Aydınlık BU SAYIDA 22 KİTAP TANITILIYOR 10 Ağustos 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 24 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 858 Yazar Suat Duman’la ‘Cinayet Mevsimi’ kitabı ve polisiye roman üzerine... “Ne yazık ki Türkiye’de hayatın kendisi polisiyedir” Önce düşler gelir Mitten gerçeğe, gerçekten mite ırkçılık Bilim kurgu okuruna Noir ziyafet Çağdaşlaşmanın itici gücü “var olabilme” mücadelesi İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri…
16
Embed
İnsan öyküleriyle Türkiye’nin halleri… Yazar Suat …...“Binbir Gece Masalları” çevirisiyle de bilinir. Toplam on altı kitaptan oluşan bu büyük eser günümüzde
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
AydınlıkBU SAYIDA
22KİTAP
TANITILIYOR
10 Ağustos 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 24
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
KITAP.
Toplam: 858
Yazar Suat Duman’la ‘Cinayet Mevsimi’kitabı ve polisiye roman üzerine...
“Ne yazık ki Türkiye’dehayatın kendisi polisiyedir”
Önce düşler gelir
Mitten gerçeğe,gerçekten mite ırkçılık
Bilim kurgu okurunaNoir ziyafet
Çağdaşlaşmanın itici gücü
“var olabilme” mücadelesi
İnsan öyküleriyleTürkiye’nin halleri…
Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdür Yardımcısı Ümit Yaşar Gö-
züm'ün geçtiğimiz günlerde AA muhabirine yaptığı açıklama çeşitli gazeteler
ve internet sitelerinde yer aldı. Gözüm, “Türkiye'de son yıllarda yayıncı-
lığın sektörleşmesine yönelik önemli adımlar atıldığını, bunun etkisinin
de çok açık bir şekilde görülmeye başlandığını” söyledi. Açıklamada ba-
sılan kitaplar, yeni açılan kitabevleri ve yayınevlerine dair ayrıntılı bilgi-
ler var. Rakamlarla buralardaki artışa değinilmiş. Ayrıntılı biçimde ak-
tarılan veriler sevindirici. Fakat haberin aktarımında kullanılan bir ara
başlık var ki bizleri düşündürdü. “Sektörün kalbi İstanbul, Ankara ve İz-
mir”. Yayıncılık ve kitap dağıtımındaki yaygın artışa sevinemiyoruz böy-
le olunca. Çünkü sorun tam da burada başlıyor. Anadolu'da birçok ili-
mizde kitaplara ulaşımda ciddi sıkıntılar olduğunu biliyoruz. Kitabevle-
rinin azlığı çok canımızı sıkmayacak kütüphaneler yeterli düzeyde olsa.
Ama biliyoruz ki kütüphanelerde de yetersizlikler var. Kaldı ki söz konu-
su kütüphane olunca İstanbul, Ankara ve İzmir bile tartışmaya dahil edi-
lebilir. Diyeceğimiz o ki, rakamlar yanıltmasın. Biz yine de “Anadolu'dan
Kitabevi” köşemizde sizleri zengin bir kitaplığa ulaşabileceğiniz sayılı me-
kanlardan haberdar etmeye devam edelim en iyisi.
� � �
Aydınlık Kitap ekibi olarak okurlarımıza müjdemiz var. Yaz sonrası için
yeni dönem hazırlıklarına şimdiden başladık. Bayramdan sonra Aydın-
lık Kitap ekibine yeni isimler katılacak. Şimdi yaz tatili, bayram tatili der-
ken yayıncılık alanı biraz durgun. Önümüzdeki üç sayıyı, yirmi dört ye-
rine on altı sayfa çıkaracağız. Bayramdan sonra hem yeni ekibimiz hem
Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.
adına sahibi:Mehmet Sabuncu
Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk
Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt
Aydınlık
KITAP.
“Ömrün Yazı”, Berat AlanyalıBerat Alanyalı’nın inanılmaz güzellik ve zenginlikteki dili ile yazdığı ustalıklı öyküler. Di-lindeki renk ve yetkinlik Türkçe’nin olanakları renk dürbününün yarattığı görsel çeşitle-meler gibi insanı heyecanlandırıyor. O kadar da değil, düş, gerçek, ve fantazma arasında-ki gidiş gelişler insanı şaşırttığı kadar dünyasını da renklendiriyor.
“Asi Destanı”, Sabahattin YalkınSabahattin Yalkın benim gibi yazdıklarını yayımlamaya geç başlamış has bir şair. Çok sev-diğim şairlerin en önde gelenlerinden. Biz Antakyalılar için adeta kutsallık taşıyan, derinve uzun ömürlü kültürümüzün taşıyıcısı Asi; mitoloji, eski zamanlar, eşsiz coğrafya ve ba-rışı ve bütünleşmeyi çok önceden bulmuş insanlar üstüne destan parçaları... İnsan olduğumuzasevindiğimiz anları anımsatan yetkinlik.
“Asi...Asi”, Ayla KutluBir şehrin, bir ırmağın geniş zamanlara yayılmış öyküsüyle birlikte kurgusal bir ailenin yüzyirmi yılllık, dört kuşaklık yaşamı çok zengin ve şiirli bir Türkçe ile anlatılıyor. Asi bir ya-nıyla uygarlık taşıyan, öbür yanıyla isyancı bir kimliktir... Adının iki kez tekrarlanması dabu yüzden.
“Küçük Prens”, Antoine de Saint-ExuperyKüçük Prens her yaştan insanın bıkmaksızın okuyacağı bir insanlık destanı. Her okuyuştabir parça daha zenginleştiğini algılatan, bıkılmayan bir şarkı gibi, hep canlı kılan, insanı ke-derden arındıran, kötülükten sakındıran, çocuk dünyasını sürekli algılatan bir başyapıt. Oku-dukça soluğu tazelenen bir dostluk atmosferi.
“Bütün Şiirleri”, Yorgo SeferisNobel ödüllü ve yirminci yüzyılın en büyük şairlerinden Seferis; duygu derinliği zaman za-man algılanamayacak boyuta kadar inen bir şair. Özelikle yazanlar ve yazma aşkı duyanlarişin eşsiz bir esin kaynağı. Bir başucu kitabı... Yerinde yıllarca kalabilecek güçte üstelik.
ÖneriYorum
AYLAKUTLU
1)
2)
3)
4)
5)
Haftanın Portresi: Alim Şerif Onaran s. 4
Bilim kurgu okuruna Noir ziyafet s. 9
Mitten gerçeğe, gerçekten mite ırkçılık s. 10
Yeni Çıkanlar s. 11
Çocuk: Önce düşler gelir s. 12
Sahaf: Lozan’ın tanığından Lozan dersleri s. 13
Alıntı Test-Bulmaca s. 14
10 A�USTOS 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAP
Reklam Müdürü: Saynur Okuroğlu
Sayfa Sekreteri: Alev Özgenç
Editör: Pınar Akkoç Yazıişleri: Damla Yazıcı
Çağdaşlaşmanın itici gücü“var olabilme” mücadelesi s. 5
Kapak: “Ne yazık ki Türkiye’de hayatın kendisi polisiyedir” s. 6/7
Zamanın silgisi de olmasa o büyük iyilikseverler,yaptıkları kötülükleri halka nasıl unuttururlar! s. 8
İlk basımı 2008’de yayımlanan “CinayetMevsimi”, kısa süre önce yeni basımınıgerçekleştirdi. Bu arada ikinci romanınız“Müruruzaman Cinayetleri” de okurla bu-luştu. Kahramanınız Mehmet Cemil, şe-hir değiştirerek Ankara’dan İstanbul’ageldi. Polisiye atmosfer yaratmak açı-sından bazı şehirlerin daha avantajlı birdekor oluşturduğu söylenebilir mi, yoksabunun pek bir önemi yok mudur?Doğrudur, bazı şehirler, biz onu hikâye-
mize mekân seçmeden çok önce, yapısal
özellikleriyle, tarihsel dokusuyla, şairlerin,
yazarların kattıklarıyla zihinlerde bir şek-
le, anlama bürünmüştür bile. Şehrin yapısal
özellikleri, öyküde atmosfer için önemli.
Fakat bir şehrin yansız, belgesel tasviri tek
başına yeterli değil gibi geliyor bana. Ro-
manlarımda mekanın yalnızca bir dekor
olarak değil, bir karakter olarak yer al-
masına çaba harcıyorum. Bunun hikaye-
yi, şehre yapıştırılmış bir fazlalık olmaktan
kurtaracağını düşünüyorum. Polisiye, şe-
hirle bütünleşmeyi gerektiren bir tür. Do-
layısıyla şehir ve karakterler beraber ne-
fes alabildikleri sürece Türkiye'nin hangi
şehrinde geçerse geçsin, Muğla, Van ya da
Adana fark etmez, sözünü ettiğiniz at-
mosferin okura kendini hissettireceğini
varsayıyorum.
Mehmet Cemil’i “Cinayet Mevsimi”ndeAnkara’da hukuk fakültesinde okuyan,yarı dedektif bir öğrenci olarak tanıdık.Cinayetleri aydınlatırken yardım aldığı in-sanlar da büyük çoğunlukla kendi arka-daş çevresinden, kantinden… Polisiyeedebiyat tarihinin en genç ve “amatör” de-dektifi diyebilir miyiz Mehmet Cemil’e?Evet, cinayetleri en başta bir oyun gibi gör-
mesi, bir film içinde yaşar gibi sürüklenip
gitmesi göz önünde tutulunca genç, hat-
ta çocuk bile diyebiliriz Mehmet Cemil’e.
Tabii yaşı itibarıyla da öyle. Gönülsüzlü-
ğü, müdahale etmekten korkması, çözme
iradesini bir türlü gösterememesi de ama-
törlüğünden kaynaklanıyor şüphesiz. De-
dektiflik hevesiyle işe koyulup, kalkıştığı
işin seyirlik bir maceranın öte-
sinde olduğunu anladıkça ama-
törlükten ilelebet kurtulama-
yacağını da içten içe hissediyor.
“Müruruzaman Cinayetle-
ri”nde maceraya daha gönüllü
görünse de bir cinayeti aydın-
latmakla, adaleti sağlamanın
her zaman aynı anlama gel-
meyebileceğini görmesi, olaya
profesyonel gözüyle bakması-
nı olanaksız kılıyor. Dahası
profesyonellikten midesi bu-
lanıyor.
“POL�S�YEY� AYRIMSIZ OKURUM”Ernest Mandel, ünlü incelemesi “HoşCinayet”te polisiye edebiyata dair önem-li bir sınıfsallık vurgusu getirir ve suç iliş-kilerinin toplumsal yapıdaki yerini sor-gular. Benzer bir yaklaşımın, yerli-yabancıpek çok yazarla birlikte sizin kitapları-nızda da görüldüğünü söyleyebilir miyiz?
Mandel’in bu yaklaşımı konusunda nelersöyleyebilirsiniz?Polisiye okumayı seviyorum ve neredeyse
ayrımsız okuyorum. Fakat sıra yazmaya ge-
lince tercihim üstün zekâlı katillerin ci-
nayetlerini çözmeye çalışan matematik de-
hası dedektiflerin hikâyelerin-
den yana olmuyor, ne kadar
sevsem de olamıyor. O nokta-
da yazınsal tercihim, politik
yaklaşımımdan ayrı kalamıyor.
Cinayet bir kusurdur en hafif
ifadesiyle, o nedenle kusursuz
cinayetler kurgulamayı, ede-
biyat hevesiyle bile olsa, doğru
bulmuyorum. Katilin fiilini es-
tetize ederek olumlamak be-
nim işim değil. Sınıfsal analiz-
leri yapıldı mı bilmiyorum ama
evet Agatha Christie romanları
da dahil, sosyo-ekonomik yapının çar-
pıklıkları polisiyelere istisnasız girmiştir. İn-
sanların birbirini öldürmeye başladığı
nokta, sistemin kendini en net ele verdi-
ği noktadır ne de olsa. Bana gelince, ken-
dimi kısıtlamak istemem ama politik po-
lisiyelere yatkın olduğumu söyleyebili-
rim. Fransız Leo Malet’i, Yunanlı usta Pet-
ros Markaris’i türün üstadları olarak gör-
düğümü söylemem yeterli olur sanırım.
Mehmet Cemil “Cinayet Mevsimi”nde biryandan öğrenci dünyasını, bir yandan dasık sık bindiği banliyö trenlerinde halk-tan insanları gözlemliyor. Bir dedektifinya da polisiye yazarının “sokakla” bu türtemasının önemi, yararı nedir?Mehmet Cemil bu insanları sadece göz-
lemlemiyor, onların arasında yaşıyor, on-
lardan biri. Türkiye’de yazılacak polisiye-
nin hayatın günlük akışıyla, sokakla, ma-
halleyle ve gerçeklikle sıkı bağlar kurma-
sı gerektiğini düşünüyorum. Ne yazık ki
Türkiye’de hayatın kendisi polisiyedir. Ka-
pıların sabaha karşı sertçe vurulması için
darbe dönemlerini beklemeye gerek kal-
madı biliyorsunuz, yasal izin almadan el
koyma işlemleri yapılıyor, gerekçe olmadan
tutuklama kararları veriliyor. Adi suçlarda
da çeşitlilik ve sayısal çokluk büyük bo-
yutlarda. Sadece üçüncü sayfaların takip
edilmesiyle parlak fikirler geliştirilebilir. Bu,
işin bir yönü. Diğer taraftan sokak yalnız-
ca “vaka”yı görmek için değil, halkımızın
kimi zaman yılgın, kimi zaman kurnaz, çoğu
zamansa umutlu ve yaratıcı pratiğini gör-
mek, gözlemlemek için de yegânedir. Bana
kalırsa sokak her şeydir.
“Ne yazık ki Türkiye’de hayatınkendisi polisiyedir”
“Cinayet bir kusurdur en hafif ifadesiyle, o nedenle kusursuz cinayetler kurgulamay�, edebiyathevesiyle bile olsa, do�ru bulmuyorum. Katilin fiilini estetize ederek olumlamak benim i�im de�il.
ba�lad��� nokta, sistemin kendini en net ele verdi�i noktad�r ne de olsa.”
KAPAK
10 A�USTOS 2012 CUMA 7KAPAK Aydınlık KİTAP
S�NEMAYLA TEMAS“Cinayet Mevsimi”, sinemadan, filmler-den çok söz eden bir kitap. Hatta entri-kanın çözülmesinde de sinema sanatınınbelli bir payı var. Sinemayla ilginiz ne dü-zeyde, yazarken size ne gibi avantajlar sağ-lıyor film izlemek?Doğru söylüyorsunuz, sinema ile paslaşan
bir roman oldu “Cinayet Mevsimi”. Onun
kadar olmasa da “Müruruzaman Cina-
yetleri”nde de sinema ile koltuk teması var.
Plastik açıdan, sıklıkla tersini duysak da si-
nemayı besleyenin edebiyat olduğuna ina-
nıyorum. Sinemadan uzak durmanın ola-
naksızlığı da ortada. Yaratıcı yönetmen-
lerin sinema dillerinden, hikâyelemede
başvurdukları yöntemlerden belli sonuç-
lar çıkarıyorum elbette. Yine de iyi bir fil-
min bana ve yazmakta olduğum romana
asıl katkısı, iyi bir sanat eseri görmüş ol-
manın verdiği coşkudur.
Türkiye, “Bizde polisiye roman yazılamaz,çünkü planlı-incelikli cinayet işlenmez.Adam alır gelir baltayı, önüne gelenidoğrar” noktasından, polisiye edebiyatıngeniş bir yelpaze oluşturduğu bir nokta-ya geldi. Bunu neye bağlıyorsunuz? Tür-kiye’deki hangi olumlu-olumsuz dina-mikler polisiye edebiyatı geliştirdi?Korkarım polisiye edebiyatın çok ve iyi ya-
zıldığı ülkelerde de “adam eline baltayı alı-
yor ve önüne geleni doğruyor.” Gözden
kaçansa romanı katilin değil, yazarın ka-
leme aldığı. Bazı ülkelerin katillerini bile
idealize eder hale geldik. Fakat söyledi-
ğinizde gerçeklik payı da var. Bunu da, ka-
tillerimizin düz mantıkla çalışmalarından
çok, edebiyatımızın -aslında sinemamız
için de geçerli- korku, komedi, polisiye gibi
türlerin net bir şekilde bölümlendiği bir
edebiyat olmamasına bağlıyorum. Okurun
bu türleri yabancı örnekleriyle tanıması,
yerli yazarları da baskı altında tuttu uzun
süre. Okurun esnemesi, yazarın cüreti bu
döngüyü kırmış olabilir.
ADALETE ULA�MANINEN UZUN YOLUAvukatlık yapıyorsunuz. Bir yazar olarak,suçun ve suçlunun dünyasına avukatcübbesiyle mi bakmak daha geniş ola-
naklar tanıyor size, yoksa kürsüden (ha-kim, savcı) bakmanın da başka yararla-rı var mı?Aslında bir yazar olarak herhangi bir
cübbeyle bakmayı doğru bulmuyorum.
Nesnellik, okurun kandırılmayı asla kabul
etmediği polisiye edebiyat için olmazsa ol-
mazdır. Yasanın çizdiği sınırların dışında
bir avukatlık da pek olası değil yanı sıra.
Olsa olsa politik bir tavır olarak savun-
manızı, hukukun içinde ama yasanın dı-
şında inşa etmeniz söz konusu olabilir. Bu-
nun parlak örneklerini biliyoruz. Zama-
nında Halit Çelenk’in, Çorum ve Sivas da-
valarının kahraman avukatlarının yaptık-
ları savunmaları ve avukatlık mesleğine ka-
zandırdıkları şerefi hep biliyoruz. Bu-
günlerde o kahraman mirasını Ergenekon
savunmalarında görüyoruz. Tarihsel de-
ğerdedirler, suçun ve suçlunun dünyasını
yasalar üzerinden değil politik bağlantı-
larıyla çözmüş ve çökertmişlerdir. Belki bu
nedenlerle avukatlık mesleği, hakim ve sav-
cılık mesleğine kıyasla, olguya, yazılı me-
tinlerin ötesinden de bakma olanağı veri-
yor. Kendimi bu nedenle bu tarafa daha ya-
kın hissediyorum sanırım.
Günümüz Türkiye’sinde hukuk-adaletilişkisi hakkında neler söyleyebilirsiniz?Günümüz Türkiye’sinde adalete ulaşma-
nın en uzun yolu hukuktur. Yapısal so-
runlar malûm. Mahkemeler çalışamaz
hale gelmiş durumda. Hakkının teslim edil-
mesini bekleyen yurttaş, adaleti farklı
mekanizmalarda aramaya itiliyor. İşin kö-
tüsü sistem de buna eğilim gösteriyor.
Yeni çalışmalarınız ve projeleriniz hak-kında bilgi verebilir misiniz?Yeni bir roman yazmakla meşgulüm bu-
günlerde. Henüz iki bölüm yazabildim. Bi-
raz ağır ilerlemekle beraber, diğer ro-
manlardaki dilin yinelenmesi tuzağına
düşmemek adına böylesinin daha isabet-
li olduğunu sanıyorum. Kısaca, işçi ölüm-
leriyle mücadele eden bir tersanede işle-
nen bir cinayet ve bu cinayetin düğümü-
ne dolaşan bir işçiyi merkeze alan bir hi-
kâyesi var romanın.
Teşekkürlerimizle… Ben teşekkür ediyorum.
10 A�USTOS 2012 CUMA8 Aydınlık KİTAP
Her �eyin parayla oldu�u; her �eyi, �airlerinin hayatlar� bile sat�l�k ülke… Bir yudum suyu, Allah’�nselam�n� bile al�n�r sat�l�r bir meta yapt� bu paragöz düzen. Selam veriyorsun alm�yor adam, belki bir �eyisteyeceksin diye, o kerte… Oysa iftar çad�rlar�ndan geçilmiyor en yoksul beldede bile! Hay�r hasenat
denince insan�n akl�na hep eski, masals� ça�lar�n gelmesi de bu yüzden i�te…
GÜLDEN TERAZİ
80 yaşını çoktan geçmiş olduğunu
ancak yakına geldiğinde anlayabil-
miştik; uzaktan hayli genç ve dinç gö-
rünüyordu oysa.
Omuzundaki, askerlere özgü sırt
çantasının ağırlığını hayıt dalından ya-
pılma bastona vermiş, traktörlerin
gide gele yol ettiği tarla kenarından,
bir şey arar gibi çevresine bakınarak
ağır ağır yaklaşıyordu. Geldi geldi gel-
di, sonra yumuşak bir dönüşle yoldan
içeri saptı. Boyu az dikçe bir ahlat ağa-
cının önünde durdu. Çevresini do-
landı. Aradığını bulmuşlara has gü-
lümsemeyle aydınlanmıştı yüzü. Bas-
tonunu, ağacın bilek kalınlığındaki
gövdesine dayadı. Çantasını indirdi ve
bir testere ile çeşitli boylarda kesilip
hazırlanmış dal çubukları çıkardı.
Ne yaptığını bilenlere özgü, ken-
dinden emin ve yumuşak hareketler-
le usul usul ahlatın dikenli dallarını
budamaya başladı. Sadece gövde ka-
lıncaya dek budadı, budadı, budadı.
Sonra dal çubuklarından aşı kalemleri
hazırladı ve bunları ağacın gövdesin-
de açtığı yuvalara yerleştirdi. Sonra da
eski bir bez parçasından cırdığı şerit-
lerle sıkıca sardı. Sanki sihirliydi par-
makları, ağaç bir anda çiçeklenip
meyvaya duracakmış gibi geldi bana…
DEL�CELERE DE�EN S�H�RL�PARMAKLAR
Dallarını araladığımız zeytin ağacın-
dan inip yanına vardığımızda işini çok-
tan bitirmiş, keyifle sigarasını tellen-
diriyordu. Selam verip oturduk. “Ge-
len geçen ağzını tatlandırsın” diye ner-
de bir delice (yabani) elma, armut,
erik görse aşılıyormuş. “Kaç gündür
aklımdaydı bu” dedi, “kısmet bugü-
neymiş. Birkaç yıla varmaz yersiniz
meyvasını…” Gözleri ışıl ışıl konu-
şurken. Adını sormayı akıl edemedim
nedense. Sonra da kendisini bir daha
görmedim zaten. Ama ne zaman aşı-
lanmış meyva ağacına rastlasam ak-
lıma bu yaşlı adam gelir; sanırım ki bü-
tün delicelere onun parmakları değ-
miştir.
Köyümüzün Hikmet Abisi de böy-
leydi, rahmetli. Kimin tarlası olursa ol-
sun fark etmez, gözüne kestirdiği, kı-
vama gelmiş zerdaliyi, narı ya da ba-
demi aşılayıp çıkardı ağzında uzun,
usul bir türkü:
“Karanfilin moruna
Ölüyorum yoluna…”
�A�RLER�N�N HAYATLARISATILIK ÜLKEBöyle insanlar azalıyor git gide. 90’ında
ceviz dikenler; çeşme yapan, kilomet-
relerce uzaktan su getiren, kilometre-
lerce uzaklara yol götürenler birer bi-
rer çekiliyorlar göğe İsa gibi. Yaşar Ke-
mal’in o bir cümlelik güzellemesi, asıl
böyle kimseler için: “O iyi insanlar, o gü-
zel atlara bindiler çekip gittiler…”
İçme suyu pet şişelere koyup satıl-
maya başlayalı, bir tas su içebileceğimiz
sokak çeşmesi, bir bardak su isteyebi-
leceğimiz bir kapı kalmadı. İstanbul’da,
Ankara’da, İzmir’de, Adana’da, Kon-
ya’da, hasılı bütün şehirlerimizde sokak
çeşmeleri kupkuru, gözlerine mil çe-
kilmiş masal kişileri gibi âmâ. Sanki Fer-
hat’ın ab-ı hayat akıtan gürzü o kaya-
ları bu ülkenin mazisinde yırtıp yırtıp
ayırmamış! Su her yerde parayla çün-
kü. Hem de iki kere. Bir musluktan
akarken bir de lavabodan giderken.
Suyu halka parasız dağıttığı için mah-
kemeye verilen Dikili Belediye Başka-
nı da bu ülkenin gerçeği, akar ve akmaz
tüm suları yandaşların ortak olduğu ya-
bancı şirketlere peşkeş çekenler de…
Her şeyin parayla olduğu, her şeyi sa-
tılık bir ülke... Her şeyi ama! Şairleri-
nin hayatları bile… Allah’ın selamını
bile alınır satılır bir meta yaptı bu pa-
ragöz düzen. Selam veriyorsun almıyor
adam, belki bir şey isteyeceksin diye, o
kerte… Oysa iftar çadırlarından geçil-
miyor en yoksul belde bile!
Eskiden bu tür Ramazan etkinlik-
lerini “hali vakti yerinde” kimselerle,
devlet ileri gelenleri düzenlerlermiş.
Günümüzde işi belediyelerin üstlenmesi
siyaset gereği. Hayır hasenat denince in-
sanın aklına hep eski, masalsı çağların
gelmesi, alan elin veren eli, veren elin
de alan eli görmemesi gerektiği düs-
turundan. Zamanın da silgisi var öte
yandan; yoksa o büyük iyilikseverler bir
vakitler yaptıkları zulüm ve kötülükle-
ri halka nasıl unuttururlardı!
ÇE�ME DEL�S� B�R�EYHÜL�SLÂMAşılama, su, çeşme, hayır hasenat de-
yince Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, “Beş
Şehir”inin “Bursa’da Zaman” başlıklı
bölümünü anmadan geçmemeli. Tan-
pınar burada Evliya Çelebi’ye göre
“sudan ibaret” Bursa’nın çeşmelerini
anlatırken büyük iyilikler yanında bü-
yük kötülüklere de batıp çıkmış bir
adamdan söz eder. Bu, Şeyhülislâm Ka-
raçelebizade Aziz Efendi’dir. “Deli İb-
rahim’in hal’i ve katli esnasında o ka-
dar zalim davranan ve saltanatın ilk yıl-
larında IV. Mehmed’i bütün vezirleri
arasında azarlamaktan çekinmeyen bu
acaip ruhlu âlim, ikbali seven, fakat onu
haşin mizacı yüzünden bir türlü elinde
tutamayan bu zeki, zarif, kibar fakat ge-
çimsiz adam Bursa’nın hayatına ol-
dukça garip bir şekilde girer. Menfası-
nı değiştirttiği bu su şehrinde çeşme
yaptırmayı kendine biricik eğlence edi-
nir ve servetinin mühim bir kısmını bu-
nun için harcar.” (Beş Şehir, MEB
Yayınları, İstanbul 1989, s. 117-118).
Bu çeşme delisi Şeyhülislâm, aynı
zamanda, 17. yüzyıl tarih yazarların-
dandır. “Ravzatü’l Ebrar” adlı eseri,
dört bölümden oluşan genel bir dünya
tarihidir. Kanunî’nin cülusundan ölü-
müne kadarki olayları, dönemin vezir
ve bilginlerinin hayatlarını kaleme al-
dığı “Süleymanname”si dışında bir de
Revan ve Bağdat’ın fethini ele alan “Ta-
rih-i Feth-i Revan ve Bağdad” eseri var-
dır. Karaçelebizade Aziz Efendi tam iki
yüz çeşme yaptırmış Bursa’ya. Tanpınar,
Karaçelebizade’nin Şehirde böyle bir
hayrata ihtiyaç olmadığını düşünmeden
yaptırdığı ve halkın hâlâ “Müftü Çeş-
meleri” dediği bu yapıları ve öyküsünü
kitaplardan okuduğunda biraz şaşırmış
hatta gülmüştür de. “Fakat Bursa’ya gi-
dip de bu şehrin üstünde, günün her
ânına tılsımlı aynasını tutan su sesleri-
ni dinleyince yavaş yavaş Karaçelebi-
zade’ye hak ver”miştir. Kitaptaki bir çok
güzellemelerden birisini de ilerleyen sa-
tırlarda Karaçelebizade’ye düzen Tan-
pınar, “Zavallı Aziz Efendi!” diyor;
“Şimdi onu Bursa sokaklarında, arka-
sında Bursa vakıflarında çalışan mimar,
kalfa ve su yolcularının teşkil ettiği kü-
çük bir kalabalıkla dolaşır ve bu iki yüz
çeşmenin yerlerini bir bir işaretlerken
görüyor gibiyim. Şüphesiz ara sıra ba-
şını kaldırıyor, açık Bursa havasından
billûr renkli kavislerin birbirini kate-
deceği büyük toplanış noktalarını ve
hepsinin birden bu şehrin semasında ya-
pacağı âhenkli âlemi düşünerek bir or-
kestra şefinin ve bir iç âlem mimarının
gururuyla gülümsüyordu.” (s. 119).
Tanpınar’ın bu kitabı yazdığından
bu yana 50-60 yıldan fazla bir zaman
geçti. Bursa şimdi, o zamanlarki ha-
linden en az on kat daha büyük. Ka-
raçelebizade ve yaptırdığı iki yüz çeş-
me çoktan tarihe karışsa da, halk mu-
hayyilesi böyle şeyleri yaşatmanın bir
yolunu buluyor.
PER�YOD�K CETVEL DEL�S� B�RALLAH ADAMIAziz Efendi kadar olmasa da kendi ken-
disinin kötülüklerine batıp çıkmış bir
başka adam da Haldun Çubukçu’nun
“Allah’ın Adamı” romanında anlattığı
dağ delisi, periyodik cetvel delisi, atle-
tizm aşığı Emin Ünal.
“Allah’ın Adamı”, kırkına kadar de-
licesine bir tutkuyla -alkolizm derece-
sinde- bağlı olduğu içkiyi bir anda bı-
rakıp spora başlayan, alkolde olduğu
gibi atletizmde de başarılar kazanan, o
yaşta katıldığı birçok ulusal yarışmada
dereceler elde eden gerçek bir kişinin
romanı. Emin Ünal, Hürriyet gazete-
sinin düzenlediği “Dedeler Koşusu”nda
bir kez de birinci olur. Sadece kendi ça-
lışmasına borçlu olduğu bu birincilik-
te dünya rekorunu kılpayı kaçıran
Emin’de atletizm tutkusu, ona her şe-
yini, bütün hayatını, hatta bir oğlunu ve-
recek kadar güçlüdür.
Ama bir delidir Emin! Hatta ki-
milerine göre “zırdeli”dir! Çalıştığı
devlet dairesine içkili gelecek denli gece
gündüz sarhoş gezmek nasıl bir deli-
likse, tövbe istiğfar edip atletizme baş-
lamak da o denli deliliktir çünkü top-
lumun gözünde. “Allahın Adamı” bi-
yografik bir roman değil sadece, to-
pografik bir roman aynı zamanda. İn-
sanın dağlarını, ovalarını, vadilerini, ya-
maçlarını, uçurumlarını anlatan bir
roman.
Çubukçu’nun Emin’i seçmesi onu
ve onun çevresini iyi biliyor olmasından
çok, Emin’in anlatılmaya değer, hatta
anlatılması gerekli, bilinmeyen sessiz bir
efsane oluşundan.
Ne yazık ki, yazarın Ezel Akay’la or-
tak romanı Ergenekon tertibinin tam
üstüne gelen “Yargu” gibi, gerçek bir
anlatı şöleni olan “Allah’ın Ada-
mı”ndan da yeterince söz edilmedi. Bı-
rakalım başka gazete ve dergileri, Ay-
dınlık Kitap dahi görmedi “Allah’ın
Adamı”nı. Oysa umulur beklenirdi ki,
kapağa çıkarılsın, geniş bir röportaj ya-
pılsın Çubukçu ile.
Öyleyse, çuvaldızı biraz da kendi-
mize batıralım:
Aydınlık kültür-sanat da, Aydınlık
kitap da perdenin altına saman çöpü
koymakla meşgul…
Perdenin altına saman çöpü ko-
yarsanız, türkü dağlara çıkar!
MEC�T ÜNAL
Zamanın silgisi de olmasa o büyükiyilikseverler, yaptıkları kötülükleri
Fransızların “ikiyüzlülüğüne” sırtını dön-müş ve kendini Kara Panterler’in, Zen-gakurenler’in ve Filistinlilerin haklı mü-cadelelerine adamış bir yazar, bir anarşist,bir hırsız, bir eşcinsel, Sartre’ın deyimiy-le bir “aziz”, bir asi, bembeyaz bir zenciJean Genet... Goncourt ödüllü Faslı ya-zar Tahar Ben Jelloun, çerçevesini tüm iliş-kilerinde olduğu gibi Genet’nin belirlediğikeyifli ancak zor bir dostluğu anlatıyor.Alışkanlıkları, politik duruşu, ihanetebakışı, dostluk tanımı, edebiyat anlayışı,huysuzlukları, zaafları, diklenişi ve se-vinçleriyle bu gerçek Genet’yle geçen 12yıl Jelloun’u oldukça etkilemiş, hem deedebi hem de insani olarak şekillendir-miştir. Ne de olsa Jean Genet’yi yakındantanımak “kimsenin yara bere almadan çı-kamayacağı bir maceradır.” Anti-semitizmsuçlamalarından RAF destekçiliğine, Fi-listinli mücahitlere yönelik suikastlardanSabra ve Şatila katliamına, dönemin po-litik atmosferini de yansıtan edebiyatlaharmanlanmış bir anlatı...
Jean Jenet: Yüce Yalanc�
“Cumhuriyet Döneminde Türkiye Mat-baacılık Tarihi” kitabı, Cumhuriyet önce-si matbaacılık tarihini özetleyerek başlıyor.Ardından Kurtuluş Savaşı sırasında Ana-dolu ve İstanbul matbaalarının durumunuele alınıyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarını be-lirleyen bu dönemin, savaş koşullarının ge-tirdiği yıpratıcı etkiler nedeniyle güçlü birmiras bırakmadığının altını çiziliyor. Ayrı-ca Cumhuriyet’in matbaacılık serüvenininilk önemli belirleyici etkeni olarak 1928 so-nuna tarihlenen Harf Devrimi’ni gösteri-yor. Dünyada benzeri görülmeyen bir hız-da gerçekleştirilen bu kökten değişimin so-nunda matbaalar ve yayın organları büyükbir sarsıntı geçiriyorlar. Ancak devlet des-teğini de arkasına alan matbaacılık sektö-rü bir süre sonra kendini toparlıyor. Bu dö-nemin altı çizilmesi gereken bir diğer olgusuise, devlet eliyle kurulan matbaalar... Dev-let matbaaları, hızla yeni bir ülke kurma yo-lunda ilerleyen Türkiye Cumhuriyeti Hü-kümeti’nin basım yayın alanındaki mo-torları olarak karşımıza çıkıyor.
Cumhuriyet DönemindeTürkiye Matbaac�l�k Tarihi
Stefan Zweig, ta Brezilya’ya gitse de,geride bıraktığı, yıkılmakta olan birdünyayı içinde taşıyordu. Bazen aralıkkalan pencereden esen ılık rüzgâra ka-pılıp geçip giden yılları unuttuğu olu-yordu. Utanç duygusunun bir huzurhissiyle aynı anda benliğini kapladığı za-manlar, bir umut ışığı olarak Lotte’yebakıyordu. Buralara aşinaydı sanki... İn-sana yaşadıklarını unutturacak bir yer.Ama bir gazete haberi bile yıkıp geçi-yordu içini: Viyana Belediyesi Yahu-dilerin oturduğu dairelerde gazı kesmekararı aldı. Bu konutlarda gazla intiharedenlerin artması, vatandaşın rahatı-nı kaçırdığından, gazla intihar etme,bundan böyle kamu düzenini bozmakolarak kabul edilecek. Demek kitap-larını yakan, yasaklayan ülkesinde, in-sanları öldürme hakkı olduğunu dü-şünenler, ölme hakkına bile el koyu-yordu. Ama o, hakkını saklı tutmaktakararlıydı. Nerede olursa olsun...
Stefan Zweig’in SonGünleri
giderim düşer yollara gecenin içinden gidiş-
lerimkaçak gülüşüme saklıyorum seni/ardımda ellerinin küsen sıcağı/ pence-rendeki mahzun bakışına dalıyorumyine/ zımpara kâğıtları elinde/siliyorsunkalın çizgilerimi/ laciverde kesiyor gece/öfke alıyor sabahım/yaralı gidişlerindenalıyorum sesini/ kalkıyorum yerimden/incinmişsin/ dünya böyle/ en yakın git-tiğin yerden dönersin/ en yakın bildi-ğinden uzak/ içine düştüğün kederegülersin/ bir elin kalbime gider/ diğeri içi-nin sızısına/ kalsın bu dört duvar ara-sındaki bakışım sana/ elime tutuştur-duğun sevimlilik kaç kişilik/ düşüp par-çalansın gördüğüm bu tükenmişlik/ git-sem giderim/ eline aldığın vicdanına se-sim/ dur desin/ beyaz donlu bir adam ge-çirmiş urganı boynuna/ karanlıkta far-ların aydınlattığı zamana/ sen kendineyanarsın o içine aldığı evlat acısına/ enusturuplu küfürdür söylediği meydana
Gülü�ün Dü�tü
Yazdıklarına ne Allah’ın adıyla başla-yacaktı ne de göklerin ve yerin yaradı-lışıyla. Hatırlanabilen en eski başlangıç,kadının ve erkeğin birbirini gördüğüandı. Birbirini gören, birbirini isteyen ikiçift göz... Bilal Kaya her günün yeni birbaşlangıç demek olduğunu biliyorduama bilmediği her yeni başlangıcın yenibir sonu hak ettiğiydi. Yapacağı kaça-mağa kendini hazırlarken hem geçmi-şiyle; kendi kutsal kitabını yazan dede-siyle, savaşmaya giderken aşkı bulan am-casıyla, imanıyla uçkuru arasında salınanbabasıyla ve anlatılan aile hikâyeleriy-le hem de bugünüyle hesaplaşacaktır...Umut Dağıstan ikinci romanı “BoşluğunSesi”nde sonu trajediyle biten bir çap-kınlık macerası anlatıyor okura. Bunu,kadın ile erkek, aşk ile aldatma, yaşlılıkile gençlik, yaşam ile ölüm, yazı ile ha-yat arasındaki mesafenin sanılandandaha kısa olduğunu, her türlü olayın bel-ki de sadece zihinde yaşandığını his-settiren incelikli bir üslupla başarıyor.
Bo�lu�un Sesi
Tarih, felsefe, siyaset, edebiyat, ekonomi,hukuk, Osmanlı, Türkiye ve yaşam üzeri-ne.. Mahfi Eğilmez, felsefe, siyaset, ede-biyat, tarih ve yaşam gibi farklı konulardakigörüş, izlenim ve değerlendirmelerini bukitapta paylaşıyor. Yaşadığımız çağı de-rinlemesine kavramak için birer yol gös-terici olan yazıların bir bölümü ilk kez günyüzüne çıkıyor.
“Kimdir başkaldıran? Hayır diyebilenbirisi.”
-Albert Camus-“Türkiye’yi ele geçirmek zordur. Türk-
leri kolay kolay liderleri aleyhine ayarta-mazsınız. Ama bir kez Türkiye’yi ele ge-çirdiniz mi onu uzun süre elde tutabilirsi-niz. Türkler, bağlılıklarını bu kez sizin oto-ritenize bağlılık şeklinde göstereceklerdir.”
-Machiavelli-“Ben olmayınca bu güller, bu serviler
yok. / Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplaryok. / Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasa-lar yok. / Ben düşündükçe var dünya, benyok o da yok.” -Ömer Hayyam-
Kendime Yaz�lar
Babası tarafından yetiştirilen, mutsuz vesomurtkan bir kız çocuğu olan MaryLennox, hayatının ilk yıllarını Hindistan’dageçirir. Bir süre sonra koleradan annesi-ni, savaşta da babasını kaybeder. Mary isehayatta kalabilmeyi ve İngiltere’de am-casının yanına yerleşebilmeyi başarmıştır.Amcası sürekli yolculuk halindedir ve kal-dığı ev de küçük bir çocuğun yaşamasınahiç uygun değildir. Marta ve erkek kardeşiDickon ile tanıştığında, Mary’nin hayatı-nın akışı tamamen değişecektir. Girilmesiyasak olan bir bölgede terk edilmiş birbahçeye girdiğinde, ötüşü neşeli ve dost-ça olan bir kuşun sesini dinler. Bu güzelsesli kuş, içinde yaşadığı büyük evin, çıp-lak bozkırın ve soğuk görünümlü bahçe-lerin onda oluşturduğu yalnızlık hissinidaha da güçlendirir. Amcasının seyahat-te olduğu günlerden bir akşam, evinarka odalarından bir ağlama sesi gelir. İçe-ri girdiğinde karşılaştıkları ve öğrendik-leri, hayatının daha öncesine ait bir dizisırrın da çözülmesi yardımcı olur...
Gizli Bahçe
Umut Da��stan,Ayr�nt� Yay�nlar�, 176 s.
Monika Peetz, K�rm�z� Kedi Yay�nevi,Çev: Regaip Minareci , 254 s.
Beş arkadaş. Her ayın ilk Salı günü hepaynı restoranda buluşan, her yıl bir kez bir-likte ya bir yolculuğa çıkan ya da özel birşey yapan, birbiriyle taban tabana zıtbeş kadın. Bugün tanışsalar aslında ar-kadaş olmayı hiç düşünmeyecek bu beşkadın, bu yıl Judith'in ölen kocasının ya-rım bıraktığı bir işi tamamlamaya, güneybatı Fransa’daki kutsal Yakup’un Yo-lu'ndan giderek bir hac yolculuğu yap-maya karar verirler. Evli ve iki yetişkin ço-cuğu olan başarılı avukat Caroline, bir fir-mada ev eşyası tasarımı yapan, neşeli, ma-ceradan maceraya koşan Kiki, kocasıdoktor olan, dört çocuklu bıkkın ev kadınıEva, başkalarını kullanmayı seven, bir ec-zacıyla evli, lüks meraklısı Estelle vetaze dul Judith. Ve kocasının ölümündensonra Judith’in bulduğu tuhaf bir günlük.Judith’i oyalamak, avutmak için birliktebu yolculuğa çıkarlarken, hiç bekleme-dikleri bir sırla karşılaşacakları ve yolunsonunda hiçbir şeyin eskisi gibi olmaya-cağı hangisinin aklına gelirdi?
Gökhan Akçura, Yap� KrediYay�nlar�, 377 s.
Frances Hodgson Burnett, Kabalc�Yay�nevi, Çev: Arda Tay, 318 s.
Tahar Ben Jelloun, Sel Yay�nc�l�k,Çev: I��k Ergüden, 165 s.
Laurent Seksik, Can Yay�nlar�,Çev: Sosi Dolano�lu, 170 s.
6. Tekirda�’�n bir ilçesi - Ailesinin geçimini sa�layan - Otlar7. Artma, ço�alma - �talya’da bir yanarda�8. S�n�r ni�an� - Bir kan grubu - Beden e�itimi, antrenman
9. Hint prensi, mihrace - Makine Kimya Endüstrisi (k�sa) -Platin’in simgesi
10. Sak�nca, engel, uymazl�k - Yunanca’da bir harf11. Anlama, dü�ünme gücü, bilme yetisi - Bir kimseyi, bir
olay� an�msatan arma�an - Nihayet12. Berilyum’un simgesi - Belli bir ç�kar grubunun isteklerini
siyasi organlara kabul ettirmek için kurulmu� olantopluluk, dalan - Dört bir taraf - Boru sesi
11. Çok s�k dokulu ve sert bir seramik hamuru türü -Herhangi bir kas kümesinin irade d��� hareketi - Metalyüzeyler üzerindeki oyma i�lemleri için kullan�lan çelikkalem
12. Parlak, saydam k�rm�z� renkte de�erli bir ta� - Al��veri�yerleri olan sahil kenti - Kiloamper (k�sa)
13. Kutup - Boyun e�en - Osmiyum’unsimgesi - Arnavutluk’un para birimi
14. Eski bir Hindu tap�na�� tipi - Bir haberajans� - Doktor, hekim
15. Bo�a güre�i alan� - Mikrobik hastal�klarlailgili bilim dal�
Bulmacan�n do�ru yan�tlar�n�10 gün içinde fax veya mektup yoluylagönderen okurlar�m�za �BRAH�M��M�EK’in resimdeki kitab�n� arma�anedece�iz FAX: 0212 252 51 22
Yüz çevirdiği Paris’in o çamurlu sokakları onu yine mi çağı-rıyordu acaba? İğrenç alışkanlıklarının kopan zincirleri unu-tulmuş halkalarla kendisine bağlıydı da, hekimlerin sözünüettiği, o eski askerlerin artık olmayan uzuvlarındaki ağrılargibi onları mı hissediyordu? Günah ve aşırılıkları iliklerinekadar işlemişti de, kutsal sular oraya gizlenen Şeytan’ahenüz ulaşamıyor muydu? Uğruna melek gibi tertemizolmak için o kadar didindiği insanı görmek, bu kadın içinvazgeçilmez bir şey miydi? Tanrı onu, kutsal sevgiyle insanisevgiyi bir tuttuğu için bağışlamalıydı.
1 Belki de ölürdüm. Belki de ölmemek için, hiçbir işin so-nuna kadar gitmiyordum. Böyle küçük çalışmaların üstüste eklenmesiyle doluyordu zaman. Ben de kelimeleribirbirine yapıştırarak yaratıyordum zamanı. (Bunu ne-rede okumuştum acaba? Ne yapayım? Aklıma gelenle-rin içinde hangilerini okumadığımı bulmak için her şeyiokumaya girişemezdim ya.) Peki nerede kalmıştım?Yarım bıraktığım işlerin neresinde kalmıştım? Bunu dabilemez miydim? Bir liste yapmalıydım bunun için de.Aman yarabbi! Yapmam gereken en kadar çok iş vardı!
Çok şükür artık yine tek başımaydım.Başımı küçük yastığa dayadım. Sankialkol damarlarımda sınırsız, sonsuzbir dalga örneği akıyor, bütün sorun-larımın üzerini, hatta işlerin iyi oldu-ğuna dair söylediğim yalanı daörtüyor, onları alıp uzaklara götürü-yordu. Uyudum... Uyudum mu?Hayır, sanmıyorum. Ben silinmiştim,yok olmuştum.
3
a) Victor Hugo, Bir İdam Mahkumunun Son Günü
b) Honore De Balzac, Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti
c) Charlotte Bronte, Jane Eyre
d) Jane Austen, Gurur ve Önyargı
e) J.W.v. Goethe, Genç Werther'in Acıları
a) Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü