanlar; bu yüzden dokuz köyden ko-vulanlar; yılmadan onuncu köyü ara-yanlar; sportmence sizin sesiniz, sö-zünüzdür. Spor kılıflı bu bataklığı bizyaratmadık, ama biz kurtaracağız.Sivrisineklerden bir gün mutlaka kur-tulacağız... Yazanlar, çizenler, eli kalemtutanlar; düşüncesini midesinin san-süründen geçirmeyenler, yüreğindeiyilik, doğruluk, güzellik meşalesi sön-meyenler... Bulamadıysak eğer sizleri,siz bulun bizleri... Yitirilecek zamanı-mız yoktur; gün naz değil, görev gü-nüdür... Sporda söylenmeyen ne var-sa biz söyleyeceğiz. Caymayız, caydı-ramazlar. Sapmayız, saptıramazlar.Yürüyoruz doğru bildiğimiz yolda;alnımız açık, başımız yukarıda...”
Çizgideki Gladyatör
“Yazgı”, Güldünya’nın yaşam öy-küsünü anlatıyor bize. Bu topraklarıninsanlarının bir türlü yenemediği törekurallarının, üstüne eklenen töre-nin, cehaletin ve tüm hayatlara mâlolan hataların içinde yaşayan, butopraklarda doğan talihsiz ve kaderibaştan beri kara yazılmış nice kızla-rın öyküsü... Töre evliliklerinin, ber-del evliliklerinin ve başlık parası ile ya-pılan evliliklerin toplumda yarattığıkalıtsallığın öyküsü...
“Güldünya zaten güzeldi. İnceuzun bedenine yakışan sarı saçlarını, biromzuna dökerek, bir topuz yaparak, so-kakta yürürken, Mardin’in yabancısı ol-duğu, her halinden belliydi. Yürüyüşügüzeldi. Sarı saçları ve başını, yürüyü-şüne uygun sallayışı güzeldi...”
Yazg�
Bu kitapta Emeviler’in tarihiniokurken, aslında İslam’ın ve Müslü-man toplumların bugününün ve ka-derinin nasıl çizildiğini göreceksiniz.Şayet, “şeytanın dahi aklına gelmez”diyebileceğiniz entrikalarla karşılaşı-yorsanız ve bunların 1400 yıl öncekiEmevi versiyonunu biliyorsanız, aslaşaşkınlık içinde olmazsınız. Günü-müzde yaşananlarla ilgili sanki “kimisiyasetçiler Muaviye ile sabah akşamgörüşüyorlar mı?” diye düşünebilirsi-niz. Emevilerin uygulamalarıyla gü-nümüz politikalarının bu kadar ör-tüşmesine “tarih tekerrür ediyor” di-yebilirsiniz. Emeviler dönemini bil-meden, özelde ülkemizi genelde İslamdünyasını anlamak mümkün değildir.
Emevi Siyaseti DininSaltanata Dönü�mesi
Yahudi tarihinde modernliğinbaşlangıcı genellikle on sekizinciyüzyılın ikinci yarısında Haskala’nınortaya çıkmasıyla bağdaştırılır. “Er-ken Modern Dönem Yahudi Tarihi”kitabı,1492 senesinde Yahudilerinİspanya’dan sürülmesiyle başlayanerken modern dönemdeki Yahudidünyasına yeni ve cesur bir bakış açı-sı getiriyor... Krakow ve Venedik’tenAmsterdam ve İzmir’e, Avrupa ge-nelindeki çeşitli Yahudi toplulukla-ra özgü tarihi ve kültürel olguları, butoplulukların birbirlerine olan etki-lerini, ekonomik, sosyal ve dini bağ-lantılarını inceleyen yazar, değer-lendirmelerinde beş önemli faktörügöz önünde bulunduruyor.
Yahudi Tarihi
WikiLeaks’in genel yayın yö-netmeni ve fikir babası olan JulianAssange, bugün şifrepunk felsefe-sinin dünya çapında öndegelen sa-vunucularından biridir. Burada ken-disi gibi internet uzmanı olan Ap-pelbaum, Müller-Maguhn ve Zim-mermann ile birlikte insan özgür-lüğündeki yerini, geleceğini tartışı-yor.
Assange’a göre elimizdeki enönemli özgürleşme aracı olan in-ternet, totoliterliğin bugüne dekgörülmedik düzeyde tehlikeli biryöntemi haline geldi; hatta insan uy-garlığı için bir tehdit arz ediyor.
�ifrepunk
Elinizdeki kitap dünyanın enünlü şehirlerinden Londra’nın içyü-zünü anlatan gerçek bir hikâyedir.Burada hem iyi hem de kötü şöhretliinsanlar, tüyler ürpertici yeraltı me-kânları, tarihin karanlık köşeleri vetuhaf şahsiyetler hakkında çok sayı-da büyüleyici hikâye bulabilirsiniz.
Öldürülen prensler, graffiti sa-natçıları ve dünyanın dört bir ya-nındaki insanlarla ilgili şahane öy-külere bakmadan geçmeyin. Karşı-nıza kraliyet şahsiyetleri, punklar, de-dektifler ve akıl almaz derecedeacayip yiyecekler çıkacak. İşte size hiçbilmediğiniz bir Londra.
Londra: Bilmek�stedi�iniz Her �ey
Kolektif, K�rm�z� Kedi Yay�nevi, 212 s.
“ ‘Son On Yılın En İyi Filmleri’,‘En İyi Türk Filmleri’, vesaire listele-rine hep kuşkuyla yaklaşmışımdır.Güncel filmlerle ilgili bir liste görün-ce korkarım. Sinemanın en kötü has-talıklarından biri ‘torpil’dir. Amafilmlerin üstünden birkaç yıl geçince,pazarın gürültüsü dinip ortalık birazsakinleşince, kim gerçekten değerli vekalıcı, kim sadece kuru gürültüdenibaret, belli olmaya başlayınca yapılanlisteler ilgimi çeker. Reklamdan, şi-şirmeceden, ‘hype’tan arınmış filmler,yıllar içinde neredeyse yaratıcılarındanbağımsız bir şekilde, kendi başlarınapırıldamaya başlarlar. Bu 50 filmlik lis-te sevdiğim ve değer verdiğim liste-lerden biri oldu.” (Ümit Ünal)
Metin Kurt, Yaz�lama Yay�nevi, 250 s.
Klay Lamprell, NTV Yay�nlar�, Çev: Duygu Ak�n, 96 s.
Hüseyin Özalp, Tanyeri Kitap, 352 s. Poyraz Ülger, Alt�n Bilek Yay�nlar�, 546 s.�hsan Özkes, Tekin Yay�nevi, 312 s.
Julian Assange, Metis Yay�nlar�,Çev: Ay�e Deniz Temiz, 176 s.
David B. Ruderman, �nk�lapKitabevi, Çev: Lizet Deadato, 288 s.
Sorduklar� sorulardan baz�lar� ya�ama, evrene, insanl��a dair hepimizin akl�na gelmi�, üzerindedü�ündü�ümüz sorular olsa da, baz�lar� hakikaten ‘iyi ki �u an Profesör bilmemkimin yerinde de�ilim’
diye �ükretti�imiz sorular: “Su neden �slakt�r?”
İlk soru: Mu ni?İlk soru: Mu ni?
Varolmayan �övalye
“Varolmayan Şövalye”nin kahramanı Agilulfo,
çok yiğit ve soylu bir şövalye olmakla beraber, bir
tek kusuru vardır: Varolmamaktadır. Daha doğrusu
parlak, gösterişli bir zırhtan ibarettir, ama ne ya-
zık ki zırhın içi boştur. Soğuk bir zırha bürünmüş,
korkusuz, idealleri olan, ama bir boşluktan ve bir
bilinç varlığından başka bir şey olmayan Agilulfo
ile karşı karşıyayızdır. Onun karşı kahramanı ise be-
densel varlığa sahip, ama akıldan yoksun Gurdu-
lù'dur. Biri bedensel varlıktan, diğeri bilinçten yok-
dolu insanlardı ve başı her sıkıştığında Liam'ı kur-
tarıyorlardı. İyi de, acaba Liam rotasından çık-
mış bir roketle uzayın derinliklerine doğru yol
alırken, onu kim kurtaracaktı?
Liam'ın maceralarını okurken kahkahaları-
nızı tutamayacaksınız!
Frank Cottrell Boyce, ��Bankas� Kültür Yay�nlar�,
Çev: Özlem GayretliSevim, 345 s.
Italo CalvinoYap� Kredi Yay�nlar�
Çev: Neyyire Gül I��k, 152 s.
Küçük İnsanlardanBüyük Sorular HayliMühim İnsanlardan
Basit Cevaplar, Kolektif
Domingo Yayınevi,300 s.
Okan Gökay Emgengil, Asya Şafak Ya-
yınları’ndan çıkan, “Türkiye Devrimi’nin
Yol Haritası ve Avrasya Rotası” kitabının
ardından, ilk kitabın tamamlayıcısı niteli-
ğiyle “Barbarlıktan Uygarlığa Politika ve
Devrim” başlıklı oylumlu kitabını çıkardı.
Emgengil, bu kitabında tarihsel bir pers-
pektif sunuyor. Devrim, uygarlık, barbar-
lık, politika, siyasal erk, Batı ve Doğu gibi,
siyaset/sosyoloji/felsefe/tarih kavramları-
nın tarih sürecinde uygulana gelen yönle-
rini, örnekleriyle saptıyor.
Emgengil’in yapıtının, belki de en
önemli noktası; tarihselliğin günümüze
yansımalarını, çarpıtılmış kavramların
neoliberalliğin bakışıyla içinin boşaltıl-
masını, ulusal ve uluslararası çarpıcı ör-
nekleriyle örmesi.
Emgengil’in yaptığı şu sorgulama, ki-
tabın temel ereğini de ortaya koyan nite-
liktedir: “…ortaya çıkan uygarlık nasıl
bir uygarlıktır? Uygarlıkların beşiği olarak
kabul edilen Avrupa uygarlığı, emperya-
list dönemde Doğu ile yüzleşmesinde ger-
çek kimliğini bulmuştur. ‘Biz’ ve ‘öteki’ ay-
rımı, Avrupa ve Doğu arasında, Avrupa ta-
rafından çizilen bir değerler sistemini ya-
ratmış: Onlara göre Batı, uygarlığın ve de-
mokrasinin beşiğidir; Doğu barbardır,
despottur, geridir. Aztek ve İnka uygar-
lıklarını talan eden; Amerikalı ve Afrika-
lı yerlileri yok eden; Doğu’nun değerleri-
ni çalan; Vietnam, Kamboçya ve Ceza-
yir’de katliamlar yapan;
‘demokrasi’ havarisi kı-
lığında Irak’a girip, ka-
dınlara tecavüz eden,
Libya ve Afganistan’da
sivilleri öldüren Batı ne
derece ‘uygar’ sayılır?
Acaba, toplumlar uygar-
lıktan, tekrar barbarlık
aşamasına mı dönmek-
tedirler? Yoksa ‘demok-
rasi’, ‘insan hakları’ ve
‘devlet’ kavramları, uy-
gar/barbar toplumların bi-
rer maskesi midir? Bize
anlatılanların tersine, Batı
uygarlığı, Batılı barbarlar-
la, Doğu medeniyetinin
çatışmasından mı doğ-
muştur?” (s.20)
ANAYASATARTI�MALARINA I�IKTUTUYOR
Günümüz anayasa, siyasal istikrar
gibi tartışmalara da ışık tutan çalışma-
sından Emgengil; siyasal iktidarın meş-
ruiyetini aldığı anayasayı ve toplumun,
ülkenin ‘kurucu iradesi’ne karşı, işleyen
sermaye müdahalesini açığa çıkart-
maktadır: “Siyasal iktidarın kaynağında
‘eşitsizlik’ yatmaktadır. Bu kaynak, ta-
rihsel süreç içinde, tanrı, kral
veya halk olabildiği gibi, bir
başka güç de olabilir. Günü-
müzdeyse, iktidarı belirleyen
güç ‘sermaye’dir. Sermayenin
el değiştirmesi, gelecek ikti-
darı belirler ve yeni iktidar ser-
maye grubuyla birlikte başa
geçer ya da iktidara geldikten
sonra kendi sermaye grubunu
oluşturur… Siyasal iktidar
için, eşitlik ilişkisi değil, hi-
yerarşik bir ilişki söz konu-
sudur. (s.63) Ülkenin kuruluş
aşamasında, ülkenin anaya-
sasını temelden yapan güç,
‘kurucu irade’dir. Devrim
anayasalarıyla kurulan ül-
kelerde de, toplumsal uz-
laşma beklenmez, ‘kurucu
irade’ devrimci anayasaların yapıcısıdır.
Bolivarcı Venezüella Anayasası, Çin
Anayasası, Küba Anayasası ve Türki-
ye’nin 1921/1924 Anayasaları; emper-
yalizme karşı tam bağımsızlık hedefiyle
yapılmış, devrim anayasalarıdır… Gü-
nümüzdeki anayasa tasarılarıysa; liberal
anayasacılık esaslarına göre hazırlan-
mıştır. Böylelikle ‘en fazla demokrasi için
en az devlet’ yani ‘devlet yalnızca öz-
gürlükleri koruyarak, küresel sermaye-
nin emrinde ideolojisiz bir anayasa dü-
zenlemelidir” felsefesine dayanmakta-
dır. (Ss.66-69) Dolayısıyla ‘neoliberal ya-
pılanma’nın, sermayenin kayıtsız ve
şartsız egemenliğini gerçekleştirmek
amacıyla, sipariş üzerine yapılan felse-
feler eşliğinde hayata geçirildiğini vur-
gulamaktadır. (Ss.150-152)”
FA��STLE�EN DEVLET:POL�S BA� AKTÖR
Tarih, devleti faşistleştiren birçok si-
yasal erki hafızasına kazımıştır. Em-
gengil, eğer bir ülke faşizme evriliyorsa,
bunun en önemli karinesi ülkedeki “po-
lis gücü”nün siyasallaşmasıdır, demek-
tedir. Diğer pek çok faşizm teorilerinde
de ortaya konulduğu gibi, polis siyasal er-
kin gücü haline dönüşürse, bilinir ki fa-
şizm güç toplamaya başlamıştır. Tıpkı,
günümüz koşullarında, Türkiye’de po-
lisin siyasallaşarak siyasal erkin copu ol-
duğu gibi “Devlet aygıtındaki faşistleş-
me süreci, devlet aygıtı kollarının yeni-
den düzenlenmesiyle gerçekleşir. Bu
kol ne ordudur, ne de idari bürokrasidir.
Bu kol siyasi polistir.” (s.184) Devletin
faşistleşme süreciyse, şöyle işler: “Büyük
ekonomik krizler ve artan yoksulluk
ortamında dallanıp budaklanır. İktida-
ra hukuk kuralları içinde, parlamenter
devlet biçimiyle gelir. Güvenlik ve is-
tihbarat örgütünü yeniden kurar. Kitle
iletişim araçlarını satın alarak kendi
medyasını oluşturur. Sermayenin el de-
ğiştirmesiyle kendi sermayesini yaratır.
Anayasal kurumlar kutuplaştırılarak
devlet içinde istikrarsızlık sağlanır. Yü-
rütmenin ve idarenin artan baskısıyla her
türlü muhalefet susturulur. Halk, kor-
kutulur/yalnızlaştırılır. Devlet teslim alı-
nır: Faşizm!” (s.197)
Emgengil kitabında; siyasal ideolo-
jiler ve devrimlere geniş yer ayırmış
İngiliz, Amerikan, Fransız, Rus, Türk,
Çin, Küba, Bolivarcı devrimler üzerin-
de durmuştur. Kitabın son bölümün-
deyse; uluslararası ilişkiler alanında
jeopolitik, strateji, diplomasi kavram-
larının, NATO’ya, Batı’nın barbar poli-
tikasına nasıl bulaştığını ve bölgesel it-
tifaklarla bu çapraşık ilişkileri nasıl aşa-
cağımızı ortaya koymuştur.
KAAN TURHAN
22 �UBAT 2013 CUMA 21Aydınlık KİTAP
“�nsan haklar� ve devlet kavramlar�, uygar/barbar toplumlar�n birer maskesi mi? Bat� uygarl���, Bat�l�barbarlarla, Do�u medeniyetinin çat��mas�ndan m� do�du?”
Yeni sömürününbileşenleri
Barbarlıktan Uygarlığa Politika
ve Devrim, OkanGökay Emgengil,Berfin Yayınları,
452 s.
BULMACA
ALINTI-TEST
Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?
Soldan sa�a1. Resimdeki yazar - Yunanmitolojisinde ocak tanr�ças�2. Bir dilek �art eki - Din, yasa, töre,vb. bak�m�ndan i�lenmesinde,yap�lmas�nda sak�nca olmayan,yap�l�p i�lenmesine izin verilen - Biri�te yard�mc� olarak çal��an erkek3. Antiseptik ve dezenfektanözellikleri olan bir element - 250y�ldan fazla Türk egemenli�indeya�am�� 1828'de Frans�zegemenli�ine geçmi� Venedik �ehri -
Neodim'in simgesi4. Hz.Muhammed'i övmek amac�ylayaz�lan kaside - Zeybek - Cennettebulundu�una inan�lan, köküyukar�da, dallar� a�a��da büyük bira�aç türü 5. Gözlem - Negatif, menfi6. Türk liras� (k�sa) - Hasret b�rakma -Ordu (k�sa) - Tantal'�n simgesi7. Kimononun üstüne tak�lan, biçimive boyutu cinsiyete, ya�a, mevkiye vebölgeye göre de�i�en, bir dü�ümlebirle�tirilen geni� ipek ku�ak - Bir
hayret ünlemi - Milimetre (k�sa) -��lemelerde kullan�lan, gümü�görünümünde parlak s�rma ya dametal tel iplik8. Kudret, iktidar - En k�sa zamanparças�, lahza9. �sim - “... Gündüz Kutbay” (neyüstad�) - Boyun e�en - “Arka” kar��t�10. Bir tak�n�n as�l süslemeye tak�lanmücevher, madalyon vb. bölümü -Bas� say�s�11. �sviçre'de bir nehir - Divanedebiyat�nda gazelin son beyti - Ak�l
12. Köy evi - En iyi, en yüce yer -Tav�r, davran��-Birbirinin ayn� olan,birbirini tamamlayan iki �eyden herbiri13. Notada duraklama i�areti - “e�ri”kar��t� - gezegenimizin uydusu -Dolayl� anlat�m14. Baya��, s�radan - Türkü,�ark� -Rütbesiz asker - Metal üzerine kaz�daya da ah�ap tornas�nda kullan�lançelik kalem15. Resimdeki yazar�n bir eseriYukar�dan a�a��ya1. Yapa�� k�r�nt�s� - Bir i�i yapmayahaz�r2. At ayakl��� - Bir cismin �����yans�tma gücü - Esasi3. Yabanc� bir a��rl�k ölçüsü birimi -�ridyum'un simgesi - Ad, ün - Tavlada“iki” say�s�4. Yap�lan i�ler, uygulamalar - Hayalikarate - Devlet �statistik Enstitüsü(k�sa)5. Bir haber ajans� - “O�uz ...” (yazar)- Kalabal��a kar�� söz söyleyenlerinüzerine ç�kt�klar� yüksekçe yer6. Dünya zevklerini ho�gören,dünyaya önem vermeyen, kalender -
�çinde yatak,yorgan vs. ta��nan büyük torba -Yiyecek, besin, g�da7. Üye - Osmiyum'un simgesi -Mendelevyum'un simgesi - Bir nota8. Bir çocu�un her türlü durum vedavran��lar�ndan sorumlu olan kimse- “... Güler” (foto�rafç�)9. Ceylan yavrusu - Tavlada “bir”say�s�10. Eskiden saray ve konaklardakad�nlara ayr�lan bölüm - Resimdekiyazar�n bir eseri - Bir cetvel türü -Rutenyum'un simgesi11. Bir tembih sözü - Kat���ks�z - Yar�mat bir tür yaz� ka��d�12. Tellerine bir çift küçük tokmaklavurularak çal�nan çalg� - Japonya'dabuda rahibesi - ��lemler13. Tak�m (k�sa) - ��e yatk�n,becerikli - Kalay'�n simgesi - Ba�l�caiçece�imiz - Mesafe14. Niyobyum'un simgesi - Boru sesi- Ço�unlukla ku� tutmak içinkullan�lan yap��kan ve c�v�k birmadde - Doktor (k�sa)15. Resimdeki yazar�n bir eseri - I��n
22 �UBAT 2013 CUMA22 Aydınlık KİTAP
Ali’nin annesine ölüm, bir misafir, na-mazında niyazında başörtülü bir komşuhanım gelir gibi geldi. Sabahları oğlununçayını, akşamları iki kap yemeğini hazır-laya hazırlaya akşamı ediyordu. Aradabir yüreğinin kenarında bir kesiklik, birter, bir yumuşaklık hissediyordu, o kadar.
1 “Güzel. Yani, anlayacağın, kafamızı bozarsan, yapmaya-cağımız kötülük yoktur sana. İstersek ortadan kaldırırızseni. Hem de bu odada, bu odada, şimdi. Leşini de bir çu-kura atarız. Çıkarırız en üst kata, açarız camı, bırakıveri-riz hooop güm. Gidersin. Yedinci kattan aşağı uçmak, ha,ne dersin? Çıkarma bunu aklından. ‘Kendini camdan attı,’deriz ailene de. Anladın mı?”
2 İçinden doğru sevdim senibakışlarından doğru sevdim de
ağzındaki ıslaklığın buğusundansesini yapan sözcüklerinden sevdim bir de
beni sevdiğin gibi sevdim senikar bırakılmış karanlığından...