Top Banner
Sayı:1 MART 2016
32

Fular Dergi sayı 1

Jul 31, 2016

Download

Documents

Yish

Aylık bilim ve sanat dergisi
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Fular Dergi sayı 1

Sayı:1 MART 2016

Page 2: Fular Dergi sayı 1

-1-

19 Şubat gecesi aldığımız bir kararla bu dergiyi çıkartmak için yola koyulduk.Bunu yapmak istememizin en başlıca sebeplerinden biri; anti-tez rolü oyna-

yanların aslında bir tez olma özentiliklerini gözlemlemek oldu.

Anti-popülerizme karşı duruşumuz ''Halkın anlayacağı dilden konuşmak.'' Kar-şıtlığı olarak algılanabilir. Halk bizegöre her dilden anlayabilecek kadar geliş-meli ki halk olsun. İradesiz toplulukların fantezilerini beslemek için değil ka-tıksız hayattan ve sanattan söz edebilecek gerçek bir ses olmak için yola çıktık.

Öyle her konuda çok iddialı değiliz. Mesela okurlarımızı bir bütün haline ge-tirmek bunların başında gelir. Bizazınlıkların birleşik sesi olabiliriz. Belki bir epilepsi hastası ile bir feminist arasında bir köprü kurabiliriz. Birlikteyaşamak için birbirimize benzemek zorunda değiliz. İdeal bir yaşam formu bulabilmek

için birbirimizi anlamamız yetmez mi?

Topluma baktığımızda çok fazla ön yargı görüyoruz. Yapacak çok işimiz var. Herkesin, her düşüncenin birer öcü olmadığını göstereceğiz size.Bize göre bilim,

felsefe, sanat toplumundur. Onun için midir? Ona sonra değinelim. :-)Fuların, toplumun sadece belirli özel bir bölümünü simgeleyen bir aksesuar olduğunu biliyoruz. Bir kot pantolon ve tişört ile de fularlı olabilir miyiz?

Önemli olan fularsız bir fularlı olabilecek donanıma sahip olabilmek değil mi?Fularlı olmak derken sizi karanlık bir odaya çekip anlayışılmayacak şeylerden konuşacak değiliz. Tam aksine sizi elinizden tutarak aydınlık çiçek bahçelerine

sürüklemek istiyoruz.

Bilim, felsefe ve sanattan ayrılmış toplumlar adalet kavramından da uzaklaşır onu söyleyebiliriz. Etrafımızda beliren yabancılara karşı bir keşif seyahatine

çıkmak ister misiniz bizimle?Heterojen bir sentez bu çürümüş karanlıktan çıkışın itici gücü olamaz mı? Bir Fular bir güneşin habercisi olamaz tabi ki fakat bunu hayal ederek mücade-

le etmek değil midir yaşam? Güneşin bol olsun sevgili okuyucu! Fuların yayın hayatının ilk sayısı ile birliktesin.

Hoşgeldin.

Page 3: Fular Dergi sayı 1

-2-

19 Şubat gecesi aldığımız bir kararla bu dergiyi çıkartmak için yola koyulduk.Bunu yapmak istememizin en başlıca sebeplerinden biri; anti-tez rolü oynayanların

aslında bir tez olma özentiliklerini gözlemlemek oldu.

Anti-popülerizme karşı duruşumuz ''Halkın anlayacağı dilden konuşmak.'' Karşıtlığı olarak algılanabilir. Halk bizegöre her dilden anlayabilecek kadar gelişmeli ki halk

olsun. İradesiz toplulukların fantezilerini beslemek için değil katıksız hayattan ve sa-nattan söz edebilecek gerçek bir ses olmak için yola çıktık.

Öyle her konuda çok iddialı değiliz. Mesela okurlarımızı bir bütün haline getirmek bunların başında gelir. Bizazınlıkların birleşik sesi olabiliriz. Belki bir epilepsi hastası

ile bir feminist arasında bir köprü kurabiliriz. Birlikteyaşamak için birbirimize ben-zemek zorunda değiliz. İdeal bir yaşam formu bulabilmek için birbirimizi anlamamız

yetmez mi?

Topluma baktığımızda çok fazla ön yargı görüyoruz. Yapacak çok işimiz var. Herkesin, her düşüncenin birer öcü olmadığını göstereceğiz size.Bize göre bilim, felsefe, sanat

toplumundur. Onun için midir? Ona sonra değinelim. :-)Fuların, toplumun sadece belirli özel bir bölümünü simgeleyen bir aksesuar olduğunu biliyoruz. Bir kot pantolon ve tişört ile de fularlı olabilir miyiz? Önemli olan fularsız

bir fularlı olabilecek donanıma sahip olabilmek değil mi?Fularlı olmak derken sizi karanlık bir odaya çekip anlayışılmayacak şeylerden konu-şacak değiliz. Tam aksine sizi elinizden tutarak aydınlık çiçek bahçelerine sürüklemek

istiyoruz.

Bilim, felsefe ve sanattan ayrılmış toplumlar adalet kavramından da uzaklaşır onu söyleyebiliriz. Etrafımızda beliren yabancılara karşı bir keşif seyahatine çıkmak ister

misiniz bizimle?Heterojen bir sentez bu çürümüş karanlıktan çıkışın itici gücü olamaz mı? Bir Fular bir güneşin habercisi olamaz tabi ki fakat bunu hayal ederek mücadele etmek değil

midir yaşam? Güneşin bol olsun sevgili okuyucu! Fuların yayın hayatının ilk sayısı ile birliktesin.

Hoşgeldin.

MANİFESTO (EL YAZISI OKUYAMAYAN OKURLARIMIZ İÇİN)

Page 4: Fular Dergi sayı 1

-3-

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

Genel Yayın Yönetmeni Tahsin Odabaş

EditörGül Düşlem

Sayıda Yer Alan Konuk YazarlarEmirhan Çınar Emre ErdemGül Düşlem Kerem DağlıMarla Feminik Rıdvan DemirtaşSelin Bahçelioğlu Süleyman Güney

Kapak İç Dizaynİsmail YükselHilal DursunAnıl Berke Daş

Tasarım ve yayın yönetmeni İsmail Yüksel

Page 5: Fular Dergi sayı 1

-4-

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı İlk Sayımızda yer alanlar

Bilimde Tesadüf ve Olasılık

Doğa ve Fraktal Geometri

Determinizm

Feminizm Ütopyası

Düşündüren Anılar

Bilgece ve Aptalca

Sizli Bizli

Yarım Kalan Fakirin Hayatı

Ozmoz Kronos

Statüko

Marla

Eyvallah

Playlist

Page 6: Fular Dergi sayı 1

-5-

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

Bilimde Tesadüf ve Olasılık (Evrim Ağacı)

Tesadüf, etimolojik tanımıyla

birbiriyle ilişkisiz, aralarında bir bağ bu lunmayan veya tanım lanamayan olayların genellikle eş zamanlı olarak ortaya çıkması, oluşması, meydanagelmesi demektir. Go-

ogle, “tesadüf” sözcüğünü Birbiriyle ilişkili olduğu belli

olmayan olaylar veya durumların sı- radışı bir şekilde bir arada meydana gelmesi.”

olarak tanımlamaktadır. Merriam-Webstersözlüğü, tesadüfü “Planlanmamış ya dabeklenmedik olayların bir arada meydanameydana gelmesi.” olarak tanımlamaktadır.

Türk Dil Kurumu, tesadüfü “Yalnız ihtimallere bağlı olduğudüşünülen olayların kesin

olmayan, değişebi-sebebi.” şeklinde tanımlamaktadır.

Page 7: Fular Dergi sayı 1

-6-

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı Dolayısıyla bizim yukarıda yaptığımız tanım, bu tanımların bir bütünü gibidir ve halk arasındaki kullanımı büyük oranda karşılamaktadır.Ancak buradan fark edebile-ceğiniz bir diğer önemli nokta, tesadüf kelimesinin aslında bilimsel bir terminolojiye sahip olmayışıdır. Tesadüf, “halk dili” diye tanımlayabileceğimiz, sistematikleştirilmemiş dilin bir ürünüdür. Bilimde doğrudan bir karşılığı bulunmaz. Bu demek değildir ki bilimsel konularda tesadüflere rastlamayız. Örneğin, bir deney tüpünü o masaya değil de bu masaya koyduğunuzda beklediğiniz sonucu alabilirsiniz. Koyduğunuz masanın aslında deneyde olup bitenle hiçbir alakası yoktur. Ancak tesadüfen, deney o masada değil de bu masadayken çalışmıştır. İşte bu, bilimsel bir araştırmada olabilecek birtesadüftür. Bilimde hemen hemen her şey görecelidir. Daha önemlisi, ilk etapta birbi-riyle tamamen alakasız gibi görünen olaylar bile, tanımlamaya göre birbiriyle oldukça alakalı olabilmektedirler. Bir tesadüfün detaylarına inmeye başladığınızda, arada bazı ilişkiler bulmaya başlayabilirsiniz. Olaylar üzerinden gidecek olursak,Dünya’nın diğer ucunda, örneğin Amerika’da, yolda yürürken Türkiye’deki okuduğunuz ilkokuldan bir arkadaşnızla karşılaşmanız, halk dilinde “tesadüf” olarak tanımlanabilir. Çünkü bu arkadaşınızla buluşmayı planlamamıştınız,denk gelmeyi beklemiyordunuz ve spesi-fik olarak sizin ve o kişinin aynı coğrafi lokasyonda karşılaşmak üzere bulunmasının hiçbir ön nedeni bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu bir tesadüftür. Fakat konunun de-taylarına bakacak olursak, aslında bu “tesadüfen denk gelme” içerisinde takip edile-bilir desenler ve neden-sonuç ilişkileri olduğu görülebilir. En nihayetinde o da, siz de benzer planlarla, benzer uçaklara binip, benzer rotalardan, belirli zamanlarda şehir/ ülke değiştirmiş ve konumsal olarak oldukça çok sayıda olan ihtimaller evreninde, aynı lokasyona denk düşme olasılığınız gerçekleşerek Amerika’da, hiç beklenmedik bir an ve konumda karşılaşmışsınızdır. Yani bir olayı “tesadüf” olarak tanımlamak, o olayın neden-sonuç ilişkileri içerisinde gerçekleşmediği anlamına gelmez. Bir şeyin tesadü-fen meydana gelmiş olması, o şeyin gerçekliğini azaltan bir durum değildir. Evren’de birbirine bağlı olmayan; ancak farklı kollardan ilerleyen neden-sonuç dizgilerinin denk gelmesinden ötürü bir arada gerçekleşebilen tesadüfi olaylar vardır. Her zaman olmuş-tur, her zaman olacaktır. Bu tesadüflük, konunun bilimselliğinin ya da gerçekliğinin altını oyan bir durum değildir.Ancak bir olayın “tesadüfen” gerçekleştiğini söylemek, o olayın nasıl ve neden meydana geldiğiyle ilgili pek fazla bilgi vermez.

Bilimde Tesadüf ve Olasılık (Evrim Ağacı)

Page 8: Fular Dergi sayı 1

-7-

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

Bilimde Tesadüf ve Olasılık (Evrim Ağacı)

İşte bu nedenle bilimde “tesadüfler” pek sevilen tanımlamalar değildir.Öyleyse bilim dilinde tesadüfleri tanımlamak için biraz daha objektif, biraz daha “bilgi değeri yük-sek” tanımlara ihtiyacımız vardır.

İşte matematik ve genel olarak istatistik, bize bu kaynağı verebilir. Bu noktada karşı-mıza olasılık kavramı çıkar. Matematik biliminin ilgi alanlarından biri olan olasılık, temel olarak bir olayın gerçekleşmesiyle ilgili bilgilerin, konuyla alakalı tüm bilgilere olan oranı olarak tanımlanabilir. Yani bir olayın gerçekleşme olasılığı, o olayı tanımla-yan koşulların, o olayla ilgili tüm diğer olayların ve koşullarının matematiksel toplam-larının oranına eşittir. Bu olay ve koşulların toplamına “olasılıklar evreni” (evrensel küme) denir. Belki bu tanımlamadan da anlayabileceğiniz gibi bir olay ile ilgili sonsuz çeşitte olasılık tanımlanabilir. Örnekleyelim: Oldukça sıradan da olsa, içerisinde 10’u mavi, 10’u kırmızı olmak üzere toplamda 20 bilye bulunan bir torbadan, torba içerisin-deki dağılımdan kesinlikle bihaber olarak ve çevresel tüm etmenleri göz ardı ederek 1 tane mavi bilye çekme ihtimalimiz 2’de 1’dir. Bu bir olasılıktır. Gerçekleştiği zaman, olasılık gerçeğe dönüşmüş, gerçeklenmiş olur. Ancak özüne bakacak olursanız, mavi renkli bilyeyi çekmeniz halk dilinde “tesadüf” olarak da tanımlanabilir. Zira maviyi çekmiş olmanızın veya kırmızıyı çekmemiş olmanızın herhangi bir anlamı ya da bilgi değeri yoktur. Maviyi çekmek, özel bir durum değildir. Kırmızıyı çekmiş olsaydınız, hayatınız değişmeyecekti.

Tesadüfen elinizi atış biçiminiz, bilyelerin dağılımı, parmaklarınızın uzandığı nokta, vb. fiziksel parametreler (değişkenler) dahilinde mavi renkli bilyeyi seçtiniz. Görebi-leceğiniz üzere, aslında olayı basamak basamak takip etmek ve neden mavinin denk geldiğini bulmak mümkündür. Ancak bu, maviyi “tesadüfen” çektiğiniz gerçeğini de-ğiştirmemektedir. Fakat bilimsel bir açıklamada “Bu olay tesadüfen olmuştur.” deyip geçmeyiz, çünkü bu birazcık bilimin işleyiş ve amacına aykırıdır. Ancak bir şeyin te-sadüfen olduğunu söylemek, onun bilimsel ve somut olarak açıklanamayacağını söyle-mek anlamına gelmez. Bir şeyin tesadüfen olduğundan bahsetmek, o şeyin gerçekleş-mediği anlamına da gelmez.

Page 9: Fular Dergi sayı 1

-8-

Doğa ve Fraktal Geometri

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

Matematiğin önemli bir kolu olarak geometri, insanoğlunun doğayı nasıl algıla-dığı ile yakından ilişkilidir.Algılama biçimleri geliştikçe, daha ileri geometrik yakla-şımlar ortaya konmuştur. Bir mağara duvarına çizilen resimler bile belli bir geometrik yaklaşımı yansıtmaktadır. Diğer bir deyişle mağara duvarına resim yapan kişi, örneğin bir boğayı en azından belli bir oranda küçülterek çizmesi gerektiğini bilmektedir.Yer-leşik hayata geçilmesiyle geometrinin önemi ve geometriye duyulan gereksinim daha da artmıştır. Tarihte Mısırlılar ve Babilliler geometriye önemli katkılar yapmışlardır. Eski Mısır’da Nil Nehri’nde meydana gelen periyodik taşkınlar tarla sınırlarını ortadan kaldırıyordu. Durum normale döndükten sonra tarla sınırlarının yeniden belirlenmesi gerekmekteydi. Mısırlılar bu sorunun üstesinden geometri bilgisini kullanarak gelmeyi başardı. Diğer taraftan Mısır matematiğine ilişkin araştırmalar, Mısırlıların hem küre yüzeyini hem de kesik piramidin hacmini bildiklerini göstermektedir. Babilliler ise arazi ölçümü yapabiliyor ve ikinci dereceden denklemleri çözebiliyordu. Euclides geo-metrisi 2000 yıldan fazla bir zamandır hakimiyetini sürdürmektedir. Bu klasik geomet-ri anlayışında doğada karşımıza çıkan şekiller; doğrular ve düzlemler, daireler ve kü-reler, üçgenler ve koniklerden ibarettir. Bu şekiller gerçeğin güçlü bir soyutlamasından ibarettir. Doğada var olan karmaşık yapıyı anlamak ve modelleyebilmek için yukarıda bahsedilen soyut şekillerin yeterli olmadığı artık bilinen bir gerçektir.Yakından ince-lendiğinde doğadaki nesnelerin Euclides geometrisindeki şekillere hiç benzemediği gö-rülecektir. Tam küre şeklinde olan bir tane bile elma ya da bulut bulunamaz veya tam koni şeklinde olan bir dağ hiç bir zaman yeryüzünde olmadı. Benzer şekilde doğada gövdesi silindir şeklinde olan bir ağaca, bir hat boyunca ilerleyen yıldırıma ya da tepsi gibi düz bir ovaya rastlanamaz. Özetle doğayı daha iyi anlayabilmek ve modelleyebil-mek için yeni bir geometriye gereksinim vardır. Yukarıda sözü edilen yeni geometrinin adı “fraktal geometri”dir. Bu isim Fransız bilim adamı Benoit Mandelbrot tarafından verilmiştir. “Fraktal” kelimesi Latince “fraktus (kırık taş)” kelimesinden türetilmiştir. Fraktal geometrinin yarattığı evren, yuvarlak veya düz olmayan; girintili çıkıntılı, kırık, bükük, birbirine girmiş, düğümlenmiş vb şekillerden oluşan bir evrendir. Bu ev-ren Euclid geometrisinin tasvir ettiği türden sıkıcı ve tekdüze bir evren değildir; tersine gözlemciye her ölçekte ayrı bir dünyanın kapılarını aralar. Fraktal bir nesneye bakangözlemci, matematikteki “sonsuz” kavramının nasıl somuta dönüştüğüne tanık olur. Fraktal bir şeklin neye benzediğini daha iyi anlayabilmek için Mandelbrot’un İngiltere sahilleri için sorduğu soruyu biz Türkiye sahilleri için sorarak başlayalım: “Türkiye sahillerinin toplam uzunluğu nedir?”

Page 10: Fular Dergi sayı 1

-9-

Doğa ve Fraktal Geometri

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

Mandelbrot’un iddiasına göre, her sahil bir bakıma sonsuz uzunluktadır, diğer bir deyişle, sorunun cevabı kullanılan cetvelin uzunluğuna bağlıdır. Örneğin, açıklığı birmetre olan bir pergel ile Türkiye sahillerinin uzunluğu ölçüldüldüğünde, bulunan değer yaklaşık bir tahminden ibaret olacaktır. Çünkü pergel bir metrenin altındaki girinti ve çıkıntıların üzerinden atlayacaktır. Pergel açıklığı yarım metreye indiğinde, bu uzunluk ölçeğindeki ayrıntılar da hesaba katılmış olacaktır. Dolayısı ile daha hassas bir ölçümiçin her seferinde pergel açıklığını biraz daha küçültmemiz gerekecektir. Sonuçta bul-muş olduğumuz sahil uzunluğu, kullanılan uzunluk ölçeğine bağlı olacaktır. Örneğin bir uydudan ölçülen Türkiye sahillerinin uzunluğu, bütün koyları ve burunları adımla-yarak ölçüm yapan bir gözlemcinin bulduğu uzunluktan daha küçük bir değer olacak-tır. Eğer sahil Euclides geometrisindeki şekillerden birine örneğin bir daireye benze-seydi, gittikçe küçülen pergel açıklıklarıyla yapılan ölçümler sonuçta belli bir değere yakınsardı. Ancak fraktal yaklaşıma göre, ölçek küçüldükçe bulunan sahil uzunluğu sürekli olarak artacak; körfez ve yarımadalardan daha küçük körfezcikler ve yarıma-dacıklar ortaya çıkacak ve bu işlem ancak atom boyutuna ulaşıldıktan sonra sona ere-cektir, çünkü sahillerin yapısında fraktallik mevcuttur. Bu yapıyı geometrik olarak tam tanımlı Koch eğrisine benzetebiliriz. Aşağıda nasıl elde edildiği adım adım anlatılan Koch eğrisi bir sahil için ideal bir model oluşturmaktadır (Şekil 1). Şekil 1’de görüldüğü gibi A0 adımında birim uzunlukta bir doğru parçası ile başlayıp A1 adımında her biri 1/3 birim uzun-luğundaki 4 doğru parçasından yeni bir şekil elde edilir. Bunu yaparken orta 1/3’lük parça atılıp, onun yerine aynı uzunlukta iki parça eklenir. Bu şekilde her yeni adımda, bir önceki adım-da elde edilen doğru parçalarına aynı işlem uygulanınca sonuç-ta fraktal bir şekil ortaya çıkar. İşleme bu şekilde devam edilip n. adıma gelinirse eğrinin toplam uzunluğu (4/3) n olacaktır. Eğer n yeterince büyük alınırsa eğrinin uzunluğu da sonsuza gi-decektir. Diğer bir deyişle Koch eğrisinde iki nokta arasındaki uzaklık sonsuzdur. Eğer bu eğri yakından incelenirse şeklintamamı ile onu oluşturan alt parçaların bir birine benzer olduğu görülür. Örneğin şek-lin tamamını 3 kat küçültürseniz bir alt parçasını elde edersiniz. Bu küçültme işlemine sonsuza kadar devam edebilirsiniz. Bu aşamada artık bir fraktal şeklin tanımını yapa-biliriz: Bir fraktal şekil, kendi kendine benzer parçalardan oluşmuş bir şekildir. Fraktal şekillerin diğer önemli bir özelliği de boyutlarıdır.

Şekil 1: Koch eğrisinin oluşturulması

Page 11: Fular Dergi sayı 1

-10-

Doğa ve Fraktal Geometri

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

Bilindiği gibi Euclides geometrisindeki bütün şekiller tam sayı bir boyuta sahiptir. Örneğin noktanın boyutu 0, doğrunun boyutu 1, karenin boyutu 2, kübün boyutu 3’dür. Oysa fraktal şekiller tam sayı bir boyutla temsil edilemezler (Şekil 2). Koch eğrisiiki nokta arasında sonsuz uzunlukta olması nedeniyle basit bir doğrunun ötesine taş-makta, diğer taraftan bir düzlemi de tam olarak dolduramamaktadır. Öyleyse Koch eğrisinin boyutu 1 ile 2 tam sayıları arasında yani kesirli bir sayıolmalıdır. Koch eğrisinin boyutu 1.26’dır. Bu örnekte olduğu gibi kesirli bir boyutlara ”fraktal boyut” denir.

Çeşitli matematiksel fonksiyonların ardı-şık olarak çözülmesi sonucu son derece büyüleyici fraktal şekiller elde edilebil-mektedir (Şekil 3, 4). Daha önce bir sahi-lin fraktal yapıya sahip olduğu üzerinde durulmuştu. Yalnızca sahiller değil, do-ğanın her hangi bir parçası, adaların dağı-lımı, dağlar, bir havzadaki ana akarsu ve kollarının oluşturduğu şekil, buzullar, belli bir kristal yapının veya tanenin bir kaya içindeki dağılımı, bitkilerin geometrisi vb fraktal özelliktedir. Şekil 5 ve 6 yakından incelenirse fraktal yaklaşımın doğayı son derece gerçekçi bir şekilde yansıttığıgörülecektir

Şekil 2: Euclidyen ve Fraktal boyutla-rın karşılaştırılması.

Şekil 3: Julia kümesi Şekil 4: Mandelbrot kümesi

Page 12: Fular Dergi sayı 1

-11-

Determinizm

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ıF

ul

ar

De

rg

i A

yl

ık b

ilim

ve

sa

na

t d

er

gis

i M

ar

t 2

01

6 1

.Sa

Biraz felsefi açıdan tanımlarsak,Klasik Mekaniğin (Newton Mekani-ği)özü determinizmdir. Determinizm, “Bir fiziksel sistemin şimdiki duru-mu, önceki durumunun sonucudur.” der. Dolayısıyla her olay ve hareketi önceden belirlemek mümkündür. Bu görüşü, Antik Çağ’ın maddeci düşü-nürlerine kadar geriye götürebiliriz. Hiç değilse, MS 1500 yıllarında or-taya çıkan nedensellik (sebep-sonuç) düşüncesinin ağırlık kazanmasından sonra Isaac Newton (1642–1727) ’un ortaya koyduğu hareketin üç temel yasası modern bilimi bütünüyle deter-minizme dayalı kılmıştır.Bu yasalar, determinizmi yalnız ileriyedeğil, geriye doğru daçalışan sağlam bir araç olarak görür.

Gerçekten, Newton’un hareket yasalarına göre, şuandaki olay ve hareket önceki olay ve hareketten çıktığı gibi, bundan sonra olacak olay veya hareket de şu andaki olay veya hareketin sonucu olacaktır. Klasik fizikçi açısından, Halley kuyruklu yıldızının 2061 yılında yeniden dünyayı ziyaret edeceğini kesinlikle öngörebilmek ya da gele - cek güneş tutulmasının ne zaman olacağını ve dünyanın - neresinden en iyi görüneceğini şimdiden şaşmaz biçimde

hesaplayabilmek, determinizmin yadsınamaz zaferidir. Modern bilimin dayanağı olan ve 400 yıldır etkisini sürdüren bu görüş, bugün içinde bulunduğumuz bilimi, teknolo-jiyi ve uygarlığı yaratmıştır. Determinizmin matematiksel dili çok açıktır. Başlangıç koşullarını bilince, ona uyan biricik analitik çözümü, çözüm uzayından seçebiliriz,

Page 13: Fular Dergi sayı 1

-12-

Determinizm

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı Bu çözüme f diyelim. Herhangi bir t anında sistemin durumunu biliyor isek, f fonk-siyonunu biliyoruz demektir. Artık her a için f(t+a) ve f(t-a) değerlerini hesaplamak mümkündür. Matematiksel açıdan bakınca çözüm fonksiyonunun grafiği üstünde ger-çekleşen bu olgu, fiziksel açıdan bakınca söz konusu dinamik sistemin kendi yörüngesi üzerinde belli bir yerden ileriye ya da geriye doğru hareket ettirilebilmesi demektir. Öy-leyse, determinizmin uygulanabilmesi için, sistemin analitik çözümüne ve iyi belirlen-miş başlangıç koşullarına gerekseme vardır. Çok kolaymış gibi görünen bu iş, gerçekte pek çok sistem için imkânsızdır. Bu imkânsızlık “kaos” diye anılan fenomenleri yaratır. Tanrı Zar Atar mı? Newton fiziği dorukta iken, 20.yüzyıl içinde onun eksiğini tamamlamak için yapılan çalışmalarda iki yeni teori ortaya çıktı: Kuantum Mekaniği ve Görelilik Kuramı. Gö-relilik Kuramı, bu yazının kapsamı dışındadır. Kaos’un olasılığa dayalı yanıyla yakın ilişkisi nedeniyle, Kuantum Mekaniğine bir kaç tümce ayırmakta yarar vardır Atomun yapısını açıklamak için, atom altı parçacıkların hareketlerinin belirlenmesi gerekiyor-du. Bu parçacıklara determinizm ilkesini uygulayabilmek için belli bir andaki konum-larının, hızlarının ve yönlerinin bilinmesi gerekiyordu. Ama aynı anda konumlarını ve hızlarını ölçebilme olanağı yoktu; hız bilinirse konum bilinmiyor, konum bilinirse hız bilinmiyordu. Buna çare olarak “olasılık” kuramı kullanıldı. Parçacıkların hızları ya da konumları belli olasılıklarla belirlendi. Dönemin en renkli kişilerinden Albert Einstein bu görüşe karşı durup “Tanrının zar attığına inanamam!” diyecektir. Ama olayın çok inandırıcı yanı vardır. Yapılan tahmin bir parçacık için değil, milyonlarcası içindir. Bir para atıp tura geleceğini tahmin ederseniz, ya yüzde yüz tutturur ya da yüzde yüz yanıl-mış olursunuz. Ama 1.000.000 milyon para atıp 500.000 tanesinin tura geleceğini söy-lerseniz yanılma payınız çok azalır. Olasılığın kullanılışı, determinizmden bir sapıştır.Ancak, Kuantum Fiziği’nin görkemli doğuşu bile determinizmin önemini yok edemedi. Ama “Ölçümlemede belirsizlik” (Uncertainty of Measurements) olgusunu gündemin başına yerleştirdi. Bütün bunlardan önce, hemen 20.yüzyıl başlarken Newton Mekaniği-ne duyulan güveni sarsan görüşlerin ortaya çıkışını anımsamalıyız. 1898 yılında Fransız matematikçi Jacques Hadamard başlangıç koşulunda bir hata yapıldığında sistemin uzun dönemde öngörülemez olacağını belirtti. 1906 yılında Pierre Duhem benzer yargıya vardı. Ünlü Fransız Matematikçisi ve düşünürü Henri Poincaré 1900 yılında Güneş Sis-temi’nin kararlı olup olmadığının kanıtlanamayacağını gösterdi.1908 yılında “Science et Méthode” adlı ünlü yapıtında konuyu ayrıntılarıyla işlemiştir (Asıl konumuz olduğun-dan buna ileride yeniden değineceğiz). Timur Karaçay

Alıntı: Timur Karaçay, Determinizm ve Kaos Mantık,Matematik ve Felsefe II.Ulusal Sempozyumu Tema: Kaos Assos, 21-24 Eylül 2004

Page 14: Fular Dergi sayı 1

-13-

Feminizm Ütopyası

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

Yıllardır bir hayalimiz var:Sokaklarında geceleri ve gündüzleri özgürce gezip dolaşa-bildiğimiz,kahkahalarla gülüp dans edebildiğimiz,birileri tarafından kısıtlanmadan ya-şadığımız günler… Bir erkeğin sırf erkek olduğu için kendini hesabı ödemek zorunda hissetmediği günler… Veya bir kadını evine bırakmak için yolunu kilometrelerce uzat-mak zorunda olmadığı günler… Yıllardır süren bir hayalimiz var bizim: Bir kadınınrahatça sevebileceği, öldürülme korusu yaşamadan âşık olabileceği, saçlarını savurup kendini savunabileceği bir dünya... Bir erkeğin bir kadına“tacizci” damgası yemeden iltifat edebileceği, eşi-kızı-kardeşi-sevgilisi bir yere çıktığında onun için endişelenme-gereği duymadığı, sırf sokakta laf atıp taciz ederler gözleriyle diye o çok sevdiği mini eteği veya pantolonu giymesine engel olmadığı, sokakta yürürken önünde bir kadın varsa onu tedirgin etmiş olma düşüncesine kapılmadığı bir dünya… - Bir insanın sırf tercihleri farklı diye “öteki” ilan edilip dış - - lanmadığı, el ele gezen çiftlerin sokakta ayıplanmadığı, - sokak ortasında sarılmanın değil de birini şiddet uygulama - nın suç sayıldığı bir toplum… Hiç tanımadığınız birine sabah gülümseyince size “tacizci” damgası yapıştır-- mayan veya “kız bana gülümsedi, ben bu-radan - yürürüm.” diye düşünmeyen insanların - yaşadığı bir ülke. Ütopya gibi değil mi? Aslında değil. Biz feministlerin küçük ve . masum ütopyasının sadece bir kısmı bu. . Çok küçük bir kısmı… Peki, nasıl olacak . ki bu? Bu ütopya nasıl evrilecek gerçek dünyaya? Yurdum insanının büyük bir . korkusu var: Feminizm.Çoğumuz ama - . cını ve anlamını bilmeden “öcü” deriz feministlere. Gözümüzde elinde bıçak . yahut balta ile erkek avına çıkmış ka- - dınlar canlanır. Erkeklerden tiksinir, hepsinin ölmesini ister, her kadını gök- l lere çıkarırlar feministler bize göre. . - Peki, kaçımız gerçekten biliyoruz feminizmin ne demek olduğunu? Kaçımız bir feministle oturup sohbet . ettik, “Kardeşim, gel hele şöyle,

Page 15: Fular Dergi sayı 1

-14-

Feminizm Ütopyası

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

bu erkekler size n’etti de bu kadar düşman kesildiniz?” diye sorduk tavşankanı bir bar-dak çay eşliğinde? Belki yüz yüze değil ama söz söze anlatayım dilerseniz ben size. Özellikle de erkek-lere. Feminizm erkek düşmanlığı ya hani; düşmanını iyi tanı demişler. Gelin, tanışıp kaynaşalım.☺ Feminizm kadın hakları savunuculuğu değildir zira kadın hakları diye bir şey yoktur. “İnsan hakları” vardır. Feminizm; kadın ve erkeğin sosyal, siyasal, hu-kuksal, ekonomik ve kültürel alanda eşit koşullara sahip olması gerektiğini savunan bir ideolojidir. Kadını yüceltme erkeği ikincil kılma gibi bir amaç taşıma gafletine düş-mez, aksine kadın ve erkeğin “insan” olduğunu, birey olduğunu ve eşit haklara sahip olduğunu anlatır durur da pek çokları işine gelmediğinden kulak tıkar buna. Niye işine gelsin ki; kadını erkekle eşit tuttuğunda birçok yerden fire verecek. Bakın mesela özel kurumlara; çoğu kadın onunla aynı işi yapan erkek çalışandan daha az ücret almaya mecbur bırakılmıştır. Sebep? Çünkü kadın. Erkekle aynı işi yapsa da daha az çalışıyor güya… E, kadınla erkeğe eşit ücret verdi-ğinde zaten sömürdüğü iki cinsin emek gücü-nü bir parça daha az sömürmüş olacak kadına verdiği “fazla para” yüzünden. Neden istesin ki bu eşitliği? En gelişmiş ülkelerden sayılan İngiltere’de yapılan bir araştırma aynı işi yapan kadın ve erkekten kadınla-rının %40’ının daha az ücret aldığı görülmüş. Yani bu demek oluyor ki; feminizm doğru anlaşılıp istekleri gerçekleştiğinde birileri ciddi zarar görecekler. Ve asıl problem ne biliyor musun sevgili okur?Feminizmin istediği bir düzen kuruldu-ğunda erkek de boynunda-ki zincirden kurtulmuşolacak fakat halkın özgürleşmesi demek birilerinin güç kaybı demekolduğundan buna gem vurmak adına karalama kampanyaları eşliğinde feminizmi yanlış tanıtıp durdular. Ve biz, okumayıaraştırmayı sevmeyip kulaktan dolmalarla hazıra konanlar, hala bu özgürlük ve eşitlik mücadelesini düşmanlık olarakgördük.

Page 16: Fular Dergi sayı 1

-15-

Feminizm Ütopyası

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı Soruları duyar gibiyim; erkek nasıl mı özgürleşecek? Bak şimdi sevgili dostum; bir erkek ve bir kadın oturup bir yerde yemek yediğinde ataerkil der ki “Sen erkeksin, he-sabı sen ödersin.” Neden? Çünkü kadın zayıf ve sana muhtaç. Para kazanmaması gere-kir. Oldu ya, para kazandı, olmaz, yine de sana muhtaç kalması için ‘kibarlık’ maskesitakıp hesabı ödemek zorundasın. Feminizm der ki; “Sen bir bireysin ve hesabı eşit öde-yeceksiniz.” Çünkü kimse kimseye muhtaç değil. Elbette bunu içsel olarak yapanlar var, onlara lafımız yok. Biz de bir yerde oturduğumuzda birimiz yemeği ısmarlıyorsa diğerimiz çayı ısmarlar. Fakat bunu iyice yaşam normu haline getirip “Bizde kadınahesap ödetilmez.” diyenler var. Ve kadına hesap ödetenleri “Erkek adam hesabı kadına ödetir mi?” diye aşağılayanlar. Yani cinsiyet biyolojik cinsiyet olmaktan çıkıp bir sos-yolojik cinsiyet halini alıp gidiyor ki biz buna “gender” yani “toplumsal cinsiyet” diyo-ruz. Bu konuya gelecek yazımızda değineceğiz, unutmayın ☺) Devam edelim… Akşam bir yere çıkıldı, geri dönülecek, Ataerkil der ki; “Kadını eve kadar bırakmak zorundasın.” Neden? Çünkü kadın güçsüz ve sokakta başına her türlü şey gelebilir. Feminizm der ki; “Kadın evine kendi dönebilir.” Neden? Çünkü kadın kendini koruyacak güçte ve sokaklardaki tacizci- tecavüzcü furyası temizlendi. Veya sana çok güncel bir örnek vereyim ataerkil sistemin erkeklere yaşattıkları hak-kında; geçen gece bir arkadaşımla sohbet ediyorum. Yaşadığı bir olayı anlattı. Gece geç saatte evine dönerken önünde yalnız başına yürüyen bir kadın olduğunu fark edi-yor. Bağdat Caddesi’ndeki tecavüz olayı haberinden birkaç gece sonra, olayıngeçtiği caddenin birkaç alt sokağı yaşadığı sokak. Kadının varlığını fark ettiğinde sırf kadın rahatsız olmasın, kendini tedirgin hissetmesin diye hızla yürüyüp kadının önü-ne geçiyor. Daha sonra kadın arkasından seslenip teşekkür ediyor arkadaşıma. Fakat o kadın, gecenin o saatinde arkasından hızlı adımlarla gelen bir adamı fark ettiğinde daha büyük bir tedirginlik yaşayabilirdi de. Aynı şekilde, Özgecan Aslan cinayetinden sonra Çarşı taraftar grubu bir söylem baş-lattı; “Bundan sonra dolmuşta tek kadın kalırsa inmiyoruz.” Bu söz elbette masumane söylenmiş bir cümle fakat dolmuşta tek başına kalan bir kadın aynı zamanda dolmuşta bir erkekle tek kaldığında da tedirgin olacak. “İndikten sonra beni takip ederse?”sorusu kaç kadının yaşadıklarından veya duyduklarından sonra aklına gelen bir soru, biliyor musunuz? Olay burada “Bir erkeğin korumasına ihtiyacımız yok.” Söylemi değil. Bizim, bir erkeğin korumasından çoksaygısına ihtiyacımız var. Yaşadıklarımız, duyduklarımız, şahit olduklarımız hep bun-dan…

Page 17: Fular Dergi sayı 1

-16-

Feminizm Ütopyası

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

Elbette her erkeği bir tutup sokakta gördüğümüz her erkeğe potansiyel tacizci veya tecavüzcü yaftası yapıştırmıyoruz. Fakat yaşanan bu kadar olay varken bazen sizin yaptığınız en duyarlı hareket bile karşıdaki insanda küçük çaplı bir paniğe neden olabi-liyor. Ciddi travmalara maruz kalmış insanlarda bunlar size çok uçuk gelse de mümkün ne yazık ki... “Sizin yüzünüzden birine selam veremez olduk, direk tacizci sıfatı yiyoruz.” Söylemi de tam olarak yukarıda anlattıklarımdan kaynaklanıyor işte. Ben, hiç tanımadığım bir erkeğe saçlarının ne kadar güzel olduğunu söylediğimde negatif bir tepki almam. Hat-ta bu cümlem o erkeğin hoşuna giderken çevremdeki bazı insanlar ne kadar cesur bir kadın olduğumu düşünür. Fakat bir erkek hiç tanımadığı bir kadına saçlarının ne kadar güzel olduğunu söylerse duymazdan gelinmesi, terslenmesi veya kafasına çanta yemesi olasıdır. Bunun sebebi ‘taciz’ kavramının ne olduğunun bilinmemesi ve birçok kadının sokakta defalarca kez iğrenç laflarla tacize maruz kalmasıdır. Yani, kısaca; ataerki sadece kadını değil erkeği de kısıtlar, ezer ve sömürür. Kadın-lık ve erkekliğin sadece biyolojik bir fark olarak kalmasını istemez, inadına toplum-sal cinsiyet rolleri yükler de yükler. Feministler olarak bizler ataerkiye karşı bir duruş sergilerken yalnızca kadın haklarını değil ezilen, sömürülen, hakkı yenen her canlının hakkını savunuruz. Fakat bunun bilinmesini istemezler. O, “Kadınlar bizim paramız için yanımızdalar.” cümlesinin tarihe karıştığını hayal etsenize… Ya da o çok sevdiği mini elbiseyi almış ve bin bir hevesle giymiş eşinize kimsenin dönüp de kötü bir gözle bakmadığı, kızınız dışarıdayken aklınızın onda kal-madığı günleri… Siz kadınların özgürce sokakta gezebildiği geceleri… Hoş olmazmıydı? Onun yerine evlilik programları gibi programlarda “zengin koca” arayan tonla kadın var. Eve hapsedilmiş ve özgürlükleri kısıtlanmış binlerce kadın ve genç kız var. Sokak-ta özgürce gezebileceğimiz, kahkaha atabileceğimiz, birilerine güzel sözler söylerken “tacizci” damgası yemeyeceğimiz günler çok mu uzakta? Anlatacak, dert yanacak, hayal edecek çok fazla konu var sevgili okur… Fakat daha çok yolumuz var, adım adım gitmek gerek. Önce feminizmin sosyal medyada veya sokakta duyduğunuz gibi şeyler olmadığını özümsemek gerek. Kadın olmanın da erkek olmanın da sadece biyolojik kimlik olduğunu, önemli olanın insan olmak oldu-ğunu iyice bellemek gerek. Şayet yazımı buraya kadar okuduysanız bu yolda koca bir adım atmışız demektir. Şimdiden aramıza hoş geldin, ne iyi ettin de geldin. Nereler-deydin? Sahi, ya gelmeseydin?

Page 18: Fular Dergi sayı 1

-17-

Feminizm Ütopyası

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

Velhasıl kelam biz feministler;Erkekliğe değil Ataerkil düzene düşmanız.Evliliğe değil küçük yaşta yahut sevmedi-

ği biriyle evlenmeye karşıyızAşka değil aşk(?) cinayeti adı altındaki

kadın katliamına tepkiliyiz.Senin düşmanın değil, eşitlik ortağınız.

Şimdilik benden bu kadar… Sevgiyle kal sevgili okur, barışla ve huzurla kal… Ge-

lecek yazıda yine feministçesohbet etmek adına beni bekle…

Marla Feminik

Page 19: Fular Dergi sayı 1

-18-

Düşündüren Anılar

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

Hayatımızda tekrar yaşanmasını isteye-ceğimiz günler için acılar çekiyoruz ya, kafamız güzelken ya da içimizde hisset-tiğimiz hiçlik duygusunu anımsadığımız-da. Ansızın kitabın uykumuzu getirdiği zamanlarda kalkıp sigara yakıyoruz, gözlerimizi uykusuzluktan açamadığımız gecelerde. Yolumuzu kaybedince acınınbıraktığı izlerden buluyoruz benliğimizi. “Son bir umut…” deyip sarılıyoruz acı-ya. Kollarımızın kanaması umurumuzda değil. Yolumuzu bulmak istiyoruz sade-ce.

Düşüncelerimizin başımızı ağrıttığı zamanlarda aciziz ya iki satır okumaktan, eskiye sarıp günleri yaşanmış güzellikler-le bok ediyoruz ne varsa. Aldığımıznefeste bile çekiyoruz acıyı ciğerlerimi-ze, sonra dibini görüyoruz şişelerin. Sol-gun benizli yorgun yaşamaktan isteksiz insanlar oluveriyoruz hayatta. Yemek yemeyi unuttuğumuz bile oluyor, parça parça bölünmüşüz ki anılara iştahımız kalmamış. Ağlamak istiyorum, diz ka-paklarımı suratıma gömüp her saniyeye yüzlerce damla akıtarak azaltmak istiyo-rum yaşanırken güzel, düşünürken öldü-ren zamanları. Yalnızlığın üstüne doldur-mak istiyorum rakıyı bardağa. Anlatmak istediklerimi anlattığım günlerde baba-ma, tartıştık her seferinde. O şarabınıyudumlarken radyoda çalan şarkılarla beraber ben kötü geçen çocukluğumu düşünürdüm hep.

Kötü geçen çocukluğum bile güzel geliyor böyle günlerde. Ben çok cahilmişim. Çok az düşünmüşüm adımların altından geçen kaldı-rımlarda. Büyüdükçe sulayıp düşüncelerimi büyütmüşüm boyumu geçene kadar. Hiç hak vermemişim ki babama, hiç dinlememişim annemi çocukluğumda. Düşündükçe sustur-dum ağzımdan çıkacak kelimeleri. Ben fuzuli kelimeleri seslendirmedikçe duymayı öğren-dim. Kapıları yumruklayarak kontrol altına aldım düşüncelerimi sustum. Öyle bir sustum ki düşüncelerimin çizgisinde, kafamın içinde yaşamaya başladım. Hepinizi dinledim, saç-ma fikirlerinizden yol gösteren nasihatleri-nize kadar. Siz büyüktünüz, hep haklıydınız. Ben küçüktüm ve hep hata yaptım. Oysa şim-di “Ne güzel günlermiş bunlar!” diyorum.

Anılar yaşanırken güzeldir, bazı anılar yaşa-nırken kötüdür. Yaşanırken güzel anılar yıllar sonra acıtırkencanı, yaşanırken kötü anılar yıllar sonra güzel gelir göze…

Emirhan Çınar

Page 20: Fular Dergi sayı 1

-19-

Bilgece Ve aptalca

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

Acı coğrafyasında delice acı çekiyoruz.Mavi gökyüzü altında bilgece gülüyoruz.

Yüzümüzden okunuyor ve yalnızca gözümüzden akıyor hayat!Kaçıp gitme isteği hiç düşünmeden, hiç yorulmadan kendimizden.

İçimizdeki çocuğun kırılacak yeri kalmayışı gibi en ölmedik yerimizden vuruyor acımasız hayat.

Düşten yaptığımız gemilerin kendi okyanuslarımızda battığı ne çok an var!Bir aptal var herkesin içinde delice umut eden.

Yaşıyoruz işte delice!Ölüyoruz işte aptalca!

Her iç çekişimizde azalıyor hayatımızdan zaman!Ve içe doğru biraz daha soluyoruz en mavi yerimizden!

Emre Erdem

Page 21: Fular Dergi sayı 1

-20-

Sizli Bizliı

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

Dünya nüfusunun 65 milyonu diyorum. Düşündüğünüz zaman küçümsenmeyecek bir sayı. Birçok ülkenin nüfusundan da fazla. Peki, bu neyin sayısı mı? Dünyadaki epilepsi hastalarının ortalaması. Ortalaması diyorum çünkü gün geçtikçe artıyor, ortalaması diyorum çünkü bunlar sadece bilinenler, hastalığını gizleyenler de cabası. Bu sayı,Türkiye’de yaklaşık 700 bin kişiye tekabül ediyor. Kaçınız bunun farkında?

Epilepsi ya da sizin aranızdaki deyimle “sara” hastalığı, milattan önceki yıllardan beri bi-linen bir hastalık. Adına yeminler ettiğiniz Hipokrat, o dönemde epilepsinin bir hastalık oldu-ğuna dair kitap yazıyor ama nafile! O dönemde insanlar, epilepsi hastalarının içine cin, peri vb. kaçtığını düşünüyor hatta nöbet sırasında hastanın Tanrı’yla iletişime geçtiğine inandıkları için “kutsal hastalık” diyorlar epilepsiye. Kötü olan tarafı, bu inanışların etkisi günümüzde bile sürmekte. En okumuşundan en okumamışına kadar hiç fark etmiyor, kime epilepsi hastası olduğumu-zu söylesek önce bir duruyor, sonra acıyor, sonra da kaçıyor.Evet, kaçıyor. Hâlbuki epilepsi bulaşıcı bir hastalık değil. Anlatamıyoruz. Epilepsi, psikolojik bir bozukluk da değil. Fiziksel bir rahatsızlık. Kimse bunları göz önünde bulundurmuyor. Bazılarınız daha anlayışlı çıkıyor ve ilk müdahaleyi nasıl yapacağını soruyor. Anlatmak bizim görevimiz. Çünkü yanlış müdahale, sakat kalmaya ve hatta ölüme neden olabilir. Söyle-yeyim, biri yanınızda epilepsi nöbeti geçiriyorsa başını yana çevirin. Maksat, dilin nefes bo-rusunu tıkamaması. Onun dışında o anki hareketlerini engellemeye çalışmayın. Çarpabileceği cisimler varsa uzaklaştırın. En önemli noktalardan biri de şu: Nöbet anında sakın bize su içir-meye, alkol, kolonya, soğan vb. maddeler koklatmaya kalkmayın. Çünkü bayılma değil o an yaşadığımız, nöbet hâli. İkisinin arasında çok fark var. Alternatif tıp konusunda ahkâm kesen bazı insanları görüyorum, internette paylaşım yaparken “Soğan koklatılır.” tarzı bir şey yaz-mış. “İyi de abi, alternatif olacaksın diye yalan yanlış şeyler paylaşamana gerek yok.” dedim, sanırım engelledi. Epilepsinin neden olduğunu soruyorsunuz genelde. Nedeni belli değil. Birçok şey etkilemiş olabilir. Sonuç olarak, karşınızdaki insanda epilepsi var ve bu hastalık da kanıksadığınız şeker hastalığı gibi bir şey. Tabi epilepsi nöbetlerini tetikleyen bazı durumlar var, bunları da hatır-layın: Başta sinir, stres, üzüntü, aşırı sıcak, aşırı soğuk, aşırı kafein (çay, kahve, kola), alkol tüketimi, yanıp sönen ışıklar, uykusuzluk, açlık, kafaya darbe almak, aşırı heyecan gibi du-rumlar en çok bilinenler.

Page 22: Fular Dergi sayı 1

-21-

Sizli Bizliı

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı Bünyeye göre de değişebiliyor bazı etkiler. Mesela greyfurt iyi gelmiyor, ilaçlarla etkile-şime girdiği için. Son yapılan araştırmalara göre, kırmızı acı biber de nöbetleri arttırıyormuş. İçinde “psödoefedrin” olan ilaçları kullanmamamız gerekiyor ve bu etken madde özellikle soğuk algınlığı ilaçları içinde yer alıyor.

Sorduğunuzda “Epilepsi tedavi edilebilir.” derler. Ancak bu tamamen yüreklere su serpmek için söylenir. Epilepsi, sinir sisteminde olan bir hastalıktır ve sinir sistemi kendini hiçbir za-man yenilemediği için de bu hastalığın yüzde yüz geçmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Sadece ilaçlarla nöbetleri kontrol altına alma ve uzun süren nöbetsizlik durumunda ilaçları bırakma gibi şeyler söz konusu. Ama ilaçları bıraksa da bir epilepsi hastasının her daim nöbet geçirme riski mevcuttur.

Birçok ilaçta olduğu gibi epilepsi ilaçlarının da milyonlarca yan etkisi mevcut tabi. Kimisi vücutta yaralara sebep olur, kimisi hafızayı alır götürür, kimisi dişleri mahveder, kimi de böb-reklerde taşa neden olur vs.

Biz, bir yandan nöbetlerle uğraşırken diğer yandan yan etkileri azaltmaya çalışırken, bir taraftan da bu hastalığın ilerlemesini durdurma çabasındayken siz şunu söylersiniz: “Senden korkuyorum.” Bütün bunları nasıl mı bu kadar kesin söylüyorum? İlk epilepsi ilacını dört yaşında içmeye başladım. Ve şuan yirmi altı yaşındayım. Düşünün ki gezdiğim hastaneler, inanmaya çalıştı-ğım doktorlar, medet umduğum ilaçlar herhalde buradan Jüpiter’e yol olur

Ben şimdi hastalığımla dalga geçecek kadar alıştım bu duruma. Ama her arkadaşım benim gibi değil.Hastalığını saklayan bir sürü insan var. Hem “darağacı suratlı toplum” yüzünden hem işsiz hem de arkadaşsız kalmamak için… Mart ayı, epilepsi için önemli. 26 Mart Günü (Mor Gün)Epilepsi Farkındalık Günü olarak geçiyor. Amaç, o gün mor giyinip epilepsiye en azından bir gün olsun daha fazla dikkat çeke-bilmek. Neden mor tercih edilmiş? Çünkü mor renk “yalnızlığı” temsil ediyor. Yazı boyunca özellikle “siz-biz” ayrımına gittim. Çünkü sizin bakış açınız bize karşı bu. Hâlbuki bir hastalık yüzünden “sizli bizli” olmak yerine insan olmayı tercih edebilirsiniz. Hadi şimdi Google’dan olsun epilepsiyi araştırın. Biz “öcü” değiliz, bunu da unutmayın…

Gül Düşlem

Page 23: Fular Dergi sayı 1

-22-

Yarım Kalan Fakirin Hayatı

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı Hayal kurmak: Yasak

Para: Yok

Mutluluk: Aptal bir kelime

Yaşama Sevinci: Gereksiz

“Çocuklarını markete götüremeyen bir insandır.” fakir, sofrada dört tabak yemek olur, beş kişilik bir ailesindir. Bayramdan bayrama et gelir fakirin sofrasına, yeri gelir ekmek parası bulamaz yeri gelir eczanede ilaç alacak parası olmaz. Gün gelir cebinde yol para-sı, pasosu , akbili olmaz. O kadar çaresizlik çeşidi vardır ki hayatında, baraj kapakların-dan dökülen sular gibi hüzün olur yağar kaderlerinin üzerine. Zordur her şey… Zengin çocukları hiçbir iş cinayetinde ölmez, hiçbiri yirmili yaşlarda şehit olmaz. Kimi çocuk-lar para sıfırlar, zengin olduğu için bir çocuğu çürük raporu alır, diğeri bedelli askerlik yapar. Hayat işte, bu dünyada zenginlerin başına büyük felaketler gelmez, savaş çıksa zengin ülkelere kaçarlar, deprem olsa en sağlam evde, yıkılmayan evde olurlar. Bir köy hayatında mesela, zengin olan büyük şehre göç eder gider, fakirler hiç kaçamaz, savaş çıkar ölür, deprem olur ölür. Yaşamları boyunca bir yere hapsolurlar, özgürlükleri asgari ücretlere hapseder, günde 16 saat çalışır. Mesela altı yaşında bir çocuk hastalıktan ölür çünkü parası yok. Zengin çocuğu uzaktan kumandalı arabayı eline alır gezer, hastalık bile fakiri bulur. “Canım Kardeşim” filminde kahraman parasızlıktan öldü. Küçücük çocuğun son isteği için kanları sattılar, anten çaldılar ama olmadı. Sadece film değildi, gerçeğin ta kendisiydi. Bir gün televizyonu açıyorsun çocuk ölmüş: Aylan bebek melek olmuş. Parası olsa o feribota değil, lüks bir uçağa binerdi, olmadı. Küçücük çocuğun cansız bedeni vurmuş kıyıya, hangimizin canı yanmadı? Para işte, kim bilir annesi-ba-bası ne umutlarla bindi o feribota… Üç kuruş para kazanma uğruna insan ölümüne göz yuman yaratıklar var bu dünyada. Hayat çok acımasız... Şairin dediği gibi, “Kısa çöp, uzun çöpten hakkını alır elbet…”

Rıdvan Demirtaş

Page 24: Fular Dergi sayı 1

-23-

Ozmoz Kronos

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

Bu zamana kadar pek çok kitap için “baş döndürücü” tabiri kullanılmıştır. Ama emin olun hiçbiri Adam Şenel’in bu kitabı kadar baş döndürücü olamaz. Kitabı okurken be-yin hücrelerinizin hareket ettiğini hissedeceksiniz.

Ozmos Kronos terliklerini çağırdı. Terliksi hücrelerden yarattığı terlikleri gerinerek gelip ayaklarını sardılar.Cansız varlıkların yerini canlı varlıkların aldığı bir dünya dü-şünün. Dünya üzerinde cansız hiçbir şeyin kalmadığını...Tabutların, eski eşyaların, eski kıyafetlerin... Çünkü Adam Şenel’in bu dünyasında cansız hiçbir varlığa yer yok.Genetik şifrelerin çözüldüğü, tek hücreli canlıların eşyalara dönüştürüldüğü, hücre ye-nileme ve klonlama ile ölüm ve yaşlanmanın tarihe karıştığı bir dönem… O dönemde savaş utanılacak bir olgu. Ölüm yok. Bellekler dâhil her şey yeni bedene, yani klona aktarılabiliyor

Kitapta mitoloji ve bilimsel terimler geniş yer kapsıyor. Ama asıl sorun amaç-araç ilişkisi. İnsan amaç mı araç mı? Amaç olan aslında araç mı? Şenel bu ütopyasında aslında kendisiyle konuşuyor. Sorular soruyor, bazılarını cevaplayıp bazılarının ise çözülemeyeceğine karar veriyor. Kitapta karşılaştığımız şey aslında bizim çok iyi bil-diğimiz bir kısır döngü. “...Hareketli araçlar icat ettik. Sizi araçlıktan azat ettik. Artık size köle değil ancak emekçi denecek türünden parlak söylevler verildi. Ancak hepsi kendi amaçları için değil başkaları-nın amaçları için çalışmaktaydı. Ellerindeki cansız araçlar başkalarınındı....Organik devrim öncesi emekçiler hafta boyunca araç gibi kullanılacaklardı. Hafta sonunda bu gerçeği unutturmak için ruhları yıkanacaktı. Kendilerine “patronun değil, Tanrı’nın kulu” oldukları anlatılacaktı.…İşçilere bir önceki çağın artıkları sunuldu. Onlara çağın bilgileriyle beslenme olanağı verildi. Kurama, eyleme eğilimli görünenleri ise, tek yönlü bilgilerle bes-lendi...” Bu satırlar size neyi anımsattı?

Page 25: Fular Dergi sayı 1

-24-

Ozmoz Kronos

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

Kitaba neden “Ozmos Kronos” ismi verildiğine gelince: Eserde zamanı simgeleyen mitolojik bir sözcük olan “Kronos” aslında Uranos (gök) ile Gaiga (yer)’nın son oğullarıdır. Babası Uranus’u birer tırpanla iğdiş ederek baş tanrı olur ve titanlardan Rehia ile evlenir. Onun kaderinde de babasına yaptığı ile karşılaş-mak vardır. Kendisi bunu bildiği için bütün çocuklarını yutar. Fakat Rehia, Zeusdoğduğunda ona yutması için bir taş verir ve Zeus’u da Gaiga’nın yardımıyla Girit’e kaçırır. Daha sonra geri dönen Zeus, Kronos’a öbür kardeşlerini kusturur.Titanlara karşı uzun süren savaşı kazanır ve baş tanrı olur, kardeşleriyle yeryüzünü paylaşır. Bu mitolojik öyküden çıkarımla kitaba “Ozmos Kronos” isminin verilmiş olması belki deasırlardır süregelen efsaneleşmiş bir iktidar mücadelesine den vuruyordur.

Bunların dışında kitapta altı çizili oldukça önemli yerler var: “…Bin hücre üretip, ancak birini baş göz edebilen erkek mi? Bir hücre alıp, karşılığında yüz binlerce hücre üretip veren kadın mı araç idi? Cinsel ilişki bir amaç mıydı, araç mıydı? İki küçük hücrenin birleşmesi için harekete geçirilen koskoca organlar, küçüklerin aracı mıy-dılar? Koca ana, koca baba çocuğun araçları mı? Yoksa tersine doğacak yavru, iki yetişkinin bir anlık hazlarının aracı mı? …İnsanlar, saymadıkları şeyleri bol bol harcayan canlılardır. Saymaya başladıkları zaman satmaya başlamalarıyla, öteki hayvanlardan ayrılırlar...”

Altı çizili olması pek mühim değil. Kitap zaten başlı başına bir başyapıt. Bu kitabı herkes okusun isterim.

Selin Bahçelioğlu

Page 26: Fular Dergi sayı 1

-25-

Statüko

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

“Toplum farklı olanı dışladığını sanarken, aslında farklı olan dışlamıştı toplumu.” Değişmekte olan günümüz şartlarında halen askıda duran bazı gerçekler vardır. Ve öy-lece orada dururlar ki, hiç kimse o askıdan indirip üzerine giyemez o ateşten gömleği.

Basit kavramlar, zor şartlar altında kalmak zorundadır. Ve de her vakit olduğu gibi revize edilmek istenir.Pekiyi, bu basit kavramların altında ne yer alır? İşin bu yönünü düşündüğümüz vakit, metalaştırılan her bir fikrin, ideolojinin, temel güdü ve de hayal ile hayat arasında kalan bir ürün yerleştirmesi gibi kavramsal sorunlar doğurmak ile kalmayıp, aksinin olmasını da namümkün kılması çok olağandır.

Toplum, yıllar ve asırlar boyunca hep bir ağızdan aynı gerçekleri bağıran kitlesel bir hareketin tam anlamı ile merkezinde yer alan ve karar mercisi çoğunluk olan psikoloji-ye dayalı etkin bir gruptur. İdeolojik saplantılar için ise düşünce üssünün insan düşü ile bir olmakla birlikte, rüzgârın savurduğu yönde hareket etmeyenleri de o içeriden dışadoğru itmektedir de. Ve farklılıklar, aykırılıklar ve başkaldırıların temelinde insan özü-nün göz ile görmeyip, kulak ile duymayan diğer yanı var. Yani yapmak istediği şeyleri yapamıyorken, bir başka bireyin yapıyor ya da yapacak olmasından duyulan rahatsız-lıktan söz etmekteyim. Bireysel tercihlerden oluşan ya da statükolara bağlı olan domi-nant dayatma yaptırımlarının altında bu sebep yer almaktadır.

İnandığımız en yanlış doğruların başında da “yıkmanın yapmaktan kolay” olduğudur. Neredeyse hayatımızın tüm evresinde bu ölçüde hareket eder dururuz. Bir şeyler başlar ve biter ve bitmesine sebep olan şeyin sorumlusu da elbette bizlerizdir. Buna istinaden “Nasıl?” derseniz, yıkmaktan vazgeçmelisiniz. Çünkü toplum nezdinde yıkımlarınsebebi yeterince düşünülmemiş varsayımlardır. Varsaymadan, yok saymayı öğrenedu-ralım.

Süleyman Güney

Page 27: Fular Dergi sayı 1

-26-

Eyvallah

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı Sessiz bir “eyvallah”tır gözlerimden süzülenler…Ekvator’da bir kış sabahına uyanmak gibiyse konuş-mak ya da Alaska’da bir yaz akşamı ise yazmak ve

Afrika kadarsasevmek…

Yaşamak gaflettir.Oysa aşk “-de” hâlidir en güzel yeminlerin.

Ceplerimde son günün hangi gün olacağını belirle-me hakkının rahatlığı var.

İmlâ kurallarının da canı cehenneme!Ben dünyanın bütün renklerini içimde taşıyorum

zaten.Ömür hırsızı arsız çaresizliğin cezası hiçbir ceza

kanununda da yok üstelik.Çaresizlik, her gün karanlığa uyanmaktır.

Her gece “Bugün de ölmedim anne.” “Ama niye ölemedim onu ben de bilmiyorum.”un bilmediğin

kısmına küfüretmektir.

Acıyı tariflemenin bir yolu yok ya da ben bilmiyo-rum, sadece ezgilerin tasvirine sığınabiliyorum.

Ve bin yıl daha yürüdüm.Çaresizliğin seyrini tamamlayamadan.

Tek renkli gökkuşaklarından geçtim kumların için-den yüzerek.

Bitmedi sürgünüm.Şimdi bilmediğim birçok şarkının gizli öznesiyim.“Dünya üç, ömür bir gün!” bunu omzuma konan

kelebek söyledi.Hadi şimdi şerh düşün tüm planlarınıza!Kıştı, soğuktu ve ben çok üşüyordum.Sesinin renginde “La tahzen” gizliydi.

Ya öyleydiYa sanrıydı.

Ya da düş’tü, ömrüme düşmedi duyduğum “La tak-netu…”

İnsanlar yerküreye her gün yeni arka bahçeler ek-lemekle meşgul ve bu meşguliyetin içinde yenilmiş

yaşamımı hayatabir toplu iğneyle iliştirdim.Paslanmasını bekliyorum.

Bir belki’nin hatırına dönüyorsan eğer,Dönme dünya…

Dönme ulan, dönme!Hiçbir şairin yazmadığı bir dize gibi kalakaldım olma-

yan bir şiirin orta yerinde.Haydi, şimdi herkes hüznünü bir türküyle gözyaşlarına

yedeklesin.Ki eyvallah’ın dayandığı omuzdur;

“Bu da böyle olsun.”Eski çağ filozoflarının öğretilerindeki bulunamayan bir

hata gibi duruyorum aranızda.Henüz başlamamış bir akımın öncüsü gibi belki de...

Gözlerinin dehlizlerinde kendimi kaybetmeye hazırdım, sen gözlerini bana kapatıp başka bir dünyaya açana

dek…O dünya kimsen olmayacak,O dünya kimse olamayacak.

Gördüğüm çocukların tebessümlerine saklıyorum hü-zünlerimi ve yorgunluklarımı,

Titreyerek ve utanarak...Dehrin zindanında ne sevgi ne de nefret var.

Her şey nötr,Her şey renksiz,

Hiçbir şeyin tadı yok.Ancak bir yüreğin elleri çekip çıkarabilir beni buradan.

Ey en Sevgili,İmgelerin gözlerinin karşısında intihar ettiği yerden,

yüreğimin salonundan yazıyorum bunları sana...Yüreğimin deniz feneri olan,Ellerimin yolunu bulduran,

İçinde okyanuslar ve kıtalar barındıran gözlerin...Ki aşk, bir ceylanın bir avcının celladı olabileceği ris-

kine rağmen özgürce koşmayı sevmesi kadar deliliği de barındırır

içinde.Düş’sesim,

Ömrüme düşüşün gayet izafi bir pratiktir.Çırılçıplak bir sevda bu, uzaydan bile çıplak gözle görü-

len…Ve ben seni çırılçıplaklığın bütün anlamlarıyla seviyo-

rum.Zahiri ve Batıni ilimler hariç değil.

Page 28: Fular Dergi sayı 1

-27-

Eyvallah

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

Yüreğim, üzerine senin için bir dünya kurulu, dünya kayıtlarında olmayan bir kara parçası.Coğrafi konumu avuçlarında saklı...

Yazılmamış hiçbir şey henüz dâhil değil.Siyah ve beyazın ortasındaki gökkuşağı sensin ve gülüşünden doğan çocuklar kayıp uygarlıkların

bilinmeyenefsaneleri…

Kelâm bitmezse, kalem tükenmez.Ve buna elbette sen dâhilsin.

Kuyuya bakma!Kuyuya seslenme!

Kuyunun içindekini gör.Ki O, henüz ölü değil.

Bir tebessümlük nefesi kaldı…Bir bütüne bölünemeyen birçok sayıyı birbirleriyle

çarpıp,Çıkan sonuçtan kendimi çıkarınca da bulamadım

yitikliğimi.Sahi, ben nerenin yitiğiydim?

Sürekli yanından asteroitler geçen bir gezegen tedir-ginliğinde yürüyorum satılığa çıkarılmış sokaklarda.Kaldırımlarda hangi denizden düştüklerini hatırla-

maya çalışan balıkların telaşı var.Anlamakla bilmek arasındaki kaosta yanan içimdeki

çocuğun elleri buza kesmiş.Ve elbette yalan, doğurgan bir faşisttir.

Bir belki’nin hatırına dönüyorsan eğer,

Kerem

Dağl

ı

Page 29: Fular Dergi sayı 1

-29-

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

Marla

Tahsin Odabaş

Page 30: Fular Dergi sayı 1

-30-

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

PLAYLIST

Playlist için telefonunuza indirdiğiniz “QR Code Reader” ile okutunuz.

Page 31: Fular Dergi sayı 1

-31-

Fu

la

r D

er

gi

Ay

lık

bil

im v

e s

an

at

de

rg

isi

Ma

rt

20

16

1.S

ay

ı

Page 32: Fular Dergi sayı 1

389. Akılla bir konuşmam oldu dün gece;

Sana soracaklarım var, dedim; Sen ki her bilginin temelisin,

Bana yol göstermelisin. Yaşamaktan bezdim, ne yapsam?

Birkaç yıl daha katlan, dedi. Nedir; dedim bu yaşamak?

Bir düş, dedi; birkaç görüntü. Evi barkı olmak nedir? dedim;

Biraz keyfetmek için Yıllar yılı dert çekmek, dedi.

Bu zorbalar ne biçim adamlar? dedim; Kurt, köpek, çakal, makal, dedi. Ne dersin bu adamlara, dedim;

Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi. Benim bu deli gönlüm, dedim;

Ne zaman akıllanacak? Biraz daha kulağı burkulunca, dedi.

Hayyam’ ın bu sözlerine ne dersin, dedim; Dizmiş alt alta sözleri,

Hoşbeş etmiş derim, dedi.

Ömer Hayyam