Top Banner
1
55

Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

Jul 22, 2016

Download

Documents

 
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

1

Page 2: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

2

Genel Yayın Yönetmeni Mehmet GÖKDOĞAN Editör Hüseyin YAYLA Merve ÇETAK Redaksiyon Nurdan OFLAZOĞLU Sosyal Medya Yönetmeni Cem TEPEKÖYLÜ Serdar Serhat ALTAN Basın Tanıtım Sorumlusu Rıza GEDİKOĞLU Sunay GÜLSOY Fotoğraflar Nazım TETİK Tasarımcı Özgür ÇAPÇI

Yazarlarımız

Arzu Bahar KARAKAŞ

Barış ÇELİMLİ

Birgül AL

Cem TEPEKÖYLÜ

Ceyda CEVHER

Edib Rasljanin İSLAMOĞLU

Esra ALTINTIĞ

Gönül KARAARSLAN

Gül Gürdal DURMUŞ

Günsel İSLAMOĞLU

Harun HARPUT

İsmail Can KARAKUŞ

Mehmet ARSLANTAŞ

Mehmet GÖKDOĞAN

Merve ÇETAK

Nurdan OFLAZOĞLU

Pınar ÖZÖNER

Rıza GEDİKOĞLU

Serdar Serhat ALTAN

Sahir ÜZÜMCÜ

Sunay GÜLSOY

Yaren ATAY

Yelda KARATAŞ

Farkındalık yaratmak şiarıyla çıkmış olduğumuz bu yolda e-

dergimizin beşinci sayısını çıkarmış bulunmaktayız. Kültür – Sanat

ve Edebiyat alanlarında susamış gönüllere bir damla su sunabilme

gayesiyle çıkarmakta olduğumuz bu e-dergide herkesin ilgisini

çekebilmeyi umut ediyoruz.

Mayıs sayımızda geçtiğimiz günlerde Hakk’ın rahmetine

kavuşan Türkiye'nin Einstein'ı olarak adlandırılan Prof. Dr. Oktay

Sinanoğlu’nu anlatan yazımızla üstada vefamızı göstermek istedik.

İki Kapılı Ev oyuncularından Ayşegül URAZ Cem USLU ile

röportaj yapma imkanı bulduk ve keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Hıdırellez Bayramımızı konu alarak geleneğimiz hakkında

unutulmaya yüz tutmuş bilgilere ışık tuttuk.

Drama Eğitimi başlıklı inceleme yazımızla Drama kursları

hakkında ilginizi çekecek bilgileri siz okurlarımıza sunduk.

Yabancı dizi takipçileri için Game of Thrones dizisi ve

dizinin müziklerini yapan Alman müzisyen Ramin Djawadi hakkında

inceleme yazısı hazırladık.

Mardin Gezisini anlatan gezi yazımızla ve fotoğraflarımızla

seyahat etmeyi sevenlere Mardin şehrini ayağına getirdik.

Anneler Günü’nü konu alan deneme yazımızla annelerimize

duyduğumuz minnetti naçizane göstermeye çalıştık.

10 – 16 Mayıs Engelliler Haftası olması münasebetiyle

Kağızman Kaymakamı Musa ÜÇGÜL’ün Engelli vatandaşlara

yönelik maddi ve manevi ihtiyaçlarının giderilmesi ile ilgili

çalışmalarına yer verdik.

18 – 24 Mayıs tarihleri arasında Müzeler Haftası olması

sebebiyle Müze hakkında araştırma yazımızı hazırladık.

Mayıs sayımızda siz okuyucularımızın ilgisini çekeceğini

düşündüğümüz birbirinden değerli şiir, inceleme ve araştırma

yazımızla gönüllerinizde taht kurmayı temenni ediyoruz.

Devamlılığının daim olmasını dileğimiz e-dergimize vermiş

oldukları desteklerden dolayı öncelikle güzide kalemlerimize,

fotoğrafçımıza, tasarımcımıza, sosyal medyada dergimizi takip

edenlere, siz değerli okuyucularımıza teşekkürü bir borç bilirim.

Mehmet GÖKDOĞAN

Genel Yayın Yönetmeni

farkindalikdergisi @farkindalik_drg

Page 3: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

3

İçindekiler 16 Mayıs 2015 Sayı:5

4. Kağızman Kaymakam’ı Musa ÜÇGÜL’ün Engelli Vatandaşları Ziyareti – Etkinlik – Mehmet GÖKDOĞAN

6. Çağımız Sanat İzleyicisi Üzerine Birkaç Düşünce – Deneme – Yelda KARATAŞ

8. Game Of Thrones – Müzik – Cem ARBAĞ

9. … – Şiir – Sahir ÜZÜMCÜ

11. Mevsimlik Bayramımız Hıdırellez – Deneme – Gönül KARAARSLAN

12. Anne Sevgisi – Deneme – Pınar ÖZÖNER

13. O Adam – Deneme – Sunay GÜLSOY

15. Sanat Herkese Ulaşmalı – Tiyatro – Rıza GEDİKOĞLU

17. Öylesine – Deneme – Arzu Bahar KARAKAŞ

19. Farklı Bir Şeyler Var – Şiir – Cem TEPEKÖYLÜ

20. Drama Eğitimi – İnceleme – Merve BURSALI

24. Eko Sancısı – Şiir – Ceyda CEVHER

26. Gurme – Şiir – Barış ÇELİMLİ

27. Kötü – Şiir – İsmail Can KARAKUŞ

28. Rosa – Şiir – Harun HARPUT

29. Müze Nedir? – Arkeoloji – Merve ÇETAK

32. İki Kapılı Ev Oyuncularıyla Röportaj – Röportaj – Serdar Serhat ALTAN

37. Dil Üzerine – Deneme – Edib Rasljanin İSLAMOĞLU

39. O Yer – Şiir – Birgül AL

41. Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu – İnceleme - Nurdan OFLAZOĞLU

46. Gel – Şiir – Esra ALTINTIĞ

47. Güneşi Kovdum Artık – Şiir – Günsel İSLAMOĞLU

48. Alaska’nın Peşinde – Kitap İncelemesi – Yaren ATAY

50. Mardin Gezisi – Gezi&Seyahat – Gül Gürdal DURMUŞ

Page 4: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

4

Mehmet GÖKDOĞAN

Etkinlik

Kağızman Kaymakam’ı

Musa ÜÇGÜL’ün

Engelli Vatandaşları

Ziyareti

Kağızman Kaymakam’ı Musa ÜÇGÜL’ün

Engelli Vatandaşları Ziyareti

10 – 16 Mayıs tarihleri arasında Engelliler Haftası olması

münasebetiyle ülkemizde Engelli vatandaşlara yönelik pek çok

etkinlik düzenlenmektedir.

“Hayatı Paylaşmak İçin Engel Yok” sloganıyla gerek kamu

kurum ve kuruluşları gerekse özel sektör Engelliler Haftası

çerçevesinde imkânları doğrultusunda kendi üzerlerine düşeni

yapmak için adeta birbirleriyle yarış içine girdiler.

Bu anlamlı etkinliklerden biri de Kars ili Kağızman ilçesinde

gerçekleşti. Kağızman Kaymakam’ı Musa ÜÇGÜL; ilçe dâhilinde

maddi durumu yetersiz olan engelli vatandaşların Kaymakamlık’a

bağlı Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı vasıtasıyla tespit

edilmesini sağlayıp ihtiyaç sahiplerini bizzat evlerinde ziyaret etti.

Ziyaretleri sırasında evde bulunan çocuklara hediyeler götürüp

aileleriyle görüştü. İhtiyaçları belirlenip en kısa sürede

Kaymakamlıkça giderilmek üzere gerekli notlar alındı.

Hayatı paylaşmak için engel yoktur ve bilmeliyiz ki

önümüzdeki en büyük engel sevgisizliktir.

“Gönlü ışık yakmayı, aydınlanmayı öğrenen kişiyi, güneş bile

yakamaz. Gündüz gibi ışıyıp durmayı istiyorsan, geceye benzeyen

benliğini yakıver.”

Mevlana Celaleddin Rumi

Mevlana’nın da dediği gibi önce kendimiz ışık olmalıyız ki

çevremizi aydınlatalım. Kendimiz aydınlanamazsak, ışık saçamazsak

“FARKINDALIK” yaratamazsak insan olmanın vasıflarını nasıl

kazanabiliriz?

Page 5: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

5

Ziyaret edilen evlerden biri de Aras Anadolu Lisesi 1. Sınıf öğrencisi görme engelli Mahsun GÜL’ün

evidir. Aileden ve okul yetkililerinden aldığımız bilgiler neticesinde Mahsun GÜL’ün; öğretmeninin desteği

sayesinde okulunda 1. Olduğunu öğrendik. Kendisine ne olmak istediği sorulduğunda Din Kültürü ve Ahlak

Bilgisi öğretmeni ve ya Psikiyatr olmak istediğini söyledi. Azmiyle ve samimiyetiyle gerek öğretmenleri

gerekse arkadaşları tarafından çok sevilen Mahsun çalışkanlığıyla da arkadaşları ve dört erkek kardeşine

örnek teşkil etmektedir. Evlerinin okula uzak olması sebebiyle annesi her gün Mahsun’u okula götürüp

getirmektedir. Maddi imkânsızlıklar içerisinde hayat mücadelesini sürdüren ailenin babası inşaat kazası

sonucu görme bozukluğu yaşamış ve çalışma hayatı sekteye uğramış.

Engelliler Haftası sebebiyle aileyi ziyaret eden Kaymakam Musa ÜÇGÜL ailenin sıkıntılarını

dinleyerek ihtiyaçlarının giderilmesi için gerekli talimatları verdi. Engelliler haftasıyla ilgili sorularımızı

yanıtlayan Kaymakam Musa ÜÇGÜL:

“Engelli insanlar sadece dünya engelliler günü ya da haftasında değil, her zaman hatırlanması

gerekir, hiç kimse isteyerek engelli olmayı seçmez, doğuştan ya da yaşam sürecinde yaşanan hadiseler

sonucu bu durum vuku bulmuştur. Engelli insanlar, toplum tarafından asla dışlanmamalı ve hor

görülmemelidir. Özellikle insanlar, bu konuda bilinçlendirilmelidir. Engelli vatandaşlarımızın sorunlarını

kamu ya da sivil toplum kuruluşları olarak nasıl çözümleyebiliriz ve onları topluma nasıl kazandırabiliriz

bunun çalışmalarını yapmalıyız.” Dedi.

Kağızman Kaymakam’ı Musa ÜÇGÜL’e bu anlamlı ziyaretleri ve engelli vatandaşlara maddi ve

manevi desteği sebebiyle Farkındalık Dergisi Ailesi olarak teşekkürü bir borç biliriz.

Engelli vatandaşlarımıza toplumun her alanında sevgiyle ve anlayışla yaklaşılmalıdır. Engelli

bireylere saygının engelli bireylerde yaşama sevincini artıracağını unutmamamız gerekir. Engelli bireyler

fark edilmeyi bekler ve onlar toplumumuzun bir parçasıdır.

Engelliler Haftası’nın bu son gününde tüm engelli vatandaşlarımızın 'Engelliler Haftası'nı en derin

sevgi ve saygılarımla kutlarım.

Page 6: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

6

Yelda KARATAŞ

Şiir

Çağımız Sanat İzleyicisi

Üzerine Birkaç Düşünce

Çağımız Sanat İzleyicisi Üzerine Birkaç Düşünce

'Cümlelere vurulmak' son derece tehlikelidir. Vurulmak

üzerine geliştirilen propagandalar hayatın her alanında tehlikeli

hayranlık hastalıkları yaratır. Sanat bir esrikleşme değil diye

düşünüyorum. (Bakınız Özel Bir Gün Ettora Scola) Özellikle,

eğitimsiz insan kalabalıkları anlayamadıklarına hayran olmayı çok

severler. Sanat ve politika da en az anladıklarıdır. Sanat insanın

gözünü açar, kapatmaz. Kuşların neden öttüğü ile de çok yakından

ilgilidir sanat bana kalırsa ve hatta neden, nasıl, nerede ve niçin

öttüklerini bize esirgemeksizin gösterir. Bu anlamda bilim ve

felsefeden de cesur ve öndedir ve hatta onların ötüşüne de neden

vurulduğumuzu kulağımızın duyma yeteneğini geliştirerek gösterir

bize. Sadece duyulmak için şiir yazılmaz. Kulak bir aracıdır.

Duyurmak istediğimiz şey için ses bir aracıdır.

Şiir de bir aracıdır ses ile şairin duyarlılığını bilince ve kalbe

iletmek için. Biz ses aracılığı ile bir duyarlılığı iletiriz izleyiciye şiir

yazarken. Ressam aynı işi, desen ve renkle yapar. Işık renk ya da

kütle ya da ses söz olur, bir başka sözle yan yana gelir imge olur

çoğalır metafor olur ve bize bir şey söyler. Hatta bana kalırsa fısıldar.

Anlamlandırılamayan bir sanatsal çalışma; saçmadır ve sadece

biçimsel bir tartışmanın nesnesidir. Gerçeğin kendisine yabancıdır.

Sanatçı, anlaşılamıyorsa bu sanat yapıtının anlaşılamaz olması için

değil; izleyicinin estetik ve kültürel birikiminin eksikliğidir. Sanat yapıtı

bize 'bir şey' söyler: Duyamıyorsak bu onun saçma olması değil,

bizim yetersizliğimiz olabilir. Sanat yapıtını sadece biçimsel bir

gösteriye dönüştürmek isteyenler, sık sık 'halkın anladığı sanattan'

söz ederler. Birilerinin anladığı sanat yoktur.

Toplum bireyi sanatçıların ürettikleri sanat yapıtları vardır.

Özü gereği ilericidir. Onu anlaşılmazlık damgası vurmak isteyenlerin

hedefi haline bu doğal yapısı getirir. Picasso'; Tek kelime İngilizce

bilmem ama İngilizce dili vardır.' Kübizm'i anlamadıklarını

söyleyenlere karşı demiştir.

Picasso

Page 7: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

7

Perspektif vardır. Sizin ne kadar gördüğünüzle ilgili olarak değil; gözünüzün doğası gereği vardır...

Tıpkı elektriğin doğada var olması gibi. Biz onu öğrendiğimizde varlığına inanırız... Oysa o hep vardır.

Estetik gerçeklik gibi insan bakışıyla yaratılan bu değer; sürekli değişir, gelişir. Değişmez bir estetik değer

yoktur, değişmez bir bilimsel gerçeğin olamayacağı gibi. İnsanın değişmez bir özü yoktur; değişir çünkü var

olan, sabit değildir. Bakışı da değişir, nesneye ve sese... Yani dediği gibi Turgut'un: 'aşkım da değişebilir,

gerçeklerim de' Sanat kabaca anlaşılmak derdinde olan bir iletişim dili değildir. Sanat söyler, sen ne kadar

duyarsan o kadar anlar, hissedersin.

Sanatın anlaşılmaz gevelemeler olup olmadığının ölçüsü bazılarının yetersiz kalibresi değildir. Hele

bunlar halk adına konuşmaya başlarlarsa tehlike daha büyür.

Sanat tarihini yağmalayan bilinçsiz bir sürü çıkar ortaya. Çünkü sanat hakkında halk adına ahkâm

kesemeye çok meraklı bazı mihraklar, özünde sanatı anlamamaktadır. Çünkü burjuvazi, sanatı anlayanın

emek sermayenin uzlaşmaz çelişkisini de anlayacağını bilir. Estetik, etik ve ekonomik bilinç oluşmasını

önlemek onun işidir... Burjuvazi bu konuda yetkin olmayan insanlardan bilirkişiler oluşturur. Halk adına bu

iktidarın karşısına geçenler de en az onlar kadar bilgisiz ve iktidar merakındadırlar... Dram buradadır... Olan

şaire olur! Bir ülkede, kültür sanat ve estetik alanında yetkinlik düzeyini geliştiren sanatçı kadar izleyicidir.

Türkiye'de eğitim sistemi ilkokuldan üniversiteyi de kucaklayan süreçte; felakettir. Çocuklarımız not almak

için çalışır, öğrenmek için değil. Siz öyle bir doktora sağlığınızı nasıl emanet edesiniz? Böyle bir avukatla

nasıl çalışırsınız... Böyle bir manavdan nasıl sebze alırsınız?

Eğitim sistemimizin yarattığı kof beyinlere çağdaş şiirimizi sunmaya çalışıyoruz; bir sürü sahte şair

arasından... Ayrımı yapacak okuyucu yok ki! Çünkü eğiten kendini eğitmeyi unutmuş! Çocuklarımıza şiir

okuyalım, film izletelim, kentin içinde gezdirelim, mimari ile karşılaşsınlar. Onları kağıt toplayıcıları ile

tanıştıralım; farklı hayatlara dokunsunlar... Onlara Bach dinletelim; önce anlamaz ama sonra

vazgeçemezler... Onlara okumanın ne denli zenginlik olduğunu kendi okuduklarımızı onlarla tartışma

açarak gösterelim. İnsan bilgiye açtır hele çocuk ve gençken. Yaşlanınca da; bilginin sonsuzluğu içinde

öğreneceklerimizin ne çok olduğunu unutmayalım; paylaşalım... Bu yazıyı çoğu kişi sonuna kadar

okumayacak. Ama ' ben hiç değilse denedim'

Page 8: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

8

Cem ARBAĞ

Müzik

Game Of Thrones

Game Of Thrones

Amerika’lı fantezi ve kurgu yazarı olan George R.R. Martin tarafından 1996 yılında yazılmaya başlanılan, HBO kanalı ile televizyon dünyasına aktarılmadan önce dahi geniş bir hayran kitlesine sahip olan Game Of Thrones (kısaca G.O.T olarak anılıyor ama biz yine de dolu dolu Game Of Thrones diyelim :D ) , Yüzüklerin Efendisi ile birlikte, TV veya sinemaya uyarlanmış en başarılı fantastik roman uyarlamalarından biri.

George R.R. Martin, eserinde aksiyon unsurlarını ve politik entrikaları öyle ustaca harmanlıyor ki; politika sevmeyen de, aksyion sevmeyen de senaryoyu sıkılmadan merakla takip edebiliyor.

Diziyi diğer dizilerden ayıran en önemli özelliklerden birisi de, vazgeçilmez dediğimiz karakterlerin hiç beklenmedik bir anda ölmesi ve bu ölümler o kadar çarpıcı oluyor ki, artık Game Of Thrones izleyeni, bir karakteri sevmeye korkuyor. Bu yönüyle dizi: “kişiler geçici kurumlar kalıcıdır” sözünün TV dünyasında hayat bulmuş şekli. Bu denli cesaretli cast değişikliklerine gidebilmek, dizinin ne kadar mükemmel bir senaryoya sahip olduğunun göstergesi adeta.

Page 9: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

9

Ramin Djawadi

Şu an dizi, 5. sezonunun ortalarına gelmiş ve bu zamana kadar dizi hakkında pek çok şey yazılıp

çizilmiş, bu saatten sonra diziyle ilgili ancak bölüm özelinde farklı birşeyler yazılabilir düşüncesindeyim fakat okuyucularımıza spoil verme korkusuyla, bölüm özeline hiç girmeden dizinin müziklerinden biraz bahsedeceğim.

Müzik konusunda da, bu zamana kadar ki en başarılı film müziklerinden birine sahip olan Game Of Thrones’un, o hipnotize edici jenerik müziğinin sihirli dokunuşlarının sahibi, Ramin Djawadi adlı, İran asıllı Alman müzisyen. Game Of Thrones’den de önce Prison Break ve Person Of Interest gibi dizilerin film müziğini yapmış ve gayet de başarılı olmuş müzisyen, Game Of Thrones ile birlikte kariyerinin zirvesine çıktı.

Son yıllarda, yeniden uyarlaması en fazla yapılan müzik olma başarısını gösteren jenerik müziği, dizinin vazgeçilmez tek oyuncusu adeta. Hangimiz diziye jenerik müziğini dinlemeden başlayabilir? :)

Müziği, senaryosu, oyucuları ve kurgusuyla, uzun yıllar boyunca seyretmek istediğimiz Game Of Thrones dizisi artık beklentilerimizi ve sektördeki çıtayı oldukça yükseltti. Benzer kalitede yapımların gelmesini de dört gözle bekliyoruz.

Page 10: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

10

Sahir ÜZÜMCÜ

Şiir

Nasıl da yakışır insan insana,

bulutlar gibi,

durmadan sürüklenerek yeni bir yere,

yok olur dururken gürültüyle,

yan yana gelince iki yanıcı madde,

ama biz sarılır,

susarız bu sefer sadece,

acıkmazsın.

Yalnızlık da bir sürüdür çünkü

ve parçalanarak uzaklaşmaktan kendinden,

ben dediğin bizden parçalara ayrılırken gürültüyle,

parçalarından tanır kanının kokusunu,

daha aç olur koyunlardan kurtları yalnızların,

ama biz koşar,

kaçarız bu sefer suçtan,

yakalanmazsın.

Devlerin gecelerinde,

ateş başında ter içinde,

sımsıkı tutunur bir kelimeye,

zincirler gibi köpeklere vurulmuş,

başka kimsenin dövülmediği bir çekicin altında,

biz oluruz ne yapsak da,

ıslanırım,

ıslanır ama ıssız adalar bu sefer,

ıslanırsın…

Page 11: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

11

Gönül KARAARSLAN

Deneme

Mevsimlik Bayramımız

Hıdırellez

Mevsimlik Bayramımız Hıdırellez

Türk dünyasında kutlanan mevsimlik bayramlardan biri olan

Hıdırellez ya da Hıdrellez; günümüz takvimine göre 6 Mayıs, Rumî

takvime göre 23 Nisan'da kutlanmaktadır.

Hıdırellez günü Hızır ile İlyas'ın yeryüzünde buluştukları

inancı vardır. Hıdırellez bayramı İslamiyet'ten önce de bazı

toplumlarda kutlanmıştır. Mezopotamya, Anadolu, İran, Balkanlar,

Doğu Akdeniz ülkeleri ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde

kullanılagelen hıdırellezin tarihçesi şöyledir:

Hz. Hızır ile İskender birlikte ölümsüzlük suyu olan ab-ı

hayatı ararlar. Hızır ab-ı hayatı bulur ve içer. Ölümsüzlüğe ulaşan

Hızır, bahar aylarında İlyas ile buluşarak yeryüzüne iner ve insanlığa

ve doğaya bolluk bereket dağıtır. Hastalara şifa verir, bitkileri

çeşitlendirirler. İşte bu inançtan dolayı kutlamalar genellikle baharın

gelişini simgeleyen yeşil mekânlarda görülür. Bazı bölgelerde türbe

veya yatır ziyareti yapıldığı da bilinmektedir. Hıdırellez gecesi; gül

ağaçlarının dibine konulan dilek ağaçları, insanların istedikleri

nesneler veya durumlar için yaptıkları küçük maketler Anadolu'da sık

görülen folklorik motiflerdir. İnanışa göre Hızır, bu dilekleri görüp

onlara yardım edecektir. Dilek kâğıtları kırmızı renkli ip veya kurdele

ile bağlanır. Yine hıdırellez gecesi evdeki baklagillerin ağzının açık

bırakılması bolluğun geleceğine dair bir davranıştır.

Nice Hıdırellez geleneklerini yaşatmamız

dileğimle...

Bayramımız kutlu olsun.

Page 12: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

12

Pınar ÖZÖNER

Deneme

Anne Sevgisi

Can Yücel'e sormuşlar:

'Neden hep babanıza şiir

yazıyorsunuz?'

Üstad vermiş cevabını:

'Anneme olan sevgimi yazacak

kadar şair değilim!'

Anne Sevgisi

Dünyada anne sevgisinin yerini doldurabilecek hiçbir sevgi

yoktur. Bir annenin çocuğuna olan sevgisini anlatamadı hala

kitaplar… Annemiz bizi dünyaya getiren, yaşamımız boyunca da

bizim en büyük destekçimiz olan, bir bakıma hayatımızdaki

mucizedir.

Hayatımıza giren-çıkan yüzlerce insan vardır. Fakat hangisi

bizi annemiz gibi koruyup kollayıp, aynı zamanda da sevgisini ve

şefkatini gösterebilir? İnsan; yaşlandıkça, hayatın zorlukları ile

karşılaştıkça, kimsenin kimseye karşılıksız iyilik yapmadığını görünce

ve çıkar dünyasında yaşadığını fark edince; bir annenin evladını

nasıl da her şeye rağmen karşılıksız sevdiğini görüp şaşırıyor. İşte

bu yüzden gerçek sevgi ve merhameti görmek isteyenler annelerinin

yüzlerine bakmalıdırlar.

Annelik, insanın bütün psikolojisini, hayata bakışını, hayata

tutunuşunu belirleyen çok farklı bir duygudur. Bütün dinlerde ve

inanışlarda anneye özel bir anlam yüklenmiştir. Allah-u Teala Kur'an-

ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: "Rabbin ondan başkasına ibadet

etmemenizi ve anne babaya iyilik etmenizi emretmiştir. İkisinden

birisi yahut her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın

onlara öf bile deme; onları azarlama onlara güzel söz söyle; onlara

rahmet ve şefkat dolu tevazu kanadını ger. Onlara alçak gönüllü ve

şefkatli davran ve onlar hakkında dua edip şöyle de: Ey Rabbim,

bunlar küçükken beni nasıl yetiştirip büyüttülerse, sen de onlara

merhamet et, acı." (İsra Suresi,ayet 23-24) Görüldüğü gibi Allah

anne ve babaya iyilik etmeyi kendi ibadeti ve şükrüyle yan yana

zikretmiştir.Peygamber efendimiz de bir hadisinde ‘’Cennet annelerin

ayakları altındadır’’ diye buyurarak anneliğin ne kadar önemli

olduğuna dikkat çekmiştir.

Annelerimize olan görevlerimizi en iyi şekilde yerine getirmeyi

umuyor, tüm annelere de Hz Fatıma’yı örnek alan anneler olmayı

Allah’tan nasip etmesini diliyorum.

Anneler Gününüz

Kutlu Olsun

Page 13: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

13

Sunay GÜLSOY

Deneme

O Adam

O Adam

Alacakaranlığın ortasında açıldı gözlerim.

Yine, yeniden her geçen an gibi…

Kör kuyuların dibindeyim,

Nefesim…

Alırken, vermek istemediğim nefesim.

Ne yönden eserse gelen rüzgarla kaybolup gitsin.

Hayat heybem sırtımda, yüküm daha da ağır.

Unutsam, unutulsam,

Kara kalemle çizip yok etseler beni,

Temiz, saf, beyaz sayfalarında…

Dönebilsem o toy hallerime on üçüme, on beşime, yirmi beşime.

Keşke…

Çığlıklar gölünün tam ortasındayım, ölüm gemisinin içinde.

Battı batacak yaa…

Ne yukarıya çıkmaya mecalim var, ne de boğulmaya,

Demir parmaklıklar arkasında ay ışığıyla duvara yansıyan

gölgesizliğime bakıyorum.

Siyah, daha da siyah filmlerin başrol oyuncusuyum.

Elimde cigaramla nara atıyorum hapishanenin koğuşuna…

Page 14: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

14

Ah ulan! Dört köşeye yayılan namım keşke Necip Fazıl gibi şerefli olsaydı.

Oysa karşımda duran,

Kimsesizliğimdi, kimliksizliğimdi, yok edilmek istenişimdi.

Fikrim hayallerimi alt etti. Şah olacağımı düşünürken, Mata çevirdi beni.

Bu beden ne günahların zevkine ortak oldu.

Affedin beni, Ah O taçsız bırakılan 13 yaşındaki ismi söylenemeyen gelinler…

O silahtan çıkan kör kurşunla alacanına kıyılanlar, anasız kalan yavrular…

Affedin beni, Ah Güldünyalar, Doktor Ayşeler….

Düşünmeden durmayan beynimde dirilen o özgür ölüler…

Ama biliyorum ölüler muhakkak gömülür.

İnsan yaşadığı kadar özgürdür.

Akmasını istemediğim gözyaşlarıma kilit vurdum, mühürledim.

Değer gösterilmesi gerekene, o değeri veremedim.

Hakikatin kendine biçtiği doğruyu, düstur edinemedim.

Ödülüm acı çekmekti benim…

Ah Azrail gel artık! Ben bana fazla geliyorum diye çağırsam da,

Gelmeyecek biliyorum…

Şimdi;

Boynu bükük, ezgin, bezgin, sefilliği yaşayan O ADAM ben değilim.

Ben kadın olarak, bütün bu acıları yaşamaya mahkûm edilenim.

Page 15: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

15

Rıza GEDİKOĞLU

Tiyatro

Sanat Herkese Ulaşmalı

Sanat Herkese Ulaşmalı

2000 Yılından bu yana Denizli’de faaliyet göstermekte olan ve

2011’den itibaren de çalışmalarına “Tiyatro Cezve” adı altında

sürdürmekte olan ekip, “Sanat Herkese Ulaşmalı” sloganıyla bir

projeye imza attı. Denizli il sınırlarını kapsaması planlanan bu proje

bir anda zirveye çıkarak, adını şehir dışında da duyurdu.

Tiyatro Cezve, sahneye koyduğu oyunlarını 2 sezondan beri

Türk işaret dili çevirisi ile destekleyerek, tiyatroyu işitme engelliler için

izlenebilir bir sanat haline getirdi. Denizli İşitme Engelliler Derneği –

Türk İşaret Dili Birimi’nin desteğini alan ekip Denizli, Aydın – Nazilli,

Afyonkarahisar, Antalya ve Isparta’da işaret dili çevirisi ile

performanslarını sergilediler.

Page 16: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

16

İşitme engelliye tiyatro engel olmaktan çıkıyor

Sahnenin sağ tarafında, işaret dili destekli şekilde sunulan oyunlar sayesinde, sanat etkinliklerinin

herkese uyarlanabileceğinin örneğini veren ekip, işitme engelini tiyatroya engel olmaktan çıkarmış

görünüyor.

Uluslar arası platformda da işaret dili

Tiyatro Cezve projelerini bu yıl uluslar arası platforma taşıma heyecanını yaşıyor. Denizli’de

aralıksız 31 yıldır devam etmekte olan ve bu yıl 16–24 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşecek Uluslar arası

Amatör Tiyatro Festivali kapsamında Aziz Nesin’in yazdığı “Hadi Öldürsene Canikom” adlı eseri işaret dili

çevirisi destekli sergilemeye hazırlanıyor.

Page 17: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

17

Arzu Bahar KARAKAŞ

Deneme

Öylesine

Öylesine

Denizden mutluluk tutar gibiyiz aslında. Sabahları “rastgele”

deyip, kendini denizin koynuna bırakan balıkçılar gibi. Kimimiz eski

yüzlü bir sandal, kimimiz büyük balıkçı teknesi. Bazen olta atıyoruz

hayata, ucunda yem niyetine bağladığımız umutlarımız. Umut

kalmamışsa ceplerimizde, ağ açıyoruz o zamanda birkaç küçük

mutluluk takılsın diye.

Sizin kıyılardan görüp güzelliklerine hayran kaldığınız

yunuslara aldanıyoruz bizde. Yaklaştıkça büyüyor büyüyor

hayallerimiz. O suyla oynaşan, dalgalarla sevişen gülen yüzlülere

yaklaştıkça, sanıyoruz ki bizimde yüzümüz gülecek. Oysa onlar,

uzaklardaki sizi aşkla çağırmaya devam ederken aynı anda bizim

ağlarımıza çarparak parçalıyorlar.

Bazen martılara rastlıyoruz sonsuzluğu kanatlayan.

Sanıyoruz ki; bitmeyen maviliğe kafa tutup inadına kanat çırparken

bize de ışık olurlar. Onlar bembeyaz umutlar halinde süzülüp,

uzaklardaki gökyüzüne çağırırken sizi, bizim bin bir emekle

tuttuğumuz küçük mutluluklarımızı, bir çift sivri gaga arasında

çatırdatıyorlar aslında.

Bazen tatlı rüzgârlara bırakıyoruz sandalımızı. Gelişine

karşılıyoruz dalgaları. Saçlarımızın arasında gezinmesine izin

veriyoruz rüzgârın tembel tembel. Sanıyoruz ki; yanağımıza bu kadar

yumuşak dokunan rüzgâr acıtmaz canımızı hiçbir zaman. Rüzgâr,

tatlı mırıltısına çağırırken uzaklardaki sizi, bizi açıklarda alabora

ediyor aslında.

Page 18: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

18

Bizimde öfkelenip kabardığımız zamanlar oluyor elbet. Troller gibi daldırıp kepçelerimizi en derinlere

toz duman ediyoruz denizin dibini. Köpekbalıklarına efeleniyoruz boyumuza posumuza bakmadan.

Kocaman dalgalar oluşturuyoruz bir “off!” çekerek. Ne yeni yavrulamış umutları görüyor gözümüz ne de

nesli tükenmekte olan mutlulukları. Bazen oluyor işte.

Ya da denize savrulduğumuz oluyor kimi. Litrelerce hayal kırıklığı yutuyoruz. Bırakıyoruz dibe

vuralım diye kendimizi. Çünkü aşağı inip ayaklarımızı vurmadan dibe, yukarı çıkamayacağımızı biliyoruz.

Öyle içimiz dolu dolu batıyoruz suya da sonrasında boş çuval gibi kalakalıyoruz suyun üzerine, hayat

yorgunu.

Eğer ulaşabilmişsek tüm bunlara rağmen kıyıya, seriyoruz ağlarımız sahile. Kendimiz gibi olanları

topluyoruz yanımıza. Omuz verdiriyoruz yerdeki bizi kaldırmaya. Mekikleri bir usta rahatlığıyla kullanıp,

örüyoruz hayatı yeniden. Yüreklerimiz birbirine değiyor ağları onarırken ve ellerimizin yaraları iyileşiyor. Her

dokunuşta sarıyoruz birbirimizin yaralarını, alıyoruz denizini acı tuzunu derimizden. Nasıl yapacağımızı

biliyoruz, çünkü hemen hepimiz aştık bu dalgaları zaman zaman. Biliyoruz işte, biliyoruz öylesine… Günü

geldiğinde şefkatli ellerin ellerimizi tutmasıyla kalkıyoruz ayağa tekrar.

Ve bir sabah yine “rastgele” diyerek bırakıyoruz kendimizi denizin koynuna. Biz kadınlar böyle

yaşıyoruz işte hayatı.

Page 19: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

19

Cem TEPEKÖYLÜ

Şiir

Farklı Bir Şeyler Var

Farklı Bir Şeyler Var

Farklı bir şeyler var aramızda

Gözlerimiz ışıl ışıl

Yaşama sevincini yansıtıyor

Sarıldığımızda güller açıyor

Gönlümüzde..

Hiç yaşanmamış bir askın

Sanki hiç sönmeyecekmiş gibi yanan

Ateşi ile kavruluyoruz

Bakışlarımız bizi yansıtıyor...

Şarkılarda yeniden buluyoruz kendimizi...

Ruhlarımız bir

Başka bir şeyler var aramızda

Farklı bir aşk...

Farklı bir sevgi...

Bazen fırtınalı

Deliler gibi coşkulu...

Bazen durgun, duygulu

Huzur dolu

Page 20: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

20

Merve BURSALI

İnceleme

Drama Eğitimi

Drama Eğitimi

Günümüzde çağdaş eğitim yöntemleri arasında sık sık ismi

geçen bir yöntem olan drama yönteminin popülerliği gün geçtikçe

artmaktadır.

İnci San hocanın da söylediği gibi drama: "Doğaçlama, rol

oynama v.b. tiyatro ya da drama tekniklerinden yararlanarak, bir grup

çalışması içinde, bireylerin bir yaşantıyı, bir olayı, bir fikri, kimi zaman

bir soyut kavramı ya da bir davranışı, eski bilişsel örüntülerin yeniden

düzenlenmesi yoluyla ve gözlem, deneyim, duygu ve yaşantıların

gözden geçirildiği ‘oyunsu’ süreçlerde anlamlandırması,

canlandırmasıdır. Ancak, yaratıcı eğitsel drama çalışmaları 1) tiyatro

yapmak 2) oyunculuk değildir”. Daha basit bir anlatımla; bir grupla

beraber, tiyatro teknikleri kullanılarak, dramatik kurgusu oluşturulmuş

bir durumun "mış gibi" canlandırılmasına drama denir.

Bu noktada drama ile ilgili akıllara gelen sorulardan en yaygın olanları "ne işe yarar bu drama?" ve "drama bir araç mıdır yoksa bir araç mıdır?" sorularıdır. Drama esasen hem bir öğretim yöntemi hem de bir kişisel gelişim aracıdır.

"Dramatik eğitimde temel iki yaklaşım söz konusudur:

1. Bir sanat olarak drama .

2. Bir öğretme aracı olarak drama.

Drama bir sanat olarak ele alındığında ders programında ayrı bir konu olarak yer alır. Bu durumda dramatik oyun, çocuğun kişilik gelişimine destek olmayı amaçlayan ayrı bir aktiviteyi oluşturur. Bu yaklaşımda vurgu, katılımcıları oyun yaratma sürecine dahil ederek dramatik süreci geliştirme ve anlama üzerindedir. Nihai hedef bir oyun yaratmaktır ama gösteri değil. Bu süreç yoluyla çocuklar temel drama kavramlarını araştırır, onlara aşina olur ve hayal güçlerini, yaratıcı ve algılayıcı güçlerini geliştirirler. Drama derslerinde yaratıcı hareket, doğaçlama ve yaratıcı konuşma konuları üzerinde durulur.

Page 21: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

21

Bu yetileri geliştirmeye yarayan bir dizi oyunlar, dramatik durumlar yoluyla öğretmenler, çocuklara hem kendilerinin, hem çevrelerinin hem de yaptıkları işin daha çok farkında olmaları, daha bilinçli yaklaşmaları için yardımcı olurlar. Çocuklar kendi düşüncelerini ve yorumlarını ifade etme ve öneriler sunma konusunda cesaretlendirilirler. Kendi oyunlarını oluşturma ve oynama sürecinde çocuklar üç temel rolü üstlenirler: oyunculuk, oyun yapımcılığı ve seyirci olmak. Her bir rol katılımcıların değişik yetilerini geliştirmelerine katkıda bulunur. Örneğin oyunculuk rolünü üstlendiklerinde belirli duyguları ve düşünceleri ifade edebilmek, iletebilmek için vücutlarını nasıl kullanmaları gerektiğini öğrenirler. Oyunlarını kendileri yarattıkları için bu süreç onlara ayni zamanda bir karakter yaratmak ve diyalogları oluşturmak için gerekli yazarlık maharetleri hakkında da ipuçları verir. Oyunu oluşturma sürecinde yapı bilincinin gelişmesi; seyirci rolünde alıcı ve değerlendirici olarak kendilerini geliştirmeleri bu süreçlerde elde edecekleri kazançlardan bazılarıdır. Bu yaklaşımın amaçlarından belli başlıları şunlardır: hayal gücünün, yaratıcılığın, problem çözme yetisinin, sosyal farkındalığın, dil ve iletişim becerilerinin gelişmesi ve ayni zamanda tiyatro sanatının tanınması, daha iyi anlaşılmasıdır. Bu yaklaşım açıkça çocukların bir dramatik sanat anlayışı kazanırken öğrenmesi ve gelişmesine yardımcı olmayı amaçlıyor. Çocuklara içinde en yaratıcı düşüncelerinin ve en güçlü duygularının aktığı kaynaklarını keşfetmeleri için yardım ediyor.

İkinci yaklaşımda-bir öğretim aracı olarak drama- dramatik oyun ders programında yer alan tarih, dil, matematik gibi değişik konuları öğretmek için kullanılır. Bu yaklaşım diğerinden öncelikle amaç konusunda ayrılır. Bir çok benzer ya da ayni süreçler ikisinde de kullanılabilir ancak dramayı bir öğretme aracı olarak ele alan öğretmen, bu süreçleri, çocukların diğer alanlarla ilgili kavram ve gerçeklere dayalı bilgiyi öğrenmeleri için kullanır ve çocukların gerçek yaşamda karşılaşabilecekleri sosyal deneyimleri kurgulayarak oynamalarını sağlar. Bu süreçte çocuklar çalışılan konuya deneysel olarak katılırlar. Çocuklar, öğretilen konuya dair bir dramatik anın içinde varsayarlar kendilerini ve böylece o konuya daha yakından ve kişiselleştirerek bakabilirler. Bu süreç de onların konuyu daha derinlemesine incelemesini ve öğrenmesini sağlar. Çocuklar bir rol üstlenirler ve kendilerini tarihi veya hayali bir kişiliğin yerine koyarlar. Böylece gerçeğe fantezi yoluyla bakmayı, yüzeyde görünenin altında yatanı görmeyi öğrenirler ve bu onların farkındalıklarını geliştirir. Burada amaç oyun yapmaktan çok anlamaktır. Zaman zaman süreç içinde oyun çıkarıldığı da olur ama amaç bu değildir. Fakat açıktır ki, bu süreci kullanmada basarili olmak için bazı temel dramatik yetilere sahip olmak gerekir. Çocuk, konsantrasyon, hayal edebilme ve vücudunu kontrol etme gibi bazı temel yetilere sahip olmalıdır ki verilen bir durumda hayali bir karakteri yaratabilsin, onun gibi konuşabilsin. Yani, asal amaca- bilgi kazanmak- ulaşabilmek için dramatik süreç bir araçtır ve bu aracı iyi kullanabilmek gerekir. Bu iki temel yöntemin başlıca temsilcileri Peter Slade ve Dorothy Heathcote’dur (Sağlam, 2004).

Page 22: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

22

Drama eğitiminin kişilere kazanımlarından bazıları ise şunlardır:

- Problemlere karşı duyarlı olmayı sağlar.

- Serbest düşünme becerisi kazandırır.

- Zihinsel etkinliklerde esnek düşünmeyi sağlar.

- Orijinal fikirlerin ortaya çıkmasını sağlar.

- Dikkati artırır, yoğunlaşmayı sağlar.

- Yeni ve farklı deneyimlere açık olmayı sağlar.

- Öğretmenin sosyal ve öğrenme problemlerini teşhis etmesine yardımcıdır.

- Programın her alanında her konunun öğretiminde kullanılır.

- Hem görsel hem de sunuşsal sanatlar için kullanılabilir.

- Kendini ve başkalarını anlama becerisini geliştirmeye yardımcıdır. İletişim becerilerine olumlu bir katkı

sağlar.

- Kendine güven duyma, destekleme, karar verme becerisi kazandırır.

- Çocukların ahlaki değerleri keşfetmelerine olanak tanır.

- Beden dilini kullanmayı sağlar.

- Duygularını farkına varma ve ifade etmeyi sağlar.

- Kendini değerlendirme becerisini geliştirir.

- Eğitimde sınıf ortamında soyut ders konularının somut hale getirilerek kavranmasını sağlar.

- Dil gelişiminde olumlu katkı sağlar

Page 23: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

23

"Drama yönteminde kişilere hitap ederken "öğrenci" ya da "çocuk" yerine "katılımcı" kavramı

kullanılır. Katılımcı kavramının anlamı ise, kişi ister sekiz yaşında, ister daha büyük olsun, onun bir birey

olduğu ve kendine has duyguları, düşünceleri bulunduğudur. Öğrenme ortamında en az öğreten kadar

hakları vardır ve bu haklara saygı duyulmalıdır. Dahası bu birey her insan gibi değerlidir, önemlidir ve

anlaşılmayı beklemektedir. Drama liderlerinin ilk görevi ise katılımcıyı anlamaya çalışmakla başlar (Aslan,

2009)."

Drama lideri veya öğretmeninde mutlaka bulunması gereken bazı yeterlikler söz konusudur. Bunların en önemlilerinden bahsedecek olursak şunları sıralayabiliriz: Yaratıcı düşünme, doğaçlama yapabilme, rol oynama becerisine sahip olma, drama kuramsal bilgisine ve sertifikasına sahip olma, edebiyat bilgisi, gelişim ve öğrenme psikolojisi bilgisi, drama planı yazabilme becerisinin olması, grupla çalışabilme yetisi, kendini sürekli geliştirme ve yenileme isteği, eleştirilere ve geri bildirimlere açık olmadır. Mutlaka bu özelliklere ek birçok özellik ve yeterlilik eklenebilir fakat temelde olması gerekenler bunlardır denebilir.

Katılımcıların gönüllülüğünün esas olduğu, olumlu sınıf ikliminin sağlandığı bir demokratik öğrenme ortamında yaratıcı ve üretici etkinliklerde bulunmak her yaştan insana iyi gelecektir. Eğlenirken öğrenmenin, kendini geliştirmenin tadına drama ile varmanızı dilerim.

KAYNAKÇA

San, İ. (1989)." Eğitimde yaratıcı drama". Ö. Adıgüzel, (Ed.), Yaratıcı drama içinde (57-68). Ankara: Naturel Yayıncılık.

Sağlam, T. (2004). "Dramatik Eğitim: Amaç mı? Araç mı?". Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü TİYATRO ARAŞTIRMALARI DERGİSİ, Haziran 2004 , Sayı: 17 Sayfa: 4-21, ANKARA.

Aslan, N. (2009). "DRAMA ÖĞRETİMİ". "Eğitimde Drama", Editör Naci ASLAN, Oluşum Yayınları, Mayıs 2009, Sayfa: 25, ANKARA.

Fotoğraflar GOOGLE görsellerden alınmıştır.

Page 24: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

24

Ceyda CEVHER

Şiir

Eko Sancısı

Eko Sancısı

Göçmen kuşları uğurlarız evlerimizden,

Gökte dizi dizi liriktiler;

Krapon kağıdından kuleler

Çingelerin ateşli dilberi,

Güzelleme olur süzülür

Bülbülün dilinden.

Bahçemizin gecelerinde hüzünler

Yıldızları avlarken

Haberi yok radyoda çalan şarkının

Kanatları değer rüzgâra, güneşimizi eğer.

Serçeleri seviyoruz başkasının ellerinde

Büyük hezeyanlar gürler hayallerimize

Avuçlarımızda yağmurlar sancılanır

Dizlerini kanatır bahar

Yaradır;

Kalbimizde dolama

Çam reçinesine dolar çocukluğumuz

Kent efsaneleri yanar

Coğrafyasında kayboluruz küçük ceviz ağacının

Emin değiliz altı yaşımızda öldüğümüzden

Yitik ruhlar serenat havasında

Salınırız kara tahta sarkıcında

Page 25: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

25

Bir kâse süt mısır gevreğini hâlâ sevmez

Serpilmiş kızlar yabani kalır

Göğüslerinde ağlatmaz kuzularını

Sedeften dişleri, doğanın yapraklarını ısırmaz

Kıpır kıpır değildir sevmeler;

Meltem yelinin yokladığı

İki çılgın fidan gibi.

Kudurmaz azgın şarkıların söylendiği dere kenarları

Yosun tutmaz serili çarşaflar, yeşermez dansları dalgaların

Su çabuk kayar diri tenli zamandan

Herkes üşür!

Uzak bir yaylada koyun otlatan çoban üşür

Bağlaması üşür!

Ritmikleşir sessizlik

Köyün horozu ötmez

Üşür ibiği…

Kent efsaneleri yanar

Coğrafyasında kayboluruz küçük ceviz ağacının

Emin değiliz yaşlanıp öleceğimizden

Yitik ruhlar serenat havasında

Salınırız kara tahta sarkıcında

Page 26: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

26

Barış ÇELİMLİ

Şiir

Gurme

Gurme

-Kan İle Sütün Lezzet Farkı...

Dünyanın orta yeri

Bir kara kıta

Bir kara kıtlıkta

Bir kara çocuk

Çocuğun ellerinde

Bir kara meme

Bir kuru gövdede

Bir yara meme

Ağzındaki tadı sevmese de

Midesine o memeden

Damlayan kana sevinir,

Sarılır yaşamaya

Açlığın inadına

Günlerdir uzak durur

Damağı süt tadına

Dünyanın orta yerinde

Bir kara anne

Aldırış etmeden

Memesindeki acıya

Çocuğun kara yüzünden

Karasinekleri kovar

Dermansız elleriyle

Gücü olsa o elleri

Gökyüzüne kaldıracak

Ve dünyanın ortasından

Evrene saldıracak

—Açım ben aç!

Kan içiyor mememden

Benim kömür karası yavrum

Daha yaşım kaç!

Page 27: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

27

İsmail Can KARAKUŞ

Şiir

Kötü

Kötü

Kötü insanlar

Kötü şiirlerde

Güzel kuşları harcadılar

Güzel kuşlar

Kötü insanları

Her şeye rağmen sevdiler

Bu yüzden

Hüzünlenmeye

Bana bir şiir,

bir kuş olsa

yeter.

Page 28: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

28

Harun HARPUT

Şiir

Rosa

Rosa

Penceremin kenarında

Yakmışım bir sigara

Gül’üm yine aklımda

Gelecek bu bahara

Yangınım

Yandığım

Hasretine dayanamadığım

Gülüm

Page 29: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

29

Merve ÇETAK

Arkeoloji

Müze Nedir?

Müze Nedir?(!)

Müze kelimesi eski Yunanca’daki mouseion, “Musaların

Tapınağı” kelimesinden gelmektedir. Mouseion kelimesinin İtalyan

söyleyişinden museo haline getirilerek bugünkü anlamına yakın

kullanılışı Rönesans devrinde (16. yüzyıl) gerçekleşmiştir1.

Uluslar arası Müzeler Kurulu (International Council on

Museums – ICOM), müzeyi şöyle tanımlamaktadır: Müze, kar amacı

gütmeyen, toplumun gelişmesinde ve hizmetinde olan ve halka açık,

insanlar ve yaşam çevrelerinin somut kanıtlarını, araştırma, eğitim ve

zevk alma amacıyla, toplayan, koruyan, ileten ve sergileyen daimi

kuruluştur2.

Bu konuda söz sahibi başka bir birlik olan Amerikan Müzeler

Birliği’nin tanımına göre; müze, topluma açık, toplum çıkarları

çerçevesinde yönetilen, federal ve eyalet vergilerinden muaf olan

sanatsal, bilimsel, tarihsel ve teknolojik materyaller de dahil olmak

üzere eğitimsel ve kültürel değerlere sahip nesne ve örnekleri

koruyan, muhafaza eden, inceleyen, yorumlayan, bir araya getiren ve

toplumun öğrenmesi ve eğlenmesi için sergileyen, kar amacı

gütmeyen daimi bir kurumdur3.

1 Acar v.d. 1985: 2546. 2 Gürel 2006: 6. 3 Tüzün 2010: 5.

Page 30: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

30

İnsanoğluna ait en önemli özelliklerinden birisi sahip olma içgüdüsüdür. Bu sahip olma içgüdüsü

zamanla ortaçağda zenginliklerin sergilenmesi ve bir çeşit güç gösterisi haline gelmiştir. Müzeciliğin ilk

ortaya çıktığı tarihlerde biriktirme toplama dışında hiçbir amaca hizmet etmediği görülmektedir. İnsanların

kendi evlerinde, tapınaklarda, kiliselerde toplanan eserlerin zamanla halka sunulmaya başlanması ile

müzeciliğin amaçlarında çok boyutluluğun ilk adımları atılmıştır. Zamanla bu sergileme işlevi müzeciliğe

dönüşmüştür4.

Müzeciliğin tanımı ise; sahip olunan veya biriktirilen eşyanın belirli bir düzen içinde başkalarına

gösterilmesi (teşhir) faaliyetidir 5 . Türkiye’de müzecilik sistemi bağlı oldukları kuruma göre şu şekilde

sıralanır; devlete bağlı müzeler, belediye müzeleri, askerî müzeler, üniversitelere bağlı müzeler, vakıfların

veya kişilerin oluşturduğu özel müzelerdir6. Türkiye’de eser toplamak, korumak ve değerlendirmek genel

olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kontrolündedir. Bakanlık bu görevi Kültür vakıfları ve Müzeler Genel

Müdürlüğü kanalı ile yürütmektedir. Tarih, kültür ve tabiat varlıkları, taşınır taşınmaz tüm eski eseleri, anıt

ve kalıntıları tespit ve tescil etmek, korunmalarını sağlamak, cami, medrese, mescit, han, kervansaray, gibi

tarihi eserlerin onarımını yapmak, tasnif etmek, kayıt altına almak, bunları müzelerde depolamak, korumak,

teşhir etmek Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün görevidir7.

4 a.e. 5 Acar v.d. 1985: 2547. 6 Denizci 2012: 15. 7 Tüzün 2010: 16.

Page 31: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

31

Yukarıdaki tanımlardan da anladığımız gibi sanatın, kültürün, bilimin, tarihin, teknolojinin, eğitimin

başlangıç noktası müzedir. Hayatında hiç müze görmemiş bir çocuğa tarihten, kültürden bahsedemezsiniz.

Onu cahillikle, ırkçılıkla, şiddet yanlısı olmakla suçlayamazsınız. Çocuğunuzu oyuncak silahlarla

yetiştirdiniz, doğadan uzak tuttunuz, bütün dünyası bilgisayar olmuş bir çocuğu suçlayamazsınız, çünkü

bunun bütün sorumlusu sizsiniz! Almanya’da 5 yaşındaki öğrenci gurubuna “Müze nasıl gezilir?” eğitimi

veriliyorsa bizim ülke olarak oturup bazı şeyleri tekrar düşünmemiz gerekir(!)

Uyuma! İlk durağın bir müze olsun! Kültürel mirasına sahip çık ve gelecek kuşaklara aktar…

Page 32: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

32

Serdar Serhat ALTAN

Röportaj

İki Kapılı Ev Oyuncularıyla

Röportaj

İki Kapılı Ev Oyuncularıyla Röportaj

Ekip Tiyatrosu ekibine göstermiş oldukları güler yüzlü, samimi, içten,

misafirperver tavırlarından dolayı başta yönetmen sn: Cem USLU

olmak üzere bütün oyunculara teşekkür ederiz. Oyunculardan Ayça

SEYMEN ŞİMŞEK’e sağladığı katkılardan, yönetmen Cem USLU ve

Ayşegül URAZ’a söyleşilerinden dolayı teşekkür ederiz.

Serdar Serhat ALTAN: Cem USLU ’yu kısaca tanıyabilir miyiz?

Cem USLU: Ben Cem USLU 1983 doğumluyum. Uludağ

Üniversitesi uluslararası ilişkiler okurken başladım tiyatroya.2006 da

mezun oldum. Aynı yılın ağustos ayında konservatuara tiyatro

bölümüne girdim. On yıldır tiyatro ile ilgileniyorum

Serdar Serhat ALTAN: Tiyatroya başlama fikri ne zaman ve nasıl

başladı? Ailenizde tiyatro ile ilgilen var mı?

Cem USLU: Ekip arkadaşlarımla üniversite üçüncü sınıfta iken

Ekip Tiyatrosu’nu kurduk. Mezun olduktan sonra da arkadaşlarımla

Ekip Tiyatrosu’nda devam ettik. Diyebiliriz ki bir grup konservatuar

öğrencisi arkadaşların bir araya gelmesi ile oluştu.

Ailemde tiyatro ile ilgilenen kimse yok. Aslında benim de aklımda

tiyatro yoktu. Müzisyen olmak istiyordum.Lisede okurken birkaç

oyunda oynadım ama asıl olarak üniversitede belirdi tiyatroya olan

ilgim.

Serdar Serhat ALTAN: Ekip Tiyatrosu olarak bir felsefeniz var mı?

Ya da oluşum sebebiniz nedir?

Cem USLU: İlk amacımız hatta temel amacımız tiyatro yapmaktı.

Tiyatro bölümünde okuyan arkadaşlar olarak bir araya geldik ve

tiyatro icra etmeye karar verdik. Tabi ki bir çok oyuncu ve mezun var.

Yalnız tiyatro yapacakları alan yok.Kendi tiyatromuzu kendimiz

kuralım dedik.İlk başta bir varoluş mücadelesi verdik.Mekan

bulmak,oyun oynamak ve kadro oluşturmak bunlar sıkıntıydı.Kitleye

ulaşmak,tanınır olmak,ses getirmek, bunları daha yeni yeni aştık.

Page 33: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

33

Serdar Serhat ALTAN: Tiyatrodan başka bir sanat alanı ile ilgileniyor musunuz?

Cem USLU: Evet tiyatro dışında sinemada da faaliyet gösterdim. Bunu kendimin belirlediğini

söyleyemem. Dizi, reklam ve filmlerde rol aldım. Saklı Kalan adlı dizide rol aldım. Karadayı dizisinde rol

aldım. Bunların dışında birkaç reklam filminde de oynadım, ama asıl alanım tiyatro.

Serdar Serhat ALTAN: Tiyatro alanında kendinize örnek olarak aldığınız büyük usta nitelendirdiğiniz bir

tiyatro oyuncusu var mı?

Cem USLU: Ben daha yeni ve genç bir oyuncuyum. Daha işin başındayım. Elbette çok büyük

oyuncularımız var ama kalkıpta bu büyük oyuncudur şu değildir demek yanlış olur. Hepsi yetenekli ve

büyük oyuncular. Tabi her meslekte iyi olduğu kadar kötü oyuncular da var. Ben kalkıp da bu oyuncu iyi bu

oyuncu iyi değil diyemem. Dediğim gibi daha yeni ve genç bir oyuncuyum.

Serdar Serhat ALTAN: Tiyatro toplum için neyi ifade etmeli? Bir eğitim aracı olarak görülebilir mi?

Cem USLU: Tiyatro bir eğitim kurumu değildir bana göre. Sanat dalıdır. Sanatla ilgileniyorsanız eğer ister

izleyici olun, ister icra eden olun, tiyatro ile kendinizi iyi hissedersiniz. Tabi ki de bir şeyler öğrendiğinizi

hissedersiniz, tabi ki de sizi geliştirdiğini anlarsınız ama bu tiyatronun temel işlevinin eğitim olduğunu

göstermez.

Page 34: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

34

Serdar Serhat ALTAN: Genellikle hangi tür oyunlarda rol almayı seviyorsunuz?

Cem USLU: Ben bugüne kadar genel olarak dram ve gerilim ağırlıklı oyunlarda rol aldım. Pek fazla

komedide rol almadım. Belki bugüne kadar bu türlerde oynadım ama böyle bir genelleme yapmak doğru

olmaz.

Ayşegül URAZ: Dram, trajedi ve komedi hepsi benim çocuğum gibidir diyebilirim. Hepsinde oynadım,

oynarım. Böyle bir ayırımın içine hiç girmedim. Biçimine alışmak konusunda belki biraz sorun yaşıyorum

ama rolü oynamak konusunda, roller arası geçişte herhangi bir problem yaşamıyorum. Hepsinin bende yeri

ayrı ve hepsinde oynamaktan keyif alıyorum.

Serdar Serhat ALTAN: Özel tiyatrolara herhangi bir yaptırım uygulanıyor mu? Ekonomik bir destek

sağlanıyor mu?

Cem USLU: Herhangi bir yaptırım ve baskı durumu yok diyebiliriz. Neyi istiyorsak onu seçip oynuyoruz.

Özel tiyatrolara destek konusunda problem var. Destekleme ya yok ya da çok minimum bir seviyede

desteği var. Bizim ve toplumumuzun vergileriyle oluşan bir fon var. Bu nedenle destek sağlanmalı ancak

böyle bir destekten söz edemeyiz. Yıllık olarak ödemesi gereken destek sadece bir oyunu destekleyecek

nitelikte. Sanata ve kültürel faaliyetlere büyük bir desteğin sağlanması gerekir. Baskı konusunda evet genel

olarak tiyatro üzerinde bir baskı var. Bu tam belirgin değil. Aslında son zamanlarda tiyatro ekiplerinin siyasi

duruşu ve tutumu önemli hale geldi. Tabi ki bunun yanlış bir tutum olduğu konusunda hemfikiriz. Sanat bir

ideolojiye ve herhangi bir siyasi düşünceye bağlı kalmamalıdır.

Page 35: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

35

Ayşegül URAZ: Ben baskının açık bir şekilde ve belirgin olduğunu düşünüyorum. Bugün bizi bırakın köklü

tiyatro ekipleri bile bazı durumlarda baskıya maruz kalıp ekonomik olarak desteklenmiyor. Her yönüyle

kendi kendine ayakta duran bir tiyatrodan ve tiyatro ekiplerinden bahsedebiliriz.

Serdar Serhat ALTAN: Avrupa Tiyatrosu ile Türkiye’deki tiyatroyu karşılaştırma durumu olursa nasıl

değerlendirirdiniz?

Ayşegül URAZ: Çok üzülürüz çok. Birçok konuda yetersiz ve eksik olduğunu söylemek yerinde bir tabir

olur.

Cem USLU: Avrupa da yerel yönetimler kendi bölgesindeki tiyatrolara müthiş bir seviyede destek sağlıyor.

Bu aslında her yerel yönetimin halkına sunması gereken bir hizmet. Kültürün, sanatın, halka sunulması

gereken bir hizmet olduğu, bir ihtiyaç olduğunu bilincindeler. Bizim ülkemizde böyle bir hizmetten söz

edemeyiz. Bizde gişe ve kendi desteğiyle ayakta kalmaya çalışan bir tiyatro var.

Serdar Serhat ALTAN: İzleyicilerin en çok rağbet gösterdiği tür hangisi?

Ayşegül URAZ: Biz İki Kapılı Evi yaparken yola çıktığımız fikir artık gülmeye ihtiyacımız var gerçeğinden

yola çıkarak yaptık. Bu durumu temel alarak seçtik bu oyunu. Ülke ve toplum olarak gülmeye çok

ihtiyacımız var. Bu yüzden komediye biraz daha rağbet var.

Cem USLU: İnsanlar gülmeyi istiyor. Burası çok dertli bir ülke. Hiçbir döneminde dert ve keder eksik

olmamıştır. Bu bizim kültürümüzün de artık bir parçası oldu. Acıya açık bir toplum olduk. İki Kapılı Ev adlı

oyunda bunu gördük. İnsanların gülmeye ihtiyacı olduğunu gördük. Ben kendim bile bu oyunun olduğu

günü iple çekiyorum.

Serdar Serhat ALTAN: Toplum ile sanatçı arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendirirsiniz? Toplumun sanatçıyı

farklı bir statüde gördüğünü düşünüyor musunuz?

Cem USLU: Statü konusunda böyle bir imaj var. Bu imajı yaşayan ve kullanan insanlarda var. Aslında bu

imajı yaratan yine halkın kendisi. Bütün mesleklerde böyle bir imaj var. Doktor olsun, mühendis olsun

hepsinde var. Aslında başta biz sanatçılar olmak üzere hepimiz bu toplumun bir parçasıyız, onlardan biriyiz.

Hepimiz aynıyız ve aynı hayatı paylaşıyoruz.

Serdar Serhat ALTAN: Günümüzde diziler ve sinemanın tiyatroya olan ilgiyi azalttığı tartışılıyor.

Sinemanın tiyatroyu engellemesi söz konusu mu? Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Cem USLU: Yok yok böyle bir durumun olduğunu düşünmüyorum. Çünkü o kadar büyük bir sektör yok.

Çekişmenin ya da birbirini engellemenin olması için sektör olarak çok büyük bir pasta olması gerekir. Ben

böyle büyük bir sektörel bir engellemenin olduğunu düşünmüyorum. Keşke bu iki alanda daha fazla ilgi ve

uğraş olsa, engelleme yerine aksine birbirini besler. Bana göre bir sanat dalı, diğer sanat dalını besler

neden engellesin ki.

Serdar Serhat ALTAN: Bir tiyatro oyuncusunun tiyatroyla beraber ilgilenmesi gerektiği ve ona fayda

sağlayacağını düşündüğünüz bir sanat dalı veya yeteneği olmalı mı?

Cem USLU: Ekip Tiyatrosu’nun yönetmeniyim. Oyun metni yazıyorum. Bunun dışında bilmeniz gereken

her şey sahnede işinize yarar. Bunun dışında enstrüman çalıyorum. Bildiğiniz her şeyi bir gün

kullanacağınız bir alan bulursunuz mutlaka. Bu bir oyunun içeriği de olabilir.

Ayşegül URAZ: Elbette bir oyuncu olarak ne kadar fazla donanıma sahip olursanız o kadar işinize yarar.

Beslenebileceğiniz pek çok alan yaratmanız pozitif bir yöndür. Dans, tasarım, müzik bunların hepsi birer

avantajdır. Sizin oyunculuğunuzu ve sizi besler.

Page 36: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

36

Serdar Serhat ALTAN: Salon bulmakta sıkıntı yaşıyor musunuz? Size ait bir salonunuz var mı?

Cem USLU: Kendimize ait bir salonumuz yok. Salonları kiralayarak oyunlarımızı oynuyoruz. Şuan

kullandığımız D22 salonu da arkadaşımızın tiyatrosu. Beş yıldır sahneleri kiralayarak oynuyoruz. Devletin

bize salon tahsis etme gibi bir durumu yok. Çünkü onların bile çoğu salonu kapalı yada kapatıldı. Salon

olmayınca bazı yerlerde insanlarla buluşamıyoruz.

Serdar Serhat ALTAN: Türk Tiyatrosu kadın oyuncu olarak istenilen seviyede kadın oyuncu barındırıyor

mu?

Ayşegül URAZ: Kadın oyuncu konusunda sıkıntı olmadığını söyleyebiliriz. Belki bu ülkenin sisteminde

kadın olmakla ilgili başlı başına bir sıkıntı var ama kadın oyuncu olarak bir sıkıntı veya eksiklik olduğunu

düşünmüyorum. Çok iyi, çok yetenekli ve yeterli sayıda kadın oyuncumuz var.

Serdar Serhat ALTAN: Tiyatro üzerine söylemek istediğiniz temenni veya dileğiniz var mı?

Ayşegül URAZ: Temel ihtiyaçmış gibi görülmesi gerektiğinin bilinmesini istiyorum. Bireyi özgürleştiren,

herkese ulaşabilen, insanın var olmasının bir parçasını taşıyan bir sanat dalı olduğunu bilsinler. İnsanları

değiştiren, geliştiren, özgürleştiren, dürüst, içten ve samimi bir toplum haline getiren bir tiyatro temenni

ediyorum.

Cem USLU: Daha fazla insan ile buluşabilen bir tiyatromuzun olmasını diliyorum. Devleti ve toplumun

mutlaka desteklediği bir tiyatro olmasını istiyorum. Sanatı kar getiren bir kurum olarak değil, devletin

halkına sunmak için çaba harcadığı bir kültür aracı haline gelmesi gerektiğinin bilinmesini istiyorum.

Tiyatromuzun; sanatın, bireyin ve toplumun bir parçası olduğunu, toplumu bütünleştiren bir kültür olduğunu

unutmasınlar.

İ K İ K AP I L I EV

Y A Z A N : Pe d r o C a ld e r ó n D e L a B a r c a

İ S P A N YO L CA AS L I N D A N Ç E Vİ R E N: O n u r A l ag ö z , N i h an D e m i r e l l i

U Y A R L A Y A N: E K İ P

Y Ö N ET E N : C em Us l u

O Y U N C U KO Ç U: M i n e Çe r ç i

A S İ ST A NL A R: Z e y n e p E r t an , Bo r a Pak

I Ş I K T A S A RI MI : Ce m Y ı l m a z e r

D E K O R T A SA R I MI : C em U s l u , Ö n e r Se r k a n Ş im ş ek

K O ST Ü M v e A K S ES U A R T AS A R I MI : D u y g u Y e t i ş , S im e l Ak s ü ng e r , A y ş eg ü l U r a z

F O T O Ğ R AF L A R: A l i G ü l e r

A F İ Ş v e B RO Ş Ü R: D u y g u Y e t i ş

C A L A B A Z A S: A ş k oş : S im e l Ak s ü ng e r

L A U R A : K ü t : H ak a n Em r e Ü n a l

L I S A R DO / F A B I O : S a f t i r i k : Ö m er F ı r a t K ök e r

D O N F E L I X : P a t a r a : İ s m a i l S ağ ı r

S I L V I A / C E L I A / HE R R E R A : G ü z e e l l i k : A y ş eg ü l U r a z

MA R C E L A / L EL I O : T a t a : D u yg u Ye t i ş

Page 37: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

37

Edib Rasljanin

İSLAMOĞLU

Deneme

Dil Üzerine

Dil Üzerine

Dil canlı bir varlıktır denir hep. Ben de derim. Her canlı varlık

gibi dil de doğar, yaşar ve ölebilir. Ölebilir diyorum çünkü dilin ölmesi

onu kullananların ona bahşettiği kaderdir.

Bilmemekten değil ama ihmal ve dikkatsizlikten olacak ki

hemşerilerimiz günlük konuşmalarında dilimize yeni kavramlar ilave

ediyorlar, Seksenlerin Fehmi Abisinin tabiriyle, icat ediyorlar. Bu

kavram ve kelimelerden bazılarını sosyal ortamda dile getirmek hayli

zamandır içimde ukde. Bugüne ve dergimize nasipmiş.

Devlet televizyonu dahil, yazılı ve görülü yayın

organlarımızda, hele ki film ve dizilerde sıkı sık karşılaştığımız bu

kavramlar zamanla benimseniyor ve doğruymuş gibi algılanmaya

başlıyor. Koyu yazdığım kelimeye mi takıldınız? Takılırsınız tabi

çünkü orada görsel kelimesini görmeye alıştınız. ‘yazılı’ kelimesi

yazmak fiilinden gelip ı ve lı yapım eklerini alıp son şeklini alırken

görmek fiilinin başı kel mi ki aynı muamele görmüyor? Ya da neden

yazmak fiili Fransızcadan gelen sal/sel ekini alıp yazsal şeklini

almadı? O üvey evlat mı? Dedim ya, alışkanlık meselesi. Mademki

bir kelimeye yabancı dilden gelen bir eki ilave ediyoruz, hemen yanı

başındaki, üstelik onunla sıkı anlam ilişkisinde bulunan diğer bir

kelimeye aynı eki neden ilave etmiyoruz? Yani, yazılı ve görülü

medya ya da yazsal ve görsel medya tabirini kullanmak daha doğru

olsa gerek. ‘Tarihî ve matematiksel’ yerine ‘tarihsel ve matematiksel’

demek daha doğru olması gerektiği gibi.

Gerekmek fiili de bu gibi hatalara sebep olan fiillerden biri.

‘Bana kalem gerekiyor.’ demek yanlıştır. ‘Bana kalem lazım.’ doğru

olan cümledir. Gerekmek fiili isim fiillerle birlikte yardımcı fiil olarak

kullanıldığından, önünde yine bir fiilin bulunması gerekir. (bu

cümledeki gibi).

Ne…ne.. bağlacı yine yanlış kullanımlara sebep olmakta. Bu

bağlaç kullanıldığında yüklemin olumlu bitmesi esastır çünkü bağlaç

zaten olumsuzluk anlamını vermektedir. ‘Ben ne şiir ne de hikâye

yazmıyorum.’ demek yanlış bir cümledir ve doğrusu şöyle olmalı:

‘Ben ne şiir ne de hikaye yazıyorum.’

Page 38: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

38

Hele şu almış olmak, yapmış olmak, görmüş olmak, hatta olmuş olmak tabirleri var ya – beni deli

ediyor. ‘Yanımda görmüş olduğunuz genç izlemiş olduğu maçın oyuncularıyla aynı derecede heyecanlı ve

mutlu olmuş olduğunu söylemiş oldu.’ Bu nasıl cümle!? Gel de sinirlenme! Bu cümleyi ‘Yanımda

gördüğünüz genç izlediği maçın oyuncularıyla aynı derecede heyecanlı ve mutlu olduğunu söyledi.’

şeklinde söylesen bir tarafın mı eksilir? Sabah programı sunucusu: ‘Sevgili seyirciler, yarın aynı saatte size

burada bekliyor olacağım.’ Allah seni bildiği gibi yapıyor olsun!! Olmak yardımcı fiili isim köklü kelimelerle

kullanılır: traş olmak, mutlu olmak, hazır olmak, yardımcı olmak gibi.. İstisnaların kaideleri boz madığını da

biliriz: geçmiş olsun vb.

Kısaltmalar da bazen hatalı kullanılıyor. Malum olduğu üzere, Türkçede sessiz harflerin tümü e ile

okutulur: be, ce, çe, de, ..me, ..re, .. ze. Bazen h ve k harfleri – tabii ki yanlış olarak a ile okutulur: ha, ka

diye. Seçim arefesindeyiz. Liderler meydanlarda rakip partileri eleştirirken isimlerini genellikle kısaltmalarla

söylerler: MeHaPe, CeHaPe, HaDePe, AKaPe. Bazı kurumların isimleri de yanlış telaffuz edilir: SeSeKa

(şimdi SeGeKa), İHaLe, TeSeKa vb. Hepsi yanlış çünkü bütün bu kısaltmalar Türkçedir ve Türkçe olarak

okunması lazım. TaBaMaMa olarak neden okunmaz, TaRaTa neden denmez? Sanatçı İsmail YeKa da bu

hatadan nasibini almış çok mu? Dilimizi düzenleyen, kontrol eden, araştıran ve geliştiren kurum olan

TeDeKa’nın da başına aynı taş düşmüş – farkında mısınız?

Page 39: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

39

Birgül AL

Şiir

O Yer

O Yer

Bir okyanusu aşmış kadar yakındım gelişine

Hüznü aştığım bir yer var elbet

Sensizliğe dokunabileceğim mesafede

Gözlerim ve ellerim uzaklığında

Olmuş ve hiç olmamış bir yer duruşu

Hatırlayamadığım adın

Harcadığım boşa zamanın

Ve kaybolan şehirlerin çıkmazlarında

Yitmişliğin

Kimsesizliğin

Cümlelerimin sustuğu tükenmişlik duruşunda bir yer

Pişmanlığın

Kendime yenilmişliğin

Feryatların

Ah ile vah arası aşmışım gibi yaklaştığım gize

Gurur dediğin bir adımlık mesafede

Biz de birikenlerin yerinde buluşalım mı seninle

Yaşanan ve yaşanamayanların karıştığı o yer

Page 40: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

40

Kaderdeki yazıların

Kalemin

Mürekkebin

Sayfaların

Şiir izdüşümü paragrafların

Seni ve beni anlatan kitap arası ayıraçların

Aşk ve nefretin ikilemindeki çırpınışların

Patikalarında yürüdüğümüz yolların

Bazen koynunda çaresizliğin

Bazen isyanıyla haykırışların

Gözyaşı ve tebessümün karıştığı yer de buluşalım

İtiraf ve inkar

Anlam ve arayışların

Aşk ve inancın teğet geçtiği bir yer

Çaresizliğin girdabında dibe vuruşların

Neden niçin'lerin ve nasıl’ların

Yılgınca cevap arayışların

Bazen bıkkınlığın kısır döngüsünde dargınlığın

Kendine idam hükmüne infazın

Vah ölen benmişim musalla taşındaki

Alışıyorum da sanki

Başka başka daha var mı sancılarıma katacaklarım

Bazen yüreğimin acılarımdan ne de bahtiyarım

Cenneti cehenneme mesken edindiğim yer

Ölenler yaşayanlardan daha canlı ve taze

Yüreğimde aşk

Bir yanım iyi ki bir yanım keşkelerinde o yer

Düşlerim kavuşmak

Adım bağışlamak

Martı dilinde özgür öyle barışık yüreğiyle

Rüyalarım ayrılık

Bir şiir kadar gözlerimde öyle buruk

Bir dörtlüğün çoğaldığı yerde buluşalım mı seninle…

Page 41: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

41

Nurdan OFLAZOĞLU

İnceleme

Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu

c

Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu

Oktay Sinanoğlu,(1934-2005, Bari, İtalya) Türk kuramsal

kimya mühendisi ve moleküler biyologdur.

Dünyada yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının

ilk profesörlerinden biri oldu. DNA sarmalının çözelti içinde o biçimde

nasıl durduğuna açıklama getirdi. Dünyanın pek çok yerinde buluşları

ve kuramları ile ilgili konferanslar verdi.

1980'li yıllarda çalışmalarını kimya biliminin basit bir şekilde

öğretilmesine yönelik bir kuramsal çerçeve üzerinde yoğunlaştırdı.

Ancak 1988'de yayımlanan çalışmaları akademik dünyada ilgi

görmedi. 1993'te Yale Üniversitesindeki profesörlük görevlerinden

erken sayılabilecek bir yaşta emekliye ayrıldı. Aynı yıl Türkiye'ye

dönerek Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya

Bölümü'nde profesörlüğe atandı. 2002 yılında bu görevden de

emekliye ayrıldı. Yine hocanın birçok çalışma yaptığı alan var:

matematik, moleküler biyoloji, fizik, astrofizik, nükleer fizik, kimya.

Hatta kimya üzerine yaptığı çalışmalarla iki kez Nobel Ödülü’ne aday

bile gösterilmiştir.

Türkiye'de bulunduğu dönemde çalışmalarını daha çok Türk

ulusal kimliği ve Türk diliyle ilgili milliyetçi görüşlerini yaymaya adadı.

Eğitim dilinin resmi dil olması gerektiğini ve yabancı dilin takviyeli

olarak öğretilmesinin gerektiğini savunmaktadır. Matematiksel

yapısından dolayı Türkçenin en iyi bilim dili olduğunu söylemektedir.

Oktay hocanın Türkçeye karşı ciddi bir hassasiyeti vardır.

Kendisi de yabancı dilde eğitim almasına rağmen der ki: Öğrenciler

için İngilizce okutulan fen bilimleri dersi Türkçe olarak okutulan dan

%20 daha anlaşılırdır. Bu yüzden Türkçe eğitim daha etkilidir.

Sonuçta ana dilde öğrenim bir başkadır diyerek bu görüşe

katılabiliriz. Türkçe üzerine de çalışmaları vardır. Oktay

Sinanoğlu’nun Türkçeyle ilgili görüşleri aşağıda belirtilmiştir:

Öz Türkçe sözü, sahte sağ, sahte sol çatışmasının yoğun

olduğu yıllarda yıprandı; iki tarafın da elli yıl süren bağnazlığı, dar

görüş ve saplantıları, Türkçe sevgisi ve merakı yerine ona ipe sapa

gelmez bir acayip “sağ-sol” siyaseti karıştırmaları Türkçeye zarar

verdi; Türkçenin ikiye bölünüp iki parçasının da eritilmesine zemin

hazırlamış oldu.

Page 42: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

42

BÖL VE YÖNET

Biliyorsunuz, 1950’lerden başlayarak, birçok üçüncü dünya ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de

birer sahte sağ ve sahte sol yaratarak hakiki solcular da gerçek milliyetçiler de ezilmiş, bu iki görüşü,

felsefeyi birer kelimeye (sol = anti-faşist, sağ = anti-komünist) indirgeyerek milleti ikiye bölmüş, gençleri

birbirine kırdırmıştı. Bu bölünme Türkçeye de bulaştı: Türkçe severler, dilciler, edebiyatçılar bile ikiye

bölündü. Eski Türkçe, Türkçe yerine icat edilen iki laf, Osmanlıca ve Öz Türkçe kullanılır oldu. Sağcıları

“Osmanlıca”, “solcuları da “Öz Türkçeci” idiler. Halbuki iki laf da yanlıştı.

“OSMANLICA” NE DEMEK ?

800 - 900 yıllarından başlayarak, Türklerin Müslüman olmasıyla Türkçeye bazı Arapça, Farsça

kelimeler girmiş ama Arapların fethettiği Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin yerli halkları eski dillerini

kaybedip Araplaştıkları halde, Türkistan ve sonra bugünkü Türkiye’de Türkler hep Türk kalmışlar yani

Türkçelerini korumuşlardı.

Asya Türklerinin binlerce yıllık çok derin ve üstün bir kültürü, uygarlığı vardı. Osmanlıdan önceki o

devir Selçuklu gibi Türk devletlerinde de, Osmanlı döneminde de “Eski Türkçe” diyebileceğimiz aynı dil

vardı. Peki “Osmanlıca” lafı nereden çıktı? (Allah Allah, Selçuklulara, hatta daha öncekilere de mi “Osmanlı”

diyeceğiz yani?) Bu adın İngilizler tarafından XIX. yüzyıl sonunda takıldığı rivayet edilir. (Üzerine basarak

söyleyelim: ?Eski Türkçenin sadeleştirilmesi, şanlı Osmanlı atalarımıza yöneltilen düşmanlıkla

karıştırılmamalıdır. Ona düşmanlık, babana, dedene, kendine düşmanlıktır. Ayrıca unutmayalım ki

Selçuklular, sonra Osmanlılar olmasaydı bugün Türkiye’de ne Türk ne de Türkçe olurdu.)

Page 43: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

43

YA “ÖZ TÜRKÇE “?

“Öz Türkçe” sözü de yanlış. Her dilde, halkın gündelik dili ile hukuk dili, tıp dili, bilim dili, felsefe,

hatta kısmen edebiyat dili arasında fark olur. Özellikle çoğu Batı dilinde, bu üst dili sadeleştirmek, halk

diline yaklaştırmak mümkün değildir. Çünkü öyle dillerin (hele İngilizcenin) fazla bir geçmişi olmayıp ileri

düzey terimleri Latince ve eski Yunancadan türetilmiştir; kendilerinin kök dilinden türetme kuralları yok veya

kalmamıştır (Roma İmparatorluğu etkisi). Türkçe ise en az on bin yıllık bir Avrasya dili (öbür kıtalara da

taşmış); belki de en eski dil. Matematik gibi olan kuralları, terim üretme yetenekleri binlerce yıldır yaşıyor.

Bu kuralları iyi bilen herkes her devirde, her dal, her meslek için gerekecek yeni kavramlara karşılık

terimleri türetebilir, o konuda eğitimi olmayan herhangi bir kişi de, aşağı yukarı ne ifade edildiği hakkında bir

fikir sahibi olabilir. Bu kurallar Türkçenin her lehçesinde de, en eski Asya Türkçesinde de, günün halk

Türkçesinde de mevcuttur. O halde bu şekilde türetilen terimlere “Kök Türkçe” dememiz daha uygundur.

(Ve işbu adı burada şimdi öneriyorum). “Kök Hücre” diyelim; zaten “Öz Türkçe” sözü, sahte sağ, sahte sol

çatışmasının yoğun olduğu yıllarda yıprandı; iki tarafın da elli yıl süren bağnazlığı, dar görüş ve saplantıları

Türkçe sevgisi ve merakı yerine ona ipe sapa gelmez bir acayip “sağ-sol” siyaseti karıştırmaları Türkçeye

zarar verdi; Türkçenin ikiye bölünüp iki parçasının da eritilmesine zemin hazırlamış oldu.

Atatürk döneminde ulusal hamleler yapılırken, yeni bilim/teknik terimleri kesinlikle Batı dillerinden

alınmayacak, ?Kök Türkçeden türetilecek, bu suretle sair Avrasya Türk lehçeleri, ve (o da zaten “Kök

Türkçe” olan) halk dilimizde de yeniden bütünleşme sağlayacaktı. İşte Atatürk’ün Dil İnkılabı aslında bu idi.?

(Aydınlık Dergisi, 29 Mayıs 2005, sayı 932, sayfa 56)

TASFİYECİLİKTEN DOĞAN BOŞLUĞA İNGİLİZCE BOZUNTUSU TARZANCA SÖZCÜKLER

HÜCUM ETTİ

Gaye bin yıldır halk diline kadar girmiş, bazısı manevi manalar da taşıyan sözcükleri tasfiye etmek,

“Eski Türkçeye ,Osmanlıca” diyerek bizi tarihimize, atalarımıza yabancılaştırmak, Türk dünyasının o

zamana dek mevcut olan ortak Türkçesini, ortak edebiyatımızı bertaraf etmek değildi ama 1950’ler ve

sonrası, bilim/tekniği (kök) Türkçeyle yapma gayesinden uzaklaştığı gibi mevcut eski Türkçe kelimelerin,

halk diline ve edebiyatımıza iyice yerleşmiş olanlarının bile tasfiyesi yoluna gidildi. Oluşan boşluğu vaktiyle

“Anglomanlıca” adını taktığımız İngilizce bozuntusu, “Tarzanca” sözcükler hücum etti. Bunlar halk diline,

edebiyat, basın-yayın diline sokulmak istendi. Ne Eski Türkçe ne Türkçe! Yerine “Anglomanlıca”

Bilim/teknik/tıp dilinde de aynı tutum sergilendi; Eski Türkçe mevcut terimlerden vazgeçildiği gibi, Kök

Türkçeden terim türetme yerine “Tarzanca” ile eğitimle derinden desteklenen yabancı, “Anglomanlıca”

salatası yeğlendi.

TÜRKÇE KONUSUNDAKİ İLKELERİMİZİ SIRALAYALIM:

1. Eski aydın diliyle, halk diliyle, tarihi ve günümüz Avrasya lehçeleri ile Türkçe bir bütündür. Tümüyle

kullanılmalı ve öğretilmelidir. Türkçenin bütünü etrafında tüm aydınlarımız birleşmeli; Türkçe, tarihimizle

geleceğimiz arasında, hem de Avrasya coğrafyasındaki Türk halkları arasında yeniden köprü olmalıdır.

2. Türkçenin bölünmesine ve tasfiyesine hayır, zenginleştirmeye evet.

3. Kavramların eski- yeni Türkçe karşılıkları dururken, “Anglomanlıca”, “Tarzanca” laflar kullanmayacağız.

Örneğin, “teferruat” ve “ayrıntı” dururken “detay” deme züppeliği de ne oluyormuş?

4. Yeni kavramlara karşılıklar, binlerce yıllık ve halk diliyle de bağdaşıl olan Kök Türkçenin matematik gibi

terim türetme kurallarıyla karşılanacak; bu kuralları okulda herkes iyi öğrenecek. Kavramları Türkçe başka

türlü (ve çoğu kez Batı dillerinden daha uygun ve güzel) ifade ederiz.

5. Bin yıldır kullandığımız, bazılarını Arapça, Farsça köklerden Türklerin türettiği, çoğu halk diline kadar

girmiş “Eski Türkçe” sözcükleri tasfiye etmemeli, onları da kullanmalı ve öğretmeliyiz ki geçmişimizle,

atalarımızla, edebiyatımızla bağlarımız kopmasın.

Page 44: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

44

6. Eşanlamlılar hakkında ilke: Her dilde eşanlamlı gibi başlayan kelimeler zamanla anlam kaymasına uğrar;

her birisi biraz değişik anlama gelmeye başlar. Bu dili zenginleştirir. (Laf, söz; kelime, sözcük, bilim, ilim

ikililerindeki gibi.) Ayrıca her kelimenin üstünde tarih ve kültür birikimini yansıtan bir “çağrışım bulutlu”

vardır. Tüm bu sebeplerden “Eski Türkçe”, “Kök Türkçe” tüm sözcükleri korumalı ve kullanmalıyız.

Türkçede “münakaşa”, “müzakere”, “münazara” birbirine yakın ama önemli değişik anlamlara gelir. Bunları

atıp yerine sadece, kendisi de çok güzel bir “Kök Türkçe” sözcük olan “tartışma”yı koyarsanız dili

fakirleştirir, yaratılan boşluğu “Tarzanca” kelimeler dolmasına yol açarsınız.

7. Eski-yeni her türlü güzel Türkçesi dururken İngilizce bozuntusu laf paralamanın kökeninde yabancı dille

(genelde şimdi “Tarzanca”) eğitim yatıyor. Bu sömürge, bu misyoner okulu türü eğitim çocuklara aşağılık

duygusu aşılarken, bir yandan da düşünme kabiliyetini köreltmekte, ulusal bilinci de yıpratmaktadır.

8. Garip İngilizcemsi dükkan, işyeri, şirket, renkli, allı pullu, ”magazin” türü dergi/mecmua adları salgınının

da kökünde aynı aşağılık duygusunu, sömürge ruhunu ve tabii yabancı dille eğitimi bulabilirsiniz. İlkemiz,

yabancı dille eğitime hayır, mesleğe göre gerekebilecek yabancı dilleri ayrıca, yabancı dil derslerinde,

yabancı dil öğretme uzmanı öğretmenlerle öğretmeye “evet” olacaktır. (Atatürk’ün milli eğitim ilkesi de

buydu.)

9. Her düzeyde okullarımızda “Eski Türkçe”, “Kök Türkçe” hepsi çok iyi öğretilecek, son on yıl öncesine

kadar olduğu gibi binlerce yıllık edebiyatımızın tümü okutulacak. Gençler, 40-50 yıl önceki bir yazıyı

anlamakta zorluk çekmeyecek. Nerede görülmüş? Atatürk’ün “Büyük Nutku”nu bile “sadeleştiriyoruz”

bahanesiyle tercüme edip anlamını bile kasten değiştiriyor; üstelik ruhunu, üslubunu, gücünü yok diyorlar.

Herkes, yazar nasıl yazdıysa aynen öylesini okuyup anlayacak. Yoksa, zaten ne edebiyat kalır, ne yazar.

(Aydınlık Dergisi, 932,933, 5/12 Haziran 2005 sayıları)

Bütün bunları okuyup değerlendirdikten sonra bir kanıya varıyorsunuz. Söylenenler, saptamalar

doğru. “Eski Türkçe”, “Kök Türkçe” yaklaşımı bana ters gelmiyor. Cıvıklaşmaya başlayan kültür

emperyalizmine ve her türlüsüne karşı tavır almaktan başka çıkışımız olmadığı gerçeği bir kez daha

doğrulatıyor kendini.

Dilimizi yabancı sözcüklerden ayıklarken, yüzyılların süzgecinden geçerek gelen, çoğu değişime

uğramış, dilimizde farklı söylem kazanmış Arapça ve Farsça kökenli sözcüklere eskisi gibi itici bakmamayı

öğreneceğim ilkin! Hele hele Türkçesini bulamadığım ya da oturmayan sözcüklerin yerine “Eski

Türkçe”den alacağım kelimeleri kullanmaya çalışacağım. Kültür emperyalizminin öne çıkardığı Batı

dillerinden sözcük yerleşmesine karşı dilimi korumayı sürdüreceğim.

İyice biliyoruz ki dilimizi koruyup geliştirmek yurdumuzun ulusumuzun geleceği ile bağlantılıdır.

Emperyalizme karşı direnmek ve ulusal dirliği güçlendirmek dilimize yapılacak katkıların en büyüğüdür.

Page 45: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

45

Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun önerdiği sözcüklerden bazıları eskiden kullanılan ama zamanla

unutulmuş sözcüklerdir.

SÖZCÜKLER

Türkçe Yabancı Karşılığı

Örütbağ İnternet

Evrenkent Üniversite

Hızlı Katar Tren

Dirilbilim Biyoloji

Teknikbilim Teknoloji

Tezyemek Fast Food

Çay Evi-Kahvehane Cafe

Neft Petrol

Basın-yayın Medya

Gezim Turizm

Gezgin Turist

Ruhbilim Psikoloji

Hekim Doktor

Bölümce Fakülte

Orta Okul Rüştiye

Yakıt yağ Fuel oil

Page 46: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

46

Esra ALTINTIĞ

Şiir

Gel

Gel

Sen yoksan sensizlik sarar her yerimi

Geceler boyu düşlerimde

Gecem aydınlanır gözlerinde

Ne zaman bir ben düşünsem

O ben önce sen

Sonra biz oluverir hemen

Kalpteki sevginin yerini almışsa kırık düşler

Gecelerin sonu geç gelmisse eğer

Ve sen kendini bende bulamazsan

Bu kalp yanmaya alışıp kendini yok etmeden

Gel o zaman geç olmadan gel

Gel bizi kaybetmeden gel

Page 47: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

47

Günsel İSLAMOĞLU

Şiir

Güneşi Kovdum Artık

Güneşi Kovdum Artık

Hayat tatsız Aş tuzsuz Güneş de ısıtmıyordu zaten. Yollar yokuş Yollar karanlık Güneş de aydınlatmıyordu zaten. Hayaller gitmiş Umutlar sönmüş Güneş de parlamıyordu zaten. Hasretin ateş Gözümde yaş Güneş de kurutmuyordu zaten. Ömür geçmiş Ömür bitmiş Güneş hiç doğmamıştı zaten. Güneşi kovdum artık Peşimde dönmüyordu zaten.

Page 48: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

48

Yaren ATAY

Kitap İncelemesi

Alaska’nın Peşinde

Alaska’nın Peşinde

“Geleceği hayal etmek, bir nevi nostaljidir. Çünkü bütün

hayatını labirentte mahsur kalıp bir gün oradan nasıl çıkacağını,

bunun ne kadar müthiş olacağını düşünerek geçirirsin ve geleceği

hayal etmek devam etmeni ama bunu hiç yapmamanı sağlar.

Geleceği yalnızca o andan kaçmak için kullanırsın."

Aynen böyle demişti Alaska Miles’a. Ama onu bu maceraya

sürükleyen “Büyük Belki”nin ne olduğunu bulmasına öncülük ederken

farkında olmadan onu kendi labirentine çekecekti. İlk içki, ilk şaka, ilk

dost, ilk aşk, son sözler… John Green’in kaleminden bizleri kendi

labirentine sürükleyeceği başyapıtıyla karşınızdayız.

Miles Halter, ünlülerin son sözlerine bayılan, sıradan bir

gençtir. Evindeki güvenli hayata katlanamadığından François

Rabelais'nin ölmeden hemen önce "Büyük Belki" olarak betimlediği

bilinmezin ne olduğunu bulabilmek için yatılı bir olan okula Culver

Creek Lisesi’ne yazılır ve orada onu tanıştığı zeki, komik, son derece

güzel, bir o kadar da perişan ve dengesiz bir halde olan Alaska

Young da dâhil olmak üzere birçok şey beklemektedir.

Kısaca diğer karakterleri de incelersek, Chip Martin Boyu bir

buçuk metre kadar fakat "Bir Adonis maketi gibi yapılı"dır. Alaska'nın

en iyi arkadaşı ve Miles'ın oda arkadaşıdır. Takma adı ise "Albay"

Alaska'nın hazırladığı şakaların ardındaki stratejik beyninden gelir.

Yoksul bir geçmişi vardır. Sadakat ve onura kafayı takmıştır. Takumi

Hikohito Alaska ve Chip'in rap müziğe şaşırtıcı bir yeteneği olan

arkadaşı. Sık sık Miles, Chip ve Alaska'nın planlarından dışlanmış

hisseder. Lara Buterskaya Roman göçmenidir. Alaska'nın arkadaşı

ve kısa bir süreliğine Miles'ın kız arkadaşı olur.

Mr. Starnes Culver Creek'in rehber öğretmenidir. Roman

boyunca birçok kez Miles, Chip, Alaska, Takumi ve Lara tarafından

yapılan eşek şakalarına maruz kalmıştır. Dr. Hyde, Culver Creek'te

Dünya Dinleri öğretmenidir. Uzun süredir öğretmenlik yapmaktadır ve

soluma sorunu yaşamaktadır fakat bunlar onun derslerine ve

konularına olan tutkusunu engellemez.

Page 49: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

49

John Green’in anlatımdaki samimiyeti, zekice esprileri ve düşündüren sözleri kitaba olan ilginizin

daima kalmasını sağlıyor. Şahsen ben bir iki güne kitabı bitirmiştim. Normalde böyle kitapları fazla

okumam. Hatta aynı yazarın “Aynı Yıldızın Altında” romanını okuduktan sonra ister istemez adamın yazdığı

tüm kitaplara bir önyargı oluşturmuştum.

Ancak bu kitabı okuduktan sonra bunun ne kadar saçma olduğuna karar verip daha objektif

bakmaya başladım. Bu da bu kitabı incelemem için başka bir nedendi. Ayrıca beni labirentimden

çıkartmasa da onun bir parçası olan ön yargı duvarımı kırmamı sağladı. Umarım siz de kendi hayat

labirentinizden çıkmanın yolunu bulabilirsiniz.

Page 50: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

50

Gül Gürdal DURMUŞ

Gezi – Seyahat

Mardin Gezisi

Herkese tekrar merhaba…

Benim mevzum gezi olunca ve ay da bahardan olunca bu

yazıda da bu mevsimde gidebileceğimiz yerlerden birinden

bahsetmek istiyorum. Bu güzel ayda umarım her şey yolunda ve

istediğiniz gibi olur temennisiyle özelliklede tatil planları yapanlar,

farklı yerler, deniz kum güneş üçlüsünden başka alternatifler

arayanlar için buyurun;

Dini motiflerin birleştiği, ırkların kardeşliğinin devamlı yeşerdiği,

tarihin muhteşem güzelliği Mardin’dir buranın ismi… Şiir gibi de oldu

zaten şehir şiir gibi.

Manastırlar, kiliseler, camiler, kervansaraylar tek tek anlatmaya

hakikaten sayfalar yeterli olmaz.

Süryani kiliselerini görmek, taş yapılı camileri ziyaret etmek değişik

lezzetleri keşfetmek güzel insanlarla sohbet etmek istiyorsanız

hemen rezervasyonlarınızı yaptırınız

Burada tarafımdan otel isimleri vermek doğru olmaz ama Midyat’ta

kalmanızı önerir ve internetten de bölgedeki otel yorumlarını dikkate

alarak bir tercih yapmanızı söyleyebilirim.

Bu şehirde o kadar çok gezilip görülecek anlatılacak yer var ki hiçbir

şey yapamasanız sadece elinize bir fotoğraf makinesi alıp sokakları

dolaşsanız bile etrafınıza hayran hayran bakarak fotoğraf çekerek

günün nasıl bittiğini anlamazsınız ki gecelerini de es geçmeyin gece

de muhakkak fotoğraf çekin.

Page 51: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

51

Evlerin yapısına taşların işlenişlerine esnafın misafirperverliğine çok yeşil bir görüntü

olmamasına rağmen şehrin size verdiği huzura rahatça güvenli bir şekilde yürüyüşün keyfine

doyamayacaksınız.

Sokaklara araçlar girmiyor bu çok hoş ve o sokaklarda göreceğiniz eşekler hem yük hem de

çöp taşımaya yardımcı oluyorlar. Taşların sokaklara bu kadar çok yakıştığına şaşıracak ve

her yere el sürmek isteyeceksiniz, emin olun.

Mardin Kalesi’ne çıkıp şöyle bir süzün şehri..Kartal Yuvası da deniyor buraya. Birçok

medeniyete ev sahipliği yapan şehrin kalesi şehri korumak için de birçok savaşa elbette

tanıklık ediyor. Bugün surların bir bölümünün sadece temelleri görülebiliyor. Kalenin ovadan

yüksekliği bin metre civarında.

En çok telaffuz edilen isimlerden biri de Deyrulzafaran Manastırı. Mardin’in yaklaşık 4 km

doğusunda ovaya hakim bir noktada konumladırılmıştır ve üç katlı bir yapıdır. Sıvasında

safran kullanıldığı için farklı bir sarı rengi vardır. Taş nakışları, ahşap el işlemeleri, kemerli

sütunları gerçekten göz kamaştırır ve Süryaniler için bugün önemli ibadet merkezlerinden

biridir ki dünyanın her yerinden buraya özellikle Süryani turistler dua ve bereket için gelirler.

En büyük özelliklerinden biri de içinde 52 Süryani patriğinin mezarının bulunmasıdır. İlk tıp

fakültesinin de burada kurulduğu söylenmektedir.

Meryem Ana Kilisesi de muhakkak görülmesi gereken yerler arasındadır mesela. Kasımiye

Medresesi en önemli eserlerden biridir. 15. y.y da yapılmıştır. Bu şehirdeki felsefenin

boyutunu şehrin içinde gezerken iyice hissedeceksiniz ki bu medresede yaptırılmış olan

çeşmede insan ömrünü suyla tasfir eder.

Page 52: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

52

Mardin’le ilgili en çok duyulan isimlerden biri Midyat’tır. Mardine yaklaşık bir saatlik

mesafededir bu güzel ilçe. Zamanla Midyat halini almış kelimenin aslı Süryanice’dir ve

vatanım anlamına gelir. Midyat denilince akıllara ilk gelen şeylerden biri gümüştür. Gümüş

burada ince ince işlenir ve ortaya telkâri denilen bir sanat eseri çıkar. Burada da Süryani

kiliselerini ziyaret edebilirsiniz elbette ama Mor Gabriel diğer adıyla Deyrul Umur Manastırını

görmeden gitmeyin.

Ulu cami, Hatuniye Medresesi, Marufiye Medresesi… kent müzesi ve bir dolu

gezilecek yer var ki ez cümle gidilip görülmesi gereken şahane yerlerden biridir Mardin.

Page 53: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

53

Ve son olarak bu gün bakır işlerine motif olan bir efsaneyle veda edelim Şahmeran

efsanesi (alıntıdır):

Evvel zamanda, Mezopotamya topraklarında doğmuş bir efsane Şahmeran. Yüzyıllardan beri anlatıla gelmiş çeşitli coğrafyalarda. Özellikle yılanlık bir bölge olan Adana-Misis'te ve Mardin'de.

Tahmasp isminde uzun boylu, geniş omuzlu, esmer tenli, çok yakışıklı bir genç yaşarmış zamanın durduğu bu şehirde.

Binlerce yılanın yaşadığı bir mağaraya yanlışlıkla girmiş Tahmasp. Mağaranın içi o kadar karanlıkmış ki hiçbir şey göremiyormuş, yalnızca etrafında dolanan yaratıkların sesini duyuyormuş. Çaresizlik içinde beklerken bir ışık huzmesi belirmiş. Işık huzmesi kendisine yaklaştıkça gözleri kamaşan Tahmasp, ellerini gözlerine siper ederek etrafında gezinen yaratıkların ne olduğuna baktığında uzunu, kısası, yeşili, siyahı ile envai çeşitte binlerce yılanın çevresini sarmış olduğunu fark etmiş. Yılanların hepsi kafalarını kaldırmış, gelen ışık huzmesine doğru bakıyorlarmış. Tahmasp'ta onların baktığı yöne doğru bakınca birden dona kalmış. Çünkü Tahmasp, bu zifiri karanlık mağaranın içinde hayatında gördüğü en güzel kadının yüzünü görmüş birden. Ona doğru daha dikkatli bakınca kadının belden aşağısının yılan olduğunu fark etmiş. Kadın ona doğru ilerliyormuş, tam karşısında durmuş, gülümseyerek elini ona doğru uzatmış. Ve demişki;

- Korkma benden Tahmasp. Ben yılanlar ülkesinin kraliçesi Şahmeranım. Benden sana zarar gelmez. Ben dünya düzeni kurulmaya başladığı andan beri vardım. Krallığıma hoş geldin. Bundan böyle benim misafirimsin. Şimdi yat ve dinlen. Sonra seninle uzun uzun konuşuruz. Böyle deyip geldiği yoldan geri gitmiş. Tahmasp gördükleri karşısında yaşadığı dehşeti ve şaşkınlığı üzerinden atmaya çalışarak olduğu yerde kıvrılıp uyumuş.

Ertesi sabah uyandığında Şahmeranı karşısında mükellef bir sofranın başında otururken bulmuş. Tahmasp'ı kahvaltıya davet etmiş Şahmeran. O ise gözlerini şahmerandan alamıyormuş. Şahmeran'da ona bakıyormuş kendinden geçmiş bir halde. Bak Tahmasp demiş. Ben insanlığın bütün tarihini biliyorum. İstersen sana anlatayım deyip başlamış anlatmaya. Anlatmış, anlatmış, anlatmış günler boyu. Bu sohbetler sırasında Tahmasp ve Şahmeran arasında tarihin en soylu aşklarında birisi başlamış.

Page 54: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

54

Gel zaman git zaman Şahmeranın anlatacağı bir şey kalmamış artık. Tahmasp'ta anasını ve yeryüzünü özlemeye başlamış. Bir gün dayanamamış ve düşüncesini Şahmeran'a da açmış. Sevdiğinin kendisinden sıkıldığını ve artık gitmek istediğini duyunca önceleri kesin bir dille reddetmiş Şahmeran. Ancak günler geçip Tahmasp'ın üzüntüsünden eriyip bittiğini görünce dayanamamış ve ona şöyle demiş:

- Ey Tahmasp beni iyi dinle, sözlerime iyi kulak ver. Biliyorum, gitmene izin verirsem sende bana ihanet edeceksin ve yerimi diğer insanlara söyleyeceksin. Ancak bu topraklarda aşklar ölümünedir. Seni çok sevdiğimden dolayı üzülmene dayanamıyorum. Bu sebeple gitmene izin veriyorum. Ancak bana bir söz vermeni istiyorum. Ne sebeple olursa olsun başka insanlarla beraber suya girme.

Tahmasp sevinçle Şahmerana sarılmış ve ona asla ihanet etmeyeceğine dair yeminler etmiş. Tahmasp mağaradan çıktıktan sonra bir köye yerleşmiş ve marangozluk yapmaya başlamış. Arada sırada da gizlice mağaraya giderek Şahmeranı ziyaret ediyormTahmasp'ın yaşadığı ülkenin kralı bir gün amansız bir hastalığın pençesine düşmüş. Ülkenin bütün hekimleri gelmiş ama kralın hastalığına çare olamamışlar. Kralın kötü kalpli bir veziri varmış. Vezir her seferinde krala hastalığının tek çaresinin Şahmeranda olduğunu söylüyormuş.uş. Ancak bu mutlu günler uzun sürmemiş.

Onun etinden bir parça yemesinin kralın hastalığının dermanı olacağını kralın kafasına sokmuş. Kralda Şahmeranın bir an önce bulunmasını emretmiş. Bütün ülkede Şahmeran aranmış. Sonunda bilge bir adam bütün insanların gruplar halinde hamamlara ve nehirlere sokulmasını tavsiye etmiş böylece Şahmeranın yerini bilen varsa onu bulabileceklerini söylemiş. Vezirde ülkedeki herkesi hamamlara sokmaya başlamış. Askerler Tahmasp'ın yaşadığı köye de gelmişler ve herkesi toplayarak büyük bir hamama götürmüşler. Tahmasp Şahmerana verdiği sözü hatırlayarak önce gitmek istememiş. Ancak askerler onu zorla içeri sokmuşlar.

Tahmasp hamama girdikten sonara herkesin gözünün üzerine dikildiğini fark etmiş. Kendisine bakınca bütün vücudunun yılanlarınki gibi pullarla kaplandığını fark etmiş. Askerler hemen Tahmasp'ı yakalayarak vezirin huzuruna getirmişler. Kötü kalpli vezirin amacı kralı iyileştirmek falan değilmiş. Şahmeranı yakalayıp dünyanın bütün sırlarına sahip olmak istiyormuş. Tahmasp'a günlerce işkence yaptıktan sonra Şahmeranın yerini söyletmiş. Askerler hemen gidip Tahmasp'ın söylediği yerde mağarayı bulmuşlar ve Şahmeranı oradan çıkarıp saraya getirmişler. Şahmeran ve Tahmasp kralın huzurunda karşı karşıya gelmişler. Şahmeran üzüntülü ve utanç dolu Tahmasp'a dönmüş: Ey sevdiğim, üzülme. Biliyorum ki sen bana kendi canın için ihanet etmedin ama bende sana dememiş miydim bu topraklarda aşklar ölümünedir diye. Bak şimdi anladın mı? Sen üzülme ne olur!

Tahmasp Şahmeranın bu sözleri karşısında daha da utanmış. Şahmeran sözlerine devam etmiş. Şimdi size sırrımı vereceğim. Kim ki benim kuyruğumdan bir parça koparıp yerse O bütün dünyanın sırrına ve gizemine vakıf olacak. Her kim ki benim kafamdan bir parça koparıp yerse o da o anda öte dünyayı boylayacak.

Şahmeran daha sözlerini bitirmeden kötü kalpli vezir elinde kocaman kılıcı ile atılıp Şahmeranın bedenini iki parçaya ayırmış. Ve kuyruğundan bir parça koparmış Tahmasp'ta duyduğu acı ve utancın etkisi ile fırlayıp oracıkta ölmek için sevdiğinin, Şahmeranın kafasından bir parça ısırıvermiş. Kötü kalpli vezir kuyruktan kopardığı parçayı ağzına atar atmaz oracıkta can vermiş. Tahmasp'a ise hiçbir şey olmamış Şahmeran son anda yaptığı planı ile bütün bilgisinin sevdiğine geçmesine sebep olmuş. Ancak Tahmasp sevdiğini kaybetmenin acısına dayanamayarak kendisini dışarı atmış ve dağ bayır, ülke ülke dolaşmaya başlamış. O günden sonrada Lokman Hekim efsanesi almış başını yürümüş…

Page 55: Farkındalık Dergisi Mayıs 2015

55

HAZİRAN SAYIMIZDA

YİNE, YENİDEN

BULUŞMAK DİLEĞİYLE