Bir şey söylediğim zaman, söylenen o şey anında ve
kati olarak ehemmiyetini yitiriyor. Bir şey yazdığım
zaman da öyle; ama yazılan şey, bazen yeni bir
ehemmiyet kazanıyor.
Franz Kafka
` Haziran 2014
YAZARLAR
Toprak Şems Tezcan Tozan Alkan
Cüneyt Eşberk Bengi Nur Güvenç
Sena Öksüz Didem Demirkan Deniz Terlan
Süleyman Berç Hacil Ertan Korkuç
R. Hayri Dağlarca
Iletisim
Facebook.com/MeskalinF [email protected] [email protected] Twitter.com/MeskalinF
ÖNSÖZÜMSÜ
Uzun bir aradan sonra tekrardan sizinle
olmanın ve neredeyse 1. Yılımızı doldurmamız
gibi sebeplerin mutluluğunu biraz buruk
yaşıyoruz. Bunun en büyük sebeplerinden biri
Somada kaybettiğimiz canlarımız. İkinci bir
sebebi ise Gezinin yıldönümünün neredeyse
kanlı 31 mayıs olarak anılabilecek şekilde
geçmesidir. Somada vefat eden tüm
insanlarımıza din, dil, ırk farkı
gözetmeksizin Allahtan rahmet, ailelerine
baş sağlığı diliyoruz. Aynı dileklerimiz
tabii ki de gezi şehitlerimiz içinde geçerli
Bu sayımızda da bir farklılık var,
geçen gün sahaftan alınma bir kitabın
arkasında el yazısıyla yazılmış bir şiir
buldum, biraz izinsiz paylaştım (ulaşmaya
çalıştım) fakat gerçekten beğendiğim bir
şiir olduğu için benden başka insanlarında
bunu okumaya hakkı olduğunu düşündüm.
İlk adını bile bilmediğim
R. Hayri Dağlarca umarım bize
fazla kızmaz, iyi okumalar..
Toprak Şems Tezcan
Siyahimsi
Hepsi boyandı siyaha,
ekmek uğruna, vatan uğruna;
hayatları uğruna,
hayatlarını hiçe sayarak.
Madene tekrar girer misiniz diye sordular
Onursuzluk ve şerefsizlik yoksunu adama
adı Bayramdı, büyük sessizlik yarattı/
- Girmeliyim, kredi borcum var...
ABD kendi lekesini kurtardı,
başına siyahi lider koydu.
Sen de yapabilecek misin bunu,
kurtarabilecek misin onurunu?
Dünya böyle bir yer insanlar,
insanlar bile diyememeliyim aslında.
Kapitalizim denen illet sömürdü
insanlıklarımızı, iliklerimize kadar.
Kurucusu sayılan ABD vakti zamanında
siyahileri köle olarak kullanmıştı.
Kıç yalayıcı, kapitalizim kölesi biz de
sırf onlara yamanmak için sanırım
simsiyah boyanan maden isçilerimizi
köle gibi kullandık. Utanıyorum…
Akıl fakiri, memleketim yurttaşı.
Hani soruyordun ya 15 yaşındaki
Berkinin ne işi var o gün sokakta.
Hadi götün yiyorsa, şimdi sorsana
15 yaşındaki Kemal Yıldız’ın
madende işçi olarak ne işi var Somada?
Suratına yediğin
büyük bir tükürüktür
ey kapitalizm kölesi ülke!
Köle etmeye çalıştıkların arasından
daha yeni kurtulabilmiş / güneşi görebilmiş
siyahimsimiz; öksüz kalmış memleketimizin
yeni babasının sözleri kalbine
bir mızrak gibi saplanmalı.
“Çizmelerimi çıkarayım mı sedye kirlenmesin”
Taner Yıldız istifa eder misin,
onurumuz daha fazla kirlenmesin...
Toprak Şems Tezcan
Öpsem
Kalp çökmüşüm
Okşuyorum son oturduğun sandalyeyi
Kimsesizlikte kaybolmuş bir ses gibiyim
Saatin neşesiz tik takları gecede duyulan
Süslü bir araba,
düğününe yetişme telaşında
Gülüşün geçiyordu bileklerimin
damar raylarından
Bir hüzünlü kuşlar görüyorum ki, sormayın...
Yanında beyaz benekli kırık dökük yumurtalar
Çöl bitkisinin taburesidir
inzivaya çekilmiş su
Kurbağalar ah canımız kurbağalar
zıp zıp kaçıp kıyılardan
ilerleyebilirler gürültülü...
Resmindeki gözlerine
bakıyorum
Resmindeki mavilik
bana bakıyor
Öpsem canlanır mısın?
Cüneyt Eşberk
Zayi
Uçuk bir karamsarlık bu. Aynı evin farklı
odalarında yaşayıp birbiriyle hiç
karşılaşmamış aşıklarız. Aynı yerinden
yaralı, perdüçen, yalınız. Yalnızız her kedi
gibi, etrafı kalabalık ancak ruhları bir tek
kendine adalı. Bir hikaye daha acıyla
sonlandı, ışıklar bir daha hiç açılmayacak.
Güneş anımsanmayacak, her yer soğuk ve
karanlık. İnsanlar kibirleriyle boğulacak.
Kimsesizliğine soyunacak, bu hep
tekrarlanacak. Çünkü tekerrür, bir ölümle
sonlanır ancak.
Zerdali sabunu, pembe bir uçurum, ölü
deniz. Artık somut değil hiçbir yer. Dünya
renksiz. Yitiğiz. Beni mavinin en derin
tonuna boğup kaybolmak da neyin nesi? Oysa
gökyüzü kadar duruydun geceleri. Şimdi
denizin en dibinde, seçemiyorum ellerini.
Bunlar sesimin gölgeleri mi? Hiç
hatırlamadım, hiç unutmadım. Sıkı sıkıya
tutunduğum imdat frenlerini. Hiç uyumadım,
hiç uyanmadım. Görebileceğin en ağır deliyim
belki. Hiç sevinmedim, hiç üzülmedim. Böyle
anlarda bulduğun ilk çekmeceye saklanmaktır
en güzeli. Hiç ağlamadım, hiç gülmedim.
Görüyorsun işte, kaybettik kendimizi.
Dengemizi kaybettik, hiç sahip olduk mu o da
belirsiz. Nihayetinde hepimiz birer
sessizliğiz.
Göçebe bir kelimeden yola çıkarak
hikayeler yazdım. Hep aynı şeyi tekrarlayıp
durdu dudaklarım. Cam gibi keskinim,
taşlarım cilasız, kemiklerim kırılgan,
kirpiklerim kesik, bilirsin beceriksizim.
Bilirsin yoluna koyamam bir şeyleri,
eksiğim. Kendimi hiç affedemedim. Seni hiç
affetmedim. Geçmedi biri bile, geçiştirdim.
Geceleri sağır edici bir çığlıktı
özlemlerin, aramadım, çünkü kayıp fihristim.
Bengi Nur Güvenç
Katli Aşk
Bu gece kalırsın yanımda
kirpiklerine gece karası zaman süreriz
sen her kapadığında akar o zaman
dudaklarına bıraktığım bir dilim haramdı
öpüşlerinden aldığım
bu gece son bir dokunuşsa
bütün güzelliklerini sür dudaklarına
Elbiselerimi çıkarma ama
gözünden son kez yansıyacaksam beynine
en güzel gözlerini giyin bu gece
seni sevmemem için neden var bana
bir daha görmeyeceksin gözlerimi
yoksa asarım içindeki geceleri
son bir veda maskesi tak yüzüne
içinden kahkaha atsanda
görünmez olur diğer yüzün
en güzel ellerini göster bana
tırnaklarında ihanetimin kanı olsun
bir fısıltı takın kulağına
yalvarışlarım duyulmasın
korkma bu kalabalıktan
ölüm melekleri ile anlaştım
hiç acı çekmeyeceksin öldüğümde
Sevdam lanet bir öksürük gibi
takıldı boğazıma
ciğerlerimi sökercesine
sen kusuyorum artık
bir şehvet tutuştur
göğsünün üzerine
bu tiyatronun son oyunu
perdelerini aç bu gece
bu aşkın son tiradı olsun
seyircilerin avuçlarına bıraktım
son kırıntıları
selam ver ve çık bu sahneden
yıkılıyor bu tiyatro
ve seyret sonra kalan moloz yığınlarını
hüzünlü maskeni tak
kaldırımla cilveleşsin ayakların giderken
başka sahnelerde izlerim
belki seni, bundan sonra
ayakta alkışlarım bitirdiğin
her sevdanın yakarışlarını…
Ertan Korkuç
Barış
bir mart gecesi.
saat 12 suları.
yatağımın içinde Gustave Flaubert’in
Kasım’ını okuyorum. sayfayı çevirirken
birden her şey yerine oturdu.
hani o hep gitmek istediğiniz,
hayalini kurduğunuz şehirler
vardır ya, işte Barış oydu.
gidip sokaklarında dolaşamayacağım,
kafelerinde kitap okuyamayacağım,
saraylarında gezemeyeceğim bir şehirdi.
yalnızlığım daha derin ve
uzun soluklu olmaya devam ettikçe
ona olan sevgim de derinleşiyordu.
bilemiyorum, belki de sevgi yanlış
kelimeydi. evet, yanlış kelime olmalıydı.
yıllardan beri bize söylenen aşk
ve sevgi gibi kelimeler daha fazla
anlam taşırdı. ve eğer öyleyse onu
sevmiyordum bile. ancak içine dalıp
bitmemesini dilediğim bir kitaptı Barış.
öyleyse bu sevgi sandığım şey ona olan salt
hayranlığım mıydı? işte, bunu da
bilmiyordum. Bilmiyordum,
ona aşık mıyım, seviyor muyum,
yoksa sadece hayranlık mı duyuyorum.
sahi, sevgi beraberinde ne getiriyordu?
ne hissediyordunuz? aşık olunca?
üzüntü? acı? tutku? özlem? doyum?
düşününce hiçbirini
hissedemiyordum uzun zamandır.
öyleyse Barış bir hiç miydi?
kafamda yaratıp,
büyüttüğüm hayallerden biri miydi?
hatta Barış gerçek miydi ki?
evet, gerçekti.
nereden mi biliyorum?
görmeyen gözleriyle
bana doğru yürürken hızlanan
kalp atışlarımdan.
karşımda kemikli elleriyle,
kısık gözleriyle sigarasını yakmasından.
buluşan bakışlarımızın
bedenimde bıraktığı etkiden.
ah bir de dokunabilseydim sana.
işte o zaman halim
daha acınası olurdu sanırım.
Sena Öksüz
Baykuş
Gece kuşuyum ben bilirsiniz. Gündüzleri
çekilirim inime, uyurum. Gece için kendimi
hazırlarım. Güneş beni sevmez, tüylerimi
parlatır. Ben de onu sevmem zaten, tüylerimi
parlatır. Çıkmam güneşe, geçinir gideriz
öyle. Ne o benim tüylerimi parlatır, ne de
benim tüylerim parlar. Ay dedeyi severim ama
muhabbetimiz hostur. O da beni sever,
tüylerimi parlatmaz; benim de tüylerim
parlamaz, beyazdır tüylerim. Gündüz güneşin
gölgesinde, gece ayın göbeğinde gizlenirim.
Hiçbiriniz beni önemsemezsiniz gündüzleri.
Bende sizi önemsemem zaten. Karnım toktur
gündüzleri benim, uyurum o yüzden. Bir gök
kadar kanatlarımı göremezsiniz hiç biriniz,
görenler de anlatamaz karbeyaz kanatlarımı.
Karnım toktur gündüzleri ya, bilirsiniz.
Uyanırım saat akşam altı-yedi civarı.
Bacaklarımı uzatır kasar kendimi uzun uzun
gerinirim. Göremezsiniz beni, inimdeyim. Pek
şirin görünürüm gündüzleri. Göremezsiniz,
yazık. Uyku sersemi olurum hala saat 8 gibi.
Alır kanadıma taşı, bileylerim pençelerimi.
Saat dokuz gibi hafiften jilet taklidi yapar
pençelerim. Kafamı geriye kadar çeviririm.
Gür tüylü, gök kadar kanatlarımı tararım
saat 10 a doğru bir güzel. “ Son gördüğü şey
güzel olsun” la alakası yoktur. Umrumda
değil onların, sizlerin gördüğü, gök
kanatlarımı severim ben. Saat 11 de çıkarım
artık inimden yavaş yavaş, karnım hafiften
acıkmaya başlamıştır. Gözlerim uykulu ve
yorgundur hala, kısık gözlerle bakarım
dedeye. Onun da gözlerinin altı şişmiş, o da
yeni uyanmış olur, gülümser bana. Orada,
ormanımın zirvesinde, en yüksek ağacın
tepesinde dururum. En kral yerdedir inim,
kokusunu çekerim ormanın. Paranoyak, korkulu
sessizliği dinlerim uzun uzun. Sisler izin
ister vadinin üzerine çökmek için, vermem.
Başka kapıya. Saat on ikiye gelir sonradan.
Uyuşukluğum dağılır. Vücudumdaki her kası
tek tek kontrol ederim vurgunu yapmadan.
Kısık gözlerim bir anda açılır, dedenin
ışığı gözlerimde yansır. Gözlerimin
bakırımsı turunculuğu çıkar ortaya. O beni
görmez, nerede olduğumu da bilmez. Altıncı
hissine sıçtığım hisseder ama temkinli
yürür. Yemezler, çok gördüm bu ayakları.
Izlerim onu yukarıdan, su kenarına
yürüyüşünü izlerim. Kanının kaynayışı kıpır
kıpır eder içimi, sıcak kanı yüzümdedir o
an. Hayalden çıktığımda dede tokatlıyor olur
beni, sarhoş ayıltıyormuş gibi. Serin hava
yüzüme çarpar, kasar bedenimi. Kor gözlerle
dedeye bir selam çakar, gök kanatlarımı
açarım ihtişamla. Bırakırım kendimi havanın
akımına, süzülür süzülür sonra tek bir kanat
vururum. Severim bu suikastçı oyununu,
gerilimi yavaş yavaş arttırmak
heyecanlandırır beni. Etrafında sessiz
turlar atarım, ensesinden sessiz terler
dökülürken. Amacı kötü değildir yazık,
susamış su kenarına gider sadece. Suyun
kenarına vardığında bende dalış yerime
geliyor olurum. Gardı istemeden de olsa
aşağıda su içerken gevşetir. O andır işte,
o masum andır içimdeki canavarı uyandıran.
Usulca kırarım kanatlarımı, ıslık gibi
geçerim dalların arasından. Sincaplar
çekilin yolumdan, vurmaya yakın gererim gök
kanatlarımı bir paraşüt gibi. Tam o sıra
anlar benim geldiğimi, kafasını çevirdiğinde
jilet pençelerimle karşılaşır. Kaçmaz,
kaçamaz. Geçtir, çok geç. O geniş parabolün
tepe noktasında olur gariban. Kanı
pençelerimde, çığlığı vadide yankı yapar.
Kozalar çatlar, leoparın kabusu olur,
kelebekler bebeklerinin gözlerini kapatır,
timsahlar sokar sinsi burunlarını suyun
içine, ağaçlar, kökler, kanıyla ıslanan
toprak titrer çığlığından. Babunlar
bağırarak haber verir suikastçinin
vurduğunu, yine vurduğunu. Dedem izleyemez o
anları, kalbi el vermez. Gözleri hüzünle
kaplanır, çevirir kafasını. Ben de rahatsız
etmem onu, inime sokarım leşi. Karnımı
doyurur, içimdeki canavarı yatırırım uykuya,
kan ninniler söyler.
Şimdi sizin bildiğiniz tatlı,
şirin ve sakin hayvan olurum.
Siz beni her türlü öyle çağırırsınız.
Ama ben sadece geceleri
“Baykuş” olurum.
Bilirsiniz beni,
ben gece kuşuyum.
Deniz Terlan
Denizlerine attım kendimi, beden isçilerinin.
Hep dersin ya bu sefer oldu, bende yaptım onu.
Balinalar attırdığı için tuzlu olduğu
zannedilen sularda onları sevdiğime kanarak
nefes aldığımı sandım. Zaman geçti, geçtikçe
suyla doldurdum ciğerlerimi; nefes almak
niyetiyle. Yaşamak için suni teneffus
gerekliydi, beden işçilerinin kalbime
kerkinerek beni öptüklerini sanmalarının
açıklaması bu olsa gerek. // Zamanın geçmesini
mi beklemeliyiz yoksa zamanın geçebilmesini mi?
Bir bok böceğine kerkinen peygamber devesi,
ne kadar masum olabilir ki?
Sıcak su yağdır rabbim, gökten.
Bok böceği siktiremesin artık götten..
Sevmek bir dinse eğer, ben bu dinin saygı değer
gerillası olmalıyım. Bir bozkürt olarak şeytan
taşlamaya gidip gaza gelerek şeytana molotof
attığım tamamen bir palavradır. Kalbimin içine
bakıldığında görülen acayip zerzevat ve acayip
mahlukatın aşk adı verilen, seksi beleşe
getirme kaygısının içinde yarı pişmiş yarı çiğ
şekilde, hatta insanlara eziyet olsun diye
güzel vücutlu amlılara, sevdiğimizi sandığımız
ama yüz bulamadıklarımızın ruhunu ikeadan
alınma bir eşya gibi montelemeye çalışmak
tamamen dış mihrakların bir oyunudur.
Sakın siz bu oyuna gelmeyin.
Toprak Şems Tezcan
Havada yüzdüm cennet kapısına,
dolmalmış bok böcekleri karşıladı beni.
Beyinlerimin Sustuğunu Dillerim Konuşur
Kısa mesafeler koşuyorum uzun uzun
şarkılar söylüyorum sessiz
en soğuk odalarda terliyorum
sussun istiyorum bütün dünya
aynı anda
sağır eden sessizliklerimiz olsun
bir parça umut dileniyorum
tanrıdan
bazen güneşe bakarak
bazen toprağa
sadece aynalar olan bir odada
kör oluyorum
Ağladıktan sonra başlayan
baş ağrısı misaliyim
ince, derinden
sebepli
neden olduğumu
niye geldiğimi bilenlerin odağındayım
şarkının en güzel yerinde
arka fondan gelen çığlığım
acı dolu
Başım yok sonum meçhul
başlamayan şey biter mi
ben bazen biter gibi oluyorum
susuyorum
ama susarken söylediklerim
konuşurken söylediklerimden çok
Oysa dilim yok
beni duyan kulaklar olmadığından mı
dilsizliğim bilmiyorum
ama ben kendimi duymaktan sıkıldım
bir kar tanesi gibi tek başıma
savrulmaktanda
bir dağ olmak
bir yaprak olmaktan kolay olsaydı
yok oluşu daha zor olurdu yaprağın
daha sesli
ve daha acımasız
Şimdi soruyorum
ölümün olduğu yerde daha ciddi olan şey
siz olsaydınız eğer
korkar mıydınız kendinizden
yoksa sonsuz bir üzüntüyle
acır mıydınız kendinize
Didem Demirkan
Ağırlık
yıllar var ki yün ören
kadınlar kadar geçmişim kendimden
parkeleri küflenmiş bir evin
uçuruma açılan koridorlarında
nefesimi tuta tuta ölüyorum
vaktin ağrılarını içime çekerek
bağışlanmak için çok geç,
bağışlamak içinse erken
iki bayram arasında hayatla yüzleşilmez
kendime sakladığım her masum söz
beni yaralar ilk, yani hiç kimse
daha gerçek değil gölgesinden
bundan böyle hiçliğin hükmü sürecek
neyi anlamaya çalışsam anlamsız
yağmur kirpiktir, deniz kara, çocuk kum saati
bir yerlerde taze bir sabah var
günaydın iyi kuşlar,
gidip o sabahı beklemem gerek.
Tozan Alkan
Memleketin Şimdisi
Anladım..
Bizim bizden başka kimsemiz yok..
Türkiye de yalnızız..
Çoğunlukken azınlık durumundayız..
Gecelerdir sabah olan bir dünyada
içine güneş doğmaya bir ülkenin
vatandaşlarıyız..
Belki de zavallıyız, ayyaşız!
Belki yıpranmışız biber gazlarından!
Belki hayatımız çok zor bu aralar!
Fakat biz aylardan devrim diye bağıran bir hazirandayız!
Süleyman Berç Hacil
Ayrılık
Kim demiş ayrılık, yalnızlık diye.
Yalnızlık ayrılık değil
Yalnızlık sensizlik,
Yalnızlık seni sensiz yaşamak
Yalnızlık umutların bittiği nokta.
Hiçbir umudum kalmadığında
Gözlerinde görmeye alıştığım ışığın
Artık başka gözlere yansıması..
Belki bir kırlangıcın suda bıraktığı iz
Ya da köşesinde ölümü bekleyen bir papatya
Rüzgar güllerinin esintisinde
Umutlarımın çok uzaklara esişi
Anladım ki beklememek ayrılıktan daha zor
Ümitsizlik, en büyük ümitsizlik.
Hayallerimin söndüğü anda
Ayrılığın desteğimdir belki..
R. Hayri Dağlarca
Tenasüh
“Tinselci felsefeye göre
insanda /arafa sürüklenmiş/
vücuttan ayrı bir varlıktım”
istemsizce soğudum,
istemsizce katılaştım.
Hatta o kadar uzun sürdü ki,
lekeler belirginleşmeye başlamıştı.
Koku gittikçe artıyor,
çürümeye yüz tutmuş durumdayım.
Ne yazık ki kıçıma tıkanmadı pamuk,
abdestim önemli değildi insanlar için;
/Beni o yıkadı.
//İnsanların hepsi artık
gözümde sadece bir gassaldı,
18 yıl önce dünyaya ilk kadın mesih
-bu ruhun- bir gunahını silerek
araftan kurtarmak için gönderildi./
Elimi tuttu, yerde yaşam bitti;
yinden yanga dönüştüm.
Birbirimizde tenasüh ettik,
artık denge kuruldu;
19 yıl önce 9 mart, iyiki doğduk.
ne ihtilal, ne inkılap ne de devrim.
Gülmek evrimci bir eylemdir,
sayende aşkalaşıma uğradım.
Toprak Şems Tezcan
Niye kaçıyosun ulan israil dölü