Top Banner
Furkan Meclisi’nden B B u u b b e en n d d l l e e r r d d e en n g g e e ç ç i i p p H Ha a k k k k a a a a g g i i d de e l l i i m m, , C Ce e m ma a l l i i b b â â k k e em mâ â l l i i s s e ey y r r e e d de e l l i i m mRisale-i Kudsiyye’den 1 şubat 2011 sayı 39 S evgili Furkan okurları, yeni bir sayı ve yeni bir heyecanlarla yola devam ediyoruz… Heyecanımız şu hikmete mebnî olsun istiyoruz: İnsan ilâhî rızaya mâtufen söz söyleyebilirse ne âlâ. Bunun dışında her söz, söyleyiş değil tökezleyiştir. Zira; hikmetten mahrum yavan söz mesabesindedir. Hâdiseler âhir zaman hikmetince hızla ilerliyor. Hedef çok uzak olmasa gerek. Mesele, bu idrâkin yay- gınlaşmasında. Gerisi, kolay addedilecek kâbilden… Baran Dergisi’nin 191. sayısında Prof. Dr. Hasan Fehmi Üçışık bu kâbilden olmak üzere hatırlatmış: «- Necib Fazıl hayattayken kendisini gördüm. Çok dolu, zaten çok şeyi kendisi anlatmış. 1960’dan sonra Fransız İhtilâli’ni anlatıyordu. “Burada nasıl olacak?” diye sorduğumda sanırım Osman Yüksel Serdengeçti; “yarım ihtilâl yeter” cevabını verdi. - Yâni? - Bir söz var, “Tokmağı çevirsek kapı açılır.”» Evet… Hâdiselerin bu hızlı seyrinde, tokmağa uzanan EL’in varlığı hissedilebiliyor. Bu el âdeta bir hayalet gibi do- laşıyor dünyanın dört bir yanında. Bu sebebtendir ki, kalblerine korku girenler her işlerinde beceriksizliklerini ifşâ eder oldular. Zâhiri sebebler dünyasında hükümferma olan De- terminist (sebeb-sonuç) düşüncenin, icatçısı Newton Fi- zik’i ile birlikte tedavülden kalktığına şahid oluyor insanlık. Gelenin ne olduğuna dair alâmetler de hızla sökü etmeye başladı… Şu satırlara dikkat: “Nasreddin Hoca’nın “hem-hem de” terkibinin uluslar arası konferanslarda saçaklı düşünceyi anlatmak için kullandığı düşünülünce, Kuantum fizikçilerinin ta- savvuf ehliyle kolkola girmeleri artık imkânsızmış gibi gelmiyor. Düşünce dünyasında işler gerçekten değişti. Belki bu defa, klâsik Batı düşüncesinin siyah-beyaz kurallara boğulmuş dünyasında zorlandığımız gibi zorlanmaz, Nasreddin Hoca’nın genlerinden bil-istifade, biraz mü- rekkeb yalamış, vasat bir Batılı aydının ilkokuldan iti- barn aşina olduğu, çatalü kaşık der gibi rahatlıkla dillendirdiği bu kavramları sular seller gibi içselleştiri- riz.” Alev Alatlı “Batı’ya Yön Veren Metinler” isimli dört cildlik yeni piyasaya çıkmış kitabının dördüncü cil- dinin 1784. sayfasında böyle diyor. Bu eseri tavsiye ederiz. Batı düşüncesine yön veren fikir adamları nezdinde, Batılı insanın kafa yapısının şe- killenmesine dair ilginç bilgiler mevcud. Bugüne kadar tercüme edilmemiş metinlerin de içinde bulunduğu bu eser, bizim bir başka sebeble de tatlı tebessümümüze sebeb oldu; İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun dört cildlik “Büyük Muzdaribler” isimli eserini hatırladık… Yâni, Alev Alatlı takibte… Güzel! Hülâsa, sıra, sular seller gibi içselleştirilmesi gereken FİKİR’dedir: “DOĞSUN BÜYÜK DOĞU BENDEN DOĞARAK.” Sevgili Furkan okurları, bu hengâmede, yapılması gerekenlere hız verilmeli. Bulunduğunuz yer her neresi ise, oranın münbit hâle getirilmesi azmi içinde, insanı- mızı kafalarından ve gönüllerinden yakalamanın şart- larına mâlik olamaya çalışılmalı. Zira, zaman hem kısa, hem hızlı. Sevgili Furkan okurları, mâlum olduğu üzere Türki- ye’de “Adalet”, ilgili bakanlığın tabelasındaki altı harfin bir araya gelmesinden başka bir mânâ ifade etmiyor!.. Bir mânâ ifade etmediğini, 10 yıl önce önceki “Mirza- beyoğlu Davası”nda gördük... Bu sayımızda, Salih Mir- zabeyoğlu’na İstanbul 6 no’lu DGM’nin, hiçbir delil olmadan münasib(!) gördüğü örgüt liderliğini ve yine münasib(!) gördüğü İDAM kararını tüm yönleriyle in- celemeye çalıştık. Yaklaşık 70 sayfalık dosyamızda da- vanın iddianamesini, İbda Mimarı’nın savunmasını ve mahkemenin gerekçeli kararını okuyabilirsiniz. Ayrıca, “Mirzabeyoğlu Davası”nda yaşananlara avukat olarak şahid olan Güven Yılmaz’la yaptığımız röportajı oku- duğunuzda sizler de o günleri yaşamış olacaksınız. Yine Salih Mirzabeyoğlu’nun avukatlarından Ali Rıza Yaman da, hukukçu gözüyle “Mirzabeyoğlu Davası”nı en ince teferruatıyla inceliyor. Mütefekkir Mirzabeyoğlu’na İDAM vermesi için mahkeme başkanlığına getirilen dünün hâkimi, bugünün ise Ergenekoncuların avukatı Metin Çetinbaş’ın kimliğini Dr. Latif Denizci’nin maka- lesinde bulabilirsiniz. Makale, şiir ve çizimlerle dopdolu bir Furkan’ı, ge- lecek sayıda buluşmak duasıyla sizlere takdim ediyoruz. O’na emanet olunuz.
120

furkan, salih, mirzabeyoğlu

Mar 19, 2016

Download

Documents

Furkan Dergisi'nin, mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu'nun davasıyla ilgili özel sayısı
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: furkan, salih, mirzabeyoğlu

FurkanMeclisi’nden

““BBuu bbeennddlleerrddeenn ggeeççiipp HHaakkkkaa’’aa ggiiddeelliimm,,

CCeemmaallii bbââ kkeemmââllii sseeyyrreeddeelliimm””

Risale-i Kudsiyye’den

1şubat 2011 sayı 39

Sevgili Furkan okurları, yeni bir sayı ve yeni birheyecanlarla yola devam ediyoruz…

Heyecanımız şu hikmete mebnî olsun istiyoruz:İnsan ilâhî rızaya mâtufen söz söyleyebilirse ne âlâ.Bunun dışında her söz, söyleyiş değil tökezleyiştir. Zira;hikmetten mahrum yavan söz mesabesindedir.

Hâdiseler âhir zaman hikmetince hızla ilerliyor.Hedef çok uzak olmasa gerek. Mesele, bu idrâkin yay-gınlaşmasında. Gerisi, kolay addedilecek kâbilden…

Baran Dergisi’nin 191. sayısında Prof. Dr. HasanFehmi Üçışık bu kâbilden olmak üzere hatırlatmış:

«- Necib Fazıl hayattayken kendisini gördüm. Çokdolu, zaten çok şeyi kendisi anlatmış. 1960’dan sonraFransız İhtilâli’ni anlatıyordu. “Burada nasıl olacak?”diye sorduğumda sanırım Osman Yüksel Serdengeçti;“yarım ihtilâl yeter” cevabını verdi.

- Yâni?- Bir söz var, “Tokmağı çevirsek kapı açılır.”»Evet…Hâdiselerin bu hızlı seyrinde, tokmağa uzanan EL’in

varlığı hissedilebiliyor. Bu el âdeta bir hayalet gibi do-laşıyor dünyanın dört bir yanında. Bu sebebtendir ki,kalblerine korku girenler her işlerinde beceriksizlikleriniifşâ eder oldular.

Zâhiri sebebler dünyasında hükümferma olan De-terminist (sebeb-sonuç) düşüncenin, icatçısı Newton Fi-zik’i ile birlikte tedavülden kalktığına şahid oluyorinsanlık.

Gelenin ne olduğuna dair alâmetler de hızla söküetmeye başladı… Şu satırlara dikkat:

“Nasreddin Hoca’nın “hem-hem de” terkibininuluslar arası konferanslarda saçaklı düşünceyi anlatmakiçin kullandığı düşünülünce, Kuantum fizikçilerinin ta-savvuf ehliyle kolkola girmeleri artık imkânsızmış gibigelmiyor.

Düşünce dünyasında işler gerçekten değişti. Belkibu defa, klâsik Batı düşüncesinin siyah-beyaz kurallaraboğulmuş dünyasında zorlandığımız gibi zorlanmaz,Nasreddin Hoca’nın genlerinden bil-istifade, biraz mü-rekkeb yalamış, vasat bir Batılı aydının ilkokuldan iti-barn aşina olduğu, çatalü kaşık der gibi rahatlıkladillendirdiği bu kavramları sular seller gibi içselleştiri-riz.”

Alev Alatlı “Batı’ya Yön Veren Metinler” isimli

dört cildlik yeni piyasaya çıkmış kitabının dördüncü cil-dinin 1784. sayfasında böyle diyor.

Bu eseri tavsiye ederiz. Batı düşüncesine yön verenfikir adamları nezdinde, Batılı insanın kafa yapısının şe-killenmesine dair ilginç bilgiler mevcud. Bugüne kadartercüme edilmemiş metinlerin de içinde bulunduğu bueser, bizim bir başka sebeble de tatlı tebessümümüzesebeb oldu; İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun dörtcildlik “Büyük Muzdaribler” isimli eserini hatırladık…Yâni, Alev Alatlı takibte… Güzel!

Hülâsa, sıra, sular seller gibi içselleştirilmesi gerekenFİKİR’dedir: “DOĞSUN BÜYÜK DOĞU BENDENDOĞARAK.”

Sevgili Furkan okurları, bu hengâmede, yapılmasıgerekenlere hız verilmeli. Bulunduğunuz yer her neresiise, oranın münbit hâle getirilmesi azmi içinde, insanı-mızı kafalarından ve gönüllerinden yakalamanın şart-larına mâlik olamaya çalışılmalı. Zira, zaman hem kısa,hem hızlı.

…Sevgili Furkan okurları, mâlum olduğu üzere Türki-

ye’de “Adalet”, ilgili bakanlığın tabelasındaki altı harfinbir araya gelmesinden başka bir mânâ ifade etmiyor!..Bir mânâ ifade etmediğini, 10 yıl önce önceki “Mirza-beyoğlu Davası”nda gördük... Bu sayımızda, Salih Mir-zabeyoğlu’na İstanbul 6 no’lu DGM’nin, hiçbir delilolmadan münasib(!) gördüğü örgüt liderliğini ve yinemünasib(!) gördüğü İDAM kararını tüm yönleriyle in-celemeye çalıştık. Yaklaşık 70 sayfalık dosyamızda da-vanın iddianamesini, İbda Mimarı’nın savunmasını vemahkemenin gerekçeli kararını okuyabilirsiniz. Ayrıca,“Mirzabeyoğlu Davası”nda yaşananlara avukat olarakşahid olan Güven Yılmaz’la yaptığımız röportajı oku-duğunuzda sizler de o günleri yaşamış olacaksınız. YineSalih Mirzabeyoğlu’nun avukatlarından Ali Rıza Yamanda, hukukçu gözüyle “Mirzabeyoğlu Davası”nı en inceteferruatıyla inceliyor. Mütefekkir Mirzabeyoğlu’naİDAM vermesi için mahkeme başkanlığına getirilendünün hâkimi, bugünün ise Ergenekoncuların avukatıMetin Çetinbaş’ın kimliğini Dr. Latif Denizci’nin maka-lesinde bulabilirsiniz.

Makale, şiir ve çizimlerle dopdolu bir Furkan’ı, ge-lecek sayıda buluşmak duasıyla sizlere takdim ediyoruz.

O’na emanet olunuz.

Page 2: furkan, salih, mirzabeyoğlu

“İddia”name

Saadeddin UstaosmanoğluBir Başka Dil ve İktidar

Selim GürselgilMilli Mücadele ve Kemalizm VI

İçtimâî ve Tasavvufî Dergi Yıl 5 Sayı 39 Sahibi ve Yazıişleri Müd.: Ümit ElönüGenel Yayın Yönetmeni: Saadeddin UstaosmanoğluYayın Kurulu: Ali Hışıroğlu, İpek Fırat, Kerim Bozdağ,

Mehmet Fırat, Mustafa Saka, Sinami Orhan

Tasarım: Çağdaş Ajans Baskı: Eren Matbaa

M: 2011 - H: 1432

Yayın Türü: Yerel Süreli

şubat 2011İÇİNDEKİLER

MİR

ZA

BE

YO

ĞLU

DA

VA

SI

1144

Dr. Latif DenizciHukukun Namusunu Kim Koruyacak

4

52

8

31

114

Abdulmetin TaşyumrukBir Röportaj Teklifi... Bir Röportaj... 58

Av. Ali Rıza Yaman“Mirzabeyoğlu Davası” 66

Eski 6 no’lu DGM Başkanı Sedat KaragülYargıyı Bağımsız Zannediyordum

Sedat BulutSalih Mirzabeyoğlu ve Telegram

64

74

94

Sezai KırlangıçKürd’ü Anlamaya Çalışmak 82

Sedat BulutHilâfet ve Hizbu’t-Tahrir II 102

GerekçeliKarar

Irak DirenişSiyasi

Meclisi’ndenAçıklama

Orhan AkdemirEsatir ve Mitoloji 78

İpek FıratÇocuk Fıtratı 106

İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nunİst. 6 no’lu DGM’deki Savunması

Page 3: furkan, salih, mirzabeyoğlu

Pentagon’un Umutsuzluğu ve Obama’nınKaranlık Eylemleri

Ali TavşanlıKemalistler Tunus’ta Tuş Oldu

Yönetim Yeri: Fevzi Paşa Cad. Testereci Sok. Güneş Pasajı 1/B Karagümrük

Tel: (0212) 5343490 - (0538) 8189179web: www.furkandergisi.comemail: [email protected]

Abonelik Yurtiçi:35 TLYurtdışı:50 Euro

Posta Çeki Hesab Numarası:Ümit Elönü1603273Banka Hesab Numarası:Türkiye İş Bankası Çağlayan ŞubesiIBAN (TL): TR590006400000110830412552 IBAN (EURO): TR290006400000210830358282

GGeeççee

nn SS

aayyıı

Sohbetler

Efendi HazretleriŞuurlu Olan Az

Şehid Hızır HocaNefsinEsaretindenAzad Olanlar

Şehid Bayram HocaAkvaryumBalıkları Gibiyiz

6600

6622

6633

FURKAN’A KONUŞANLAR

“Mirzabeyoğlu Davası HukukunSiyasileşmesi Prensibine(!) En GüzelÖrnektir”Röportaj: Enes Mollaoğlu

42

93

Gülçin ŞenelOrtadoğu’da İşgal ve Kadınlar

110

116

112

Mehmet YusufoğluHazret-i Osman 91

Mirzabeyoğlu’nun AvukatlarındanGüven Yılmaz

“Bunca Belgeden Sonra “Kızıl Sultan”Diyenin Nesebinden

Şübhe EderimRöportaj:Emre Bolat

90

!air-Yazar Ali Hışıroğlu

ŞŞİİİİRR

“Tavizsiz Fetvalarıyla Meşhurdu”Röportaj: Hatice Tüfekçi 100

Talebeleri Zavendikli Mustafa EfendiyiAnlatıyor

Page 4: furkan, salih, mirzabeyoğlu

BİR BAŞKA DİL VE İKTİDAR

SS AA AA DD EE DD DD İİ NN UU SS TT AA OO SS MM AA NN OO ĞĞ LL [email protected]

* Aslında bir başka dil değil, dilin hakîkatidirbahsedeceğimiz. Fakat, zaman hususiyeti bu dilinmâhiyetini kavramaya nâmüsait olduğundan, isteristemez bir başka dil diye bahsediyoruz bu dilden.

* Bu dil’i kullananların sayısı her zaman azdır.Zaman zaman bu dili bilenlerin sayısında fazlalıksübût bulunca, toplumun kâhir ekseriyeti de bu dilekısmen de olsa âşina olur.

* Ne zaman ki, bu dil sükût eder, o zaman di-limi, tuhaf bir kuraklığa girer. Zâhirde olup bitenle-rin çokluğu, bu dilin yokluğunu hissettirmezkalabalıklara, bu sebeble de her şey normâl zanne-dilir.

* Bu bir bakıma Eflâtun’un mağara benzetme-sini andırır. Tüm hayatı mağarada zincirlenmiş ola-rak geçen insanların, sadece dışarıdakilerin içeriyevuran gölgeleriyle avunmaları ve bir gün kendile-rine o gölgelerin sahibleri gösterildiğinde inanmaktagüçlük çekmeleri gibi.

* Her dönem kendine ait bir husûsiyet belirtir.Ahir zamanın husûsiyeti ise bir başka. Zîra, buzaman diliminde, son’un başa dönüşü hikmeti ya-şanacak. Bu durum, tarihin tekerrürü değildir, mu-kadder olanın önceden tesbîtiyle ilgilidir. YâniPeygamber buyruğu.

* Bu zamanın geldiğine dair, zahirî alâmetleridrak sahibleri için çok şey söylüyor. Anlamayanlarveya anlamak istemeyenler bile, bu zamanın mâhi-yetini anlamamakla birlikte, tesirinde kalmaktankurtulamıyorlar.

* Bu tesir, bazen iklim değişikliği şeklinde, bazentoplumların cinnet hallerinin izharı şeklinde, bazen

de psikolojilerin uç noktada menfîliklere ulaşma-sında hissediliyor… Bütün bunlara, doğru teşhisleyaklaşılmamış olsa da, hâl’in bu olduğundan kim-senin şübhesi yok. Çocuklar dâhil, herkes bu tuhafsıkıntının cenderesinde. Bunun neresi normâl?

* Bu anormâl durum, durum değişikliğine doğruhızla yol alıyor. Baş’ın son’a ircâı’na dair alâmetlerehlince biliniyor, gidişat da bu çerçevede yönlendi-rilip tahkim ediliyor.

* BİR BAŞKA DİL dedik.Bu dilin mâhiyetiyle alakalı öte âlem hakîkatle-

rinden iki örnek şuna denk geldi: Kuvantum fiziği,fizikle metafiziğin örtüştüğü noktada tecellî ediyor.

Öyle ya, aklın kavrayamadığı, ama isbat ettiğigerçekler sözkonusu. Akıl şaşkın.

* Ehl-i Hâl ne diyor; “Bu İş Ne Akılla OlurNe Akılsız”… İşte bu kadar.

* Şimdi gelelim bu dilin sultanlarına.Önce himmet, sonra iktidar meselesi…Ubeydullah Ahrar Hazretleri anlatıyor: “-Deli-

kanlılık devremizde Mevlânâ Sadeddin Kaşgari ileHeri’deydik. Seyir ve panayır yerlerine gidiyor vegüreşenler üzerinde tesir ve himmet derecemizi im-tihan ediyorduk. Himmet ettiklerimiz galib geli-yordu. Sonra onu bırakıp öbür tarafa dönüyor vebu defa onu galib kılıyorduk. Bir gün yine gittik.Aramızdan kimse geçmesin diye el ele vermiştik.Güreş yerinin bir kenarında mevkî aldık. Güreşçile-rin biri, heykel gibi bir cüsse sahibiydi. Öbürü zayıf,naif… Mevlânâ Sadeddin’e: «Şu zayıfı galib kılmayaçalışalım! Sen himmet göster, ben de yardımcın ola-yım!» dedim. İri vücutlu, zayıf ve naif adamı pa-

şubat 2011 sayı 394

Page 5: furkan, salih, mirzabeyoğlu

çavra gibi yerden yere vuruyordu. Zayıfa himmetetmeye koyulduk. O anda zayıfta beklenmedik birhâl oldu. Ellerini uzatıp koca gövdeyi havaya kal-dırdı ve başının üzerinde döndürüp sırtüstü yereçaldı. Halktan müthiş bir nârâ ve çığlık koptu. Her-kes bu beklenmedik neticeden çarpılmış, gırtlağın-dan garib sesler çıkarıyordu. Kimse tesirin neredengeldiğini anlayamamıştı. Baktım, Mevlânâ Hazret-lerinin gözleri yumulu… Kolundan dürttüm ve«Artık himmeti bırakın, her şey olup bitti!» dedimve onu çekip seyir yerinden uzaklaştırdım.” (1)

* Bu, başka dil’in sahtecileri de çoktur; unut-mamalı. Kendini zikre verip, duayı fiiliyatta aramaemrini es geçen nice gâfil vardır… Bir de, bu dil’inkarikatürize edilmesine çalışan madde(!) ehli. Hertürlü izm’in müdavimleri.

* İkinciler için bir not: “…Bir kâfir bile iradesinibir nokta üzerinde yoğunlaştırıp himmet sarfedecekolursa, muvaffak olur. İman ve iyi iş bu mevzudahususî bir âmil teşkil etmez. Saf kalblerin tesiri gibikötü nefslerin de tesiri sabittir.” (2)

Saf kalbler, kötü nefsler. Kerâmet ve istidraç(sahte keramet) farkı… Televizyonlarda abra-ka-dabra numaraları yapanlara hoşgörüyle yaklaşan-lar, ‘başka dil’e neden ısınamazlar dersiniz?

* Birincilere gelince. Pek bilinmeyen bir Hadis-iŞerif’i, onların izâhı babında nakledelim:

«Bir adamı Peygamber Efendimiz SallallahuAleyhi ve Sellem’in yanında andılar, yani ondan sözettiler, savaştaki kuvvetinden, ibâdetteki üstün gay-ret ve devamlılığından örnekler verdiler. Onlarböyle konuşurken ansızın o adam çıkageldi. Onu

görünce: “İşte yâ Resûllâllah! Sözünü ettiği-miz adam bu!” diye gösterdiler. Resûlullâh Sallal-lahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz ona baktı ve:

“Canımı kudret elinde tutan Allah’a and olsunki, bunun yüzünde şeytandan bir sürtünme, birdamga görüyorum”buyurdu. Sonra o adam gelipselâm verdi. Resûlullâh Sallallahu Aleyhi ve SellemEfendimiz ona:

“Senin nefsin sana bu topluluk içersinde sendendaha hayırlısının bulunmadığını haber verdi mi?”diye sordu. O da «Evet» diye cevablandırdı. Sonraayrılıp Mescide girdi, iki topuğunu bir araya getiripnamaza durdu. Peygamber Sallallahu Aleyhi veSellem Efendimiz: “Kim kalkıp bu adamı öldü-rür?” diye sorduğunda Hazreti Ebûbekir Radıyal-lahu Anh “Ben öldürürüm” dedi ve kalkıpMescide girdiğinde onu namaz kılar bir hâlde buldu.Bunun üzerine öldürmedi, büyük bir endişe içindegeri döndü. Sonra Resûlullâh Sallallahu Aleyhi veSellem “Kim kalkıp bu adamı öldürür?” diyesordu. Bu kes Hazreti Ömer Radıyallahu Anh “Benöldürürüm” dedi ve Ebûbekir Sıddîk’ın yaptığıgibi o da yaptı. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sel-lem Efendimiz yine “Kim bu adamı öldürür?”diye sordu. Bu defa Hazreti Ali Radıyallahu Anhayağa kalkıp, “Ben öldürürüm” dedi. ResûlullâhSallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz ona: “Eğero adama yetişirsen öldür.” diye emir verdi. Haz-reti Ali Radıyallahu Anh Mescide gidinceye kadar oadam oradan ayrılmış bulunuyordu. BulamayıncaResûlullâh’a döndü. Efendimiz Sallallahu Aleyhi veSellem şöyle buyurdu:

Her dönem kendine ait bir husûsiyet belirtir. Ahir zamanın husûsiyeti isebir başka. Zîra, bu zaman diliminde, son’un başa dönüşü hikmetiyaşanacak. Bu durum, tarihin tekerrürü değildir, mukadder olanın

önceden tesbîtiyle ilgilidir. Yâni Peygamber buyruğu.

şubat 2011 sayı 39 5

Page 6: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 396

Bu, ümmetimin bünyesinden çıkan ilkfırka (ilk ayrılık)tır. Eğer onu öldürmüş ol-saydın, artık ondan sonra ümmetim arasındaiki kişi ihtilafa düşmez (fırkalara ayrılmazdı).

Şübhesiz ki İsrail oğulları 71 fıkraya ay-rıldı. Benim ümmetim de yetmiş iki fırkayaayrılacaktır; bir fırka hâriç, diğerlerinin hepsiateştedir.» (3)

* Son kısmını hemen herkesin duyduğu buHadis-i Şerif’in ön kısmı neden hiç bilinmez?.. Buda, Ulemâ’nın zaman ve mekân hususiyetlerinedâir, sosyolojik vak’alara karşı, bu tür Hadis-i Şe-rif’lerin aplikesinde zorluk çekmesindendir her-hâlde, diye düşünüyoruz. Başka sebebini bulanlaranlatsın.

* Tam sırası gelmişken; önce himmet sonra ikti-dar demiş, ‘himmete’ dair misâlimizi verip ‘iktidara’gelmiştik ama, iktidarı sona bırakarak, Ulemâ’nınzaman ve mekân hususiyetlerine dâir ilmî, ictimâî,felsefî, rûhî vs. meselelerde neden yetersiz kaldıkla-rına dair bir misâl verelim:

«Nitekim İbn Arabî Hazretleri El-Avâsımadlı eserde felsefecilerden, onların mezhebinden,İslâm!a ters düşen yollarından söz ettikten sonradiyor ki:

«Cenâb- Hak (İslâm’ı ve Müslümanları) koru-yucu ölçüde bir grub zat meydana getirdi ki felsefe-cilere karşı kollarını sıvadılar, Allah’ın verdiği güç veyardım ile onların görüşlerini çürütüp reddettiler.Ancak ne var ki bu grub zat, onların diliyle konuş-madı, onların metoduyla red yoluna girmedi, belkiAllah’ın Kitabındaki hükümlerle onların karşısına

çıktılar. Resûlullâh Sallallahu Aleyhi ve Sellem)Efendimizin bize öğrettiği dil ile onların görüşlerinireddettiler.

Felsefeciler ve onlara ayak uyduranlar bunlarıngetirdiği dili anlamayınca, maksadlarını kavraya-mayınca, bâtıl görüşleri büsbütün onları istilâ edipakıllarını başlarından aldı ve çok sürmedi o grubunibareleriyle alaya kalkıştılar, getirdikleri dilleri ağırbir dille tenkit ettiler ve sahiblerini cehalete nisbetettiler. Kendi hempalarıyla birlikte o grubtan sözedip alay edercesine gülüştüler. Bu kez onları kendidilleriyle reddetmeyi, onların silâhını kullanmayı,onların dillerini getirip görüşlerini çürütmeyi, EbûHâmid Gazâlî Hazretleri kendi üzerine aldı veharekete geçti:

Cidden söylediği sözleri en güzel biçimde ortayakoydu, misli az bulunur metodla onların karşısınaçıktı, yine onların silâhıyla onları vurmaya çalıştı.Allah’ın dilediği ölçüde üstün fikirler getirdi ve böy-lece onları rezil ve rüsvay edecek seviyeye çıktı. Söz-lerini çürüttü, delillerini boğazlayıp attı; bu vadidegetirilmesi mümkün olanını getirdi, belki en güze-lini ortaya koydu, rivayet edilenlerin en uygununuçıkardı.

Bu konuda özel bir kitab yazıp bunu Tehâfü-tü’l-Felâsife = Felsefecilerin Kaydıkları hususlardiye adlandırıldı. Gazâlî’nin fazîlet ve minneti bueserde bir kat daha açığa çıktı. Maârif hususundamertebesi açıklığa kavuştu. Ku’an’dan delil çıkar-makta karşı tarafın şartlarına göre bir metod tâkibetti.

Kıstas adlı kitabında ise beş ölçü ve metod üze-

Felsefeciler ve onlara ayak uyduranlar bunların getirdiği dili anlamayınca,maksadlarını kavrayamayınca, bâtıl görüşleri büsbütün onları istilâ edip akıllarınıbaşlarından aldı ve çok sürmedi o grubun ibareleriyle alaya kalkıştılar, getirdikleridilleri ağır bir dille tenkit ettiler ve sahiblerini cehalete nisbet ettiler.

Page 7: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39 7

rinden yürüdü. İlmî ölçülerde mantığa yer verdi,onu fıkhî mes’elelerle süsledi. Kelâm ilmiyle onaçeşni kattı. O kadar ki felsefecilerin ortaya koyduk-ları şekil ve biçimleri silmeye muvaffak oldu, onla-rın ortaya koyduğu her mes’ele ve örneği onlarınhile ve aldatıcı metodlarına göre bir bir ele alıp içyüzünü sergiledi.

Gerçi bizim ülkemizin badiyesinden de bir zatçıktı. İbn Hâzım diye isim yapan bu zat Kindî’ningörüşlerini araştırdı ve sonunda mantıkla ilgili birkitab yazdı. Gazâlî’nin aklına benzer ve onun kad-rine uygun düşer ölçüde fikirler getirdi. Ama ne varki «Ebu Hâmid Gazâlî (tıpkı yıldızlar ve ay gibi) ge-celerin başları üstünde bir taç, yüceler gerdanındabir gerdanlıktır.» (4)

Bu satırlardan sonra, Büyük Doğu-İbda’nın Eh-lullah nezaretinde zamanın tac’ı, mekânın yegânegerdanlığı olduğu kanaatine ulaşamayanlara ne di-yebiliriz. Bakmazsan göremezsin.

«Hoca Hazretlerine, rüyalarında demişler ki:“Şeriat, senin mededinle kuvvet bulacaktır.”

Hoca hazretleri düşünmüşler ki, bu mânâ, sultan veemirleri vasıta etmeden yerine gelmez. Bunun için,zamanın sultaniyle görüşmek üzere Semerkant’agitmişler.

Refakatlerindeki zat anlatıyor:Sultan ile mülakat istediler. O zaman Mirza Ab-

dullah Semerkant’a hükmetmekteydi. Semerkant’avardığımız zaman Mirza’nın beylerinden biri hocahazretlerinin istikbaline geldi. Hoca hazretleri dedi-ler ki: «Bizim buralara kadar gelmekten muradımız,sizin Mirza’nız ile görüşmektir.» Bey, Hoca hazretle-rine edebsizce cevab verdi: «Bizim Mirza’mız per-vasız bir delikanlıdır ve onunla görüşmek kolaycakabul edilebilir bir iş değildir. Hem dervişlerin birsultanla görüşmekte ne maksatları olabilir?» Hocahazretleri bu karşılıktan öfkelendiler ve dediler:«Bize sultanlar ile görüşmek emredilmiştir. Ben bu-raya kendi kendime, kendi kararımla gelmiş deği-lim. Sizin Mirza’nız eğer pervasız ise, onu değiştirippervalı olan birini getirirler!»

Bey, fena halde bozulup gitti. Bey gider gitmez,Hoca hazretleri, onun adını mürekkeple duvarayazıp, sonra parmağını ağzında ıslatarak sildiler vedediler: «Bizim işimiz o padişahtan ve onun emirle-rinden beklenemez! gidelim!» Ve o gün Taşkent yo-lunu tuttular. Bir hafta sonra o Bey vefat etti. Bir aysonra Türkistan’da Mirza Ebu Said zuhur edip MirzaAbdullah’ı öldürdü ve mülküne el koydu.» (5)

* Şimdi iktidar:* Bir başka dil’e âşina olmayan nesillere ve ikti-

darlara, ilk insan ilk Peygamber’den bu yana olan-lar, bilenlerin mâlumudur… Dileriz ki, zamanımızıniktidarları, olup bitenler tutanağında, menfî tarafakaydolmazlar.

Hayat ne kadar ki?

İktibaslar:

1- Reşahat, Sadeleştiren Necib Fazıl Kısakürek, s. 327

2- a.g.e., s. 328

3- El-İbriz, c. 2, s. 339-340

4- a.g.e., s. 389-390

5- Reşahat, Sadeleştiren Necib Fazıl Kısakürek, s.328

SAADEDDİNUSTAOSMANOĞLUMALATYA’DAYDI

Büyük Doğu Ocakları’nın davetlisi olarakMalatya Belediyesi’ne ait konferans salonundakonuşan dergimizin genel yayın yönetmeniSaadeddin Ustaosmanoğlu, “Gençliğe Darbe:Medya Ahlâkı” üzerine olan konu çerçevesindedinî, içtimaî, ahlâkî mevzulara değinerek sosy-olojik tahlillerde bulundu.Malatya halkının katıldığı konferansa AlperenOcakları Başkanı ve mensublarının yanı sıraBüyük Birlik Partisi İl Başkanı da katıldı.“Medya ahlâkı” çerçevesinde birçok hâdiseyetemas eden Ustaosmanoğlu, Malatya’nın yereltelevizyonlarından Kanal Malatya’nın Gündemadlı programına da konuk oldu. KanalMalatya’nın genel yayın yönetmeni M. SaitAytekin’in hazırladığı programda konuşan Us-taosmanoğlu, gençlik, ahlâk, medya ve siyasîhâdiselere “İslâm’a Muhatab Anlayış”ın temelesprileri çerçevesinde yorumlarda bulundu. Us-taosmanoğlu ayrıca, Malatya halkının hareketve canlılığı konusunda da fevkalade izlenimleresahib olduğunu anlattı.Ustaosmanoğlu’nun verdiği konferansın vekatıldığı televizyon programının bant görüntü-lerini dergimizin internet sitesinden seyrede-bilirsiniz.

Page 8: furkan, salih, mirzabeyoğlu

“İDDİA”NÂME

29 Aralık 1998 tarihinde İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu ile birliktedergimizin Genel Yayın Yönetmeni Saadeddin Ustaosmanoğlu ve Hüsnü

Göktaş adlı şahıs da gözaltına alınmıştı. O günden bugüne kadar yaşananhâdiseler hakkında bir dosya hazırladık. Hazırladığımız dosyada yer alan

İddianame ve Gerekçeli Karar’da sadece Mütefekkir Mirzabeyoğlu’ylaalâkalı bölümlere yer verdik.

Page 9: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39 9

HAZIRLIK EVRAKI İNCELENDİ

Türkiye’de mevcut anayasal düzeni yıkarakyerine dini esaslara dayalı merkezi Türkiye’deolan Ortadoğu ülkelerini de içine alan BüyükDoğu İslâm Devleti kurmak amacıyla faaliyetlerinisürdüren ve 1985 yılında bu fikir doğrultusunda,İBDA/C adlı yasa dışı örgütü oluşturan Kumandankod sanık Salih İzzet Erdiş’in kurmuş olduğuİBDA/C adlı örgütün 1990 yılından ve sanıklarınyakalandığı 29/12/1998 tarihine kadar gerek İs-

tanbul’da ve gerekse Türkiye genelinde bomba-lama, molotof kokteyli atma, silahlı saldırı, 6136sayılı yasaya muhalefet, zorla para toplama, pan-kart asmak, duvarlara yazılama yapmak, adam öl-dürmek, 2911 sayılı yasaya muhalefet suçlarınıişledikleri, İBDA/C adlı örgütün kurucusu ve lideriKumandan kod sanık Salih İzzet Erdiş olduğu;

İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle MücadeleŞube Müdürlüğü’nün yasa dışı İBDA/C “İslâmîBüyük Doğu Akıncılar-Cephesi “ örgütüne yönelikistihbari çalışmalarında; 29/12/1998 günü saat14.15 sularında 34 PV 834 plaka sayılı Volvo

T.C.

İSTANBUL

DEVLET GÜVENLİK MAHKEMESİ

CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI

HAZIRLIK NO: 1998/2956 TUTUKLU - İŞ

ESAS NO: 1999/34

İDDİA NO: 1999/34

İDDİANAME

İSTANBUL ( ) NOLU DGM BAŞKANLIĞI’NA

DAVACI: K.H

SANIKLAR: 1- SALİH İZZET ERDİŞ /

(…)

SUÇ: 1- Mevcut Anayasal Düzeni silah zoru ili değiştirmeye teşebbüs etmek

“Sanık Salih İzzet Erdiş hakkında“

(…)

SUÇ TARİHİ: 29/12/1998 VE ÖNCESİ

GÖZETİM TARİHİ: 29/12/1998-04/01/1999

“ Sanık Salih İzzet Erdiş hakkında “

Page 10: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 3910

marka oto içerisinde bulunan Kumandan kodSalih İzzet Erdiş yakalanmıştır.

Yakalanan Kumandan kod sanık Salih İzzet Er-diş’in oturmakta olduğu 34 PV 834 plaka sayılıVolvo marka oto içerisinde yapılan aramada 1adet siyah deriel çantası ele geçirilmiştir.

El çantası içerisinde yapılan aramada, 25.000Alman Markı, 10.000 ABD Doları, 800 FransızFrangı ele geçirilerek emanete alınmıştır.

29/12/1998 tarihinde yakalanan İBDA/C adlıörgütün lideri olan Kumandan kod sanık Salihİz-zet Erdiş’in yakalanmasına müteakip ikamet et-mekte olduğu İstanbul, Tuzla İlçesi ManastırMevkii Geçici 26.sokak no:14 sayılı evinde aramayapılmıştır.

Yapılan aramada1 adet vizor marka 7.65 mm çaplı tabanca, ta-

bancaya ait şarjör ile 20 adet mermi,1 adet Baretta marka 9 mm çaplı tabanca, ta-

bancaya ait şarjör ile 25 adet mermi,1 adet 22 calibre tüfek ve bu tüfeğin üzerine

monte edilmiş Hakko marka 1 adet dürbün ve butüfeğe ait 49 adet fişek

1 adet pompalı tüfek ve bu tüfeğe ait 70 adetfişek

1 adet Sarsılmaz marka havalı ava tüfeği1 adet Panosonic marka kamera cihazı1 adet Ericsson marka 388 cep telefonu. 14

adet cumhuriyet altını1 adet Underwood marka daktilo makinası1 adet 100x50 cm ebadında mavi zemin üze-

rine üç hilal ve bir yıldızdan oluşturulmuş İBDA/Cadlı örgütün simgesi olan bayrak

1 adet 75x50 cm ebadında Tevhid BayrağıİBDA yayınları ile örgütsel nitelik arz eden çok

sayıda doküman ele geçirilmiş ve buna ilişkin evarama ve zaptetme tutanağı tanzim edilmiştir.

(…)

1 - KUMANDAN KOD- SALİH İZZET ERDİŞ kolluk anlatımında;

Büyük Doğu fikriyatı ile küçüklüğünde tanıştı-ğını, İBDA/C örgütü fikriyatının oluşmaya başladı-ğını, 1980 yıllarına kadar bizzat kendisi vearkadaşları ile birlikte İBDA/C adlı örgüt adına ya-zılama, pankart asma ve molotof kokteyli atmaeylemlerine katıldığını, İBDA fikriyatı doğrultu-sunda ilk olarak Cağaloğlu’nda Gönüldaş Yayın-evini kurduğunu, daha sonra bu yayınevininismini İBDA olarak değiştirdiği; bu yayıneviniMehmet Tarakçı, Enes Durmaz ve Süleyman Dalisimli kişiye devrettiğini, 1991 yılında düzenlenenmitinglere katılan İBDA/C örgüt mensupları ile ya-

kalandığını, 4 ay cezaevinde tutuklu kaldığını vecezaevinden tahliye olduktan sonra kitap yazmayabaşladığını ve halen kitap yazma işini devam ettir-diğini, geçimini Kıvam Hukuk Bürosu’ndan aldığı% 10 hisseden, İBDA yayınevinden ve örgüt men-subu Mehmet Fazıl Aslantürk’ün ortak olduğuPendik Halk Ekmek Fabrikasından aldığı aylık 130milyon TL ile babasının yaptığı yardımlar ile geçi-mini sağladığını 34 PV 834 plaka sayılı oto içeri-sinde ele geçirilen 25.000 Mark, 10.000 Dolar ile800 Fransız Frangı ve 14 adet Cumhuriyet altınınkendisine ait olduğu;

İBDA/C fikriyatının kurucusu olduğunu, örgüt-sel konuları kendisinin yazdığı “Üç Işık“, “Adım-lar“ , ”İdeolocya ve İhtilal” isimli kitaplardaişlediğini, İBDA fikriyatının kendi fikirlerindenoluştuğunu, İBDA‘nın “Benzersiz Oluş “ anlamınageldiğini, bu ismin 1984 yılından sonra İslâmîBüyük Doğu Akıncıları olarak yerleştiğini, İBDAfikriyatının temelinde kendinden zuhur diyalektiğianlayışının bulunduğunu, bunun manasının “Ge-rektiği yerde gereğini yapmak“ yani herkesinkendi anladığı mana nisbetinde bazı faaliyetleriyapması olarak anlaşılması gerektiği, bu anlayışiçerisinde legal ve illegal faaliyet gösteren cephele-rin oluştuğunu, bu cephelerin çalışması ve faali-yetleri sonucunda devlet otoritesinde büyükboşluklar oluşacağını, bu boşluklardan faydalana-rak İSLÂM DEVLETİ kuracaklarını, İSLÂM devle-tinin kurulmasının ancak devrim yolu ile mümkünolacağını, katılmış olduğu konferanslarında ve ka-leme aldığı “Üç Işık “ ve “Adımlar “ isimli kita-bında bu hususları sürekli olarak dile getirdiğini,bu kitaplarında örgütsel eylemlerin nasıl yapılaca-ğını, cephe faaliyetlerinin nasıl ve ne şekilde yürü-tülmesi gerektiğini, açık bir şekilde anlattığını,amaçlarının Türkiye devletini yıkıp yerine İslâmîesaslara dayalı İslâm Devletini kurmak olduğunu,stratejisinin de cepheleşmek olduğunu, 1991 yılın-dan sonra hiçbir legal ve illegal cepheleşmeyeemir ve talimat vermediğini, talimatını, “Kendin-den zuhur diyalektiği“ çerçevesinde kitaplarındaele aldığını ve işlediğini, kitaplarını okuyan kişile-rin bundan ne anlıyorsa onu yaptıklarını, İSLÂMdevleti olarak, BAŞYÜCELİK devletini kuracakla-rını, bu devleti kendi dalında uzman olan kişilerinoluşturacağını, bu kurulun kendi arasında devletbaşkanı olarak görev yapacak olan “BAŞYÜCE“seçeceğini, başparmak ve işaret parmağının göste-rilmesinden oluşan şeklinde İBDA/C adlı örgütünamblemi olduğunu, mavi zemin üzerine 3 hilal ve1 yıldız motifinde işlendiği bayrağın ise kurulacakİslâm devletinin bayrağı olduğunu, bu bayrağında İBDA/C adlı örgütünü simgelediğini, örgütünTavır, Öfke, Karar, Akdoğuş, Taraf, Tahkim, AkZuhur, Akıncı Yol, Siyah Bayrak, Akademya, Kip

Page 11: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39 11

lokali, Ref Ref Yayınevi isimli legal cephelerinoluştuğunu ve bu yayınların örgütün fikir ve gö-rüşleri doğrultusunda legal alanda faaliyetlerininsürdürüldüğünü, kendisine 15 yıldır İBDA/C örgütmensuplarından gerek cezaevinden ve gerekse dı-şarıdan mektuplar gönderildiğini, kendisine gön-derilen bu mektupları “TİLKİ GÜNLÜĞÜ“ isimlikitabında yayınladığını, ele geçirilen paralar ile al-tınların kendisinin birikim olduğunu, örgütle hiçbirilgisinin olmadığını, evinde ele geçirilen silahlarınise kendisine ait olduğunu 1999 yılı içerisindeTürkiye Cumhuriyeti devletinin karışacağını çıka-cak savaşta bu silahları kullanacağını ve buamaçla bulundurduğunu, evinde ele geçirilen vekendisi tarafından kaleme alınan el yazıların da“Atatürk’e, Laik Cumhuriyete, CumhurbaşkanıSüleyman Demirel’e ve bazı devlet büyüklerinekarşı yazdığı hakaret içeren küfürlü sözleri kendisitarafından kalem alındığını laik düzeni benimse-mediğini ve karşısında olduğunu, laik düzenikuran ve onu korumaya çalışan devlet büyükle-rine hakarete hami sözleri bunun için yazdığınıaçık ve samimi bir şekilde belirtmiştir.

Sanık Salih İzzet Erdiş gerek C.Başsavcılığı-mızda ve gerekse yedek hakimlik huzurunda alı-nan savunmasında emniyet ifadelerinin kısmendoğru olduğunu, emniyette baskı altında kalmadı-ğını, İBDA fikriyatının kurucusu olduğunu,İBDA/C adlı örgütle ilgisinin bulunmadığını, İBDAfikriyatının “Benzersiz Oluş “ manasına geldiğini “Gerektiği yerde gereğini yapmak “ anlamına gel-diğini, kitaplarında bunu işlediğini, kitabı okuyan-ların kitaptan ne anlıyor ise onu yapmasıgerektiğini, mevcut anayasal düzeni yıkmak içinfaaliyet gösterdiğini, bu düzeni devrim yolu ileyıkıp başkenti İstanbul olan Büyük Doğu İslâmDevletini kurmak amacıyla faaliyet gösterdiğini,örgüt mensuplarına talimat vermediğini, İslâmDevletinin nasıl kurulacağını ve Türkiye cumhuri-yeti devletinin nasıl yıkılacağını kitaplarında yazdı-ğını, kurulacak İslâm Devletinin “BAŞYÜCELİKDEVLETİ” olacağını devlet başkanı olarak da se-çici kurul tarafından “Baş Yüce“ seçileceğini,İBDA/C adlı örgüt mensuplarının cezaevinde vedışarıda bulunan İBDA/C adlı örgüt mensupları-nın kendisine gönderdiği mektuplarının kendisininevinde bulunduğunun doğru olduğunu, bu mek-tupları yorumlayarak kaleme aldığı “TİLKİ GÜN-LÜĞÜ“ isimli kitapta yayınlayacağını, evinde elegeçen silahları da 1999 yılında Türkiye’nin karışa-cağını İslâm devletini kurmak için savaşta kullana-cağını, ele geçirilen para ve altınların örgüte aitolmadığını, kendisinin birikimi olduğunu, 34 VP834 plaka sayılı otonon Harun Yüksel’in üzerinekayıtlı olduğunu, otonun parasını kendisinin öde-diğini, Harun Yüksel’in kendisinin eniştesi oldu-

ğunu, evinde ele geçirilen ve devlet büyüklerineyönelik hakareti hamiz yazılmış yazıların kendisi-nin el ürünü olduğunu, bunları bir kitapta yayınla-yacağını, laik düzene karşı olduğunu, bu devletbüyüklerinin de laik düzeni koruduğu için bumektupları kaleme aldığını, Büyük Doğu İslâmDevleti kurmak için uzun zamandan bu yana faa-liyet gösterdiğini, açık ve samimi bir şekilde kabuletmiştir.

(…)

İBDA/C örgütünün amacıMevcut Anayasal düzeni silah zoru ile değişti-

rip, yerine orta doğu ülkelerini kapsayan diniesaslara dayalı Federal bir İslâm Devleti kurmaktır.

İBDA/C adlı örgütün lideriKumandon Kod - sanık Salih İzzet Erdiş

İBDA/C adlı örgütün yapısıKumandan kod-Salih İzzet Erdiş’in yazdığı ki-

taplardan etkilenen şahısların bir araya gelerekaralarında hiyerarşik bir yapılanma olmadan ba-ğımsız hareket eden ve aldığı kararları faaliyetegeçiren “KENDİLİĞİNDEN ZUHUR” adı ile oluş-turulan cephelerden meydana geldiği;

TOPLANAN DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE SANIKLARIN HUKUKİ DURUMLARI:

Kumandan kod sanık Salih İzzet Erdiş’in ika-metinde 29/12/1998 tarihinde arama yapılmış vearama neticesinde ele geçirilen silahların balistikraporları aldırılmış ve verilen 30/12/1998 gün ve9785 sayılı raporlarında, silahlarda mekanik birarızalarının olmadığı, atışa sarih olduğu, bu haliyle6136 sayılı yasa kapsamında kaldığı, bu silahlarındaha önceki olaylarda kullanılmadığı tesbit edil-miştir.

Kumandan kod sanık Salih İzzet Erdiş ve sanıkSaadettin Ustaosmanoğlu’nun evlerinde ve iş yer-lerinde yapılan aramada elde edilen dökümanla-rın, aldırılan ekspertiz raporlarında ile işaretlenensayfalardaki yazıların sanık Salih İzzet Erdiş’in elürünü olduğu, ele geçirilen bu dökümanların ör-gütsel dökümanlar olduğu,

Sanık Salih İzzet Erdiş’in Tuzla İlçesindeki ika-metinde ele geçirilen ve (100-101-102-135-134-133) sayfalarda Cumhurbaşkanı SüleymanDemirel’in İlahiyatçı danışmanına, MGK kararla-rına, İsrail’in Ankara Büyükelçisine, hakaretehamiz sözler içermekte olduğu,

Page 12: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 3912

(…)Kumandan kod sanık Salih İzzet Erdiş, tüm

aşamalarda, laik düzeni benimsemediğini bu dü-zeni yıkarak yerine İslâmî esaslara dayalı tüm or-tadoğu ülkelerini de içine alacak Büyük Doğuİslâm Devleti kurmayı amaçladığını ve bu yöndefaaliyet gösterdiğini, samimi olarak belirtmektedir.

Ankara Emniyet Genel Müdürlüğü’ndenİBDA/C adlı örgütün yapısı hakkında bilgi isten-miş ve örgütün liderinin Sanık Salih İzzet Erdiş ol-duğu gelen yazılardan anlaşılmaktadır.

İBDA/C adlı örgüt mensuplarının 1994 yılın-dan 1998 yılının Aralık ayı sonuna kadar gerek İs-tanbul İlinde ve gerekse Türkiye genelindegerçekleştirdiği eylemle tarih ve zaman da belirti-lerek belirlenmiştir.

İBDA/C adlı örgüt mensuplarının gerçekleştir-diği eylemlerin çokluğu, toplum içerisinde yarattığıhuzursuzluk, kaygı ve panik, toplum huzurunubozan, kamu güvenliğini sarsan, istikrar ve geliş-meyi engelleyen boyutlara vardığı görülmektedir.

İBDA/C adlı silahlı terör örgütünün asıl hedefi-nin de, mevcut Anayasal düzeni silah zoru ile de-ğiştirip yerine İslâm Devleti kurmaktır.

İBDA/C adlı örgütün lideri olan kod adıyla dakurulacak BÜYÜK DOĞU İSLAM DEVLETİ ‘ ninkomutanı seçilecek olan KUMANDAN kod Salihİzzet Erdiş’in örgüt mensuplarının gerçekleştirdiğieylemlere doğrudan doğruya katıldığı tesbit edile-memiş olmakla beraber, bizzat kendisi tarafındankaleme alınan ve İBDA/C adlı örgüte sempati ilebakanlara okutturulmak suretiyle siyasi ve ideolo-jik bir bilinç verilmesinde kullanıldığı ve BüyükDoğu İslâm Devleti’nin nasıl kurulacağı husu-sunda kitaplarında yer vererek örgüt mensupla-rına yön vermektedir. Lidersiz bir örgütdüşünülemeyeceği gibi, örgüt mensuplarının ger-çekleştirdiği eylemlerden de örgüt liderinin so-rumlu tutulmaması eşyanın tabiatına aykırı düşer.İBDA/C adlı örgüt mensuplarının gerçekleştirdiğitüm eylemlerden örgütün lideri de sorumludur.

İBDA/C adlı örgüt mensuplarının Kumandankod sanık Salih İzzet Erdiş’e olan bağlılığı, bağlıoldukları İBDA/C adlı örgütün ülke genelindeki or-ganik bütünlüğü, gerçekleştirdikleri eylemlerinçokluğu, gerçekleştirilen eylemlerin ağırlığı, top-lum içerisinde yarattığı korku ve vehamet dere-cesi, eylemlerde çok sayıda bombalarınkullanıldığı ve birçok insanın yaralanmasına veölümüne neden olduğu, büyük çapta maddi ha-sarlar meydana getirildiği göz önüne alındığında,sanık Salih İzzet Erdiş’in Mevcut Anayasal düzenisilah zoru ile değiştirmeye teşebbüs etmek suçunuoluşturduğu;

(…)Sanık Salih İzzet Erdiş hakkında, İBDA/C adlı

örgüt içerisinde Kumandaya haiz görev almak su-çundan, suç tarihinin 1997 ve öncesi olan olay-larla ilgili olarak 10/06/1998 tarih ve 1998/275Hazırlık 1998/216 Esas sayılı iddianame ile AdanaDevlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsav-cılığınca TCK.168/1, 3713 Sayılı Yasanın 5. Mad-desi uyarınca cezalandırılması istemi ile AdanaDevlet Güvenlik Mahkemesine kamu davası açıl-dığı, yargılamanın devam ettiği görülmüştür.

İş bu dava ile Adana Devlet Güvenlik Mahke-mesine sanık Salih İzzet Erdiş’le ilgili açılan kamudavasının birleştirilmesi hususu Mahkemenin tak-dirine bırakılmıştır.

Bu nedenlerle:1- Mevcut Anayasal düzeni silah zoruyla değiş-

tirmeye teşebbüs etmek suçundan;Sanık Salih İzzet Erdiş’in eylemine uyan

TCK. 146/1 Maddesi uyarınca,(…)4-Emanetimizin 1999/25 sırasında kayıtlı bulu-

nan; 7. 65 mm. çaplı 452237 seri nolu tabanca vetabancaya ait şarjör, 9 mm çaplı 31341172 serinolu tabanca ve bu tabancaya ait şarjör, 8 mmçaplı gaz tabancası, Mamser marka 5’li gaz taban-cası numarasız 6’14 toplu tabanca, numarasız 7’litoplu tabanca 22 kalibre çaplı numarasız dürbünlütüfek, Mag 870032641 seri nolu pompalı tüfek,Sarsılmaz marka nişan tüfeği, 12 numara çaplı1724 seri nolu av tüfeği, Panasonic marka F 2HCO 4933 seri nolu kamera cihazı ve şarj cihazı,Sony marka ses kayıt cihazı, daktilo makinasıEricsson marka CH 388 cep telefonu, bir adetavcı yeleği, bir adet bayrak, bir adet tevhid bay-rağı, rulo şeklinde İBDA/C bayrağı, rulo şeklindeİBDA/C simgesi, 2 adet Tilki Günlüğü isimli kitap-ların TCK. 36 maddesi gereğince zoralımına;

5-Örgüte ait olduğu iddia edilerek zaptedilenzilliyetliği sanık Salih İzzet Erdiş’te olan 34 PV 834plaka sayılı Volvo marka otonun TCK. 36 Maddesigereğince zoralımına;

6-Emanete alınan 25.000 Alman Markı,10.000 Amerikan Doları ve 800 Fransız Frangı’nınTCK 36 Maddesi gereğince hazineye irat kaydına;

Karar verilmesi için;Yargılamanın 2845 Sayılı Yasanın 20. Maddesi

uyarınca Mahkemenizde yapılarak, sanıkların üze-rine atılı müsnet suçlar subuta erdiğinde sanıklarınyukarıda belirtilen sevk maddeleri uyarınca ayrıayrı cezalandırılmalarına karar verilmesi kamuadına iddia olunur.

12/01/1999Ali Yorulmaz

23783İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi-

Cumhuriyet Savcısı

Page 13: furkan, salih, mirzabeyoğlu

MMeehhmm

eett FF

ıırraatt,, ““MM

iiffttaahh””

Page 14: furkan, salih, mirzabeyoğlu

SAVUNMA

21 Şubat 2000

İstanbul

6 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi

MMüüttee

ffeekkkkiirr

SSaalliihh MM

iirrzzaa

bbeeyyooğğlluu

’’nnuunn KK

eennddii EEll YYaazzıı

ssııyy

llaa SS

aavvuunnmm

aassıı

Page 15: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39 15

Rejim, “nizâm-düzen” ve hukuk; neticede sos-yal, siyasî ve iktisadî unsurları içine almış olarak,hukukun kapsayıcı rolünde üst üste gelen kavram-lar... Bu görüş çerçevesinde “Adalet sistemi” ve ilgilikurumların hâline, DGM Savcılığı’nın hakkımdakiiddianâmesine cevab yazmaya başlayabildiğimbugün, yâni 17 Şubat 2000 itibariyle değinme ihti-yacındayım. Hiçbir hukukî mesnede dayanmadantutuklanmamın ardından, 25 Ocak 2000’den bu-güne kadar yaşadıklarım ve içinde bulunduğumdurum, Adalet sisteminin nasıl bazıları için “at içeri,çıkmak için uğraşsın dursun!” mantığı ile işletildiğinigöstermektedir.

Önce, yeri geldikçe açmak ve misâllendirmeküzere, fikrimi peşin peşin söyleyeyim: - “T.C. içindeyaşayan 3000 aile; hukuk da bunların çıkarınagöre, ordu da, polis de... Kendi aralarındaki dalaş-malar bir yana, bunlar hukuk üstü imtiyazlı bir züm-redir! Devlet, hukuk demektir ve hukukun olmadığıyerde devlet değil, çete vardır. Bu çerçevede, emirkomuta zinciri içinde hareket eden DGM’lerin mâ-nâsı da bellidir; DGM Savcılığı’nın aynen aldığıpolis sorgulaması sırasında, “yukarıdan bastırıyor-lar, sen İBDA-C örgütünün lideri olduğunu mecbu-ren kabul edeceksin!” diyen (sanıyorum Komiseryardımcısı ) Bahri’nin tavrı, buna tipik bir örnektir.Polisteki baskı ve istediğini istediği gibi tertibe sokansorgu usulü ile, bunu iddianâme hâlinde aynen

kabul eden DGM Savcılı-ğı’nın haksız yere tutuklamasıkarşısında, benim tabiî bir insan refleksi hâlindeMahkeme’yi protesto ederek çıkmayışımın sebebide belli olmuyor mu?...

Gelelim 25 Ocak 2000 tarihine... Polisin benihiçbir illegal ilişki içinde olmamama rağmen, “İçiş-leri Bakanlığı’nın İBDA-C’yi illegal örgüt kabul et-mesi”ne binaen sipariş üzerine (ki, kaç türlüsaçmalık bir arada, sonra göstereceğim) yakala-ması, üstelik ilkokula giden çocuğumu hergünalmak üzere gittiğim İlkokul’un önünde eşim ve ço-cuklarımla beklerken yakalamasına rağmen, “örgütlideri” imajına katkı olsun diye yakalama tutana-ğını, adaleti yanlış yönlendirici bir şekilde “evine ya-pılan baskınla yakalandı” diye tertib etmesi; 28Ocak 1998’de böyle başlayan ve basının da içindepsikolojik yönlendirici olarak bulunduğu bir yığınhaksız, ahlâksız ve hukuk dışı suçlamaya tepki ola-rak, protesto amacıyla Mahkeme’ye çıkmayı red-detmem... Hukukî olarak nâzik bir mesele: Beni 26Ocak’taki Mahkeme’ye çıkarmak için yapıldığı söy-lenen, sabahın kör bir saatinde hiçbir şey söyleme-den askerin doğrudan ateş açmasıyla başlayan ve

2277..00

11..22

000000,, SS

aabbaahh GG

aazzee

tteessii

SavunmaT.C İçinde 3000 Aile

Page 16: furkan, salih, mirzabeyoğlu

16 şubat 2011 sayı 39

(1) kişinin ölümü ve (5) kişinin yaralanmasıyla ne-ticelenen operasyon; operasyonun niteliğinin hu-kukî olup olmaması bir yana, sadece benim davamile ilgisi yönünden bile hukukî midir?.. Metris Ceza-evi Savcısı’nın, Mahkeme’ye çıkıp çıkmayacağımıncevabını almak üzere geleceğini söylediği 25Ocak’ın sabahında gerçekleştirilen bu operasyon?..Aslında Cezaevi Savcısı’nın Mahkeme’ye çıkıp çık-mayacağımı öğrenmek istemesini söylemem de lü-zumsuz; çünkü 26 Ocak’ta Mahkeme’ye çıkarılmaküzere gelinene kadar kimsede böyle bir tahmin yü-rütme yetkisi yoktur. Oysa bunun bir adım daha ile-risine gidilmiş, işin içine müneccimlik girmiş vebenim Mahkeme’ye çıkmayacağım kesin kaziyekabul edilerek sözkonusu operasyon gerçekleştiril-miştir... Ve DGM Savcılığı’nın iddianâmesine hangişartlar altında cevab yazdığımın daha iyi takdir edil-mesi için arkası: Yaralıların çıkarılması ve teslimolunması hususunda operasyonu yürüten Albay,“hiç kimseye kötü muamele yapılmayacak, Devletsözü!” diyor. Devlet sözüyse fena!.. “Biz, söz na-mustur uhdesine bağlı insanlarız, sizin sözünüze gü-venmek isteriz!” diyoruz, kabul görüyor; ve en sonbenim çıkmam şartıyla arkadaşları tek tek alıyorlar.Sıra bana gelince durum değişiyor: Benimle bera-ber çıkacağını söyleyen Albay, “tamam!” diyor vebenimle ilgisinin kesildiği o ânda yüzleri dövüş mas-kesi gibi bir şeyle örtülü grub, koluma giriyor. As-kerin oluşturduğu koridor içinde kim vurduyagelmek gibi bir durumda olduğumu anlıyorum.Fakat enteresan; bu kasklı asker koridoru içinde bir-kaç kişi dışında tekme ve yumruk vuran olmadı. Ko-luma giren grubtan biri -burası önemli- bana, “sende asker çocuğuymuşsun; boyuna askere saldırı-yorsun, bu düşmanlık nerden?” dedi. Aslında onunsöylediği, istihbarat raporlarından adlî mekanizma-lara ve kamuoyuna kadar istediğini istediği gibisunan ve tersine şeylerin karşısında cılız kaldığı ba-sının, “İBDA-C boyuna askere saldırıyor!” şeklin-deki haberi idi. “Ben adalet sistemini protestoediyorum, üzerime askeri yolluyorlar!”dedim. Neti-cede, beni tepeleyecekleri bir yer telâşesinde, orasımı burası mı derken, Metris Cezaevi’nin dış bah-çeye açılan mevkiine kadar geldik. Beni odadaki birsandalyeye oturttular, ardından kollarım kelepçe-lendi ve hemen akabinde de dışarı çıkartılarak söz-konusu grubun içine salındım. Üzerime üşüşenlerintekme ve yumruk darbeleriyle yere düştükten sonra,kafama ve vücuduma yediğim sayısız darbedensonra kendimden geçtim. Aradan şu kadar gün geç-mesine rağmen beni günde birkaç kez baygınlık hâ-line sokan o darbelerin tesirine rağmen, o gün nasılsağ kaldım hâlâ anlayabilmiş değilim. Neticede; ha-disenin vukubulduğu yere koyulmuş bir masa üze-rinde ayıltılırken, patlayan sol kaşıma dikiş atıldı vemasadan indirildim. Ne hâle getirilmiş olduğumu

Page 17: furkan, salih, mirzabeyoğlu

17şubat 2011 sayı 39

göstermek için sadece şu sahne yeter:Bütün vücuduma müthiş bir hissizlik ve uyuşuk-

luk hâkim şekilde, Kartal Cezaevi’ne getirildim. Solbacağımın üzerine basamıyorum. Bu hâldeyken,başlarında 4 sırmalı olduğunu sandığım bir Astsu-bay ve bir başka Astsubayla birlikte askerler, benitepelemek için bir odaya aldılar; ve sesimin çıkma-ması için ağzımı kapama çabaları sırasında, kaşımınüzerindeki gazlı bez veya pamuk da söküldü. Dışarıçıkarılınca doktor faslı: Pişkin olmadığı tedirgin ta-vırlarından belli ve besbelli ki “tembihli” bir adam,bana, “sırtında bir darbe falan yok değil mi?” de-dikten sonra, muayene bitmiş olarak önündeki ka-ğıdı dolduruyor... Acelesini bildiğim doktor’a,“yüzümde ve kafamda birşey yok değil mi?” de-yince, sanki kendisine farkında olmadığı birşey söy-lemişim gibi, “yok!” cevabını verdi; ve oradan,koluma giren gardiyanlarla Cezaevi’nin “müşa-hede” bölümüne götürülürken, bir gardiyanın ar-kadan sağ böğrümü bulan tekmesi... Hemensöylemeliyim ki, bütün bunları, acıklı bir tasvirlemerhamet devşirmek için değil, koruma ve kollukgörevinden Cezaevi’ne kadar bir bütünlük teşkileden Adalet sisteminin hâlini göstermek için yazı-yorum: (1) ölü (5) yaralıyla neticelenen malûm ope-rasyonun ardından “Devlet’in itibarı kurtuldu!”diyebilen Adalet Bakanı, evvelâ kendilerinin koy-dukları kanunlara saygılı olsalar ve bunun uygula-nışını takipte bulunsalardı, Devlet’in kendi adınaasıl itibarının “adalet” olduğunu da göstermiş olur-lardı... Neticede: 26 Ocak 2000 tarihinde, sol di-zimden topuğuma kadar öbürünün iki katı olmuş filbacağı gibi bir bacak ve kafam gözüm yaralı hâlde,-tahkir edici davranışlardan filân vazgeçtim-, karşı-nızdayım... “Yukarılardan” gelen tembih gereği,Mahkeme’de nasıl davranmazsam sonucunun neolacağının tehdidini-imâsını almış olarak; ve gaze-teciler resim çekerken sünepe görünmem için, üze-rimdeki yeleğin beni gösterişli yapması sözkonusuedilip huzurunuza çıkarılmış olarak...

Aslında bütün mesele şu noktada toplanıyor:Vaktiyle bir Milletvekili’nin, “bu memlekette ikizümre meydana getirdiler; biri polisin korkuttukları,biri de polisin korktukları!” demesi gibi, durumagöre, birileri Hukuk’un bu tarafında kalırken, biri-leri öbür tarafında kalıyor... Estirilen hâkim psiko-lojiye göre!..

Hukukun en genel ilkelerinden biri, “kişi mah-kemede hüküm giyene kadar suçsuzdur” diye dur-sun, büyük sermaye teknesinin cariyesi basınhakkımızda Savcı ve Hakim olmanın da ötesine ge-çerek, hüküm giymiş olsan bile gerçek bir HukukDevleti ve ahlak ilkeleri önünde tasvip edilemezaşağılık bir ağızda maruz kaldığım muamele için bi-rilerini yağlamış ve kamuoyu önünde beni küçükdüşürmeye çalışmıştır... Savaşta bile bir esire dav

ranış şekli Milletlerarası caribir hukuk olarak düzenlenir vebu yasanın bir gerçek halini alması gerekirken,benim mevcut hukukun öbür tarafında kalanlar ta-rafından kafamın gözümün yaralanması, bacağımınsakatlanması, saçımın sakalımın kesilmesi ve ayaktaduramaz bitkin hâlim karşısında atılan başlıklarmalum: “Traş olurken yüzünü kesti-Yolunmuş Ta-vuğa Döndü!” bunlar, hayatı ona buna tavuklukyapmakla geçmiş veya buna aday, anasından yanaözürlü ve benim ruh aynamda kendi ruh aşağılıkla-rını görüp tasvir eden adamlar... Şu satırlardansonra bile, irkilip silkinecekleri yerde sadece sırıta-caklarını bilmek için, kahin olmak gerekmez... Amaonlarla aynı çizgide saf tutan ve “Devlet’in itibarıkurtuldu!” diyen Adalet Bakanı için ne demeli?..Hukuku dehleyip de estirilen “psikolojik” hava?..

F tipi cezaevi uygulaması için beni Saadettin Us-taosmanoğlu’nu ve Ali Osman Zor’u kobay seçenAdalet Bakanı’nın emri gereği şu satırları yazdığım10 Şubat itibariyle, tek başıma bir odada, televiz-yon ve radyo gibi haber dinleme imkanlarındanmahrum ve şimdiye kadar çoluk çocuk dahil hiçbiryakını ile görüşmemiş olarak, hınç devşirici şart-larda, cevap hazırlamaya çalışıyorum... Bütün ku-rumlarıyla bir bütün olan “Adalet Sistemi”nin,bırakın hukuku, en basit insan haysiyetine bile ria-yet etmez bu tıkır tıkır işleyişi karşısında, üst katta-kilerin gururdan gözleri yaşarıyordur herhalde...Ufak bir hatırlatma: Yassıada mahkemeleri sıra-sında, konulduğu hücre için “burada insan nasılyaşar?” diye serzenişte bulunan bir Milletvekili’ne,gardiyan “aman efendim! buralar sizin Meclis’tekioylarınızla yapıldı!” diyor... Kıssadan hisse!..DGM savcılığının “kanatsız kuş” misalini andırır busığ ve sakat tasviri, kısır mantık ve sakat suç isnadı,benim temsil ettiğim davanın ulviyeti önünde “işteyobazlık budur!” kabilinden bir mahiyet belirttiğigibi, hukuk haysiyeti açısından da bir suçtur.Yaka-lanışımdan, polis sorgusundan, sözkonusu iddiana-menin keyfiyetine kadar herşeyi destanlık birkomedi olarak kitaplık çapta ortaya koyacağımı ka-muoyuna duyururum.

Kitaplık çapta ortaya koyacağımı söylediğim,“hukuku uygulama durumunda olanların hukukdışı davranışlarının” destanı, malum Metris hadise-sinde telef oldu; bu ayrı dava... Mesele şurada: Benbunu ifade etmişken, 26 Ocak’ta kafam gözüm ya-ralı ve üstüm başım çamur, bitkin bir halde Mahke-me’de iken bu hâlimi dünyanın hiçbir yerinde-tabii, Hukuk Devletin’nden bahsediyorum-görül-meyecek şekilde yamyamca şakşaklayan bir kısım

SavunmaF Tipi İçin Kobay Seçildim

Page 18: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 3918

aşağılık basın, suç olan bir fiiliövmekle kalmamış, aynı zamanda

benim “zaten Mahkeme’ye gelecektim!” sözümü“Mahkeme’de kuzu kesildi!” ağzıyla tahkir ve bil-hassa TAHRİK edici şekilde vermiştir... Basın, kuk-lalık ettiği güçlerin elinde yönlendiricilik yapıyor ya,burada sözü, arkasından ben devam etmek üzere,Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’un Adli yılın açılı-şında yaptığı konuşmanın bir kısmına getirmek isti-yorum ki, şöyle diyor:

“-Akıllarının ürettiği tek gerçeği topluma dayat-tılar. İnsanların, yataklarına uzun gelirse, ayaklarınıkestiler; kısa gelirse ayaklarını uzatmaya yeltendiler.Kimileyin de insanları parçalara ayırdılar, sonrabu parçaları yeni biçimler altında bir-leştirip kendi insanlarınıyaratmak istediler. HerTOTALİTER rejim gibibir meyve koparmakiçin ağacı devirdiler.Özgür birey yok oldu. Or-tada yalnızca tek bir efendikaldı; bu, Devlet‘ti. Geriyeise her efendinin gerek duy-duğu köleler. Bireysiz devlet,çaldığı dişlerle ısıran hain biryaratık olup çıktı.”

Yargıtay Başkanı’nın yaptığıtesbit, benim en başta “Huku-kun kapsayıcı rolü” diye yaptı-ğım tesbite, TEKLİF farkıylayakındır: Zaman zaman o konuş-maya atıfta bulunacağım... Benimteklifim malum: Büyük Doğu –İBDA sistemi... Sözkonusu tesbit, varlığını bizzatçarpıklığa borçlu ve bu çarpıklıktan nemalanan“3000 aile” diye ifade ettiğim zümrenin çıkarınagöre bir müesseseleşme kurumlaşmanın, devlet ku-rumunun halini gösteriyor... Bu çerçevede benimdavamda da görüldüğü gibi bir ucu devlet içindeolan basın, çok bahsedilen gücünü ahlaklı veya ah-laksız çalışanlarından değil, onları kendi çıkarı içinkiralayanların gücünden almaktadır... Hani şu; 20milyonu gerçek anlamda aç ve geri kalanı köle,uşak ve korucu haline getirilmiş ve bir kısmı da -mesela siyasiler ve değişik meslek mensupları- çıkarortağı edinilmiş bir insan coğrafyasında tereyağın-dan kıl çeker gibi trilyonları ve katrilyonları götü-renlerin gücü.

Bir trenin içinde, onun gidiş istikametine tersyönde yürümenin, trenin kendi istikametinde yol al-masına bir zararı yoktur; bunun gibi müsaade edi-

len çerçevede çıkan birtakım doğruyu ifade edenyazılar, yukarıda sözünü ettiğim büyük basın içinde,aykırı sesleri de kendi veriyormuş havasını doğurançeşni neviindendir...

Netice olarak: 1975’den beri dergi kitab faali-yetleri hâlinde fikir üreten ve 1984’den beri debunu İBDA markası ile gerçekleştiren ben, “fikirsuçu” kapsamında doğrudan şahsî faaliyetimle ilgiliolarak suçlanabilmem durumu bir yana, ne düniçin, ne bugün ve ne de yarın, benden yapılan ikti-baslar veya bana yapılan atıflardan dolayı, legalveya illegal işlerin mesulu tutulamam... Nitekim, tu-tukmanmamdan 5 ay önce bir başka İstanbul DGMSavcısı’nın Adana DGM Savcısı’na yolladığı belge-ki Avukatım Harun Yüksel tarafından “İddianameve ekleri hakkında beyanlarımız” diye Mahkeme

Başkanlığı’nıza verilmiştir- bunu teyideder:

-(Sanık gıyabi tevkif ile aranır du-rumda iken HAKKINDA HER-HANGİ BİR DELİL ELDEEDİLEMEDİĞİ VE SANIĞIN YA-YINCILIĞINI YAPTIĞI dergilerive örgütsel faaliyetleri İstanbulilinde yönettiği gerekçe gösteri-lerek Adana DGM tarafından11 Mayıs 1998 tarih ve1998/44 sayılı yetkisizlik kararıile hakkındaki dosya Başsav-cılığına gönderilmiştir.ADANA DEVLET GÜVEN-LİK MAHKEMESİ CUM-H U R İ Y E TBAŞSAVCILIĞI’NIN SA-

NIĞIN HAKKINDA YETKİSİZLİKKARARINDA YAZILDIĞI ŞEKİLDE DELİL

ELDE EDİLEMEMİŞSE TAKİPSİZLİK KARARIVERME OLANAĞI BULUNDUĞU GİBİ, DOSYAİÇERİĞİNE GÖRE SANIĞIN İSTANBUL DEVLETGÜVENLİK MAKEMESİ CUMHURİYET BAŞSAV-CILIĞI YETKİSİ ALANINA GİREN BİR EYLEMİDE TESBİT EDİLEMEMİŞTİR.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI’NIN DOSYA İÇERİ-SİNDE BULUNAN 3 MART 1998 TARİHLİ YAZI-SINDA BU SANIĞIN İSTANBUL’DAYAYINLANAN YASAL DERGİLERİNDEKİ FAALİ-YETLERİNDE YASADIŞI ÖRGÜTÜN ÜYESİ VEYÖNETİCİSİ OLDUĞU DELİLİ OLAMAZ.)Ve Avukatım Harun Yüksel, “Adana DGM dosya-sında İstanbul DGM dosyasından farklı hiçbir delilyoktur. Ve İstanbul DGM Savcılığı bu kararı verdik-ten 5 ay sonra müvekkilim tıpkı Adana dosyasın-daki gibi mesnetsiz iddia ile, yasadışı örgütyöneticisi olma iddiası ile gözaltına alınıp tutuklan-mıştır... Bu 5 ay içinde ne değişmiştir?” diye soru-yor... Ortada ne emare, ne karine ve ne de delil

SavunmaTeklifim: BD-İBDA Sistemi

Page 19: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39 19

olmaksızın tutuklanmamın en şirin cevabı, bütün buolup bitenlerden sonra doğruluğundan asla şübheedilemez şekilde, polis sorgusunda –Komiser veyaKomiser Yardımcısı- Bahri’nin, “yukarıdan bastırı-yorlar; sen İBDA-C örgütünün lideri olduğunu mec-buren kabul edeceksin!” sözüdür. 100 sayısının tabiîolarak 99 sayısına kadar bütün sayıları içinde ba-rındırması gibi, aynı doğruluk ölçüsüyle, polistekisorgudan başka bir sahne:

Bana sordukları soruların cevaplarından, dahahülâsa edilmiş sorular hâlinde, hiç yurtdışına çık-madıysam bunu isbat etmem gerektiğine dair saç-malıklar da içinde, 5-6 madde hazırlamışlar... Bahriile beraber, -aynı yaşlarda,sarışın, ismini Mehmetdiye bildiğim Komiser veya Komiseryardımcısı- üçüncü maddeye geliyor-lar:

- “Tamam, hiç kimseyle görüş-mediğini ve tanımadığını kabul edi-yoruz; talimat da vermediğinikabul ediyoruz... Gelelim şu lider-lik mevzuuna...”

Ben “hiç kimseyle görüşme-diğime, talimat vermediğimegöre, nasıl örgüt başı oluyorumki?” deyince, Bahri, 20 bin ki-şinin yargısız infazlarla gitme-sine nisbetle hafif kalacak şusözleri söyledi:

-“Biz sana kötülük yap-mak istemiyoruz; istesey-dik, evinin bahçesineeroin gömer, eroin yaka-ladık, derdik... Gel senşunu güzellikle kabul et!“

Benim bu güzelliği kabul etmemem kar-şısında, Mehmed hışımla atıldı:

- “Yuh be sana!.. Bi Terör Örgütü’nün başıyımdiyemiyorsun, delikanlılık yapamıyorsun! Buradaeylem yapmış kaç kişi seni öve öve bitiremedi... Bislogan bile atamadın!”

İBDA ile İBDA-C arasındaki fark ve “kendindenzuhur” bahsi ile ilgili “anlamak için sordukları soru-lara da, “ben orada 41 tane kitab yazmışım, oku-yun!” deyince, Bahri, şu tersine harika cevabı verdi:

- “Aslanım, Savcı senin kitablarını okuyacakdeğil. Buradan önüne ne giderse o...”

Bütün bu anlattıklarımdan da anlaşılıyor ki, ben,yakalanışımdan ve tutuklanışımdan sonra binbirtürlü bayağılıkla aleyhimde yönlendiricilik göreviyapan basın bir tarafa, doğrudan adaleti ilgilendirenpolis sorgusundan bu yana da “suçsuz olduğunuisbat et!” gibi hukuk dışı bir muameleye maruz bu-lunuyorum... Neticede: Yukarıda kendilerinden ik-tibaslar yaptıgım kişilerin yazılı ve sözlü düşüncelerigibi, ben de İBDA markası altında çeşitli mevzulara

dair düşüncelerimi beyânediyorum... Düşünce beyânedenle muhatabları arasındaki farkı da, her dü-şünce için geçerli olmak üzere, “ben bıçak yaparım;isteyen ekmek keser, isteyen adam” sözüyle ifâdeediyorum...

( Dikkatimi çeken hususlardan biri de, ne MİT’teve ne de Siyasî Şube’de, sorgulamayı yapanlardanhiçbiri, fikir plânında hiçbir şeyden haberdar değil-lerdi... İBDA-C örgütü diye bir davaya balıklamadalan adamlar, İBDA’nın kitabî yönünde tam bircahil idiler... Adeta, mikrobu bilmeden doktorluk

taslamak gibi bir şey... Bütün bilgileri, gazetehaberleri çerçevesinde idi; ve ga-

zete okuyucusu olarakdevşirdikleri haberleri

istihbarat yapmış gibitopluyor, bir zaman son-

rada bunları İstihbaratTeşkilatı’nın çalışması diye

basına veriyordu...)İkincisi: Ugur Mumcu cina-

yeti... Cinayetten bir kaç günsonra, Hürriyet Gazetesinde,

yine “polisten alınan bilgiyegöre” kaydıyla, Uğur Mumcu

cinayetiyle ilgili olarak, benimve 15 arkadaşımın gözaltına alı-

nıp sorgulandığım yalan haberiçıktı... Uğur Mumcu’nun Avukat

ağabeyinin ısrarlı takibleriyle işinhangi mecralara döküldüğünü ve

nerelerde takıldığını biliyorsunuz.Bir kısım kimseler veya örgütler

eylem yapacak, hattâ mesela İBDA-C Fetih diye birörgüt eylem yapacak, oraya bırakılan kağıt veya te-lefonla üstlenildi diye, -buraya dikkat edilsin, altınıçizerek söylüyorum-, eylemci veya talimat verenolarak ben münasib görülüp, hakkımda böyle birpsikolojik hava oluşturulacak veya “suçsuz oldu-ğunu isbat et” gibi bir davaya mevzu olacağım...Hukuk devletinde böyle bir şey olabilir mi?..

Savcılık iddianâmesi, eskilerin “muhayyelâttanterekküb eden kıyas” dedikleri şekilde, “o, o olursa,bu da bu olursa, netice şudur” kabilinden, benim“münasib görme” dediğim şekilde devam ediyor:“Lidersiz bir örgüt düşünülemediği gibi, örgüt men-sublarının gerçekleştirdiği eylemlerden de örgüt li-derinin sorumlu tutulmaması eşyanın tabiatınaaykırı düşer. İBDA-C adlı örgüt mensublarının ger-çekleştirdiği tüm eylemlerden örgüt lideri de so-rumludur. İBDA-C örgüt mensublarının Kumandan

Savunma“Bahçene Eroin Gömerdik”

Page 20: furkan, salih, mirzabeyoğlu

20 şubat 2011 sayı 39

kod Sanık İzzet Erdiş’e bağlı-lığı...” diye, örgüt mensublarının

yaptığı eylemler faslıyla sürüyor... “O o olursa, buda bu olursa netice şudur” da, o öyle değil, bu daböyle değil”; neticede de, ne legal ve ne de illegalhiç bir İBDA-C’nin lideri değilim... Bu çerçevede,beni suçlamak için, bana olan bağlılıktan bahset-mek, “suçun şahsiliği prensibi”ne aykırıdır. Nasıl ki,Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e yakınlığı vebağlılığı malûm üst katlarda oturan, katrilyonlaravaran yolsuzluk ve cinayete varan sair suçlarda ad-larının geçmesinden dolayı o suçlanamıyorsa ve sıksık “suçun şahsîliği prensibi”ni tekrarlıyorsa, “hu-kukta eşitlik prensibi”nden hareketle hiç tanımadı-ğım insanların bana bağlılığından dolayı da aynışekilde ben de suçlanamam... Bu misâl başa alına-rak, sayısız misâl temin edilebilir.

Yakalanışımdan 5 ay önceye âit Savcılık hükmühiçbir yasadışı ilişki içinde bulunmadığımı tesbitederken, hâlihazır suçlamanın hülâsa olarak altınıçizdiğim kısmı, netice olarak “olsa olsa budur!”cin-sinden bir “münasib görme” işidir... Bu “münasibgörme” işinin hukuk dışı olması bir yana, ölçüsünedir? Niye şu değil de bu?

Mesele şurada: Büyük Doğu ve İBDA, eserle-rimde binbir defa geçtiği gibi, bir ayniyetin iki ka-nadı olarak bir terkib belirtir; yâni BüyükDoğu-İBDA... Biri, eşya ve hadiseler karşısındaruhun “nasıl” tavrıdır; diğeri aklın “niçin” tavrı...Buna rağmen “o olmakla, ondan olmak” arasındakifark gereği, İBDA’ya isnad edilen bir suçtan dolayı,Büyük Doğu suçlanamaz... Aynı yekilde legal veyaillegal İBDA-C’lerden dolayı da, “o onu tanıyor bu

bunu tanıyor” diye sorumlu tutulamaz... Eğer so-rumlu tutulursa, ben de diyorum ki, “benim liderimNecip Fazıl’dır!” ... Üstadım’la Turgut Özal’ın temasımalûm olduğuna göre o da örgüt üyesi... Şayetbugün bu iki ismin vefat etmiş olduklarını ileri sü-rerseniz, o zaman da, sağlığından beri Turgut Özaliçin “benim doğal liderim!” diyen ve onunla yanyana çalışması malûm Mesut Yılmaz’ı örnek göste-ririm... Yani örgüt liderliğine niye onlar münasib gö-rülmüyor da, “olsa olsa budur!” kabilinden biryaklaşımla ben yasadışı örgütün lideri oluyorum?..Aynı şekilde: Necib Fazıl’ın 1976’da başlayan veSüleyman Demirel’ in 3-5 bin adedini üst fiyatın-dan alıp partililere dağıttırarak katkıda bulunduğu“Rapor” isimli kitab-dergide, Nisan 1980’den sonra12 Eylül’deki sonuncu 13. sayısına kadar ben deyazdım. Süleyman Demirel’in haftada veya onbeşgünde bir telefon etmesi ve saygılarını bildirmesininve ara sıra dergiye siyasî çıkarı gereği para yardı-mında bulunduğunun şâhidiyim. “Kavgam-NecipFazıl” adıyla günlük bir tarihçe şeklinde tertipleyerekbasılan onun yazılarından müteşekkil bu eserimden,sözkonusu yakınlık süzülebilir... Buna nisbetle, niçinyasadışı örgütün liderliğine o münasib görülmüyor?Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel vesilesiyle, mü-nasib görme işinden başka, şu “kumandan kod” lâ-fına da açıklık getirme imkanını bulmuş oluyoruz...Şöyle: “kod” belirli bir göreve tahsisen veya -şifregibi- gizlemeye dair işlerde kullanılır. “Lâkab” ise,asıl adından başka bir kimseye başkalarının taktığıaddır... Süleyman Demirel’e 10-15 senedir “baba”denmesi malûm; ama hiç kimse, onu çok sevip sa-yıyorlar, görüşüyorlar, samimiler veya akrabalardiye, onların bulaştıkları katrilyonlara varan yolsuz-luklara adları karıştığı için, “Baba”yı, mafya baba-lığına yormuyor, “münasib görmüyor”...“Kumandan” lâkabı da, bana 1980’lerde “Rapor”Dergisi çıkarken yakıştırılmış bir lâkaptır. Ortada hiçbir legal veya illegal hiyerarşi ve ilişki olmamasınanazaran, bunun böyle olduğu da açıktır... Savcılık iddianamesindeki, “kurulacak Büyük Doğuİslam Devleti’nin Komutanı seçilecek olan Kuman-dan kod Salih İzzet Erdiş” sözünü de anlamış deği-lim... Necib Fazıl’ın “Büyük Doğu İdeolocyası”isimli eserinde geçen “Başyücelik Devleti” faslı,benim “Başyücelik Devleti” eserimde tahlil edilmiş-tir; ve orada, “Başyücelik Devleti”nin başının, “Baş-yüce” diye adlandrıldığı sabittir... “Kumandan”,eğer bir görev ve hiyerarşi olarak kullanılıyorsa, bu“askeri bir görev” ifâde eder ki, hem “kumandan”seçimle gelmez, hem de “Devlet Başkanı” değildir.

Salih İzzet Erdiş

Savunma“Münasib Görme”

Page 21: furkan, salih, mirzabeyoğlu

SAVUNMA

17 Nisan 2000

İstanbul

6 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi

Page 22: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 3922

Geçen celsede, “teferruatıkendine bağlayan asıl” hâlinde,

söylenmesi gerekenleri söyledim... Bu celsede, te-ferruat kabilinden söyleyeceklerim ve yer yer hatır-latıcı zaruri tekrarlar, o asıla nisbetle olacaktır.

Malum olduğu üzere, sadece “cürüm atfı” nınherhangi bir mânâsı ve delil teşkil etmesi söz ko-nusu olamaz... Polis sorgusundan itibaren “deliller-den suçluyu tayin etme” yerine, “olsa olsa budur”kabilinden bir yakıştırma ve “münâsib görme” ilecürüm atfına maruz kalmışken, ortada herhangi birdelil olmaması bir yana, daha İBDA-C’nin ne oldu-ğunun bile bilinmediğini görüyorum... Aşağıda tek-rar açıklayacağım ve delillendireceğim üzere,İBDA-C diye organları belli ve organik bütünlüğüolan tek bir örgüt yok, bunu bir sıfat ve vasıflanmahâlinde alan bir sürü legal ve illegal oluşum vardır;bu durumda da, ben “örgütün başı” şeklindeki, po-lisin ve Savcılığın “suç atfını” üstlensem bile, yinekendilerinin bizzat ikrar ettikleri gibi, “örgüt men-sublarının gerçekleştirdiği eylemlere doğrudan doğ-ruya katıldığı tesbit edilememiş olmakla beraber”ifadesi, (İBDA-C diye tek bir örgüt olmadığı hususuda caba), bu üstlenmenin bile bir delil teşkil etme-yeceğini gösterir.

“Rutin dışı” yollardan rejimi korumaya kalkançevrelerin kulağıma fısıldadığı bir hususu da içinealacak şekilde, geçen celsede söylediklerimi hatırla-tayım:

(Türkçe’de “cı, cü” gibi eklerin sıfat ve nisbet ek-leri olması ve nasıl ki “simitçi” nin simidin kendisinibelirtmemesi gibi, İBDA’ya nisbetle İBDA’cılar; Ata-

türk’e nisbetle, Atatürkçüler, Marks ve Lenin’e nis-betle “Marksist-Leninistler” vesaire... Atatürkçülerin“Atatürkçü Cebhe”, Marksist Leninistler’in “Mark-sist-Leninist Cebhe” diye vasıflanabilmesi, bununyanında “Milliyetçi Cebhe” ve “Sol Cebhe” gibi ta-nımlamalar gözönünde tutulursa, aynı şekilde İBDACebhesi... Cebhe sözü, birbirinden farklı oluş ve ku-ruluşları ifade ederken, bu farklılık birbirine zıt oluşve kuruluşları da ifade eder... Mesela, 12 Eylül ön-cesi “Milliyetçi Cebhe” deki çeşitli partiler... SolCebhe tanımı içinde, birbirinden ayrı ve birbirineaykırı legal ve illegal faaliyet gösteren parti ve ör-gütler, yayın faaliyetleri... Keza “Atatürkçü Cebhe”tanımı içinde de aynı şey...)

“Yukarılardan” gelen tembih gereği, Mah-keme’de nasıl davranmazsam sonucunun ne ola-cağının tehdidini-imâsını almış ve maruz kaldığımmuamelelerden bahsetmiştim; hatırlayacaksınız...İşte onun devamı hâlinde, Kartal Cezaevi’nde kon-duğum “çok özel” tek kişilik koğuşta –ki, burası hak-kında ya delirme, ya her denilene tâbi robotlaşmaveya korkudan dolayı, kimse konuşmamaktadır; is-batı kabil değil sanılan hususları, “Adalet sistemi”nin bir bütün olmasına nazaran tafsilatıyla anlat-mam gerekse de, bunun şu an pratik bir yararı ol-mamasına binaen, mahkemeye değil, kitablık çaptakamuoyuna sunacağım–, “Cebhe” hususunda yu-karıda söylediklerime kızgınlık ifadesiyle fısıldandı:“Peki DHKP-C ne?” ... Yani İBDA-C’yi onunla kı-yaslıyor... Bir kere “DHKP-C”, zaten illegal bir ku-ruluş olduğunu, “Parti” vasfıyla, yani organlarıbelirli ve organik bir siyasi” kuruluş diye hem isminekoymuş, “Cebhe” yi de buna nisbetle silâhlı kanatolarak almış... Herhâlde bir binanın cebhelerindenbahsedildiğinde, içinde “cebhe” lafı geçti diye onusilahla alâkalandırıcı bir tersine zeka örneğine itibar

edilemez.91 yılında basılan “İŞKENCE” isimli

eserimden, yine polisteki sorgulama veyine İBDA-C mevzuu:

- (İBDA-C ne?.. “İBDA fikriyatını or-taya koyan benim dışımdaki faaliyetler;hatasıyla, sevabıyla, mesuliyetiyle,benim dışımda!”... Kıvam Hukuk Bü-rosu, İBDA Kitabevleri, Kitab- Propa-ganda, Ak-Doğuş (dergi), yarım kalmışbir teşebbüs olarak Gölge Sanat;“Cebhe” den kasıt bunlar... Bu izah, ağ-zımdan “İBDA-C, İBDA’nın silahlı mü-cadele cebhesidir!” sözünü devşirmekiçin, parlak vaadlerden tehditlere ve oandaki dayak fasıllarına kadar HERYOLA başvuran “hayaletleri” kızdırı-yor... Onlarda tesbit ettiğim en önemliözelliklerden biri de bu; hakikatin ne ol-duğunu aramaktan çok, meslekî bir ba-

2222..00

22..22

000000,, AA

kkşşaa

mm GG

aazzee

tteessii

Savunma“Yukarılardan” Gelen Tembih

Page 23: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şarı elde etmek cehdiyle çırpınıyorlar ve bu yüzdenmuhatablarının suçsuz olma ihtimalinden adetaüzülüyorlar.)

– Geçen celsede, tarihin özellikle önemli oldu-ğunu vurgulamış ve söz konusu tarihe kadar, İBDACebheleri içinde hiçbir illegal ve silahlı mücadeleveren örgüt olmadığını söylemiştim; bu hususunüzerinde ayrıca duracağım.

Şimdi, yine İBDA-C’nin ne olup ne olmadığını,1 Ekim 1991 tarihli “Taraf” dergisindeki röporta-jımdan göstereyim... Aynı röportaj, 1996’da “Adım-lar” ismiyle bastırdığım kitabda da mevcuttur...Şöyle diyorum:

–Üstadım’dan altını çizdiğim dâvâ:“Her ferdiyle, mutlaka sağındakini, solundakini,

önündekini ve arkasındakini yakan “otomobil-za-tıyla hareketli” bir teaddi, hamle ve hareket ateşiolabilecek ve değdiği herşeyi kendisine döndürebi-lecek...” Ben tam 12 sene önce “Oluş Tekniği” diyebu bahsin altını çizmişim... Ötesi de hafızamdamahfuz bir dâvâ olarak söyleyeyim, şu gün içinbunun tam karşılığı, İBDA’ya mahsus bir orijin hâ-linde “cebhe” esprisidir... Herkesin liyakati, iş ya-panla kuru caka atanı gösterici olduğu gibi, herkesinyaptığının şerefini ve mesuliyetini yüklendiği bir ya-pılaşma; aynı zamanda provokasyonlara ve arzuedilmeyen hareketlere de engel... Ben bunu “İş-kencehâne”de söyledim... Profesör MuammerAksoy ile gazeteci Çetin Emeç’in öldürülmesinibana, olmazsa “adamlarıma” yıkmaya çalışıyor-lardı...

Dedim ki, “İBDA-C, İBDA fikriyatını benimse-miş olanların, kim ne yapıyorsa mesuliyetini taşıdığıbenim dışımdaki işlerdir. Zaten öyle olmazsa, gi-dersiniz bir adamın kafasına kurşun sıkarsınız,İBDA-C diye bir kağıt bırakırsınız; ondan sonra dabana yıkarsınız!”... Demek ki İBDA-C, hukuk pla-nında bir suçlamanın umumi olarak zümreye sira-yetini önleyen ve bir takım devlet destekli illegalörgütlerin (Kontrgerilla hikâyesi) provokasyonunakarşı da bir tedbir... Bu yüzden daha önce açıkça,“provokasyolar da bize yarıyor!” dedim.)Ve yine aynı Röportaj’dan, İBDA-C’deki “Cebhe”esprisi:

(Şimdi bizim en mühim meselelerimizden biri,hukuk savaşıdır; yani kanun adına yapılan kanun-suzlukları, açık olduğu yerde açık, yoruma gidildiğiyerde yorumla gösterecek bir diyalektikle sergile-mek... “Bunun faydası nedir?” derseniz, gaye“hukuk düzeni” adına yapılan hukuka aykırı dav-ranışları ve düşünceleri ifşa etmekten büyük faydaolmaz derim... Bir misal vereyim... Mesela şu gazetehaberi:

Bursa’da bilmem ne mahâllesinde 2 banka şu-besi bombalanmış... Şimdi oraya bırakılan İBDAfalan filan yazılı bir kağıttan dolayı, sen de İBDA’cı

olduğuna göre, gel hesabver... Üç aşağı beş yukarı ope-rasyoncuların mantığı da bu!.. Şayet “kanunönünde eşitlik prensibi” geçerliyse, aynı şeyin Baş-bakan için de, Savcı için de geçerli olması lazım;oraya “Başbakanlık” veya “Savcılık” diye bir kağıtatarlar tamam... Misal güzel olsun diye “MilliyetçiCebhe” vardı ya, hani “MSP-AP-MHP” nin koalis-yonu, onu düşününce daha da inandırıcı; üstelikCEBHE!.. “Cebhe” deyince hemen “askeri kanat”ıanlayan savcı hikâyesi... “Sen filanı tanıyorsun,filan senin emrinde, sen filanın emrindesin!” gibirastgele suçlamalar... “Ben falanı da tanıyorum,ama her ne hikmetse pek oralı görünmüyorsu-nuz!”... Eğer delilsiz ve mesnedsiz “hâl ve durum”un takdiri sözkonusu ise, bu herkes için geçerli ol-malı; delilli veya delilsiz, “hâl ve durumlarına bakarbakmaz, Bakanlardan başlayarak emrindeki “gö-revli”lere kadar her kademede “hırsız, rüşvetçi, ha-raçcı” olanları hemen tanırsınız... Ama birbirleriylealâkaları dikkate alınarak bu “örgüt üyeleri” yaka-lanmaz!..)

1991’de ifâde ettiğim, yukarıda altını çizdiğimhususlar, hem de ben o tarihten sonra, –Yayınevi’nebakan arkadaş, eniştem Harun Yüksel, TüccarMehmed Fazıl, 6 ayda veya senede bir hatır sordu-ğumuz Hasan Ölçer gibi son derece sınırlı ve tek teksayılır dostlarım hariç, İBDA-C sıfat ve vasfıyla gö-rünen ne legal ve ne de illegal faaliyet gösteren hiçkimseyle temasım bile olmamasına rağmen–1999’un sonunda tutuklanmamın ardından, bizzatEmniyet Müdürü Hasan Özdemir tarafından teyidedilmiştir... Emniyet Müdürü, Metris’te telef olduğuiçin kupürünü ve tarihini şu an veremeyeceğim amagazete arşivinden temini kabil bir basına göstermeişinde, (Hürriyet gazetesi haberi), yakalanan birtakım bombalama sanıklarını “İBDA-C örgütü men-subu” diye takdimden sonra, “bunlar gece rüyagörüp, sonra eylem yapıyorlar!” diyor... Bu durumagöre, ben de “örgütün başı” diye tutuklandığımagöre, Türkiye’nin herhangi bir yerinde varlığındanbile haberim olmayan insanların rüyalarına giriponları örgütlüyor ve yine rüyalarına girip talimat ve-riyorum... Benim tutuklanma gerekçemi çelen buifâdenin hukuk, mantık ve sıhhat şartı üzerinde dur-mayı size bırakıyorum; yalnız bu ifâdede, benimdaha önceki celsede söylediğim, “ben bıçak yapa-rım; isteyen ekmek keser, isteyen adam!” sözünün,yani benle alâkasızlığın anlamı açık... Yâni, “ken-dinden zuhur diyalektiği” gereği, kim ne yaparsa,kendi karar verir ve yapar; Emniyet Müdürü’nünifâdesinden de belli ki, ortada İBDA-C diye yekpare

şubat 2011 sayı 39 23

SavunmaBen Bıçak Yaparım İsteyen...

Page 24: furkan, salih, mirzabeyoğlu

24 şubat 2011 sayı 39

bir örgüt, hiyerarşi ve organ-lar yok... Neticede; herhangi bir

Parti veya cemaat veya Devlet teşkilatı içinde, –malum olduğu üzere polis içinde de var, Partileriçinde de var, Devletin değişik kurum ve kuruluşlarıiçinde de var–, bir takım illegal örgütlenmelerdendolayı, (rüşvet, haraç, cinayet vesaire gibi işler), Par-ti’nin Başkanı, Cemaatin lideri veya Devlet’inkurum ve kuruluşunun bütün çalışanları, –hem deortada hiyerarşi de olsa– nasıl suçlanamıyorsa,“suçun şahsiliği ilkesi” gereği ben de suçlanamam...Sorum bakidir: Böyle bir durumda, niçin bir kısıminsanlar hukukun o tarafında kalırken, bir kısım in-sanlar hukukun bu tarafında kalıyorlar?

Gelelim sık sık vurguladığım 1991 tarihine...Geçen celsede de 1991 tarihine kadar, İBDA Ceb-heleri içinde silâhlı mücadele veren hiçbir Ceb-he’nin bulunmadığını belirtmiştim... Bu husus, polissorgulamasında, İBDA-C’nin Cebheler hâlindebenim tarafımdan ortaya atılmış bir fikir olması me-selesine nazaran özellikle önemlidir... Yani; kim neyaparsa, hatası ve sevabı, şerefi ve mesuliyeti ken-dine, “kendinden zuhuru” göstersin... Nitekim 1991tarihine kadar, bu soydan, TAVIR, KİP (Kitab Satışıve Propaganda), yine onlara ait Fatih’te bir lokal,İHAB (İbda Haber toplama), “Gölge Sanat” dergive lokal teşebbüsü, Sultanahmet’te “Karar” dergisive lokali, “Öfke” isimli bir dergi, Ak-Doğuş dergisivesaire çıkmıştır... Bunların hepsi, kendi inisiyatifle-riyle ve gayet tabiî kendi grub veya zümrelerini tem-silen çıkmışlardır. Mesela benimle birlikte gözaltınaalınan ve benim “yakın korumam” diye tutuklanan

Sadeddin Ustaosmanoğlu, geçen celsede belirttiğimgibi, 1987-1989 tarihleri arasında çıkan “Öfke”isimli dergiden, kendisini tanımaksızın, sadece is-mini bildiğim birisidir. Kaldı ki, o zamanlardan ta-nıdığım bir takım arkadaşların ve gençlerin, velevki herhangi bir illegal işe girişmiş bulunsunlar,bugün nice Bakan-Milletvekili ve işadamının 1980-1990’da bizzat örgüt üyesi olsalar bile suçlanama-malarına nazaran, ben hiç suçlanamam... Buhususta, geçen celsedeki yazılı ifademin 16. mad-desini, 17. maddesini, 18. maddesini ve 20. mad-desini tekrar hatırlatıyorum: Yine “suçun şahsiliğiilkesi” ve “münâsib görme” bahsi... Bu arada,benim tavsiyemle kurulan ve hâlen faaliyette ve şuanda avukatlığımı yapanlardan Hasan Ölçer veHarun Yüksel’in bulunduğu KIVAM HUKUK BÜ-ROSU, 1989’da benim tavsiyemle kurulmuştur; otarihten bugüne kadar geçen 11 senedir de, birlikteçalışmaktadırlar... Ve Harun Yüksel aynı zamandaeniştemdir.

Eğer benimle irtibatlandırmak istiyorsanız, kaçtürlü irtibat bir arada; ve benim veya onların yapa-cağı bir suçtan dolayı, ben veya onlar suçlanabilirmi?

1991 tarihinin diğer ve çok önemli bir özelliğide, 1991’deki tutuklanmamın ardından, –4 ay Bay-rampaşa Cezaevi’nde yattıktan sonra–, o tarihteçıkan affa da gerek kalmadan, 163. maddenin kal-dırılmasından dolayı ilk celsede 6 arkadaşımla be-raber bırakılmamdır... Bu husus, sözkonusu tarihtenönceki bütün polis ve tabii ki savcılık ilişkilendirme-lerini geçersiz kılar: Yukarıda da söylediğim gibi,1980’den 1990’a kadarki dönemde örgütlere men-sub nice insanların Bakan-Milletvekili, ve o zamansolcuyken şimdi ünlü iş adamı olan örnekleri var-dır... Sözkonusu tarihten –tutuklanma tarihinden–

2222..00

22..22

000000,, SSaabbaahh GG

aazzee

tteessii

Savunma“Suçun 3ahsiliği İlkesi”

Page 25: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39 25

5 ay öncesine kadar ki durumum ise, zaten birbaşka DGM Savcılığı’nın Adana DGM Savcısı’nayolladığı belgeyle sabit... Hatırlatıyorum:

– (Sanık gıyabi tevkif ile aranır durumda ikenHAKKINDA HERHANGİ BİR DELİL ELDE EDİ-LEMEDİĞİ VE SANIĞIN YAYINCILIĞINI YAPTIĞIdergileri ve örgütsel faaliyetleri İstanbul ilinde yö-nettiği gerekçe gösterilerek Adana DGM tarafından11 Mayıs 1998 tarih ve 1998/44 sayılı yetkisizlik ka-rarı ile hakkındaki dosya Başsavcılığına gönderil-miştir. ADANA DEVLET GÜVENLİK MAHKEMESİCUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’nın SANIĞINHAKKINDA YETKİSİZLİK KARARINDA YAZIL-DIĞI ŞEKİLDE DELİL ELDE EDİLEMEMİŞSE TA-KİPSİZLİK KARARI VERME OLANAĞIBULUNDUĞU GİBİ, DOSYA İÇERİĞİNE GÖRESANIĞIN İSTANBUL DEVLET GÜVENLİK MAH-KEMESİ CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI YETKİSİALANINA GİREN BİR EYLEMİ DE TESBİT EDİ-LEMEMİŞTİR.

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI’NIN DOSYA İÇERİ-SİNDE BULUNAN 3 MART 1998 TARİHLİ YAZI-SINDA BU SANIĞIN İSTANBUL’DAYAYINLANAN YASAL DERGİLERDEKİ FAALİ-YETLERİNDE YASADIŞI ÖRGÜTÜN ÜYESİ VEYÖNETİCİSİ OLDUĞU DELİLİ OLAMAZ.)

Kaldı ki ben, sözü geçen yasal dergilerde de birfaaliyet yapmadım; röportajlarım çıktı... Takdiredersiniz ki, herhangi bir dergi veya gazetede rö-portajı çıkan insan, bu yüzden o dergi veya gaze-tede faaliyet yapan, yani çalışan olamaz!..Belirttiğim iki husus, –1991 tarihi ve DGM Savcılı-ğı’nın Ağustos 1998 kararı–, iddianamede bulunanve aslında birbirini çelen iki meseleye de açıklık ge-tirmiş oluyor... Birincisi: Dişe dokunur birşey eldeedemeyince işi eski defterleri kurcalamaya ve so-ruşturmayı süslemeye döken polis sorgulamasındankaynaklanan “1980 öncesi eylemler” ifâdesinin biranlamı olmadığı... İkincisi: “Örgüt ilk eylemini 3Ocak 1994 tarihinde Bolu-Düzce’de yaptı” ifadesi-nin benimle hiçbir ilgisinin bulunmadığı.Yukarıda belirtilen çelişkili iki tarihi, “iddianame veekleri hakkında” DGM Başkanlığı’na dilekçe sunanAvukatım Harun Yüksel Bey, gayet güzel bir şekildebelirtiyor ve soruyor:

– (İddianameye göre “örgüt”, ilk eylemini3/1/1994 tarihinde Bolu-Düzce İlçesi’nde duvarlarayazılama yaparak gerçekleştirmiştir. Hâlbuki aynıiddianamenin 4. sahifesinde, “Kumandan kod-Salih İzzet Erdiş kolluk anlatımlarında” başlığı ilemüvekkilimin DGM Savcılığı ve yedek hakimliğindereddettiği, reddettiği için de aleyhine kullanılmasımümkün olmayan ifadelerinde, “1980 yıllarınakadar bizzat kendisi ve arkadaşları ile birlikte İBDA-C adlı örgüt adına yazılama, pankart asma ve mo-lotof kokteyli atma eylemlerine katıldığını”

demektedir.Şimdi aynı iddianamenin iki

ayrı sahifesinden birinde “İBDA-C” isimli örgütünilk eylemini 1994 yılında Düzce’de gerçekleştirdiğisöylenirken, diğerinde 1980 öncesinde eylemlergerçekleştirdiği söylenmektedir. Ve arada tam 14yıllık büyük fark vardır. Bu iddialar doğru mudur?Doğruysa, ikisi birden doğru olamayacağına göre,hangisi doğrudur?

İddianame elinde bulunan Emniyet Genel Mü-dürlüğü’nün 01/1999 tarihli yazısına göre ise bu“örgüt” , 1985 yılında oluşturulmuştur. (Bu da tarihhususunda üçüncü çelişki. (S.M.)

Şimdi iddianame ekindeki bu istihbarat rapo-runa göre, “İBDA-C örgütü” 1985 yılında kuruldu-ğuna göre, iddianamede müvekkilimin kollukanlatımlarında söylendiği iddia edilen “1980 yılla-rına kadar bizzat kendisi ve arkadaşlarıyla birlikteİBDA-C örgütü adına yazılama, pankart asma vemolotof kokteyli atma eylemlerine katıldığı” iddia-sına ne diyeceğiz? 1985 yılında kurulduğu öne sü-rülen bir örgüt, 1980 öncesinde nasıl eylemyapabilmektedir? Zaman makinesine binip zamaniçinde 10 yıllık geriye doğru bir yolculuk yaparakmı?)

Benim, dilekçede belirtilen çelişkiden başka ek-lemek istediğim husus; “bir değil, birçok İBDA-Cvar” meselesini hatırlatmaktan başka, telaffuz edi-len 1980 tarihinde böyle bir örgüt ve isminin olma-dığının bizzat polis kayıtlarındananlaşılabileceğidir... Örgüt bir yana, “İBDA” lâfzınınilk telaffuzu 1984 sonu-1985’dir. Bu tarih “İBDAYayınevi” nin kuruluş tarihidir: Bu da, ne kadaryapmacık ve sipariş üzerine bir örgüt şeması oluş-turulduğunun ayrı bir göstergesidir... Legal bir ya-yınevi, hem birilerinin kafa yapısına göre illegalkabul ediliyor, (böyle bir şey olabilir mi?), hem de“illegal örgüt” olmuş oluyor(!)

Polis’in süslemek ve zenginleştirmek için dos-yaya ilave ettiği bir takım şemalara da temas im-kânı vermesi bakımından (ki ayrıca üzerindeduracağım), Harun Yüksel Bey’in verdiği dilekçe-den devam ediyorum... Şöyle diyor:

– (Sayın Savcı iddianamesinin 16. sahifesinde“Salih İzzet Erdiş’in örgüt mensublarının gerçekleş-tirdiğ eylemlere doğrudan doğruya katıldığı tesbitedilememiş olmakla beraber” demektedir ve yinetarafsız bir kamu hüviyetinden sıyrılmaktadır.Çünkü bu cümlenin tarafsız bir iddia makamına ya-kışan şekli şöyle olmalıydı; “Salih İzzet Erdiş’in,örgüt mensublarının eylemlerine doğrudan doğruyakatıldığı, veya onlara herhangi bir emir ve talimat

Savunmaİddianamedeki Çelişkiler

Page 26: furkan, salih, mirzabeyoğlu

verdiği tesbit olunamamıştır.”O cümle aynen bu yazdığım şekilde olmalıydı,

çünkü bütün dosya münderecatı böyle olmasını,ancak böyle olursa doğru, haklı ve tarafsız olacağınıgöstermektedir.

Aynı cümlenin devamında Sayın Savcı iddia-sına uygun “hukukî” delil bulunmayışındaki zaafı,“mantık” yoluyla telafi etmeye çalışarak şöyle de-mektedir: “Büyük Doğu İslâm Devleti’nin nasıl ku-rulacağı hususunda kitablarında yer vererek örgütmensublarına vermektedir.”

Yine müvekkilim Emniyet Genel Müdürlüğü is-tihbarat raporunda tek tek sayılan 98 eylemi Tür-kiye çapında gerçekleştirmiş bir “terör örgütü”nüyalnızca yayınladığı kitablarla yönetmektedir. Bucümlenin bırakınız hukuken yanlış oluşunu, mantı-ken yanlış oluşunu anlayabilmek için mantık profe-sörü olmak gerekmez. İlkokul çocukları bile kendioyun mantıkları içinde basit bir oyunu yönetebil-mek için bile bizzat oyunun içinde olmak gerekti-ğini bilirler. Ama iddianame hem oyunun içindeolduğuna dair bulgu “yok” diyor, hem de “oyunuyönetiyor” diyor.

İddialarına uygun delil gösteremeyen SayınSavcı, “mantık”a sığınmaya devam ediyor: “Lider-siz bir örgüt düşünülemediği gibi, örgüt mensubla-rının gerçekleştirdiği eylemlerden örgüt liderininsorumlu tutulmaması eşyanın tabiatına aykırıdüşer”... Ne kadar doğru!..

Ama sözkonusu olan bir mantık yarışması değil,yargılama...

Yargılama, mantık kurallarına uygunluk dışında,lehte ve aleyhde delillerin değerlendirilmesiyle ya-pılır.

Bir insanı hem örgüt lideri olarak suçlayacaksı-nız, hem de örgütle maddî, fizikî bir bağının tesbitedilemediğini söyleyeceksiniz, sonra da “bir örgütolduğuna göre, bu örgüt mensubları da onun fikir-lerini benimsediğine göre, bu örgütün lideri olsa

olsa bu fikir adamıdır!” diyeceksiniz ve o fikir ada-mının delilsiz, mesnedsiz idamını isteyecekseniz!..Bu, hukuk kavramı karşısında olacak iş mi?)Harun Yüksel Bey’in söylediklerine eklemek istedi-ğim husus, bu “spekülatif mantık” bahsine dair...Yâni, insandaki “normatif şuur”un düşürdüğü yan-lışlığa dair... Batılı bir ilim adamı, bu hususu şöylebelirtiyor:

– (İnsanlar, tamamen gelişigüzel hâdiselerdenbir nizam kurmaya karşı derin bir temayüle sahib-tirler. Gelişigüzel hâdiseleri belli bir kanuna göre ce-reyan ediyormuş görmek çok kolay olduğu gibi, buidrak bir kere teşekkül ettikten sonra da, eğer tahkikizorsa, kanun kendisini isbat edecek durumları biz-zat sağlayabilir. Bâtıl itikad işte budur... Batılı birsosyal psikolog, bunun bir denemesini yapmıştır.Yapılan bir denemede, denemeye katılanlara rast-gele rakamlar ve şekiller verilerek, bu rakam veyaşekil serilerinin hangi prensibe göre sıralandıkları-nın bulunması istenmiş, işin hakikati, yani böyle birprensibin bulunmadığı ise saklanmıştır. Neticede,tecrübeye katılanların hepsi bir çeşit kanun bul-muşlar, üstelik böyle bir kanunun olmadığı ve elle-rindeki serilerin tamamen gelişigüzel seçildiğisöylenince de, keşfettikleri kanunları hararetle mü-dafaaya kalkışmışlardır.)

Polis’in ve Savcılık iddianamesinin, tamamengelişigüzel bağlantılara mantıkî bir ifâde vermele-rine mukabil, polisin soruşturması bir yana, Savcı-lık iddianamesindeki yanlışlığa, aynı dilekçede çokgüzel temas ediliyor:

– (İddianameyi hazırlayan Sayın Savcı, müvek-kilimin “fikir adamlığını” görmezden gelmektedir...Savcı’nın görevi sadece sanık aleyhine olan delillerimi toplamaktır? Bir savcı, sanık lehine delilleri top-lamaktan imtina eder, hatta bunları gizlemeye çalı-şırsa, kamu adına hareket eden bağımsız bir Savcıolmaktan çıkar, dâvâda müdahil veya müşteki gibi“taraf” konumuna girer. Maalesef bu iddianame veekleri, bağımsız bir Savcı’nın iddianamesinden çok,sanığı her ne pahasına olursa olsun mahkum ettir-mek isteyen “taraf” beyanına benzemektedir.)Savcılık iddianamesinin taraflılığı yanında, benimgerçekten anlayamadığım ve samimi olarak öğren-mek istediğim mesele, İBDA-C’nin illegal örgüt vebenim onun lideri olup olmadığımı, İçişleri Bakan-lığı mı tesbit ediyor, yoksa bu iş Mahkeme’nin işimi?.. Burada birbiriyle ilgili üç mesele ortaya çıkar...Birincisi: Eğer İçişleri Bakanlığı tesbit ediyorsa, ozaman Mahkeme’ye lüzum yoktur... İkincisi: Geçencelsede kendisinden iktibas yaptığım Beyoğlu Cum-huriyet Savcısı Mehmed Demir’in söylediği sözünbir kere daha doğrulanışıdır... Ne dediğini hatırla-yalım: “Yargı, kendisini millete ait egemenlik hak-kını kullanan bağımsız ve diğer kuvvetlere eşit birkurum olarak göremez hâle geldi. Yargı mensubları

26 şubat 2011 sayı 39

“Bir insanı hem örgüt lideri ola-rak suçlayacaksınız, hem de ör-gütle maddî, fizikî bir bağınıntesbit edilemediğini söyleyeceksi-niz, sonra da “bir örgüt olduğunagöre, bu örgüt mensubları da onunfikirlerini benimsediğine göre, buörgütün lideri olsa olsa bu fikiradamıdır!” diyeceksiniz ve o fikiradamının delilsiz, mesnedsiz ida-mını isteyecekseniz!.. Bu, hukukkavramı karşısında olacak iş mi?”

Page 27: furkan, salih, mirzabeyoğlu

27

kendilerini hakim ve savcı olarak değil, “hukuk me-muru” konumunda gördüler. Ne kadar kanunsuz-luk yapıldı ise, işte bu ezikliğin üzerine binaedildi!”... Üçüncüsü: Eğer delil ve mesnedlerin ta-yininden sonra suçluya, suçluluğa veya suçsuzluğakendi prosedürü içinde karar verecek “bağımsızyargı” sözkonusu ise, bu durumda İçişleri Bakanlı-ğı’nın tesbiti ve daha da ötesinde siparişi nedemek?.. Her üç mesele birarada gözönünde tutul-duğunda, yeri gelince temas edeceğim üzere, “yar-gının siyasîleşmesi” dâvâsının bir yönü de ortayaçıkmaktadır.

Hatırlanacağı üzere geçen celsenin başında fik-rimi peşin peşin söylemiştim... Tekrar edeyim:– (T.C. içinde yaşayan 3000 aile; hukuk da bunla-rın çıkarına göre, ekonomi de, siyaset de, ordu da,polis de... Kendi aralarındaki dalaşmalar bir yana,bunlar hukuk üstü imtiyazlı bir zümredir! Devlet,hukuk demektir ve hukukun olmadığı yerde devletdeğil, çete vardır. Bu çerçevede, –emir komuta zin-ciri içinde hareket eden DGM’lerin mânâsı da bel-lidir–, DGM Savcılığı’nın aynen aldığı polissorgulaması sırasında, “yukarıdan bastırıyorlar, senİBDA-C örgütünün lideri olduğunu mecburen kabuledeceksin!” diyen Komiser Yardımcısı Bahri’nintavrı, buna tipik bir örnektir.)

Avukatım Harun Yüksel Bey, DGM Başkan-lığı’na verdiği dilekçede, bu bahsi de içine alacakşekilde devam ediyor:

– (Müvekkilim rejim muhâlifidir ve bu rejimeniçin muhâlif olduğunu eserler boyunca anlatmak-tadır. İnsanca yaşanabilecek bir rejimin nasıl olmasıgerektiğini de aynı eserlerinde anlatmaktadır.Rejime muhâlif olmak bir düşüncedir, bir fikirdir. Veher insanın, yaşadığı rejimi beğenmeme, ondandaha iyisini isteme hakkı vardır... Ve bunu yasakla-yan herhangi bir kanun maddesi de yoktur. Böylebir kanun maddesi olsaydı bile, düşüncenin yasak-lanması fiilen mümkün değildir. T.C. pratiği bununmümkün olmadığını gösteren en canlı pratiktir.Buna rağmen T.C. Anayasası, “Hiç kimse inanç vekanaatleri yüzünden kınanamaz” demektedir.Sayın Savcı’nın iddianame boyunca yaptığı ise,müvekkilimin düşüncelerini yargılamak ve kına-maktan ibarettir. Hâlbuki aynı iddianamenin mü-vekkilim için uygulanmasını istediği kanun maddesidüşünce suçunu değil, eylem suçunu cezalandır-maktadır.

Yani rejim muhâlifi olabilirsiniz ama, bu düşün-cenizi bizzat eyleme dökmedikçe 146. maddede ön-görülen suçu işlemiş olamazsınız.

146. madde başka türlü yorumlanamaz. Mü-vekkilimin herhangi bir eyleme katıldığına dair delilelde edilemediğini zaten iddianame söylüyor. Öy-leyse niçin takibsizlik kararı verilmemiştir de, dâvâaçılmıştır?

Bu dâvâ T.C.’de 28 Şu-bat’tan bu yana yaşanan “yar-gının siyasîleşmesi” sürecinin çok açık bir örneğidir:“Delil yok, ama Ankara’daki güç odakları öyle isti-yor.”

Sayın Mahkeme’nin bu dâvâda vereceği karar,müvekkilim hakkında olmaktan ziyâde, “yargınınsiyasîleşme sürecinin” bitip bitmediği, yargının ba-ğımsızlığına Mahkeme’nin sahib çıkıp çıkmadığıhakkında olacaktır.)

Gerek yargının siyasileşmesi ve gerekse “huku-kun o tarafında kalanlarla bu tarafında kalanlar”bahsine, Savcılık iddianamesinde geçen “örgütmensublarının sanığa olan bağlılığı” ifâdesine detemas bakımından değinelim... Önce, “Marifet-name” isimli eserimde tesbit edilen bir husus:

– (Bugün hukukla vakıâ, metinle ruh, mevzuatlatatbikât arasındaki fark gittikçe genişlemektedir;dünyada mevcut birçok anayasa tamamen göster-meliktir ve tarif ettikleri rejimin memlekette olanlahiçbir alâkası yoktur... Anayasa adeta mevcut rejimigizleyen bir paravana vazifesi görür.)

Hukukla vakıâ arasındaki bu uçurum, –“hukuk-

Savunma“Yargının Siyasîleşmesi”

şubat 2011 sayı 39

Page 28: furkan, salih, mirzabeyoğlu

mukuk hak getire” örneklerikıyas unsuru olarak almaz ve

“hukuk devleti” iddiasını nisbet kabul ederseniz–,dünyanın hiç bir yerinde yoktur... Gözaltında iş-kence gibi sıradan işler bir yana; 28 Şubat süreciiçinde, bugünkü Genelkurmay Başkanı’nın İstanbulDGM’yi ziyaretinden sonra, İBDA-C dâvâlarında,aynı dâvâ ve suçtan birkaç sene ceza alan veya tah-liye olanların arkadaşları, ya müebbed ya 30’ar yılceza almaya başlamışlardır... Aynı çerçevede: Aynızamanda MGK üyesi olan Başbakan’a, “eşşekoğlueşek, pezevenk!” diyen General’e hukukî bir mua-mele tatbik edilmezken, kimler ve ne sudan baha-nelerle “hakaret” dâvâsına uğramışlardır... Neticeyi,Avukatım’ın dilekçesinde geçen sözle bağlıyorum:

– (Bu dâvâ, benim dâvâm, T.C.’de 28 Şubat’tanbu yana yaşanan “yargının siyasîleşmesi” sürecininçok açık bir örneğidir: “Delil yok, ama Ankara’dakigüç odakları öyle istiyor.”)

Sanıyorum, geçen celsede ve bu celsede mese-leleri fikir bazında etraflıca ve asıl gerçeklere temasederek ele alışım, dobralığım ve üslûbum da, niçingüç odaklarını kızdırdığımı gösteriyor... Tarafsız biryargı örneği göstereceğini beklediğim Mahke-me’den, bu hususu hassaten gözününde tutacağınıumuyorum; Çünkü bu dâvâ, benim dâvâm olma-nın ötesinde, hukukun üstünlüğü ve hukuk haysi-yetini gösteren bir dâvâ olacaktır.

Savcılık iddianamesinin hülâsa diye nitelediğimkısmında, “İBDA-C adlı örgüt mensublarının Ku-mandan kod sanık Salih İzzet Erdiş’e olan bağlılığı,bağlı oldukları İBDA-C adlı örgütün ülke genelin-deki organik bütünlüğü, gerçekleştirdikleri eylemle-rin çokluğu, gerçekleşen eylemlerin ağırlığı, toplumiçerisinde yarattığı korku ve vehamet derecesi” gibiifâdelerle, benim mevcut rejimi silah zoru ile değiş-tirmeye teşebbüs suçunu işlediğim söyleniyor...Bunları tek tek ele alalım:

Birincisi: İBDA-C’nin ne olduğu defalarca ifâdeedildiği için, tekrarına lüzum görmüyorum.. Buradaeklemek istediğim husus, iddianamedeki gibi rast-gele bir genellemenin, İBDA fikrini benimsemişlegal çerçevedeki birçok insanı ve kuruluşu da töh-met altına sokucu oluşudur. İBDA ve İBDA-C farkıbaki, bugün İBDA Yayınevi’nin hâlen faaliyette bu-lunuşunu ve bugüne kadar yaklaşık 150.000 kitabsatışını –her kitabın kaç kişi tarafından okunmuş ol-duğu ayrı dâvâ– gözönünde tutarsanız, meseledaha iyi anlaşılır... Bu, aynı zamanda bir kıyas öl-çüsü de verir; yâni, illegal örgüt suçlamasıyla Ceza-evleri’nde kaç kişi var ve herhangi bir illegalfaaliyete karışmamış şu kadar bin kişilik zümre kı-

yası.İkincisi: Savcılık iddianamesi, “mensublarının

bana bağlılığını” terör örgütü lideri oluşuma mes-ned diye gösterirken, aynı kıyasla CumhurbaşkanıSüleyman Demirel’den, Başbakan’dan, Bakan-lar’dan, bütün parti Başkanları’ndan, Adliyeler’den,çeşitli kamu kuruluşlarından, özel kuruluşlardan vealelâde arkadaşlıklara kadar kolayca sirâyet ettirile-bilir bir “mantık ve hukuk-hukuk mantığı” yanlışlı-ğına düşmektedir... Adı senelerdir bir takım olaylarakarışan Yahya Demirel, gazete ve televizyonlardanizlediğimiz gibi adı Malki cinayetinde geçen ŞevketDemirel, malum olduğu üzere Cavit Çağlar ve Ka-muran Çörtük gibi isimlerin bahsinin geçtiği adlîolaylardan dolayı, bunların hepsi Cumhurbaş-kanı’nın çok yakını ve içli-dışlı olmalarına rağmen,“bağlılık” tan ötürü herhangi bir sirayet sözkonusuolmuyor; zaten Cumhurbaşkanı da, “suçun şahsî-liği ilkesi var” diye, işin hukukî mesnedini sık sık tek-rarlamıştır... “Suçun şahsîliği” ilkesi yanında,“hukukta eşitlik” prensibi de var. Neticede: Banaolan mücerret bir bağlılığın herhangi bir hukukî suçmesnedi teşkil etmeyeceği açık.

Üçüncüsü: İddianame’deki “Ülke genelindekiorganik bütünlük” sözüne gelince... Bunun da üze-rinde yeterince durdum... Eklemek istediğim hususşudur: Bütün iddianame boyunca görülen ve polissoruşturmasından kaynaklanan, bir yönüyle ahlâkîve diğer yönüyle hukukî iki zaaf... Önce, “Marifet-name” isimli eserimde tesbit edilen, bir fikir ada-mına ait sözü aktarayım... Şu:

– (Kanunlar bazı şartlarda vatandaşları bir“şahıs” olmaktan çıkararak bir “şey” olmalarınamüsaadede bulundukça, “hürriyet” asla mevcutolamaz.)

Eğer polis soruşturmayı sipariş üzerine yapma-saydı, –ki bu husus yakalanışımdan 5 ay öncekiDGM Savcılığı’nın kararına rağmen oluşundan dabelli–, karşısındaki adamı “yukarıdan bastırıyorlar”diye onlara hoş görünmek için herhangi bir “obje-şey” hâlinde görmeseydi, aslında kendilerinin detesbit edemediği “Ülke genelindeki organik bütün-lük” iddiasını diğer iddialarla beraber rastgele bağ-lantılarla Savcılığın önüne getirmezdi... Ortadaorgan yok, tabii olarak organik ilişki yok, ama “Or-ganik bütünlük” var(!)... Gerçekte olan ise, dahaönce üzerinde durduğum “normatif şuur hatası”nınen kötü örneklerinden biri!.. Bir misal vereyim: Nekadar İBDA-C olduğunu ve isimlerini sordular, bun-ları hatırlamadığımı ve bilmediğimi, dergi ve gaze-telerden bulabileceklerini söyledim. Tahminimisorduklarında da, 80-90 civarında olabileceğini be-lirttim. Yani İBDA-C’nin organik bir bütünlük içindeolduğunu iddia edenler, araştırma yerine araştırmayapmış gibi yapanlar, birbirinden bağımsız unsur-ları tanımamaları bir yana, bir de akıl danıştıkları

28 şubat 2011 sayı 39

SavunmaSipariş Soruşturma

Page 29: furkan, salih, mirzabeyoğlu

hususu çarpıtarak Savcılığın önüne götürmüşler-dir... Nitekim, baştan savmalık şuradan belli ki, “or-ganik bütünlük” ten bahsedilirken, sözkonusubirbirinden bağımsız unsurların bile listesi dosyadamevcut değildir; bunun yerine, dosyayı kabarık gös-termek üzere, hiç tanımadığım insanlara ait rastgelearaştırma ve soruşturma ifâdeleri eklenmiştir.

Dördüncüsü: Savcılık İddianamesi’nde geçen,“gerçekleştirdiği eylemlerin ağırlığı, toplum içeri-sinde yarattığı korku ve vehamet derecesi” gibi ifa-delerin ölçüsünün ne olduğunu ve nerden sonra“örgüt” kararına varıp benimle ilişkilendirdiklerinianlamadığım gibi, zaten ilk düğme yanlış iliklenincediğerlerinin de tabiî olarak yanlış olacağı hakika-tince, pek kurcalamak gerekmiyor.

Beşincisi: İddianame’de geçen, “mevcut rejimisilah zoru ile değiştirme” ifâdesine gelince... Mev-cut rejimi nasıl gördüğümü gayet açık bir şekilde be-lirttim ve geçen celsede Yargıtay Başkanı’ndandeğişik yazarlara kadar eleştiri örnekleri verdiktensonra, benim onlardan mevcudun yerine sistem ça-pında bir TEKLİF farkıyla ayrıldığımı söyledim.“Mevcudu nasıl olursa olsun, isterse silah zoruyladeğiştirilsin, bundan memnun olurum!” desem bile,neticede bu “rejimi silah zoruyla değiştirmeye te-şebbüs” suçunu işlediğim anlamına gelmez.Şimdi gelelim, Polis’in süslemek ve zenginleştirmekiçin Savcılık önüne götürdüğü ve dosyada mevcutşemalara... Bu şemalar, hukukî bir “normatif şuur

yanlışlığı” olmanın ötesinde,hakkımda sipariş üzerine iş ya-pılmasının açık kasdını gösteren belgelerdir... Nemantığa uygundur, ne de hukuk mantığına... Buhususu göstermek üzere, önce mücerret bir fikrî çer-çeve çizeyim:

– (Mantık, geçen celsede üzerinde durduğum“muhayyelattan terekküb eden kıyas” örneği deiçinde, kullanana göre hizmet eden iki yüzlüğü biralettir. Bu yüzden mantık, “herkesin hakikati ken-dine” hikmetince çalışır... Bütün mesele şuradadır:Herkesin hakikati kendine olduğuna göre, hakikatinhakikati ne? Bu meselenin ardından da, her mese-lenin kendine mahsus “esas, usûl ve kaidelerle elealınabilmesi” özelliği ile, iştirak noktaları üzerindenkarşılaştırmalar yapılır.)

Şimdi dâvâ, bir örgüt dâvâsı ve örgütün başınısuçlama olduğuna göre, bunun “esas, usûl ve kai-deleri” nin, “delillerden suçluya varmak” olması ge-rekmez mi?.. İşin tuhaf tarafı; “bu örgüt başıdır!”diye bir “münâsib görme” tavrı bir yana, “suçunşahsîliği ilkesi” bir yana, çıkarılan şemalardaki un-surlar da herhangi bir illegal veriyi göstermiyor vesuç unsuru taşımıyor. Şemalara tek tek bakalım:

Birincisi: İBDA Yayınevi’nin çıkardığı, benim ki-tablarımın listesi... 1979’dan 1998’e kadar çıkan ki-tablarım; 1998’in sonunda, Savcılığın önüne“illegal örgüt başı” oluşumla ilgili olarak gelmiş...Hâlen legal olarak faaliyetine devam eden bir Ya-yınevi’nde çıkan kitablarımın, “örgüt başı” olaraksuçlanmama nisbet, ne emare, ne karine, ve ne dedelil teşkil etmeyeceğini söylemem lüzumsuz... Bumantıkla; herhangi bir yazarı, “Örgüt başı” diye bir“münâsib görme”nin ardından kitablarını alt alta sı-ralayarak suçlandırabilirsiniz ki, hem mantık ve tabiîki hukuk mantığına aykırılığı açık.

İkincisi: İBDA, –yani benim dışımda– çıkan, İB-DA’cı dergiler şeması... Bu dergiler, hem benim dı-şımda, hem de benim herhangi bir müdahâlem vetavsiyem dışında çıkarılmıştır; sahibleri belli, çıka-ranları belli... Kaldı ki, benim müdahâlem ve tavsi-yemle çıkarılmış olsalardı bilse, hepsi legaldergilerdir... Bırakınız benim dışımda oluşunu,bunun Savcılık önüne götürülüşündeki mantıkla, biradamı “örgüt başı” diye bir “münâsib görme” işin-den sonra çıkardığı legal dergileri alt alta sıralayıpsuçlandırabilirsiniz... Yani bu şemanın da herhangibir emare, karine veya delil teşkil eder yanı yok.

Üçüncüsü: Dernek, parti veya benim çıkardığımdergi veya çıkaranları arasında dergiler ve yayınevişeması... Şemada, 1966-1967’de “Milliyetçiler Der-neği ve Komünizmle Mücadele Derneği”nde, 1969-

29şubat 2011 sayı 39

SavunmaHakikatin Hakikati Ne?

Page 30: furkan, salih, mirzabeyoğlu

30 şubat 2011 sayı 39

1971’de Eskişehir’de “MilliNizam Partisi Gençlik Kolları”

nda ve 1972-1973’de yine Eskişehir’de “Milli Sela-met Partsi Gençlik Kolları” nda bulunduğumunnotu... Fikir yürütmek lüzumsuz ama, üzerinde du-ralım: Önce, ne sözkonusu derneklerde ve ne deParti’de, ben kayıtlı bir üye değildim... Öyle olsa dafarketmez, bunlar legal kuruluşlar... Üstelik, yüzbin-lerle ifâdeli kitleleri toplayan o derneklerde, benimgibi çocuk yaşta biri bir yana, hangi ünlü politikacı-lar ve her meslekten kimler vardı ve hamileri kim-lerdi?.. Yâni, benim sözkonusu Derneklere veParti’ye uğramış olmamdan dolayı, onlar bana bağ-lanıyor da, onun için mi suç işleme sürecim gibiSavcılık önüne götürülüyor?.. 1976’dan 1980’ekadar çıkan dergiler ise, aradaki zaman faktörü debir yana, zaten legal olarak çıkmış dergiler ve şu andevam eden dâvâ mevzuu ile hiçbir alâkası yok!..1981’den bugüne kadar geçen süreçteki alt alta di-zilmiş üç Yayınevi’nin de!..

Dördüncüsü: “Başyücelik Devleti” şeması...“Başyücelik devleti”, Rahmetli Üstadım Necib Fa-zıl’ın, içindeki bütün meseleleri kendisine nisbetleörgüleştirdiği “Büyük Doğu İdeolocyası” isimli ese-rinin bir faslıdır. Sözkonusu eser, tek parti döne-minde, yâni ta 1943’te çıkan Büyük Doğumecmualarından başlayarak yıllarca tefrika edilmişve ilk baskısı 1960-1961 yıllarında yapılmıştır; ogünden bu güne de bilmem kaç baskı... Geçen cel-sede ifâde ettiğim gibi, “Başyücelik Devleti” faslı,benim “Başyücelik Devleti” isimli eserimde tahliledilmiştir... Netice olarak: Kitablardan böyle birşema çıkararak Savcılığın önüne götürülmesinin neanlamı var, anlamış değilim.

Beşincisi: “30.12.1998 tarihinde yakalanan Sa-deddin Ustaosmanoğlu’nun ikametinde yapılanaramada elde edilen rulo şeklinde hazırlanmış ör-

gütün simge ve bayrağının numunesidir” diye birkağıt... Kağıtta “İBDA-C örgütünün simgesi” dediğiyer, simsiyah, hiç bir şey yok; herhâlde el işareti ola-caktı... Herşeyden önce; sözkonusu işaret, legalveya illegal İBDA-C’lerin kullanmasından önce İB-DA’nındır ve hâlen Cağaloğlu’nun ortasında bulu-nan Yayınevi’nin kocaman tabelasının iki yanındabulunmaktadır... Aynı şekilde, Cem Boyner’in par-tisi tarafından da sahiblenilmiştir... İşaret ettiğim hu-suslar çerçevesinde ortaya çıkan birinci meseleşudur: Simge İBDA’nın, yani legal olduğuna göre,nasıl ki yakasında filan partinin veya kuruluşun ro-zeti var diye bir adamın işlediği suçtan dolayı birparti veya kuruluş suçlanamıyorsa, illegal faaliyettebulunanlardan dolayı da o simge illegal örgüt sim-gesi diye nitelenemez... Buna bağlı ikinci mesele deşudur: Cem Boyner ve Partisi, sözkonusu simgeyisahiblenirken “İBDA-C örgütünün simgesi” diye il-legal örgüt ve mensubu olmuyorlar da, niçin Sa-deddin Ustaosmanoğlu’nda illegal örgüt vebağlantısı kuruluyor?.. Bayrak meselesine gelince:Bayrak, illegal örgüt bayrağı değil, 1995’de basılan“Başyücelik Devleti” isimli eserimin kapağındamevcuttur... Ve basımından önce, 1984’lerden baş-layan bir fikir ve edebiyatı hâlinde, benimdir: Ren-ginden şekline kadar mânâsı, çeşitli eserlerimesindirilmiştir... Bütün bu hususlar gözönünde tutul-duğunda, sözkonusu fotokopiyi Savcılığın önünegötürmenin, soruşturmayı süslemenin dışında birmânâsı yoktur.

Altıncısı: “30.12.1998 tarihinde yakalanan Sa-deddin Ustaosmanoğlu’nun işlettiği FURKAN der-gisinde elde edilen İBDA-C örgütü mensublarına aitresimler”... Savcılık önüne götürülen bu resimleriniçinde, resim içinde resim hâlinde benim de ve özel-likle belirli büyük bir fotoğrafım var... Önce; sözko-nusu fotoğraf, İBDA Yayınevi’nin binlerce basılmışbir ürünüdür... Sonra; Furkan dergisi legal bir dergiolduğu gibi, irili ufaklı bütün basın ve televizyon ku-ruluşlarının arşivinde bulunan ve bulunabilecekolan bir malzeme değerindedir... Ayrıca, ahlâkî vehukukî değerlendirmesini size bıraktığım bir husus:Bir hırsız, bir eve girip bir takım özel eşyaları ve not-ları çalsa, bu suçtur. Fakat nasıl oluyorsa, gizli polissoruşturması diye alınan notlar vesâir şeyler, hava-larda uçuşuyor... Böyle bir durumda da söylenenşudur: “Gazeteci, haber kaynağını açıklamak zo-runda değildir!”... Haberin kaynağı belli ve tahkikide pek basittir; bu ayrı dâvâ... Ama kimler ve neleriaçıklamak zorunda değilken, Sadeddin Ustaosma-noğlu ve FURKAN dergisi her arşivde bulunabile-cek olan alenîleşmiş resimleri açıklamakzorunda(!)... Bunun süslemek üzere Savcılık önünegötürülmesi de cabası!.

Salih İzzet Erdiş

Savunmaİşaret İBDA’nındır

Page 31: furkan, salih, mirzabeyoğlu

TC.İSTANBUL

6 NOLU DEVLET GÜVENLİK MAHKEMESİ

TÜRK ULUSU ADINA YARGILAMA YAPMAYA VE HÜKÜM VERMEYE YETKİLİİSTANBUL 6. NOLU DEVLET GÜVENLİK MAHKEMESİNİN

02.04.2001 GÜNLÜ KARARIDIR.

ESAS NO: 1999/19KARAR NO: 2001/105

C. SAVCISI NO:1999/34

BAŞKAN: METİN ÇETİNBAŞ-24570ÜYE: RAŞİT ERGİN-26486

ÜYE: ALİ TAMER TARGAN-24472C. SAVCISI: ALİ CENGİZ HACIOSMANOĞLU-28340

KATİP: ZEYNEP DENİZ-134

SANIKLAR: 1-SALİH İZZET ERDİŞ: Şerif Muammer ve Sabriye’den olma, Erzincan25.12.1950 d.lu. (...)

VEKİLİ: Av. Ahmet Arslan, Av. Güven Yılmaz, Av. Hasan Ölçer, Av. Harun Yüksel.

GÖZETİM TRH: 29.12.1998-4.1.1999TEVKİF TARİHİ: 4.1.1999

(…)SUÇ: 1-MEVCUT ANAYASAL DÜZENİ SİLAH ZORU İLE DEĞİŞTİRMEYE TEŞEBBÜS

ETMEK (Sanık Salih İzzet Erdiş hakkında)(…)

SUÇ TARİHİ: 29.12.19998 ve ÖNCESİ.KARAR TARİHİ: 02.04.2001

31şubat 2011 sayı 39

GEREKÇELİ �

R

TTüürrkkiiyyee CCuummhhuurriiyyeettii AAnnaayyaassaannıınn ttaammaammıınnıı vveeyyaa bbiirr kkııssmmıınnıı TTaağğyyiirr vvee TTeebbddiillvveeyyaa İİllggaayyaa vvee AAnnaayyaassaa iillee tteeşşeekkkküüll eettmmiişş oollaann TT..BB..MM..MM..’’nnii iisskkaattaa vveeyyaa vvaazziiffeessiinnii

yyaappmmaakkttaann MMeenn’’ee cceebbrreenn tteeşşeebbbbüüss eettmmeekktteenn eeyylleemmiinnee uuyyaann TTCCKK..nnuunn 114466//11

MMAADDDDEESSİİ GGEERREEĞĞİİNNCCEE İİDDAAMM CCEEZZAASSII İİLLEE CCEEZZAALLAANNDDIIRRIILLMMAASSIINNAA

Page 32: furkan, salih, mirzabeyoğlu

Yukarıda mesnet suçları ve açık kimlikleri yazılıbulunan sanıklar hakkında mahkememizce yapılanyargılama sonucunda/

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ/

İDDİA:İstanbul DGM. C. Başsavcılığının Hazırlık

1998/2956 Sayılı, 12.01.1999 tarihli iddianame-siyle;

Sanıklardan Salih İzzet Erdiş hakkında İBDA/Cisimli yasadışı silâhlı terör örgütü kurup yöneterekTCK. 146/1. Maddesi gereğince Mevcut AnayasalDüzeni Silâh Zoruyla Değiştirmeye Teşebbüs su-çundan cezalandırılması istemiyle,

(…)Mahkememizde kamu davası açılmıştır.Adana DGM. C. Başsavcılığının Hazırlık

1998/275 sayılı 10.06.1998 tarihli iddianamesiylesanık Salih İzzet Erdiş hakkında İBDA/C ULTRAFORCE isimli silâhlı terör örgütünün amir ve ku-mandaya haiz yöneticisi olmak suçundan TCK.nun168/2, 3713 S.K. 5, TCK 31,33,40 maddeleri gere-ğince cezalandırılması istemiyle Adana DGM.nekamu davası açılmıştır.

Adana DGM.nin E. 1998/258 sayılı K.1999/175 sayılı 22.07.1999 tarihli görevsizlik kara-rıyla sanık Salih İzzet Erdiş hakkında mahkeme-mizde TCK.nun 146/1. Maddesi gereğincecezalandırılması için açılan dava nedeniyle her ikidava arasında fiili ve hukuki irtibat bulunduğundanmahkememizin kabulü doğrultusunda birleştirmekararı vererek dosyayı mahkememize göndermiştir.

İDDİA MAKAMI ESAS HAKKINDAKİ MÜTALAASINDA :

C. Savcısı mütalaasında iddianameyi tekraretmiş ve özetle:

“Örgüt yapılanması, örgütün amacı ile ilgili ola-rak Emniyet Genel Müdürlüğüne yazılan yazı son-rası, Emniyet birimlerinde örgütle ilgili bilgilerindeğerlendirilmesi sonucu düzenlenen yazıdaİBDA/C isimli örgütün liderinin Kumandan SalihMirzabeyoğlu (Kod) adlı Salih İzzet Erdiş olduğu,İBDA/C örgütünün amacının Anayasal Düzeninicebir ile değiştirip tüm Ortadoğu ülkelerini kapsa-yan dini esaslara dayalı federal yapıda bir İslâmdevleti kurmak olduğu, örgütün yapısının Kuman-dan (Kod) Salih İzzet Erdiş’in yazmış olduğu kitab-lardan etkilenen şahısların herhangi bir hiyerarşikyapılanması olmaksızın birbirlerinden bağımsız ha-reket eden cephe hareketleri oluşturulduğu kendili-ğinden zuhur adıyla oluşturulan bu cephelerinbağımsız olarak değişik eylem kararı alarak bu ey-lemleri gerçekleştirdikleri belirtilmiştir.

Her ne kadar Adana DGM C. Başsavcılığınınsanık Salih İzzet Erdiş aleyhine açtığı 10.06.1998

günlü, 1998/197 iddianame numarasıyla İBDA/CULTRA FORCE isimli silâhlı terör örgütünün amirve kumandaya haiz üyesi olmak suçundanTCK.nun 168/1,3713 S.K. 5. Maddeleri gereğincecezalandırılması amacıyla kamu davası açılmış, budava Adana DGM’nin 11.07.1999 tarih ve1999/175 sayılı kararıyla mahkememizin 1999/19esas sayılı dosyamızla mevcut olan dava konusuiçerisinde mütalaa edilmesi gerektiği ve mükerrerdava olarak kabul edilip CMUK 253/3. Maddesi ge-reğince açılan bu davanın reddine karar verilmesi,

Her ne kadar sanık Salih İzzet Erdiş aşamalar-daki ifadesinde kendisinin İBDA/C isimli örgütün li-deri olmadığını kendisinin İBDA fikriyatınısavunduğu ve bu fikriyatın yayılması için gayretgösterdiği İBDA/C isimli örgütün illegal yapısındansorumlu olamayacağı bu eylemleri gerçekleştirenşahıslara doğrudan herhangi bir eylem talimatınıvermediğini özetle ifade etmiş ise de;

TCK.nun 146/1. Maddesinde ifade edilen Tür-kiye Cumhuriyeti Teşkilatı Esasiye Kanununda ön-görülen düzeni ilgaya cebren teşebbüs etmekeyleminin cezai müeyyidesinin tarif edildiği, buradakastedilen düzenin içerisinde Türkiye Devletininşeklinin Cumhuriyet olduğu ve bunun Anayasanın1. Maddesinde belirtildiği, Anayasamızın 2. Mad-desinde Cumhuriyetin nitelikleri açıklanarak Tür-kiye Cumhuriyeti’nin Atatürk Milliyetçiliğine bağlıDemokratik, Laik ve Sosyal bir hukuk devleti oldu-ğunun açıklandığı, devletin bütünlüğü, egemenliğiyasama, yürütme ve yargı organları konulmak şek-liyle Anayasamızda belirtildiği,

Türkiye Cumhuriyeti’nin Anayasal Düzeninioluşturan temel ilkelere aykırı açıklamaları kapsa-yan bildirilerin dağıtılması, buna dair sloganlarınatılması, örgüte bağlı elemanların gerçekleştirdiklerieylemlerde ve toplantılarda, buna ilişkin sloganlaratılması, örgütün kullandığı el işaretlerinin yapıl-ması, gerçekleştirilen eylemlerin aynı amaç ve stra-teji doğrultusunda ve bir organizasyon dahilindegerçekleştirilerek ortaya konulması ve amacın daDevletin Anayasa ile çizilmiş sistemlerinden birineveya bir kaçına yönelik olması, bu amaçla ülke ge-nelinde değişik eylemlerin gerçekleştirilmesi, ey-lemlerin işlenme şekli, zamanı, vahameti, etkisiTCK.nun 146/1. Maddesinde öngörülen suçundanbir tehlike suçu olması göz önünde bulunduruldu-ğundan İBDA/C örgütünün gerçekleştirmiş olduğueylemler sebebiyle örgütün lideri ve kumandanı ko-numundaki sanık Salih İzzet Erdiş’in eylemlerininTCK.nun 146/1 maddesini ihlal şeklinde vasıflandı-rılması gerektiği,

Sanıkların açıkça ifade ettikleri ve kurmayı dü-şündükleri devlet sistemi Türkiye Cumhuriyeti Ana-yasasının 2. Maddesinde belirtilen laiklik ilkesineaykırı bir devlet şekli olduğu ve amaçlarının devle-

32 şubat 2011 sayı 39

Page 33: furkan, salih, mirzabeyoğlu

tin laik düzenine aykırı bir sistem geliştirmek olduğuaçıktır.

Anayasanın 2. Maddesinde Cumhuriyetin temelilkeleri arasında sayılan laikliğin dini özgürlük, dinve devlet işlerinin ayrı olmak üzere iki yönünün bu-lunduğu, Anayasanın 24. Maddesinin ilk fıkrasındaherkesin vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetinesahib olduğu, bu özgürlüğün herkesin dilediği diniinanç ve kanaatine sahib olabileceğini tanımladığıgibi kimsenin dini inanç ve kanaatlerinden dolayıkınanamayacağı hususunu da içermektedir. Laikli-ğin ikinci önemli unsuru olan din ve devlet işlerininayrılığı ise resmi bir devlet dininin olmaması, dev-letin dini inançları ne olursa olsun kişilere eşit dav-ranması, din kurumları ile devlet kurumlarının ayrıtutulmasını ifade etmektedir. Laikliğin Türk İnkılabıaçısından taşıdığı temel önem nedeniyle onun Ana-yasamızda özel olarak konulması sonucunu doğur-muştur.

Sanıkların Anayasamızın 2. Maddesinde ifadeedildiği gibi Cumhuriyetin temel ilkelerinden sayılanlaiklik ilkesine aykırı olarak Devletin temel nizamınıdeğiştirmeye yönelik yoğun, sistemli, planlı faali-yetleri gözönünde bulundurduğundan TCK.nun146. Maddesinde ifade edilen Anayasal Düzeni De-ğiştirmeye yönelik faaliyetler içerisinde bulunduk-ları, iddia, sanıkların ikrarı, sanıkların oluşturduklarıİBDA/C yapılanması içerisinde kendi anlatımlarınagöre kendiliğinden zuhur diyalektiği örgüte bağlı şa-hısların gerçekleştirmiş oldukları eylemlere ilişkinfezleke evrakları, sanıkların üzerlerinde ve evlerindeyapılan arama sonucu ele geçirilen dokümanlar, si-lâhlar, örgüte ilişkin bayrak, flama v.b materyallerve tüm dosya kapsamı ile sübuta ermiştir.

(…) Sanık Salih İzzet Erdiş’in zaptedilen 34 PV 834

plakalı aracının örgüt amaçlarına tahsis edildiği hu-susunda herhangi bir delil elde edilememesi, ayrıcaemanete alınan ve sanığın çantasında ele geçen25.000 Alman Markı, 10.000 Amerikan Doları ve8.000 Fransız Frangı ile evinde ele geçirilen 14Cumhuriyet Altını, Kamera, Cep Telefonu, Daktilo-nun yasadışı örgütün parası ve eşyaları olduğu hu-susunda herhangi bir delil elde edilemediği, sanığınaşamalar boyu savunmasında para ve eşyalarınşahsi malı olduğunu beyan etmesi karşısında ema-netteki dövizler ve altının sanığa iadesi, Hüsnü Gök-taş’ın evinde ele geçen ve kendisine ait olduğunuiddia ettiği ruhsatlı av tüfeğinin herhangi bir suçtankullanılmaması ve münhasıran suç teşkil etmedi-ğinden Hüsnü Göktaş’a iadesi, sanık Salih İzzet Er-diş’in evinde ele geçen, tabancalar, tüfekler, örgüteait bayrak ve kitabların TCK.nun 36. Maddesi ge-reğince müsaderesine, dosya içerisinde mevcutbelge ve dokümanların mahiyetindeki zaptedileneşyaların delil olarak dosyada muhafazasına, yuka-

rıdaki gerekçeler gözönünde tutularak netice itiba-riyle:

(…) Sanık Salih İzzet Erdiş aleyhine açılan ve Adana

DGM’nin22.07.1999 tarih ve 1999/175 sayılı kararı ile

dosyamız ile birleştirilmesine karar verilen İBDA/CULTRA FORCE isimli silâhlı terör örgütünün amirve kumandaya haiz üyesi olmak suçu ile ilgili da-vanın mükerrer dava olarak kabulü ilk CMUK253/3. Maddesi gereğince,

Sanık Salih İzzet Erdiş’in TCK 146/1. Maddesigereğince

Cezalandırılmasına,Sanıkların ev ve iş yerlerinde ele geçirilen Adli

emanetin 1999/25 sırasında kayıtlı tabancalar, gaztabancası, tüfekler, örgüt bayrağının TCK 36. Mad-desi gereğince müsaderelerine, dosya içerisindekimevcut belge niteliğindeki dokümanların delil ola-rak dosyada muhafazasına.

Örgüte ait olduğu ve örgüt çalışmalarına tahsisedildiği tespit edilemeyen 34 PV 834 plaka sayılıotunun, emanete alınan paralar, altın, kamera, dak-tilo ve cep telefonunun sahibine iadesine karar ve-rilmesi taleb ve mütalaa olunur” denmiştir.

(…)

Sanık Salih İzzet ERDİŞ ifadelerinde:

Poliste verdiği ifadesinde özetle: (K.2 D.119)“1991 yılında çıkan ABD-IRAK arasındaki Kör-

fez Savaşı sırasında düzenlenen protesto mitingleriesnasında hakkımda yayınlanan röportaj konuş-malarından dolayı polis tarafından alındım ve tu-tuklanarak 4 ay kadar yattım. Düşünce suçlarınaçıkan af münasebetiyle serbest bırakıldım. Ceza-evinden çıktıktan sonra Bursa’da ikamet edenbabam ve ailemden ve arabamdan temin ettiğimpara ile Küçükyalı’da kendi adıma bir daire satınalıp burada ikamete başladım. 1997 yılına kadarburada oturduktan sonra Mehmet Fazıl Aslantürkmarifetiyle bir ev kiraladım. Kira kontratı MehmetFazıl Aslantürk’ün üzerinedir. Halen bu evde ikametetmekteyim.

1991 yılında cezaevinden çıktıktan sonra bu-güne kadar herhangi bir işle uğraşmadım. Yalnızcaevime kapanıp kitab yazdım. Yazmış olduğum ki-tablarımın yayınlandığı İBDA yayınevinden ihtiyaçduyduğum kadarıyla aldığım paradan başka KıvamHukuk Bürosu’nun %10 hissedarıyım. Fakat bu or-taklıkta resmi bir konumum yoktur. Ayrıca MehmetFazıl Aslantürk’ün ortaklarından olduğu PendikHalk Ekmek fabrikasına kar payı almak üzere ver-miş olduğum 2 milyar lira karşılığında bana ödenenaylık 130 milyon lira gelir bulunmaktadır.

Benim herhangi bir siyasi parti, sendika, dernek

33şubat 2011 sayı 39

Page 34: furkan, salih, mirzabeyoğlu

gibi yerlere üyeliğim yoktur. Ben hâlen mevcut olansiyasi partilerin hiçbirisini benimsemiyorum. Şer’iesaslara dayalı bir İslâm devletini istiyorum. Benimfikriyatımın temelinde İslâm anlayışının bir ürünüolan İBDA, yani İslâmî Büyük Doğu Akıncıları oluş-muştur.

İBDA benim kendi fikriyatımdır. Kelime mânâsıolarak benzersiz oluştur. Kendiliğinden Zuhur Diya-lektiğidir. Yani Necip Fazıl Kısakürek’in İBDA grubuolarak bizim çıkardığımız Akıncı Güç dergisindekiyazısında da ifade ettiği gibi, hiç beklemediği biryerden ışık fışkırdığı olarak belirtilen görüşün isim-lendirilmiş şeklidir. Bu da gerektiği yerde gerekeniyapmak mânâsındadır. Bu bağlamda kendi isimleriile anılan ve kendi başına bir şeyler yapmak isteyenkarar ve sorumlulukları kendisine ait olan cepheleriifade eder. Bu cepheler İBDA fikriyatını benimse-miş olanlardan oluşur. İBDA’nın daha önce de söy-lediğim gibi, kelime mânâsı olarak zengin bir içeriğivardır (İcat, İhtira, Benzersiz Oluş, Yeni Oluş) gibimânâlara gelir. Fakat bizim eylemsel boyutta icra-atlara başladığımız tarih olan 1988 yıllarında basıntarafından İslâmî Büyük Doğu Akıncılar mânâsınagelen bir yakıştırma yapıldı. Biz de zamanla bu ya-kıştırma ismi kabullendik. Dolayısıyla örgütün ismiİBDA yani İslâmî Büyük Doğu Akıncıları olarak yer-leşti. Kendinden Zuhur Diyalektiğini İBDA fikriya-tını benimseyenler içerisinde cepheler oluşmasınısağladı. Cepheleşme fikri de benim tavsiyelerimüzerine ortaya çıkmıştır. Konferanslarımda bu ko-nuya değinmişimdir. Bu konferanslarım kitab hâ-line getirilmiştir. Üç Işık kitabımda veröportajlarımın kitaplaştırıldığı Adımlar kitabımdada bu konulardan bahsedilmektedir.

Cepheleşmeyi, gerektiği zaman gerekeni yap-mak şeklinde ifade etmişimdir. Bu ifade neticesindelegal ve illegal cephe yapılanmaları oluşmuştur.

Taraf, Ak Zuhur, Ak Doğuş, Akademya, SiyahBayrak, Akıncı Yolu dergileri ve KİP (Kitle İletişimPropaganda) Lokali gibi legal cepheler ile İslâmîKısas Kıtaları, KİŞK (Kartal İhtilalci Şeriat Kıtaları),ŞCAİT (Şehit Cahit Ayaz İntikam Timleri) gibi 80civarında illegal cepheler oluşmuştur. Legal ve ille-gal cephelerin bu faaliyetleri neticesinde devlet oto-ritesi ve kanunlarının işlerliği zayıflayacak ve birkargaşa ortamı oluşacak daha sonra İslâm Devleti-nin kuruluş aşamasına geçilecektir.

Bu, o ortamın durumuna göre mümkünse ka-nunî yollardan, mümkün değilse de kanun dışı yol-lardan olacak; yani Devrim yolu ile BaşyücelikDevleti ismiyle İslâm Devleti kurulması sağlanacak-tır.

Ben aşağı yukarı 1978’den beri açıkça Türki-ye’de İslâm Devletinin ancak Devrim yolu ile ola-cağını her fırsatta yazmış ve anlatmışımdır. MeselaGölge ve Akıncı Güç dergileri, Rapor dergileri ile

vermiş olduğum konferans ve mülâkatlarda ve kon-feransların kitablaştırıldığı Üç Işık ve Adımlar isimlikitabımda bu konuları görmek mümkündür.

Bu yüzden benim özel olarak hiç kimseye tâli-mat vermeme gerek yoktur. Silâhlanmayı tavsiyeeden merci olarak beni gösterseler de hiç kimseyebenim bunu kendisine tâlimatla yaptırdığımı söyle-yemez. Bu 1977’den başlayan harekâtın genel birhavasıdır. Bütün bu faaliyetlerin neticesinde deamaca ulaşmak umulmaktadır. Amacımız İslâmDevrimini gerçekleştirip İslâm devletinin kurulma-sını sağlamaktır. Bu İslâm Devletinin ismi Başyüce-lik Devleti olacaktır.

Başyücelik Devleti Türkiye Başkanlığında veBaşşehri İstanbul olan bir İslâm Devletidir.

Başyücelik Devletinde (Başyüce) (Yüceler Ku-rultayı) tarafından seçilir. Yüceler Kurultayı her sa-hada mevzuunda temayüz etmiş yani, dalınınuzmanı hâline gelmiş en üstün şahsiyetlerden mey-dana getirilecektir. Sembolik bir rakamla (101) kişi-den oluşur. Bunların kendi aralarında seçtiği, yaniseçilen kişilerin seçtiği Başyüce, Yüceler Kurulta-yından bir kişiyi Başvekil atar ve onun seçtiği sem-bolik bir rakamla (11) kişiyi onaylar. Veya kendiisteğiyle onaylamaz. Bu (11) kişi bizim anlayacağı-mız mânâyla Bakanlar Kurulunu oluşturur. Hükü-met üyeleri Bakanlar Kurultayından olduğu gibidışarıdan da seçilebilir. Başyüce, savaş zamanındada ordunun sembolik olarak başıdır. Başbuğ kıde-mine göre Başyüce tarafından atanan Başkomu-tandır, yani bugünkü tâbiriyle Genel KurmayBaşkanıdır. Bağbuğ, Başyüce adına ordunun başı-dır. Memleketin kültür mayasını şekillendirmek içinher türlü mevzu, buluş ve keşif sahibi, fikir, sanat veilim sahibi şahsiyetlerinden gerektiği kadar sayıdameydana gelen Büyük Doğu Akademyasıdır. Bun-lar kendi öz işlerinde keşif ve buluş peşinde olmak-tan başka kimseye hesab vermezler. Başyüce 40yaşından aşağı olmamak kaydı ile 5 sene için seçi-lir. Yüceler Kurultayı ölüm veya herhangi bir se-beble ayrılma zorunluluğunda kendi yerine geçecekolanları işaretler. Yani yedek üye seçer. Başyüceyebağlı olarak Yüce Din Dairesi sadece dinî ölçülerlekayıtlıdır. (Şeyhülislamın rolüdür). Başvekile bağlıvekaletlere her vekalet sembolik olarak 3 veya dahaçok müsteşar atar. Bu sayı bir miktar azalabilir veyaartabilir.

Başyücelik Devletini şematize etmek gerekirseşöyle bir tablo meydana gelir. Devletin başkanı Baş-yücedir ve Yüceler Kurultayı tarafından 5 yıllığınaseçilir ve süresi dolduktan sonra tekrar seçilemez.

İBDA/C örgütü fikriyatı içerisinde baş ve işaretparmaklarının gösterilmesinden oluşan amblemvardır. 1977-1978’de Gölge dergisinin ikinci döne-minde derginin amblemi olarak böyle bir şey düşü-nülmüştür. Ancak kullanılmadı. Şahadet parmağı

34 şubat 2011 sayı 39

Page 35: furkan, salih, mirzabeyoğlu

çeşitli anlamlara gelir. Kelime-i Şahadet anlamı, Şe-hitlik Şuuru anlamı (bu anlam İBDA Diyalektiğiisimli benim yazmış olduğum kitabın sonunda be-lirtilmiştir), Büyük Doğu’nun mânâsına şahitlik an-lamına da gelir. Necib Fazıl Kısakürek’in BüyükDoğu İdeolocyasına bağlılık ve şahadet anlamınada gelir. Başparmak, Büyük Doğu İdeolocyasınınen bariz fikridir. Yani her türlü bulaşa değinmeyeaçık olan üretken bir fikri ifade eder. Genel anlamı;işaret parmağı Allah’ın varlığı ve birliğini, başpar-mak ise İBDA fikriyatını ifade eder.

İBDA/C örgütü fikriyatı içerisinde bir de Başyü-celik devletinin bayrağı söz konusudur. Bayrak mavizemin üzerinde (üç) hilal (bir) yıldız motifinden olu-şur. Mavi renk değişik anlamlara gelir. Bunlardanbiri (dünyanın neşesi gitti) kudurreti (kederlilik) mâ-nâsına gelen hadisten dolayı Peygamber Efendi-miz’in sonraki devri keder devri olduğuanlaşılmaktadır. Keder sözlük mânâsıyla yani kö-künden üretilecek mânâ ile, (mavi, su, gökyüzü)gibi anlamlara dağılan mânâları vardır. İslâm Dev-letinin Başyücelik Devleti altında toplandığı vebunun ifade şekli olan bir bayrak (üç) hilal OsmanlıDevletini (bir) yıldız motifi de onun devamı oldu-ğunu ifade eder.

İBDA/C örgütünün amacı; İslâmî usullere dayalıolan ve ismi Başyücelik Devleti olarak adlandırılanTürkiye başkanlığında İstanbul’un başkenti olduğubütün İslâm devletlerini bir araya toplamaktır. Stra-tejisi ise legal veya illegal kurulan cephe faaliyetle-riyle bu amaca ulaşmaya çalışmaktır.

Benim herhangi bir cephe oluşmasında veeylem yapılmasında özel bir emrim söz konusu de-ğildir. İBDA konusu ile ilgili fikirlerimi ve emirlerimidaha önce isimlerini verdiğim kitablarımdan, der-giler ve yayınlardan çıkartılan mânâlar neticesindecepheler oluşturulur. Cephelerin faaliyetlerinin ne-ticesinden oluşacağı muhtemel otorite boşluğundanyararlanılarak İslâm devletinin kurulması amaçlan-maktadır. Benim kanaatime göre İslâm devletininkurulması ancak devrimle mümkündür.

İBDA/C örgütünde klasik örgütlerdeki hücre-leşme söz konusu değildir. Birbirlerinden bağımsızolarak cephelerden müteşekkildir. Cepheleri kuranörgüt mensublarının yaptıkları bombalama, molo-toflama, kitab ve dergiler çıkarma veya dergilerdeyayınlanmak üzere yazı hazırlama gibi eylemsel faa-liyetleri kendi inisiyatifleri ve becerileri nisbetindeyapmaktadırlar.

İBDA/C örgütünün fikriyatının oluşmaya başla-dığı 1984 yılından 1989 yılına kadar oluşturulancephelerde benim etkim vardır.

Bu cephelerden legal olanlar;1.Tavır Dergisi Cephesi; legal bir dergidir benim

iznim dâhilinde çıkmıştır. Bu dergiyi kimin çıkardı-ğını hatırlamıyorum. Hâlen faaliyette bulunma-

maktadır.2. Öfke Dergisi Cephesi; legal bir dergidir.

Benim iznim dâhilinde çıkmıştır. Bu dergiyi Ali Hı-şıroğlu çıkarmıştır. Hâlen faaliyette bulunmamakta-dır.

3. KİP Lokali Cephesi; izinli bir lokal olup soh-betlerin yapıldığı ve kitab satımının yapıldığı, çayocağı şeklinde bir yerdir. Burasını şu anda isminihatırladıklarımdan Mehmet Tarakçı çalıştırmıştır.Hâlen faaliyette bulunmamaktadır.

4. Karar Dergisi Cephesi; Mustafa Saka veya AliHışıroğlu çıkarmış olabilir. Halen faaliyette bulun-mamaktadır.

5. Ak Doğuş Dergisi Cephesi; Benden habersizolarak Mustafa Saka, Hayrettin Soykan ve SinamiOrhan birlikte çıkardılar. Halen faaliyette bulunma-maktadır.

6. Taraf Dergisi Cephesi; Kazım Albayrak ben-den habersiz çıkardı. Hâlen faaliyette bulunma-maktadır.

Benim yakalanıp cezaevine girdiğim tarih olan1991 yılından sonraki kurulan cephelerde bizzatetkim veya talimatım olmamıştır. Fakat bildiğimcepheler bulunmaktadır. Bunlar;

Taraf Dergisi Cephesi; Kazım Albayrak tarafın-dan çıkartıldı. Hâlen faaliyette bulunmamaktadır.

Tahkim Dergisi Cephesi; Mustafa Saka, Hay-reddin Soykan ve Sinami Orhan birlikte çıkarttılar.

Ak Zuhur Dergisi Cephesi; Hayreddin Soykançıkardı. Hâlen faaliyette bulunmamaktadır.

Akıncı Yolu Dergisi Cephesi; Genç isimler çı-kardı. İsimlerini bilmiyorum. Hâlen faaliyette bu-lunmamaktadır.

Akademya Dergisi Cephesi; Selim Gürsel veHayreddin Soykan birlikte çıkardılar. Hâlen iki üçayda bir çıkmaktadır adresini bilmiyorum.

Siyah Bayrak Dergisi Cephesi; Sinami Orhan çı-kardı. Hâlen yayını bulunmamaktadır.

REFREF Kitapevi Cephesi; Saadeddin Ustaos-manoğlu kurdu. Hâlen dağıtım işi yapmamaktadır.Cağaloğlunda bulumaktadır.

Bu cephelerden illegal olanlardan bildiklerimşunlardır;

İBDA/C –İKK (İslâmî Kısas Kıtaları) Ali OsmanZor kurdu. Başka isimler tanımıyorum.

ŞCAİT (Şehit Cahit Ayaz İntikam Timleri);(Cahit Ayaz tarihten 3-4 sene kadar önce AnkaraAtatürkçü Düşünce Derneğine bomba koyarkenbombanın elinde patlaması sonucu öldü) kurucu-sunu bilmiyorum. Kimseyi tanımam.

Mehmet Fırat’ın kurduğu bir cephe vardır.Cephe ismini bilmiyorum. Kendisini şahsen tanımı-yorum.

ULTRA FORCE Cephesi; (Büyük güç anlamınagelir) Gaziantep ve Kahramanmaraş’ta 1992 yılla-rında kurulmuştur. Kurucularını tanımıyorum.

35şubat 2011 sayı 39

Page 36: furkan, salih, mirzabeyoğlu

Seyyar Tim Cephesi; Ahmet Berki Bursa ilinde1994-1995 yıllarında kurmuştur. Kendisi hâlen ce-zaevindedir. Bu cephede Mustafa Aşif ismini duy-dum.

KŞİK (Kartal Şeriatçı İntikam Komandoları)Cephesi; Gençler kurmuş, kurucularını bilmiyorum.

Ayrıca isimlerini bilmediğim 80 civarında illegalcephe bulunmaktadır. 1991 yılından sonra kurulanlegal ve illegal cepheler de organik bir bağım yok-tur.

Fikir bazında İBDA/C örgütünün liderliği banaaittir, fakat eylemsel planda kim hangi cephede faa-liyet gösteriyorsa o cephenin sorumlusudur. Dola-yısıyla eylem bazında Türkiye lideri söz konusudeğildir. Bunu kitablarımda işlerim ve herkes ken-disi ayrıca bir emir almak ihtiyacı hissetmeksizin,kendi kanaatleri doğrultusunda illegal olarak, bom-balama, kurşunlama, molotoflama gibi eylemler ya-parlar.

Komutan sıfatına gelince; bu tabir 1978-1979’da Akıncı Güç Dergisinin çıkışında, benimderginin havasını temsil eder fikriyatımdan dolayı,bir nevi arkadaşlar arasında gıyabımdaki konuş-maları sırasında lakab şeklinde, üstad nevinde kul-lanmaktadırlar. İBDA/C örgüt mensublarının örgütlideri olarak beni gösteriyor olmaları normaldir. Buörgütün gerek cepheleşme faaliyetleri olarak ge-rekse legal ve illegal eylemsel faaliyetler olarak fikirbabalığını ben yaptım.

Özellikle Üç Işık, Adımlar, İdeoloji ve İhtilâl isimlikitablarımda bu eylemsel faaliyetlerimden açıkçabahsetmişimdir. Fakat 1991 yılından sonra kurulanlegal veya illegal hiçbir cepheye doğrudan kurul-ması yönünde talimat ve emir vermedim. Zaten ör-gütün mantığı da bu değildir. Kendiliğinden ZuhurDiyalektiğine göre kendini İBDA fikriyatına adamışve bulunduğu yerde bazı şeylerin değişmesi gerek-tiğine ve bazı faaliyetleri yapması gerektiğine ina-nan her İBDA/C örgütü mensubu kişi, bu cephelerikurar. Bu cepheler silâhlı veya silâhsız olabilir. İste-yen istediği yerde ve istediği kadar kişiyle, istediğibiçimde örgüt cephesi kurabilirler.

1984 yılına kadar İBDA/C örgütü fikriyatınınoluşumuna kadar benim şahsım ve arkadaşlarımlaçıkardığım dergiler, Gölge Birinci Dönem Dergisi,Yeni Gölge, Akıncı Güç Dergisi, Rapor Dergisi’dir.

İBDA/C örgütünün gerçekleştirdiği birçok öl-dürme, yaralama, molotof atma, bombalama, ya-zılama eylemleri olmuştur. Ben bunları yayınlardanizliyorum. Bunların haricinde benim bildiğim özelbir eylem yoktur.

İBDA/C örgütünde tanıdıklarım şunlardır: KazımAlbayrak, Ali Osman Zor, Mustafa Saka, Hayred-din Soykan, Sinami Orhan (Orhun), Harun Yüksel,Hasan Ölçer, Şükrü Sak, Süleyman Dal, MehmetTarakçı, Ahmet Güven, İbrahim Kapucu, Ali Hışı-

roğlu, Saadeddin Ustaosmanoğlu, Mehmet FazılAslantürk, Metin Aslantürkiyeli, Ünsal Zor, EnisDuymaz, Ahmet Berke’dir.

Kullandığım oto ve ele geçen paralar bana aittir.Örgütsel paralar değildir.

Evimde yakalanan 7.65 mm. ÇEK VİZORmarka tabancayı 1991 yılında cezaevinden çıktık-tan sonra almıştım. 9mm. Çaplı SAZAN marka si-lâhı 22 Calibre mermi atan dürbün tüfeği ve havalıtüfeği Metin Aslantürkiyeli’den 1998 yılı içerisinde40 milyon lira karşılığı aldım. Onun bu silâhları ne-reden kimden aldığını bilmiyorum. Pompalı tüfeği1991 yılında cezaevinde tanıştığım PİK (Partiye İs-lâmî Kürdistanî) örgütü üyesi Abdülhamit Turgutisimli şahıstan almıştım. İBDA bayrağını 1995 yı-lında Mehmet Tarakçı veya Şükrü Sak getirmişti.Bizim kanaatimize göre çok yakın bir zamanda,hatta 1999 yılında Türkiye karışıklıkların çıkacağıbir ülke olacaktır. Bu iç ve dış ruhî, siyasî, iktisadîbütün unsurları görülmektedir. Rusya’nın çöküşü-nün ardından dünyada kaos ve kargaşalıklar bek-leyen bir insan olarak ben yukarıda saydığımsilâhları aldım. Evimde ele geçen el yazması yazı-larda genel anlamıyla Laik Cumhuriyete, Atatürk’eve Devlet büyüklerine küfürlü sözleri ben yazdım”demiştir.

Sanık Salih İzzet Erdiş İstanbul DGM C. Baş-savcılığında verdiği ifadesinde özetle: (K.2D.166)

Polisteki ifadesini tekrar etmiş, netice itibariyleEmniyette verdiği ifadelerinin kısmen doğru oldu-ğunu, ifadesi alınırken isimlerini verdiği kişileri örgütmensubu olarak gösterdikleri dışındaki beyanları-nın doğru olduğunu, poliste maddi işkence görme-diğini söylemiştir.

Sanık İstanbul DGM. Yd. Üyelikteki ifadesindeözetle: (K.2D.174)

Kendisinin İBDA/C örgütünün lideri olmadığını,İBDA fikriyatının temsilcisi olduğunu, polisteki ifa-desinde üçüncü şahısları suçlar şekilde ifadesininyazıldığını, Salih Mirzabeyoğlu diye kod adı kullan-madığını, uzun yıllardan beri yayıncılık yaptığını, buyayınlarda Salih Mirzabeyoğlu mahlası ile yazılaryazdığını, suçsuz olduğunu söylemiştir.

Sanık mahkememizdeki savunmasında; öncekiifadelerini tekrar ile İBDA ve İBDA/C’nin ayrı ayrıbirimler olduğunu İBDA/C diye bir örgüt bulunma-dığını, kendisini İBDA fikriyatını savunduğunu söy-lemiş beraatine karar verilmesini taleb etmiştir.

DOSYAMIZDAKİ BAŞLICA DELİLLER :

Klasör 1 deki deliller :İBDA/C örgütüne üyelik, yardım yataklık suçla-

36 şubat 2011 sayı 39

Page 37: furkan, salih, mirzabeyoğlu

37şubat 2011 sayı 39

rından yargılanan şahısların hazırlık tahkikatındakiifade örnekleri.

K-1,D-1 Mehmet Mustafa Aşık’ın hazırlıktaki be-yanları.

K-1,D-2 Yılmaz Yüksel’in beyanları beyanları.K-1,D-3 Harun Reşit Akkoyun’un beyanları.K-1,D-4 Mehmet Gelgeç’in beyanları.K-1,D-5 Hasan Kabak’ın beyanları.K-1,D-6 Mahmut Karaca’nın beyanları.K-1,D-7 Gökhan Ali Öztürk’ün beyanları.K-1,D-8 Mehmet Tarakçı’nın beyanları.K-1,D-9 Hüseyin Arı’nın beyanları.K-1,D-10 Kemal Şişman’ın beyanları.K-1,D-11 Mevlüt Dal’ın beyanları.K-1,D-12 İbrahim Kapucu’nun beyanları.K-1,D-13 Şükrü Sak’ın beyanları.K-1,D-14 Burak Çileli’nin beyanları.K-1,D-15 Mehmet Fatih Aydın’ın beyanları.K-1,D-16 Yahya Yıldırım’ın beyanları.K-1,D-17 Mevlüt Koç’un beyanları.K-1,D-18 Harun Yüksel’in beyanları.K-1,D-19 Kazım Albayrak’ın beyanları.K-1,D-20 Şaban Çavdar’ın beyanları.K-1,D-21 Osman Nuri Çoğalt’ın beyanları.K-1,D-22 Ali Osman Zor’un beyanları.K-1,D-23 Mehmet Galis Turan’ın beyanları.K-1,D-24 Mehmet Fırat’ın beyanları.K-1,D-25 İbrahim Tatlı’nın beyanları.K-1,D-26 Muhtelif Sanır’ın beyanları.K-1,D-27 Umut Demir’in beyanları.K-1,D-28 Kadir Karamustafa’nı beyanları.İBDA/C örgütü mensupbları ve bu örgüte ve

mensublarına yardım ve yataklık eden şahıslar hak-kında açılan davalar için İstanbul DGM C. Başsav-cılığının 1997/641 hazırlık sayılı davaya ilişkindosya örneği.

Klasör 2 deki deliller:K-2, D-1. 30.12.1998 tarihinde yakalanan Saa-

deddin Ustaosmanoğlu’nun evinde ve Furkan isimlidergide yapılan aramada elde edilen ve balistik in-celemesi yapılan el yazısı dokümanlar.

K-2,D-2. 29.12.1998 tarihinde yakalanan Salihİzzet Erdiş’in ikametinde ele geçirilen ve balistik in-celemesi yapılan el yazısı dokümanlar.

K-2,D-3-27. 02.01.1998 tarihinde İBDA yayın-evinde yapılan aramada ele geçirilen örgütsel do-kümanlar. Cezaevinde bulunan örgüt mensublarıylayapılan yazışmalar.

K-2,D-57. Hüsnü Göktaş’ın evinde yakalananve bir adet RÖHM RG-8 marka 8 mm. calibrelikkuru sıkı gaz tabancası, bir adet Magnum marka 45Calibrelik kuru sıkı toplu tabanca ve buna ait 5 adetfişek. Bir adet 1724 seri numaralı 12’lik lazer av tü-feği, bir adet 2705 seri numaralı 12lik otomatik avtüfeği, bir adet 2975 seri numaralı 12’lik av tüfeği,

bu tüfeklere ait 800 adet fişek yakalanmasına iliş-kin tutanak.

K-2, D-67-76. Cezaevindeki İBDA/C tutuklu vehükümlülerine ilişkin Saadeddin Ustaosmanoğ-lu’nun yönettiği Furkan dergisinde ele geçen fotoğ-raflar.

K-2, D-77. 30.12. 1998 tarihinde yakalananSaadeddin Ustaosmanoğlu’nun evinde ele geçiri-len rulo hâlinde hazırlanmış örgütün simge ve bay-rağının numunesi.

K-2,D-78. Örgütün el yazması düşüncesine göreBaşyücelik devlet şeması.

K-2,D-81. Sanık Saadeddin Ustaosmanoğ-lu’nun Furkan dergisine ait işyerinde yapılan ara-mada yakalanması ve ele geçirilen örgütseldokümanlara ilişkin tutanak.

K-2,D-83. Saadeddin Ustaosmanoğlu’nunevinde yapılan aramada İBDA/C örgütünün bay-rağı, örgütsel dokümanlara ilişkin tutanak.

K-2,D-95-103. Sanık Salih İzzet Erdiş’in kullan-dığı oto ile beraber yakalanması, otoda ele geçirilenel yazması dokümanlar.

K-2,D-104-108. Salih İzzet Erdiş’in evinde ya-pılan aramada;

Bir adet Sarsılmaz marka havalı tüfek, bir adetvideo kamera ve şarj cihazı, 12 adet BETA, bir adetVHP video kaseti, bir adet Ericsson marka cep te-lefonu, bir adet 7.65 mm.çaplı VİZOR marka ta-banca, bir adet 9 mm. çaplı TARIK marka tabanca,bir adet 22 Calibre VARNİNG marka seri numarasıkazınmış, üzerinde HAKKO marka dürbün monteedilmiş tüfek, bir adet MAG marka pompalı Ameri-kan yapısı tüfek, çok sayıda ele geçen silahlara aitfişek, bir adet 100x50 cm. ebadında İBDA/C bay-rağı, bir adet 75x50 cm. ebadında tevhid bayrağı,çeşitli yasak kitablar, el yazısı dokümanlar ele geçi-rildiğine dair tutanak.

K-2, D-126. Ercan Budak’ın polisteki ifade ör-neği.

K-2, D-127. Levent Dülger’in polisteki ifade ör-neği.

K-2, D- 133.İBDA/C örgüt mensubu Fevzi İşal-maz’ın polisteki ifade örneği.

K-2, D-140. Ekspertiz raporu.(Saadeddin Usta-osmanoğlu’dan ve Salih İzzet Erdiş’te ele geçirilenbir kısım dokümanların bu şahısların el yazısı oldu-ğuna dair)

K-2, D-144. Ekspertiz raporu. (Hüsnü Göktaş’taele geçen tüfek ve gaz tabancasına ilişkin emniyetraporu)

K-2, D-147. Ekspertiz raporu. (Salih İzzet Er-diş’te yakalanan silahlara ilişkin emniyet incelemesi)

K-2, D-175. Emanet makbuzu (İstanbul DGMC. Başsavcılığının 1999/25 sırasında kayıtlı)

K-2, D-178. İBDA/C örgütü ve Salih İzzet Erdişhakkında ve silahlı terör örgütü olan İBDA/C örgü-

Page 38: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 3938

tünün gerçekleştirdiği eylemler hakkında İçişleri Ba-kanlığı Emniyet Genel Müdürlüğünün raporu.

Klasör 3’deki deliller :K-3, D-1 Sanık Salih İzzet Erdiş hakkında İstan-

bul DGM C. Başsavcılığının 1998/1115 Hazırlık ve1998/219 Karar sayılı yetkisizlik kararı.

K-3, D-2 İstanbul 6 no’lu DGM.nin 1999/213esas, 2000/240 Karar sayılı 22.12.2000 tarihli ka-rarı ve sanıklar İBRAHİM BAHTİYAR, YAŞARBEKİR ŞENOL, HALİM ÖZ, ZÜHTÜ MÜNEVVER,REŞAT DOĞAN, AHMET ÇOLAK, ALİ İHSANSEFA, YUSUF AKYILDIZ, ÖZER YILMAZ, BÜN-YAMİN KOÇHAN’ın aşamalardaki ifade örnekleri.

K-3, D-3 İstanbul 6 nolu DGM.nin 2000/114esas sayılı dava dosyasındaki sanıklar SÜRMANİAÇIKGÖZ, RAİF YASAN, MEHMET SALH AKICI,YILMAZ AKICI, EBUBEKİR AKICI, YABAN ŞAHAKICI, ALAETTİN OĞUZ, ALİ DURAN, KENANÇEVİK, HALİM YAZICI, RAMAZAN AYDEMİR,MURAT ÖZTÜRK, HASİP OKUR, CEMAL İPEK,AYDIN AKICI’nın ifade örnekleri.

3. CERAİM EVRAKLARI (3 KLASÖR)1 no’lu Ceraim Klasöründe:Bursa ilinde İBDA/C adına bombalama, molotof

kokteyli atma ve yazılama gibi gerçekleştirilen ey-lemler,

Malatya ilinde, bomba atma, molotof kokteyliatma, yazılama gibi eylemler,

Gaziantep ilinde İBDA/C örgütünün bombaatma, Molotof kokteyli atma, yazılama gibi eylem-ler (ABDULLAH KÖÇER, İHSAN YILMAZ veFEVZİ YILDIZ’ın yaralanması)

Hatay ilinde İBDA/C adına bombalama, molo-tof kokteyli atma, yazılama ile ilgili eylemler,

Kocaeli ilinde İBDA/C örgütü adına bombaatma molotof kokteyli atma yazılama gibi eylemler,(Şermin BİTER’in yaralanması)

Bolu ilinde bomba atma, molotof kokteyli atma,yazılama gibi eylemler,

Denizli ilinde İBDA/C adına bombalama, molo-tof kokteyli atma, yazılama gibi eylemler,

İzmir ilinde İBDA/C adına bombalama, molotofkokteyli atma, yazılama gibi eylemler,

Ankara ilinde İBDA/C adına bomba atma, mo-lotof kokteyli atma, yazılama gibi eylemlerle ilgili ce-raim evrakının gönderildiği, (olayda bir şahsınyaralanması)

2 no’lu Ceraim Klasöründe;19.01.1994 tarihinde Kadıköy ilçesi SHP bina-

sının girişine bomba koyulması,19.01.1994 tarihinde Beyazıt Camii avlusuna

bomba koyulması,19.01.1994 tarihinde Fatih Aksaray İnkılap cad-

desi önünde İSKİ binası önüne bomba koyulması,Şanlıurfa ilinde İBDA/C adına bombalama, ya-

zılama, molotof kokteyli atma,Şanlıurfa ilinde bomba atma, molotof kokteyli

atma, yazılama gibi eylemler,Konya ilinde İBDA/C adına bombalama, molo-

tof kokteyli atma, yazılama gibi eylemler,Balıkesir ilinde İBDA/C örgütü adına bomba-

lama, yazılama, molotof kokteyli atma ile ilgili ev-raklar,

3 no’lu Ceraim klasöründe:18.01.1994 tarihinde Kadıköy ilçesi, Fikirtepe

Marmara Üniversitesi Göztepe Kampüsü spor sa-lonu önünde çöp bidonuna bomba koyulması,

15.03.1994 tarihinde Karagümrük, Fevzipaşacad. 2 Huzur birahanesine molotof kokteyli atıl-ması, (olay sırasında birahanede müşteri olarak bu-lunan CEMAL ONAYLI’nın olay yerinde İLKERBAYAR, ERTAN ERSÖZ ve HALUK YÜZGEÇ isimlişahısların kaldırıldıkları hastanede ölmesi)

19.05.1994 tarihinde Beyoğlu ilçesinde bulunanSanta Maria kilisesine bomba atılması,

19.05.1994 tarihinde Beyoğlu ilçesi İstiklal cad.no: 327 sayılı yerde bulunan Sent Antuan Katolikkilisesine bomba koyulması,

04.04.1994 tarihinde Kağıthane ilçesi Çeliktepeİnönü cad. 14 sayılı yerde bulunan AŞİYAN bira-hanesine monotof kokteyli atılması, (EYÜP AYYIL-DIZ isimli şahsın yaralanması)

16.02.1995 tarihinde Gaziosmanpaşa Küçük-köy Beşyüzevler’de bulunan Pamukbank şubesinebomba atılması,

17.02.1995 tarihinde Fatih Çarşamba’da bulu-nan Tekbir Giyim mağazasına bomba atılması,

17.02.1995 tarihinde Küçükköy 268.sk 19 sa-yılı yerde bulunan İmar Bankası’na bomba atılması,

19.02.1994 tarihinde Vatan caddesi Molla ŞerifCamii yanında bulunan Pamukbank bankamati-ğine molotof kokteyli atılması,

26.02.1995 tarihinde Eski Edirne Asfaltı 680 sa-yılı yerde bulunan Agora Meyhanesine bomba atıl-ması,

01.03.1995 tarihinde Fatih ilçesi Yavuz Selimcad. 63 sayılı yerde faaliyet gösteren Tekbir giyimmağazasına bomba atılması,

27.02.1995 tarihinde Sultançifliği Türkiye Ga-zetesi bayiine bomba atılması,

17.02.1995 günü Fatih ilçesi Çarşamba’da bu-lunan Aya Yorgi kilisesine bomba atılması,

28.01.1995 günü Gaziosmanpaşa ilçesi Küçük-köy Kazım Karabekir mahallesinde ikamet edenVakit gazetesi köşe yazarı Yaşar Kaplan’ın ikamet-gâhının önüne bomba koyulması,

17.02.1995 tarihinde Yaysat pazarlama A.Ş.Gameda başbayiine bomba atılması,

Page 39: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39 39

08.09.1994 tarihinde Gaziosmanpaşa ilçesi Beş-yüzevler eski Edirne asfaltı Hürriyet mah. 266.sk.No:182 sayılı yerde faaliyet gösteren Garanti Ban-kası’na bomba atılması,

17.09.1994 tarihinde Bayrampaşa ilçesi Abdiİpekçi cad. No:74 sayılı yerde bulunan EGE-BANK’a bomba atılması,

04.04.1994 tarihinde Kağıthane ilçesi Çeliktepemah. İnönü cad. 12/1 sayılı yerde Necmettin Gü-ner’e ait Aşiyan birahanesine monotof kokteyli atıl-ması,

28.05.1994 günü Fatih ilçesi Balat semtinde bu-lunan Fener Rum Patrikhanesine bomba atılması,

23.08.1995 günü Refik saydam caddesi önündebulunan Alarko Dikiş merkezine bomba atılması,

08.08.1995 tarihinde Beyoğlu ilçesi TalimhaneAbdülhak Hamit cad. 27 sayılı yerde bulunan Zi-raat Bankası bankamatiğine bomba atılması,

14.08.1995 tarihinde Beyoğlu ilçesi KaraköyNecatibey cad. 84 sayılı yerde bulunan Alarko şir-ketine bomba atılması,

16.11.1995 tarihinde Beyoğlu ilçesi Kemeraltıcad.71 sayılı yerde bulunan İş bankası şubesinemolotof kokteyli atılması,

28.01.1995 tarihinde Gaziosmanpaşa Küçük-köy Kazım Karabekir mah. Albayraklar sitesi 2 B-3Blok K.3 D:5 sayılı yerde ikamet eden Canan Cey-lan’ın evinin önüne bomba atılması,

01.02.1995 tarihinde Güngören ilçesi E-5 kara-yolu üzerinde bulunan Mc. Donalds’a bomba atıl-ması,

01.02.1995 tarihinde Güngören ilçesi MerterKeresteciler sitesi Fatih caddesi üzerinde bulunanPamuk bank şubesine bomba atılması,

28.05.1994 tarihinde Fatih ilçesinde bulunanRum patrikhanesine bomba atılması,

25.12.1994 tarihinde Sivas Dayanışma Derneği(SİDAD)a bomba atılması,

29.09.1994 tarihinde Eminönü Milli Piyangoana bayii idare binasına bomba atılması,

29.12.1994 tarihinde Beşiktaş ilçesi Hashorancaddesi üzerinde bulunan Sinanpaşa pasajınabomba atılması, (GÖNÜL YILMAZ, NEŞE KUR-TULUŞ, GÜZİDE BİRİNCİ isimli şahısların yaralan-ması)

07.08.1994 tarihinde Çeliktepe İmalat sk. 2nolu Dallas birahanesine bomba atılması, (EYÜPAYYILDIZ isimli şahsın yaralanması)

02.09.1994 tarihinde Beşiktaş ilçesi Dolma-bahçe Caddesi üzerinde bulunan 69 numaralıKazan birahanesine bomba atılması,

01.01.1995 tarihinde Etiler Nispetiye caddesiüzerinde faaliyet gösteren 24 numaralı Bulvar Bar’abomba atılması, (NÜKTE KOFROL isimli şahıs ileKADRİ PRESÇİLER, ERKAN DÖKÜMCÜ, HALİTKAHRAMAN, ALP VEYSEL ORAK isimli şahısla-

rın yaralanması )11.01.1995 tarihinde Fatih ilçesi, Akdeniz cad-

desi üzerinde bulunan Tekbir Giyim mağazasınabomba atılması,

24.08.1994 tarihinde Beyoğlu ilçesi İstiklâl cad-desi üzerinde bulunan Fitaş 2 sinema salonunabomba atılması,

29.08.1994 tarihinde Fatih ilçesi İtfaiye caddesiüzerinde bulunan otoyola molotof kokteyli atılması,

05.02.1995 tarihinde Fatih ilçesi Akdeniz cad-desi üzerinde bulunan Tekbir giyim mağazasınabomba atılması,

24.08.1994 tarihinde Beyoğlu ilçesi Kurabiyesk. üzerinde bulunan çöp bidonuna bomba konul-ması, (DİMİTRİ İKNATOV, TANYA DİMİTROV,LDÇİZAR AVRAMAR ve BORİSLOV KARADEÇETisimli şahısların yaralanması)

31.10.1994 tarihinde Millet caddesinde bulunanBüyüksarı apartmanında ikamet eden Zübeyir Yi-tik’e ait daire kapısına bomba koyulması,

09.11.1994 tarihinde Cerrahpaşa Tıp FakültesiA blok 5. Kat Dahiliye servisine bomba atılması ey-lemleri ile ilgili ceraim evrakları. (HASAN URCANve HALİT ÜNAL isimli şahısların yaralanması)

26.12.1996 günü Şişli İlçesi Merkez Mahalle-sinde (MUHSİN TINIK isimli şahsın bıçaklanması)

17.03.1990 günü İBDA/C adlı örgütle ilgili yaz-dığı eleştiri neticesindeki yazısından dolayı ZAMANGAZETESİ köşe yazarı (FEHMİ KORU’yu örgüt li-derinin verdiği talimat doğrultusunda darp edil-mesi)

20.11.1995 günü Eski Edirne Asfaltı Metris Ce-zaevinin karşısında Güven Mermer önünde MetrisCezaevi’nde koruma memuru olarak çalışan (AZİZBARAN isimli şahsın darp edilmesi)

27.03.1992 tarihinde İstanbul Üniversitesi Ede-biyat Fakültesi kantininde (ŞÜKRÜ SEMİH BAK-KAL isimli öğrencinin silâhla yaralanması)

SANIKLARIN FİİLİ VE HUKUKİDURUMLARI :

(…)

SALİH İZZET ERDİŞ :

İddia; sanığın aşamalardaki tevilli ikrarları, buikrarları doğrulayan diğer sanık beyanları, yaka-lama tutanakları, ele geçirilen örgütsel dökümanlar,ceraim evrakları ve dosya kapsamına göre;

1968 yılında İstanbul Hukuk Fakültesine girmiş-tir. Bu nedenle İstanbul’a gelmiştir. 1971 yılında eği-timine ara vermiş Eskişehir’e gitmiş, 1973 yılındatekrar İstanbul’a dönmüş, Adalet Yüksek Okulu dip-loması almıştır.

1975 yılında Karaköy’deki Tekel İdaresinde işçi

Page 40: furkan, salih, mirzabeyoğlu

40 şubat 2011 sayı 39

olarak çalışmaya başlamıştır.1978 yılında Üsküdar’da elektrikçi dükkanı

açmış, 1 yıl kadar çalıştırdıktan sonra kapatmış,daha sonra Gönüldaş Yayınevi kurarak 2 yıl kadarişletmiştir.

Sanık Gönüldaş Yayınevinin ismini İBDA ya-yınevi olarak değiştirip Mehmet Fazıl Aslantürk’e aitESPAS saatçilik şirketinin 3 katlı binasının 1. katınataşınmış, daha sonra Mehmet Fazıl Aslantürk’e dev-retmiş, yayınevi faaliyetlerini Mehmet Tarakçı, EnesDuymaz, Süleyman Dal sürdürmüştür.

Sanık 1978 yılında kaleme aldığı kitablarını bukitabevinde bastırmıştır.

1988 yılında gayri resmi sahibi olduğu İBDA ya-yınevi Cağaloğlu’ndaki adresine taşınmıştır.

1991 yılında Körfez savaşı sırasında protesto mi-tinglerindeki beyanatları nedeniyle tutuklanmış 4 aykadar tutuklu kalmış, çıkarılan af ile cezaevindentahliye olmuştur.

1997 yılında Mehmet Fazıl Aslantürk’ün bulupkira sözleşmesini kendi adına yaptığı evde otur-maya başlamıştır.

Sanık kendi beyanlarında açıkladığı gibi, Ana-yasal Demokratik ve Laik Cumhuriyeti benimse-memektedir. Şer’i esaslara dayalı İslâm Devleti’nibenimsemektedir.

Sanık kendisine göre İBDA yani İslâmî BüyükDoğu Akıncıları fikriyatını benimsemektedir.

Necib Fazıl Kısakürek’in düşüncelerinden etkile-nerek kurduğu ve mânâlandırdığı İBDA, kendisinegöre gerektiği yerde gerekeni yapmayı öngörencepheleşmeleri ifade eder. Cepheler, İBDA fikriya-tını benimsemiş olanlardan oluşur.

Cepheleşme fikri, sanığın tavsiyeleri ile ortayaçıkmıştır.

Sanığın tavsiye ve telkinleriyle legal ve illegalcepheler oluşmuştur.

Sanığın kendi beyanlarına göre Taraf, Ak Zuhur,Ak Doğuş, Akademya, Siyah Bayrak, Akıncı Yoludergileri ile KİP (Kitle İletişim Propaganda) lakabıörgütün legal alanında faaliyet gösteren cepheleri,İslâmî Kısas Kıtaları, KİŞK (Kartal İhtilalci Şeriat Kı-taları), ŞCİAT (Şehit Cahit Ayaz Timleri) gibi 70-80civarında illegal örgüt cephesi kurulmuştur.

Legal ve illegal cephelerin faaliyetleri netice-sinde devlet otoritesi ve kanunların işlerliği zayıfla-yacak, kargaşa ortamı oluşacak, yasadışı devrimyoluyla şeriat esaslarına dayalı Başyücelik Devletikurulacaktır.

Sanığın savunmalarında belirttiği gibi ŞeriatEsaslarına dayalı Başyücelik Devletinin Bayrağı,işareti mevcuttur (Sanık Saadettin Ustaosmanoğ-lu’nun evinde örgüt bayrağı ele geçirilmiştir).

İBDA/C örgütünün amacı doğrultusunda Baş-yücelik Devletinin kurulması için, cephe mensublarıbombalama, molotoflama, kitab-dergi çıkartma gibi

faaliyetlerini yürüteceklerdir.1991 yılına kadar kurulan legal ve illegal cep-

helerin kurulmasında bizzat sanığın talimatlarıolmuş, 1991 yılında cezaevine girdikten sonra sanıkcephe faaliyetlerinde bizzat emir ve talimatı olma-dığını söylemiştir.

Sanık fikir bazında İBDA/C örgütü liderliğinikabul etmekte fakat eylemsel alanda, liderliğin ken-disinde olmadığını, ancak örgüt mensublarının ken-disini lider olarak kabul etmesinin normal olduğunusöylemektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Anayasal, De-mokratik, Laik sistemini yıkmayı ve yerine şeriatesaslarına dayalı Başyücelik Devletini kurmayıamaçlayan sanığın, emir, telkin ve tavsiyeleri ile ha-rekete geçen örgüt mensubları, deliler kısmındaaçıklandığı dosya içindeki ceraim evraklarında daaçıkça görüldüğü üzere, tüm Türkiye’ye yayılmışbombalama, molotoflama, öldürme faaliyetlerinebaşlamış, bizzat sanığın kendisi ve örgüt mensub-ları özellikle 1999 yılında varsayımlarına göre çıka-cak halk ayaklanmasından yararlanmak üzere dahaziyade silâhlanma faaliyetlerine başlamış, örgütünkurulduğu tarihten itibaren yüzlerce suç işlenmiş,özel, tüzel, resmi ve dini kurum ve kuruluşlara vebinalarına patlayıcılarla saldırılmış, vatandaşlarımı-zın yaralanmasına, ölmesine, maddî ve mânevî za-rara uğratılmasına sebebiyet verilmiştir.

Sanığın kurup, emir, tavsiye ve telkinleriyle yö-nettiği İBDA/C örgütünün faaliyetleri neticesindeTürkiye Cumhuriyeti Devletinin yıkılmasındansonra kurmayı amaçladığı Başyücelik Devleti’nin,Başyüce sıfatıyla yöneticisi olmayı planlayıp amaç-ladığı kendisine en yakın örgüt mensublarının veyakalanıp sorgulanan tüm örgüt mensublarının yada örgüte yardım yataklık eden şahısların beyanla-rında hiçbir tereddüde yer vermeyecek şekilde,örgüt liderinin Kumandan Salih Mirzabeyoğlu (kod)Salih İzzet Erdiş’in olduğunu bildirmeleri karşısında,sanık Salih İzzet Erdiş’in örgüt lideri olmadığı yö-nündeki savunmalarına itibar etmek mümkün de-ğildir.

Nitekim, sanığın Kumandan Kod adı da örgütüiçindeki yerini, önemini, liderliğini hiçbir duraksa-maya yer vermeyecek şekilde ortaya koymaktadır.

Sanık Salih İzzet Erdiş’in kurup yönettiğiİBDA/C örgütü, Türkiye Cumhuriyeti Devletini veAnayasa ile tesis edilmiş Demokratik, Laik hukukdüzenini silâhlı halk ayaklanması yoluyla değiştir-meye çalışan son yılların en tehlikeli terör örgütle-rinden biridir.

Sanık Salih İzzet Erdiş’in üzerine atılı suçu işle-yiş biçimi, suç sebeb ve saiki, suç işlemezden ön-ceki ve sonraki olumsuz tutum ve davranışları,hiçbir pişmanlığının görülmeyişi, suç işleme konu-sundaki ısrarlı tutumu, tüm dosya kapsamına naza-

Page 41: furkan, salih, mirzabeyoğlu

41şubat 2011 sayı 39

ran sanığın subut bulan eylemine göre TCK.nun146/1. maddesi gereğince cezalandırılması yolunagidilmiş, yukarıdaki gerekçeler ve dosya kapsamınanazaran, yasal unsurları oluşmadığından ve bir atı-fet maddesi olmadığından sanık hakkında TCK.nun59. Maddesi uygulanmamış, aşağıdaki şekildehüküm kurmak gerekmiştir.

HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda etraflıca izah edildiği üzere;Sanık SALİH İZZET ERDİŞ’in,A- Adana DGM C. Başsavcılığının hazırlık

1998/275 sayılı 10.6.1998 tarih, 1998/197 sayılı id-dianamesi ile hakkında İBDA/C ULTRA FORCEisimli silâhlı terör örgütünün amir ve kumandayahaiz üyesi olmaktan TCK.nun 168/1, 3713 S.Y.nın5 maddesi ve TCK.nun 31, 33 ve 40 maddeleri ge-reğince Adana DGM’ne açılan kamu davası irtibatnedeniyle E.1998/258, K:1999/175 sayılı22.7.1999 tarihli karar ile birleştirilerek mahkeme-mize gönderilmiş ise de;

Yukarıdaki suçtan görülen davayı da kapsaya-cak şekilde sanık hakkında İBDA/C isimli silâhlıterör örgütünün lideri olmak suçundan TCK.nun146/1 maddesi gereğince cezalandırılması istemiylemahkememize kamu davası açıldığından, AdanaDGM C. Başsavcılığının iddianamesi ile açılan da-vadaki eylemler de, sanığın mahkememizde yargı-lanmasına konu iddianamede gösterilen eylemlerve sevk maddesi içinde kaldığından bu suçun un-surlarından olduğundan açılan bu dava ile ilgili ay-rıca karar verilmesine YER OLMADIĞINA,

B- (Kumandan KOD –Salih Mirzabeyoğlu) sanıkSalih İzzet Erdiş’in silâhlı terör örgütü olan İBDA/Cörgütünü kurarak örgütün gerçekleştirdiği birçok öl-dürme, yaralama ve diğer faaliyetlerinden dolayıdoğan sorumluluğu, emir ve komutası gözönündebulundurularak;

Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın tamamınıveya bir kısmını Tağyir ve Tebdil veya İlgaya veAnayasa ile teşekkül etmiş olan T.B.M.M.’ni iskataveya vazifesini yapmaktan Men’e cebren teşebbüsetmekten eylemine uyan TCK.nun 146/1 MAD-DESİ GEREĞİNCE İDAM CEZASI İLE CEZALAN-DIRILMASINA,

Yasak unsurları oluşmadığından ve bir atıfetmaddesi olmadığından sanık hakkında TCK.nun 59maddesinin TATBİKİNE TAKDİREN YER OLMA-DIĞINA,

Sanığa hükmolunan netice ceza nedeniyle TU-TUKLULUK HÂLİNİN DEVAMINA, Hüküm özeti-nin bulunduğu cezaevine ilişkin İstanbul DGM C.Başsavcılığına derhal gönderilmesine,

(…) 4- İstanbul DGM emanetinin 1999/25 sırasında

kayıtlı eşyalardan örgüte ait olduğu ve örgüt adına

kullanıldığı tesbit olunmayan;13. sırada kayıtlı Panasonic marka Kamera ve

Şarj cihazı, 14. sırada kayıtlı Sony marka ses kayıtcihazı,

15. sıradaki Underwood 130 marka daktilo ma-kinası ile sanık Salih İzzet Erdiş’in şahsi parası ol-duğunu savunduğu aksi de ispat edilemeyen 25 binAlman markı, 10 bin Dolar ve 800 Frank’ın ve 14cumhuriyet altının karar kesinleştiğinde İADESİNE,

Diğer emanette kayıtlı suçta kullanılan, örgütadına alınan silâh, araç, gereç ve malzemeninTCK.nun 36. Maddesi gereğince MÜSADERESİNE,

Dosya arasında bulunan ve emanette bulunankitablar, el yazısı dökümanların delil olarak DOS-YADA MUHAFAZASINA,

34 PV 834 plakalı aracın karar kesinleştiğindeatılı suçlarla ilgisi ve suçta kullanıldığı tesbit edile-mediğinden karar kesinleştiğinde RUHSAT SAHİ-BİNE İADESİNE,

5- Hakkındaki davanın kesin hükme bağlanmasıertelenen Hüsnü Göktaş’a isabet eden yargılamagiderinin yerinde bırakılarak mahkûm olan sanıklarSALİH İZZET ERDİŞ’in, SAADEDDİN USTAOS-MANOĞLU ve MEHMET FAZIL ASLANTÜRK’eisabet eden 9.000.000 TL Adli tıp gideri,1.200.000TL pota giderinden oluşan TOPLAM 10.200.000TL YARGILAMA GİDERİNİN BU SANIKLARDANMÜTESELSİLEN TAHSİLİNE,

Dair sanıklar Salih İzzet Erdiş, Saadeddin Usta-osmanoğlu, Mehmet Fazıl Aslantürk ve Hüsnü Gök-taş ile sanık Salih İzzet Erdiş vekilleri Av. AhmetArslan, Av. Güven Yılmaz, Av. Harun Yüksel yüzle-rine karşı Av. Hasan Ölçer’in gıyabında sanık Saa-deddin Ustaosmanoğlu vekili Av. Harun Yüksel’inyüzüne karşı, sanıklar Mehmet Fazıl Aslantürk veHüsnü Göktaş vekili Av. Mustafa Adnan Meher’inyüzüne karşı, C. Savcısı sayın ALİ CENGİZ HACI-OSMANOĞLU’nun huzuru ile talebe uygun açıkyargılama sonunda sanıklar SALİH İZZET ERDİŞ,SAADETTİN USTAOSMANOĞLU ve MEHMETFAZIL ASLANTÜRK yönünden RESEN, sanıkHÜSNÜ GÖKTAŞ yönünden isteği bağlı olmaküzere temyizi kabil olarak oybirliğiyle verilen kararaçıkça okunup anlatıldı.

02-04-2001

BAŞKAN- METİN ÇETİNBAŞ- 24570 ÜYE- R.ERGİN ŞERAN- 26486ÜYE- A.TAMER TARGAN- 24472 K- Z.DENİZ- 134

Page 42: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 3942

Bir cümle ile tarif etmek gerekirse Salih Mir-zabeyoğlu kimdir?Salih Mirzabeyoğlu’nu, tek cümle ile, “teklif ettiğiyenidünya düzeni ile mevcut rejimlerin muhalifi birmütefekkir” olarak tarif etmek yanlış olmaz sanırım.Ancak bu muhalefet, niteliği itibariyle kuru bir eleş-tiriden ibaret değildir. Aksine O’nun muhalefetininnedenini ve niçinini; teklif ettiği dünya görüşününbir yansıması olarak hukukî, siyasî, iktisadî, içtimaî,felsefî, tasavvufî, bediî… Kısacası, insana ve top-luma dair her alanda gerçekleştirdiği fikrî çalışmalarsonucu ortaya koyduğu, şimdilik 60’ye yakın telifeserinde aramak gerekir.

Müvekkiliniz Salih Mirzabeyoğlu’nu bir fikiradamı olarak nitelendirdiniz. Peki şu an niçincezaevinde?Bilindiği üzere Sokrat, yoldan sapmış, doğrudansapmış, kendilerini bu sebeble perişan etmiş, in-sanlıktan çıkmış Atinalılara hak ve hakikati göstere-bilmek bakımından elinden geleni yaptı. Yaptığı şeyneydi; yanlışlarını onlara söyleyerek, o yanlışlar ye-rine hangi doğruya sahip çıkmaları gerektiğini dilegetirmek. Beğenmediler. “Sen” dediler, “Bizim alış-kanlıklarımıza, bizim çıkarlarımıza, bizim bizden ön-cekilerden devraldığımız hayat biçimine karşıçıkıyorsun. Sen kurulu düzeni yıkmak istiyorsun.”Mâlum, yargıladılar Sokrat’ı. “Suçlusun” dediler. O

meşhur savunmasını yaptı. Büyük Jüri toplandı.Baldıran zehiri içerek ölüme mahkûm ettiler.

Müvekkiliniz ile Sokrat arasında bir benzer-lik olduğunu mu düşünüyorsunuz?Sokrat ne yapmış. Döneminde mevcut yanlışlarıdile getirmiş ve bunların yerine doğru olanları tek-lif etmiş. Bir ordu kurarak veya bir suikastla, rejimyıkmaya çalışmamış. Sanırım burada asıl önemliolan husus, Atinalıların Sokrat’ı suçlarken O’na söy-ledikleridir. Ne diyordu Atinalılar, ”Sen bizim alış-kanlıklarımıza, çıkarlarımıza, bizden öncekilerdendevraldığımız hayat biçimine karşı çıkıyorsun.” Bucümleler tarihi süreç içinde her toplumda farklı ka-lıplarda olsa da aynı mahiyette söylenegelmiştir.Kaldı ki bu cümleler günümüz insanı için de pek ya-bancı değil herhalde. Nitekim Carlos da aynı şekildegerek kendisinin gerekse Salih Mirzabeyoğlu’nunemperyalistler tarafından cezaevlerinde tutulmayaçalışılmasını buna benzer cümlelerle izah etmekte…İnsanlık tarihi boyunca insan ve topluma dairhastalıkların teşhis ve tedavisi için fikir ge-liştirenler; maâlesef bu hastalıklardan ne-malananlar tarafından haksız bir şekildesuçlanmışlardır. İktidar ve güce sahib olan buparsacılar; çoğu kez değişik ikna metodla-rıyla bu insanların zararlı oldukları nokta-sında toplumu kandırmayı başarmışlardır.

İbda Fikriyatı’nın kurucusu Salih Mirzabeyoğlu’nun avukatı Güven Yılmaz’la yaptığımız röportajı, bir davanınibretlik vesikası olarak takdim ediyoruz…

O dönem (28 Şubat süreci), İstiklâl Mahkemeleri reisleri misâli, Ali kıran baş kesen olarak arz-ı endam edenlerin,bugün ciyakladıklarına bakarak “oh olsun” diyemiyoruz ama bugünden yarını aynı hissiyatla seyredenlerin, aynı aki-betlere dücâr kalabilecekleri hakikatinden hareketle ellerini çabuk tutmalarını tavsiye ediyoruz. Zira, dün nasıl bin yılsüreceği iddia edilen süreç bir müddet sonra pörsümüşse, bugün de ilelebet süreceğine inanılan yapı yakın zamandayer ile yeksân olabilir; geç kalmış adalet adalet değildir.

Hayat kaç gün ki!.. Buyurun:

Salih Mirzabeyoğlu’nun Avukatlarından Güven Yılmaz“Mirzabeyoğlu Davası Hukukun SiyasileşmesiPrensibine(!) En Güzel Örnektir”

ENES MOLLAOĞ[email protected]

Page 43: furkan, salih, mirzabeyoğlu

Ancak zaman içinde parsacıların maskesidüşmüş ve reçete sunanların haklılıkları an-laşılmıştır. Sağlığında kıymeti bilinmeyen buinsanların fikirlerine ölümlerinden sonrabüyük değer verilmiş ve bu değerler insanlıkfikir tarihinin gelişiminin temel taşları olarakkabul edilmiştir.Batı şimdi bir yanda düşünce tarihinde Sokrat gibibir değere sahib olmakla övünürken diğer yanda,geçmişte olduğu gibi “alışkanlıklarımıza, çıkarları-mıza, bizden öncekilerden devraldığımız hayat bi-çimine karşı çıkıyorsun” edebiyatına bugün dedevam etmektedir. 11 Eylül Uçaklama hadisesininardından ABD başkanının “hayat tarzımıza saldırı”sözünü hatırlarsınız.Bu olayla ilgili, sosyolojik ve siyasal tesbit ve tahlil-den, hukukî yansımaya geçecek olursak; daha ön-cesi de var olmakla birlikte Sokrat dönemindemevcut olan Yargının Siyasallaşması, tâ Milattanöncesinden bugüne kadar pek çok olayda kendinigöstermiştir. Ancak günümüzde buna en son ve eniyi örnek Salih Mirzabeyoğlu’nunyargılanmasını gösterebiliriz.

Müvekkilinizin adil yargılan-madığını mı düşünüyorsu-nuz?Düşünmüyorum. Bu apaçık birgerçeklik olarak meydan yerinde.Bu dava ile hukukun genel pren-siblerinin birçoğu alaşağı edilmiş-tir. “Adil yargılanma hakkı” ve“tabii hâkim“ kuralı Anayasave Uluslararası sözleşmelerle te-minat altına alınan en temelinsan haklarıdır. Her şeyden öncemüvekkil hakkında karar veren yer Devlet Güven-lik Mahkemeleri... Devlet Güvenlik Mahkeme he-yeti içinde askerî hâkim ve savcı... Temyizdilekçelerimizde de belirttik. Bu davanın soruş-turma safhası da dâhil olmak üzere yargılama saf-hasının bir bölümü DGM’lerde askerî hâkim vesavcıların görev aldığı dönem içinde yapılmıştır. Budurumun “tabii hakim” kuralına açıkça aykırı ol-duğu yasama organı tarafından da kabul edildiğin-den askerî hakim ve savcıların DGM’lerdekigörevlerine son verilmesine dair kanun çıkarılmış-tır.

Yine bilin-diği üzereA v r u p aİnsan Hak-ları Mahke-m e s ikararları veAvrupa Bir-

liği müktesebatı çerçevesinde askerî hâkim ve sav-cıların heyetlerden çıkarılmasından sonra yasal dü-zenleme ile Devlet Güvenlik Mahkemeleri dekaldırılmıştır.Şimdi söyleyeceğim husus son derece önem-lidir. Başta Mirzabeyoğlu davası olmak üzere,ister Mahkeme heyeti içinde askerî hâkimveya savcı var olsun, isterse tüm heyet sivilhâkim ve savcılardan oluşsun, Devlet Güven-lik Mahkemeleri tarafından verilen ve kesin-leşerek halen infaz aşamasında olan tümkararlar yasal dayanaktan yoksundur ve ke-enlemyekün addedilmelidir.

Bunu biraz açar mısınız?Elbette. Zaman bakımından kanunun uygulanmasıbahsi içinde konuyu ele alıyoruz. Hukukun temelprensiblerinden biri, “suçun işlendiği zaman yü-rürlükte bulunan kanun ile sonradan yürür-lüğe giren kanunların hükümleri farklı isefailin lehine olan kanun uygulanır.” Bu pren-

sib Yeni TCK’nın 7.maddesinin2. Fıkrasına da aynen geçmiş-tir. Bu prensibi Mirzabeyoğludavasında müşahhaslaştıracakolursak, daha önce söyledik,yargılamanın bir bölümüDGM’lerde askerî hâkim vesavcıların görev aldığı dönemiçinde yapılmıştır. Keza idamkararı yine DGM tarafından ve-rilmiştir. Bu karar infaz edilme-miş, fail lehine olduğudüşünülen (ki bunun ne derecedoğru olduğuna daha sonradeğineceğiz) idam cezası, ağır-

laştırılmış müebbed hapse çevrilmiştir. Bu karar datarafımızdan temyiz edilmiş ise de maalesef Yargı-tay’ca onanmıştır. Konuyu dağıtmadan toparlaya-lım. DGM’ler kanunla kaldırıldı. DGM’lerin kanunlakaldırılmasından önce bu mahkemelerce karara çı-kartılmış ve henüz infazı bitmemiş tüm davalarla il-gili olarak sanık tarafından hiçbir başvuruyapılmaksızın re’sen yeniden yargılama yapılmalı-dır. Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin kaldırılmasıgerekçelerine de baktığımızda, bu bir yandan AdilYargılanma Prensibi gereğidir. Bir yandan da failinlehine olan yasanın uygulanması prensibi gereğidir.Mirzabeyoğlu cezaevinde, niçin? DGM tarafındanverilen bir karar gereği... Peki DGM‘lere ne oldu?Bilinen nedenlerle kanunla kaldırıldı... Yani ka-nunla kaldırılan ve yok edilen bir mahkemetarafından verilmiş bir kararla Mirzabeyoğluve aynı durumda bulunan pek çok kişi hâlâcezaevinde.

şubat 2011 sayı 39 43

AAvv.. GG

üüvveenn YY

ııllmm

aazz

Başta Mirzabeyoğlu davasıolmak üzere, ister Mahkemeheyeti içinde askerî hâkimveya savcı var olsun, istersetüm heyet sivil hâkim ve sav-cılardan oluşsun, Devlet Gü-venlik Mahkemeleri tarafındanverilen ve kesinleşerek haleninfaz aşamasında olan tüm ka-rarlar yasal dayanaktan yok-sundur ve keenlemyekünaddedilmelidir.

Page 44: furkan, salih, mirzabeyoğlu

Bu durumda kaldırılan her Mahkemenin ge-riye dönük kararları yok mu sayılacak. Me-selâ Aile Mahkemeleri kuruldu. ÖyleyseAsliye Hukuk Mahkemelerinin Aile Mahke-meleri görevine giren davalar yeniden mi elealınacak? Elbette hayır. Burada diğer mahkemelerle DGM’lerifarklı tutmak gerekir. DGM’ler tıpkı İstiklâl Mahke-meleri, Yassıada Mahkemesi gibi olağanüstü şart-larda oluşturulmuştur. Bu mahkemeler yargınınsiyasallaşmasına örnek gösterilecek nitelikte mah-kemelerdir. Nitekim konjonktür değiştiğinde bumahkemelerden verilen kararlar sorgulanmış vehatta infaz edilenlerin itibarları yine devlet eliyleiade edilmiştir. 28 Şubat darbecilerinin yasama, yü-rütme ve yargı erk ve organları üzerinde silâh zo-ruyla kurduğu kesif baskının izleri hem hafızalardatazedir ve hem de etkisini bir ölçüde hâlen devamettirmektedir. Aralarında yüksek yargı organı men-sublarının da bulunduğu bir kısım savcı ve hâkim-lerin Darbeciler tarafından Genel KurmayBaşkanlığı’na çağrılarak brifing adı altında talimat-lar verilmesiyle başlayan bu süreç, o zamanın GenelKurmay İkinci Başkanı tarafından yerel savcılıklarakimler hakkında dava açmaları gerektiği konusundayazılı ve sözlü talimatlar vermesiyle sürmüştür. Bun-lar basına yansıdığı için herkes tarafından bilinenhususlardır.

Burada DGM’lerin kaldırılış gerekçelerine bak-mak gerekir. Bu mahkemelerin varlık veya yokluğuteknik bir husus değildir. Aksine hukuk devleti ilkesidoğrultusunda var olmaması gerektiği için kaldırıl-mıştır. Geç de olsa, şeklen de olsa bir yanlıştan dö-nülmüştür. Hukuk Devleti içinde var olmamasıgerektiği düşünülen bu Mahkemelerin verdiğitüm kararlar yeniden gözden geçirilmeli veinfaz aşamasındakiler ve hatta daha da ilerisiitibarları iade edilmesi sözkonusu ihtimâl dâ-hilinde olduğundan infazı bitenler için de ye-niden yargılama yapılmalıdır. Bu hukukunüstünlüğünün tescil edilmesidir. Bu; hukuk devletikavramının sadece yazılı bir metin olarak kalması-nın ötesinde fiili olarak ortaya konulması ile devle-tin kendi itibarını kurtarmasıdır.

Bu tartışmalar, Abdullah Öcalan ile ilgili Av-rupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı sonrası

da yapılmıştı.Evet. Ancak bu tartışmalar çok dar ve sığ bir düz-lemde gerçekleşti. Olaya daha ziyade sosyolojik vepsikolojik ve hatta ideolojik bakan bir ikisini say-mazsak hukukçular yargılamanın yeniden yapılmasıgerektiğinde mutabıktılar. Hatta hatırlayacaksınızdönemin Bakan’ı da adeta bu kervana katılmış ve“Yargılayalım canım ne olacak nasıl, olsa aynı kararverilecek” diyerek keramet(!) bahşetmişlerdi. Biryandan anayasanızda hukuk devleti olduğunuzuiddia edeceksiniz diğer yandan hukuk devleti ol-manın gerektirdiği hiçbir şeyi yapmayacaksınız;hatta tersini yapacaksınız ve sonra da “Hukukunuzauyun” diyen Mirzabeyoğlu’nu cezaevine atacaksı-nız.

Peki sizce Mirzabeyoğlu DGM’de değil debaşka bir mahkemede yargılansa idi bu ce-zayı almayacak mıydı?Mesele ceza alıp almamaktan ziyade yargılamanınhangi şartlar altında ve nasıl yapılmış olduğudur.Bunun için de Mirzabeyoğlu’nun Emniyete alınma-sından tutun da karar aşamasına kadar tüm yargı-lamayı en ince ayrıntılarına kadar irdelemek gerekirVe hatta yargının siyasallaştırılması girişimlerine deörnek bir dava niteliğinde hukuk fakültelerinde dersolarak okutturulması gerekir. Gerek gözaltına alın-ması gerekse gözaltındaki muameleler sırasında ya-şanılan hukuksuzluklar, ta başından yargılamanınadil olmayacağının delili idi. Zaten müvekkil deMahkemeye gönderdiği dilekçe ile yargılamanınadil yapılacağına inanmadığı için duruşmalara ka-tılmayacağını bildirmiştir.

Mirzabeyoğlu’nu yargılamanın adil olmaya-cağı fikrine ulaştıran saik nedir? Bu genel birkanaatin sonucu mudur? Yoksa yaşanılan birşey mi var?Elbette bu içi boş bir kanaat değil. Bunun için Mir-zabeyoğlu’nun Mahkemede yaptığı savunmadageçen şu cümleye bakmak yeter: “Fikrimi peşinensöyleyeyim. T.C.içinde yaşayan 3000 aile; hukukda bunların çıkarına göre, siyaset de, ordu da, polisde... Kendi aralarındaki dalaşmalar bir yana, bun-lar hukuk üstü imtiyazlı bir zümredir! Devlet hukukdemektir ve hukukun olmadığı yerde devlet değilçete vardır. Bu çerçevede emir komuta zinciri içinde

44 şubat 2011 sayı 39

Burada DGM’lerin kaldırılış gerekçele-rine bakmak gerekir. Bu mahkemelerinvarlık veya yokluğu teknik bir husus de-ğildir. Aksine hukuk devleti ilkesi doğrul-tusunda var olmaması gerektiği içinkaldırılmıştır.

Page 45: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39 45

hareket eden DGM’lerin mânâsı da bellidir. DGMSavcılığı’nın aynen aldığı polis sorgulaması sıra-sında “Yukarıdan bastırıyorlar sen İBDA-C örgütü-nün lideri olduğunu mecburen kabul edeceksin!”diyen, sanıyorum Komiser Bahri’nin tavrı bunatipik bir örnektir.”

Şimdi, poliste sorgu esnasında “Yukarıdan bas-tırıyorlar sen İBDA-C örgütünün lideri olduğunumecburen kabul edeceksin!” tehdidine muhatab birkişinin yargılamanın adil yapılacağına inanmasınıbekleyebilir misiniz? Nitekim hatırlayacağınız üzeremahkemece idam hükmü verildiğinde Mirzabe-yoğlu “TİYATRO BİTTİ” diyerek yargılama safa-hatını tarih sayfalarına not etti…

Mirzabeyoğlu’nun Mahkemeye çıkartılmasıda olaylı oldu ve Metris Cezaevi’nden alınır-ken yaralananların yanı sıra tutuklulardan birkişi de ölmüştü.Kan akıtılan ve bir kişinin ölümüne yol açan 25Ocak 2000 Metris operasyonunun hikâyesi uzun veayrı bir inceleme konusu... Öncelikle şunu belirt-mekte fayda var. Mirzabeyoğlu ve birlikte yargılan-dığı iki arkadaşı, bu tarihten 4 gün önce duruşmayaçıkacaklarını Cezaevi idaresi ve Savcılığı’na bildir-mişlerdi. Mirzabeyoğlu’nun yaklaşık 200 sahifeliksavunması da bitmiş ve tam bir “kitablık çapta sa-vunma” olmuştu... Bu savunmaMirzabeyoğlu’nun 42. kitabı olarakda basılacaktı... Bu operasyonbuna rağmen yapıldı. Devlet, tabir-i caizse 5 Aralık’ın rövanşını almakiçin bu operasyonu gerçekleştirdi.Hem de Müslümanlara karşı Hıris-tiyanların sembolü olan NOELBABA ismi ile. Hukuk devle-tinde intikam hissi ile hare-ket!..

5 Aralık olayı dediğiniz Met-ris’deki isyan sanırım.Evet bu da ayrı ve incelenmesi ge-reken bir başlık. Ancak konuya iliş-kin davalar devam ettiği için şuaşamada daha fazla konuşmak ye-rinde değil.

Mirzabeyoğlu’nun Mahkemeyeçıkartılması hadisesine döne-cek olursak...Av.Harun Yüksel hatıralarını ka-leme aldığı bir yazısında o günlerişöyle özetliyor.

“Bu operasyonda hiçbir tutukluisyan veya direniş göstermediklerihâlde, özel olarak eğitilmiş ve daha

önce de Ulucanlar Cezaevi olayını gerçekleştirmişözel jandarma birliği 25 Ocak saat 04.00’da Mirza-beyoğlu ve diğer İBDA-C davası sanıklarının bu-lunduğu koğuşa ihtarsız ve ihbarsız yaylım ateşiaçmış ve daracık koğuşa yüzlerce gaz bombası vekimyevî bombalar atmıştı.

Operasyon komutanı tarafından “devlet sözü kı-lına zarar gelmeyecek” lafına karşılık devletin sö-züne güvenmediğini söyleyen Mirzabeyoğlu’naşahsen söz verilmiş ancak, komutanın göz kırpmasıve göz yumması ile operasyonu düzenleyen jan-darma birliği tarafından sağ salim teslim alındıktanve elleri arkadan kelepçelendikten sonra tekme,yumruk ve dipçik darbeleriyle linç edilmek istenmiş,bu darbeler altında bayıldığında da, öldü sanılarakbırakılmıştı.

Mirzabeyoğlu işte bu şartlar altında kan, barut,kimyevî madde ve is kokan Metris’ten alınıp KartalCezaevi’ne getirilerek müşahede bölümünde 5m2’lik rutubetli bir hücreye tek başına konuldu. Eliyüzü ve bütün vücudu yara bere içinde idi. Bir ba-cağı, bayıldığında kırmak için çok uğraştıklarından,diğerinin üç misli kalınlıktaydı, üzerine basamı-yordu. Darbelerin tesiriyle sık sık baygınlık geçiri-yordu... Söylemeye lüzum var mı bilmiyorum;yanına ne doktor uğramıştı ne bir ilaç verilmişti, nede yaralarına pansuman yapılmıştı...

Page 46: furkan, salih, mirzabeyoğlu

Mirzabeyoğlu, ertesi gün olağanüstü güvenlik ted-birleri altında, hurdahaş edilmiş vücudu yara bereiçindeki yüzü, kesilmiş saçı sakalı, kanlı ve çamurluelbiseleriyle DGM huzurunda... Mahkeme, Mirza-beyoğlu’na “bu hâlin nedir” diye soracağına,ayakta bile durmaz hâldeki sanıktan savunma yap-masını istiyor... Bu hukuk skandalı karşısında biz desavunma avukatları olarak davadan çekildik ve du-ruşma salonundan dışarı çıktık.”

Burada dikkat edilmesi ve üzerinde durulmasıgereken bir skandal var. O da şu: Mirzabeyoğluçıkan bir arbede de yaralanmış ve bu hâle gelmişdeğil. Tek bir yarası ve hatta çiziği olmadığı haldeteslim olmuş ve kelepçelendikten sonra hurdahaşedilmiştir. Bunun devlet güvencesi ile bağdaşma-ması bir yana delikanlılığa da sığmayacağı ortada!..Bir tarafta can emniyeti kendilerine emanet edilen-ler tarafından canına kasdedilmesi, diğer tarafdanMahkemenin bu görüntü karşısındaki bağımsızyargı tavrı!.. Kartel medyasının traş muhabbetinisöylememe bile gerek yok sanırım...

Mirzabeyoğlu yargılamasında pek çok hukukîprensibin alaşağı edildiğini söylediniz, buminval üzere devam edecek olursak nelersöyleyeceksiniz.Evet. Aslında hep bu konu üzerindeyim. Ancakdaha iyi izah etmek açısından ister istemez biraz ay-rıntıya kaçıyorum. Müvekkilin savunmasından takibedelim, “1975’den beri dergi, kitab faaliyetleri hâ-

linde fikir üreten ve 1984’den beri de bunu İBDAmarkası ile gerçekleştiren ben, “fikir suçu” kapsa-mında doğrudan şahsî faaliyetimle ilgili olarak suç-lanabilmem durumu bir yana, ne dün için, nebugün ve ne de yarın, benden yapılan iktibaslarveya bana yapılan atıflardan dolayı, legal veya ille-gal işlerin mesulü tutulamam...” Bu cümleler anla-şıldığı üzere suçun şahsiliği prensibine dairdir.Yine müvekkil savunmasında, “Ben bir fikir adamı-yım; bıçak yaparım, o bıçakla isteyen ekmek keser,isteyen adam keser.” diyerek tek cümleyle aslındasuçun şahsiliği prensibini özetliyor. Aslında bu ko-nunun daha iyi anlaşılabilmesi için; İBDA nedir?İBDA/C nedir? Cephe ve Kendinden Zuhurkavramları neyi ihtiva etmektedir? Tüm bunlar hak-kında bilgi sahibi olmak gerekir. Yeri gelmişken be-lirtelim; Müvekkilin İŞKENCE adlı eserindenhatırladığım bir bölüm var ki konuyu özetliyor:“Dikkatimi çeken hususlardan biri de, ne MİT’te vene de Siyasî Şube’de, sorgulamayı yapanlardanhiçbiri, fikir plânında hiçbir şeyden haberdar değil-lerdi... İBDA-C örgütü diye bir davaya balıklamadalan adamlar, İBDA’nın kitabî yönünde tam bircahil idiler... Adeta, mikrobu bilmeden doktorluktaslamak gibi bir şey... Bütün bilgileri, gazete ha-berleri çerçevesinde idi; ve gazete okuyucusu olarakdevşirdikleri haberleri istihbarat yapmış gibi toplu-yor, bir zaman sonrada bunları İstihbarat Teşki-lâtı’nın çalışması diye basına veriyordu...” Nitekim bu tesbit ve endişenin tezahürünü iddiana-

mede görüyoruz: “İBDA-C adlı örgütün lideriolan kod adı ile kurulacak Büyük Doğu İslâmDevletinin Komutanı seçilecek olan Kuman-dan Kod Salih İzzet Erdiş’in örgüt mensubla-rının gerçekleştirdiği eylemlere doğrudandoğruya katıldığı tesbit edilememiş olmaklaberaber....Lidersiz bir örgüt düşünülmediğigibi, örgüt mensublarının gerçekleştirdiği ey-lemlerden de örgüt liderinin sorumlu tutul-maması eşyanın tabiatına aykırı düşer. “

Dikkatinizi çekerim bu cümle hava tah-mini yapan bir meteoroloji uzmanına değil,maalesef; “müddei, iddiasını ispat ile mükel-leftir” prensibi doğrultusunda iddiasını kesinve inandırıcı bir delille isbat etmek zorunlulu-ğunda olan İddia makamına ait. Üstteki lehedelil cümlesiyle, alttaki aleyhe iddiayı berta-raf eden ve delili eşyanın tabiatına aykırılıktaarayan hukuk adamı!.. Bu cümlenin neresin-den tutalım, neresinden bahsedelim. “Ku-mandan”ın Mirzabeyoğlu’na ait bir lakabolduğundan mı? Madem bir devlet kuracakdevlet başkanı olmak varken niçin komutan-lıkla yetineceğinden mi?

Yine iddianameden takib edelim: “Bizzatkendisi tarafından kaleme alınan ve İBDA/C

46 şubat 2011 sayı 39

2277..00

11..22

000000,, SSaabbaahh GG

aazzee

tteessii

Page 47: furkan, salih, mirzabeyoğlu

adlı örgüte sempati ile bakanlara okutturulmak su-retiyle siyasi ve ideolojik bir bilinç verilmesinde kul-lanıldığı ve Büyük Doğu İslâm Devletini’nin nasılkurulacağı hususunda kitablarında yer vererekörgüt mensublarına yön vermektedir” diyor SayınSavcımız. Sanığın hem lehine hem de aleyhine olandelilleri toplamakla mükellef olan Sayın Savcı, herne hikmetse haklarında bir yasaklama kararı bu-lunmayan bu kitabları bir yandan örgüt rehberi gibigösterirken diğer yandan, meselâ müvekkilin İbdaDiyalektiği isimli eserinde açıkladığı “Kanuni yoldanveya kanun dışı yoldan, kim ne yaptıysa şerefininve mesuliyetinin kendine ve zümresine ait olacağıCEBHELER dönemi…” cümlesini es geçiyor.Gayet açık mesuliyeti de şerefi de yapana ait... Yanibir cebhe tarafından yapılan işin şerefi veya mesu-liyeti başka bir cebhede başkaca bir iş yapan kişiyeait olamaz.

İki cebhe arasında bile birbirlerinin eylemi se-bebiyle diğerinin suçlanabilmesi mümkün değil ikentüm bunların dışında bulunan İBDA Fikriyatının vetemsilcisinin suçlanabilmesisonsuz kere imkânsızdır.

Ancak buna rağmen yuka-rıda belirttiğimiz gibi, “Kuman-dan Kod Salih İzzet Erdiş’inörgüt mensublarının gerçekleş-tirdiği eylemlere doğrudandoğruya katıldığı tesbit edile-memiş olmakla beraber....Li-dersiz bir örgüt düşünülmediğigibi, örgüt mensublarının ger-çekleştirdiği eylemlerden deörgüt liderinin sorumlu tutul-maması eşyanın tabiatına ay-kırı düşer.” cümlesi ile “SuçunŞahsiliği Prensibi” alaşağı edi-lirken hukuk tarihinde yeni birprensib ihdas ediliyor. Müd-deinin iddiasını ispat sadedinde yetersiz kaldığı veispat için delillerin yetmediği yerde kullanılmak vedevreye sokulmak üzere yepyeni bir prensib... MÜ-NASİB GÖRME PRENSİBİ!.. Madem örgüt var, li-dersiz örgüt olamayacağına göre liderliğe en layıkkişi budur.

Müvekkilinizin cezalandırılmasına yetecekderecede dosyada delil mevcut değil miydipeki?Müvekkilin kitablarını örgüt rehberi olarak niteleyenSayın Savcı iddianamede bir takım eylemleri saya-rak, “İBDA/C adlı silahlı terör örgütünün 1994 yı-lından 30/12/1998 tarihine kadar gerçekleştirdiği bueylemlerin Emniyet Genel Müdürlüğü’nün Cum-huriyet başsavcılığımıza gönderdiği yazılardan an-laşılmaktadır.” demektedir. İddianamenin tanzim

tarihi 12.01.1999. Bu tarihi özellikle verdim.1994senesinde Konya’da yapılan bir operasyon sonucuyakalananların üzerinde bir bildir çıkıyor. Daktilo ileyazılmış bu bildiriyi Salih Mirzabeyoğlu’nun Anka-ra’dan postaladığı düşünülerek hakkında gıyabi tu-tuklama kararı veriliyor. Sonra Konya DGMAdana’ya taşınıyor. Adana DGM de diğer sanıklarhakkında karar verilerek Salih Mirzabeyoğlu’nunifadesi alınamadığından hakkındaki dosya tefrikedilerek yetkisizlikle İstanbul DGM’ye gönderiyor.Adana DGM tarafından 11 Mayıs 1998 tarih ve1998/44 sayılı yetkisizlik kararında, “HAKKINDAHERHANGİ BİR DELİL ELDE EDİLEMEDİĞİ VESANIĞIN YAYINCILIĞINI YAPTIĞI dergileri ve ör-gütsel faaliyetleri İstanbul ilinde yönettiği” gerekçeolarak gösteriliyor. İstanbul DGM de dosyayı tekrar25.05.1998 tarihinde Adana DGM’ye geri gönderi-yor ve diyor ki; “ADANA DEVLET GÜVENLİKMAHKEMESİ CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NINSANIĞIN HAKKINDA YETKİSİZLİK KARARINDAYAZILDIĞI ŞEKİLDE DELİL ELDE EDİLEME-

MİŞSE TAKİBSİZLİK KA-RARI VERME OLANAĞIBULUNDUĞU GİBİ,DOSYA İÇERİĞİNEGÖRE SANIĞIN İSTAN-BUL DEVLET GÜVENLİKMAKEMESİ CUMHURİ-YET BAŞSAVCILIĞI YET-KİSİ ALANINA GİRENBİR EYLEMİ DE TESBİTEDİLEMEMİŞTİR. İÇİŞ-LERİ BAKANLIĞI’NINDOSYA İÇERİSİNDE BU-LUNAN 3 MART 1998TARİHLİ YAZISINDA BUSANIĞIN İSTANBUL’DAYAYINLANAN YASALDERGİLERİNDEKİ FAA-

LİYETLERİN DE YASADIŞI ÖRGÜTÜNÜYESİ VE YÖNETİCİSİ OLDUĞU DELİLİOLAMAZ.”

İçişleri Bakanlığı’nın 3 Mart 1998 tarihli yazısıve İstanbul DGM’nin 25.05.1998 tarihli yazısı ileSalih Mirzabeyoğlu’nun yasadışı örgütün üyesi veyöneticisi olmadığı tescil ve tesbit edilmişken 5 ayiçinde ne değişti de böyle bir dava açılıyor. Bununhukuk kavramları dâhilinde izah edilebilmesi müm-kün mü? Hukukun Siyasileşmesi prensibine(!)bundan daha güzel bir örnek var mıdır?

Yine yargının bağımsızlığını zedeleyen bir başkahusus da, örgüt davalarında sanıklar hakkında Em-niyet Müdürlüğü’nden görüş alınması. “Görüş”kavramını özellikle söylüyorum. Asıl olan “bilgi alın-ması”dır. Ancak maalesef gerek savcılarımız gerekseMahkemeler Emniyet Müdürlüğü’nden verilen ce-

47şubat 2011 sayı 39

Yargının bağımsızlığını zedele-yen bir başka husus da, örgüt da-valarında sanıklar hakkındaEmniyet Müdürlüğü’nden görüşalınması. “Görüş” kavramını özel-likle söylüyorum. Asıl olan “bilgialınması”dır. Ancak maalesefgerek savcılarımız gerekse Mah-kemeler Emniyet Müdürlüğü’ndenverilen cevabi yazılara bir bilgiolarak değil muteber bir görüşolarak bakmakta ve iddianamele-rinde ve kararlarında delil başlığıaltında yer vermektedirler.

Page 48: furkan, salih, mirzabeyoğlu

vabi yazılara bir bilgi olarak değil muteber bir görüşolarak bakmakta ve iddianamelerinde ve kararla-rında delil başlığı altında yer vermektedirler. İddia-namede aynen şöyle geçiyor:

“Emniyet Müdürlüğüne yazılan yazılarımızdasanık Salih İzzet Erdiş’in örgüt içerisinde konumuve İBDA/C adlı örgütün Türkiye genelinde yaptığıeylemler sorulmuş, Emniyet Genel Müdürlüğü ce-vabi yazılarında; İBDA/C adlı örgütün liderinin Ku-mandan kod sanık Salih İzzet Erdiş olduğunubelirtmiştir.”

Madem bu konuda Emniyet yazısına itibar ede-ceksiniz. Niçin yargılama yapıyorsunuz? Hukukdevleti miyiz? Polis devleti mi? Kanaatimce daha dailerisi... Neden diyecek olursanız. Hemen burada şuçelişkiye dikkat çekmek isterim. Bir yandan yuka-rıda belirttiğim İçişleri Bakanlığı’nın 3 Mart 1998 Ta-rihli yazısında müvekkilin örgüt üyesi veyayöneticisi olarak nitelendirilmemesi, ancak tıpkı id-dianame örneğinde olduğu gibi birkaç ay sonraİBDA/C adlı örgütün lideri olarak belirtilmesi. Buarada ne değişti de emniyet karar değiştirdi. Fazlasöze hacet yok sanırım.

Bir diğer önemli olgu da Örgüt tarafından ya-pıldığı iddia edilen eylemlerden fiili olarak katılmasabile örgüt lideri olarak müvekkilin sorumlu tutul-ması. Savunmalarımızda da belirttik.1999 öncesiİBDA/C örgüt üyesi olduğu gerekçesi ile pek çok kişihakkında davalar açıldı. Ancak bu davaların hiç bi-rinde müvekkil hakkında gerek azmettirmekten ge-rekse örgüt liderliğinden dava açılmadı. O zamaniki ihtimâl var. Birincisi, Müvekkilin yargılandığı da-vaya konu iddianamede tek tek sayılan 100 civa-rında eylem ile ilgili diğer şahıslara karşı dava açıpda müvekkil aleyhine dava açmayan savcılar vazi-felerini savsamışlar bu nedenle yargılanmaları ge-rekir. İkinci ihtimâl, önceki savcıların yaptıklarıdoğru, ama bu iddianameyi hazırlayan savcı da,yargının siyasallaşması sürecinde vazifesini yap-mış!..Dikkat ediyorsanız şu kadar zamandır özet anlat-

maya çalışsak da hâlâ iddianame aşamasındayız.

Adil yargılanma mevzuu ile alakalı olarak id-dianame safhasından yargılama safhasına ge-çecek olursak, gerek müvekkilinizin gerekseavukatları olarak sizlerin endişeleriniz ne-lerdi? Zaman bu endişelerinizde sizi haklı çı-kardı mı?Yargılamanın adil olmayacağına ilişkin endişeleri-miz, gerek müvekkilin gerekse bizlerin savunmala-rımızdaki ana tema idi.

Salih Mirzabeyoğlu savunmasının daha ilk cüm-lelerinde, “Fikrimi peşinen söyleyeyim. T.C.içindeyaşayan 3000 aile; hukuk da bunların çıkarına göre,siyaset de, ordu da, polis de... Kendi aralarındakidalaşmalar bir yana, bunlar hukuk üstü imtiyazlı birzümredir! Devlet hukuk demektir ve hukukun ol-madığı yerde devlet değil çete vardır. Bu çerçevedeemir komuta zinciri içinde hareket eden DGM’lerinmânâsı da bellidir. DGM Savcılığı’nın aynen aldığıpolis sorgulaması sırasında, “Yukarıdan bastırıyorlarsen İBDA-C örgütünün lideri olduğunu mecburenkabul edeceksin!” diyen sanıyorum Komiser Bah-ri’nin tavrı buna tipik bir örnektir.” derken, huku-kun üstünlüğüne vurgu yapıyordu demiştik. Aslındamüvekkil bu cümlelerle aynı zamanda, Hukukunüstünlüğü prensibinin yasama ve yürütme organı-nın yanında en başta yargıyı bağladığını haykırır-ken, Hukukun üstünlüğünün ortadan kaldırılmasıile ortada sadece kaba kuvvet kalacağını ve ozaman haklı olanın değil kuvvetli olanın dediğininolacağını ihtar ve ikâz ediyordu.

Bununla birlikte, “Acaba müvekkilin savunma-sında belirttiği ve Komiser Yardımcısı Bahri’nin sor-gulama sırasında “Yukarıdan bastırıyorlar, senİBDA-C örgütünün lideri olduğunu mecburen kabuledeceksin!” diye özetlediği tavır içinde bahsi geçenve Sokrat’a da aynı gerekçelerle karşı çıkan; hasta-lıklardan nemalanan parsacı takım “yukarıdaki-ler”in; gerçekleri toplumdan gizleme çabasının birsonucu olabilir mi?

48 şubat 2011 sayı 39

Bir diğer önemli olgu da Örgüt tarafındanyapıldığı iddia edilen eylemlerden fiili olarakkatılmasa bile örgüt lideri olarak müvekkilinsorumlu tutulması. Savunmalarımızda da be-lirttik.1999 öncesi İBDA/C örgüt üyesi olduğugerekçesi ile pek çok kişi hakkında davalaraçıldı. Ancak bu davaların hiç birinde müvekkilhakkında gerek azmettirmekten gerekse örgütliderliğinden dava açılmadı.

Page 49: furkan, salih, mirzabeyoğlu

Diğer bir endişe ki bunu tahayyül etmek bile birhukukçuya işkence... Emniyete Örgüt Liderliğininkabul ettirilmesi talimatını verenler,acaba cür’et edipbağımsız yargıya da el atarak Mahkemenin sonu-cunu önceden bildirmiş olabilirler mi?... dedik yadüşünmek değil, tahayyül etmek bile bir işkence…”şeklinde yazılı savunmalarımıza yansıyan cümleler;yargının bağımsızlığı ilkesine vurulmak istenendarbe karşısındaki endişelerimizin birer gösterge-siydi.

Yine,“Sanıyorum, geçen celsede ve bu celsedemeseleleri fikir bazında etraflıca ve asıl gerçekleretemas ederek ele alışım, dobralığım ve üslubum da,niçin güç odaklarını kızdırdığımı gösteriyor... Taraf-sız bir yargı örneği göstereceğini beklediğim Mah-keme’den, bu hususu hassaten göz önündetutacağını umuyorum; Çünkü bu dava, benimdavam olmanın ötesinde, hukukun üstünlüğü vehukuk haysiyetini gösteren bir dava olacaktır.”diyen Salih Mirzabeyoğlu’na “O konuda bize güve-nebilirsiniz“ diyen mahkeme reisi Sedat Karagül,ilerleyen günlerde bu görevden alınacak ve zamanolarak müvekkil hakkındaki davanın karara bağ-lanmasından sonra gazetelere yansıyan beyanla-rındaki, “DGM’de mahkeme reisliğim dönemimdetarafıma etki edilmek istenmeyen hiçbir dava ol-madı” itirafıyla yargının ne derece bağımsız! oldu-ğuna ışık tutacaktı.

Hâkim değişikliğinden hemen sonra Müddei id-diasını isbat ile mükellef iken hem savunma hem demüvekkilin suçsuz olduğunu isbat sadedinde top-lanmasını istediğimiz hiçbir delil toplanmadan apartopar bir karar ...Ve sonuç idam...O gün bu kararıveren Mahkeme reisi bugün avukat olarak mahke-melerde hukukun üstünlüğünden dem vuruyor ki,yaptıklarından sonra bu cümlesi ile ne kadar zavallıbir konumda olduğunun farkında bile değil.

Velhasıl siz istediğiniz kadar davanın fikir hürri-yeti kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, bile-mediniz örgüt üyeliği ve yöneticiliği çerçevesindeyapılması gerektiğini, TCK 146. maddesinin buolayda uygulama imkânı olmadığını delil ve gerek-çelerle ortaya koyun. Sonuç itibariyle müvekkilinsavunmalarında zikredilen Komiser Bahri’nin de-diği oldu.

Peki Yargıtay bu kararı onadı mı?Evet maalesef... Yargının siyasallaştığını ve özellikleYargıtay 9.Ceza Dairesi’nin kararlarında bununaçıkça görüldüğünü söyleyerek tüm üye hâkimlerireddetmemize rağmen bu talebimiz reddedildi. Vetüm hukuka aykırılıklar dile getirilerek müvekkilintabiriyle “hukuk namusu”nun kurtarılması talebedilmiş ise de DGM kararı onandı.

Salih Mirzabeyoğlu’nun avukatları olarak

yaptığınız açıklamada halen Bolu F tipindebulunan müvekkiliniz hakkında kanunun ge-riye yürütüldüğünü iddia etmektesiniz. Bununasıl izah ediyorsunuz?DGM mahkemeleri örneğinde, “failin lehine olanhükümler uygulanmalıdır.” diye belirtmiştim. Ancakher nedense devletin her kademesinde ve işinde va-tandaşın aleyhine olan her şey hiç vakit kaybetme-den uygulanırken, lehe olanlar ise sankiuygulayıcıların cebinden çıkıyormuş gibi yavaş vecimri davranılıyor.

Bilindiği gibi müvekkil, hâlen kendisine isnadedilen suçun işlendiği ve hüküm kurulduğu za-manda yürürlükte bulunan cezayı değil bunun dı-şında bir başka cezayı çekmektedir ve 8.7.2005tarih itibariyle tek kişilik hücreye konulmuş vekanun geriye yürütülmüştür.

Anayasa’nın 38.maddesi’nde “kimseye suç işle-diği zaman kanunda o suç için konulmuş olan ce-zadan daha ağır bir ceza verilemez.” denirkenhukukun temel prensiblerinden sayılan bu husus,TCK da 7.madde 2.fıkrası’nda“Suçun işlendiğizaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yü-rürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failinlehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.“ şek-linde belirtilmiştir.

Bu durumda daha ağır şartları taşıyan hüküm-lerin uygulanması mümkün olmadığına göre, 1999ve öncesi fiilleri nedeniyle yargılanıp idam cezasına

49şubat 2011 sayı 39

İİbbddaa MM

iimmaarrıı MM

iirrzzaabbeeyyooğğlluu

’’nnaa İİdd

aamm

VVeerree

nnHH

ââkkiimm

MMeettiinn

ÇÇeettiinn

bbaaşş

O gün bu kararı veren Mahkeme reisibugün avukat olarak mahkemelerde huku-kun üstünlüğünden dem vuruyor ki, yap-tıklarından sonra bu cümlesi ile ne kadarzavallı bir konumda olduğunun farkındabile değil.

Page 50: furkan, salih, mirzabeyoğlu

çarptırılan Salih Mirzabeyoğlu ve O’nun konu-munda olan diğer siyasî mahkûmlara ilişkin leheolan yasanın hükümlerinin uygulanacağı tabiidir.Daha iyi anlaşılması bakımından olayı teoriden pra-tiğe dökecek olursak Salih Mirzabeyoğlu hakkında1 Haziranda kabul edilen Ceza ve Güvenlik Ted-birlerinin İnfazı Hakkında Kanun hükümlerini veözelikle ağırlaştırılmış müebbed hapis cezasına yö-nelik infaz rejimini uygulayamazsınız.

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hak-kında Kanun hükümleri daha ağır şartlar mıiçeriyor?Evet. Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hak-kında Kanunu 25. maddesine baktığımızda bunuaçıkça görüyoruz. Bu cezanın infazı, ağırlaştırılmışşartları gereği her gün devam eden ve bir ömürboyu da devam edegelecek olan bir işkencedir. Bu-rada infazın 3 m2’lik bir hücrede diğer insanlardantecrit edilerek tek başına, günde 1 saatlik bir hava-landırma,15 günde bir tüm ziyaretçiler toplamı için,1 saatlik süre sınırlaması ile kesintisiz bir ömür boyudevam edeceği dikkate alındığında insanı diri dirimezara gömmekten bir farkı yoktur.

Aslında infaz rejiminden önce ve buna bağlı ola-rak ölüm cezası ile ağırlaştırılmış müebbed hapsinhangisinin failin lehine olduğunu tartışmaya açmakgerekiyor. Yani bir kere idam kararı mı failin lehine,yoksa diri diri bir hücrede işkence çekerek bir ömürboyu her gün ölmekten beter olmak mı? Bununlabirlikte idam cezası devam etse idi TBMM’nin onayıgerekecekti. Son dönemlerde meclisten böyle bironay çıkmaması adeta teamül olmuş ve cezalarmüebbede çevrilmekte idi. Müebbed rejiminde 30yıl gibi bir süre sonunda tahliye imkânı var iken,ağırlaştırılmış müebbed rejiminde tahliye ancakölümle mümkün. Yine infaz şartları açısından damüebbed hapsin şartları ağırlaştırılmış müebbedhapsine göre daha iyi.

Bir de açıklamalarınızda müvekkilinizin özelbir durumu nedeni ile dahi tek başına birhücrede kalmamasından bahsetmektesiniz.Bu konuyu biraz açar mısınız? Elbette kısaca izah etmeye çalışayım. Salih Mirza-beyoğlu’nun Kartal Cezaevine naklinden sonra bu-rada 5 ay süreyle maruz kaldığı Telegram-Zihinkontrolü ile, kendisine mahkemelerde Kemalist ol-duğunu açıklaması istenmiş bunun üzerine müvek-kil de Kemalist olduğunu açıklamaktansa ideolojikbir tavırla hayatına son vermek istemiştir. Bununüzerine paniğe kapılan Ceza ve Tevkifevleri GenelMüdürlüğü’nün yazılı emri ile tek başına kalmamasıiçin yanına birisinin verilmesi kararlaştırılmıştır.

Müvekkiliniz üzerinde Kartal ve sonrasında

Bolu’da tatbik edilen ve hâlen devam edenTelegram işkencesi hakkında yasal bir müra-caatınız oldu mu?Elbette bu konu ile ilgili gerekli yerlere yazılı ve şi-fahî bilgiler verildi. Ancak cevab klasik, “Doktorasevkedelim” ölçüsünden öteye geçmedi. İsbatıkabil olmayan şartlarda doktorların tavrının ne ola-cağı da mâlum. Yetkililerin bu mevzuyu ne kadarbildikleri bir yana zaman içinde müvekkil tarafın-dan yayınlanan kitab ve yazılar sonucu dahi bilse-ler de görmezden gelmeleri ve yok farzetmeleridikkate şayan. Olayın ilk patladığı günlerde yaptı-ğımız açıklamalar nedeniyle Salih Mirzabeyoğ-lu’nun avukatları olarak hakkımızda açılan davasessiz sedasız kapatılırken yakın zamandaki tümaçıklamalara rağmen bir karartma politikası uygu-lanmakta ki, en tepeden en aşağıya kadar tüm yet-kililer bu işin sorumlularıdır. Ve sorumlular, zamanıgeldiğinde bu hukuk dışı uygulamaları nedeniylehukuk önünde hesab vereceklerini de unutmama-lıdırlar.

Aşağı yukarı her cümlenizde yargının siya-sallaşmasına vurgu yaptınız. Bununla ilgiligünümüzdeki tartışmalara nasıl bakıyorsu-nuz?İster resmî ister gayr-ı resmî kurum -kuruluş ve şahıskim üstüne alınırsa alınsın yargının siyasallaşmasınıhâkim-savcı atamalarına indirgeyerek parsadankendisine veya yandaşlarına düşen payı beğenme-diği için yaygara yapan zihniyet, bu bahse en güzelörneğini Mahkemeye “Tarafsız bir yargı örneği gös-tereceğini beklediğim Mahkeme’den, bu hususuhassaten göz önünde tutacağını umuyorum; Çünkübu dava, benim davam olmanın ötesinde, hukukunüstünlüğü ve hukuk haysiyetini gösteren bir davaolacaktır” ikâzında bulunan Salih Mirzabeyoğlu veonun durumunda olan diğer siyasi mahkumlarınyargılanma ve infaz sürecinin olduğunu görsünler.

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey varmı? Salih Mirzabeyoğlu telif eserleriyle alternatif bir sis-tem teklif eden ve kendisini “Rejim Muhalifi” olaraktanımlayan bir kişidir. Aslında alternatif demek depek doğru değil sanırım. Çünkü Salih Mirzabeyoğ-lu’nun teklif ettiği Yeni Dünya Düzeni’ni TEZ ola-rak nitelendirmek daha doğru olacaktır. Bu nedenlesözü yine Telegram işkencesi altında içinde bulun-duğu olumsuz şartlara rağmen adı ne olursa olsuntüm çetelerle mücadelesine fasılasız devam edenSalih Mirzabeyoğlu’nun savunmasındaki bir cümleile bağlayayım:“Devlet hukuk demektir ve hukukunolmadığı yerde devlet değil çete vardır.” YeniDünya Düzeni’nin tesisi için her nevi çete ile mü-cadeleye devam.

50 şubat 2011 sayı 39

Page 51: furkan, salih, mirzabeyoğlu
Page 52: furkan, salih, mirzabeyoğlu

52 şubat 2011 sayı 39

Sayısını unuttuğumuz, 7 mi 8 mi, “davalar sil-silesi”nden oluşan polisçe “Ergenekon TerörÖrgütü” olarak isimlendirilen mahkemelerde

çok ama çok ilginç hâdiseler yaşanıyor. 2007 ilebaşlayan operasyonlarla birlikte yandaş-candaş ay-rımı gözetmeden söyleyelim basında besbelli kipolis tarafından veya bizzat savcılar eliyle yoğun birhaber atağı yaşandı, yaşanıyor… İfadeleri polis sor-gusu bilgisayarlardan çıkan-çıktığı söylenen belge-ler, makaleler, resimler vs. Özellikle “STV” her geceve gündüz, cansiperane bir şekilde bunları“şok…flash.. şok…” spotuyla verdi, vermeyedevam ediyor. Bu “saltanat” diyelim mahkemele-rin başlamasıyla birlikte sarsılır gibi olsa da hâlâdevam etmekte; mahkemede çapraz sorguları, sa-vunmaları gösteren zabıtlara baktığınızda:

1) Bu davalardan hiçbir netice elde edilemeye-ceğini,

2) Çoğunun niyeti olsa da darbe yapacak güçve cesareti olmadığını,

3) Ortada esaslı bir delil de bulunmadığını, 4) Delil denilenlerin neredeyse hepsinin bilgisa-

yarlardan elde edildiğini, 5) Bunların da en önemlilerinin “hash değeri

farklı”, yani “oynama” ile “sonradan” icad edildi-

ğini,6) Bütün meselenin birilerinin birilerine birileri

üzerinden “diz çök!” mesajı verdiğini, kullanılmışolanları da çöpe atmaya niyetli olduğunu, görecek-sinizdir.

İlginç olanlar bunlar değil ama; ilginç olan, kellifelli, daha doğrusu “memleketin efendisi” gibi olançoğu “terör örgütü şübhelisi sanığın”, çoğu emeklisavcı, hâkim, askeri hâkim olan avukatlarının “duyda inanma!” kabilinden üstelik “savunma” olaraksöyledikleri! Emekli savcı ve hâkimlerin avukatlıkyapamaya başladıklarında müşteri profillerinin çetesuçundan yargılananlar olmaları bizim gibi sıradan-basit vatandaşlar için garib olsa da gelenekselleşmişbir durum; 1979 senesinde “kaçakçılık” üzerine ya-kalananların avukatları da, bu kaçakçılar silâh ka-çakçısı olmaları, getirdikleri silâhlar ile “terörüazdırdıkları” her zaman iddia edilmiş olsa da, 71’insıkıyönetimde vazife yapmış emekli savcı ve ha-kimler olmaları gelenekselleşmiş durumun küçük birmisâlidir. İddia etmeden yazmak gerekirse,DGM’de, Ağır Ceza’da görev yapmış hâkim ve sav-cıların şimdiki meslekleri olan avukatlıklarındakimüşteri profillerine bir bakılmalı diyoruz. Uyuştu-rucu kaçakçısı, çete üyeleri, liderleri, kadın satıcıları

HUKUK’UN NAMUSUNU KİMKORUYACAK?-bir avukat öznesinin üzerinden adalet çağrısı-

Dr. Latif [email protected]

Page 53: furkan, salih, mirzabeyoğlu

vs. suçları işleyenler, emniyetde dosyaları bulunan-ların savunucuları işte bu eski hâkim ve savcılardır.

Bu memlekette evinde “Risale… Elifba… Kitab”bulundu diye insanların zindanlara tıkıldığı dönem-leri yaşadık, YAŞIYORUZ, ama şimdi, eski hâkim,savcı, asker olan avukatların mahkeme salonlarındayaptıkları savunmalardan görüyoruz ki DEVLETEŞEKLİK ETMİŞ; ADALETSİZLİK YAPMIŞ, enazından bir “pardon!” demesi gereken işleri ger-çekleştirmiş. İlginçlikler, genellikle avukatların yap-tıkları, kendilerince “bir hukuk ve demokrasi dersi”olarak tavsif edilen savunmalar esnasında gerçek-leşiyor. Okuyoruz biz de bunları ve “ülkemizdeki de-mokrasi ve hukukun ne derece büyüyüp serpildiğinigörmekten” memnun oluyoruz, diyelim.

Meselâ şuna bakar mısınız:“- Bir kişinin, kendi hakkında açılan davaya

bakan hâkimi araştırması anayasal haktır. Hâkimiaraştırmadan tarafsız olup ol-madığını nasıl öğreneceksin?”

Avukat öznesinin işaret ettiğinokta önemli; hâkimler kavunmu ki koklayıp anlayalım, el-bette daha önce ne yapmış neetmiş onları incelememiz veona göre bir savunma hazırla-mamız doğaldır, “demokratikhakdır” demek istiyor. Bir avu-kat savunması açısından makul,müvekkili herhalde “helal olsun bizim avukata” dermuhakkak, ama “hukuk açısından”? Meselâ mü-vekkil Fenerbahçeli, hâkim Trabzonlu, müvekkilinavukatı çıkıp reddi hakim taleb etmesi, yukarıdakisözle bakıldığında doğal, çünkü Fenerbahçe malumgeçen sene Trabzon yüzünden, şampiyon olduk di-yerek 60 saniye sevince boğulup, ardından Bur-sa’nın şampiyon olduğu açıklanınca “milletemaskara olmuştur, bu hâkim de Trabzonsporlu, mü-vekkilimi maskara edebilir, çekilmesini taleb ediyo-ruz” diyebilir. Hâkim böyle yapabilirse, savcılarhayda hayda neler yapmaz, onları sadece fotoğra-fına bakarak da mimleyebilme “hakkımız” olmalıdırmuhakkak; avukatın bu açıklamasını hukukçular veelbette psikologların değerlendirmeye almalarılâzım.

Bakın “hukuk tarihi”ne olduğu gibi elbette “de-mokrasi tarihi”ne altun harflerle geçen avukat öz-nesi neler diyor:

“- Ergenekonun üst düzey yönetici olmakla suç-

lanan Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu’nun avukat öz-nesi dün yine ilginç bir savunmaya imza at(arak) Si-livri’deki 110. duruşmada, müvekkilinin davasınabakan Danıştay üyesinin mezhebini araştırmasını‘anayasal hak’ olarak yorumladı. Alemdaroğlu, bi-rinci Ergenekon iddianamesinde yer alan telefongörüşmesinde Danıştay 8. Daire üyesi Sıddık Yıl-dız’ı kastederek, “Siyasî görüşü, hemen hemenbelli. Bir tanesi Alevî, Sıddık denilen bir adam. Sıd-dık isimli kişi, güçlü bir Alevî kanalıyla etkilenebilir.Moğultay döneminde tayin edilmiş.” diyor. Bu gö-rüşmeleri değerlendiren Alemdaroğlu’nun avukatöznesi;

“- BİR KİŞİNİN, KENDİ HAKKINDA AÇILANDAVAYA BAKAN HÂKİM VE BİLİRKİŞİLERİARAŞTIRMASI HAKTIR. Hâkim ve savcıyı araştır-madan tarafsız olup olmadığını nasıl öğreneceksin?Hâkim ve savcıların bu şekilde araştırılması suç de-

ğildir. Yoksa kuzu kuzu bekle-yerek soruşturmanınyönlendirilmesini mi bekleye-cek? Artık bu teba yok, vatan-daş var.” şeklinde konuştu.”

Telefon görüşmesinde hâ-kimin vereceği kararı “etkiye-bilmek”, en azından bir“dayısını” bulabilmek maksa-dıyla, “bu adam Alevîymiş,Moğultay’ın ekibinden, dede-

lerden bir selâm gelirse karar lehimize çıkar” anla-mında bir konuşma olduğu ile insanlarınAlevî-Zerdüşt-Budist-ateist-deist vs. olarak sınıflan-dırma, sınıflandırma için de “etnik ve dini olarak ta-nımlama-bölme” teşebbüsünü müvekkilAlemdaroğlu’nun avukat öznesi görmüyor, bunlarıönemsemiyor ve aslında “HÂKİMİN ETNİK VEDİNİ KÖKENİNİ TAAA MEZHEBİNEKADAR ARAŞTIRMAK HAKDIR” buyuruyor.Kendince elbette haklıdır muhakkak ama, bu birazda HERKESİ KENDİ GİBİ SANMA, meselâ“hâkimlik“ makanında olsa demek ki KEN-DİSİNİN YAPABİLECEĞİ bir şeyi başkasının -müvekkilinin hâkiminin- yapabileceğini sanma gibide algılanabilir. Elbette dilin kemiği yok ve söz ağız-dan bir defa çıkmış, üstelik mahkeme zabıtlarına dagirmiştir, demediğini de inkâr edemez ama bu nasılbir hukuk anlayışıdır, “kişiye göre davranmak” nasılbir “hukukçuluk” olacaktır, düşünürsek bir faciadır!

Bunlar HİTLERİN VE STALİNİN HÂKİMLERİ-

53şubat 2011 sayı 39

Avukat öznesinin işaret ettiğinokta önemli; hâkimler kavunmu ki koklayıp anlayalım, elbettedaha önce ne yapmış ne etmişonları incelememiz ve ona görebir savunma hazırlamamız do-ğaldır, “demokratik hakdır”demek istiyor.

Page 54: furkan, salih, mirzabeyoğlu

54 şubat 2011 sayı 39

NIN yapabileceği işler aslında; avukatın söyledikle-rini doğru kabul edersek. Oralarda, “Alman mil-leti adına” değil apaçık bir şekilde “Führeradına” hüküm verilirdi; hatta, ikinci dünya har-binde “şehid olan Alman askerleri”nin ailelerinegönderilen ölüm haberi mektubları, “Führer uğrunakahramanca can vermiştir... Führer size teşekküreder” diye yazılırdı. Stalin’inkini anlatmaya gerekyok; gerek yok çünki o zaten mektub yazmakla uğ-raşmazdı, yazmazdı ve üstelik “esir olanları” dasavaş sonrasında ülkelerine döndüklerinde Sibir-ya’ya sürmüştü, “Stalin uğruna ölmeyip esir düş-tükleri” için...

Bakın işte oralarda -kavun sayarsak hâkimleri-koklamaya hiç gerek yoktu, herkes biliyordu ki Füh-rer-Stalin adına “ceza kesiliyordu” hâkimlerce... (Biryerde okumuştum, “herşey Führer için” meselesini,Führer’in “kudretini” anlatabilmek için, Alman or-duları savaşın sonlarına doğru büyük kayıblar veesirler vermeye başladıktan sonra, asker açığını ka-patmak maksadıyla, “Alman ulusunun Führeri,ikinci bir emre kadar hamilelik dönemini 5aya indirmiştir!” diye acı espriler yapılmaktaymış)Ama gelgelelim, arkalarında “adalet mülkün teme-lidir” yazan bir salonda, Anayasa ve Ceza Kanun-larına göre hükmetmesi gereken hâkim’lerinadamına göre muamele yapacağına, bunu da biravukatın hem de devam etmekte olan önemli bir si-yasî davada mahkeme zabıtlarına geçirerek ifadeedeceğine inanmak zordur ama olmuştur, avukatöznesinin apaçık itirafı ortadadır. Ortada olmayan,kendi kendini söylediği sözle bağlayan avukat öz-nesinin hâkimlik döneminde ele aldığı dava dosya-ları!

Şimdi elbette “bu laf o avukat öznesini bağlar”denilip çıkabilirler insanlar işin içinden ama orta-daki problemi yoketmez ki bu! DOĞRUSU en azın-dan müvekkilin avukat öznesi KENDİ KENDİNİBAĞLADI bir kere, yani bunu biraz daha genişle-tirsek, HAYATININ HER ANINDA İNSAN-LARA “MEZHEBİNE GÖRE” MUAMELEETTİĞİNİ KABUL ETTİ, AÇIKLADI! Öyle yaadalet gibi bir mevzuda bu şekilde “mezhebinekadar aramak hak”dır diyen birisi, günlük haya-tında bunu hayda hayda yapar! Hani, bazentv’lerde görür, gazetelerde de okuruz, “sünnetsiz çık-tılar” felan diye, bir insanın “orası” ile ilgilenmek -tamam, otopsi yapılıyordur, doktor görür, gevezedirönüne gelene söyler, bu ayrı- başka bir konu, gör-

memişsin-etmemişsin, duysan duysan geveze birdoktorun lafını duymuşsundur, iyi de bunu gaze-tede, tv’lerde bas bas konuşmak nasıl bir ruh hâli-dir diye düşünüp duranlar, “bu ruh hâli, avukatöznesinin ruh hâlidir!” desek yeter herhâlde...“MEZHEBİNE KADAR” ARAŞTIRMAKLA“ORASINA KADAR” BAKMAK ARASINDA BİRFARK OLMASA GEREK.

Kaldı ki geveze doktor dedik ya, bu bahsekonuavukat öznesi de hayali doktorumuz gibi geveze;ama hayali doktorumuz hiç değilse “ölü”nün“orası” hakkında laf taşıyor, fakat bu avukat öznesi,yaşayanlar için bunu hem de lüks bir restorandaonca kalabalık arasında yapıyor, “tanık” anlatıyor:

“- “Avukat öznesi”nin DGM Başkanı olduğu dö-nemde bir akşam arkadaşlarımla İstanbul’da bir res-toranda yemekteyiz. Bitişiğimizdeki masada 3 kişiyemek yiyor; biri hararetle bir şeyler anlatıyor. Öncefazla ilgilenmedik. Ancak hararetli olay anlatan kişio kadar kendini kaptırmış ki, aman Allah’ım neleranlatıyor. İster istemez dinlemek zorunda kaldık.Masamızdaki arkadaşlarımızdan biri o kişiyi tanıdıve “avukat öznesi bu!” dedi. “Avukat öznesi”, ya-nındakilere “BUNLARIN HEPSİNİ İÇERİ ATA-CAĞIM. CİĞERLERİNİ SÖKECEĞİM.GEÇEN GÜN CUMHURBAŞKANI SEZER’EDE GİTTİM, ANLATTIM. BU KİŞİLERİ HA-PİSHANEDE ÇÜRÜTECEĞİM” diyordu. Bun-ları duyunca kulaklarıma inanamadım, kanımdondu. Bir yargıç, kendisinin baktığı bir dava ile il-

AAvvuukkaatt ÖÖ

zznneessii ÇÇ

eettiinn

bbaaşş

“BUNLARIN HEPSİNİ İÇERİ ATACAĞIM.CİĞERLERİNİ SÖKECEĞİM. GEÇEN GÜNCUMHURBAŞKANI SEZER’E DE GİTTİM,ANLATTIM. BU KİŞİLERİ HAPİSHANEDEÇÜRÜTECEĞİM”

Page 55: furkan, salih, mirzabeyoğlu

gili daha işin başında kararını vermiş. Üstelik kara-rını ulu orta, yüksek sesle yanındakilere anlatıyor.Bu yetmezmiş gibi konu ile ilgili gidip Cumhurbaş-kanı’nı bile ziyaret edip bu konuda görüş belirtiyor.Bu nasıl hukuk, nasıl adalet ve nasıl insan hakları-dır dedim. Şimdi bu şahıs emekli olmuş ve masanınöbür tarafına geçmiş, cebine para koyunca dahak, hukuk ve adaletten bahsediyor. Hadicanım sen de. Dün hukuk, adalet tanımaz uygu-lamalar yapacaksın, bugün de çıkıp hak, hukuk veadaletten bahsedeceksin. Parayı görünce mi aklınahak, hukuk ve adalet geldi. Bu manzarayı görünce,aklıma “Keser döner sap döner, gün gelirhesab döner” atasözü geldi.”

“Tanık”ın anlatımından çıkardığımız netice,demek ki o zaman yargılananların avukatları buavukat öznesinin mezhebini bırakın GELMİŞİNİGEÇMİŞİNİ araştırmamakla bir hata etmişler, buavukat kadar müvekkilini savunucu olamamışlar;savunsalardı, o dönem hâkimlik yapan bu avukatöznesinin davadan çekilmesini veya “dayısını”bulup “işi yoluna koymasını” isteyebilirlerdi. As-lında bu eski hâkim yeni avukat olan hukukçu öz-nesi, sadece bunları “hak” olarak sarfetmemiş, buavukat öznesi “hukuk tarihine geçecek” bir “nu-mune özne”:

“- Avukat öznesi, Haziran ayında ErgenekonDavası sanıkları Fikri Karadağ ve Hayrettin Erte-kin’in teknik takibe takılan “EN İYİ KÜRT ÖLÜKÜRT’TÜR” sözlerinin sanıkların kişisel düşüncesiolduğunu, “KÜRTLERIN ÖLMESİNİ TE-MENNİ ETMENİN SUÇ OLUŞTURMAYACA-ĞINI” belirterek, yeniden gündeme geldi. Avukatöznesi, “Bunlar Kürtler ile ilgili kişisel düşün-celerdir. Bu, ‘gidelim Kürtleri öldürelim’ an-lamına gelmez. Ayrıca, Kürtlerin ölmesinitemenni etmek suç mudur? Düşünce ve te-menni anlamına gelen bu beyanların ceza da-vası ile bir ilgisi yoktur. HERHANGİ BİRÖRGÜTÜN SEMPATİZANI OLMAK, BELİRLIİNSANLARDAN NEFRET ETMEK SUÇ DE-ĞİLDİR” dedi.

Diyarbakır Barosu da, “savunma hakkını kö-tüye kullanıp, halkı kin ve düşmanlığa tahrik veyaaşağılama suçu işlediği” gerekçesiyle avukat özne-sini İstanbul Barosu’na şikâyet etti.

İstanbul Barosu’ndaki özneler ne kararverdi, biliyor musunuz?

Avukat öznesinin sözleri “savunma hakkı sınır-

ları içinde” değerlendirilmeliymiş... Avukat, mü-vekkilinin çıkarlarını, “hasmının zararlarını gö-zetmeden, sert bir biçimde” savunmalıymış.”

Ne anlamalıyız?“En iyi Kürt ölü Kürtdür” demek, bunu bilfiil

ger4çekleştiren, yani Kürtleri “en iyi” konuma geti-ren bir “örgüt”ü “yahu hay ağızarına sağlık, negüzel demişler, seviyorum bu haspaları!” demek,“sempatizanı” olmak, düşünce özgürlüğüdür, dü-şünce açıklamaktır, suç değildir; aklımıza geldi, der-gimizin websayfasında yayınlanan“ÖLDÜRÜLECEKLER LİSTESİ” isimli yazı se-bebiyle “istihbaratçı aile”nin ve “yamaklarının” va-veyla kopartıp “alenen öldüreceklerini yazıyorlar”demişlerdi ya, demek ki “dava arkadaşları olanterör sanığı”nın avukat öznesinin bu “veciz savun-masını” görmemişler, o sebeble “savcılar nerede?”diye bağırmışlar; veya nasılsa “mezhebine göremuamele caizdir, hakdır” fetvası verilmiş,demek ki BİZ, ONLARIN MEZHEBİNDENOLMADIĞIMIZDAN “düşüncelerimizi açık-lamak YASAK ama avukat öznesi ve müvek-kili öznelerinki serbest; bir de “orasını-burasınıgözlemek” isyetenler demek ki sadece avukat öz-nesi ile sınırlı değilmiş bunu öğrendik; İstanbul Ba-rosu öznelerinin, şikayet üzerine yaptığı açıklamayagöre, Baro da “orası”nı gözlemeye meraklılarladolu, bunu da idrak ettik!

Demek ki neymiş?

55şubat 2011 sayı 39

Avukat öznesi, Haziran ayında Erge-nekon Davası sanıkları Fikri Karadağ veHayrettin Ertekin’in teknik takibe takı-lan “EN İYİ KÜRT ÖLÜ KÜRT’TÜR” söz-lerinin sanıkların kişisel düşüncesiolduğunu, “KÜRTLERIN ÖLMESİNİ TE-MENNİ ETMENİN SUÇ OLUŞTURMAYA-CAĞINI” belirterek, yeniden gündemegeldi. Avukat öznesi, “Bunlar Kürtler ileilgili kişisel düşüncelerdir. Bu, ‘gidelimKürtleri öldürelim’ anlamına gelmez.Ayrıca, Kürtlerin ölmesini temennietmek suç mudur? Düşünce ve te-menni anlamına gelen bu beyanlarınceza davası ile bir ilgisi yoktur. HER-HANGİ BİR ÖRGÜTÜN SEMPATİZANIOLMAK, BELİRLI İNSANLARDAN NEF-RET ETMEK SUÇ DEĞİLDİR” dedi.

Page 56: furkan, salih, mirzabeyoğlu

Hâkimi mezhebine-orasına kadar araştırmak ge-rekirmiş, araştırmazsan, “oranda” gözü olanlarca“kuzu kuzu” kasabını bekler durur, “at içeri çıkmakiçin uğraşsın” sözüne muhatab olursun, öğrendik;öğrendiğimiz başka birşey, ama önemli birşey deAVUKAT ÖZNESİNİN DGM BAŞKANI OL-DUĞU DÖNEMLERDE ADAMA-ADA-MINA/MEZHEBİNE GÖRE MUAMELEETTİĞİ; Anayasa ve kanunları makamında otu-rurken boyunu yüksek göstermek için kıçınınaltına koymaktan başka bir şey yapmadığıdır!

“Ergenekon Terör Örgütü” sanıklarının eskihâkim yeni avukat öznesi sayesinde “ilginç”, “ufukaçıcı” tesbitleri öğreniveriyoruz, buyrun okuyun:

“- ...Ancak iddianamede özellikle iki isimdenbahsetmek istiyorum biri Muzaffer Tekin diğeriSami Hoştan ,dilekçem ekinde sayın mahkeme-nize sundum, Muzaffer Tekin’in evlenme davetiye-sinde adı Zafer Tekin, sayın başkan,75 tarihli 1975tarihli yine Muzaffer Tekin’in Kıbrıs Barış Hareka-tına katıldığı sırada gazetelerde yer alan beyanat vefotoğraflarından özellikle Milliyet gazetesinde sayınHasan Pulur’un olaylar ve insanlar isimli köşesindeve diğer gazete küpürlerinde fotoğrafının altındaadının Zafer Üsteğmen olarak geçtiğini görüyor-sunuz, esasında iddianame savcılarında bu kayıtlarvar ama buna rağmen Zafer Kod adının kulla-nıldığından bahsedilmesini iyi niyet kurallarıile savcıların etik olayları ile bağdaştırmakmümkün değildir, Sami Hoştan’a gelince, SamiHoştan ile ilgili kamu oyunda Susurluk kararı olarakbilinen İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin1997/1820 Esas sayılı 2001/36 sayılı dosyasında1993-1996 yılları arasındaki yargılamayla ilgilidosya kapsamında ve mahkeme kararında SamiHoştan’dan Arnavut Sami olarak bahsedildiğimahkeme kararında ve duruşma tutanaklarında ve

ekindeki belgelerde bellidir, bu karar iddianame ek-lerine konulmuştur, bunların bilinmesine rağ-men sayın savcılar tarafından örgütsel kodadı yaratılmaya çalışılması anlaşılır ve kabuledilebilir gibi değildir, iddianame savcıları hak-kında sayın mahkemenizde şikayette bulunmuştuk,şikayet dilekçemizin ilgili makamlara iletilmesi hak-kında, sayın başkan CMK 158/2. maddesi gere-ğince mahkemeniz dilekçe merciidir, dilekçe merciiolan mahkemenizin şikayetleri ilgili makamlara ilet-mek görevi vardır, bu talebimizin tekrar Adalet Ba-kanlığına ilgili savcılıklar marifetiyle iletilmesini talebediyoruz.”

Nereye geleceğimi anladığınızı sanıyorsunuzama yanılıyorsunuz; açıkladığı 49 word sayfası “ge-rekçeli karar”ının 9 sayfasına nüfus bilgileri ve sav-cının mütalaasını, 21 sayfasına polis ifadelerini, 9sayfasına “eylem listesi” ve poliste ifade veren örgütüyelerinin isim listesini, 7 sayfasına tekrar-ul tekrar-ları, geri kalan 3 küsur sayfaya yine kimlik dö-kümü ve “sanığın idamına” lafını sıkıştıranama bu esnada, 49 sayfada 28 defa, üstelik1992’de çıkmış kitabında “böyle bilindim, böylekaldı” diyen, gazetelere, dergilere o ismiylemülakatlar veren birisini “Kumandan (Kod)Salih İzzet Erdiş“ olarak bahsetme becerisinigöster ve siz okuyucular da bunu bilin, görün,sonra da “nereye geleceğimi anlayın”, yanılırsınız,bu ortamda, ne adaletin, ne hukukun, fikrin, ne fikirözgürlüğünün GELECEĞİ yokken nereye gelebili-rim?

Mesele “polemik” yapmak, “açığını yaka-lamak” değil ki avukat öznesinin! Bir insan İs-tanbul DGM Başkanlığı yapıyorsa, orayagetirdilerse zaten mesele bitmiştir, “açık aramaya”ne gerek; DGM tarihini açın okuyun, başkanlardanveya hâkimlerden “temiz” olan kaç tanedir, belki

56 şubat 2011 sayı 39

Mesele “polemik” yapmak, “açığını yakalamak” değil kiavukat öznesinin! Bir insan İstanbul DGM Başkanlığı yapı-yorsa, oraya getirdilerse zaten mesele bitmiştir, “açık ara-maya” ne gerek; DGM tarihini açın okuyun, başkanlardanveya hâkimlerden “temiz” olan kaç tanedir, belki parmaklagösterilecek olan bir veya iki…? Hepsinin hakkında ner-deyse bir “şayia” veya bu avukat öznesi gibi “itiraflar” mev-cut değil midir?

Page 57: furkan, salih, mirzabeyoğlu

parmakla gösterilecek olan bir veya iki…? Hepsi-nin hakkında nerdeyse bir “şayia” veya bu avukatöznesi gibi “itiraflar” mevcut değil midir?

Burası işin bir tarafı; avukat öznesinin dediğinedönelim, Ergenekon davasında herkesin bildiğiisimlerin savcılar tarafından “kod adı” olarak işlen-diği, gösterilmeye çalışıldığını söylüyor ki verdiğiörnek bakımından da yalan değil doğru, söyler mi-siniz şimdi bu avukat öznesi tamam koyun bir ke-nara, insanların “orası” ile bile ilgilenen kendinehukuk adamı imajı vermiş bir sapık, iyi deonun yerine gelmiş olan “meslekdaşları”nın yaptık-ları ne? Sami Hoştan’ın “Arnavut sami” olduğunubu memlekette bilmeyen mi var da “Arnavut Samikod Sami Hoştan” diye yazıyorlar? Avukat öz-nesi, dün kendisinin yaptığını(bkz. Mirzabeyoğlu “gerek-çeli kararı”) bugün başkasavcılar yapınca viyaklıyor,üstelik hâkime “şikâyet di-lekçesi” veriyor ama ne savcıne de hâkim dilekçeyi işlemekoyuyor!

Nedir bu?Ne bu “terörist ve cuntacı”

şübhelisi “rektör”ün avukat öz-nesi ne de onları şimdi yargılayansavcı ve hâkimler “adalet mülküntemelidir” ilkesiyle hareket etmi-yorlar; kanunları makamlarındakikoltukların üstüne koyup üzerineoturmuşlar; sıradan bir vatandaşın bu vasatda mah-kemelerden “hayırlı netice” beklemesini kim tah-min edebilir ki?

Ya Salih Mirzabeyoğlu davasından?Bahsettiğimiz avukat öznesi, Mirzabeyoğ-

lu’na yukarıda sözünü ettiğimiz “gerekçelikararı” ile idam cezası kesen METİN ÇETİN-BAŞ!

Mirzabeyoğlu’nun ve avukatlarının mahkemesafhalarında yaptıkları savunmaları görmemiş, duy-mamış, ama onca kişinin önünde, bir gazetecinin,“hâkim, üzerindeki montu çıkartsak çok havalı du-ruyor” demesini duyup jandarma marifetiyle Mir-zabeyoğlu’nun –“Noel Baba Operasyonu”nedeniyle her yanı kan ve pislik içinde, topallayarakçıktığı ilk mahkeme celsesinde- montunu çıkarttır-mış, polis fezlekesini “iddianame” ve “kutsal sözler”olarak kabul edip savunmalarda söylenen “soruş-

turmanın genişletilmesi, tanıkların çağrılması vs.”gerçektende bir “hak” olan istekleri duymamış, or-tada –“gerekçeli karar” metninden de görülür bu-bir tek kanıt, eylem, emir, itiraf vs. olmamasına rağ-men, Mirzabeyoğlu’nun –bir yanıyla- “Kürt” olması,Kürt isyanları yapmış bir ailenin ferdi olması sebe-biyle, -galiba!- yukarıda bahsettiğimiz “EN İYİKÜRT ÖLÜ KÜRTTÜR!” anlayışıyla hareket ede-rek, Mirzabeyoğlu’nun “savunmaları”nı okurken ilkönce söylediği, “BU DAVA HUKUK HAYSİYETİ VEŞEREFİNİN ORTAYA ÇIKACAĞI BİR DAVA OLA-CAKTIR” sözüne rağmen, utanmadan, dünyahukuk tarihine ŞEREFSİZLİK ABİDESİ olarak ge-çecek “idam kararı”nı vermiştir, bu avukat öznesi!

Yukarıda yaptığımız alıntılar üzerine hiçbir yet-kili-etkilinin hareket geçme-mesi, küçük de olsa birsoruşturma açtırmaması,“manidardır”; bu AVUKATÖZNESİ ŞEREFSİZE üze-rine basa basa ŞEREFSİZdememizin sebebi ise, ilkönce dün öyle bugünböyle düşünen ve bunu da“kasablık… manavlık”yapan biri olarak değil,adalet dağıtan biri olmasısebebiyle zaten kendikendine söylettiriyor, yap-tıklarının lügatteki karşı-lığının en hafif karşılığı

budur, ikincisi ise, bizi şikâyet etmesi, bizedava açmasını temin etmek!

Bu şerefsiz avukat öznesi bize dava açmalı; aç-malı ki bu şerefsizin DGM Başkanlığı ve hâkimliğiyaptığı, hatta daha öncesindeki görevlerinde“karar” verdiği bütün mahkeme dosyalarının, amaözelde Salih Mirzabeyoğlu davasının, bize açacağımahkeme esnasında tekrar gündeme gelmesi, tek-rar bir bir bütün delilleriyle yeniden dava sürece-ğine sokulmasını sağlanmalı!

Bu avukat öznesi şerefsizin yaptıkları ortadadır;buna rağmen, hâlâ bu adam hakkında soruşturmaaçmayan, davaları hakkında soruşturma-takibatbaşlatmayan önlerinden geçen trene bakar gibi“bakmayan” etkili ve etkili olduğuna inanıyoruz.Yok mu böyleleri dersiniz? “Adalet mülkün temeli”ise olmalı; yoksa YIKILMALI BU ŞEREFSİZDÜZEN!

57şubat 2011 sayı 39

Bu avukat öznesi şerefsizinyaptıkları ortadadır; buna rağ-men, hâlâ bu adam hakkındasoruşturma açmayan, davalarıhakkında soruşturma-takibatbaşlatmayan önlerinden geçentrene bakar gibi “bakmayan” et-kili ve etkili olduğuna inanıyo-ruz. Yok mu böyleleri dersiniz?“Adalet mülkün temeli” ise ol-malı; yoksa YIKILMALI BU ŞE-REFSİZ DÜZEN!

Page 58: furkan, salih, mirzabeyoğlu

Metin Çetinbaş… İkibinli yılların İstanbul 6.DGM Başkanı. İstanbul Beşiktaş DGM’degörülen İBDA-C davasının komediye dön-

üştüğü, hüküm verildiğindeyse Mütefekkir Mirzabe-yoğlu’nun “TİYATRO BİTTİ” hükmüylemühürlediği komik mahkemenin başkanı.

Çetinbaş şimdilerde ErgenekonTerör Örgütü’nün avu-katlığını yapıyor. Takdirebakın ki, o gün yaptığıyanlışların tümü için,bugün o yanlışları devamettirdiklerine inandığı hâkim-lere karşı mücadele ediyor.

Bizde Furkan Dergisi ola-rak, kendisine bu tezat durumkarşısında ne düşündüğünü sor-mak için röportaj teklif ettik.Fakat telefonlarımıza çıkmadı.Haklıydı da!.. Bu konuda ne söy-leyebilirdi ki? Bu sebeble fazla zor-lamadık.

O şimdi vicdanı rahat(!) şekilde birbaşka terörist grubun davasına bakı-yor. Ama bu sefer lehde bir tavırla. Ba-şarılar!

Furkan’a konuşmayan Çetinbaş, yenitâbirle ‘yandaş’ medyasından AydınlıkDergisi’ne konuşmuş. Biz de oradan bir ikinot aktaralım istedik.

Diyor ki:“Toplumumuzda, ‘yargılama tutuklu olur’ diye

bir anlayış var. Hâkimler de bundan etkileniyor.Oysa yasalarımızda ve uluslararası sözleşmelerde,

tutuksuz yargılama esastır. Yaniburada mevzuatın sindirilemedi-ğini görüyoruz. Kanunlarımızyeni, anlayışımız eski.”

Bunları bize söyleseydikendisine sorardık: Salih Mir-zabeyoğlu elli küsür eserinsahibi bir Mütefekkir. Yaka-lanma şekli ise, ilkokulagiden çocuklarını okuldanalmaya gittiğinde vukubuluyor. Aile düzenindeyaşayan biri… Nedentutuksuz yargılanmasıiçin teklifte bulunma-dın?

Bize ne cevabverirdi bilemiyo-ruz. Ama şundaneminiz, kendisin-den önceki mah-

keme başkanı SedatKaragül davanın seyri içinde muhteme-

len olumlu kanaatlere ulaşıp davayı ona göre so-nuçlandıracaktı, bu sebeble onun yapacağınıntersini yapacak birine ihtiyaç duyuldu. O da Metin

58 şubat 2011 sayı 39

Abdulmetin Taş[email protected]

BİR RÖPORTAJ TEKLİFİ...BİR RÖPORTAJ...

Page 59: furkan, salih, mirzabeyoğlu

Çentinbaş’tı.Çetinbaş Aydınlık’a bakın ne güzel şeyler söyle-

miş:«“Kuvvetli Suç Şübhesi” Yeterli DeğilAydınlık- Tahliyeleri reddeden iki hâkimin ge-

rekçesi, ‘kuvvetli suç şübhesi’. Bu, tutukluğun de-vamı için yeterli bir gerekçe mi?

Av. Çetinbaş- CMK’nın 100. maddesi tutuk-lama nedenlerini düzenliyor. Birinci fıkrada, “Kuv-vetli suş şübhesinin varlığını gösteren olguların vebir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde şübheliveya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir”deniyor.

Yani ‘olgu’ olacak ve bir de ‘verilir’ demiyor, ‘ve-rilebilir’ diyor. Yani, kuvvetli suç şübhesi başlı ba-şına bir tutukluluk gerekçesi olamaz, yeterli değil.Örneğin ikrar bir delildir. Ancak tutuklama yapıla-bilmesi için o ikrarın başka bilgi, belge, bulgularladesteklenmesi lâzım. Bir adam çıkıp falancayı benöldürdüm desin. Biz bu damı hemen tutuklayacakmıyız? Cinayetin oluş biçimine bakılır. Örneğinmaktul bıçaklanmış olsun. Sağ elini kullanan biri-nin açtığı bıçak yarasıyla, sol elini kullanan birininaçtığı bıçak yarası farklıdır. “Ben öldürdüm” diyensağlak olsun; Adli Tıp ise cinayetin solak biri tara-fından işlendiğini saptasın. Ben öldürdüm diye ik-rarda bulunan, diğer deliller aksini gösterirken nasıltutuklanabilir? Bir de şöyle bir durum var. Tutuklu-luğun sürdürülmesi sebeblerinin, ilk tutuklama se-beblerinden ayrıntılı olması lâzım. İlk baştamahkemeler tutuklamaya daha rahat karar verir.Çünkü daha deliller tam olarak toplanmamıştır vs.Ama yargılama aşamasında tutukluluğun devamınakarar verirken, ilk baştakinden daha fazla delile,bulguya ihtiyaç vardır. Anayasamıza göre, tutuklu-ğun devamı kararı verilirken ayrıntılandırıp gerekçebelirtilmesi lâzım. Ancak bu gerekçenin, hâkiminnihai kararını belli edecek gibi de olmaması (ihsasırey) gerekiyor.»

İlâhî Çetinbaş; ne de zeki adammışsın meğer.Olgu, verilir, verilebilir kelimelerinin hasrında ne degüzel parandeler atıyorsun.

Bunları bize söyleseydin sana şunu sorardık:Adana DGM’nin kovuşturmaya yer yoktur diyerekkapattığı dosyayı aylar sonra birilerinin kurcalayıportaya attığı yerde, bir şekilde sen zuhur ettin ve şuyukarıda sarfettiğin güzel cümlelerin tam tersi isti-kamette hüküm beyan ettin.

O zaman aklın neredeydi? Adana DGM, dos-

yada bir şey yok diyor. Diyelim ki var; ne var? Kuv-vetli suç şübhesi mi var? Mirzabeyoğlu aleyhine birtek şahidlik yapan mı var ki, kuvvetli suç şübhesioluşsun. Kaldı ki, bu şübhe oluşsa bile tutuklu yar-gılama yapılamaz diyorsun. Sen neden tutuklu yar-gıladın, hatta hızını alamayıp bir komediye imzaatarcasına İDAM verdin?

Hadi bunları yaptın. Şimdi neden tersini iddiaediyorsun? Yoksa, Mirzabeyoğlu’na başka, Mason-Maocu Perinçek’e başka mı? Kanunları lahana tur-şusu mu zannettin! Kuvvetli suç şübhesi yokmuş,bu sebeble Perinçek tutuksuz yargılanmalıymış vs.

Bugün soruyoruz; Salih Mirzabeyoğlu’nda hangikuvvetli suç şübhesi bulmuştun. Yaz da öğrenelim.Furkan sayfaları sana da açık.

37. sayımızdan bir hatırlatma; Nuri Ergin’den:“Geçenlerde Ergenekon davasında Veli Kü-

çük’ün kızı, Alparslan Aslan’a soru soruyor. Aslan,bana ve Vedat Ergin’e mesaj gönderiyor. Danıştaysuikastını alçakça yapan haini kınıyoruz. VeliKüçük de Kemâl Alemdaroğlu’nun avukatı daharamzadedir.”

İşte bu işler böyle. Kimin eli kimin cebinde!

59şubat 2011 sayı 39

37. sayımızdan bir hatırlatma; Nuri Er-gin’den:

“Geçenlerde Ergenekon davasındaVeli Küçük’ün kızı, Alparslan Aslan’a sorusoruyor. Aslan, bana ve Vedat Ergin’emesaj gönderiyor. Danıştay suikastını al-çakça yapan haini kınıyoruz. Veli Küçükde Kemâl Alemdaroğlu’nun avukatı daharamzadedir.”

İşte bu işler böyle. Kimin eli kimin ce-binde!

Page 60: furkan, salih, mirzabeyoğlu

EFENDİ HAZRETLERİ’NDEN

60 şubat 2011 sayı 39

Ders Âyeti:“Ey Peygamber! Zevcelerine deki: Eğersiz dünya hayatını ve ziynetini diliyorsa-nız haydi geliniz, size mut’anızı vereyimve sizi bir güzelce salıvermekle salıvere-yim.” (Ahzab sûresi, 28. âyet-i kerîme.)

Bu âyet Allah-u Teâlâ’dan geldi, nedengeldi? Resulullah Efendimiz Sallallahu Aleyhive Sellem’in hanımları Resulullah Efen-dimiz’den biraz bir şeyler istediler ve de-diler ki: “Ya Resulullah! Biz evvelcesenden bir şey istemedik, çünkü yoktuama şimdi elinde var, yapabilirisin.”Birazcık dünya ziyneti istediler hemenâyet geldi: “Ey Peygamberi Zişan! Ha-nımlarına deki, eğer siz dünya hayatınıve dünya ziynetini istiyorsanız gelin sizemut’a vereyim ve sizi babalarınızın evinegüzellikle salıvereyim.”Mut’a: Boşanan kadına verilen şeylerdirki, elbise, başörtüsü ve çarşaftan ibarettir. Yani Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: “Dünyaziynetiyle Peygamber bir arada olmaz!Siz dünya ziynetini istiyorsanız Habibi-min yanından gidin.”

Ders Âyeti:“Ve eğer siz, Allah’ı ve Resulünü ve ahi-ret yurdunu diliyor iseniz, elbetteki Allahsizlerden güzel amellerde bulunanlar için

çok büyük bir mükâfat hazırlamıştır.”(Ahzab sûresi, 28. âyet-i kerîme.)

Yani, “Ben size büyük hayat hazırladım,siz niye küçük hayata tenezzül ediyorsu-nuz, ben sizi küçük hayat (dünya) içinyaratmadım ki büyük hayat (ahiret, cen-net) için yarattım” demektir.Bizde şimdi sarıldık dünyaya, dolaplar,gardolaplar yerden tavana kadar vs…Adamların çoğu zelzelede dolapların al-tında kaldı. Bu insan çok acayip bir şey,sanki ebedi dünyada kalacak.Cenâb-ı Hak Peygamber Efendimiz’inhanımlarına: “Ben size büyük yer ha-zırladım, size küçük yer gerekmez,dünyalık istemeyin, dünyadan idareedecek kadar alın” buyuruyor.Hakikaten öyle, ne güzel vaaz, ne güzelvaaz! Resulullah’ın ailelerine ne ise bizede odur, onlara Allah-u Teâlâ ne kanunveriyorsa bize de aynı. Dünyayı sevme-yin. İstediğin kadar dünyanın süsüne,ziynetine dal; bir zelzele evinin de, ziyne-tin de işini bitiriyor. Allah-u Teâlâ bizidünyadan soğutsun. Gene medreselerimizden şikâyet var.Maneviyat bu işleri (dünya süslerini, ziy-netini) kabul etmiyor. Okuyup bilgi sa-hibi oluyoruz ama şuur az. İlim nedemek, bu Kur’an, bu tefsir bize nediyor, onu anlayamıyoruz. Ama “nasara,yensuru” sıgalıyoruz. Allah-u Teâlâ, “Ey iman edenler eğer Al-

BİLGİ SAHİBİ OLA� ÇOKŞUURLU OLA� AZ

Page 61: furkan, salih, mirzabeyoğlu

61şubat 2011 sayı 39

lah’a yardım ederseniz Allah da size yar-dım eder.” (Muhammed sûresi, 7. âyet-i ke-rîme.) buyuruyor.Allah-u Teâlâ’ya yardım, onun dinini ya-şamak ve yaşatmakla olur. Allah-uTeâlâ’ya başka türlü yardım edilmiyor.İşte Resulullah Efendimiz’in ailelerine neolduğunu duydunuz. Resulullah’ın ailele-rine dünya süsü hakkında müsaade yok,bütün kadınlara da müsaade yok. Senşimdi dinlemezsen kabirde dinlettirirlersana. Biz yaratıldık yakayı ele verdik. “Yarabbi! Sen ne dersen o olur” de-medikten sonra çare yok. “Yarabbi!Sen ne dersen o olsun, senin dedi-ğin olur”, böyle diyemiyoruz, böyle di-yelim. Bir düğün olduğunda insanların foyasımeydana çıkıyor. Bir takım süsler vs. ya-pılıyor. Hep aileler de böyle oldu.Kur’an insanı karanlıktan nura çıkarıyor.Hiçbir şey bilmiyorsan karanlıktasın herne kadar güneş parlasa da. İnsan karan-lıkta olunca koca köşkleri, ağaçları dahigöremez. İnsan cehalette ise karanlıkta-dır. Ne Kur’an’ı, ne dünyayı, ne de ahi-reti bilir. Ne zamanki Kur’an’ı okuyorsunhakikat nuru parlıyor. Âyetlerin her biribize ışık tutuyor. Allah, hakkıyla yaşa-mayı nasib etsin! Kur’an ehli olmayınasib eylesin! Orta halli olalım. Çok ileri,çok geri kalmak doğru değil. Şimdi in-

sanlar koca saraylar, binalar da oturuyor.Resulullah’ın evi, Aişe validemizi eviufak idi. Bizim evlerimiz ise oho… devgibi. Kur’an çok büyük bir kitabdır. Hiç misliyok. Evvelki kitaplarda Allah’ın, lakin buKur’an çok kıymetlidir. Kıymetli olduğuiçin okuyoruz onu. Kur’an bize dünyayıda, ahireti de öğretiyor, sadece dünya ilebizi bırakmıyor. Bugünkü mektepler isesadece dünyayı öğretiyor ahiret tarafı ka-ranlıkta kalıyor. Yarabbi! Sen bilirsin, senbilirsin.

Uyan gafletten ey gafil seni, aldatmasındünya,Yakanı al elinden ki sonra seni kılar rüs-vay,Ne sandın sen bu gaddarı ki ta bunu sev-din,Anı herkim ki sevdiyse dinini eylediyağma,Adavet kılma kimseyle sana nefsin yeterdüşman,Ki asla senden ayrılmaz ömür ahirolunca da.

Allah-u Teâlâ bizi nefsin elinden halaseylesin, kendi sevdiği yola sevk etsin.Bugünlük bu kadar olsun. Bu âyetleriunutmayın. Hepiniz Cenâb-ı Hakkaemanet olun.

Page 62: furkan, salih, mirzabeyoğlu

62 şubat 2011 sayı 39

ŞEHİD HIZIR HOCA’DAN

NEFSİNİN ESARETİNDENAZAD OLANLAR MUHLİSDİR

Efendiyi dinliyoruz ama anlamıyo-ruz. Kimi dinlediğimizi iyi bilelim.Senin genç delikanlı oğlun dip-

loma aldı ama ateist (dinsiz) oldu. Bunarazı oluyor musunuz? Yok. İşte o sohbe-tini dinlediğimiz Efendi Hazretleri,bütün ümmeti Muhammed’e, seninkendi oğluna merhametinden dahamerhametlidir. Efendi Hazretleri’ndençeşitli âyetlerin nüktelerini (inceliklerini)dinliyorsunuz. Bunları dinlerken “Benbu ilimleri iyi öğreneyim de başkalarınasöylerim” diye öğreniyorsan, bu ilminfaydası sana azdır. Allah için okuyanlarve Allah için o ilimle amel edenler müs-tesnadır. Muhlis olan kimse nefsininesaretinden azad olmuştur. Bütün Pey-gamberler muhlis idiler. Ümmetleri de onoktaya doğru tâbi olmakla muhlis olur-lar. Sırf Allah rızası için çalıştığımız herşey muhlis olur. Gaye o noktaya doğrugayret sarf edecek adımlar atmaktır.

Vaazcı odur ki, cemaatini sınıf sınıfkabul eder. Cemaatin içerisinde 40 se-neden beri dinleyenler var. Ben ise 35seneden beri Efendiyi dinliyorum. Ohalde konuşacağımız zaman bazenacemi, bazen de nükteli konuşacağız.Konuştuklarımızın bazıları kapalı olur, o40 senelikler içindir.

Bazılarını da acemice geçeceğiz, oda yeniler içindir. Sizin gönlünüzde neihtiyaç varsa ona göre konuşulur. Eğersen 50 senelik müride isen, senin gön-lünde daha çok feyiz var, diğerlerinin ir-şadına vesile olur. Bazen bir köyedüğün sohbetine gidersiniz, çok kalaba-lıklar vardır fakat hiç konuşamazsınız.

Çünkü o sohbeti dinleyenler, ya katıkalblidirler veya kalbten inkâr ediyorlar.Bazen de az bir cemaate gidersiniz,daha güzel konuşursunuz. Çünkü oradadinleyenler de ihlâslı kimselerdir.

Evvela şunu bileceğiz. Tarikatzevki bir iş. Herkesin inanması şartdeğildir. Çünkü tarikat farz, vacib değil-dir, kabul etmezse kâfir olmaz. Yalnız birinsan tasavvufu kabul etse ne olur,kabul etmese ne olur? Şöyle bir misalveriyim daha iyi anlaşılması için: Sene-ler önce fırınlarda yumuşak ekmek çık-madan evvel, mısır ekmeği yeniliyordu.Bu mısır ekmeği yumuşak olsun diyesoya (ballı) fasulye katıldı. Bu ekmeğesoya fasulyesi katılmayınca çok sertolurdu. Hatta bazı arkadaşlar diyorlarki, annem bize o ekmeği testere ile kesipverirdi. Bu ekmeğin kabuklarını yemekçok zordur. Onu yerken insanın boğazıincinir. Bu ekmeğin kabuklarını saat-lerce ağzında evirip çevireceksin ki yu-muşasın. Bir bu ekmeği yemeğidüşünün bir de; yumuşak ekmek üze-rine yağ, reçel, bal sürülmüş onu yiyi-yorsun. Bu iki ekmeği yemek aynı mı?Yok. İşte tarikat sahibi olmayana, şeria-tın emir ve yasakları, yani farzı, vacibi,sünneti, müstehabı, edepleri sanki okuru ekmeğin kabuğunu yercesine zorgeliyor. Ama tarikat adamına ise; ofarzı, vacibi, sünneti, müstehabı, edep-leri yapmak haramlardan, mekruhlar-dan kaçmak, o yumuşak ekmeğinüzerine yağ sürülmüş ekmeği yemekgibi gelir.

Page 63: furkan, salih, mirzabeyoğlu

63şubat 2011 sayı 39

ŞEHİD BAYRAM HOCA’DAN

AKVARYUM BALIKLARI GİBİYİZ

Bayram hoca bugün var yarınyok olabilir, sende bugün varsınyarın yok olacaksın. Ölüm hak-

tır. Niyazımız o ki Allah ölenlerin ye-rine boş bırakmasın. Demekki bunlargözlerini yumsa biz hepden kayıb mıolacağız?

Bu Allah dostları Kabe’ye kebabyemeye mi Japon malı almaya mı gi-diyor. Bazı işler ordan oluyor. Biz ak-varyum balıkları gibiyiz suyadoymuşuz. Onlar ise bir damla suyabile muhtaç, susuzluktan dudaklarıbile çatlamış. Herkes Allah dostunaolan aşkından dolayı Kabe’ye Efen-diyi görmeye geliyor. Kasrı Mekkeoteline, Dubaili bir şeyh, Efendi Haz-retlerine ziyarete geldi. Dediki:

- Ben her sene Ramazan’ın ilkgünü buraya gelirim, Alim, Allahdostu göreyim diye. Kaç gündenberi Allah dostu görmedim.

Sizin geldiğinizi duydumbugün hemen sizi görmeye gel-dim, yarın rahat gidebilirim

Dedi.Sudanlı bir Profosör doktor geldi.

Oda aynı Allah dostuna düşkün.Efendi Hazretleri başkalarıyla konuşu-yordu onunla henüz konuşmamıştı.

Efendi Hazretleri’nin yüzüne bakıpbakıp ağlıyor. Halbuki ona bir şey an-latılmadı. Öyle insan ki Mevla’nındostunun yüzüne bakınca içinden gi-diyor.

Bütün âlem onlardan imdat bekli-yor. Sende diyorsun ki nasıl olsa

Efendi Hazretleri burda yok yazlığagideyim. Olamaz, Olmaz… Şu andaTürkiye yanarken insan istirahata çe-kilir mi? Şu anda evlerinize acı birhaber gelse kimse burda durur mu?70 senedir şu memlekette İslâmyaylım ateşine tutuldu, çığ al-tında kaldı, İslâm delik deşikedildi. Acaba bunun derdi nedirsoran oldu mu? Paran kaybolsa hertarafı elek telek ediyorsun, din İslâmkaç yıl oldu çalındı soran arayan varmı?

Bizim işimiz büyük, sanmayın Çe-çenistan’ın zulmü buraya gelmez.Allah bir an bekliyor Türkiye dönecekmi, dönmeyecek mi?

Dönerse ne ala, dönmezse iplerikoparacak.

Yavuz Sultan Selim Mercidabık za-ferini kazanmak ıçın atına binmiş gi-diyordu. Atına hiddetlenince o anveziri Sinan Paşa onun bileğindentutup

- Şevketli hünkarım olmaya kiheyecana gelirsiniz, kendinizitehlikeye atarsınız bizim yüreği-mize dihun (kan) akar.

Yavuz Sultan Selim bileğini çekerve derki :

- Vezirim bütün ömrümü İslâmiçin vakfettim.

Biz Sultan Fatih’in nesliyiz, biz yat-tığımız yerden (çadırdan) zaferi bekle-yen insanlar değiliz.Biz bu davanınsahibiyiz.

Page 64: furkan, salih, mirzabeyoğlu

64 şubat 2011 sayı 39

Eski İst. 6. DGM Başkanı Sedat Karagül“DGM’YE GELENE KADAR YARGIYIBAĞIMSIZ ZANNEDİYORDUM.”

Susurluk, Nesim Malki, Türkbank ve İBDA-Cgibi büyük davalara bakan Karagül dönemin Ada-let Bakanı Türk’ün ricalarını önemsemediği için“defterinin dürüldüğünü” söylüyor. Karagül,

“Emekli olunca evsiz, barksız, iyot gibi ortada kal-dım” diyor.

‘Türk’ün İstekleri“Yargının siyasallaşması konusunun en güzel ör-

neğini ben yaşadım. O günün bakanı Hikmet SamiTürk’ün tavırları, hareketleri, istekleri çok şaşırtı-cıydı. Hem de sosyal demokrat birinin bu tür şeylerihiç yapmaması lâzım. Tabiî karakterimi bildiği içinbana direkt baskı yapamıyordu. Aracılarla istekleridile getiriyordu. İşine geleni tutukla, işine gelene be-raat, işine gelene ceza. Artık Bakanlık ne istiyorsa.Öyle ısmarlama yargıç olursa tamam, Türkiye biter.‘Adalet mülkün temelidir’ denir ya, temel bozukolursa, ne olacak? DGM’de kapıma ‘Adalet Bakanıgiremez’ diye yazacaktım. Ama maalesef giremez

Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun davasına bakan ilk mahkemebaşkanı Sedat Karagül.

Davanın ve o gün devam eden davaların sıhhati bâbında yaşa-dıklarını 12 Ocak 2006 tarihli Sabah Gazetesi’nde anlatmıştı.

Dergimizin ilk sayısında yayınladığımız bu röportajdan anekdot-lar sunacağız ki, o günün 6 no’lu DGM’sinde nasıl bir mahkeme du-ruşması ve hangi etkiler altında sonuçlar alındı anlaşılsın.

Sedat Karagül tutar bir çizgi sergiliyordu… Bu davranışın birile-rini tedirgin etti… Olur ki, Salih Mirzabeyoğlu’na da adaletli davra-nıp suçsuzluğunu ilan eder diye telâşa kapılanlar Karagül apar toparSultanahmet Adliyesi’ne tayin ettiler; hem de kendi talebelerininemrine vererek. Türkiye’de “Adalet” kadın ismidir. “Âdil olma” mâ-nâsında muhtevasının içi boşaltılmıştır vesselâm.

FFuurrkk

aann DD

eerrgg

iissii,, OO

ccaakk 22

000066

SSeeddaatt

KKaarraa

ggüüll

Page 65: furkan, salih, mirzabeyoğlu

dediğin adam senin başkanın oluyor. Düşünebili-yor musunuz? Ne kadar çirkin bir şey bu. Sonrasavcıların amiri. Dünyada hiçbir yerde savcılık vehâkimlik aynı binada olmaz. Savcılık ayrı bir bö-lümde olur.”

‘Adalet Dediğin Bir Kadın İsmidir’

Karagül, “Türkiye’de adalet var mı?” sorusunuhemen “Var tabiî, kadın ismidir ‘Adalet’. BirçokAdalet var Türkiye’de” şeklinde yanıtlıyor. Geçmişte

‘Hediye kabul eden hâkim iş de halleder’ diyerekolay yaratan Karagül, “O lafı ettikten sonra adliye-lerde korkmaya başladı herkes. Hatta bir meslekta-şım, ‘Yargıç bey sen ne yaptın, millet getirmeye, bizalmaya korkuyoruz’ dedi. Hayret ettim. O laf ağırgeldi bana. Bu da dendi yani” diyerek acı gerçeğinaltını çiziyor.

'SANKİ NAMUSSUZUM' "Ricaları kabul etmeyince benim başıma

gelmeyen kalmıyor. Sultanahmet Hâkimliğineverdiler beni. Birden ne oldu da beni oraya gön-derdiler? Ben Anadolu'da olsun, İstanbul'da olsunhep reis olarak görev yapmışım. Ömrümün çoğureislikle geçti. Birden sen beni alıp da hakim olarakveriyorsun. Böyle olunca canım çok sıkıldı. Hakim-ler ve Savcılar Yüksek Kurulu araya girdi. Bekle-memi söylediler, yaklaşık 11 ay bekledim. AdaletBakanlığı sanki ben çok namussuz biriymişim gibigeri adım atmadı. Kurulun bile gücü yetmedi."Karagül, bu aşamada çevresinden de "Ayrılma" şek-linde çok baskı gördüğünü söyledi. "Moralimbozuldu. Üstelik Sultanahmet'teki bir sürü hakimarkadaşımın cüppesini ben giydirmişim. Sultanah-met hakimi olunca üye olarak her yere veriliyorsun.Bir nevi 'Tenzili rütbe' denilebilir buna. Cüppe giy-dirdiğim hakim de utanıyordu, düşünün o başkan-lık yapacak, ben üye olacağım. Kendineyediremiyordu adam. 'Reis bey rapor al, git' diyor-lardı. Benim de zoruma gidiyordu."

Özlem Yılmaz - Murat Keklikçi, Sabah Gazetesi

‘İş Bitirici Hâkimler Var’“Lojmanda kalırken, özellikle bayramlarda

görüyorduk neler olduğunu. Bir sürü hediyelergeliyordu. Lojmanın asansörüne çikolata kutu-ları yığılıyor, biri dağıtıyordu. O kadar boldu ki,çikolataları asansörde unutuyorlardı. Birçokgiyim firmasının kamyonu geliyordu bahçeye,300-400 YTL’lik takım elbiseler dağıtılıyordu.Benim hiç öyle bir takımım olmadı. Evet, iş bi-tirici hakimler var, az sayıda da olsa var. Amahiç olmaması gerekiyor. Bir tane bile sırıtıyor.Hakim dahi olamayacak adamlar Yargıtay’a giriyor. Uzakdoğu seyahatiyle bu işler halle-diliyor. Bu da bir nevi rüşvet.”

Sanıkları Bırak Dediler

“Ben yargının bağımsız olduğunu zan-nediyordum. Anadolu’da kendimi ‘Ba-ğımsız’ biliyordum. Ta ki DGM’ye gelenekadar. Sonrasında anladım ki, yargı ba-ğımsız değilmiş. Daha önceleri bu soruyubana sorsanız, size kızıp ‘Şüpheniz mivar?’ derdim. Ama şimdi diyemiyorum.DGM’de büyük davalar, büyük menfaatçatışmaları vardı. Bağımsız olmayan biryargıçtan ne beklenir? Meslek hayatımboyunca sağcısı, solcusu, PKK’lısındanhiç baskı gelmedi. Uyuşturucu ve çetedavalarında ise hep baskı vardı. İşine ge-leni tutukla, gelmeyeni bırak. Bir uyuş-turucu davasında 12 sanık vardı,‘sanıkları bırak’ diye baskı geldi.”

65şubat 2011 sayı 39

Page 66: furkan, salih, mirzabeyoğlu

66 şubat 2011 sayı 39

Mirzabeyoğlu Davası’nın ‘Niçin’i

‘Modern hukuk’un bürokratize olma hâline dairasgari bir malûmatımız yoksa, Kafka‘nın meşhureseri Dava‘dan pek bir şey anlamayız.

Hukukun ‘ahlâk’a, ahlâkın ‘vicdan’a, vicdanın‘değer’e, değerin insan ‘ben’ine taalluk eden yö-nüne ilişkin en ufak bir fikrimiz yoksa şayet, Dos-toyevski‘nin Suç ve Ceza‘sının bizde hiç birkarşılığı olmayacaktır.

Hukuk ve toplum vicdanı, toplum vicdanı veaydın, aydın ve fikir namusu, fikir namusu ve me-suliyet, mesuliyet ve zamana şahidlik arasındakiderin münasebetlerin mahiyetini idrak edecek mal-zemeden yoksunsak, E. Zola ile birlikte daha birmeşhur olan ve adetâ onunla özdeşleşen DreyfusDavası‘nın niçin meşhur olduğunu anlamada ciddisorunlar yaşamamız kaçınılmazdır.

Psiko-politik saldırıya, onun fikrî alt yapısına,temel stratejisine, saldırıda vasıta rolü oynayanmedyaya, medyanın -her türden ve geniş anla-mıyla- enstürmanlarına, bu enstürmanların kulla-nılmasına en elverişli ortam olan şeklî demokratik

sisteme, bu sistemin manipülasyon rejimi olmasına,hukukun da bu süreçte nasıl işlediğine dair en ufakbir fikrimiz yoksa, Rosenbergler Davası ‘dava-lardan bir dava’dan başka bir şey değildir.

Siyasî, adlî, hukukî, ahlâkî, içtimaî, vicdanî, fel-sefî, mantıkî başta olmak üzere birçok alana taallukeden Mirzabeyoğlu Davası’nın şumüllüğüne iliş-kin bir fikir sahibi olmak için birbirinden bağımsızve o nisbette de birbiriyle ilintili olan bu alanlardanen azından birine dair asgari de olsa bir malûmatsahibi olmak gerekir.

Mirzabeyoğlu Davası’nı anlamada bize önemlibir argüman sunması açısından Bernard Lewis‘inşu tesbiti dikkate değerdir:

“Bizim Jüdeo-Hıristiyan mirasımıza, sekülervarlığımıza ve her ikisinin dünya çapında yayılışınakarşı kesinlikle eski bir rakibin (İslâm’ın) tarihî tep-kisi karşısındayız.”(1)

B. Lewis tarafından ‘tarihî tepki’ şeklinde tavsifedilen husus; I. Irak Saldırısı‘na karşı duran fikirve hareketlerdir.

Dünya çapında yayılan Batı’nın I. Irak Saldırısıile birlikte bir kez daha ve vahşice hedef aldığı

“MİRZABEYOĞLU DAVASI”

Av. Ali Rıza YamanYaman, Mirzabeyoğlu’nun Avukatlarındandır

Siyasî, adlî, hukukî, ahlâkî, içtimaî, vicdanî, felsefî, mantıkîbaşta olmak üzere birçok alana taalluk eden Mirzabeyoğlu Da-vası’nın şumüllüğüne ilişkin bir fikir sahibi olmak için birbirindenbağımsız ve o nisbette de birbiriyle ilintili olan bu alanlardan enazından birine dair asgari de olsa bir malûmat sahibi olmak gere-kir.

Mirzabeyoğlu Davası’nı anlamada bize önemli bir argüman sun-ması açısından Bernard Lewis‘in şu tesbiti dikkate değerdir:

“Bizim Jüdeo-Hıristiyan mirasımıza, seküler varlığımıza ve herikisinin dünya çapında yayılışına karşı kesinlikle eski bir rakibin (İs-lâm’ın) tarihî tepkisi karşısındayız.”

Page 67: furkan, salih, mirzabeyoğlu

67şubat 2011 sayı 39

insan; değerleri gerçekleştiren bir varlıktır.İnsanın ‘değer’i gerçekleştirme kudreti; onu

diğer mahlûklardan ayıran hususiyetinden, ‘şu-ur’undan gelir.

Bu şuur sayesindedir ki, hayvanlar gibi ‘çev-re’de, çevrenin içinde yaşamaz.

O, ‘çevre’yi değiştirerek, dönüştürerek, imârederek ‘dünya’sını kurar.

Bu imar faaliyeti; insanın ‘dil’i sayesinde, ‘dil’iaracılığıyla, ‘dil’i vesilesiyle gerçekleşir.

‘Dil’; insanın hem dünyasıdır, hem de dünyasınıimâr etmenin vesilesidir.

Bu vesileye yapıştığı ve onunla bilgilenip eşyave hâdiseleri teshir ettiği nisbette hürriyetine erer.

Hürriyetine erdiği nisbette de mükellefiyetini ye-rini getirir, varoluşunu gerçekleştirir.

Varoluş; zorunluluktur.Hayvan var olmakla varolur, ama insan var ol-

makla varolmaz.Gerçekleşmesi gereken varoluş; bir tarz, bir ah-

lâktır.Son 500 yılın câri olan varo-

luş ve hayat tarzı; Batıcı karak-terlidir.

Fikirleri, meseleyi ele alıştarzları ve felsefeleri ile modernhayat/varoluş tarzının kurucubabaları olarak görülebilecekolan Bacon ve Descartes‘ınhedefleri son kertede aynıdır:Dünya hâkimiyeti.

Bu hâkimiyet; bilginin, bili-min sadece bir konusu ve deunsuru olması, ‘teknik’e indir-genmesi, teknoloji hâline gel-mesi, böylece ‘dış dünya’yıdönüştürerek, dünyevîleşmesi sayesinde gerçekle-şir.

‘Dış dünyayı dünyevîleştirme’; salt dünyevî-leşme, yani ‘bu dünya’dan ibaret olarak algılanır ve‘müteal olan’, ‘bu dünya’dan Batı eliyle dehlenmekistenir.

Batı’da bütün bunlar olur, varlık, ‘bu dünya’danibaret bilinir ve her şey ‘bu dünya’ uğruna düny-evîleşirken, günümüzde eski bir rakip olarak görü-len İslâm dünyasının ekabiri; ‘müteal olan’ın ‘budünya’dan dehlendiğini fark edemeyecek kadar ki-birli, şaşkın, bıkkın ve âcizdir.

Kibir, şaşkınlık, bıkkınlık, âcizlik ve ‘ben’ini teklifiradesinden yoksunluk yüzündendir ki; dünya tari-hinde belki hiç olmayan bir şey olmuş, bilgi ve onaatfedilen değer, herşeyin belirleyeni hâline gelmiştir.

‘Bilgi’ye atfedilen ‘değer’in, Batılı değerler ska-lasına göre değerlendirilmesiyle birlikte, Batı Avru-pa’nın kendi gerçekliği âlemşümûl bir gerçeklikhâlini almış, Batıcı hayat tarzı her yerde hâkim ol-

maya başlamıştır.Özellikle son yüzyılda Anglo-Sakson kültür tara-

fından dikte edilen Batıcı hayat tarzına mukabil birhayat tarzı teklif etmek; insanlığın selâmeti açısın-dan zorunludur.

Bu zorunluluk, bu olması gereken; çilesi çekil-memiş doğruların başına çöküp, bütün yanlışları odoğruya tahvil etmek suretiyle gerçekleşmeyeceğinegöre?

O zaman yapılması gereken bellidir:Batı’nın epistemesine rağmen şekillenen, onu

hedef alan, onu aşan, onu mahkûm eden, bütünbunları yaparken de onun verilerini kendi benineaplike edebilen bir dünya görüşünü inşâ edip, me-seleler içinde, çözüm sadedinde ve devletlik çaptateklif etmek.

Peki bu o kadar kolay mıdır?Hiç kolay değildir.O kadar zordur ki, bu zoru başarmak için “‘has

oda sırrı’na bitişik bir hüviyetin sahibi”gibi tarihtegörülmeyen bir sıfatın taşıyı-cısı olmak gerekir.

Ki, o mütefekkirin gelmesiiçin tam 500 yıl beklendi.

Beklenen, iş ve eseriylegelmiş, ‘ben’ini meseleleriçinde, çözüm sadedinde vedevletlik çapta teklif etmişseyapılması gereken nedir?

Yapılması gereken bellidir:‘Beklenen’e nisbetle bir iş

ve eser üzerinde olmak.Ama bu öyle olmamış, en

mücerret meselelerin en katımüşahhasta tecelli etmesigibi, İslâm- Türk tarihinin te-

fekkür zafiyeti, Mahir (S.) isimli bir poliste son de-rece kanlı-canlı bir şekilde tecelli etmiş, beklenenFikirci mahkûm edilmiştir.

P.ç Mahir‘in beklenen Fikirci’nin karşısındakanlı-canlı tecelli ettiği tarihle, B. Lewis‘in; ‘Batıcıhayat tarzının dünya çapında ve hızla yayılışınakarşı koyma tarihi‘ olması hasebiyle üzerinde dur-duğu tarih aynıdır: 1991.

B.Lewis ve hempaları; Batıcı hayat tarzına, ohayat tarzının mücessem ifadesi olan devletlereevvel emirde sahici, şümullü ve devletlik çapta birfikirle karşı koyulması gerektiğini bilmiyor değildi.

Aynı şekilde, S. Mirzabeyoğlu gibi bir fikircininnasıl mahkûm edilmesi gerektiğini de çok iyi bili-yorlardı.

Göz hasmını tanıdı, kan, nefret ve gözyaşıylamalûl ve maruf olan Batıcı hayat tarzına nasıl, niçinve ne ile karşı olunacağını teklifiyle birlikte ortayakoyan S. Mirzabeyoğlu’nun üzerine I. Irak Saldırı-sı’nın hemen ardından P.ç Mahir’i yollayarak ope-

Göz hasmını tanıdı, kan, nef-ret ve gözyaşıyla malûl ve marufolan Batıcı hayat tarzına nasıl,niçin ve ne ile karşı olunacağınıteklifiyle birlikte ortaya koyan S.Mirzabeyoğlu’nun üzerine I. IrakSaldırısı’nın hemen ardından P.çMahir’i yollayarak operasyonunuyaptı, Mirzabeyoğlu’na günlerceişkence etti ve zaten varolan tec-rit duvarına kısa bir zamandabirçok kat çıktı.

Page 68: furkan, salih, mirzabeyoğlu

68 şubat 2011 sayı 39

rasyonunu yaptı, Mirzabeyoğlu’na günlerce işkenceetti ve zaten varolan tecrit duvarına kısa bir za-manda birçok kat çıktı.

Salih Mirzabeyoğlu ve arkadaşlarına aylarca iş-kence eden ve teşkilâtta P.ç Mahir olarak anılan şah-sın hazırladığı fezlekeler, mahkeme ve medya dadahil olmak üzere, birçok mahfilde aynen kabulgörmüş, bu saçmalığı kabul etmeyenler ise sindiril-mek istenmiş ve Batıcı hayat tarzına mukabil birhayat tarzı olan S. Mirzabeyoğlu fikrinden dolayıidam cezası almıştır.

Mirzabeyoğlu Davasının ‘Nasıl’ıBelirtildiği üzere, Mirzabeyoğlu Davası’nı anla-

mak için belli-bazı mevzulara dair asgari bir malû-mat sahibi olmak gerekir.

Bunların başında mantık gelir.P.ç Mahir marifetiyle terör ve şiddetle özdeşleş-

tirilmek istenen, birçok mahfilde kabul gören veböylece daha bir mahkûm edilen S. Mirzabeyoğ-lu’nun davasına ilişkin yürütülen mantığın, şusaçma mantıktan hiçbir farkı yoktur:

“Özdemir Sabancı, Fehriye Erdal tarafındanöldürüldüğüne göre...

Bu, bir suç olduğuna göre...Bu suçu işleyen Fehriye

Erdal Marksist bir örgüt üyesiolduğuna göre...

Asıl suçlu; Karl Marks veFriedrich Engels olduğunagöre...

O zaman yaşamış olsalardıMarks ve Engels’in idam edil-meleri gerekirdir.”

Fehriye Erdal’ın yaptığıişten dolayı Marksizmin fikirbabalarının mesul tutulup,idam edilmeyeceğini onlar da çok iyi biliyor.

Ama ortada, devletlik çapta hayat tarzı teklifiolan, bu yüzden de mahkûm edilmesi gereken birfikir ve o fikrin mimarı varsa, o ülkede hukuk birmaşa mesabesindeyse, o ülkede aydın haysiyetiyoksa, yukarıdaki mantıktan beter bir mantıkla birfikir adamına idam kararının verilmesine o ülkedekim engel olabilir ki?

Mirzabeyoğlu Davası’nın, davanın esas kişisin-den dolayı, birçok mevzuyla alâkası vardır.

En az alâkalı olduğu mevzu; mücerret ve haysi-yetli mânâsıyla hukuktur.

Hukuk, bu davada bir âlet, bir maşa, bir ‘şey‘dir.Mirzabeyoğlu’nu yargılayan hukukun ‘maşa’ ol-

ması, onun dayandığı felsefeden gelir.Nedir bu hukukun felsefesi?Bu hukukun iyi, doğru ve güzele dair söyleye-

cek bir sözü, ‘öte’ye, ‘müteal olan’a ve bunun hu-kukla alâkasına ilişkin bir fikri, dolayısıyla sahici bir

felsefesi yoktur.Batıcı hayat tarzını dikte etmede hukuku bir âlet

olarak kullanan onlara göre; “hukuk, kanun de-mektir.”

Kanun; kanun yapıcılar tarafından yapılır.Kanun koyucular tarafından yapılan,Mücerret olanla bütün alâkası kesildiği için şey-

leştirilen,Ve kanun maddelerinden ibaret bilinen bu şey;

Bekçi Murtaza zihniyetli, ‘hukukçu’ kisveli me-murlar tarafından tatbik edilir, hükmü câri hâle ge-tirilir.

Bahsedilen Bekçi Murtaza zihniyetine gayetgüzel bir misâl:

“Ben medeni hukuk nedir bilmem. Ben Napol-yon’un kanunlarını okutuyorum.” (2)

Mirzabeyoğlu’nu yargılayan hukuk mantığı,Fransa’nın hukuk tekâmülünden esinlenerek şekil-lenmiştir.

Yapma bir varlık olan hukuk; sözde değil, amaözde idari hiyerarşi içinde yer alır.

İdareye görünmez bağlarla bağlıdır.Bu hiyerarşi içinde yer alanlar, ne kadar bağım-

sız olduğu söylense de, me-murdur.

Amir-memur, ast-üst mü-nasebeti çerçevesinde iş görenbir tapu kadastro memuru nekadar bağımsız olabilirse, mev-cut hukukî yapıda iş görenmevzuatçılar da o kadar ba-ğımsız olabilir.

Yani olamaz.Bu olamama hâline çarpıcı

bir misâl:“Susurluk (...) ve İBDA-C

gibi büyük davalara bakan Ka-ragül dönemin Adalet Bakanı

Türk`ün ricalarını önemsemediği için `defterinindürüldüğünü` söylüyor. Karagül, `Emekli oluncaevsiz, barksız, iyot gibi ortada kaldım` diyor.

(...)Ben yargının bağımsız olduğunu zannediyor-

dum. Anadolu’da kendimi `Bağımsız` biliyordum.Ta ki DGM’ye gelene kadar. Sonrasında anladım ki,yargı bağımsız değilmiş. Daha önceleri bu soruyubana sorsanız, size kızıp `Şüpheniz mi var?` der-dim. Ama şimdi diyemiyorum. DGM`de büyük da-valar, büyük menfaat çatışmaları vardı. Bağımsızolmayan bir yargıçtan ne beklenir?

(...)Yargının siyasallaşması konusunun en güzel ör-

neğini ben yaşadım. O günün bakanı Hikmet SamitTürk`ün tavırları, hareketleri, istekleri çok şaşırtı-cıydı. Hem de sosyal demokrat birinin bu tür şeylerihiç yapmaması lazım. Tabii karakterimi bildiği için

Ama ortada, devletlik çaptahayat tarzı teklifi olan, bu yüz-den de mahkûm edilmesi gere-ken bir fikir ve o fikrin mimarıvarsa, o ülkede hukuk bir maşamesabesindeyse, o ülkede aydınhaysiyeti yoksa, yukarıdakimantıktan beter bir mantıkla birfikir adamına idam kararının ve-rilmesine o ülkede kim engel ola-bilir ki?

Page 69: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39 69

bana direkt baskı yapamıyordu. Aracılarla istekleridile getiriyordu. İşine geleni tutukla, işine gelene be-raat, işine gelene ceza. Artık Bakanlık ne istiyorsa.Öyle ısmarlama yargıç olursa tamam, Türkiye biter.`Adalet mülkün temelidir` denir ya, temel bozukolursa, ne olacak? DGM`de kapıma `Adalet Bakanıgiremez` diye yazacaktım. Ama maalesef giremezdediğin adam senin başkanın oluyor. Düşünebiliyormusunuz? Ne kadar çirkin bir şey bu. Sonra savcı-ların amiri. Dünyada hiçbir yerde savcılık ve ha-kimlik aynı binada olmaz. Savcılık ayrı bir bölümdeolur.” (3)

Kritik soru bu:“Adalet mülkün temelidir, peki temel bozuk

olursa, ne olacak?”Çözüm basit:Herkes bu soruyu soracak, çözüm üretme ceh-

dini gösterecek, teklifi olan teklifini yapacak, teklifiolmayan teklif edilen fikri kritik edip, ona tâbi ola-cak ve adalet tecelli edecek…

Salih Mirzabeyoğlu kritik soruyu sormuş, çözümüretme cehdini göstermiş ve teklifini yapmıştır.

Mirzabeyoğlu kritik suâli sorduğu ve bir teklifi ol-duğu için idam cezası almış ola-bilir mi?

‘Kardeşim Mirzabeyoğlu dabizim gibi taşra kurnazlığı yap-saydı, hukuksuzlukları bir müd-det görmeseydi, rüzgârıntersine dönmesini bekleyip,uygun bir zamanda koroya katı-lıp, özgürlükçü pozlarına bü-rünseydi‘ mi deniliyor yoksa?

Sedat Karagül başta olmaküzere herkesin bilmesini isterizki, zafiyetler, savcılıktan başla-mıyor.

Temeldeki zafiyetler, yukarıdan başlıyor.Yukarı?‘Yukarı’yı ‘alt’takiler, o zaman için komiser yar-

dımcısı olan Bahri ve Mehmet işaretliyor:- “Tamam, hiç kimseyle görüşmediğini ve tanı-

madığını kabul ediyoruz; tâlimat vermediğini dekabul ediyoruz... Gelelim şu liderlik mevzuuna...”

Salih Mirzabeyoğlu, bu laftaki saçmalığa dikkatçekiyor, “hiç kimseyle görüşmediğime, tâlimat ver-mediğime göre, nasıl örgüt başı oluyorum ki?” de-yince, adaletsizliğin nereden başladığını, ‘alt’takiBahri veciz bir şekilde ifade ediyor:

- “Biz sana kötülük yapmak istemiyoruz; iste-seydik, evinin bahçesine eroin gömer, eroin yaka-ladık, derdik...”

Elemanlar ‘hadi bizi iknâ et’ havalarında“sorgu”laya dursunlar, Salih Mirzabeyoğlu fikir ko-nuşuyor, kitablarından bahsederken alttaki eleman(Bahri), üstteki elemanların üflediği sufleyi tekrar

ederek tiyatronun en hayatî repliklerinden birini dil-lendiriyor:

- “Aslanım, Savcı senin kitablarını okuyacakdeğil ya... Buradan önüne ne giderse o...”

Yine aynı tiyatroda, aynı oyuncu tarafından dil-lendirilen başka bir replik:

- “Yukarıdan bastırıyorlar, sen İBDA-C örgütü-nün lideri olduğunu mecburen kabul edeceksin!”

Bu tiyatroda herkesin rolü bellidir; yukarıdaki-ler (=İçişleri, Adalet vd. Bakanlıklar), alttakiler(=elemanlar), memurlar (=mevzuat hukukçuları),amirler(=ricacı olan Adalet Bakanları), suçu sabitolmasa ve bu ifade edilse de baştan hüküm verilensanık(=S. Mirzabeyoğlu) ve bütün bunlara çanaktutup alkışlayanlar(=medya)...

Yukarıdakiler bastırır,Alttakiler vakıayı istedikleri gibi kurgular,Bu kurgu iddianame hâlini alır,İddianame mahkemece kabul edilir,Ve neticenin ne olması gerektiği sürecin en ba-

şında kendisine bildirilen memur; “gereği düşü-nüldü” kalıbıyla hükmünü verir.

Bunun adı da yargılama olur.Mirzabeyoğlu Dava-

sı’nda da aynısı olmuştur.

Tiyatro Başlıyor...Tarih; 29 Aralık 1998,

saat 14 suları...‘Adalet mülkün temeli-

dir’ denir ya, temel bozukolursa, ne olacak? diyesoran, bunu sorduğu içinhedef

seçilen Salih Mirzabe-yoğlu, o zaman için ilkokulagiden çocuğunu okuldan

almaya gider...Yanında eşi ve diğer çocuğu vardır...‘Alt’taki elemanlar hiçbir şey söylemeden, hiçbir

izin kağıdını sunmadan, okulun bahçesinde SalihMirzabeyoğlu’nun üzerine saldırır...Mekâna, zamana, hâdisenin seyrine dikkat!..Aynı usûlsüzlük daha sonra da devam eder; hiç-

bir izin olmaksızın üst, ev ve araba araması yapılır.Hâdise medyaya servis edilir, “büyük Türk”

medyası hüküm dolu cümlelerle haberi duyururlar:“İBDA-C örgütünün efsanevî lideri Salih Mirza-

beyoğlu kod adlı Salih İzzet Erdiş saklandığı evdeyakalandı...”Tersten başlayarak düzeltelim;Salih Mirzabeyoğlu kaçmıyordu ki, yakalansın...Salih Mirzabeyoğlu aranmıyordu ki, saklansın...Tek bir tane İBDA-C yoktur ki, İBDA-C örgütü

olsun...Salih Mirzabeyoğlu hiç kimseye emir, tâlimat

Elemanlar ‘hadi bizi iknâ et’ ha-valarında “sorgu”laya dursunlar,Salih Mirzabeyoğlu fikir konuşu-yor, kitablarından bahsederkenalttaki eleman (Bahri), üstteki ele-manların üflediği sufleyi tekrarederek tiyatronun en hayatî replik-lerinden birini dillendiriyor:

- “Aslanım, Savcı senin kitabla-rını okuyacak değil ya... Buradanönüne ne giderse o...”

Page 70: furkan, salih, mirzabeyoğlu

70 şubat 2011 sayı 39

vermemişti ki, ‘örgüt lideri olsun’...‘Necib‘ Türk medyası bütün bunları bilmiyor

mu?Çok iyi biliyor.Zaten çok iyi bildiği için böyle bir manipülasyon

yapıyor.Mirzabeyoğlu Davası’nda medya kısmı özellikle

mühim.İşin tam burasında bir parantez açalım ve S. Mir-

zabeyoğlu’nun duruşuna hayran olan ateist bir yö-netmen tarafından aktarılan hâdiseyi paylaşalım:

Eskişehir Anadolu Üniversitesi, İletişim Fakültesi,Sinema-TV Bölümü’nde eğitim/ sohbet programdüzenlenir...

Toplantıda mesleğin duayenleri ağırlanır, gö-rüntüler eşliğinde değerlendirmeler, kritikler yapılır,mesleğin üstadları genç meslektaşlarına bilgilerini,tecrübelerini aktarır...

Bu toplantılardan birinde görüntüye Salih Mir-zabeyoğlu gelir...

Mesleğin duayenlerinden talebelere meslektenasıl başarılı olunacağının pek değerli ‘tılsım’ı veri-lir:

“İşte bu adam gerçek bir lider, duruşuyla tavrıylave yazdıklarıyla... Ama bizim önünü kesmemiz ge-rekiyor. Bu yüzden onun aleyhinde yayınlar yap-mamız gerekiyor/isteniyor... Bu adama dikkat edin.”

Bu sözü edenlerden birisi; yaptığı programlarlaTürkiye’ye tartışma kültürünü getirdiğini, herkeseeşit mesafede durduğunu, herkesin fikrini özgürceifade etmesi gerektiğini söyleyen, ismi Telegram iş-kencesinde de geçen A.K., diğeri yıllarca A.K. ilebirlikte çalışan, onun editörlüğünü yapan, dahasonra yolları ayrılan, şimdilerde bir haber kanalındagörev yapan A.A.’dır.

Önemine binaen tekrar ediyoruz:Mirzabeyoğlu Davası’nın iki önemli ayağı var-

dır: Soruşturma evresi ve medya.En ‘önemsiz’ ayağı ise malûm; hukuk.29 Aralık 1998‘e dönüyoruz...S. Mirzabeyoğlu, eşinin ve çocuklarının gözleri

önünde darp edilir, ailesinin yanından zorla alınır,evine, arabasına zorla girilir ve yukarıda verdiğimizrepliklerden ruhunun ve muhtevasının süzülmesimümkün olan sorgu safhası başlar.

Bu süreçte avukatlarına çıkarılan zorluklardanbahsetmiyor ve direkt savcılık safhasına, savcınıntutuklama

talebine, bu talebin ivedilikle kabul edilip S. Mir-zabeyoğlu’nun Metris cezaevine götürülmesi süre-cine geçiyoruz...

Metris Cezaevi...Salih Mirzabeyoğlu cezaevine konulmuş, med-

yada kara propoganda bütün hızıyla devam etmişve Sedat Karagül’ün de şekvacı olduğu ricacı ba-kanların emrinde olan savcılar İddianameyi hazır-

lamış ve bu iddianame yargının siyasallaşması ko-nusunun en güzel örneğini yaşadığını söyleyenSedat Karagül

tarafından kabul edilmiştir.

Tarih; 25 Ocak 2000...Mirzabeyoğlu Davası’nın İddianamesi’nin mes-

netsizliğini, kifâyetsizliğini görmek için hukukçu ol-maya gerek yok.

Ancak belirtmek isteriz; Salih Mirzabeyoğlu dabir hukukçudur ve iddianamenin nasıl hazırlandı-ğını, yargının siyasallaşması konusunun en güzel ör-neğini görmüş, S. Karagül’e “DGM`de kapıma`Adalet Bakanı giremez` diye yazacaktım. Amamaalesef giremez dediğin adam senin başkanın olu-yor.” dedirtecek kadar açıkça cereyan eden adalet-sizliğe; adalet adına, hukuk adına, insanlık adına,vicdan adına tepki göstermiştir.

Bir adaletsizliğe tepki göstermek insanın en tabiîhâliyken, S. Mirzabeyoğlu da bunu yapmışken,daha duruşma günü gelmemişken, duruşma günügelmediği için duruşmaya çıkıp-çıkmayacağının bi-linmesi mümkün değilken, Metris cezaevinde tu-tuklu bulunan sanık S. Mirzabeyoğlu’nun niyetibakanın bir memuru tarafından okunmuş, duruş-maya çıkmayacağı gerekçesiyle kendisine saldırıl-mış, “Noel Baba” adı verilen bir operasyonla,gecenin 3’ünde Metris cezaevinin duvarları delin-miş, saatlerce kurşun yağdırılmış, gaz bombalarıkullanılmış, (öğrendiğimize göre o gün orada okadar gaz bombası kullanılmış ki, ellerindeki stoklarbitmiş), bir kişi öldürülmüş, Salih Mirzabeyoğlu’nun

Mesleğin duayenlerinden talebe-lere meslekte nasıl başarılı olunaca-ğının pek değerli ‘tılsım’ı verilir:

“İşte bu adam gerçek bir lider, du-ruşuyla tavrıyla ve yazdıklarıyla...Ama bizim önünü kesmemiz gereki-yor. Bu yüzden onun aleyhinde ya-yınlar yapmamız gerekiyor/isteniyor... Bu adama dikkat edin.”

Bu sözü edenlerden birisi; yaptığıprogramlarla Türkiye’ye tartışmakültürünü getirdiğini, herkese eşitmesafede durduğunu, herkesin fik-rini özgürce ifade etmesi gerektiğini

söyleyen, ismi Telegram işkence-sinde de geçen A.K., diğeri yıllarcaA.K. ile birlikte çalışan, onun editör-lüğünü yapan, daha sonra yolları ay-rılan, şimdilerde bir haber kanalındagörev yapan A.A.’dır.

Page 71: furkan, salih, mirzabeyoğlu

71

üzerine yüzlerce kişi saldırmış, onu öldüresiye döv-müş, sol ayağı sağ ayağının iki katı büyüklüğündeşişmiş, kafası ve gözü yarılmış, aylarca bayılma kriz-leri geçirecek kadar kafasına darbe almış, saçı vesakalı kesilmiştir...

Niyet okuyucu savcıların emriyle yapılan ope-rasyonun ardından Salih Mirzabeyoğlu mahkemesalonuna gelmiştir...

Tiyatroya mahkeme salonunda devam edilir.Bir sanığa hükümlü muamelesi yapıp, devam

etmekte olan davayı etkilemeye çalışarak suç işle-yen medyanın bu duruşmaya ilgisi büyüktür...

Manzara son derece ürkütücüdür:Mahkeme salonunda, saç ve sakalları kesilmiş,

kafasına öldürücü darbeler almış, kaşı ve gözü pat-latılmış, sol ayağı diğer ayağının en az iki katı kadarşişmiş bir sanık vardır. Mahkeme heyetini de tedir-gin eden bu görüntüler yaşanırken tarihî bir hâdisedaha olur:

Salih Mirzabeyoğlu ve arkadaşlarının fotoğrafınıçekenler bir foto-muhabir, mahkeme heyetinedöner ve; “Salih Mirzabeyoğlu’nun üzerindekimontu onu çok heybetli gösteriyor, montunuçıkartırsanız daha iyi olur...” der.

Henüz sanık olduğu için S. Mirzabeyoğlu’nuncan güvenliğinden kendisini mesul görmesi gerekenmahkeme heyetinin hukuk ve onun haysiyeti gibibir derdi olsaydı, savcıdan başlayarak, sanığı buhâle getiren herkes hakkında işlem yapılması yö-nünde ivedilikle kararlar verirdi.

Ama öyle olmamış, bırakın ricacılara boyun eğ-memeyi, foto-muhabirin karşısında bile mahkûmbir tavır sergileyen mahkeme başkanı (Metin Çetin-baş) bir an şaşırmış, daha sonra foto-muhabirininisteğini yerine getirmiş, kolluk kuvvetlerine “çokheybetli gözüküyor, üzerindeki montu çıkartın” em-rini vermiştir.

Dikkat ediliyorsa, hep psikolojiden, detaylarüzerinden gidiyor, hukukî mülâhazalara hiç girmi-yor, hep tatbik sürecinden bahsediyoruz...

“Sen kimsin ki mahkeme heyetine emir ver-meye, onu yönlendirmeye kalkıyorsun. İşini adamgibi yapmayan şu foto-muhabiri atın ve hakkındagerekli işlemleri başlatın” demesi gerektiği hâldebunun tam tersini yapan bir mahkemenin Mirzabe-yoğlu Davası’na nasıl baktığını, hangi psikolojiyle,hangi mahkûm bir tavırla, Türk fikir dünyasındaeserleriyle mühim bir yer tutan Salih Mirzabeyoğ-lu’na “Türk Milleti adına” karar verdiğini artık söy-lemeye bile gerek yok.

Tarih; 2 Nisan 2001...Bitmek üzere olan tiyatronun aktörlerinin rep-

likleri:Polis Bahri:- “TAMAM, HİÇ KİMSEYLE GÖRÜŞMEDİ-

ĞİNİ VE TANIMADIĞINI KABUL EDİYORUZ; TA-LİMAT VERMEDİĞİNİ DE KABUL EDİYORUZ...GELELİM ŞU LİDERLİK MEVZUUNA...”

- “YUKARIDAN BASTIRIYORLAR, SEN İBDA-C ÖRGÜTÜNÜN LİDERİ OLDUĞUNU MECBU-REN KABUL EDECEKSİN!”

- “BİZ SANA KÖTÜLÜK YAPMAK İSTEMİYO-RUZ; İSTESEYDİK, EVİNİN BAHÇESİNE EROİNGÖMER, EROİN YAKALADIK, DERDİK...”

Ricacıların ricalarına göre iş yapan savcı:- “İBDA/C adlı örgütün lideri olan kod adıylada

kurulacak Büyük doğu islam devletininkonutanı seçilecek olan KUMANDAN KOD

SALİH İZZET ERDİŞ’İN ÖRGÜT MENSUPLARI-NIN GERÇEKLEŞTİRDİĞİ EYLEMLERE DOĞ-RUDAN DOĞRUYA KATILDIĞI TESBİTEDİLMEMİŞ OLMAKLA BERABER (4) (...)Lider-siz bir örgüt düşünülemediği gibi, örgüt mensupla-

rının gerçekleştirdiğieylemlerden de örgütliderinin sorumlu tutu-lamaması eşyanın ta-biatına aykırı düşer.İBDA-C adlı örgütmensuplarının gerçek-leştirdiği tüm eylemler-den örgütün lideri desorumludur” (5)

“İşine geleni tu-tukla, işine geleneberaat, işine geleneceza. Artık Bakan-lık ne istiyorsa”diyen Sedat

Karagül’ün debaşkanlık yaptığımahkeme heyeti:

şubat 2011 sayı 39

“SSaalliihh MMiirrzzaabbeeyyooğğlluu’’nnuunn üüzzeerriinnddeekkii mmoonnttuu oonnuu ççookk hheeyybbeettlliiggöösstteerriiyyoorr,, mmoonnttuunnuu ççııkkaarrttıırrssaannıızz ddaahhaa iiyyii oolluurr...”

Page 72: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 3972

- “1991 yılına kadar kurulan legal ve illegal cep-helerin kurulmasında sanığın talimatları olmuş,1991 yılında cezaevine girdikten sonra sanık cephefaaliyetlerinde bizzat emir ve talimatı olmadığınısöylemiştir.

Sanık fikir mazında (-bazında olacak. A.R.Y.)İBDA/C örgütü liderliğini kabul etmekte fakat ey-lemsel alanda, liderliğin kendisinde olmadığını,ancak örgüt mensuplarının kendisini lider kabul et-mesinin normal olduğunu söylemektedir.

(...)Sanık Salih İzzet Erdiş’in üzerine atılı suçu işle-

yiş biçimi, suç sebep ve saiki, suç işlemezden ön-ceki ve sonraki olumsuz tutum ve davranışları,hiçbir pişmanlığının görülmeyişi, suç işleme konu-sundaki ısrarlı tutumu, tüm dosya kapsamına naza-ran sanığın subut bulan eylemine TCK.nun 146/1.Maddesi gereğince cezalandırılması yoluna gidil-miş(...)aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiş-tir.

(Kumandan KOD- Salih Mirzabeyoğlu) sanıkSalih İzzet Erdiş’in silahlı terör örgütü olan İBDA/C örgütünü kurarak örgütün gerçekleştirdiği birçoköldürme, yaralama ve diğer faaliyetlerinden dolayıdoğan sorumluluğu, emir ve komutası gözönündebulundurularak;

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının tamamınıveya bir kısmını Tağyir ve Tebdil veye İlgaya veAnayasa ile teşekkül etmiş olan T.B.M.M ni iskatave vaziyetini yapmaktan Men’e cebren teşebbüs et-mekten eylemine uyan TCK.NUN 146/1 MADDESİGEREĞİNCE İDAM CEZASI İLE CEZALANDI-RILMASINA (...)oy birliğiyle verilen karar açıkçaokunup anlatıldı 02-04-2001” (6)

Bütün olan-biteni derin bir tenezzülsüz-lükle seyreden, savunmasını bile telegram iş-kencesi seanslarında yazmak zorunda kalanSalih Mirzabeyoğlu:

“TİYATRO BİTTİ!”Büyük davaların, büyük menfaat çatışmalarının

olduğu DGM’de görev yapan, görevi esnasındaMirzabeyoğlu Davası’nın Sedat Karagül’den son-raki mahkeme başkanı olup, Mirzabeyoğlu’na idamkararı veren, bu kararın ardından emekli olup avu-katlık yapmaya başlayan, dost meclislerinde mes-lek hatıralarını herkesle paylaşan, İBDA-Cdavasında polisin ne kadar baskı yaptığını anlatan,yapılan bir operasyonda gözaltına alınan müvekkil-lerinden birinin (K. Alemdaroğlu) kafasının eği-lip, polis arabasına konulması işlemine “müvekkilimbir sanıkken böyle bir şey nasıl olabilir, bu tarihingördüğü en büyük hukuksuzluklardan biri” sözle-riyle tepki gösteren Metin Çetinbaş isimli sayınmeslektaşımız, Mirzabeyoğlu Davası’nın gerekçelikararında sanığın hangi eyleminin subut bulduğunuda belirtmiş olsaydı fevkalâde bir iş yapmış olurdu.

Ama olmadı.‘Sübut bulan tek eylem’i kitap yazmak olan

Salih Mirzabeyoğlu ‘olsa olsa budur‘ mantığı üze-rine bina edilen bir kararla, idam cezası aldı.

Bu ceza, AB müktesebatı çerçevesinde yapılandüzenlemelerle ağırlaştırılmış müebbet hapis ceza-sına çevrildi.

Mirzabeyoğlu Davası’nın ‘Sonuç’u

Mirzabeyoğlu Davası’nın ‘niçin’ini de, ‘nasıl’ınıda birden sonsuza kadar sıralayıp değerlendirebile-ceğimiz gibi, sonsuzdan bire irca ederek de değer-lendirebiliriz.

Aynı değerlendirme, ‘sonuç’ için de geçerlidir.Mirzabeyoğlu Davası’nın birçok sonucu vardır,

olmuştur, olacaktır...En basitinden bu davayla birlikte ulaşılmaz, eri-

şilmez, aşılmaz olarak görülen birçok mit yıkılmıştır.

Mirzabeyoğlu Davası’nın ‘niçin’ini de, ‘nasıl’ını da bir-den sonsuza kadar sıralayıp değerlendirebileceğimiz gibi,sonsuzdan bire irca ederek de değerlendirebiliriz.

Aynı değerlendirme, ‘sonuç’ için de geçerlidir.Mirzabeyoğlu Davası’nın birçok sonucu vardır, olmuş-

tur, olacaktır...En basitinden bu davayla birlikte ulaşılmaz, erişilmez,

aşılmaz olarak görülen birçok mit yıkılmıştır.Bu vb. sonuçların yanında Mirzabeyoğlu Davası’nın

öyle bir sonucu vardır ki; dünya fikir tarihinin en mühimhâdiselerinden biri olarak kayda geçmiştir: “Telegram iş-kencesi.”

Herkesin bildiği ama içselleştirme noktasında zafiyetgösterdiği kaskatı vakıa şudur:

Salih Mirzabeyoğlu, şu saatte, şu dakikada, şu ânda işkence görmektedir!Bunu içselleştirmek için çok fazla bir şey yapmaya gerek yok.

Page 73: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39 73

Bu vb. sonuçların yanında Mirzabeyoğlu Dava-sı’nın öyle bir sonucu vardır ki; dünya fikir tarihininen mühim hâdiselerinden biri olarak kayda geç-miştir: “Telegram işkencesi.”

Herkesin bildiği ama içselleştirme noktasında za-fiyet gösterdiği kaskatı vakıa şudur:

Salih Mirzabeyoğlu, şu saatte, şu dakikada, şuânda işkence görmektedir!

Bunu içselleştirmek için çok fazla bir şey yap-maya gerek yok.

“Salih Mirzabeyoğlu’na idam cezası verilmiştir.İdam cezası ağırlaştırılmış müebbet hapse çevril-miştir. Tam 10 yıldır telegram işkencesi görmektedir.İdam edilseydi bir kere ölürdü. Ama telegram iş-kencesiyle her dakika, her saniye ölümü tadıyor.”,günde 10 kez tekrar edilse, mesele zannımızca hâl-lolur.

Mağdur edebiyatı yapmadığımız gibi, işkencegören bir insanın sırtından kahramanlık türkülerisöyleyerek böyle bir şey yokmuş gibi de davranmı-yoruz.

Vakıa bu:Telegram işkencesi vardır, Salih Mirzabeyoğlu

buna on yıldır maruzdur, yaşadığı işkenceyi fikretevcih etmiş, kendisinin “Telegram serisi” olarak va-sıflandırdığı tam 16 eser kaleme almıştır.

Peki bunlar olmuştur da ne olmuştur?Gazetecisi, yazarı, fikircisi, sivil toplum örgütü

üyesi, vs,vs... meseleye dair bir duyarlılık mı sergi-lemiş?

Meselâ bir milletvekili konuyu meclise mi taşı-mış?

Bu durumun sebebi, meselenin bilinmemesin-den mi kaynaklanıyor olabilir mi?

Zannetmiyoruz.Zira başta hükümet partisi olmak üzere birçok

partinin milletvekili durumdan haberdar edilmiştir.Telegram başka bağlamlarda meclis komisyon-

larından birinde gündeme gelmiş, Mirzabeyoğ-lu’nun ismi zikredilmeden ‘ele alınmış’, bir kararabağlanamadan öylece bırakılmıştır.

Meseleyle en alâkadar olan önceki dönemdenbir milletvekili konuyu meclis gündemine taşıyaca-ğını söylemiş, bu milletvekiliyle yapılan görüşmele-rin üzerinden az bir zaman sonra ortada ciddi birsebeb de yokken parti yönetiminden dışlanmış, ar-dından Ergenekon davası sürecinde hakkında tu-tuklama kararı çıkarılmıştır.

Cumhurbaşkanından, başbakanına, bakanın-dan, milletvekiline kadar herkes meseleden haber-dardır.

Başbakan’a yakınlığıyla bilinen ve bize; “Ali Rızabey, Salih beyin dosyası Başbakan’ın önünde” di-yerek iyi niyet gösteren dostlarımıza söylediğimiziyineleyelim: “Farklı farklı kanallardan, farklı ağız-lardan üçyıldır hemen hemen aynı şeyler söyleni-

yor. Dosya ya Başbakan’ın, ya Cumhurbaşkanı’nınönünde deniliyor. Ama yıllardır gündeme gelmiyor,hiçbir şey yapılmıyor. Sebep?”

Birebir görüşmelerde herkesin her meseledenhaberdar olduğunu görüyoruz.

Ama bu, dört duvar arasında değil de, dışarıdadillendirilmesi noktasına gelince diller sus-pus.

- “Ali Rızacığım Telegram’ı işte şu salonda, ar-kadaşlarla bir hafta boyunca okuduk. Belki inan-mayacaksın kimi arkadaşlarımız kendini tutamayıp,ağlamaya başladı.”

- “İnanırım, niçin inanmayayım. Ama bahsetti-ğiniz arkadaşlar da, sizler de cemiyete ulaşma nok-tasında sıkıntısı olmayan insanlarsınız. En baştabütün tv.ler, gazeteler size açık. Gazeteci, yönet-men, Yard. Doç., Doç. gibi titrleriniz var. Çok muzor, böyle bir meselenin olduğunu söyleyip, gerisinibize bırakmanız.”

- “Haklısınız... Ama...”Ama?..Evet, ama...Nedir bu ‘ama‘lar, ‘fakat‘lar, ‘lâkin‘ler?..Nedir telegramı dillendirmekten alıkoyan hu-

suslar?Mevzuun komplike olması mı, ifade çetinliği

mi?..Evet, mevzu komplike bir durum arzediyor...Evet, mesele çok veçheli...Evet, Telegram’ın felsefî, fizikî, ruhî, ilmî, tıbbî,

teknik, mühendislik, metafizik, psikolojik, parapsi-kolojik, nörofizyolojik, vs, vs… izah bekleyen birçok hususiyeti var...

Evet, bu meseleyi anlamak ve izah için bu mev-zulara dair asgarisinden bir malûmata sahip olmakgerekir...

Ancak bütün bunlar, “Ölüm Odası -B YEDİ-” isimli eserle, Baran dergisinde, her hafta ve ânıânına dile getirilen bir haksızlığı, bir zulmü, bir iş-kenceyi dillendirmemenin mazereti olamaz.

Kaldı ki Salih Mirzabeyoğlu, telegramı yaşayanolarak yazmış, tafsilatlandırmış, temellendirmiş vemeydan yerine dikmiş.

“Gerisi hikâye...”Bu hikâyede sen neredesin?Soru(n) bu.

İktibas ve Dipnotlar:1- akt: Halil İnalcık, Doğu Batı Makaleler -I-, DoğuBatı

Yay., 2005-Ankara, s.2372- akt: Sadri Maksudi Arsal, Hukuk İlmi ve Sosyoloji, An-

kara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl 1943, Cilt 1 Sayı1, s.21

3- Sabah Gazetesi, 12/02/2006, Sedat Karagül röportajı.4- Vurgu bize aittir.5- İmlâ, yazılım vs. hataları düzeltilmemiş, iddianamede

geçen ifadeler aynen alınmıştır.6- İmlâ, yazılım vs. hataları düzeltilmemiş, gerekçeli kararda

geçen ifadeler aynen alınmıştır.

Page 74: furkan, salih, mirzabeyoğlu

“Âlim, Allah’ın yeryüzündeki eminidir.” “Bir âlimin ölümü, bir âlemin ölümü gibidir!”Bilindiği gibi 28 Şubatçıların yürüttüğü ope-

rasyon dahilinde 1998 Ramazan ayında tutuklana-rak cezaevine sevkedilen Salih Mirzabeyoğlu,hakkında hazırlanan İddianamede ve mahkeme ne-ticesinde yazılan Gerekçeli Kararı’nda da geçtiği şe-kilde; “her ne kadar bir eylemi ve eylem tâlimatıolduğu tesbit edilememiş olsa da” idama mahkûmedilmiştir. O tarihten itibaren geçen 12 yılın 6 yılını3 metrelik hücrede geçiren Mütefekkir, bu yetmi-yormuş gibi tam 11 yıldır “Telegram” işkencesinemâruz kalmaktadır.

Bu süre içinde “Telegram” ve diğer işkencele-rin muhakemesi, verilen hukuk mücadelesi gibi ko-

nuların yanı sıra, 15 cildi cezaevinde yazılmak kay-dıyla 56 cildlik eser sahibi olan Salih Mirzabeyoğ-lu’nun dâvası, fikirleri, şahsiyeti vesair bir bir izahaçalışmak, kitablık çapta bir eser gerektirdiğinden do-layı bu mevzuuları sadet dışı tutarak meramımızıkestirmeden ifade etmek durumundayız.

Salih Mirzabeyoğlu tam 11 yıldır “Telegram”işkencesine mâruz kalmasına ve bu konuda “Teleg-ram” ve “Ölüm Odası” adlı iki cild eser yazmasınarağmen, hükûmet erkanı ve resmî kurumlar baştaolmak kaydıyla partiler, sivil örgütler, cemaatler ve-sair ne kadar vicdan taşıyıcı varsa, bugüne kadarhepsi birden ağız birliği etmişçesine bu işkenceyigörmemezlikten, bu sesi duymamazlıktan gelmek-tedir. Farketmez!..

74 şubat 2011 sayı 39

SALİH MİRZABEYOĞLU VE TELEGRAM

BBP Genel Başkanı Yalçın Topçu“MÜSLÜMA� BİR LİDERE

İŞKE�CE KABUL EDİLEMEZ”

Salih Mirzabeyoğlu’na uygulan Telegramişkencesi konusunda herkesi bilgilendirmeyiamaçlayan grub 15 Aralık Çarşamba günü, BüyükBirlik Partisi Genel Başkanı Yalçın Topçu ilegörüştü.

Salih Mirzabeyoğlu’nun maruz kaldığıtelegram işkencesi konusunda bilgilendirilenGenel Başkan Topçu; “Kendisinin de işkence

gördüğünü, işkence ve cezaevine yabancı olmadığını” belirterek; “Devletin İmralı’dakuyruğa girdiği bir dönemde, Müslüman bir lidere işkence yapılmasının kabul edile-meyeceğini, bu konu ile yakinen ilgileneceklerini” belirtti... Haftaya Başbakan RecepTayip Erdoğan ile bir görüşmesi olduğunu, bu görüşmede de bu mevzuyu mutlakadile getireceğini ifade etti. Salih Mirzabeyoğlu’nun Avukatları ile de görüşmek iste-diğini söyleyen Topçu, Mirzabeyoğlu’nun cezaevi şartları konusunda da iyileştirmeyapılması gerektiğini belirtti.

Sedat [email protected]

Page 75: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39

Her vicdan taşıyıcı insanı çıldırtması gerekenbu sessizlik, İrfan Sultanı Mütefekkir Salih Mirzabe-yoğlu’nun eserlerini okuyan ve O’na, dâ vas ınakendini yakın hisseden her “gönüldaş”ı yıllardır de-rinden yaralamakta, bir çığlık, bir haykırış ile dahiolsa, seslerinin cemiyet meydanında yankılanmasıiçin nasıl bir çaba sarfedilmesi gerektiğinin münaz-arası yapılmakta ve; “şöyle yapılmalı, böyle hare-ket edilmeli” şeklinde çeşitli fikir ve kanaatler beyanedilmektedir.

Nihayet bu sessizliği bozmak isteyen birkaç gö-nüldaş 8 Kasım 2010 tarihinde Ak Parti Genel Mer-

kezi’ne bir dilekçe vermek sûretiyle harekete geç-miştir. 22 Kasım 2010 tarihinde CHP Genel Mer-kezi’ne, 29 Kasım 2010 Tarihinde de MHP GenelMerkezi’ne dilekçe verilmiştir. Bundan sonra dadiğer parti ve sivil kuruluşları ziyaret ve adı geçendilekçeyi vermek gibi uzun bir süreç ve sürecin ve-rimli olması temennileridir.

Bu görüşmeler, eksiğiyle fazlasıyla bazı dergive internet sitelerinde yayımlanmıştır. Burada çokkısa olarak bu görüşmelerin muhtevâsını paylaşmakistiyoruz.

75

Saadet Partisi Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Birol Aydın:“ALLAH MİRZABEYOĞLU’NUNYARDIMCISI OLSUN!”

Faaliyetlerini Salih Mirzabeyoğlu'na uygulanan işkencedenherkesi haberdar etmek, Telegrama ilişkin kim, ne tepkiveriyor, buna dair tarihe naçizâne bir not düşmek olaraközetleyen ve gittikleri her yerde büyük bir alâka ilekarşılaşan grub, 6 Aralık 2010'da, Saadet Partisi'ni ziyaretetti. Kendisini ziyarete gelen grubu büyük bir ilgi ve alâka iledinleyen Birol AYDIN, Salih Mirzabeyoğlu’na yapılanişkencenin kabul edilemez olduğunu belirtti, “Allah yardım-cısı olsun.” temennisinde bulundu.

Saadet Partisi’nin Salih Mirzabeyoğlu’na dair bir taleble ziyaret edildiğini öğrenen Milli Gazete degruba ayrı bir ilgi ve alâka gösterdi, kendilerini ağırladı, grub üyelerinden Adeviye Yeşiloğlu veGönül Bulut ile bir röportaj yaptı.

Mirzabeyoğlu'na kimler işkence yapıyor? Yayınlanmış 56 eseri olan ve örgüt lideri olduğu iddiasıyla yargılanarak idam cezası alan SalihMirzabeyoğlu, 11 yıldır Telegram (Zihin yönlendirme) işkencesine maruz kaldığı iddiasıyla yenidengündemde. Mirzabeyoğlu'na yapılan işkenceyi Ankara'ya taşıyan bir grup sivil girişimci, Adalet Bakanlığı vehükümet yetkililerinden bir an önce bu uygulamaya son verilmesi çağrısında bulundu. Sivil girişimciler, Salih Mirzabeyoğlu'na Telegram işkencesi yapıldığı gerekçesiyle Ankara'da, baştaAKP olmak üzere CHP, MHP ve Saadet Partisini ziyaret ederek, insan haklarına ve hukuka aykırıolan bu işkencenin bir an önce sona erdirilip, sorumluların yargılanmasını istedi. Sivil girişimci grubun sözcülerinden Ayşe Tercan; "Salih Mirzabeyoğlu 12 yıllık cezaevi hayatınınson 6 yılını 3 metrekarelik bir hücrede geçirmekte, 11 yıldır da Telegram (Zihin Yönlendirme)işkencesine maruz kalmaktadır. Telegram, düşünce formunun, sistem zihniyetinin dışarıdandeğiştirilmesi teşebbüsüne ve bu maksatla iradenin, kimliğin, kişiliğin parçalanmasına yönelikolarak yapılan bir işkence türüdür. Hedefi, insan iradesinin teshir ve zapt altına alınıp, istenildiğigibi yönlendirilmesidir" dedi.

Millî Gazete, 09.12.2010

Page 76: furkan, salih, mirzabeyoğlu

Partilere Verilen Dilekçe ve Yetkililerin İfadeleri

Ak Partisi’ne yedi, MHP ve CHP’ne de onmaddelik dilekçeye ek olarak Salih Mirzabe-yoğlu’nun avukatlarından Sayın Ali Rıza Yaman’ınGazeteci Samed Doğan ile yaptığı ve www.haber-taraf.com isimli sitede yayımlanan dört küsur say-falık röportajı adı geçen Partilerin GenelMerkezleri’nde yetkililere takdim edilmiştir. Bu di-lekçelerin hûlâsası şöyledir: Hayatı boyunca yerli-yabancı hiçbir kimsenin piyonu olmayan ve aslaolmayacak olan ve tamamen bu toprakların, yani“öz” malımız olan; bize “kökler”imizi hatırlatan fi-kirlerden müteşekkil 56 cildlik eserin altında imzasıolan Salih Mirzabeyoğlu’nun tutuklanması ve ona-nan idam kararının hukuk dışı olması, şahsına ya-pılan “Telegram” işkencesinin durdurulması veişkencecilerin tesbit edilerek adâlet önünde hesabvermeleri için yetkililerin harekete geçmesi; bu ses-sizliğin, vurdumduymazlığın son bulmasıdır.

Parti Genel Merkezlerindeki izlenimlerin hûlâ-sası: AK Parti Genel Merkezi’ne verilen dilekçeyedair yetkililer, dilekçeyi veren grubdan Adeviye Ye-şiloğlu ve Ayşe Tercan’a “dilekçenin Adâlet Bakan-lığı’na verileceğini” ifade etmişler, ayrıca, GenelBaşkan Yardımcısı Sayın Abdulkadir Aksu’ya dilek-çenin bir nüshası takdim edilmiş, Sayın Aksu “ko-nuyla ilgileneceğini” beyan etmiştir.

CHP Genel Merkezi’nde dilekçe, Genel Baş-kan Yardımcısı Gürsel Tekin’e takdim edilmiştir. Te-legram işkencesine benzer işkence türlerinin birkısmından haberdar olduğunu beyan eden SayınGürsel, “bu tür işkencelerin Amerika tarafından or-ganize edildiği”ne dikkat çektikten sonra bu mese-leyi Genel Başkanı ile konuşacağını ifade etmiştir.Sayın Gürsel ayrıca, Konya Milletvekili Sayın AtillaKart’dan randevu taleb ederek arkadaşlarla bizzatgörüşmesini ricâ etmiştir. 24 Kasım 2010 tarihindede randevu gerçekleşmiş, Milletvekili Atilla Kart,Meclis Komisyonuna Telegram işkencesi hakkında“en kısa zamanda bir soru önergesi vereceğini vemeselenin takibçisi olacağını” ifade etmiştir.

MHP Genel Merkezi’nde dilekçe, İnsan Hak-ları Komisyon Başkan Yardımcısı Yozgat MilletvekiliSayın Mehmed Ekici’ye takdim edilmiştir. SayınEkici de, “bu tür işkence ve benzerlerinin İsrail ta-rafından uygulandığını fakat ispatının şu an müm-kün olmadığını” beyan etmiş, ayrıca, “Bolu Cezaeviziyaretinde Salih Mirzabeyoğlu ile bizzat görüşece-ğini ve elinden geleni yapacağını” samimiyetle ifadeetmiştir. Sayın Ekici, meselenin İnsan Hakları Ko-misyonu’na taşınması gerektiğini, bunun usûlününde Salih Mirzabeyoğlu’nun avukatları yahut yakın-ları tarafından Komisyon’a bir dilekçe sunulmasışeklinde olacağını söylemekle birlikte takdire şa-yandır ki, “Mirzabeyoğlu’nun asla böyle bir dilekçe

76 şubat 2011 sayı 39

Türkiye Partisi Genel BaşkanıDoç. Dr. Abdüllatif Şener:

“MİRZABEYOĞLU’NAYAPILAN İŞKENCE KABULEDİLEMEZ!”

Salih Mirzabeyoğlu’na yapılanTelegram işkencesini anlatan grub, 28Aralık 2010 günü Türkiye Partisi’ni ziyaretetti.

Salih Mirzabeyoğlu’na uygulananTelegram işkencesinin yanı sıraMirzabeyoğlu Davası hakkında dabilgilendirilen Abdüllatif Şener, “SalihBey'e yapılan işkence kabul edilemezbir durumdur. Yaşadığı hukuk süreciise, bir hukuksuzluk örneğidir.”diyerek, Salih Mirzabeyoğlu’nun da uygungörmesi hâlinde, cezaevine bir ziyaretgerçekleştirebileceklerini ifade etti.

Salih Mirzabeyoğlu’na uygulanan ağırtecrite de değinen Genel Başkan A. Şener;“Mirzabeyoğlu’nun fikrî yönüörtülmek istenmektedir” dedi.

Büyük Doğu ekolünden gelen birsiyasetçi olduğunu belirten ve birçok şiiriezbere bildiği kamuoyunca malûm olanDoç. Dr. Abdüllatif Şener, SalihMirzabeyoğlu’nun “Aydınlık Savaşçıları”isimli eserini ezbere okudu.

Ziyaret sonrası grup üyeleri şuaçıklamayı yaptı:

“Sayın Şener’le oldukça samimi birsohbet gerçekleştirdik. Gerek AbdüllatifBey ve gerekse eşi Berrin Hanım bizibüyük bir dikkatle dinlediler. AbdüllatifBey’in sohbet esnasında AydınlıkSavaşçıları’nı okumaya başlaması, gününen güzel sürprizlerinden biriydi.”

Page 77: furkan, salih, mirzabeyoğlu

vermeyeceğini” ifade etmeyi ihmâl etmemiştir.Bu ziyaretler neticesinde arkadaşlarla ilgilenen,

Salih Mirzabeyoğlu’nu bizzat tanıdığını yahut fikir-lerinden haberdar olduğunu söyleyen, dolayısıylaO’na yapılan “Telegram” işkencesini yakından takibedeceklerini ifade eden tüm yetkililere teşekkür edi-yoruz. Bundan sonra yapacağımız ziyaretlerde demeseleyle ilgilenilsin yahut ilgilenilmesin, tüm yet-kililere şimdiden teşekkür ediyoruz.

Ziyaretlerin GayesiŞimdiye kadar gerçekleştirdiğimiz ve şimdiden

sonra da devam edeceğimiz ziyaretlerden biricik ga-yemiz, İrfan Sultanı Mütefekkir Salih Mirzabe-yoğlu’nun mâruz kaldığı “Telegram” işkencesinin,tabandan tavanına kadar her vicdan sahibi insantarafından sesli, rahat ve korkusuz bir şekilde cemi-yet meydanında konuşulabilmesini sağlayabilmek-tir.

Babasını kesen, anasını satırla doğrayan necaniler, kadın-ihtiyar, çoluk-çocuk ayırdetmedennice mazlum insanların üzerine Kalaşnikof mermi-leri boşaltan nice katiller sözkonusu olduğu zamanbu fiil ve sahibleri cemiyet meydanında rahat bir şe-kilde konuşuyor, konuşuluyor, bir kısım medya ta-rafından “reyting” malzemesi olarak kullanılıyorhatta, bir kısım zümre tarafından bunların yaptıklarıfiiller tasvib edilmekle birlikte müdafâ ediliyor fakat,56 cild eser sahibi olan Salih Mirzabeyoğlu sözko-nusu olduğu zaman ekseriyet lâl da oluyor, kör deoluyor, sağır da…

Tekrar edelim ki, biz bu sessizliği bozmak, buvurdumduymazlığa son vermek ve her vicdan av-cısının maskesini indirmek için yola çıktık.

Bu yolculuğun daha başında olmamıza rağ-men az da olsa sesimizin cemiyet meydanında yan-kılanması bizi memnun ettiği gibi, haddi aşan bazıterbiyesizlikler de bizi müteessir etti. İfade edilme-yen sözlerin, yapılmayan fiillerin söylenmiş ve ya-pılmış gibi gösterilmesi, yanlış anlaşılmasındanyahut diyalog eksikliğinden kaynaklanabilir, dolayı-sıyla bunların telâfisi her zaman mümkündür. Biziderinden inciten ve müteessir eden şey, bazı inter-net sitelerinde ağza alınmayacak hakaret ve küfür-lerdir: Bir kısım insanın; “Yok efendim falan partiyenasıl gidermişiniz? Bilmem ne çocukları!” gibi sa-taşmalarına mukabil; “Asıl bilmem ne çocuğu sen-sin! Hesab soracağız!” tarzında mukabeledebulunarak birbirlerine hakaret etmeleri asla ve kat’atasvib etmediğimiz bir uslûbtur.

Kimse kusura bakmasın. Burada yağma yok!Herkes ahlâkına uygun hareket edebilir, dilediğinisöyleyebilir fakat, ısrarla belirtmek zorundayız ki; buyolculuğa çıkanların sitelerinde, bu insanlar adınaterbiyesiz bir uslûb ile kimse konuşmasın. Çünkü,bizim gayemiz belli olduğu gibi tavrımız da kesin-

dir. O yüzdendir ki, bu yolculuk sürecinde hakareteyönelik her türlü söz ve şiddet içeren her türlü fiili“provoke” olarak tanımlayacağımızı ve bu toplu-lukla asla alâkalandırılamayacağını dost ve düşmanherkesin bilmesini istiyor, herkesi itidâle dâvet edi-yoruz. (Bu ikâz, bu topluluk dışında hareket eden-lerin tamamının söz ve fiillerini “provoke” olaraktanımlayacağımız anlamına gelmez, fayda devşiri-lecek her söz ve fiil, başımızın tâcı.)

Herkesin anladığı bildiği dünya, gördüğü,idrak ettiği dünyadır. Herkes fikir ve kanaatleri, sözve hadiseleri ancak istidadı nisbetince idrak eder.Edâ ve tavırlarına da bu çerçevede çeki-düzen verir.Bu düsturu mevzuumuzla, yani her türlü kurum vekuruluşlara ziyaretimizle alâkalandıracak olursak,önce bizi, bizim anlattığımız gibi anlamak ve tanım-lamak gerektiği, şuurla hareket eden her ehl-i vic-dan tarafından kabûl edilir, dolayısıyla buyolculuktaki murad’dan kasıt da gayet rahat bir şe-kilde anlaşılır.

Biz, bu girişimimizin gereği olan ziyaretlerdegittiğimiz hiçbir yerden; kimseden aman aman birmedet beklemiyor, bir umut taşımıyor ve her neolursa olsun hiç kimseye kendimizi borçlu hissetmi-yor, sadece üzerimize düşen vazifeyi yapıyoruz.Başta da söylediğimiz gibi biz, sadece sesimizi du-yurmak ve cemiyet meydanında bu sesin yankılan-masını istiyor, vicdanı olan, yüreği yeten herkesi debu sesi yankılandırmaya dâvet ediyoruz. Dahasonra “şunu da yapacağız, bunu da yapacağız!” gibişeylerin söylenmesini ise mahsur addediyoruz zira,hem hiçbir şeyin garantisi yok, hem de sesimizinyankısı henüz muamma. Yürüyüp göreceğiz. Ne-tice; Takdir-i İlâhi ne ise, o olur!..

İrfan Sultanı Salih Mirzabeyoğlu: “Kalêmkullanacak yerde kılıç, kılıç kullanacak yerdekalêm kullanılmaz!” ferman buyurur. Bizim faa-liyetlerimizi “kalêm” faaliyetleri olarak değerlendi-rin. Biz, mazlumuz fakat, korkak değiliz. Korkuyoruzfakat, insanlardan değil, üzerimizdeki vebalden; Al-lah’dan. Başarmak istiyoruz fakat, başkalaşarakdeğil; kendimiz kalarak. Yoksa ölüm, dünyada her-kesin nihai kaderi…

Son bir hatırlatma: İtidâl sahibi herkese; kelâ-mında hakaret, edâ ve tavrında iticilik olmayan; şu-urlu bir şekilde hareket eden herkese ihtiyacımız varfakat, kimseye aman aman ricâmız yok, minnetimizyok zira; Salih Mirzabeyoğlu’nun kimseye bir ricâsı,bir minneti yok. Bir borcu yok!..

“Bir türlü kurtaramadınız gitti!” Ne diyelim:Bir türlü kendimizi kurtaramadık gitti!.. İrfan Sul-tanı; duâ’na, nazarına, himmetine muhtacız; rah-metine muhtacız Allah’ın…

Bir not: Bu makâle, ziyaretleri gerçekleştirenarkadaşlarla yapılan istişare neticesinde kalêmealınmış, yayımlanması uygun görülmüştür.

77şubat 2011 sayı 39

Page 78: furkan, salih, mirzabeyoğlu

78 şubat 2011 sayı 39

*İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun 56. eseri-nin ismi bu. Ve Mitoloji’nin ele alınışı bâbında şöyledenilmiş Takdim’de:

“…EZEL ve EBED arasını birleştiren İNSANÎHAKİKAT’le ilgili bu varlık varoluş meselesi içineESATİR ve MİTOLOJİ bahsini de ruhî, tarihî, ilmî,sanat ve bilhassa insanoğlunun maveraî iştiyakınıgösteren diye ve bugüne hitab ve istismar niyetiyleel atarak, MÜNŞEAT usulümüzle verdik.”

Zaman ve mekân hususi-yetlerine denk gelen masla-hatların, teferruatta bile olsagerçekleşen nisbetleri idrakedilemezse, MİTOLOJİ ne ki?İlgilenmeye değmez abuksabuk hikayeler.

*İstismar niyetiyle elatarak bugüne hitab…İmam-ı Gazalî Hazretlerinenisbet edilen söz; meâlen: Ha-kikat yolunda, aranmamasıgereken şeyleri bile aradım,zîra onları aramakta bir beisyoktur.

Kâinatı tasarruf altına almakla mükellef Fikir Mi-marları’nın istismar niyetiyle el attıkları her mesele,zamanın gerekliliğine dairdir, ama bunun idrak edil-mesi her zaman kolay olmuyor… Ya, mevzuun de-rinliliğine girememe cesaretsizliği veya benimneyime ve de ne gerek var ki, ataletsizliği. Yenilme-mek için sahaya çıkmama hâli.

*İnanılan şeyin telkini istikametinde kuvvet oluş-turmaya dair hamle zaruri. Bu zaruret gereği, he-saba çekilmesi gereken Mitoloji bir esrar mevzuuolarak takdim edilirken şöyle denilmiş:

“Mitoloji, esatir, efsane, vesaire; aynı sırada veiçiçe, buna mukabil birbirlerinin yerine kullanılıryerlerde, diğer mânâlarla aynılığı ve ayrılığı dikkatealınması gereken bir mahiyet arzediyor. Antropo-loji-insanbilimler, tarih, efsane, masal, hurafe, ar-

keoloji-atikiyyat hepsibirbirinin içinde bir yün yuma-ğını andıran ve değişik ipuçlarıhâlinde görülen mitoloji, asıldabir olan semavî dinlerle bulaşıkve toplumda onun antitezinibelirtirken, yumaktan çekilenipuçları boyunca ilim ve fikirdevşirilen, bizim tarafımızdanda hesaba çekilmesi gerekenbir esrar mevzuudur…” (s.10)

*Çıkış noktası itibariyledoğru olan şeyleri kendi hayatstandartlarına uydurarak ha-

yali efsaneler hâline dönüştürenlere, tasarruf hak-kımız kullanılarak tabiî olarak cevab verilmelidir.

Her alanda olduğu gibi, bu mevzuda da el atışınsağlam nisbetini gerçekleştiren İbda Mimarı, eserinUSUL’üne dair diyor ki:

“BU ESERDE USÛL: Pierre Grimal isimli birFransız Akademisi azasının “Mitoloji Lûgatı” isimlieserinin girişinde şu cümle: “Sürekli ilerleyen araş-

Orhan [email protected]

ESATİR VE MİTOLOJİ“Güneş ve Ay”

Kâinatı tasarruf altına almaklamükellef Fikir Mimarları’nın istis-mar niyetiyle el attıkları her me-sele, zamanın gerekliliğinedairdir, ama bunun idrak edilmesiher zaman kolay olmuyor… a,mevzuun derinliliğine girememecesaretsizliği veya benim neyimeve de ne gerek var ki, ataletsiz-liği. Yenilmemek için sahaya çık-mama hâli.

Page 79: furkan, salih, mirzabeyoğlu

79

tırmalar, kritik görüş noktasını kuşaktan kuşağa de-ğiştirmektir. Sistemler eskir, hem de bazen büyükbir hızla eskir, yalnız metinlerdeki veriler kalır!”…Yazarın bu ifadelerdeki muradı, mitolojideki eşya vemetin hâlindeki verilerden, eşyanın değerlendiril-mesinin, bulunan zamana nisbetle değişebilmesibakımındandır. Biz MİTOLOJİYİ, bütünüyle bumevzuya âit sistemler içinde bir sistem ifâde edertarzda değil de, sağlam bir GUSTO’ya sahib olarakbulunduğumuz zaman dilimindeki fikrimizi besle-yici bir TEDAÎ ve KAPMA usûlüyle ele alıyoruz; mi-toloji mevzularının verileri kadar, doğrudandoğruya mitoloji ilminin de değerlendirilmesi şek-linde…” (s.11)

*SAĞLAM BİR GUSTO’YA SAHİB OLARAKBULUNDUĞUMUZ ZAMAN DİLİMİNDEKİ FİKRİ-MİZİ BESLEMEK… Bu zarûret kuşatıcı biçimdeidrak edilmiş olabilseydi, zamanın nabzını tutan İS-LAMA MUHATAB ANLAYIŞ hikmeti de anlaşılmışolurdu. Ve; Büyük Doğu-İbda Fikriyatı’nın niçin ku-şanılması gereken yegane fikir olduğu idrak edilirdi.

Fikri beslemek yerine havada fikir beyan etmekde geçer akçe olduğundan, bir türlü kafalarda birbütünlük oluşmuyor. Mutlak Fikir’e nisbetle BütünFikir kurulamıyor. Veya, kurulmuş olan görülemi-yor… Sağlam bir Gusto’dan vazgeçtik, ortalama biranlayışın gerektirdiği zevk bile çok şey kazandırır.Ama; illâ nefsim illâ nefsim…

*Eserin mahiyeti sadedinde yazılanlar:“Bizim eserimizin mahiyeti ise, insan ve toplum

meselelerinin halline yönelik bir ideolocya manzu-mesine bağlı olarak ESATİR ve MİTOLOJİ’ye elatarken, onun Peygamberler tarihinin salkım saçakgörünümlü usaresi olduğunun ve hurafeye karışmışdinî ve mistik motiflerin, tarih, ilim, sanat vesaireyeâit verilerin, aslı İslâm’da gösterilmesine dair, seç-meler niteliğinde; merkezde tecelli eden Peygam-berlere ait hikmetler olmak üzere, niyeti çevredenmerkeze bir usûl…” (s.12)

*Kitabtan birkaç misal aktaralım.Yirmiikinci sayfanın ikinci bölüm başlığı şöyle:

MİTOLOJİYİ DEĞERLENDİRME.Münşaat şeklinde olan hâliyle değil de, düz yazı

olarak aktarmaya çalışalım… Şiir Allah’ı arama sa-natıdır. Bizi her türlü başıboş arayıştan ayıran, şiiridrakını gösteren bu hikmettir. Mitolojiye yaklaşandiğer anlayışlar, onu bir şiir ve güzellik idrakı olarakdeğerlendirirler. Halbuki güzellik aldatıcı olabilir.Hakikat şu ki, doğrunun olmadığı yerde güzel deyoktur.

Mitoloji aldatıcı güzel. Doğruya kalbedilmesimümin ferasetinin tasarruf hakkında. Sağlam birGusto ile yapılan da bu. İnce telkin mahiyetinde.

*Eserin bir bakıma İslâm tarihi olduğu söyleni-yor… 26. sayfadan:

«Bir bakıma İslâm tarihi bu eser:-“Mitoloji-efsane-destan ve benzerleriaslı bir semavî dinlerden doğdusemavî dinler onlardan değil…”der!»

*Kur’an’ı anlamaya dair:

«… Bilgi bilene varbirine mâlum olanberikine meçhulbilgi bilene varbildirilmesi uygunyahud değilnasıl ki balla böreklebeslenmez-yeni doğan çocuk!Böyle anlayalım Kur’ân’da ve hadîs’teherkesin bilemeyeceği gizliyiAÇIK OLARAK BİLDİRİLMEMİŞTİRanlayan anlasın diyenitekim – pek çok mevzuda hemen eklenmiştirsadece Allah Sevgilisi’nin bilebileceği…» (s.34)

şubat 2011 sayı 39

RRuukkiiyy

ee ŞŞ

eenneell

Page 80: furkan, salih, mirzabeyoğlu

Müteşâbih âyetler meselesi… Hazmedebilene.Kur’an’ı herkes anlar, diyen ahmak’a Türkçe ağır birmetin verilse, fikirde çocuksa hazmedemez. Çocuğaanne sütü. Hikmet sahiblerine okyanuslar. Bildiril-mesi uygun olmayana bildirmek de bilmenin haki-katine erememenin alâmeti. Kuru bilgi sahibliği.

*Hatâ’ya dair:

«Mesele:Âdem’in hatâsı olmasaydıortaya çıkmayacaktı efendiliği dünyadahatâ Âdem’i efendi yapanve O’na seçilmişliği kazandıran şeydir-dikkat etmek gerek!-bu sözler hatâya methiye değildirÂdem’in hatâsındaki hikmet nedirbunu gösterir!» (s.35)

Hayat arazlardan yürür… İlk hatalı davranışıniçindeki hikmeti görenler, hatalara, günahlara töle-ranslı davranılması gerektiğinideğil, hataların hikmet ifade-sinde nasıl değerlendireceğinigörür. Aksi; düpedüz küfrühoşgörüyle karşılama ahmaklı-ğıdır.

*Eserin mihmandarlığınadair:

«MİTOLOJİ -DİBİ GÖ-RÜNMEZ BİR OKYANUSTUR

GİTTİKÇE ARTAR CAZİBESİAMA BOĞULMA RİSKİ DE ÇOKTUR!”

Ne kadar açılırsan açılama bir boşlukta kaybolmamak içinYANINDA PUSULAN OLSUN-insanın aklına her zaman iyi gelmez-gittiğin yeri ve yuvana dönmeyi bilbiraz da bu yüzden bu eserREHBER olsun!» (s.62)

Mitoloji zengin bir çöplüktezkiyesi gerek – ruhum gibipak ve temiz etmektasnif etmek gereksüzerek tasfiye etmekyararsızı yararlıdanzararlıyı zararsızdan

seçtiğin mevzuunca…

Bu cümleden olarak dikkat:hükmü kaldırılmış yahud tahrif edilmişsemavî dinlerden karışmış sözler-seçilemiyor Allah kelâmı olup olmadığı-onlara hangi niyetle bakmalı?Allah kelâmıdır desen olmaz - belki değilinsan sözüdür desen olmaz - belki Allah Kelâmıdurum böyle oluncabirini diğerine atfetmek - küfürsakınmak lâzım cinayettengözucuyla bakmak lâzım ehl-i kalbeve ne denir anlamaya çalışmakbildin mi? - öyleyse buna göre söylehakikati tanı ve son tecridtehakikat Allah’ın kuluve muradıdır niyetiyle!» (s.63)

Evet… Sakınmak lâzım cinayetlerden. Ağzı ola-nın konuştuğu bir dönemde İsmailHakkı Bursevî Hazretleri’nden neşeteden hikmete mi sarılmalıyız; Tâ ki,SEYFİ KILIÇ gelinceye kadar bu işlerdüzelmez.

Seyfi kılıç?..Adam muhatabına soruyor; ben

Hızır’ı arıyorum, nasıl bulurum?Cevab; o bastonunu yere vurdu-

ğunda oradan su çıkar…Ve o anda yerden su çıkıyor… O, ayağını sağ-

lamca şöyle yere bastığında, orada yeşillik biter…Ve o anda bastığı yerde yeşillik.

Adam(!) şöyle diyor; tamam anladım, artık Hı-zır’ı gördüğüm yerde mutlaka tanırım!

Mechûle hürmet duygusunun derin mânâsındayüzen tüyden lâtif-hafif hikmetlerin kucağında uyu-mak… Gaflet değil, ESHAB-I KEHF uykusundagizli zafer… Ne âla.

* ESHAB-I KEHF

«Kur’ân’da bahsi geçenBİRBİRİNDEN HABERSİZbir mağarada toplanan - yedi kişizamanın dinsiz ve zalim hükümdarına tâbi olmama şerefine ermiş:- Yemliha- Mekselina- Mislinâ

80 şubat 2011 sayı 39

Mechûle hürmet duygu-sunun derin mânâsındayüzen tüyden lâtif-hafif hik-metlerin kucağında uyu-mak… Gaflet değil, ESHAB-IKEHF uykusunda gizlizafer… Ne âla.

Page 81: furkan, salih, mirzabeyoğlu

81şubat 2011 sayı 39

- Mernüş- Debernüş- Şazenüş- KafeştatâyyüşYanlarında da KITMİR isimli köpek…İmam-ı Rabbanî Hazretleri:-“küçük bir hicretlebüyük derecelere erdiler…”yedi mübarek adammağara ashabı - mağara arkadaşlarıbir KENDİNDEN ZUHUR örneği…

Malûm- ikiyüz veya üçyüz sene uyku uyandıklarında öğrenmişler geçen zamanı…»

(s.719)

Küçük hicret büyük derece. Kendinden zuhurörneği. Yemliha’dan Kefeştatâyyüş’e bu yedi kah-raman, iç âlemlerinde nasıl bir yangın yaşamış-lardı?.. Bugün bu yangının karşılığı ne? Kıtmir’inbugünkü karşılığını bilen var mı?

Ashab-ı Kehf’in şahsında tecelli eden UYUMAKYAPMAKTIR’ı bugün, DÜŞÜNMEK YAPMAKTIR’atercüme ederken hangi mânâ derinliklerine ve nasılinmeliyiz? Sadece bilmek, hatta mücerret bilmekçözer mi düğümü?

“Elâ bi zikrillahî tetmainnul gulûb (Kalbler Al-lah’ı zikretmekle mutmain olur)”…

Fikrin zikir hâli var… Evet. Ama ehline. Senzikre otur. Esatir ve Mitoloji senin-benim zikre otur-mama dair değilse eğer, kıtmirlerimizden bekçilikbeklemeyelim.

*Son olarak HAYATA DAVET başlıklı 10. Bö-lümden iki nakil:

“Âyet meâli: Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız!”“GUSTO:- zevk alma- tad alma- şahsî istek- HUSUSî TARZ- (İLM-İ LEDÜN)…”

Hususî tarzın belirleyiciliğinde hayat gergef ger-gef dokunuyor. Zevk almaya tad almaya bakalım,şahsî isteklerimizi müsbetleştirip çoğalmasına gay-ret edelim ve Husûsî Tarz sahiblerine yoldaş olma-nın idrakine ulaşmaya çalışalım. Esatir ve Mitolojibunun yolunu açıyor.

KÜRD’Ü ANLAMAYA ÇALIŞMAKSezai Kırlangıç

Tarih, Sosyolojinin laboratuarı hükmündedir,öyle ki; tarihe bakmadan olayları, milletlerin oluşu-

munu, savaşların sebeb ve ne-ticelerini, insanların

içtimaî sürükleniş-lerini, ihtilâl,devrim, devlet,monarşi, de-mokrasi vemillet gibi ol-guları ifade

edemezsiniz.Her ikisi de

aynı mevzu(içtimaî olaylar)

üzerinde çalışır-lar. Fakat tarih,

yer ve zamana bağlı ola-rak tek tek olayları ele alırken, sosyoloji yer ve za-mandan bağımsız, olaylar arasındaki ilişkiye dahaçok önem verir.

Kürd’ü anlamak başlığımız da bu mânâda içti-maî bir olgu olarak “Kürd toplumu”nu anlamayaçalışmak şeklinde örgüleştireceğimiz Sosyolojik birincelemedir. Meselenin çözümü onu olduğu gibi an-lamaya bağlı olduğu kadar meseleye bakan gözünkeyfiyeti de mühimdir. Nihayetinde “bakan göz” ve“gören göz” aynı duygu, düşünce, anlayış ve ahlâkseviyesine sahib değilse, “Bilal Habeşi veya SelmanFarisi” gibi misâller tarihi bir hadise olarak kalır ki,bu da Fazlurrahman’cı yerli aydınlar ile Batıcı Ke-malistler gibi meseleyi anlamaya yaklaşıldığını gös-terir. Nihayetinde meselenin “ol” emrinemuhatablığı “olmayı” gerektirip, herhangi bir ka-bukla, herhangi bir coğrafyada, herhangi bir adlazuhur ettirilmiş olması sözkonusu, ki bu anlayış“bakan ve gören göz”ün kendine biçtiği hüküm ol-malıdır.

“Bakan göz - gören göz” esprisinden hareketleKürdlerin millet olup olmadığını tartışmak Türkle-rin millet olup olmadığını tartışmak kadar abesle iş-tigaldir. Yine sorunun temsil makamlarınıanlamadan sorunu çözmeye çalışmak veya inkâretmek bir başka abesliktir. O halde hiçbir şübhe vebilgi kirliliği yaşamadan ve yine batıcı eğitim orta-mında yetişmiş olmanın verdiği ideolojik kirlenmiş-liği sürekli başta tutup hep hesaba çekici birönermeler “hükümler” zinciri kurarak, Kadı(Hâkim)hükmünde, tarafları dinlemeye ve anlamaya çalış-mak, sonrasında sorunun taraflarının eksiklerini,hatalarını göstererek tamamlayıcı “Senin Meselenne? Ne olmalıdır? Meselenin çözümüne teklifin ne?

SALİH MİRZABEYOĞLU’NDAN56. ESER

“İSLÂM VE MİTOLOJİ: İyi veya kötüolarak nitelemeksizin veya niteleme-den önce, ruhun tezahürü ve delilihâlinde bütün insan faaliyetlerininoluşturduğu bir yumağı andıran Mİ-TOLOJİ, bu görünüşü ile dişi bir ilimolan psikolojinin, adeta en genelifâdesidir… Şeriat, zahiri akıl-ruhtur, tarikat isebâtınî Şeriat; dolayısıyla İslâm’daYAPMA’yı gösteren RUHÎ oluş ve işler,hiçbir şekilde mitoloji verileri ileayniyet içine giremezler. Mitoloji, DOĞRU YOL’un göster-ilmesinde sadece toprak seviyeli birvesile rolü oynar; yer yer BERZAH’ınbu âleme âit görünüşünde bile ki,TEVHİD’e zıddından işaret ederek…Bu eser de, o.”

Salih Mirzabeyoğlu

İsteme Adresi:Çatalçeşme Sokak Üretmen Han

No:29 Kat:3/316 Cağaloğlu / İstanbul

Tel/fax : (0212) 528 33 07www.ibdayayinlari.com

Page 82: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39

Tarih, Sosyolojinin laboratuarı hükmündedir,öyle ki; tarihe bakmadan olayları, milletlerinoluşumunu, savaşların sebeb ve neticelerini,

insanların içtimaî sürüklenişlerini, ihtilâl, devrim,devlet, monarşi, demokrasi ve millet gibi olgularıifade edemezsiniz. Her ikisi de aynı mevzu (içtimaîolaylar) üzerinde çalışırlar. Fakat tarih, yer ve za-mana bağlı olarak tek tek olayları ele alırken, sos-yoloji yer ve zamandan bağımsız, olaylar arasındakiilişkiye daha çok önem verir.

Kürd’ü anlamak başlığımız da bu mânâda içti-maî bir olgu olarak “Kürd toplumu”nu anlamayaçalışmak şeklinde örgüleştireceğimizSosyolojik bir incelemedir. Mesele-nin çözümü onu olduğu gibi anla-maya bağlı olduğu kadar meseleyebakan gözün keyfiyeti de mühimdir.Nihayetinde “bakan göz” ve “görengöz” aynı duygu, düşünce, anlayışve ahlâk seviyesine sahib değilse,“Bilal Habeşi veya Selman Farisi”gibi misâller tarihi bir hadise olarakkalır ki, bu da Fazlurrahman’cıyerli aydınlar ile Batıcı Kemalistlergibi meseleyi anlamaya yaklaşıldı-ğını gösterir. Nihayetinde meselenin“ol” emrine muhatablığı “olmayı”gerektirip, herhangi bir kabukla, herhangi bir coğ-rafyada, herhangi bir adla zuhur ettirilmiş olmasısözkonusu, ki bu anlayış “bakan ve gören göz”ünkendine biçtiği hüküm olmalıdır.

“Bakan göz - gören göz” esprisinden hareketleKürdlerin millet olup olmadığını tartışmak Türkle-rin millet olup olmadığını tartışmak kadar abesle iş-tigaldir. Yine sorunun temsil makamlarınıanlamadan sorunu çözmeye çalışmak veya inkâretmek bir başka abesliktir. O halde hiçbir şübhe vebilgi kirliliği yaşamadan ve yine batıcı eğitim orta-mında yetişmiş olmanın verdiği ideolojik kirlenmiş-

liği sürekli başta tutup hep hesaba çekici bir öner-meler “hükümler” zinciri kurarak, Kadı(Hâkim)hükmünde, tarafları dinlemeye ve anlamaya çalış-mak, sonrasında sorunun taraflarının eksiklerini,hatalarını göstererek tamamlayıcı “Senin Meselenne? Ne olmalıdır? Meselenin çözümüne teklifin ne?Bu teklifin Kürdlere ne getiriyor?” önermesine yolaçmak daha akıllıca-adilce olacaktır. Yine önerme-ler-hükümlerde “Kürt” kelimesinin yerinde “Türk”veya “Arab” olmasının hiçbir önemi yoktur…

İçtimaî olaylar kolektiftir, insanlar tek başlarınaiçtimaî olaylar meydana getiremezler. Belki bu olay-

ları tetikleyici roller edinebilir amahiçbir zaman tek kişinin yaşadığıherhangi bir olay içtimaî bir olayolarak anılmaz. İçtimaî olaylarıngenel karakteristiği zorlayıcı vedavranışları biçimlendirici oluşu-dur. Tabiî bu zorlama ve edinilendavranış biçimleri farklı zaman-larda yeni bir içtimaî hareket-lenme ile yenidendeğişebilmektedir. Değişken birşekilde hareket eden içtimaî olay-lar kalıplaştığı ve etrafındaki deği-şimin az olarak görüldüğüyerlerde “kültür unsurları” olarak

kuşaktan kuşağa aktarılırlar.

Evliya Diyarı Nasıl Eşkıya Diyarı Oldu

Tarihten bir sahne;“Türkiye, Lozan’a giderkenMustafa Kemal’in yeni Türkiye’nin Türkler ve Kürd-ler olmak üzere iki asli unsurdan oluşacağına dairsöz vermesinin ardından, Kürd milletvekilleri, Er-zurum milletvekili Necati Bey ile Bitlis milletvekiliYusuf Ziya Bey,3 Kasım 1922’de Meclis kürsüsün-den yaptıkları konuşmalarda Kürdlerin azınlık ol-madıklarına dair beyanlarda bulundular. Yusuf Ziya

82

KÜRD’Ü ANLAMAYA ÇALIŞMAK

Sezai Kırlangıç[email protected]

“Bakan göz - görengöz” esprisinden hare-ketle Kürdlerin millet olupolmadığını tartışmakTürklerin millet olup olma-dığını tartışmak kadarabesle iştigaldir. Yine so-runun temsil makamlarınıanlamadan sorunu çöz-meye çalışmak veya inkâretmek bir başka abesliktir.

Page 83: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39

Bey Meclis kürsüsünde yaptığı konuşmada şöyledemiştir: “Avrupalılar diyorlar ki: ‘Türkiye’de yaşa-yan azınlıkların en büyüğü, en kalabalığı Kürdler-dir. Bendeniz Kürdoğlu Kürdüm. Binaenaleyh birKürd mensubu olmak sıfatıyla sizi temin ederim kiKürdler hiçbir şey istemiyorlar. (Alkışlar) Biz Kürd-ler vaktiyle Avrupa’nın Sevr paçavrası ile verdiğibütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğne-dik ve bütün manasıyla bize hak vermek isteyenlereiade ettik. Nasıl ki El-Cezire Cebhesi’nde çarpıştık.(Alkışlar) Nasıl ki, Türklerle beraber kanımızı dök-tük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik veistemeyiz. (Alkışlar) Binaenaleyh sözüme son verir-ken muhterem heyetinizden rica ederim ki, azınlık-lar mevzuubahis edildiği zaman Kürdlerin hiçbirtalebi olmadığını ve Kürdlerin kanaatine tercümanolarak buradan söylediklerimi söylesin ve iddiaetsin.” Lozan’dan sonra Türkiye’nin Kürdlere karşıtavrı değişti. Kürdlerin Osmanlı’dakibütün hakları elinden alındı. Lozan’abüyük destek veren Bitlis MilletvekiliYusuf Ziya Bey Hıyanet-i VataniyeKanunu doğrultusunda Şeyh SaidKıyamının bastırılmasına bir günkala 14 Nisan 1925 saat 5.30’da Bit-lis’te, Cibranlı Halit Bey, TeğmenAli Rıza Bey, damadı Faik Bey veMolla Abdurrahman ile birliktekurşuna dizilerek öldürüldü.” Kürd-ler, 1000 yıla yakındır bağlı olduğuİslâm ruh ve ahlâkına, son yüzyıldaİslâm’a ve bütün İslâm milletlerinedüzenlenen Batılılaşma suikastı ilebirlikte yabancılaşmaya başladı. Busüreç diğer milletlerde, özellikleTürkler ve Arablar tarafından kurul-mayan fakat Türkler veya Arablar tarafından kurul-muş izlenimi verilen devletlere nisbeten daha yavaşve çetin oldu. Bu direniş onların yok sayılmasına,ademe mahkûm edilmesine sebebiyet verdi. Hemyeni kurulan Demokratik Laik Türk! Devleti hem deDemokratik-Laik Arab! Devletleri bu yok saymayı,kanun hükmünde karar, bölücülük gibi değerlen-dirmeyi uygun gördüler.

Bütün Anadolu Batıcı terbiyeden geçiyordu, sa-yısı 70-80 bini bulmayan Yahudi-Sabataist-Masonve Selanik dönmesi zümre topyekun Anadolu’daBatıcı terör estiriyordu. O’nu İslâm ruhundan ko-parmakla beraber kendi ruhunu da iğdiş edici hen-gameye sokuyor, akla hafsalaya sığmayacakişkence ve ölümlerle Anadolu insanını yok edi-yordu. “10 yılda 15 Milyon genç yaratmak” içinbütün gelmiş geçmiş nesillerin nesi var nesi yokimha ettiler, inkâr ettiler, idam ettiler, parçalarabölüp tükettiler. Anadolu büyüklüğündeki evliya di-yarı bir anda batıcı eşkiyaların diyarı olmakla kal-

mamış kendinden sonra gelen nesilleri de eşkiya-laştıran olmuştur.

Kronolojik yapıya uymasa da bu başlık altındazikredilmesi zaruri olan bir hadise var ki; laik batıcıkadronun kimlerle neler yapabileceğinin isbatı ha-linde tarihe ibret levhası olarak kaydı düşülmüştür.Olay şu; 14 Temmuz 1959’da Kerkük’te bir grubTürkmen’in Irak ordusunca katledilmesine misil-leme olarak, MİT’in (o zaman MAH) önerisiyle1.000 ila 2.500 kişilik bir Kürd grubunun ‘tenkil’edilmesi önerisinde bulunur. Menderes Hükümeti’nitedirgin etmesine rağmen kabul gören bu teklif ne-ticesi 49 Kürd aydın idam cezası ile mahkemeye ve-rilir. Ancak dava sürerken 27 Mayıs 1960 darbesigerçekleşir. Darbeciler de aynı uygulamanın yürü-tücüsü olur ve bu dava 1965’e kadar devam eder.49 Kürd aydın haklarında açılan bu davadan ancakzaman aşımı nedeniyle kurtulurlar. Olaya bir daha

bakalım; Kerkük’te bir grubTürkmen öldürülüyor, onun in-tikamını almak isteyen bir grub,olayla hiç ilgisi olmayan vecoğrafya olarak Türkiye’de bu-lunan 2500 kişiye kısas yapılsınistiyor.

İsyan değil İmhâSiyonist Haçlı’nın Türk’ün

içinden devşirdiği günün Tala-banisi-Barzani’si diğer adıylaBatıcı Laik kadronun İslâmdüşmanlığı, Osmanlı düşman-lığı öylesine haşin ve taham-mülsüz seyrediyordu ki, kadınerkek, genç yaşlı, kundaktakibebekten anne karnındaki be-

beğe, herkes bu zulümden pay alıyordu. Türkçü-lüğü maske edinen Siyonist-Haçlı yanlısı iktidar eldeettiği gücü, Türk-Kürd-Arab-Çerkez-Ermeni farkgütmeden herkesin üstüne yağmur gibi boşaltı-yordu… Hem hizaya getirmek ve sindirmek hemde korkutulmuş ve bir takım şeylerden mahrumedilmiş bu toplulukları Siyonist-Haçlı idealleri doğ-rultusunda terbiye etmek, eğitmek gerekiyordu. Buaçıdan yalan yanlış uydurma senaryolar ile milletinüstüne gidiliyor, çeteler oluşturup provokatif giri-şimlerde bulunuluyor ve ardından mitralyözlerle,tayyarelerle, toplarla silâhsız masum insanlar kat-liama tabi tutuluyordu. Bu imha hareketlerinden birkaçı şunlardır:

Nasturi İsyanı; 1924 yılında Hakkâri’de, Raç-kotan ve Raman İsyanı; 1925 yılında Siirt, Sasonve Silvan’da, Şemdinli İsyanı; 1925 yılında Hak-kari’de, Sason İsyanı; 1925 yılında Siirt’te, ŞeyhSaid İsyanı; 1925 yılında Diyarbakır, Kulp, Varto,Bingöl ve Çapakçur’da, Beytüşşebap İsyanı; 1926

83

Bütün Anadolu Batıcıterbiyeden geçiyordu, sayısı70-80 bini bulmayan Ya-hudi-Sabataist-Mason veSelanik dönmesi zümre top-yekun Anadolu’da Batıcıterör estiriyordu. O’nuİslâm ruhundan kopar-makla beraber kendi ru-hunu da iğdiş edicihengameye sokuyor, aklahafsalaya sığmayacak iş-kence ve ölümlerle Anadoluinsanını yok ediyordu.

Page 84: furkan, salih, mirzabeyoğlu

yılında Hakkari’de, Koçuşağı İsyanı;1926 yılındaOvacık ve Hozat’ta, Mutki İsyanı; 1927 yılında Bit-lis’te, Bicar İsyanı;1927 yılında Hani, Lice veKulp’ta, Zeylan İsyanı; 1930 yılında Tendürek, Mu-ratbaşı ve Erciş’te, Ağrı İsyanları; Mayıs 1926, Eylül1927, Eylül 1930 yılında, Tunceli İsyanları; Mart-Ekim 1937 Haziran-Ağustos 1938 yılında çıkmıştır.

Resmi tarih 1924-1938 döneminde yaşanan 17Kürd isyanının yarısını “ayaklanma” diye tanımla-nırken, diğer yarısı “harekât”, “tedib” (terbiye etme)ve “tenkil” (örnek olarak ceza verme) olarak ad-landırır. Tedbir diye akla gelen ise, önde gelen Kürdailelerini ülkenin Batı vilayetlerine sürmektir. Ancak1927 ve 1929 tarihli tehcir yasaları caydırıcı olma-yınca, Mayıs 1926 ile Eylül 1930 arasında fasıla-larla gerçekleşen üç Ağrı ayaklanması dolayısıylason derece sert bir yasa çıkarılır.

1930 tarihli 1850 sayılı yasanınbirinci maddesi aynen şöyledir. “20Haziran 1930’dan 10 Aralık1930’a kadar, devlet ya da vila-yet temsilcileri, askeri ya da sivilyetkililer, jandarma ya da koru-cular ya da üst makamlarayardım eden veya tek başla-rına hareket eden siviller ta-rafından, ErzincanVilayeti’ndeki Pülümür veBirinci Müfettişlik bölgesidâhil olmak üzere, Erciş, Zilan,Ağrı Dağı ve çevreleyen bölgelerde mey-dana gelen isyanların takibi ve bastırılması sıra-sında tek başına ya da topluca işlenen cinayetler vediğer eylemler suç olarak görülmeyecektir.” Bu şudemektir; imha et, kimi bulursan ve ne şekildeolursa olsun imha et, devlet senden hesab sorma-yacak. Nitekim üçüncü ayaklanmayı izlemek üzerebölgeye giden yarı-resmi Cumhuriyet gazetesininyazarı Yusuf Mahzar, 16 Temmuz tarihli haberindemüjde verir gibi şu aşağılık ifadeleri kullanır: “AğrıDağı tepelerinde kovuklara iltica eden 1500 kadarşaki kalmıştır. Tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şid-detli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi ola-rak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türk’ündemir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir.Eşkıya’ya iltica eden köyler tamamen yakılmakta-dır. Zilan Harekâtı’nda imha edilenlerin sayısı15.000 kadardır. Zilan deresi ağzına kadar cesetdolmuştur...”

Zilan Deresi’ni cesetlerle doldurursa sorunu çö-zeceğini düşünen Talabani kılıklı İsmet İnönü, “Buülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklartalep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimseninböyle bir hakkı yoktur” der. (Milliyet, 31 Ağustos1930) Siyonist-Haçlı kucağında siyaset yapmayımarifet bilen Laik Batıcı kadro hızını alamaz ve

Ödemiş’te seçmenlere bir konuşma yapan AdaletBakanı Mahmut Esat Bozkurt baklayı ağzından çı-karır: “Biz Türkiye denen dünyanın en hür ülke-sinde yaşıyoruz. Mebusunuz inançlarındansamimiyetle bahsetmek için buradan daha müsaitbir ortam bulamazdı. Onun için hislerimi saklama-yacağım. Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegânesahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bumemlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı,köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar buhakikati böyle bilsinler!” (Milliyet, 19 Eylül 1930)

Bu pencereden bakıldığında Kürdlerin kendi çı-kışını arama, şahsiyetini yenileme davranışlarınınsürekli bir taciz ve asimilasyon kıskacına takıldığı ra-hatlıkla görülebilir. İlk dönem itibarı ile İslâm sada-katinin verdiği iman öfkesi ile Batıya ve Batıcılarakarşı direniş gösteren Kürdler, zaman zaman büyükkatliamlara maruz kalmış, kültür ve dil tahrifatınatabi tutulmuşlardır. Fakat ilerleyen dönemlerde

içten ve dıştan süren-sürdürülen, Kürd’übatılılaştırma, İslâm’dan uzaklaş-

tırma, emperyalizm çıka-rına işbirlikçi yetiştirme

davranışı, sonuç vermişve 1920’lerde yapama-

dıklarını ilerleyen dönem-lerde(1960) yapabilme

gücü ve başarısı elde etmiş-lerdir. Batı kendisine hizmet

edecek; İslâm ruh ve ahlâkınayabancılaşmış, kendi kimliğini

batı kimliği ile özdeşleştirmiş,Batıcı düşünme ve yaşam tarzını

benimsemiş Kürdü veya Kürdleriyıllar sonra avlayabilmiştir.

Kürd Siyasî Hareketleri

1937-1938 ‘Dersim Tedip Harekâtı’ndan sonraKürd Siyasi hareketi uzun süre kendine gelemedi,1950’lerden tek parti iktidarının sona ermesiyle vekısmi demokratikleşme olgusuyla birlikte Kürdleryeniden örgütlenmeye ve seslerini duyurmaya çalı-şırlar. Bölgeden birçok kişi Adnan Menderes yö-netimindeki DP’den milletvekili olurlar, aktif politikayapmaya başlarlar. Bu durum günümüze kadarfarklı parti ve örgütlenmeler ile sürer. Süleyman De-mirel yönetimindeki Adalet Partisinde, Bülent Ec-evit yönetimindeki Cumhuriyet Halk Partisinde,Necmettin Erbakan yönetimindeki Milli SelametPartisi’nde, Turgut Özal yönetimindeki AnaVatanPartisi’nde, Erdal İnönü yönetimindeki SHP’de veTayyip Erdoğan yönetimindeki Adalet ve KalkınmaPartisi’nde aktif olarak rol alır ve bölgenin siyasikonjonktürünü meclise taşırlar…

1950-60’lı yıllara dönersek; Dicle Talebe Yurdu

şubat 2011 sayı 3984

Page 85: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39

gibi İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlere eğitim içingelen Kürd eşrafının çocuklarının çıkardıkları DicleKaynağı adlı dergi yeniden bir toparlanma hâli gö-rüntüsü veriyordu. Yine aynı dönemde Kürdçe kay-naklar elden ele dolaşıyor, farklı ülkelerdekiyazarların-şairlerin kitabları ilgi görüyordu. Fakat buuzun sürmez Dicle Kaynağı dergisi kısa süre sonrakapanır.

Bir dönem haklarında onlarca dava açılan veideolojik olarak “sol” anlayışlara yakınlığıyla tanı-nan Musa Anter, Yaşar Kaya, Medet Serhat, NaciKutlay, Kemal Burkay, Mehdi Zena, Tarık ZiyaEkinci ve Canip Yıldırım’ın başını çektiği bir grubKürd aydını ise 13 Şubat 1961 tarihinde 12 sendi-kacı tarafından kurulan Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP)katılırlar. Bu grubun oluşturduğu ‘Doğulular’ kana-dının etkisiyle, TİP literatüründeki adıyla ‘Doğu Me-selesi’ Türkiye’nin gündemine taşınır. İlk kez GenelBaşkan Mehmet Ali Aybar’ın, 1963’te Gaziantep’teyapılan Genel Yönetim Kurulu’ndaki açış konuş-ması ile getirilen ‘Doğu Mese-lesi’ 1966’da MalatyaKongresi’nde parti kararlarınagirer.

DP ve 27 Mayısçıların dışla-yıcı politikalarının yarattığı hayalkırıklığı içinde yeni arayışlaragiren dindar Kürdler ve küçük biraydın grubu ise 1965’te Barza-ni’nin etkisiyle illegal olarak Tür-kiye Kürdistan DemokratPartisi’ni (T-KDP) kurarlar. Partiyikuranların arasında 1925’teŞeyh Said’in yardımcısı olan Li-celi Fehmiye Bilal’ın etkisindeolan kişiler vardır ve ilk başkanFaik Bucak’tır. Ancak Kürt hareketinin İslâmcı birdille ifade edilmesine tahammülü olmayan Laik Ke-malist kadronun görevli-üniformalı eşkıyaları tara-fından Faik Bucak öldürülür ve yerini Sait Elçialır.

Her ne kadar farklı kulvarlarda siyaset yapsalarda sağ-sol ve İslâmcı Kürtler meselenin çözümünoktasında bir araya gelmekten çekinmezler. ‘DoğuMeselesi’ni kamuoyuna mal etmek için, T-KDP’limuhafazakârlarla ve TİP’li solcular elbirliği yapar-lar ve 1967’de çeşitli il ve ilçelerde ‘Doğu Miting-leri’ düzenlerler.

12 Mart 1971’de alışılageldiği gibi askerlerin si-yasete müdahalesi gerçekleştiğinde T-KDP illegal ol-duğu için sadece üyeleri yargılanarak cezalandırılır.Kürt meselesini mevzu edinen her parti gibi TİP’ede ‘oybirliği’ ile kapatma kararı verilir ve TİP lider-leri 15 yıla kadar değişen hapis cezalarına çarptırı-lırlar.

Hem legal siyasi partilerden, hem Türk solun-

dan umudunu kesen Kürdler, 1974’te I-KDP’nin veBarzani’nin Irak’taki ayrıcalıklı konumunu kaybet-mesi üzerine sol ile milliyetçiliğin karışımı radikal birsöyleme kaydılar. Cezaevinden çıkan MümtazKotan ve arkadaşları Rızgari dergisini Kemal Bur-kay ve arkadaşları Özgürlük Yolu dergisini çıkardı-lar. Ayrıca DDKD, KAWA, KIP, KUK gibi ona yakınörgüt ortaya çıktı. Partiya Karkerên Kürdistan(PKK) ise 1978 yılında kuruldu.

Türkiye Cumhuriyet mahkemelerince yasadışıörgüt olarak ilan edilmiş olan PKK, Türk radikal so-lunun 1960 ve 1970’lerde savunduğu ‘ulusal de-mokratik devrim’ tezinden etkilenip, ‘Kürd ulusaldemokratik devrimi’ teziyle gerilla mücadelesine yö-nelir. 1984’te ilk silahlı eylemini yapar. PKK siyasiolarak Kürt Milliyetçiliği üzerine kurulu olduğundanetkinlik alanı olarak Kürt bölgelerini seçer. Ancakburada dikkat çekici bir durum var o da PKK, Irak,İran ve Suriye Kürtleri’nin bölgesel hakları üzerinde‘neredeyse hiç’ seviyesinde bir mücadeleye girmiş-

ken çıkış bölgesi Türkiye’de ol-dukça yüksek dozlu şiddethareketleri ile hak talep etmiştir.Şunu ifade etmekte fayda var,PKK mikro milliyetçi ve mahallikarakterlere sahib bir örgüttür. Bubir kınama değil durum tesbitidir.

Diğer bir durum tesbiti ise ör-gütün antiemperyalist unsurlartaşıyıp taşımadığı noktasında…Aslında söz konusu bu durum,Türk veya Kürt birçok legal veyaillegal örgütlerde de mevcut…Stratejik olarak; fikirde, ahlâkta,iktisat ve siyasette problemin kay-nağının tesbiti, tarihi ve coğrafi

muhasebe ve muhakeme unsurlarının ortaya ko-nulması ve tatbik edilecek fikrin imha edilecek fi-kirle benzer özellikler taşımaması şeklinde belirmesigereken bu olgu neredeyse bir çok örgütte yok. Busebeble asıl düşman tesbit edilememekte veya asıldüşmana saldırı gerçekleştirilememekte, muhasebeve muhakeme unsurları da asıl düşmanın dili ileaynı olduğundan “en yüksek düzeyde şiddet” uy-gulansa bile sonuç alınamamaktadır.

Bu sebeble tarihi perspektiften baktığınızda de-nilebilir ki; her ne kadar PKK Marksist ve Leninistbir mücadele geçmişine ve tecrübesine sahibse deantiemperyalist bir örgüt olamamış, bunun örnek-lerini gösterememiştir.

1993-1998 arasındaki dönem örgütün hayattave ülkeler arası yapıda kalabilmek için ideolojisinibüyük ölçüde yeniden gözden geçirdiği dönemdir.Parti içinde dine karşı tolerans gösterilmesi bu de-ğişimin pratikte hayata geçirilmiş halidir. Bu farklı-laşma ile birlikte PKK, “Bağımsız Kürd Devleti”

85

Her ne kadar farklı kulvar-larda siyaset yapsalar dasağ-sol ve İslâmcı Kürtlermeselenin çözümü nokta-sında bir araya gelmektençekinmezler. ‘Doğu Mesele-si’ni kamuoyuna mal etmekiçin, T-KDP’li muhafazakâr-larla ve TİP’li solcular elbir-liği yaparlar ve 1967’deçeşitli il ve ilçelerde ‘DoğuMitingleri’ düzenlerler.

Page 86: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39

söyleminden vazgeçmiş ve Türkiye Cumhuriyetidevleti altında otonom bir yapı amaçladığını söyle-meye başlamıştır.

Öte yandan Irak Kürd siyaseti ise kendini birçokşekilde ifade etmektedir. Bunlardan Batı’nın dayat-tığı KYB ve KDP dikkat çekicidir. KDP ekseni aşi-retçi Kürd siyasetini temsil ederken, KYB şehirleşmişKürdler’in desteğini almaktadır. Süleymaniye’deKYB, Erbil’de KDP daha etkin. Irak Devleti üzerineçöreklenen ve salt batı işgalcilerinin desteği ileayakta duran Barzani ve Talabani kendi aşiretleritarafından bile yeterince sevilmiyor, ancak batıcı da-yatma ve muhatab alınma meselesi yüzündenbölge halkların bir kısmı, bu ikili üzerinden hakla-rını ifade ediyorlar. Barzani ve Talabani ikilisi’ninTürkiye’nin siyasi arenasında sürekli güncellenerekyer alan ikililerden farklı olmadığı hatta Türk siya-setindeki Barzani ve Talabani tiplemelerinin dahahain ve aşağılık olduklarını ayrıca belirtmeme gerekyok sanırım. Barzani ve Talabani, Batı’nın kendile-rini sömürge valisi seviyesindemuhatap alışlarından olsa gerekbölgenin petrol vanalarını aça-rak, yüzde 17 pay karşılığında,Türkiye üzerinden ve Türki-ye’nin boru bekçiliği ile Kerkük-Ceyhan Petrol Boru hattıylaAvrupa’ya kaynakları sevk et-mektedir.

Bölge insanı, son yüzyıldabaşına ne gelmiş olursa olsunhep İslâmcı direnişini muhafazaediyor ve Millet olarak İslâmî di-rilişi gerçekleştireceği günü kol-luyor. Bir dönem devletHizbullah üzerinden bu dirilişdalgasını tamamen yok etmeyiya da hiç değilse devletin içinealarak ehlileştirmeyi denedi ama eline gözüne bu-laştırması sebebi ile iyice farklılaşmasına ve derin-leşmesine sebebiyet verdi. Nihayetinde Hizbullah’ıntemsil ettiği olgu Şia zihniyetini çağrıştırdığından veO’ndan hem kontr-gerilla diye hem de Şia diye tır-san millet hakiki mecrasına Ehli Sünnet Ve’l Ce-maat mecrasına akmıştır. Türkiye Cumhuriyetimahkemelerinde yasadışı İBDA İRKM cebhesi ola-rak geçen İslâmcı Kürtler Erzurum Genelev Baskınıile sesini duyurunca rejim paniklemiş, Kürtleri kendikontrolünde olmayan bir grubun etkisine kaptır-mamak için canhıraş bir şekilde adı geçen örgütüve savaşçılarını yok etmeye girişmişlerdir.

Bu hususta 1989�dan bu yana İstanbul’da ya-şayan ve Türkiye’de asker sivil ilişkileri, güvenlik veistihbarat konularında çalışmalar yapan gazeteciyazar Gareth Jenkins’e kulak verirsek, meselebiraz daha açıklığa kavuşur. “Bence, sorun çözül-

mediği müddetçe farklı örgütler çıkabilir. Ben, Tür-kiye devletinin belli açılardan çok şanslı olduğunudüşünüyorum. Bu şans da, Kürd milliyetçiliğininöncülüğünü yapan örgütün laik bir örgüt olmasındayatıyor. Çünkü eğer, 1920 ve 1930’lardaki Kürdmuhalefetine baktığınızda, bu muhalefetin, Kürdkimliği ile bazı unsurları birleştirdiklerini görürsü-nüz. Türkiye devletinin önündeki bir tehlike de bu-rada yatıyor. Eğer PKK giderek zayıflar ve bu sıradaTürkiye Güneydoğu’daki sorunu çözmüş olmazsa,o zaman, Kürd muhalefeti, radikal İslamcılık, mu-hafazakârlık ve Kürd milliyetçiliğini birleştiren birörgütün öncülüğüne geçebilir.” (22.11.2009 BBC)

Aslında Kürd İslâm’ının temelleri ağırlıkla Nak-şibendî geleneğinden geliyor. Sosyal yönleri, özel-likle de ezilen kesimlere dönük sempati potansiyelionu hep bir cazibe merkezi haline getirmektedir.Kürdlerin Osmanlı son dönemindeki sisteme itiraz-larını hep bu hareket mobilize etmişti. Şeyh Ubey-dullah örneği bunlardan biridir ve yine Irak’ta şanlı

bir direniş kadrosuna sahibNakşibendiyye Ordusu “SufiCihad”ın en zevkli örnekle-rindendir.

Öte yandan Irak’ta Haçlı-lara karşı silâhları ile mücadeeden onlarca da Kürt Örgütüvar. Bunlardan Ensar Elİslâm hareketi Aralık2001’de Cündü’l İslâm, Tev-hid hareketi ve Kürd Ha-mas’ı birleşerek Ensarel-İslâm’ı kurmuş ve başla-rına da gerçek ismi Necmed-din Ferec olan Molla FatihKraker’i getirmişlerdir. EnsarEs Sünne ordusu ise son 5-6yıldır ismi sıkça duyulan si-

lâhlı bir direniş grubudur. Ensar Es Sünne’nin ta-banı Kürdlere dayansa da, grubun içinde birçokArab direnişçi de bulunuyor. ABD askerlerine etkilisaldırılar düzenleyen bu grubun mensubları, Barza-ni’ye bağlı askeri karargâhlara da operasyonlar dü-zenliyor. Şeyh Abdulaziz’in liderlik yaptığı Kürdistanİslâmî Hareketi, tarihsel olarak Kürd İslâmcılarınana partisi sayılır. Halepçe’de güçlü olan grubunbünyesinde çok sayıda silahlı direnişçi bulunmak-tadır. (Adem Özköse, Gerçek Hayat)

Bölgenin diğer etkin güçlerini tanıyacak olursak;onlar çığlık çığlığa ortalıkta bağırıp koşmayan ancakderinden derine (Kürt Siyaseti’nin sesi olarak ençok duyurtulan sol kesimini onlarca kez, hem sayıhem de kadro olarak katlayacak) bir harekete sa-hibler. Hem eğitimli ve bilgili hem de toplum tara-fından dışlanmayan, hedef kitle tarafından kabulgörmüş bu kimseler-grublar oldukça etkindirler. Bir-

86

Bölge insanı, son yüzyılda ba-şına ne gelmiş olursa olsun hepİslâmcı direnişini muhafaza edi-yor ve Millet olarak İslâmî dirilişigerçekleştireceği günü kolluyor.Bir dönem devlet Hizbullah üze-rinden bu diriliş dalgasını tama-men yok etmeyi ya da hiç değilsedevletin içine alarak ehlileştir-meyi denedi ama eline gözünebulaştırması sebebi ile iyice fark-lılaşmasına ve derinleşmesine se-bebiyet verdi.

Page 87: furkan, salih, mirzabeyoğlu

kaçını anmakta beis yok: Dicle-Fırat Grubu, Med-Zehra Grubu, İnzar Grubu, Nu Bahar Grubu gibi…

Kürd’ün Meselesi; İnsanca YaşamakBu başlığı , “Kürtler’in gayesi ne olmalı” diye de

okuyabiliriz. Millet olma bir ideal değil, kabuklarıntoplamından mürekkeb zaruri bir tezahürdür. Kim-senin bilfiil rolü ve arzusu söz konusu olmadan ger-çekleşen bu olgu, benzerler arasında dengeyikoyucu ve koruyucu “irade” ile lezzet ve adaletbulur. Bu mânâ çerçevesinde Devlet, bu dengeyimuhafaza etmek için milletlerin örgütlenmiş-ku-rumlaşmış halidir… Meseleye bu açıdan bakıldı-ğında “Devlet” kuran irade “zıtlar veya benzerlerarası dengeyi muhafaza edecek tatbik fikir”e sa-hibse, haliyle “Devlet” olarak örgütlenenlerin “hak”kaybı söz konusu olmaz. Ancak “Devlet” kuranirade fert veya millet olarak “zıtlar veya benzerlerarası dengeyi muhafaza” etmek yerine birinden bi-rini kayıracak olur ve üstün tutarsa, ötekinin hak ta-lebi doğar, ki bu da Devlet düşmanlığı değil, Devletielinde bulunduran iradeye düşmanlıktır.

Diğer taraftan “Millet” kavramı ve bu kavramınifade ettiği mânâ bölünür bir mânâ değildir. Bunuşu sebeble söylüyorum, ki zaman zaman “Kürtler”üzerine bölücülük suçlaması yapanların hakikatteSosyoloji ilmine ne kadar uzak oldukları ve birta-kım demogojiler ile kamuoyunu aldattıkları açıkolsun diye. Kürtler ayrı millettir, Arablar ayrı, Türk-ler ayrı; milletler nasıl bölünür? Devlet milletlerin ör-gütlenme şekli ise, birden fazla devlet birleşip deörgütlenebilir, ayrı ayrı da örgütlenebilir. Ve yine ör-gütlenme şeklinin kırk çeşit şekli var; “dediğimdedik, öttürdüğüm düdük” şekli bir örgütlenme kar-şısında başka bir “dediğim dedik öttürdüğümdüdük” diyen biri bulunur; ki bölücü, bunu ilk or-taya çıkaran, yani muhatabını yok sayan olur.

Milletlerin üstünlüğü, tıpkı fertlerin birbirlerineüstünlüğü gibi takva iledir. Her millet zaman zamançağının en sefil toplumu olabildiği gibi belirli za-manlarda da en üstünü olabilmektedir. Bugün Şa-manist Türklerin putperest yaşantıları ile Osmanlıgibi üç kıtaya nam salmış bir devleti kuran ve yaşa-tan Müslüman Türk aynı mıdır? Yine başını Sela-haddin Eyyubi gibi bir Kürt Serdarının çektiğiKürtlerin kurduğu Eyyubiler adlı Kürt devleti ileBarzani ve Talabani gibi serserilerin Kürtlükleri aynımıdır? Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun tes-biti ile meseleyi bir hükme bağlayalım; “Tek tek in-sanlardan meydana gelen kavim, her devirde, içineçiş de, süt de doldurulabilecek, her ikisini de kabulemüsait bir kaptır; idrak ve iradesi hangisini kabulederse... Ve herbiri kendi nefsinden ve zaman dili-minden mesul...”(Salih Mirzabeyoğlu, Adımlar)

O zaman meseleye şöyle yaklaşmak daha evla

olacaktır; “Milletleri birbirinden üstün kılacak“gaye” nedir, ne olmalıdır?”

Son dönem Batıcı düşünme tarzının getirdiği kir-lilikten olsa gerek, Kürde bakışında samimi oldu-ğuna inandığımız bazı kesimlerden akla zarar sözlerdökülebiliyor. Bir misâl; “Ey Kürdler, siz ‘Biz’e –yani yazarın kendi tabiriyle - İslam dininin öncüsüolan ‘Türk’lere tabi olmalısınız.” Ne kadar kifayetsizbir ifade… Türklerin İslâm’la şereflenmeleri aka-binde İslâm tarihinde önemli bir yer edindiğinikimse inkâr edemez ama bu topyekûn ve her çağayönelik bir olgu olarak sunulamaz. O zaman DevletiAli Osmaniye’yi yıkan ve yerine, İslâm’a düşmanlıkeden, camileri-medreseleri-tekkeleri kapatan, Alfa-beyi değiştirip ezanı susturan, İslam âlimlerinin boy-nunu vurup Şapka denilen melaneti Türk’ün başınageçiren Türkleri nereye koyacaksınız. Farklı millet-lerin yüksek bir millet olma iradesine saygı göstere-meyenler, bunu bir milleti koruma adına değil, kimiikbal avantajlarının ellerinden uçup gideceği endi-şesi ile yapmaktadırlar. Kürtlerin millet olarak dahavakur, daha izzetli, daha takvalı olarak ortaya çık-masını istemeyenler aynı zamanda kendi hayatla-rında da bunu arzulamayan kimselerdir. Çünkümilletlerin yüceliş-yükseliş meselesinde kimsenintenkidi veya kararı değil kendi iradesi ve ideali ge-çerlidir. Bu mânâ çerçevesinde Kürtler’i İslâm’danuzaklaştırmaya çalışanlar, İslâmiyetsiz Kürd’ün birhiç olduğunu ve yine aynı şekilde Türk’ü de Arab’ıda İslâmiyet’ten ayrı düşünenler, Türk’ün deArab’ın da İslâmiyetsiz bir hiç olduğunu kafalarınakazımalıdırlar. Elbette sadece bu milletlerin değil,bütün milletler hatta fertler için de aynı önerme ge-çerlidir.

Bu mânâ çerçevesinde Kürd, sadece insanca ya-şamak istiyor ve bunun mücadelesini veriyor. Veyine Kürd, bu “insanca yaşamak” arzusunu İslâmçerçevesinde şekillendirmek, Hristiyan-Yahudi ter-kibi Batıcı fikirlerin içtimaî travmalarından uzak dur-mak istiyor. Dilini rahat konuşabilsin, ekonomik

87şubat 2011 sayı 39

M ü t e f e k k i rSalih Mirzabeyoğ-lu’nun tesbiti ile me-seleyi bir hükmebağlayalım; “Tek tekinsanlardan meydanagelen kavim, her de-virde, içine çiş de, süt

de doldurulabilecek, her ikisini de kabulemüsait bir kaptır; idrak ve iradesi hangisinikabul ederse... Ve herbiri kendi nefsindenve zaman diliminden mesul...”

Page 88: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39

olarak istismar edilmesin, milli olarak rencide edil-mesin, kültürel olarak kendini rahatça ifade edebil-sin, kısaca Devleti oluşturan irade, devletin enönemli unsuru olan vatandaşı arasında hiçbir ayrımve fark gözetmesin istiyor.

Bir dönem Irak’taki Kürdler’in en önemli des-tekçisi olan İran’da ise durum biraz farklı. Yaşadık-ları bölgeler ekonomik olarak çok gelişmiş olmasada, çoğu İranlı Kürd için İran kimliği Kürd kimliğikadar önemli. Sayıları 5 milyonu bulan İranlı Kürd-ler’in yüzde 70’i Sünni. Şii olan yüzde 30 ise rejimeyakın. Sünni Kürdler hem etnik hem de dini açıdansorunlar yaşıyor. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın geçenay yayınladığı “Dini Özgürlükler Raporu”na göre,İran’daki Sünniler, hükümetin kendilerine ayrımcı-lık uyguladığını iddia edi-yorlar, ama bu ayrımcılığınetnik mi dini mi olduğunuayırt etmekte zorlanıyorlar.İran Anayasası’nda azınlıkolarak tanımlansalar da,Kürdler’in siyasi, sosyal veekonomik hakları öyle pekgeniş değil. Ana dilde eğitimhakları yok. Dillerini sadecetoplumsal alanlarda kulla-nabiliyor, milli giysilerini gi-yebiliyorlar.

Suriye’deki Kürdler’inise bir bölümü halen vatan-daş statüsüne bile sahibdeğil. Toprak ya da ev sa-hibi olma hakları yok, kamu görevi yapamıyorlar.Evlilikleri resmi olarak tanınmıyor, oy veremiyor,pasaport sahibi olamıyorlar. Kürdler Suriye’nin enörgütlü muhalifleri gibi gözükseler de aslında rejimkarşısında zayıflar ve baskılar nedeniyle de en azın-dan aleni “ayrılıkçı” söylemlerden uzak kalmayı ter-cih ediyorlar.

Bu konularda PKK ve DTP dışındaki Kürd partive örgütleri ne düşünüyor? PSK ve onun legaluzantısı olan HAK-PAR; özerk bölge, parlamento,eğitim, Kürd kimliğinin yasal güvenceye alınmasınıtaleb ederken, TEVKURD, PRK/Rızgari, PDK/Bakurda aynı görüşleri paylaşıyor. Yine KKP (KürdistanKomünist Partisi)’nin devamı olan “MezopotamyaSosyalist Partisi” (MESOP) MESOP da, PKK veDTP gibi geniş özgürlükler alanının açılmasını arzuediyor.

Çözüm İstemeyenlerBütün bu pembe tablolara rağmen çözümü is-

temeyenler olduğu gibi “mış gibi” çözüm isteyen-lerde yok değil. Bunların başında askerî, siyasî vebürokratik kesim kadar illegal ilan edilmiş örgütlerarasında “ortak gaye - çıkar”dan kaynaklanan stra-

tejik birliktelikler gelmektedir. Uyuşturucu, Kaçakçı-lık, Siyasi rant ve bölgenin Batıcı gayelere açılmasıbu sebeblerin başında gelir. Misâl vermek gerekirse;

Bölge üzerinde hesabları olan Siyonist-Haçlı gü-ruhun planlı ve programlı ajan faaliyetleri ise ayrıbir konu. Turist kılığında gelip her çeşit provokatör-lük ve gizli saklı işler-eylemler yapan bu ajanlarınsayısı oldukça fazladır. Diyarbakır, Gaziantep, Hak-kari gibi yerlerde oldukça fazla sayıda bulunanajanların temel gayeleri bölgenin kurumsal ve sos-yolojik yapısı hakkında detaylı bilgilendikten sonra“İskenderun örneğinde olduğu gibi” yeri ve zamanıgeldiğinde (bu işbirlikçi itaat etmediğinde) vurmak-vurdurmaktır. Diğer yandan ajanlaşmış yerli halk-tan veya bürokrasiden kimseler yok mudur; elbette

ki vardır ve bunların sayısı da ol-dukça kabarıktır. Bu güruhun ga-yesi; Kürd’e Devlet adına, Türkadına, İslâm adına zulmetmek veböylece bir taşla iki kuş vuruphem Müslüman Kürt’ten hem deMüslüman Türk’ten kurtulmaktır.Bu sebeple bölgeyi yakındantakib eden yabancı güçler aslaKürd’ün Türk’le yan yana gel-mesini istemez, arzu etmezler.

Son noktayı; özellikle sondönem siyaset arenasında ol-dukça etkili olan Büyük KürtÂlimi Said Nursi Hazret-leri’nin ifadeleri ile koyalım:“Kürtleri müslümanlıktan ayır-

mak isteyenler, esasat-ı İslâmiyeye muhalif hareketediyorlar. Fakat bunlar da kimlerdir? Bir-iki kulüptetoplanan beş on kişiden ibaret. Hakiki Kürtler, kim-seyi kendilerine vekil-i müdafi olarak kabul etmi-yorlar.(..) Kürdistan’a verilecek muhtariyettenbahsediliyor. Kürtler Ecnebi himayesinde bir muh-tariyeti kabul etmektense ölmeyi tercihederler.”(Eski Said Dönemi Eserleri, s. 107)

KaynaklarAyşe Hür, Osmanlı’dan Bugüne Kürtler ve Devlet, Taraf Ga-

zetesi, 2008M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Kamer Yayınları,

İstanbul 1998Adem Özköse Makalesi, Gerçek Hayat DergisiNecib Fazıl Kısakürek, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Ya-

yınları, İstanbul 1994 Said Nursî, Risale’i Nur Külliyatı, Eski Said Eserleri, Yeni

Asya, İstanbul 2009Salih Mirzabeyoğlu, Adımlar, İbda Yayınları, İstanbul 1997Salih Mirzabeyoğlu, Başyücelik Devleti, İbda Yayınları, İs-

tanbul 2002Necib Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, Büyük

Doğu Yayınları, İstanbul 1994

88

“Kürtleri müslümanlıktan ayır-mak isteyenler, esasat-ı İslâmi-yeye muhalif hareket ediyorlar.Fakat bunlar da kimlerdir? Bir-ikikulüpte toplanan beş on kişidenibaret. Hakiki Kürtler, kimseyikendilerine vekil-i müdafi olarakkabul etmiyorlar.(..) Kürdistan’averilecek muhtariyetten bahsedi-liyor. Kürtler Ecnebi himayesindebir muhtariyeti kabul etmektenseölmeyi tercih ederler.”

Page 89: furkan, salih, mirzabeyoğlu
Page 90: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39

Önce kendinizden bahseder misiniz?Kastamonu - İnebolu doğumluyum. İlk ve ortaöğ-renimimi memleketimde yaptıktan sonra MarmaraÜniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ndeokudum. Tavır, Karar, Son Karar, Elif, KararlıGenç Adam ve Genç Adam dergilerinde yöneti-cilik ve muharrirlik yaptım.Tiyatro?Ha evet! Genç Adam Tiyatro Grubu’nu kurupbazı oyunları sahneledik. Falan filan…

Bitmeyen Devrim Osmanlı son eseriniz. Bukaçıncı oldu?Osmanlı 9. Kitab; Allah’ın izniyle.

Nasıl bir duygu kitab yazmak, neler hissedi-yorsunuz?Belki birilerine göre bilemem ama bağlısı olmaklaiftihar ettiğimiz Büyük Doğu-İbda dünya görüşünün

90

ŞŞaaiirr -- YYaazzaarr AAllii HHıışşıırrooğğlluu

““SSUULLTTAANN HHAAMMİİDD’’EE VVEE VVAAHHDDEEDDDDİİNN’’EEBBUUNNCCAA BBEELLGGEE VVEE BBUULLGGUULLAARRDDAANN SSOONNRRAAHHÂÂLLÂÂ ““KKIIZZIILL SSUULLTTAANN!!””,, ““VVAATTAANN HHAAİİNNİİ!!””DDIIYYEEBBİİLLEENNLLEERRIINN NNEESSEEBBİİNNDDEENN ŞŞÜÜBBHHEEEEDDEERRİİMM..””

Röportaj Emre [email protected]

Dergimizde yayımlanan şiirleriyle tanıdığınız Ali Hışıroğlu 9. kitabını neşretti.“Bitmeyen Devrim Osmanlı” adını taşıyan eser, Osmanlı üzerine artan tartışmalarınboğucu ortamında size nefes aldıracak. Hışıroğlu ile kitabı üzerine konuştuk.

AAllii HH

ıışşıırr

ooğğlluu

Page 91: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39 91

bir mensubu olarak birkaç türlü zorluğu var. Önceözümsemeye çalıştığımız söz konusu dünya görü-şünden hareket ettiğimize göre, ettiğimizi söylediği-mize göre, o dünya görüşünün hazmedemeyeceğitesbit ve değerlendirmelerden mesuliyetiniz var. Enönemlisi de bu. Diğer zorluk ve sıkıntılar bir şekildeaşılabiliyor.Beylik laf ve tavırlardan uzak durma mecburiyeti-miz var. İç dünyanın dışa vurumu ya iş ve eser… Bence eser yazmak bir doğum hâdisesi… Tabi bu-rada düşük yapmak da var, çocuğun sakat doğma-sına sebeb olmak da. Biraz da bünye meselesigaliba. Bünye de içdünya düzeniyle alâkalı. Hâsılızor ve sancılı bir sürecin sonucu olarak meydanageliyor. Eser vermenin duygusunu daburadan süzebilirsiniz.Bazı kere bıkkınlık gelir, bırakırsınız,vazgeçersiniz yazmaktan. Bazı kerebir telaş kaplar, istediklerini sırala-maya çalışır, yapamaz adeta panik-lersiniz… Unutmamak için…Bazen de kalem elinizde yahutklavyenin başında saatler geçerbir tek cümle yazamazsınız…

Ne kadar zamanda doğdu“Bitmeyen Devrim Os-manlı”?Yedi yıl çalıştım. Tabi bu ça-lışma esnasında başka eserlerede kapı aralandı. Hatta bazı-larına bu süreç içinde başla-dım.Tabiî ki bir araştırma eserihüviyetinde. Eser vermeninkeyfiyeti de eserde saklı.Nasıl bir kitab? Meselâ Kumanda-nımızın bir “Kültür Davamız”, ne bileyim bir “İbdaDiyalektiği” eserlerini düşünün… O tür kitablarıhakkıyla anlamaya kendi adıma söylüyorumömrüm yetmez. Şimdi düşünün bizler yahut benkitab yazmanın, eser vermenin sıkıntısından, sancı-sından söz ediyorum… Onları okurken çekilen sı-kıntı ve sancıları düşünüyorum. Ya bir de onunyazarının o satırları yazarken yaşadığı sancıları dü-şünün… Valla korkuyorum ve dua ediyorum ona.

Evet anlıyorum. Peki, neden Osmanlı, nedenbitmeyen devrim?Osmanlı bir defa bizim kökümüz. Bayrağını taşımaliyakatini kuşanmaya çalıştığımız davanın veya mâ-nânın o zamanki zaman ve mekânda devlet ve mil-let olarak tecellisine şahid oluyoruz. “Biz neydik?”veya “Ne değildik?” sorusuna verilebilecek ceva-bın açılımı gerekiyor ya bir yanıyla… Diğer yanı ise“toprak altı” mücerret fikir. Söz konusu eserimiz bi-

rinci bölüme giriyor. Yer yer imgelerle ikinci bölümeatıfta bulunuyor olsa da birinci şıkkın özelliklerinidaha çok taşıyor.Gözleri ile düşünmeyi yüceltircesine gözleri ile dü-şünmeyi ısrarla sürdüren ve bundan da hiçbir ra-hatsızlık duymayan bir cemiyet içinde belki böylesieserlere de ciddi ihtiyaç var. Amelelik yapmak yani.Genel itibariyle amelelik yapmaya çalıştım. Ne varki elimden geldiğince ve çapımın elverdiğince ikincişıkka da kapı aralamaya çalıştım. Birçok yere “yönlevhaları” astım.İleriye doğru ilerlerken geçmişin bıraktığı birikim-lerle nefes alıp vermemiz gibi Osmanlı mirası ile ge-leceği inşa etmek. O üzerine bastığımız zemin,sıçranılacak mekân… Bu yüzden Osmanlı.

Onlar nasıl ve neler yapmışlar da zir-veye doğru yükselmiş-ler; nasıl ve ne yapmışlarda gökkubbe başımızaçökmüş?Herkesin bildiği şu haki-kati bu vesile ile tekraretmek istiyorum; Türkiyeadı verilen bu mekândaher kim geleceğe yönelikdevlet ve toplum adınabir şeyler yapmayı ideal-leştirir fakat Osmanlı ilegerekli kültürel, sosyal vepsikolojik bağlantıyı esgeçer yahut reddederseböyle hareketlerin bu coğ-rafya üzerinde başarıyaulaşma şansı hiç yoktur.Neden “Bitmeyen Devrim”e ge-lince, ta Asrı Saadet’ten bu yanahatta ilk insan ve ilk peygamberÂdem Aleyhisselam’dan bu yanakesintisiz olarak akmaya devam

eden ilâhî nurun değişik zaman ve mekânlarda te-cellisi hep yeniden yeni bir oluşumun vesilesi olmasıhasebiyle “Bitmeyen Devrim” dedik.

Peki, o ilâhî nur’un Osmanlı adlı tecellisin-den söz eder misiniz biraz da?Büyük Doğu-İbda külliyatında yer alan tarih mu-hasebesi zaten bunu ortaya koymuş. Ben de âci-zane bu hükümlerin açılımını yapmaya yahut buhükümleri delillendirmeye çaba gösterdim.İmparatorluğun kuruluş zemini ve şartlarıyla birlikteOsmanlı devlet adamlarının şahsında billurlaşanmânânın, bir aşiretten nasıl bir Cihan İmparatorluğuçıkarttığını göstermeye çalıştım. Yine aynı mânânınsıhhat şartlarının ne pahasına olursa olsun korun-duğunda yükselişin ve uzun ömürlü oluşun destansıakıbetini anlatmaya çalıştım.

Page 92: furkan, salih, mirzabeyoğlu

92 şubat 2011 sayı 39

Sonra da aynı nurun mensubları olarak onun kar-şısında gaflet ve nefsaniyetin tahakkümü altına gi-rildiğinde ne feci sonuçlar doğurduğunu gösterdim.Başlarda sahabi mizaçlı adamların nefslerine budünya hayatını zindan eden yaşantılarını, sonlardada şeytani mizaçlı adamların onların yerine geldik-lerinde yahut getirildiklerinde bu dünya hayatınışeytanî ve nefsanî bir şekilde baş tacı eden emelle-rini sergilemeye çalıştım.

Bizim için de kuruluşundan yükselişine, yükseli-şinden düşüşüne, alçalışına ve yıkılışına değin ib-retler alacağımız ve böylece kendimizi yüzyılın“büyük oluşum”una aday hale getirebileceğimizbir aynadır Osmanlı.

Eserinizde Osmanlı’nın güncellenmesindensöz ediyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?Söyledim ya; Osmanlı’da tecelli eden mânânın gü-nümüz şartlarında yeniden tecelli imkânlarının kur-calanması… Ama lafla, sloganla değil. İşinmeşakkatini, sıkıntısını ve çilesini çekerek.Batı bunu, bundan iki asır önce yaşadı. Ama ger-çekten, sahiden yaşadı. Yaşadı ki maddeyi fıkırda-tan fikri ve sonra da ameli laboratuarlarını inşa etti.Öte yandan ruhu ihmâl ve inkâr eden bu ürkütücüoluşum sonunda kendi yonttuğuna tapınmayamisal bir geriliği miras olarak bıraktı insanlığa. İştebu artığa, bu kan ve intikam kokan artığa âşık oldubizimkiler.İşinin, davasının bir yerlerinde medeniyet diye biryan başlık bulunduranlar mukayeseli tarihe ağırlıkverirler. Önemserler haklı olarak.Şimdi bu söylediklerimden hareketle benim veyabizim saltanatçı olduğumuzu falan çıkartmaya yel-tenebilir bazıları. Oysa gönlümüzü kaptırdığımızBaşyücelik Nizamı’nda saltanatçılığı çağrıştıran birunsur bulunabilir mi?Bu mealde bakıldığında tüm Büyük Doğu-İbda kül-liyatı Osmanlı’nın güncelleştirme çalışmasıdır.

Osmanlı bugün itibari ile sizce yeterince an-laşılabilmiş midir?Kesinlikle hayır. Üstad Necib Fazıl’ın bahsettiği ta-rihçi yahut tarihçiler henüz yetişmiş değil. Bana ka-lırsa halk kültüründe yaşatılan tarih gerçeklere dahayakın. Biliyorsunuz efsaneleştirilen bir tarih… Me-selâ bize yıllarca yutturmadılar mı M.Kemal’in1919’da gizlice çürük bir tekne ile Samsun’a çıktı-ğını? Bugün artık M.Kemal’in Samsun’a padişahVahdeddin tarafından sapasağlam Bandırma Va-puru ile gönderildiğini herkes biliyor. Vahdeddin’invatan haini olmadığını, bilakis büyük vatan dostuolduğunu, Sultan Hamid’in kızıl sultan olmadığını,bilakis dünya çapında büyük strateji ve taktik de-hası olduğunu…

Yine de bu iddialarını sürdüren kişi ve çevre-ler var.Evet var. Ama onlar ilim, irfan ve vicdan namus-kârlığından arınmış çevreler. Yobaz tipler. Adam bil-mem kaç cildlik tarih kitabı yazmış bakın ne diyor:İttihat ve Terakki’nin o zamanki şartlarda ciddioranda kadın üyesi olması onun çağcıl (çağdaşdemek istiyor galiba) bir örgüt olduğunu gösteri-yormuş. Aynen böyle yazıyor. Şimdi bu adama vebu adamı adam yerine koyanlara ne demeli? Budemektir ki bilmem ne kerhanesine kadın başvu-rusu çok olduğundan orası çağcıl yani çağdaşdemek gerekiyormuş. Daha ne saçmalıklar, ne saç-malıklar.Sultan Hamid’e ve Vahdeddin’e bunca belge vebulgulardan sonra hâlâ kızıl sultan, vatan haini di-yebilenlerin nesebinden şübhe ederim.

Son olarak Osmanlı’dan sonraki dönemi içe-ren bir eser gelecek mi?İnşallah. Şu sıralar onunla meşgulüm. İsmi “Cum-huriyet Vakası”.

Osmanlı’da tecelli eden mânânın günümüz şartlarında yeni-den tecelli imkânlarının kurcalanması… Ama lafla, sloganladeğil. İşin meşakkatini, sıkıntısını ve çilesini çekerek.Batı bunu, bundan iki asır önce yaşadı. Ama gerçekten, sahi-den yaşadı. Yaşadı ki maddeyi fıkırdatan fikri ve sonra daameli laboratuarlarını inşa etti. Öte yandan ruhu ihmâl veinkâr eden bu ürkütücü oluşum sonunda kendi yonttuğunatapınmaya misal bir geriliği miras olarak bıraktı insanlığa. İşte

bu artığa, bu kan ve intikam kokan artığa âşık oldu bizimkiler.

Page 93: furkan, salih, mirzabeyoğlu
Page 94: furkan, salih, mirzabeyoğlu

94 şubat 2011 sayı 39

Kuvâ-i Milliye’nin dağılışı, Osmanlı’yı en kötüşartlarda sulh masasına oturtmak ve ona enağır şartları kabul ettirmek için yeterliydi. Ev-

velâ 1920 başlarında San Remo’da toplandılar vearalarında anlaştılar. İstanbul’daki “dehşet göste-risi”, Trakya ve Ege’deki Yunan ilerleyişi, vesairebunun üzerine oldu. Sonra Osmanlı’yı “sulh” an-tlaşması için Paris’e çağırdılar. “Sevr” denilen bel-dede, eski bir porselen fabrikasında, ABD, İngiltere,Fransa, İtalya, Japonya ve Yunanistan temsilcileri,

karşılarına Rıza Tevfikbaşkanlığında, kravatlı vefötr şapkalı, handiyse çok-tan teslim olmuş vaziyettekiOsmanlı heyetini aldılar.“Feylesof” lâkablı, (Alyansİsrail) mektebinden ye-tişme, 31 Mart’ın baş aktör-lerinden ve ölümündenönce “Abdülhamid’in Ru-haniyetinden İstimdad” şii-rini yazarak bütünbunlardan nedamet getire-

cek olan Rıza Tevfik, Mütareke döneminin enödlek portrelerinden birini çizmekteydi. Salih Pa-şa’nın istifâsının ardından Damad Ferid yenidenhükümet kurmuş olduğuna göre, onun temsilci-siydi.

Böylece Osmanlı İmparatorluğu, eski İngiliz baş-bakanının dediği gibi, “dirilişi olmayan birölüm”le öldürülüyordu. İstanbul başta olmaküzere, bütün Arabistan, Kürdistan, Trakya ve Ana-dolu’nun çoğu, Türkler’den alınıyordu. Türkler’eAnadolu’nun ortasında, şahsiyeti olmayan, ekono-misi olmayan, askerî ve siyasî gücü olmayan bir

avuç toprak bırakılıyordu. Açıkçası, Türk milleti yokedilmek, İngiliz başbakanının deyimiyle, Asya’dakiatalarının yurduna, yani “Turan”a sürülmek isteni-yordu. Haber, Osmanlı enkazı üzerine ikinci birbomba gibi düşmüştü. İstanbul üzerindeki tazyikbüyüktü; antlaşma bu şekilde kabul edilmediği tak-dirde, zorla ve daha da ağırlaştırılarak tatbik edile-ceği söyleniyordu. Vahidüddin, antlaşmanın altınaimzâ atmamasına rağmen, sessizce boyun eğmişgörünüyordu. Sonradan Hicaz Beyannamesi’ndeaçıklayacağı üzere, bu noktada “hususî siyaset”takib etmek lüzumuna inanmış, Meclis tarafındanonaylanmadan antlaşma yürürlüğe girmeyeceği vemeclis de dağıtılmış olduğu için, oyalama, vakit ka-zanma, güç biriktirme taktiğine başvurmuştu.Damad Ferid bile, Sevr’i engellemek veya hafif-letmek için çok uğraşacak, bunu başaramayınca, al-tına imza atmamış olmak için istifâ edecekti.

Gerçi bu “şartname”nin bu şekli Batı’da dahi birhoşnudsuzluk meydana getirmişti. Bunun bu şe-kilde tatbik edilebileceğine, bir kısım Batılılar dahaen başından inanmamıştı. Bu durum Vilson pren-sibleri başta olmak üzere, akla, mantığa, vicdana,hukuka, eşyanın tabiatına, her şeye aykırıydı. Amasadece Osmanlı düşmanlığını tatmine yarayabilirdi.Nitekim bir İngiliz, bu duygular içinde olanlara şöyledemişti:

-“O kadar heyecanlanmayınız. Unutmayınız kiSevr, çabuk kırılan porselenler diyarıdır.”

Haberin duyulması üzerine Anadolu’da, herzaman olduğu gibi, önce büyük bir sessizlik havası,ardından daha büyük bir kasırga esti. Anadolubüyük bir göz kesildi; aynı ânda görmek zorundaolduğu can alıcı üç şey karşısında şaşırıp kaldı. Buüç şey, İstanbul, Ankara ve İzmir’de durup, elini

Selim Gü[email protected]

MMİİLLLLİİ MMÜÜCCAADDEELLEE VVEE KKEEMMAALLİİZZMM VVII

Anadolu İsyanı ve Mustafa Kemal

RRıızz

aa TT

eevvffiikk

Page 95: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39 95

böğrüne koyup, herbiri kendine mahsus hesablarlaAnadolu’ya bakan üç adamdı: Biri, Türk milletiniyok etmek isteyen Batılı emperyalistlerin Sevr Mu-tabakatını elinde sallayarak Bursa’ya kadar ilerle-yen Venizelos… Biri, Mustafa Kemal hakkında“haindir, merduddur” diye esip gürler, hakkındaidam fermanları çıkarırken, Sevr’i imzalamasa bileondan nasıl kurtulacağını da bilemeyen DamadFerid… Öteki de, bir zamanlar hayranı olduğu veGirit’i Osmanlı’dan kurtarma dâvâsına için için des-tek verdiği Venizelos’u şimdi Anadolu’dan söküpatmak isterken, ayağı ikide birde Damad Ferid’etakılan, iki ateş arasında kalmış ve hangisine dahabüyük bir husumet besleyeceğine henüz karar ver-memiş görünen Mustafa Kemal…

Ve Anadolu’nun kasırgası, cinnet kasırgası baş-gösterdi:

-“Başımıza gelen bütün bu musîbetlerin sebebi;farmason, Bolşevik, zındık, Deccal ve münafık, biravuç Kemaliyyun zıpçıktısının Padişah Efendi-miz’e isyanlarıdır. Onları durdurmadan, İslâmafelah yoktur!..

***

Aslında M. Kemal’e karşıilk isyanlar, Sevr’den bir yılkadar önce, Damad Ferid’indüştüğü ve Ali Rıza Paşa’nınhükümet kurduğu dönemdebaşlamıştı. Konya’nın Boz-kır’ında, 1.000 kadar köylü biraraya geldi, bir askerî depoyuyağmalayıp, bir süvarî bölü-ğünü esir aldılar. Maksadları,Padişah’a asî olarak gördük-leri ve memleketi felâkete sü-rükleyeceğini sandıkları Kuvâ-iMilliye’yi durdurmaktı. Fakat onlar Kuvâ-i Milliye’yidurdurmadan önce, Konya’dan onları durdurmayabir Hey’et-i Nushiyye (Nasihat Heyeti) geldi ve 8gün süren bu kalkışmayı durdurdu.

Bu hadisenin arkasında kim vardı? Padişahadına ortaya çıktıklarına göre, Padişah mı? Hayır;çünkü Padişah, onları teskin eden Hey’et-i Nus-hiyye’nin arkasındaydı ve bu teşekkül, doğrudandoğruya Padişah’a bağlı olup, her vilâyette, o vi-lâyetin ileri gelenlerinden oluşmuştu. Öyleyse kim?Kuvâ-i Milliye’ye karşı bu duyguyu halka kim aşılı-yordu? Bundan bir ay sonra, aynı yerde ikinci vedaha büyük bir isyan patladığında bu sualin cevabıbulundu:

Merkezi İstanbul’da bulunan ve Âyân’dan Zey-nelabidin Hoca tarafından sevkedilen, İslâm TeâlîCemiyeti… Bu ikinci ayaklanmada başı çekenler,ekseriyâ din adamı olan, Zeynelabidin Hoca’nın

sevenleri ve yakınlarıydılar ve “Bolşevik” olmaklasuçladıkları Kemal’i ve ekibini istemiyorlardı. “Pa-dişahım çok yaşa!” sloganlarıyla Bozkır’da başlayanisyan, kısa zamanda Konya’nın bütün Türkmenköylerine yayılmıştı. Yarbay Arif kuvvetleriyle si-lahlı köylüler arasında günlerce süren, çok kanlı veacımasız çatışmalar olmuştu. Sonunda yine Hey’etiNushiyye devreye girmiş ve tarafları yatıştırmıştı.

İsyanın bu kadar şiddetli ve kanlı olmasında De-libaş Mehmed’in payı büyüktü. Delibaş Meh-med’in Balkan asıllı bir çiftçi ve Çumra kazâsındasevilmeyen biri olduğu, kadın oynattığı ve hayvançaldığı söylenir. Harb-i Umumî’de Çanakkale Ceb-hesi’nde bulunmuş, kendini dindar göstererek taburimamlığı yapmış, fakat bu şartlara bile dayanama-yıp firar etmiş, köyüne gelmiş, ortada “ağa” kal-mamasını fırsat bilerek, ağalığını ilân etmişti. Ayrıcasık sık Konya’ya gider, hükümet ileri gelenleriyle gö-rüşür, çevresine kendini “Konya Ağası” diye tanı-tırdı. Asker kaçağı olduğu ve çevresini de bu tarzinsanlar doldurduğu için, askerin Konya çevresindehâkimiyet kurmasını istemiyordu. Civar köylerdeki

huzursuzluğu duyar duy-maz hemen katıldı ve ha-diseyi daha kanlı bir halegetirdi. Bir yıl sonra çokdaha büyük bir isyan çı-kardı, Konya’yı işgâl ettive şehirde kendi adına birhükümet kurdu. Yine tutu-namayınca kaçıp Mer-sin’de Fransızlar’a sığındı.Onların yardımıyla İstan-bul’a geldi. ZeynelabidinHoca’nın huzuruna çıktı.Ondan bir güzel azar işitipkoğuldu. Bu sefer Yunan-lılar’a başvurup, onların

desteğiyle Konya’ya hâkim olmak istedi. AmaYunan ajanı olduğu öğrenilince, adamları tarafın-dan tepelendi.

Görüldüğü gibi, Konya’da M. Kemal’e karşıkıyam, önce İslâm Teâlî Cemiyeti’nin protestosuşeklinde başlamış, sonra eşkıyâlığa dönüşmüş, enson vatan hainliği kılığında hortlamak isterken, hal-kın eliyle bastırılmıştı. Bununla beraber, YarbayArif ve Albay Refet’in top ateşiyle dümdüz ettiğiköylerden, her köşede kurdurup alâkalı alâkasızyüzlercesini sallandırdıkları darağaçlarından geriye,bugün bile izleri tamamen silinmeyen bir hissiyatkalmıştı. Halk evvelâ, “Bunlar Yunanlı ile değil, Pa-dişah’la harbedecekler” söylentisi üzerine ve Pa-dişah’ı korumak üzere ayağa kalktığı halde, heleKasap Osman lâkablı Kuva-i Milliye’cinin halkayaptığı zulümler yüzünden –sonunda Kasap Os-man’ı Ankara durdurmuş ve cezâlandırmıştır-

Görüldüğü gibi, Konya’da M. Ke-mal’e karşı kıyam, önce İslâm TeâlîCemiyeti’nin protestosu şeklindebaşlamış, sonra eşkıyâlığa dönüş-müş, en son vatan hainliği kılığındahortlamak isterken, halkın eliyle bas-tırılmıştı. Bununla beraber, YarbayArif ve Albay Refet’in top ateşiyledümdüz ettiği köylerden, her köşedekurdurup alâkalı alâkasız yüzlerce-sini sallandırdıkları darağaçlarındangeriye, bugün bile izleri tamamen si-linmeyen bir hissiyat kalmıştı.

Page 96: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39

bütün Konya şehri terketme noktasına gelmişti.

***

Yine 1919’un güz aylarında, Balıkesir – Bursayöresinde Ahmed Anzavur isyan etmişti. Anza-vur, Çerkesler arasında sevilen bir çete reisi venâmlı bir eşkıyâ idi. Sözkonusu dönemde, adamla-rıyla Susurluk, Bandırma, Karacabey arasını dola-şarak, Kuvâ-i Milliye’nin asker ve para toplamayahakkı olmadığını, toplanan parayı Mustafa Ke-mal’in kendi zimmetine geçirdiğini, Türk – Çerkesayrımı yapıldığını söyleyip propaganda yapmayabaşladı. Eşkıyâ takımından Şah İsmail, Davud,Kirmastılı Zafer gibileri peşine takması zor ol-madı. Bazı kışlaları bastı, bazı askerleri öldürdüveya peşine taktı, cephaneleri yağmaladı. Ama halkdesteği görmedi. Albay Kâzım ve Çerkes Ethemkuvvetleri üstüne gidince de, birlikleri çabucak da-ğıldı ve kendisi kayıplara karıştı.

Bir yıl sonra, Sevr’den doğan infiâl atmosfe-rinde, Ahmed Anzavur yeniden ortaya çıktı. Busefer olay çok daha büyüyecek, İngilizler’den para

aldığı ve Güney Mar-mara’da bir “Çerkezistan”kurmaya çalıştığı söylene-cekti. Ama hadise, bu seferÇerkesler’den değil; Po-maklar’dan çıkmıştı. KaraAhmed, Biga Pomak-ları’ndan bir çete reisiydi.Biga bölgesinde Millî Mü-cadele için halktan paratoplar, adam toplar ve her-kesçe sevilirdi. Yöre halkı,kendilerini düşmandan

Kara Ahmed’in koruyacağına inanmıştı. Ancakbölgede Kuvâ-i Milliye’yi teşkilatlandıran HamdiBey adında bir idealist, Kara Ahmed’in faaliyetle-rinden hoşlanmayıp, onu ve on adamını tutuklattı.Sonra da tutup halktan kendisi para toplamayakalktı.

Bu, Pomaklar üzerinde infiale sebebiyet verdi.Bir diğer Pomak çete reisi Gâvur İmam, Kara Ah-med’i kurtarmak üzere Biga’yı bastı. Ne var ki, ogelmeden, Kara Ahmed’i hapiste vurdular. Bunuduyan Pomaklar galeyana geldi ve asker, sivil nekadar Kuvâcı varsa tuttukları yerde öldürmeye baş-ladılar. Bölgeye takviye birlikler kaydırıldığını duyanAhmed Anzavur da, Çerkesleri peşine takarak is-yana katıldı. Bundan sonra isyan büyüdü. Gönen’egirildi. Balıkesir, Bandırma, Susurluk bütün bölgeateş altında kaldı. Çerkes Ethem birlikleri, yeni-den âsilerin üstüne geldiler. Çarpışmalar, köy yan-gınları, cesetler, cesetler; tam 2 ay sükûnetsağlanamadı. Sonunda Ahmed Anzavur İngiliz-

ler’e sığındı.Anzavur, “Kuvâ-i Muhammediye” adını verdiği

kuvvetleriyle bir defa da İzmit, Adapazarı ve Kan-dıra yöresinde boy gösterdiyse de, yine muvaffakolamamıştır. Resmî tarih, onun için, “Damad Fe-rid’in adamıydı” der.

***

Balıkesir İsyanı henüz sona ermişti ki, bu seferDüzce patladı. Yörenin Çerkes ve Abazaları, imam-ları Düzceli Ahmed Hoca ve Adapazarlı KörAli Hoca’nın kışkırtmalarıyla ayağa kalkıp Düz-ce’yi zabtetiler; Berzeg Safer önderliğinde yeni biryönetim kurdular. Bunu duyan Adapazarı, Hendek,Geyve, Göynük, Gerede tümden ayaklandı. Boluve Mudurnu’yu ellerine geçirdiler. İsyan kuzeydenSafranbolu ve Zonguldak’a, güneyden Beypa-zarı’na, Nallıhan’a kadar yayıldı. Ankara’da büyükbir panik yaşandı.

Âsiler yalnız Abaza ve Çerkesler’den ibaret kal-madı. Beypazarlılar, “Padişah neredeyse, bir ora-dayız!” diye haykırıyorlardı. Nallıhan’daki isyandan,“Padişah fermanı olmadan 1313 doğumlular askerealınamaz ve halktan zorla para ve erzak toplana-maz. Bu yasadışıdır!” sesleri geliyordu. Nallıhan’daayrıca “Kuvâ-i Hilâfe” kurulmuş, bütün yöreye“Bolşevik ordusuna değil, Hilafet ordusuna katılın!”çağrısı yapıyordu. Askerler:

- Hükümete inanmayın! Bizler, Padişah ve Pa-yitaht’ı kurtarmak için ölünceyedek ahdetmişleriz.Kuvâ-i Milliye’ye katılın!

Şeklinde bildiriler dağıtıyorlardı. Ankara, ceb-hedeki askerî kuvvetlerin derhâl bölgeye kaydırıl-masını emretti. Daha önce Konya olaylarındabüyük yararlıkları görülen Albay Refet ve YarbayArif görevlendirilerek, âsilerin üstüne sürüldü.Mustafa Kemal’e bağlı ve “Kuvâ-i Seyyâre” adıylafaaliyet gösteren Demirci Mehmed Efe, ÇerkesEthem ve Çolak İbrahim çeteleri de bölgeye sev-kedildi. İsyan bölgeleri ablukaya alındı. YarbayArif, yine kahramanlık destanları yazıyor, top ateşive âsî olanların evini yakma taktiğini uyguluyordu.Beypazarı’nı, Nallıhan’ı, Seben’i sükût ettirdi. Dahaileri gidecekti ama, direnişin şiddetinden yılarak Kı-zılcahaman’a ricat mecburiyetinde kaldı. Orada is-tirahat ederken de, kendi binbaşısı tarafındanvurularak öldürüldü.

Bolu İsyanı’nın bastırılmasında en önemli rolüoynayan, hiç şübhesiz Çolak İbrahim’di.“Çolak”lığı, Rumeli’nde Ulu Hakan’a karşı İtti-hadçı - İhtilâlci kalkışmaya katıldığı sırada aldığı ya-radan gelen bu adam, daha sora “derin devleti”inen başta gelen silahşörlerinden biri olacak ve “çetereisi” hüviyetiyle çok sayıda örtülü operasyonu sevkve idare edecekti. Harb zamanında Bulgaristan’da

96

AAhhmm

eedd AA

nnzzaa

vvuurr

Page 97: furkan, salih, mirzabeyoğlu

97şubat 2011 sayı 39

teşkil ettiği Türk çeteleriyle Sırplar’a karşı verdiğimücadele, onu ve adamı Bulgar Sadık’ı neredeyebir millî kahraman yapmıştı.

Mütareke döneminde İstanbul’daydı Çolak İb-rahim. Deşifre olduğunu ve arandığını anlayıncaAnadolu’ya kaçtı. Hapisteki bazı İttihadçıların kaçı-rılmasında rol oynadı. Derken bazı Kuvâcılar’la te-masa geçti ve Kemal’in emrine girdi. İyi bir çetcecive yaman bir dövüşçüydü. Sayısız silahlı kavgayagirmiş ve herbirinden zaferle çıkmasını bilmişti. Sa-dece Bolu İsyanı’nda cansiperâne dövüşü ve tut-tuğu noktada sonuna kadar sebat etmesiyle Kuvâ-iMilliye’nin galibiyetini hazırlamakla kalmadı, aynızamanda iyi bir “Rumeli Milliyetçisi” olduğu içinMustafa Kemal’e sonuna kadar sadık kaldı. O neemrettiyse can-ı gönülden yapmaya çalıştı ve onaisyan edenlerden olmadı. Hattâ Ethem, öldürmekniyetiyle Kemal’in odasına daldığında, imdada oyetişecekti.

Çolak İbrahim, 1996’da yayınlanan ve birhayli sansürlü olduğu anlaşı-lan hatıralarında; Bolu’daâsileri nasıl sükût ettirdiğini,Bulgar Sadık’la ikisindenhalkın nasıl korktuğunu, âsi-lerin yerini ihbar etmeyenköylülerin evini nasıl ateşeverdiğini, bazı köyleri tekrarkurulamayacak şekilde nasılharitadan sildiğini, kendisine“Bolşeviklikten vazgeç, Padi-şah’a sadık kal!” diyenhalka, “Bizim hareketimizhuruc-ı alessultan (sultanakarşı çıkış) değildir. Bilakissultanı ve hilafeti kurtarmakkavgasıdır” diye nasıl yalansöylediğini, elindeki Kuvâ-iMilliye mührüyle Padişah’a bağlı Ziraat Bankası şu-besinden nasıl para çektiğini ve subaylardan bazı-larının halkın tütün ve mısırına el koyarak nasılzimmetine geçirdiğini, dili döndüğünce anlatır.

***

O günlerde Bursa düşmüş, Kuvâ-i Milliye ricatediyordu. Bunu gören İnegöl halkı, askerin yolunukeserek, “Düşman bu tarafta, siz nereye koşuyor-sunuz?” diye sordu. Asker cevaben halkın üstüneateş açtı ve meydan cesetle doldu. Ama bu sadeceisyanın fitilini ateşlemeye yaradı. Halkla asker ara-sında tam bir ay süren muharebede, 56 asker veyüzlerce sivil öldü.

Düzce ve Hendek’te patlayan ikinci isyanın da,Bursa’nın düşmesi ve askerin Yunan önünden kaç-ması haberleriyle alâkası vardı. Bunu duyan Aba-

zalar, “Kuvâcılar’ın maksadı zaten Abaza ve Çer-kesleri katletmektir. Yunan bile onlardan iyidir!” di-yerek ayağa kalktılar. Düzce’ye girdiler ve yenidenbütün siyasî ve askerî erkânı tutukladılar. Bolu, Ge-rede, Mudurnu havalisinde ne kadar askere denkgelirlerse öldürdüler. Abazalar iyi dövüşçüydü. AmaÇolak İbrahim onlardan daha iyi dövüşüyordu.Bunu onlar da takdir ediyor ve bir tek ondan çeki-niyorlardı. Sonunda bu isyanı da o bastırdı.

Herhalde bölgede sürüp giden bu yoğun faali-yetliliğin bir tek sebebi yoktu. Çerkesler ve Abaza-ların Yunanlılar tarafından “Çerkezistan” va’diyleiğfâl edilmiş olması mümkün olmakla birlikte, işiniçinde, Kuvâ-i Milliye’ye karşı Kuvâ-i Hilâfe gibi te-şebbüsler, ayaklanan Türkler, Padişah’a bağlılık ye-minleri ve Padişahın bu olaylarda kışkırtıcı roloynaması sözkonusu olmaması, meseleyi göründü-ğünden karmaşık bir hale getirir. Padişah, İngiliz-ler’in isteği üzerine Kuvâ-i İnzibatiye’yikurdurmuştu. Bunlar, güyâ Kuvâ-i Milliye’yi temiz-

lemek için Anadolu’ya geçergeçmez de, Padişahın gizlidirektifiyle, silahlarını indi-rip, Kuvâ-i Milliye’ye katıl-mışlardı. Herhalde Padişah,Kuvâ-i Milliye’yi safdışı bı-rakmak isteseydi, Kuvâ-i Hi-lâfe gibi kolay söylenişli birisim bulmaz, çok daha gürbir sesle ve çok daha tesirlibir çalışma yapabilirdi.

Herşeyden önce, Ada-pazarı ve Bolu yöresinde,çok güçlü bir “antikomü-nist propaganda” yapıl-mış, Kuvâ-i Milliye’cilerin“Bolşevik” ve “Zındık” ol-duklarına halk kesinlikle

inandırılmış ve özellikle din duygusu galeyana ge-tirilmişti ki, bu Vahidüddin’in üslûbu olmadığı gibi,bunu yapmaya Damad Ferid’in de gücü yetmezdi.Nitekim, bu türlü “fitne” ve “cinnet” sebebine bağ-lanabilecek isyanlar, daha 1919’da çıkmaya başla-mıştı. Sivas’ta Şeyh Receb ve Bayburt’ta ŞeyhEşref isyanları buna misâldir. Özellikle Mehdiliğiniilân eden Şeyh Eşref, askeri acziyetle suçlamış,halkın kendi başının çaresine bakabileceğini önesürmüş, Bayburt, Sürmene ve Erzurum’un bazı dağköylerinde çok etkili olmuş, 2 ay müddetle bastırı-lamamış ve sonunda kendisi ve ailesinin yaşadığıev top ateşiyle havaya uçurulmuş ve isyan çok kanlıbir şekilde sükût ettirilmişti.

Diğer taraftan, Millî Mücadele’de Mustafa Ke-mal’in en yakınındaki isimler Rauf, Ali Fuad (Ce-besoy), Bekir Sami, Albay Kâzım (Özalp) gibiisimler Çerkes asıllı ve Sivas Kongresi’nde Çerkes-

Adapazarı ve Bolu yöresinde, çokgüçlü bir “antikomünist propaganda”yapılmış, Kuvâ-i Milliye’cilerin “Bolş-evik” ve “Zındık” olduklarına halk ke-sinlikle inandırılmış ve özellikle dinduygusu galeyana getirilmişti ki, buVahidüddin’in üslûbu olmadığı gibi,bunu yapmaya Damad Ferid’in degücü yetmezdi. Nitekim, bu türlü“fitne” ve “cinnet” sebebine bağlana-bilecek isyanlar, daha 1919’da çık-maya başlamıştı. Sivas’ta ŞeyhReceb ve Bayburt’ta Şeyh Eşref is-yanları buna misâldir.

Page 98: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39

ler’in önemli katkısı olmakla beraber, bu dönem-deki “Çerkes Ayaklanması” bir tahmin veya kara-lama değil, gerçekti. Kafkas muhaciri olan ve dahaziyade Doğu ve Güney Marmara’da yoğun yaşa-yan Çerkesler, bir taraftan Hilâfete bağlılıklarını vur-gularken, diğer taraftan müstakil bir “Çerkezistan”kurmak dâvâsıyla Yunanlılar ve onların arkasındakigüçlerle işbirliği yapmışlardı. Bu işbirliğinin gerek-çesini, “Çerkes Milleti” adına yayınladıkları bir be-yannamede şöyle ilân ediyorlardı:

-“13 sene önce Meşrûtiyet idaresinin ilânı üze-rine, siyasî olgunluktan mahrum ve ancak Türkçü-lük ve Turancılık duygularıyla dolu olan ve tarihtemisli görülmemiş bir surette, diğer Osmanlı unsur-larını yıldırma ve Türkleştirme politikası gibi yanlışbir yol izleyen Türk yöneticilerinin siyaseti, Türk ol-mayan bütün unsurların milliyetlerini ve yaşamagüvenliklerini yok etmekle, Çerkesler’de ‘yalnız ko-runma amacı ile’ haklı bir şikâyet ve perişanlık hissiuyandırmış ve bunun neticesinde devam edegelenbu zulümlerden kurtulmak gayesiyle Çerkesler millîbir gaye takibine ve Millîcilerinaçıkça Çerkes milletini mahvakalkışmaları dolayısiyle, kendile-rini silahla savunmaya ve çarpış-maya mecbur kalmışlardır.”

Herhalde, bu çalışma bo-yunca savunduğumuz tezleri,Ulu Hakan’ın ne olduğunu,Meşrûtiyetin ne olduğunu, İtti-hatçılığın ne olduğunu, hiçbir şeybu sözlerden daha sarih bir bi-çimde izah edemez. Çerkesler,Kemalist Hareketi İttihatçılığın birdevamı olarak görüyor, DamadFerid ekibini de Kemalist politi-kaların gizli bir destekçisi sayıyor, bu yüzden ayrı biryol tutmak istiyorlardı.

***

Bolu ve Düzce bastırıldıktan iki hafta sonra,Hürriyet ve İtilâf Fırkası’na bağlı olan ve İttihatçı-lardan nefret eden Çapanoğulları Yozgat’ı zabtetti-ler. Tokat, Sivas ve Çorum’un bazı bölgeleri deellerine geçti. Çerkes Ethem, Çolak İbrahim veAlbay Refet bölgeye kaydırıldı. Çarpışmalar uzunve kanlı oldu. Çerkes Ethem gaddarlığıyla yinenam saldı ve halka etmediğini bırakmadı. Bunlararasında köy yakma, yağmalama, idam ve dar-betme başta geliyordu. Çolak İbrahim ve RefetBele de yeni “kahramanlıklara” imzâ attılar. Âsile-rin çoğu temizlenmiş ve kalanlar Akdağmadeni yö-nünde kaçmışlardı ki, peşlerine düşemeden, Boluve Düzce’den gelen ikinci isyan haberiyle, birliklero tarafa kaydırıldı.

Derken Yozgat’ta, çok daha uzun sürecek, çokdaha geniş bir bölgeyi kaplayacak ve çok dahakanlı sahnelere zemin hazırlayacak ikinci bir isyanbaşladı. İsyanın başında Şeriyye Hâkimi HafızŞahan vardı. Aslında Zile’de birkaç kişi Padişah le-hine nümayişe geçmese, bütün halk onlara destekvermese, kasabadaki birkaç Kuvâcı’nın evini yağ-malamasalar, gelen askerî birlikler top ateşiyle Zi-le’ye girmese, 150 kişiyi öldürüp 22’sini idametmese, Yozgat Ayaklanması olmayabilir veya ol-duğu çapta genişlemeyebilirdi. Ama bu hadiseyiduyan Aynacıoğulları, bombanın pimini çekerek,bir ânda Amasya, Çorum, Yenice, Kırşehir, Maden,Alaca, Karamağara, Mecidözü, Haymana, Çiçek-dağı, Sorgun, Sungurlu, Yıldızeli, Akdağmadeni,Çamlıbel, Turhal, Artova ve Tokat yörelerini kapsa-yan bir isyanı başlattılar. Aynacıoğulları çetesi “yeşilbayrak” açmış ve “Padişaha bağlılık adına bağım-sızlık” ateşi yakmış, cephaneleri yağmalamış, ha-pishaneleri boşaltmış ve civarın bütün çeteleri vehalkıyla birlikte mülkî âmirleri de onlara destek ver-

mişti. Ne var ki, iki sene kadar ta-

mamen bastırılamayan bu isyan,sonradan gayesinden sapmıştı.Yeşil bayraklar ve Padişah’a bağ-lılık yeminleri unutulmuş, canderdine düşülmüş ve peşine tak-tığı Kürd, Çerkes ve Rum genç-lerini devlet vaadiyle kandıranKaatil İlyas çetesinin, Yunanlı-lar’la elbirliği ederek Kuvâ-i Mil-liye’yi arkadan hançerlemekistemesi, hattâ Yunanlılar adınaKonya’yı zabtetmeye heves et-mesi üzerine, halk bu hareketten

desteğini çekmiş, Aynacıoğulları ile Kaatil İlyas çe-tesinin serkeşliğine dönen geri kalan direnişi, Kuvâ-i Milliye kolayca bastırmıştı.

***

Kürdler’in yaşadığı bölgelerde ise, ilkin Ali Batıçetesi ayaklanıp Nusaybin’e geldi; ancak yakalanıpöldürüldü. Ondan sonra Millî Aşireti ayaklanmasıoldu, Urfa’ya yürüdü, Karakeçili aşiretini mağlubettiyse de, üç ay sonra o da mağlub olup Suriye’yekaçtı. Bunu, Garzan’daki Cemil Çeto kalkışmasıtakibetti. Paris’teki Kürd Şerif Paşa ve İstan-bul’daki Kürd Teâlî Cemiyeti ile bağlantılı olduğusöylenen ve “müstakil bir Kürdistan” dâvâsı güdenâşiretler, halktan tam destek alamadıktan sonra, da-ğıldılar.

Doğu’daki ayaklanmaların en büyüğü ise Koç-giri Ayaklanması oldu. Hafik, Zara, İmranlı, Suşehri,Refahiye, Kemah, Divriği, Kangal, Ovacık, Dersim

98

Harb-i Umumî’de erlerininhepsi, bulundukları cebheleriterkederek memleketlerinedöndüler. İlk isyana 1916’dagiriştiler. Ruslar’ın ilerleyece-ğini sanıyorlar, onlarla işbir-liği yaparak, Osmanlı’danbağımsız bir Kürdistan kur-mayı düşünüyorlardı. AncakRuslar onlara değil, Ermenis-tan dâvâsına destek oldu.

Page 99: furkan, salih, mirzabeyoğlu

99

bölgelerine hâkim olan Koçgiri Âşireti, İbolar, Zaza-lar, Kerteliler, Balular, Sarular adında 5 boydan olu-şan, 40 bin nüfusa sahib, Kürdçe konuşan bir Alevîtopluluğuydu. Ulu Hakan tarafından reislerine“Paşalık” pâyesi verilmiş ve himaye görmüşlerdi.Ama daha sonra Abdullah Cevdet tarafındandevlet aleyhine döndürüldüler ve Paris’te bulunanKürd Şerif Paşa’nın “Kürdistan” dâvâsına katıldı-lar.

Harb-i Umumî’de erlerinin hepsi, bulunduklarıcebheleri terkederek memleketlerine döndüler. İlkisyana 1916’da giriştiler. Ruslar’ın ilerleyeceğini sa-nıyorlar, onlarla işbirliği yaparak, Osmanlı’dan ba-ğımsız bir Kürdistan kurmayı düşünüyorlardı. AncakRuslar onlara değil, Ermenistan dâvâsına destekoldu. Böylece isyanları sönüp gitti. Ama Sevr dö-neminde onların da günü doğmuştu. Dersim yöre-sinde yeni bir ayaklanma çıkarmakta tereddüdetmediler. Bir yıldan fazla süren, son derece kanlıve hazin hadiselere sahne olan isyan, yörede yıllaryılı unutulmayacak izler bıraktı. Öyle ki, Türkiye’dekomünizmin yayılışında, bu izler açıkça görülebilir!

***

Sonunda Çerkes Ethem, Demirci MehmedEfe ve Çopur Musa Efe çeteleri de ayaklandı. Ev-velâ “Kuvâ-i Seyyâre” adı altında Yunan’la savaşatutuşan, Anadolu isyanlarının birinden diğerinekoşan, halktan para toplayan ve bazan aşırıyavaran davranışlarıyla terör estiren bu çeteler, son-radan Mustafa Kemal’le ters düşerek isyan bay-rağını açtı. Bunlardan Demirci Mehmed Efe veÇopur Musa Efe olayları önemsiz isyanlar olup,daha sonra biri teslim olmuş, diğeri Yunanlılar’a sı-ğınmış iki serkeşlikten ibarettir. Çerkes Ethemolayı ise, ideolojik yönleri olan, bugün bile tartışı-lan, mühim bir olaydır. Fakat bu isimlerin hepsininmüşterek hikâyesi, o dönemde “benzerleri arasındaen iyisi” olan Albay Refet hakkında devrin Bolş-eviklerinden birinin dilinden dökülen şu hükümdetopludur:

-“Refet Bey, M. Kemal’in dış düşmanlarındançok iç pürüzleri, daha çok politik anlamdakileri te-mizlemek için kullandığı tamamen militarist kafadabir adamdır. Mustafa Kemal, başını yiyeceği günekadar onu da ötekiler gibi kullanacaktır.”

Ethem, Balıkesir köylerinde, Ulu Hakan’a yü-rekten bağlı bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi.Meşrûtiyetten sonra, Resneli Niyazi’nin davetiyle,kardeşleriyle beraber İttihat ve Terakki’ye katıldı.Balkan Muharebesinde Bulgarlar’a karşı savaşıpyara aldı. Daha sonra Kuşçubaşı Eşref tarafındanTeşkilât-ı Mahsusa’ya alındı. Birinci Dünya Har-bi’nde Rauf Bey’in İran’daki faaliyetlerine iştiraketti. Harbden sonra memleketine dönerek eşkıyâ-

lığa başladı. İzmir Valisi İttihatçı Rahmi Bey’in oğ-lunu fidye karşılığı kaçırdı. Rahmi Bey, İngilizler’in“şiddetli Rum düşmanı” diye görevden aldırdığı bi-riydi; ve dolayısiyle Ethem, bu hareketiyle İngiliz-ler’in gözüne girmek istemişti. Fakat Rauf’unİstanbul’dan kaçıp bölgeye gelmesiyle, bu ters yol-dan dönmüş ve Güney Marmara ve Ege’nin çete-cilerinden büyük bir kuvvet toplayarak MillîMücadeleye katılmıştı.

Balıkesir, Bolu ve Yozgat işgâllerini en acımasızşekilde bastırmıştı. Öyle ki, Yozgat’ta isyan edenlerhakikî Türkler olduğu için, asker bunlara silah çek-mekten kaçınırken, Ethem girdiği köyleri dümdüzetmişti. Ankara’da krallar gibi karşılanmıştı. Mebus-lar önünde eğiliyor, ona dualar ediyorlardı. Ku-mandanlar ondan azar işitmeyi cana minnetsayıyorlardı. Fakat kader, Mustafa Kemal ile Et-hem’in arasına bıçağını sokmuş bulunuyordu.Ethem, Yozgat İsyanı’ndan Ankara Valisi’ni so-rumlu tutuyor, onu yargılamak istiyor, Kemal isevermeye yanaşmıyordu. Zirâ Ankara Valisi’nin suç-landığı meselenin –ne olduğu anlatılmıyor- asıl so-rumlusu Mustafa Kemal’di ve Ethem, Yozgat’takitahkikatında, isyanın büyümesinin Mustafa Ke-mal’in bir tutumundan ileri geldiğini tesbit etmişti.Bunun yanında isyanı karışan bir Alevi dedesinisaklaması ve Divan-ı Harbe vermemesi, MustafaKemal’le aralarındaki iktidar kavgasını ayyuka çı-karmıştı. İşin ilginç yanı, o günkü Meclis’in çoğu Et-hem’den yanaydı. Ethem daha sonrahatıralarında, “İstesem orada her şeyi ele geçirebi-lirdim, bana kim engel olacaktı ki?” diyecektir. Nevar ki, o gün birtakım aracılar ortaya çıkacak ve Et-hem’i herhangi bir teşebbüsten alakoyacaklardı.

Ethem Yozgat dönüşündeki vaziyeti olduğugibi, daha sonra eline geçirdiği birkaç suikast fırsa-tını, kendisine Türkiye’nin Bolşevik liderliği teklifedilmesini vesaire de değerlendiremedi. Sonunda,askerî kuvvetler yeterince palazlandıktan ve iş iştengeçtikten sonra, sudan bir sebeble, aslında tam daeşkıyâ ruhu için ciddiye alınacak bir sebeble isyanetti: “Refet ve Ali Fuad Paşa’lara bu kadar ehem-miyet verilmesin, bana verilsin!” Gitti, Kütahya’yıbir müddet hükümet gibi idare etti. Eskişehir’i, Af-yonkarahisar’ı, Hamidiye’yi ve Konya’yı alıp, Mus-tafa Kemal’i devirmeyi hayal etti. Ama üstünegelen Refet ve İsmet’in kuvvetleri onun iki mis-liydi. Ne kurşun attı, ne teslim oldu, doğruca kaçıpYunan’a sığındı. Adamlarından bazıları sığınmayıgururuna yediremeyip, intihar saldırıları düzenledi-ler ve kahramanca öldüler. O ise, Atina’dan Al-manya’ya geçip Enver’e katılmayı dabaşaramayınca, Ürdün’deki akrabaları arasına sı-ğındı ve orada öldü. Firarından sonra “vatan haini”ilân edildi; Yunanlılar’la birlikte Türkler’e karşı sa-vaştığı ve Bolşevik olduğu söylendi.

şubat 2011 sayı 39

Page 100: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39100

Merhum Zavendikli Mustafa Hoca Efendininyakınları olarak hayatından bahseder misi-niz?Öncelikle hocamıza Allah’tan rahmet dileriz. Hoca-mız 1932 yılında Rize Güneysu Adacami KöyüAnca mahallesinde doğmuştur. Babası Sofuoğulla-rından Abdulkadir’dir. Küçük yaşta Adacami KöyüZavendik Camii imam hatibi Merhum MehmetKülünkoğlu Hocaefendi’den hafızlık yaparak ica-zet aldı. Zavendik Camii imam hatipliği ve Zaven-dik’te öğrenci okuturken aynı zamanda her gün ikiüç kilometre kadar yürüyerek Adacami Köyü imam

hatibi MerhumMaksut Efendi’denders okumayadevam ederekArapçadan icazetaldı. Hocasınınizinli günlerindeGüneysu imam ha-tibi Merhum Mus-tafa CivelekHocaefendi’den

ve Selamet köyü imam hatibi Merhum HüseyinKandemir Hocaefendi’den yine Arabça derslerokumaya devam etti. Fırsat buldukça Fatih Dersi-amlarından Rize müftüsü Merhum Yusuf KaraliHocaefendi’den Arab dili edebiyatı üzerine derslerokumaya devam etti. Askerliğini Erzurum’da yaparken Erzurum ulemasıile tanıştı. Erzurum müftüsü Merhum Sakıp Efen-di’den ve diğer adını hatırlayamadığım hocaefen-dilerden Tefsir, Fıkıh, Hadis, Feraiz ve Farsca derslerokudu. Feraiz bilgisi çok kuvvetliydi. Rize mahke-melerinde hâkimlerin talebi üzere yeminli bilirkişiolarak veraseti Osmanlıya dayanan meseleleri Fe-raiz bilgisiyle çözüp onlara verirdi. Bütün bu ule-madan öğrendiği ilimleri bir bütün haline getirerekZavendik Medresesi’ni kurdu. Disiplinli ve dü-zenli olarak ders okutmaya başladı. Medresesindeyatılı olarak okuyan çok sayıda öğrenciye icazetverdi. Hocaefendi’nin düzenli olarak okuttuğu dersler vekitablar şunlardı:Medresede hafızlık dersleri sürekli devam ederdi. Sarf Dersi: Emsile, Bina, Maksud ve ‘İzzi kitapları.

Rize’nin önemli şahsiyetlerinden emekli vaiz “Zavendikli Mustafa Hoca” olarak bilinen, 64 yılda Türkiye’nin

dört bir yanına tebliğ ve davette binlerce talebe yetiştirerek arkasında kapanmayan bir hayır sayfası bırakan Za-

vendikli Mustafa Yıldız Hoca, geçen yıl 78 yaşında akciğer yetmezliğine bağlı solunum yetmezliği ile Hakk’ın rah-

metine mazhar olmuştu.

Biz de Merhum Hocamızın sene-i devriyesinde onu hatırlamak ve hatırlatmak adına İlk talebelerinden olan Bekir

ÇELİK Hocaefendi ve Fikri ÖZÇELİK Hocaefendi ile Zavendikli Mustafa Hocamızı konuştuk.

Röportaj Hatice Tüfekç[email protected]

Talebeleri Zavendikli Mustafa Hocaefendi’yi Anlatıyor:“TAVİZSİZ FETVALARIYLA MEŞHURDU”

ZZaavveennddiikk

llii MM

uussttaa

ffaa HH

ooccaaeeffee

nnddii DD

eerrss

tteeBB

eekkiirr

ÇÇeelliikk HH

ooccaaeeffee

nnddii

Page 101: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39 101

Nahiv Dersi: Avamil, İzhar, Kafiye ve Mollacamikitapları.Belagat: Alâka, Telhis ve Me’ânî (ilm-i me’ânî, ilm-i beyan, ilm-i bedî’) kitablarıKelam: Fıkhul Ekber, Ömer Nesefi ve Şerhi Akait(Ketseli ve Ramazan Efendi ) kitabları. Fıkıh: Nur-ul İzah, Helebi, Mülteka, İhtiyar ve Hi-daye kitabları.Usul-ü Fıkıh: Miratul Usul kitabı.Feraiz: Feraizi Salih Efendi ve Metni Sıraciye ki-tabları.Hadis: Buhari, Müslim, Muhtarul Ehadis ve Riya-zussalihin kitabları.Tefsir: Gazi Beyzavi ve Celaleyn kitabları.Mantık: İsa Goci kitabı.Kelime Dersi: Hocaefendi’nin en önemli özelliğikelime dersiydi. Kelime dersi şu şekilde gerçekle-şirdi. Önce Arabça okuyan bütün öğrenciler birdershanede toplanırdı. Bir öğrenci Kur’ân-ı Ke-rîm’den bir âyet okurdu. Âyet-i Kerîmenin tecvidi teker teker sorulurdu. Emsile dersi okuyan öğrencilere Âyet-i Kerîme’dekikelimelerin ne kelime olduğu sorulurdu. Bilemez-lerse bir üst dersi takib eden öğrencilere sırayla so-rulurdu.Bina dersi okuyanlara hangi babdan geldikleri vebina ile ilgili sorular sorulurdu.Maksut ve İzzi okuyan öğrencilere iğlal kaideleri so-rulurdu. Avamil okuyan öğrencilere amil, mamul, mebni,muğreb soruları sorulurdu.İzhar, Kafiye, Molla Cami okuyan öğrencilere Na-hivle ilgili ağır sorular sorulurdu. Belagat okuyan öğrencilere belagat ile ilgili sorularsorulurdu. Sonunda Âyet-i Kerîmede kaç tane isim cümlesi,kaç tane fiil cümlesi, iğrabtan mahalli olan cümlelersorulurdu.En sonunda Âyet-i Kerîme’ye mânâ verilirdi.Her öğrenci bir Hadisi Arabça yazar ve ezberlerdi.

Mânâsını Osmanlıca yazarak Osmanlıca ve Arabçayazı yazmayı öğrenirdi. Hocaefendi öğrencilerindefterlerini kontrol ederek imzalardı.Bu kelime dersi misafir Hocaefendilerin çok hoşunagider, sonradan bizleri gördükleri zaman o kelimedersi devam ediyor mu diye sorarlardı. Öğrencilerders çalışırken kelime dersine göre çalışırlardı.Hocaefendi’nin resmi görevleri : Sırası ile Erzincan,Pazar, Rize ve Sürmene’de vaizlik yaptı. 65 yaşınıdoldurarak emekli oldu. Emekli olduktan sonra Rizevaizliğine devam etti.Hocaefendi 1980’li yıllarda Rize merkezde İrşadVakfı’nı kurdu. Bu vakıfla Rize Müftü Mahallesi’ndeMataracı Kız Kur’ân Kursunu ve Müftü Mahalle-si’ndeki medreseyi kurarak vefatına kadar tedrisatadevam etti.

Hoca Efendi’nin talebelerinde beklentilerinelerdi?- Bütün öğrencilerinden talebe okutmalarını isterdi.İlah-ı kelimetullah için çalışmalarını isterdi. Çokkere, “Sizin en hayırlınız Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenenve öğretendir” hadisini okuyarak Kur’ân okutmala-rını isterdi. Yine öğrencilerinden itikatta Ehli sünnetmezhebinde sebat etmelerini, ameli mezhebte iseHanefi mezhebinde sebat etmelerini isterdi. Şaibelive bozuk fikirli insanlardan ve mezheblerden uzakdurmalarını isterdi. Hocaefendi ilmiyle, ahlâkıyla, dürüstlüğüyle halkıngönlünde taht kurmuştu. Tavizsiz fetvalarıyla meş-hurdu. Amelde azametle amel derdi. Gıybetten baş-kasının aleyhinde konuşmaktan şiddetle kaçınırdı.Yüzüne meth edildiği zaman “ Bir insanı yüzünemeth etmek boğazını kesmek gibidir.” diyerektepki gösterirdi. Hocaefendi Nakşîbendi tarikatında Efendi Hazret-lerinin Rize vekiliydi. Yıllarca her pazartesi sabahıRize merkezde sohbet yapardı. Mektubat ve Risâle-i Kudsiye’den okurdu. Teheccüd namazı, Evvabinnamazı ve Kuşluk namazına devam ederdi. Her ab-dest aldığında iki rekât namaz kılardı.

Hocamızın vefatından sonra İlim İrşad Vak-fında değişiklikler oldu mu?İlmi noktada vakıfda değişiklik yok. Hocaefendi’ninverdiği dersleri bizler devam ettiriyoruz. Kur’ânkursu ve diğer hizmetler aynen devam etmektedir.Ayrıca Zavendik Kur’ân kursuda dini eğitimin yanısıra kuran eğimine başlamaktayız.

Hocaefendinin vefatına yakın dilinden düşür-mediği vasiyeti var mıydı?Hocaefendimiz son zamanlarında “Zavendiği (Za-vendik Kur’ân Kursunu) Fikri Hocaefendiyeemanet ettim” ifadesini üçdefa tekrarladığı tale-belerinden aktarılmaktadır.

FFiikk

rrii ÖÖzzçç

eelliikk

HHooccaaeeffee

nnddii ((SS

aağğddaa))

Page 102: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39

HT’nin sözde gayesi; “Hilâfetin Yeniden İn-şâsı”dır. Dolayısıyla bütün eğitim metodları ve mü-cadeleleri bu temel üzerinedir. Dikkat: Ortada birbinâ inşâsı mevcut değildir, sadece bir “temelatma(!)” çalışması vardır. Hatta, -Humeyni misâ-linde görüldüğü üzere- kendi itikadları çerçevesindeinşâsı tamamlanan binâların kökten yıkılıp, HT’nin“temel projesi” üzerine inşâ edilmesi salık verilir.Hakları var mı, yok mu, lâyıklar mı, değiller mi gibişeyleri kendileri için mesele bile etmezler. Onlar(yok iken) vardır, o kadar…

Süha Tâcî’nin araştırmasına göre HT’nin eği-tim faaliyetleri şöyledir: “Halkalar Nebhani’ninİslâm akide ve nizamını izah ve İslâmî bir devletiçin önerilen anayasayı arz eden Nizâmu’l-İslâmeseriyle başlamaktadır. Bu eserin işlenmesi bir yılsürebilir.” Daha sonra “şunu yaparlar, bunu böyleyaparlar!” ayrı bahis. HT, bahsettiği; “İslâm Ni-zâmı”nı nasıl gerçekleştirecek? Ona bakalım:

“Dâr-ul İslâm tümüyle ortadan kalkıp Dâr-ulKüfre dönüştükten sonra, yöneticilere karşı artık kı-lıçlar çekilmez. Çünkü kılıçların çekilmesi Dâr-ul İs-lâm’ın varlığını gerektirir. Bir ülke, Dâr-ul İslâmolmaktan çıkıp bütünüyle Dâr-ul Küfür haline gel-mişse(Türkiye gibi) ya da aslen Dâr-ul Küfür(Ja-ponya gibi) ise, artık yürütülmesi gerekenmücadele, Rasûlullah SallAllahhu Aleyhi ve Sel-lem’in Medine’de ilk İslâm Devlet’i kuruncayakadar sürdürdüğü, fikri çatışma ve siyasî mücade-leye dayalı metoda göre icra edilecek mücadele-dir.”(İslâmî Hilâfet Nizâmı’nın Şer’î Esasları, 2008, s.38-39)

Örgütün liderlerinden olan Hamdan da bu me-selede (1954) şöyle der; “Biz İslâmî bir devlet kur-mak için kuvvete başvurulması çağrısındabulunacak değiliz.” Yine HT tarafından yayımlananbir broşürde; “…mevcut şartlarda İslâm ülkelerin-deki idarecilere kılıçlakarşı koymak caiz de-ğildir…” talimatı veri-lir ve; “bu kişiler zatenküfrün uygulandığıdevletlerde iktidarageldiler” tesbitiyle(!),meselenin fıkhî(!) bo-yutuna değinilir.Özkan ise -bir zamanlar HT’nin Türkiye Emiri(!) ol-duğu söylenen; “Mekke’de Rasûlullah (s.) hiç kim-seye otoriteye veya onu temsil edenlerin birineolsun maddi bir karşılık verme örneğin suikast veyasabotaj yapma izni vermedi” şeklindeki tesbitiyle(!),bu talimatın fıkhî delilini tâ Asr-ı Saadet’ten getirir.Hatta; “gösteri yaparak, bazı ülkelerin bayraklarınıyakmak, şirktir!” bile der-ler… Daha sonraki yıl-larda gelişmeler olmuş ve örgütün bazı ülke emir-leri(!), bazen sözlü olarak bu talimatları çiğnemişlerve bazı liderlerin öldürülmesini temenni etmişlerdir.Bu da sadece “temenni”dir, icraat yok!.

Adı geçen eser, Hamdan ve broşürdeki sakat-lık şu: Bu(nların) kanaate göre; Başta Hazreti AliRadıyallahu Anh olmak üzere Hazreti Talha, Haz-reti Zübeyir ve Hazreti Muaviye gibi şahsiyetler“caiz olmayan işler” yaptıkları gibi, üstüne katil ol-muşlardır. (Hâşa) Zira, “Cemel ve Sıffîn” vak’ala-

102

Sedat [email protected]

HİLÂFET VE HİZBU’T-TAHRİR

HT’nin Eğitim ve Mücadele Metodu

EErrcc

üümm

eenntt ÖÖ

zzkkaann

Page 103: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39

rında O büyüklerin kılıç çektikleri şahsiyet ve toplu-luk-lar (topluluğun içine karışarak fitne çıkaran vesadece Müslüman kanı dökme kastı güden münâfıkve fâsıklar müstesna) tamamen Müslümanlardanmüteşekkildi. Aynı şekilde Ehl-i Beyt’ten “Kerbel┪ehidi Hazreti Hüseyin ve “Kûfe” Şehidi İmamZeyd İslâm Fıkhı’nı çiğnemişlerdir. (Hâşa) Zira, bun-ların “Kıyam” ettiği topluluk da tamamen müslü-manlardan müteşekkildi. Devlet erkini ele geçirmişyahut devlet idaresinin içine sızmış olan münâfık vefasık taifesi ise, zâhirde “takva Müslüman” görün-mek zorundaydı ve bunlar yine zâhiren de olsaİslâm ahkâmını uyguluyorlardı çünkü, o devirdeidareciler, söz ve tatbik-icraatlarını İslâm ahkâmınadayandırmak zorundaydılar. Değil mi?..

Adı geçen eserin ve Özkan’ın iddiası tamamenmesnetsizdir zira, Peygamber Efendimiz SallallahuAleyhi ve Sellem Medine’ye Hicret edip, devlet kur-duktan bir müddet sonra dahi, küfürle doğrudancihad yapmaya -suikast ve sabotaj dahil-, ruhsat ve-rilmemiştir. Ancak, bu ruhsat, Mekke’den Hicreteden müslümanların mallarınınmüşrikler tarafından yağmala-nıp Şam Pazarında satılmasın-dan sonra verilmiştir. KiMüslümanlar, Şam’dan dönenkervan’a baskın yapmışlar, EbuSüfyan Kervan’ı kaçırmış, niha-yetinde Mekke’den hareketeden Müşrik Ordusu ile Ensarve Muhacirlerden (ŞahsiyetlerTopluluğu) oluşan Müslümanlararasında BedirKuyuları önünde, “Mânâda ta-rihin en büyük savaşı!” cereyanetmiştir. Ferman Allah’dan, tat-bikat Resûl ve O’nun güzide sa-habelerindendir.

Demek ki buradaki “asıl” mesele, yani ruhsatmeselesi; güç ve zamanının gelip-gelmemesini be-lirten “İlâhi Ferman” olup, hikmeti, feraset sahibimü’minlerin tahliline mevzuudur. Ayrıca, Mekke’deMüslümanlar ile Müşrikler arasındaki kavga hiçeksik olmamış, hatta Hazreti Hamza ve HazretiÖmer’in Müslüman olmalarından sonra, bu Arslan-ların eliyle müşrik ulularının kanı dahi dökülmüştür.Ve yine, “asabiyet” sahibi müşrikler, Müslümanlaraher türlü boykotun uygulanmasına müsaadeetmiş fakat, kabileler arasında şiddetli savaşlar çık-masını istemediklerinden dolayı Mekke’nin yerli-asil ailelerine mensub olan hiçbir Müslümanıncanına ilişmemişlerdir, vesaire. (Ebu Cehl’inbütün ısrarlarına rağmen tâ Hicret gecesi on seç-kin kabileden on seçkinsavaşçı delikanlının “Peygambere Suikast Timi”olarak görevlendirilmesine kadar. Netice; Müşrikle-

rin hüsranı, Peygamber’in ise; Mucizesi…) Size bir başka misâl daha vereyim: Meşhur “Hu-

deybiye Antlaşması”ndan sonra Ebu Cendel’in kur-duğu Akıncı-Gerilla Ordusu: Bu antlaşma gereğiMekke’den firar edip Medine’ye hicret eden Müslü-manların tekrar Mekke’ye iadesi sözkonusuydu…Mekke’den Medine’ye firar eden bir-ikivesaire. Müslümanlar tekrar Mekke Emirlerine iadeedildi… Nihayet, müşriklerin elinden kurtularakMekke’den firar eden Ebu Cendel, Mekke ile Me-dine arasında bir mevkiî de, Mekke’den firar edenMüslümanları toplayarak bir ordu kurdu. Bu or-duyla Müşrik kervanlarını yağmaladı ve yakala-dığı müşrik ulularını ya esir edip, karşılığında fidyealdı yahut öldürdü. Allah ve Resûlü, Ebu Cendelve Ordusunu bundan asla men etmedi. Bu vesileylemüşrikler bizzat Medine’ye gelerek Resûlullah Efen-dimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den “HudeybiyeAntlaşması”ndaki birçok maddenin kaldırılma-sını taleb ettiler…

Bu çerçevede; HT’nin bahsettiği “…mevcutşartlarda…” hadisesindeki“asıl” olan mesele; küfre kılıççekmenin caiz olup-olmamasıdeğil, küfrü tepetaklak devire-cek güç ve yürek meselesidir:HT liderlerinin müslümanlarabakan yüzündeki manzara;korkaklık ve hainliklerini ka-muflaj etme gayreti, vatan-daşı oldukları devlete bakanyüzündeki manzara ise, idare-cilerin öfkesini celbetmemek-tir. HT liderleri devletbüyüklerine âdeta şöyledemek ister; Siz rahat olun!Halkınızı iliklerine kadar sö-mürün! Dinlerini hiçe sayın,

izzet ve şereflerini ayaklar altına alın, hatta körpekızlara tecavüz edin, tüyü bitmedik bebeleri öldü-rün! vb. Her ne halt ederseniz edin biz sizin hayatı-nıza kastetmeyeceğiz! Zira, “caiz” değil! Niye? “İşteele!” Bu tür ifadeler; “doğruyu yanlışta kullananahmak” sınıfına mahsus olmak bir tarafa, işbirlikçi-hain ve ödleklerin seciyelerine uygun olan ifadeler-dir…

HT’nin yukarıdaki faaliyetlerinden başka kaydadeğer faaliyetleri arasında, başta İngiltere olmaküzere bazı ülkelerde düzenledikleri “Hilâfet Kon-greleri” gelir. Meselâ Köklü Değişim Dergisi yazarıAhmet Sivren’e göre; “26 Ağustos 2001 tarihindeİngiltere’de düzenlenen “Pakistan’da Hilâfet Arayış-ları” konulu konferans, Müslümanları heyecanlan-dırmış, kâfirleri ise tedirgin etmiştir.”

“Hizb-ut Tahrir tarafından organize edilen,10.000 katılımcı ile gerçekleştirilen “Dünya Âlim-

103

Bu çerçevede; HT’nin bahset-tiği “…mevcut şartlarda…” hadi-sesindeki “asıl” olan mesele;küfre kılıç çekmenin caiz olup-ol-maması değil, küfrü tepetaklakdevirecek güç ve yürek meselesi-dir: HT liderlerinin müslümanlarabakan yüzündeki manzara; kor-kaklık ve hainliklerini kamuflajetme gayreti, vatandaşı olduklarıdevlete bakan yüzündeki man-zara ise, idarecilerin öfkesini cel-betmemektir.

Page 104: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39104

ler Konferansı” (Endonezya)’da ortak sonuç bil-dirgesine göre bu âlimler Müslümanların meselele-rinin halli konusunda, İslâm Devleti’nin ikamesininaciliyetinde, bir Halîfe liderliğinde bütün İslâm üm-metinin tek sancak altında toplanmasının şeri birfarz olduğunda ittifak etmişlerdir… Hizb-ut Tahrir,zaten ümmet nazarında –ve hatta kâfirler nazarındada Hilâfet, İslâm Devleti, “tek ümmet, tek devlet”,denildiğinde ilk ve yegâne akla gelen kitle olmuşturher zaman.”

“İlk ve yegâne…” Bu ne demek? Yegâne: Tek,yalnız, münferid, yekta, eşşiz, biricik…

Irak, Afganistan, Çeçenistan, Bosna, Filistin,Moro, Patani, Açe Sumatra, Moritanya, KomorAdaları, Uruguay, Kırgızistan, Doğu Türkistan vb.say sayabildiğin kadar ülke ve bu ülkelerde kâfir-lere karşı can pahası-kan pahası savaşan on mil-yonlarca Müslümanı ve milyonlarca şehidi...Bunların hiçbiri ama hiçbiri HT mensubu değildir.(Son dönemde Özbekistan gibi ülkelerde bu (HT)teşkilâtın içeriğinden bihaber olan Müslümanlarıniçine sızan ve o topluluğu “HT Topluluğu” gibigösterme çabası güden birkaç münferid HT men-subu hariç.) Bütün bu ülkelerdeki mücahidlerinniçin savaştıkları da aşikâr. HT gibi “oryantal!” yap-mıyor bunlar. İslâm olması için topraklarını kanla-rıyla suluyorlar…

“… HT Yegâne” diyen Bay Sivren! Böyle bir

ifade “Hilâfet-Devlet” meselesinde diğerlerini yoksaymaktır ki, sana veyl-yazıklar olsun!..Sen, çingençadırına “Aga-Bey!” dahi olamazsın!..

HT’nin Anayasası“Hilâfet Devleti’nin Anayasa Tasarısı” adlı, ya-

zarı meçhul eserin takdimi aynen şöyle: “Bu, Hi-lâfet Devleti’nin anayasa tasarıdır…İşte Hizb-utTahrir, bu tasarıyı Müslümanlara arz eder ve Al-lah’tan kendilerine ikramda bulunması ve Mü’min-lerin Râşidî Hilâfeti kurup Allah’ın indirdikleriylehükmetmeyi geri döndürmek üzere çalışmaların-daki gayenin tahakkukunu çabuklaştırmasını, böy-lece bu tasarının Hilâfet Devleti’nin Anayasasıolmasını diler. Bu Allah’a hiç de zor değildir.”

Yine yazarı meçhul, “Hilâfet Devleti’nin Cihaz-ları” adlı eserde de biraz değişik ifâdelerleaynı şeyler söylenir. Yukarıda “Yeni veya eski, ku-rulan her devlet, “Anayasa”sını kanla; hicranlar, iş-kenceler ve dökülen kanı veya döktüğü kandansonra kalême almıştır” diye vurgu yapmıştık. Buyüzden, “HT’nin Anayasası”ndaki her madde için,“şöyle İslâmî’dir, böyle İslâmî değildir” türü yorumve tenkid getirmeyeceğiz. Ortada ne devlet ve nede devlet kurmak için ihlâs ve samimiyetle müca-dele veren bir topluluk yok ki, onların kalême al-dıkları anayasayı enine-boyuna tartışalım!.. Diğertaraftan siz, “Muktedir” bir devlet kurduğunuzzaman o devletin “anayasa”sını geçmiş İslâm Dev-letlerinin Anayasalarından “kes-yapıştır” sûretiyledahi bir gecede hazırlatırsınız. İnanın bu Anayasa,HT’ninkinden daha muhkem ve ehven olur. Bu-rada bazı çelişkileri arzedeceğiz, o kadar. HT’nin“Anayasa” kitaplarından:

“Madde-3: Halîfe, belirli şer’î hükümleri be-nimseyip anayasa ve kanunlar hâline getirir. O, her-hangi bir şer’î hükmü benimsediğinde, bu hükümgereğince amel edilmesi vacib olan yegâne bağla-yıcı şer’î hüküm olur… Bu kanuna açıktan ve gizli-den itaat etmek Devlet’in yönetimi altındaki herbireye vacib olur.”

“Madde-4: Halîfe, Zekât ile Cihad dışındaki

AAddeemm ÖÖzzkköössee’’nniinn KKaalleemmiinnddeennHHİİDDAAYYEETT ÖÖYYKKÜÜLLEERRİİ“Hepsi gerçek ve yaşanmış olan hidayet öykülerini dinleyip de

etkilenmemek elde değildi. Sizin de hidayet öykülerini okurken birçokfarklı duyguyu bir arada yaşayacağınızı; kimi zaman şaşıracağınızı, kimi

zaman mutlu olacağınızı, kimi zaman da gözyaşlarınıza engelolamayacağınızı tahmin ediyorum.”

Pınar YayınlarıAlay Köşkü Cad. Küçük Sok. Civan Han No:6/4 Cağaloğlu-İst.

0212 5209890 - www.pinaryayinlari.com

Page 105: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39 105

ibadetlerde belirli herhangi bir şer’î hükmü benim-seyemez. Yine İslâmi Akide ile ilgili fikirlerden her-hangi bir fikri de benimseyemez.”

Madde 3’de; “Halîfe’nin şer’î hükümleri ana-yasa ve kanunlar haline getirmesi”nden bahsedilir-ken, Madde 4’de; bazı ibadetler dışında “herhangibir şer’î hükmün halîfe tarafından benimsenemeye-ceği vs.” ifade ediliyor ki; Garabet. Şayet bu ifade-lerden bir şey anlamadımsa(!) özür dilerim!

“Madde-6: Devletin, yönetimde, yargıda, işle-rin yürütülmesinde ya da benzeri konularda tebâ-ları arasında ayrım yapması câiz değildir. Irk, din,renk ve benzeri özelliklere bakmadan herkese tekbir bakışla bakmalıdır.”

6.cı Madde’de ise hiçbir kusur olmasa dahi, birsahtekârlık var. Zira, “Tebalar arasında ayırım yap-mak” bizzat İslâm’ın emridir. Misâl; Bir müslümaniçki içer ve bu tesbit edilirse bu Müslümana kadı ta-rafından “had cezası” uygulatılır fakat, bir gayr-imüslimin içkisine dokunulmaz ki, bu “işlerin yürü-tülmesi” mevzuuna girer. Yahut, bir gayr-i müslimŞeriatı temsilen kadı olarak atanmaz. Bu da yöne-tim ve yargı meselesidir. Domuz eti yemekten tutunda, giyim-kuşama kadar bir gayr-i müslim ile birmüslümanın âdet ve tavrı birbirinden ayrı olmalı-dır. Hazreti Ömer meâlen; “Bir müslüman kadıngibi giyinen gayr-i müslim [yahut müşrik] bir cari-yeyi” böyle giyinmekten men etmiştir. Hatta, İmam-ı Rabbanî Hazretleri meâlen; “İslâm topraklarındabir gayr-i müslimin At’a binmesine müsaade edil-memesi” gerektiğini söyler ki, Osmanlı Devleti güçlüolduğu zamanlarda Müslüman olmayan elçilerin Atüzerinde değil Saray’a girmesine, Saray Yolu üze-rinde dahi At’a binmesine müsaade etmemiştir. Mi-sâlleri çoğaltabilirsiniz…

“Yönetim NizamıMadde-16: Yönetim ni-

zamı, vahdet nizamıdır, federalnizam değildir. Madde-17: Yö-netim merkezidir. İdare ise mer-kezi değildir.”

Madde 16’da, “nizamın fe-deral olmadığı” Madde 17’deise “idarenin merkezi” olmadığıvurgulanır. Hâlbuki FederâlNizam: Devletlerin üst bir dev-let gücünü oluşturmak için hâ-kimiyet haklarının birkısmından vazgeçmeleri esa-sına dayanır. Birden fazla dev-letin üst bir devlet otoritesioluşturmak için birleşmesiylede “Federasyon” gerçekleşir.Federal devletler içişlerinde ba-ğımsız, dışişlerinde ise merkezi

devlete bağlıdır. Bu, çoğu zaman sadece kağıt üze-rinde kalan kuru bir prospektüstür. Zaman, güçlüolan devletin diğer devletleri yutmasıyla neticele-nebilir fakat, devletin adı aynı kalır. Federal Al-manya misâlinde olduğu gibi. ABD ve eski SSCBmisâlinde ise, “Federalizm” sadece göstermeliktir…Ayrıca, Nizamı gerçekleştiren, idaredir ki, “Nizamvahdet nizamıysa” idare de vahdet-merkezi olmakzorundadır: Eyaletler, Merkezi İdare-Halîfe tarafın-dan atanan Valiler vasıtasıyla yönetilir ki, bu ValilerMerkezi İdare-Halîfe’den bağımsız hareket edemez-ler. Haa! “onlar da mı böyle demek istedi!” Geçi-niz!..

“Madde-22: Hâkimiyet şeriatındır, halkın de-ğildir. Otorite ümmettir.” Bu madde ise tam bir ga-rabet: Nasıl olur da; “Hâkimiyet halkın olmadığıhâlde, Otorite ümmet” olabilir? Yani; “Hâkim ol-mayan halk”, nasıl “Otorite” olabilir?.. Devletin ka-nunları Şeriat ölçüsü çerçevesinde belirlenir. Otoriteve halk, bu şeriat kanunlarına itaat etmek zorunda-dır çünkü, İslâm Nizâmında “Hâkimiyet Hakk’ın-dır!” dense; amenna!. Demokratların; “Demokrasihalkın kendi kendisini yönetmesidir!” yalanında ol-duğu gibi; “Otorite ümmettir” diye, ümmeti kan-dırmaya çalışmayın!.. Ümmet, otoriteyi denetlemehakkına sahibtir hatta, haktan sapan bir idare-oto-riteyi âlimler nezaretinde devirmek, ümmetin üze-rine bir vecibedir. Ayrı bahis…

(HT’nin yazdığı) Bu “Anayasa” karşısında HTlider ve mensublarının durumu en masumane,“Para nasıl kazanılır?” diye hırs yapan bir tüccarıngece-gündüz sadece mevcut olmayan paracıkları-nın hesabını yapmaktan başka bir şey yapmamasıyahut, hiçbir din-fikir mihrakına teslim olmadan veonu tatbik azmi gütmeden gece-gündüz kitab oku-yan birisinin durumu gibi…

Page 106: furkan, salih, mirzabeyoğlu

OKUMANIN MÂNÂSI…

şubat 2011 sayı 39106

“Okumak bir bakıma bir araya getirme ve top-lama ameliyesidir. Gerek Ari gerekse Sami dil grub-larından değişik dillerde okumak fiilini ifade edensözcükler bu kök anlamdan türerler: SözgelimiGrekçe legein (logos, kelam, cümle), Latince lego(legere; intellektus), Almanca lesen (die lese, top-lama hasat), Arapça k-r-e (İstikra; tümevarım, tektek olgulardan genel önermelere gitme.)

İnsan tüm diğer canlılar gibi doğduğunda okadar bir ve bütün, o kadar derli toplu hâldedir ki obütünün içinde hiçbir şey ayrılık gayrılık taşımaz.Bu birlik ve bütünlük, bir bakıma onu o çaresiz hâ-linde yaşatan... Ne zaman ki o bütünün içindenkendisini çıkarır ve ona “ben” der, kendisiyle gerikalan her şey arasında ilk yarıkaçılmış olur. Ve “ben” dediği şeyiterbiye ederek tekrar o bütünleuyumlu hâle getirinceye veuyumla onun içindeki yerini alın-caya kadar bir daha kapanmaz.Kapanmadığı sürece “ben” dediğişey de tehlikededir ve “ben” diye-rek yöneldiği her şey ondan birparçayı kendine çeker, tutsak ederve böylece dağılma başlamış olur.(1)

“Okumak” fiilin kelime mânâ-sından da anlaşılıyor ki okumak genel anlamda“mânâ toplamaya” işaret ediyor. Ve aynı mânânındevamı olarak söylenebilir ki “dağılmak” “mânâtoplama”nın zıddı olmak durumunda… Peki dağıl-mamak için ne yapılması gerek? Toplanılan mânâ-ları bir bütünlük içerisinde şekillendirebilmekdiyebiliriz.

“İnsan ki çok zor toplanır, fakat kolayca dağılı-verir. Bu eskiden insanın yüksekleri için söylenirdi.Ve orada hayat bir bakıma bu toplanma ve dağılmadediğimiz şeyin oyunundan ibaretti. Dağılanı top-

layabildiği sürece mutluluğu da orada bulurdu.Fakat insan bugün daha o yükseklere kendisini top-layamadan, dağılma çok daha aşağılarda başla-maktadır. Bunu yeni neslin, sözgelimi, dikkatlerinitoplayamamalarında, toplayabildiklerinde de sür-dürüp yoğunlaşma düzeyine ulaşamamalarındabütün çıplaklığıyla görünür.”(2)

Dikkati toplayamamanın odaklanamamak ilealâkası görünüyor. Yani tümüyle kendimizi vere-memek. Tümüyle kendimizi veremediğimizde top-lama değil dağılma yaşanıyor ve akabindemutsuzluk, huzursuz, sıkıntı vb.

Buradan şöyle bir neticeye varabiliriz. İç huzu-rumuzu yakalayabilmek -ki bu ruhun asli ihtiyacı-

için kendimizi tümüyle vereceği-miz meşgalemiz olmalı. Bu meş-gale diye ifade ettiğimiz de, bizimhakiki toplanışımızı gerçekleştire-cek asl’a hizmet edebilmeli…

Hazretleri Ali RadıyallahuAnh’ın ifade ettiği “ilim bir noktaidi onu insanlar çoğalttı” sözünübu mânâ çerçevesinde görüyoruz.

İlim -öğrenmeye, okumayamevzu olan- birdir… Bu birliği ço-ğaltmak ancak tekrar, asıl başlanı-lan “bir”e dönebilmek kaydıyla

fayda sağlayabilir. Çoğaldığımız, dağıldığımız yer-den tekrar birleşmeyi gerçekleştiremediğimizde, hertürlü sıkıntı yanıbaşımızda diye bilmek gerek.

Hâsılı “okumanın mânâsı, kişi hakkı bilmektir.Sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır.”

İktibaslar1- Shopenhavr, Okumak Yazmak ve Yaşamak Üzerine, s. 9,

Say yy.

2- a.g.e, s. 18

İpek Fı[email protected]

“Okumak” fiilin kelimemânâsından da anlaşılıyorki okumak genel anlamda“mânâ toplamaya” işaretediyor. Ve aynı mânânındevamı olarak söylenebilirki “dağılmak” “mânâ top-lama”nın zıddı olmak duru-munda… Peki dağılmamakiçin ne yapılması gerek?

Page 107: furkan, salih, mirzabeyoğlu
Page 108: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39108

HAZRET-İ OSMANHayânın sembolü… Sana isminle hitabetmek hayâsızlığım…Seni anlatmak istiyorum kendimce… Lâkin acizim zavallıyım…

Bağışla… O güzel ismini, günahkâr ağzıma aldığım için…Canım feda bir harfine isminizin…

Âlemlerin efendisi, savaşanları donatın buyurunca…Sıdıkların efendisi her şeyini vermişti… Sorgusuzca…

Sense yarısını vermiştin mülkünün…Belki de çocuklarını düşünmüştün…

Yani bizleri düşünmüştün, teslim olmayı bilmeyen bizleri…Sen de tamamını verseydin mülkünün, istendiğinde bizim de vermemiz gerekecekti…

Büyük ihtimâl nefsimize uyup tamamını vermeyecektik…Ve emre itaatsizlikten yanacaktık, belki inandım bile demeyecektik…

İslâm on emir olsa birini yapmasanız yanacak olan siz…Birini yapsak kurtulacak olan biz… Sizdeki heybete göre biz ne kadar kalitesiziz…

Sizleri yetiştiren ne büyük yetiştirici… Sizlerdeki istidat ne yüce…Bizlerse ayak izinizdeki toz zerresinin yanında cüce…

Mehmet Yusufoğ[email protected]

Page 109: furkan, salih, mirzabeyoğlu

İSLÂ

M K

AZAN

ACAK

İNSA

NLI

K K

AZAN

ACAK DİRENİŞ

Cihad Meydanlarından...

KEMALİSTLER TUNUS’TA TUŞ OLDU!

Page 110: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39110

Evet,

Kemalistler Tunus’ta tuş oldular…

Darısı bizimkilerin başına diyeceğiz ama, bi-

zimkiler hiç oralı olmuyorlar. Başları havada ıslık

çalmaya devam.

Biz onlara bazı hatırlatmalarda bulunalım da,

illâ da burnumuzun doğrultusunda gitmeye

devam edeceğiz inadından biraz uzaklaşsınlar.

Biraz diyoruz, zîra tümüyle vazgeçmeleri müm-

kün değil. Çünkü, nefsin emrinde hazzın keyfini çı-

karanlar, ancak bir sarsılma ile kendilerine

gelebilirler. Bunun aksine bugüne kadar hiç rast-

lanmadı.

Tunus’un 23 yıllık diktatörü Zeynel Abidin Bin

Ali ne de güzel idame ettiriyordu hayatını. Her şey

yerli yerinde idi, ufukta bir fırtına alâmeti de yoktu.

Hatta, gazetelerde çıkan haberlere göre, global

ekonomik krizden bile pek etkilenmemişlerdi.

2002-2008 döneminde yüzde 4,8 büyümüşlerdi.

Küresel krizin tahribatı Tunus’ta Türkiye’den daha

az hissedilmiş vs. vs…

Sonra?..

Birdenbire her şey alt üst oluverdi. 23 senelik

cendere 23 günde minare yüksekliğinden kuyu de-

rinliğine düşüverdi… Düştü, çünkü minare yük-

sekliğinin aydınlığı değil, kuyu derinliğinin

karanlığını temsil ediyordu bu cendere. Ama zin-

cirsiz mahpuslara aldatıcı renklerle yapılan bu il-

lüzyon ilelebet gidemezdi, gitmedi. Hiçbir yerde de

gitmeyecek.

Bu ve benzeri hadiselerin gerçekleşmesi as-

lında bundan beş on sene öncesine denk gelme-

liydi, diye düşünüyoruz. Yani, geç kalmış

isyanlardır bunlar. Ve nerede bir diktatörlük varsa,

şimdi bu tür isyanların korkusu içinde kâbus ge-

çirmeye başladı… İşte Mısır, işte Cezayir, işte Libya

vs.

İşte bir gazete haberi:

“Muhafazakâr Jam-ı Cem gazetesinde dün

Hüsnü Mübarek yönetimine muhalefetiyle tanınan

Dünya Atom Enerjisi Kurumu eski Başkanı Bara-

dey’in, “Mübarek’i de Bin Ali’nin sonu bekliyor”

şeklindeki açıklamasına yer verildi. Gazete de yer

alan bir yorumda, Tunus’taki olayların bütün Arap

ülkelerine yayılma ihtimalinin yüksek olduğu vur-

gulanıyor” (19 Ocak 2011, Taraf Gazetesi)

Aynı tarihli Sabah Gazetesinde yazılanlar:

ARAB DÜNYASINDAKİ

HUZURSUZLUKLAR ARTIYOR

“MISIR: Başkent Kahire’den sonra bu kez İs-

kenderiye kentinde bir kişi kendisini yaktı. Zihinsel

engelli olduğu belirtilen 25 yaşındaki işsiz genç,

(genele böyle olur, isyancıya akıl isnad edilmez ki,

başkaları da bu tür eyleme meyletmesin de tehlike

Ali Tavşanlı[email protected]

Page 111: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39 111

artmasın) hastaneye kaldırılmasına rağmen kurta-

rılamadı. Ülkede, önceki gün bir avukat, ondan

önce de kötü yaşam koşullarını protesto eden bir

kişi, parlamento yakınında üzerine benzin dökerek

kendini ateşe vermişti.

CEZAYİR: Cezayir’de Tunus sınırı yakınlarında

El Ued bölgesinde, 36 yaşında 6 çocuk babası bir

işsiz kendini ateşe verdi.”

Libya’nın diktatörünün rahat olduğunu kim söy-

leyebilir. Ürdün kralı kim bilir hangi kâbuslarla uya-

nıyordur uykusundan. Fas’ın diktatörü, burnunun

dibindeki yangından kendini kurtaracağına dair ne

kadar bir inanca sahibtir?

Hülâsa, yaprak dökümü veya domino etkisi

başladı diyebiliriz. Mazlum milletlerin zalim dikta-

törleri için geri sayım başladı.

Bu etkiyi kırmak için kalem sallayanlara da al-

dırış etmeyin. Onlar, karanlıktan korkup ıslık çalan-

lardır ki, her mahkûm psikolojiye sahib kişi ve

toplumların tabiî hâlidir… Gidiyorlar.

Bin Ali kaçtı. Fakat, geride kalanlarda bir ümit

kırıntısı var ki, onu kullanma telâşındalar. Bu se-

beble, Bin Ali kırıntıları bir hükümet kurdu, ömrü

bir gün oldu… Eylem kararı alan muhalifler şöyle

diyor: “Diktatörden olduğu gibi diktatörlükten de

kurtulana kadar meydanlardayız”… İşte bu kadar.

Bir sefer şuur uyanmasın, isyan başlamasın.

Artık onu durduracak güç yoktur. Varsa da, kısa za-

manda yenileceğini anlar. Bir, iki,üç derken zalim

güç yenileceğini anlar ve kaçar; tarihin çöplü-

ğüne…

Londra’da sürgünde yaşayan Müslümanların li-

deri Rasud Gannuşi şöyle diyor: “GEÇMİŞTEN

TOPYEKÜN BİR KOPUŞ ŞART.”

Bu kopuş, onur ve haysiyetin geri gelmesi için

şart. “Katık olarak mutlaka sofranıza da biraz da

onur olsun ister insanlar” diyen Hüsnü Mahalli 18

Ocak 2011 tarihli Akşam Gazetesi’ndeki köşesinde

şöyle diyor:

“Tunus halkının bu zaferi mutlaka diğer Arab ve

Müslüman ülkeleri etkileyecektir. Şimdiden bazı

Arab iktidarlar halklarının gönlünü almak amacıyla

çok önemli ekonomik ve sosyal kararlar almaya

başladı. Başkaları da korkudan kendi faşist iktidar-

larını korumak amacıyla daha da gaddarlaşabilir.

Yoksa Batı işbirlikçisi Suudi Arabistan yönetimi

Batılıların vize vermediği Bin Ali’ye ‘Havada kalma

gel bizde kal” dermiydi.

Aynı Suudi yönetimi durduk yerde ABD ve

Fransızların oyununa gelerek Lübnan’ı karıştırma-

larına yeşil ışık yakar destek verir miydi?

Bunlar ‘zengin köle’ olmanın özellikleridir.

Ama gün gelecek bu coğrafyada herkes zengin-

liğin de işe yaramadığını anlayacak.

Bin Ali de çok zengindi. İran şahı ise çok çok

zengindi. Bu zenginlik ABD vizeleri almalarına bile

yetmedi.

Çünkü onları iktidara getiren, koruyan ve on-

larca yıl köle gibi kullananlar hep şunu unutuyor:

Tunuslu ünlü şair Ebu El-Kasım El-Şabi’nin de-

diği gibi, “Eğer halk bir gün yaşamayı seçerse

kendi kaderi bile onun bu isteğine mutlaka

yanıt verecektir.”

Çünkü insanlar sadece ekmekle yaşayamaz.

Katık olarak mutlaka sofralarında biraz da onur

olsun isterler. Onur ise Washington, Paris, Londra,

Berlin ve benzeri Batılı kentlerin caddelerinde hiç

bulunmaz.”

Mahalli Ortadoğu’yu iyi bilen bir gazeteci, söy-

ledikleri yabana atılmamalı. Kaldı ki, bu gidişattan

sonuç çıkarmak artık hiçbir aydın için zor olmasa

gerek… Görünen köy hesabı…

Şah döneminin İran genelkurmay başkanı Tür-

kiye’ye geldiğinde ne demişti?

Bizimkiler soruyor; seksen yaşındaki bir ihtiyar

bu işi nasıl yaptı, hissedemediniz mi devrimin geli-

şini?

Cevab: Hissedemiyorsunuz gül gibi açıveriyor

birden!

Evet.

Herkes bu açılışı ciddi olarak İslâm âleminin her

köşesinde hesaba katmalı artık. Zira, devran değişti.

Başka bir dünya doğuyor. Bu doğumu hiçbir kuv-

vet engelleyemez.Kemalistler anlamalı. Zorla güzellik olmuyor. Ya

gidecekler, ya gidecekler.

Page 112: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39112

ABD Başkanı Barak Obama geçtiğimiz Cumagünü Afganistan’a gerçekleştirdiği gizli ziyaretindeBargam askeri üssünde dört saat kaldı.

Askeri üste bir toplantı gerçekleştiren Obamayaptığı konuşmada; Afganistan’da bulunan ABDgüçlerinin Taliban’ı yenerek zaferi kazanacaklarını,ve bölge’de istediklerine ulaşacaklarını iddia ede-rek bu konuya yönelik inancını dile getirdi.

Son Amerika kongresinde yaptığı açıklamada;Taliban’a yönelik gerçekleştirilen girişimlerin Kabilidaresi içinde güvensiz ve fayda verici olmadığınıbelirterek, beklenen herhangi bir ilerlemenin sözkonusu olmadığını söylemişti.

Öte yandan bazı analizciler ise Obama’nın Af-ganistan’a gerçekleştirdiği sonve ani ziyarete işaret ederek,Amerika halkının Afganistan sa-vaşına yönelik isteksiz ve bu ko-nuya yönelik derin çatışmalaryaşadıklarına şahid olduğunu,Bush’tan tevarüs ettiği şekildesavaşı devam ettirdiğini ve bin-lerce askeri hâlâ göndermekteısrarlı oluşuna artık son verip busavaşı durdurması gerektiğinedikkat çektiler.

Amerika halkının Afganistansavaşı hakkındaki düşüncesi ise,Amerikan ordusunun tarihi yenilgiye uğradığı yö-nünde. Taliban her geçen gün gücünü daha da ar-tırmakta. İşte bu sebebden dolayı Amerikahalkının her geçen gün tepkisi Obama’ya karşı şid-detini artırarak devam ediyor. Obama’nın kan kay-bına verilecek örnek ise, Obama ve Demokratikpartinin son parlamento seçimlerini kaybetmelerişeklinde gösterilebilir…

Fransa siyasi analizcinin Pazar günü Paris’tekigazetecilere gerçekleştirdiği toplantıda ifade ettiğinegöre; Obama’nın Afganistan’a gerçekleştirdiği sonziyaret aslen yaşanılan ızdırabın göstergesidir, ziraAfganistan’da hâlâ savaşın sürmesi ve devam et-mesi, büyük bir finansal likit’e ihtiyacı gerektiriyor.

Amerika halkı ise artık karşılanması gereken bu fi-nans işini görmekten fazlasıyla sıkıldı ve malların-dan hiçbir harcama yapmayı da düşünmüyor. Zirabu omuzlarda büyük bir yük haline geldi…

Mezkur analizci Sovyetler Birliği’nin yıllarca Af-ganistan’da bulunduğunu fakat hiçbir sonuca ulaş-madan geri çekildiğini belirterek, Obama veAmerika’nın da hiçbir güçle ülkeyi ele geçiremeye-ceğini ve bunu hiçbir zor kullanarak başaramaya-cağını belirtti.

Obama’nın Afganistan’a gerçekleştirdiği gizli zi-yareti herhangi medya ve toplantıya açılmaksızıngerçekleşti. Kâbil yönetiminden de görevli herhangibir kimse katılımda bulunamadı. Gerçekleştirilen

gizli toplantının hemen ardın-dan başkan yine aynı şekildegece karanlığında ziyaretinisonlandırdı.

Kabil’de bulunan Amerika-lılar ve çalışanları bu durumugüvenlik gerekçesi ve havaşartlarının olumsuzluğu sebe-biyle değerlendirmede bulu-nurken, bazı gözlemciler iseObama’nın bu durumunuAfgan halkına ve dünyayakarşı içinde bulunduğuutanç’tan dolayı davrandığı yö-

nünde değerlendirmelerde bulundular. Toplantıda Afganistan savaşına yönelik herhangi

bir gözlemcinin bulunmaması, Afganistan savaşınındevamına yönelik ciddi adımlar ve planlarına işa-ret edilmesi, askeri orduların iki katına çıkarılması,hava bombardıman sisteminin genişletilmesi, İslâmEmiri yetkililerinin tutuklanması, aldatıcı barış vekomplolar; bu sayılanların hepsi birer yıkım ve hilegirişimi olmuş fakat, daha yolun başındayken ba-şarısızlığa mahkûm edilmiştir…

Taliban’ın resmi sitesi http://shahamat.info’dan

tercüme edilmiştir.

PENTAGON’UN UMUTSUZLUĞU VEOBAMA’NIN KARANLIK EMELLERİ

Amerika halkının Afganistansavaşı hakkındaki düşüncesiise, Amerikan ordusunun tarihiyenilgiye uğradığı yönünde.Taliban her geçen gün gücünüdaha da artırmakta. İşte bu se-bebden dolayı Amerika halkınınher geçen gün tepkisi Obama’yakarşı şiddetini artırarak devamediyor.

Page 113: furkan, salih, mirzabeyoğlu

Çaresiz Beyaz Saray yöneticileri Temmuz 2011yılında askeri birliklerini Afganistan’dan çekecekle-rine yönelik karar verdiler.

Bu karar gereği Amerika askeri birliği askeri sa-hada birtakım kazançlarda bulunup, yönetime yö-nelik bazı başarıları önce kendi halkına veardından tüm dünya halkına göstermek için birta-kım örnekler sunacaktır.

Amerika’nın Afganistan’da 150.000 askeri veileri silahları kullanmasından da anlaşılıyor ki, tarihive stratejik önem taşıyan Kandahar bölgesini tem-sili bölge olarak kullanmak istemesidir.

Amerika işgal güçleri bu operasyonlar çerçeve-sinde birtakım askeri takviye işlemlerini gerçekleş-tirdikten sonra, ki bu süre yaklaşık tam olarak 9 ayıkaplamıştı, işgal çalışmalarını başlattı. Diğer taraf-tan, destek sağlamak için sivil halkın zihinlerindekifarklı yayılmacı çizgiyi takib eden işgal kuvvetleri,halkın kendilerine destek sağlamaması üzerineköylere ve çiftçilerin topraklarına füze ve buldozer-lerle saldırarak darmadağın edip, binlerce esir ala-rak insanları evlerinden ve yurtlarından etmiştir.

Fakat tüm bu girişimlerle birlikte savaşın baş-langıcı esnasında durum Amerikalıların beklediği-nin tam aksine mücahidlerin lehine dönüştü.Çünkü mücahidler komando merkezlerine, hükü-met kurumları ve işgal kuvvet merkezlerine siste-matik taktiklerle saldırarak bunu başardı. Busebeble Kandahar bölgesi özel sistemle donatılma-sından dolayı önceden yayılmak pek mümkün ola-mamıştır.

Aynı zamanda mücahidlerin saldırısı yalnızKandahar şehriyle sınırlı kalmayıp; Dund, Bnju-waye ve Meond yönetimi dâhilinde bulunan düş-man savunma sistemini ve güvenlik engelinikaldırmayı da başararak, mücahidlerin bu sürprizgelişmelerinin sonucunda, sokak ve cadde kenar-larına yerleştirilen mayınlar neticesinde işgal güç-lerinin hareket ve çalışmaları da felce uğratılmıştı.

NATO Kuzey Atlantik anlaşması lideri GeneralNice Majör Carter yaptığı açıklamada, bulunduk-ları ay içerisinde gerçekleştirdikleri operasyonlardaiktidarsızlıklarını dile getirerek bunu itiraf edebildi.Kaybetmelerinin sebebi, mücahidlerin mücadeletaktikleri hakkında hiçbir bilgiye sahib olmamalarıve yerlerinin belirsiz olmasından kaynaklanma-sıydı.. Mücahidler bir çok operasyonu başarıylagerçekleştirerek deneyimler de kazanırken, düşma-nın hiçbir şekilde bir benzerini yapamadığı çeşitlitaktikler de geliştirmişlerdir.

Zira mücahidler tüm hava ve mevsim şartları-nın zorluğuna rağmen bir an bile operasyonlarınaara vermemeleri sebebiyle başarı sağlayarak dün-yanın çeşitli kesimlerinden yöneltilen siyasi ve as-keri baskılara karşın mücadeleyi kazanmaktadırlar.

Demokratik partinin seçimlerde sergilediği ba-şarısız sonuçta Obama ve partisinin kongrede ge-rilediği, aynı şekilde % 46 Amerikan halkınıngözünde prestij azalmasının ortaya çıkması, Dünyave Amerika halkının gözünde askeri hegemonyatarihinin de kapanmasına işaret ediyor.

şubat 2011 sayı 39 113

Page 114: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39114

Irak Direnişi Siyasi Meclisi resmi siyasi sözcüsüAbdurrahman el-Cenâbî yaptığı basın açıklama-sında; Iraklı Hıristiyanların Irak Parlamentosu’ndamalum kritik dönem içerisinde kargaşa ve güç kul-lanarak sandalyeler ile kaos ortamı hazırlamalarıhedeflerine dikkat çekerek ve bunun peşi sıra Iraklıhükümet yetkililerinin arda gelen ifadeleri çerçeve-sinde bu gurubların Irak içerisinde veya dışarısındafarklı mekânlara gönderilmeleri veya Hıristiyan mu-hafazakârların yapılanmalarını hiçbir şübhe bırak-mayacak şekilde kanıtlamalarının gerekliliğinibelirtti.

Zira tüm bu hedef çerçevesinde meydana gelenolaylar tamamıyla siyasi olup, suç gösterilerinin hü-kümet partileri ile bağlantısı söz konusu.

Irak’ta bulunan etnik mezhebler arasındaki ay-rımcılığa yer vermeksizin güvenlik belgelerinin kont-rolü kimin elinde? Tüm bu olgular siyasi faaliyetlerarasında yeni bölünmeleri temsil etmektedir, oysakiIrak halkına yönelik daha iyileştirici faaliyetler iste-nilmeli. Zira bunun yanı sıra bunlar Irak iç ve dış si-yasetinin kazanımlarının gerçekleşmesi için debirtakım iyi mesajlardan da kaçınmaktadırlar. Tümbunlar Irak’ın birliğini tehdit eden parçalama giri-şimlerinden başka bir şey olarak yorumlanamaz!

Gerçek şu ki; Irak’ın zayi edilen güvenliği, çeşitlipartilerin ve işgalcilerin rehini altındadır ki bu olu-şumlar siyasi enzimlerini halka enjekte ederek, çı-

karlarına ulaşıp hastalıklı ve agresif hedeflerini ye-rine getirmeyi amaçlamaktadırlar.

Ve bizler Irak Direnişi Siyasi Meclisi olarak, hal-kımızın hangi oluşumu olursa olsun hiçbir şekildebunları kabul etmiyoruz. Irak’ın geleceğini ve birli-ğini negatif yönde etkileyen tüm siyasi oluşumlarıreddediyoruz. Aksine tüm bu yapılanmaların Irakhalkının her bireyi için güvenliği son derece sağla-maları gerekirdi.

Yine aynı şekilde biz bu gerçekleştirilen hedeflerçerçevesinde uluslararası soruşturmaların yapılma-sını taleb ediyor, tüm bu olup bitenlerin ardındakimlerin olduğunu ve meydana gelen sonuçlardankimlerin faydalandığının ortaya çıkarılmasını istiyo-ruz.

Şimdiye dek işlenilen suçlardan ötürü Hıristi-yanları mazur görüyor, bundan sonra topraklarınave vatanlarına sımsıkı sarılıp kararlı olmalarına yö-nelik çağrıda bulunuyoruz.

Bundan sonraki tüm uygulamalarda ise Irakhalkı ve birliği için iyiliği temenni eder, Irak’ın gü-venliği ve bağımsızlığının gerçekleşmesi için tüm sa-mimi çalışmalarda gayret göstereceğimizi ifadeederiz.

Abdurrahman al-CenâbîIrak Direnişi Siyasi Meclisi Resmi Sözcüsü

HIRISTIYANLARIN VE BAZI SIYASILERIN SALDIRIYAUĞRAMASI HAKKINDA BASIN AÇIKLAMASI

Irak Direnişi Siyasi Meclisi’nden

Page 115: furkan, salih, mirzabeyoğlu
Page 116: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39116

Gerek gazetelerde, dergilerde, gerekse inter-net medyasında İslâm coğrafyalarında sürmekteolan işgaller ve direnişlerle ilgili haber bulmakneredeyse imkânsız. Kadınların ve çocuklarındurumu hakkında bilgi edinmek ise samanlıktaiğne aramaktanfarksız. Türki-ye’nin gündemi,çoğu kez de sahtegündemi, o kadarçok meşgul ediyorki hepimizi, hepsidin kardeşimiz veneredeyse kapıkomşumuz olanülkelerde yaşananişgallerin tesirleri-nin ne olduğunuaraştırmak kimse-nin aklına gelmi-yor.

“Ortadoğu’dakadın” denilincekarşınıza çıkan ha-berler hemenhemen aynı: Afga-nistan’daki kadın-lar Burka giymekzorunda bırakılı-yor, evlere kapatılıyorlar. Irak’ta kadınlar türlükadın hakkı ihlallerine maruz kalıyorlar. HattaFilistin’de bir plajda kadınların yüzmesini ya-saklayan Hamas hükümeti hakkında bile ha-

berler görebilirsiniz. Evet, manzara budur: Or-tadoğu’da işgaller ve direniş hareketi yoktur, sa-dece kadınları ezmek için fırsat kollayanMüslüman erkekler vardır. Çizilen tabloda,Irak’taki kadınların, sadece gelenekle alâkalı

olan ve İslâm’lahiçbir ilgisi olma-yan “kadın sün-neti” meselesinin,dünyadaki bütünkadın örgütleri ta-rafından nasıl gö-z ü m ü z esokulduğunu gö-rüyoruz. Irak’ta ka-dınların çalışması,eğitimi, zorla ör-tünmeleri gibi ko-nular, belliaralıklarla med-yaya servis edili-yor, dolayısıylazihinlerimizin bu-lanması sağlanı-yor.

Gerçekler böylemi? Irak’ta kadın-ların temel prob-lemi kadın sünneti,

zorla örtünmeleri, devlet dairelerinde çalışama-maları, seçilme haklarının gasbedilmesi mi?Yoksa vahşi ABD işgalinin eşinden, çocuğun-dan, evinden, işinden ettiği saldırıları mı? Kaç

ORTADOĞU’DA İŞGAL VE KADINLAR

Gülçin Ş[email protected]

Irak’ta kadınların temel problemi kadın sünneti,zorla örtünmeleri, devlet dairelerinde çalışama-maları, seçilme haklarının gasbedilmesi mi? Yoksavahşi ABD işgalinin eşinden, çocuğundan, evinden,işinden ettiği saldırıları mı?

Page 117: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39 117

düğün bastı ABD? Kaç evi yemek sofrasınday-ken taradı? Kaç aileyi yanlış istihbaratla param-parça etti? Kaç anneyi evladından kanlı biroperasyonla kopardı? Oysa Irak’ta işgalle bir-likte ABD askerleri tarafından tecavüze uğra-yan, bu sebeble intihar eden yüzlerce kadın var.Yine Irak’ta ABD askerleri tarafından erkekleriöldürülen 3 milyondan fazla dul kadın var. Bukadınların önemli bir bölümü, çocuklarının ge-çimini sağlamak için “fahişelik” yapmak zo-runda kalmış durumdalar. Yüzlerce çocuk yetimveya öksüz bırakıldı. Iraklı her kadının ailesin-den en az bir kişi ABD askerleri tarafından öl-dürülmüş durumda. Hapishanelerde tutulan veişkence gören, belki de bu esnada öldürülen ka-dınların sayısı ise bilinmiyor. Böylesi derin trav-malar yaşamış ve yaşamakta olan bir ülkeninkadınları hakkında yapılan haberler, zihinleri-mize, sanki hiç işgal edilmemiş bir ülkeden bah-sediyor. Buradaki etnik çatışmalar durupdururken çıkmış, Saddam sanki kendi kendiniasmış, kadınlar bölgedeki direniş örgütleri yü-zünden dul kalmış, çocuklar elim bir trafik ka-zasında kaybedilmiş gibi davranılıyor. ABDişgalini unutturmaya, ABD’ye duyulan öfkeyi

bastırmayı hedefleyen bu tür gizli “manipülatif”haberler, asıl gerçeği gözlerimizden saklıyor:Irak’ta kadınların yaşadığı bu iğrenç tecavüzle-rin, travmaların, işkencelerin, patlayan bomba-ların, işgal süresince öldürülen ÜÇ MİLYONIraklı Müslüman’ın tek sorumlusu ABD’dir.

Afganistan’a bakalım. Hani şu Burka’larıbütün dünyaya dert olan, mazlum Afgan ka-dınları ne haldedirler? İnsan Hakları İzleme Ör-gütü’nün yayınladığı rapora göre (Aralık 2009),Afgan kadınları yaygın şekilde şiddete, tecavüzeve ayrımcılığa maruz kalıyor. Raporda Afganis-tan’da radikal Taliban yönetiminin 8 yıl öncedevrilmesine rağmen kadın hakları konusundahiçbir ilerlemenin sağlanamadığı, kadınların ça-lışma ve hareket özgürlüklerinin de ciddi tehditaltında olduğu belirtiliyor. Şimdi düşünelim,tüm bunların sorumlusu Taliban idiyse, ABDdesteği ile “barış, adalet ve demokrasi” getir-mek üzere kurulan Afgan Hükümeti, şimdiyekadar nasıl bir iyileştirme yaptı? Hiç. Burnu ke-silmiş bir kadını dergisine kapak yapan ABDmedyası (Times), bunu “Afganistan’dan çıkar-sak ne olur?” başlığıyla verip, bu suçu da Tali-ban’a attıktan sonra, ABD askerlerinin ne kadar

Afganistan kadının yaşadığı dram, Koalisyon güçlerininaskerleri tarafından tecavüze uğramasıdır. Evlatlarınınmayın temizleme aracı olarak kullanılarak, imha edilmesidir.Eşinin birdenbire ortadan kaybolmasıdır. Afganistan’da kay-bolan Dr. Afiye Sıddıki’nin hikâyesini hatırlayın.

AABB

DD İİşşgg

aall KK

uuvvvveettllee

rriinniinn

HHaavvaa SS

aalldd

ıırrııssıınn

ddaa

YYaarraa

llaannaann KK

üüççüünn TT

eerröö

rriisstt((!!))

Page 118: furkan, salih, mirzabeyoğlu

şubat 2011 sayı 39118

önemli bir işe imza attığını, kadınları vahşi Tali-ban’ın (!) elinden kurtardığı söylemeye çalışıyor.Oysa Afganistan kadının yaşadığı dram, Koalis-yon güçlerinin askerleri tarafından tecavüze uğ-ramasıdır. Evlatlarının mayın temizleme aracıolarak kullanılarak, imha edilmesidir. Eşinin bir-denbire ortadan kaybolmasıdır. Afganistan’dakaybolan Dr. Afiye Sıddıki’nin hikâyesini hatır-layın.

Gerek Irak, gerekse Afganistan’da, İşgal sü-resince kadınların ve çocukların başlarına nelergeldiğini Mazlumder 2009 İnsan Hakları Rapo-ru’ndan kısaca özetleyelim:

IRAKİşgalin başladığı 2003 yılından bu yana, her

gün ortalama 400 çocuk yetim, 80 kadın da dulkalmaktadır. Ülkede hâlen 5 milyonu aşkınyetim çocuk ve 3 milyon civarında dul bulun-maktadır. Dul kalanların tamamını eşi savaştaöldürülen kadınlar oluşturmamaktadır, boşan-malar sebebiyle dul kalan kadınların sayısı da

azımsanmayacak boyutlardadır. Irak toplu-munda savaş öncesi fazla yaygın olmayan bo-şanmalar savaşla birlikte % 200 oranındaartmıştır. Buna karşın yeni evlilikler de % 50oranında azaldığından Irak toplumu savaş son-rası sendromuna, yani kadın sayısı ile erkek sa-yısı arasındaki dengenin kadınlar aleyhinebozulması sürecine girmek üzeredir. Ataerkil birtoplum olan Irak’ta erkek nüfusun azalması, biryanda aile yapısını ciddi anlamda tehdit eder-ken ekonomik ve ahlaki bakımdan da kadınlarısavunmasız duruma düşürmektedir. Üstelik psi-kolojik ve fiziki şartların olumsuzluğu sebebiylekadınların yüzde 65’inin düşük yaptığı ülkedeaileyi bir arada tutan değerler giderek zayıfla-maktadır. Irak’ta yetim çocuk sayısının yüksekolmasının yanı sıra, yetimlere yönelik rehabili-tasyon, bakım, maddi yardım ya da eğitim gibihizmetlerin çok sınırlı olması, toplumun geleceğiaçısından büyük riskler oluşturmaktadır. Baba-larını kaybeden ailelerin en ciddi sorunu, büyükerkek evladın çalışmak üzere eğitimini bırakıp

Page 119: furkan, salih, mirzabeyoğlu

sokağa çıkmasıdır. Irak’ta hâlen 14 yaş altındakiçocukların % 15 gibi yüksek bir oranı çocuk işçiolarak çalışmaktadır. Çocukları bekleyen enbüyük tehlikeler, eğitim alamamaları, uyuşturu-cuya alışmaları ve her türlü istismara açık hâlegelmeleridir. Hâlen resmî sayı bilinmemekle bir-likte binlerce çocuk da dilenci olarak sokaklardaçalışmaktadır. 2009 verilerine göre Irak’ta 1017çocuk tutuklu bulunmaktadır. Ülkede 5 yıl ön-cesine kadar çocukların büyük bölümü evle-rinde, ailelerinin yanında yaşamaktaydı,şimdiyse % 40’ı göçmen olarak başka bir böl-gede ya da akrabalarının yanında bulunmakta-dır.

Irak, 195 ülke arasında yapılan sıralamadaçocuk ölümlerinin en fazla görüldüğü ilk 27 ülkearasında bulunmaktadır. Dul ve yetim sayısınınbu denli yüksek seviyede olması Irak toplum ya-pısının önümüzdeki yıllarını etkileyeceğinden,acilen gerekli önlemlerin alınması gerekmekte-dir. Şimdilik küçük bir bölümü devletten aldığıaylık ortalama 150 dolarlık dul aylığı ile geçin-meye çalışsa da % 80’e yakını ya hiç yardım al-mamakta ya da yardım kuruluşları veakrabalarından gelen düzenli olmayan yardım-larla yaşamını sürdürmektedir.

AFGANİSTANKadınlar Afganistan’la ilgili tartışma ve pro-

pagandaların başlıca tartışma konularından biriolagelmiştir. Taliban döneminde esaretten kur-tarılması gereken unsurlar olarak bahsedilenAfgan kadınlarının 9 yıllık Amerikan işgali dö-neminde durumları daha da ağırlaşmıştır. Ülkeiçerisinde zorla evlendirme hadiseleri yaşandığıgibi çeşitli sosyal ve ekonomik etkenler sonucukadınlar arasında intihar oranı giderek artmak-tadır. Kadın haklarına ilişkin çalışmalar, gele-neksel motifleri yıkma ve modernize etmeçabasına dönük olup gerçek anlamda yapıcı birsöylem oluşturulamamıştır. İşgalle beraber ka-dının özgürleştiği yönünde yoğun bir propa-ganda yapılmış ancak bu süreçten en çokkadınlar ve çocuklar zarar görmüştür. İşgalci as-kerler, kocalarını öldürdükleri veya tutukladık-ları savunmasız kalmış Afgan kadınlarına tüminsani değerlerden uzaklaşarak tecavüz etmekteveya insanlık dışı muameleleri reva görmekte-dir. Afganistan’daki önemli bir diğer sorun daçocukların durumudur. Ülkede milyonlarcaçocuk, açlık ve bulaşıcı hastalıkların pençesindeyaşam mücadelesi vermektedir. Uluslararası ku-

ruluşların raporlarına göre, yaklaşık 30 yıldırdevam eden işgaller ve savaşlar nedeniyle yüzbinden fazla çocuğun sakat kaldığı ülkede yetimçocukların sayısı da bir milyona ulaşmıştır. Af-ganistan nüfusunun tamamına yakını beslenmesorunu yaşamaktadır.

ABD’nin Afganistan operasyonu sonrasındayüzlerce çocuk bombalı saldırılarda ölmüştür.1979’daki Sovyet işgali döneminde döşenen 10milyon mayın dolayısıyla Afganistan’da her gün20-25 çocuğun yaralandığı, günde 1 çocuğunöldüğü belirtilmektedir. Bazı koalisyon askerle-rinin itiraflarına göre, Amerikan işgali döne-minde çocukların birer mayın temizleme aracıolarak kullanılması, onlarca çocuğun hayatınıkaybetmesine ya da sakat kalmasına neden ol-muştur. Ülkede toplam 11 milyon çocuk nüfu-sun yüzde 95’i “savaş travması” nedeniyletedaviye muhtaçtır ve çok sayıda çocuk sokak-larda dilencilik yapmaktadır. Her yıl onlarcaçocuk, organ ve uyuşturucu ticaretinde kullanıl-mak üzere kaçırılmaktadır. Çocuk kaçakçılığı veticareti Afganistan’ın kanayan yarasıdır. Nüfu-sunun yüzde 50’sinin 18 yaşın altında olduğutahmin edilen Afganistan’da çocuk ticaretini en-gelleyecek özel yasalar bulunmamaktadır. Yok-sulluğun vurduğu aileler, geri kalan fertlerinyaşaması için çocuklarını satmak zorunda kal-makta, hayatlarını idame ettirebilmek için küçükyaştaki kızlarını başlık parası karşılığında evlen-dirmektedir. Pakistan sınırı yakınlarındaki SpinBoldak bölgesinde bulunan kamplarda yaşayan100 binden fazla kişiden yaklaşık 20 bininin 16yaşından küçük olduğu kaydedilirken, 2002 yı-lından bu yana kış aylarında kamplarda dona-rak ölen çocuk sayısının bini geçtiğibildirilmektedir.*

Bu raporlardan, verilen rakamlardan, buyürek parçalayan tablodan kaç kişinin haberivar? İnsani yardım, maddi destek vesaire butablo için yapılması gerekenlerin en asgarisidir.Yapılması gereken en önemli şey, bu bölgeler-den sağlıklı haberler alınabilmesi için gerekli ko-ordinasyonun sağlaması, dünya medyasınınmanipülatif haberlerinin karşısına “gerçek”insan hikâyeleri ile çıkılmasıdır. Afganistanlı veIraklı kadınların gerçek hikâyeleri henüz anlatıl-madı çünkü…

*http://www.mazlumderistanbul.org/pdfs/2009-d%C3%BCnya-insan-haklar%C4%B1-raporu.pdf

119şubat 2011 sayı 39

Page 120: furkan, salih, mirzabeyoğlu