Page 1
i
KÜRESELLEŞME SÜRECİ BAĞLAMINDA
KAMUSAL İLETİŞİM VE DEMOKRASİ
Arş. Gör. Mustafa Ali MİNARLI
Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi
ÖZET
İçerisinde bulunulan zaman boyutunu anlamlandırmada anahtar bir kavram olarak işlev
gören küreselleşme sürecinin önemli bir boyutunu imleyen iletişim devrimiyle verili sosyo-politik
anlam evreninin yeniden üretimi farklı alanlara kaymış gözükmektedir. Web 2.0 teknolojileriyle
kullanıcıların katılımına cevaz vererek çift yönlü bir nitelik kazanan internet üzerindeki
portallardan oluşan yeni medya, bu bağlamda, geçmişin mekansallık tasavvuru dâhilinde
tanımlanan kamusallık algısının yeni mecrası olmaklığını teşkil etmektedir. Facebook, twitter,
youtube vb. gibi yeni medya kuruluşlarının dolayımıyla gencinden yaşlısına, fakirinden zenginine,
birçok faklı kimlik grubundan insan bireysel ve toplumsal yaşantılarına dair duygu ve
düşüncelerini özgürce paylaşabilmekte, taşıyıcısı olduğu ya da taşımak istediği kimliği ifade
edebilmektedir. Öte yandan, sosyal mecra düzleminde yeniden üretimini gerçekleştiren
kamusallığın sibernetik bir karakter kazanmışlığı, anlamını iletişimsel bir doğayı barındırmasında
bulan demokrasinin konsolidasyonuna ket vurma potansiyeli de taşımaktadır. Sosyal medya
aracılığıyla oluşan kamusallık biçimlerinin toplumsal müzakere düzeneklerini sürdürülebilir
kılacak söylem etiğini parçalamasının neden olduğu bu durum siyasal olanı bir güç mücadelesine
indirgemektedir. Diyalojik süreçlerin oluşturduğu ortak anlam evreni kaybolmakta, Aristo’cu
anlamıyla “en üstün insani eylem” olarak nitelendirilebilecek siyaset, iktidarı ele geçirme
yarışındaki farklı görüşlerin savaşımına dönüşmektedir. Böylelikle, ortak iyi üzerine uzlaşma şansı
azalarak aynı mekanı paylaşmaktan doğan toplumsal biraradalığa dair ethos yıkıma uğramaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kamusallık, Demokrasi, Yeni Medya, Sosyal Medya, Siberuzam
Page 2
1
1. GİRİŞ
Bireylerin kimliklerinin kişisel ve kolektif ifadelerini sibernetik bir mecra düzleminde
temsil ettiği günümüzde, yeni iletişim teknolojileriyle toplumsal yaşam kolektif insani eylemin
tarihsel birimi agoranın fiziksel sınırlarının dışına çıkmakta, insani yaşamı anlamlandıran tinsel
örüntüler yeniden örgütlenmektedir. Küreselleşme olarak adlandırılan anlamın ve tinselliğin
postmodern parçalanışının ve örgütlenmesinin gerçeklik tahayyülünü sarstığı bu süreçte “zaman
ve uzam birbirinden ayrılmakta” (Giddens, A.,2004;27.), “güç sibernetik bir karaktere
evrilmektedir” (Bauman, Z.,2006;.27.) “Yeryüzünün hemen her bölgesinde ekonomik, politik,
toplumsal hemen her sahada meydana gelen dönüşümler” in (Gezgin,S. ve Mora,N.,2008;Önsöz.)
imlediği bu durum “insanoğlunun varolduğu günden itibaren karşılaşılan bir olgu olarak
tanımlanabilecek iletişimi” (Yılmaz,A. ve Güdek,H.U.,2012;2.) ve “sivil toplum ve devlet arasında
bir dolayım işlevi gören kamusallık” (Zabcı, 1997;60) üzerine yüklenen anlamın doğasını
değiştirmektedir.
Etimolojik olarak Latince commune/communis kelimesinden gelen bir toplumsallaşma,
kolektif yaşam içersinde duygu ve düşüncelerin aktarılma durumunu vurgulayan iletişim yeni
teknolojilerle antropomorfik ölçülerle tanılı mekansal karakterinden sıyrılıp, uzamüstü bir nitelik
arz etmiştir. Agoranın toplumsal yaşamın mekansal ölçüleriyle sınırlı olan insani iletişim
kapasitesi, telefon, radyo, televizyon ve internet gibi teknolojik aygıtların anonimleşme süreciyle
hızlı bir artış sağlamış, belirli bir mekana bağlı olmaktan sıyrılmıştır. Böylelikle, günümüzde
kıtalararası veri aktarımının saniyelerle ölçülecek bir hıza ulaşmasında görüldüğü üzere uzamüstü
bir içerik kazanmıştır. Harvey’in zaman-mekan sıkışması olarak kavramsallaştırdığı iletişimin
küreselleşmesi durumuyla dünya tarihinde belki de hiç görülmedik bir ölçüde kişilerin ve
metaların ulaşım hızı artmıştır. Bu bağlamda, “mekanı kat etmenin aldığı zaman 1500’lerden
1960’lı yıllara kadar yetmiş kat küçülmüştür; 1500-1840 yılları arası atlı arabalar ve yelkenli
gemilerle saatte en fazla onaltı kilometre mesafe katedilmekteydi, 1850-1930 arası buharlı
lokomotifler saatte ortalama yüz kilometre, buharlı gemiler ise saatte atmış kilometre hız
yapabiliyordu. 1950’li yıllarda pervaneli uçaklar saatte yüzatmış ve altıyüzkırk kilometre arası ve
1960’larda jet yolcu uçakları saatte sekizyüz ile binyüz kilometre arası hız yapabilmekteydi”.
(Harvey, D., 2010;270-271.)
Uzamüstü bir nitelik kazanan iletişim araçlarının etkisi, bununla beraber, yalnızca
dünyanın birbirine uzak noktaları arasındaki bilgi ve sermaye hareketliliğinin yirmidört saat
boyunca sürdürülebilirliğini sağlamakla kalmamış, aynı zamanda tarih boyunca toplumsal
Page 3
2
yaşamın önemli bir unsurunu oluşturan kamusallık anlayışını da farklı bir mahiyete
büründürmüştür. 18. Yüzyılda burjuvazinin ortaya çıkış sürecindeki sosyo-politik durumu idealize
eden Habermas (Habermas, J., 2013) ve Antik Yunan tecrübesindeki toplumsallık halini
olumlayan Arendtçi (Arendt, H., 2012) anlamda özgürleştirici bir potansiyel taşıyan kamusallığın
iletişimsel karakteri, tanımlayıcı birimler olarak zaman ve mekan mefhumlarından soyutlanmış,
postmodern toplumsallaşma biçimlerinin etkin aracısı yeni medya dolayımıyla sibernetik bir
mecrada yeniden üretimini gerçekleştirmiştir. Böylelikle, sosyo-politik ve ekonomik yapı, tarihte
hiç gözlenmeyen bir karakterde, yeni bir siyasal mekana kavuşmuştur. Toplumsal olana dair
şeyler Web 2.0 teknolojileriyle/uygulamalarıyla genelleşen sanal gerçeklik kanalıyla
seslendirilmiştir. Günümüzde de artan bir oranda görüldüğü üzere, bireysel ve toplumsal acılar,
sıkıntılar, tartışmalar ve mutluluklar çevrimiçi ifadelere kavuşmuştur.
Küreselleşme süreciyle birlikte agoranın teknokratik işgal edilişinin yol açtığı kamusallığın
sibernetik bir mecraya kayması durumu “özgürlük ve daha iyi bir hayat için mücadele verirken
insanların kulaklarında çınlayan ve dillerinden düşmeyen demokrasi” (Schmitter, Philippe C.,
Karl, Terry L., 1999;3) kavramının içeriğini de değiştirmektedir. Siyasal iktidarın kim tarafından
belirleneceğini imleyen bir durum olmasının yanında toplumsal varoluşu barışçıllaştırma yönünde
bir nevi sosyal müzakere düzeneği işlevi de gören kavram verili karakterinden uzaklaşarak daha
katılımcı, şeffaf, çok sesli ve aynı ölçüde de manipülasyona açık, sosyal birlikteliği sağlayan etik
anlayışlardan uzak, kaotik bir yapıya bürünmektedir. Yeni medya aracılığıyla birçok katılımcının
huzurunda seslendirilen/tartışılan politik konular demokrasiyi mümkün kılacak asgari söylem
etiğinden uzaklaşıyor gözükmektedir. Sosyo-politik konular katılımcılar tarafından neredeyse
nefret söylemine varacak ölçüde ele alınmakta, diyalog imkânı sınırlanmaktadır. Dolayısıyla,
paydaşları artan ancak uzlaşma sağlayacak araçlardan yoksun bir demokrasi potansiyeli açığa
çıkmaktadır.
Bu çalışmada, yukarıda giriş yapılan, “etimolojik olarak antik Yunanca’da “insanlarla
birlikte bir şeyler yapma, özel’in karşıtı olan ortak, genel anlamını taşıyan deimos/koinos
sözcüğüne dayanan kamusallık” (Zabcı, Filiz, Ç., 1997;19-20) ın küreselleşme süreciyle birlikte
mekansallık tahayyülünü kaybedişinin demokrasi üzerindeki etkileri incelenecektir. Bu bağlamda,
araştırmada, öncelikle, küreselleşme süreci tanımlanacak, ardından demokrasinin doğasına dair
öne sürülen görüşler ortaya konmaya çalışılacaktır. Daha sonra ise kamusallığın sibernetik bir
mecraya kaymasının işaretçisi olan yeni medya ele alınacaktır. Çalışma söz konusu sosyo-politik
değişimlerin demokrasi açısından arz ettiği potansiyelin açıklanmasıyla sonlandırılacaktır.
Page 4
3
2. KÜRESELLEŞME
Gün geçtikçe daha hızlı bir şekilde küçülerek adeta “minik bir köy haline”(McLuhan,M.,
Povers, B.R.,2001.) gelen dünyamızdaki yirminci yüzyılın ikinci yarısından sonra toplumsal,
ekonomik, teknolojik alanda yaşanan baş döndürücü değişimler yumağını ifade etmek amacıyla
kullanılan küreselleşme deyimi günümüzde, Giddens’ın ifadesiyle, “kendisine değinmeyen hiçbir
siyasal tartışmanın tam olmadığı”( Giddens,A., içinden, Held,D., McGrew,A.,2008;81-87.) bir
kavramsal öneme sahip bulunmaktadır.
Söz konusu kavramla adlandırılan bu dönüşümün analizinde geniş kapsamlı bir neşriyatla
karşılaşılmaktadır. İdeolojik okumalardan, ekonomi ya da uluslararası ilişkiler gibi disipliner
incelemelere dek kavram hakkında çeşitli tanımlamalara rastlanmaktadır. Öte yandan, söz konusu
tanımların birçoğunun vurguladığı nokta gezegende yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren bir
dönüşümün söz konusu olduğu ve bu dönüşümün sosyal, ekonomik ve politik alanlara denk gelen
veçhelerinin bulunduğudur. Küreselleşmenin ne olup, ne olmadığının tespitinde kavramı ifade
eden sözcüğün taşımış olduğu tarihsellikten bahsetmek önem taşımaktadır.
İngilizce’de “globalization” kelimesiyle anlamlandırılan kavramın kökleri etimolojik
olarak günümüzden dörtyüz yıl öncesine kadar götürülebilmektedir. Bununla beraber,
Aydoğan’ın ifadesiyle, “küreselleşmenin bir kavram olarak kullanılışı 1960’lı yıllarda başlamış,
1980’li yıllarda yaygınlık kazanmış, 1990’lı yıllardan itibaren ise bilimsel çevrelerde de kabul
edilen anahtar bir sözcük haline gelmiştir.”(Aydoğan,F.,2011;5.)
David Held ve Anthony McGrew’e göre ise, küreselleşme, “Saint Simon ve Karl Marx’tan
modernitenin dünyayı nasıl bütünleştirdiğini fark eden McKinder gibi jeopolitik öğrencilerine
kadar birçok ondokuzuncu ve yirminci yüzyıl başı entelektüellerinin çalışmalarına kadar
uzanmaktadır.(Held,D.,McGrew,A.,2008;7.) Kavramsal kökleri her ne kadar Aydınlanma
filozoflarına kadar değin götürülebilse de küreselleşme kavramı günümüze mahsustur ve genel
olarak, “zaman mekan sıkışması, karşılıklı bağımlılığın azalması, daralan bir dünya, küresel
bütünleşme, bölgelerarası güç ilişkilerinin tekrar düzenlenmesi, küresel durumun bilincinde olma
ve bölgelerarası birbirine bağlı olmanın yoğunlaşması gibi niteliklerin vurgulandığı bir yapı teşkil
etmektedir.( Held,D., McGrew,A., 2008;10.)
Küreselleşme kavramı, Held ve McGrew’in ifadesiyle, toplumsal etkileşimin bölgelerarası
akışının ve toplumsal etkileşim örüntülerinin genişleyen mekanına, artan hacmine, hızlanan ve
derinleşen etkisine gönderme yapmaktadır. Onlara göre, küreselleşme uzak topluluklar ile bağ
Page 5
4
kuran ve güç ilişkilerinin erişimini dünyanın ana bölgeleri ve kıtalarını aşarak genişleten beşeri
toplumsal dönüşümlerin ölçeğinde bir kaymaya veya dönüşüme işaret etmektedir. ( Held,D.,
McGrew,A., 2008;11.)
Anthony Giddens ise küreselleşmeyi, uzak yerellikleri yerel olayların millerce ötedeki
olaylar tarafından biçimlendirildiği bağlantılar kuran dünya çapında toplumsal ilişkilerin
yoğunlaşması şeklinde tanımlamaktadır. ( Held,D.,McGrew,A.,2008;81-84.) Yazar, kavramı farklı
boyutlarından ele alarak geniş kapsamlı bir açıklayıcı çerçeve sunmaktadır. Buna göre,
küreselleşme, ulus devlet sistemi, dünya kapitalist ekonomisi, uluslararası işbölümü ve dünya
askeri düzeni olmak üzere dört boyuttan oluşmaktadır. İlgili alanlarda meydana gelen gelişmeler
modernliği küreselleştirmekte, böylelikle, dünyanın birçok bölgesindeki toplumların modernlik
koşullarına dahil olmasını sağlamaktadır.
Küreselleşme sürecini okuma bağlamında ele alınması gereken bir diğer düşünür ise
Zygmunt Baumann’dır. Küreselleşme isimli eserinde kavramı detaylı bir biçimde inceleyen yazar
ilgili sürecin toplumsal sonuçlarına dikkat çekmiştir. Buna göre küreselleşme, sermayenin
uluslararasılaşması, enformasyon devrimi, “teknolojik dönüşüm bağlamında zamansal ve
mekansal mesafelerin sıfırlanması”(Baumann,Z.,2006;26.) gibi faktörlerle ortaya çıkarak modern
toplumsal örgütlenmenin politik veçhesi ulus devleti küresel finans kuruluşlarının birer polis
karakolu haline getirmekte, varoluşu küresel ve yerel hiyerarşisi içine çekerek toplumsal sınıflar
arasındaki farkı maksimize etmektedir. (Baumann,Z.,2006;136-137.)
Toplumsal, ekonomik ve politik alanda meydana gelen bu dönüşümler, aynı zamanda,
Aydoğan’ın ifadesiyle, “dünyanın anlamını örgütleme ve çözme hususunda da etkin
olmakta”(Aydoğan,F.,2011;giriş kısmı.), bilgi toplumuyla sembiyotik bir ilişki paralelinde bir
yandan karşısındaki mefhumu imlerken, diğer yandan kendi varoluşunu perçinlemektedir.
Böylelikle, Horkheimir’in modern toplumun doğasına ilişkin olarak önemini vurguladığı etkinlik,
üretkenlik ve akıllı planlama döngüsü dahilinde günümüz uygarlığı kendini yeniden ve yeniden
üretmektedir.(Horkheimir, M., 2010;161)
3. DEMOKRASİ
Günümüz politik gerçekliğinin baskın meşruiyet formu olan demokrasi toplumsal hayatın
küresel çapta önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Kişilerarası ilişkilerden devletlerarası
münasebetlere kadar birçok alan demokratik-anti demokratik kutuplarının bulunduğu bir
spekturum bağlamında tanımlanmaktadır. Çocuklar ebeveynlerini demokratik olmamakla
Page 6
5
suçlamakta, ülkeler demokrasi ve özgürlük adına birbirlerine savaş açmaktadır. Tüketim
objelerine erişim imkanı demokratikleşme açısından tanımlanmaktadır.
Normatif bir karakter arz ettiğinden dolayı oldukça geniş bir kullanıma sahip olan
demokrasi, bununla beraber, tarihin uzak noktalarına değin götürülebilen bir anlamsal alanın
temsilciliğini yapmaktadır. Belirli bir coğrafya üzerindeki toplumun nasıl yönetileceğine dair bir
durumu imleyen bu kavram ifadesini Antik Yunan şehir devletlerinin pratiğinde bulmuştur.
Etimolojik olarak, “Yunanca’dan kelime kelime çevrildiğinde demos ve cratos karşılığı halkın
gücü veya halkın yönetimi anlamına gelmektedir.” (Aydın, Z.,2005;53) Aristo’nun yönetim
biçimlerine ilişkin yapmış olduğu tasnife göre monarşi, aristokrasi, politeia, tiranlık ve oligarşiden
sonra gelen demokrasi yoksulların çıkarını amaçlayan çoğunluğun yönetimini ifade etmektedir
(Türköne,M.,2005;153). Kavram, antikiteden beri süregelen temel anlamı konusunda Anthony
Giddens’ın ifadesiyle “yönetimde hükümdarların ya da soylular sınıfının değil halkın olduğu bir
siyasal düzeni” (Giddens,A.,2008;897) vurgulamaktadır.
Antik Yunan şehir devletlerinde iktidarın nasıl belirleneceğinin tespitine yönelik bir
durumu tanımlayan demokrasi kavramı, tarihsel olarak, sınırlı, dışlayıcı bir toplumsal zemine
yaslanmıştır. Yönetenlerin ve yönetilenlerin aynı insanlardan oluştuğu polis tecrübesinde
yönetenler de, yönetilenler de çoğunlukla köle sahibi erkeklerden oluşmaktaydı. Demokratik
süreçlere katılım kadınlar, çocuklar, köleler ve yabancılara kapalıydı. Antik Yunan polislerinden
demokratik içerik bakımından en göze çarpanı Atina’nın toplumsal yapısının tahmini olarak
30000 vatandaş (erkek) karşısında 100000 köleden oluşmasının gösterdiği üzere yönetim kısıtlı
sayıda insana açık bulunmaktaydı. (Blitzer, C.,1968;522) Dolayısıyla polis içerisindeki tüm
fertlere kıyasla az sayıda insan karar alım süreçlerine katılmaktaydı. Bununla beraber, günümüzde
birçok demokratik ülkede gözlenen, halk tarafından belirli bir süre için seçilen vekillerin yönetsel
yetkilerle donatılmasına dayanan temsili biçimin aksine vatandaşlık statüsünü taşıyanların
tümünün müdahil olduğu demokratik bir yapı bulunmaktaydı. Bu bağlamda kişiler vatandaşı
olduğu polisin yönetimine doğrudan katılabilmekteydi. Antikiteden kopuşla birlikte toplumsal
alandan silinip, felsefi metinlere geri dönen demokrasi nosyonu modern zamanlara gelindiğinde
vatandaşlık kurumunun genelleşmesi, merkeziyetçi ulus devletin ortaya çıkışı, toplumsal bir sınıf
olarak ortaya çıkan burjuvazinin güçlenmesi gibi dinamikler paralelinde gelişen farklı anlam ve
pratikleri içerecek şekilde geniş bir kuramsal spektruma oturmuştur. Modern dünyayı bölümleyen
liberal ve sosyalist kutbun temsilcisi ülkeler gerçek demokrasinin kendi ideolojik pratiklerinde
ifadesini bulduğunu iddia etmiştir. Soğuk Savaş boyunca dünyayı birkaç kez yok edecek bir
potansiyele sahip silahlanma yarışının en uç biçimini oluşturduğu ideolojik kutuplaşmanın
Page 7
6
demokrasi kuramındaki söz konusu yansımaları temel felsefi arka plan olarak özgürlük ve eşitlik
tartışması ekseninde tezahür etmiştir. “Batı bloğu, çoğunlukla serbest seçimler, çok partili siyasal
yapı, sivil ve siyasal haklar” (Blitzer, C., 1968;527) bağlamında meydana gelen özgürlük
temasının demokrasinin vazgeçilmez koşulu olduğunu vurgularken monolitik siyasal iktidarlara
dayanan Doğu Bloku, ancak adalet ve eşitlik gibi toplumsal ideallerin gerçekleştirilmesiyle
demokrasinin hakiki anlamına kavuşacağına imlemiştir. (Blitzer,C.,1968;527) Demokrasi
konusunda bahsi geçen tanımsal karışıklık bağlamında Sartori “insanlar 1940’lara gelinceye değin
ister beğensinler ister beğenmesinler demokrasinin ne olduğunu biliyorlardı; o tarihten beri
hepimiz demokrasiyi beğendiğimizi, ondan hoşlandığımızı ileri sürüyoruz ama artık onu ne
biliyor, ne anlıyor ve ne de üzerinde anlaşıyoruz. Onun için tipik bir demokrasi karmaşası çağında
yaşıyoruz” (Aktaran: Pustu, Y., 2005; 122) demektedir.
Uzun yıllar boyunca, “kesin sınırlarla belirlenmiş bir içeriğinden ve net bir tanımından
bahsetmenin oldukça zor olduğu” (Pustu, Y., 2005; 122) demokrasi kavramı, Schmitter ve Karl’ın
ifadesiyle “1974 Portekiz Karanfiller Devrimi’yle başlayıp, 1989 yılında Doğu Avrupa’daki
sosyalist rejimlerin çökmesiyle doruğa çıkan otokratik yönetimlerden uzaklaşma süreci sonunda
ortak bir tanıma yaklaşmıştır.” (Schmitter, Philippe C., Karl. Terry L., 1999; 3) Huntington’un
üçüncü demokrasi dalgası olarak kavramsallaştırdığı “1974’ten 1990 yılına kadar en azından otuz
ülkenin dünyadaki demokratik ülkelerin sayısını hemen hemen iki katına çıkartarak demokrasiye
geçişini” (Huntington, Samuel L., 1999; 129) ifade eden bu durum sonucunda söz konusu
kavramın doğası Batılı bir anlamlandırmayla belirli ilkeler dahilinde tanımlanabilmiştir.
Buna göre, “temel insani haklar ve siyasi özgürlüklerin sağladığı eşit saygınlık ortamında,
farklı iradelerin içerisinde bulunduğu alana hükmetme amacıyla adilce yarışabildiği bir düzen”
(Minarlı, Mustafa A., 2010; 3) şeklinde okunabilecek demokrasi gerçekleşimini mümkün kılacak
çeşitli sosyo politik niteliklere ihtiyaç duymaktadır. Bu bağlamda, Dahl’ın ortaya koyduğu ölçütler
önem taşımaktadır.
“1. Seçimle belirlenmiş memurlar
2. Özgür, adil ve sık sık yapılan seçimler
3. İfade özgürlüğü
4. Alternatif bilgi kaynaklarına erişim
5. Kurumsal özerklik
Page 8
7
6. Vatandaşların dahil edilmesi” (Dahl, Robert A., 2010;99) şeklinde belirtilen hususlar
demokratikleşme süreçlerinin yönünün ne olacağını tayin etmekte, demokratik ilerlemenin
gözlenebilirliğini olası kılarak söz konusu kavramın yeniden üretimini sağlamaktadır.
Held’in ifadesiyle, “genel olarak siyasal eşitliği güvence altına almayı, özgürleşmeyi ve
özgürlüğü korumayı, ortak çıkarı savunmayı, yurttaşlarının gereksinimlerini karşılamayı, ahlaki
özgelişime yardımcı olmayı ve herkesin çıkarını dikkate alan etkili karar verme sürecini sağlamayı
en iyi başarabilen siyasal düzen olarak görülen”(Aktaran: Giddens, A., 2008; 897) demokrasi aynı
zamanda sınırlayıcı politikalardan uzak durmaya yol açmaktadır. İfadesini Karl Popper’da bulan
bu görüş demokrasinin Dahl’ca tanımlanan ilkeler paralelinde özgürlükle olan bağlantısını
imlemektedir. Popper tarafından “diktatörlükten kaçınmayı mümkün kılan yönetim” (Pustu, Y.,
2005; 122) biçimi olarak belirtilen demokrasi toplumsal yaşamın özgürlük dışı kurumsallaşmasına
ket vuracak bir potansiyel taşımaktadır. Politik güç ve kaynakların dağıtımının halkça tayin
edilmesinin yol açtığın bu durum kişisel özerkliğin gerçekleştirilmesinde koruyucu bir rol
oynamaktadır. Bununla beraber, demokrasi kavramını “normatif ve prescriptif temellerini kısmen
bilimde, kısmen insan ve dünyanın tabiatında, kısmen akılda ve kısmen beşeri tecrübede bulan
tamamlanmamış bir ideoloji olan liberalizmle” (Yayla, A., 1999; 60) aynı gerçekliği temsil
etmemektedir. Friedrich August von Hayek’in demokrasi ve liberalizmin doğasına dair zıtlık
ilişkisi bağlamında yapmış olduğu kavramsallaştırmaya göre demokrasi kavramının karşıtı
otoriteryenizm iken, liberalizmin karşıtı totaliterizmdir.
Demokrasinin ne olup ne olmadığına dair öne sürülmüş çoğunlukla kurumsal/biçimselci
tanımlamaların yanında onun felsefi değeriyle ilgilenen çalışmalardan da bahsetmek önem
taşımaktadır. Bu yaklaşım demokrasiyi “esas itibariyle siyasetin konusu olan kollektif kararların
alınmasına katılımın hem mahiyeti ve genişliği hem de bu kararların alınma sürecinde izlenecek
kurallar” (Yayla, A., 1999; 60) ile ilgili teknik bir sistem olarak görmekten ziyade onun insan için
taşıdığı anlamı çözümlemeye çalışmaktadır. Öznenin özgürlüğü bu yaklaşımın merkezi unsurunu
teşkil etmekte, demokratik ethosa anlamını veren bir ilke olma halini vurgulamaktadır. Böylelikle
birey araçsal aklın tahakkümünden sıyrılabilmektedir. Demokrasinin özne açısından felsefi
değerini inceleyen düşünürlerden Alain Touraine’nin görüşleri söz konusu tartışma açısından
dikkate değerdir: “Demokrasi yalnızca bir kurumsal güvenceler bütünü, olumsuz bir özgürlük
değildir. Sistemlerin egemen mantığına karşı öznelerin kendi kültür ve özgürlüklerinde verdikleri
savaşımdır; Robert Fraise’nin deyimiyle özne politikasıdır… Demokratik yönetim biçimi en çok
sayıda bireye en büyük özgürlüğü veren olası en büyük çeşitliliği tanıyan ve koruyan siyasal
yaşam biçimidir… Her şeyden önce bireylere ve topluluklara ait tasarılara saygıdır… Kişisel
Page 9
8
özgürlük ve toplumsal bütünleşme arasında ya da modern toplumlarda özneyle us arasında bir
uyuşma arayışıdır… Herkesi bir topluluğa kapatan ve toplum yaşamını bir hoşgörü alanına
indirgeyen, böylece meydanı boşaltıp ayrıma, yobazlığa ve kutsal savaşlara yer veren kimlik
saplantısını da, evrenselciliği adına özel inançları, aitlikleri ve bellekleri tanımayıp bunlara karşı
koyan Jakoben düşünce biçimini de aynı ölçüde reddeder demokratik kültür. Demokratik kültür
birlik ve çeşitliliğin özgürlük ve bütünleşmenin uyuşma çabası olarak tanımlanır” (Touraine, A.,
2011,26-31).
Demokrasinin kurumsal/biçimsel ve felsefi anlamına ilişkin tanımların yanında onun
diyalojik bir yapı olan insanın varoluşunu ilgilendiren boyutundan bahsetmek de önem
taşımaktadır. Buna göre, Todorov’un kavramsallaştırmasıyla, kişisel varoluşunu karşısındaki
kişideki yansımasında bulan fert görünür olacağı, tanınacağı bir toplumsallığa gereksinim
duymaktadır. (Todorov, T., 2008) Sosyal biraradalığın içinde başkalarıyla kurduğu iletişim
sayesinde tanınan birey varlığının toplumsal görünürlüğünü/kabulünü hissetmeye çabalamakta,
kendiliğini gerçekleştireceği diyalojik bir zemin aramaktadır. Böylece psikolojik yapısını
istikrarlaştıracak, verili anlam evrenine dahil olacaktır. Bu bağlamda, polise dair işlere ilişkin
iletişimsel düzeneklerin ortaya çıkardığı kamusallık içindeki tanınma sistemi bahsi geçen
varoluşsal çabanın gerçekleşmesine olanak tanımaktadır. Böylelikle, belirli bir teritorya içindeki
kişiler Perikles’in “gerçekleştirilecek akıllıca bir eylemin olmazsa olmaz önkoşulu olarak”
(Aktaran: Dahl, Robert A., 2010;49) gördüğü tartışma alanının parçası olmaktadır.
Kişisel varoluşun gerçekleştirilmesine temel oluşturan söylem alanının sınırları bir
demokrasinin derinliğini göstermektedir. Tanınma sistemini barındıran söylem alanının sınırları
dar tutulduğunda dışlayıcı bir kamusallık, geniş tutulduğunda ise kapsayıcı bir kamusallık ortaya
çıkmaktadır. Demokratik meşruiyetin gerçekleşmesi bahsi geçen kamusallık biçimlerine yakınlık
ölçüsünce meydana gelmektedir. Bu bağlamda, kamusal alana giriş imkanı olarak, verili bir
siyasal organizasyon içindeki tüm bireylerin taşıdığı farklılıklara rağmen birbiriyle aynı ölçüde
kabul görmesine dayanan eşit tanınmanın demokratik yeniden üretim açısından etkin bir faktör
olduğu ortaya çıkmaktadır.
4. YENİ MEDYA
Enformasyon toplumunun vazgeçilmez öğelerinden biri olan medya fiber optik kablolar,
internet, uydu bağlantısı gibi yeniliklerle günümüzde “gelişmiş televizyonlar, yeni nesil cep
telefonları, internet ve tüm iletişim yöntemlerinin birbirinin uzantısı haline geldiği, iç içe geçtiği
bir sosyal atmosferin”(Uslu,Z.K.,2007/1;225.) etkin bir belirleyicisi haline gelmiştir. Geray’ın
Page 10
9
ifadesiyle, “karşılıklı etkileşim, kitlesizleştirme ve eşzamansız olabilme özelliklerinin üçünü de
içinde barındırmaya başlayan iletişim teknolojilerinin insan yaşamını da dönüştüren”(Yılmaz,A.,
Güdek,H.U.,2012;2.) etkileriyle medya geleneksel kalıplarından uzaklaşarak yeni biçimlere ve
rollere bürünmüştür. “Onyedinci yüzyılda gazetenin ortaya çıkışıyla enformasyonun toplumsal
yayılımını sağlayan bir araç şeklinde gelişen medya”(Aydoğan,F.,2011;28.), küreselleşme
süreciyle birlikte kamusallığı etkileyen vakıaları seslendirme biçiminde süregelen bilgi yayma
rolünün yanında enformasyon üreten karakterini de derinleştirmiştir. “Kullanıcı yönelimli içeriğin
yaratımı ve değişimine olanak tanıyan bir grup internet temelli uygulamalar şeklinde
tanımlanabilecek sosyal medya” nın (Joseph,S.,145-146.) bireysel katılımı dışlamayan doğasının
yol açtığı bu durum sonucu medya, günümüzde enformasyonun kişisel üretiminin paylaşılmasına
olanak vermektedir.
Enformasyon devrimiyle birlikte karakteristik dönüşümler yaşayan medyanın
gelenekselliğinden sıyrılan yapısının bir diğer göstergesi de yeni medyanın geçmişin aksine
görüntü ağırlıklı olmasıdır. Geçmişte gazete, dergi ve sonraları radyo çerçevesinde tanımlanan
medya, televizyonun icadıyla birlikte görüntüsel bir karakter kazanmıştır. Televizyon gündelik
hayatın önemli bir parçası olarak insanları bilgilendirme, eğitme ve eğlendirme gibi fonksiyonlar
icra etmektedir. Her ne kadar günümüzde internet temelli sosyal medya kurumları televizyonun
üstlendiği rolü kendi üzerine alsa da, toplumsal gerçekliği etkileyen bir yapı olarak televizyon hala
önemli bir rol ifa etmektedir.
Bununla beraber, televizyonun toplumsal yaşama dair işlevleri yalnızca bilgi sağlama,
öğretme ve eğlendirme ile sınırlı kalmamakta aynı zamanda toplumu ekonomik ve politik
çıkarların nesnesi haline getirmektedir. Richard Falk’ın ifadesiyle, “televizyon temel teknoloji
olup iyi hayatın hakiki içeriğini sorgulamanın yanı sıra, post modern bilmenin yollarını inşa eder.
Televizyonun birçok rolü olup bazıları şöyle anılabilir: İcazetli kapitalizmin yayılmasını
kolaylaştırma, Amerikan hayat tarzını yüceltme ve jeopolitik hak iddialarını meşru
kılma.”(Falk,R.,2005;41.)
Küreselleşme süreciyle birlikte gelişen yeni medyanın ayırt edici niteliklerinin bir diğeri de
sektörün gün geçtikçe daha hızlı bir şekilde yerelliğinden sıyrılarak uluslar arası finans
kuruluşlarının mülkiyetinde oligapolleşme eğilimi göstermesidir. McChesney, medyanın
küreselleşme çağındaki bu halini “yaşadığımız çağdaki temel düşünce olan kar mantığına dayalı
küresel pazarda, dünya eğlence sektörü ve gazeteciliğin rotasını küresel şirketler tarafından
belirlenmekte olduğu”(McChesney,R.W.,2008;311-319.) şeklinde tanımlamaktadır. “2000 yılında
Page 11
10
AT&T, Sony, AOL/Time Warner, Bertelsmann, Liberty Media, Vivendi Universal, Viacom, GE,
Disney ve News Corporation isimli yalnızca on medya devinin yıllık gelirinin dünyadaki iletişim
sektörünün elde ettiği toplam gelirin üçte ikini oluşturmasının”(Steger,M.B.,2006;107.) gösterdiği
üzere ulus ötesi kuruluşlar medya sektörüne hakim duruma gelmiştir. Birçok ülkede yatırımlar
yaparak ya da birbirleriyle birleşerek, bir diğerini satın alarak giderek büyüyen ve genişleyen
uluslararası medya kuruluşlarının yıllık ciroları birçok az gelişmiş ülkenin toplam yurtiçi
hasılasından daha fazladır. (Büyükbaykal,C,I.,2012;41-42). Tellan’ın ifadesiyle, “global medya
pazarı dört veya beş düzine ikincil düzeyde şirket tarafından tamamlanmış olmakla birlikte, bu
şirketler ulusal ya da bölge elektrik santrali ya da ticari yayıncılık gibi pazarları kontrolleri altında
bulundurmaktadır. Bu ikincil düzeydeki şirketlerin yaklaşık olarak yarısı Kuzey Amerika merkezli
olup; geri kalanının büyük bir bölümü ise Batı Avrupa ve Japonya kökenlidir. İkincil düzeydeki
şirketlerin her biri kendi çapında birer dev olup, dünyadaki binlerce dev şirket içerisinde kıdemli
bir yere ve faaliyet alanlarında her yıl bir milyar Amerikan Doları’ndan daha fazla kazanca
sahiptir. (Tellan, D. 2007, akt., Büyükbaykal, C. I., 43). Bu durum Steger’in ifadesiyle, “küresel
kültürel akışların, büyük ölçüde, mesajlarını iletmek için iletişim teknolojilerine bel bağlayan
küresel medya imparatorlukları tarafından oluşturulması ve yönlendirilmesine”
(Steger,M.B.,2006;107) yol açmaktadır.
Medyanın küresel finans kuruluşlarının denetimine girmesiyle beraber “küresel kültürel
gerçeklik aynı formüle göre üretilmiş TV şovları ve akıldan yoksun reklamlarla dolduran
kuruluşların insanların kimliğini ve arzularını daha fazla biçimlendirdiği” (Steger,M.B.,2006;107)
gözlenmektedir. Medyanın toplumsal gerçekliğin derinliklerine sızmışlığını Chomsky “Nereye
baksak, neyi dinlesek, nereye gidersek gidelim: İlan panolarının pornografisi, otobüslerin iki
yanındaki levhalar, metro kartları, parlak vitrin yazıları, posta kutumuzu ardiyeye çeviren reklam
furyası, aptal plaj uçakları ve balonları, kuponlar, tiksindirici araba çıkartmaları ve yaka iğneleri,
utanç verici hizmet üniformaları, plastik bardaklar ve kurdaleler, saçmasapan gösteriler, köşebaşı
bildirileri, arabaların ön camındaki silecek böcekleri, reklamlar, kredi kartları, haykıran
radyolar, günlük gazeteler, her an televizyon” (Chomsky, N., 1995;19., akt: Derik,2007;65)
şeklinde tanımlamıştır. Dünyanın farklı coğrafyalarındaki değişik kültürel grupların üyesi insanlar
belirli tüketim kalıplarına sokulmaktadır. “Ulus ötesi medya kuruluşları tarafından yayılan
değerlerin yalnızca popüler kültürün tartışılmaz egemenliğini güvence altına almakla kalmadığı,
aynı zamanda toplumsal gerçekliğin depolitizasyonuna ve toplumsal bağların zayıflamasına yol
açtığı” (Steger,M.B.,2006;113) bir durumu barındıran bu davet çoğunlukla, Batılı yaşam tarzını
kutsamakta, insanlara doğru yaşam biçimini aşılamaktadır. “İnsanın yaratıcılığını engelleyen ve
Page 12
11
toplumsal ilişkileri insancıl olmaktan uzaklaştıran tekdüze standartların kabul ettirilmesini
imgelemek amacıyla” (Ritzer,G.,2011, akt., Büyükbaykal, 44) Amerikalı sosyolog George Ritzer
tarafından McDonaldslaşma şeklinde tabir edilen bu süreçle farklı kültürler gün geçtikçe birbirine
benzemekte, yerkürenin değişik coğrafyalarındaki insanlar aynı kültürel kodlamaları
imlemektedir. Kitle kültürünün monist etkileri insani farklılığın zenginleştirici doğasını belirli
kalıplara sokmaktadır. İnglizce’nin lingua franca oluşu, genel olarak Batılı özel olarak ise
Amerikan yaşam tarzının empoze edilişi, belirli tüketim alışkanlıklarının benimsetilişinin sonucu
olarak farklı kültürel yapılar aynılaşmakta, aynı şeyi izleyen, aynı müziği dinleyen, aynı
kıyafetleri giyen ve aynı şeyi düşünen kitleler oluşmaktadır. Bu bağlamda Dirik’in aktardığı örnek
anlamlıdır: “Quederkik, yüksek Guetemela dağlarına tırmanarak uzak ve otantik Qeche
Kızılderililerini araştırırken, canlı bir müzik duyduğunu ve yaklaştığında bunun eski Beatles
şarkıları olduğunu anlatır. Pico İyer gezi anılarında Katmandu’daki video gecelerinden,
Çinliler’in Ike ve Tina Turner sandviçlerine düşkünlüklerinden, Burmalı müzisyenlerin Doors
şarkıları çaldıklarında, Rambo filmlerinin Asya’daki sayısız yeniden yapımından bahsetmektedir.”
(Querderkik,C.,1989 ve İyer,P.,1989., akt., Dirik,Ç.,2007,64)
Medyanın küreselleşme süreciyle farklılıkları homojenize edici etkilerinin yanı sıra farklı
işlevler de icra ettiği gözlenmektedir. Webster’in, Habermas’tan mülhem, belirttiği üzere kapitalist
gelişimin ilk aşamalarında belirli bir kamusallığın ortaya çıkması yönünde bilgi sağlayıcı işleviyle
önemli bir rol oynayan medya, günümüzde ekonomik ve politik iktidar mücadelesinin önemli bir
aracı haline gelmiştir. (Webster,F.,2002;101-129.) Webster’in “information management”
kavramsallaştırmasıyla sunduğu, medyanın bilgi yönetimi bağlamındaki manipülatif işlevi
Vietnam, Falkland, Körfez Savaşları ve Kuzey İrlanda problemlerinde gözlendiği üzere
”(Webster,F.,2002;128.) siyasal iktidarlar için oldukça pratik bir çözüm olmakta, toplumlar
süregelen siyasalara adapte edilmeye çalışılmaktadır. Bu süreçte, enformasyonun toplumsallaşma
biçimi büyük bir önem taşıyor gözükmektedir. Enformasyon yayılımını sağlayan iktidar
odaklarının ortaya çıkan malumatı nasıl ele aldığı, kamusal alana hangi biçimlerde aktardığı gibi
hususların belirleyici olduğu bilgi yönetimi mefhumu enformasyonun sosyalizasyon sürecinde
gerçeklikle olan ilişkisinin esnek doğasını imlemektedir. Bu bağlamda söz konusu eğilimin
medyadaki temsili anlam taşımaktadır. Günümüzde sosyo politik bir durum ya da ekonomik bir
ürün onu sunanların nasıl bir konumlanışa sahip olduğuyla ifadesini bulmaktadır. Gerçeklik
bütünüyle değil, seslendiricilerinin ince dokunuşlarla şekillendirdiği normatif eğilimleriyle ele
alınmakta, sınırlı bir görüntüyle sunulmaktadır. Böylelikle toplumsal ya da ekonomik bir durumun
yan anlamları kaybolmakta, bilgi tek boyutluluğa indirgenmektedir. Benzer biçimde gerçekliğin
Page 13
12
eksik temsilleri bilgi kirliliğine de yol açmakta, kişinin neyin doğru olduğuna ilişkin verili algısını
parçalamaktadır. Bu bağlamda, kitle kültürünün enformasyon bombardımanına tutulduğu
postmodern koşullarda varlığın temsiline ilişkin toplumsal tahayyülün nesnel temeli
kaybolmaktadır.
5. SOSYAL MEDYA
Son olarak küreselleşme süreciyle birlikte kamusallığı imleyen bilginin ve medya ile olan
ilişkisinin değişen doğasını betimleme bağlamında yeni medyanın internetteki yüzü sosyal medya
kuruluşlarının rolünden bahsetmek önem taşımaktadır. “Web 2.0 teknolojileri üzerine kurulan
derin sosyal etkileşime, topluluk oluşumuna ve işbirliğine olanak tanıyan web siteleri” (Soydan,
Mehmet Kürşat., 2012, 51) şeklinde tanımlanabilecek sosyal medya günümüzün toplumsal
gerçekliğini biçimlendiren en önemli mecralardan birini teşkil etmektedir. “İçeriğinin
çoğunluğunun kullanıcılar tarafından oluşturulması, zaman ve mekan sınırlaması olmaksızın
paylaşımın, etkileşimin ve tartışmanın esas olduğu bir iletişim şekli olmakla geleneksel medyadan
ayrılan” (www.kurumsalhaberler.com/pr/sosyal-medya-nedir.aspx., akt., Soydan, 51.) bu platform
enformasyon yayılımının son derece hızlı, geniş kapsamlı ve özerk bir hale gelişinin ifadecisidir.
Geleneksel medya araçlarının yayılma hızına kıyasla oldukça kısa sayılabilecek bir zaman
diliminde milyonlarca kullanıcıya ulaşan sosyal medya farklı toplumsal ve kişisel kimliklerin
temsilcisi bireyleri sibernetik bir evrenin parçası haline getirmekte, içtimai varoluşun yeniden
üretimini farklı kanallara sürüklemektedir. Netifikasyon olarak adlandırılabilecek medyanın
internet tabanlı bir sosyalleşme yaşadığı söz konusu süreç kişisel paylaşımların etkisiyle
şekillenmekte, aynı zamanda da katılımcılarına çeşitli etkilerde bulunmaktadır. Buna göre
facebook, twitter, youtube gibi milyarlarca dolarlık servete sahip şirketlerin kişisel ifadelerin
görece özgür temsillerine olanak sağlaması bireylere kendilerini gerçekleştirme yönünde önemli
bir katkı sunmaktadır. Kişiler duygu ve düşüncelerini belirli bir özerklik içerisinde
paylaşabilmekte, kiminle iletişim kuracağı ve nasıl paylaşımlarda bulunacağına toplumsal
baskılardan uzak bir şekilde karar verebilmektedir. Sosyal medya kişiye olmak istediği insanı
sanal bir ortamda oluşturma imkanı sunmaktadır. Sosyal çevrenin fiziksel etkilerinin uzağında
görece korunaklı sanal bir alan tesis etmektedir. Baban, etkileşimci bir doğayı imleyen sosyal
medya için şunları söylemektedir: “Bireylerin internette birbiriyle etkileşimde bulunması sosyal
ağlarda gerçekleşirken, sosyal medya bu ağların bir amaç için ve örgülü bir şekilde kullanılması
anlamına gelmektedir. Sosyal ağlar, bloglar, mikro bloglar, sohbet siteleri, forumlar gibi internet
siteleri insanlara hem aradıkları içeriklere ulaşma imkanı vermekte, hem de ortak bir etkileşim ve
paylaşım sağlamaktadır.” (Baban, E., 2012;72.)
Page 14
13
Bununla beraber sosyal medyanın toplumsal alandaki devrimsel etkilere yol açan yapısı
çeşitli problemlere neden olacak bir potansiyel de arz etmektedir. Söz konusu problemler,
çoğunlukla, bilgi yayılımındaki denetimin sınırlı olması nedeniyle mahremiyetin ihlali, nefret
suçları gibi alanlarda gözlenmektedir. Kişisel bilgiler kimi örneklerde göründüğü üzere sahibinin
onayı olmadan kullanılmakta, milyonlarca gözün önünde ifşa edilebilmektedir. Bu bağlamda
kişilerarası ilişkilerde şüphe, güvensizlik gibi durumlar söz konusu olabilmekte, arkadaşlıklar
hatta evlilikler zarar görmektedir. Yüzyüze ilişkilerin azalışı da bu kırılmayı desteklemektedir.
Kişilerin birlikte geçirdiği zamanlar gün geçtikçe daha da sosyal medya lehine kaybolmaktadır.
Böylelikle, Tönnies’in “gemeinschaft-gessellschaft”1 kavramsallaştırmasına benzer bir şekilde,
birincil ilişkilerden kaynaklanan cemaatvari bağlılıklar fiziksel mekanın dışına çıkarak
sanallaşmakta, kişi içerisinde bulunduğu sosyal çevreye yabancılaşmaktadır. Benzer şekilde çeşitli
politik, dinsel, mesleki ya da cinsel kimliklerin temsilcisi şahıslar acımasız karalama
kampanyalarının nesnesi olabilmektedir. Bu durum yalnızca bir kişinin şahsıyla sınırlı olmamakta,
kimi zamanlarda toplumsal bir gruba yönelik nefreti de içermektedir. Antisemitik, İslam karşıtı,
ırkçı ve homofobik paylaşımlar küresel çapta problemlere neden olacak bir şekilde toplumsal
dağarcığı meşgul etmekte, diğer faktörlerle birlikte, farklılıklara yönelik hoşgörüsüzlüğü
beslemektedir. Kişiler birbirlerinin yüzüne söyleyemeyeceği şeyleri sosyal medya kanalıyla
kolayca ifade edebilmektedir. Kamusallığın sibernetik bir karakter kazanması sonucunda
toplumsal birararadalığı mümkün kılan verili söylem etiği yitiyor gözükmektedir. Bu bağlamda
sosyal medyanın twitter ile birlikte katılımcı sayısı bakımından en büyük portalını oluşturan
facebook düzleminde rastlanan nefret söylemine varan paylaşımlar dikkat çekmektedir. Bir
facebook kullanıcısı tarafından yapılan şu paylaşım manidardır: “Bütün Türk arkadaşlarımı
Yahudilere karşı cephe almaya… Yahudilerin ürettiği hiçbir şeyi almamaya… Yahudilerle
arkadaşlık yapmamaya… Yahudileri dışlamaya davet ediyorum… Yahudilere inat Heil Hitler.
Büyük Türk milletine saygılarımla”(Aygül, E., 2010;115.) Aynı şekilde bahsi geçen sitede kurulan
çeşitli gruplar da dikkat çekmektedir. “travesti Bursa ib.. Ankaragücü diyenler”, “İsrail ve
Yahudiler şerefsizdir yok olsunlar”, “Kürt Alevisiyim diyenler Ermeni dönmesidir” (Aygül, E.,
2010;117-121.)
Özetle, enformasyon paylaşımının kişiselleşmesine olanak veren yapısıyla bireysel
özerkliğin sibernetik biçimini oluşturan sosyal medya günümüz kitle kültürünün önemli bir
1 Ferdinand Tönnies’in söz konusu kategorizasyonu için bkz: Tönnies, Ferdinand., “Gemeinschaft ve Gessellschaft”,
içinden, Şehir ve Cemiyet, İz Yayıncılık, İstanbul, 2000.
Page 15
14
bölümünü oluşturmaktadır. Enformasyon yayılımı daha önce hiç görülmedik bir şekilde
hızlanmakta bilgi yayılımının belirli bir özerklikle gerçekleşmesi ulusal, dinsel ve kültürel
kimliklerin ötesinde yeni bağlılık kanallarının ortaya çıkmasına imkan sağlamaktadır. Öte yandan,
sanal özgürlük ortamı kimi anlarda nefret söylemine varacak ölçüde yoğun bir ötekileştirme
potansiyeli taşımaktadır.
6. SONUÇ
İçerisinde bulunulan zaman boyutunu anlamlandırmada anahtar bir kavram olarak işlev
gören küreselleşme sürecinin önemli bir boyutunu imleyen iletişim devrimiyle verili sosyo-politik
anlam evreninin yeniden üretimi farklı alanlara kaymış gözükmektedir. Web 2.0 teknolojileriyle
kullanıcıların katılımına cevaz vererek çift yönlü bir nitelik kazanan internet üzerindeki
portallardan oluşan yeni medya, bu bağlamda, geçmişin mekansallık tasavvuru dahilinde
tanımlanan kamusallık algısının yeni mecrası olmaklığını teşkil etmektedir. Facebook, twitter,
youtube vb. gibi yeni medya kuruluşlarının dolayımıyla gencinden yaşlısına, fakirinden zenginine,
birçok faklı kimlik grubundan insan bireysel ve toplumsal yaşantılarına dair duygu ve
düşüncelerini özgürce paylaşabilmekte, taşıyıcısı olduğu ya da taşımak istediği kimliği ifade
edebilmektedir. Söz konusu ifadeler ve bilgi paylaşımları, aynı zamanda, Greenpeace gibi sivil
toplum kuruluşların öncülük ettiği çevreci hareketler ve en yakın örneğini “Arap Baharı” olarak
adlandırılan toplumsal başkaldırıların oluşturduğu isyan hareketlerinde görüldüğü üzere yerel ve
küresel dayanışma ağlarının bir parçası olabilmekte, özgürleştirici, eleştirel ve doğaya saygılı bir
tinselliğin gelişimine yol açmaktadır.
Öte yandan, sosyal mecra düzleminde yeniden üretimini gerçekleştiren kamusallığın
sibernetik bir karakter kazanmışlığı, anlamını iletişimsel bir doğayı barındırmasında bulan
demokrasinin konsolidasyonuna ket vurma potansiyeli de taşımaktadır. Sosyal medya aracılığıyla
oluşan kamusallık biçimlerinin toplumsal müzakere düzeneklerini sürdürülebilir kılacak söylem
etiğini parçalamasının neden olduğu bu durum siyasal olanı bir güç mücadelesine indirgemektedir.
Diyalojik süreçlerin oluşturduğu ortak anlam evreni kaybolmakta, Aristo’cu anlamıyla “en üstün
insani eylem” olarak nitelendirilebilecek siyaset, iktidarı ele geçirme yarışındaki farklı görüşlerin
savaşımına dönüşmektedir. Böylelikle, ortak iyi üzerine uzlaşma şansı azalarak aynı mekanı
paylaşmaktan doğan toplumsal biraradalığa dair ethos yıkıma uğramaktadır.
Özetle, küreselleşme süreciyle birlikte agoranın teknokratik işgal edilişi bir yandan sosyal
varoluşu barışçıllaştırma açısından umut dolu bir potansiyel teşkil ederken, diğer yandan süregelen
toplumsallığı da yıkıma uğratma eğilimleri taşımaktadır. Denilebilir ki, yeni medya dolayımıyla
Page 16
15
mecrasını bulan uzamsız kamusallık biçimlerinde ortaya çıkacak söylem etiği gelecek yılların
toplumsallığını belirleyecektir. Bu bağlamda, müzakere düzeneklerini mümkün kılacak makul bir
etik alanın kurgulanması gerekliliği aşikârdır.
KAYNAKÇA
Arendt, Hannah, İnsanlık Durumu, İletişim Yayınları, 6.Baskı, İstanbul, 2012.
Aydoğan, Filiz., Küresel Medya, Beta Yayınları, İstanbul, 2011.
Balay, Refik., “Küreselleşme, Bilgi Toplumu ve Eğitim, Anadolu Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi Dergisi, Cilt 37, Sayı 2, 2004.
Bauman, Zygmunt,, Küreselleşme Toplumsal Sonuçları, İkinci Baskı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul,
2006.
Bulunmaz, Barış., “Küreselleşme ve Basın İşletmeleri Üzerindeki Etkisi”, Marmara İletişim
Dergisi, Sayı 16, Ocak 2010.
Büyükbaykal, Ceyda Ilgaz., “Küresel Medya Yapılarının Yoğunlaşması”, İstanbul Üniversitesi
İletişim Fakültesi Dergisi, 2012
Chomsky, Noam., Medya Denetimi, Çev: Şen,Suer., Tüm Zamanlar Yayıncılık, İstanbul, 1995.
Dirik, Çiğdem., Küreselleşme Çerçevesinde Küresel Medya-Türk Medyası İlişkisi, Ege
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Tezi, 2007, İzmir.
Falk, Richard., Yırtıcı Küreselleşme, Küre Yayınları, 4. Basım, İstanbul, 2005.
Gezgin, Suat., Mora, Necla., Medya Çalışmaları, Medya Pedagojisi ve Küresel İletişim, Alt Kitap,
2008.
Giddens, Anthony., Modernliğin Sonuçları, Üçüncü Basım, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2004.
Giddens,Anthony., “Modernliğin Küreselleşmesi”, içinden, Held, David., McGrew, Anthony.,
Küresel Dönüşümler Büyük Küreselleşme Tartışması, Phoenix Yayınları, 2. Basım, Ankara, 2008.
Page 17
16
Giddens, Anthony, Sosyoloji, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2008.
Habermas, Jurgen., Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, İletişim Yayınları, 11.Baskı, İstanbul,
2013.
Held, David, McGrew, Anthony., “Büyük Küreselleşme Tartışması”, Küresel Dönüşümler,
Phoenix Yayınları, Ankara, 2008.
Huntington, Samuel L., “Üçüncü Demokrasi Dalgası”, Yayla, Atilla (ed), Sosyal ve Siyasal Teori,
2. Baskı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1999.
Joseph, Sarah., “Social Media, Political Change and Human Rights”, Boston College International
Comparative Law Review, Vol:35.145.
McChesney, Robert W., “Yeni Küresel Medya”, Küresel Dönüşümler, Phoenix Yayınları,
Ankara,2008.
McLuhan, Marshall., Povers, Bruce R.., Global Köy, Scala Yayıncılık, İstanbul, 2001.
Minarlı, Mustafa A., “Rusya Siyasal İkliminin Demokrasi Dışı Karakteri”, Akademik Araştırmalar
Dergisi, Sayı.44, İstanbul, 2010.
Oskay, Ünsal., 19, Yüzyıldan Günümüze Kitle İletişimin Kültürel İşlevleri Kuramsal Bir Yaklaşım,
Der Yayınları, 3. Basım, İstanbul, 2000.
Pustu, Yusuf, “Yerel Yönetimler ve Demokrasi”, Sayıştay Dergisi, S.57, Ankara, 2005.
Quederkik, Cathleen., “Modern Day Mayans”, World Monitor, July, 1989, Cilt:2, Sayı:7 ve İye,
Pico., “Video Nights in Catmandu”, Vintage Press, New York, 1989.
Ritzer, George., Toplumun McDonaldlaştırılması, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2011.
Page 18
17
Soydan, Mehmet Kürşat., Küreselleşme Sürecinde Medyanın Rolü, (RTÜK Yayınlanmamış
Uzmanlık Tezi), Ankara, 2012.
Steger, Manfred B., Küreselleşme, Dost Yayınları, Ankara, 2006.
tdkterim.gov.tr/bts/ (Alıntılama tarihi: 07.01.2012).
Tellan, D. Erken Uyarı!,Alınmamış Tedbir!. Ekim 25, 2007, http://ilef.ankara.edu.tr, 2007.
Todorov, Tezvetan, Ortak Hayat, Dost Yayınları, Ankara, 2008.
Touraine, Alain, Demokrasi Nedir?, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2011.
Tönnies, Ferdinand., “Gemeinschaft ve Gessellschaft”, içinden, Şehir ve Cemiyet, İz Yayıncılık,
İstanbul, 2000.
Türköne, Mümtazer (ed), Siyaset, Lotus Yayınları, Ankara, 2005.
Uslu, Zeynep Karahan., “Yeni İletişim Araçları Ve Toplumsal Etkileri”, Sosyoloji Araştırmaları
Dergisi, 2007/1.
Webster, Frank., Theories of The Information Society , Routledge, 2002, e-book.
www.kurumsalhaberler.com/pr/sosyal-medya-nedir.aspx
Yayla, Atilla, “Liberalizm ve Demokrasi: Mükemmel Olmayan Birliktelik, Tahammülü Güç
Ayrılık”, Yayla, Atilla (ed), Sosyal ve Siyasal Teori, 2. Baskı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1999.
Yılmaz, Adem., Güdek, Hüseyin Ulaş., “Küreselleşme ve Salt Görüntüsel Medyanın Yükselişi”,
Atatürk Üniversitesi İletişim Dergisi, Sayı 3, 2012.