-
Tarih �ncelemeleri Dergisi Cilt/Volume XXVI, Say�/Number 1
Temmuz/ July 2011, 201-233
SELÇUKÎLER ZAMANINDA ANADOLU’DA TÜRK MEDEN�YET��
Fuat KÖPRÜLÜ
Aktaran: Tülay MET�N**
(s. 193) Osmanl� saltanat�n�n tesisinden evvel Anadolu
Türklerinin geçirdikleri safhalar, bugüne kadar yaln�z siyasî ve
askerî bir nokta-i nazardan tedkik edilebilmi�, ictimaî hayat�n
lisan, edebiyat, s�nai-yi nefise, iktisadiyat, din, adat ve ahlâk,
hukuk gibi muhtelif tecellileri, hülasa bir kelime ile garb
Türklerinin ebda’ ettikleri medeniyetin �ekil ve rengi tamam�yla
meçhul kalm��t�r. Tarihi yaln�z siyasî ve askerî hadiselerin
ma’kesi addeden eski tarihçilerimizin bize laz�m gelen vesaiki
b�rakmamalar� bu meçhuliyette k�smen medhaldar olsa bile as�l
mesuliyet tarih medlûlini anlamayan bugünki müverrihlerimize
racidir: Osmanl� tarihini kendisine takdim eden safhalardan
tamam�yla ay�rarak mevhum ve mücerred bir surette tedkike çal��an o
gibi müdekkikler için sekizinci as�rdan evvelki zaman�n hiçbir
k�ymeti yoktur; lisan�n, edebiyat�n, (s. 194) tarz-� mai�etin,
ahlak ve adat�n Osmanl�lardaki tecellilerini anlamaya çal���rken,
yaln�z “Sö�üt” ve havalisinden bahsederler ve yaln�z “kay�” a�ireti
nazar-� dikkatlerini celb eder. Orta Asya’dan gelen ufak bir a�iret
halk�n�n az müddette müesses ve kavi bir hükümet te�kil
edebilmesini ancak harikulade rüyalarla tefsir eden eski
müverrihler gibi, bugünki müdekkikler de, Anadolu’daki Türk lisan
ve edebiyat�n� dört yüz çad�r halk�nda aramaktan hala fari�
olmuyorlar. Hâlbuki ilmî bir surette dü�ünülürse derhal
� Anadolu’da inki�af eden Türk edebiyat�n�n yedinci ve sekizinci
as�rlarda nas�l bir �ekil ve
mahiyette bulundu�u bu meseleyi nisbeten en iyi tedkik etmi�
olan “Gibb” de dâhil oldu�u halde bütün müverrihlerce meçhul
kalm��t�r. Yukar�daki makale, Anadolu’daki Türk edebiyat�n�n ilk
safhalar� hakk�nda peydeypey ne�r etmek ümidinde bulundu�umuz
silsile-i tedkikate medhal omak üzere, bundan üç sene evvel
yaz�lm�� ve 1330-1331 sene-i dersiyesinde daru’l-fünunda takrir
edilmi�ti. Bu defa onu tab’ ve ne�r ederken birçok yerlerini -heman
kâmilen denecek derecede- tebdil ve tevsi’ lüzumu his ettikse de,
ba�l� ba��na uzun bir tetebbua muhtaç olmak itibar�yla bu cihette
ileriye ta’lik �imdilik birkaç ufak ha�iye ilâvesiyle iktifa
eyledik. Bu makale, Milli Tetebbular Mecmuas�, Cild II, Say� 5,
1331, 193-232’de yay�nlanm��t�r.
** Dr., Abant �zzet Baysal Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi,
Tarih Bölümü, Bolu.
-
Fuat Köprülü
202
anla��l�r ki Osmanl� lisan�, Osmanl� edebiyat� demek, bilumum
garb Türklerinin lisan ve edebiyat� demektir; millî bir medeniyeti,
siyasî hâkimiyetlerden maada ehemmiyet ve tesirleri olmayan
muhtelif sülalelere isnad etmek tam manas�yla bir garibedir; her
hangi bir �ehir veya vilayet Selçukîlerden Osmanl�lara yahut
Karamanl�lara geçmekle millî rengini de�i�tirmi� olmuyordu.
Esasen Osmanl�lardan evvel Anadolu’nun iyice Türkle�mi� oldu�u
kabul edilmezse, ufak bir a�iretin o kadar vâsi bir sahada kavi bir
hükümet ve oldukça kuvvetle temsil eden bir medeniyet vücuda
getirmesi, nihayet bir muamma halinde kal�r. Millî tarihimizin
�imdiye kadar en meçhul kalan ve en yanl�� anla��lan bu noktas�n�
tenvir için, garb Türklerinin medeniyetini müteselsil gayri
münkat�’ bir surette izaha çal��aca��z.
Siyasî Hayat Büyük Türk hakan� “Melik�ah”�n vefat�yla muazzam
Selçukî
�mparatorlu�u parçaland��� esnada Küçük Asya’da meydana ç�kan
müstakil Rum Hükümet-i Selçukîyesi oldukça kavi esaslar üzerine
istinad ediyordu; ana vatandan nihayetsiz bir sel �eklinde ç�kan
Türkler Acem ve Arap medeniyetleriyle iyice temas ettikten sonra,
bilhassa “Malazgirt” muzafferiyetini müteakib Anadolu’da tamam�yla
istikrar etmi�ler ve lisanlar�n�, dinlerini âdetlerini lay�k�yla
tamim ederek Ermeni hâkimleriyle Bizans hükümdarlar�n� daimi bir
tehdit alt�nda b�rakm��lard�.
H�ristiyan âleminin �arka do�ru mütemadi hücumlar�na mukabil,
�slâm âlemi yani ana vatandan kesif kitlelerle gelen Türkler garbe
ilerliyor, Türk cengaverlerinin Ak ve Kara Deniz k�y�lar�nda
yükselen tevhid nidalar�, Bizans’�n bütün mukabelelerine ra�men,
daimi bir yürüyü�le Marmara kenarlar�na yakla��yordu. Türk, Kürt,
(s. 195) Arap, Acem, Ermeni hatta Rum unsurlar�ndan mürekkeb gayri
mütecanis ordusunun kuvveti, Anadolu Hükümet-i Selçukîyesini uzun
müddet kom�ular�na mütefevvik bulundurarak etraftaki �slâm ve
H�ristiyan hükümetlerine deh�et bah� olmu�tu; Fakat alt�nc� asr�n
nihayetlerine do�ru “K�l�ç Arslan”�n, Selçukîlerin eski âdetlerine
imtisalen memleketi o�ullar� aras�nda taksim etmesi, bu muazzam
imparatorlu�un kuvvetini yekdi�erine mütear�z on bir k�sma ay�rarak
dâhili muharebelerin zuhuruna sebebiyet verdi. Nihayet “Sultan
Rükneddin Kâhir” vahdet-i siyasiyeyi temin için bütün hayat�n� sarf
ettiyse de usul-� idarenin icabat� ve veraset-i kanuninin gayri
muayyen �ekli Anadolu Türklerinin payidar bir refah ve saadet
devresi idrak etmelerine daima mani oldu: veraset kavgalar�,
istiklal gürültüleri aras�nda Rum ve Ermeniler f�rsat buldukça ba�
kald�r�yorlar, civardaki Türk ahaliyi yerlerinden kaç�r�yorlar,
fakat biraz sonra hem civarlar�
-
Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti
203
üzerinde nüfuzunu tesis eden bir Türk hükümdar� kar��s�nda
ma�lup ve peri�an olarak a��r �artlarla akd-i sulh ediyorlard�.
Hülasa, bütün dâhili tefrikalara ra�men Anadolu’da Türk
hâkimiyeti her �eyde kendini göstermekte idi. Anadolu
Selçukîlerinin parlak devri addedilen “Birinci Alâeddin Keykubâd”
zaman�nda, Selçukîlere tâbi küçük emaretler kâmilen daire-i itaate
irca’ olundular; fakat o esnada �arktan dehha� bir kas�rga gibi
gelen Mo�ol kuvveti kar��s�nda mukavemet kabil olamayaca��n�
anlayan hükümdar, �lhan-� Azama tabiyetten sonra, dâhil �ore�leri
ve “Celâleddin Harezm�ah”�n hücumlar�n� def’ ile me�gul oldu. Bütün
Anadolu’yu kendi idaresine alarak harici muhacimleri def’ ettikten
maada hakan-� azama tabiiyetle Mo�ol istilas� tehlikesini de
bertaraf eyleyen bu müdebbir hükümdar zaman�nda garb Türkleri mesud
ve müreffeh bir hayat geçiriyorlard�. “Konya”, “Sivas”, “Erzincan”
gibi büyük medeniyet merkezleri etraf�na metin surlar çekilmi�,
Anadolu’nun her taraf�nda camiler, türbeler, medreseler, hanlar,
çe�meler yap�lm��t�. O devre kadar dâhili gürültülerden
kurtulamayan, muhacim ordular taraf�ndan ba� ve ba�çesinin pay-i
mal edildi�ini ve hayat ve servetinin daima tehlikede bulundu�unu
bilen halk, “Alâeddin”in hekimâne siyaseti sayesinde, memlekette
asayi�, refah, saadet görüyorlard�. Büyük �ehirlerde hayat
incele�mi�, ay� u ��ret, sefahat, s�nayi-i nefise terakki etmi�ti.
“Tevârih- Âli Selçuk” müterciminin pek iyi söyledi�i vecihle,
mü�arileyh (s. 196) “Selçukîler hanedan�n�n siracu vehhac ve ayet
muhkim idi. O�uz hanlar�ndan ve O�uz neslinden �slâm sancaklar�n�
ve alemlerini an�n gibi yüceltici sultan gelmedi. Ve an�n gibi
ki�verdar ve din perver, �ehriyar-� dadgoster ve sultan-�
�eytan-suz ve cihanban bina enduz Türkistan’dan Acem iklimlerine ve
Rum’a inmedi. Uc azamette ve devre-i r�faatde ol mertebeye
eri�mi�ti ki mûlûk-� emsar ve cebabire-i ruzgar mümin ve
zunnardar-� Hicaz diyar�ndan Gürcistan ve Abhaz hududuna de�in ve
Rus vilayetinden Tarsus hududuna de�in ve Antalya hududundan
Antakya aksas�na de�in ve Su�dak ve K�pçak yaz�lar�ndan �am ve Irak
beriyyelerine de�in ve Rum ve Frenk ve Ermen vilayetinin
bidayetinden Medain ve Yemen vilayetinin nihayetine de�in cümle
an�n ferman�na muti‘ ve munkad olmu�lard�. Ekser ekâlimde hutbe ve
sikke an�n ad�yla mü�erref ve müzeyyendi”.
Fi’l-hakika “Keykubâd-� evvel” memleketinde adil, kavi ve
muntazam bir idare vücuda getirmekle kalmayarak ulema ve udebay� da
etraf�na toplam��, zeki, müdebbir, sanatkâr, sanatperest bir
hükümdard�. Rum saltanat�n�n küçük karde�ine verilece�ini anlayarak
ondan evvel babas�n� öldüren “G�yâseddin Keyhüsrev” tahta geçince,
Anadolu’nun refah ve saadeti birden bire gaib oldu: “Alâeddin”in
katlini tecviz etmeyen �lhan-� Azam “Baycu Noyin”i Anadolu
vilayetlerine nezaret maksad�yla ve kutlu bir ordu ile gönderdi.
Dâhilen i�ler
-
Fuat Köprülü
204
kar���yor, veraset kavgas�, “Baba �shak”�n huruci “Saadettin
Köpek” isminde bir nedimin rezaletleri, M�s�rl�lar�n agavati
yeti�miyor gibi Mo�ollar “Erzurum”u, “Tokat”�, “Kayseriye”yi zabt
ve “G�yâseddin”in ordular�n� ma�lup ediyorlard�. Bu daimi harekât-�
askeriye ahalinin huzur ve istirahat�n� mahv ediyor, refah ve
servet yerine zulm ve sefalet hükmferma oluyordu. Duçar oldu�u
felaketlerden müteessiren “Sis”e çekilerek orada ay�u i�retle mahv
olup giden bu hükümdardan sonra, Anadolu’nun hayat� çok tahammülsüz
bir �ekil ald�: “G�yâseddin”in üç o�lu kâh münferiden kâh ikisi üçü
birlikte icra-y� saltanat ediyorlar, Mo�ollar�n, Bizansl�lar�n
müdahaleleri ve dâhilî igti�a�lar aras�nda memleket mahv ve peri�an
olup gidiyordu. Ahali zalim ve gaddar memurlar elinde inliyor,
�lhan-� Azama verilen vergiyi tahsil için her �ey me�ru ve tabii
görülüyordu. Nihayet “Üçüncü Alâeddin Keykubâd”�n “Gazan Han”�n
emriyle idam�ndan sonra, Anadolu’nun (s. 197) siyasî vahdeti art�k
kat’i olarak bozuldu; “470”den “707”ye kadar devam eden Selçukî
devleti enkaz� üzerinde yükselen on tane küçük beylikten bir tanesi
yani Osmanl� emareti az müddet zarf�nda garb Türklerini
toplay�ncaya kadar, Anadolu’da kat’i bir sükun ve saadet devresi
aç�lamad�.
Mamafih, bütün o dâhili ve harici kar���kl�klara ra�men, Anadolu
mütemadiyen Türkle�tirilmi�, �slâm dini ve Türk lisan� her taraf�
istila etmi�, �ayan-� dikkat bir medeniyet ibda’ edilmi�tir;
binaenaleyh, Osmanl� hükümeti tesis etti�i zaman, Anadolu Türkleri
fikir ve medeniyet itibar�yla bizim müverrihlerimizin zann�ndan çok
fazla ilerlemi�, göçebe hayat�ndan ve a�iret �eklinden -bilhassa
büyük �ehir ve kasabalarda- tamam�yla kurtulmu�tu1.
�dare Te�kilât� Hâricî ve dâhilî bütün dü�manlara ra�men Küçük
Asya’da Türk ruh ve
irfan�n� ne�re muvaffak olan Selçukî devleti, idare ve ordu
te�kilat�n� az çok kavi esaslar üzerine istinad ettirmi� ve oldukça
payidar bir idare tesis etmi�ti2.
1 Müneccimba�� Tarihi – Hayrullah Efendi Tarihi – Künhü’l-Ahbar
– Tenkih et-Tevârih –
Miratü’l-�ber – el-Araze – Selçuknâme-i �bn Bîbî “Türkçe” – �bn
Esir – Hammer Tercümesi – Takvim-i Meskûkât-� Selçukîye –
Meskûkât-� �slâmiye Katalo�u “Dördüncü Cild” – Halil Edhem ve Ahmed
Tevhid beyler taraf�ndan Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuas�nda ne�r
edilen muhtelif makaleler.
2 �slâmiyeti kabul etmi� Türkler taraf�ndan tesis olunan
hükümetlerin hemen hepsinde meselen Selçukîlerde birçok müessesat-�
idare Abbasilerden iktibas olunmu�tur. Abbasilerin bu husustaki
te�kilât�na gelince, onlar Sasanilerden -medeniyetin sair
hususat�nda oldu�u gibi bu sahada da- birçok �eyler iktibas
eylemi�lerdir. “Müverrih Barthold”, sair bilumum müverrihlerle
hemfikir olarak, �ranl�lara meyal olan Abbasilerin Sasanilerden
usul-� idarece birçok �eyler ald�klar�n�, vezaretin s�rf
Sasanilerden me’huz oldu�unu, hatta Horasan’a Sasanilerin zaman�nda
oldu�u gibi Abbasilerin zaman�nda da iki kere hükümdar�n o�lunun
vali
-
Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti
205
tayin edildi�ini söylüyor [Barthold, Mo�ol �stilas� Zaman�nda
Türkistan, Rusça] Abbasilerin te�kilât� hakk�nda “Corci Zeydan”�n
“Medeniyet-i �slâmiye Tarihi”nde birçok tafsilat vard�r.
Anadolu’daki Selçukî hükümeti, sair mahallerdeki Selçukî
hükümetlerinden daha ziyade millî ananelere sad�k kalm��, meselen
“�ilan, segir” gibi millî ve umumî müesseseleri, yirmi dört boy
te�kilât�n�, hatta kurultay� muhafaza etmi�tir. [Bunlar hakk�nda
fazla malumat almak için mecmuam�z�n geçen say�s�ndaki makalemize
müracaat ediniz]. Bunun sebebi, öyle görülüyor ki, Türklerin
Anadolu’ya kesif kitleler halinde gelmeleri ve bu büyük kitlelerin
ananelerini, müesseselerini de kendileriyle beraber getirmeleridir.
Anadolu daha “Alp Arslan”�n, hatta “Tu�rul Bey”in zamanlar�nda bir
daru’l-cihad idi; yaln�z büyük kitleler de�il, birçok serguze�tci
efrad da oraya ko�up giderlerdi [Nizamülmülk, Siyasetnâme]. Selçukî
te�kilât�nda Gaznevîlerin ve binnetice Samanilerin tesiri oldu�u da
daima nazar-� itibara al�nmal�d�r. Binaenaleyh “Barthold”un
Samaniler hakk�nda “Siyasetnâme ile “Ner�ahi”den iktibas etti�i
izahat� hülasen nakl ediyoruz: Hükümetin ba��nda yaln�z Cenab-�
Hakka kar�� mesul bir hükümdar vard�; büyük bir tesiri olmamakla
beraber hükümdar Ba�dad halifesinden bir ferman al�rd�. Hükümdar�n
mesai-yi umumiyeyi tanzim edecek bir veziri olurdu. O as�rlarda
�ark Müslüman Hükümetlerinde idare ikiye ayr�l�rd�: Saray, divan.
Samanilerden evvel �ark Müslüman hükümetlerinde Abbasîlerde oldu�u
gibi kölelerden ve bilhassa Türk kölelerden mürekkeb bir hassa
askeri bulundu�unu biliyoruz; Fakat “�smail” ve halifeleri
zaman�nda böyle bir asker mevcuttu. Bu kölelerin o zaman büyük bir
nüfuzu olmad��� gibi, büyük memuriyetlerde bunlara munhas�r
de�ildi; büyük ailelerden bir tak�m adamlar da o memuriyetlere
geçebilirlerdi. Orduda “dihkanlar”da vard�; ve esasen o as�rda
bütün Maveraünnehir ahalisi silah ta��rlard�. “Nizamülmülk” bir
Türk gulam�n�n Samanî Devleti zaman�nda nas�l meratib-i kat’i
etti�ini anlat�yor [Siyasetnâme 17. mebhas]. Mamafih bu âdet daha
“Nizamülmülk” zaman�nda art�k mer’i de�ildi. O tafsilata göre,
nefer, s�ras�yla “Yasak ba��, hayl ba��, hacib” ve nihayet
“Hacibu’l-Hüccab” olabilirdi ki bu son derece devletin en yüksek
mevkilerinden idi. Sarayda bundan ba�ka, hassa kumandan�,
kap�c�lar, avc�lar; mirahurlar, ila ahiri vard� ki, Siyasetnâmede
birer birer mezkûrdur. Askerî büyük makamlar ve bilhassa valilik,
baz� istisnalardan sarf-� nazar, eski büyük ailelere mahsus
gibiydi. Devletin en yüksek makam� Horasan valili�i olup buran�n
valisine “Sipehsalar” derlerdi; hükümdar birisini vezir tayin etmek
isterse onun reyini istimzac ederdi. “Hacibu’l-Hüccab”l�k valilik
makam�ndan çok yüksekti. Saray�n ia�esini “vekil” idare ederdi ki
vüzera ve sair ümera ile hemrütbe idi. “Ner�ahi”, “Tarih-i
Buhara”s�nda devletin on resmi dairesi bulundu�unu söylüyor ki
�unlardan ibarettir: “1” Divan-� Vezir “2” Divan- Müstevfi “3”
Divan-� Amidülmülk “4” Divan-� Sahib-i �ura “5” Divan-� Sahib-i
Berid “6” Divan-� Mü�rif “7” Divan-� Melik Hükümdar “8” Divan-�
Muhtesib “9” Divan-� Vakf “10” Divan-� Kad�. Vezir, bütün
kâtiplerin reisi olup, alameti, yan�nda bir hokka bulunmas�d�r.
“Müstevfi” yahud “Hazine” dairesi Abbasîlerin “Divan-� Harac”�na
muadil gibidir. “Amidülmülk” dairesi “Divan-� �n�a” vazifesini ifa
eder. “Divan-� Sahib-i �ura” Abbasîlerin Türk askerî divan�”na
muadildir; bu dairede mülkiye memurlar�ndan “Âr�z”�n bulunmas� icab
eder ki, bunun vazifesi, askere maa� tevziinden ve hesabata
bakmaktan ibarettir. Samanîler senede dört kere maa� verirlerdi.
“Sahib-i Berid” posta nâz�r� demek olup merkezin emirlerini
vilayata tebli�e ve vilayetlerden olup biteni merkeze ahbare
memurdu. Merkezî idare Samanîlerde o kadar kutlu idi ki
vilayetlerden valiler aleyhine haberler verilse bile merkeze vas�l
olurdu; fakat Gaznevîlerin zaman�nda vilayatta bu vazife ile
mükellef olanlar valilerin emrine tabidiler. “Divan-� Mü�rif” saray
masraf�n� tefti� ile mükellefti. “Divan-� Melik Hükümdar”
hükümdar�n emlâk�n� idare eden bir “vekil”in idaresinde idi.
Muhtesibler çar�� ve soka��n intizam ve asayi�ine, belediye
i�lerine bakarlard�; bu vazifeye mutemed had�m a�alar�,
bitarafl�kla me�hur kibarlar, ihtiyar Türkler,
-
Fuat Köprülü
206
Son inkisam safhas�na kadar (s. 198) az çok farklarla devam eden
bu te�kilât�n esas�n� millî ve dinî ananelerde aramak icab eder.
�slâm dinine ve ehl-i sünnet mezhebine bütün vicdanlar�yla sad�k
kalan sair Türkler gibi, Rum Selçukîleri de �eriat�n ahkâm�na
tamam�yla riayet etmekte idiler. Her yerde kad� ve müftüler ahkâm-�
�er’iyeye taben infaz-� hükm eylerler, adaletin ihlaline müsaade
etmezlerdi. Sultan�n daire-i hükümeti dâhilinde birinin mal�
çal�nsa derhal hazineden tazmin edilirdi. “Zira kadim-i �slâm
padi�ahlar�n�n âdeti bu idi ki hükmü eri�ti�i yerlerde u�ru ve
harami (s.199) halk�n mal�n� alsa öderlerdi ve sonra haramiyi bulup
siyaset ederlerdi. Ve mal�n hezaneye teslim ederlerdi. Ve
�ehirlerde ve vilayetlerde al�nsa ol �ehrin ve ilin suba��s� ve
naibi eksiksiz öderlerdi. Ondan sonra haramiyi talep edip
bulurlard�. Zira �er’i bunun üzerine mebnidir ki halk�n mal�na ve
can�na beyler ve hâkimler pay�ndand�r”3
Yedinci asr�n son senesinde Konya taht�na cülus eden ve pek
garip ber ser-i guze�t sahibi olan “G�yâseddin Keyhüsrev b. K�l�ç
Arslan” ilm ü fazl� nisbetinde adil oldu�u cihetle, her gün tevzî-i
adaletle i�tigal ederdi: “Selaml�k sofas�nda serir-i memlekete
oturup kad� ve müftü huzurunda mazlumlar �ikâyetini ve deavi ve
kazaya dinleyip kat’i deavi ve fasl-� hususata kad� ve eimme
huzurunda hükmedip faysala yetirirdi. Bunun zaman�ndan (s. 200)
Sultan Alâeddin zaman�n�n âherine dek Rum padi�ahlar�n�n âdeti
böyle olurdu ki penc�enbe ve du�enbe günlerinde elbette oruç tutup
ordugâhda haz�r olurlard� ve ol iki gün ikindiye de�in mazluma adl
ü dad ederlerdi. �er’i kazayay� kad�ya havale k�l�yorlard�; divan�
ve örfî muamelat� sahib-i divan ve küttab bitirirlerdi. Ve sultan
y�lda bir kere �eriat mahkemesine haz�r gelirdi, e�er bir müddei
olsa ki sultanla davas� ve suzi olayd�, evvel müddei ile kad�
kat�nda beraber dururdu. Ta ki kad� evvel kad�ya da her ne ki emir
k�l�yorsa �er’i muktezas�nca nafiz olurdu. Ve sultana evvel halette
hiç hürmet ve ha�met, �eriat-� namus riayeti için, olunmazd�. Çok
deavî âher olurdu, ve sultan saltanat saray�na nüzul k�l�yordu,
kaide öyle idi ki evvel gün kad�ya vazife ciheti için k�ymetli
te�rif ve hil’ât eyü e�kün kat�r gönderirlerdi. Bu mana Sultan
Alâeddin devri âherine de�in mukarrerdi”4. Bu, �eriat�n esaslar�na
son derece kavi bir (s. 201) riayet ve
hatta âlimler tayin olunurdu. Vak�f idaresi muahharen lagv
olunmu�, ve miladi on ikinci as�r fermanlar�ndan bu vazifenin
kad�ya havale edildi�i anla��lm��t�r. “Divan-� Kad�” yani adliye
nezareti “Kad�’l-Kudat” taraf�ndan idare edilirdi. Fakat memurlar
aleyhindeki �ikâyetleri bizzat hükümdar yahud haneden azas�ndan
mürekkeb bir heyet tedkik ederdi. Vilayetlerdeki memurlar da
payitahttakinin ayn� idi; yaln�z, oradaki vüzeraya “hâkim” yahud
“kethuda” derlerdi. Samanîler ve Gaznevîler’de vilayet memurlar�n�
bizzat hükümdar tayin ederdi. Küçük memurlar, takaudlar� için
hükümdara istid’a verirlerdi. Sonralar�, bu te�kilat tevsi ve
tekemmül ettikçe, memurlar� mensup olduklar� daire-i merkeziye
tayin etmeye ba�lam��t�r.
3 “Hotsma” taraf�ndan ne�r edilen “�bn Bîbî Tercümesi”nden. 4
�bn Bîbî Tercümesi, “s 79”. Senede bir kere huzur-� hâkime gidip
kendisinden �ikâyeti olanlarla
muhakeme edilmek, Sasaniler taraf�ndan kabul edilmi� bir usul
idi. “Nizâmülmülk”
-
Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti
207
merbutiyet neticesi olmaktan ziyade, esasen Sasanîlerden me’huz
bir anane idi5. Mamafif, Sasanîlerde dinî bir mahiyeti haiz olan bu
ananenin Selçukîlerde daha ziyade resmî ve �ekli oldu�unu,
“G�yâseddin Keyhüsrev” gibi faz�l ve mülayim bir padi�ah�n bile
bigünah kan� dökmekten ihtiraz etmedi�ini unutmamal�y�z.
Selçukîlerin idare te�kilât�nda �eriat ahkâm� ve �ran ananeleri
kadar mühim bir mevki i�gal eden di�er bir esas da, ana yurttan
getirilen millî müesseselerdir. “O�uz töresi” denilen Millî Türk
Kanunnamesi âdeta mukaddes bir mahiyeti haizdi; cenklerde,
ziyafetlerde, me�veret meclislerinde, hatta padi�ah intihab�nda
onun ahkâm�na �iddetle riayet olunuyordu. Esasen memleketin ruhunu,
kuvvetini, hayat�n� te�kil eden s�rf Türklerdi: Sultan Rükneddin
Kahir”in “Nuh Alp, Ayd�n Alp, Gündüz Alp” gibi ileri gelen ricali,
hatta �ran perestlik tesiriyle muhte�em bir tak�m acem ismi alm��
adamlar hep
Siyasetnâmesinin yedinci bab�nda bu meseleyi tafsilen anlat�yor.
Eski �ran hükümdarlar� “Mihrigan” ve “Nevruz” günlerinde bütün
efrad�n haz�r bulunduklar� umumi büyük bir ictimai akd ederlerdi. O
gün hükümdar bütün �ikâyetleri dinlerdi. E�er kendisi aleyhinde bir
�ikâyet vâki olmu�sa, onun hakk�nda bir hüküm i‘tas�n�
“Kâd�’l-kudât” demek olan “mubed-i mubedan”a havale eder, ve kendi
hakk�nda lütufkâr davranmay�p adaletten ay�lmamas�n� tenbih
eylerdi. O vakt münadi, hükümdar aleyhinde her kimlerin �ikâyeti
varsa bir tarafa ayr�lmalar�n� söylerdi. Hükümdar tekrar mubede
tevcih hitab ederek: “�ndi ilahide hükümdarlar taraf�ndan irtikab
edilen günahlar kadar büyük günah olamayaca��n�, hükümdar�n
tebas�n�n iyili�ine çal��makla mükellef oldu�unu, e�er hükümdarlar
adaletsizlik ederlerse askerler de Allah’� unutarak adaletsizli�e
koyulacaklar�n�, o zaman memleket ve aile-i hükümdari üzerine
gazab-� ilahi davet edilece�ini, binaenaleyh bu hususta asla
adaletten ayr�lmamak vazifesinin �imdi mubede teveccüh etti�ini”
söylerdi. E�er hükümdar aleyhindeki ithamat bi-asl ve esas ise,
müddei a��r cezalara çarp�l�rd�. Aksi takdirde, hükmen i‘tas�n�
müteakib hükümdar tekrar taht�na ç�kar, ve tac-� hükümdari ba��nda
oldu�u halde ümeras�na: “ihkak-� hakka en evvel kendisinden
ba�lad���n�, binaenaleyh herkesin de kendi hakk�ndaki �ikâyetlerden
dolay� muvacehe-i hâkime ç�kmalar� icab etti�ini” söylerdi. Alelade
zamanlarda hükümdara en karib ve en sahib-i nüfuz olanlar, bu
ictimai gününde en uzak ve en nüfuzsuz kal�rlard�. Nizamülmülk’e
nazaran bu âdet “Erde�ir” zaman�ndan “Yezdicerd” zaman�na kadar
devam etmi�tir. [Siyasetnâme, yedinci bab, �efer taraf�ndan
bast�r�lan nüsha]. Sasanîlerin bu adedi hakk�nda tafsilat,
“Gazali”nin “Sultan Sencer” nam�na telif etti�i “Nasiha el-Mulûk”de
de aynen mündericdir.
5 �lk defa Emevîlerden “Abdulmelik b. Mervan” halk�n �ikâyetini
dinlemek için bir yevm-i mahsus tayin etmi�ti. Fakat hali mü�kil ve
hükme muhtaç bir �eye tesadüf edince kad�s�na tevdi’ ederdi. Halk�n
�ikâyetini dinlemeye tahsis-i nefs eden ilk zat “Ömer b. Abdülaziz”
idi. Ondan sonra halk�n �ikâyat�n� dinlemek meselesi Abbasîler
devrine kadar terk edildi. Evvela “Mehdi”den ba�layarak “Muhtedi
billah, Muhammed b. El-Vâs�k”a kadar bütün halifeler ahalinin
�ikâyat�n� bizzat dinlerlerdi. “Melik Adil Nureddin Zengî” �am’da,
sonra “Eyyubîler” M�s�r’da bir “daru’l-adl” tesis ederek bizzat
halk�n �ikâyetlerini dinlerlerdi. Daha sonraki Kölemenler de ayn�
yolda hareket ettiler. Eyyubîler buna fevkalade riayet ederler, ve
ruyet-i mesalih esnas�nda tahta oturmazlard�. �ikâyetler okundukça,
sultan, kad�lara yahut asker kumandanlar�na müteallik olan hususat�
kendilerinden sorduktan sonra, muvaf�k gördü�ü hükmü verirdi.
[Medeniyet-i �slâmiye Tarihi Tercümesi, C. 1, S. 222-224].
-
Fuat Köprülü
208
O�uzlardan, Türkmenlerdendi. Padi�ahlar�n en k�r�lmaz ve sad�k
kuvvetini Türk a�iretleri te�kil ederdi: her ne zaman devletin
hayat�na müteallik mühim bir mesele meydana ç�ksa sultan, -velev
�eklî bile olsa- kendi ba��na karar vermeyerek O�uz töresince
beyleri ça��r�r, onlarla mü�avere ederdi.
Dü�men her ne zaman hududlar� çi�neyecek olsa, “sa� kol”, “sol
kol” beyleri, “kay�”, “bay�ndur”, “bayat”, “salur” ulular� ve
alpleri ça��r�l�r, onlar da bütün kuvvetleriyle emre icabet
ederlerdi. Bu “yirmi dört büyük beyleri” hakk�nda icra edilecek
te�rifat ve onlar�n padi�aha kar�� mevkileri O�uz töresiyle tayin
edilmi�ti; te�rifat itibar�yla ibtida en celilü’n-neseb addedilen
“kay�” boyu sa� kola gelirdi, ondan sonra tertib (s. 202) �u
suretle idi: bayat, alkaevli, karaevli, yaz�r, döger, dodurga,
yaparl�, af�ar, k�z�k, beydili, kark�n. Sol kolun ba��nda ise
“bay�ndur” bulunur ve ondan sonra ise �u s�ra takib edilirdi:
peçine, çavuldur, çepni, salur, eymür, alayuntlu, üregir, i�dir,
y�va [ava], K�n�k6. Sultan�n mü�avere meclisinde beyler kemal-i
serbesti ile reylerini söylerler, fakat ekseriya onun amaline
muhalif etmezlerdi. Sultan da buna mukabil onlara hürmet eder,
ganimetler, yurtluklar verir, O�uz töresine tâben onlarla “top ve
çevgan” oynard�. “kay�” ve “bay�ndur” a�iretlerinden olan sa� ve
sol kol beylerine bazen “melikü’l-ümera”l�k verilir, o zaman
onlar�n azamet ve ihti�am� sultana karib olurdu; bütün beyler
bargâh-� sultaniye geldikleri zaman, kudretlerine göre hediyeler
getirirlerdi. Bilhassa cülus hediyeleri pek mühim olurdu7.
6 �bn Bîbî tercümesinde bu te�rifat silsilesini gösteren k�s�m,
manzum olarak yaz�lm��t�r. [204-
205]. Hâlbuki sa� kol boylar�ndan iki danesi yani “bayat”dan
sonra gelen “alkaevli” ve “karaevli” boylar� bu manzumede lay�k�yla
zikr edilmiyor: manzum metinde “kim kay� otura ondan son bayat *
sonra halka oldukda ulu ba sebat” beyiti bu iki boyun ismini do�ru
ve vaz�h surette gösterememektedir. Anla��l�yor ki “Hotsma”n�n
tab�na esas olan nüshada ikinci m�sra’ “sonra alka evlü kara evlü
ba sebat” olacak yerde, yukar�da zikr edilen �ekilde yanl��
yaz�lm�� vav surette yanl�� olarak tab’ edilmi�dir. Bu sa� kol
boylar� dörder dörder “Günhan, Ayhan, Y�ld�zhan” evladlar�, sol
kolda “Gökhan, Da�han, Denizhan” çocuklar�d�r. Bu alt� han�n babas�
“O�uz Han”d�r. Bu hususta daha mufassal malumat almak isteyenler
“Re�idüddin”in Camiü’t-Tevârih”ine, ”�ecere-i Türkiye”ye,
“Divanü’l-Lügati’t-Türk”e, yahud “Camiü’t-Tevârih”den muktebis
muhtelif Farsî tarihlere müracaat edebilirler. Ziya Gökalp Beyin
mecmuam�z�n üçüncü say�s�ndaki makalesinde de buna dair tafsilat
vard�r.
7 Sultan Alâeddin Keykubad-� evvele verilen hediyeler hakk�nda
“�bn Bîbî Tercümesi”nde �u malumat mesturdur: [Melikü’l-Ümera
Hüsameddin Çoban Bey ve Melikü’l-Ümera Seyfeddin K�z�l Bey ki Kay�
ve Bay�ndur boyundan kadim ulu beyler ve sa� kol ve sol kol
beylerbeyi idiler, tuhaf (tuhfeler) ve hedaya ve niam bipayan birle
geldiler. Direm ve dinar ve o�lan ve halay�k getirdiler. Ve kalan
uc beyleri dahi o�lan ve halay�k ve âdet-i meluf üzerine ulufle
koyunlar ve at, deve arz ettiler. Mahal-i kabulde vaki olup ihma ve
arzaya mekrun ve her birisi porse� ve nevaze�e mahsus olup bezm ü
hande ve avda ve meydanda h�rfet ve mükalemet-i rütbeten ve
menzileten bulurlard�. Ve gönül murad� ve fera�-� hat�r birle
müracaat k�lub illerine getirdiler “208”].
-
Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti
209
(s. 203) Mamafih beylerin as�l ehemmiyeti iclas meselelerinde
meydana ç�kard�: Varisler içinden biri di�erlerine k�l�ç kuvvetiyle
saltanat�n� tasdik ettirmezse, beyler ve ulular kurultay kurarlar,
ve O�uz töresine göre en lay�k kim ise onu tahta geçirirlerdi.
Tahta ç�kan padi�ah alelusul tutulan üç günlük yas müddetinden
sonra, büyük bir ziyafet verir, beylere mertebelerine göre
hilatler, yurtluklar ihsan ederek yas donunu (giysisini)
ç�kart�rd�.8 O�uz beyleri nail olduklar� bütün hürmet ve itibara
ra�men, padi�ah�n fermanberi idiler; “Sultan �zzeddin” bey de vaz�h
olmayan bir tak�m sebeplerle onlar�n bir k�sm�n� katl ve idamdan
çekinmemi�ti.
Mamafih idare-i merkeziye kutlu olmad��� zamanlar beylerin
ehemmiyeti bir kat daha art�yor; hatta merkezdeki rical,
melikü’l-ümeralar ça�nigirler, emir-i ahurlar, emir-i ar�zlar
onlara ikram ve iltifat� siyaset levaz�m�ndan addediyorlard�. Baz�
zamanlar ise idare-i merkeziye ricalinden bir veya bir kaç� büyük
bir nüfuz ve kudret, namütenahi bir itibar ve servet (s. 204)
kazanarak âdeta saltanat�n �a�as�n� ihlal ediyorlar, ve bunu
çekemeyen padi�ahlar türlü türlü vesileler bularak bu yükselen
�ahsiyetleri iknaya çal���yorlard�. Ekseriyetle kom�u hükümetlerin,
Bizans ve M�s�r’�n ifsadat�ndan, veraset kavgalar�ndan ileri gelen
bu gibi hareketlerden “Alâeddin Keykubâd” bile kendini
kurtaramam��t�. Selçukî saltanat�n�n en parlak devrelerinde bile,
memleket civar devletlerin casuslar�ndan temizlenemiyordu.
8 Eski Türklerde oldu�u gibi Selçukîlerde de kurultay�n bu
hususta büyük bir nüfuzu vard�;
mamafih kurultay O�uz töresine riayete mecburdu. Tevârih-i Âli
Selçuk”dan nakl edilen �u f�kra bu hususta pek manidard�r:
G�yâseddin Keyhüsrev vefat�ndan sonra [devlet eyvan� müdebbirleri
ve memleket bostan� muhaf�zlar� me�veret ve tan���k k�lmak için
cemiyet ve kurultay ettiler. Sa� kol ve sol kol beyleri kay� ve
bayat ve bay�ndur ve salur ulular� deyrilüb tan���k ettiler ki
�zzeddin Keykavus ve Alâeddin Keykubâd ve Celâleddin Keyferidun bu
üçünden hangisini ihtiyar edeler ve bu üç �ehzadeden taht�
hangisine teslim k�lalar. Nagah tedbir mesalih-i mütaleandan tulu’
k�ld� ve sevap gayb-i hicab�ndan çehre gösterdi. Nusreteddin Melik
Hasan b. �brahim Mara� meliki ki hatem-i zikri tomar� onun sahaveti
zaman�nda tayy olmu�tu ve mekarim-i ahlak� nefehati arsa-i afaki
atar kulübesi belki nevbahar nesimi gibi muattar ve mutayyeb
k�lm��t�, etti. �zzeddin Keykavus ulu o�uldur, hem âkil ve kâmil ve
bahad�rd�r, hem O�uz töresinde dahi a�a varken iniye serverlik
denmez. Padi�ahl�k Sultan �zzeddin’e lay�kt�r, dedi. Mecmu-i ekâbir
ve beyler ve ulular ol suze tahsin ettiler “97”]. “Osmangazi”nin
kurultay taraf�ndan tahta ilcas� hakk�nda “Lütfi Pa�a” tarihinde
mevcut rivayet ve ilk padi�ahlar�m�z�n tarz-� idaresi,
Selçukîlerden kalan eski ananelerin epeyce bir müddet payidar
oldu�unu gösteriyor. Mamafih Osmanl�lar boy beyliklerini ve
Selçukîlerden müntekil daha bir tak�m eski müesseseleri az zamanda
ortadan kald�rarak –bugünki manas�yla- oldukça müterakki bir devlet
te�kilât� vücuda getirebilmi�lerdir. Yas meselesine gelince, bu
âdeti di�er Türk sülalelerinde de görüyoruz: Harezmîlerden “�l
Arslan” metbuu “Sencer”in vefat�nda üç gün yas tutulmas�n�
emretmi�ti [Bartold, Mo�ol istilas� zaman�nda Türkistan]. Bu yas
meselesi hakk�nda daha fazla malumat için mecmuam�z�n geçen
say�s�ndaki makalemize bak�n�z.
-
Fuat Köprülü
210
Selçukî devletinin idare te�kilât� tabii en ziyade merkezde
oldukça müterakki ve muntazam idi: pervaneci9 ça�nigir, sahib-i
divan, emval deftercisi, mün�i-i has, emir-i ahur, beylerbeyi
merkezin en büyük memurlar�, sultan�n kuvve-i icraiyesi demekti;
�ran taklidi parlak unvanl� rütbelerle tecil ve taltif edilen bu
ricalden pervaneci umur-� umumiyeye nezaret eder; ça�nigir
rütbesini haiz olan beylerbeyiler ordu kumandan� vazifesiyle
mükellef olur, sahib-i divan maiyetindeki on iki divan vezaret
kâtibiyle emval-i memâliki zabt eder, emval deftercisi maliye
naz�rl��� ve mün�i-i has ba� kitabet ve hariciye nezareti
vazifesini ifa eylerdi10. Bunlardan (s. 205) maada on iki divan arz
kâtibi harbiye nezareti vazifesini ifa ederek askerin mevacibini,
t�marlar�n� muntazaman kayd u zabt eylerlerdi.
Harac kâtibleri karhane, matbah, cebehane, ta�thane, rakibhane,
�ikarhane, anbar, camedarhane gibi mühim memuriyetler mensubiyeti
idare mü�kilat�n�n pek mühim birer uzvu demekti. Bu memurlardan
hepsinin muayyen miktar irad-� senevî temin eden t�marlar� vard� ki
sultan isterse tezyid ve isterse tenzil ederdi. Ulema ve sâdâta,
me�ayih ve mukarribine dahi t�marlar verildi�i vakidi; fakat Konya
sultanlar� Anadolu’nun bilhassa hududlara yak�n t�marlar�n�
gazilere, alplere vermek siyasetini takip ederlerdi11.Hat ve
belagatte,
9 “pervane” yahud “pervaneci” kelimesi hakk�nda Halil Edhem
Beyin “Anadolu’da �slâmî
Kitabeler” makalesine bak�n�z [Tarih Encümeni Mecmuas�, 35, s.
653] Pervanecilik mans�b�n�n Timuriler zaman�nda mevcut ve
“serkurenal�k (�����)” demek oldu�unu biliyoruz [Devlet�ah
Tezkiresi; burunduk (����) kelimesine bak�n�z].
10 Abbasî te�kilât�nda “divan-� in�a”n�n büyük bir ehemmiyeti
vard�. Abbasîlerin ilk devrinde divan-� in�a kâtipleri hulefa
nam�na istedikleri gibi emr ü nehyde bulunurlard�. Muahharen
kitabet vazifesi vezirlere intikal etti. Bazen divan tahrirat�n�n
müstakil bir vezir uhdesinde bulundu�u da vakidi. Abbasîlerin son
zamanlar�nda kâtiplik vazifesi müstakil bir memuriyet yap�larak
vüzeran�n gayrine tevdi’ edildi. Ba�dad’da divan-� in�a kâtiplerine
“in�a kâtipleri” büyüklerine “divan-� in�a reisi” veya “divan-�
in�a sahibi” yahud “kâtip-i s�r” nam� verilirdi. Vezirin maiyetinde
bulunan bu divana “divanü’l-aziz” dahi derlerdi. Ecnebi
hükümdarlar�yla hulefan�n muhaberesi yani hariciye nezareti
vazifesi de bu divan taraf�ndan ifa olunurdu [Corci Zeydan,
Medeniyet-i �slâmiye Tarihi Tercümesi, C. 1, s. 228]. Menbai tasrih
edilmemekle beraber, bu malumat�n hülasaten “Makrîzî’den al�nd���
sarahatle anla��l�yor; “Makrîzî bu malumat� verdikten sonra, bunun
M�s�r’daki Eyyubîler ve Türklerde de mevcut oldu�unu söylüyor; ve
Selçukîlerde “divan-� in�a” yerine “divan-� tu�ra” denildi�ini
“Müeyyeddin Tu�raî” gibi bir tak�m zevat�n ona nisbetle bu unvan�
ald�klar�n� ve “tu�ra”n�n mahiyetini anlat�yor [Makrîzî,
Kitâbü’l-H�tat ve’l-Asar, C. 2, s. 226]. Fi’l-hakika, bütün
Selçukîler zaman�ndaki �airlerden bâhis �uara tezkirelerinde
“tu�raî”lere kesretle tesadüf olunabilir.
11 �slâmiyette mukataa usulü eskiden beri cari idi. Emeviler ve
Abbasîler kendi baz� akraba ve havaslar�na araziyi �kta ederlerdi.
Fakat bunlardan harac almazd�. Bunlar zaman�nda asker maa�at� ve
sair mesarif her yerde harac varidat�ndan tediye olunurdu. Mukataat
arazisi ise ashab� elinde kal�r, andan bir �ey al�nmazd�. �lk defa
“Nizamülmülk” bu usulü de�i�tirdi: Selçukî devletinin tevsiini
görünce, araziyi mukataalara tahvil ve askere tefviz etti.
Mü�arülileyh bu suretle arazinin bir kat daha mamur olaca��n�
dü�ünmü�tü. Çünkü arazi böyle
-
Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti
211
in�a ve siyakatte maharet gösteren kâtiplerin mevacibi
art�r�l�r, adaletsizli�i ve su-istimali görülen memurlar �iddetle
tecziye edilirdi.
Memuriyetlerin tevcihinde gözetilen usul Türklerde ekseriyetle
tesadüf olunan bir usul idi: babas�n�n mevkiini tutabilecek bir
çocuk varken hiç kimse oraya tayin olunamazd�; bu suretle yaln�z
idare-i askeriyede de�il (s. 206) idare-i mülkiyede de bir nevi
zadegânl�k te�kil etmi�ti12 Umur-� adliye münhas�ran kad� ve
müftülere, her �ehrin naibine aitti; onlar Hanefi mezhebinin
esasat�na ittibaen icra-i adalet ederler ve suba��lar, �ahneler,
yahud boy beyleri vas�tas�yla hükümlerini icra ettirirlerdi:
ahkâm-� �eriyye bütün �iddetiyle cariydi: birisini öldüren idam
olunur, emvali çal�nan�n zarar� tazmin edilir, zina eden recm
olunurdu. �ehirler, eyaletler sultan taraf�ndan mansub memurlar
taraf�ndan idare edilir, zabt edilen mahallere derhal memurlar
i’zam ve tayin ve muhaf�z-� asker tahsis olunarak hükmü �er’i
mucibince tekâlif tarh edilirdi. “Penc yek: Hams �er’i” toplamak
için bu vazife ile mükellef hususi memurlar vard�. Sultana do�rudan
do�ruya merbut olmayan nim-müstakil eyalet ve emaretler muntazaman
vergilerini vermeye ve harp zuhurunda bütün kuvve-i askeriyeleriyle
emr edilecek yerde bulunmaya mecburdular. Mamafih idare-i merkeziye
zay�flad�kça bu gibi emaretler tabiiyet rab�tas�n� k�rmaktan hiç
geri durmuyordular.
�dare te�kilât� “Birinci Alâeddin Keykubâd”�n saltanat�
zaman�nda en son derece-i mükemmeliyete vas�l olmu�tu; sükûn ve
asayi� bütün manas�yla
birçok ellerde bulunursa, bu eller kendi menfaatleri icab�
olarak onun imar�na gayret ediyorlard�. Fi’l-hakika bu te�ebbüs iyi
neticeler verdi; memleket epey mamur oldu, has�lat artt�. Ondan
sonra gelenler de bu usul üzere hareket ettiler. Mesela “Selahaddin
Eyyubî” bütün memleketini ve bilhassa M�s�r’� maiyetindeki umera ve
zabitan ve asakire mukataa suretiyle verdi. Muahharen mukataatda
bir tak�m tadilat vuku bularak arazi k�smen mukataat, k�smen
sat�l�k, k�smen vakf oldu. “Makrîzî dokuzuncu asr-� hicride M�s�r
arazisinin ahvali hakk�nda malumat-� mufassala vermektedir
[Medeniyet-i �slâmiye Tarihi Tercümesi, C. 1, s. 151 ve 212].
“Nizamülmülk”ün “Siyasetname”de izah ve müdafaa etti�i bu usul
mucibince, kendilerine arazi tevcih edilen kimseler ahaliden yaln�z
muayyen miktarda vergi almaya salahiyetdar olup yoksa ba�ka bir
hakka malik de�ildiler. Bu taksim neticesinde hükümdara mahsus olan
arazi pek ziyade azalm��t� [Siyasetname “�efer” taraf�ndan
bast�r�lan nüsha]. Nizamülmülk’ün “Siyasetname”deki ifadat�ndan,
askere ayr�ca maa� verildi�i de anla��lmaktad�r. “Bartold”un
ifadesine nazaran, Harezmilerde askere maa�tan ba�ka arazi de
verilirdi [Bartold, Mo�ol �stilas� Zaman�nda Türkistan, Rusça]
12 Hatta vak�flarda bile, mütevellili�in, babas�n�n yerini
tutabilecek bir çocu�u oldu�u halde ba�kas�na verilmemesi �art-�
ittihaz edilirdi. [Necib As�m Bey’in “Keleti Semle”de ne�r etti�i
“814” tarihli “Kütahya’da Yakub Çelebi Medresesi” kitabesine
bak�n�z, 1905, C. 6, s. 351]. Bunun müsahhih bir �eklini Halil
Edhem Bey “Âl-i Germiyan Kitabeleri” unvanl� silsile-i tedkikat�nda
ne�r etmi�tir [Tarih Encümeni Mecmuas�, C. 1, s. 116]. Biz ayn�
�eyi, yani babas�n�n yerine geçebilecek bir çocu�u varken münhal
t�mar�n ba�kas�na verilemedi�ini Osmanl�larda da görüyoruz. Bütün
kanunnameler bu hususta sarihtir.
-
Fuat Köprülü
212
takarrür etmi�, idare makinesi her türlü sars�nt�lardan azade
bir halde, intizamla i�lemi�ti. Harekât�ndaki adalet ve intizamla
sultan bütün memurlar�na bir numune gösteriyordu: sabah namaz�n�
“�mam �afii” mezhebi üzere k�ld�ktan sonra [selaml�k sofas�na ç�k�p
otururdu. Ve sultan ku�luk vaktine de�in müftü ve kad� huzurunda
kendisi hüküm edip mazlumlara dad verirdi. �er’i ve divani i�leri
kendi görürdü. �er’i i�ini ehli �er’ me�veretiyle faysala
yetirirdi. Ve divaniye kendisi cevap verirdi. Ondan sonra han ve
�ilan dökülürdü, ber sadr kendi önünde ve iki tarafta iki kolda
simat ve destar-� hanlar dö�enirdi. Âlim ve seyyidler ve müftü ve
kad� ve ulu ve �ehzadeler kendi böyle yerlerdi. Kalan beyler ve
ulular iki kolda mertebeli mertebesince simata otururlard�. Hassa
sökü� ve sökülme ve bir yandan O�uz resmince her han�n ve mülkün
söküklü sökü�ün korlard�. Kalan a�lar� hansalarlar ve ça�nigirler
dane (s. 207) ve zerde ve nardenk ek�ileri ve masto börekler
dökülürdü. �öyleki oturanda ve duranda kimse mahrum kalmazd�.
�ilan13 yenip kalkt�ktan sonra ki çavu�lar dua ve alk�� edip
giderlerdi, kendisi halvetsaray ve haremine girip vüzera ve sahib-i
divan ve yaz�c�lar emval zabt�na ve ahkâm ve defatir hesab�na
me�gul olurlard�. Andan anlar dahi giderlerdi, ikindin geri
gelirlerdi. Zikr olan mucibince ayin ve erkânla 13 Eski Türk
hayat�nda büyük bir ehemmiyeti olan ve dinî bir ayinin bakiyesi
oldu�u anla��lan bu
“�ilan”lar hakk�nda malumat-� mufassala almak için mecmuam�z�n
geçen say�s�ndaki makalemize bak�n�z [s. 27-34]. “Nizamülmülk”
kitab�n�n otuz be�inci bab�n� tamam�yla bu meseleye hasr ediyor.
Ona göre hükümdar�n sofras� daima mükemmelen müstahzer ve aç�k
olmal�d�r; vazifelerini ifa için saraya gelenler yemeklerini orada
yemelidirler; e�er hükümdar�n hizmet-i hususiyesinde bulunanlar
sofraya gelemezlerse onlar�n pay�n� istedikleri zaman kendilerine
vermelidir. “Sultan Tu�rul” her sabah yeme�inde sofras�n� herkese
aç�k bulundurur ve birçok nefis yemekler ihzar ettirirdi. Hatta
ba�teten ava gitmek veya gezmeye ç�kmak istedi�i zaman sofras�
k�rda haz�rlan�r, Türk ümeras�, maiyet zabitan�, ahali oradaki
mebzuliyetten mütehayyir kal�rlard�. Türkistan hanlar�n�n usul-i
idaresi, kendi sülalelerinin avn-� ilahiye mazhariyeti için,
matbahlar�nda daima tebaalar� için mebzul miktarda yemek
pi�irtmektir [Siyasetname]. Nizamülmülk bunu müteakib “Melik�ah”
ile beraber “Semerkand” ve “Özkend”e gittikleri zaman, sultan�n bu
âdete riayet etmemesinden dolay� “Cavlaki”lerle Maveraünnehir
ahalisinin sultan�n sofras�ndan mütenaim olmad�klar�ndan dolay�
�ikâyet ettiklerini yaz�yor ve diyor ki: “Herkes semahat ve
meziyeti oyunu tarz-� idaresinden anla��l�r. Bizim padi�ah�m�z
aile-i âlemin babas� demektir. Asr�n sair hükümdarlar� onun
tabileridir. Binaenaleyh laz�md�r ki i�fak ve ataya-� pederanesi,
sofras� semahat� derecesiyle mütenasib olsun”. Fi’l-hakika,
elimizdeki bilumum vesaik-i tarihiye, Melik�ah�n Semerkand’dan
Horasan’a avdetini müteakib Karahanîler ordusunun esas�n� te�kil
eden “Cavlaki” nam�ndaki ahali ve asakirin sultan kendilerine
riayet etmeyip ziyafet vermedi�inden dolay� isyan ettiklerini
gösteriyor. [�bnü’l-Esir, C. 10]. Türklerin hükümet ve hükümdar
hakk�ndaki telakkilerinden yani “vilayet-i pederane” telakkisinden
do�an bu âdete, daha “Orhun” kitabelerinde tesadüf ediliyor: Hakan
Türk milletini ç�plakken giydirdi�ini, açken doyurdu�unu, fakir
iken zenginle�tirdi�ini söylüyor [Tomsen, Orhun Kitabeleri].
Hükümdar�n tebaas�n� �ölene ça��rmamas�n�n onlar� isyana sevk
edecek kadar mühim oldu�unu O�uz efsanesinde de görüyoruz: Salur
Kazan yapt��� bir “Han-� ya�ma”ya yaln�z �ç O�uzlar� davet etti�i
için, D�� O�uzlar bundan münfail olarak isyan etmi�lerdi [Kitab-�
Dede Korkut].
-
Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti
213
i�li i�ine me�gul olurdu. Mecmu-� umur �öyle müretteb ve mazbut
olmu�tu ki her birkaç türlü maslahat ki birine mufavvaz idi, biri
birinin i�ine niza’ etmezdi. Evvel sebepten Müslümanlar�n mesalihi
günden güne tehir olup kalmazd�. (s. 208) Her maslahat söylendi�i
gün ya ertesi biterdi”14.
Anadolu’nun refah ve saadetini, servetini temin ile birçok
müessesat-� medeniye vücuda gelmesini intaç eden bu muayyen ve
muntazam �ekl-i idare, merkez zay�flad�kça yava� yava� bozuldu.
Bilhassa Mo�ollar�n istilas�ndan sonra “Gazan Han”�n �slâmiyeti
kabulüne kadar Anadolu Türkleri Rum ve Ermenilerin birçok
tezvirat�na duçar oldular. Asayi� bitmi�, hudutlar�n emniyeti
kalmam��, memurlar�n mezalimi sebebiyle tekâlif tahammül
edilemeyecek derecede artm��t�.
Selçukî hükümdarlar� O�uz töresine merbutiyetleri nisbetinde
�slâmiyetin ahkâm�na fart-� riayetten de geri durmam��lard�.
Binaenaleyh müstakil sultan�n saltanat�n fevkinde Ba�dad’daki �slâm
hilafetinin manevi hâkimiyetini, o zamana kadar te�ekkül etmi� olan
sair bütün Türk hükümetleri gibi, kabul ediyorlar, sikke ve hutbede
Halife-i �slâm�n nam�n� zikrediyorlard�. Her padi�ah tahta cülus
edince Ba�dad’a bir heyet-i mahsusa göndererek halifeden saltanat
men�urunu al�yor ve kendini ancak bu suretle hâkim-i me�ru’
addediyordu15. 14 �bn Bîbî Tercümesi “214-215”. Sultan “Alâeddin”,
t�pk� “G�yâseddin Keyhüsrev-i evvel” gibi,
memleketin dâhili asayi�ine fevkalade ehemmiyet verirdi.
Memleketin birinde asayi�i ihlal edecek en ufak bir hadise olsa,
mesela bir e�k�ya çetesi zuhur etse onu derhal haber al�r, ve her
türlü tedbirlere müracaat ederek az zamanda o gayri tabii hali
izale ettirirdi. Sükûn ve asayi�in ihlaline kar�� lüzumu kadar
�iddetle hareket etmeyen memurlar� vazifelerini suiistimal etmi�
addederek �iddetle cezaland�r�rd�.
15 Anadolu Selçukîlerinin hilafete kar�� olan bu vaziyetlerinin
esbab�n� lay�k�yla anlamak için Maveraünnehir ve Horasanda te�ekkül
eden ve idari müesseseleri Selçukîler taraf�ndan ekseriyetle ahz ve
taklid olunan muhtelif devletlerin hilafetle olan münasebetleri
umumi ve muhtasar bir tarzda göstermek laz�md�r: Samanîlerde yeni
ç�kan hükümdar� halife tasdik eder, ferman ve sancak gönderirdi.
Fakat bunun ehemmiyeti s�rf �eklî idi; halife bazen her hangi bir
tesir alt�nda mesela bir vilayetin ferman�n� istedi�ine verir,
fakat ferman� alan e�er silah kuvvetiyle o vilayeti elde etmeye
muktedir de�ilse o ferman�n hiç tesiri olmazd�. “Mahmud Gaznevî” de
tahta ç�kt��� zaman halifeden Horasan vilayeti için ferman ve
“Yeminü’d-devle ve eminü’l-memleke” unvan�n� alm�� ve hutbeyi
halife nam�na okutmu�tu. “Karahanîler”de Maveraünnehirde
kendilerine “Mevla-y� Emirülmüminin” nam�n� vermi�ler ve
sikkelerinde halife nam�n� zikretmi�lerdi. Mahmud’un zaman�ndan
halifeden gelen sefirlerin yeni feth olunan memleketlerin berat ve
fermanlar�n� getirdiklerini görüyoruz. “Karahanîler” ve
“Gaznevîler” gibi Sünnilik cereyan�n� �iddetle müdafaa eden
Selçukîler, “Tu�rul Bey” zaman�nda ba�layarak hilafete kar�� büyük
bir merbutiyet göstermi�ler, fakat ayn� zamanda kendi istiklal-i
siyasilerini –sair hükümetlerde tesadüf edilmeyen bir kuvvetle–
muhafaza etmi�lerdi. Selçukîler halifenin manevi nüfuzunu teyid
ederken ayn� zamanda kendi siyasi nüfuzlar�n� tevzi ve tezyid etmi�
oluyorlard�. “Besasiri” vakas�, sonra, “Tu�rul Bey”in, “Alp
Arslan”�n, “Melik�ah”�n Ba�dad halifeleriyle olan münasebet
mütekabileleri bunu vaz�hen göstermektedir [Bartold, Mo�ol �stilas�
Zaman�nda Türkistan – Nizamülmülk, Siyasetname –
-
Fuat Köprülü
214
(s. 209) Mesela “Birinci Alâeddin Keykubâd” Rum ve Ermen ve
Diyarbekir saltanat�na cülusunu halife “Nâs�rinillah”a bildirmi�, o
da irsali mutad olan “saltanat men�uriyle padi�ahl�k te�rifini ve
k�l�çla yüzü�ü” �mam Sühreverdi vesatetiyle göndermi�ti. Bu
merasimin Konya’da ne suretle icra edildi�i hakk�nda “�bn Bîbî”de
epeyce tafsilat vard�r: “�mam Sühreverdi” sultan�n saray�na giderek
hilafet hilatini bizzat giydirdikten ve Ba�dad’dan sar�l�p
gönderilen tülbenti ba��na koyduktan sonra “adl edesin, �eriattan
tecavüz etmeyesin” diye arkas�na üç defa hafifçe vurmu�, ve sultana
taht�na oturmak için destur vermi�ti; fakat merasim bununla bitmi�
olmazd�: “erkan tamam olmak için atlanmak istediler. Murassa oyanlu
ve irili nall� kat�r�–ki darü’l-hilafeden sultana gönderilmi�ti-
önüne çektiler; sultan kafe-i enam huzurunda imam gönderdi�i
yede�in toyna��n öptü; tûlâ-y� nessar tabaklar�n� ki
darü’l-hilafeden göndermi�lerdi, saç� saçt�lar. Ondan sonra Sultan
�eyh sohbetinde çetr ve sancak ve nevbetlerle seyrana bindi.
Sultan� mecmu-� halk ol heyette mü�ahede k�ld�lar”16 Nim-i dini
mahiyeti haiz ananelere tabiat�yla (s. 210) merbut ve ayn� zamanda
Harezm�ahîlere rakip bulunan “Sultan Alâeddin”in Harezm�ahîlere
�iddetle dü�man olan Abbasî halifesiyle münasebat-� dostane
perverde etmesi pek tabii idi. Ba�dad hilafeti büyük taarruzlara
maruz kald��� zaman, mesela Mo�ollar�n tecavüzat�na kar�� derhal
“Alâeddin Keykubâd”a müracaat etmi�, ve “Alâeddin” bu müracaat�
hemen is’âf ederek - müsellah mukavemetin imkâns�zl���na kail
oldu�u halde – bir f�rka-i askeriye yollam��t�.
�bnü’l-Esir – Ravzatu’s-Safa – el-Iraze fi’l-Hikâye es-Selçukîye
– Medeniyet-i �slâmiye Tarihi Tercümesi]. �btida Selçukîlerin tâbii
oldu�u halde “Sancar”�n vefat�n� müteakib tamam�yla kesb-i istiklal
eden Harezm Devleti, bilhassa “Alâeddin Keykubâd”�n saltanat�
esanas�nda, Anadolu Selçukî Devletine bir rakip te�kil ediyordu.
Hâlbuki Ba�dad hilafetinin Harezm�ahîlerle münasebat� gayet fena
bir �ekilde idi; ibtida “Teki�” onu müteakib “Alâeddin Muhammed”
hutbenin kendi namlar�na okunmas�n�, halifenin yaln�z umur-� diniye
ile i�tigal edip umur-� dünyeviyeyi kendilerine b�rakmas�n� talep
etmi�lerdi; Ba�dad hükümeti “�ehabeddin Sühreverdi”yi sefaretle
Alâeddin’in nezdine i’zam ederek onu bu metalibden vazgeçmek için
iknaa çal��t�ysa da muvaffak olamad�. Müverrih “Cüveynî” ile
“Nesevî”nin verdi�i malumata bak�l�rsa, hükümdar, halifenin
sefirine pek az hürmet göstermi�, kabul günü onu bekletmi�, hatta
esna-� kabulde aya�a kalkmam�� ve oturmas�n� teklif etmemi�tir.
[Bartold – Nesevî, Sireti Celâleddin Mengüberti – Cüveynî, Tarihi
Cihangü�a – �bnü’l-Esir – Ravzatü’s-Safa]
16 �bn Bîbî Tercümesi “223-224”. “Alâeddin Keykubâd”�n hilafete
kar�� besledi�i hiss-i hürmet zahiren pek büyük idi. �bn Bîbî
tercümesine nazaran “Hicaz ve Medine sultanlar�na ve Ba�dad
halifelerine gayette izzet edip ne hükümleri ve sözleri olsa kabul
ederdi. Darü’l-hilafeden hüküm ve mektup gelse gere�i gibi
ihtiramla okurdu; ve öpüp ba��na koyup semi’na ve taât derdi. Ve
e�er mün�i ve yaz�c�ya okutsa okununca izzet edip örütururdu, geri
semi’na ve taât deyip otururdu” [218]. Mo�ol istilas�na kar��
muavenet-i askeriyede bulunulmas� için Ba�dad’dan irsal edilen
sefiri suret-i kabul ve bu suretle hilafete gösterdi�i merbutiyet
bu eserden tafsilen anla��labilir [360-371]. Bu hususta malumat
almak için bu makalemizin 224 ve müteakib sahifelerine bak�n�z.
-
Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti
215
Hilafete kar�� hissedilen manevi merbutiyet �eklen o kadar
kuvvetli idi ki, 656’da Ba�dad hilafeti sükut ettikten sonra bile
onun hat�ras�na riayet edilmi�, ve “Dördüncü K�l�ç Arslan” ile
“Üçüncü Keyhüsrev”in sikkelerinde “Musta’s�m billah” nam� “el-�mam
el-Ma’sum” �ekline kalb edilerek ibka olunmu�tur17.
Anadolu Selçukîlerinin idare te�kilât�nda ne gibi esaslar�n
hâkim oldu�u verilen tafsilattan oldukça vuzuh ile anla��labilir.
Bu tafsilat bize gösteriyor ki Anadolu Selçukîlerinden “devlet”
telakkisi, o zamana kadar gelen Türk sülalelerinden daha ba�ka ve
daha müterakki bir �ekil alm��t�r. “Tu-kiyu” devletinin te�kilât�
hakk�nda Orhun sütunlar�nda mevcut malumat, o zamanki Türk
devletinin “il”lerden müte�ekkil bir heyet-i müttehide halinde
bulunup hükümdar�n “vilayet-i pederane”yi haiz oldu�unu gösteriyor.
Samanî saltanat�n� istihlaf eden “Karahanîlerde” memleket yaln�z
bir hükümdar�n de�il bütün bir aile-i saltanat�n mal� addediliyor,
ve bundan dolay� bir çok kesimlere tefrik edilerek ayr� ayr� idare
olunuyordu; hatta bunlardan baz�lar� merkez hükümete bile tabi
de�ildiler18. Ayn� hale Selçukîlerin mebâdî-i zuhurunda da tesadüf
edilmektedir: Devleti yaln�z hükümdar temsil etmedi�inden, baz�
Horasan (s. 211) �ehirlerinde “Tu�rul Bey” nam�na hutbe okundu�u
halde, di�er baz� �ehirlerde de “Davud’un nam�na okunuyordu19.
Tu�rul Beyden sonraki hükümdarlar zaman�nda oldu�u gibi Anadolu
Selçukîlerinde de devlet medluli daha terakki etti�i için
saltanat�n icabat�ndan olan hutbe ve sikke gibi �eylerde katiyen
müsamaha edilmiyor, hatta Selçukîlere tabi olan civar devletler
bile sikkelerinde metbular� olan Selçukî sultan�n�n nam�n� zikre
mecbur tutuluyordu20. Mamafih bunlarda da hükümdar�n memleketi
çocuklar� aras�nda taksim etmesi caiz oldu�undan saltanat�n
na-kabil teczî oldu�u telakkisi, anla��l�yor ki, Anadolu
Selçukîlerine de girememi�ti21.
Eski �ranîlerde oldu�u gibi as�l Selçukîlerde ve Anadolu
Selçukîlerinde de mühim vilayetlerin valili�i hanedan-� hükümdariye
mensup zevata tevdi’ ediliyor, ve onlar�n maiyetinde âdeta merkez
hükümette oldu�u gibi –fakat tabii daha küçük mikyasta– divan
te�kilât� bulunuyordu. “Sencer” kendisine isyan
17 �smail Galib, Takvim-i Meskûkât-� Selçukiye – Ahmed Tevhid,
Meskûkât-� Kadime-i �slâmiye
Katalo�u [C. 4]. 18 Bartold, Mo�ol �stilas� Zaman�nda
Türkistan-. Hatta bundan dolay� bu hanlar�n tarihi gayet
kar���k ve gayri mazbuttur; Yaln�z tarihi eserler de�il, ele
geçen meskûkât dahi bu cihetin haline yard�m edememektedir [Ahmed
Tevhid, Meskûkât-� Kadime-i �slâmiye Katalo�u, C. 4].
19 �bnü’l-Esir, Dokuzuncu Cild. 20 Bu mü�terek sikkeler hakk�nda
malumat almak için Ahmed Tevhid Beyin “Meskûkât-�
Kadime-i �slâmiye Katalo�u”nda Rum Selçukîleri fasl�na bak�n�z.
21 �kinci K�l�ç Arslan’�n “551-588” memleketi o�ullar� aras�nda
taksim etmesinden tevellüd eden
dâhili muharebeler hakk�nda yukar�da zikretti�imiz mehazlara
müracaat ediniz.
-
Fuat Köprülü
216
eden “Ats�z”� ma�lup ettikten sonra, Harezm valili�ine
hem�irezadesini tayin etmi� ve yan�na vezir, atabey, hacib gibi
memurlar vermi�ti22.
Anadolu Selçukîleri metbular� olan nim-müstakil hükümetlere
kar��, bir hükümdar�n tebas�na kar�� muamelesi nas�lsa o suretle
muamele ediyorlard�. Harezm hâkimi “Ats�z” nas�l kendisini
“Sencer”in en sad�k bendesi olmak üzere gösteriyorsa, civardaki
nim-müstakil hükümdarlar�n baz�s� da Anadolu Selçukîlerine kar��
ayn� vaziyet-i bendegânede bulunmakta. Ve –�eklen- onlar�n
fermanlar�yla azl ve nasb olunmakta idiler23. Mamafih hanedan-�
hükümdariye mensup prensler, yahud, dâhili istiklallerini daha
kuvvetle muhafaza eden baz� hükümdarlar, sultan�n (s. 212) o�lu
mesabesinde farz ediliyordu24. ��te bütün bu izahatten anla��l�yor
ki Anadolu Selçukîlerinde hükümdar�n “vilayet-i pederane”den ba�ka
di�er bir �ekil vilayeti daha vard�; ve Anadolu Selçukî Devleti
“bir ilhanl�k” yani hükümdar�n vilayet-i pederaneyi haiz bulundu�u
bir heyet-i müttehide halinden ç�karak, bir saltanat haline
girmi�ti. Mamafih bu saltanat �eklinin her itibar ile tamam ve
mükemmel addedilemeyece�ini, ve eski ilhanl��� devresinden kalma
yirmi dört boy, �ölen, arazinin aile efrad�na taksimi gibi bir
tak�m müesseselere Anadolu Selçukîlerinin en son zamanlar�na kadar
tesadüf edilece�ini unutmamal�d�r.
22 Bartold, Mo�ol �stilas� Zaman�nda Türkistan. 23 Bartold,
Mo�ol �stilas� Zaman�nda Türkistan-. Selçukî hükümdarlar� önünde
tabilerin yer
öpmesi teamül iktizas�ndand�; hatta “Ats�z”, “Sencer”le Seyhun
kenar�ndaki bir mülakat�nda hilaf-� usul olarak at�ndan inmemi� ve
yeri öpmemi�ti. Mamafih “Ats�z”�n o�lu “�l Aslan”a Harezm�ahl�k”
ferman�n� “Sencer” vermi�ti. “Sencer”in vefat� münasebetiyle
yazd��� muharrerâtta “�l Arslan” kendisini sultan�n “dost-�
muhallesi” olarak gösteriyor ki, bu, art�k Selçukî Devletini metbu’
olarak tan�mad���na delildir. Bu yer öpmek âdetinin ba�ka bir
�ekline, o zamanki Avrupa seyyahlar�yla �ran müverrihlerinin
anlatt�klar� vecihle, “Cengizîler”de de tesadüf olunuyor ki
“Dosson”un rivayetine nazaran, eski Çin merasim te�rifaniyesinden
muktebestir: Çin �mparatoru “Song-Tay-Tesong”un miladi “981”de
“Be�bal�k”daki Uygur hükümdar�na sefaretle gönderdi�i
“Wang-Yen-Te”nin verdi�i malumata göre, bu sefir maiyetiyle beraber
huzur-� hükümdariye girdi�i esnada, hükümdar bütün aile ve saray
erkân�yla muhat oldu�u halde, hep birden yüzlerini �arka
çevirdiler, diz çöktüler; hükümdar yaln�z ba��na üç defada dokuz
kere aln�yla yere vurdu. Musiki aletleri bu esnada her türlü
merasimin zaman�n� tayin ediyordu. Hükümdar bunu müteakib
imparatorun kendisine gönderdi�i �eyleri ald�. Hükümdar�n erkek ve
k�z çocuklar� da bu merasimi ifadan sonra kendilerine mahsus
�eyleri ald�lar [D’hosson, Histoire des Mongols, II, p. 11].
24 Biz bu âdeti sair Türk sülalelerinde de görüyoruz. Harezm
hükümdar� “Teki�”, “Guri” hükümdar�na ilk zamanlarda “birader” diye
hitap ederken, kendisini kuvvetli hissettikten sonra evrak-�
resmiyesinde ona “Harezm�ah�n o�lu” diye hitap etmeye yani ona
kar�� vilayet-i pederanesini göstermeye ba�lam��t�r [Bartold, Mo�ol
�stilas� Zaman�nda Türkistan]. “Cengiz” ile “Timur”un, hatta daha
sair birçok Türk ve Osmanl� hükümdarlar�n�n muharrerat-�
siyasiyelerinde buna mü�abih birçok misaller gösterilebilir.
-
Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti
217
Ordu ve Askerlik Türkün en büyük vasf-� fark� olan askerlik
hissi, cengâverlik kabiliyeti,
garb Türklerinde hiçbir vecihle eksilmemi�ti. Akdeniz
k�y�lar�nda, Bizans serhatlar�nda ya�ayan Türk, Asya bozk�rlar�nda
f�rt�nalar koparan ecdad� gibi, at s�rt�nda do�uyor, (s. 213) cenk
meydan�nda ölüyordu. Hudutlardan uzak müterakki �ehirlerde, �ran ve
biraz da Bizans tesiriyle eski ruhlar�n� gaib eden, bozulan ufak
bir kitle müstesna olmak üzere, bütün Anadolu Türkleri hakiki birer
askerdiler. Eski ictimai te�kilât�n tesiri nisbetinde Anadoludaki
mevki-i siyasi ve co�rafinin de bunda müdhildar oldu�u muhakkakt�r:
memleketlerini muhafaza için, dört tarafta daima müteyakk�z
H�ristiyan kitlelerini ezmek lüzumunu hisseden bir millet, ecdad�
ne kadar sükûnetperver olursa olsun, cengâverlik havâss�n� iktisab
eder. ��te Anadolu Türkleri, bilhassa Rumlarla çarp��a çarp��a,
cenk ve cidali bir i’tiyad haline getirmi�lerdi. Hele hudut
boylar�nda oturan uc a�iretleri, hayat ve mai�et ve anane
itibar�yla, eski seyyar Türk ordular�n�n cengâver ve ha�in ruhunu
ta��yordular.
Selçuk hükümetinin esas te�kilat�, sair bütün Türk hükümetleri
gibi, askeri bir mahiyeti haizdi. Arazi ufak parçalara ayr�larak
sipahilere verilir, büyük ve zengin t�marlara malik rical kanunen
muayyen miktarda asker beslerdi25. Bunlar�n hesabat�n� idare-i
merkeziyedeki divan kâtipleri tutar, kahramanl�klar� ve hizmetleri
görülenlerin t�mar ve mevacibi art�r�l�rd�. “Birinci Alâeddin
Keykubâd”: “Rum ve Ermen ikliminin t�marlar� ve mevacibleri
gazilerin hakk�d�r; hakk�n� ehline vermeyecek yar�n k�yamet gününde
�slam hakk�nda taksir ettik diye me’huz oluruz” der, yararl���
görülen ümera ve asakire ihsanlar, atlar, hil’atler verirdi.
Sipahilik babadan o�ula intikal eden bir nevi ocak hükmünde idi:
fakat o�ul babas�n�n mevkiini i�gal etmek için evvela ehliyetini
isbata mecburdur. At se�irtmesini, k�l�ç kullanmas�n�, çomak
oyununu, hülasa iyi ve muallim bir sipahi olmak için ne laz�msa
onlar�n hepsini bilmek mecburidir; idarenin intizaml� zamanlar�nda
buna fevkalade dikkat ediliyordu.
Esasen, bütün âdetler ve ananeler cengâverane idi: “âdet ve töre
�öyle olagelmi�ti ki her alper ki alay bassa ve bahad�rl�k edip
dü�man bahad�rlar�n ak�d�rsa at� boynuna alt�nl� kotas (����)
takarlard�. Bahad�r ve alperenler kotasla belli olurlard�. (s. 214)
Ve her ki avda okla kaplan tepelese bile�ine
25 “Nizamülmülk” kitab�n�n otuz ikinci mebhasinde, devletten
büyük tahsisat alan eâz�m-�
memuriyetin, maiyetlerinde her türlü levaz�m-� harbiyeleri
mükemmel ve muhte�em bir kuvvet bulundurmalar� laz�m geldi�ini,
paralar�yla daima köleler almalar�n�, ve mevki ve itibarlar�n�n
hayat-� hususiyelerindeki ihti�am ve servetle de�il maiyetlerindeki
kuvvetle mütenasib olaca��n�, ve gerek hükümdar, gerek ordu, gerek
sair rical aras�nda ancak bu suretle temeyyüz edebileceklerini
anlat�yor [Siyasetname].
-
Fuat Köprülü
218
kaplan kuyru�un asarlard�. Ve her ki bir at�mda okla ku� vursa
sorguç götürürdü ki at�c� idü�ü malum ola”26. Bütün bu gibi
cengâverane âdetler, ana vatandan getirilmi� ananelerdi ki Türkün
asliyetini te�kil ediyor, ve onu di�er bir tak�m kavimlere
kar��maktan kurtar�yordu. Acem maneviyetinin tesiri alt�nda
bulunmakla beraber O�uz töresine sadakat ve merbutiyetten
ayr�lmayan padi�ahlar bile, saraylar�nda eski Türk âdetlerine
cengâverlik ananelerine itba‘dan vazgeçmiyorlard�: Selçukî
sultanlar�n�n beyler ve hasekilerle “top ve çevgan” oynamas�27,
silah�örlük ve okçuluk talimleri yapmas� O�uz töresi icabat�ndand�.
Selçukîlerin ordusunda Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Rum ve daha sair
enas�r muhtelit bir halde bulunurdu28; fakat ordunun ruhu, hakiki
merkez sikleti Türk cengâverleriydi; büyük zaferler daima onlar�n
kahramanl���, (s. 215) fedakârl��� sayesinde kazan�l�rd�.
H�ristiyan unsurlar bazen fedakârane harp etmekle beraber, Anadolu
Selçukîlerinin ordusunda her halde pek büyük bir kemiyet te�kil
etmezlerdi. Her halde, idarede oldu�u gibi ordu te�kilât�nda
26 �bn Bîbî Tercümesi, “s. 211”. “Kotas” kelimesi hakk�nda
Süleyman Efendi “Ça�atay
Lügati”nde �u tafsilat� veriyor: “Bir nevi da� öküzüdür.
Kaburu�undan tu�, bayrak, sancak yaparlar. Bir alem ve i�arettir.
At ve beygirin boyun ve gerdan�na as�lan alamet ve tomara dahi
kotas derler. Hotuz, bayrak, sancak”. Verilen �u tafsilat, garb
Türkleri aras�ndaki “kotas takmak” âdetinin �ark Türklerinde de
cari ve pek eski oldu�unu gösteriyor. Bu kelime hakk�nda bütün
onuncu ve daha muahhar as�rlara ait Ça�atay lügatlerinin ve
onlardan naklen “Pavedokurtey”in “�ark Türkçesi Lügati”nde verdi�i
malumatta bunu müeyyeddir.
27 Türklerin sair bir tak�m müessesat�nda oldu�u gibi burada da
eski �ran saraylar�n�n tesiri göze çarpmamak kabil de�ildir. Sasanî
müessesat�n�n Türkler üzerindeki tesirat�na dair haz�rlamakta
oldu�umuz tetebbunamede bu hususta tavzihat-� lâz�mede bulunabilmek
ümidindeyiz.
28 Eski �ran esasat-� idaresinin müdafi olan “Nizamülmülk”
Siyasetnamesinin dördüncü bab�nda enas�r-� muhtelifeden mürekkeb
bir orduya malikiyetin lüzumunu anlat�yor: “E�er ordu unsur-�
vahidden te�ekkül edecek olursa, efrad daima bir tak�m kar���kl�k
ç�karabilirler, ve arzu-y� hükümdari dâhilinde hizmet
etmeyebilirler. Binaenaleyh, saltanat�n bütün enas�r�ndan al�nan
askerlerle orduyu te�kil etmelidir. Sarayda iki bin Horasanl� ve
iki bin Deylemli asker bulunmal�d�r. E�er bir miktar Gürcü ile bir
miktar Farsi de bulunursa, daha iyi olur; çünkü bunlar cesur
adamlard�r. Mahmud Gaznevî’nin bu hususta ittihaz etti�i usul böyle
idi: onun ordusu Türkler, Horasanl�lar, Araplar, Hintliler,
Deylemliler, Gurîlerden mürekkebdi. Muharebe zaman�nda hepsi yerli
yerinde kesif bir kitle halinde bulunur, ve filan muharebede filan
millet iyi harp edemedi dedirmemek için bütün gayretini sarf
ederdi” [Siyasetname]. Mamafih “Nizamülmülk” Türkmenlerin, Selçukî
saltanat� için ne kadar kavi bir istinadgâh oldu�unu da inkâr
edemiyor: “Türkmenler her ne kadar devlete bir tak�m mü�kilat ika’
etmi�lerse de, yine Selçukî sülalesinin teveccühüne lay�kt�rlar.
Çünkü bu devletin ibtidai tesisinde çok hizmetleri sebak etti�i
gibi bu gaye için birçok me�ak ve mesaibe de katlanm��lard�r.
Bundan ba�ka, aile-i hükümdariye karabet rab�tas�yla merbutturlar.
Binaenaleyh onlar�n çocuklar�ndan bin tanesini alarak t�pk�
gulamlar gibi hususi bir yerde terbiye etmeli, silah kullanmay� ve
saray hizmetlerini ö�retmeli, daimi surette saraya rab�ta
etmelidir. Bu suretle onlar hükümdara sad�kane hizmet edecekleri
gibi, kalplerinde aile-i hükümdariye kar�� besledikleri adem-i
ho�nidide zail olacakt�r” [Siyasetname, yirmi alt�nc� mebhas].
-
Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti
219
da Türklük pek aç�k bir surette göze çarp�yor, Selçukî
saltanat�n�n hakiki istinadgâh�n� te�kil ediyordu29.
Selçukî hükümdarlar�n�n kuvve-i askeriyesi, idare itibar�yla, üç
muhtelif k�sma ayr�lm��t�: do�rudan do�ruya sultan�n maiyetinde
bulunan hassa kuvveti, uç beylerinin ve sair boy beylerinin
kuvveti, sultana tabi nim-müstakil civar hükümetlerin irsal etti�i
muavin kuvvet. Ordunun en kavi ve intizaml� devri olan “Alâeddin
Keykubâd-� evvel” zaman�nda bu üç k�sm�n mecmuu –“�bn Bîbî”ye göre-
be� yüz bin ki�ilik büyük bir kuvvet te�kil ediyordu. “�bn Bîbî” bu
kuvveti �u suretle taksim eder: “ve nice ki çerisin O�uzun yirmi
dört boyu adedince yirmi dört tümen ki iki yüz k�rk bin er olur,
her birinden bir tümen er durmu�tu; ve kendi boyu dört tümen.
Mecmu’ Rumen ve Ermenin ve Diyarbekrin çerileri cem olsa be� yüz
bin miktar� er cem olurdu. Kendi boyundan gayri yirmi dört hanlar
ve melikler vard�. Kimi kendi boyundan K�n�ktan Selçukîlerdi; ve
kimi kalan O�uz beylerinden. Ve kullar�ndan dahi beyler
vard�”30.
Sultan�n merkezdeki kuvve-i asliyesi, k�sm-� a‘zam� sarayda (s.
216) müstahdem olmak üzere sipahiler ve hasekîlerden, kullardan
mürekkebti; onlar aras�nda birçok çavu�lar, silahdarlar,
yasavullar, kap�c�lar, serhenkler, müstahf�zlar, camedarlar
bulunurdu31. Bu hassa kuvvetini harbe haz�rlamak için
29 Alâeddin Keykubâd babas�n�n vefat� haberini al�nca tahta
geçmek için bir tak�m te�ebbüslerde
bulunuyor ve o meyanda Türk a�iretlerini kendi taraf�na celbe
çal���yor. “Tevârih-i Âl-i Selçuk” mütercimi bu münasebetle
Türklerin ehemmiyetini �u sözlerle anlatmaktad�r: “Çün Rum
çerilerinin varl��� O�uz ve Türk tevaifidir; ve her vakitte ki
çeriler bas�l�p iklimler feth olmu�tur, O�uz taifesi birle
olmu�tur” [99].
30 “�bn Bîbî” Tercümesindeki bu tarz taksim çok vaz�h olmad���
gibi, gösterdi�i netice itibar�yla da mübala�al� addolunabilir:
Selçukîlerin en zinüfuz bir devri addedebilece�imiz “Melik�ah”
zaman�nda, Selçukî ordusunun mevcud daimisi dört yüz bin ki�i idi.
Bu miktar� istiksar ederek mevcud haz�r�n�n yetmi� bine tenzili
hakk�nda “Melik�ah”a nesayihde bulunanlara kar��, “Nizamülmülk”
bilakis bu miktar�n tezyinini, devletin ordu üzerine istinad
etti�ini, ordu efrad�n�n azalt�lmas�yla sultan�n yüz binlerce
dü�man kazanaca��n� söylüyor [Siyasetname].
31 Selçukîlerde hükümdar�n hassa askeri demek olan gulamlardan
yani kap� kullar�ndan ba�ka “müfrez”ler bulunmas�n�, “Nizamülmülk”
Siyasetnamede bilhassa iltizam ediyor: Onun fikrine göre “sarayda
daima bulunmak üzere �eci‘, mücerreb, uzun boylu ve güzel yüzlü iki
yüz nefer seçmeli ve onlara müfrez nam� vermelidir; bunlardan yüzü
Horasanl�, yüzü de Deylemli olmal�d�r. Bunlar�n sarayda daimi
ikametgâhlar� olmal�, ve gerek sulh zaman�nda gerek harp zaman�nda
oradan ayr�lmamal�d�rlar. Bunlara güzel libaslar ve daima temiz
silahlar verilmelidir. Fakat bu silahlar� lüzum görüldü�ü takdirde
ellerine vermeli, ve sonra tekrar almal�d�r” [Siyasetname].
Nizamülmülk bunu müteakib bunlara verilecek silahlar ve maa�
hakk�nda baz� tafsilat verdikten sonra, bu suretle mütemadi bit
surette muhtelif unsurlardan dört bin ki�i almak, ve bunlardan bin
tanesini bizzat hükümdar�n maiyetine, di�er üç bin tanesini de
mühim bir i�te kullan�lmalar� icap edinceye kadar, emirlerin ve
kumandanlar�n maiyetine vermek lüzumunu anlat�yor [Siyasetname,
19uncu mebhas].
-
Fuat Köprülü
220
vasi talimhaneler vücuda getirilmi�, ok, ve daha sair silah
talimlerine ve binicili�e fevkalade ehemmiyet verilmi�ti.
Askerlikte mahareti ve dirayeti görülenler her türlü iltifata nail
olurlard�. Mamafih bu talimler yaln�z merkezdeki kuvve-i askeriyeye
has de�ildi; memlekette bilumum sipahiler haftada iki gün
meydanlara ç�k�p ok ve silah idmanlar� yapmaya mecburdular. O�uz
boylar�na gelince, onlar�n tarz-� hayat�, âdetleri, ananeleri daimi
ve serbest bir k��la hayat�na me�abihti; kemiyet ve keyfiyetçe
ordunun sair aksam�na çok faik olan bu bozulmam�� Türk kuvveti,
Anadolu Türklerinin en k�r�lmaz istinadgâh�yd�. Selçukî ordusu
efrad�na yaln�z arazi de�il, ayn� zamanda maa� da verildi�ini
gösteren deliller mevcuttur32.
32 Eski Selçukîlerde gulamlara arazi verilmeyip yaln�z maa�
verildi�ini “Nizamülmülk” zikrediyor
[Siyasetname, 23üncü mebhas]. Nizamülmülk’ün yine ayn� mebhasda,
askerin maa��n� muntazaman vermek için laz�m gelen mebali�in
hazinede daima haz�r bulundurulmas� ve bu suretle efrad�n hükümdara
daha çok merbut olacaklar� hakk�ndaki ifadesi, askere o zaman
araziden maada maa� da verildi�ini gösteriyor. Anadolu
Selçukîlerinde de bunun böyle oldu�unu gösteren muhtelif deliller
vard�r [�bn Bîbî Tercümesi]. “Nizamülmülk”e göre eski zaman
hükümdarlar� askere arazi vermezler, senede dört defa efrad�n
derecesine göre muhtelif miktarda maa� verirlerdi. Maliye memurlar�
vergileri tahsil ederek hazineye tevdi ederler ve sonra her üç ayda
bir kere maa� tevzi eylerler idi ki buna “pi�kani” derlerdi.
Gaznevîler de bu usulü takip etmi�lerdi. Bu usul sayesinde, ordunun
her hangi bir k�sm�ndan bir nefer -ölüm veya di�er bir sebeple-
eksilse, derhal haber al�nmak kabil olurdu. Alelicab bunlar hemen
cem edilirlerdi. E�er birinin mazereti varsa, derhal bildirmeliydi:
kaç�p saklananlar duçar-� mücazat olurlar ve maa�lar�ndan mahrum
edilirlerdi [Siyasetname]. Bu tafsilat, askere maa� tevzii tarz�n�n
Samanîlerden Gaznevîlere ve onlardan da Selçukîlere geçti�ini
gösteriyor. “Saffarîler”in bu husustaki usulleri hakk�nda
tarihlerde mevcut malumattan anla��ld���na göre, Samanîler bu
hususta onlar� taklit etmi�lerdir. “�bn Hallikan” Saffarîlerin
idare-i askeriyeleri ve askere maa� tevziinin �ekli hakk�nda �u
mühim malumat� vermektedir: “Ve zekere es-Sülemi fi Kitab Ahbar�
Horasan �ey’en kesiren min kifayetihi ve nehzatihi ve k�yamihi
bi-kavaidi’l-memleke ve’l-vilaye feterektuhu taleben li-lihtisar ve
zekera ennehu kane yenfiku fi’l-cünd fi külli selase e�hur merra ve
yahzuru bi nefsihi alâ zalik ve inne âridu’l-cey� yekudu ve’l-emvâl
beyne yedeyhi ve’l-cünd biesrihim hâzirun ve yunadi’l-munadi
evvelen bi-ismi Amr bin el-Leys fetekkaddeme dabbetehu ila’l-âriz
bi-cemi’ âleti’-l-fâris feyefettekaduha ye’muru bi-vezn selasemie
dirhem bi-ismi Amr ve fetahammele ileyhi fi s�ratin fe-ye’huzu
es-s�ratu feyukabbiluha ve yekulu elhamdülillah ellezi veffakani
li-taatie Emirü’l-mü’minin hatta istevcebet minhu er-r�zk sümme
yedauha fi huffetihi fe-tekun limen yanziu huffihi sümme yud’a bade
zalik bi-eshabi’r-rusum alâ meratibihim feyetearradu l-ialâtihim
tamme ve leddu bihim el-ferra ve yatlubune bi-cemi’ ma yehtacu
ileyhi’l-Fâris ve’r-râcil min sa�ir ale ve kebiruha fe-men ahalle
bi-ihdar �ey minha harramuhu rizkahu ve fe-atarada yevmen Fâris
kanet lehu dabbe fi gayeti’l-hizal fe-kale lehu Amr ve ya haza
te’huz maluna tenafakkudu ala imraatek fe-tesemmenha ve tehazzel
dabbetek elleti aleyha teharib ve biha tecid el-erzâk emda fe-leyse
leke indi �ey fekale lehu el-cundi cealtü leke’l-fida lev itaradte
imraati le-estesmente dabbeti fe-dahika Amr ve emera bi-atihi ve
gala istebdel bi-dabbetek [�bn Hallikan, 1275 M�s�r tab�, C. 2, s.
475]. “�bn Hallikan” bu tafsilat� müteakib “�bnü’l-Adim el-Hanbeli”
nam�yla maruf “Kad� Kemaleddin”in “Tarihi Haleb”inden naklen bu
âdetin “Anu�irvan b. Kubâd” zaman�nda �ranl�larda mevcut oldu�unu
tafsilat�yla zikrediyor [s. 476]. “Corci Zeydan” da
-
Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti
221
(s. 217) K���n, Anadolu’nun da� ve ovalar�n� örten karlar
eriyinceye kadar, bütün muhas�m hükümetler aras�nda zaruri bir
mütareke hüküm sürerdi. Fakat fidanlar ye�ermeye ve ovalardan bahar
kokular� gelmeye ba�lay�nca, bütün kalplerde derin bir cenkçilik
hissi uyan�r, uç beyleri ak�nlara ba�lar, yaylalara ç�kan a�iretler
sultan�n davetine hararetle intizar ederdi. Konya sultanlar� için
–kuvveti müsait oldu�u takdirde- bir harp vesilesi bulmak (s. 218)
hiç de mü�kil bir i� de�ildi: civar eyaletlerde hükümran aile
azas�ndan birinin isyan�n� bahane etmek, yahut harac�n� vaktinde
vermeyen bir hisar�n zabt�na te�ebbüs eylemek çok kolayd�. E�er
mesele ehemmiyetsiz ise, sultan o civardaki emirden birini bu i�e
memur etmekle iktifa ederdi. Fakat mühim bir kuvve-i askeriyeye
ihtiyaç görülürse, dergâh-� sultani mün�ilerine derhal emir
verilir, ve böylece bütün boy beylerine, serhat ümeras�na sultana
tabi nim-müstakil hâkimlere yaz�lan “mükellefnâmeler kussad ve
müserri‘ler vas�tas�yla” süratle gönderilirdi.
Sultan nerede ictima‘ edilmesini emretmi�se kendi kuvve-i
asliyesiyle oraya gidip ordugâh kurar, ve bütün levaz�m ve
mühimmat�n� deve ve kat�rlara yükleterek gelen beylere orada
intizar eder idi. Bu suretle kuvvet topland�ktan ve beylerle ümera
sultan�n lütuf ve iltifat�na mazhar olduktan sonra, sultan hareket
emrini verir ve çavu�lar “atlan! atlan!” nidas�yla k�sm-� külliyesi
süvariden mürekkeb olan orduyu bu emirden haberdar ederlerdi. O
zaman nekkareler, kösler, surnalar, borular çal�n�r, yüzlerce
tab�llar dö�ülür, sancaklar heybetle dalgalan�rd�. Selçukî ordusu
levaz�m-� harbiye itibar�yla muas�r ordulardan farkl� de�ildi: ok
ve yay, k�l�ç, hançer, cebe ve cev�en, sükü -yani süngü- gürz,
kûpâl, çomak, nacak, balta gibi o zaman�n bütün harp aletleriyle
mücehhez olan Selçukî ordusu, kale muhasaras� için manc�n�k gibi
vas�talara da malikti.
Muhasara edilen kaleler –veraset kavgalar�nda oldu�u gibi- �slâm
�ehirleri olursa büyük tahribata, katliamlara, ya�malara maruz
kalmazd�; ahali
Abbasîlerde geçit resminin �ranl�lardan me‘huz oldu�unu
“Medeniyeti �slâmiye Tarihi” tercümesinde zikrederek bu geçit
resmine misal olmak üzere yukar�da “�bn Hallikan”dan nakletti�imiz
f�kray� –me‘huz tasrih etmeksizin- naklediyor. [Medeniyeti �slâmiye
Tarihi Tercümesi, C. 1, s. 155]. Türklere Sasanîlerden geçen
müesseseler hakk�ndaki tetebbunamemizde bu meseleyi de mevzuu bahs
edece�iz. “Bartold”un verdi�i malumata nazaran, Harezm�ahîler para
ile tutulmu� gönüllü askerlerden mürekkeb bir orduya maliktiler;
Hâlbuki onlarla muas�r olan “Gurîler”in kendilerine mahsus ve
Türklerden mürekkeb bir hassa askeri vard�; Gurîlerde, ordunun
ba��nda daima hükümdar�n karde�i bulunurdu; yine “Bartold”un
verdi�i malumattan, Harezm�ahîler de askere maa�tan ba�ka arazi de
verildi�ini hatta “�l Arslan”�n cülusunda asker maa�lar�na zamaim
icra edildi�ini de anl�yoruz [Bartold, Mo�ol �stilas� Zaman�nda
Türkistan]. ��te bu tafsilat, gerek Anadolu Selçukîlerinde gerek
Osmanl�lardaki müessesat-� askeriyenin ne gibi muhtelif amillerin
tesiri alt�nda te�ekkül etti�ini oldukça tenvir edebilir. Yaln�z
Anadolu Selçukîlerinde –yukar�da izah edildi�i vecihle- Anadolu’ya
kesif kitleler halinde gelmenin neticesi olarak boy te�kilât�
mevcut oldu�unu unutmamal�d�r.
-
Fuat Köprülü
222
büyük mü�kilat içinde kald�klar�n� ve galebe mümkün olmad���n�
anlay�nca, �ehri kendiliklerinden teslim ederlerdi; baz� vakit kale
ahalisinin vas�ta-i mai�etini te�kil eden sur haricindeki ba� ve
bahçeleri mahvetmek tehdidi bir kalenin iskat�na kâfi gelirdi.
Lakin böyle olmay�p da muhasara edilen kale H�ristiyanlara ait
olursa, ibtidaden teslim olmad��� halde, pek müthi� ak�betlere
maruz kal�rd�. Emir-i Âr�z (s. 219) (harbiye naz�r�) ordunun sa� ve
sol kollar�yla karavul ve ça�davullar�n� –domdar ve pi�darlar�n�-
tertip ettikten sonra, kös ve nefir gürültüleri aras�nda kale
pi�gâh�na muvasalat edilir ve derhal muhasara tertibat� al�n�rd�:
Manc�n�klar kurulup i�lemeye, tirendazlar ok ya�d�rmaya, la��mc�lar
la��m vurmaya ba�lay�nca, sair asker de merdivenlerle kale
bedenlerine hücum ederlerdi. Bir kalenin zabt� ne kadar uzun ve
mü�kil olursa zabt�ndan sonra görece�i tahribat da o derece büyük
olurdu: “Sultan G�yâseddin Keyhüsrev” Antalya’y� zabt etti�i zaman,
bir gün katliama ve be� gün iktitâf-� ganaime ruhsat vermi�, ondan
sonra sükûn ve intizam� tesis etmi�ti33.
Kendisine göre bir usul-� harb sahibi olan Selçukî ordusu her
hangi bir kaleyi zabt edince, muhasaran�n hisarlar� tamir ve telafi
edilerek �ehre –�ehrin ehemmiyetiyle mütenasib- bir suba�� ve kad�
nasb olunur, zahire anbarlar� ile habbehanelere habbe ve zahire
doldurulur, kiliselerin baz�s� camiye tahvil edilerek hatip, imam
ve müezzin tayin edilirdi. Kalelerin muhafazas�na memur olan neft
at�c�lar, zenberekciler, topcular âdeta bir istihkâm s�n�f� te�kil
ediyorlard�. Fi’l-hakika kalecilik hususunda Selçukîler epey
terakki etmi�lerdi. “Sultan Alâeddin Keykubâd” ahvâl-� siyasiyenin
te�vi�ini nazar� itibara alarak Konya ve Sivas kalelerini yeniden
tamir ve ihyaya karar verdi�i zaman, “divan�n çabukdest muhasibleri
ve mühendisleri ve binalar� ve �ahne ve imaret ve üstad mimarlar ve
hâz�k ressamlar haz�r olurlar. Ve sultan atland� ve beyler ve
ulular ve serverler ve mimarlarla �ehrin çevre yan�n� devretti; ve
buyurdu, burçlar ve bedenler (s. 220) mevâz�n� muayyen ettiler. Ve
kap�lar� resmedip saltanat hazretine arz ettiler. Sultan eman-�
tamam ve fikr u endi�e birle mutalaa k�ld� ve �slah ve tagayyür
buyurdu. Çün kap�lar ve buruc ve ebdan i‘dadi 33 Bazen �slâm
�ehirleri bile Müslüman hükümdarlar�n katliam�na maruz kal�rd�.
Binaenaleyh, o
as�rlarda has olan bu gibi ahvâli, Müslümanlar�n s�rf
H�ristiyanlara besledikleri bir hiss-i husumetten münbais-i zan
etmemelidir. “Harezm�ah Muhammed”e tabi olan Semerkand, eski metbuu
“Gürhan”a tabi olmak için isyan etti�i zaman, halk oradaki
Harezmlilerin vücutlar�n� ikiye ay�rarak kesilmi� parçalar�
sokaklara asm��lard�. Harezm�ah bu harekât�n cezas�n� vermek için
Semerkand’� muhasara etmi�, zabt edildikten sonra üç gün ya�ma
olunmas�n� ve katliam icras�n� emreylemi�tir. “�bnü’l-Esir”in
rivayetine göre burada mahvolan ahalinin miktar� iki yüz bini
mütecaviz imi� [�bnü’l-Esir, C. 10]. Mamafih “Cüveyni” telef
olanlar�n on binden fazla olmad���n�, ve Harezm�ah�n ulema ve
me�ayihin ricalar� üzerine, k�tale çabuk nihayet verdirdi�ini
yaz�yor ki, daha do�ru addolunabilir [Bartold, Mo�ol �stilas�
Zaman�nda Türkistan]. Daha sonralar�, hakiki bir �slâm hükümdar�
olan “Timurlenk”in kezalik baz� Safevî hükümdarlar�n�n �slâm
�ehirlerinde icra ettikleri vasi katliamlarda yukar�ki müddeam�za
bir delil te�kil edebilir.
-
Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti
223
muayyen oldu ve ar��n hesab�yla tul ve arz� ölçüldü, çabukdest
muhasibler ve yaz�c�lar ki hesapla çoklukta denizi hesap ederlerdi
ve azl�kta nakiri k�tmirden ve zerreyi heba-i �aîrden temyiz
ederlerdi, yap�lmadan ar��n hesab�yla darb ve k�smet ettiler,
filcümle ne harc olaca��n bilip �aha arz ettiler. Binalar ve
�ahne-i imaret ve kitap mültezim olup boyunlar�na ald�lar ki
rüzgârla say edip itmam�na eri�tireler”34. Fi’l-hakika Konya ve
Sivas surlar�, Anadolu Türklerinin kalecilikteki terakkilerine
numune addedilecek derecede güzel ve rasin idi.
Anadolu Türklerinin muharebede gözettikleri mühim gayelerden
biri de –o zaman�n bütün milletlerinde oldu�u vecihle- ganimet
meselesi idi. Her hangi bir kaleyi harben zabt eden bir ordu için o
�ehrin bütün servet ve saman� mubah idi. Ok ve k�l�çtan korkmayarak
kale bedenlerini a�an cengâverlerin kalbinde yaln�z �eref ve hizmet
hisleri de�il, o manevi hislerle müterâf�k bir de servet ümidi
vard�; ve bu onlar için gayet tabiiydi: Türkün ald��� terbiyeye
nazaran, k�l�ç kuvvetiyle kazan�lan servet, servetlerin en me�ruu
müstahsenidir. Fi’l-hakika, icra edilen muharebelere ekseriyetle
mühim ganimetler elde ediliyor ve bundan yaln�z hazine de�il,
kumandanlar, beyler, alpler, neferler de müteneffi‘ oluyordu: “Emir
Mübarezeddin” Ermen kalelerini zabt etti�i zaman “birçok güzel
Frenk o�lanlar�, taz� atlar, keselerle filoriler, mallar, davudi
z�rhlar, alt�n kapl� kalkanlar” elde etmi�ti. Kazan�lan ganimetler
her sene maktuan al�nan bac ve haraclar sayesinde birçok
müessesat-� ilmiye ve hayriye vücuda getiriliyor, medreseler,
camiler, çe�meler, türbeler yap�l�yordu.
Bütün �slâm devletlerinde oldu�u gibi, Anadolu Selçukîlerinde de
muntazam bir askeri muzikas� vard�. Bu muzika onlara di�er
Selçukîlerden, Selçukîlere de Abbasîlerden yahut sair devletlerden
geçmi�ti. Bu muzika yüzlerce davul ve borudan ibaretti. “�bn
Bîbî”nin verdi�i malumata nazaran, Anadolu Selçukîlerinin muzikas�
günde be� vakit yani namaz vakitlerinde nevbet vururdu ki bilumum
Selçukîler aras�nda “Sencer” (s. 221) zaman�ndan beri bu adet
cariydi, ve buna “nevbet-i Senceri” derlerdi. Harp meydanlar�nda,
askeri te�vik ve te�ci‘ için de nevbet vururlard�35. Sair bir tak�m
Türk devletlerinde mesela M�s�r Kölemenlerinde, Osmanl�larda
görüldü�ü vecihle, valilere ve ümeraya askeri muzikas� verildi�ini
Anadolu Selçukîlerinde sarih bir delile müstenid olarak bilmiyorsak
da, sair Türk devletlerinde görülen bu âdetin
34 �bn Bîbî Tercümesi, “253”. 35 Medeniyet-i �slâmiye Tarihi
Tercümesi, C. 1, s. 162. Sair Türk devletlerindeki askeri
muzikas�
hakk�nda malumat almak için müracaat ediniz: [Milli Tetebbular,
Dördüncü say�, s. 65-67]. Daha, eski Uygur devletinde, merasim
esnas�nda icra-y� terennüm eden bir askeri muzikas� mevcut oldu�unu
Çin sefiri “Vang-Yen-Te”nin ifadesinden anl�yoruz. [Visdelou,
Supplément