This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
AydınlıkBU SAYIDA
35KİTAP
TANITILIYOR
28 Aralık 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 44
Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir
KITAP.
Toplam: 1461
Şiddetikutsamayan polisiye
Bir şiirin düzyazıhalini almış romanı…
Uğur’suz 20 YılınÖzeti: “İçimden Geçen
Zaman”
Kapitalistaklın filozofu: Kant
Yaşar Kemal’eyolculuk
Kitaplarla aydınlığa
2012 KİTAPLIĞI
KAANARSLANOĞLU
Yılın sonuna doğru genellikle sene içinde olup bi-
tenlere şöyle bir dönüp bakılır. Çok klasik olduğu kabul
edilmekle birlikte yayın organlarından beklenti çoğun-
lukla bu yöndedir. Yılsonuna doğru okurda hafızayı ta-
zelemek istercesine geçen 365 günü gözden geçirme ar-
zusu belirir. Ya da biz belirmiş olabileceğini düşündük.
Ve sizlere bu haftaki kapak dosyamızı hazırladık.
2012'de yayımlanan kitaplardan bir seçme hazırladık.
Bunu yaparken daha çok “hatırlatma” amacı güttük.
Okurlarımız için 2012'den kalanları derleyip toparladık.
belli belirsiz bir dalga geçti, akıcı ve hava gibi
esen bir şey, bir dalga ve sonra biri daha…”
K�TAPTAN:
28 ARALIK 2012 CUMA6 Aydınlık KİTAP
Bir ay sonra Uğur Mumcu’nun
öldürülmesinin üzerinden 20 yıl
geçmiş olacak. En geniş anlamıyla
Uğur’suz 20 yılı geride bırakmış
olacağız. Kendi deyimiyle bu kal-
paksız Kuvayı Milliyeci’nin uğrun-
da mücadele ettiği, ölümü göze al-
dığı, sonunda da şehit düştüğü ilke
ve değerlerin, Cumhuriyet’in, Ata-
türkçülüğün, emeğin, aydınlanma-
nın, bağımsızlığın, eşitliğin kavgasını
verenler kalpten anacaklar onu.
Çoğunluğunu sözüm ona solda si-
yaset yapanların oluşturduğu poli-
tikacılar ise beylik laflarla, içi boş
söylevlerle geçiştirecekler 24 Ocak
tarihini. Yürüyüşler düzenlenecek,
paneller yapılacak. Meydanlarda
“Uğurlar Olsun”, “Yiğidim Aslanım
Burada Yatıyor” türküleri söyle-
necek. Gençler ellerindeki metinden
“Vurulduk Ey Halkım” diye sesle-
necekler. Ve bir 24 Ocak daha ge-
çecek. Sonra…
“ANLATILANLARGERÇEKT�R…”
Sonrasını Uğur Mumcu’nun eşi
Güldal Mumcu’dan okuya-
lım. Kısa adı um:ag
olan Uğur Mumcu
Araştırmacı Gazete-
cilik Vakfı Yayınla-
rı’ndan çıkan “İçim-
den Geçen Zaman”
adlı kitabında anlatı-
yor Güldal Mumcu,
24 Ocak 1993’ten bu
yana yaşadıklarını. Ço-
cukları Özgür ve Öz-
ge’ye ithaf ettiği kita-
bının hemen başında
şunu vurguluyor, özen-
le, öncelikle ve özellik-
le: “Bu kitapta anlatı-
lanlar gerçektir.”
Anılarını, gözlemlerini, yaşa-
dıklarını, tanıklıklarını anlatıyor. 24
Ocak 1993’ten başlayarak belleğin-
de birikenleri kısa tümcelerle, yalın,
içten, akıcı bir üslupla aktarıyor.
Eşinin vefalı dostlarına, yoldaşları-
na, meslektaşlarına yer verirken,
onunla bir şekilde tanışmış olan, ama
onu hiç anlamayan isimleri de es geç-
miyor. Mesela Adil Özkol bunlardan
biri. Özkol, henüz Mumcu’nun be-
deni toprağa verilmeden Güldal
Mumcu’ya gelip, Uğur Mumcu’nun
son çalışmasını Sabah gazetesine
vermesini öneriyor. Neyse ki, Mum-
cu’nun Sabah gazetesi ve onun tem-
sil ettiği zihniyet hakkındaki dü-
şüncelerinin ne olduğunu Güldal
Mumcu çok iyi biliyor. O dönem
DİSK’in başkanlar kurulu üyesi olan
Ömer Çiftçi de, tuhaf davranışları,
çelişkili açıklamalarıyla yer ediyor
Mumcu’nun belleğinde. Onun açık-
lamaları sonraki dönemde Güldal
Mumcu’nun Cumhuriyet gazetesiy-
le ve bazı DİSK yöneticileriyle tar-
tışmasına da neden oluyor.
Cinayetten hemen sonraki gün-
lerde bazı “sosyal demokrat” bele-
diye yöneticilerinin kabalıkların-
dan, duyarsızlıklarından da örnekler
veriyor Güldal Mumcu. Mum-
cu’nun, uğruna yaşamını verdiği ilke
ve değerleri koruyamayan, koru-
mak ne kelime Mumcu’nun aman-
sızca mücadele ettiği “Kürtçülerle”,
numaracı cumhuriyetçilerle kolko-
la giren siyasetçilerin, solculuktan ge-
çinen politikacıların, Mumcu’nun
cenazesi sonrasında topluma mesaj
vermek, öne çıkmak, bir şeyler ya-
pıyormuş gibi gö-
rünmek için ne öne-
rilerle geldiklerini
anlatıyor. Söz bu-
raya gelmişken, te-
rör örgütünün si-
yasi uzantısı olan
partiyle ittifak ya-
pıp Ankara Bü-
yükşehir Belediye
Başkan adayı olan
Murat Karayal-
çın’ı, bakanlığı dö-
neminde Mehmet
Altan’ı başdanış-
man yapan, Ka-
nada’daki bir sah-
te haham, şimdilerde PM üyesi ol-
duğu partiye söverken TV ekranla-
rında gülümseyen Fikri Sağlar’ı da
unutmamak gerekiyor.
�NSANIN CANINI ACITANTUTANAKLAR
Mumcu’nun yakın dostu Ali Sir-
men’in şu sözleri, büyük devrimcinin
çalışkanlığını ve dürüstlüğünü özet-
liyor: “Uğur öte tarafta da yolsuz-
luklarla uğraşıyordur. Sahte bel-
geyle cennete gidenlerin peşine
düşmüştür muhakkak.” Yurtsever-
liğinin bedelini, özgürlüğünden mah-
rum kalarak ödeyen Tuncay Özkan
ise morgda gördüğü Mumcu’yu ço-
cuklarına şöyle aktarıyor: “Çocuklar,
babanız çok güzeldi, yüzü gülüyor-
du. Her zamanki gibi…”
Güldal Mumcu, cinayetten son-
ra ilk kez ne zaman, kimin sözleriy-
le gülümsediğini anımsıyor: “Üç
gün hiç uyumamıştım. Yavaşça,
uzun bir süre yatmayacağım yatağı-
mıza uzandım. Beni uyandırdıkla-
rında iki saat geçmişti ve ben haya-
tımın en derin, en koyu, en yoğun uy-
kusunu uyumuştum. Salona geç-
tim. Berin Nadi gelmişti. Çok güzel
şeyler söylediğini hatırlıyorum. Bir
ara güldüm. Babam, 'Olaydan bu
yana ilk defa güldüğünü görüyorum.
Onu güldürdünüz,' dedi.”
Kitap, Uğur Mumcu’nun terör
örgütü PKK’ya karşı verdiği sava-
şımdan, uyuşturucu kaçakçılığıyla il-
gili çalışmalarına, MOSSAD-Bar-
zani ilişkisinden, irticayla ilgili yazı-
larına kadar pek çok cephede verdiği
kalem kavgalarını da anımsatıyor.
Hem İsrail Büyükelçisi’nin hem de
MİT yöneticilerinden Hiram Abas’ın
Mumcu’ya, “Öldürülmekten kork-
muyor musunuz?” diye sordukları-
nı, Mumcu’nun eşine, PKK’yı kas-
tederek, “Bunlar beni öldürecekler”
dediğini, Harp Akademileri Ko-
mutanlığı’nda verdiği konferanstan
sonra kurmay subaylar tarafından
ayakta alkışlandığını okuyoruz bir
kez daha. O konferansı izleyen Ali
Sirmen şöyle takılıyor dostuna: “Seni
sakıncalı piyade yapan ordu, şimdi
ayakta alkışlıyor. Ne tuhaf!..” Bu
konferans, Mumcu’nun TSK bün-
yesinde verdiği ilk ve son konferans
oluyor.
Otopsi raporunda Mumcu’nun
siyah saçları ak, ela gözleri ise mavi
olarak kayda geçiriliyor. Güldal
Mumcu, bu konuda dönemin DGM
Savcısı Ülkü Coşkun ile yaptıkları
tartışmayı anlatıyor. Coşkun’un gö-
rüşmesi sonrasındaki şu sözü dikkat
çekici: “Bu işi devlet yapmıştır. Siyasi
iktidar isterse çözer.” Politikacılar-
la, emniyet bürokrasisiyle, sosyal
demokrat liderlerle yaptıkları so-
nuçsuz görüşmelere yer veriyor
Mumcu. MİT Müsteşarı’nın kendi-
sine “Hizbullah diye bir örgüt yok-
tur” dediğini belirtiyor.
1993-2006 yılları arasını içeren ki-
tabın sonunda Uğur Mumcu cina-
yetinden bu yana görev alan başba-
kanların, adalet, milli savunma, iç-
işleri bakanlarının, emniyet bürok-
rasisinin isimlerini okuyunca, insa-
nın içi buruklaşıyor. Mumcu’nun
yazılarından seçmeleri okuyunca,
terörün hedefi tam 12’den vurduğu
bir kez daha anlaşılıyor. Güldal
Mumcu’nun tanık olarak verdiği
ifade tutanakları ise insanın canını
acıtıyor.
Ve yazar noktayı şu tümceyle ko-
yuyor: “Yıllar boyunca tüm bu olay-
ları yaşarken, üstümden akan za-
manla, içimden geçen zaman bir de-
ğildi. Biri yaşamam gereken hayatı
bana sunarken, diğeri sonsuzluğun
içindeki beni bana gösterdi.”
(Güldal Mumcu,İçimden Geçen Zaman,um:ag Yayınları, 228 s.)
Uğur’suz 20 yılın özeti:“İçimden Geçen Zaman”
Mumcu’nun yaz�lar�ndan seçmeleri okuyunca, terörün hedefi tam 12’den vurdu�u bir kez dahaanla��l�yor. Güldal Mumcu’nun tan�k olarak verdi�i ifade tutanaklar� ise insan�n can�n� ac�t�yor
“Dü�bozumu” isimli öyküsünü hariç tutuyorum, di�er öyküler, anla��labilir yal�nl�kta. Dili, basitçeyo�urdu�u söylenebilir. Adeta gözü kapal� yaz�yor Neslihan Öndero�lu ve dolay�s�yla kolay
leriyle eserler, fikir dünyamızda yeni kapılar açı-
yor. Elbette her birinin niteliğinin birbiriyle aynı
olduğunu söylemek imkansız ve elbette ilgi
alanları okunulan kitapları belirlemede önemli
bir role sahip. Kitap ekleri insanların çeşitli yö-
nelimlerini hesaba katarak pek çok alanda üre-
tilen pek çok eseri ve eserlerin niteliklerini
okurlarla paylaşarak hem okura bir ön bilgi sağ-
lar hem de zaman kaybının önüne geçer. Yayın-
eviyle, yazarıyla, çevirmeni ve editörüyle, düzelt-
meniyle koskoca bir üretim alanı kitap dünyası.
Bu havuzda okuyucunun işini kolaylaştırmak ki-
tap eklerinin görevlerinden biri. Kimseye neyi
okuyup neyi okumayacağını söylemek gibi bir
derdimiz olmamakla birlikte fikrimizi sunmak-
tan da çekinmiyoruz. Yaklaşık bir yıldır hem
eleştiri kültürüne katkı sunma ve geniş yelpaze-
de kitapları incelemenin peşine düştük. Fakat
bir kitap ekinin ömrünün çok da uzun olduğu
söylenemez. Bir kitap gibi kitapçı raflarında ay-
larca durmaz. Haftalık çıkan bir ekin ömrünün
haftalık olduğunu bile söylemek bir gerçekçilik
olmaz bazen. Alındığı gün bakılan ve hafızada
kalanlarla kenara bırakılan bir yayın olarak ba-
karsak bütün bir yılın hafızalarda kalmasının da
imkanı yok elbette. İşte bu nedenledir ki 2012
biterken biz de Aydınlık Kitap olarak yılın göz-
lemini size sunmak ve bir okuma listesi oluştur-
manıza katkı sağlamak isteriz. Dikkatinizi çeke-
riz ki listenizi oluşturmak değil, listenize bir kat-
kı sunmak niyetimiz.
Sevdiğiniz bir yazarın, bir süredir yeni bir
eserinin çıkmıyor ve sizin onu sabırla bekliyor
oluşunuz herhalde gelecek olan eserin heyecanı-
nı fazlasıyla arttırıyordur. 2012 için beklenilen
kitapların yılı olduğunu söylemek yanlış olmaz.
İhsan Oktay Anar'ın beklenen kitabı “Yedinci
Gün” ve Yaşar Kemal'in Bir Ada Hikayesi'nin
son kitabı “Çıplak Deniz Çıplak Ada” okurla
buluştu. Eserler daha henüz yayımlanmadan ta-
dımlık sayfalar sunuldu, yayımlandıktan sonra
ise bu eserler yayıncılık dünyasını bir süre meş-
gul etti.
2012 öykücüler açısından verimli geçen yıl-
lardan oldu. Oldukça fazla öykü kitabının yayı-
nevlerince sunulduğu bu yılda öykücülüğün baş-
lı başına güçlenmesinin, bu alana özgü yazarlar
vaad etmesinin sevindirici olduğunu belirtmeli-
yiz. Tabii bu kadar fazla öykü kitabı çıkınca bir-
takım sorular da akıllara gelmeye başladı; bu ar-
tışın nedeni öykü alanında, tekniklerinde ve üs-
lubunda kendini bulan yazar sayısının artması
mı, yoksa güçlü bir roman çatısı kurmakta zorla-
nan yazarların öykücülüğü derinlikten uzak, ko-
laycı bir yapı olarak algılaması mı? Bu, yıl içeri-
sinde tartışılan sorulardan biriydi...
Köşe yazılarının internet ve ona bağlı olarak
sosyal medyadaki paylaşım ağlarının kullanımıyla
önemi ve bilinilirliği belirgin bir noktaya ulaştı.
Bu yayılmayla birlikte 2012'de oldukça fazla, köşe
yazılarının toplanarak kitap halinde okura sunul-
ması formatı kullanıldı. Yıllardan beri varolan bir
format aslında bu derlemeler fakat önceden in-
ternetin olmadığı ve ona bağlı olarak yoğun bir
yayılım bulamayan yazıları bir arada görmek iste-
yebilirdi okuyucu. Ayrıca gene aynı nedene bağlı
olarak arşivlere ulaşımın büyük zorluğundan
bahsedebiliriz. Oysa bugün internetin cebimizde
olduğu bir dönemde, bütün yazılı arşivleri indir-
mek mümkünken köşe yazılarının kitaplaştırılmış
halleri oldukça yüksek satış tirajlarına ulaşabili-
yor. Yılmaz Özdil, Can Dündar, Elif Şafak, Le-
vent Kırca, Mustafa Mutlu 2012'de köşe yazıları-
nı kitaplaştıranlardan.
2012'nin en çok satan kurgu dışı kitaplarına
baktığımızda ülkenin siyasi arenasına bağlı ola-
rak ortaya çıkan kitaplar okuyucu tarafından yo-
ğun ilgi gördü. Ülke gündeminden düşmeyen
“Ergenekon” ve Siliviri'deki aydınlar, gazeteciler
ve askerler tarafından kaleme alınan eserler bu-
gün “Silivri Kitaplığı” olarak anılmaya başlandı.
Hem dava sürecine hem de Türkiye'nin tarihine
önemli belgeler olarak geçecek bu eserler çok
satanlardan uzun süre düşmedi.
Bu çerçevede Aydınlık Kitap olarak size
hem yerli kurgu edebiyattan hem yerli araştır-
ma-inceleme eserlerden öneriler sunuyoruz. Ay-
rıca yayın camiasından editör ve yazarlardan da
2012'de okunmadan geçilmemesi gereken kitap
önerilerini sizlerle paylaşıyoruz. Umarız yeni yıl
daha huzurlu kitap okuyacağımız günler getirir.
Yay�neviyle, yazar�yla, çevirmeni ve editörüyle,düzeltmeniyle koskoca bir üretim alan� kitap dünyas�.
Bu havuzda okuyucunun i�ini kolayla�t�rmak kitapeklerinin görevlerinden biri. Kimseye neyi okuyup neyiokumayaca��n� söylemek gibi bir derdimiz olmamakla
MURAT CEYİŞAKAR:(Kabalcı Yayınevi)Benim 2012 kitabım Birgül Oğuz'un
Metis Yayınları'ndan çıkan “Hah” isimli
kitabı.
“Hah”, insanın var olmaya çalıştığı bilinen
o belalı denizde, vücut hatları gergin ama
kendisini önemsemeyen, öne çıksa bile
olayların hatta dalgaların içinde yeniden
kaybolan, tam kayboldu derken de tekrar
ortaya çıkan en sıradan kahramanların hi-
kayelerinin insanı sıkmadan anlatıldığı
kısa ama etkileyici bir eser...
Birgül Oğuz kendinden en uzak insanları
tanımlarken bile kendisinden kopamıyor;
deyim yerindeyse kendisine sadık kalıyor,
bu da onun anlatımlarınının doğallığını
koruyor ve içtenleştiriyor.
SUAT DUMAN: (Yazar)
Öncelikle 2012'nin
tüm yerli eserlerini
okuma olanağı bula-
madığımı söylemeli-
yim. Bu nedenle tam
ve sağlıklı bir değer-
lendirme yapamaya-
cağım. Yine de en
azından okuduklarım
arasından öne çıkan
kitapları paylaşmak isterim. Tek bir eser
adı veremeyeceğim. Zira bazı kitaplar ya-
zarının okurda oluşturduğu beklenti ne-
deniyle taşıdıkları öznel değerin ötesinde
bir ağırlık taşırlar. Bu yıl da, en azından
benim görebildiğim kadarıyla iki romancı-
mızın kitapları bu yıla sizin deyişinizle
"damgasını vurmuş" görünüyor. Hiç şüphe
yok ki Yaşar Kemal'in "Çıplak Deniz Çıp-
lak Ada"sı ve İhsan Oktay Anar'ın "Ye-
dinci Gün"ü.
Yazarlarının edebiyat dünyamızdaki
şılmaz yeri ve kitaplarının okurla bulu
sında yayıncılarının gösterdiği takdire
şayan çaba bir yana, her iki kitap da r
lıkla yayınlandıkları yıla iz bırakacak
ğerde.
Yine de onlardan geri kalmayan ve
2012'nin kıymetini pekiştiren başka k
lar okumadık mı? En azından adların
mazsak haksızlık edeceğimiz üç kitap
saymak isterim. Faruk Duman'ın son
dolu aslanına adanmış "Ve Bir Pars H
zünle Kaybolur" isimli kısa romanı; B
Bıçakçı'nın bekleyenleri hayal kırıklığ
uğratmayan "Sinek Isırıklarının Müe
ve genç yazar Bora Abdo'dan yeni bir
kücü kuşağını haber eden "Öteki Kış
tabı" bu yılın ıskalanmaması gereken
eserleriydi bana kalırsa.
NAZLI BERİVAN AK:(April Yayıncılık)
2012'de okuruyl
luşan genç bir y
yirmi öyküden o
kitabını önemsiy
rum: Melida Tü
noğlu imzalı “A
Bir Robot Doğu
İlk kitabı Ambu
Dünya Turu'nun
kapağına da taş
mız Gündüz Vassaf'ın cümlesini hatı
makta fayda var bu noktada: "Dünya
yeni bir yazar geldi, beraberinde yen
dil getirdi." Dilin sınırlarını zorlayan
nik, cüretkar ve yoğun anlatımıyla ye
edebiyatın habercisi olan Tüzünoğlu
anlatısı, şiir ve öyküye 'sıkıntı' ile yak
28 ARALIK 2012 CUMA 13lık KİTAP KAPAK
Öne çıkanlar
Kuşkusuz bu yıl da çok sayıda araştır-
macı farklı alanlarda önemli incelemeler
yapıp kitaplaştırdı. Okur açısından de-
ğerlendirecek olursak özellikle tarih ki-
taplarına olan ilgide bir artış gözlendi.
Televizyon programlarından dergilere
kadar tarih merakı kendini hissettiriyor.
Bu sevindirici. Tabii araştırma kitapları
yalnızca tarih alanıyla sınırlı kalmıyor.
Araştırma – inceleme kitaplarından
sizin için seçtiklerimiz:
�Türkiye ve İran (Gelenek,
Çağdaşlaşma, Devrim), Tolga Gürakar
�Darwin'den Dersim'e Cumhuriyet veAntropoloji, Zafer Toprak
�AKP ve Emekçiler, Yıldırım Koç
�Jön Türkler ve Komplo Teorileri,Haluk Hepkon
“Silivri Kitaplığı”Kimisi beş yılı aşkın süredir tutuklubulunan silivri tutsakları üretmeyedevam ediyor. Zindanlarda her şeyerağmen üretmeye devam eden aydın-larımızın kitapları bu yıl da en çok ilgigören kitaplar arasındaydı. O kadaryoğun bit üretim faaliyeti ki bu, kısasürede yayın hayatımıza “Silivri kitap-lığı” kavramı yerleşti. Koşullar araş-tırma yapmaya elverişli değil,araştırmayı bırakın bilgisayar ya dadaktilo olmadığı için herhangi bir dü-şünceyi kağıda dökmenin zorlaştırıl-dığı bir ortamda yazılıyor bu kitaplar.Buna rağmen bilgiye ve bilime duyu-lan aşk sebebiyle olsa gerek çok dahauygun ortamlarda yapılan çalışmalarataş çıkartıyor her biri. İşte bu yıl raf-larda yerini alanların bir listesi:
�Yalçın Küçük: “Sosyalist Açıdan
Ekonomi Politik (Sovyetler Birliğinde
Sosyalizmin Kuruluşu)”, “Sovyetler
Birliğinde Sosyalizmin Çözülüşü”
�Doğu
Perinçek:
“Arkadaşım
Deniz
Gezmiş”,
“Türkiye’nin
Anayasa
Birikimi”,
“Og’dan
Ogura
Devletin Oluşması Sürecinin
Türkçedeki İzleri”
� Ergin Saygun: “Balyoz”
�Mustafa Balbay: “Gülümsemek
Direnmektir”, “Denizlerin Davası”,
“O Mektubu
Yazan Bendim”
�Soner Yalçın:
“Samizdat”
�Barış Pehlivan ,
Barış Terkoğlu:
“Sızıntı”
�İlker Başbuğ:
“20. Yüzyılın En Büyük Lideri: Atatürk
(1923'ten 1938'e)/ (1881’den 1923’e)”,
“Mustafa Kemal Atatürk” (2 Cilt)
�Mehmet Bedri Gültekin: “Kürtçe
Eğitim Sorunu”
�Müyesser
Yıldız: “Vatan
Yahut Silivri”
�Tuncay Özkan:
“Anne Hiç
Canım Acımadı”aki tartı-
buluşma-
kdire
da rahat-
cak de-
ve
ka kitap-
larını an-
kitap daha
son Ana-
rs Hü-
nı; Barış
ıklığına
Müellifi"
i bir öy-
Kışın Ki-
ken
ruyla bu-
ir yazarın
en oluşan
msiyo-
a Tüzü-
“Annem
Doğurdu”.
mbulansla
u'nun arka
taşıdığı-
hatırla-
ünyaya
yeni bir
yan, iro-
la yeni bir
oğlu'nun
yaklaşan
günümüz edebiyat ortamına isabetli bir
salvo. Zaman, mekan ve kimlik algısının
değiştiği bir dünyada, dili de değiştirme ve
dönüştürme çabasını öyküler üzerinden
deneyimlemek özel bir durum olacak zan-
nediyorum okur için. Formüller, güvenli
alanlar ve olmazsa olmaz kuralları far-
kında olma, bu tıkız iklime karşı kendi ha-
vasını yaratma çabası dikkate değer son
dönemde ve raflarda 'ben buradayım
okur!' diye seslenen yazarların sayısı artı-
yor gün geçtikçe. Tek bir kitap üzerinden
gitmeliyse yanıtım, evet, çatışkan bir yaza-
rın, edebiyat üzerinden özgürlük alanları
açma halini, 'performans'ını ve risk alma
cesaretini editör ve okur olarak kışkırtıcı
buluyorum, tam da bunun için 2012 kita-
bım “Annem Bir Robot Doğurdu”
ÖNER CİRAVOĞLU:(Remzi Kitabevi)
Bence 2012 yılına
damga vuran as-
lında iki yapıttan
öz edebiliriz. Yaşar
Kemal'in “Çıplak
Deniz Çıplak
Ada”: Bu roman
yazarın kendine
özgü diliyle bir
kreşendo hava-
sında... Ülkemizin
yüzleşmemiz bir gerçeğiyle bizi karşılaştı-
rırken şiirsel anlatımın dorularına götürü-
yor okuru… Bir de Enver Aysever'in
“Yazgıcılar”ı. Yaşadığımız izlenme, din-
lenme çağına tanıklık eden, özgürlüğü-
müzü kuşatan bu sisli havayı bir kent
sitesi ekseninde başarıyla kuran bir edebi-
yatçıyla karşı karşıyayız.
Araştırma – inceleme
Çıkan kitap sayısına bakılırsa edebi-
yat alanında verimli bir yıl olduğunu söy-
lemek mümkün. Uzun süredir yeni kitabı
beklenen isimlerin eserleri bu yıl oku-
yucuyla buluştu. Bunun yanı sıra çok sa-
yıda genç yazar öykü ve romanlarıyla ki-
tap raflarında yerlerini aldılar. Hepsine
yer vermek mümkün değil elbette ama bu
yıldan kalan romanlardan bazıları şöyle:
�İhsan Oktay Anar - Yedinci Gün
�Yaşar Kemal -
Çıplak Deniz Çıplak Ada
�Murat Gülsoy -
Baba, Oğul ve KutsalRoman
�Cumhur Orancı-
Acı Düşler Bulvarı
�Ahmet Ümit - Sultan'ı Öldürmek
28 ARALIK 2012 CUMA14 Aydınlık KİTAP
2012 yılı, edebiyatımızda bir umu-
dun başlangıcı bir yıl değildi. 12 Ey-
lül 1980 "Kültür Komuta Konse-
yi"nin tahrip ettiği ve yarattığı "yeni"
edebiyatın etkilerinin kırılması bi-
linci bile yoktu. Aslında Washington
Uzlaşması'nda açıklanan ve Şikako
Okulu'nda temelleri atılan neoliberal
saldırı, tüm dünyada edebiyatın te-
mellerini sarsmıştı.
Türkiye'nin kısa tarihinde yazar ol-
manın bedelini hapislerle, hücreler-
de çürümeyle ödemiş devrimci, de-
mokrat, ilerici yazarların hepsi bu dö-
nemde ya görmezden gelinerek ya da
"ideolojiye eklemlenerek yazar/şair ol-
dular" diye alçakça suçlanıp adeta "gü-
dümlü yazarlar" olarak aşağılanarak
kara propaganda yapıldığı "Eylülist
yazarlar" döneminin yazarlarının kü-
resel efendilerinin hizmetkârları ol-
duğu, 2012 yılında daha da açığa
çıktı.
Bugün, Türkiye'nin malı mülkü
yok pahasına satılırken, tüm demo-
kratik ilerici birikimi siyasi ve eko-
nomik olarak tarümar edilirken ve
ülke, komşu bir ülkeye emperyalist,
gerici bir saldırı üssü haline gelmişken
bu yazarlar ve şairlerin kalbi buz
kaplamış gibiydi, sesi hiç çıkmadı. An-
cak anadilde eğitim talebiyle yapılan
cezaevi açlık grevlerinde birden ortaya
çıkıverdiler. Halkına önderlik etme-
si gereken bir "aydın" olarak Adalet
Ağaoğlu'nun "Yetmez ama evet," di-
yerek yanıldığını söylemesi, hayretle
karşılandı ve Adalet Ağaoğlu ve iliş-
kileri üzerine kuşkuyla düşünülmeye
başlandı. Yalçın Küçük'ün müthiş ta-
nımı olan "maydın" tavrı sergileyerek
yaptığıi bu çıkışıyla, Başbakan Erdo-
ğan politikalarına saldırması, aslında
Abdullah Gül'den yana bir destek ol-
duğu yorumlarına neden oldu.
Fransa Cumhuriyeti Kültür Ba-
kanı adına Sanat ve Edebiyat Şöval-
yesi nişanı Temmuz 2012'de Beyoğ-
lu’ndaki Fransız Sarayı’nda düzenle-
nen törenle Elif Şafak’a verildi. Tö-
rende Fransız Büyükelçinin "Ro-
manda, Ermeni Soykırımı’nın unu-
tulması konusunu büyük bir incelik-
le ele aldığınız bölümlerden dolayı ge-
çirdiğiniz bu zor zamanlar, Türk top-
lumunun bilinçaltı üzerine çalışma-
nıza devam etmek konusunda cesa-
retinizi kırmadı," diyerek bu yazarla-
rın halkının değil emperyalist mer-
kezlerin ilgisine mazhar "embedded"
benzeri yazar olduklarını itiraf etmiş
oldu.
Tam bu tören konuşulurken, Or-
han Pamuk ve benzeri birkaç yazar ta-
rafından Fransız Liberation'da ya-
yımlanan, Nobel almış bir yazara ya-
kışmayacak fütursuzluktaki mektup
her şeyi tartışmasız açığa çıkardı.
Mektup, okuyanı hayrete düşürdü.
Mektupta bağımsız bir ülkenin Dev-
let Başkanı Esat'a Kaddafi benzet-
meleri yapılıyor, çoluğunun çocuğu-
nun bile parçalanacağı dile getirilerek
emperyalist vandalların ağzıyla ko-
nuşuluyordu.
Böylece 12 Eylül yönetimince,
yalnızca edebiyatla ilgilenen, politi-
kayla ilgilenmeyen edebiyatçı tipine
örnek gösterilen bu grubun, boğaz-
larına dek emperyalizmin politikala-
rının birer aleti oldukları ortaya çı-
kıyordu.
Yalçın Küçük'ün o dönemde yaz-
dığı ünlü kitabı “Küfür Romanla-
rı”nda saptadığı gibi: “Türk solculu-
ğunu günah keçisi saymak, dinciliği
yasallaştırmak, bellek silmek” çaba-
sını taşımışlar ve edebiyatımızın ger-
çek damarına karabasan gibi çök-
müşlerdi. Edebiyatın artık siyasetin
emrinden kurtulduğu, edebiyatın öz-
gürleştiği -12 Eylül darbesiyle oluyor
bütün bunlar elbet!- propagandasının
nasıl büyük bir kandırmaca olduğu
2012 yılında -geç de olsa!- açığa çık-
ması edebiyatımız açısından en olum-
lu gelişmeydi.
2012 yılı içinde Mustafa Yıldı-
rım'ın “Ortağın Çocukları” kitabında,
İngilizce belgelerden, hangi Türk ya-
zarlarının Amerikan bursuyla, ge-
neraller gibi ABD'de eğitildiklerinin
belgeleriyle sergilenmesi, edebiyatı-
mız açısından gerçekleri görmede, ki-
min kim olduğunu anlamada devrim
gibi bir gelişme oldu.
2012 yılındaki gelişmeler, Türk
edebiyatını, “ahlaki yetileri zayıf, tüc-
car politikacı” edebiyat anlayışlarının
toplumsal meşruiyetinin zayıfladığı,
yazar ve şairlerinin bu zengin dili,
Türkçeyi yaratan halkın yanında ye-
niden yerini almasını sağlayan geliş-
meler olduğunu söylemek fazla iyim-
serlik sayılmaz. Artık edebiyat alanı-
nın asla masum olmadığını biliyoruz.
Bir zamanlar(!) düşünce özgür-
lüğü için mücadele, halka sömürüyü,
“gerçek”leri anlatma mücadelesiydii.
Yukarıda söz ettiğimiz elemanlarca
araya sokulan “düşünce özgürlüğü sı-
nırsız bir haktır” iddiası ve mücade-
lesi ise, özgürlükçülük postuna bü-
rünmüş emperyalist yalanları savun-
manın elbette en alçak biçimiydi. Bu
anlayış, tuttuklarını becerir anlayışıyla
aldatabildikleri kadar sürüyor; ama
bunu biliyoruz; bu önemlidir.
2012 yılında özellikle edebiyat
dergileri arı gibi çalıştılar, dünyanın
en zor işlerinden biri olan edebiyat
dergiciliği, büyük yayınevlerinin bü-
rokratik yapısının dışında, Türkiye'ye
özgü olduğunu düşündüğüm tekil
kahramanlar tarafından çıkarılan
dergilerin, hareketli sayılar yaşadığı-
nı ve çok yeni öykü ve şiirler yayınla-
dığını gördük.
Ulusal kültür yerine yerelcilik,
kimlikçilik, etnisite, kaybolmuş kül-
türler, kitapların ve dergilerin bir
numaralı konusuydu. Bundan uzak-
laşma eğilimi sergilendiğini,Türkçe ve
Türk halkı üzerine (de!) düşünüldü-
ğünü gördük. Şair Abdülkadir Bu-
dak'ın çıkardığı Sincan İstasyonu,
Veysel Çolak'ın yıllardır çıkan dergi-
si Dize, Kapadokya'da Fuat Çift-
çi'nin Şiiri Özlüyorum dergisi, Turgay
Fişekçi'nin Sözcükler dergisi, Ah-
met Özer/Ali Mustafa'nın bitmez
emeği Kıyı, Özgür Edebiyat, Roman
Kahramanları, Özcan Karabulut'un
Dünyanın Öyküsü, Ankara'da sessiz
sedasız çıkan Kalem gibi onlarca
dergide önemli şiirler ve yazılar ya-
yınlandı. Türkçenin, edebiyatımızın
asıl damarı buralarda büyük bir emek
ve kahramanlıkla sergilendi.
Edebiyatımızın, yayınevi, eleştiri
kurumu, yayın yönetmenlerinin (şim-
dilerde "editör!" oldu) seçimi, nite-
likleri, dergilerimizin durumu, en
önemlisi edebiyat ortamımızdaki dü-
şünsel ortam, tartışmalar -ya da hiç
tartışma niye yok- yayıncılığın teknik
sorunları, “kağıt fabrikaları niçin ka-
patıldı?” gibi açık açık tartışılması ge-
reken yaşamsal sorunları var. Bun-
ların 2013 yılında tartışılacağını umu-
yorum.
Bugün, Anadolu'nun en ücra yer-
lerinde ve büyük kentlerimizde yüz-
lerce edebiyat yapıtı yazılıyor. Yazar
ve şairlerimiz önemli yapıtlar yaratı-
yor, yayınlıyor; bu kuşatmayı Türçe-
yi en iyi biçimde kullanarak iyi öyküler
iyi şiirler yazarak -raf memurlarının
gözüne giremeseler de- yarmaya ça-
lışıyorlar. Artık "büyük" yayınevleri
önemli değil; yeni kurulmuş bir ya-
yınevi de var olabiliyor.
Hüseyin Haydar'ın bağıran şiiri,
Ataol Behramoğlu gibi şairlerin ör-
gütlü enerjisi en son binlerce sanat-
çının "Reddediyoruz" başlığı altında
Aralık ayı sonunda İstanbul'da bir ara-
ya gelip buluşması çok önemli hare-
ketlerdi.
Bütün dünyada aynı sorunlar ya-
şanıyor demiştik. Kabul etmek gere-
kir ki; artık iki edebiyat olacak dün-
yada. Biri, bu yüzeysel, derin olmayan
günlük dille yazılmış palavra edebiyat,
ikincisi Orhun Yazıtları'ndaki ikinci
yeni dilinden, Dede Korkut'tan, Ka-
racoğlan'dan, Balzac'tan, Dostoyev-
si'den, Gorki'den, Fakir Baykurt'tan
beslenen bizim bildiğimiz, değer ver-
diğimiz gerçek edebiyat.
Bütün bunların bilincine varma-
nın yaygın görüş haline gelmesi çok
önemli bir gelişme olarak 2012'ye
damgasını vurdu. Artık biliyoruz ki
karşımızdakiler kağıttan birer kap-
landır ve her zaman "gerçek edebiyat"
kazanacak. Neoliberal kuşatma önce
kültürel ortamı, entelejansiyayı ele ge-
çirerek işe başladı. Yine edebiyatla yı-
kılacak.
Bu anlamda 2013 yılına umutla
bakıyoruz.
2012 Yılında açık/gizli süren mücadele2012 y�l�ndaki geli�meler, Türk edebiyat�n�, “ahlaki yetileri zay�f, tüccar politikac�” edebiyat anlay��lar�n�ntoplumsal me�ruiyetinin zay�flad���, yazar ve �airlerinin bu zengin dili, Türkçeyi yaratan halk�n yan�nda
yeniden yerini almas�n� sa�layan geli�meler oldu�unu söylemek fazla iyimserlik say�lmaz
AHMET YILDIZ (YAZAR/ELEŞTİRMEN)www.gercekedebiyat.com Yayın Yönetmeni
Dünyanın enzor işlerinden
biri olanedebiyat
dergiciliği,büyük
yayınevlerininbürokratik
yapısınındışında,
Türkiye’yeözgü
olduğunudüşündüğüm
tekilkahramanlar
tarafındançıkarılan
dergillerin,hareketli
sayılaryaşadığını veçok yeni öykü
ve şiirleryayınladığını
gördük
28 ARALIK 2012 CUMA 15Aydınlık KİTAP
Aydınlık Kitap Eki’nin 14 Aralık
günlü 42. sayısında, “Ahmet Hamdi
Tanpınar’ın kimi yazılarının gizlen-
mesinde”, Turan Alptekin’in de so-
rumluluğu bulunduğunu ima etti-
ğim gerekçesiyle, Tanpınar hakkında
önemli bir başvuru kitabı hazırlamış
bulunan bu yazarın mektubunu ya-
yımlama isteğini haklı görüyor ve bu
uzun mektuptan (sayfamızın elverdiği
ölçüde) önemli, belirleyici kesitleri
buraya alıyorum. Öte yandan, Tan-
pınar’ın düşünce ve kişiliğini bütün-
leyen öğeleri ve noktaları Sayın Alp-
tekin’in gözden kaçırdığı kanısında-
yım. Bunları önümüzdeki yazıda gös-
termek istiyorum...
Cumhuriyet Bilim Tek-
nik’in 2. sayfasında, yıllardır şi-
arcasına yinelenen şu paragraf
hep göz önünde olursa, sanı-
rım yanılgıya düşmeyiz: “Ben,
manevi miras olarak hiçbir
ayet, hiçbir dogma, hiçbir ka-
lıplaşmış kural bırakmıyo-
rum. Benim manevi mira-
sım bilim ve akıldır... Zaman
süratle ilerliyor; milletlerin,
toplumların, kişilerin mut-
luluk ve mutsuzluk anlayış-
ları bile değişiyor. Böyle bir
dünyada, asla değişmeye-
cek hükümleri getirdiğini
iddia etmek, aklın ve bilimin
gelişimini inkâr etmek olur... Benim
Türk milleti için yapmak istedikle-
rim ve başarmaya çalıştıklarım or-
tadadır. Benden sonra beni benim-
semek isteyenler, bu temel eksen
üzerinde akıl ve bilimin rehberliği-
ni kabul ederlerse, manevi mirasçı-
larım olurlar. / Mustafa Kemal”
Tanpınar’ın kimliğini tanımla-
mada “Atatürk” ve “kişilik” kavra-
mını yan yana getirirken ben bu pa-
ragraftan yola çıkmıştım. Şimdi
mektubu okuyalım:
TANPINAR ATATÜRKÇÜMÜYDÜ?TURAN ALPTEK�N
Mersin, 17 Aralık 2012Kardeşim Seyyit Nezir Bey,
Aydınlık Kitap Eki’nde yayım-
lanan yazınızda, “... Tanpınar’ın
Atatürkçü kişiliğinin atlanması ya da
gizlenmesi konusundaki genel ısrar
çözümlenmeye değer. Durumu bil-
mekle birlikte sözgelimi Alptekin,
‘Ahmet Hamdi Tanpınar: Bir Kül-
tür Bir İnsan’ kitabının hiç olmaz-
sa son basımında bu bilgilere yer ver-
memekle, toplumsal sorumluluk-
tan geçtik, hocasına karşı doğru mu
yapmıştır?” cümleleriyle bana kita-
bımı savunma fırsatı verdiğiniz için
size yürekten teşekkür ediyorum.
Bir konuyu karartmak, olgunun
bir yanını atlamak ya da gizlemek,
yönetim ve yargı gibi, yazar ve bilim
adamı için de öncelikle bir “ahlâk”
sorunudur. Ve “ussal”laşmamış top-
luluklarda masumca yaygın bir ol-
guya dönen bu durumun, “ethik” ol-
duğu ölçüde “lojik” sonuçlarının da
bulunduğunu, “gerçek olmayan”
üzerine kurulu bir “düşünce sistemi”
öyküsüyle eğitilmiş insanların gör-
meleri de bence beklenemez.
[...] Tanpınar’ın “Atatürkçü ki-
şiliğinin atlanması ya da gizlenme-
si” söyleminde “Atatürkçü kişilik”
kavramının gerçeğe dayanmadığını,
“Atatürkçü düşünce sistemi” gibi,
“Atatürkçü kişilik” söyleminin de
“reel” bir karşılığı olmadığını dü-
şünüyorum. İnsan ancak kendisi
olduğu zaman bir “kişi”dir. Ve
“kişi”, dayandığı kültürlerin, aldığı
etkilerin zenginliği ile değerlenir.
“Gen”ler, daraldıklarında “cüce”ler
yaratırlar.
[...] Yaşadığımız ülkeyi, Cum-
huriyet’i, kurucusunu ve onun ar-
kadaşlarını sevmemek, bu sebeple
bizim aklımızdan bile geçmemiştir.
O günlerin değerini anlamak için
Arthur Koestler’in “Toprağın Tor-
tusu” adı ile Türkçeye çevrilmiş
olan romanında anlattığı, Alman
çizmesi altında Fransa betimleme-
sine bir göz atmak yetecektir. Bizler,
bize bir barış yaşamı sağlayanlara,
yürekten bağlılık duyarak büyüdük.
Yoklukların eşitlediği, haksızlıkların
kitleselleşmediği, küçük burjuva dar
görüşlülüğünün geniş halk bilgeliğini,
imparatorluk kalıtı halk sağduyu-
sunu yok edemediği bir çevre için-
de “Atatürkçü kişilik”, “Atatürkçü
düşünce sistemi” gibi dogmalarla,
“Ortaçağ dünya görüşü” ile biçim-
lenmiş dinsel “nass”larla, tümden ge-
limci mantığı tek düşünce biçimi ola-
rak almış beyinlerle ufkumuz ka-
panmadan, sanatın ve bilimin ay-
dınlığıyla yıkandık. Ancak lise sı-
nıflarında uzaktan adlarını duyaca-
ğımız Nâzım Hikmet’ten, Kemal
Tahir’den, Ruhi Su’dan, Sabahattin
Ali’den, Doğu ve Güneydoğu halk-
larından, geçit vermeyen Zap su-
yundan, 1915 olaylarından ve gökleri
uluslara bayrak olmuş uzak As-
ya’dan habersiz bir ulusallık içine ka-
panmış olsak da...
B�L�M VE SANATDO�RUYU ER GEÇGÖSTER�R
[...] Tanpınar, Erzurum Lisesi’ni
ziyaretinde devletin kurucusunun
elini öptüğünü, kendisiyle konuştu-
ğunu anlatıyor. Atatürk’ü sevmeyen
bir yazar olsaydı bu karşılaşmayı
anmadan geçerdi. Atatürk’ün Ça-
nakkale savunmasının sonuçlarını
anlattığı bir derste, bize bunu söy-
lüyor. Fakat Tanpınar hiçbir zaman
“Atatürkçü bir kişilik” olmadı. Evin-
de birkaç kez karşılaştığım İlhan Şev-
ket, Atatürk’ün elini öpmeyenler-
dendi. Bilim de, yazarlık da, özgür,
eleştirici, “fikri hür, irfânı hür, vicdânı
hür” kişiler istemektedir.
Tanpınar’ın, “Atatürkçü düşün-
ce sistemi” söyleminin yanına ko-
nabilecek tek bir cümlesi yoktur.
Ancak Namık Kemal’i ve Tevfik
Fikret’i örnek birer kahraman ola-
rak görmesi, onu Mustafa Kemal’le
birleştirir. 27 Mayıs’tan sonraki ya-
zılarından birinde yönetime el koyan
askerlere, Atatürk’ün “meziyet”le-
rini örnek almalarını söylüyordu.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Cum-
huriyet Halk Partili idi. Gizlenmek
değil, yok sayılmak istenen de, Tan-
pınar’ın bu yönü idi. Bir gün, fakül-
te dışından bir uyarıcı, “Tanpınar’ın
bir kusuru var, Halk Partili olması!”
diyerek beni uyarmaya çalışmıştı. [...]
Tanpınar, Türkiye Cumhuriye-
ti’ni seviyordu. Cumhuriyet’i ve dev-
rimleri Tanzimat sürecinin kaçınıl-
maz bir sonucu olarak görüyordu.
Bu Cumhuriyet’in Osmanlı Devle-
ti’nin bir sonucu olduğunu, Malaz-
girt’ten sonra Anadolu’da doğan, bi-
çimlenen, Osmanlı ile yüksek bir uy-
garlık düzeyine ulaşan, temeli İs-
lâm’la yoğrulmuş, bir “ulus” kavra-
mını savunuyordu. Bu görüşler onu
Yahya Kemal’le birleştiriyordu. Fa-
kat estetiği Yahya Kemal’den çok
Ahmet Haşim’e yakındı. Baudelai-
re ve “Sembolistler” her üç şairin de
ortak çizgileriydi. Köylünün “işçi” ol-
ması düşüncesi de onu André Mal-
raux ile birleştiriyordu. Özgürlükçü
idi. Bir gün bana, “Kitaplığında
Marx’ın Kapital’ini bulamadığınız
bir üniversitede felsefe yapılabilir
mi?” demişti. Hocası Yahya Kemal
gibi, Jaurès’yi seviyor ve bize de
sevdiriyordu. Fikret’i Hegel’le bir-
likte tanıyor, Ali Kemal’i, gelen dev-
rimden habersiz, öncüleriyle birlikte,
onları tanımadan Bibliothèque Na-
tionale’de aynı salonda, kitap okur
buluyorduk.
CHP’N�N FA��ST �LANETT��� B�R ADAMIM
Bana gelince, aşağı yukarı bu gö-
rüşlerin izinde, o dönemde her iki
yana kol kucak açarak yaptığım ho-
calığımla yönetimdeki CHP’li kad-
rolarının “faşist” ilan ettiği (Cum-
huriyet, 13 Mayıs 1978) bir adamım.
Tanpınar’ın 27 Mayıs’tan sonra-
ki yazıları üzerine üç yazı yazdım:
“Ahmet Hamdi Tanpınar”, Evren-
sel Kültür, Şubat 2009; “Bir İç
Dinginliği”, Evrensel Kültür, Hazi-
ran 2011; “Suçüstü”, Evrensel Kül-
tür, Haziran 2012. Kitabımda da
(Ahmet Hamdi Tanpınar: Bir Kül-
tür, Bir İnsan, İletişim Y., İstanbul
2001, s. 60-61, 64) atlanan öbür ya-
zılarla birlikte, bu yazıların ya-
yımlanması gerektiğine değindim.
Kitaplık’taki söyleşimde de konu
üzerinde durduğumuzu anımsıyo-
rum. Benim görüşüm, Tanpınar’ın
ölümünden sonraki yayınlarda ese-
ri üzerine serilen örtü, günlükleri
çevresinde kişiliğini hedef alan söy-
lemler, şairin ölümünden önceki bir
yıl içinde yaşadıklarının günümüze
uzanan gölgeleri olduğudur.
Ben, yayımcı hakları dolayısı ile
ve ailesinden de bir istek gelmedi-
ğinden Tanpınar’ın herhangi bir ya-
zısını kitabıma almamam gerektiği
düşüncesi ile, yazarın eseri dışında
kalmış ve benimle birlikte yitip gi-
decek düşüncelerine dayalı bir Tan-
pınar monografisi ortaya koymaya
çalıştım. Kitabımı bu düşünceye
göre tasarladım. Necip Fazıl Kısa-
kürek’in ve Tanpınar’ın ortak öğ-
rencileri [olan] bir arkadaşım gaze-
tesinde yayımlamasa idi, bugün böy-
le bir kitap da olmayacaktı: Tanpı-
nar’ın bir kitabının hazırlıkları do-
layısıyla bürosuna birçok kez gitti-
ğim, bir zamanlar pek güler yüzlü bir
yayımcımızın, Tanpınar’ın ölümün-
den sonra, bilmediğim bir sebeple
kapıyı yüzüme kapattığını bir çevre
karakteri olarak anmak isterim. Bu
sebeple, kimsenin bana: “Neden
bunları yapmadın?” deme hakkı ol-
duğunu sanmıyorum. Saygılarımla ve
değerli eleştirileriniz için tekrar te-
şekkürlerimle.
“Cumhuriyet Halk Partili idi. Gizlenmek de�il, yok say�lmak istenen de, Tanp�nar’�n bu yönü idi.”
“Tanpınar, 27 Mayısçılara,Atatürk’ü örnek almalarını söyler”
“Kürsünün üstünde bir resim:Gözleri denizlerden maviBakışları güneşlerden sıcak,Dört mevsim.Kürsünün üstünde :Atatürk’ün arkasında al bayrak,Kollarını kavuşturmuş göğsünde.Bu resimle başlar bizim günümüz,Karşımızda Atatürk’ü gördükçeKıvançla dolar, taşar gönlümüz.Öğretmenimizin kürsüdeVerdiği dersiDinler bizimle birlikteAtatürk’ün resmi.”
İncecik kollarımızla taşıdığımız
odunlarla ısıtılan, birkaç sınıfın bir
arada bulunduğu ilkokullarımızda,
o ilkokul yıllarımızda “Resim” şiiriyle
yaşamımıza girmiş, daha sonra baş-
ka şiirleri ve bambaşka duyarlıkla-
rıyla bizimle yol arkadaşlığını sür-
dürmüş ender şairlerimizdendir
Behçet Necatigil.
Yaşı artık elliye dayanmış olan-
ların çocukluk anılarında sımsıcak bir
yer edinmiş olması, onun şiir dün-
yasına girebilmemiz, şairlik kimliği-
ni anlamamız için de kuşkusuz anah-
tar değerinde bir olgudur.
“���R� YÜKSEKL�KKORKUSU YA�AR.”
İlhan Berk’e aittir bu söz. Aslında
bir dizedir, İlhan Berk’in Behçet Ne-
catigil için yazdığı “Behçet Necati-
gil” şiirinde geçen. Ve her dize gibi
tabii ki yorum alanı içindedir.
Şöyle mi anlamalıyız? Behçet
Necatigil’in şiiri büyük davaların, sar-
sıcı tarihsel olayların, dramatik top-
lumsal serüvenlerin, alt üst olmuş ha-
yatların şiiri değildir.
Kuşkusuz başka türlü anlama ve
anlamlandırmalar da mümkündür.
Gerçekte Necatigil şiiri öğret-
menlik yaşamına paralel bir sakin-
lik halinde ve denge içinde akar, ne-
reye giderse gitsin aynı sakinlik için-
de ve sükûnetle ilerler.
“Şimdi siz söyleyinNe zaman ve nasılKolay mı görmekÖnce bazı şeyleri”(Karışık Tarife)Necatigil önemsenmeyenleri, sı-
“Bendim geçen önünüzdenNe sandal ne denizBir çiçek güneşsizAlmak istemediniz.Sakınarak avucumun içindeBir ateş böceğiGöresinizGörmek istemediniz.Neler olduğu dışarıdanGörülmeyen dükkânlarSilin biraz şu camlarıSilmediniz!”Necatigil’in şiiri yeni ekonominin,
yani kapitalist ilişkiler alanına dâhil
edilmiş yerel ekonominin kentin sos-
yal hayatı ve insan ilişkileri üzerinde
yarattığı çözülmenin bir ağıtıdır.
Şairimizin ağıtı kaybolan insan-
lık ve insanlık değerleri üzerinedir.
Tabii ki bu ağıtın edası fısıltıdır.
Bu süreçte yeniye uyum sağlayan-
larla sağlayamayanlar arasındaki
çelişkiler de fısıltı halinde söylenen
ağıtın bir parçası olmuştur.
Behçet Necatigil dersini çalışmış
bir öğrenci olarak sunum yaparken
gösterişten uzak, çığırtkanlığa prim
vermeyen, halk avcılığına yönelme-
yen bir anlatımı tercih etmiştir. Bu
tercih gerçekte şair olmakla “şairim
demek” arasındaki bir tercihtir ve
günümüzde şiir jürilerinin birinci öl-
çütünün bu olması gerekir.
Kolay değildir ayrıntıların izini
sürmek. Toplumun bütün bireyleri
adına sanatçılar omuzluyor bu işi. Ta-
bii ki her sanatçının hassasiyet dere-
cesi, hassasiyet alanı farklı farklı. Bu
çok normal ve doğal da bir durum.
Şiir ve Behçet Necatigil söz ko-
nusu olduğuna göre şairimizin bi-
zim adımıza böylesi bir
yükümlülüğe talip ol-
duğunu söylememiz
gerekiyor. O mut-
fakların sıcaklı-
ğını, sokaklara
ait saygıyı, insan
ilişkilerindeki in-
celiğin değerini,
hoyratlığın yine
insan ruhunda aç-
tığı gizli yaraları, içki
masalarındaki sohbet-
lerin mecalini, iç âlemini, ko-
puşların incinişini ve daha neleri ne-
leri bizim adımıza takip etmiş ve bu-
nunla yetinmeyerek ayrıca estetik bir
formda kayda geçirmiştir.
Görevini layıkıyla yerine getir-
diğini biliyoruz.
Behçet Necatigil’in şiirinde sev-
gi, sevmenin erdemi, kırılganlık,
uzaklaşma, aile içi duygu atmosferi,
sokağın ahlakı, sokak kültürü, eş-
yalarla kurulan duygusal bağlar, pa-
ranın parasızların ruhundaki etkileri
ve benzer biçimde sayabileceğim
birçok temadan, tematik açılımdan
söz edebilirim. Ama onun şiirinde
bütün bu söz edilişlerin altında bir
dip sızısı, bir derinlik tasası ve gide-
rek billurlaşan bir kaygı olarak ölüm
duygusu sürekli varlığını hissettirir.
O yaşanmış ama değeri bilin-
memiş günlere, sevinçlere, kırılışla-
ra, farkına varılmadan işlenmiş ka-
bahatlere hatta umut etmelere ve
umut kesmelere sürekli olarak işa-
ret parmağını yöneltirken aslında
“hayatın bir gün son bulacağı” ger-
çeğine dikkatimizi çekmek iste-
mektedir. Demektedir ki sonunda
yaşadıklarımız kalacaktır geriye.
Hayatın sonlu olduğuna sürekli
vurgu yapması, bir bakıma yaşamın
doğru yaşanmasına bir vurgudur.
Yaşamın geçiciliğinden söz eden
bir şairin tabii ki zaman kavramını
görmezden gelmesini bekleyemeyiz.
Hayatın faniliği sonuçta zamanla
ilgili bir gerçekliktir. Zaman geçiyor
ve insan ömrünün mümkün sınırla-
rına ulaşıyor. Sonrası ise ölümdür.
Orta sınıf insanın gündelik ha-
yatındaki ayrıntıları zaman ve ölüm
kavramlarıyla bağlantılı ve bütünlük
içinde kavrayan Behçet Necatigil bu
düzlem üzerinden aslında genel in-
sanlık değerlerini de gözler önüne
sermektedir.
16 Nisan 1916’da İstanbul’da baş-
layıp 19 Aralık 1979’da yine İstan-
bul’da son bulan altmış üç yıllık ya-
şamının kırk dört yılını şiire adamış bir
şiir işçisi olmanın yanında Behçet
Necatigil, deneme ve sözlük alanın-
daki çalışmalarıyla da seçkinliğini
ortaya koymuş bir edebiyatçıdır.
Hikmet Burcunun Şairi:Behçet Necatigil
Necatigil’in �iiri yeni ekonominin, yani kapitalist ili�kiler alan�na dâhil edilmi� yerel ekonomininkentin sosyal hayat� ve insan ili�kileri üzerinde yaratt��� çözülmenin bir a��t�d�r
On beş yıl sonra karşılaştılar... İkieski sevgili Keira ve Adrian. İkisi deayrı yollardan aynı hedefe yürüyen ikibiliminsanıydı. Evrenin bilinmeyen-lerini keşfetmek, bilinenleri tersyüzederek çok ötelere ulaşmak... Biri ilkgüne, biri ilk insana... Uzun bir serü-ven başladı; ölüm, her adımda onlarınyolunu gözlüyordu... “Yaptığınız ke-şifleri açıklayacak olursanız, ilk gün,dördüncü dünya ülkelerinde yüz bin-lerce insan ölecek, ilk hafta içinde deüçüncü dünya ülkelerinde milyonlar-ca insan ölecek. Ertesi hafta, dünyanıngöreceği en büyük göç dalgası başla-yacak. Bir milyar aç insan, kendilerin-de olmayana el koymak amacıyla kı-taları aşmak için denizlere açılacak.Herkes gelecek için ayırdığı biriki-miyle günü kurtarmaya çalışacak. Be-şinci hafta, ilk gece başlamış olacak.”
�lk Gece
“Petrol Değil Toprak”, ekoloji, fe-
minizm ve küreselleşme hakkında en
ilham verici metinleri kaleme alan
Hintli yazar ve aktivist Vandana Shi-
va’nın en son eseri. Vandana Shiva,
sürdürülebilir olmayan, indirmegeci
ve mekanik dünya görüşünün bizi sü-
rüklediği noktayı vurgularken, ik-
lim, enerji ve gıdada yaşanan üçlü kri-
ze dikkat çekiyor. “Büyüme ve kal-
kınma ilüzyonuna kapılarak çıktığı-
mız yolculuğun bir geleceği yok. Şu
an çok kritik bir dönemeçteyiz: Yı-
kım, çözülme ve imha süreçlerinin
böylece sürüp gitmesine izin verebi-
lir ya da yaratıcı enerjilerimizle sis-
tematik bir değişim yaratıp, insan türü
olarak, gezegenin bir parçası olarak
geleceğimizi yeniden kazanabiliriz.
Artık uyanma vakti.”
Petrol De�il Toprak
Unutulmaz bir dramın romanı:
“Siyah Sardunyalar”. Nilgün Şimşek
o etkileyici hikâye kitabından sonra,
şimdi de çok emek verildiği her ha-
liyle belli olan bir romanla çıkıyor
karşımıza.
Burada insanın içine dokunan
bir duygu tarihi nefes alıp veriyor.
Sabırla işlenmiş bir dil, çarpıcı bir
kurgu. “Son paralel, son nokta! Ne
fark eder? Sözden dönmenin yükü
her yerde aynı Şafak! Kötü biten bir
kahramanlık oyunu, sıfırı tüketmiş
anneler, babalar, telef olmuş çocuk-
lar, çiçek bahçesinde uyuyan bir gü-
zel, masal kahramanlarının derdine
düştüğü rüyalarda. Rüyaları gerçek
olsa. Gerçek bir zehir.
Ne demişti? ‘Dürüstlük ve sevgi
ne kadar yalnız kelimeler...”
Siyah Sardunyalar
Bu derlemede, hayalle hakikatin
arasında gidip gelerek, kurulmuş ya-
pıları bozan, yeni dünyalar kuran Pi-
ranesi var. Bir gezginin düşsel kentle-
re pusulasız yolculuklarını anlatan Ita-
lo Calvino ile göçebeler için geçici, de-
ğişken, kurmaca kent temsilleri üreten
Constant var. Onların kurguladığı son-
suz labirentler var. Babil Kulesi ile
Yeni Babil var. Mimarlığın sabit anla-
tılarının yerine ötekiliği, başkalaşımı, ke-
sintisiz bir oluş halini koyan Derrida var;
Deleuze ve Guattari var. Mimarlığı düş
imgeleri olarak gören sürrealistler;
onu “hayatı dönüştürmenin bin yolu
üzerine deney yapmanın aracı” haline
getiren sitüasyonistler var. Bir nadire
kabinesi, bir hafıza sarayı, bir özerklik
abidesi, “erotik ıstırap katedrali” ile
Kurt Schwitters var.
Arzu Mimarl���
Üç öğe etrafında örülmüş tam yir-
mi öykü, yirmi farklı hikâye. Kimi
uzun kimi kısa ama birbirine hiç ben-
zemeyen bu öykülerin her biri sizi ya-
zarının hayal gücüyle dokunmuş alı-
şılmadık dünyalara, farklı olaylara, tu-
haf insanlara götürecek. Kâh bir oto-
büste bir suça tanık olacaksınız kâh aşk
yüzünden işlenen bir cinayete; kâh
sevdiğinizi öldüreceksiniz kâh bir ro-
manın içinde cinayet işleyip katil ola-
caksınız ya da çocuk katiller görecek-
siniz. Fantastik dünyalara götüreni de
var, çamlar altında romantik bir orta-
ma da. Ama hepsinde kar yağıyor,
hepsinde cinayet işleniyor, ister istemez.
Eski bir yüzyılda geçeni de var, rüya-
larda işleneni de bu cinayetlerin. Yağan
karın romantikliğine ya da donduran
soğuğa kanın kırmızısı karışıyor hep.
Kar �zleri Örttü
Walter Benjamin, �mge KitabeviYay�nlar�, Çev: Suat Kemal Ang�,
204 s.
Şiirin izlerini takip eden “bu sıra
dışı ve büyüleyici metin”, “edineceği
bilginin hatırına” “kontrollü bir uyuş-
turucu yolculuğu”na çıkan Walter
Benjamin’in esrar ve diğer uyuşturu-
cular üzerine tüm yazdıklarını bir
araya getiriyor.
“Gerçekten istisnai” bir çalışma
olarak tanımlasa da, bu malzemenin
çok az bölümü Benjamin hayattayken
yayımlanmıştır. Bu kitabın gövdesi,
1927 ile 1934 yılları arasında Berlin’de,
Marsilya’da ve İbiza’da gerçekleştiri-
len bir dizi uyuşturucu deneyi sırasında
“ya da sonrasında” kaleme alınan
Uyuşturucu Deneylerinin Tutanakla-
rı’ndan oluşmaktadır.
Bu kayıtlar, esrarın etkisi altında
Benjamin ve arkadaşları tarafından tu-
tulan notlardır.
Fevzi Demir,Phoenix Yay�nevi, 168 s.
Kolektif, K�rm�z� Kedi Yay�nevi,300 s.
Eckhart Tolle,Artemis Yay�nlar�, 184 s.
Marc Levy, Can Yay�nlar�,Çev: Aykut Derman, 432 s.
Vandana Shiva, Sinek SekizYay�nevi, Çev: Özge Olcay, 208 s.
Nur Alt�ny�ld�z Artun, RoysiOjalvo, �leti�im Yay�nevi, 319 s.
Nilgün �im�ek,Yitik Ülke Yay�nlar�, 350 s.
28 ARALIK 2012 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR
Gazzali
Bu yapıtta okuyacağınız “Edebi-
yat ve İnsan” adlı yazısının bir yerin-
de şöyle der, Korkut Köseoğlu.
“Burjuvazi, bireyi koruma yala-
nıyla insanı iyice insansızlaştırdı”.
Doğru bir saptamadır bu.
Ama ben bu saptamayı değil de,
bu doğruyu görebilmeyi önemsiyo-
rum. Korkut Köseoğlu doğruyu gö-
rebilen gerçekçi bir yazardır.
Böyle dönemlerde gerçekçiliğe,
ekmek kadar, su kadar, gereksinme-
miz var.
Korkut Köseoğlu, bu yapıtıyla
gerçekçiliği gösteriyor.
Gerçekçiliğin elini tutuyor, bir
anlamda sizin, insanın elini tutuyor.
Yalnız değilsiniz.
Ben varım, biz varız.
Dünyay� DevirenKentler
Dolunayın ışığında bir köy me-
zarlığı... Mezarlığın duvarına çarpan bir
cip. Issız köyün ortasında kocaman bir
cem evi. Konuğunu yitirmiş bir mezar.
Cem töreninde arınmayı bekleyen bir
ölü. Bu olanların sessiz tanığı, bir
araştırma görevlisi. Yıkılan idealle-
riyle, sürüp giden yaşamı arasında sı-
kışıp kalmış bir adam. Alevi inancına
farklı bir bakış. Mistik bir gerilim ro-
manı... Ülkenin en kararlı, en özveri-
li, en iyimser çocukları. Sert, acımasız,
zalim günler. Zor günlere inat gü-
lümsemelerini korumaya çalışan genç-
ler. Demokrasi ateşini, diktatörlüğün
en karanlık döneminde yakmaya çalı-
şanların serüveni. 12 Eylül darbesine
direnen insanların gerçek yaşamla-
rından çarpıcı öyküler.
Yapı Kredi Yayınları tarafından ya-
yımlanan “Sen Bana Bakma, Ben Senin
Baktığın Yönde Olurum” kitabı ve bu
kitapla birlikte verilen CD, Özdemir
Asaf’ın kızı Seda Arun’un babasının se-
sini kaydettiği kayıtlarından oluşuyor. Bu
kayıtlarda Özdemir Asaf’ın kendi se-
sinden dinleyeceğimiz şiirleri ve bir de
İstanbul Radyosu’nda yapılan röportajı
bulunuyor. Kitabın önsözlerinden biri-
ni yazan gazeteci Doğan Hızlan ise ki-
tap ve şairin ses kayıtlarının bulunduğu
CD için “Şimdiye kadar birçok şiiri, şai-
rin kendi sesinden dinlediyseniz, Öz-
demir Asaf’ın ne kadar iyi bir şiir ses-
lendiricisi, okuyucusu olduğunu anla-
yacak ve onun şiirlerine, sesine bir kere
daha hayran kalıp, ayrı bir gözle de-
ğerlendireceksiniz” yorumunu yapıyor.
Sen Bana Bakma, Ben SeninBakt���n Yönde Olurum
Osmanlı’nın son dönemi ile Cum-
huriyet’in hemen öncesinde kurulan ilk
sosyalist partiler, Osmanlı Sosyalist Fır-
kası ve ardından aynı çevrenin kurdu-
ğu Türkiye Sosyalist Fırkası’dır. Bu
partiler, 1910-1922 yılları arasında İs-
tanbul’da faaliyet göstermiş; dönemin
bütün ideolojik ve siyasi rüzgârlarından
etkilenmiş, hem İttihatçı diktatörlüğü-
ne direnmiş hem de işgal ordularının de-
netimindeki İstanbul’da sosyalizmin
“Osmanlı amele sınıfıyla” buluşmasına
öncülük etmiş özgürlükçü hareketlerdir.
Bu araştırma, Osmanlı Sosyalist Fırka-
sı ve Türkiye Sosyalist Fırkası’nın var ol-
duğu tarihsel dönem içinde; hareketin
faaliyetlerini, programlarını, diğer par-
tilerle ilişkilerini o günün belgelerine
başvurarak ele almaktadır.
Osmanlı topraklarında üstünlük,
etki ve çıkar sağlamak için yarışan ve
çatışan yayılmacı devletler, Büyük Sa-
vaş’tan yenik çıkan İstanbul Hükü-
meti’ne Mondros Bırakışması’nı da-
yatmışlardı.
Amaç Anadolu’nun işgali ve
Türklerin geldikleri bölgeye, Orta As-
ya’ya sürülmesiydi.
Sevr Antlaşması’yla ise can çeki-
şen Osmanlı Devleti’ne son darbenin
vurulması planlanmıştı.
Ancak Türk ulusal güçleri, kor-
kunç bir tehdit oluşturan bu oldu-
bittiye karşı halkı coşturarak direni-
şi başlatacaktı.
Anadolu’da yaşanan bu kaygılı yıl-
ları, gizli İngiliz belgelerine dayana-
rak ele alan Salâhi Sonyel’in yeni araş-
tırması, yakın tarihimize ışık tutuyor.
Kayg�l� Y�llar
Türkiye tarihinin kırılma noktala-
rından biri olan II. Meşrutiyet (1908)
ekonomik ve toplumsal birçok değişim
ve dönüşüme sahne oldu. İttihat ve Te-
rakki yönetimi iktisadi ve toplumsal
alanda aktif rol oynadı. Milli iktisat,
hem Müslüman bir orta sınıfın yara-
tılması, hem de savaş ekonomisi için-
de ülkenin iaşe sorununu, para politi-
kasını, sanayileşmesini çözmeye yönelik
bir çözüm olarak gündeme geldi. Za-
fer Toprak, bu kapsamlı çalışmasında
dönemin iktisat politikasını, birincil el
kaynaklarla ve ayrıntıyla ele alıyor.
Osmanlı’nın son döneminde bankacı-
lık, para politikası, millî şirketler, ka-
pitülasyonlar gibi temel konular çer-
çevesinde dönemin iktisat tarihini in-
celiyor. Basında çıkan tartışmalarda za-
manın ruhunu ortaya koyuyor.
Türkiye’de Milli �ktisat
Eski Yunanlar için Prometheus’un
salıveriliş miti ilkel bir varoluş yasası-
nı ve insanoğlunun kaderini yansıt-
maktadır.
Carl Kerenyi, Prometheus’un öy-
küsünü ve bu bağlamda ilk işlevini or-
taya koymaya çalıştığı mit yaratımı sü-
recini incelemekte; ilk olarak Yunan
imgeleminde sonra da Batı geleneğinin
romantik şiirinde bu ilkel öykünün
nasıl evrensel bir kader anlayışıyla do-
natıldığını bulma arayışındadır.
Kerenyi, bu evrim geçiren mitin eski
Yunan’da Hesiodos ve Aischylos’tan
başlayarak Batı destan geleneğinde
nasıl işlendiğini görmek için Goethe ve
Shelley’e kadar izini sürmekte, daha
sonra miti insan cüretkârlığının bir ar-
ketipi olarak Jungçu psikoloji pers-
pektifinden ele almaktadır.
Prometheus
Salahi R. Sonyel,Remzi Kitabevi, 480 s.
Hasan Ayd�n, Bilim ve GelecekKitapl���, 432 s.
Kitap birbiriyle ilintili üç temel
amacı gerçekleştirmeyi hedeflemek-
tedir. Bunlardan ilki, Gazzâlî’nin Tan-
rı’ya, Tanrı-evren ilişkisine, insana ve
topluma yönelik düşüncelerini gelişti-
rirken kullandığı argümanlarını bilgi-
kuramsal ve varlıkbilimsel temelleri
ışığında ortaya koymaktır.
İkincisi, klasik dönem İslam düşün-
cesine nüfuz ederek, Tanrı’ya, insana,
topluma ve bir bütün olarak evrene iliş-
kin temel düşünsel çerçevenin görül-
mesine analitik bir katkı sağlamaktır.
Üçüncü amaç ise, Gazzâlî’de en sis-
tematik ifadesini bulan, klasik İslam dü-
şüncesinin günümüze yansıyan yönle-
rinin izlerini sürmektir. Bu çaba, İslam
düşünürlerinin moderne yönelirken
takındıkları tavrın tarihsel kökenlerini
görme açısından oldukça hayatidir.
Carl Kerenyi, Pinhan Yay�nc�l�k,Çev: Tac�baht Türel, 176 s.
Korkut Köseo�lu,�nsanc�l Yay�nlar�, 152 s.
Kolektif,Yap� Kredi Yay�nlar�, 120 s.
Hamit Erdem,Sel Yay�nlar�, 342 s.
Zafer Toprak,Do�an Kitap, 800 s.
Osmanl� SosyalistF�rkas� ve ��tirakçi Hilmi
Bir Ses Böler Geceyi -Ç�plak Ayakl�yd� Gece
Ahmet Ümit,Everest Yay�nlar�, 376 s.
“Çocuk çocukkenKollarını sallayarak yürürdüDerenin ırmak olmasını isterdiIrmağın da selVe su birikintisinin de deniz olmasınıÇocuk çocukkenÇocuk olduğunu bilmezdiBağdaş kurup otururduSonra koşmaya başlardıSaçının bir tutamı hiç yatmazdıVe fotoğraf çektirirken poz vermezdi”
Peter Handke - Çocukluk Şarkısı
Remzi Kitabevi’nden kocaman bir ki-
tap var elimde bu hafta. Kitabın yazarı Sim-
la Sunay, 1976’da İstanbul’da doğmuş.
Babasının mesleği gereği Anadolu’yu ge-
zerek büyümüş. Öğrenimi-
ne Erzurum’da başlayıp,
İstanbul’da devam etmiş.
1995 yılında ilk çocuk öy-
küleri yayımlanmaya baş-
lamış. Ardından 2006 yı-
lında benim de çok sevdi-
ğim “Güneşten Sarı Bal-
dan Tatlı” adlı çocuk ro-
manını yazmış. Remzi Ki-
tabevi’ndeki biyografi-
sinde yazarın anneanne-
sinin hâlâ bu kitabın bir
yemek kitabı olduğunu
zannettiği yazıyor. Varlık, Kırmızı Fare, İyi
Kitap gibi dergilerde öyküleri ve kitap ta-
nıtımları yayımlanan yazar, şu an Remzi Ki-
tap gazetesinde “Güneşli Kütüphane” adlı
çocuk sayfasını hazırlıyor. Asıl mesleği
mimarlık olduğu için, çocuklara kent ve çev-
re bilinci aşılamak amacıyla birçok proje ha-
zırlamış. Elimdeki kitaptan başka, “Dağ
Kaşındı”, “Yürüyen Çınar”, “Kafrika’nın
Gölgeleri” gibi ilginç konulara ve kurgulara
sahip kitapları var Simla Sunay’ın.
K�M BU ÇE�ME?Çizimleri Reha Barış’a ait olan “Çeşme
ve Rüzgâr”ın konusuna gelince; kahra-
manımız Rüzgâr, küçüklüğünden beri ma-
hallenin orta yerindeki lahana başlı çeşmeyi
“boy ölçme taşı” zannederken, bu tarihi çeş-
me “yorulunca yaslanma taşı”, “ayakkabı
bağcığı bağlama taşı”, “poz verme taşı” gibi
hallere giriyor. Farklı görevlerde rol alırken
aslında her insana farklı şeyler anımsatıyor,
çeşmeye bakan herkes, bir zamanlar bu çeş-
meyle paylaştıkları anları hatırlıyor. Rüz-
gar’ın dedesi, arkadaşlarıyla oynadıktan
sonra yüzünü yıkadığı, babası çift kale maç-
tan sonra kana kana su içtiği, babaannesi
kömür taşırken kararan ellerini yıkadığı, çi-
çekçi amca küçükken babasıyla çiçek ko-
valarına su doldurduğu çeşme olarak anım-
sıyor onu. Herkes için özel olsa da Rüzgâr
için yeri bambaşka. Rüyalarına kadar giren
bu çeşme onun için aslında bir “boy ölçme
taşı”, yani Rüzgâr’la birlikte adım adım o
da büyüyor. Ve bir gün Rüzgâr’ın gökyü-
züne uzaması gibi, çeşme de gökyüzünün
derinliklerine yükselip gidiyor.
“Her hikâyenin bir resmi olduğuna ve
her resmin bir dili olduğuna inanıyorsan
aramıza katılmalısın” sloganıyla başlattığı
resim ve öykü atölyesinde, 6-12 yaş arası ço-
cuklara çizgiler ile öyküler arasında bağ
kurmayı öğretiyormuş Simla Sunay. Atöl-
yesinin internet sitesinde programları hak-
kında detayları bulabilirsiniz. Ben birbi-
rinden güzel çocukların fotoğraflarına
bakmaya doyamadım. Kullandıkları mal-
zemeleri sıralarken kul-
lanmadıkları malzeme
olarak silgiyi göstermiş
yazar. “Silgi çocuğu ya-
ratıcılıktan uzaklaştırı-
yor” diyor. Atölyede her
hafta farklı bir etkinlik
düzenliyorlar, öyküler,
minyatürler, çizimler,
yerli ve yabancı ressam-
larla ilgili araştırmalar,
heykeller, eşya tasarım-
ları, kent mimarisi gibi bir
sürü farklı çalışma.
Bu atölyeye katılan
güzelcecik çocukların yazdığı öykülerden
çok hoşuma giden bir tanesi:
S�NEK VE YA�LI MUC�T DEDE“Bir zamanlar bir dede varmış ve etra-
fında sürekli aynı sinek dolaşırmış. O sinek
öyle inatçıymış ki dedeyi geceleri hiç uyut-
mazmış. Bir gün dede arabasıyla dolaşırken
bu sorun ile ilgili aklına bir çözüm gelmiş.
Sineğin en hoşlanmadığı şey alkış sesiymiş.
Bunu bilen dede kendisi sürekli alkışla-
maktan yorulduğu için ellerini çırpabilen
bir robot icat etmiş. İnatçı sinek geceleri ro-
bot yüzünden gerçekten kaçışıp duruyor de-
deye yaklaşamıyormuş. Ne var ki mucit
dede bu sefer de alkış sesinden geceleri
uyuyamaz olmuş. Buna bir çare bulmak için
sadece sineklerin duyabileceği alkış sesle-
ri çıkarabilen yeni küçük bir robot yapmış.
Gerçekten de işe yaramış. Sinek gelmez ol-
muş. Derken bu icadı çok ilgi görmüş.
Dede, zamanla herkesin tanıdığı bir mucit
olmuş. Gündüzleri kapısı insan kaynıyor-
muş. Ancak bu sefer de yaşlı mucit dede ge-
celeri sessizlikte uyuyamaz olmuş.”
Yazanlar: Kuzgun (7), Emek (7), Zey-
nep (8), Simge (8)
(Çeşme ve Rüzgâr, Simla Sunay,Remzi Kitabevi, 40 s.)
çünkü aynı gece Darren, “karanlığın çocuğu” olarak yeniden doğmuştu... Se-
rinin ilk altı kitabı, Darren’ın Vampir Prensi’ne dönüşmeden önceki hayatın-
dan kesitler sunarken, dizinin diğer kitapları ise bir prens olan Darren’ın ha-
yatla ve Vampanez Lordu’yla olan amansız mücadelesini anlatıyor. Darren Shan
yıllar sonra evine dönüyor; dünyası da cehenneme... Eski düşmanlar pusuda bek-
liyor. Zaman hesaplaşma zamanı. Kaderinin onu yok edeceği kesin gibi; Göl-
gelerin Hükümdarı ise dünyayı mahvetmeye geliyor... Gölgelerin Hükümdarı
dünyayı cehenneme çevirmek için kollarını sıvadı...Gölgelerin Hükümdarı’nın
gazabından artık kimse kurtulamayacak! Zaman hesaplaşma zamanı: Kaderi,
Darren’ı yok edebilir mi? Kız kardeşi Annie’nin oğlu Darius aslında kim? Dar-
ren Shan, Vampenez Lordu’nun alçakça tuzaklarından hem kendini hem ge-
leceği kurtarabilecek mi?.. Heyecan dolu bir maceraya hazır olun! Vampir Pren-
si Darren Shan’ı dehşet dolu bir dünyada ölümcül bir sınav daha bekliyor.
Kay�p �ey
ALMA ve Hugo ödüllü yazar Shaun Tan’ın
“Kayıp Şey” kitabı, kendini arayan bir çocuğun hi-
kâyesi...
Bir gün isimsiz bir çocuk sahilde şişe kapağı
toplarken tuhaf görünüşlü bir yaratıkla karşılaşır.
Çocuk gündelik hayatta kimsenin önemsemedi-
ği ve hatta farkına bile varmadığı bu “kayıp” ya-
ratığın nereye ait olduğunu bulmaya çalışır...
Pek çok ülkede yayımlanan ve çocuklar kadar bü-
yüklerin de ilgisini çeken bu başyapıt en temel fel-
sefi sorulardan birini soruyor: Biz kimiz ve bu dün-
yada ait olduğumuz bir yer var mı?
Son Çocuklar
Çocuklara kıymayın efendiler! Yolculuk
her zamanki gibi başladı. Gökyüzü berraktı,
muhteşem bir yaz havası… Her şey yolunda der-
ken, önce bir alev topunu andıran bir ışık ve ar-
dından gelen fırtına ile herkesin hayatı birden-
bire, saniyeler içinde değişti.Gördüklerinin bir
atom bombası olduğunu anlamaları uzun sür-
medi. Lakin peşi sıra kendilerini nasıl bir hayatın
beklediğini asla bilmiyorlardı. Açlıkla, yoksun-
lukla ve hepsinden önemlisi radyoaktif zehir-
lenme ile mücadele ettiler. Her şeye rağmen güç-
lü olmalıydılar.
“Son Çocuklar” anlayış, hoşgörü, barış için-
de yaşayan bir nesil yetiştirmenin erdemi üze-
rine, çocuk edebiyatının modern klasikleri ara-
sında yer alan bir roman...
Darren Shan, TudemYay�nlar�, Çev: Arif Cem
Ünver, 184 s.
Gudrun Pausewang,Çizmeli Kedi
Yay�nevi, 184 s.
Shaun Tan, �thakiYay�nlar�,
Çev: Sinan Okan,32 s.
“Her hikâyenin bir resmi oldu�una ve her resmin bir dilioldu�una inan�yorsan aram�za kat�lmal�s�n” slogan�yla
ba�latt��� resim ve öykü atölyesinde, 6-12 ya� aras�çocuklara çizgiler ile öyküler aras�nda ba� kurmay�
ö�retiyor Simla Sunay
Boy ölçme taşı
28 ARALIK 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAPSAHAF
Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’u, 27
Aralık 1936 günü İstanbul’da kaybettik. 63
yaşındaydı. Hep de o yaşta ölmek istiyor-
du. Çünkü Peygamberimiz de o yaşta
ölmüştü... Dindardı ama asla gerici değil-
di. Vatanseverdi. Çanakkale ve İstiklâl
Marşları bir destandır. Onlar gerçekten bir
daha yazılmaz. Zaten İstiklâl Marşı’nı
“milletin malıdır” diyerek Safahat adlı
eserine almamıştır. İstanbul’un miskin ha-
vasından, Ankara’nın direnişçi havasına sı-
ğınarak kurtulmuştur. İşgale ilk bayrak
açanlardandır. Eylemcidir. Anadolu’yu
gezip halkı Mustafa Kemal Paşa’nın etra-
fında toplamaya çalışmıştır. Yaptığı ko-
nuşmalarla heyecan yaratmıştır. Kasta-
monu konuşması muazzamdır. “Bolşevik-
lerle ittifakı” bile dile getirmiştir. Sade ya-
şamı vardı. 1922’deki zaferden sonra İs-
tanbul’a sessizce gelmiş ve Mısır’a da ses-
sizce gitmiştir. 1936’da geldiğinde ise -o da
biliyordu ki- vatan toprağına ölmeye gel-
mişti. “Biraz daha kalsaydım delirecektim”
sözleriyle her şeyi anlatmıştır. Biz de “keş-
ke hiç getmeseydi de, çok istediği ‘devrimin
de marşını’ yazsaydı!” diyoruz...
�SYAN BAYRA�INI �LKAÇANLARDANDI
Bir yarısı Arnavut, bir yarısı da Kırım
Türkü bir ailenin çocuğu olarak İstanbul
Fatih’te dünyaya geldi. Dini semtin mis-
tizmiyle büyüdü, ancak akılcılıktan da
uzaklaşmadı. Baytar Mektebi’ni bitirdi. Pas-
teur’un resmini öpüp yatanlardandı. Bili-
me de inanmıştı. Devrimci bir ruha sahipti.
Edirne’de Talat Paşa’yla tanıştı. İttihatçı
oldu. Abdülhamit ve
Vahdettin’den nefret
etti. Mustafa Kemal
Paşa’nın yanına gel-
diğinde kendini buldu.
Tarihe mal olan eyle-
me öncülük yapanlar-
dandı. Mısır’da tam
manasıyla “gönüllü
sürgün” hayatı yaşadı.
Onu kimse gönderme-
mişti. 1925’in havasın-
dan ürkmüştü... Çünkü
dergisi kapanmış; ar-
kadaşı Eşref Edip tutuklanmıştı. Orada
hem sağlığını hem de sanatını kaybetti de-
sek yanlış olmaz. Kur’an çevirisiyle uğraş-
tı; onu da teslim etmeden öldü. Onunla
harcanan vaktini şiire adasaydı nice güzel
şiirlere imza atardı.
BU K�TAPLAR OKUNMADANAK�F ANLA�ILMAZ
Bu hafta istedik ki Mehmet Akif me-
raklılarına, onu en iyi anlatan kitapları ta-
nıtalım. Birincisi hemen ardından yazılan;
35 yıllık arkadaşı şair Mithat Cemal’in
“Mehmet Akif” isimli kitabı.
Semih Lütfi Kitabevi tara-
fından 1939 yılında basılmış.
(Sanırım yeni baskısı da ya-
pıldı.) Harika bir kitap. Akif’i
çok iyi anlatıyor. İkinci kita-
bımız Akif’in arkadaşı Hasan
Basri Çantay’ın 1966 yılında
basılan “Akifnâme (Mehmed
Âkif)” isimli kitabı. Bu eser
Erguvan Yayınevi tarafından
2008 yılında tekrar basıldı.
Yine Akif’in arkadaşı Eşref
Edip’in yazdığı “Mehmet Akif
Hayatı Eserleri ve Yetmiş Mu-
harririn Yazıları” isimli kitap. Bu da Be-
yan Yayınları tarafından 2010 yılında
Fahrettin Gün’ün hazırlamasıyla
basıldı. Akif üzerine en iyi araş-
tırma eser ise hiç kuşkusuz değerli
araştırmacı Zeki Sarıhan’ın “Meh-
met Akif” isimli Kaynak Yayın-
ları’ndan 1996 yılında çıkan kita-
bı. Son eserimiz ise Mehmet Akif
Ersoy Üniversitesi tarafından ha-
zırlanan “Mehmet Akif Ersoy’un
Aile Mektupları” isimli eser. İs-
minden de anlaşılığı gibi, bugü-
ne kadar bilinmeyen mektupla-
rı gün yüzüne çıktı. İçinde çok il-
ginç bilgiler var. Akif’in Mı-
sır’daki günlerini aydınlatı-
yor. Eseri Dr. Nihat Karaer
hazırlamış ve 2010 yılında
basmış. Tabi ünlü eseri “Sa-
fahat”. Bunu da bir çok ya-
yınevi bastı basıyor... Kitap-
lardan önemli satırlar:
ÖLECEKSEKB�RL�KTE ÖLEL�M
Ankara’da Burdur vekili
iken bir ara bakanlık teklifi
edilir. O ise “daha fazla üs-
tüme gelmeyin bunu da
bırakırım” diyerek geri
çevirir. Halkçı karakterli
Mehmet Akif, Anka-
ra’nın soğuğunda üstüne
giyecek bir paltosu bile
yokken Milli Marş ya-
rışmasına para ödülü ne-
deniyle katılmaz. Zorla
ikna edilir ve bir çırpıda
marşı yazar. Verilen ödü-
lü ise yoksul kadınlara ve
çocuklara örme işleri
öğretmek üzere açılan
Darülmesai’ye verir.
Can yoldaşı Hasan Basri Bey’in
kitapta aktardığına göre, Yunan
ordusu Ankara kapılarına da-
yandığında istifini hiç bozmaz
ve etrafına hep moral verir. Ai-
lesini birçok kişi gibi Kayseri’ye
gönderir ancak oğlu Emin’i ise
yanında alıkoyar. “Öleceksek
birlikte ölelim” der.
TOPLUMCU AK�FHasan Basri, Akif’in karak-
terini ise şu satırlarla anlatıyor:
“Akif hayatında bir kere bile
kendisini düşünmedi, hep ce-
miyeti için yaşadı, insaniyet ve milleti için
yaşadı. Şiirlerini de bu doğ-
rultuda yazdı. Onun en çok
sinirlendiği şey vatan, mil-
let gibi mukaddesatına söv-
mekten ibarettir. Bu saha-
da affı yoktur. Müthiş bir
kış günündeyiz. Akif’i kır
bir ceketle görüyoruz.
Üşüyor. Hissettirmemeye
çalışıyor. Tahkik ettim;
paltosunu evinin kapısı-
na gelen çıplak bir fakire
giydirmiş!”
GER�C�LER� NASIL KOVDUHasan Basri Bey’e göre Akif’in en bü-
yük düşmanı riyakârlık ve din adına ya-
pılan maskaralıklardır. Ankara’da iken bir
gün “Cemiyet-i Diniye” namı altında bir
teşekkül kurmak isteyenlerden birisi, fa-
kirhanesinin kapısını çalar. O, bu teklifi
duyar duymaz yerinden fırlar ve “Ana-
dolu’da da bir 31 Mart mı çıkartmak is-
tiyorsunuz? Böyle bir teşebbüs halinde
karşınızda evvela Akif’i bulursunuz! Hay-
di defol şuradan!” der. (Çantay, s.40)
(Âkifnâme, Hasan Basri Çantay,
Erguvan Yayınları, İstanbul, 2008,
510 sayfa)
ÇIKARDI�I DERG�RUSYA’YI RAHATSIZ ETT�
Meşruti Devrim sonrası Mehmet Akif
Bey de arkadaşı Eşref Edip Bey’le birlik-
te Sırat-ı Müstakim isimli haftalık dergiyi
27 Ağustos 1908 günü çıkardı. Akif baş-
yazardı. Dönemim önemli isimleri de ya-
zılar yazmaya başladı. Dergi siyasi dedi-
kodudan çok, ilmi yazılara yer veriyordu.
Akif de ilk nüshasında “Fatih Camii”
isimli şiirini yayımladı. Büyük ilgi gören der-
gi Rusya’ya bile gönderildi. Çarlık Rusya-
sı, Türkler üzerindeki etkisinden rahatsız
oldu ve derginin girişini yasakladı. Akif’in
dergisi, ünlü Türkçüler Yusuf Akçura,
Gaspıralı İsmail, Ayaz İshaki ve Ağaoğlu
Ahmet Beylerin ilgisini çekiyor; onların
gönderdikleri yazıları da yayımlıyordu.
İstanbul’a geldiklerinde
de Akif’in yanından ay-
rılmadılar... (Eşref Edip,
Mehmet Akif, Beyan
Yayınları, 2010, s.65, 110,
120, 123)
31 MARTHAD�SES�NDEDERG�S�KAPANDI
İlginçtir özgürlük
havasında çıkan der-
gi, “31 Mart” 1909 ir-
tica hadisesinde İstanbul’un yakılıp yı-
kılması sırasında baskına uğradı. Ancak
3 Mayıs 1909 günü tekrar yayımlana bil-
di. Bu sayıda irticai eylem hakkında uzun
bir yazı yayımlandı. Meşruti devrim sa-
vunuldu. Akif’in dergisi daha sonra ismini
Sebülürreşad olarak değiştirdi ve uzun yıl-
lar bu isimle yayınına devam etti. Müta-
reke yıllarında Milli Mücadele’nin sesi
oldu. İstanbul’un havası çekilmez olunca
da 10 Nisan 1920 günü oğlu Emin’i de ya-
nına alarak Ankara’nın yolunu tuttu.
Mustafa Kemal Meclis kapısında “İman
cephemizi kuvvetlendirdiniz” diyerek
karşıladı. (Eşref Edip, s.67)
ERCAN DOLAPÇI
Mehmet Akif kitaplarıMilli �air Mehmet Akif’i anlamak için, onun en yak�n arkada�lar� ve ara�t�rmac�lar�n eserlerini
mutlaka okumak gerekiyor. Mithat Cemal Kuntay, E�ref Edip, Hasan Basri Çantay ve ZekiSar�han’�n eserleri bunlardan birkaç�...
Mehmet Akif yazar ve �air arkada�lar� ile yemekte...
BULMACA
ALINTI-TEST
Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?
SOLDAN SA�A1. Resimdeki yazar - Peru’nun plakas�2. �ehzade e�itmeni - Kiloamper (k�sa) - Serbestlikten yana olan3. Verme, ödeme - “Art�” kar��t� - Galyum’un simgesi - Burun4. Dan��ma kurulu - “... Farrow” (aktris) - Fizik kondisyonu
iyile�tirmeyi amaçlayan etkinlikler5. Yücelme, yüksek bir dereceye ula�ma -
Hava bas�nc� birimi - Saç� olmayan6. Vilayet - Sorumluluk - Bilinen en eski atalardan ya�ayan
torunlara kadar aile s�ras�7. San Marino’nun plakas� - Bir haber ajans� -
Numara (k�sa) - Bir bilgiyi temsil eden semboller sistemi8. Tanzanya’n�n plakas� - Mezopotamya panteonunda tüm
tanr�lar�n babas� ve kral� olan gök tanr�s� - Germanyum’un simgesi
9. Erba� s�ralamas�n�n ilk basama�� - Milimetre (k�sa)10. Ko�ucu deveku�u - Yunan mitolojisinde “bar�� tanr�ças�”11. Dar ve kal�nca kesilmi� tahta - Kuruntuya dü�ürme -
Bir bulunma hali eki - Yabanc�12. �lkel bir silah - Yanl��l�k - T�rnak boyas� - Ba����kl�k sa�lamak
için vücuda verilen, ilgili hastal���n mikrobuyla haz�rlanm��eriyik, telkih
13. Mahalle (k�sa) - Tantal’�n simgesi - “... Güler” (foto�rafç�) -Stanislaw Lem'in bir eseri
14. �eytani, ifritçe niyet, kötü dü�ünce - Haber veren, haberci15. Bir kimsenin ölümünden sonra yap�lmas�n� istedi�i �ey -
Sanca��, yelkeni ya da sereni a�a�� alma - Berkelyum’un simgesi
YUKARIDAN A�A�IYA1. Büyük süzgeç, kevgir - Resimdeki yazar�n bir eseri2. Motor güç birimi - Düzgün konu�an -
Özgü, mahsus4. Sodyum’un simgesi - Erdemleri bak�m�ndan çok büyük -
Açgözlülük - Çok eski ve bilinmeyen bir tarihi anlatan bir söz5. Ürdün Bat� �eria’da 1967’den beri �srai i�gali alt�nda olan kent -
Bir i�aret s�fat� - “O�uz ...” (yazar)6. Eski bir a��rl�k ölçüsü birimi - Çocuk bak�c�s� kad�n -
Çabucak gönderme, acele yollama7. Dogma, inak - Berilyum’un simgesi - Bir gayret ünlemi -
M�s�r’�n plakas�8. Dolayl� anlat�m - Bir binek hayvan�9. Arnavutluk’un plakas� - Kar� ile kocadan her biri - �nci Aral'�n
“Orhan Kemal Roman Ödülü”ne lay�k görülmü� kitab�10. Letonya’n�n ba�kenti - Tövbe etme - Avrupa resim sanat�nda
günlük ya�am�, ev ya�am�n�, festivalleri ya da içki sahnelerinbetimleyen yap�tlara verilen ad
11. Göçebelerin konaklad��� yer - Genetik olarak birbirinin ayn�olan canl�lar - Fikir, dü�ünce - Gezegenimizin uydusu
12. Bir ba�laç - Sada - Hac mevsiminin d���nda Kabe’yi ve Mekke’nin mübarek yerlerini ziyaret etme - Yünden dövülerek yap�lan kaba ve kal�n kuma�
13. Oyuncunun, sözü kar��s�ndakine b�rak�rken söyledi�i son söz- Kuzu sesi - Baya��, s�radan
14. Üzerine not, tan�tma ka��tlar�, vb. tutturmak için haz�rlananlevha - Ta� silindir -Sevinç
15. Michael Haneke taraf�ndan filme al�nm�� “Piyanist” adl� eserinAvusturyal� yazar�
28 ARALIK 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP
Sıradan olmayan bir iş yaptığında, şeyle-rin her günkü görünüşü biraz değişebilir.Şeyler sana daha önce olduğundan farklıgörünebilir. Ben bu tecrübeyi yaşadım.Ama görünüşün seni aldatmasına izinverme. Her zaman sadece tek bir gerçek-lik vardır.
1 Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg’ugöremesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf Da-ğına varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kır-lara açıl; böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleriseyret. Bırak dünyanın haritasını yapmayı! Dahahayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy. Gülleri vebülbülleri göremeyip gün boyu evinde oturan adamdünyanın kendisini hiç görebilir mi?
Tanrı’nın huzurunda kurumuş bir çeşme,delik bir kova gibi duruyorum. Kaç defakendimi yerlere atıp başının üstündekigöğün tunç gibi kaskatı durduğu ve top-rakların susuzluktan çatladığı zamanlaryağmur isteyen bir çiftçi gibi Tanrı’yabana gözyaşı vermesi için yalvardım.