Top Banner
GENEL YAYIN YÖNETMENİ Halil Karlı EDİTÖR Gözde Özer RÖPORTAJ SORUMLUSU Birce Dobrucalı ÜNİVERSİTELER SORUMLUSU Sabri Umut Dilemre TEKNİK SORUMLU Tezer Yelkenci HABER EKİBİ Hazal Özgül Melis Gizem Konuk Halime Bayer Merve Korkmaz ÜNİVERSİTE TEMSİLCİLİĞİ EKİBİ Doğan Bademkıran Umay Algan RÖPORTAJ EKİBİ Tolga Deniz ETKİNLİK SORUMLUSU Celal Başol GENEL KOORDİNATÖR M. Melih Akyurt EDİTÖR Büçke Deniz Menteşe YAZI İŞLERİ EDİTÖRÜ Melek Geçer FOTOĞRAF EDİTÖRÜ Semih Pek YAZI İŞLERİ EKİBİ Merve İkizoğlu Bahar Çayır Hande N. Belen ETKİNLİK EKİBİ Elif Kolcu DANIŞMAN HOCALARIMIZ Prof. Dr. Cengiz Erol [email protected] Doç. Dr. C. Coşkun Küçüközmen [email protected] Doç. Dr. Hasan Fehmi Baklacı [email protected] Yrd. Doç. Emin Akçaoğlu [email protected] SFINANCE Magazine Yayın Türü:Yaygın, Süreli,Aylık Sorumlu Müdür: Mehmet Melih Akyurt Yayın Sahibi: Melih Akyurt Akyurt Yönetim Yeri: İzmir Ekonomi Üniversitesi Sakarya Caddesi No:156 Balçova İzmir tel: 05548865055 Baskı: Reklam & İletişim: ieusfi[email protected], 05548865055 / 05056170479
40

sfinance nisan

Mar 23, 2016

Download

Documents

sfinance magazine
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: sfinance nisan

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Halil Karlı

EDİTÖR Gözde Özer

RÖPORTAJ SORUMLUSUBirce Dobrucalı

ÜNİVERSİTELER SORUMLUSU Sabri Umut Dilemre

TEKNİK SORUMLUTezer Yelkenci

HABER EKİBİHazal ÖzgülMelis Gizem KonukHalime BayerMerve Korkmaz

ÜNİVERSİTE TEMSİLCİLİĞİ EKİBİ Doğan BademkıranUmay Algan

RÖPORTAJ EKİBİTolga Deniz

ETKİNLİK SORUMLUSU Celal Başol

GENEL KOORDİNATÖRM. Melih Akyurt

EDİTÖR Büçke Deniz Menteşe

YAZI İŞLERİ EDİTÖRÜMelek Geçer

FOTOĞRAF EDİTÖRÜSemih Pek

YAZI İŞLERİ EKİBİMerve İkizoğluBahar ÇayırHande N. Belen

ETKİNLİK EKİBİElif Kolcu

DANIŞMAN HOCALARIMIZProf. Dr. Cengiz [email protected]ç. Dr. C. Coşkun Küçükö[email protected]ç. Dr. Hasan Fehmi Baklacı[email protected]. Doç. Emin Akçaoğ[email protected]

SFINANCE MagazineYayın Türü:Yaygın, Süreli,AylıkSorumlu Müdür: Mehmet Melih AkyurtYayın Sahibi: Melih Akyurt AkyurtYönetim Yeri: İzmir Ekonomi Üniversitesi Sakarya Caddesi No:156 Balçova İzmir tel: 05548865055Baskı:

Reklam & İletişim: [email protected], 05548865055 / 05056170479

Page 2: sfinance nisan
Page 3: sfinance nisan

Değerli okurlarımız,

Bir yeni sayıda daha sizlere bu satırlardan sesleniyor olmak beni çok mutlu ediyor ve heyecanlandırıyor. Dergimizin henüz 4. sayısını yayınlayacak olmamız nedeniyle heyecanımı anlayışla karşılayacağınızı umuyorum.

Giderek küreselleşen düny-ada artık sınır kavramı iyice ortadan kalkmaya başladı. Hele finans üzerinden konuşacak olur-sak böyle bir sınırın varlığından söz etmek bile nerdeyse imkânsız. Sürekli gelişen teknoloji ve onun peşinden sürüklenen bizler… productivite ve inovasyonun tavan yapmış durumda olması; firmaları kaba tabirle pastadan bir dilim daha fazla kazanabilmek için birbirleriyle öylesine yarışır haline getirdi ki bu anlamda finansman olarak güçlü olmak çok önemli bir avantajı da beraberine getirmeye başladı.

Firmaların bu denli güçlü bir rekabete dayanabilmesi için sürekli bir yenilik üretme ge-reksinimlerinin olması onlara hiç olmadığı kadar finansman ihtiyacı doğuruyor ve büyük lokmanın küçük lokmayı yuttuğu kapitalist sistem de bunun önemini doğrudan arttırıyor. Durum böyleyken bankalar bu isteklerin tamamına cevap veremez hale gelmeye başladılar. Sermaye Piyasaları bu bağlamda geleceğin en önemli unsurlarından biri olmaya aday, nitekim şimdiden adından çokça söz ettirmeyi başarıyor.

Biz de Sfinance olarak önümüzdeki sayıda bu konu üzerine eğilmenin yararlı olacağını düşündük. Editörlüğünü SPK, Başuzmanı Sn. Yener COŞKUN’un üstlendiği özel sayımızda TSPAKB Başkanı Atilla KÖKSAL ve İş Yatırım Genel Müdürü İlhami KOÇ ile röportajları, ser-maye piyasalarını konu alan öğrenci yazılarını ve Yener COŞKUN’un makalesini bulabilir-siniz. Şimdiden sizlere Mayıs ayına özel sayının müjdesini verirken eğer kariyer planları yapıyorsanız aklınızın bir köşesinde muhakkak Sermaye Piyasalarının herhangi bir uzantısını barındırmanızı tavsiye ediyorum.

M. Melih Akyurt

Genel Yayın Yönetmeni Halil Karlı

Editör Gözde Özer

Röportaj SorumlusuBirce Dobrucalı

Üniversiteler Sorumlusu Sabri Umut Dilemre

Teknik SorumluTezer Yelkenci

Haber EkibiHazal ÖzgülMelis Gizem KonukHalime BayerMerve Korkmaz

Üniversite Temsilciliği Ekibi Doğan BademkıranUmay Algan

Ropörtaj EkibiTolga Deniz

Danışman HocalarımızProf. Dr. Cengiz [email protected]

Doç. Dr. C. Coşkun Küçükö[email protected]

Doç. Dr. Hasan Fehmi Baklacı[email protected]

Yrd. Doç. Emin Akçaoğ[email protected]

Sfinance MagazineYayın Türü:Yaygın, Süreli,AylıkSorumlu Müdür: Mehmet Melih AkyurtYayın Sahibi: Melih Akyurt AkyurtYönetim Yeri: İzmir Ekonomi Üniversitesi, Sakarya Caddesi, No:156, Balçova-İzmir, tel: 05548865055Baskı:

Genel KoordinatörM. Melih Akyurt

Editör Büçke Deniz Menteşe

Yazı İşleri EditörüMelek Geçer

Etkinlik Sorumlusu Celal Başol

Fotoğraf EditörüSemih Pek

Yazı İşleri EkibiMerve İkizoğluBahar ÇayırHande N. Belen

Etkinlik EkibiElif Kolcu

Reklam & İletiş[email protected], 0554886505505056170479

3Nis

an20

12

www.sfinance.org

Page 4: sfinance nisan

Nisan 2012Sayı: 4

6 Sn. Rektörümüz Prof. Dr. Tunçdan Baltacıoğlu ile gerçekleştirdiğimiz hoş sohbette İzmir Ekonomi Üniversitesi’ni masaya yatırdık, değerli rektörümüz görüşlerini bizlerle paylaştı.

12

14

16

20

22

28

Melek Geçer dünyada 2000’lerden beri kabul görmüş ve Türkiye’de 2013 yılında uygulanmaya başlayacak UFRS’e neden ihtiyaç duyulduğu konusundaki makalesiyle bizlerle.

M. Melih Akyurt bu ayki yazısında hisse senetlerine yapılan yatırımların önemini temettü dağıtımlarına dikkat çekerek irdeli-yor.

Arkonsis şirketi muharras üyesi Süha Bayraktar ile telekomünikasyon sektörünü masaya yatırıyoruz. Bizlere sektördeki gelişmeler ve iş fırsatları hakkında bilgiler veriyor…Birce Dobrucalı modayla ekonomi arsındaki ilişkiyi bu konudaki çalışmalara atıfta bulu-narak bizlerle paylaşıyor

Barboros Şansal ile gerçekleştirdiğimiz hoş sohbette biraz ekonomiden biraz da moda-dan konuştuk. Borboros Şansal bizlerle bu konudaki görüşlerini paylaştı.

Jiahe Hu is talking that China on the cusp of a new direction in both economy and politics

30Sabri Umut Dilemre makalesinde ‘‘Finans dünyasında temelde olanaksız görü-len bir olayın gerçekleşme olasılığı nedir?’’ sorusuyla ortaya çıkan siyah kuğu algısından bahsediyor.

4 Nis

an20

12

www.sfinance.org

İÇİNDEKİLER

Page 5: sfinance nisan

Nisan 2012Sayı: 4

32

34

Semih Pek bir felsefeci aynı zamanda da iktisadi bir düşünür olan ve ‘‘Wealth of Nations’’ kitabıyla liberalizmin ilk kıvılcımlarını yaratan Adam Smith’in hayatını, ve düşüncelerini bizlere aktarıyor.

Halil Karlı cari açığın kapanamamasının nedenleri ve nasıl kapatılacağı yönündeki çözümleri üzerinde durduğu makalesini biz-lerle paylaşıyor.

36

37

3. İzmir İktisat Kongresi Tamamlandı.

İbrahim Turhan üniversitemizde düzen-lenen “Sermaye piyasası: Türkiye’nin gelecekteki fırsat penceresi” konulu konfer-ansta düşüncelerini bizlerle paylaştı.

5Nis

an20

12

38Gözde Özer bu ay finans teorisinin te-melinde rasyonel varlıklar oldukları kabul edilen yatırımcıların davranışlarında cinsi-yetin etkisini, risk ve yatırım konularındaki farklılıklara değinerek irdeliyor.

www.sfinance.org

İÇİNDEKİLER

Page 6: sfinance nisan

İzmir Ekonomi Üniversitesi Rektörü Sn. Prof. Dr. Tunçdan Baltacıoğlu ile keyifli sohbetimizde İzmir Ekonomi Üniversitesi’ ni ve merak ettiklerimizi masaya yatırdık. Sorularımızı büyük bir hassasiyet ve ilgiyle cevapladı. Şimdi lafı uzatmadan o hoş soh-betle sizleri baş başa bırakıyoruz.

Prof. Dr. TUNÇDAN BALTACIOĞLU

Bize biraz kendinizden ve kariyer süre-cinizden bahseder misiniz?1970 yılında asistan olarak Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi*’ne girdim, yani aka-demik kariyerim o tarihte başladı. 1975 yılında pazarlama alanında doktoramı tamamladım. Arkasından doçentlik çalışmalarına başladım. Doçentlik çalışmalarım da satış/pazarlama alanında idi. Doçentlik çalışmalarımı 1979 yılında tamamladım ve o tarihten sonra üniver-sitede yarı zamanlı çalışmaya başladım. Sana-yi ile işbirliği içerisine girdim, 1979 yılından itibaren 1997 yılına kadar emekli olana dek yarı zamanlı olarak Gazi Üniversitesi’nde çalıştım. Gazi Üniversitesinde yarı zamanlı çalıştığım süre zarfında çeşitli sektörlerde danışmanlık, genel müdürlük, üst düzey yöneticilik yaptım. Bu arada 1989 yıllında profesörlük unvanımı elde ettim. Ankara’da bulunduğum süre içerisinde, yaklaşık 8 yıl kadar, Orta Ana-dolu İhracatçılar Birliği başkanlığı görevini sürdürdüm. Dolayısıyla o dönemlerde sana-yinin, ticaretin çok içinde çalıştım. Bir yan-dan akademik çalışmalarımı sürdürürken, bir yandan da iş hayatının içerisinde bulundum. Emekli olduktan sonra bir süre tamamen özel sektörde çalıştım. Sonra 1999’da tekrar akade-mik kariyere geri döndüm. Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi’ne İdari Bilimler Dekanı olarak gittim. Daha sonra 2001 yılında İzmir Ekonomi Üniversitesi açıldıktan sonra da buraya geldim. Önce Öğrenci Dekanlığı Bölümü’nü kurdum, sonra Meslek Yüksek Okulunu oluşturdum. Güzel Sanatlar Fakültesi’nin kuruluşunu gerçekleştirdim. Arkasından Lojistik Yöneti-mi Bölümü’nü kurdum. Daha sonra Mutfak

Sanatları Yönetimi Bölümü’nün kurulmasında yer aldım. Bu dönem içerisinde, yaklaşık 6 7 yıl kadar Rektör Yardımcılığı yaptım ve geçtiğimiz Ocak ayında da üniversitemizin Rektör’ü olarak atandım. Bu süreç içerisinde eğitimimle ilgili birkaç nokta daha söyleyebilirim. Asistanlık dönemlerimde 6 ay Fransa’da Fransa Stan-dardizasyon Teşkilatı’nın düzenlemiş olduğu Kalite Kontrol ve Standardizasyon konulu seminerde bulundum. Doktoradan sonra da 1 yıl Amerika’da Michigan State Üniversitesinde doktora sonrası çalışmalar yaptım.* İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi (İTİA) günümüz İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi-nin 1980’li yıllar ve öncesindeki adıdır.

İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin, İzmir Tica-ret Odası çatısı altında bulunmasının gelişimi ve geleceği açısından ne gibi faydaları vardır ve olacaktır?Üniversiteye sağlayacağı destek şu: İşadamlarının bulunduğu ticaret odası iş âlemi-nin temsil edildiği sivil toplum kuruluşudur. Bildiğim kadarıyla her sektörden yetmiş bin kadar üyesi vardır İzmir Ticaret Odası’nın (İTO). İTO bütün sektörlerdeki ticaretle uğraşan; gerek şahıs firmalarının, gerek limitet şirketlerinin, gerek anonim şirketlerinin yani her seviyedeki şirket kuruluşunun üye olduğu bir yapıdır. Çeşitli meslek komiteleri vardır orada, bütün sektörleri ifade eden. Dolayısıyla böyle bir üniversiteyi kurmuş olmaları oradan bize sürekli bilgi akışı olmasını sağlıyor. Şöyle ki: sektörlerin ihtiyacının ne olduğu konusun-da bize devamlı bilgi geliyor. İzmir Ticaret Odasında dayanıklı tüketim malları, tekstil,

6 Nis

an20

12

www.sfinance.org

RÖPORTAJ

Page 7: sfinance nisan

otomotiv sektörü vb. bütün sektörlerin meslek komiteleri vardır. O meslek komitelerinde de kendi mesleki sorunlarını tartışıyorlar, çözüm yolları arıyorlar. Tabii ki bu arada eleman so-runu da onlar için önemlidir. Dolayısıyla işe alacakları kişilerde ne gibi nitelikler aradıkları konusunda da bir görüş ortaya çıkıyor. Onlar bize isteklerini bildiriyor ve biz onları tabii ki akademik açıdan değerlendiriyoruz. Akademik açıdan uygun olanları da ya ders biçiminde programlar olarak ilave ediyoruz ya da bölüm olarak açıyoruz, örneğin Lojistik bölümü bun-lardan bir tanesidir. İTO’dan gelen talepler doğrultusunda böyle bir bölüm açma gereği duymuştuk. Onun üzerine ben o konuda görev-lendirildim ve Lojistik bölümünün açılmasında öncülük yaptım. O bölümü açtık ve nitekim çok da başarılı olarak devam ediyor. Yine sizin okumakta olduğunuz Uluslararası Ticaret ve Finansman bölümünün de ilk ışıkları oradan gelmişti yani böyle bir bölümün açılması, ders içerikleri, bazı derslerin okutulması yönünde istekler gibi. Biz onların ham fikirlerini bura-da akademik yapı içerisinde değerlendirerek eğitim programı haline getirebiliyoruz. Böyle bir faydası var ticaret odasının çatısı altında olmanın. Bu iletişimi sağlıyor. Bir diğer husus tabiî ki çıkan öğrencilerimizi de benimsiyor İzmir Ticaret Odası. Çünkü İTO’daki herkes burayı benim üniversitem şeklinde tanımlamaya çalışıyorlar, benimsiyorlar. Benimsedikleri içinde bizim üniversitemizden çıkan öğrencileri aynı niteliklere sahiplerse tercih edebiliyorlar (daha iyisi varsa daha iyisini alacaklar ama benzerler arasında bir tercih nedeni olabiliyor.). Ayrıca staj imkânı sağlaması açısından da bir takım faydaları var.

İzmir Ekonomi Üniversitesinde Bologna süreci çerçevesinde neler değişmiştir ve bu değişimin ardından Bologna sürecinin İzmir Ekonomi Üniversitesinde okuyan ya da bu üniversiteyi kazanmayı hayal eden öğrencilere ne gibi katkıları olacaktır?Avrupa’daki üniversitelerin bildiğimiz gibi son yıllarda Amerikan üniversitelerine karşı geri kalmışlığı söz konusuydu. Amerikan üni-versiteleri çağımızın ihtiyaçlarına uygun bir

eğitim sürecini gerçekleştirmiştir, dolayısıyla Amerikan üniversiteleri hala daha günümüzün önde gelen üniversiteleridir. Avrupa üniver-siteleri burada birazcık daha geri kalmışlardı, klasik yapılarını yırtıp çağın gereksinimlerine uyum sağlayamamışlardı. Bologna’da de-klarasyon yayınlanarak ilk başlangıçlarıyla bu gelişimin sağlanması açısından neler yapılacağı tartışıldı ve burada da Avrupa’daki tüm üniver-sitelerin aynı yapılanmaya gitmesi, çağın ge-reklerine uygun eğitim verilmesi için bir takım kararlar alındı ve bu süreç belirli aralıklardaki toplantılarla geliştirildi. Biz İzmir Ekono-mi Üniversitesi olarak da Bologna sürecinin içerisine en başından itibaren girmeyi arzu ettik, kurulduğumuz andan itibaren.Bologna süreci çerçevesinde süreç içerisinde onun ge-reklerini yerine getirdik.Kısacası Bologna süre-cindeki esas; öğrencinin daha serbest bir eğitim alanını yakalayabilme meselesidir, öğrencilerin kendi yeteneklerine, kendi beğenilerine uygun alanlarda çalışma imkânları sağlanmasıdır. Bu-nun içinde çok sayıda seçmeli dersin program-lara dahil edilmesi gerekmektedir. Nitekim biz bu alanı yarattık ve bütün programlarımızda 10 civarı seçmeli ders öğrencilerin talepleri doğrultusunda değerlendirilmekte. Ayrıca Bologna süreci içerisine girdiğiniz zaman kredileri eşleştiriyorsunuz, yani burada veri-len eğitimin kredisiyle diğer Avrupa ülkele-rindeki üniversitelerinde verilen derslerin kre-dileri eşleşmiş oluyor çünkü burada öğrenim çıktıları, öğrencinin o dersi aldığı zaman ne beklendiği, öğrencinin nasıl çalışacağı, kaç saat zaman harcayacağı standardize edildiği için bu mümkün hale geliyor. Bizim üniver-sitemizde aldığınız herhangi bir dersin olduğu gibi kredisini belli bir Avrupa üniversitesine transfer edebilme şansınız var çünkü dersler eşleşmiş vaziyette. Örneğin Paris üniversite-sindeki ekonomi dersiyle bizim üniversite-mizdeki ekonomi dersi benzer yapıda verildiği için buradaki kredinizi taşıyabiliyorsunuz ya da oradaki öğrenci kredisini buraya taşıyabiliyor. Zaten bunun hemen arkasından Erasmus olayı söz konusu ve Erasmusla da öğrenci değişimi, öğretim üyesi değişimi ve idari personel değişimi gibi unsurlar beraberinde geldi. Biz

7Nis

an20

12

www.sfinance.org

RÖPORTAJ

Page 8: sfinance nisan

bu konuda da başarıyla ilerliyoruz. Bildiğim kadarıyla son dönemde öğrenci değişimi sayımız yetmiş civarına ulaşmış durumda. Bunların içinde İtalya, Fransa, Portekiz, Almanya, Hol-landa gibi ülkelerden birçok öğrenci aramızda ve sizlerle beraber eğitim alıyorlar. Dolayısıyla Bologna süreci üniversitemizin Avrupa’da ki bilinirliğini artırması ve öğrencilerimize de Avrupa kapılarını bir anlamda açması açısından önemli bir yapı ve bizde bunun içerisindeyiz zaten bütün kıstasları yerine getirdik ve bundan sonra da bunu sürdürmeye devam edeceğiz.

İzmir Ekonomi Üniversitesi kurulduğundan bu yana Türkiye’de ve Dünyada nereye geldi, hangi hedeflerine ulaştı?Şimdi tabiî ki biz gerçekten çok hızlı büyüyen, çok hızlı gelişen bir üniversiteyiz. 11.yılın içer-sindeyiz, 10 yılda geldiğimiz noktayı biliyor-sunuz. Bugün Avrupa Üniversiteler Birliğinin üyesiyiz. Avrupa Üniversiteler Birliğinden biz kendimizin denetlenmesini istedik. Bu şuanda Türkiye’de çok az sayıda üniversitenin geçmiş olduğu bir işlemdir. Avrupa üniversiteler birliği EUA diye adlandırdığımız bir birliktir. Biz buna yaklaşık 4 sene evvel müracaatta bulunduk. Avrupa üniversiteler Birliği temsilcileri çeşitli defalar geldiler, öğrencilerle, bizlerle, müte-velli heyetiyle, idarecilerle konuştular, bizi incelediler, binaları gezdiler, derslere girdiler. Her türlü bilgiyi aldılar çünkü onların denet-

lemesi o şekilde oluyor. Sistem nasıl çalışıyor, bir yandan Bologna sürecine uygun olup olmadığına da bakıyorlar. Yani bütün bunlar birbiriyle bağlantılı şeyler tabiî ki de. Ders içerikleri nasıl saptanıyor, öğrenci öğretim üyesi ilişkisi nasıl, mütevelli heyet akademik yapı ilişkisi nasıl gibi bütün alanları in-celiyorlar. Bunun sonucunda da bir rapor yazıyorlar; kabul ediyorlar ya da etmiyorlar. Biz bu süreçten başarıyla geçtik. Yani Avrupa üni-versiteler Birliğinin bir üyesiyiz şu anda. Sürekli kont-rol ediyoruz bu iş Avrupa üniversiteler Birliğinin

üyesi olmakla bitmiyor. Heyetler mart ayının başında tekrar gelecekler denetlemek için. Bu denetimler artık yıllık sürekli olarak devam edecek. “Bir standardı tutturmuşsunuz, o bel-geyi almışsınız ama devamlılık sağlanabiliyor mu” diyerek devamlı kontrolünü yapıyorlar. Dolayısıyla bu da üniversitemiz adına önemli bir adım. Biz Bologna sürecinde YÖK tarafından pilot üniversite seçildik. Dolayısıyla diğer ger-ekli üniversiteler de gelip bizden sürekli nasıl yaptığımız hakkında bilgi alıyorlar. YÖK bi-zim bu işi layıkıyla yaptığımızı gördüğü için bizi pilot üniversite olarak seçti. Şimdi de diğer üniversitelere bilgimizi, bilgi birikimimizi aktarıyoruz, böyle bir yapımız var. Bildiğiniz gibi Amerika’da Newyork Eya-let Üniversitesi ile çeşitli alanlarda çift dip-loma programlarımız var (SUNY). Başlıca ekonomi alanında, işletme alanında ve İletişim Fakültemizin Medya bölümüyle çift diploma programımız vardır. Bilgisayar bölümüyle il-gili yine bir çift diploma programımız mevcut-tur. En son olarak da Mutfak Sanatları bölü-münde çift diploma programımız vardır, Amerika ile yeni devreye giren. Bu dünyada tanınırlıkla ilgili bir konudur. Bu programları seçen öğrencilerimiz bildiğiniz gibi iki tane diploma sahibi olabiliyorlar; bir tanesi bizden, bir tanesi Newyork’tan. Meslek yüksek okulu çatısı altında da İskoçya ile bir işbirliğimiz, çift diploma programı uygulamamız vardır. Orda da yine meslek yüksek okuluna gelen

M. Melih Akyurt- Prof. Dr. Tunçdan Baltacıoğlu- Semih Pek

8 Nis

an20

12

www.sfinance.org

RÖPORTAJ

Page 9: sfinance nisan

öğrencilerimiz bir diploma bizden bir diplo-ma da İngiltere’den alabilme şansına sahipler. Onların da akreditasyonlarını aldık. En son-dan başlarsak İskoçya’dan akreditasyon aldık, Amerika üniversiteleriyle işbirliğimiz vardır. Dolayısıyla bizim kalitemizi ve eğitimimizi bunlar da kabul ediyor; çünkü ortak bir diplo-maya imza atıyoruz. Aynı zamanda Avrupa Üniversiteler Birliği’nin üyesiyiz ve sürekli kontrol altında kabul ediliyoruz. En başta da dediğimiz gibi Bologna sürecinde çok ileri noktalara geldik. Bundan sonraki, önümüzdeki dönemlerde hedefimiz de Mühendislik, İdari Bilimler, İletişim, Güzel Sanatlar gibi bütün programlarımızın teker teker akreditasyonlarını almaktır. Çünkü her bir alanda ayrı ayrı uluslararası akreditasyon kuruluşları var ve o akreditasyon kuruluşları sizi akredite edi-yorlar. Bundan sonraki hedefimiz de bunların akreditasyonlarını sağlamak olacak.

2020 EXPO organizasyonunun eğer İzmir’de gerçekleşirse İzmir ‘deki Üniversitelere ve şehre neler getireceğini düşünüyorsunuz?Biz İzmir üniversitesiyiz. İzmir’in ilk vakıf üniversitesiyiz. Türkiye’deki vakıf üniver-siteleri arasında da tahmin ediyorum ilk 5’in içindeyiz sıralamalara, yaptığımız faaliyetlere baktığımız zaman. Tabii ki biz EXPO’yu destekliyoruz. Zaten bundan önceki Milano’ya karşı kaybetmiş olduğumuz EXPO’nun da biz çok ciddi destekçisiydik. Hatta o zamanki logo tamamen burada bizim üniversitemizde bizim öğrencilerimiz tarafından yapılmıştı, beğenilmişti ve o kullanıldı. 2020’yi de tabii ki destekliyoruz. Bununla ilgili elimizden gelen her türlü gayreti göstereceğiz. EXPO yönetimiy-le de ilişki içerisinde 6000 öğrencimizi bu işte bilgilendirmek, haberdar etmek ve bunun İzmir genelinde bilinirliğini, kabul edilirliğini sağlamakta görevlendireceğiz; çünkü bir şeyin olabilmesi için öncelikle onu isteyen kentin bu işi tümüyle benimsemesi lazım. Ev kadınıyla, çalışanıyla, çocuğuyla, büyüğüyle, genciyle benimsenmesi gerekir. O yürek atışını hisset-tirebilirsek o zaman biz EXPO 2020’yi çok rahatlıkla alabiliriz. Bu konuda da tabi gençlik olarak üniversiteler önde yer almak durumunda.

Biz İzmir Ekonomi Üniversitesi olarak bunu gerçekleştirmeye çalışacağız. Önümüzdeki günlerde muhtemelen EXPO’dan gelecek olan talepler doğrultusunda sizlerden bunu nasıl ile-riye götürürüz, nasıl tanıtabiliriz diye destek isteyeceğiz.

Üniversitemizin öğrencilere sunmuş olduğu önemli olanaklardan biri olan çift ana dal ve yan dal programları hakkında fikirlerinizi öğrenebilir miyiz? Birçok akademisyen farklı alanlara bölünmektense tek konu üzerine yoğunlaşmayı daha doğru bularak bu prog-ramlara katılmayı pek önermiyor ve katılım kriterinin daha yüksek olması gerektiğine inanıyor. Buna karşın üniversitemizde bu programlara katılan öğrenci sayısı oldukça fazla. Sizin bu konudaki düşünceleriniz ne-lerdir?Onu şöyle söyleyeyim, bizde çift ana dal ve yan dal programları var. Öğrencilerimiz de bu programlara çok hevesle katılmak istiyorlar. Biz kimseyi kısıtlamak istemiyoruz ama bir şeyi de tespit ettik ki; gençliğin de verdiği hırsla, belki de geleceklerine yönelik bir artı daha ilave ede-bilmek açısından çok sayıda öğrencimiz çift ana dal ve yan dal programlarına girmek isti-yorlar. Danışmanlarımız yani danışman hoca-lar ve bizler şunu söylüyoruz; evet güzel bir şey çift ana dal ama bu denli talep olması, ciddi anlamda isteğin dışında bir talep olduğunu gös-teriyor. Çok sayıda öğrenci görüyorum; çift ana dal ve yan dal yüzünden eğitim programlarını, eğitim durumlarını çok uzatmak durumunda kalabiliyorlar, zorlanıyorlar, yarıda çıkmak is-tiyorlar, bu seferde bir takım zorluklar ortaya çıkıyor. Ben çift ana dal yapmak için gerçek-ten bu işi kafasına tam anlamıyla koymuş, çok ciddi ideallerle bu işe girmiş olan öğrencilerin çift ana dal programına başlamasını öneririm. Ayrıca öğrencilerin çift ana dal yapacakları za-man bu işin dört yıl içerisinde bitmeyeceğini, en az bir fazla dönem okuyacaklarını kabul ederek programa girmeleri gerekir. Eğer bunu kabul etmeden girerlerse çok sıkışıyorlar. Ders çakışmaları oluyor, doğal olarak bazı dersleri alamıyorlar. Çünkü bütün dersler, yapılar regu-lar öğrenciye göre yapılmaktadır. Dolayısıyla

9Nis

an20

12

www.sfinance.org

RÖPORTAJ

Page 10: sfinance nisan

burada dikkatli olmak lazım ve en az bir dönemin daha uzayabileceğini kabul ederek bu program-lara girmekte fayda var diye düşünüyorum.İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin gelişiminde kısa ve uzun vadede hedefleriniz nelerdir?Onu aşağı yukarı söyledik galiba. Bizim hedefi-miz kısa vadede de uzun vadede de hep aynı; bir dünya üniversitesi olmaktır. Zaten biz yola çıkarken bu amaçla; yani dünya üniversitesi ol-mak, sadece Türkiye’de bilinirliği değil dünya-da bilinirliği olan, kabul edilirliği olan bir üni-versite olmak amacıyla yola çıkmıştık. Şimdi bütün fakültelerimize şu direktifi verdik, dedik ki kendinizi “bench mark” edin. “Dünyada bir üstteki ligde hangi üniversite var? Türkiye’de sizin üzerinizde bölüm olarak hangi üniver-sitenin hangi bölümleri var?” araştırın. Bütün bölümlere bu talimatı verdik; kendinizi “bench mark” edin ki, orada eksiklerimiz nedir adım atıp önce orayı yakalayalım, ondan sonra bir sonrakine bir sonrakine merdivenleri tırmanarak üniversiteler sıralamasında gerek Türkiye’de gerekse dünyada belli yerleri edinmek istiyo-ruz. Bütün çabamız bu yöndedir. Bütün akade-mik kadroya bu yöndeki görüşlerimizi yani üst yönetim olarak dileklerimizi ilettik. Arkadaşlar da bu yönde çalışıyorlar. Tahmin ediyorum ki bu önümüzdeki on yılın hedefidir. Çünkü bir on yıl tamamladık, ikinci bir on yıla giriyoruz. Türkiye’de en baştaki sıraya oturmak, dün-yada da belli yerlere gelebilmek istiyoruz. Hiç olmazsa dünyadaki ilk bin üniversite içerisine girmek, daha sonra ilk beş yüze girmek, daha sonra da bu şekilde yavaş yavaş tırmanmak gibi hedeflerimiz var.

Bunların dışında biz öğrencilere söylemek, eklemek istediğiniz bir şeyler var mıdır?Tabi ki başarılı olmak, çalışmak bir üniver-site öğrencisinin en önemli görevidir. Ama üniversite mezunu olmak sadece derslerde okuduğunuz kitaplarla sınırlı değildir. Daha entelektüel bir çerçeveye sahip olmanız lazım. Bu nedenle de mesleğiniz dışındaki kitapları okumalısınız. Mesela sizler Uluslararası Ti-caret ve Finans bölümünde okuyorsunuz ama neden fotoğrafçılıkla ilgili bir kitap okumu-yorsunuz, ya da edebiyattan bir takım eserleri

niçin okumuyorsunuz, niçin şiir alanında ken-dinizi yetiştirmiyorsunuz, niçin siyasal alanda bir takım kitaplar alıp da dünya ve Türkiye si-yaseti hakkında bir şeyler okumuyorsunuz diye soruyorum. Bunları okumanız lazım. Sonuçta buradan mezun olduktan sonra iş hayatına atılacaksınız. Sadece kendi mesleğiniz ile ilgili bir çerçeveniz olursa, vizyonunuz çok dar olur. Öylesine etkileşimli bir dünyada yaşıyoruz ki, her şey her şeyi, herkesi etkileyebiliyor. Bir sanat olayı ticareti etkiliyor, bir savaş bir başka şeyi etkiliyor, bir yerde iki ülkenin çatışması yine ticareti etkileyebiliyor. Siz Uluslararası Ticaret ve Finans okuyorsunuz, uluslar arası ticarette en önemli konu dünya siyasetidir. Ortadoğu’da bir savaş çıkıyor, Irak ile bu ka-dar ticaretiniz varken bir anda hepsi duruyor, kaç ay duracak belli değil. Dolayısıyla bunları öngörebilmek gerekiyor. İş adamı olacaksınız; ister bir işyerinde çalışan olun, ister kendi işiniz olsun sonuçta iş adamısınız. Atacağınız adımlarda bunları öngörebilmeniz lazım. Dünya siyaseti nereye gidiyor, ülkeler arasında bir çatışma çıkar mı çıkmaz mı, çıkarsa nerede çıkar ve ne olur gibi soruların cevaplarını da öngörebilmeniz lazım ki atacağınız adımlardan daha emin olabilesiniz. Risk olduğu takdirde başarılı olabilirsiniz. Bu bakımdan ufkunuzu biraz daha genişletmenizi tavsiye ediyorum. Dünyada zincirleme bir etki vardır. Bu nedenle de entelektüel kapasitenizi artırmanız hepiniz için çok yararlı olur diye düşünüyorum. Bunun dışında, çalışın diyoruz tabi ki. Çalışın, başarılı olun. Dil konusunda ihmalkâr olmayın. Di-linizi geliştirmek için sürekli İngilizce kitaplar okuyun. Dil öğrenmenin ve mükemmel bir di-lin sonu yok! Ne kadar çok çalışırsanız, dili o kadar iyi kullanabilirsiniz. Bunu öneriyorum.

Sayın Rektörümüz Profesör Doktor Tunçdan Baltacıoğlu’na bizi kırmayıp desteklediği için Sfinance ekibi olarak çok teşekkür ediyoruz.

10 Nis

an20

12

www.sfinance.org

RÖPORTAJ

Page 11: sfinance nisan
Page 12: sfinance nisan

Bir varmış, bir yokmuş diye başlayan masal-lardaki insanlar ticaret yapmaya karar vermişler bir gün, yaptıklarının ilerde ticaret denen bir ke-limeyle nitelendirileceğini bilmeden. Buğdayı olan buğdayını takas yapmış yan komşunun tavuğuyla, bir diğeri süt vermiş, un almış. İnsanlar ihtiyaçları doğrultusunda takas ya-par dururken, buğdayı olan komşunun elinde fazladan buğday kalmış. Ne yapacak komşu, saklamış seneye satmış kar etmiş. Süt takas eden komşunun ineği ölmüş, seneye karşılığını ver-mek üzere un almış komşusundan. Gelir, gider derken alacak, verecek davası da çıkmış ortaya bizim masalda. Komşular artık kaydeder olmuş ne alıp ne verdiklerini, kar-zarar durumlarını, şimdilerin tabiriyle muhasebe kayıtlarını, bi-lanço ve gelir tablolarını. İnsanların ihtiyaçları değiştikçe, ticaret arttıkça yetersiz kalmış artık bizim komşuların kayıtları. Bir rahip dahil olmuş 1494’te bizim masala, Luca Paciola, bir kitap yazmış “Summa Aritmetica” ve bizim komşuların muhasebe kayıtları gelişen ticarete ayak uydurmaya başlamış.Yıllar geçmiş…

Yıllardan 2000’ler, bizim masalın karakterle-rinde bir değişiklik yok. Dünya aynı dünya, tica-ret yine var, yine insanlar başrolde. Tek fark artık dünya küresel, ticaret sınırsız, ve insanlar arası ilişkiler uluslar arası boyutta. İhtiyaçlar da eski zamanlardaki gibi yeme, içme ve barınmadan ibaret değil. Teknoloji istiyorlar artık coğrafi engelleri kalkmış dünyanın insanları, her geçen gün inanılmaz bir büyüme kaydeden bir teknoloji. Çılgınca bir değişim rüzgarına kapılmışız, sanki içinde bulunduğumuz gün-den başka yok günümüz. Ne kadar hızlı adım atar, gelişen ve değişen dünyayı ne kadar hızlı takip edersek o kadar varız sanki. Değişimin ve teknolojinin yaşam tarzı olduğu bu çağda bizim masalımız da hızlı akmalı artık. Luca Paciola gibi ihtiyaçları görüp onları değişimle harman-layarak ayak uydurabilir ancak bizim masal kahramanları bu global dünyanın hızına.

Günümüz masalında, ticaret yapan-lar uluslararası pazarda artık. Yatırımlar sınır ötesine geçmiş durumda. Ülkelerin borsalarında yabancı yatırımcı sayısı oldukça fazla. İşletmeler uluslararası piyasalarda ne kadar büyürlerse, o kadar başarılı sayılıyorlar. Piyasalar hızla yükseliyor. Sermaye ülkeler arasında akıp dururken, yolunda gitmeyen bir şeyler oluyor bizim masalda. Her ülkenin farklı muhasebe uygulamalarına sahip olması şirketler ve yatırımcılar için sorun yaşatmaya başlıyor. Dünyanın dört bir tarafına yayılan şirketler ve yatırımcılar doğru, güvenilir ve anlaşılabilir finansal bilgiye ulaşmakta sıkıntı yaşıyor. Bir Çinli gidip Türkiye’de yatırım yapacak, hisse senedi alacak ama anlamıyor Türk şirketlerinin finansal tablolarından, çünkü ortak bir dil yok finansal tablolar arasında. Bu da sermaye akışını yavaşlatıyor haliyle. Uluslararası şirket alım-satım ve birleşmelerinde de tarafların farklı muhasebe standartlarında hazırlanmış faaliyet raporları şirketlerin finansal performanslarını karşılaştırma olanağı vermezken, konsolide tabloları düzeltmekte ayrı bir maliyet yüklüyor şirketlere. Her şeye rağmen bir şirket birleşmesi oldu diyelim, farklı iki ülkenin şirketleri

YENİ DÜZEN MASALI (UFRS)

12 Nis

an20

12

www.sfinance.org

MAKALE

Page 13: sfinance nisan

arasında. Sonraki aşamada finansal bilgile-rin kaydının her iki ülkede de farklı olması problem yaratacak bu kez de. Ülkenin birinde bakacaksın şirket karda, diğerinde bakacaksın iflas çanları çalıyor. Global bir dünyanın gereği değil mi oysa finansal tabloların küreselleşen piyasa ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için karşılaştırılabilir, güveni-lir, şeffaf, doğru ve “fair” olması, yatırımcıların kararını etkileyip ülkeler arası sermaye akışını engellememesi?

Ve bir gün masal durdu. 2000’lerin başında bir şey uluslararası piyasaların olmazsa olmazı olduğunu kanıtladı, gerçekten de bütün zamanlar için öyleydi; muhasebe sistemi. Sorun yaratan da kendisiydi, bir değişimle çözümü üretecek olan da. Zamanın ihtiyaçlarına uymayan bir mu-hasebe sistemiydi piyasaları sarsan 2000’lerin başında. Açıkları vardı sistemin ve bu açıkları kullanabilecek şirketler. İflasa sürüklenirken bu şirketler görüldü ki taze bir kana ihtiyaç var mevcut muhasebe sisteminde; açıklara ve bu açıklardan yararlanıp yolsuzluk yapılmasına izin vermeyecek kadar esnek olan yeni mu-hasebe standartlarına. Zaten piyasa ihtiyaçlarına uygun muhasebe sistemi kullanılmazsa bu kapitalist düzenin işleyişi dururdu. İhtiyaçlar değiştikçe muhasebe sistemi de değişmeye mahkum bu düzende. Luca Paciola’nın yaptığı gibi ihtiyaçlar fark edildi ve değişimle harmanlanıp piyasalara küreselleşmenin, artan

uluslararası yatırım ve ticaretin ihtiyacı olan taze kan sunuldu; Uluslararası Finansal Rapor-lama Standartlar,UF RS, (IFRS-International Financial Reporting Standards). Ülkemiz Tür-kiye de masalın bu akışına ayak uydurmak için UFRS’yi uygulamayı kabul etti ve bu standartları kullanmayı zorunlu hale getiren yeni Türk Ticaret Kanunu (TTK) 1 Temmuz 2012’de yürürlüğe girecek ve 1 Ocak 2013’te UFRS’ye göre raporlama başlayacak.

Küreselleşen dünyada insanların ve finansal yapının ihtiyaçlarının değişeceği döneme ka-dar yatırım ve ticaret sahasını düzenleyecek, şirketlerin finansal bilgilerini etkisi altına alacak, uluslar arası piyasalarda ortak bir dil oluşturacak, sermaye akışını hızlandıracak yeni sistem UFRS’dir. Masalımız kaldığı yerden de-vam edebilir.

Melek GEÇERİzmir Ekonomi Üniversitesiİşletme Uluslar arası Tic. ve Finansman ÇAP 3. Sınıf [email protected]

13Nis

an20

12

www.sfinance.org

MAKALE

Page 14: sfinance nisan

Hisse senetlerine yapılan yatırımlar eğer doğru adımlar izlenirse getirisi yüksek olarak adlandırabileceğimiz yatırımlara dönüşebilir ancak bu getiriyi elde etme olanağımız olduğu gibi bir de yatırımımızı kaybetme riskiyle karşı karşıyayızdır. Eğer doğru bir stratejimiz yok-sa ve bilinçsizce, kendi başımıza bir yatırım politikası uyguluyorsak bu riskin gerçekleşme olasılığı daha da artmaktadır. Hisse senetlerini diğer yatırım araçlarıyla karşılaştırdığımızda en riskli yatırım araçları olarak göze çarparlar (Yüksek risk, yüksek getiri). Bunun sebebi ise hisse senetlerinin vadesinin olmayışı ve şirketin default (batma) riskinin diğer risklere oranla daha olası bir risk oluşudur. Örneğin; hazine kâğıdının riski -devletin batması- çok küçük bir ihtimal olduğundan söz konusu değildir. Ha-zine kâğıdının vadesi kısa dönem (1 yıldan az) olduğu için diğer faktörlerden de etkilenmesi yok denecek kadar azdır yani hisse senetlerine göre risksiz sayılabilir. Bu durum hazine kâğıdının riskine yani getirisine yansır, kâğıdın getirisi risk free rate olarak da adlandırılır. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. piyasada hisse senetlerine oranla daha az riskli ve daha az getiri imkânına sahip birçok yatırım aracı mevcuttur. Bu konuda Peter Lynch’ın “Borsada Tek Başına” adlı eserinde paylaştığı araştırması hisse senetlerinin getirisinin ne kadar yüksek olduğunu gözler önüne sermiştir. 1927 yılında bin doları çeşitli yatırım araçlarına yatırsaydık 1987 yılında getirimiz:hazine bonosu(kağıdı): 7400 $devlet tahvili: 3200 $şirket tahvilleri: 7600 $ hisse senetleri: 272000 $olacaktı. (Peter Lynch, “Borsada Tek Başına”)

Hisse senedi neden önemli? Hisse senetleri-nin sahip olduğu riskleri göz ardı etmeden iyi yönetecek bir yatırımcının bu durumu avantaja çevirip makul bir getiri elde etmesi gayet müm-kündür. Diğer taraftan hisse senedi arzında bulunan bir şirket kendisine ekstra bir yatırım

yapabilmek adına finansman sağlar ve yaptığı yatırımlarla istihdamın arttırılmasından ekono-mik canlanmaya katkı sağlamasına kadar ülke ekonomisine birçok olumlu etkide bulunur. Kısacası hisse senedi piyasalarının finansal sistem içerisinde çok önemli bir rol üstlendikleri de söylenebilir.

Peki, hisse senedine sahip olmak ne demektir. İşte bu piyasada işlem yapacak yatırımcıların öncelikle bilmeleri gereken konulardan bir tanesi de budur.Hisse senedi sahibi;-Rüçhan hakkına,-Kârdan pay alma hakkına,-Oy kullanma hakkına,-Yönetime katılma hakkına,-Tasfiyeden pay alma hakkına,-Bilgi edinme hakkına (bunlardan en az birkaç tanesi veya hepsine) sahiptir.

Bu hususta sizlerle kardan pay alma hakkına sahip olma ve bunun önemini paylaşmak isti-yorum. Hisse senetleri işlem gören şirketlerin yılın belirli zamanlarında dağıtıkları kâr payı, temettü dağıtımı olarak literatürde yerini almıştır. “ Hisse senetleri Borsada işlem gören halka açık anonim ortaklıkların 2009 yılı faali-yetlerinden elde ettikleri karlara ilişkin olarak temettü dağıtımı konusunda herhangi bir as-gari kâr dağıtım zorunluluğu bulunmamaktadır. *” (IMKB resmi internet sitesi) Kâr payı dağıtan şirketler bu işlemi farklı yollarla gerçekleştirebilirler. (*Halka açık anonim ortaklıkların dağıtacakları asgari temettü oranı SPK tarafından belirlenmektedir.)

MENKUL KIYMETLER VE TEMETTÜ DAĞITIMI

14 Nis

an20

12

www.sfinance.org

MAKALE

Page 15: sfinance nisan

Borsada yer alan ve Hisseler işlem gören anonim ortaklıklar, genel kurullarının alacağıkarara bağlı olarak temettüyü; •Tamamen nakit olarak dağıtma, •Tamamen hisse senedi olarak dağıtma, • Belli oranda nakit belli oranda hisse senedi olarak dağıtarak kalanını ortaklık bünyesinde bırakma, •Nakit ya da hisse senedi olarak dağıtmadan ortaklık bünyesinde bırakma hakkına sahiptir.

Hisse senedine yaptığımız yatırımlarda bu gün kâr etme algısı hisse senedinin alış fiyatıyla satış fiyatı arasındaki farktan kaynaklanan mik-tar olarak düşünülmektedir çoğu zaman. An-cak özellikle geçtiğimiz şu günlerde şirketler temettü dağıtımlarını açıklamaktadırlar ve bu da hisse senedinden elde edilen kârı doğrudan etkilemektedir. İlk olarak bu açıklamaların hisse senedi fiyatlarına doğrudan etkileri-nin yanı sıra (sağladığı talep artışından ötürü fiyatının artışına sebep olma) o varlığa yapılan yatırımdan elde edilen temettü kazancının o kâğıdın karlılığını da arttırdığı kolayca gözlem-lenmektedir. Örneğin sadece fiyat farkından % 3 kazandıran bir varlığın %2 kaybettiren bir kâğıda oranla daha az getiri sağladığı durumlar oluşabilmektedir. Bu durumun aradaki marjın daha az kazandıran hatta kaybettiren hisse sene-dinin temettü dağıtımından kaynaklandığını görebiliriz. Örnek vermek gerekirse 28 Mart 2011 tari-hinde borsaya yatırım yapan bir yatırımcı eğer Yapı Kredi Sigorta AŞ’nin hisse senetlerini almış olsaydı 28 Mart 2012 itibariyle fiyat-taki değişimden yaklaşık (15,85- 14,90) ÷ 14,90 = % 6,57 oranında sermaye kazancı olarak adlandırılan getiri sağlayacaktı ancak buna bir de temettü dağıtımından gelen kâr eklenince (şirketin açıkladığı temettü dağıtımı oranı %5.1*) hisse senedi sahibine basit bir hesapla %6,57+%5,1=%11,67 oranında bir ge-tiri sağladı. Temettü’den kazanılan getiriyi te-mettü dağıtımından 1 gün önceden dahi hisse senedine sahip olan yatırımcı alma hakkına sa-hiptir. Buna bağlı olarak elimizde tuttuğumuz hisse senedinin vadesini kısalttığımızda; 28

Aralık 2011 günü aynı hisse senedine yatırım yapan bir yatırımcının yine aynı hesapla (15.85- 12.14) ÷ 12.14 = %30 oranında bir ge-tirisi olacaktı. Bu getiriye temettü dağıtımından kazanılan %5.1‘i eklediğimizde 3 ay için hiç de fena sayılamayacak yaklaşık %35,1 bir gibi getiri oranını sahip olmak gayet mümkün idi. ( Bu dönemde şirketlerin Kar payı dağıtımı oranlarının açıklayacak olmalarından doğan beklentiler de kağıtların değer kazanmasına sebep olmuştur.)

Hisse senedi28 Mart 2011

28 Aralık 2011

28 Mart 2012

Yapı Kredi Sigorta AŞ

14,90 TL

12,14 TL 15,85 TL

(Hisse senedi başına düşen fiyat)Ancak borsada temettü dağıtmayan şirketlere de rastlamak mümkün, örneğin TUKAS bun-lardan bir tanesi ve yine 28 Mart 2011 tari-hinde TUKAS hisselerine yatırım yapan bir yatırımcıyı ele aldığımızda 28 Mart 2012 günü itibariyle sadece sermaye kazancı olarak (1,17- 1,13) ÷ 1,13= %3,53 bir getiri elde edebileceğini görmekteyiz. Ancak aynı ta-rihlerde TSKB hisselerine yapılan yatırımın fi-yattaki değişimden (2,27- 2,33) ÷2,33= -%2,5 kaybetmesine rağmen şirketin dağıttığı temettü oranını ekleyince gerçekte -%2,5+3,1= 0,6 oranında bir getiri elde ettiğini görmekteyiz.Hisse senedi 28 Mart 2011 28 Mart 2012

TUKAS 1,13 TL 1,17 TL

TSKB 2,33 TL 2,27 TL

(Hisse senedi başına düşen fiyat)

M. Melih AKYURTİzmir Ekonomi ÜniversitesiUluslararası Ticaret ve Finansman 3. SınıfRisk Yönetimi ve Sigortacılık Sertifika programı [email protected]

15Nis

an20

12

www.sfinance.org

MAKALE

Page 16: sfinance nisan

Arkonsis Şirketi Muharras Üyesi Sn. Süha Bayraktar ile Telekomünikasyon Sektörünü Masaya Yatırıyoruz.

Süha Bayraktar ile Telekomünikasyon Sektörüne Özel

BTK’nın 4 büyük operatörün tarifelerini karşılaştıracak yeni bir sistem üzerindeçalıştığını biliyoruz. Bu durum sizin sek-törünüzdeki şirketler açısından ne gibi zor-luklar meydana getirir?Şu anda BTK’nın nasıl bir regülasyon getireceği tam kesin değil. Ancak Avrupa’da farklı ülke-lerde çeşitli uygulamalar bu konuda var. Me-sela Belçika BTK’sı operatörlere senede bir kez abonelerinin faturalarında o andaki tariflerin içinde mevcut tarifesinden daha hesaplı tarife var ise onu listelemesini istiyor. Eğer tarifele-rin bu regülasyon ile sadeleştirilmesi istenirse, bu sistem daha çok operatörler açısından ek iş yükü getirir. Şu andaki mevcut tarifeleri, onlara bağlı paket, promosyon ve opsiyonları daha ba-sit ve anlaşılabilir hale getirmek gerekliliğinden dolayı mevcut tariflerde ciddi bir çalışma yapılması gerekecek. Bu aynı zamanda yeni sadeleştirilmiş tarifelerinin testi ve uygulanması sırasında ek çalışma yükleri getirecek. Bizim tarife karşılaştırması konusunda Alman Clint-World firması ile işbirliğimiz var. Bu konuda Ortadoğu ve Hazar bölgesindeki operatörlere hizmet vermekteyiz. Dolayısıyla 4 büyük o-peratöre, BTK’nın yeni çıkacağı regülasyondan sonra ihtiyaç olması durumunda, bu konuda çözüm sunmayı diliyoruz.

Sektörde rekabetin son yıllarda arttığını düşünürsek önümüzdeki günlerde bu rekabe-tin piyasalara ve bu şirketlerin durumuna ne gibi bir yansıması olmasını bekliyorsunuz?Rekabet aslında tüketici açısından çok olumlu. Ancak rekabet fiyatların ciddi şekilde aşağıya çekilmesi gibi bir duruma gelirse, bu orta ve uzun soluklu dönemde operatörlere ve Telekom piyasasına negatif bir şekilde yansıyabilir. Telekom operatörlerinin gelirlerinin düşmesi, operatörlerin harcamalarında ciddi kısıntılara gitmesine sebep olabilir. Bu tip durumlar ilk aşamada işten çıkarmalar ve operatör etrafındaki

eko sistemin küçülmesi demektir ki, bu aynı za-manda sektörün ciddi an-lamda küçülme tehlikesi ile karşı karşıya kalması anlamına gelir.Uzun vadede bu tip durumlar verilen hizmetin kalitesi-nin düşmesine ve müşteri memnuniyetsizl iğine yol açmaktadır. Genelde BTK ve Rekabet Kurulu bu konuda çok hassas davranıyor ve sektörün gelişmesi için gerekli adımları atıyor. Tabi ki diğer tarafta da müşteri hakları ve müşterilerin iyi servis olmasını sağlamak yine ciddi hassas oldukları bir konu.

Türkiye’deki telekomünikasyon sektöründe fiyat ve hizmet kalitesi açısından dünya ile karşılaştırdığınızda nasıl buluyorsunuz?Türkiye’de operatörler teknoloji yatırımlarına gerçekten önem veriyorlar ve şu anda Avrupa’daki birçok ülkedeki operatörden çok daha iyi teknolojik donanıma sahipler. Tür-kiye özellikle 3G hizmetinden geç faydalan ülkelerden biri olmasına rağmen operatör-ler ve müşteri çok kısa zamanda 3G servisini sevdi ve özellikle 3G data kullanıcısı normal Telekom sektörünün büyüme hızlarından daha hızlı bir şekilde arttı. Aslında sektöre kalite ve rekabeti getiren numara taşınabilirliği oldu ve özellikle tüm operatörler hizmet kalitesi-ni arttırmak için nerdeyse %50 mevcut GSM ağlarını genişlettiler. Ulaştırma bakanlığının en son projesi olan kapsama alanının olmadığı dağlık ve kapsamanın zorlaştığı yerlere hizmet götürülmesi çok güzel bir proje. Bu proje ile özellikle 3 mobil operatörünün bu konuda iş birliği yapması ve birbirinin baz istasyonlarını kullanması daha az yatırım maliyetiyle mobil teknolojilerinden yararlanamayan vatandaşlar

16 Nis

an20

12

www.sfinance.org

RÖPORTAJ

Page 17: sfinance nisan

için gerçekten mükemmel bir proje olmasını sağlıyor. Şu anda sektörün çözmesi gereken en önemli konulardan biri çifte vergilendirme.. Avrupa’da yoğun olarak bulunan ve mevcut operatörlerin alt yapısını kullanarak hizmet veren sanal operatörlerin(MVNO) piyasaya çıkmasını geciktirdi. Buda piyasadaki hizmet ve rekabetin daha da iyileşmesini geciktiriyor. Umarım önümüzdeki günlerde buna çözüm ge-tirilir. Şu anda birçok yerli yabancı kuruluşun bu konuda kapıda beklediğini biliyoruz.

Günümüzde Risk kavramının farkındalığını giderek arttığı ortada, özellikle finans sek-töründe bunun ne kadar önemli olduğunun bilincindeyiz. Telekomünikasyon sektöründe icraat gösteren bir şirketin karşılaştığı en önemli riskler nelerdir, sizin şirketinizin risk anlayışı ne yönde ve risklerinizi nasıl mini-mize ediyorsunuz?Telekommunikasyon sektöründe hizmet gösteren firmalar genelde risk almayı seven firmalar. Ancak operatörlere hizmet veren firmaların sayıları arttıkça doğal olarak reka-bet artıyor ve çok daha düşük fiyatlar ve kar-larla hizmet vermek zorunda kalıyorsunuz. Karlılığın azalması doğal olarak büyümenizi ve yatırımlarınızı negatif yönde etkiliyor. Bizim faaliyet gösterdiğimiz konular olan yönetim danışmanlığı, müşteri değerini arttırıcı bilişim, iş zekası çözümleri ve gelişmiş proje yönetimi eğitimi ve servisleri daha az firmanın faaliyet gösterdiği ve ciddi birikim gerektiren konu-lar olduğu için şu ana kadar kendimizi şanslı sayabiliriz. Biz aslında hizmetlerimizin büyük bölümünü Ortadoğu ve Hazar bölgesindeki müşterilere vermekteyiz. Türkiye dışında bir-çok operatöre hizmet vermemizden dolayı, ris-kimizi ülke ve müşteri olarak daha geniş bir alana yayarak azalttık. Ancak coğrafyamızın

karışık ve şu andaki dünya ekonomik durumu-nun hassas olması sebebiyle bizde belirli bir risk taşıyoruz.

Yeni mezun öğrenciler için sizin şirketinizde ve telekomünikasyon sektöründe ne gibi iş imkânları mevcut. Yeni mezun öğrencilere ne önerirsiniz (Eğitim ve ya staj olanakları gibi)?Telekom sektörü şu anda yeni mezun öğrenciler için en cazip sektörlerden biri. Diğer sektörlerle karşılaştırıldığında aylık kazanç olarak çok daha iyi durumda. Üniversitelerin bilgisayar, elektronik, endüstri mühendisliği, işletme mühendisliği, ekonomi, finans ve mali yönetimi, uluslararası ilişkilerden mezun olan arkadaşların sektörde iş bulması çok daha ko-lay. Genelde yazılım tasarımı, uygulaması, iş analizi gibi işlerde bahsettiğimiz üniversite bölümlerinden mezun arkadaşlar çok daha ko-lay iş bulabiliyorlar. Sektörde genel anlamda İngilizce yoğun kullanıldığı İçin, İngilizce eğitimi ve iyi derecede İngilizce bilmek size çok kolaylık sağlıyor. Yeni me-zun arkadaşlara eğitim anlamında da ciddi olanaklar sağlanıyor ve hızlı bir şekilde birçok eğitimleri almaları sağlanıyor. Staj yapmak isteyen arkadaşlara da çeşitli imkânlar sunu-luyor. Benim tavsiyem özellikle Telekom o-peratörlerinde staj yapmaları. Bu sayede mezu-niyet sonrası işe alınma süreci ve olasılığı çok daha iyi oluyor.

Sektörel SWOT analizini baz aldığımızda telekomünikasyon sektörünün en zayıf noktalarından birinin ARGE ve inovasyona dayalı yerli katkının bulunmaması olduğunu görüyoruz. Sektörel bazda bu sıkıntıyı aşmayı hedefleyen çalışmalar var mı?Bu konuda size katılmakla birlikte, ARGE ve inovasyonun Türkiye piyasasında son za-manlarda ciddi yatırım yapılan alanlardan biri olduğunu belirtmem gerekiyor. Son senelerde özellikle Telekom piyasında ünlenmiş Türk ve Türk menşeyli firmalar oluştu. Ancak sek-törün en önemli sorunlarından biri Türkiye’nin diğer sektörlerinde ihtiyacı olan bilgisayar ve yazılım mühendisi yetersizliği. Hindistan’da

17Nis

an20

12

www.sfinance.org

RÖPORTAJ

Page 18: sfinance nisan

Arkonsis:“We assist you to shape up your IT strategy and architectures and help you to meet with innovative product & solution providers.“

Röportaj: M. Melih Akyurt, Halil Karlı, Birce Dobrucalı

senede 200.000 bilgisayar mühendisi yetişiyor. Bu kapasite Hindistan’ın küresel bilişim teknolojileri merkezi olması yolunda ciddi bir etken. Birçok dünyaca tanınmış firma yeni ARGE yatırımlarını Hindistan gibi yüksek bilgisayar mühendisi kapasitesi olan ülkelere yapıyor. Türkiye jeopolitik açıdan çok önemli bir noktada. Ancak teknolojik ve ileriye dönük bilgi teknolojileri ve eğitim yatırımları açısından ciddi eksiklikler var. Bizim umudumuz mevcut üniversitelerdeki bilgisayar ve yazılım mühendisliği kontenjanların ciddi şekilde arttırılması. Sektörün diğer bir sorunu ise finansman. Biz genelde kıdemli uzman kadrolarımızla müşterilerimize hizmet veriyoruz. Büyük ve geniş kapsamlı çözümlerin geliştirilebilmesi için farklı tecrübelerde geniş bir mühendis kadrosu ve kayda değer bir yatırım yapmanız gerekiyor. Dolayısıyla mutlaka size finansman sağlayacak birilerini bulmanız şart. Türkiye, Amerika ve Avrupa gibi bilişim ve Telekom sektörüne finansman sağlayan yatırımcı firmaların çok fazla olduğu bir ülke değil. Yazılım yatırımı ve yazılıma bakış konusunda ciddi bir zihniyet değişikliğine ihtiyacımız var. Türkiye’de hala yazılım bir mecburiyet olarak görülüyor. Yazılım daha çok katma değer sağlayan bir ihtiyaç olarak görülmeye başlandığında çok daha farklı bir durumda olacağımızdan hiç endişem yok. Biz Arkonsis olarak Türkiye ve bölgede geliştirilmesi zor olan kapsamlı uygulamalar konusunda yabancı menşeyli firmaların çözümleri ile hizmet veriyoruz. Bunun yanında inovasyon anlamında sektör için daha küçük çaplı uygulamalar geliştiriyoruz.

Arkonsis Avrasya bölgesinde Telekom, Finans ve Bilişim sektörlerinde uzmanlaşmıştır. Yönetim kadrosu Telekom, Maliye ve ICT üzerine uzun yılların getirdiği donanıma sahip olan Arkonsis müşterilerine, ortaklarına yenilikçi çözümlerle kendi müşterilerini memnun etmelerine yardımcı olmuştur.

Arkonsis sadece, müşterileri için önemli bir değer yaratan çözümler ve ürünler sunmaktadır, ayrıca kritik iş ihtiyaçlarına hitap çözümler getirmek için de müşterilerine yol göstermektedir.

Arkonsis özellikle IT, Telekom operatörleri satış departmanları ve finansal kurumlar için stratejik danışmanlık üzerine yoğunlaşmıştır.

Arkonsis’in müşterileri ve ortakları için sağladığı servisler:

-Executive Strategy Consulting -Investment Strategy Consulting -Smart Teaming -Smart Customer Care -Software Development -Project Consulting

18 Nis

an20

12

www.sfinance.org

RÖPORTAJ

Page 19: sfinance nisan
Page 20: sfinance nisan

Toplumda kimileri tarafından “İnsanın kendine yakışanı giymesi.”, kimileri tarafından da “Dönemin popüler giyim ter-cihi.” olarak tanımlanan moda, Türk Dil Kurumu tarafından “Değişiklik gereksinimi veya süslenme özentisiyle toplum yaşamına giren geçici yenilik.” ve “Belirli bir süre etkin olan toplumsal beğeni, bir şeye karşı gösterilen aşırı düşkünlük.” olarak tanımlanmaktadır. Günlük hayatımızda, televizyon programları ve sosyal medyada içerisinde sıkça karşımıza çıkan moda kavramı, ülke ekonomileri açısından da önem teşkil etmektedir. Öyle ki, en ünlüleri New York, Milano, Paris ve Londra’da düzenlenen moda haftaları hem tüketimi, hem ülkeye gelen tur-ist sayısını hem de ülke tanınırlığını arttırarak bu ülke ekonomilerine önemli katkılarda bulunmaktadır. Bunun yanı sıra imalatçılara, distribütörlere, perakendecilere, reklamcılara, modellere ve daha birçok kişiye gelir kaynağı teşkil eden bu dev sektör modanın merkezi olarak kabul edilen, Gucci, Versace, Fendi, Prada, Armani ve Dolce&Gabbana gibi marka-lara ev sahipliği yapan İtalya ekonomisine her yıl doğrudan 21 milyar sterlin, yani 33 milyar dolar katkı sağlamaktadır. Peki, ekonomiye olan katkısı reddedilemez olan moda ekonomik gidişatın habercisi olabilir mi?

Avrupalı ve Asyalı ekonomistler, modanın ekonomiye katkı unsuru olmanın yanı sıra ekonomik gidişatın habercisi olabileceğinden de bahsediyor ve pek çok ülkede, bu konu üzerinde yapılan araştırmalar modanın ekonomik gidişatın göstergesi olduğu tezini doğruluyor. Avrupalı ekonomistler etek boyu-nun kısalmasının ekonomik anlamda iyiye işaret olduğunu savunuyorlar ve buna örnek olarak Avrupa ekonomisinin son derece güçlü

olduğu 1980’li yıllarda mini eteklerin, ekono-mik sıkıntının baş gösterdiği 19990’larda diz altına inişini gösteriyorlar. Fakat rivayet odur ki, modanın ilahı kabul edilen Coco Chanel, savaş yıllarında ekonominin kötüye gittiği ve kumaştan tasarruf edilmesi gerektiği savını öne sürerek etek boylarını yukarı çekmiş ve bugün sıkça kullanılan “chanel boy etek”lerin doğmasına sebep olmuştur. İki farklı yaklaşım söz konusu olsa da, iki yaklaşımın da ortak noktası etek boyunun ekonomi gidişatının göstergesi olduğudur. İlk olarak 1920’lerde ilk kez George Taylor tarafından kullanılan “etek boyu endeksi” kavramı uzmanlar arasında hala tartışma konusudur.

Modanın ekonomi gidişatının habercisi olduğu savını doğrulayan bir örnek de Amerikalı uz-manlardan gelmiştir. Uzmanlar ekonomi-nin sıkıntılı olduğu dönemlerde bayanların kırmıza ruja hiç olmadığı kadar ilgi göster-diklerini ve bu dönemlerde bayanların kırmızı ruju daha kalın bir tabaka halinde sürdüklerini ileri sürmüşlerdir. Estee Lauder adlı kozme-tik firması 11 Eylül sonrasında tüm dünyada, özellikle de Amerika’da, kırmızı ruja olan talebin tavan yaptığını raporlarla kanıtlamıştır. Estee Lauder’in yönetim kurulu başkanı Leo-nard Lauder, ayrıca ekonomi literatürüne “ruj endeksi” terimini kazandırmış ve bayanların zorlu ekonomik süreçlerde daha ucuz ruj-

MODA EKONOMİK GİDİŞATIN HABERCİSİ Mİ?

20 Nis

an20

12

www.sfinance.org

MAKALE

Page 21: sfinance nisan

lara yöneldiği belirtmiştir. Spire Research & Consulting’in CEO’su Leon Perera ise ekono-mik buhranın yaşandığı dönemlerde kadınlar rujlara düşkünlük gösterirken, erkeklerin ken-dilerini daha iyi hissetmek için içecek ve yemeğe daha çok para harcadıklarını öne sürmüştür.

IBM’den Dr. Trevor Davis ekonominin kötüye gittiği dönemlerde kadınların daha yüksek topuklu ayakkabılar giydiklerinden söz etmiş ve buna kanıt olarak 1920’lerde büyük buhranın etkisi hüküm sürerken düz ayakkabıların ye-rini yüksek topuklu ayakkabılara bırakmasını göstermiştir. Dr. Davis’in savına daha yakın geçmişten bir örnek vermek gerekirse, 2008-2009 krizinde Amerika’da topuklu ayakkabı talebinde yaşanan artış gösterilebilir. Bayanların gerek ekonomik gerekse duygusal anlamda kendilerini güçsüz hissettiklerinde, dış görünüşleriyle durumu kamufle etmeye yöneldikleri düşünüldüğünde durumu daha ko-lay açıklamak mümkündür.

Modanın zamansız parçalarından biri de timsah derisi çantalardır. Hemen her kadın fiyatı bin-lerce lirayı bulan bir timsah derisi çantaya sahip olmak ister. Bu sebepledir ki, modanın ekonomi hakkında ipuçları verdiğinin bir kanıtı olarak da “timsah derisi endeksi” kullanılmaktadır. Timsah derisi tüketiminin ekonomik gidişatın göstergesi olduğuna kanıt olarak da 2008-2009 krizinden sonra Louisiana’daki timsah çiftliği sahiplerinin karşılaştığı ödeme güçlükleri gös-terilmektedir. Bahsi geçen yılda, önceki yıllarla aynı kalite ve miktarda timsah derisi elde edildiy-se de, krizden dolayı tasarımcıların fiyatları hayli yüksek olan timsah derisi çantalarına olan talebindeki düşüş, çiftlik sahiplerini zora sokmuştur.

Moda denildiğinde akla ilk bayanlara yönelik tasarım ve akımlar gelse de, günümüzde erkek modasının da en az bayan modası kadar sık güncellendiğini söylemek mümkündür. Öyle ki, erkek iç çamaşırı satışlarında görülen düşüşün ekonominin kötüye gittiğinin habercisi olduğu konusunda hemfikir olan uzmanların görüşlerini, Mintel adlı araştırma şirketi Amerika’da

2009 yılında erkek iç çamaşırı satışlarının %2.3 düştüğünü öne sürerek desteklemiştir. İç çamaşırının yanı sıra erkeklerin kravat talebinin ve kravat genişliğinin de ekono-minin nasıl gittiği hakkında ipuçları verdiği öne sürülmüştür. Ekonomik sıkıntının baş gösterdiği dönemlerde, erkeklerin çalıştıklarını imgelemek için kravat alımını arttırdıkları ve daha ince kravatları tercih ettiklerini söyleyen uzmanlar buna örnek olarak 2007 yılında ikti-sadi konjonktürlerdeki daralmadan ötürü işten çıkarmalar başladığında, kravat satışlarının artmasını ve gerek 2007 yılında, gerekse savaş zamanlarında daha ince kravatların tercih edildiğini göstermişlerdir.

Düz ayakkabılar raflara kalktığında, yolda kıpkırmızı rujları ve yanlarında ince kravatlı eşleriyle salınan bayanlar gördüğümüzde, timsah üreticilerinin yaşadığı ekonomik zor-luklar haberlere yansıdığında ya da mini etekler vitrinlerde sıkça gözümüze çarpmaya başladığında krizin kokusunun burnumuzun direğini sızlatması gerektiğini savunan ve buna karşı çıkan uzmanlar bir yana dursun, modanın aslında ekonomik bir konjonktür olmaktan zi-yade, Barbaros Şansal’ın da dediği gibi “Cin-sel, dinsel, tensel, fiziksel, kültürel, ekonomik ve siyasi haberleşme biçimi.” olduğunu unut-mamak gerekir.

Birce DOBRUCALIİzmir Ekonomi ÜniversitesiUluslararası Ticaret ve Finansman 3. Sınıf [email protected]

21Nis

an20

12

www.sfinance.org

MAKALE

Page 22: sfinance nisan

Barboros Şansal ile gerçekleştirdiğimiz hoş sohbette biraz ekonomiden biraz da moda-dan konuştuk.

Barbaros Şansal ile Moda ve Ekonomi

Türkiye’de artık birçok dünya markasının mağazalarına ulaşabiliyoruz. Peki, Türkiye bu kadar markaya ev sahipliği yapabilecek kadar zengin bir ülke mi?Dünya markalarından çok azı var Türkiye’de. Süleyman Demirel “Marka mala denir.” demişti ve beni bitirmişti. Ortada mal çok. De-partman storlardan bahsedebiliriz belki ama haute couture, sendikalarla çalışan moda evleri, Türkiye’de yok.

Peki, olmamasının sebebi nedir?Önce sektöre yönelik adam yetiştirmek lazım ki bu adamlar sektörü oluştursun. Çünkü sek-tör yok. Esas sorun, okulun hangi sektörde eğitim veriyor olursa olsun hocaların sektörde ismi olmayışı. Sektördeki isimler bir gün bu ülkede ders veriyor olursa, eğitim kalitesi sektörle dengelenir. Bu işin formülü budur ve bunu anlamak için dahi olmaya gerek yok. Yani ördek suda yaşar, çölde yaşamaz. Öğrencilerin aklı bulanmalı. Sıkıntı öğrencinin aklı durgun olduğunda oluşur. İşin tortusu dibinde durmasın. Çalkala, bulandır, homojen halde durmasın bil-gilerin. Anarşi güzeldir. Ekonomide de anarşi güzeldir. Anarşinin olmadığı yerde ekonomi olmaz.

60’lı yıllarda Türkiye, İtalya ve İspanya he-men hemen aynı konumdayken İtalya devlet desteği ile ön plana çıkıyor, İspanya ise “fast fashion” olgusunu yaratıyor.Sadece devlet desteği değil meslek odaları, sendikaları ve örgütlerini kurarak ve tekstil sektöründe de kendi ayrı gruplarını yani uz-man, danışman kadrolarını akademik kariyerle, yönetim kariyerleriyle ve sektörle bir üçgene oturtarak geliştirdiği için var. İspanya ladino-lardan, yani İspanyol Yahudilerinden, dolayı ticaret yapıyor. Üretiminin çoğunu dışarıda yaptırıyor. İtalya da üretimin çoğunu artık dışarıda yaptırıyor. Ama Türkiye bunu yapamadı.

Neden yapamadı? Çünkü Türkiye’nin ulusal entegre tekstil sanayisi, ki İzmir Sümerbank’ın arşivleri İzmir Ekonomi Üniversitesi’ndedir, kendi ulusal sermayesini imha etti. Dodanlı, Kula, Karamürsel, Sümerbank gibi entegre üretim sanayi imha edilince tabi ki giysi de imha edilmiş oluyor. Öbür bacağında da halk eğitim merkezleri ki köy enstitüleri, kız eğitim meslek liseleri gibi küçük yaştan itibaren bu eğitimi veren meslek ve teknik okullar, kurum-lar kapatılıp vakıf üniversitelerine dönüştüğü için ve orada da eğitimin içi boş olduğu için eleman da yetişmedi, ara eleman da yetişmedi. Eleman adı altında üniversiteden ikinci sınıfta ayrılmış, zengin koca bulmuş bayan modacılar yetişti. Bu tarz insanlar prodüksiyon ürünü. Bu insanlar ne kadar yatırım yapar? Ne kadar is-tihdam sağlar? KDV ne kadar üretir? Kurum-sal sürekliliği kaç yıl sürdürebilirler? En az 2 decade dediğimiz 20 yılı geçmeden marka ol-maktan söz edemeyiz.

Türkiye’de yüksek düzey gelir grubunu bir yana bıraktığımızda, orta ve düşük ge-lir grubuna mensup bireylerin lüks tüketim mallarına olan düşkünlüğü hakkında ne düşünüyorsunuz?Evangelist ve Anglosakson emperyalizmi sizi ticari malları ile ele geçirir. Bu tarihte de görülmüştür. Bone China, üzerinde güneş bat-mayan İngiliz İmparatorluğu’nu batırmıştır. İpek ve baharat ticareti medeniyetleri bitirmiştir. Bunun yanı sıra lüksün tanımını

22 Nis

an20

12

www.sfinance.org

RÖPORTAJ

Page 23: sfinance nisan

da açmak lazım. Ben servis ve hizmet sek-törüne kazancından daha fazla para harcayan bir ülkede olduğumuzun farkındayım. Şöyle söyleyelim; 200.000 dolarlık düğün yapan biri 20.000 dolarlık gelinlik alabilir ki oransal olarak baktığımızda bu %10’a tekabül eder. Ama 700lira ücretle çalışan bir kız 3000 liralık gelinlik alıyor. Bunlar maalesef cehalet ve niteliksizliğin, nicelik düşkünü olmanın getirdiği şeyler. Sorunun temelinde aslında ulusal ve si-yasal stratejinin yeterince gelişmemiş olması, eğitim sisteminin dumura uğramış olması, sağlık sektörünün çok pahalanmış olması, güvenlik sektörünün de en pahalı sektör haline gelmiş olması yatıyor. Bunun yanı sıra tabiî ki hukuk-sal altyapı eksiklikleri, yoldaş, paydaş, candaş, hamili kart yakını gibi konular da var. Bu açıdan baktığımızda sorun moda ve ekonominin dışına çıkıyor. Çünkü moda zaten insanların cinsel, dinsel, tensel, fiziksel, kültürel, ekonomik ve siyasi haberleşme biçimi. Moda bir sosyal ol-gunun adıdır. Bu sosyal olguyu diğerlerinden ayırmamız mümkün değil. Bugün Türkiye giyinmiyor. Bugün Türkiye ya çıplak geziyor ya da tesettüre giriyor. Türkiye’de artık giyinen bir nesil göremiyoruz. Çanta, pabuç, tişört, pan-tolon, kozmetik, gözlük, saat, çakmak, fotoğraf makinesi gibi birçok şey var ama elbise yok. Ceket, tayyör, bolero, manto, pelerin, jile

yok. Böyle binlerce şey sayabilirim. Türkiye bunların ne olduğunu sözlükte bile bulamıyor artık. Bunlar giyimin parçalarıdır. Çünkü çok parçalı giyim 12. yüzyılda, erken Rönesans döneminde sanat, bilim, siyaset ve felsefenin insan vücuduna odaklanmasıyla başlıyor. 16. yüzyılda gelişimini sürdürüyor ve operay-la dünyaya yayılıyor. Kostümle başlıyor ve sinemanın gelişiyle Hollywood’dan yönetilme-ye başlıyor. Televizyonun gelişiyle de elbise biter ve yenilen, içilen her şey moda olmaya başlar.

“Giyinmek” nedir sizce?Uğruna soyunmayı düşüneceğin insanı ha-yal etmektir giyinmek. Onu da naif ve ütüsüz kimliğinle çırılçıplak yapmayı başarabileceksin ki; buruşuksuz ve ütüsüz çarşaflarına bütün tutkularını kolayca davet edip, sabahları onları kucaklarında pırıl pırıl bir aznavur gümüş tepsi ile ve lekesiz bir keten peçete eşliğinde lezzetli kahvaltılara uyandırabilesin. Yoksa bir daha yatağına gelmezler. Ayrıca iyi bir el-bise giyilmez, içine girilir. Elbise ikinci bir cilde dönüşmelidir. Nereden kapandığı belli olmamalıdır ki giyen onu istediğine açtırabilsin. Arkadan fermuarlı elbise en basit, en kötü el-bisedir. İnsanlar hala bunu öğrenemedi. Bir yere gideceksen o fermuarı kapatamadığın için

23Nis

an20

12

www.sfinance.org

RÖPORTAJ

Page 24: sfinance nisan

geç kalabilirsin. Çünkü yanında her dakika bir yardımcı olmaz. İyi elbise yandan ya da önden kapatılır. Böyle bir şey moda... Bu olgunluğa gelmek de 40 yıl alıyor. 20 yılı doldurmadan kreatör olamıyorsun, o 20 yılın üzerine bir 10 15 yıl da sektöre hazırlanıyorsun ve sonraki 10 yıl içinde de repütasyon yapıyorsun. Bu süreçten sonra markalaşmaya başlıyorsun.

Oscar Wilde modayla ilgili “Nihayetin-de moda denilen şey o kadar çirkindir ki her 6 ayda bir değiştirirler.” demiştir.Oscar Wilde çok farklı bir düşünürdür ve bunu şaka mahiyetinde söylemiştir. Moda 6 ayda bir değişmez, aslında hiç değişmez. Değiştiğini zannedersiniz. Biz profesyoneller sizi onları değiştirdiğimize inandırırız. Yani insanoğlu iki bacaklıdır, üç bacaklı pantolon olamaz.

Marka nedir?Marka buluşu olan, kendini geliştiren ve mo-nogramisi olan ögelerdir. Bugün Gucci’nin 2000 dolarlık çantasını aldığınızda da bir at üzengi-si vardır üzerinde. Çünkü Gucci Hermes gibi koşum takımları yaparak başlamıştır işe. Bugün Louis Vuitton dediğinizde hala aynı monog-ramiyi, aynı dokuyu, deri biyeleri görürsünüz. Sandık geleneğinden kalma duruşunu hala taşımaktadır. Marka böyle bir şeydir.

Türkiye’den bir dünya markası çıkmamasının sebebi nedir?Türkiye artık o treni kaçırdı. Hem zihniyet hem de sanayi altyapısı ve endüstri teknoloji-sinden dolayı artık bu mümkün değil. Yurtdışı fuarlarından Türk tekstilciler makine alıyorlar ve aldıkları makineler hep ikinci el. İtalya bu makineyi yapmış, iki sene kullanmış, bir marka için kazak üretmiş, makineyi hurdaya çıkarmış, Türkiye alıyor o makineyi getiriyor. Ben buna karşı değilim. Delüksten hazır giyime geçmek amacıyla tekstilci makineyi alıyor ama desen ve renk şablonlarını almıyor. Çünkü her desen ve renk şablonu 5-10.000 dolar. Makinenin içinden hangi desen ve renk şablonu çıkarsa o kullanılıyor. Nasıl siz bir bilgisayar aldığınızda solitaire içinde geliyor, ama solitaire’i herkes oynayabiliyorsa bu durum da onun gibidir.

Türkiye renk ve desen şablonu almıyor çünkü ülkede desinatör de yok, raporlayıcı da yok. Sektör batıda hatta Çin’de ve Hindistan’da bu işi yapacak adamları yetiştiriyor. Yani maki-neyi yaparken o makineyi kullanacak insanı da yetiştiriyor. Çünkü o makineye yaparken o makineyi kullanacak kalitede nüfusa da ihtiyaç duyuyor. Bu süreci bir zincir olarak değerlendirirsek, bizde bu zincirin sadece ilk halkası var, o da merdiven altı, sendikasız, örgütsüz, sigortasız.... Önce kumaş olması lazım, malzeme olması lazım, teknik bilgi olması lazım. Rekonstrüktif metamorfozik bir yaklaşımla halüsinatif bir provokasyon yapa-bilmek lazım. Buluş yapmak lazım temelinde ve hukuksal altyapısını hazırlamak lazım. Endüstri ve ekonomiden bahsediyorsunuz bun-lar şakaya gelen şeyler değil. En basitinden cep telefonu alırken bile onun telif hakkı var, sigaranın barkodu var. Artık barkodlanmış, bitmiş bu iş yani.

Markaların yanısıra marka ürünlerin imitasyonlarının da başlı başına bir sektör oluşturmasından söz edebilir miyiz?Marka yok ki imitasyonu olsun. Türkiye fason hambalı. Mesela bazı markalar bütün üretim-lerini Türkiye’de yapıyorlar. Fakat siz malı ithal edilmiş gibi satın alıyorsunuz. Yani fatura gümrüğe gidiyor, ithal edilmiş gibi onaylanıyor, mağazaya giriyor. 3 liraya Türk emeğinin yapabildiği ürünü 30 liraya satıyorlar. Eğer bir ürünün reklam gideri %20’yi, kar hacmi %30’u geçerse mal artık çöptür. Bunun ekonomik for-mülü budur. Vitrine düşen şey ticari emtiadır, bunu modayla karıştırmamak gerekir. “En moda cadde” diyorlar mesela caddenin modası olmaz.

Türkiye’nin kendi markası diyebileceğiniz bir şey var mı?Çok var. Antep baklavası, susurluk ayranı…

Moda Anlamında?İşte moda! Yenilen, içilen her şey moda. Giyilen bir şey yok. Türkiye’nin milli markası, adı Türkçe olan firma yok. Türk firmalarının bile adı uydurma Latince. Hakiki Latincede de

24 Nis

an20

12

www.sfinance.org

RÖPORTAJ

Page 25: sfinance nisan

değil. Romana boteka bilmem ne… Hepsi uy-duruk yani. Hele bak bir tanesi çok enterasan. İtalya’da bir aile dava açtı burada bir firmaya, adını vermeyeyim. Çünkü hukuki süreç de-vam ediyor. Adamın biri gidiyor, almış krediyi, bakmış modacıların yanında güzel bayanlar var, onlar iyi yerlerde yaşıyor, parti parti gezi-yor, “Ben de modacı olacağım. Konfeksiyon kuruyorum.” demiş ve İtalya’da showroom açmış. Orada gezerken bakmış böyle bir isim, sokak ismi, halbuki o ünlü bir İtalyan yazarın adı o, filozofun adı. Gelmiş bir yere de sorma-dan yazarın adını marka yapmış burada. Birde gidip İtalya’ya satmaya kalkmış. Aile dava açtı şimdi. 200 yıldan önce özel bir ismin adına tes-cil yapamazsın. Bu sınai mülkiyet haklarına girer. Türkiye’de sektörün var olmaması ve moda sektörünün ekonomi içindeki bu büyük vergi kaybı ve kaçağı, bu düşüşünün sebebinin temeli zaten fikri ve sınai mülkiye hakları. Her şey “copy-paste”, özgüne de para ödenmiyor zaten. Bizden olan hiçbir şey istenmiyor artık bu ülkede.

Bir ülkenin sanayinin gelişmesi için, endüstrileşme için belli bir yere gelene kadar, gelişme döneminde, fikri mülkiyet haklarının biraz daha aşağılarda tutulması gerekirken Türkiye bunu yanlış bir şekilde daha yukarda tutmuyor mu?Tam tersi. Daha eskiden, en azından saygı sev-gi ve güven üçgeninde yani sosyal toplumun bozulmamışlığında insanlar insanlara güve-nirdi, inanırdı. Bu inancın ve güvenin sarsılmış olmasından kaynaklanan bişeydir bu. Her türlü yalan dolan, üçkağıt olduğu için özgün bir şey ortaya çıkmıyor. Dün İzmir’den bir müşterim vardı, benim moda evime geldiler ve çok şaşırdılar. “Bu nasıl moda evi? Burada hiç el-bise ve mecmua yok.” dediler. Yapılmış bir şey bitmiştir, giyilmiştir. İnsanların vücuduna göre, yerine göre her seferinde daha farklı tasarımlar yapılması gerekiyor.

İnsanlar mass production’ ı çok benimsedi-ler.Zaanatin ve sanatın gerilemeye başlamasından kaynaklanıyor. Biraz da ekonomik zorunlu-

luklardan ve şartlardan... Türkiye’de de bu-nun bu kadar yayılmasının başka bir sebebi de kredi kartları. Ben de mağdurum hepimiz gibi. Hep asgari ücreti ödeyerek devam ediyoruz. O kredi kartları bir çok insana para değilmiş gibi harcatabiliyor. aynı12-9 taksit imkanı sunuyor. Düşünebiliyor musun 10 taksite bluz alıyorsun ve 1 hafta sonra çöpe atıyorsun 10 ay daha onun borcunu ödüyorsun. Bu düşündürtüyor işte. Bunlar ekonomik tuzaklar aslında, öyle bakmak lazım. Yani vahşi kapitalizm. Kapi-talizm gereklidir istihdam yaratmak için ama vahşi kapitalizm öyle değildir. Vahşi kapita-lizm servis ve hizmet sektörüne para yatırır. Gazi’nin bir lafı vardır “Ben bu millete her şeyi öğrettim ama uşaklığı öğretemedim.”der. Biz böyle insanlarız. Anadolu, Avrasya toplu-mu, Ortadoğu toplumu biz öyleyiz biz sütten çıkmış ak kaşığız en güzel biziz en zengin biziz en akıllı biziz her şey biziz.

Moda ve marka arasındaki ilişki nedir?Moda marka giyinmek değil, kendin olabilmek-tir. İçinde olduğun durumdur moda. Moda markanın adı değildir. Mesela ben işim gereği ben marka kullanıyorum ama bugüne kadar benim üzerimde marka yazan ya da markası

25Nis

an20

12

www.sfinance.org

RÖPORTAJ

Page 26: sfinance nisan

belli olan bir parça göremezsiniz. Etiket söktürürüm öyle bir durumda. Ben Gucci’den traslı ayı kürkü mont aldım. Düğmelerinde Gucci yazıyor diye düğmelerini söktürttüm, normal düğme taktırdım. Hem para vereceğim hem de reklamını mı yapacağım? Moda sektörünüde siyaseti de ekonomiyi de farmatoloji ve kimya monopolleri yönetiyor dünyada. Yani alkol ve parfüm sanayi. Çünkü en büyük kar o ikisinde.

Türkiye’de kozmetik sektöründeki marka genişliğinin artması hakkında ne düşünüyorsunuz?Markaya ulaşmak niye bu kadar önemli? Neden bu tek tip olma çabası? Neden herkes Chanel, Dior kullanmak istiyor? En iyi kozmetik ürünleri Nivea markasınındır. Aslında çoğu kozmetiğin içeriği aynıdır, fakat ürünler arasındaki fiyat farkı ambalajdan kaynaklanır.

Röportaj: Birce Dobrucalı, M. Engin Akbulut, Hazal Özgül

26 Nis

an20

12

www.sfinance.org

RÖPORTAJ

Page 27: sfinance nisan
Page 28: sfinance nisan

“The boy who cried wolf”, one of Aesop’s Fables that sounds very familiar to almost every one of us along with our childhood, is now on show in Shan Dong, a province located in East China coastal area. The public affair itself at present is just going on apace—The policemen captured a wolf which is the culprit that warranted a number of attacks happened in Zao Zhuang and Teng Zhou, two neighbour cities in the province, causing 2 deaths and 5 people hurt. However, the climactic episode inserted after a while just led the whole story up to an ironical way—An e-pal confirmed that the “culprit” was the Husky that he lost one day ago after seeing the picture of the “wolf” on the internet.

No doubt the “wolf” would be astounded by how theatrical the human world is.(When considering it is not able to carry out a self-justification) So are the human beings.

The immediate consequence of the recent political earthquake that ferments continually in the mainland of China is not only leading to a massive flood of speculations in the form of Microblogs, while most of them are just Hollywood-type rumours, but also results in a substantial margin diving close to the half line and the main index of Chong Qing sec-tor’s 1.80% decline by the following morn-ing in Prev Close, not more than 24 hours af-ter the brief official declaration that stated the dismissal of Mr. Bo Xilai was announced, which just came after the Prime Minister Wen Jiabao’s peculiarly reprimand on Mr.Bo’s work

in Chong Qing. And this is just the start. The outgoing Prime Minister Wen Jiabao’s percussive speech on the direction of the development and transition of China at his last presence in National People’s Congress, as he pointed out “The tragedy like Cultural Revolution may happen again if there is no feasible political reform.”, has triggered off people’s innermost thoughts which they’re vaguely looking forward to for that long, to some extent. As to the investors driven by perhaps the same desire are itching to post the stocks they have held in hands since they’ve conducted such concerns like “How may things pan out over the next few periods?” Or quite contrary, under

A REAL WOLF OR A PHONY HUSKY

28 Nis

an20

12

www.sfinance.org

ARTICLE

Page 29: sfinance nisan

this case we might call them speculators more precisely, they are still buying into some certain amounts. There are only a few of them, after all. However, the “golden mean” type of Neutra-lism from Confucius which has been inherited for hundreds of thousands generations in-evitably created a hyperstatic structure—Which is currently named as “Socialism with Chinese characteristics”, or in most westerners’ views more like a kind of“National Capitalism”. Not really surprising that we could easily seek out some clues from Geopolitics for supporting the stability of the system, even the ongoing eco-nomic crisis from one aspect proved the impact of it on running the country in an efficient man-ner. Not to mention the rapid response and ef-fective measures from the Central government when facing the great natural disasters. (Com-paring to the case in New Orleans, 2005)

Alright, “sei alles Wirkliche vernünftig und alles Vernünftige wirklich” (What is rational is real, what is real is rational). But what if we just take one step furthermore and have a quick look deep inside. Then the inherent defects of the Authoritarianism will resurface slowly—de-mocracy; government supervision; government by law; transparency and the Gordian knots: Corruption(Including government spending) and Public Decision Making. Initially at the base, the issues listed in front which are still up in the air just gave rise to the final results at stake. You’ll have sympathetic visage once you see the empty Opera Houses or deserted foot-ball fields which cost tens of millions from tax payers but only being built for the momentary brainstorm of some Big Shots sitting in their of-fices while enjoying the view of snow mantle on the top of a mountain outside the window. Sud-denly picking up the phone and rousing up the subordinates, rapturously describing how excit-ing it would be if they build a hotel at the foot of the mountain hereby he could visit the health resort once in a while by taking the TOYOTA PRADO purchased by the government spend-ing and having free VIP services there. Spec-

tacular idea! But means not even one single point to the public.The Open and Reform Policy worked out by Deng Xiaoping (Mainly brought up by another leader Zhao Ziyang at that moment who was removed after the college student movement, which he showed sympathy for)dating back to the late 1970s has been putting into force almost 35 years. Under the favorable policy guide-lines, the country began to shift from planning economy to marketing economy which created consumer market; separation of shares; the idea of less government intervention, less intrusion, less regulation and let the “Invisible Hand” function the market in a broader sense. How-ever, with the development of the reform pro-cess, the ineradicably systematic defects and the inevitable democratization finally come to the dilemma—the Good Witch and Bad Witch. Obviously, there will be no way back when standing at the same crossroad where we were 13 years ago. Today we could say it may not go there just at that moment, whereas, we have to make up our mind this time. Indeed, it’s the ultimate question to choose a side. Yet seems things are running in a slight-ly positive way right now (If we put aside the furious battle between the two political camps behind all this and pretend there is no power struggle at all), or to make a long story short, we can hope at least, to be a free soul roaming in the forest rather than the missing Husky in wolf’s clothing.

Jiahe HuIzmir University of EconomicsInternational Trade and Finance3rd Class

29Nis

an20

12

www.sfinance.org

ARTICLE

Page 30: sfinance nisan

Siyah kuğu nedir? Finans piyasalarındaki si-yah kuğu algısı nereden geliyor? Siyah kuğu hakkında ünlü risk gurusu ve eski bir trader olan Nassim Taleb yazdığı Black Swan adlı kitapta şöyle bahsetmiştir; “temelde olanaksız görülen bir olay aynı zamanda öngörülmesi imkansız gibi görüldüğünden çok etkili olma özelliklerine sahip. Gerçekleştiğindeyse onu daha az rastlantısal ve daha öngörülebilir hale getiren bir açıklamaya ihtiyaç duyar.”. Nas-sim Taleb’ e göre bunun nedeni ise insanların bildikleri şeylere odaklanıp, bilmediklerini hesaba katmayı ihmal etmelerinden geliyor. Yani siyah kuğu olgusu insanların sadece beyaz kuğuların, etrafında görmeye alışık oldukları şeylerin, olduğuna inanmalarından geliyor. Siyah kuğular olumlu ve olumsuz etkilerine göre 2’ye ayrılırlar. Olumlu siyah kuğulara örnek verecek olursak: Google buna en iyi teknolojik örnektir. Google’ın ortaya çıkmasından sonra insanların bilgiye erişim hızı ve imkânı çok daha kolaylaşmış ve artmıştır. Bunu da bir-çok yenilik takip etmiş ve bir zincir halinde teknolojik ilerleme devam etmiştir. Olumsuz siyah kuğular ise yıkıcı ve yıpratıcı etkilere sahiptirler. 11 Eylül saldırıları ise buna örnek gösterilebilir. Gerçekleşmesi öngörülememiştir fakat olay gerçekleştikten sonra bölgede hayat felç olmuştur. Taleb’in bu konuyla ilgili bir başka düşüncesi de insanın doğası ve davranışları açısından, fi-nans dünyasındaki yönetici sayısı ondan yüze de çıksa bir farklılık yaratmayacağıdır. Yani burada risk yöneticisinin sayısının öneminden değil, bu kişilerin farkındalık seviyesinden, insanların eğiliminden, insanın doğasından gelen yönelimlerinin önemini vurguluyor. Kısacası risk alanındaki farkındalık seviyesini daha üst seviyelere taşımak gerekmektedir. Buna farklı bir örnek olarak da Black-Scholes modelini verebiliriz. Black-Scholes modeli op-

siyon değerini hesaplamak için geliştirilmiş bir modeldir. Fakat bu model trade için çokta etkili olmayan yöntemdir. Çünkü varsayımlar üz-erine kuruludur. Opsiyon değerini hesaplarken kullanılan dayanak varlığın fiyatının dalgalan-ma oranı, traderlar için bir handikap oluşturur. Geçmişe dayalı verilerden yararlanmak büyük yanılsamaları doğurabilir. Ki Black-Scholes modelinin 1998 krizindeki etkisi büyüktür. Aynı zamanda model bu krizden sonra Kara Delik modeli adıyla anılmaya başlanmıştır çünkü bir-çok insanın yatırımları çöpe dönüşmüş ve ce-pleri boşalmıştır. Sonuç olarak, riskli olaylar yeterince tekrarlanıyorsa yani varlıklarından haber-darsak, bu durumlar için geleneksel istatistik metotlarından yararlanabiliriz. Fakat geçmişte hiç yaşanmamış bir olay için, bilinmeyen bir olayın gerçekleşmesi olasılığı için ne diyebili-riz ki?

SİYAH KUĞU ve RİSK YÖNETİMİ

Sabri Umut DİLEMRE,İzmir Ekonomi Üniversitesi Uluslararası Ticaret ve Finansman 3. Sınıf, Risk Yönetimi ve Sigortacılık Sertifika Programı [email protected]

30 Nis

an20

12

www.sfinance.org

MAKALE

Page 31: sfinance nisan
Page 32: sfinance nisan

Adam Smith İskoçya’nın Fife eyaletinin Kirkcaldy şehrinde, bir gümrük denetçisi-nin oğlu olarak 1723 tarihinde dünyaya geldi. Yaklaşık dört yaşlarında bir Çingene çetesi tarafından kaçırılmış ancak kısa bir süre sonra amcası tarafından kurtarılmıştır.

On dört yaşında Glasgow Üniversitesi’nde ah-lak felsefesi konusunda Francis Hutcheson’ın yanında eğitim görmeye başlamış ve özgürlük, hukuk ve ifade özgürlüğü konularına tutkusu bu sırada oluşmuştur. 1740 yılında Oxford’daki Balliol Koleji’nde okumaya başlamıştır ancak bundan altı yıl sonra okulu bırakarak Oxford’un imtiyaz denetimi konusunda eleştirmenlik yap-maya başlamıştır.1748 yılında Lord Kames’in de yardımlarıyla Edinburgh’da kamu konferansları vermiş, bu konferanslarda konuşma sanatı ve belles-lettres (edebiyat, edebiyatın seçme örnekleri) konularına değinmiştir. Daha son-ra “servet yönetimi” konusunu ele almış ve yirmili yaşlarının sonlarına doğru ise “doğal özgürlüğün açık ve basit sistemi” konusu ü-zerine çalışmaları olmuştur.

1751 yılında Smith, Glasgow Üniversitesi’ne mantık profesörü ve ertesi sene de ahlak felse-fesi profesörü olarak atanmıştır. Derslerinde etik, konuşma sanatı, hukuk ve politik ekonomi konularını işlemiştir. Ahlak felsefesi profesörü olması nedeniyle ekonomik açıklamalarında da bu bilim dalının etkileri yoğun olarak görü-lür. Ekonomide ve doğal olaylarda bir düzen olduğunu ve bunun gözlem ve ahlak hissi ile tespit edilebileceğini söylemiştir. Smith aynı zamanda felsefi olarak dini, ekonominin önünde bir engel olarak görmüş ve ateizm üzerin-den düşünmüştür. 1759’da Glasgow’daki bazı konferanslarını bir araya getirdiği “The Theory of Moral Sentiments” kitabını yayınlamıştır. İnsan ilişkilerinin verici ve alıcılar (birey ve toplumun diğer üyeleri) arasındaki sem-patiye ne kadar bağlı olduğu ana temalı ve açıklamalarını anlayışa dayandırdığı bu kitabı

o dönemde itibarının yayılmasını sağlamıştır. Smith bu dönemden sonra konferanslarında ah-lak teorilerinden daha ziyade hukuk ve ekono-mi konularına ağırlık vermeye başladı.

David Hume sayesinde Adam Smith ile tanışan Charles Townshend, 1763’te Smith’ten üvey oğlu Buccleuch Dükü’ne özel ders vermesini rica etti. Smith, 1765 sıralarında Kirkcaldy’e dönene kadar geçen süre zarfında talebesiyle genellikle Fransa’da yolculuklar yaptı ve bu yolculuklar sırasında Turgot, Jean D’Alembert, André Morellet, Helvétius ve François Quesnay gibi aydınlarla tanışma fırsatı buldu.Kirkcaldy’e döndükten sonraki 10 senesini, kısaca “Wealth of Nations” olarak da bilinen “Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nation” adlı, 1776’da yayınlanan başyapıtı üzerine çalışarak geçirdi. Bu kitabıyla Adam Smith iktisadi düşünce tarihinde bir devrim yaratmıştır. Üç asırdan beri süre ge-len merkantilist düşünceyi tahtından indirmiş

ADAM SMITH ( 1723 – 1790 )

32 Nis

an20

12

www.sfinance.org

MAKALE

Page 33: sfinance nisan

ve böylelikle liberalizm akımının temellerini atmıştır. Adam Smith bu eserinde, iş bölümü ve ihtisaslaşmanın verimi yükselteceğini ve iktisa-di ilerlemeyi hızlandıracağını anlatmıştır. Değer teorisi kurmuş ve fiyat sorunlarını ele almıştır. Gelir dağılımı ve sermaye birikimi üzerinde de oldukça durmuştur. İktisat siyasetinin problem-lerini incelemiştir. Adam Smith’in bu eserinde Türkiye’ye dair pasajlar da vardır:-“Barbar ülkelerden bazılarıyla ticaret silahların gölgesinde yapılabilir. Hindistan gibi kuv-vetli hükümete sahip olan ve yabancı üslerine müsaade etmeyecek memleketlerde ise elçilerin hünerinden faydalanmak gerekir; İngiltere’nin İstanbul da orta elçilik kurması ilk defa iktisadi amaçlara dayanmıştır.”

Adam Smith, bireyin ve toplumun iyiliği arasında nedensellik kurduğu bu kitabında “her birey kendi çıkarı peşinde koşarken, katkıda bulunmaya niyetleneceğinden çok daha etkin olarak topluma katkıda bulunur” diyordu. Buna göre herkesin bencil olduğu bir toplumda istem dışı da olsa kendiliğinden oluşacaktır. Bu du-rumu sağlayan görünmez el (invisible hand), piyasa ilişkileridir.

1778 yılında, Adam Smith “Ulusların Duru-mu” adlı kitabının çoğunluk tarafından kabul görmesiyle ve isminin daha da yayılmasından sonra, İskoçya’da vergiden sorumlu bir devlet bakanı olarak atandı ve Edinburgh’a yerleşti. 17 Haziran 1790 tarihinde geçirdiği ağır bir hastalık sonucunda hayatını kaybetti. Geliri-nin büyük bir kısmını gizli yardım fonlarına bırakan Smith, ölmeden önce yayınlayamadığı birçok yazı bırakmıştır ve bu yazılarının büyük bölümü 1795’te “Essays on Philosophical Subjects” adlı kitap ile basılmıştır.

Semih PEKİzmir Ekonomi Üniversitesi,Uluslararası Ticaret ve Finansman 3. Sınıf,Risk Yönetimi ve SigortacılıkSertifika Programı, [email protected]

33Nis

an20

12

www.sfinance.org

MAKALE

Page 34: sfinance nisan

“Uluslararası Kredi Derecelendirme Şirketi Moody’s, Haziran 2011’de aşağıdakilerden hangisinin Türkiye’nin kredi notu üzerinde baskı yapabileceği açıklamıştır?” Bu soru 2011 KPS sınavında genel kültür kısmında soru-larak artık yıllardan beri ülkemizin en önemli ekonomik sorunlarından biri olan, hatta Tür-kiye ekonomisinin yumuşak karnı olarak ni-telendirilen cari açığın artık herkes tarafından bilinebilen bir gerçek olduğunun en önemli göstergelerinden biridir. Cari açık yıllardan beri devam etmektedir. Bu süre içerisinde bir sürü hükümet değişimi ve defalarca krizler atlatmamıza rağmen cari açığın çözümü için bir yöntem geliştirilememiş ve günlük çözümlerle üzeri kapatılmaya çalışılmıştır.Cari işlemler hesabı= İhraç ettiğimiz mal ve servislerden kazandığımız gelirler +yatırım ge-lirlerimiz- (ithal ettiğimiz mal ve servis gider-leri+ yatırım giderlerimiz) -/+ transfer gelirleri-miz. Bu işlemin sonucu pozitif olursa cari fazla bizim ülkemizdeki gibi negatif olursa cari açık oluyor. Dünya cari işlemler hesabının sonucu sıfırdır, çünkü cari açık veren ülkeler ile cari fazla veren ülkeler birbirini dengelemektedir. Türkiye yıllardan beri cari açık veren ülkeler arasında yer almaktadır. Özellikle son yıllarda dünyada en çok açık veren 10 ülke arasında yer alıyoruz. Bu rakam 2000’li yılların başından itibaren hızla artış göstermektedir. Cari açığın nedenlerini sıralayacak olursak; yetersiz tasar-ruf oranı, ithalat bağımlılığımıza bağlı döviz kuru dengesizliği ve son olarak da cari açığın yanlış finansmanıdır.

Türkiye 2000’li yılların başında %23-25 oranında tasarruf yaparken, bugün bu oran %13-15’e kadar gerilemiş durumda aynı oran gelişmekte olan ülkelerde ise ortalama %33, gelişmekte olan Asya ülkelerinde ise %45’i bulan bir oran ortaya çıkıyor. Yani Türk insanı yatırım yapmak yerine tüketim yapmayı ter-cih ediyor. Yatırım yapmayı bir kenara koya-cak olursak, Türk insanın yarısından fazlası

kazancından daha fazla tüketiyor, gerektiğinde kredi çekiyor ya da bir bankanın kredi kartını diğer banka kartıyla kapatıyor. Türk halkının tasarrufa yönelmemesinin sebepleri arasında; mevduat faizlerinin enflasyonun altında e-zilmesi ve tasarruf sahibine reel bir kazanç bırakmamış olması nedenlerin başında sayılıyor. Diğer nedenler arasında ise; gelir dağılımında eşitsizlikler bulunması ve finansal farkındalığın yayılmamış olması olarak sıralanabilir.

Döviz kuru dengesizliğini inceleyecek olursak Türkiye bu konuda gerçekten çok hassas ko-numda, çünkü daha fazla ihracat yapıp cari açığı kapatması gerek bunun için ise TL’nin değerini düşürerek kendisine yüksek miktarda avantaj sağlayabilir ama işler öyle olmuyor. Tamamen dışarıya bağlı bir enerji kullanımımız ve yüksek miktarda ara mal ithalatımız bulunmaktadır. Türkiye ekonomisini ne kadar çok büyürse o kadar çok cari açık veren bir ekonomi haline geldi. Bunun için paramızın değerini ancak be-lirli bir noktaya kadar düşürebiliyoruz. En son olarak merkez bankası da 1.80’in üzerine çıkan dolar/TL paritesine istisnai gün uygulaması ya-parak müdahale etti, çünkü 1.80’in yukarısına çıktığı an enflasyon ekonomimiz açısından gerçekten sorun oluyor. 1.70 aşağısı da ithalatı arttırıp ihracatın azalmasına sebep oluyor. TiM başkanı da bu konuda Türkiye için ideal kur oranı 1.70-1.80 bandı olduğunu belirtti.Cari açığın kapatılması için iki tür kaynak bulunmaktadır; doğrudan yatırımlar yada

CARİ AÇIK NEDEN KAPANMAZ?

34 Nis

an20

12

www.sfinance.org

MAKALE

Page 35: sfinance nisan

kısa vadede yatırım olarak da bilinen port-föy yatırımları. Doğrudan yatırımlar ülke için faydalıdır. Kalıcılığı kesindir. Ani şekilde ya da kriz döneminde gitme gibi bir riski yok-tur. Ülke ekonomisine vergi kazandırır. Ama kısa dönem fonlar kriz karşısında aniden terk edebileceği gibi bu durum o ülke için yatırımcı gözünde güvensiz bir ortam yaratır ve sonuç olarak ekonomilerindeki kırılganlığı arttırır. Türkiye’nin son yıllardaki cari açığı sürdürü-lebilir kılmasının en büyük nedeni olarak doğrudan yatırımların çokluğu olarak gösterili-yordu ama son yıllarda bu yapının da bozulduğu ve kısa vadeli yatırımların hızla arttığı gözlen-mektedir.

Başlıkta cari açık kapanamayacağında söz ettiysek de cari açığın kapanması için dev-letin yapması gereken bir sürü uygulama vardır. Tasarruflar açısından bakacak olursak; kadınlar daha fazla iş gücüne sokulmalıdır, bu sayede ailelerin gelir düzeyleri artar ve tasar-ruf yapmaya daha istekli olurlar. Ayrıca fi-nans okuryazarlığı arttırılıp, finansal enstrü-manlar daha iyi tanıtılmalı, bireysel emeklilik fonları ve sigortalar teşvik edilmelidir. İthal bağımlılığı açısından bakacak olursak hızlıca enerji politikamız değiştirilmeli ve doğal gaza bağımlı bir enerji üretimi yerine yenile-nebilir enerji üretimi teşvik edilmeli bu yönde araştırılmalar yapılmalıdır. Ara mal ithalatı

azaltılmalı, teknolojik gelişmeler arttırılıp üretimin tamamına yakını Türkiye’de yapılması sağlanmadır. İthalata bağlı olduğumu sektör-lerde teşvikler verilip, sektör temsilcileriyle fikir alışverişi çerçevesinde sektörlerin gelişimi tartışılmalıdır. Bu sayede cari açık büyüme arasındaki pozitif korelasyonu da bozmuş oluruz. Cari açığın finansmanı kısmında ise en azından krizlerde ve beklenmedik kon-jonktürel hareketler karşısında sürdürülebi-lirlik yaratmak açısından doğrudan yabancı yatırımı teşvik edilmeli, finansmanı bu yönde sağlamaya çalışılmalıdır. Türkiye’nin cari açığı azaltması için gerçekten çok büyük köklü ön-lemler alıp bunları sağlıklı planlar çerçevesinde uygulaması gerekmektedir.

Halil KARLIİzmir Ekonomi Üniversitesi,Uluslararası Ticaret ve Finansman 3. Sınıf [email protected]

35Nis

an20

12

www.sfinance.org

MAKALE

Page 36: sfinance nisan

İzmir İktisat Kongresi(17 Şubat–4 Mart 1923) ilk olarak Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde İzmir’de Banka-Han binasında toplanan 1135 delege ile yeni Türkiye’nin ekonomik sorunlarının tartışıldığı bir kongre olmuştur. TBMM’nin bu dönemde ilk amacı yurdu işgalden kurtarmaktı; fakat o yıllarda gerçekleşmesi sabırsızlıkla beklenen ekonomik bağımsızlık hedefinin nasıl gerçekleştirileceğine dair fikir-ler görüşüldü. Kongrede, devletin ekonomideki rolü, demir yolları ,yabancı ser-mayeler ve yer-li sanayi konuları hakkında önemli kararlar alınmıştır.1923 İzmir İktisat Kongresi anısına Dokuz Eylül Üniversite-si (DEÜ) İktisadi ve İdari Bilimler Fakül-tesi İktisat Bölümü 3.İzmir Ulusal Ekono-mi Kongresi düzenledi.(28 Şubat-2 Mart)

3.İzmir Ulusal Ekonomi Kongresinin açılışında konuşmasını yapan İzmir Vali Yardımcısı Ardahan Totuk, ilk iktisat kong-resi’ nin, 1923 yılında

Lozan Antlaşması görüşmelerine “kapitül-asyon dayatmaları” nedeniyle ara verildiğinde yapıldığını hatırlattı. İzmir İktisat Kongresi’ ndeki alınan kararlarada değinen Ardahan To-tuk,” Büyük Atatürk’e sahip çıkmak zorundayız” dedi. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanvekili Sırrı Aydoğan da, üretime vurgu yaparak, “Üretmek, üretimi artırmak ve ürettiğinizi sat-mak gerekli. Ayrıca tarım ve hayvancılık asla ihmal edilmemeli. Onlar olmadan bir ülkenin yükselmesinin ihtimali yoktur” diye konuştu. İzmir Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Ekrem Demirtaş, küresel ekonomik kriz ile iyi başa çıkan Türkiye’nin Çin’le beraber dünyada en hızlı büyüyen ekonomilerden olduğunu fakat cari açık ve dış ticaret açığının bu büyümeyi yavaşlattığına vurgu yapıp “Yaşamda başarılı olmak için dünyayı izlemek zorundasınız” dedi. DEÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Füzün, üniversitenin misyonunun bilgiyi ticarileştirme

haline geldiğini, ARGE ve teknoparkların önemli iki unsur olduğunu belirtti. İzmir Ekonomi Üniversitesi Uluslararası Tica-ret ve Finansman bölümü öğrencileri; Jiahe Hu, Birce Dobrucalı, Halil Karlı ve Melih Akyurt 3. İzmir İktisat Kongresi’ nde ‘‘Otomotiv Sek-töründe Teknolojik Gelişmenin Önemi: Tür-kiye Ve Güney Kore Karşılaştırması’’ başlıklı makalelerini sundular. Sunumlarında, Türkiye-Güney Kore karşılaştırılması konusunda Güney Kore’nin kalkınma yarışında Türkiye’nin önüne geçmiş olmasının sebeplerinden ilki olan AR-GE faaliyetlerine verdiği öneme dikkat çektiler. Güney Kore’nin başarısının altında yatan bir diğer önemli etken olan ihracata yönelik kalkınma stratejisi izlenmesine ayrıca Türkiye ile Güney Kore arasındaki en önemli farklar-dan Güney Kore hükümetinin uyguladığı etkin devlet müdahalelerinin ve teşviklerin önemine değindiler.

Makalenin tamamına www.sfinance.org adresinden ulaşabilirsiniz.

3. İZMİR İKTİSAT KONGRESİ

Halime BAYER

36 Nis

an20

12

www.sfinance.org

HABER

Page 37: sfinance nisan

İzmir Ekonomi Üniversite’sinde düzenlenen “Sermaye Piyasası: Türkiye’nin gelecekteki fırsat penceresi” konulu konferansta konuşan İbrahim Turhan, İMKB’nin kat edeceği daha çok yolu olduğunu belirterek ISO 1000’deki sadece 127 şirketin halka açık olduğunu, geri kalan halka açık olmayan şirketlerin ise bilan-ço ve kurumsallaşma konusunda herhangi bir problemi olmayan şirketler olduğunu söyledi. Ayrıca bazı girişimcilerin İMKB’ye adrenalin için geldiğini belirten Turhan “İstinye’ye gelmeyin, Veli Efendi’ye gidin, hem orada çok beklemenize de gerek yok. Mikro iktisat okuyanlar bilir bazı insanlar riske aşıktır. Adam dağın tepesinden kendini aşağı atıyor, böyle insanlar olabilir. Bazı insanlar risk almayı sever, adrenalini sever; fakat bunun yeri İMKB değildir.” dedi.

Halil Karlı

İbrahim Turhan: “Adrenalin isteyen Veli Efendi’ ye gitsin.”Bazı girişimcilerin İMKB’ye adrenalin için geldiğini belirten Turhan, bilinçsiz yatırımcının yerinin İMKB olmadığını belirtti.

37Nis

an20

12

www.sfinance.org

HABER

Page 38: sfinance nisan

Finans teorisinin temelinde herkesin bildiği gibi insanların rasyonel varlıklar olduğu ve yatırım kararlarını alırken de beklendiği gibi rasyonel kararlar verdikleri varsayımı yer almaktadır. Bu doğrultuda yatırımcıların kararlarını finansal göstergelere, matematiksel olgulara ve geçmiş verilere dayandırdığı kabul edilmektedir. An-cak yapılan çalışmalar göstermiştir ki insanların davranışları her zaman geçerli mantıksal te-mellere dayanmamakla birlikte aşırı güven, önyargı, cinsiyet farklılıkları, medeni durum gibi çeşitli psikolojik ve demografik faktör-lerden de büyük ölçüde etkilenmektedir. Bütün bu yapılan çalışmalar, İsrail asıllı iki psikolog Nobel ödüllü Profesör Kahneman ve Tversky’in öncülüğünde “davranışsal finans” kavramını ortaya koymuş ve davranışsal finansın temelini oluşturmuştur. Davranışsal finans bazı çevre-ler tarafından etkin piyasa hipotezine karşı geliştirilmiş alternatif bir değerler dizisi olarak da değerlendirilmektedir.

Davranışsal finans bireysel yatırımcıların yatırım davranışlarını birçok psikolojik ve de-mografik faktör üzerinden değerlendirmekle beraber cinsiyet açısından bakıldığında da çeşitli farklılıklar ortaya koymuştur. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki erkek yatırımcılar hisse senedi piyasalarında kadın yatırımcılara na-zaran daha büyük bir paya sahiptirler. Bununla birlikte erkekler birçok alanda olduğu gibi fi-nans alanında da kendilerine kadınlardan daha fazla güveniyorlar. Geliştirilen teorik modellere

ve yapılan çalışmalar sonucunda elde edilen sonuçlara göre ise aşırı özgüvenli yatırımcılar normalin üzerinde işlem gerçekleştiriyorlar her ne kadar çalışmalar, hisse senedi piyasasında yapılan işlem sayısı ile uzun dönemli getiriler arasında ters yönlü bir ilişki olduğunu gösterse de. Diğer bir deyişle, çalışmalar hisse senedi piyasalarında ne kadar çok işlem yapılırsa uzun dönemde getirilerin aynı ölçüde azalacağına işaret etse de aşırı özgüvenli yatırımcıların olması gerekenden fazla işlem yaptığı gerçeğini değiştiremiyor.

2001 yılında iki ünlü psikolog Odean ve Barber’ın 35,000 yatırımcı üzerinde yapmış oldukları çalışmanın sonuçlarına göre erkekler kadınlardan %45 daha fazla işlem yapmaktadır ve bunun sonucunda erkeklerin net getirisi yıllık %2.65 azalma göstermektedir (hiçbir işlem yapmadıkları duruma kıyasla). Erkeklere kıyasla daha az işlem gerçekleştiren kadınların zararı ise %1.72 ise sınırlı kalıyor.

Öte yandan, çalışmalar ortaya koymuştur ki erkek yatırımcılar kadın yatırımcılara kıyasla daha fazla risk almayı severler. Kadınlarda ise riskten kaçınma davranışı %60‘lara varan oranlar-da daha sık karşılaşılan bir durumdur. Son olarak, dünyaca ünlü yatırım bankası Merrill Lynch’in fon yönetimi birimi tarafından gerçekleştirilen bir araştırma, yatırım yaparken kadınların erkeklere oranla daha az hata yaptığını ve hatalarından daha fazla ders aldığını ortaya koymuştur. Araştırmaya göre, kadınların erkeklere göre zayıf kalan yanlarını ise “yatırım konusunda daha az bilgiye sahip olmaları ve yatırım yapmak-tan erkekler kadar zevk almamaları” oluşturuyor.

CİNSİYETİN YATIRIMCI DAVRANIŞLARI ÜZERİNE ETKİSİ

Gözde ÖZERİzmir Ekonomi Üniversitesi Uluslar arası Tic. ve FinansmanLojistik Yönetimi ÇAP3. Sınıf [email protected]

38 Nis

an20

12

www.sfinance.org

MAKALE

Page 39: sfinance nisan
Page 40: sfinance nisan