KaralayanlarEfe Elmastaş
Figen Uğur DölekEmrah SağlamİKİYE ON KALATaner Türker
ŞeydaÖzgür KızıldağDemet AksuOnur ÇapkınSinem İlaslan
Pınar K. ÜretmenEmrah Ersan
ÇizenlerErdem Yalçın
Oturma Odası
Neslihan Çalın
Basım Yeriİzmir
Kafamız bulandı bu sayıda, çok.Dışlanmışlığımızla dans ettik, olamayacağa adım atıp, kansız katliamlar gerçekleştirdik. Kimimiz,uyanılmış aydınlanmalarına anlambulurken, bir diğerimiz fotoğraflarıyırttı ortasından. Değişmeli mi hayatya da sussak gün dediğin daha mıdeğerli olurdu? O sokağa girmedenbilemezdik.
Bizce de yürürken pek düşünürdüinsan. Hatta, geçmişten gelip selamsöylenmeliydi de gözleriyle konuşanlara.
Ayakkabılarımızıysa hiç utanmadan,her gün parlattık.
Bizlere bu güzel birliktelikte yandaşolan üstad ve okurlarımıza teşekkürümüzü unutmuyoruz, iyi kivarsınız.
Hani olur da dersen ki,’ ben de buekip de olmalıyım’ ya da ‘oturmaodasına uğrayım’;
avare zamanlar
Yere uzandım, öylece tavana baktım. Işığınperdeler üzerindeki danslarını, divanınaltındaki tozları, çerçevelerin yamukluğunu
seyrettim. Komşunun kapıları defalarca açılıp kapandı. Çocuğu hem güldühem ağladı. Üzerinden iki gece üç gündüz geçti ve kalktım. Bir şeyler atıştırıpkoltuğa oturdum. Parçalanmış kotuma, işporta halıma baktım, desenlerindekayboldum. Bir gün de öyle geçti. Sonra hatırladım, toparlanıp gitmem gerekenbir işim vardı, başım ağrıyordu.
Kafamda bir sorun olduğunu otobüse binince anladım. Belki durakta daanlayabilirdim ama kimseye rastlamadım. Pantolonum yoktu. Pijamadanbozma şortum, fevkalade bakımsız saçlarımla kalabalığın içindeki ayıplımaldım. Sonra "Herkes maldır" diye geçirdim içimden. En azından bir belediyeotobüsüne, sabahın bu saatinde sıkışan herkes... Az da olsa alınıp satılır, işeyaramayınca atılır dedim, kimse duymadı. İyi ki de öyle oldu. Yüzlerine yuvayapmış mutsuzluk işleyebilecekleri cinayetlerin temsili tablosuydu.
Neyse ki bond çantamı yanıma almıştım. Boş olsa da beni meşgul birigibi gösteriyordu. Bir koltuğun başına tüneyip kafamı gömdüm. Böylece dahaaz yüzün erimesine şahit oluyordum. Görmemek daha yaşanabilir kılıyordu.Bir ara oturan bayanla kesişti gözlerimiz. Onun da yüzü cenaze marşıçalıyordu. Ben de ise sağır sessizliği hâkimdi. Zaman kuraktı.
Düşünememeyi düşündüm yol boyunca, uzun zamandır düşünmediğimifark ettim. Baş ağrımın kaynağına ilerleyişti bu, sesi geliyordu. İnce birakıntının yanında parçalanan kayalar vardı. Ancak nerede bıraktığımıhatırlasam oyuna geri dönebilirdim, bir kırıntı zaman makinası demekti, tele-fonumu aradım üzerimde, o da gitmişti.
Önümdeki koltukta marş devam ediyordu, ona rağmen bayanı dürttüm.
Efe E
lmas
tas
efeelmastas.tum
blr.co
m
- Uyandırdıysam kusura bakmayın ama bu koltukta oturmak yerinenerede oturmak isterdiniz? Diye sordum, siniri iki katına çıktı. "Salak mısınsen?" dedi. Doğru soruya parmak basmıştı. "Boşver" deyip bir otobüs dolusuçatık kaşla yolculuma devam ettim.
Tanıdık gelen ilk durakta inip gözlerimi kapadım, ellerimi ensemeyapıştırıp yürümeye başladım. Her adımda çantam kendini hatırlatıyordu, aynıişim gibi. Sahi nerede olduğu aklıma gelseydi… Hayatımdan kısa bir piyestisahnelediğim, hiç anlamadığım ama yaşadığım… Her zaman karanlık diyeyutturulan şeker kamışı boşluklarımda dedemin bir cümlesini aradım. "Kay-bettiklerinin yerine her zaman kendini koy!". Altından kalkması zor ama bir okadar haklı bir söz. Elbet kaybettiklerim oldu ama koymak için kendimibulamadım. Belki de hayatıma dair tek sorun buydu. Adımlarım sıklaşırken,göz kapağımdaki kırmızılık kabız olmuş bir gün doğumunu andırıyordu, ağrımdinmişti.
Çim kokusu gelir gelmez durdum., soyunup uzandım toprağa. Yorgandiye çimenleri örttüm üzerime. Uykuya dalmadan az önce, "Bitti, buraya
kadar" dedim kendime.
.
FU
D.F
AK
’tan
Az sonra, dansa çağıracağım üç sözcüğü çok yakından
tanıyorsunuz aslında, saçma bulacaksınız belki ama, onlarla ilgili
tüm söylenceleri unutmanızı isteyeceğim sizden, yoksa işimiz
zor; aynı ritmi tutturamazsak, salınmanın keyfini kaçırır, aksarız,
sonrasında bu; ben bir şey anlamadım! sınırına gelir dayanır,
dikenli tellere asılı kalırız, sonuç; içinizden yükselemeyen o ağaç,
açılmaya hevesli o kanatlar, doğuramayacak o kavruk kadın, size
değil bana kızar; “Eşlikçilerin bunlar mı?”
bunlar, evet, hatta Maki Hino, yaratı alanına benden önce
kurmuş pisti; bayılırım böyle birbirinden habersiz dirsek
temaslarına; o, taa Japonya’da, kâğıt üzerinden ne güzel
buluştuk; davetlilerse benden önce gelip başköşeye
kurulmuş, eksik olan bir şey var mı, diye
bakınayım ben,
varmış; ağaç,
yalnızca kökü, dalı, yaprağı olan bir canlı olarak
görülemiyormuş, hâlâ; o, yeri göğü birleştiren, ayıran
kutsal hayat ağacı, elma sunucu, yoldan çıkarıcı falan değil, ağaç
işte, desem, hadi biraz gayret; yanında yamacındaki kuşlar da
öyle çift başlı, kartal gözlü, bilinmeyenlerden haber getiren
masal kuşlarından değil, her gün tepemizde uçup duran hayvan-
lardan ikisi sadece, şans da dağıtmıyorlar; desem, ki, onları
doğanın içinde, doğayı onların içinde; damar damar, sarmaş
dolaş giyinmiş o dişi, o kadın, önce insan; bu böyle biline...ne...
kadar bekleyeceğim,
yol uzun, farkındayım, zaman da kısa; ne yapayım, patikacıyım
üstelik, çakıllı yolu bilen yürür, derim hep, beklerim ayağı
takılanları da, ama üst yol tutkunlarına, taşı, onun nasıl, neden
parçalandığını, sonrasında ne olduğunu, taa en başından anlat-
maya hiç niyetim yok; hele de, her kırığın, her çatlağın öyküsünü
gözünün ucuna takmış insanlarla güle oynaya keçi yollarına
düşmek varken... dibi bilen atlar zaten, ne diye çırpınıp durayım?
Figen U
gur D
ölek
twitt
er / fu
dizm
ir
kol kola gireceğiz biz,
eteklerimize, paçalarımıza ağaçlar takılacak, çamur değil, olanı
silkeleyeceğiz,
kaç taneymişler, saymayacağız; koru musunuz, orman mı, sormayacağız,
bize ne;
mevsimsizliklerini seveceğiz; canı isteyince meyve vermesini,
kurumuş, dediğin dalların birleşmesini, birleşip güçlenmesini,
güçlü avuçların, kuşları, gittiydin, geldiydin demeden ağırlamasını,
kuşların da insanlar gibi; selamı, sabahı; vedasızlığı bildiğini,
gün gelip de insanın bildiğinden, gördüğünden utandığını,
hemen yanı başında hissettiğin bakışların bazen çok uzaklara...
hepsini alıp kabul edeceğiz, dansın tek kuralı bu;
bizimle olan, bize ait değildir; döngüye saygı!
...
-
ilk görüste öpüstük
Hava tam kayınbiraderinden hamile kalıp, “Benbu çocuğu doğurmaya hazır değilim, daha yenievlendik” diye kocaya ağlamalık. İyi değilim. Kafamkarışık, nedenini okudukça da anlamayacaksın. İs-tersen okuma, sen bilirsin…
Züppelerin, serkeşlerin, ibnelerin yok olduğubir sokakta; elimi uzatsam avunacak ya da okkalı birtokat yiyecektim. Biri O… çocuğu diye bağıracaktıbelki de. Alsancak burası belli mi olur. Meşhur Bor-nova Sokağı, geçmişliğiniz vardır illa ki. Bu sokaktabirinden etkilenmek, hele ki dünya güzeli bir kadınaâşık olacağın gelir mi aklına? Hepsi kaldırım taşlarıarasına sıkışmış su birikintisi…
Tam vazgeçmek üzereyken, benimle yürümeye başlamaz mı? Kalbim hızlıhızlı çarpmaya başladı, aynı hızda adımlarımızı saydım. Sonra ani frenle durdum.Gözlerimin içine baktı, resmen içime düştü. Dudağında uçuk kırmızı ruju, elindetüttürdüğü sigarası, mavi jean ve gözünde iki damla yaşı ile karşımdaydı. Yırtıkkot pantolon birine ancak bu kadar yakışabilir!
Vakit kısıtlı belli ki o da etkilendi benden derken, dudaklarıdudaklarımdaydı. Yüreğime hükmedemez oldum, her an çıkabilir yerinden. Liselibir ergen kadar titriyorum. Yıllardır yaşamıyor muydum? Bir anda unutmuştumbütün meselemi, hayat benimleydi, peki ben neredeydim? Sakin ol! Gavatdeğilim, aşk varsa sevişmek de olacak elbet.
Tuhaf… Hiç duymadığım bir müzik çalıyor kulaklarımda. Valse’yianımsatıyor. Kapılıp gittiğim, karşımdaki büyüleyici zaman mı, kendim mi bilmiy-orum. Bildiğim, bu tadı çok sevdim. Dünyanın dört bir tarafından alkışlaraboğulan müzisyenler gelse bile; eminim çözemez bu notaların sırrını. EvgenyGrinko gibi bir adamın Türkiye’de ülkesinden daha çok seviliyor, istisna bir konu.
Taşıdığım yetmiş kiloluk et yığını bana ait değildi. Bedenimin orada olmasıbenimle inat ede dursun, orada değilim. O da değildi, masum değiliz hiç birimiz.Kan ter içinde, gecelerce, nefes nefese! Masum değiliz. Seni seviyorum, Sezen!An hiç bitmesin ister ama imkânsızdır… Kasıklarımı okşayan, yolun ortasında benisoytarı eden bu haz bir an önce bitecekti, bitmeliydi. Kordonda canlı müzikyapan bir mekâna oturduk. Kirli sakallı çocuk söylemez mi Mualla’yı… Yüksekkaldırımda gündüz, ulan bunu yapacak adam mıyım ben? Sağa sola baktım, dericeketimin yakasını düzelttim. Onu yercesine gözlerine baktım, ruhen yemekten
..
www.em
rahsaglam
.com
Emrah S
aglam-
bahsetmiyorum, lütfen! Sadece o an benim hakkında ne düşündüğünü merak ediy-ordum. O da beni izliyor, biz susuyoruz ve bakışlarımız konuşuyor:
-Şimdi ben âşık olursam…
-Şimdi ben bu adama âşık olabilir miyim?
-Bak canım; biz öpüşmedik. Yani sıradan, anlık bir durumdan ibaret değil,anlıyor musun? Yatak odasında sonlanacak bir geceyi de istemiyorum, yatakodasında geçmeyecek bir geceyi de… Bir ömür istiyorum, anlıyor musun?
İncir Reçeli’ni izlediniz mi? İZLEMEYİN! Bütün hayatım berbat oldu. Her sah-nesini yaşar oldum. Neyse konumuz bu değil. Biliyorsunuz, sevişmeden de aşkoluyor. Olmuyorsa söyleyin, yüksek bir yerden atayım kendimi. Hatta intihar etmeşeklini söyleyin, düşünmeden itaat edeyim.
Garson, pardon bakar mısın? Yani bakacak mısın? Roman yazdım burada, bi-razdan çocuğumuz olacak “Amca amca!” diye koşacak arkandan. İnce belli bardaktaçay istiyorum dedi… Garsona iş atacak olsa benle oturmazdı diye bir ironi geçtiiçimden. Kıskandım ulan, evet. Ben, az önce öptüm onu! Ne demek çay istemek!Ben de “kalllın” belli bardakta çay istiyorum diyerek bozdum adamı.
Kordon kaldırımlarının uyduruk çizgilerine baktık. Kim yapmış bunu diyedüşünmüş olabiliriz. Günün yakamoz’unu izledim. Romantik adamım… İlk adımıkarşımdakinden bekleyecek kadar romantik…
“Hayatında kaç kişi var, senin gibi bir yazarın seviştiği ne çoktur.” demez mi?“Oradan öyle mi duruyor, hayır yok. Benim hayatımda kimse yok” derken, yalansöylüyorsun diye lafı ağzıma tıktı. Normal, ilk görüşte öpüşmüştük. Bir şeydiyemedim, cesaretim de yoktu. Elini uzattı; masanın üzerinde duran elimi tuttu. Yaelimi hiç kimse tutmamıştı bu zamana kadar ya da o diğerlerinden farklıydı.Kalbimin atışı karşı sahile vuracak kadar şiddetliyken, duyduğum huzur paha biçile-meyecek kadar kutsaldı… O konuştukça dinledim. Bir dini yayar gibi konuşuyorduve inanıyordum.
Saat epeyce ilerlemişti, sessizliğimden olsa gerek, “Kalkalım artık” dedi. Öylesıkı sarıldı ki; kaburgalarını kaburgalarımda hissettim. Sıcaktı. Çıktık mekândan veYILLARDIR BİRLİKTEYMİŞCESİNE KARIŞTIK ŞEHRİN KALABALIĞINA…
Sonra ne mi oldu? Belki hiçbir şey olmaz belki de diğer sayıda anlatırım. Ziracesur adamım.
Kahve ile…
Somurtkan güneş çoktan farkedildi.
kız çantasına uzandı geç kaldığını biliyor
şimdi ayna karşısında kırmızı elbisesini üzerine almadan
önce...
baltası daha keskin
bu belki sızı verir ama...işte oldu
baltada hiç kan lekesi yok
kafasını portmantoya asıyor büyükçe bir kıyım ve kokusuz...
kırmızı elbiseli olmak hoşuna gidiyor aynasında tebessüm var
ama bu onu sadece popüler kılar
yetersiz okşanmadan hoşnut değil ki dışarı çıkıyor
güzel insanlara karışıyor, kendi gibi masum olmayan güzel in-
sanlara...
daha fazla konuşmakta yarışan kalabalık başsız kırmızı
başlıklı kızı
sinsice selamlıyor.
güneş artık eskisi
kadar somurtkan
değil
gece vücutsuz kurtlar
için gerçek bir parti
zamanı
güzel insanlar yorul-
muyor ve
düşünmüyor.
Hem zaten "lütfen"
deme vakti geçti.
analog - I
Kafa kaldırarak sonsuzluk denen kavramaKafa kaldırarak sonsuzluk denen kavramaTehditler yağdırarak sağa solaTehditler yağdırarak sağa solaGözümü açıyorum veGözümü açıyorum veGünaydınGünaydın
Paha biçilemez bir yaşam önerisiPaha biçilemez bir yaşam önerisiİade işlemine gerek kalmadanİade işlemine gerek kalmadanUyumak en güzel ikenUyumak en güzel ikenYüzümü yıkıyorumYüzümü yıkıyorum
Su neden bu kadar soğukSu neden bu kadar soğukBu kadar neden soğuk evBu kadar neden soğuk evNeden bu kadar kimse yokNeden bu kadar kimse yokHavlumu bulamıyorumHavlumu bulamıyorum
Bir proletarya savunucusu; aynaBir proletarya savunucusu; aynaEşitiz diye kırıyor kendiniEşitiz diye kırıyor kendiniSaklamıyor lekeleri;Saklamıyor lekeleri;AynaAyna
Bir kapı koluBir kapı koluSürekli eli sıkılanSürekli eli sıkılanCanı sıkılan bir kaplumbağa hızıylaCanı sıkılan bir kaplumbağa hızıylaEn uzun yanan ışığaEn uzun yanan ışığaMutfağa gidiyorumMutfağa gidiyorum
Dökülmüş en acılar ülkesi;Dökülmüş en acılar ülkesi;Kül tablasıKül tablasıTemizlendikçe bir çamaşırınTemizlendikçe bir çamaşırınKirlenmesi gibi.Kirlenmesi gibi.Nasılsa birdenNasılsa birdenÖtüşüyor kuşlarÖtüşüyor kuşlarGeliyorumGeliyorum
Diana Mini - Fuji 400asa
Taner T
ürker
twitter / tanertrkr
avutulan cüm
leler
Yağmurları sevmiyor ama benimle yağmurda yürüdü.Hatta yürümezsem ön iki dişim düşsün demişti. Ne yalansöyleyeyim hemen inanmıştım. Büyük yemindi benim için. Bar-daktan boşalırcasına yağıyordu en nihayetinde.
Şimdiyse o yok, yağmur ahmakıslatan cinsinden.Şimdiyse kelimelerimde ilerlemeyi güçleştiren bozuk bir tat var,anlaşılmak istemiyorlar gibi. Beni ona anlatmak istemiyorlargibi. Zorlar ve işimi zorlaştırıyorlar. Hezimete uğramış cümleleribenim ağzımdan duymaya alışık değil o.
Mesela şimdi telefonu açıp, “Kafamın içi, gövdesine mi-lyon tane isim kazınmış bir ağaç kadar kalabalık.” desem, anlarbeni. Aşılması gereken şeylerden biri de bu zaten; bunu bilip,bunu yaşayamamak. Etraf bu gerçekle sarılıyken kendimi iknaetmek istediğim her cümle bir fısıltıya dönüşüyor.
Biliyorum ve biliyorum ki o da iyi biliyor. Çoğu şeyigördüm onda, iyiye ve güzele dair. Yağmurun altında nasılyürüyeceğini biliyorum en başta. Gök gürültüsünden korkançocuk gözlerimi ve utanmış dudaklarımı, sesleri alabildiğinebastıran sessizliğiyle nasıl saracağını gördüm.
Şey
da.
twitter / co
smicseyler
Biliyorum ve o da biliyor; yağmurda açılan şemsiyenin bulutlara ağızdolusu bir küfür olduğunu. Bilmediği şey, Ağustos böceği gibi uyuşuk hal-imin, onu nasıl doludizgin ve bir çırpıda sevebildiği…
Ne demiştim; Yağmurları sevmiyor ama yağmurda benimle yürüdü.Olayı dramatize etmek istemem ama ön iki dişine ne olduğu içimde son-suz merak konusu oldu.
Hikâyemiz yer yer parçalı bulutlu, yağmurlu bir günün açtığı hançeryarasında noktalandı. Arta kalan; buluşmak üzere terk edilmiş kalabalıkbir apartman girişi. Denizin yırtılan dalgaları altında kavuşmuş avuç iç-lerinin birbirine sinmiş kokusu.
Ayaklarının sırılsıklam olmasını, açmak için bu mevsimi bekleyenbir çiçeğin incinmesinden daha çok önemsemezdi, biliyorum.
Bizden sonra ilk giren kişi bu sokağa, asla bilemeyecek neleri yokettiğimizi. Zamanın tortularını kaldırımlara tüküren sokak; çocukları veumutsuz kedi patileri bizden söz etmeyecek.
Ben o sokaktan yalnız geçmeye kendimi ikna edemeyeceğim ve obu şehre yolu düşen hiçbir trenin vagonuna yerleşmeyecek.
Biliyorum çil çilkoşuşan insanlar arasındabir biz dik durmuştuk ve ilkben bırakmadım elini.Özgürlüğe ve mutluluğadoğru atılan adımlarınkesinliğine taparken, ilksağdan ben sapmadım.Islanmayı sevdim ve sonrakurumayı yalancı güneşinalnında.
Başımı çevirdiğimdeyanımda o vardı ve ben hepbaşımı ona doğru çevirdim.Hiç arkamı dönmedim.
gerçek hakkında birkaç dakika
Yaşım yirmi sekiz. Elimdeki poşetin içinde bir kutu kulak temi-zleme çöpü ve iki şişe birayla marketten çıkıyorum. Bu yaşıma kadar hiçalkol almadım ve temizliğine özen gösteren biri de sayılmam. Ama bazışeyleri, bir şeyleri değiştirmeyi düşündüğüm o öğleden sonrası, okunanezanı dinlerken aklımda dönüp duran şey tam da buydu. Yaşım yirmisekiz, mesleki kaygıları olan sıradan bir tipim. Yüzümün etrafındadağılımını saçma sapan yapan sakallarım ve güldüğüm ender zamanlardagözlerimin kıyılarına üşüşen kaz sürülerim var. Bugün hafta sonu, iş yok.Arayıp buluşabileceğim bir arkadaşım, attığı tripleri sineye çekebileceğimbir kız arkadaşım yok. Ne yapıyorum, yavaş adımlarla eve doğru yürüyo-rum. Havada yağmur kokusunun telaşsız dinginliği, caddedeki dükkânlaragirip çıkan insanlara bakıyorum. Bahar değil, seyran değil, nedir buradikal değişim içimde. Eve geliyorum. Kulak temizleme çöpünü bany-oya, biraları dolaba koyup salona geçiyorum.
Yaşım yirmi sekiz. Hani başkalarınınkullandıklarında çarpıldığı ilaçları kullananama zerre etkisini görmeyen, göremeyen in-sanlar vardır... İşte onlardan biri olmak ister-dim, ama değilim. İçtiği soğuk bir bardaksuyun dâhi vücudunda hesabını veren, açıktakalmaya tek gece de olsa direnemeyen sefiltipin tekiyim. Ya sürekli burnum akar ya daolmadık yerlerimde hiç olmadık yaralarçıkardı. Sanki Yaradan'ın yeryüzüne saldığıdeneme sürümlerinden biri gibiydim.Buşekilde bile ara sıra sevmeye çalışıyordumkendimi ama olmuyordu. Sizin için öyle ola-bilir ama ben bitip tükenmek bilmeyen başağıları ve kırıp bir kalple aranızdayım, yaşım yirmi sekiz. Muhtemelen otuzlarımı göremeden öleceğim. Okul biteli dörtyıl olmuş, iş bulamamıştım. Birkaç yere girip çıktım ama hiçbiribeklediğim gibi değildi. Eskiden olsa kendime karamsar demeyi seçerdimama şimdi sadece gerçekçiyim. Saçlarımı düzeltip dışarı çıkıyorum.Yaptığım ilk şey bir sigara yakmak. Sigaraya da eski sevgilim alıştırdı.Giderken beni dumanlı bırakmayı düşünüyordu anlaşılan. İstediği oldus.rtüğün. Ama ciğerlerimle bir anlaşmamız var. Hastalığımdan önceöldürmeyecekler beni. Elimi cebime atıyorum. Birkaç bozukluktan başkaçokça boşa harcanan zaman doluyor avuçlarıma. İzmariti mazgalınkaranlığına yolluyorum. Tıpkı sevdiğim herkesin bana yaptığı gibi.
Özg
ür K
ızıld
ağozgurkizilda
gg@g
mail.com
Ama hiçbir şeyin bir önemi yok. Kirasına yüz yetmiş beş liraverdiğim rutubetli dairemde oturmuş televizyon izliyorum. Oturduğumodanın bir penceresi yok. Diğer iki oda için de aynı şey geçerli. Niye, çünküburası eksi birinci kat oluyor. Hani zeminin altındaki kuyu... Ev arayana dekböyle yerlerin olduğundan haberim bile yoktu. Ama şimdi dağınıkyatağımın üstünde oturmuş, ne anlattıklarını ve dillerini dâhi bilmediğim biruydu kanalındaki realite programını izliyorum. Saçma sapan bir şey. Amahalimden çok değil... Hayatta hiçbir şeyin bir önemi yok. Bu sözü kaç kezduyduğunuzu belki unutmuşsunuzdur ama ben, kirasına yüz yetmiş beş liraödediğim rutubetli dairemde uyandığım her berbat sabahta içimden bunutekrarlıyorum. İyi mi geliyor, hayır. Sadece hiçbir şey olamayışımaalışmaya çalışıyorum. Böyle avutuyorum kendimi ve zamanında kurduğumucuz hayallerimi. Sahi bilir misiniz nedir ucuz hayaller? Meselâ benimkiyüz elli lira kirası olan, şehirden uzak bir barakaydı. Bu bile yeterdi herşeyin güzel olacağına inanmam için. Ama kendimi mesai bitimindedükkânların önlerine bırakılan şehrin çöp poşetleri gibi hissediyorum.
Evden çıkmam gerek, yeniden iş aramam, yeniden âşık olmam veyakışan bir sonu hak etmem.
oturma odası
Hayallerin itinayla harcandığı dönemin çocuklarıydık. Çokönemliymişiz gibi muamele görmek ister, içten içe yok olmak içinyalvarırdık. Sevgilerimiz yüzeysel acılarımız ise derindi. Bir de gecegündüz hiç dinmeyen tuhaf bir beklenti… Değişim isteğininsancıları, her an bir şeyler değişebilir inancı… Belki debeklediğimiz kurtarıcı hayatımızdaydı da biz güvenmeyi bilemiyor-duk.
Bunlar günlük Kadıköy Beşiktaş seyahatlerimin vazgeçilmezgündem konularıydı. Kalabalıkla birlikte telaşla vapurun içinekoşturur, biner binmez herkes gibi bir köşeye oturur kendiyalnızlığıma dalardım.
Tam olarak ne zaman oldu bilmiyorum. Kolektif bir hareketdeğildi hatırladığım. Bir sabah uyandım ve bir önceki gündenfarklıydım. Konuşamıyordum. Söylenecek o kadar çok şey vardı ki.Telaşlı biriydim. Ağzımdan çıkanları sıraya bile koyamazdım. Hiçsusmayacakmışım gibi gelirdi, ama sustum. Üstelik zorlanmadımda. Önce konuşulanlar anlamını yitirdi sonra konuşanlar. Ses ol-mayan sözcükler eridi gitti. Saksıdaki toprak kadar sessizleştim.
Asıl garip olan günlerce kimse fark etmedi. Kalabalıklararasına girdim. Sohbetlere katıldım. Karşıdaki kim olursa olsunonaylanmaktan başka bir beklentimiz olmadığını ilk o zamananladım. Belki geçici bir durumdur diye beklerken, olaylarıngidişatının ciddiyetini görmek şaşkınlık vericiydi. Etrafımdasusanların sayısı arttı. Önce birkaç kişiydi sonra sokaklar bizlerledolmaya başladı. İlk kez haberlere konu olduğumuzdaheyecanlandım. On binlerce insandan bahsediliyordu. On binlercesusan insan. Birileri endişelenmiş olacak ki şehirde adeta sefer-berlik ilan edildi. Metroda, sokaklarda, televizyonlarda büyükreklam kampanyalarıyla konuşmanın güzelliklerinden bahsedilm-eye başlandı. Eskiden susturulmaya çalışılan toplum komikşekilde artık konuşmaya teşvik ediliyordu. Yetişkinlere
susanlar
Nes
lihan
Çalın
özel ücretsiz konuşma kursları ise tam bir fiyaskoydu. Konuşan in-sanlara yönelik yapılacak devlet yardımı güzel bir çözüm gibi gelmiştiama olmuyordu, sebebi yoktu ama konuşamıyordum. Polis baskıyapmaya başladı. Sokaklarda susan insanlar tutuklanmaya başladı.Bir restoranda ya da otobüs durağında bekleyen sessiz kalabalıklargörüldüğü anda konuşup konuşmadığına bakılmaksızıntoplanıyordu. Hepsini izliyordum, sessizce izliyordum.
Evimde oturmuş akşam yemeğini yerken, olayların iyice içindençıkılmaz hale geldiğini yorumlayan spikerin, yorumunu yaparkensustuğunu görmek çok keyiflendirmişti beni. Tam o sırada kapıısrarla çalmaya başladı. Üniformalarını gördüğümde beni de götüre-ceklerini anlamıştım. Komşu şikayetleri, takipler, hastane/psikologkayıtları... Zaten beni bulacaklarını biliyordum. Beni bindirdikleripolis otobüsünde yol alırken bu yaşananları ne kadar olağan şekildekabullendiğimi düşünüyordum ki uyuya kalmışım. Motorunsusmasıyla uyandım. Ortamın ne kadar sessiz olduğunu o zamanfark ettim. İnsanlar, makineler soluduğumuz hava bile sessizdi.Arabadan indim ve güneşe doğru yürüyen kalabalığa katıldım.Olmam gerektiği yerdeydim. İçim huzurla doluydu.
Vapur iskeleye yanaşmış olmalıydı. Ufak bir sarsıntı ile olduğumyerde sıçradım. Yanımdaki yaşlı bayan elini omuzuma koyarak banabaktı. Sunum kâğıtlarımı toparladım ve telaşla yerimden kalktım.Sunum sırasında çenem yine düşecek diye korkuyordum. Telaşlıbiriydim. Ağzımdan çıkanları sıraya bile koyamazdım. Hele birkonuşmaya başlarsam hiç susmayacakmışım gibi gelirdi. Bu sözlertanıdık mıydı? Bir rüya görmüştüm; çok güzeldi. Zamanım olsaydısanki hatırlayacak gibiydim. Beni uyandıran teyze birkaç kişiönümde merdivenlerden aşağı iniyordu. Göz göze geldik ve birbirimizegülümsedik. Böyle insanlar bir gün güzel şeyler yaşayacağımızınkanıtı gibiydiler. Her şeyin değişeceğinin.
neslihan.c
.kara@g
mail.com
adsız d
uygu
Bana çiçekten elbiseler yapacağına inanmadığım bir aşkın peşindengidiyormuşum.
Durduruldum.Önümü görmeden koşarken "sana sadece gel demiştim" dedi. Koşarken
fark edememişim, gel deyince sadece gidileceğini. Suçlayıcı olmak hafiflet-meyecekti yükümü. Her insan doğruydu, sadece birbirlerine doğru olanlaryaşıyordu petunya kokulu evlerde.
...Saatin oldukça geç olduğunun farkına vardığımda güneş misafir olmak
üzereydi odama. Oldukça erkendi, benim geç kalmışlığıma... Bir şeylerigeride bırakmanın tam zamanıydı. Kalkıp duş almalı, kahve yapmalı, perdeyisonuna kadar açıp çığlık atmalı ya da hiçbir şey yapmadan yatmalı. Ne zamantoparlanacaktım, ne zaman dün gibi olacaktım? Yarın, sonraki, bir sonrakigün... Cevabı belli olmayan sorular katlanarak büyüyecekti, sorgulamayıbırakmalıydım. Sadece sesimdeki boşluğa daldım. "İnsan kaybetmeyi gözealabildiğine aşık olur" diyordu.
...Yeniden toparlanmalı, önce soluk suratımı boyamalı sonrasında rengi
içe akıtmalı. Her gün biraz daha hafiflemeli, durmam gerektiği yerdesoluklanıp geriye bakmalı. Uzun ya da kısa, dar ya da sisli fark etmez. Ses-imdeki boşluk ne kadar geride kalmışsa, o kadar derinden nefes almalı. Hemne demişti koskoca Nazım;
…
'Seni asarlarsa seni kaybedersem;
diyorsun;
'yaşıyamam! '
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; yaşarsın kalbimin
kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlılarda
ölüm acısı...
...
Duş aldım, kahve yapıp sigara yaktım. Bugün işe de gitmemeli. Tele-fonu kapatmalı. Rüzgarda hatıra dağıtmalı, kendime soru sormaktankaçınmalıyım. Sadece beklemeliyim. Neyimi? Kaybetmeyi göze almayı...
Beklemeliyim. Beklemekteyim.Bana çiçekli elbiseler yapacağına inandığım adsız duyguyu...
www.demmode.com
inz iva
EE ll ii nn dd ee kk ii aa dd rree ss ee bb aa kkaa rr aa kk ii ll ee rr ll ee dd ii ..
Soğukkanlı görünmeye çalışsa da, gözlerinden bel-
liydi çaresizliği.
Sokağa girince duraksadı. Geriye dönüp bir, iki adım
attı. Tekrar döndü.
Kağıt avucunda ıslanmıştı. Buruşturup attı. Adresi
belliydi artık. Kapının önüne oturdu, sırtını kapıya
yasladı. Zamansız bekleyecekti, olsundu.
isterdim
Susmak isterdimkonuşmak yerine.
Öylece durmak isterdimbir şeyler yapmak yerine.Gözlerin anlatsın isterdim
dilin yerine.Kağıt olmak isterdimkalem olmak yerine
Hep yazılan olmak isterdimyazan yerine.
Neden bu kadar zor?Uçurumun kenarındasın ve
Bir adım daha atsan,son bulacak hayatın.Ölmek neden zor?
Yaşamayı mı seviyorsun?Yoksa sadece korku mudur bu?
Neden zor?Yazmak yerine sevmek seni
vesöyleyememek sevdiğini?
Bir intihar gibi.
foto
ğraf
: ene
s er
kut
Onur Ç
apkın
twitter / O
nurC
apkin
uzun yol yürüyücüleri
‘Ben geç kalmadım, herkesin acelesi vardı.’
Yıllar, yollarla geçer ve yolların bir anlamı olmalı. Nereye gittiğindenziyade ne için gittiğin önemli olan. Belki arkadaşınla buluşacaksın ya dasıradan biriyle.
( Gittiğin yer, sevdiğin kızın sokağı ise…)Uzun ve kısa olmak üzere iki yol var. Bir de taksi… Arada ben de
kullanıyorum. Fakirim ama gururlu muyum? Bilemedim…Onca olumsuzluğu düşünürken, iyi şeyler gelmiyor insanın aklına.
En iyisi yürümek diyenler için yazıyorum bu yazıyı. Uzun yol yürüyücüleri;evden çıktığında kafasında gideceği yeri ve yolu izi belli olanlar içinyazıyorum.
Yürürken ne düşünüyorum biliyor musunuz? Neden yürürkendüşündüğümü. Herkes benim gibi gideceği yere kadar türlü türlü şeylerdüşünür mü?
Bazıları kulaklığındaki müziği dinleyip, etrafındaki güzelliklerikaçırıyor olsa da; bol bol düşünmeye vakti olur uzun yol yürüyücülerinin.Öncelikle bir çok şey öğrenirsin yürürken.
Yanından geçen yaşlı teyzenin akşam evde ne yapacağını, evineekmek götürme telaşında olan babayı, sınavından düşük not alan oğlanınvereceği cevabı, ütüsüz önlüğün utancını, genç bir erkeğin sevgilisi ilenerede buluşacağını ve aynı erkeğin o güzel kızın hayallerindeki erkekolup olmadığını!
Telefondan başını kaldırmayanları, duyarsızları, dilenenleri,işportacıları, sıkışan trafiği, iş çıkışlarını görürsün.Gideceği yeri bilmeyenlerin ya da karıştıranların arasında kalırsın. Trafikışıklarında yeşil yanmadan karşıya geçmeye çalışanların telaşını görüriçinden “sabırsız” diye bağırırsın. Ve oradaki herkesin de senin kadarbağırdığını bilirsin.
Ve telefon çalar.-AloĞ Nerdesin, geç kaldın!
‘Ben geç kalmadım, herkesin acelesi vardı.’
Diyemezsin.
foto
ğraf
: ene
s er
kut
sappho’ya esas durus
Hemcinsine durmadan yazı yazmasını salık veren kadınlar benim için
her zaman özel olmuştur. Yaşadığı döneme ışık tutan Sappho(Safo)’ya
hayranlığım bu yüzdendir. Kadının yok sayıldığı bir toplumda, kaleme ve
kağıda nefes olmuş ve bir kadının başka bir kadını nasıl güzel
sevebileceğini göstermiştir. Kadının vücudunu özümseyebilen ve bu
müthiş mistiği ölümsüzleştiren lirik şiirleriyle yine o ortamda yapabilecek-
lerini ebedileştirmiştir. Kadınlardan oluşan bir rahibe okulunun başında
olan Sappho, yine inandığı için kadınların genel kültür, edebiyat, dans,
konuşma, heykel alanında eğitilmesini sağlamıştır.
Kadınların toplumun dışında tutulduğu, erkek egemen bir çağda
yaşayan Sappho’nun yapmaya çalıştığı şey için bile günümüzde savaş
verdiğimizi düşününce onun bu çabasını alkışlamamak elde değil.
Aphrodite’e Yakarış şiirinde bir kadına olan tutkusunu şöyle dile
getirmiştir Sappho;
‘’ Ey tahtı ışıl ışıl Aphrodite,
Ulu Zeus’un düzenci kızı,
Yardımıma gel gene, hani eskiden
Sesimi duyunca nasıl çıkıp babanın sarayından kanat çırpan kuşların
çektiği yaldızlı arabana biner
Yeryüzüne inerdin, bulutsuz mavilikten.
Ölümsüz dudağında o aydınlık gülüşle sorardın
‘’Gene nen var?’’ derdin, nedir gene deli gönlünü çelen?
Tılsımımla kimi/baştan çıkarıp yollamam gerekiyor koynuna?
Söyle, Sappho, kim seni üzen?
Kaçıyorsa kaçsın bırak,
Yakında o senin ardına düşecek.
Bugün almıyorsa verdiklerini
Yarın o sana armağanlar verecek,
Seni sevmiyorsa, istemese de er geç sevecek.’’
Yunan sanatının her dalında amaç gerçek hayatın imitasyonunu
yakalamak olmuştur. Bu yüzden edebiyatında da bu yalınlığı görebiliyoruz.
Özellikle Antik Çağ Yunan heykellerinde kadının vücudunun gizeminin
.
Sine
m Ila
slan
t witter / sinemy
o mam
a
Ağlayan bir kadının umutları diz çökmüş fotoğrafta.
Kadının yüzü sonbahar.
Fotoğrafı elime alıp, saçını okşuyorum sonra.
Yanağındaki çukur bütün anılarını yutmuş kara delik gibi.
Bu şehrin sokakları ona küfrediyormuş o yollara her bastığında.
Bu sokaklar bile ona küs, yani o öyle sanmış.
Sehpanın üstünde birkaç sönmüş sigara…
İzmaritin ucunda o güzeal dudaklarının izi var.
Ona da zehir gibi akıtmış ağzının içindeki yalanları…
Saklandığı duvarların altında kalmış, ruhunu eriten sonbaharda.
Saçlarına hayal kırıklarını takmış.
Yutuyorum…
Daha çok yutuyorum suratını.
Parmak izimi bırakıyorum birkaç yerine fotoğrafın.
Tozlu sehpanın üstüne bırakıyorum usulca onu.
Terk etmenin verdiği haz ile gülümsüyorum.
Ben kazandım.
yazabilmek zordur, hele de uğruna şiir yazılacak
bir ruha sahipsen. İçinde doğduğu toplumdan
sıyrılarak, kendi bilincine ve yaşayış biçimine
uygun biçimde yazması onun en büyük
özelliğidir. Benim istediğim de tam olarak
kadınların toplum içinde birey olduklarının
farkına varmaları ve tabulardan sıyrılmalarıdır.
Etrafındakilerin baskısına aldırmadan, güçlü
kadın olabilmenin zor olmadığını yine eskiler
gösteriyor. O zaman hepsine selam olsun.
Sappho’nun hemcinsine duyduğu bu tutkuya ya aşk ya da başka
bir şey diyelim, yine de döneminde yapmaya çalıştığı şey gerçekten
takdiri hak ediyordu. Aşkın cinsiyetten ve bedenden çok öte bir duygu
olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden bir kadına şiir
saatlerce izlenebilecek mükemmel sanat eserlerine dönüştüğünü göre-
bilirsiniz. Süsten ve abartıdan uzak, kadının kıvrımlarının korkusuzca
sergilendiği mükemmel eserlerden bahsediyorum.
.
Tane r T
ürker
twitte r / tanertrkr
Pardon, üstünüze basarak geçiyorumPardon, üstünüze basarak geçiyorumSayın halılarSayın halılarUçacağız, bir gün.Uçacağız, bir gün.Bir karadelik güzellemesiBir karadelik güzellemesiGöz atıyorumGöz atıyorum
Bir gazete ne işe yararBir gazete ne işe yararBir gazete neden kaplar bir kutuyuBir gazete neden kaplar bir kutuyuBir gazetenin neden kullanım kılavuzu olmazBir gazetenin neden kullanım kılavuzu olmazTek gözlü kapıyı,Tek gözlü kapıyı,Kapatıyorum üzerinizeKapatıyorum üzerinize
Uzun koridorlar üzerindeUzun koridorlar üzerindeÖten kuşları öldürüyorlarÖten kuşları öldürüyorlar3. sayfa haberlerini yırtarak3. sayfa haberlerini yırtarakYığılıyorum kanepeyeYığılıyorum kanepeye
Bir kutu; armağan giydirilmişBir kutu; armağan giydirilmişBir kutudan sesleniyor mutlulukBir kutudan sesleniyor mutlulukBir saniyeBir saniyeMutluluk; ayağı kırıkMutluluk; ayağı kırıkMutluluk; yatalakMutluluk; yatalakKimin aklına gelirKimin aklına gelirBir mutluluk paramparçaBir mutluluk paramparçaNe çokNe çokÖlmekle bitmiyorumÖlmekle bitmiyorum
► Current 93 - As Real As Rainbows► Current 93 - As Real As Rainbows
Diana Mini - Fuji 400asaanalog - II
bir yol öyküsü
Üç gün sürdü yol. Üç gün doğumu zaman. Beni ve Fatime`yi iki doru atınçektiği bir arabaya koydular. Babam yanda, yağız atında. Yol sarı. Yol toz.Hava boz. İçtiğimiz su bile… sarı, bulanık, yapışkan. Tülbent bağlıyorlarağzımıza. Gözümüze kadar çekiyoruz. Sıcak. Bir de üstümüzü örtüyorlar.Başlarımız örtünün altında. Çocuk bedenlerimiz silme toz. Silme ter.Silme korku.
Ses etmeyin dedi babam yola çıkarken. Biz de sesimizi yuttuk. Gözler-imizle konuşuyoruz. Ben çok korkunca, biliyor Fatime. Anlıyor gözlerim-den. Hemencecik tutuyor elimi. Fatime büyük benden. Üç yaş. Onunmemeleri bile çıktı. Şalvarının altındaki kalçaları anam gibi dolgun.Sopa gibisin sen deyip gülerdi bana. Artık gülemiyor. Büyüdü o, kadınoldu. Çünkü gülmesi yasak. Kadın olduğunda…gülmek yasak olur. Öyleolur…bizim oralarda.
Arada köyler var. Ama bizim köyden çok farklı. Evler tek kat. Tek oda.Kerpiç. Hep yoksul. Hep kalabalık. Gene de buyur ediyorlar bizi. Gecelerievlerde saklanıyoruz. Bazen sessizliği yırtan silah sesleri. Onun dışındahiç ses yok. Kuş bile yok buralarda. Bir tek köpek bile. Biz sesimizi…yut-tuk zaten. Babam bazen konuşuyor onlarla. Biz hiç anlamıyoruz.Bildiğimiz sözcükler değil buraların sözleri. Sesler hep kısa. Hep acı veöfke yüklü. Hep yabancı.
İkinci gece dayanamayıp sokuluyorumFatime`nin koynuna, usulca “Fatime”diyorum “anam nerde?”
Üçüncü güneşle varıyoruz suya. Sudediysem sanki çağlayan. Güldürgüldür akıyor. Temiz. Berrak. Sarıdeğil. Dayanamıyorum, gülüyorum ko-caman. Fatime gülmüyor. O kadın. Onagülmek yasak. Ama, Fatime nedenağlıyor? Boynundan muskasınıçıkarıyor, anamın verdiği, benimboynuma takıyor. Usulca yıkıyoruzelimizi, ağzımızı, yüreklerimizi,korkularımızı, acılarımızı, öfkemizi,kinimizi… Yeniden doğuyoruz.
/ blondesponge
Pınar K
. Üretmen
Üçüncü güneşle yeni bir hayata doğuyoruz. Fatime`yi alıyorbabam ve gidiyorlar. Fatime bana hoşçakal bile demiyor. Yoksa ben
uykuya yenik düşünce mi gidiyor onlar ve Fatime beni kocaman sarıyorgitmeden? Mehmet Emmi neden benim yanımda? Mehmet Emmi kim?kaç kişiyiz biz? neredeyiz? kimiz? Fatime sesini yuttuğu için mi seslen-
miyor bana?
Sesimi yuttum ben. Dilim yok. Soramıyorum. Ama sayıyorum. Kaçgündür yolda olduğumu doğan güneşi sayıp biliyorum. Sekiz bin üç yüz
altı gün oldu Fatime`nin gittiğinin üzerine. Ben hep yoldayım. Sarı, tozlu,bulanık, korkulu yol…hiç bimiyor. Sular hep yapışkan. Her gün
doğumunu Fatime dönecek diye sayıyorum. Onun adını hiç unutmuyo-rum. Ama kendi adımı… hiç hatırlamıyorum.
Gülmek nasıl bir şeydi? Anam niye gelmedi? Bir daha gülmediğime göre ben de Fatime`nin gittiği gün kadın oldumgaliba. Anamın niye gelmediğini bana hiç demiyor. Fatime sarı bulanık
toz akıtarak ağlıyor. Fatime`nin kokusu anam gibi…burnumdan gitmiyor.
Sahi, benim adım neydi?
Aklımda birev. Hayal meyal.
Bulutlar arasında.Bahçesinde
gülmek…yasakdeğil. Sesimi
yutmamışım.Adımı
unutmamışım. Fatime gitmemiş.
Ben terkedilmemişim. Yolbile yokmuş. Hiç
uyumamışım ya dahiç
uyanmamışım…
rutin
Takım elbisem, saçma birgurur veriyor bana. Evden tam se-kizde çıkmam gerekiyor, saatimebakıyorum yedi kırk beş. Çantamıson bir kez daha kontrol etmeliyim.Unuttuğum hiç olmamıştır amaeksik bir şey, beni bitirebilir. Rutiniseverim, kalbe iyi gelir. Kapınınönüne geliyorum; ayakkabılarımıparlatmadan, dışarı adım atamam,temiz olmalı rugan dediğin. Nere-deyse yetmiş yaşına basan birapartmanda oturuyorsan, ağır ağırinmelisin dönen merdivenleri. Ara-baya, yalnızca duygusuz insanlararaç der, sahiplenmesini bilemezonlar, hissedemezler dokunduklarıyeri.
Bir şehri iyi bilmenin birçokfaydası vardır. Çok sürmüyor gide-ceğim adres. Büyük bir kapı olma-sına rağmen, heybeti daha dayaşlandırmış, dikkatli geçmezsen çı-kamayabilirsin de. Cebimdeki kâ-ğıdı çıkarıyorum, kapı numarası altıolmalı, kafamı kaldırıyorum yedi.Tamam, doğru yerdeyim. Çok yor-muyor yaşlı kilit. İçerideki toza ba-kılırsa, uzun zaman olmuşgirilmeyeli, bu sabah şanslı uyan-mışım. Çantamı masanın üzerindeaçıyorum, parçaları teker teker bir-leştiriyorum, biraz üşümüşler amametal dediğin soğuktur sen ısıtma-dıkça. Balkonlu mekânları seçtikle-rinde seviniyorum, ipi bağlarkenbüyük kolaylık, neyse ki korkuluk-lar sağlam.
Derin bir nefes alıyorum…Güzel, ellerim titremiyor. Balkonadoğru koşuyorum, son bir adım,halat bağlı olmasa, ah şu boşluk;cana can katıyor o an. Bedenim altkatın camından içeri girerken, bende kaç kişi olduğunu hesaplıyorum.Sağ tarafımda iki adam, solum-daysa tek. Çaprazda kalmamamlazım, önce solumdakini vuruyorumdaha yere düşmeden, tek atış. Sa-ğımdakiler düşündüğümden dahaatik. Sabit kalmamalıyım, tetiği ok-şuyorum, yuvarlanıyorum odanındiğer tarafına. Kesinlikle bugünşanslı günüm, kaldı bir. Bazen şa-şırıyorum, bu kadar zeki adamlarböylesi aptallarla nasıl çalışabiliyor,şarjörü koltuğa boşaltıyor. Ben, fır-lıyorum yaklaşmasına izin verme-den, yine tek atış. Banyodan su sesigeliyor. Eminim kendinin tehlikeliolduğunu düşünüyor; sadece üçadam ya da birazdan; düşünüyordudemeli. Kapıyı yavaşça aralıyorum,tir tir titriyor, soğuktan olmadığıkesin. Bir an istemsiz düşünüyo-rum, bu yağ tabakasından geçer midiye, başını hedef alıyorum...
Üst kata çıkıyorum, çantamıtoplamak uzun sürmez. Yolumuzun olmasa da günü bitiriyorum.
erdem
yalçın