Top Banner
100

EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Apr 07, 2016

Download

Documents

SOSYALİST SANAT DERGİSİ 15 OCAK 2014 YIL:09 SAYI:164
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI
Page 2: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI
Page 3: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

EMEK VERENLER / İÇİNDEKİLER ABDULLAH ORALADNAN DURMAZBEKİR KOÇAKBURCU TÜRKERBÜLENT AYDINELEMİN KEŞMER ERCAN CENGİZGALİP ÖZDEMİRGÜLEFER C. SAVRAN

HALDUN HAKMANHAMZA İNCEHAYDAR DOĞANHIZIR İRFAN ÖNDERİRFAN SARİMERİÇ AYDINMUAMMER ERTURANMUSA SU

NECİP TIRPANNECMETTİN YALÇINKAYANEVİN KOÇOĞLUOĞUZ ATEŞOĞLUÖZER GENÇ ÖZLEM KESKİNSEMA LALESERKAN ENGİN

SEVGİNAZ İNALSİBEL ÖZBUDUNTEMEL DEMİRERTEMEL KURTTAN DOĞANVEYSEL KEBANLIVİLDAN SEVİLALİ ZİYA ÇAMUR

EMEK VERENLERİÇİNDEKİLER

3SUNU

SERKAN ENGİN4

BU SAYININ SAVSÖZÜV.I. LENİN

5Hayır Hayır Hayır!..ADNAN DURMAZ

ŞİİR6

Bir ÖmürTAN DOĞAN

ŞİİR9

Harf Harf Seviyorum Sizi SERKAN ENGİNŞİİR-ÇEVİRİ ŞİİR

10Böcek

NECMETTİN YALÇINKAYAÖYKÜ

14Yaralı baykuş

NEVİN KOÇOĞLUŞİİR- Ç.ŞİİR

17Biz Bu Aşk Teknelerini...

BÜLENT AYDINELŞİİR

Sesimin yarasıİRFAN SARİ

ŞİİR19

Mefûl’ün ŞiiriGALİP ÖZDEMİR

ŞİİR21

21Kürt KemalGÜLEFER CAMBAZ SAVRANÖYKÜ22Kendi Cenazeme DavetEMİN KEŞMER ŞİİR24İnanNECİP TIRPANŞİİR26Karşı Yadındayım Hayatın HAMZA İNCEŞİİR27Yinge Nörüyon?ÖZLEM KESKİNÖYKÜ28GibiÖZER GENÇ ŞİİR30RessamHALDUN HAKMANŞİİR31Bakır Çarığı DüşlerABDULLAH ORALŞİİR32Düşleyeni Öldürerek...ADNAN DURMAZDENEME33Gir Koluna Yalnızlığının...BEKİR KOÇAKŞİİR37

ZikzakMUAMMER ERTURAN

ŞİİR38

Nerede KalmıştıkSEMA LALE

ŞİİR39

Kelle Fiyatına Hürriyet...SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL

DEMİRERİNCELEME

41İsyan Yıldızı

MUSA SUŞİİR

45Ötüşünce Kuşlar Susarım

ERCAN CENGİZŞİİR

46Yüksek Söyle

BURCU TÜRKERŞİİR

47Vicdan

TEMEL KURTŞİİR

47Birgün Ben...

VİLDAN SEVİLMAKALE

48Umudun Senfonisi

MERİÇ AYDINŞİİR

52Vicdan Darağacındadır

VEYSEL KEBANLIŞİİR

54Yeniden Sosyalist Gerçekçilik...

ALİ ZİYA ÇAMURİNCELEME

55

Ne OlurHIZIR İRFAN ÖNDERŞİİR61İyi ki DoğmuşumSEVGİNAZ İNALŞİİR62Bir Tarih YazılıyorHAYDAR DOĞANŞİİR64Soluk SoluğaOĞUZ ATEŞOĞLUŞİİR68Dizelerde “şiir ve şair”A.Z.ÇAMURSEÇKİ69YAŞAM VE SANATTA1 AYIN İZDÜŞÜMÜHABERLER70Küçük Burjuva DuasıNİCONAR PARRAÇEVİRİ ŞİİR93Şiir SanatıNİCOLAS GUİLLEN ÇEVİRİ ŞİİR95Adamın BiriCESAR VALLEJOÇEVİRİ ŞİİR97ÖlülerFERNANDO GORDİLLO CERVANTESÇEVİRİ ŞİİR98Ç. Şairlerin BiyografileriKünye99MutlularNAHİT ULVİ AKGÜNKONUK ŞİİR100

Page 4: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

EMEĞİN SANATI’NDAN 163. MERHABABiz, dünyadaki tüm ezilmiş, horlanmış, yok sayılmış, sömürülmüş, dövülmüş, sövülmüş, ihmal edilmiş,istismar edilmiş, tecavüz edilmiş insanların intikamıyız ve onların hakları için savaşmaktayız şiirlerimizve yazılarımızla.

Biz, Şiir Sanatı’nın intikamıyız ve şiir etiği için savaş vermekteyiz dekadan şairlerle, Şiir’i sosyal rantelde etme amacıyla sömüren, genç okurları ve yeni yetme şairleri, sikmek için, barlardaki dandik şiirdinletilerinde avlamaya çalışanlarla.

Biz, faşizm tarafından kurşuna dizilmiş, Bulgar devrimci şair Nikola Vaptsarov’un intikamıyız, O’nun solkroşesiyiz kapitalizmin gözüne çaktığı.

Biz, Franco’nun piçleri tarafından kurşuna dizilmiş sosyalist İspanyol şair Federico García Lorca’nınintikamıyız, O’nun devam eden dizeleriyiz. Bizi de Lorca gibi gey sayabilirsiniz, çünkü hepimiz cinselfaşizme karşıyız. Aşağılanmış bütün LGBTT bireylerin intikamıyız. Bütün cemaatlerden aforozedebilirsiniz bizi, ama biz yine devam edeceğiz cinsel faşizmle savaşan anti-rasist şiirler yazmaya,çürümüş ahlakınızın götüne sokmak için.

Biz, 32 yıl boyunca bu lanet kapitalizm tarafından AÇLIK içinde yaşamaya ve sonunda intihar etmeyezorlanan sosyalist Macar şair Attila József’in intikamıyız.

Biz, Faşist-Kemalist rejim tarafından suçsuz yere 13 yıl boyunca hapse tıkılan ve ölüm tehlikesinedeniyle memleketinden kaçmaya zorlanıp gurbette derin memleket hasretiyle ölen sosyalist Türk şairNazım Hikmet’in intikamıyız.

Biz, hastalık, yalnızlık ve hayatının büyük acıları içinde ölüme terk edilmiş sosyalist Türk şair EnverGökçe’nin intikamıyız.

Biz, iyi şair de olsanız sizden para talep eden Türkiye’deki sikik “vampir yayıncılık sistemi” nedeniylekitaplarının yayınladığını göremeden genç yaşta ölen Türk şairler Zafer Ekin Karabay ve Özge Dirik’inhayaletleriyiz.

Biz, Ermeni Soykırımı’nın 1.500.000 kurbanından biri olan, 1915’te İstanbul’da, Beyazıd Meydanı’nda,kalbinde zerre korku taşımadan yoldaşlarıyla birlikte asılan, yoldaşımız, Ermeni devrimci ve özgürlüksavaşçısı Matteos Sarkissian’ın (Paramaz)ölümsüz ruhuyuz.

Biz, halkını savunmak için onurla ve cesaretle savaşmış ve 353.000 kurbanla birlikte Pontos RumSoykırımı’nda öldürülmüş Partizan Eleni Çavuş’un ölümsüz ruhuyuz.

Biz, Faşist-Kemalist rejim tarafından öldürülmüş binlerce Kürt kurbanın ölümsüz ruhuyuz. MustafaKemal Atatürk tarafından tertip edilmiş, Dersim’deki Zaza Soykırımı’nın 72.000 kurbanının ölümsüzruhuyuz.

Biz, zalimler tarafından uygulanmış, Bosna Soykırımı, Ruanda Soykırımı, Çerkez Soykırımı, SüryaniSoykırımı, Nasturi Soykırımı, Keldani Soykırımı, Holokost, Darfur, Nanking, Ukrayna, Kamboçya gibidünyadaki tüm soykırım ve katliamların masum kurbanlarının ölümsüz ruhuyuz.

SERKAN ENGİN

Page 5: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

BU SAYININ SAVSÖZü

SVOBODA DERGİSİ[*]

Bu küçük dergi son derece berbat bir şey. Yazarı —baştan sona aynı kişitarafından yazılmış izlenimi veriyor— “işçiler için” halkçı bir edebiyatyaptığını iddia ediyor. Ancak bu halkçılık değil. Kötü, acemi bir popülizmörneklemesi. Tek bir yalın sözcük yok. Hep yapmacıklı anlatımlar… Yazarın,süslemelerin, “insanlar” gibi “halkçı” deyimlerin, “halkçı” benzetmelerin yeralmadığı tek bir cümlesi yok. Ve bütün bu sözde incelemelerini hiçbir yeniörnek getirmeden, yeni tek bir olgu eklemeden, devamlı tekrarlanan sosyalistdüşüncelerin yeni bir tasvirini yapmadan, ve bilerek kabalaştırarak, bualdatıcı diliyle sunuyor. Rica ederiz yazar bey, bir metni halkın anlayabileceğibir dilde yazmak kabalaştırmaktan, popülizmden çok farklıdır. Halkçı biryazar, en basit ve evrensel düzeyde bilinen olgulardan kalkarak, okuyucuyaderin bir düşünceyi, temele inen bilgileri getirir; pek karmaşık olmayanuslamlamaların ya da iyi seçilmiş örneklerin yardımıyla bu olgulardançıkarılacak temel sonuçları belirtir ve zeki bir okuyucuyu kendi kendisinedaha çok soru sormaya iter. Halkçı bir yazar, düşünmeyen, düşünmekistemeyen ya da düşünmesini bilmeyen bir okuyucu varsayımından kalkmaz;tersine çok kültürlü olmayan her okuyucuya kafasını çalıştırma isteği verir veokuyucuya bu ciddi ve güç çabada yardımcı olur. İlk adımları atmasına yardımederek ve kendisini bir başına öne atmasını öğreterek onu yönetir. Kaba biryazar ise düşünmeyen, düşünme yeteneğinde olmayan bir okuyucu varsayar.Gerçek bir bilimin ana çizgilerini, temel bilgilerini vermez, belirli biröğretimin bütün sonuçlarını “hazırlop” bir biçimde saçmalığa varan birbasitlikle, esprilerle dolu olarak verir. Öylesine ki, okuyucuya bu lokmayı hiççiğnemeden yutmak kalır sadece.

VLADİMİR İLYİÇ LENİN[*]Bu yazı; “Svoboda Dergisi”nde yazılanları eleştirmek amacıyla 1901sonbaharında yazılmış, ilk kez 1936 yılında “Bolşevik Dergisi”nin ikincisayısında yayınlanmıştır. V.I.LENİN, Eserler, C. 5 , Çeviri: Bülent Arıbaş

Page 6: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

HAYIR HAYIR HAYIR! .../ Adnan DURMAZ“El üstünde tutulmak için,illa tabuta mı girmek gerekir…” BERKİN ELVAN

bu bozkır ıssızındayabanıl karanlıktabir başımaağlayacağım daha…ağlayacağımisyan olsunkimsenin haberi olmasıngözyaşlarımkatledilen çocukların topraklarındafidan olsun…

aç yüzünü çocuknazımın boyun atkısına benzero kırmızı poşin var yabende kalsınkoklarım ülkemin gitmiş tüm çocukları içinderim - bu son kırık karanfilbu son hicran olsun

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 7: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

can dediğin serçe kuşuelcağız bir çocuk canıbir kıvılcım olup parlartutuşturur ormanlarıisyanlarım gözyaşıma karışmışöfkem yangın seli dağları aşmışeli kanlı katiller hükümran olmuşhüznüm zulmun kalesineşivan olsun

sen uyudun diyebüyümeyi durdurdu başakyağmur dehşetle indiuyudu berkin çocukhançer ağzı poyraz dindiöfkenin sağanağıve deniz ve yusuf ve hüseyinmahir- ulaş – erdal abinki daha nicelerisana uzattı ellerinio çok bildik zehir acıtoprakta kara sağanakiliklerimize sindiönümüz de incebaharisyan olsun isyan olsun

dudak kıyılarında çiçekler kırıldı bu günyanaklarımızdan süzülen selleronaramadı onlarıher ana çocuğunasen diye daha bir sarıldı bu günsen uyudun diyeher birimizbirer yatak yaptıkyüreğimizin başköşesineay gelmedi gökyüzüne-yıldızlar darıldı bu gün

mazlum bir güvercin çatık kaşlarısüzüldü düşlenen bir göğün kucağınaana sıcaklığına doymamış dahadaha ne çok şey vardı yaşayacağıseveceği kızlar vardıkitaplar vardı okuyacağıdüşler vardı kuracağıbir taş olaydın be kalbimberkin'in elindedüşerken celladına fırlatacağı...

ıslattı toprağını gözyaşı sularısessizce bıraktık yüreğimiziyana yanaöfke seli oldu aktıülkenin tüm sokaklarısenin körpe yüzün şimdisevdamızın bayraklarıcellatlarını arıyoruzmilyonlarcayızkalk yerinden berkin çocukuyumakatıl saflarımızaortalık cehennem olsaüşür çocuk mezarları

hayır hayır hayırtoprağa gömülmez vakitsiz çocuklarmilyonlarca yürek yanarsom ışıktandırlarhalkların yürek yaşlarındatutuşur ivecen baharözgürlük söke söke alınasıyanazım'ın işçi tulumlarıylasokaklarda dolaşasıya kadar

Sayfa 7

Page 8: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

hayır hayır hayırerkenci çocuklar zamansız uykulardamilyonlarca ananın yüreğinde uyurlar

onların gözlerindepür aydınlık uykularıışıl ışıl ülkenin yarınlarıdüşlerce çoğalır sonsuzküçümencik elerindeinsan en çok yavrusuna sarılırtüm yüreğiyle sımsıkıince boyunlarındakokar koskoca bir ülkedünya ağıtlara sığdıramadı senive ülken kucağında taşıdı sonsuzluğagüle güle berkin çocukşimdi doğacak kaç kardeş sanaadı berkin olsunelvan olsun

ADNAN DURMAZ14 Mart 2014

uykularımız yaralıkanıyor cümle sokaklaryağmurlar kıt yağdı bu yılama nedir bu sağanaklarsanki içim deniz deryagözyaşıma söz geçmiyorgece gündüz kesilmiyoryüreğimde kaşlarının güvercin kanatlarıkan içinde çırpınıyorbakışlarım kaç zamandır yaralıacı çakıldı içimegüvercinim sonsuzluğa uçmuş olmalıbir ülke basıyor seni bağrınaen çocuk devrimcien büyük çaresizlkhoşça kal berkin çocukgüle güle kara boncuk“yüreğimiz kurusun unutursak”ölümsüzlük sana taze can olsun

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 9: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

tan doğan

bir ömür

bir alev için yanacağım bir ömürköz için kül olacağım

hayat: ‘ışk’ –ötesi yalandevrim için devireceğim duvarları

ağları yırtacağım çağları

bir çocuk için savaşacağım bir ömürbir kadın için seveceğim

sıhhat: heyhat… –ötesi zamanyarın için yürüyeceğim yollarda

ovalarda koşacağım dağlarda

bir soluk için söyleyeceğim bir ömürbir umut için yazacağım

çiçekler açacak kuşlar uçacak insanlar gülecek er geç mutlu bir dünyada

bunun için direne direne yaşayacağım

bir şi’r için vereceğim bir ömürbir gül için öleceğim

Sayfa 9

Page 10: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

HARF HARF SEVİYORUM SİZİ (TÜRKÇE, ERMENİCE, AZERİCE)

Serkan ENGİN“Ben savaşçı değil gül yetiştiricisiyim” Özkan Mert

Kürtçe güller derledim düşlerimin ince yerindenLazca şakıyor umudumun haylaz serçeleri, hayatın omzundaIslak tümcelerini Rumca öpüyorum gecenin, ay altındaBahara Zazaca sarılıyorum en nazlı yerinden belinin

Kalbime taş atan çocukların kelepçelerinden öpüyorum acılarınıKoğuşlarında Ermenice bir ağıttır ela gözlerim, kırık dökükKederlerinin röntgenini çekmeye yetmiyor buruk harflerim

Kızıl bir Laz takasıyım Kürdistan dağlarında yüzenKürt ve Türk canlarım yanıyor orada, hece hece düşerek toprağaDolar dolar üstüne haince yükselirkenFiravun silah şirketlerinin kâr marjı piramitleriKoltukları, apoletleri palazlanırken obur bencilliğin

Auschwitz’de milyonlarca kez yakıldık vicdanın öldüğü yerdenYetmiş iki bin kere süngülendi düşlerimiz Dersim’de, arsız sırıtışıyla vahşetinIrak’ta hamburger üstü tatlı niyetine işkence oyuncağı olduk AmerikancaMaraş’ta, Çorum’da sokak sokak vurulduk uygarlığın kalbindenKosova’da görmezden gelindi yakamızda katledilen çiçeklerFilistin’de taşla kırdılar özgürlüğümüzün kollarınıBir milyon kere yok edildi Ermenice ninnilerimiz, Ararat’ın kollarındakiHakkari’de çocukluğumuzun kafasına dipçikle vurdular

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 11: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Ruanda’da palalarla kestiler en çocuk heveslerimiziDolar dolar üstüne haince yükselirkenFiravun silah şirketlerinin kâr marjı piramitleriKoltukları, apoletleri palazlanırken obur bencilliğinBilmediğimiz dillerde de öpebilsek ya birbirimiziBaşka dinlerde susabilsek usulca, dinginDiğer coğrafyalarda ağlayabilsek koşar adımBir harf bile eklemesek savaş çığırtkanı tümcelerin kuyruğunaKalbimizi asla yaslamasak vahşet çığlıklarının çağrısınaNeresinden ölmeye başlar acep savaş ve kapitalizmVahşet neresinden lâl olur barış senfonilerimizin önünde

: Harf harf seviyorum dünyanın tüm renklerini

SERKAN ENGİN

ERMENİCE

Dar dar gı sirem tsez

“Yes mardig çem, vart hastsnoğ mın yem” Eozkan Mert

Krderen varter badrasdetsi tsez yeraznerus nurp değenLazeren gı taylayli papaknerus sriga cncğugnerı, geankin userun vraHunaren gı hampurem kişeruin tats nahatasutyunnerı, lusnin dagKarnan zaza gı pattuim meçkit amenen kmahac değen

Tsavert gı hampurem srdis kar nedoğ dğots tserkagaberenŞakanagakuyn açkerıs Hayeren voğp mın yen vorahnerut meç, godruadzVolorvadz darerıs çen paver tsaverut reontgenı kaşelu hamar

Posor arakasdanav mın yem Kırdistan’i lernerun vra loğatsoğKurd yev Turk hokiners gı tsavin hon, dar dar hoğin vra tapuelovVran Dolar dolar tavacan gerbov gı partsaranaGı harsdana şadager yersabaşdutyan tignatornerı, usanotsnerıParavonneru zenk ıngerutyan şahi purkerı

Sayfa 11

Page 12: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Hazar ankam Auschwitz’i meç ayruetsank srdin meradz değenYotanasun hazar yergu ankam suinuetsan Dersim’i meç, vayrakutyan çar jbdumovAmerigyan lezvov Irak’i meç anuşeğeni değ çarçaranki ğağalik yeğankMaraş’i, Çorum’i meç poğots poğots zarnuetstank kağakagrtutyan srdenKosova’yi meç çdesnuetsan mer kovı mertsuov dzağignerıFilistin’i meç karerov godretsin azadutyan teverıMeg milyon ankam voçnçatsan Hayeren orornernis , Ararad’i teverıÇulamerg’i meç mer mangutyan kluhnerun zenkerov zargetsanRuanda’yi meç gdrestin gor turerov mer mangutyan papaknerıVran Dolar dolar tavacan gerbov gı partsaranaGı harsdana şadager yersabaşdutyan tignatornerı, usanotsnerıParavonneru zenk ıngerutyan şahi purkerıYerani te hampuerink mer çkidtsadz lezunerov inkzinknisDarper gronknerov lur genayink antsaynoren, hantardUriş değeru meç layink vazvzoğ kaylerovBaderazmı taylayloğ nahatasutyunnerun verçı dar mı ankam çı tıneinkMer sirdı çıgırtıneink vayreni ciçerunArteok ur değen mernelu gı sgsi baderazm u tramadirutyunıVayrakutyunı ur değen lur gılla mer hahağutyan hamanuaki arçeven

: Dar dar gı sirem yergnki polor kuynerı

Ermenice’ye çeviren: Mayro Kuyrik

AZERİCE

Hərf Hərf Sevirəm Sizi

“Mən döyüşçü deyil gül yetişdiricisiyəm” Özkan Mərt

Kürdcə güllər yığdım xülyalarımın incə yerindənLazca şakıyor ümidimin tənbəl sərçələri, həyatın çiyinindəYaş cümlələrini Yunanca öpürəm gecənin, ay altındaBahara Zazaca sarılıram ən nazlı yerindən belininÜrəyimə daş atan uşaqların qandallarından öpürəm ağrılarınıKayutlarında Ermənicə bir mersiyedir əla gözlərim, qırıq dökükKədərlərinin rontgenini çəkməyə çatmır buruk hərflərimQırmızı bir Laz takasıyam Kürdüstan dağlarında üzənKürd və Türk canlarım yanır orada, heca heca düşərək torpağa

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 13: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Dollar dollar üstünə xaincə yüksəlirkənFiron silah şirkətlərinin qazanc marjı piramidalarıKresloları, apoletleri palazlanırken gonbul eqoizmin

Auschwitzdə milyonlarla dəfə yandırıldıq vicdanın öldüyü yerdənYetmiş iki min dəfə süngüləndi xülyalarımız Dərsimdə, arsız sırıtışıyla vəhşiliyinİraqda hamburger üstü dadli niyyətinə işgəncə oyuncağı olduq AmerikancaMaraşda, Çorumda küçə küçə vurulduq sivilizasiyanın ürəyindənKosovada görməməzlikdən gəlindi yaxamızda qətl edilən çiçəklərFələstində daşla qırdılar azadlığımızın qollarınıBir milyon dəfə yox edildi Ermənicə ninnilərimiz, Araratın qollarındakıHakkaridə uşaqlığımızın başına qundaqla vurdularRuandada palalarla kəsdilər ən uşaq həvəslərimiziDollar dollar üstünə xaincə yüksələrkənFiron silah şirkətlərinin qazanc marjı piramidalarıKresloları, apoletleri palazlanırken gonbul eqoizmin

Bilmədiyimiz dillərdə də öpə bilsək ya bir-birimiziBaşqa dinlərdə susa bilsək yavaşca, dincDigər coğrafiyalarda ağlaya bilsək qaçar addımBir hərf belə əlavə etməsək döyüş çığırtkanı cümlələrin quyruğunaÜrəyimizi əsla yaslamasak vəhşilik qışqırıqlarının çağırışınaHarandan ölməyə başlar acep döyüş və kapitalizmVəhşilik harandan lal olar barış simfoniyalarımızın qarşısında

: Hərf hərf sevirəm dünyanın bütün rənglərini

Azerice’ye Çeviren: Can Pelit

SERKAN ENGİN

Sayfa 13

Page 14: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

BÖCEK / Necmettin YALÇINKAYA

Sabah erkenden kalktı, yatağını toplamadan, doğruca mutfağa geçti. Kendisine sallamaçay yaptı. Hoşuna gitmedi; tadı tuzu yoktu çayın. PC’yi açtı, internete girdi, sayfalarıdolaştı, içindeki sıkıntı dağılmadı yine de. MSN’sine baktı, kimsecikler yoktu...

Gazetelere göz attı, içi karardı okuduğu haberlerden...

Üzerini giyinip, dışarıya, sokağa attı kendini. İçi daralmıştı. Gelişigüzel bir yöne bıraktıkendini. Epey yol aldıktan sonra, büyükçe bahçesi olan bir evin önünde durdu. Sırtınıbahçe duvarının çitine dayadı. Dalıp gitti uzaklara, memleketini özledi. Bulunduğu ülkeninyeşil alanlarını kendi memleketindeki yeşilliklerle kıyasladı. Buram buram burnunda tüttümemleketi, köyü, anası, ablaları, yeğenleri... Bir bir gelip gözlerinin önünde bir film şeridigibi akıp geçtiler. İçine bir karamsarlık gelip kıvranıp yattı. Vazgeçti memleketinidüşünmekten. Tam yoluna akıp gidiyordu ki; duvarın önünde kendiliğinden kök salmış,ayrıksı otlar arasında, bir ana yolda devrilip ters dönmüş, tekerleri boşa dönen bir tır gibiyatmış bir böcek çarptı gözüne. Böceğin eski hâline dönebilmek için nasıl boşa çabaharcadığını fark etti. Yaşamın her canlı için ne kadar önemli olduğuna bir kez daha tanıkoluyordu. Yerden bulduğu küçücük bir dal parçası yardımıyla, böceği eski halinedöndürdü. Böcek kendini toparlayıp toparlamaz yürümeye başladı hemencecik.

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 15: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Böceği yeniden yaşama döndürdüğü için, Tanrı'dan bir artı aldığına, sevap kazandığına inandırdı kendisini. Böceğin üzerinde taşıdığı renkler, güneşin dik ışıkları altında, parıl parılparlıyordu. Böceği avucuna almak, ona yakından bakmak istedi. Öyle de yaptı. Avucundaydı böcek. Ağırlığı hissedilmiyordu bile. Ne olduysa böcek elini ısırır gibi yaptı. İrkildi, ani bir refleksle fırlatıp attı onu çimenlerin üzerine. Canı yanar gibi olmuştu. ''Keşke döndürmeseydim seni.'' dedi kendi kendine, âdeta bağırarak. ''Geberip gitseydin!''

Böcek ısırığını önemsemedi yine de, yoluna devam etti. Patika yoldan geçerek yapay bir göle ulaştı. Tahtadan yapılmış, boyaları sıcaktan tel tel dökülmüş, tahta bir iskeleye çöktü. Önce ayakkabılarını çıkarttı, ardından çoraplarını, sonra ayaklarını suya soktu... İyi gelmişti su. Sudan gelen ferahlık ayaklarından yukarı yayılmış, rahatlatmıştı tüm bedenini. Bir süre ayaklarını suda bekletti.

Ayaklarını bir çocuk yaramazlığıyla sallamaya, suya vurmaya başladı... Birden sağ elininağırlaştığını, karıncalaştığını hissetti. Avucunun şiştiğini fark ettiğinde telaşlandı, korktu.Aceleyle çoraplarını ayağına geçirdi, ayaklarını kurulamadan...Evinin yolunu tutup gitti. Yarım saatlik bir yürüyüşten sonra evine vardığında ilk işi,telefona sarılmak ve ev doktorunu aramak oldu. Başından geçenleri en ince ayrıntısınakadar atlatmadan anlattı. Doktor, vakit geçirmeksizin hemen muayenesine gelmesinitembihledi ona.

Garaja arabasını çıkarmaya giderken aklına böceği yanında doktora götürmek fikri geldi.Uzak değildi, nasılsa yolunun üzerindeydi. Büyükçe evin önüne geldiğinde durakladı,arabasından inip böceği aramaya koyuldu. Çok geçmeden buldu onu. Gitmemişti böcek,aynı yerde, çimenlerin arasında bıraktığı gibi duruyordu. Sevindi. Cebinden kibritkutusunu çıkardı. İçindekileri boşalttı. Böceği yerden aldı, dikkatlice kibrit kutusunun içineyerleştirdi. Elindeki çöpün sivri ucuyla birkaç delik açtı, kutu hava alsın, böcek yaşasınistiyordu. Kibrit kutusunu da bir güzel mendiline sardı...

Doktor onu bekletmeden içeriye, muayenesine aldı. Kibrit kutusundaki böcek tümmuhteşemliğiyle doktorun karşısında duruyordu. Masanın üzerinde çalımlı çalımlıyürüyordu. Tanıdık bir türdü doktor için. ''Telaşlanmayınız,'' dedi doktor. ''zararsız birtür-dür.'‘

Hastasının avucunu açtı, eliyle kontrol etti. Orada daha önceden oluşmuş bir çatlağı farketti. Hastasına döndü. ''Siz, böceği avucunun içine aldığınızda, zavallıcık korkmuş vekendisini koruması için bir sıvı salgılamış, o sıvı da bu yarıktan içeri sızmış...” Sustu, dü-şünür gibi yaptı. “Anlaşılan sizin bazı maddelere karşı alerjiniz var Kenan Bey.'' dedi.''İyice emin olabilmemiz için bir tahlil yapmamız gerekebilir...‘

Kenan Bey rahatlamıştı rahatlamasına ama korkusu geçmemiş, sürüyordu hâlâ.''Haklısınızdoktor bey'' dedi. ''Lütfen zaman geçirmeden tahlil yapınız.'‘

Doktorun onu laboratuara götürdü, kan örneği aldı. Ardından sol koluna, keçeli kalem ile

Sayfa 15

Page 16: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

bir daire çizdi. Dairenin ortasına, bir ilaç zerk ettikten sonra; ''kısa bir süre beklememizgerekecek. Sonucu gözlerimizle görelim.'' dedi.

Kenan Bey koridora çıktı. Bir banka ilişti, beklemeye koyuldu. Aklında onlarca soru vardı.Korkusu devam ediyordu hâlâ, nasıl bir sonuç çıkacağını merak etmiyor değildi. Öleceğinidüşündü bir an için. Yeni aldığı otosuna bir daha binemeyecek, şehrin ara sokaklarınıturlayamayacaktı. Aldığı mp3 çalarından son sesle bir daha müzik dinleyemeyecek, evsineması sistemiyle bir daha LCD TV’de film izleyemeyecekti. İnternette sevdikleriyle Chatyapamayacak, yeni sipariş verdiği deri koltuğuna rahatça oturamayacaktı. Daha neleriözleyecekti kim bilir? Saçlarına jöle sürüp, genç kızlara bir daha kur yapamayacaktı mesela.Bildiği duaları sıralamaya başladı. Uzun yıllardır unuttuğu, ağzına almak istemediği Tanrı'yayalvardı, yakardı birden. ''Ölmek istemiyorum, Tanrım!'' dedi. Yardım istedi Tanrı’dan. Sonrakendini Tanrı'ya karşı savunmaya, haklı çıkarmaya çalışıyordu. ''Bakınız Tanrım'' dedi. ''Benyoluma giderken o zavallı böceği acılar içinde karşıma çıkaran siz oldunuz. Yolumagidebilirdim, ama gitmedim. Ne yaptığımı bal gibi biliyorsunuz. Dayanamadım, yardım elimiuzattım. Ona ikinci bir yaşam hakkı verdim. Onun o hâlde öylece kalmasına, ölüp gitmesinegönlüm razı olamazdı, çürümesini engelledim. Kısacası sevap işlediğime inanıyorum. Ama sizne yaptınız? Hayatını kurtardığım böceğin elime sokmasına, içerime korkular salmasına,psikolojimin bozulmasına izin verdiniz... Bu haksızlık değil de nedir sizce?''

Dalmıştı, çok derinlerdeydi şimdi. Doktorun yanına kadar geldiğini, yanı başında durduğunufark etmedi bile. Doktorun elini omzunda hissettiğinde uyandı, sıyrıldı düşüncelerinden, gözgöze geldi onunla... Zoraki gülümsemeye çalıştı. Doktor, hastasının kolunu kontrol etti, dahaönce keçeli kalemle işaretlediği yerin şiştiğini, kızardığını gördü.

''Yanılmamışım'' dedi. ''Sizin penisiline karşı alerjiniz varmış.''''Kötü bir şey mi bu doktor bey?''''Yo yo telaşlanmayın hemen. Yalnızca penisilin türü ilaçları kullanmadan önce tahlil yaptırmanız gerekiyor... Hepsi o kadar.'' dedi gülümseyerek. ''Gördünüz mü Kenan Bey küçücük bir böcek, başınıza ne dertler açtı.”''Evet, gibilerden başını öne doğru salladı.

''Ama bir nokta da iyi oldu bu. Yoksa nereden bilecektiniz, penisiline karşı bir alerjinizin olduğunu...” Gözlerini hastasının gözlerinin içine bakarak,“Biliyor musunuz bu yüzden insan yaşamını yitirebilir.'' Dedi.

Kenan Bey, doktorun muayenehanesinde, masanın üzerinde, her şeyden habersiz beklemekteolan böceğe, minnetle, sevgiyle karışık bir şefkatle bakıyordu. Cebinden çıkacak olanparacıkları bile unutuverdi. Böceğe olan kızgınlığı çoktan uçup gitmişti. Kızmıyor,küfretmiyordu artık

Doktorun yanından ayrılırken, böceği aldı, kibrit kutusuna yerleştirdi yine. Yolda arabasınıdurdurdu, indi arabasından, onu daha önce aldığı yere bıraktı. Bırakırken yere usulca öptüonu. ''Benim iyilik meleğim'' diyerekten...

NECMETTİN YALÇINKAYA Mendil Sen Kokuyordu Ozan Yayıncılık

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 17: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

yaralı baykuş

-metanetine sığındımateşiyle kavuran hüküm-

farkındayım

yaralı bir baykuş kemiriyor şah damarımıiçimden bir tırpan geçiyor geceden daha soğuk

ve bulutlardan ağıyor verimli bir delilik

tozlu çölü ve ateşi giyiniyor tenimakmayan o nehrin gölgesinde serinliyorum

kalbimden besleniyor bir semender

kapatıyorum kahinliğin kitabını ve gözlerimitoprağa gömdüğüm yüzüğün gerisinden

ateşe ve küle haykırıyorum kemiklerin diliyle

ejderha eşiğindeyim!

kundê brindar

-min xwe spart tirûşa tehikmê bi agirê xwe disoje-

hay jê heme

kundek brindar dikoje demarê min ê mirinêji nava dilê minde kêrendîyek derbas dibe

ji şevê sartirû ji ewran dixunive dînîtîyek berdar

çola bi xubar û ji agir radipêçe bedena mindi bin sîtavka wî çemê ku naherike de hênik dibim

dilê min xwedî dîke mergîskek avê

ez pirtûka kahîntîyê digirimû çavên xwe

li pişt gustîlka ku min di axê de veşartîyedeng li agir û xwelîyê dikim bi zimanê hestûyan

li ber şêmuga ejderha me!

Nevin Koçoğlu Helbest: Nevin KoçoğluWerger: Kerem Bilen

Sayfa 17

Page 18: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

BİZ BU AŞK TEKNELERİNİ ÇAPASINA KADAR SAVUNACAĞIZ

Bu lacivert ne kadar benzeyebilir bir sabah vaktine Sen hangi ışıktan çıkıp gelirsin Bilir misin Niye büyütürüm düşlerimi menekşeye Uçurumda bir özlem çoğalsın Diye hüzün Diye asi Gece diye

Sırılsıklam bir İstanbul aşkıydı bizimki Midye kabuğuna yıldırım düşmüştü yer gök rengarenk Aykırı dalgaların sıçrayan köpüklerinde Misafir martıların düş isyanları olurdu Biz bu aşk teknelerini çapasına kadar savunacağız demiştik Öylesine bir buluta binmiştik yüreklerimizde çapraz karanfiller Işıklı türküler tutulan sözler Birileri seni seviyorumları bir şiirden alıp geldi Biz evreni sığdırdık o sözcüklere Yüreğinin ağrısından öptüm seni Tersi olmadı bir kere bile

Bu nedenle Tutuşmanın tadı unutulmadı bir daha Sonra o düşler Sonra o öpüşler O direnişler sonra

BÜLENT AYDINEL

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 19: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

SESİMİN YARASIİrfan SARİ

kayıtlarda varkronolojik bir vakadır zamanı kaydetmekönce doğar tebessüm ve çığlık çığlığa ağlarkarmakarışıktır ne yapsan öpemiyorsun yaranı

yani duyguların bir ipin ucunda ve usunun uçurumlarındayoğrulmuyor öyle avuç avuçkesin bir kanama halidir hep kalbinin duvarlarındapamuk banamıyorsunuz

sıcak akarişte o zaman kar en çok sana yakışıyorfakat esmerlikte huydur hem de sırılsıklam haliyleörneğin saçları hep zifiriye yorar şiirlerben şair olduğumdan beridirsaçların bas baya siyah

işte şimdi geçmişimin zamanlarını yürüyorumne ara rastlaştık kibir birikmişsin bir birikmişsin itiraz etme

taşıyabilirimsindudağıma sol yamaçtan kabuklanmış bir ciğer ağrısı olsa dabırak onukeşfe çıkmış gözlerini de buldumkahve değirmeninin de

içimdeki seni ele veriyor her şeysokağa atılan gaz bombasıbaşına buyruk edepsiz küfürlerkafatasıma yağmış beyaz saçlarbir iş var bendesevmek az kalıyor yanında

Sayfa 19

Page 20: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

babam öleli yetimim biliyorsunkiralık katil gibi peşimde yalnızlıkense kökümdeki benmayınutanmak soy isim davası açmak gibi

o zamanlar yalnız uyumaktan korkardımarsız toprağın çamur hali gibiydi yataklaronun içinçikolata sevmeye yeni başlamışım

bilirsin sen yalnızlığıterazi kasesine benzerbir yukarıda bir aşağıdane zaman bir hizaya gelseler de adalet tam olmuyorçaresine bakılmalı ama

zaman yanlıştır ya da insanörneğin balkonlara kuş yuvası bırakılmıyor artıkdudaklarımızın hırsını kelimeler kaçırmışazgın susuşlarsüryara sızıma

yoksa gözünün yaşı yanağımdan akarkızıl kanatlı kuşlar konaryüzümün coğrafyasınasüzül süzül

kül ateşten sonra olurbilirsinbuz koy sesimin şişiğineyaram yalnız bir Kürdistan gecesinde azıyorcinayetler deriliyor kötü cadıların koylarındaçocukları koparıyorlar dalındanbir tel sesağıtduyulmaz

İRFAN SARİ

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 21: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

MEFÛL’ÜN ŞİİRİ

I.akıp gidiyorparmaklarımın ucundayıldızları civan ömrümün.ve yitirse de çizgilerini ellerimçırpınıp duruyor avuçlarımdao mahçup “merhaba”hiss ediyor musun.

II.mecnûn’u olmuşumbir mahsûnun.Leylâ-k- kokar geceler.kırılır aynalardeminde şiirinişiti yor musun.

III.hem mef’ûlüyüm sevdanınhem de faili…sonrası kanamanın.şiirler bırakıyorumkovuklarınaünlem ağaçlarının.bir mendil koyuver yerinesusu-yor- musun.……

GALİP ÖZDEMİR

Sayfa 21

Page 22: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

KÜRT KEMALGülefer CAMBAZ SAVRAN

Kocaman elleri ve kocaman gövdesiyle bir devdigözümde babam

Bütün çocukluğum ve gençliğim kavgalarımızlageçmişti. Bitmeyen öfkesi vardı; her şeye bağırır,kırar dökerdi. En çok anlayamadığım da ufacık birolay karşısında o dev gibi adam bir çocuk gibiağlardı. Oturup karşılıklı hiç konuşamaz-dık.Birazdan konuşmalarımız kavgaya döner, benonun beni anlamadığından dert yanardım, obenim asiliğime kızardı. Yedi kardeştik, yoksul,perişan gençliğini İzmir limanlarında hamallıklabitirmişti. Okuması ve yazması olmadığı için başkabir şey becerememişti doğrusu bu ya. Ona çokkızıyordum, yedi çocuk neyine gerekti ama nemegerek dürüst adamdı; haramdan korkardı, kimsehakkında ileri geri konuşmaz, bir o kadar damertti. Doğduğu toprakları anlatırken masal din-ler gibi dizinin dibine oturur onu dinlerdim.Anlatırken sesi yumuşar dinginleşirdi, “Bizimküçükken öküzlerimiz vardı. Ben öküz güderdim.

Ben öküz güderdim. Akşam olunca eve döndüğümde anam tandır ekmeği yapar, içinetereyağı sürer, bir bardakta sıcak cay mis gibi ne güzel kokardı. Şimdi yağların tadı bile yok.Dereye balık tutmaya giderdim, Murat çayı buz gibi… Annem yakaladığım balıkları saçtapişirirdi. Nerde şimdi sizin yedikleriniz balık mı?” derdi.

Ne varsa o topraklarda hepsi çok güzeldi, ne lezzeti ne de kokusunu buralarda bulabilmişti.“Neden geldin o zaman buralara?” dediğimde öfkeli bakışları kanımı dondurmuştu. Birdefasında:

“Ben çok mu meraklıydım!” dedi bana, “bir küçük toprak parçası, birkaç öküz, bir sürükardeş ne yapabilirdim?”

Ona uzakların yolu görünmüştü. Evi terk etmek zorunda kalmış, daha on sekizine bilegirmeden İzmir’e gelmiş, bekâr evlerinde kalıp inşatta çalışarak hayatını kazanmayaçalışmış, askerlikten sonra bir daha da memleketine dönmek nasip olmamıştı. Buradaevlenmek zorunda kalmış, annesini de köyden yanına getirtmişti. İlk yıllar annesi de yabanele alışmakta zorluk çekmişti ama zaman içinde o da alışmak zorunda kalmıştı. Bazı gecelerannesinin çok ağladığını söylerdi. Çocukların sayısı her geçen gün artınca da yoksulluklabaş edemez olmuş, yıllar böylece geçip gitmiş…

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 23: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Geçip gitmişti ama artık durmak istemiyordu buralarda. Çocukları evlendirmiş, emekli deolmuştu. İzmir artık neyine gerekliydi? Tekrar gidip Ağrı Dağının havasını soluyacaktı.Aslında biraz da incinmişti. Artık kahveye de gitmeyecekti kimseye söylemiyordu amakahvedeki adamların konuşmaları canını sıkıyordu. Bir keresinde alaycı bir şekildebağırmıştı. Arkasından Konyalı Mehmet: “Kürt Kemal” diye bağırmış, “sizinkiler 12 askerşehit etmişler. Lanet olsun onlara, akşam haberlerini izlemedin mi sen?”

Öfkeyle dönmüş babam, canı sıkılmış. “Ne söylüyorsun ulan sen?” deyip adamın boğazınasarılmış. Kürt, Türk, sizinki, bizimki nasıl sözlerdi bunlar… Kötü şeyler oluyordu ülkede, obile şu cahil aklıyla biliyordu bunları ama bunun suçlusu o değildi. Hiçbir zaman kendinibu ülkenin bir parçası değilmiş gibi görmedi. “Biz bir bütünüz ben hiç ayırmadım ki!”diyordu. Evet, çalıştığı yerlerde bazı zamanlarda Kürt olduğu için onu yanına almakistemeyen olmuştu ama bu farklı bir şeydi. Ülkeyi bölmek mi bunu aklı almıyordu. Nedenböyle bir şey istesindi ki? O çocukken köyün büyüklerinden Çanakkale’ye gidip degelmeyenlerin hikâyesini çok dinlemişti. Vatan onun için bir bütündü, gençliğini İzmir’inbütün limanlarında hamallık yaparak geçirmişti. Rahat bir hayat günü de olmamıştı amayine de ülkesini seviyordu. Kızlarını istemeye geldiklerinde hiç Kürt, Türk demeden onlarıevlendirmişti. “Aptallar” diyordu içinden fakat diğer taraftan da kinlenmişti. Yıllardırbirlikte yaşadığı mahalle arkadaşları demek bu gözle bakıyorlardı ona.

Şu dizlerinin ağrısı geçer geçmez memleketine gidecekti. Orada dağlarda kendi dilindebağırarak şarkı söyleyecekti. Çocukluğunda olduğu gibi çayda balıklar tutacak ve onusaçta pişirtecekti, hem de orda sadece Kemal olacaktı. Kimse ona “Kürt Kemal”demeyecekti. Söz verdirmişti anneme “Konyalı Mehmet’e inat ölümü bile buradakoymayacaksın, doğduğum yere gömeceksin” demişti,

Gecen kış çok rahatsızlandı babam, evden dışarı çıkmadı. Kırılan kalbi de ağrıyordu artık.Sol yanında sızısı vardı. Doktorlar “İyileşmez” dediler. Bir daha kahveye de gitmedi. Bazenkomşuları onu ziyarete gelirdi ama genelde uyuyor numarası yapardı. Gerçekten çokincinmişti ve hiç biriyle konuşmak istemiyordu artık. Bir Mayıs sabahı çığlıklarla uyandık.Babam salonun ortasında kıpırdamadan yatıyordu. Annem kendin dilinde ağıtlaryakıyordu; “ Oy merik merik…”diye. Evin içine komşular doluştular biraz sonra. Anneminağıtlarına anlam veremiyorlardı. Birileri gelip yüzünü örttü çarşafla babamın. Babam yoktuartık ölmüştü.

Sözünü yerine getiremedik, istediği yere götürüp onu gömemedik. Hiç bilmediğimiz memleketlerdi oralar bizim için ve oralara ait değildik. Elbette buralara da ait olamadık ne yaparsak yapalım Kürt Kemalin çocukları olarak kaldık.

Şimdi babam Hacılarkırı Mezarlığında yatıyor. Onu mezarlığın yüksek bir yerine gömdük. Belki doğduğu yerlere götüremedik ama o şimdi yattığı yerden İzmir’e tepeden bakıyor.

Bizi bağışla baba, sözünü yerine getiremedik...

GÜLEFER CAMBAZ SAVRAN

Sayfa 23

Page 24: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

KENDİ CENAZEME DAVETEmin KEŞMER

Onlarcası ateş ediyorVe bir çocuk vuruluyorBelki kurtulacak, can çekişiyorGörüyorumBir diğeri, vurulan gözünü kaybediyorBen ölüyorum

Dağlarda birbirine can düşmanıÜlkemin fidan gibi delikanlılarıKindar kelimelere çoktan hazır dilleriÇılgın bir nefretle coşmuşÇelik gibi tutuyor silahı elleriMadenlerde toza toprağa, suya boğulmuşKolunu bacağını kaybetmeden köyüne dönenleri

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 25: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Sayfa 25

Bir kadın bıçaklanıyor yineHem de çocuğunun gözü önündeBıçaklanan kadın değilBenim, biliyorumÇünkü o kan benim kalbimden sızıyorDeliriyorum

Bir başka çocuk dileniyorHer gün trafikteBir değil kardeşim örgütlü çeteAma yine de bir çocuk oKim bilir belki erketeEn münasebetsiz yerdeBir yerlerde telef olup gitmeden önceİyi bak gözlerine

Bir işçi daha hayatını yitirdi bugünKaç gram ekmek için sen onu söyleCan yitiren o değil ki benimYetemiyorum artık azab-ı derdeFeryâd ü figâna ve zulümlereKahroluyorum şaka değilÖlüyorum işte her gün kaç kere

Ey can-alıcıların en suskun seyircisi TanrımHiç olmazsa bir gün bağışla bizeBir kere de kanım aşk için aksınBir gün ara verilsin de ne olurCenazem kalksın

EMİN KEŞMER

Page 26: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

İNAN

En hası da,döndükçe dünyabir şiir söktürüp havayagülebilmektir korkularamasmavi denizden,tuz basabilmektir yaraya.Dal insan denizinebak korkutulmuşlarasök kınından bilincinigül kenarından dolaşörse çekiç salgül korkularına.Onurunu yitirmedenDenizlerin yansıması gibi dağlarakaranlığa bürünen ufkunsancısına dokun.dokun ki;kurşun renkli özgürlükağır havalarda çimlensinyarına selam dürsün çocuklar.Çek al, yaylalardan bulutlarıkekikler sür, namlusuna lüverinYürek topla yarın içinAl koynuna yavuklun gibiesirler dünyasındantelef olmuş kırlangıç ölülerini…

NECİP TIRPAN

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 27: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

KARŞI YADINDAYIM HAYATIN

Çift ağızlı kamada bilenen hatıraAkşam kadehlerinde bitiriyorBitiriyorÜzgün kısmetiBağırtılardan şafak tutan şairKarşı yadında dilsiz lalİyi kötü günler görmüştürŞair kadehinde banıp çıkışımızlaŞimdiAcıların uçlarına tüneyen yalnızlıkKan şeridinde üşüşmekteBekletirkenBu alçak karanlıklarSınırdayım doğu yakasınınIşık kümelerindeKıvılcım elde eden dostlarHıçkırıkla besleniyor yürekSönen sular üzerindenÖnde gidene uzun bir isyanÇığlık yanarken gökteBöğründe olacağım bilenen hatıraİşte sevdiğimBu kadeh orta malı ıslık çalarÇalar ıslık eskisi kadar güzel olmasa da

HAMZA İNCE

FOTOĞRAF:HAMZA İNCE

Sayfa 27

Page 28: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

YİNGE NÖRÜYON? [*]

Özlem KESKİN

Kazanları yıkadı. Biriken tüm bulaşıkları da... Elleri küçüktü. Kazanlar büyük. Ellerisıcaktı. Su soğuk. Su aktıkça soğudu elleri. Bir yandan yıkadı, bir yandan olağanküfürlerini işitti. Her gün olduğu gibi... Hiç üzülmedi. Aşinaydı itilip kakılmaya,horlanmaya. Canı hiç yanmazdı bunlara. Ya da yanmıyormuş gibi yapardı. Dudaklarıbükülmedi. Yüzüne büyük gelen gözleri hiç değişmedi.

Bazı adamlar içlerindeki o mide bulandırıcı canavarı yanlarında çalışan çocuklara küfürederek besliyordu. Ama o bunu bilmiyordu o zamanlar.

Adımlarını hızlı hızlı gezdirdi dükkânın içinde. Saçları düştü önüne. Yapışıp kaldı terlialnına. Bacağını avuçladı. Kirden sakızlanmıştı pantolon. Yapış yapış oldu elleri. Kirliydi.Koca kazanları arındırdığı oranda kirliydi. Patronu korkutacak kadar kirliydi.

- Geç lan içeri.

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 29: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

İçeri girdi. İçeri değil asıl içine girdi. Boğulacaktı. Yapması gerekiyordu. Daha öncedefalarca yapmıştı. İçinin kahramanlarına seslendi;- Yardım et Batman.- Elinden tut Süperman.

Üşümüş bir kediyi yutmuş gibiydi. Titriyordu. Dişlerinin arasına sıkıştırmasa üst dudağıburnuna çarpacaktı.

Yürüdü. Derin bir nefes aldı. Soluğu tüm vücudunu dolaşıp, çıktı orta yere oturdu. Sankidükkândaki herkes onun orta yerde bekleyen soluğuna çullanıyordu. Daha fazlabakamadı. Kapattı gözlerini, yüzü yok oldu.

Kendinden çok farklı, çok uzak bir yerlerden geldi sesi;- Bir telefon açayım mı abi?

Koştu. Telefonla arasındaki mesafe bir ay, bir yıl, bir asırdı ama kesinlikle bir an değildi.Biraz daha sürse bükülüp kalacaktı bacakları.

Telefona varan yolculukta aklından gitmişti biriktirdikleri. Onları arayacak vakti yoktu.Onlara fazlaca gerek de yoktu zaten.

Bir eliyle titreyen çenesini tuttu. Yangından kaçar gibi, birbirine girmiş allak bullakşeyleri kusar gibi . . .- Yinge nörüyon?(*)- . . . . . . . . . . .. .. ..- Tamam.

Kapattı telefonu. Aslında hafiflemişti. Bedeninin ağırlığını yitirmiş içinin çukuruna doğrudüşüyordu yürürken. Arkasından gelen cümleler yakalayamadı onu.

- Azarladı mı lan yingen?

İçeri geçti. Kazanlar yığılmıştı. Bulaşıklar da. Yıkamaya başladı. O yıkadıkça etrafa saçıldıaz önce söyleyemedikleri.

- Geleyim mi?- Çok daraldım.- Tanıdık birilerine ihtiyacım var.- Acilen sevilmem lazım.- Kirlendim.- . . . . . . . . .- . .. . . .. . .. .- . . . . . . . .

Sayfa 29

Page 30: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Hepsinin üstüne basıp ezdi bir bir. Basamadıklarına tükürdü. Yendi onları, öldürdü.Yerler sözcük ölüleriyle doluydu. Aldırmadı.Ağlamadı da. Elleri sıcaktı. İçi buzTüm bu yaşananlar birkaç gün sonra tekrar yaşanacaktı.

Aslında ben o gün orada değildim. O çocuğu hiç görmedim. Telefonun ucundaki yingehiç değilim. Ben bu öyküyü sadece dinledim. Unuttuğum yerleri bile var. Yıllar olduduyalı.

Duydum ve bir daha hiç duymazdan önceki gibi olamadım. Duyduğumdan beribağırıyorum;

-EVDEYİM GEL. BÜTÜN BİRİKTİRDİKLERİNİ, KİRLENDİKLERİNİ, HORLANDIKLARINI ALDA GEL . İSTERSEN KAL.

[*] (“Yinge nörüyon?”: Yenge ne yapıyorsun?)

ÖZLEM KESKİN

GİBİiçimde zamansız bir sevinç varanne kokusu gibiakasya ağacı gibinedeni sen değilsiniçimde yersiz bir melankoli varondördünde öpüşmek gibidayatmalı sınavlardan sonra mezun olmuş gibi

dağlara çıkmış gibiilk kurşunu sıkmış gibikravatlı haydutlar kan emerkenyüzlerine sövmüş gibiummana dalmış gibinedeninin sen olmadığını anlamak gibi

ÖZER GENÇ

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 31: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

RESSAMgerçeküstü bir tuvalegerçek kuşlar çiziyor ressamkış üstü sabahlarındabeyaz uçuşlu kuşların kanatları yoksalınarak düşen kar taneleri donuyorve kanat şeklinde kuşları uçuruyorkendi erimindeki hayalin izlerine..

kırmızı bir nokta halindeciğeri yerdeki kara damlamışince hastalıktaPicasso yürekli gerçeküstüuçuşlardaki gözlerinebeyaz beneklerle dökülüyoryavaşçacık bilinci...

mavi döneminenazire yaparcasına...

bu uçuşlardahızına kesilmişkanatları dolduruyortuvale fırça darbeleriyleressam...

kar taneleri düşüyorressam ölüncekuş düşüyor...

HALDUN HAKMAN

Sayfa 31

Page 32: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

BAKIR ÇARIĞI DÜŞLER

Ey sürgüne hüküm giymiş hayatGüzlerime çekilen efkârHaydi, dökül pınarlarından gözleriminYık gel kıyılarını ki, gayrı paslansın mazgal,Yıkılsın kör duvarları esirliğimin.Baksana kuşatılmış sevdalarla çalar, duvarların rengi.

Az sonra saçlarımın tedirginliğine konacak, akİçime dönderiyorum, gözlerim bana uçurum.O kadar uzak kalmışım ki ben benden.Şarkıları susmuş bir hayat gezinir tenimdeYırtıp gecenin rengini şiirlere/Bakır çarığı düşleri kanatarak

Sesimi içimde unuttuğumdan/ dağıldı yüreğime efkârSokaklar hüzün demlenir/ kaldırımların sensizliğine.Şiirleri yasak bir kadının dilinde vurulmuş türkümAttığım her adımda arşınladı beni ödünç sancılarHaydi, çırılçıplak dökül gayrı gözlerimdenSürgüne hüküm giymiş ey yüreğim.

Kendimden uzaklara baktığımdan-Göremedim içindeki dağ yangınını.Baksana solmaya hüküm giymiş yaz gülleriÖmrü mazgallarına takılmış esaretin adı gönlümde.Gayrı yoruldum/Çalıntı bir hayatın ardından koşmaktan,Sakın ha aldanmayın içimdeki sessizliğe.Hala şairi vurulmuş türküler kanıyor dilimde…….

ABDULLAH ORAL

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 33: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

DÜŞLEYENİ ÖLDÜREREK, DÜŞLER DE ÖLÜRAdnan DURMAZ

düşlerin yıldızdan elleri vardıve yağmur yağmur kokularıöpüşlerinden gece çatlardıay şaşırırdı sevişmelerindenzamanın ve mekanın ötesindeydi vatanlarıuçurumlar korkutmazdı onlarıdüşlerin masalsı gözleri vardıki ışıtırdı zındanlarıkörler görürdü onlar baktığı zamanbir yaprak düştüdüş düştüdüş düşe düştüdüş-tüdüşleyeni öldürerekdüşler de ölür... (yerleşik gezgin’den/a.d)

Kalbimizin o gizli yerinde, bize ait, sadece bizim bildiğimiz düş ülkeleri, düşbahçeleri...Umudun toprağına ekilen düşler daha bir bağlar bizi. Zaman acımasızelleriyle güzü savurduğunda, nice yapraklar dökülür kalbimize. Umut bitince nice düşölür...

Sayfa 33

Page 34: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Düş öldükçe, düşleyeni de yavaş yavaş öldürür

Kalbimizin o gizli yerinde, bize ait, sadece bizim bildiğimiz düş ülkeleri, düş bahçeleri herdefasında yeniden tarumar olunca, giderek kaybolur, bu dünyada isteklerinigerçekleştirme umudu. Bizden bir şeyler gider yaşamımızdan giden her insanla…

Her kaybedişte bir şeyler kaybolur azmimizden, yeniden deneme kararlılıklarımızdan…Her gidenden bir şeyler kalır bize acıya dair ve hep kanayacak olan…

Gecelerin ortasında yapayalnız kalırsın

Kendine umutlar kes makasla kâğıttan bir şeyler keser gibi…

Yazılmamış dizelerin acısı kanar bir yerlerinde; ya da söylenmemiş, bir türlü, içindengelmemiş sözlerin. Bazan tam boğazına, dilinin ucuna gelmişken, karşındaki insanda osözle örtüşmeyen bir ayrıntı keser yolunu cümlelerin. Kalbimizin o gizli yerinde, bize ait,sadece bizim bildiğimiz düş ülkeleri, düş bahçelerine ait değildir karşındaki insan. Sen deonun içinin saklı yaylalarına ait kişi değilsindir. Sürekli itirazlarla, karşı çıkışlarla birileri senibaşka biri yapmaya çalışır, sen de onları başka bir insan. Kendini gerçekleştirmekti oysasevda dedikleri. Kimsenin yanında kendi gerçeğini yaşayamamışlıkların son bulduğu yerdi.

Hasta sistemin, gelecek kaygılarıyla, geçim sıkıntılarıyla, reklamları, eğitim sistemi,gerçeği örtmek için var olan propaganda malzemeleri bütün insanlarını ve insan ilişkilerinide hastalandırır. Sosyal, kültürel, ekonomik, duygusal, cinsel ve bizi o toplumun ayrılmazbir parçası yapan her tür ilişki, hastalıklıdır; eğer sistem hastaysa. Orada bireyler istemleridışında kimliklere, kişiliklere, rollere büründürülmüş, ilişkiler de insani olmaktan çok,görev anlayışı veya gereksinim olarak vardır. Bağımlı, dışa bağımlı toplumun her bireyi debundan payını alır. Geriye ise kalbimizin o gizli yerinde, bize ait, sadece bizim bildiğimizdüş ülkeleri, düş bahçelerinin hayali kalır.

Sana el uzatanın, kolundan tutanın bunun karşılığında bekledikleri olacaktır. Bunu aşanlardaha sağlıklı davranır ama haşerat gibi birbirini yiyen kitle, iyi niyeti kullanıp sahibini deenayi yerine koyar. Dostun, senin derdini paylaşmak için değil kendi yükünü zehrini sanakusmak için vardır. Her sevgili kendi geçmiş yaşanmışlıklarına göre yaklaşır sana. Herinsanı var eden daha çok geçmiş yaşanmışlıkları değil mi.

Yine de karşımıza çıkan her insan bizim için farklı bir yaşama biçimidir. Kimi seçersen ona göre yaşarsın biraz da. Ama karşılıklı müdahalesiz bir arada olabildiğin daha çok sana dairdir.

Acaba herkes aldatır mı; aldatma isteğini ortaya çıkaracak olanı bulduğu zaman. Her zaman bir daha iyisi varsa dünyada, her insanın arayışı hep sürer mi.

Tüm yaşam bir aldanış bir yalandır belki. Boşu boşuna kovalar dururuz, kalbimizin o gizli

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 35: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

yerinde, bize ait, sadece bizim bildiğimiz düş ülkelerini, düş bahçelerini. Belki de kendimiziçin uydurduğumuz büyük bir yalandır bunlar. Kuşkusuz düş bahçeleri, düş ülkelerisevdiklerinle birlikte yaşadığın kuru duvar dibidir. Ve orada yaşamın tüm zorlukları fazlasıylavardır. Bunlara rağmen birlikte olabilmenin bahçeleridir o kuru duvar dipleri.

Herkes aldatır ,sevginin yüksek kesimlerin makasıyla biçilen reçetelere göre yaşandığıyerlerde. İnsani değerlerin santim santim ölçülerek kullanıldığı, maddi değeri olanyerlerde.”Ben sana şunu almıştım…” Ben sana şunu vermiştim “ gibi lafların tartışmalardamalzeme olduğu yerlerde aldatır hesapla kitapla uğraşanlar. Yâri de alabilecekleri bir malgibi görenlerin dünyasında, mal maldan, el elden üstündür.

Sistemin bize bıraktığı,adına da özgürlük dediği tutsaklık alanında,sınırlı ve birbirine benzerseçenekleri kendimiz belirliyoruz sanısıyla,hayal ettiğimizden bambaşka yaşamalara tutsakoluruz.Özgirlük sandığımız birer tutsaklık unsuru oluverir seçimlerimiz.Boşanma patlamalarıbir zamanlar dünyanın en büyük aşkı sandığımız ilişkilerin sömürü ve tüketim toplumundaiflasıdır.Gerçi seçenekler,genelde aynı meslek grupları ve sosyal statüler arasında ,denklikilkesine göre yapılmıştır.Bu nedenle de hayalleri bile birbirine benzeyen milyonlarca memurailesi,işçi ailesi, tükenip gidenler…Çocukları ve onları biçimlendiren eğitim sistemi,boşanmanedenleri,kavga nedenleri de aynıdır bu kişilerin özgür istemleriyle kurduklarını sandıklarıailelerde.En başta kendimiz aldatmışızdır.Kalıplara uygun olarak , benzerlerimizden bize enbenzeri seçerek seçimler yapıp,ailelerimize onaylatırken.İnsanları meslekleri,kazançları vediplomalarına göre kategorize etme eylemine canla başla katılınca,kurduğun birlikteliği aşksanman ,arkadaşlık,dostşluk sanman doğaldır ama bu yanılgı yaşamına malolacaktır.Belki de tüm yalanları gerçek kılma savaşımıdır, yaşam; tüm düşleri, özlemleri insani veyaşanılır yapma çabasıdır. Kişilerin, bu savaşımı korkunç derecede yorucudur elbette.

Bu ne deli bir kovalamacaKaçan kimKovalayan kimBiz kimi kovalarken, bizi kim kovalıyor

Yine de bir karşılığı olmalı sevince umuda dair yaşanan; hastanesiz yollarda ölenlerin buncaacının çilenin yitirişin. Bir karşılığı olmalı, hiç sebeplerle, trafik kazasından, ya da yoldakiserseri kurşundan ölenlerin, sakat kalanların. Ama sistem kişilere asla acımaz. Umurundabile olmaz. Ama insanoğlunun nimetleri yıldızlardan çok olan dünyada, gelir gelmezkandırılmaya başlayıp, ölünceye kadar aldatılışının bir hesabını soran bulunmalı.

İhanetleri, aldatılmaları ya dostlardan, ya akrabalardan yaşar yaşamımızın çoğunu onlarlauğraşarak geçiririz. Hep erteleyerek gider ömrümüz. Bir ömür güzel dostlar arayıp, herdefasında bencilliğin duvarlarına çarparız. Her şey karşılıklı alışverişlerden ibarettir. Yajla-şınca senin üzerinde hak sahibi olanlar, davranışlarının hesabını sorar. Kıskançlık, hasetlik,çekememezlik, giderek kin, nefret bunlara benzer pek çok duygu sevgileri başlamadanboğar. Yaşamımızın büyük bir bölümünde ya bunların içindeyiz, ya yanında, ya karşısında.Birilerinin fazlalığı batar bize ama kendi eksikliğimiz umurumuzda olmaz. İçimizdeki

Sayfa 35

Page 36: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

bahçeler nasıl kurumasın ki.

Kimi insan koskoca dünyayı tek tek kişilerin batırdığı gibi düşüncelerden yola çıkarak,kendini kurtarma savaşımı verir. Böylesi bir dünyada, bu kadar zulüm içinde, kendi içhuzurunu yaratmak için çabalar durur. Dünyayı mutlu kılmak için herkes ibadet etse,acaba dünyadan kan biter mi. Kişilerin iç enerjileri, derin düşünme ve insanı kâmilolmak için çırpınır durur. Her gün dünyanın cellâtlarının o kadar çocuk, kadın demedenkatlettiği insanlara kör kalarak. Bu dünyada huzur içinde yaşar ve ölürken detekâmülünü tamamlamış bir ruh olarak tevekkülle gider. Burada mı, burada zulümdevam ediyor hala… İçimizde düş bahçeleri mutlaka olmalı, onlara dair umudumuz daolmalı. Onların var olması bir başkasının varlığına da bağlı olmamalı. Umudumuzukaybedersek, içimizdeki bahçeler hep kurur...

Gelişmiş ülke nüfuslarının çoğunluğu uyuşturucu kullanarak, depresyon haplarıyla veyaalkolik olarak yaşıyor. Bu dünyayı çözememiş insanın yalnızlığıdır. Yalnızlıksa insan içindehşet bir şeydir. Kim bilir belki de düş bahçelerimizin duvarlarını yalnızlıklarımızdanörüyoruz belki de. Kimsesizlik duygusu, nankörlük, alınıp satılan ilişkiler, ikiyüzlülüklerkendine bir zırh örüyorsun, düzenin kurallarının dışladığı adamsın, sen de o kurallarızaten tanımıyorsun. Seni kimse anlamıyor, anlaşılamadan yaşamayı da öğrenir insan.Anlaşılma kaygısı taşımadan. Aşkına uygun biri olmadan ve böyle birini beklemedenyaşamayı da öğrenir insan. Bütün bunlar insanları sevmeye engel mi. Belki de asıl kendideğerlerimizle insanları sevmenin başlangıç noktasıdır. Karşılık beklemeden sevmek...Düş bahçelerinin duvarları olmaz zaten.

Şeytan ve melek; iyi ve kötü; fahişe ve masum; acımasızlık ve merhamet; daha bunlarabenzer ne kadar karşıt duygu varsa, hepsi her insanda var. Hangi iradeli kişi yalnızcaiyilikten ibaret hale gelmiştir. Kişisel olarak insani olandan yana içimizde büyümek, belkide o büyüme gerçekleştikçe yaşam güzel olacaktır her şart altında. Başkalarında olanahaset etmeden, boyun bükmeden yaşamak, acı karşısında dik durmak. İçindeki sevgiyive umudun ormanlarını büyütmek için sonuna kadar çabalamak.

Biz istesek de istemesek de, her insan bir saman çöpü gibi savrulur sonsuz binyıllarınbir yerinde. Bu gün var yarın yoksak, yıldızlara bakarak gülümsemek gerekir. Nasıl olsayaşamımızdan her giden bizi unutacak ve onun anısı olacağız. Biz kendi zemherimizdekalacağız yine. En iyisi sıkı giyinmek, içimizdeki insanlığa dair umudu üşütmemek için.Bir gün sonsuza karıştığımızda kimsenin haberi olmaz belki de geçmişte kalanlardan.Koltuklar, kazaklar giysiler eskir ve yırtılır,sırrı dökülür aynaların, saraylar da zamanakarışır kulübeler de yıkılır, kentler de değişir baştan aşağı. Yapayalnız da olsan,nasıl kikendinin en büyük sorgucusu ve celladı sensin,en azından kendin için daha da insanolmak bu kısa konuklukta aslolan ,başkalarının belirlediği doğruların ötesinde…Yaşadımdiyebilmek kendin olmaktan geçer…

ADNAN DURMAZ

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 37: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

GİR KOLUNA YALNIZLIĞININ GİT

pusuya gerek yokmeydanlar kelepçeligülemiyorsun biliyorumsev yine de çocukluğunudüş peşine şarkıların

anılar pazarındaköy kasaba ne sayarsankentlerin uykusuzluğubaş dönmesi devranince ince dokundurdukça lafıdeğmeden ten tenehasret mi kaldınbize uğramadan geçip giden trenlere

sonunda gözkapaklarımağırlığı altında yıllarınpürüzlü dil gönle dokundukçasözcükler uzak tümcelereeller boşluktasen de gideceksen bu son yağmurlagir koluna yalnızlığının gitbekleme gelip bulacaklar diye

BEKİR KOÇAK

Sayfa 37

Page 38: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 39: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

NEREDE KALMIŞTIKSema LALE

Biz hangi mayına bastıkDört nala gelirken uzak Asya'dan

Ayasofya kaç depremdir yıkılmamışEdirne'nin köprüleri ve Mimar Sinan

Garantör kefil demektirBiz Kıbrıs'ta temerrüt

Hangi haklı aşkı savunur hangi dine inanan

Yazık küllerine bütün oportunistlerinKozalaklara yağmur yağıyorBiri bana dur desin

Elinde bir garip mecmuaTeşrin-i sani bilmem kaçHala ayılmamış afyon uykularından şuara alemiSabır ve kibir aynı parfümün ithal edilmiş halidirİthal teslimiyettir ve ihraç edilmelidir

Kahkül diyorum kahkülSemerdir ya hatunun suretindeBu istiare yeterSen düşlere merkep demesen de

Kültürden bahsediyoruzTop sesleri duyuluyor Baki dizelerdenMecidiyeköy'de duraklarsınız sizKorkunuz varsa Gezilerden

Minnetle andığımız ve milletçe yandığımızKaç adet iade-i itibar tanırsınızBir gece bizim gecekonduya buyurun şatafatlu beylerİtibarınızdan utanırsınız

Sayfa 39

Page 40: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Elbette kaldıysaKalanı yel aldıysa

Nerede kalmıştıkTeşrin-i sani bilmem kaçÇok yazmış çok utanmıştıkBu söz bu şiirde ayraç

Hecelere kusa kusa aruzdan usandıkHer yeniyim diyeni çeyiz sandığı sandıkBu ne soğuk cehennem bu ne acayip iklimDuvarda bir minyatür yanında geyikli kilim

Gülümseme tard edilir ıslık gaspa müsaitYakında milli maç varPeki devletlu efendimBu millilik kime ait

Pirinç asalarda uykusuz yarasalarMağaralarında müstahkem redifler bu şiiri arasalarYazsalar kızsalar ve illa ki durmasalar

Leyla ile Mecnun'daki aşk sorarım size nemizdirTanzimat öksüren veremli yerlerimizdirİlkokuldan çıkan bir çocuğun ıslığıSizin flarmoni orkestralarınızdan temizdir

Şimdi Beyazıt'a Cağaloğlu'ndan çıkarken yakılmış bir sigara say kendiniGene sorarımNerede bitersinÇakmağın kendininseTütünün sendenseVe kararın kesinseSonsuza dek tütersin

Ne munis ve meczup adamlardırBunlar terli ve yağlı pehlivanlardırDiye ağlayarak bahset bizdenŞahikalar bile az korkutucudur tarifeGeldiğimizi öğrenmenizden

Kene sakin kene suskun kene kan emer dururKene kanı unutsa da sanma kan onu unutur

SEMA LALE

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 41: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

“KELLE FİYATINA HÜRRİYET, ESİRLİK BEDAVA”[*]Sibel ÖZBUDUN-Temel DEMİRER

“Biz kırıldık,daha da kırılırız.

Kimse dokunamazbizim suçsuzluğumuza.”[1]

“Sanatta işlenebilecek hiç bir suç yoktur,” diye haykırıyor ‘Yeni Kapı’lılar…İşitiyor musunuz bu çığlığı? Duyuyor musunuz Onları!Onları uzun yıllardır tanımak, yanlarında durmak, ayakta alkışlamak bir bahtiyarlıktı ve bizbu bahtiyarlığı tattık…Nazlı Masatçı Onlardan birisidir; hani oynadığı bir sokak oyunundan ötürü “halkıaskerlikten soğutmak suçlaması”yla yargılanan ve 4 Aralık 2012’de “davası”, İzmir 22.Asliye Ceza Mahkemesi’nce neticelendirilip, karara bağlanacak gül yüzlü kadın…Nazlı’ya, İzmir Yenikapı Tiyatrosu emekçilerine “suç işledi” deniyor!Aslında bu ithama maruz bırakılan ne Nazlı, ne de İzmir Yenikapı Tiyatrosu emekçileridir;burada “suçlanan”, “yargılanan” sanattır…

* * * * *Evet, evet sanat ve sanatçısı “suçlanıp”, “yargılanıyor”!Hani, Bertolt Brecht’in, “Barış, insandan yana olan tüm çabaların, tüm üretimin, yaşamasanatını da içermek üzere tüm sanatların temelidir”…Thedor W. Adorno’nun, “Sanat daha önce yapılmamış olanı ister, fakat sanatın olduğu herşey daha önce yapılmıştı… “Sanatın bugünkü görevi, düzene kaos getirmektir… “Hersanat yapıtı işlenmemiş bir suçtur”…Pablo Picasso’nun, “Her zarok hunermend e. Ya girîng ew e ku di mezinbûna xwe de jîwelê mayîn e/ Her çocuk sanatçıdır. Mühim olan büyüyünce de öyle kalabilmektir”…Voltaire’in, “Tüm sanatlar kardeştir, hepsi de birbirinin ışığı altında ilerler”… diye betimle-diği insan(lık)a mündemiç safiyet “suçlanıp”, “yargılanıyor”!

Sayfa 41

Page 42: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Ancak despotluğa, tiranlığa, köleleşmeye karşı özgürlüğün, yaşamın estetize edilmesininhizmetindeki sanatı ve sanatçısını yargılamak kimin haddine?

* * * * *Bu mümkün mü?Elbette değil; olamaz ve olamamalıdır da!Çünkü sanat işlenebilecek hiç bir suçun olmadığı insanî bir safiyet alanıdır…Ancak sanatla, sanatçıyla çatışmak, onu “te’dib etmek” egemenlerin ve terör aygıtıdevletlerinin vazgeçemediği bir alışkanlık olmuştur hep...İtirazlarını, eleştirilerini, umut ve ütopyalarını sanatla icra edenlerin, egemenlerce“tehlikeli” ilan edildikleri tarihin kayıt altına aldığı bir gerçektir.Ancak sormadan geçmeyelim: Tarih boyunca binlerce sanatçı zindanlardaçürütülmelerini, idama mahkûm edilmelerini, sürgüne gönderilmelerini hak edecek neyapmış olabilir?Sormak gerek, Türkiye dahil dünyanın herhangi bir coğrafyasında halkın davasınısavunanları kim “suçlayıp”, “yargılamaya” kalkışabilir?Hem de daha çok kâr için para kazanma hırsıyla insan(lık) ve doğa kapitalizm tarafındanhoyratça alt üst edilirken; silah ticareti ve genelev işletmenin yasal olduğu bir dünyadave ülkede…Hayır; Engizisyon mantık(sızlığ)ıyla sanatı suç, sanatçıyı suçlu ilan etmek mümkün vemakul değildir.Ya da bu tehditlerle ezilenlerin sanatının da, sanatçılarının da iktidarla cebelleşmesinihayete erdirilemeyecektir. Çünkü sanatın raison d’etat’sı budur.Hayır; tiyatro oyunu sahneleyerek; roman kaleme alarak; şiir okuyarak; şarkısöyleyerek; film çekerek; karikatür çizerek; sokaklarda dans ederek suç işlenemez!Hem de Thomas Hobbes’in ‘Leviathan’ diye nitelediği, tepeden tırnağa silahlı devletcanavarının karşısında!

* * * * *İnsan(lar)ın yaşadıkları dünyayı, kendilerini tanıyıp, estetize etmelerinin doğrudaneylemi olan sanat; insan(lık) tarihinin biriktirdiklerinin, kuşaktan kuşağa aktardıklarınıntoplamıdır.Bu nedenle de nihai kertede insanîdir ve insan(lık) içindir…Ancak Kral Midas’ın dokunduğu her şeyi altına çevirmesi gibi kapitalizmin de her şeyialınıp satılan “mal”a çevirip, meta fetişizmini öne çıkarmasıyla “ticarileşti”, “alınıp-satılır”oldu sanat ve sanatçı da…Oysa meta fetişizmine teslim olmayan gül yüzlü Nazlı da, İzmir Yenikapı Tiyatrosuemekçileri de, sanatı “ticarileştirmeyip”, “alınıp-satılmayan” sanatçılardandır…Mesela bizimkiler “tiyatrocu” olarak bilinen Ali Poyrazoğlu gibi, tam 15 yıldır şirketlereeğitimler, konferanslar verip, “Her iş adamı içindeki sanatçıyı keşfetmeli,”[2]diyenlerden değildir…Ya da Nesrin Cavadzade’nin, “Türkiye’de oyuncular son derece apolitize bir yaşamsürüyor. Oyuncuların tepkilerini sadece ‘Şehir Tiyatroları Yok Edilemez’ eylemindegördüm. Yanlış anlaşılmasın, o protestoya katılmak da son derece önemliydi. Amasanatçılar sadece kendilerini ilgilendiren konularda tepki gösteriyorlar. En basitindenortada 30 yıldır süregelen bir savaş var ama hiçbir sanatçı bu konu hakkında bir şey

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 43: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

yapmaya yanaşmıyor,”[3] haklı eleştirisinden aridiler…Onlar sokağın sanatçılarıdırlar; sokağın ele avuca sığdırılamaz asi, “yaramaz”çocuklarıdırlar…Onlarla hep grevlerde, direniş çadırlarında, miting alanlarının biber gazına belenmişcehennemi atmosferinde karşılaşırsınız…Onları Orçun’u, Medine’si, Yunus’u ve diğerleriyle hep aşkın ve hayatın, zulme ve ölümedirendiği yerlerden tanırsınız…* * * * *Onların böyle olması, hepimize/ herkese sanatın aslî işlevini (ve elbettesorumluluklarını) anımsatır.Tıpkı “Sanatın gücünü bildiğimiz içindir ki, sorumluluğumuz bu kadar büyük,” diyenAnna Seghers’in, hayatı boyunca hep politik ve militan bir sanattan yana olması gibi.Ona göre ister yazar, ister ressam olsun her sanatçı, Fransız yazarlarının bir buluşu olan“dignité humaine/ insanın saygınlığı” söyleminin içeriğini sürekli savunmaklayükümlüydü.Bu yükümlülüğü “sanatın gücünü bildiği/ bilmesi gerektiği için” taşımak durumundaolan sanatçı, ezilenlere, neyi düşünmesi gerektiğinin değil, fakat nasıl düşünmesigerektiğini önererek anlatmak zorundaydı…Tıpkı Pablo Picasso’nun ‘Guernica’sındaki gibi…Tıpkı, kirli savaş oyunlarının acı yüzünü gösteren Francisco Goya’nın 1814’detamamladığı ‘3 Mayıs 1808 Kurşuna Dizilenler’ tablosundaki gibi…Lafı uzatacak değiliz; kimsenin, asla şüphesi olmasın; ezilenlerin sanatı da, sanatçısı datüm haksızlıklara, sömürü ve zulme, karanlıklara ve baskıya, savaşa ve saldırganlıklara,yani hasılı kelam gayri insanî olan her şeye karşıdır…* * * * *Nihayet Nazlı da, İzmir Yenikapı Tiyatrosu emekçileri de, “dignité humaine”ingereklerini, hakkını vere vere yerine getirdikleri için, “Büyük İnsanlık” nezdinde nesanatları “suç”, ne de sanatçılıkları “suçlu”dur…Onlar sınıflı toplumlarda sanatın sınıflardan bağımsız olamayacağı aslî gerçeğininfarkındadırlar.Onlar bu bilinç ve pozisyonla, toplumun değişmesine katkıda koyan, emek verensanatçılardır.Tarihin ilerleyişini kavrayan, bu ilerleyişin temel dinamiğinin de sınıf savaşımlarıolduğunu bilen sanatçılardır.Bu nedenle de burjuva ideolojinin hizmetindeki sanatçılardan farklı olarak, dünyanındeğiştirebileceğine, başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanırlar.Bunun için de, dünyanın hâline kederlenen ama boyun eğmeyen Ahmed Arif’in, “Yürüüstüne üstüne, tükür yüzüne cellâdın,” dizelerindeki üzere yaşarlar…Büyük insanlığın şairi Nâzım Hikmet’in, “Behey! kaburgalarında ateş bir yürek yerine/idare lambası yanan adam!/ Behey armut satar gibi/ san’atı okkayla satan san’atkâr!/Ettiğin kâr kalmayacak yanına,” dizelerini haykırırlar…Nihayet yaptıkları ve yaşattıklarıyla Onlar hepimize (XI’inci tezdeki üzere) şu onbirgerçeği hatırlatırlar:i) Emma Goldman’ın, “Artık hayal kuramadığımızda ölürüz.”

Sayfa 43

Page 44: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

ii) Halil Cibran’ın, “Şafağa ancak gecenin yolunu izleyerek ulaşılabilir.”iii) Protagoras’ın, “İnsan her şeyin ölçüsüdür.”iv) Epiktetos’un, “Yaşamındaki sınırlar yalnızca senin belirlediklerindir.”v) Walter Benjamin’in, “Yaşamak izler bırakmaktır.”vi) Jean Paul Sartre’ın, “İnsanın özgürlüğü, kendisine yapılanlara karşı takındığı tavırdagizlidir.”vii) Roald Dahl’ın, “Ilıklık bir işe yaramaz. Sıcak olman da yetmez. Akkor kesilmeli,tutkuyla sarılmalısın.”viii) Friedrich Nietzsche’nin, “Kendi savaşınızı açmalısınız, kendi düşüncelerinizin uğruna.Düşünceleriniz yenilse bile, dürüstlüğünüz zafer çığlıkları atmalıdır bunun için,” uyarılarıile…ix) Edip Cansever’in, “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka.”x) Turgut Uyar’ın, “Belki yağmura da gerek kalmazdı/ insanlar bu kadar kirli olmasaydı.”xi) Orhan Veli Kanık’ın, “Kelle fiyatına hürriyet,/ Esirlik bedava;/ Bedava yaşıyoruz,bedava,” saptamalarındaki üzere…

* * * * *İyi ki var Onlar…

24 Ekim 2012 11:40:44, Ankara.

NO T L A R[*] Sanatta İşlenebilecek Suç Yoktur, derleyen: Yeni Kapı Tiyatrosu, Ceylan Yay., 2012…içinde.[1] Cemal Süreya.[2] Zeynep Mengi, “Her İş Adamı İçindeki Sanatçıyı Keşfetmeli”, Hürriyet IK, 7 Ekim2012, s.2.[3] Aslı Barış, “Televizyonda Ciddi Boyutta Bir Irkçılık Var”, Radikal, 22 Ekim 2012, s.16.

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 45: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

İSYAN YILDIZIMilât yokAdem’den çok önceSilüryen KayalıklarındaÇiçeklerin ve aşkın doğduğu yerdeGülmeyi unutmuştu onu bulduğumdaGüneş harelenmiş alnında…OkunurOzanların türküleriYüzünün aynasındaİsyan yıldızı…Yıllardan saklamış içimizdeki çocuğuApaçhe… Apaçhe…ODağlarda gezerdiRuhumuzdaki eşkıya…

MUSA SU01.01.2015

Sayfa 45

Page 46: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

ÖTÜŞÜNCE KUŞLAR SUSARIM

içimi okşayan bir bakış var bugünaşk üzerine sözleşir yan yana sevdalanmış iki gözkonuşmanın zamanı, ırmak coşmuşkenve cıvıl cıvılken dört bir yanım

eskidenmiş geçmiş yıllara bağlanmışlıklarköşe bucak infazları ellerimizinutangaç gözyaşları, ağıtlarşimdilerde renklerine vuruyorkozasından çıkan kelebeklerin

nice gemiler yüzdürmüştük seninleyüreğim dolmuşken ağzına kadarkalemimi kıracağım en sivri taşlardane uçaklar yapmıştım o kısa notlardangözyaşına, kana, kurşuna karşı

aymaz kuşlar konuşur olmuş dilimiadımlarım ileri gitti diye yazdırmışlar fermanımıyarım kalan sevdamı yıkık bacaları dinlerkenkanat vurup uçmuşlar yağmur çeken dağlara

her renkten çocukların, kuşların, kelebeklerinmavi gülüşlerine susuyorumellerine batmasın diye gözlerimetrafını çevreleyen telden dikenler

yüzlerce kez vedalaşarak sevileriylekokusunu sulara bırakan balıklarnice ırmaklardan geçtiler ant içtiler okyanuslar üstüne

ERCAN CENGİZ

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 47: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

YÜKSEK SÖYLE Bir baharı hapsedemem Düşlerime Yüksek söylerim şarkımızı Derin göz çukurudur acılar Ateş gövdelerimizde Bir çift kanatta gün ıslak Geniş yollarda mevsim ılık Kuşların sesi değmeden bulutlara Birlikte söyleyelim Kalabalığın orta yerine düşen Yaprağın rengini Bir yudum suda Yüksek söyle Bıkıp usanmadan Harlanan sesle Başlarımızın omuzlarda durduğunu

BURCU TÜRKER

VİCDANYakılan tutsaklara ıslak battaniye attılarOysa on numaralı sözlü emirlebenzine batırılmıştı battaniyelerKafka bile düşünemezdi böylesini

TEMEL KURTFOTO: JAMES NACHTWAY

Sayfa 47

Page 48: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Birgün Ben, Belki bir Sığırcık Kolonisininİçinde, Belki Yıldızlarla Birlikte Göklerde…….

Vildan SEVİLBirgün, ben, belki bir sığırcık kolonisinin içinde, belki yıldızlarla birlikte, göklerde sayısızresimler çizerek özgürce , delice ya da aheste aheste uçacağım, siz beni görmeyeceksiniz.Ben sizi seyredeceğim maviliklerin, top top, dalga dalga, kıvrım kıvrım, lüle lüle saçlı akbulutların içinden.Sesiniz gökyüzünü inletecek, kulaklarım tıkanacak, gözyaşlarım yağacak üstünüze.Siz beni unutmuş olacaksınız. Beni uğurlarken gözyaşı dökmüş bir avuç akraba, dost,arkadaş bile unutmuş olacak. Kim hatırlar ki acı çekip “Yapmayın, etmeyin, tehlike büyük,kapıda!” diye çığlıklar atan,kendi halinde bir kadını?Kendi çocuklarını ateşten koruma derdine düşmüşken göklerdeki anneleri, akıllarınagelmeyecek çocuklarımın bile…Ama sizin çığlıklarınız gökyüzünü inletecek o zaman. Kulaklarım tıkanacak, gözyaşlarımyağacak üstünüze, bardaktan boşanırcasına…KEŞKE!… KEŞKE!... KEŞKE!... KEŞKE!… KEŞKE!... KEŞKE!... KEŞKE!...KEŞKE!.......Gözyaşlarım söndürür mü sizi sarmış ateşi? Bilemem.Yoksa hep birlikte el ele verip yangınları söndürmeyi öğrenmiş olur musunuz? Bilemem.Biliyorum, unutulmak umurumda olmayacak. “Ha gayret, ha gayret!... Silip atın artık şutekinsiz yazgıyı!” diye haykıracağım size göklerden.

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 49: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

………………………..Bayramları yasakladılar, kiminiz sevindiniz, kiminiz seyretttiniz.Egemenlik bayramınızın yerine “Kutlu Doğum Haftası” dediler… “Nereden çıktı butarihi belirsiz hafta, nasıl hesaplanmış?” demeden, “Peygamber Efendimiz doğmuş, başüstüne efendim kutlayalım” dediniz.60 santimetrekarelikbez parçası, beyinlerdeki, yüreklerdeki dini inancınyerine konmak istendi, “Türban da türban, türbanlı bacılarımız!” diye tutturdular.“Herkes kendi inancına göre giyiniyor mu? İnanç giysiye indirgenebilir mi?” diyesormadınız, kafa sallayıp “İnanç özgürlüğü” dediniz, alkışa durdunuz.İran’da, Suudi Arabistan’da ve pekçok İslam ülkesinde saçının teli gözüken, tümözgürlüklerinden yoksun bırakılan kadının gördüğü şiddete, yüzüne dökülen kezzaba,aldığı ölüm cezalarına aldırmadınız, başınıza gelmez sandınız.Başbakan Yardımcısı “Kadın iffetli olacak. Herkesin içinde kahkaha atmayacak” dedi;insanın en güzel halini, gülüşünü yasaklamaknamus korumak sayıldı.Sesinizyükseltmediniz. Gülüp geçtiniz.Çocuk sayınıza, yatak odanıza, doğum biçimize karışıldı, g..t kılı olmaya devam ettiniz.Kimi yerlerde kadın gişeleri, toplu taşıma araçları harem selamlık oldu, görmezdengeldiniz.4+4+4 yasası çıktı. Kızlar çocuk gelin olmaya itildi.Kadına şiddet, son yedi yılda binde 1400 arttı.Ateşe giden yol, kadının saçını kapatmakla açıldı. Kadını yasaklarla kuşatarak, evetıkarak genişletildi.Kadın, üretendi, doğurgandı. Doğasından ötürü çok güçlü sezgileri, çok güçlü koruyupkollama gücü vardı kadının, ağrıya acıya dayanıklıydı. Kadını erkeği, insanı değiştirmek,bu gücü elinden almakla, kadını teslim almakla, onu toplumsal yaşamın dışına itmeklemümkündü.Her mahalledeki okuldan en az biri imam okulu oldu, çocuklarınızı yollamayadevam ettiniz.“Osmanlıca zorunlu ders olacak” dediler, “Amaçları ne ola?” demediniz, seçmeli dersolmasına şükrettiniz.“Karma eğitime son verilecek” dediler, “Eskiden de kız okulları, erkek okulları vardı,olsun varsın” dediniz.“Din eğitimi zorunlu olacak, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammet’in hayatıokullarda okutulacak” dediler, seçmeli ders olmasına fit oldunuz, kendi anlayışlarınauygun din dersini, anaokullarına kadar çaktırmadan yavaş yavaş indirdiler.Kürt’ü Türk’ü, az muhalifi çok muhalifi, hep birlikte,halkı tavlamak için dizi dizi iftarçadırı kurmakta, iftar yemekleri düzenlemekte yarışa girdiniz. Seküler Kürt hareketiDemokratik İslam Konferansı (Sünni) bile düzenledi Barış Süreci adınaGünü kurtarma amaçlı politik çıkarlarınız için “Nerede diğer inançların özgürce giyinme,inancını yaşama, ibadet etme özgürlüğü, nerede?” demediniz.Sokağa dökülen gençler, yürekli insanlar gaz yedi, sopa yedi, kurşun yedi. “Çok şükürAllahıma ben uzağım” diye duaya durdunuz.Kâr amacıyla iş güvenliğinden yoksun bırakılmış işyerlerinden çıkan cenazelere cenazearabaları yetmedi. “Ah vah!” etmekle yetindiniz.

Sayfa 49

Page 50: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Hukukla, yargıyla, eğitimle, güvenlik güçleriyle, toprağınızla, suyunuzla… Her ne varsaher şeyle oynadılar, gerilere götürmek için, para için, kâr için, yeniden yenidendüzenlediler.Çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğini ateşe verdiler.Ah! Hangibirini sayayım?... “Bu da geçer” dediniz tevekkülle.Bütün bunlar olurken, görülmemiş bir vurgun, soygun, talan, yalan dolan yola koyuldu,menzile erdi. Firavun mezarlarına sığmayacak paralar birikti birilerinde. "Çalıyor ama işyapıyor, sadaka veriyor" dediniz. Hakkınızı helal ettiniz.Şimdi eğitimden, sağlıktan, karın doyurmaktan yoksunsunuz. İşsiniz. Ne yapsanız suç...Ne söyleseniz suç... Baksanız suç, bakmasanız suç. Ağızlarınız mühürlü, kollarınızayaklarınız efsunlarla bağlanmış.Sancılar içindesiniz..............................................“Sen ne yaptın?” diye mi soruyorsunuz bana?...Ne mi yaptım?...Yeryüzünde kalmam, canımın üstümde olması, iyi kötü geçimimi sağlamayı başarmışolmak mutlu etmedi beni. Şükretmeyi öğrenemedim bir türlü. İhtiyacımdan fazlasınıistemek, özenmek de aklıma gelmedi hiç.En çok vicdanımdan korktum, vicdanımdan…Nerde haksızlık varsa, kim eziliyorsa, sömürülüyorsa onun yanında olmaya, onlarla,onlar için mücadele edenlerle birlikte olmaya çalıştım. Ben onlardan biriydim, onlar daben'di, bizdik ama tektik ve azdık, yetmiyordu gücümüz.Sokakta, mitingte, toplantıda, yetişebildiğimiz her yerdeydik.Siz seyrediyordunuz.Haksızlıklar çoğaldıkça çoğaldı. Ben, yaşlandıkça yaşlandım. Gücüm azalmayabaşladığında, bu kez anlatarak, yazarak sesimi duyurmaya çalıştım. Gökler beniçağırana kadar, gördüğümü bildiğimi, okuduğumu yaşadığımı anlatmaya çalıştım.“Başına gelen belalar yetmedi mi? Bu yaşta yeni belalar mı alacaksın?” uyarıları da kâretmiyordu. Oysa haklılar mıydı?... Değer miydi, değmez miydi?... Bilmiyorum. Başka birseçeneği hep reddetmiştim. Denemeden nasıl bilebilirdim ki?...Nice bilim insanı, eli kalem tutan yazar çizer kafa patlatıp yazıyordu, konuşuyordu,anlatıyordu. Dinleyen, okuyan, okutan ise bir avuç kişi. Dinlemekten, yayınlamaktan,okumaktan, okutmaktan korktunuz. Ben ise “Benden günah gitti” dedimvicdanımı rahatlattım umarsızca… Yoksa şimdi göklerde nasıl uçardım böyle özgürce?Benim gibilere “Dinsiz, imansız, Allahsız komünist” der, YOK ETMEYE çalışırdınız. Siz,“Dini imanı, Allah’ı Kur’an”ı dilinize pelesenk edenlerdiniz. Ama yoksul ve cahilinsanları kandırıp, kör edip, ardınıza katıp dünya nimetlerinden hakkınıza düşenden çokçok fazlasını almaktan hiç kaçınmazdınız. Onun için biz hep azınlıktaydık. Azınlıktaydıkda bitmezdik, tükenmezdik bir türlü. Özgürlüğü, adaleti, eşitliği özleyen başkalarıyetişirdi ardımızdan.Bizim cehennemde öksüz yetim hakkı yiyenler, insanları ezenler, horlayanlar yanıyordu.Vicdanımız cennetimiz, ona uymayan eylemlerimiz, düşüncelerimiz cehennemimizdi.Cennet de cehennem de bizdik, bizdeydi, kendimizdik. Öyleydi inancımız.Hak hukuk dinlemeyenlerle birlikte yürümenin azabından korktum ben.Çok korktum………………………………..

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 51: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

KEŞKE!… KEŞKE!... KEŞKE!... KEŞKE!… KEŞKE!... KEŞKE!... KEŞKE!... KEŞKE!.......

Şimdi sizi dinliyorum, görüyorum.Çığlıklarınız inletiyor gökleri, denizleri, dağları, ovaları...Kırmızıya dönmüş nehirleriniz.Kapkara dumanlar yükseliyor.Ak kanatlı, kara kanatlı, büyüklü küçüklü tüm kuşlar… Sığırcıklar, kartallar, kırlangıçlar, naif serçeler, gözüpek kargalar, yaban kazları, turnalar, gururlu flamingolar, tepelikli ispinozlar, sakalar, şarkıcı bülbüller, çalıkuşları, atmacalar, doğanlar, baykuşlar, yarasalar, karatavuklar, ötleğenler, şımarık sinekkapanlar, toygarlar... Tanıdık tanımadık nice kuş sürüsü, ürktü, kaçışıyor...Göz pınarlarım bir çağlayan.Akıyor... Akıyor... Akıyor...Yangını söndürmeye çalışıyorum.Yeşil yok aşağıda... Ağaç yok... Orman yok...Dümdüz gri, füme renkli, tepelerinden metaller yükselen çatılar, kırmızı kiremitler aşağıya çekmiyor gözyaşlarımı... Ah çekmiyor, çekmiyor...Gözyaşlarım içime akıyor, içime... Boğuluyorum...

VİLDAN SEVİL

—Toplumcu-gerçekçi estetiği bilen, öğrenmek zorunda olan sanatçılar, öz-biçimilişkisi içinde dile de şiir diline de, seslendikleri kitleyi düşünerek bakmakzorundadırlar. EFDAL SEVİNÇLİ—Toplumcu gerçekçilik, dünyayı durağan olarak değil, tarihî gelişimi içinde görür;bunun sonucu olarak bugünkü durumu mutlak kabul etmez, tam tersine yarının birnedeni, bir başlangıcı olarak kabul eder, öyle yansıtır. AYHAN GERÇEKER—Toplumcu gerçekçilik, sanatçının, dünyaya, insana, iktidar ve güç ilişkilerinesağlıklı bakış biçimidir, özgürleşme yollarının önünü açmanın tutumu, sanatçınınbilinçli bir yer tutuşu, konumlanışıdır; kalıplara sığan ya da kalıp kuran değil,kalıpları parçalayandır. İSMAİL MERT BAŞAT—Sosyalist gerçekçi sanat, yaşamın sonuna kadar arayış içinde olacaktır. Bu arayışsürecinde o, her somut içeriğine en uygun biçimi bulmaya, bireyselliğini koruyarakbaşkalarını taklit ve tekrar etmemeye çaba gösterecektir. NAZIM HİKMET

SOSYALİST SANATA BAKIŞLARc c

Sayfa 51

Page 52: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

UMUDUN SENFONİSİMeriç AYDIN

0yalnızlığını sevçünkü başka gerçeğin yok

Idev gökdelenlerruhsuz reklam tabelalarıbirbiri ardına dizili evleruzayan demir yollarıgecenin çöken sisi ve dolunay

içimizden sonsuzluğa uzanan gökyüzüayak bastığımız yeryüzüve içimize doğru büyüyen bir sahilakşamı selamlayan ufuk çizgisi ve martılar..

sokakların bir bir yanan ışıklarıbüyüler, büyücüler, tektipçilermeczuplar ve muktedirlerne anlatıyor dersin çaresizlikten solmuş yüzlere?

sabahın ilk ışıklarıylametroda, otobüste, vapurda sokaklara akan gürültüsü işçilerindalga dalga çoğalan bu insan selidönüp durdukları yaşam burgacındane anlatıyor dersin bu bozuk düzene karşı?

poker oynayan kadınlarevin uysal kedileritabiatı gereği sokağa dönen ölen ve öldürülen sokak köpekleri

bir sis perdesini aralar gibitatlı bir telaşla çabucakkendi içlerinde boğulmuş yalnızlıklarınıen olası bir gerçekmiş gibi kusarakhayat dolu gamzelereyalancı gülüşleri gömüpsahte aşk apseleri dokunduranlar ne?

ve şehri bir bit ordusu gibi kemirenneon ışıkları, teknoloji teorisyenlerikimyasal gıdalaranı yaşayan ve anda kaydolanaranan, unutulan ve kaybolanaşktan ve sevdadan uzak algılar ne?

sonra içimizde ki ve dışımızda ki ölülerhepsi yerin ve zamanın sesini taşıyan sonsuz bir ruhun son havarileri-düşlerim ki yitik bir kara parçasıdır yalnızlığın ütopyasında

her an bir şeylere dönüşüyor olmamızbir baba-oğul benzerliği midir?aynı zamanda birbirine zıtaynı zamanda birbiriyle sürekli..

şarkımız hep en içtengözlerimiz hep en uzakzamanın büyüsüyse bizi boşluğa itensesimiz zamanın bir parçası olmasın?

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 53: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

yağmurda ıslanan bir serçenin kuruma telaşını hatırlayanlış yer tutmuş bir matadorunboğayı delirten öfkesini

ey içimizin iyimser belleğiçok mu yabancı duruyor yüzümüzdeki suskun gerçeknedir bu, boş vermişliğin esrikliğine kapıldığımız korkular?bunu da kaldır at içinden.

II

yükünü aldı gidiyor bir uzaklıkuzayan gölgemin peşi sırabir hayalin güzergahı üzerindeyizyolumun üstü dikenliyol kenarlarında yasemenler..evet, burada duralım istiyorumseni unuttuğum yer burada bir yerde bir göğün dibindeburada durmalıyızburada soluk alır ölülertoprak burası sözün özü bu işte

her şeyi uyandırabiliriz aslındanasılsa her rüya gerçektir birazgecenin ıslak gürültüsünden sabahlara karışaniçimizin hararetine bir çay sebepbaşımızın ağrısı hep yokluktan

zorunlusu olduğumuz her güne kırgınızoysa sevinçler ne kadarda yerli yerindebeton yığınları içinde daralan ruhlarımızuzayıp giden şu gökyüzü gibiyüzünün mahmurluğunda ki sevinçsiyahın içinde ancak bu kadar maviyiz

bu dinginliği insanların yüzlerinde aramak var bir debunu yapraklarda ki çisi de görüyorumve toprağın insani kokusundakorkarak annesine sığınan bir yavru kedinin sıcaklığındasiyahın hep derin bir manası var beyazın gerçeğindebeni yenilmez kılan da bu, yalnızlık denen illeteben nerede öldüm bilmiyorum.

MERİÇ AYDIN

Sayfa 53

Page 54: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

VİCDAN DARAĞACINDADIRellerim omzumdan aşağıdaayaklarım çukurdadırbir baksam yoldan aşağızehir zemberek kış uykularıemanete bırakılmış bir yaşama sanatıerken vurulmuş güvercin kanadıgözleri aynı ben

tut ki avuçlarında lacivert bir gökyüzükıtlık kıran bir mezopotamyayı giyinmiş yeryüzüvurulmuş herkes kendi ayağındanköpürmüş bir yürek fırat kadarkahpe kayası kadar kahpe para taşırlardil suskun çene yorulmuşiki ye ayrılmış at kestanesindeçaylak fırtınaları hep sessizdesiyah dilde ağıtla eser

bir baksan aşağıya uçurum kısainsanlık cüce boyluherkes kendi cebinden ağlarvicdan dediğin şimdiasılıdır cüzdanda ki darağacında

VEYSEL KEBANLI2014/ İstanbul

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 55: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

YENİDEN SOSYALİST GERÇEKÇİLİK ANLAYIŞIMIZAli Ziya ÇAMUR

Günümüzde her alanda olduğu gibi, sermayeninvuruşlarıyla sanat alanında da bir kavramkargaşası sürmektedir. Bir takım kavramlarağızlarda gezerken, yerli yerine oturtulmaksınızya ölçüsüz övülmekte ya da yerin dibinesokulmaktadır.

Bu kavramlardan biri de “sosyalist gerçekçilik”kavramıdır. Sosyalist gerçekçiliğe bakış solda vesağda da bilinçsiz ya da bilinçaltında göğeren birbilincin ölçüsüz dostluğunu ve düşmanlığınıtaşımaktadır. Bu konuda farklı bakış vedalgalanmaların detayına girmeden önce,Sovyetler Birliği öncesinde başlayan ve sonrabüyüyen bu akımın kökenine bakmakta yararvardır.

SOSYALİST GERÇEKÇİLİĞİN KÖKENİ

Proletaryanın devrimci ülkülerine vemücadelesine dayanarak sosyalist gerçekçiliğinortaya çıkışı Sovyet sanatının başlıca yöntemiolarak benimseyişiyle belirir. Ne var ki, somutanlatımını devrimci yazarların yapıtlarında vesosyalist gerçekçiliği benimseyen eleştiri okulutemsilcileri ile öteki sanat dallarının ürünlerindebulan bu ussal gelişim bir anda oluşmadı elbet.Konstantin Fedin, bu konuya ilişkin görüşlerinişöyle açıklıyor:

“Gerçeğin sanat yapıtlarında yansıtılmasıkonusunda sanatçının yaklaşım ilkeleriuzun yıllar boyunca oluşmuş veolgunlaştırılmıştır. Yetenekli yazarlarınedebî deneyleri ve başarıları, Sovyet sanatdünyasının kurulması için gereklimalzemeyi sağlamıştır. Marksizm veLenin’in devrimci dehası, kuramcılara veeleştirmenlere esin kaynağı olmuş; onların

Sayfa 55

Page 56: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Sovyet sanatındaki yeni olguları ideolojik genellemelere götürmelerini, buolguların sanatsal kalıtımla ortak yanlarını belirlemelerini ve özgün yönlerinivurgulamalarını sağlamıştır.”

Sosyalist gerçekçilik, karmaşık ve çok yönlü bir oluşumdur. Hiç kuşkusuz her sanatsalyöntemin temelinde belirli bir insanlık kavramı, gerçek kavramı ve sanatın gerçekkarşısındaki tutumu yer alır. Sosyalist gerçekçilikte bu kavramlar temelde yenilik taşır.Burjuva dünyasının yazarları, tarihi bilinmez güçler arasındaki çatışmanın ürkütücükarmaşası olarak yorumlarlar. Bu yazarlar yabancılaşma, korku ve kimi zaman dagizemci bir dehşet duygusu içinde çalışırlar. Onlara göre tarih süreci, kendilerininetkilemeye güç yetiremedikleri ölümcül bir süreç olarak algılarlar.

Oysa Marksizm-Leninizm’in en önemli sonuçlarından biri de, insanların tarihe ve çağabakış açılarını değiştirmek oldu. Marksizm-Leninizm’in klasikleri belirli tarihsel yasalarolduğunu, bu yasaların kesinlikle belirlenebileceğini ve insanların bu yasaların mantığınadayanarak tarihin akışını etkileyebileceklerini ortaya koydu. Bu buluş, insanlığınpsikolojisinde çok büyük bir değişime yol açtı. İnsanlar kendilerini güçlü bulmayabaşlarken aynı zamanda da tarihsel bir iyimserlik kazandılar.

Bu tarihe iyimser bakma duygusu, sosyalist gerçekçi sanatı benimseyen şair veyazarların yaratıcı benliğine iyice sindi. Bu kişiler, tarihi kendileri yaratma isteği duydular.Tarihi yeni baştan yaratmaya giriştiler. Bunlardan Maksim Gorki’nin diliyle, “Dünyaya,dünyayı insanın mutluluğu için değiştirmeyi ve yeryüzünü bir aile hâlinde birleşmişinsanlığın güzelim yeri durumuna getirme”yi amaçladılar.

Günümüzde sosyalist gerçekçiliğin bu yenileyici nitelikleri özel bir değer taşımaktadır.İnsan, gelişim süreci boyunca salt yapıcı değil, yıkıcı güçleri de buldu karşısında.Bilimsel ve toplumsal devrimin ilerlemesi, çağdaş dünyanın karşısına “varlığınısürdürebilme” sorununu getirdi. Bu sorun bugün daha yakıcı olarak, gelecekle ilgilikaramsar görüşlere insanlığın kendini yok edeceği kanısını pekiştirmektedir.

Tüm bunlar göz önünde tutulduğunda, gerçekten insancıl bir sanatın bu tür görüşlerleuzlaşıp uzlaşamayacağı, kendi estetiğinin dar sınırları içinde kısıtlanıp kısıtlanamayacağı,daha da ötesi gerçeğe ve toplumsal çatışmalara kayıtsız kalmayı öğütleyipöğütleyemeyeceği sorusu akla geliyor. Çağımızda, dünyaya karşı etkin bir tavır getiren,gerçeği ortaya koyan ve insanın yazgısıyla çağdaş kuşakların yaşamının insanlarınkendilerine bağlı olduğunu gösteren bir sanata özellikle gerek vardır. Günümüzsanatında en üst düzeyde insancıllık ancak böyle dile getirilebilir. Sanatızenginleştirebilecek ve insanın sanata saygısını pekiştirecek bu tutum, sosyalistgerçekçiliğin temel programıdır.

Sosyalist gerçekçi sanatın bireye, tarihe ve gerçeğe bakışındaki iyimserlik, bu sanatınyaratıcı yönteminin felsefi temelini oluşturan Marksist-Leninist dünya görüşündendoğmaktadır. Bu dünya görüşü, sosyalist gerçekçi sanatçıların en temel çıkış noktasıdır.

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 57: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Sosyalist gerçekçiliğin temelinde, kapitalist dünyanın tersine -Lenin’in deyimiyle- dikkatsanatçıya değil sanata, sanat yapıtınadır. Sosyalist gerçekçilik estetiği, sanatta nesnelyasaların varlığını asla yadsımaz. Bu yasaların kesinliğini vurgularken, bu yasalarıtoplumsal yaşamın temel yasalarının karşısına çıkarmayıp aralarındaki ilişkileri ve karşılıklıetkileri incelemeye girişir. Sosyalist gerçekçi estetiği güçlendiren önemli bir nitelik debudur.

Sosyalist gerçekçi sanat, salt gerçeğin aydınlığa kavuşturulmasıyla kısıtlanamaz; gerçeğikanıtlar ve yaşama egemen olmasını sağlar. Bunu yaparken de eleştirici gerçekçi sanatınen iyi geleneklerini sürdürür. Rus Edebiyatında daha 1900’lerin başında Belinski ilebaşlayan eleştirel gerçekçilik hareketinin ilkeleri Gorki tarafından yeniden sosyalistgerçekçilikle birlikte anılmaya başlanır Bu konuda Sovyetler Birliği 1. Kongresinde derintartışmalar olur. Gorki’ye itirazlar yükselir. Sosyalizmin kurumsallaşmasından sonraeleştirel gerçekçiliğe yer olmadığı savunulur. Yazarlar Birliği Başkanı Fadeyev, sonucuşöyle bağlar: “Sosyalist gerçekçiliğin toplumsal ilişkiler konusunda salt yenibiçimler getirip bunları kanıtlamakla kalmadığını, aynı zamanda en eleştiricigerçekçilik türü olduğunu belirtir. Sosyalist gerçekçilik; kanıtlayıcı, ilerisürücü, eleştirici ve çözümleyici ilkeleri birbirine kaynaştırarak, bu ilkelerdenherhangi birini ötekilerden öne çıkarmanın yöntemi sakatlayacağı sonucunavarır.”

"YENİDEN SOSYALİST GERÇEKÇİLİK" NEDİR?

Öncelikle şunu vurgulamak gerekir. Sanatın çıkış noktası, “güzel”in kaynağı eylemdir. Birsanat yapıtını başarılı kılan da yapımındaki emektir. Her sanat verimi, bir taşın üzerineyeni bir taş koyma edimine tanıklık eder. İşte bizim sanat anlayışımızda, bu emeği öneçıkarmak, emeksiz üretilen mızmız, içbükey sanat yapıtları arasından sıyrılıp sesimiziyükseltmek önem taşımaktadır.

Biz EMEĞİN SANATI olarak, sosyalist gerçekçiliğin geçmiş mirasına sahip çıkarak amakalıplarını da kırarak, günümüzde insani açılımların estetik arayışının özüne dönük, insanıtüm boyutlarıyla ele alan, postmodernizmin labirentlerinin kapılarını üzerlerine kilitleyensosyalist gerçekçiliğin izini sürüyoruz. Biz "yeniden sosyalist gerçekçiler" için geçerli olan,sanatı donduran ölçütler değil, canlı bir sanatın canlı bir estetiğidir. Burjuvasanatçılarından ayrılan bir diğer önemli yanımız da parçalayıcı değil, çözümleyicioluşumuzdur. Bizim sanat anlayışımız, dayatmacı değil, tam tersine zorlamacılığa vetekelciliğe karşı olmaktır. Kısacası "yeniden sosyalist gerçekçilik", toplum ve doğa içindekiinsan gerçekliğinin imgesel bir yolla ve estetik bir biçimle dile getirilmesidir. Bu dilegetirmede, daha doğrusu temsil etmede temel öğe insandır, insanın hâlleridir.

Bizim sosyalist gerçekçi anlayışımızın kökenleri Sovyet devrimi öncesi Belinski’nin eleştirelgerçekçiliğinden Plehanov’un sosyalist gerçekçilik anlayışına, oradan Gorki’ye uzansa da;onlardan aldığı ivmeyle Fütürist Mayakovski’yle birlikte sosyalist Fransız sürrealistleriniEluard’ı, Rene Char’ı, Aragon’u ve şiire boyut atlatan Neruda’yı, Yannis Ritsos’u da kap-

Sayfa 57

Page 58: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

samaktadır. Yani "yeniden sosyalist gerçekçilik dediğimiz zaman, canlı ve yaşamlatümleşmiş, insanı tüm boyutlarıyla ele alan, kalıpları parçalayan bir sosyalist gerçekçiliktir.

Paul Eluard’ın sürrealizm için dile getirdiği şu görüşler, bizim yeniden sosyalist gerçekçilikanlayışımızın da ana çerçevesini yansıtmaktadır:

“Sürrealizm bir savunma aracı olduğu kadar kuşatma aracıdır, insanın günışığına kavuşturması gereken depderin vicdanıdır. Sürrealizm, düşünceninherkeste mevcut olduğunu göstermek, herkesi düşünmeye çağırmak için çabaharcamaktadır; insanlar arasında var olan farkı azaltmak için absürt bir düzene,eşitsizlik, aldatmalar alçaklıklar üstüne kurulmuş bir düzene hizmet etmeyireddeder. Hele insan kendini tanısın, kendinin farkına varsın, o zaman şimdiyekadar mahrum bırakıldığı zenginlikleri, nice acılar içinde teşkil ettiği bir kaçsağır ve kör büyük adam adına biriktirdiği maddi ve manevi bütün zenginlikleriele geçirebileceği gücü bulur kendinde..”

Bu bakış açısını sosyalist gerçekçi anlayışla buluşturduğumuzda, daha dinamik, özgün vekıvrak bir sanata açılıyor yolumuz. Bu sanat, düzeni ve prestijini korumak için bankalar,kışlalar, hapishaneler, kiliseler, kerhaneler inşa eden fazilete karşı koyan sanattır. Bu sanat,ölümün bu korkunç yüzünü aşıp her şeyde kendini gösteren sanattır. Eluard’ın yaptığıçözümlemeyle: “O, Sade’ın eserlerinde olduğu gibi Marks’ın Picasso’nun,Rimbaud’nun, Lautreamont ve Freud’un şaheserlerindedir. Radyonunicadındadır. Çéliouskin’in kahramanlığındadır. İspanyolların Asturies’dedüşmana karşı yaptığı devrimde, Belçika ve Fransa’da yapılan grevlerdedir. Ohoş tatlarda olduğu gibi, daha iyi beslenmek ve daha doğru öğrenmenin soğukrealitesinde de olabilir. Yüz yıldan beri, şairler oturtulduğu zirvelerden aşağıindiler, sokaklara indiler, tanrıları yok edip efendilere küfrettiler, artık güzelliğive sevdayı ağzından öpüyorlar, mutsuz halkların isyan türkülerini öğrendiler,usanmadan onlara kendi türkülerini söyletmeye çalışıyorlar. Alay ve kahkahalaronların hiç umurunda değil, onlar bu tür zırvalamalara alışıktır, lakin herkesadına konuşma onuruna sahipler şimdi. Çünkü vicdanlarına sahipler.”

SOSYALİST GERÇEKÇİLİĞE YANLIŞ BAKIŞLAR

Bu temel bilgilenmeden sonra, “sosyalist gerçekçilik” kavramının sanatçıların imgelemindekiyansımalarına bir göz atmakta yarar vardır:

1.Postmodernizm ile sanat alanındaki ideolojisini bulan Kapitalizm, sanat alanındaki sularıda bulandırmayı başardı. Kimi küçük burjuva sol yönelimli sanatçıları saflarına çekti. Busermeyenin sularında kürek çeken burjuva sanat ideologlarına göre “sosyalist gerçekçilik,devri geçmiş, insanı yadsıyan, bireyi göz ardı eden bir sanat akımıdır. Hâlâ bunun peşindekoşanlar, Stalinist dinozorlardır…”(!) Ne demeli böyle suçlamaya, neresinden tutsanızelinizde kalıyor. Sosyalist gerçekçiliğin insanı yadsıdığını, bireyi göz ardı ettiğini ilerisürenlerin “birey”den ya da “bireysellik”ten ne anladığına da bakmak gerekir. Sosyalistgerçekçilik, insanı ele alırken tüm boyutları ve derinlikleriyle ele alır. Salt tek yönden, tek

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 59: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Pencereden bakmaz. Bilinçaltıkadar bilinçüstü insani öğeleri dedeğerlendirir. Ancak busuçlamayı kendi ruhsal fantezi-leriyle bunalımları arasında dörtdönen dış gerçeklikten soyut-lanmış içe dönük kişilerdir.Dünyaya bu gözle bakanlar içinelbette sosyalist gerçekçilik birşey ifade edemez. Çünküimgelemlerinin perspektiflerikapalıdır. Sosyalist gerçekçiliği,“taraflı” , “ideolojik” bir şiire,edebiyata koşmakla suçlayanlarda eksik değil bu cepheden.Ama onların ya ayırdındaolmadıkları ama bilip detilkiliklerinden sordukları sanat ve

ideolojinin en keskin yanıtı şudur: “Sanat, ideolojilerin estetik kimlik kazanmış biçimidir.”Bu söz, aslında sanat gerçeğini en yalın izlerle dile getirir. Ve kapalı kutudaki insanıanlatanlar da en az sosyalist gerçekçiler kadar ideolojiktir ama safları, duruşları farklıdır.

2. Kimi sol etiketli sanatçılar, sosyalist gerçekçiliğin kaba kaldığını, yeni duyarlıklaraaçılamadığını söylerken, daha da ileri gidip sosyalist gerçekçiliği bir şekil olarakkavradıkları görülür. Sosyalist gerçekçilik deyince 40 kuşağı ve 70 kuşağını anlayan busanatçılar, bu kuşağın yaşadıkları toplumsal sıkıntıları, yapıtlarını okura sunmada önlerineçekilen engelleri, zindanlarla mezarlar arasında bir süreç yaşayan ve kendi sanatlarınıgeliştirme olanakları bulunmayan o yiğit insanlara çamur atmaktan da kaçınmazlar.Sosyalist gerçekçi sanatın basit, insana seslenmenin kolay olduğunu, sanatın düzeyinidüşürdüğünü ileri sürenler görmediği ya da görmek istemediği nokta şudur: Sanatındanödün vermeksizin, ilkelliğe, şematikliğe ve popülistliğe kapılmaksızın, devrimci bir tutumlaemek için, insan için yazmak, yazarken de yazdıklarının kitlelerin nabzında atabilmesi hiçde kolay değildir.

3. Bir de sosyalist gerçekçiliği klasik anlamda kabullenen hatta Jdanovcu çizgi içinehapsolmuş sosyalist gerçekçiler de az değildir. Sosyalist gerçekçiliğe bu perspektiftenbakan arkadaşlar, sosyalist gerçekçiliğe değil eleştirel gerçekçiliğe geri dönüş içindeolduklarının da farkında değildirler. CHE GUEVERA’nın “Sosyalizm ve İnsan” başlıklımakalesinde eleştirdiği, bu sosyalist gerçekçilik anlayışıdır: “ Sanat için tek sağlamyolu neden sosyalist gerçekçiliğin donmuş biçimleri arasında arayalım?Özgürlük kavramına karşı sosyalist gerçekçilik kavramını ileri süremeyiz,çünkü yeni toplumun gelişimi tamamlanmadıkça özgürlük yoktur ve olamaz.Ne pahasına olursa olsun ille de gerçekçilik diyerek, oturduğumuz yücemakamdan 19. yüzyılın ilk yarısından beri gelişmekte olan sanat biçimlerini

Sayfa 59

Page 60: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

mahkûm etmeye kalkışmayalım, çünkü böyle yaparsak geçmişe dönmekve doğmakta olan ve kendini yaratma süreci içinde bulunan insanın kendinisanatla ifade edişini delilik saymak gibi bir Proudhonvari yanlışa düşmüşoluruz. “

Yukarda sosyalist gerçekçiliğe dair ele aldığım bakışlarda faşist ve liberal anlayışlarınsaptamalarına yer vermedim. Çünkü biz onları iyi tanırız, onlar da bizi. Burada vermekistediğim, suyu bulandıran bakış açılarıydı.

SONUÇ:

Günümüzde burjuvazinin sanatı sanayileştirme girişimlerine, fabrikasyon sanat yapıtıüretme çabalarına karşı tüm sosyalist gerçekçilere düşen sorumluluklar vardır. NâzımHikmet gibi yaşamını sosyalist mücadeleye adayan bir insanın yapıtları, bir holdingenema kazandırmaktadır. Üstelik bu yapıtların sermayeye karşı niteliğine karşı durularakyapılmaktadır bu iş. Beri yanda, gerek dağıtım, gerekse yayın tekelleri sermayenindeğirmenine su taşımayan hiçbir sanat yapıtına geçit vermemektedir. Sosyalistsanatçılar ise, yapıtlarını okurla buluşturmakta önemli sıkıntılar çekmektedirler. Aslındatek tek parça parça; adı ister grup, ister cephe, ister dergi çevresi, ister site çevresiolsun belli bir gücü olan sosyalist sanatçılar, toplu, yüksek volümlü bir ses oluşturmanınolanaklarını araştırmaya başlamalıdırlar. Sosyalizmin ana çerçevesi altında tüm sanatsaloluşumlar, gruplar, cepheleri, site ve dergi grupları buluşmalı, ortak bir platformdaseslerimizi bir koro düzeni içinde buluşturmalıyız. Bu hem sosyalizm adına hem desosyalist gerçekçiliği savunuşumuz adına temel sorumluluğumuzdur.

ALİ ZİYA ÇAMUR*”Yeniden Sosyalist Gerçekçilik” Adnan Durmaz arkadaşın geliştirdiği bir addır.KAYNAKLAR:1.Edebiyat Yaşamım, Maksim GORKİ, Payel Yayınları, Kasım-19782.Sosyalist Gözle Sanat ve Toplum, J. Freville-G. Plehanov, May Yayınları, Ekim-19743.Gerçekçiliğin Tarihi, Boris Suchkov, Bilim Yayınları, Mayıs-19764.Sanatta Sosyalist Gerçekçilik, Derleme, Yeni Dünya Yayınları, 19765.Sanat ve Edebiyat ,V.I.LENİN, Payel Yayınları, Mart 19766.Sosyalizm ve Kültür, SSCB Sanat Tarihi Enstitüsü, Konuk Yayınları, Ağustos-19787.Sovyet Edebiyatı, K. Zelinski, Konuk Yayınları, Haziran-19788.Sanat ve Edebiyat Üzerine, Anatoli Lunaçarski, Adam Yayınları, Ekim-19829.Edebiyat, Müzik ve Felsefe Üzerine-A. A. Jdanov, Bora Yayınları, Şubat-197710.Bilimden Yana Sosyalizme Doğru,Asım Bezirci, Cem Yayınevi, Ocak-197611.Sanatsal Kültür ve Estetik, Aziz Çalışlar, Cem Yayınevi, 198312.Sosyalizm ve İnsan – Che Guevera, internetten alınmıştır.13.Sürrealizmin İlk Manifestosu, Paul Eluard, Emeğin Sanatı E-dergi, Çeviri:Yaşar Doğan

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 61: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

NE OLUR

ey ötelerin ötesiey sonsuzluk diyarıkurtar bizi ne olurdünyanın sığlığındanyalancılığındankaranlık günlerindenâsî gecelerindenkurtar bizi ne olur…

ey meçhûle yelken açmış huzurey Kaf dağının ardındaki saadetey asırlardır beklenen muştukucakla bizi ne olur

kucakla biziaçılsın artıkvuslatın çiçekleri

HIZIR İRFAN ÖNDER

Sayfa 61

Page 62: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

İYİ Kİ DOĞMUŞUMSEVGİNAZ İNAL

iyi ki doğmuşumolmayan pastamın mumlarınısöndürüyorum şimdiolmayan bir kadehten kan kırmızışarap içiyorumşerefine ey yaşamşerefinize eş dostiyi ki doğmuşum...

iyi ki doğmuşumtoprak damlı tek göz bir evdekoyun kuzularla birliktebir Kasım sabahıben hayata ağlamışımkoyunların sıcağında, kuzuların sessizliğindedördüncü çocuğa ne kadarsevinilirse, o kadar sevilmişimiyi ki doğmuşum...

İyi ki doğmuşumama işte pek bir cılızpek bir sıskaçirkin ördek yavrusuymuşumondurmak için benihamurla bezemişleraltı yanmayan kazanda pişirmişlerolduğum kadar olmuşumiyi ki doğmuşum

iyi ki doğmuşumüç buçuk yaşındaköyden indim şehire değilkasabalı olmuşumüstümde yamalı basma elbisemayağımda top donumlastikle bağlanan iki yanda örgülü saçımburnumda ayazın vurduğu sümükellerim kirli, yüzüm kirlibir avuç kiraza özenen bakışlarım

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 63: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

hayat yolundayoğrulmuş... yoğrulmuşum...iyi ki doğmuşum...

iyi ki doğmuşumalaysı bakışlarla kahrolmuşumama çocuk aklı ne bilirgözünü kapatan bebekler süslemiş hayallerimibırakın bez bebekle oynamayısüpürgeden bebeğimle oynarken...iyi ki doğmuşum...

İyi ki doğmuşumrengi soluk naylon okul önlüğümleokullu olmuşumbir de zeki bakışlarım varmışHak getireherkese, her şeye inat okumuşumokuyabildiğim kadar okul yüzü görmüşolabildiğim kadar insan olmuşumiyi ki doğmuşum...

İyi ki doğmuşumhayat denen başı sonu açık bu perde debende bir ilmek olmuşumsıradan basit bir yaşamımdünyanın geçim derdine düşmüşümyüreğimdeki kızılca kıyametleri bastıranduygularımama belkien güzeliANNE OLMUŞUMiyi ki doğmuşumtutmayın beni içmeden...içmeden sarhoşumşerefe eş dost! !şerefe ey hayat! !Her şeye evet her şeye inatİYİ Kİ DOĞMUŞUM...

SEVGİNAZ İNAL

Sayfa 63

Page 64: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Emeğin Sanatı 164. Sayı

BİR TARİH BÖYLE YAZILDIHAYDAR DOĞAN

İpsiz saldılar tanklarını sokaklaraKuduz köpek gibi dolaşmakta

Ağzında salyasıylaMahalle mahalle kuşatıldı bir vatanBir eylül sabahıydı kana bulanan

Delikanlılar alındı önce karakollaraSonra analar ve babalarBir kitap bulunması raflardaYeterdi zatın damgalanmasına

Doldu cezaevlerine halkın yiğitleriVe başladı işkenceci timlerin göreviAmerika'larda öğrenmişlerdi

en âlâ işkenceleriŞimdi yiğitlerimizde denenmeliydi

Zindan karanlığında bir tarih yazılacak

Ve yankısı dışarı taşacak

Tek tip elbise dediler 1984’lerdeSaç kesilsin, sakal kesilsinHer sabah, her akşam sayım verilsinÖnünüze koyduğumuz yenilsinSizleri buradan Allah kurtarsın

Kurulduİdam sehpaları vatan vatan

TaşındıTabutlar omuz omuz

KazıldıMezarlar kürek kürek

KapandıMezarlar insan insan

Yazıldıİsimler büyük büyük.

Diyarbakır ve Mamak esin kaynağı cuntaya.

Tarih dayandı 12 Nisan 84’eDoymak bilmiyor bu cellât canaDoymak bilmiyor kanaHep bir ağızdan haykırdılar tutsaklar Açlık Grevi’ni maltada.

17 Nefer atıldı öneEllerinde ömürleriyleKestiler hesaplarını yaşamlaTakıp alınlarına kızıl bantlarıHelâlleştiler geride kalanlarla

Page 65: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Sayfa 65

Altmış üç gün dayandı Abdullah Meral’in bedeni

14 Haziran’da tarih yazdı Haydarpaşa’daİlk şehit verildi, düşman şaşkın mı şaşkınKırmak için direnişi bin bir manevra

Bir haber daha geldi üç gün sonra17’Haziran’da Haydar Başbağ, Fatih ÖktülmüşBayraklaştılar siperde yan yana.Geride kalmış koşucu gibi yetişti Hasan TelciYetmiş ikinci günde göğüsledi ipi.

Geri çekildi düşman günün ertesindeZaferi kazandı bizim çocuklar şehitlerleDörtleri de kattılar aralarınaHalaya durdular maltada.

Dışarıdaki halk içerde savaşanları gördüSes oldular analar gecekondu, konduYenmek için zalim cuntayıBeyaza büründü başörtüleri

Geçer zaman açlık çoğalırDüşenler doğanlara adlanır.

Ne de erken büyüyor dünün çocuklarıDers kitaplarını acilen değiştirmeliYa da en iyisi yakmak gerekli

Köşe bucak cami gerekBu millete İman gerekBar gerek, bira gerekDelikanlıya kadın gerekSusmayanın ipini gerek

Fabrika desen neme lazımOkullar ki, kime lazımDernek desen örgüt işiBu millete lokal lazım

Amerika’dan gelir copunAvrupa malı futbol topun

Tarihini fazla deşmeAllah’ın yolundan şaşmaDurma Kuran kursuna başlaPaşam sen çok yaşa!

Geçer zaman işte böyleMarmaris’te Paşa güneşteMadalyalar alır, madalyalar satarMemleket onun izninde

Vatan parça parça ona buna satıldıYabancıya tez elden peşkeş çekildi

Silah alındı dolar dolarBomba atıldı tonar tonarKöyler yakıldı alev alevİnsan yandı cayır cayırHitler bile şaşar kalır

Yıkandı beyinler gece gündüzKendini kurtarmayan en büyük kerizDevletin malıydı denizYemeyenler ise domuz.

Tarih kana bulanırBu düzen elbet yıkılırTutsaklık bir gün kırılırVatan kucak kucak sarılır

Karakollar kurulmuş sokak başlarındaKapatılmış vatanın bütün kurumları İçeri atılmış mürekkep yalayanıSokağa salınmış mafya babası

Gazeteler bombalanır gece vaktiGazeteciler vurulur gündüz vaktiKöprü altlarından toplanır cesetleriKatletmektir cellâdın yirmi dört saati

Page 66: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Emeğin Sanatı 164. Sayı

On iki yıl geçti dörtlerin üzerinden Çoğaldı açlığımız vatan vatanTaştı sokaklara öfke dalga dalgaYeniden ölüm oruçları zindan zindan

Bir ülkenin bütün onurlu tutsakları Bir ülkenin en cesur çocuklarıSiper ettiler bedenlerini hücredeSesler yükseldi yine maltadaYüz elli dokuz yürek hep bir ağızdan“Yaşasın Ölüm Orucu DirenişimizYaşasın Ölüm Orucu Direnişimiz”

Topyekün saldırıya karşı,Topyekün direniş dedilerTürk’ü, Kürd’ü, Laz’ı, Çerkez’i, Arap’ıAlevi’si, Sünni’si, Süryani’si, Ermeni’siAdadılar ömürlerini vatanaDörtlerin açtığı yolda, dörtlerin açlığındaDireniş var vatanda

Tabutluklar açıldı Eskişehir’deİzmir, Bursa, Çanakkale’deAl işte, yüz elli dokuz yürekSığdır nereye sığdırabilirsen

Dünya kurulmuş, düzenler kurulmuşAdem ile Havva’dan bu yana böylesi

direniş görülmemiş

Kimi fabrikadan düşmüş içeriYa da üniversiteden kopartılmış eliTezgâhıyla Karaköy’den kimiSilahıyla dağlardan epeyi

22 Haziran 1996Daha içerden haber gelmedenSokaklar çarpışıyordu birbiriyleYangın yeriydi şimdi vatanHesap sormak için çıktı sokaklara AdaletBastı tetiğe ve teslim alınmazdı gerillaÇekildi vuruşa vuruşa Kağıthane’yeZalim iktidara nefes almak yasakVar oldukça Adalet!

15 Temmuz 1996Kim dur diyecek ölümlereKılını kıpırdatmıyor kimseOturup hesabını yaptı dörtlerKarakol baskını belki işe yararHasan Hüseyin Onat, Gülüzar ŞimşekEmine Tunçal, Ali ErtürkKuşandılar bir gece vaktiVurdular Gültepe’de tam on bir hedefi

Güller ekerdi evinin balkonunda Hanım abla

Duydu silah seslerini bir gece vaktiAçıp kapısını buyur etti dörtleri

Keskin olur derler it burnuAlındı dörtlerin hemen kokusuÇıkarıp dışarı Hanım Gül’üÇarpıştılar ölüm içinde ölümü

Gayrı rahat olamaz zalim yatağındaBu gençler varken yürek yürek savaşan,Yangın taşar sokaklara,

kondular barikattaBağcılar halkı çıkmış meydanaKadını, yaşlısı, çocuğuDurdurmak için halkın

evlatlarının ölümünüYine ölümüne çarpışmakta her biriVe 20 Temmuz gecesiKurşun adres yazdı hain mi hainDüştü Levent Doğan yaşı daha on yedi

Bütün sıcaklığıyla dışarıda temmuzİlk kim göğüsleyecek diye ipiAygün Uğur koşuyorduVe çıkmış Dersim dağlarına,

ırgalanıyorduDaha ömrünün en delikanlı çağındaÖlüm orucunun 63. günündeBir tokat gibi indi suratına

21’inde temmuzunKesildi Munzur, kesildi bütün

ırmakların anasıUyandı uykusundan bir ülke

Page 67: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Sayfa 6723 Temmuz 1996Bütün beyinlere kazındı bu tarihMunzur karıştı Berdan çayına Hatay’daUzamış sakalıyla kan kusuyor ekrandaAygün’e halay başı uzattı mendiliAltan Berdan Kerimgiller yaşama diz çöktü

24 Temmuz 1996Tarihler sıraya girmişçesine çoğaldıOn iki yıl önce durdurmak için ölümleriİntihar eyleminin ilk gönüllüsüydüDışarıdaydı ve içi içini yiyorduBir bomba gibi patlamak vardı düşmanın kalesindeBir gün bile bekleyemedi takvimiİlginç Özkeskin İstanbul topraklarında

yatıyor şimdi

25 Temmuz 1996Üç haber geldi ardı ardınaÜç yıldız daha çoğaldı gökteÜç namlu büyük bir gürültüyle patladı

Bir kavga adamıdır DemircioğluDemiri tavında dövenDostu kavgada bilenDüşmana yürek kabartan

Hüseyin DemircioğluBir halay varsa içerde, ben de olmalıyım içindeYıldızlara attı gözlerindeki ışığı bir

sabah vakti

Dersim dağları tanır adımlarını Ali Ayata’nın

Dersim insanı tanır dostunu düşmanınıVe ihanete yer vermemiştir

yamaçlarındaUsulca aldı koynuna evladını

Bir vatan ki, Dersim’inde semah dönerİstanbul’unda halay çekerLaz elinde horon oynarVarır Ege’ye Müjdat Yanat’ın adımlarıİzmir sahilinde zeybekler alır selamını

26 Temmuz 1996Sınır boylarına kurulsun çadırlarBir yiğit varacak Tahsin Yılmaz adıBakışında bin yılın sevdasıTabelasında simit taşır çocukluğundan

bu yanaVe ayakkabılarınızı boyar

çamurlu sokaklarınızda

Davullar çaldı temmuzun en sıcağındaBir halay kuruldu eli kınalı kızlaraTüm zamanların namusunu alarak avucunaVe anı çalarak hainin suratına Ayçe İdil ErkmenBeyaz karanfil gibi süzüldü yatağındaKadınlar ki, direnişlerde tarihin

en güzel yerineDevrimi yüreğiyle nakşedenlerdir

27 Temmuz 1996İlk günün kararlığıyla sürdü ölüm orucuMaraş ellerinde bekleyeni var

Yemliha Kaya’nınBekletmek olmaz dostun omzunu

Bütün şehirlere dağıldı yiğitlerin tabutlarıBayburt’a Hicabi KüçükRize’ye Osman Akgün uğurlandıOmuz omuza vererek bir ülkeAçlıktan utandı

28 Temmuz 1996Atmış dokuz gün boyunca sürdü kavgası

Hayati Can’ınSıkarak son mermisiniVe alarak direniş bayraklarını elineDikti Erzincan yaylasının tam orta yerine.

Mayısın yirmisindenTemmuz’un yirmi sekizine kadar 1996’nınOn iki yürek sustu açlıktanVe geçer zaman, açlık çoğalırDüşenler doğanlara adlanır

HAYDAR DOĞAN

Page 68: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

SOLUK SOLUĞAkorkunç hayvanların boynuzuyla deşilir irinsi intiharımın jiletlenmiş bağrı... Kaburgamda çiçekler dikenlenirDikenlenir ve hırçın katreler döker ciğerlerime; Yırtılır bileklerin esnek kızlık zarları jiletlerle dikilir damarımın bağrında.. ve damarımda bir haşarat bulmanın bitmeyen tiksintisiyle dolarım zindanlarda zehir çiçekleri açarken bozbulanık ağzımda bukağılı mahluklar doğurur gavur sevdam…

Mahmuzlanır sağrıların bir dokunsam Nalgürültüsü boşanır kudurmuş kasıklardan tutkunun armasıyla mühürlenir şehvetim Aşkın engerekleri fışkırır çıbanlı yaralardan Taşlaşmış mahsenlerde damızlık hayvanları Ayartır gürültüyle marazlanmış cinnetim Kapkara irinlerin çağıldayan selleriyle Boğulurum kıskacında fitnefücur aşkların

Amelyatmasasında kalır marazlanmış bir yanım Neşterlerle deşilir otopside kadavram; gömülürüm iltihapla intiharın arasına, korkunç hayvanların çıldırmış boynuzları, parçalar çeperimi şehvetli karnavalda leşlerime üşüşür raconsuz bin akbaba; Mahmuzlanır kaslı nalçalarım orda İltihaplı yüreğine tiksintiyle dokunsam!

Dokunursam çıldırmış boğalarla yıkıntılı bağrına Öğürtüm birikirse göğüskafesimin loşluğunda Nalgürültüleri boşanırsa azgın pazularımdanDamızlık hayvanların çoşkusuyla yığılıyorum sana Uluyorum cephanelik cephelerin Yıkıntısı altında Uluyorum slowmotion sislerin dağılgan ıssızlığıylaBöyle sefil böyle serkeş böyle soluksoluğa…

OĞUZ ATEŞOĞLU

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 69: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

DİZELERDE “ŞİİR VE ŞAİR”Şiir kamyonetlerin mavisidir,kamyonların yiğitliği.

Faytonların yazılmamış tarihidir şiirÜLKÜ TAMER

ŞİİR ANAAnaç olmalı şiir dediğinDoğurganVe bin memeliÖnce doğurmalı sevgiyiSonra emzirmeli

İSMAİL UYAROĞLU

OZANHer akşamKirli bir tüfekleVurulur halk çiçekleriHer sabah açar yeniden.Kendi kendinden bileErken uyanır ozanOzansa eğer...

ALİ YÜCE

Şiir DavasıŞiir havali bir tabancadırKimseyi öldürmezZehirli havayı arıtırDünyanı değiştirme pahasına da olsa.

CAN YÜCEL.

Küçük şeylerden, küçük ayrıntılardan oluşmalıdır şiirBöylece, yaşanılan şeylerin gerçek tarihi olacaktır şiir

ATAOL BEHRAMOĞLU

Yumuk avuçlarını iyi sıkBatsın ellerine parmaklarınSık iyi sık avuçlarınıGerçeğin dikenleri kanatsa daRüyanın gülü kaybolmasın

NADİR GÜL

Acılar şairin, açlık kuşun en gür sesidir-

Bir ozan yığınlara seslenir, Canavar düdükleri susturur

TALÂT SAİT HALMAN

1İmge avlamaGelirse kapıyı açDüşüncenin içsel sesidir imge.

SABAHATTİN KUDRETG AKSAL

ŞİİR SAATİ

Baharın alnındaAyarsızdır şiir saati.Yazgıyı dinamitler deSusturur kasırgaları.Cemresiz bir gurbetinSaltanatsız sultanı!

ALİ ZİYA ÇAMUR

DERLEYEN: A.Z.ÇAMUR

Sayfa 69

Page 70: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

YAŞAM VE SANATTA

1 AYIN İZDÜŞÜMÜPARİS (CHARLİE HEBDO) KATLİAMI

SANAT ÇEVRELERİNCE KINANDI!

Charlie Hebdo mizahdergisinin islamcı gericiteröristlerce katledilmesiüzerine dünyanın hertarafından katliamı lanetle-yici sesler yükselmeyebaşladı. Ülkemizde de sa-natçılar bir bildiri yayınla-yarak bu katliamı kınadık-larını açıkladılar…

Yapılan açıklama aşağıda:

7 Ocak 2015 de Fransa’da yayınlanan Charlie Hebdo dergisine yönelik vahşi saldırıda,12 kişinin yaşamını yitirdi, 4 de ağır yaralı olduğu biliniyor. Bu saldırı, eleştiriyetahammülsüzlüğün, kaba vahşetin, özgür düşünceye düşmanlığın son tezahürlerindenbiridir. Sadece bu veçhesi itibariyle bile mutlaka lânetlenmesi gerekir ve şiddetlelânetliyoruz.

Lâkin, bu vahşi katliam, sadece düşünce/ifade özgürlüğünü angaje eden bir şey dedeğildir. Baskıyı artırmanın, özgürlükleri bastırmanın ve faşizmi tırmandırmanın vesilesiyapılacaktır. XXI’inci yüzyılın ilk on yıllarında da kapitalist dünya sistemi, XX. yüz yılın ilkon yıllarında olduğu gibi “sıkışmış” bulunuyor. Çatışmaları, düşmanlıkları tırmandırmakiçin her fırsatı değerlendirmek isteyeceklerdir. Dolasıyla bilinçli-bilinçsiz –planlı-plansızbir gidişin başlangıcıdır... Fransız, İngiliz, Belçika, vb. bir kısım Batı Avrupa ülkesihükümetleri: “Düşmanımın düşmanı benim dostumdur” mantığıyla, hem kendi“teröristlerinden” kurtulmak ve hem de Suriye rejimini çökertmek amacıyla önce ‘politikİslamcı savaşçıların’ Suriye’ye gidişini özendirdiler, sonra da sözde ‘İŞİD’le mücadelesöylemiyle, onları düşman ilan ettiler... Şimdilerde de fanatik “İslamcı” teröristlerlesavaşıyormuş gibi yapıp onlara “ yararlı düşman” muamelesi yapıyorlar... Oysa,Suriye’de, Irak’da, Libya’da, vb. teröristleri desteklemenin karşılığı, maalesef CharlieHebdo katliamı olarak geri dönmüş gibi görünüyor....

Dolayısıyla, bu katliamda Fransız hükümetinin vebali büyüktür... Rejimin basiretsizliği çok

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 71: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

değerli karikatüristlerin hayatına mâl olmuştur. Bu saldırı, Avrupa’da islamofobiyitetikleyecek, pusuda bekleyen faşist unsurların elini güçlendirecek ve bunun sonucunda daAvrupa’daki göçmen işçilere yönelik ayrımcılığı, düşmanlığı ve şiddeti tırmandıracaktır. Budurumda yapılması gereken, faşist yükselişi durdurmak amacıyla, olup-bitenleri teşhiretmek, özgürlükleri, demokratik değerleri savunmak ve korumak amacıyla ayağakalkmaktır...

İslamofobiden şikayet edenlerin bu tür katliamlar ve cinayetlerle gerçekten yüzleşebilmeleri,“gerçek İslam bu değil” söyleminin ötesine geçerek, radikal bir özeleştiri ve XXI’inci yüzyılıngerektirdiği sekülarizm anlayışına ulaşmayı, ikircikli olmayan bir özeleştiri yapabilmeyigerekiyor. Aksi halde dinci fanatizm girdabına sürüklenmek kaçınılmazdır. Unutmamalıdırki, din de son tahlilde bir ideolojidir... İkincisi, bu dinci katillerin gerçekten hangi gerici,insanlık düşmanı güç ve iktidar odaklarından beslendiklerini, hangi desteklerle insanlık suçuişlediklerini de gözden uzak tutmamak gerekiyor…

Biz aşağıda imzası bulunanlar, bu katliamı şiddetle lânetliyoruz zira bu, insan varlığına,insan haysiyetine, özgürlüğe, demokrasiye yönelik bir saldırıdır. Ve herkesi olup-bitenleredair dikkatli ve duyarlı olmaya davet ediyoruz. Aksi halde olup-bitenlere seyirci kalarakşeylerin seyrini değiştirmek mümkün değildir...

EMEĞİN SANATI DOSTLARINDAN ABDULLAH KARABAĞIN YENİ ROMANI YAYINLANDI:KARANFİL EK GÖĞSÜME

Abdullah Karabağ’ın yeni romanı « Karanfil Ek Göğsüme», Sokak Kitapları yayıncılıktarafından yayınlandı. 1. Baskısı Aralık 2014’te yayınlanan roman, 378 sayfadan oluşuyor.Kitapçılarda ve internet kitabevlerinde satışa sunulan kitapta, Kürt halkının içindeyaşamaya çalıştığı kan fırtınasından tanıklar yer almaktadır. Kitaptan küçük bir bölüm:«- Mizgin’in amcası, dedi, mayıs fırtınası vurgunlarından, zararsız biri...Tezgâhtaki kendini tanıttıktan sonra:- Bize bir iş düşerse severek hallederiz. Telefon numaramı yazın, lütfen! Kapımız her

Sayfa 71

Page 72: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

zaman açık, çekinmeden gelebilirsiniz.- Tanıştığımıza memnun oldum. İlginize teşekkür ederim. Hastalığını biliyorsunuz.Yanarken büyüyen bir yaşamı şiirleştiriyoruz... Kitabın kahramanları arasına katılırmısınız?- Neden olmasın!..- Kan, taze kan... Bu eserde yaşam oyunu buna bağlı, oynayabilir misiniz?- Elbette!- Ne mutlu ki o insana; bir anlık da olsa başka birinin yaşaması için, içindeki büyükinsanlığı onun hizmetine karşılıksız koşar. Cesaretinize hayranım, kutluyorum sizi!»

Fotoğraf sanatçısı Ali Osman Abalı’nın İnsanHaklar Derneği Mersin Şubesi ve Mersin AkdenizBelediyesi işbirliği ile «Eller ve Yüzler» konulufotoğraf sergisi , 11 Aralık 2014 tarihinde Açıldı.Sergi, Mersin Akdeniz Belediyesi Kent Konseyibinasında 11-18 Aralık tarihleri arasında gezildi.

Sergi ile ilgili olarak Yazar Adil Okay’ın gözlem venotları:

Daha önce kişisel ve karma sergilerdentanıdığımız Ali Osman Abalı, bu kez karşımıza“Eller ve Yüzler” adlı tematik bir sergiyle çıktı.Aradan geçen zaman içinde “bakışının”ve “Seçme ediminin” dönüştüğünü söyleyebiliriz.

John Berger’e göre: “Görme eylemi ilk etaptagözün retinasını ilgilendirir. Görme, sözdenyazıdan önce gelir… Bakmak ise bir seçmeedimidir”. Fotoğraf makinesinin bulunuşuna kadarinsanlar her şeyi çıplak gözle görebileceklerineinanıyorlardı. Perspektifle yapılmış her taslak yada yağlı boya resim, seyirciye dünyanın biricikmerkezinin kendi olduğunu söylüyordu. Fotoğrafmakinesi dünyanın böyle bir merkezinin olmadı-ğını gösterdi. Ancak fotoğraf, resmin biricikliğini

ALİ OSMAN ABALI’NIN YENİ FOTOĞRAF SERGİSİ: «ELLER VE YÜZLER»

değil, resmin taşıdığı imgenin biricikliğini ortadan kaldırdı, çoğalttı, anlamı yeniden üretti.

Fotoğrafın sanat olduğunu savunanlar şu gerçeğin altını çizmektedir: “Fotoğraf makineyledeğil, yürekle ve bilinçle çekilir.” Katılıyorum ancak o yüreğin ve bilincin de zenginleşmesigerekmektedir. Yoksa gelişmiş dijital makineyle deklanşörü otomatiğe takarak tesadüf

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 73: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

yakalanan bir kare o fotoğrafçının sanatçı olduğunu göstermez. Bir “iyi şiir”le şairolunamayacağı gibi. Sonuçta ister sanat için, ister haber - belge için fotoğraf çekelim;fotoğrafı “taraflı” çekeriz. O güne kadar biriktirdiklerimizle çekeriz. Tarafsızlığın da “taraf”yani statükoculuk olduğu ortamda, deklanşöre basarken elbette birikimlerimiz - vicdanımız– dünya görüşümüz devreye girer.

Ali Osman Abalı da bu gerçeği biliyor ve hayatın içinde, kimi zaman akıp giden, kimi zamankatlanılmaz olan hakikatlere bakıyor ve bu hakikatlerin ondaki izdüşümünü andadurduruyor. Dönüp bize sunuyor. “Bakın” diyor “sizin görüp ama gündelik telaşlardanbakamadığınız hakikatler bunlar.”

Neden “eller ve yüzler”?

Ali Osman Abalı, bu sorunun yanıtını sergilediği fotoğraflara gizlemiş. Aşkı, emeği, açlığı,tokluğu, evsizliği fotoğraflarda yer alan eller ve yüzler anlatıyor. Abalı’nın eserleri bizi budünyadan ötekilerin dünyasına doğru sancılı bir yolculuğa çıkarıyor.

ORHAN KEMAL KÜLTÜR MERKEZİ VE TURHAN SELÇUK SANAT OKULU ADANA'DA AÇILIYOR

Edebiyatımızın önemli kalemlerindenhemşehrimiz Orhan Kemal'in oğlu IşıkÖğütçü'nün, yaklaşık iki yıldır babasınınadının Adana'da bir kültür merkezineverilmesini istediğine şahit oluyorduk.Altınoran Düşünce ve Sanat Platformu daÇukurova Belediyesi’ne bir öneridebulunarak var olan Kültür Merkezleri’neOrhan Kemal'in adının verilmesini önerdi.Bu önerinin kabul edilmesi ile birlikte açılışınOrhan Kemal'e yakışacak bir şekildeorganize edilmesine başlandı.

Açılış etkinlikleri kapsamında Orhan KemalKültür Merkezi'nin hemen yanında yer alanbinada ise, Türk Karikatürü’nün en önemliisimlerinden Turhan Selçuk'un adınınverildiği Sanat Okulu'nun da açılışıgerçekleşecek.

Orhan Kemal Kültür Merkezi; üç sergisalonu, 600 kişilik tiyatro salonu ile birlikteTurhan Selçuk Sanat Okulu’ndanoluşmaktadır.

Sayfa 73

Page 74: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

ÇUKUROVA SEVDALILARI ÇUKUROVA'DA BULUŞUYOR

Açılışta Kültür Merkezi'nin fuayesinde, Orhan Kemal'in yakın dostu gazeteci, yazar, ressamFikret Otyam, eşi Filiz Otyam ile birlikte K. Atatürk imzasını resimselleştirerek şuankullanmakta olduğumuz K. Atatürk imzasının yaratıcısı Etem Çalışkan ile birlikte bu 3önemli isim “Orhan Kemal'e Selam” adlı sergiyi açıyorlar.

Turhan Selçuk Sanat Okulu'nun sergi alanında ise usta Turhan Selçuk'un “Söz Çizginin”isimli sergisi sanatseverlerle buluşacak.

Etkinlikte Altınoran Düşünce ve Sanat Platformu üyeleri, Adanalı Ressamlar Topluluğu(ART) üyeleri ve Mesut Dikel'den oluşan karma bir serginin de aynı gün açılışıgerçekleşecek.

Bu önemli sergilerin yanı sıra Orhan Kemal Kültür Merkezi'nin içerisinde yer alan tiyatrosalonunda ise Adana Kültür Sanat Derneği üyelerinden Nazan Arabacı Balcı, SevinçKökenler ve Halit Gökmen, Orhan Kemal şiirlerinden oluşan bir sunum gerçekleştirecek.Ev sahipliğini Orhan Kemal’in oğulları Işık ve Nazım Öğütçü ile Turhan Selçuk’un kızı AslıSelçuk'un yapacağı gecenin konukları arasında edebiyatımızın önemli kalemlerindenFüruzan, Adanalı film yönetmeni Ali Özgentürk ve sergi sahiplerimizden Filiz- Fikret Otyamile Etem Çalışkan yer almaktadır.

2015 NECATİ CUMALI ÖYKÜ ÖDÜLÜ ERCAN YILMAZ’IN…

Urla Belediyesi ile Cumalı-Seferis GökyüzüKültür ve Sanat Derneği işbirliğiyle bu yılikincisi düzenlenen Necati Cumalı EdebiyatÖdülü’nün kazananı belli oldu. Öykü dalındakiödülün sahibi “On Üç Sıfır Sıfır” kitabı ileErcan y Yılmaz oldu.

Yazın hayatına katkıda bulunmak, gençyazarları teşvik etmek ve desteklemek amacıile düzenlenen Necati Cumalı Edebiyat Ödülütöreninin seçici kurulunda Nursel Duruel,

Firuzan, Semih Gümüş, Hasan Özkılıç, Özcan Karabulut yer almaktadır. İlki Ocak2014’te şiir dalında verilen ödül, Ocak 2015’te öykü; izleyen yıllarda ise dönüşümlüolarak roman ve oyun dallarında sunulacak. (EDEBİYATHABER.NET)

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 75: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

ARKADAŞ Z. ÖZGER ŞİİR ÖDÜLÜ 2015 DÜZENLENİYOR…

Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü’nün yirmincisiveriliyor. Bugüne kadar şiir kitabıyayımlanmamış şairlerin aday olabilecekleriödül için son başvuru tarihi 15 Mart 2015.

Adayların; kitap bütünlüğü taşıyan, basımahazır şiirlerinden oluşturacakları, adres, telefon,ve özgeçmişlerini de içeren 6 adet dosyayı;Mayıs Yayınları’nın Sakarya Cad. Özkanlar 35

Apt. A Blok, No: 36 / 20, Manavkuyu, Bayraklı – İzmir adresindeki ödül sekreterliğine,APS, kargo ya da taahhütlü posta ile göndermeleri veya elden teslim etmeleri gerekiyor.Mayıs Yayınları yetkilileri, ödül alacak dosyayı 2015 yılı içinde, telif karşılığını ödeyerekkitap halinde yayımlayacaklarını açıkladılar.

Özger’in ölümünün 42. yıldönümünde, 9 Mayıs 2015 tarihinde verilecek ödülün seçicikurulu Sina Akyol, Orhan Alkaya, Gökhan Arslan, Suat Çelebi ve İrfan Çinar’danoluşuyor.

EDEBİYATIMIZDA AŞKIN VE ATEŞİN SÖZCÜSÜ: BURHAN GÜNEL’İ ANIYORUZ…

"Şiir benim ilk aşkımdır; vazgeçemediğim aşkım"diyen ve doğruluktan ve güzellikten ödün vermeyen,genç kuşakların yanında olan, elinden tutan, "Şiiridüzyazıyla kuşatan yazar" güzel insan BurhanGünel’i sonsuzluğa uğurlayalı bir yıl oldu.

1947'de Antakya’da doğan Burhan Günel,ortaöğrenim hayatını parasız yatılı okullardatamamladıktan sonra 1967'de Hava HarpOkulu’ndan mezun oldu. Havacılık mesleğinindeneyimlerini Baraka (1991) adlı romanında ustaca

kullanan ve ABD’nin İncirlik üssündeki dümenlerini roman diliyle deşifre eden BurhanGünel, 1971'den itibaren öyküyle başlayan yayın hayatını da birkaç ay önce hastalığınınağırlaşmasına kadar sürdürdü.

İlk romanı Ökse 1972'de, ilk öykü kitabı Sevgi Bağı ise 1974'te yayımlanan BurhanGünel’in yapıtları arasında, Antakya’nın Fransızlar tarafından işgal sürecini ve buna karşıyerel yurtsever güçlerin direnişini konu edinen Acının Askerleri(1981 Mehmet Ali YalçınRoman Ödülü), 12 Mart darbesinin aydınlara ve ilerici askerlere uyguladığı baskıyı konuedinen Ahtapot ve Sivas katliamını anlattığı Ateş Uykusu (1996 Yunus Nadi Roman Ödülü)

Sayfa 75

Page 76: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

romanları, onun aynı zamanda politik duruşunu da yansıtan yapıtlarıdır.

Çok sayıda öykü ve romanı yanında “Benzer Romanlar” (1986) ve “Karşı Yazılar” (1995)adlı inceleme kitaplarıyla çok sayıda çocuklarla ilgili kitapları bulunan Burhan Günel uzunsüre Karşı Edebiyat adıyla bir dergi de çıkarmıştı. Bir süredir dergilerde ressamlar veresim sergileriyle ilgili yazılar da kaleme alan Burhan Günel, resim de yapıyordu. MerkeziAnkara’da bulunan Edebiyatçılar Derneği’nin iki dönem Genel Başkanlığını da yapanBurhan Günel’in en verimli döneminde ölümü, Türk edebiyatı açısından büyük kayıpolarak görülmektedir.

“Gidiyorumyelkenimde korkularçözülmekte acının buz uykusuyakılmış buğdaylardan bağlardankanımı donduran ateş bozumuşiirlerle şairlerle tutuşano uzak Anadolutorbama doluştularihanet dikenleriisli beyaz kuğular

BURHAN GÜNEL

Öfkeliyim başkaldırı çağrısınice zaman susmuştuparlattım acıyı gözlerim buğulugidiyorum yenidenyanık kırlara doğru”

UNUTULMAZ YİĞİT BASIN EMEKÇİSİ: METİN GÖKTEPE UNUTULMAYACAK!

Metin Göktepe'nin 8 Ocak 1996 günü "failimalûm" bir cinayete kurban gitmesi olayı,onun Ümraniye Cezaevi olaylarındaöldürülen Rıza Boydaş ile Orhan Özen adlıiki tutuklunun cenaze töreni ile başlar.

Töreni izlemeye giden Metin Göktepe, ertesigün ölü olarak bulunan Metin Göktepe içindevlet adına İstanbul Emniyet Müdürü OrhanTaşanlar, Göktepe'nin sandalyeden düşereköldüğünü açıklar.

İçişleri Bakanı Teoman Ünüsan isesandalyenin yüksekliği konusunda kuşkuduyduğundan olsa gerek, "Metin Göktepeduvardan düşerek öldü, bize gelen bilgiler buşekilde" diyordu.

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 77: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Metin Göktepe'yi döverek öldürenler, "Kastı aşan müessir fiil"den yani istemedenöldürmekten yargılandılar. Bir de öldürücü darbe hangi polisin elindeki kalastan çıktığıbelirlenemedi. Oysa her şey avukat Fikret İlkiz'in Afyon Ağır Ceza Mahkemesi'nde söylediğigibi netti: "Eğer istemiyorsanız, bir kere vurduktan sonra geri çekilirsiniz. İstemeden birinsanın kafasına kalasla 40 kere vurmazsınız! Metin Göktepe seçilerek alınmış, Evrenselmuhabiri olması nedeniyle bilinçli olarak dövülmüş ve isteyerek öldürülmüştür.«

Sanık polislerin yargılanacakları yer sorun oldu. Adalet Bakanı Mehmet Ağar, güvenlikgerekçesiyle Göktepe Davası'nı 25 bin polisin görev yaptığı İstanbul'dan Aydın'a aldırttıSonuçta gerçeği sanık polis avukatlarından Ahmet Ülger, ilk duruşmada şöyle diyordu: "Budava, basınla devlet arasındadır!"

Can Yücel, Metin Göktepe'nin katledilmesinin ardından yazdığı şiirde, acısını şöyle dilegetiriyordu:

METİN'E METİN BİR METİN

Metin'in kafasında bir darp varPolis karakolundan morga kadarMosmorBir darbe var

CAN YÜCEL

yüreğimizde beynimizdeSoruyor bir işaret fişeğiBiz ölerek mi yaşamayıöğreneceğiz hâlâ...

OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E BİR EDEBİYAT EMEKÇİSİ:OSMAN CEMAL KAYGILI

Osman Cemal Kaygılı, Türk Edebiyatının ismi, ancakyapıtlarından uyarlanan film ve dizilerle anımsanangerçek bir edebiyat emekçisidir. Öykü veromanlarında İstanbul’un kenar mahallelerinde, surdışında yaşayan halkın günlük hayatına yer verdi. O,yaşadığı dönemde de belirli bir çevrede ilgi görmüştü.Sait Faik, bir sohbet esnasında, onun için “Enbeğendiğim yazar” demişti. Sait Faik, kısa zamandabu romanın yüzüncü baskısını yapacağını ummuştu.

10 Ocak 1945’te yitirdiğimiz Osman Cemal'in veyapıtlarının layık olduğu yere ulaşamaması ya dayıllar sonra ulaşacak olmasının bir nedeni de, SaitFaik'in tanımıyla “yarı meçhul”lüğünden gelmekte.

Sayfa 77

Page 78: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

olmasına karşın Osman Cemal, “matbuat alemi” için yarı meçhul birisidir. Matbuat veedebiyat âleminin dışında bir hayat sürmek zorunda kalmıştır. Döneminin ünlü yazarları,gündüzleri Cağaloğlu'nda, akşamları Beyoğlu'nda bir araya gelirken, o gündüzleribambaşka işler yapmıştır: İnekçilik, sütçülük, tuluatçılık, öğretmenlik gibi, her biri ayrı biryaşam biçimi gerektiren mesleklerle uğraşmış, hatta bir dönem bu işlerin hepsini birlikteyürütmüştür.

Geceleri de kafayı Fener'deki Rum meyhanelerinde, Vidos köyündeki çingene çadırlarındaçekmiştir. Matbuat ve edebiyat âleminin gözü önünde yaşamayan yazarın bu “dışarıda”duruşu, bu âlemi daha farklı görmesini sağlamıştır. Gazete ve dergilerinde kalmışyazılarında bu entelektüel ve siyasi âlemle uğraşmış, ama roman ve öykülerinde başka birâlemi anlatmıştır. Osman Cemal, bambaşka bir âlemin insanıdır ve o âlemi yazmıştır.Çingeneler, Sur dışındaki hayat gibi o yıllarda edebiyata konu olmayan yaşam biçimlerinikaleme almış, döneminin giderek yok olmakta olan sözlü kültürünün öğelerini, semaikahvelerini, tuluatçıları, meddahları, İstanbul argosunu tanımış ve yazılı kültüre geçirmiştir.Bu yanıyla, tam bir “dışarıdan” bakış kazanmıştır. Eserlerindeki sivri cümleleri yazarkenkicesaretini de bu dışarlıklığından almıştır.

Onun dışarlıklığı, bir anlamdaki “lanetliliği” gençliğinde başlamış bir şeydir. 1912'de, 22yaşındayken İttihat ve Terakki aleyhine Tepebaşı Tiyatrosunda yapılan bir gösteriye katıldığıiçin 1913'te, Sinop'a sürgüne gönderilir. Osman Cemal, bir arkadaşına gönderdiği fotoğrafınarkasına, “siyaset mezarlığına destursuz abdest bozduğu” için sürgüne gönderildiğiyazmıştır. Bu alaylı ve alaycı yazar, yalnız siyaset mezarlığına değil, matbuat ve edebiyatâlemine de destursuz abdest bozmuştur. Cumhuriyet'in İttihat ve Terakki ideolojisinden pekde uzak olmadığını o zaman vurgulama cesaretini göstermiştir. Cumhuriyet aydınınınresmi ideolojiden kopamadığı dikkate alındığında hem İttihat ve Terakki'ye karşı çıkmış,hem Cumhuriyet'in gösterdiği “muasır medeni” yaşam biçimi yerine, eski İstanbul'un kenarmahallelerini, alt tabakalarını, Çingeneler gibi modernizmin görüldüğü yerde yok etmektençekinmediği bir kesimi anlatmış yazarın “lanetliliği” daha iyi anlaşılabilir.

Eserleri: Roman; Çingeneler (1939), Aygır Fatma (1944), Bekri Mustafa (1944); Öykü;Eşkıya Güzeli (1925), Sandalım Geliyor Varda (1938), Altın Babası (1923), Bir Kış Gecesi(1923), Çingene Kavgası (1925), Goncanın

İntiharı (1925), Oyun; Mezarlık Kızı (1927), Üfürükçü (1925), İstanbul Revüsü (1925),ARAŞTIRMA-FOLKLOR: İstanbul’un Semai Kahveleri Meydan Şairleri (1937), ArgoLügati...

“Osman Cemal’in Çingâneler’i muhakkak bir şaheserdir. Osman Cemal şimdiden sonra birtek yazı yazmasa, Türk edebiyatına kazandırdığı bu şaheserle gene mahzun ve gene yarımeçhul aramızda dolaşsa, bu, hiçbir zaman değeri birdenbire, bir çığlık halinde meydanaçıkarmayı unutmayan edebiyat denilen şey ona bu şaheserinin layık olduğu mevkiivermekte gecikmeyecektir. Okudukça şaşırıyorum. Sayfaları çevirdikçe içim hüzün, sevinçile dolu karmakarışık bir âleme giriyor.

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 79: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Gâvur Etem kitaptan fırlıyor, karşımda Apokor Çorbacı’nın kim olduğunu izah ediyor.Akman Baba’yı arabasını sürerken, yaz yağmurlarını, çadırı, böğürtlen dolu sepeti,ayaklarını köpekler dalamış tirşe gözlü Gülüzar’ı, Büyükdere köylerine giden musiki veavantür delisi delikanlıyı, yılanları, Nazlı’yı görüyorum, duyuyorum. Bir reel âlemini bu kadarmasala ve destana yakın şekilde bir de Alain Fournier’de okudum.

Osman Cemil’in bu kitabı için biraz röportaj kokuyor demişlerdi. Kokladım. Mis gibi birşaheser, bir hakiki roman davantaj avantür romanı kokuyor. Fazla olarak bir de hakiki bir örfve âdet romanı. Bu iki janrı birleştirerek bize Türk edebiyatının en güzel eserini verenOsman Cemal’e, beni okuyanlar birer tane o kitaptan edinerek hayran olsunlar.

Ben o kadar yakın bir istikbalde Osman Cemal’in bu kitabının yüzüncü tab’ı yapılacağınave Türk edebiyatının ilk avantür roman tarzının bir şaheser numunesi olduğu anlaşılacağınayüzde yüz eminim.” (Vakit gazetesi, 23 Haziran 1939/ Sait Faik Abasıyanık)

EDEBİYATIMIZIN ÇOK YÖNLÜ EMEKÇİSİ: NECATİ CUMALI

10 Ocak 2001’de yitirdiğimiz Necati Cumalı, edebiyatın birçokdalında ustalıkla önemli yapıtlar vermiş üretken bir yazardı.Onun en belirleyici özellikleri, dili çok sade ama çok etkileyicikullanabilmesi, hayatı ve gerçek insanları eserlerinin içineoldukları gibi yansıtabilmesiydi.

Necati Cumalı, Garip şairleriyle aynı yıllarda şiire başlamasınave Garipçilerle yakın dost olmasına karşın, şiirde onlardan farklıbir yönde ilerledi. Şiirlerinde duruluk ve hayata içten ve sıcakbakış öne çıktı. Sürekli umudu besleyen insanlık çizgisiekseninde, Garip ve 1940 kuşağı etkilerini yalın ve aydınlık birduyarlık potasında eriterek kendine özgü lirik şiirler yazdı.

Şiirlerindeki konular bireyin güncel kaygıları, sevileri, sevinç ve özlemleri, ayrılık ve acıları,barış, doğa sevgisi ile birlikte çağın sorunları oldu. Necati Cumalı, gerek tekinsanın(yalnızlık) gerek ikili ilişkilerin (aşk, dostluk), gerek toplum içindeki insanın çeşitlidurum ve konumunu şiirde başarıyla işlemiş, konularında renkli, dilini canlı, işlektutabilmiştir.

Üretken bir yazar olan Cumalı’nın öykü ve romanlarında Roman ve öykülerinde çoğunluklaEge Bölgesi'ndeki kasaba ve kırsal kesim insanlarının sorunlarını, çıplak gerçekliği öneçıkarmadan işledi. Yoksul, köylü insanları idealize ederek öne çıkardı. Sonraları kadın-erkek ilişkilerini işlediği öyküleri yazmaya başladı. Bunların dışında çocukluk yıllarındaRumeli göçmeni büyüklerinden duyduklarına ve araştırmalarına dayanarak Makedonyakökenlerine dönüp epik bir romancılık anlayışıyla “Makedonya 1900” ve “Viran Dağlar”romanlarını yazdı.

Sayfa 79

Page 80: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

arayışına yaklaştığı, kendini aralarından biri olarak gördüğü oranda ulusallaşır” diyen NecatiCumalı, diğer eserlerinde olduğu gibi oyunlarını yazarken de bu anlayışa bağlı kaldı.Konularını yerli kaynaklardan alarak tamamen yerli unsurları kullandı.. Tiyatromuzdayabancı oyunların egemenliği karşısında durarak tiyatromuzun gelişimine emek verdi.

“Son” şiirinden:

“İçimden hep iyilik geliyorYaşadığımız dünyayı seviyorumKin tutmak benim harcım değilÇektiğim bütün sıkıntıları unuttumParasız pulsuzum ne çıkarGelecek güzel günlere inanıyorum

Gelecek güzel günlereSonunda galip geleceğine eminimİyiliğin, zekânın ve cesaretinİmanım var zaferineAşkın, adaletin ve hürriyetin

Yetiştiğim halkın içindeBütün şiirlerini duydumÇalışmanın ve sefaletinKulak verin işe gidenlerin türkülerineYorgun argın dönüşlerini seyredin.”

ONAT KUTLAR’IN KÜLTÜRÜMÜZE VE SANATIMIZA KATKILARI UNUTULMAYACAK!...

ini temelden eleştiren bu sanat ve düşün adamınıölümünün 16. yılında bir kez daha saygı vesevgiyle selamlıyoruz.

Bir yaşam boyu, yılmadan, yabancılaşmadanedebiyatın hemen her alanında birbirinden nitelikliürünler verdi Onat Kutlar. Şiir, öykü, sinema,deneme alanlarında günümüzde önemi giderekartan yapıtlar üretti. Her yapıtında, savunduğuinsanlığın yok edilemeyen kültür birikiminedayandı. Kendi kültürüne, dünya uygarlığına katkıyapmış aydın, sanatçı, bilim adamlarına sırtını

dönüp yaygınlık, çok satmak ve izlenmek üzerinden oluşturulmaya çalışılan yeni değerlersistemini temelden eleştirdi. Anadolu insanına bakışı o imbikten süzülen inceduyarlılıklarının ve algılarının ürünüdür. Popüler ve yaygın olana itirazı, tekelleşmeyireddetme, emperyalizmin kültürsüzleştirme ve tek tipleştirme operasyonuna bir karşı çıkışniteliğindedir.

Bu değerli kültür adamı, bütün ömrünü sahteliklere, ikiyüzlülüklere, halkı kültürsüz-leştirici,ortalama beğeniye hapseden tekelli medyaya karşı çıkmaya adamıştı. Ne yazık tekellidüzenin ve yarattığı insanın en tiksindirici ürünlerinden terör bu yetişmesi güç aydını çokzamansız şekilde bizden alır. Son yazılarından birinde «Herkesin kaybettiği tek oyundur

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 81: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Mor renkli ispirto içtiği içinÇiroz olduğuna inanıyor dedeMerkezkaç gücüyle karadenizinBalkonuna yaslanmış bıyık altındanGülerek küçük kıza bakıyorDede çiroz değil bir hinoğlu hin

O anda duyuldu arka taraftaOvaya bakarak gözcülük edenArap oğlanın sesi ve bembeyazuğultusu pusudaki ölümün:

Tanklar geliyor

SAVAŞ VE BARIŞ

Yamaçta bir ev evin üstündeKocaman bir tavuskuşu oturmuşDar pencerede ufacık bir kızElinde paket taşı kadar bir çikolataBir tüy ormanının ardında kalanGüneş içindeki çin'e bakıyor

Bahçeye kurulmuş üç arsız kemanRenkli şeritlerin bayrağıylaÇivi yazısından bir karıncayıTam iki saattir oynatıyorÇaldıkları parça da Chopin

ONAT KUTLAR

ÇAĞDAŞ ŞİİRİMİZİN YAPI USTALARINDANCEMAL SÜREYA’YI ANIYORUZ

İkinci yeni şiirinin en önemli adlarından olan CemalSüreya’yı 9 Ocak 1990’da yitirmiştik. Kendine özgü söyleyişbiçimi ve şaşırtıcı buluşlarıyla, zengin birikimi ile duyarlı,çarpıcı, yoğun, diri imgeleriyle şiirimize yeni soluk aldıran birşairdi Cemal Süreya. Geleneğe karşı olmasına rağmengeleneği şiirinde en güzel kullandı. Şiiri bütün fazlalıklardankurtararak, aklın özgürlüğünden ne güzelliklerdoğabileceğini göstermeyi amaçladı.

Bu özellikleriyle bireysel bir “kaçış” şairi olarak görülse de,şiir duyarlığımıza kattığı tatlarla ve şiir dışındaki toplumsalduruşuyla bizim için önem taşımaktadır. Cemal Süreya’yı iyitanınmak için yaşamına göz atmak gerekir.

Cemal Süreya, sürgünün acı tadını çocukluğunda tatmıştır. Bir gece yarısı ailesiylebirlikte Bilecik tren istasyonuna indirilmişti. Nereye gideceklerini bilmeden vagonlarayüklenmişlerdi. Çaresizdiler. Bilecikliler onlara sahip çıktılar. Yemekler getirdiler. 20 yılBilecik dışına çıkmaları yasaktı. Annesini bu ilk sürgün günlerinde yitirdi. Okumakistiyordu. Babası da kız kardeşlerini alarak İstanbul’a çalışmaya geldi. “Sürgün” kararıpeşlerindeydi. Evleri polis tarafından basıldı. Dönemin işkenceleriyle ünlü İstanbul’unSansaryan Hanı’nda gözaltına alınıp ailecek yeniden “paket halinde” Bilecik’e gerigönderildiler. Cemal Süreya, henüz 11 yaşındaydı.

Sayfa 81

Page 82: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Kendi anadili serüvenine iki defa soyunur Süreya. İlkinde 12 Eylül gelir, ikincisinde ölüm.İnsanın anadilini bilememesine acı sayıklamalarıyla anadili acısını içinde taşıyarak ölür.Gerçek yaşamında Kürtlüğünü ön plana alacaktır. Bazil Nikitin'in “Kürtler” adlı kitabınıTürkçe’ye çevirir. Her yerde Kürt ve sürgün olduğunu anımsatacak, oğlunun nüfus kaydındaadı ''Memo'' olarak yazılan tek Kürt olmasıyla övünecektir.

Şöyle anlatır sürgün olmanın acısını, şiirindeki yerini: “Gülümsemeyle hüzün yan yana giderbenim şiirimde. Özgürlük ve kendine güven durumu beni hep lirizme, sıkıntı ve bunalım isehep humor’a atmış.” Ölümü de humour’la tiye almıştı şair: “Ölüyorum tanrım/Bu da olduişte/Her ölüm erken ölümdür/Biliyorum tanrım/Ama, ayrıca, aldığın şu hayat/Fenadeğildir./Üstü kalsın...”

HÜKÜMET

Bu hükümetPir Sultan’a pasaport vermiyorOnu anladık.

Yunus Emre’ye deBasın kartı vermiyorOnu da anladık.

Ama bu hükümetFerman çıkartmışKaracaoğlan’ıOtobüse bindirtmiyor.

CEMAL SÜREYA

SOSYALİST GERÇEKÇİ ROMANIN ÖNCÜSÜ REŞAT ENİS AYGEN EMEĞİN SAFLARINDA YAŞAYACAK HEP!

Sosyalist gerçekçi edebiyatın romandaki ilköncülerindendir Reşat Enis. 1940 kuşağının romandaöne çıkan adıdır. Unutulmaz sosyalist gerçekçi romanlaryazmış ve 1980'lerin başından günümüze kadar birçokönemli eserlerinin yeni baskılarının mevcut olmadığı,adeta suskunluk komplosuna maruz kalan,unutturulmaya çalışılan,görmezden gelinen, mütevaziliği, çalışkanlığı, aydınsorumluluğu ve cesaretiyle birbirinden değerli toplumcueserlere imza atmış büyük bir yazarımızdır.

Ünlü şairimiz Nazım Hikmet tarafından “Türkedebiyatının temel taşı" olarak takdir edilen AfroditBuhurdanında Bir Kadın (1939) genel ahlaka aykırıolduğu iddiasıyla basıldıktan kısa bir süre sonratoplatılmıştır. Bu eserinde yazar, çalışan ve yoksul birkadının yaşadığı çifte sömürüyü çarpıcı bir şekildetasvir etmiştir.

En önemli eserlerinden biri sayılan ve yayınlanıryayınlanmaz toprak ağalarının yoğun baskısı nedeniyletoplatılan Toprak Kokusu (1944) adlı başyapıtı, daha

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 83: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

sonra ancak 1969'da o da bazı bölümleri sansürlenerek “Kara Toprak” adıyla tekraryayınlanabilecektir. Reşat Enis'in romanlarında her zaman ekonomik olarak görünmeyençelişkiler, fiziksel güçler arasındaki uyumsuzluklar ağır basar. Kadının sömürülmesisorununu da ilk ele alan romancıdır Reşat Enis.

1996 yılında Mavi Dergisi'nde yayınlanan söyleşisinde Yazarın oğlu Gökçe Enis şu değerlibilgileri verir: “Babamın vefatından sonra Milliyet Sanat’ta Yaşar Kemal’in övgülerle dolugüzel bir yazısı çıkmıştı. Fakat bir sürü övgünün içinde bir de eleştirisi vardı Yaşar Kemal’in:Reşat Enis’i gazetenin önünden her geçişimizde camın önünde oturur görürdük. Sonra dakitap (Toprak Kokusu) çıkınca şaşırmışlar. Bu nasıl oturduğu yerden Çukurova romanıyazar ki, bize sorsaydı biz onu bazı yerlere götürür, birtakım insanlarla tanıştırırdık. Oysa ooturduğu yerden yazmamış ki. Onun çalıştığı gazete, ağanın gazetesi ve oraya işçiler,topraksız köylüler, yoksul, çaresiz insanlar geliyor. Babam bir gazeteci gibi onlarla konuşupmalzeme topluyor. Gezmesine gerek kalmıyor, yazacağı her şey bir bakıma ayağınageliyor. Gerçektende romanlarına bakarsanız, insanın oturduğu yerden yazacağı şeylerdeğil. Tarzı da öyleydi zaten. Balıkçıları anlatmak için (Ekmek Kavgamız) teknelerleKaradeniz’e açılmıştır. O insanlarla fırtınada, yağmurda ölümle burun buruna yaşamıştır.Keza Sendikacıları anlattığı “Sarı İt”te gene öyle. Sendikacıların içine girip çıkmış, yaniinsanların içine girip, malzemeyi bizzat onların içinden toplamış.” [UnutturamadıklarıRomancı Reşat Enis (Dosya) - Hazırlayan: Aydan Gündüz, Mavi Dergisi s.7, İstanbul(Kasım 1996).]

1947'de yayınlanan Ekmek Kavgamız adlı eserinde balıkçıların hayatını yansıtmıştır.1949'da Ağlama Duvarı ile yazar 2.Dünya Savaşı İstanbul'unda birçok çevreyi, olayı vekişiyi okuyucuya aktarır.

1951'de yayınlanan Yolgeçen Hanı ise okurun Anadolu'yu karış karış dolaşan gezicitiyatrolar vasıtasıyla, politikacılar ve ağalar tarafından sömürülen, aşağılanan köylülerleyüzleşmesini sağlar. 1957'de yayınlanan Despot adlı bir diğer şaheserinde ise KurtuluşSavaşı döneminde kendi çıkarlarını korumak için düşmanla bile işbirliği yapan DavutAğa'nın öyküsü anlatılır. Roman yayınlanmadan önce Cumhuriyet gazetesinde tefrikaedilirken, roman aleyhine açılan dava beraatla sonuçlanmasına rağmen Cumhuriyetgazetesi işine son verir. 1968'de Anadolu Ajansı'nın İstanbul Bürosu yazı işlerisekreterliğinden emekli oldu. Aynı yıl yayınlanan Sarı İt ise Türk Edebiyatında işçi-sendikailişkilerini ele alan ilk romandır. Sarı sendikacılık olarak tarif edilen ve işçi sınıfına düşmanbir anlayış bu romanın eleştiri konusunu meydana getirir.

Bu önemli sosyalist gerçekçi yazarımız 1968’den sonra herhangi bir üretimde bulunmaz,yazmaktan vazgeçer. Bu susuşu, “ona yönelik baskılara nedeniyle küstü” olarak algılanır.Son romanı olan 1981'de tamamladığı ve vasiyetinde yayınlanmasını arzuladığı KırmızıKaranfil ise ancak ölümünden 25 yıl sonra Yordam Kitap'ın desteğiyle gün ışığınaçıkabilecektir.

Tıpkı Emile Zola, Maksim Gorki ve Orhan Kemal gibi Reşat Enis de keskin gözlem gücüyle

Sayfa 83

Page 84: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

kenar mahallelerdeki yoksul ve dışlanmış insanları, onların gündelik ayakta kalmamücadelelerini eserlerinde işlemiştir. Romanlarında fabrikalarda ve madenlerde yaşananvahşi ve gaddar sömürü bütün açıklığıyla dile getirilir. Eserleri, yaşadığı döneme çarpıcı birtanıklık olarak her zaman güncelliğini, anlam ve önemini muhafaza edecektir. Eserlerindeİstanbul’un kenar mahalleleri, gecekonduları, Beyoğlu ve Galata’nın fuhuş ve sefahatâlemleri realist bir biçimde anlatılır. İyi bir gözlemcidir. Olaylar arasında bağların gevşekliği,kahramanlarını iyi işleyemeyişi tasvire fazla yer vermesi gibi kusurlarından dolayı ikinci sınıfbir sanatkâr olmuştur. Son romanlarında Anadolu insanının problemleri le işçi meseleleriniişlemiştir.

Halkın üzerindeki dinin uyuşturucu gerçekliğini en zor zamanlarda açıkça dile getirir.Bugünün de en önemli gerçekliğinin saptamasını yapar:

"Kahramanlıklara, cü'retlere sevkeden din, insanların damarlarına enjekte edilmiş,coşturan, taşıran bir kimyevi formüldür öyleyse... Uğrunda canlarını fedaya kışkırttığıinsanlara cennet vaat ettiğine göre, işin içine menfaat de karışıyor! Sürünürcesineyaşadığı bir dünyaya karşı huriler gılmanlarla türlü yiyecek ve içecekle dolu birbaşka âlem!"

HRANT DİNK’TEN BİZE KALAN ‘KARDEŞLİK İDEALİ’NEBUGÜN DAHA ÇOK BAĞLIYIZ!...

Acısı taptaze içimizde kanamakta… Gülüşlerindefaşizme karşı umut saçan bir bahar kan içinde hâlâ.“Su Çatlağını buldu” diyen sesi kulaklarımızdaçınlıyor. Ve onun sesinde yiten bir düş şahlanıyor.Grileşen renklerimiz buluyor yeniden nüanslarını.Acısı kor gibi dururken içimizde çok sözü degereksiz buluyoruz. Şimdi dostları şu seslenişleçağırıyor Hrant’ı anmaya, diğer dostlarını. Gelinbirlikte bu sese kulak verelim. “19 Ocak'ta, SaatÜçte, Aynı Yerde... “

Hrant Dink aramızdan ayrılalı tam beş yıl oldu.O’nun devlet görevlilerince ya da onların gözetimialtında katledildiği oraya çıktı. Deliller karartıldı.

Yakalananbu kanlı cinayetin ortağı sustular. Kimileri ise terfi ettirildi. Şurası gerçek ki,bizler bu ülkenin yurttaşları olarak, güvercin tedirginliğinde, gerçek failleri bulunmamışsuikastlarla bir arada yaşamaya alışmak istemiyoruz. Bu akıl almaz cinayetten nefretüretmeyen onurlu kalabalıklar olarak, bebeklerden katil yaratan karanlığa ışık düşürmekiçin, ülkemizin aydınlık geleceğine sahip çıkmak için, adalet için, barış için, kardeşlik için,Hrant Dink davasının mağdurları ve takipçileri olarak her 19 Ocak‘ta onun halklarınkardeşliğini anlatan sesini çınlatmaya devam edeceğiz.

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 85: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

ŞİİRİMİZİN İNCE KUYUMCUSU: ÖZDEMİR ASAF…

Çağdaş edebiyatımızın kendine özgü şairlerinden ÖzdemirAsaf’ı yitireli 32 yıl oldu. 28 ocak 1981’de sonsuzluğauğurladığımız şairin gerçek adı Halit Özdemir Arun’dur.

Şiirleri genel olarak dörtlük ve ikiliklerden oluşur. Yoğun vekısa bir söyleyiş özelliği vardır. Düşünce ile duyguyoğunluğuyla beraber, taşlama ve alay şiirine egemen olanetmenlerdir. En çok kullandığı ayrılık, sevgi ve ölüm temalarıson dönemde şiirlerinde yerini kaçış ve umutsuzluğuntedirginliğine dönüşmüştür. Onun inandığı şiirde bir anlam vegörüşün yansatılmasının gerekliliğidir. Geleneksel Türk şiiri vebatı şiirinin harmanlamasıyla son derece zengin bir sanatdeğeri oluşturmuştur.

Şükran Kurdakul, onun şiire üzerine yaptığı değerlendirmedeşunları söyler:

" Özdemir Asaf şiiri, temelde doğaya, insanlara, yakın çevre oldubittilerine açılarak yeniyorumlarla donanır. Yer yer keyifli, bıyık altından gülen bir şair vardır. Ama “insanınömrüyle devam edecek bir oyun”da acılarını hafife almaktan yorgun düştüğünü sezersiniz.Dikkat edilirse, kendisini ve dış dünyayı yorumlamaya çalışırken bizim uzağındaolduğumuz bişeyleri göz ucuyla izlediği görülür bu şairin.”

İnsana aykırı pisliklerin biriktirdiği tepkiler, Özdemir Asaf şiirinde çoğunlukla ince yergiöğeleriyle çıkar karşımıza. Yer yer acıya ve öfkeye dönüşür:

BİLDİRİ

Bizler savaş ölüleriyiz,Bundan böyle karşı karşıya değiliz;Bildiririz.

ÖZDEMİR ASAF

ROMANDA SOSYALİST GERÇEKÇİLİĞİN ÖNCÜ ADLARINDANKEMAL BİLBAŞAR ESERLERİYLE YAŞIYOR!

Sayfa 85

Page 86: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

21 Ocak 1983’de yitirdiğimiz Kemal Bilbaşar, Anadolu’nunfeodal yapısını ele alan ve sinemayav da uyarlananromanları “Cemo” ve “Memo” ile ünlendi ama o, daha1943 yılında "Denizin Çağrısı" adlı ilk romanıyla Türkyazınında yabancılaşma olgusunun ilk örneğini verdi.

Çeşitli yörelerinde öğretmenlik yaptığı Anadolu’yu iyitanıyan Bilbaşar, öyküleriyle de öne çıktı. II. Dünya Savaşısonrası Doğu Anadolu köylüsünün geri kalmışlığını da dilegetiren yazarın eserlerini Doğan Hızlan, "Kasaba olgusudeğerlendirilmesinde edebiyat ve toplumbilim açısındanpaha biçilmez belgeler taşır." şeklinde yorumladı.

Kemal Bilbaşar, sanat anlayışını şöyle belirtiyor: "Yapıtlarımı genellikle küçük kasaba veköylerde yaşayan, çok çalışan, az mutlu olan insanların hayatını yansıtmak, onların bellibir bilince varmaları amacıyla kaleme aldım. Fikirde toplumcu, sanatta gerçekçi, görüşebağlı kaldım. Memleketimiz insanlarının dertlerini, toplum gerçeklerini ancak bu edebiyattekniğiyle gün ışığına çıkarmak, onlara çözüm yolunu göstermek mümkün olacağınainandım. Yapıtlarımda halk masal ve öykü deyişlerine de yer veriyordum. Bununlayapıtlarımı halkıma daha rahat okutacağım, sanatımda geleneksel bağlantıyısağlıyacağım kanısındaydım.”

Bir başka röportajında da kendini şöyle ifade eder: “Fikirde toplumcu, sanatta gerçekçigörüşe bağlı idim. Memleketimiz insanlarının dertlerini, toplum gerçeklerini ancak buedebiyat tekniğiyle gün ışığına çıkarmak, onlara çözüm yolunu göstermek mümkünolacağına inanıyordum. Eserlerimde meddah taklitlerine, halk masal ve hikaye deyişlerinede yer veriyordum. Bununla eserimi halkıma daha rahat okutacağım, sanatımdageleneksel bağlantıyı sağlayacağım kanısındaydım. Batı mükemmelliğine ulaşabilmekiçin eski sanat değerlerimizin tümünü inkar etmek, geleneksel bağlardan arınmakgereğini savunanlara katılmıyorum. Bizim halk edebiyatımız zengin bir dil ve sanathazinesine dayanır, ölü değil, yaşayan bir dil hazinesidir bu. Olanakları geniştir. Halk içinyazan bir sanatçı, bu hazineyi görmezlikten gelir, ondan faydalanmazsa, ister istemezhalkla arasına mesafe koyar. Bu hazineden faydalandıkça yapıtın milli yanınıngüçleneceğini ve halklara daha rahat ulaşacağını CEMO ispatlamıştır.”

Kemal Bilbaşar, Cemo adlı romanıyla 1967 Türk Dil Kurumu Roman Ödülünü, YeşilGölge romanıyla da 1969 May Roman Ödülünü kazanmıştı.

SOSYALİST GERÇEKÇİ TİYATROMUZUN ÖNCÜ SESİLERİNDEN OKTAY ARAYICI UNUTULMAYACAK…

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 87: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Türk Tiyatrosu'nun sosyalist gerçekçi çizgideki önemli oyunyazarlarından olan Oktay Arayıcı, 12 Şubat 1936’da Rize’dedoğar. İlk ve orta öğretimini Rize ve Malatya’da gerçekleştirenArayıcı, 1956 yılında İstanbul Üniversitesi’ne girer. 1959yılında ilk senaryosunu yazar.

Sansüre takılan “Gel Nişanlanalım” adlı bu senaryonunardından, ertesi yıl “Dışarda Yağmur Var” adlı ilk oyununuyazar ve sahneler. Arayıcı’nın bundan sonraki tiyatro yaşantısıepeyce hareketli, bol ödüllü ve politik açıdan hareketli geçer.1964’te İzmit’te Good-Year lastik fabrikasındaki grevi konualdığı “Kondulu Hayriye” adlı oyunu valilikçe yasaklanır. 1969yılında yazdığı “Seferi Ramazan Beyin Nafile Dünyası” (NafileDünya) adlı oyunu 1971’de AST’ta sahnelenir ve yasaklanır.

Bir oyun yazarı olarak artık dikkat çekmeyi başarmış olan Arayıcı, 1974–1976 yıllarıarasında “Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi” adlı, kendisinin önde gelen eserlerinden birisayılan oyunu yazar. Bu oyunla Türk Dil Kurumu ve Avni Dilligil ödüllerini kazanır.

1977’de yine en bilinen oyunlarından olan “Rumuz Goncagül”ü yazar; Rutkay Aziz’inrejisiyle sahnelenen oyun 1981–1982 tiyatro sezonunda “Yılın Oyunu” ödülünü alır. Buoyun daha sonra İrfan Tözüm’ün yönetmenliğinde sinemaya da aktarılır. 1978’de TRT için“At Gözlüğü” adlı senaryoyu yazar. Film TRT Muhabirleri Derneği tarafından yılın enbaşarılı yerli yapımı seçilir. 1978–1979 yılında “Geçit” (Tanilli Dosyası) adlı oyununuyazar. Oyunda Server Tanilli’nin hayatı ekseninde, bir dönem irdelemesi yapılmaktadır.Yazar 1982’de “Babalar” adlı kabare oyununu yazar. Toplumsal sorunlara getirdiği çarpıcıyaklaşımlarla 1970’lerdeki “toplumcu dalga”nın en etkili isimleri arasında yer alan oyunyazarı Oktay Arayıcı, 21 Ocak 1985 tarihinde de hayata gözlerini yumar.

Tiyatro eleştirmeni Ayşegül Yüksel'in "1970'lerdeki tiyatromuzun devinimini, rengini,dokusunu belirleyen birkaç oyun yazarından biridir" diye nitelendirdiği Türk tiyatrosununerken yaşta yitirdiği kayıplarından biridir Oktay Arayıcı. Tiyatromuza sosyalist gerçekçiçizgide seyreden nitelikli eserler kazandıran Arayıcı'nın yapıtlarında üzerinde durupirdelediği sorunların çok daha ağır bir biçiminin yaşamımızı da ele geçirdiğini görüyoruz.Can Gürzap'a göre oyunlarının en dikkat çekici yanı dilindedir: "Oyun kuyumcu titizliğiyleyazılmış. Oktay kılı kırk yaran bir yazardı. Diğer oyunları da öyleydi. Tiyatro yazarlığınabir değişiklik getirebilmiş ender yazarlarımızdan olan Oktay kendi öz üslubumuzdan yaniAnadolu'da yüzyıllardır yapılmakta olan köy seyirlik oyunlarından yola çıkmıştır."

Oktay Arayıcı, “Nafile Dünya” oyununda şöyle konuşturur kahramanını:“Kime ne düşüyorsa, herkes payını alsın” diyerek…Sevmek, sevilmek hakkı,Sarılabilmeli insan sevdiğine,Sıcak bir somunu tutar gibi elinde,Isınabilmeli, doyabilmeli.Neden yoksun bundan peki ya, onca insan?”

Sayfa 87

Page 88: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

BİREYSELDEN TOPLUMSALA UZANAN İZ BIRAKAN ÖYKÜLERİN YAZARI MUZAFFER HACIHASANOĞLU…

Kasaba insanının bireysel sorunlarını, aile ve toplum ilişkilerininsağlıksız yanlarını işleyen öyküleriyle edebiya-tımızda sessiz amakalıcı bir iz bırakan Muzaffer Hacıha-sanoğlu, 1943’lerde BüyükDoğu dergisinde Muzaffer Doluca imzasıyla yayınladığı şiirlerle yazınalanında görünmeye başladı. 1947 ve sonrasında daha çoköyküleriyle tanındı. Öykülerinde Anadolu insanının yaşantısını,sokaklardan çıkardığı tipleri ve çevre ilişkilerini başarılı bir biçimdebetimledi. 70’li yıllarda, işçilerin kahramanları olduğu öykülere deağırlık verdi. 19 Ocak 1985’te öldü

Muzaffer Hacıhasanoğlu'nun öykülerinde, yazarın gerçeklik anlayışı çerçevesinde inancınıve yaşamın anlamını yakalama çabalarını yansır. Feridun Andaç onun öykülerini Türköykücülüğü kategorisinde modernleşme yolunda öyküler sınıfına koyar. Selim İleri’de“Enstitülü yazarların dışında olmakla birlikte, kasaba insanını içli bir sesle anlatan MuzafferHacıhasanoglu'nu da anmak istiyorum. Hacıhasanoglu kasaba insanlarının acılı, üzünçlüserüvenlerini işliyor. Sessiz, durgun, dönüp baktığımızda aynı tadı veren öyküler bunlar”demektedir onun öyküleri için. Adnan Özyalçıner'e göre de Muzaffer Hacıhasanoğlu,Anadolu kasabalarının yaşantısından gündeme yansıyan olayları gündemin insanlarınyaşamlarını etkileyen olumsuzlukları çelişkileri anlatır.

“Ellerime baktım. İri, nasırlı, yaba gibi. Bu eller benim ellerim. Elimizle görürüz herişi. Elsiz düşünemiyorum insanı. Orak tutar, masra sarar, tüfeğin tetiğindedir.Dostumuz mu, düşmanımız mı biri gelir karşımızdan, elini sıkarız. Neden?Korkumuzdan belki de. Elleridir bize her şeyi yapacak olan; tokat atabilir,tabancasına sarılabilir. Eller vardır, sert, kuru, kemikli; eller vardır yumuşak, pamukgibi bembeyaz. Paralar elden ele geçer. Kumaşlar elle yoklanır. Kıllarla kaplı kimininüstü, damarlar iyice belirgin bazılarında. Zar da tutar, kalem de, telefonda…”

SOSYALİZMİN İKİ KARTALINI SAYGIYLA ANIYORUZ:LUXEMBURG VE LİEBKNECHT

Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht Komünist Enternasyonal'in katledilmiş ilk komünistmilitanları olarak, 92. ölüm yıldönümlerinde bütün dünyada anılıyor. Lenin’in “O, bir kartaldı,hâlâ da bir kartaldır.” dediği Rosa Luxemburg ve yoldaşı Karl Liebknecht, 15 Ocak 1919’daBerlin’de daha sonra Alman faşizmin ünlü isimlerini içinden çıkaracak olan Freikorps[Gönüllü Kıta] tarafından tutuklandılar. Eden Hotel’e getirilen iki devrimci, kendilerindengeçene kadar acımasızca dövüldüler. Karl Liebknecht başından vurularak morga kimliğibilinmeyenler arasına yollanırken, Rosa Luxemburg ise Landwehr kanalına atıldı. 25 Ocak1919’da Friedrichsfelde Mezarlığı’nda toprağa verilen Liebknecht’in yanına Rosa için

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 89: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

boş bir tabut gömüldü. Rosa’nın cansızvücudu 31 Mayıs 1919’da Berlin’de subentlerinin birinde bulundu ve 13 Haziran1919’da Liebknecht’in yanına gömüldü…

Alman sol hareketinin iki önemli ismi olan1871 Polonya doğumlu Rosa Luxemburg ile1871 Almanya doğumlu Karl Liebknecht, I.Dünya Savaşı sırasında Almanya’dakurulan Spartaküs Birliği’nin önderleri olaraktarihe geçtiler. 1 Ocak 1916’da kurulan veadını Rosa Luxemburg’un yayınlananprogram broşüründe kullandığı “Spartaküs”isminden alan “Spartaküs Birliği”, 1 Ocak1919’da toplanan kongrede ismini AlmanyaKomünist Partisi (KPD) olarak değiştirdi. I.Dünya Savaşı boyunca savaş karşıtlığı ileöne çıkan, Alman işçi sınıfı hareketinin

örgütleyicilerinden olan Luxemburg ve Liebknecht savaş boyunca süregelen grevlerin, direnişlerin öncüsü oldular.

Alman işçi hareketi tarihine Ocak ayaklanması olarak geçen olaylar, 4 Ocak 1919’da solayakınlığı ile tanınan polis müdürünün görevden alınmasıyla başladı. Spartaküslerinyenilmesiyle sonuçlanan ayaklanma 15 Ocak’ta iki önderin öldürülmesiyle sonlandı.Geriye, Rosa Luxemburg’un ölümünden bir gün önce, 14 Ocak 1919’da “Die Rote Fahne”(Kızıl Bayrak) gazetesinde yayınlanan “Berlin’de Düzen Hüküm Sürüyor” başlıklı yazısınınson satırları kaldı: “Berlin’de düzen hüküm sürüyor! Sizi budala zaptiyeler! Kum üzerinekurulu sizin ‘düzeniniz’. Devrim daha yarın olmadan, ‘zincir şakırtıları içinde yenidendoğrulacaktır!’ ve sizleri dehşet içinde bırakıp, trampet sesleri arasında şunu bildirecektir:Vardım. Varım, Varolacağım!”

Karl Liebknecht’in öldürüldüğü gün, geriye “Die Rote Fahne” de yayınlanan son yazısınınson satırları kaldı: “Sıkı durun. Kaçmadık. Yenilmedik. Çünkü Spartaküs –ateş ve ruhdemektir, yürek ve can demektir, proleter devrimin iradesi ve eylemi demektir. ÇünküSpartaküs zafer özlemini, sınıf-bilinçli proletaryanın mücadele azmini temsil etmektedir…bunlar elde edildiği zaman, biz ister yaşayalım, ister yaşamayalım, programımızyaşayacaktır ve kurtulan halkların dünyasına egemen olacaktır. He rşeye rağmen!”

Ölümlerinin 93. yıldönümünde işçi sınıfına olan sarsılmaz inançlarının bizlerce depaylaşıldığı iki büyük önderi saygıyla anıyoruz… Onlar’dan bize kalan sloganı en gürsesimizle haykırıyoruz:

“Ya barbarlık, ya sosyalizm!”

Sayfa 89

Page 90: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

MUSTAFA SUPHİ VE YOLDAŞLARININ SOSYALİZM İDEALİ,DEVRİMCİ MÜCADELEMİZDE YAŞIYOR!

Türkiye komünist mücadele tarihinin ilk önemliöncülerinden Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı,bundan 91 yıl önce, Karadeniz’de katledildiler.28 Ocak 1921, Türkiye devrimci hareketinintarihinde önemli dönemeç noktalarındanbiridir. Türkiye komünist hareketinin EkimDevrimi-Kızılordu pratiği içinde yetişmiş endeğerli kadrolarını kaybettiği Karadenizkatliamı, aynı zamanda aslında TKP tarihindebir gerilemenin başlangıcı olmuştur.

10 Eylül 1920’de Bakü’de SovyetlerBirliği’nden, Anadolu’nun değişik yörelerindenve İstanbul’dan gelen 74 delegeyle toplananTKP’nin kuruluş kongresi, her şeyden önce odönemde Anadolu’da Halk İştirakiyun Fırkası,İstanbul’da Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkasıve Sovyetler’deki komünistler olmak üzere üçkoldan gelişen komünist hareketi birleştirmekamacını güdüyordu ve bunu da büyük ölçüdebaşarmıştı. Bütün bu gelişmeleri bir programetrafında gerçekleştiren Kongre’nin en önemlikararlarından biri de Anadolu’da gelişen işgalekarşı mücadelenin içine girmek, sıcakmücadelenin orta yerine atılarak önderliğesoyunmaktı. Kongre’de yapılan konuşmalar, alınan kararlar, ortaya konulan tüzük veprogram Ekim Devrimi’nin ve 3. Enternasyonal’in devrimci ruhunun damgasını taşıyordu.Örgütlü çalışmanın ağırlık merkezini Anadolu’ya kaydırma kararı alan Kongre, genelbaşkanlığa Mustafa Suphi’yi, genel sekreterliğe Ethem Nejat’ı ve bunlarla birlikte toplam 7kişilik bir Merkez Komitesini seçerek tamamlandı.

Kongreden yaklaşık 4 ay sonra, 1921’in başında, Ankara ile iletişim kuran Mustafa Suphi,Ethem Nejat ve kalabalık bir komünist topluluk Türkiye’ye geçmeye karar verdi. HedefAnkara’ya, Anadolu ayaklanmasının kalbine ulaşmaktı. Bu yüzden tarihçi Cemal Kutay’ınsözleriyle, “Onları Ankara’ya sokmamak Yunan’ı denize dökmek kadar önemliydi!” Buyüzden törenlerle karşılandıkları Kars’tan sonra provokasyonlar birbirini izledi. Erzurum’dakışkırtılmış halk tarafından şehre sokulmadılar. Batum üzerinden Bakü’ya geri yollanmaküzere Trabzon’a yollandılar. Yol boyu düzmece gösteriler sürdü. Trabzon yakınlarında dakayıkçılar kahyası Yahya kaptanın adamlarının saldırısına uğradılar. Şehre girmelerineizin verilmedi ve bir iskeleden bindirildikleri takayla denize açıldılar. Arkalarından yetişen

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 91: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Yahya kaptanın adamları silahları alınmış olan Mustafa Suphi ve ondört yoldaşını bıçak,kurşun ve süngülerle delik deşik edip denize attılar. 28 Ocak’ı 29 ‘una bağlayan geceOnbeşler, Karadeniz’e gömüldü. O zamanlar, yeni kurulmaya başlayan derin devletin ilkönemli operasyonudur on beşlerin katli.

Daha sonra bu olayda aktif rol alan Topal Osman ve onun adamı Yahya Kahya da tekerteker öldürüldüler. Bu olay, Batı emperyalizmine karşı mücadele edip devrimigerçekleştirme ideali uğruna canını veren Mustafa Suphi’nin ve 14 yoldaşının saygınlığını;bu coğrafya halklarının ve proletaryanın sosyalist öncü lideri olmalarını önleyemedi.Mustafa Suphi ve 15’lerin açtığı çığırdan Türkiye devrimcileri ölüm pahasına da olsadevrime yürümeye devam etti ve devam ediyor.

Devrimci şair Yeğişe Çarents; Mustafa Suphiler 'in Karadeniz 'de öldürülmelerinden üç yılsonra İstanbul’da şu şiiri kaleme almıştı:IVİşte böylebugünkü gibiAynen böyleloş ışıklar içindeymiş Pera ,Bir ağaçtan taka üstündeGötürülürken onlar Trabzon 'a ...Tabi zevk -ü safaVe ziyafet varmış Pera 'daYedi başlı bir sarı canavarSuphiler 'i boğduğu an orada ...Tıklım tıklım Taksim sinemasıKayramoda Sptendit ,Tokatlıyan ,Oysa orda boğazlanmış yirmi can;Çalkalanmış kara sularda .Ne de kolay kabarmış günEfendinin keyfi fokstrotla ,Havai müzik ve ninniBeşik gibi sallarken ağır havayıKendi ruhu o gün ,Ah o gün ,Ne tatlı düşlere dalmış .Sanırsın kestane saklı bir ElienoraGötürmüş O 'nusinemaya ...İşte böylebugünkü gibiAynen böyleLoş ışıklar içindeydi Pera;Götürüldüklerinde onlar Trabzon 'a Amaduyuyor musunuz beyler- Onlar ölmedi ,hayır;

- Yaşıyor Onlar !...Duyuyor musunuz ,efendiler ,paşalar ,Haykırıyorum buradan Bitlis 'e:- Daha gelir kızıl rövanşın günü- Daha gelir arkadaş Suphi !...Anlıyor musunuz O 'nu ,Ki buradan sürmüştü dünAntant ' ın güçlerini:Bugün yarın ,Sabredin ,Sizi de sürer efendi ...Sanır mısınız o Antant 'lıİzmir 'den uçurulduve Boğazlar 'danKi buralarda efendi siz;Fokstrot oynayıp eğlenesiniz ?...Daha çok oynar yumuşak etleriniz .Şimdi fokstrot içinde yüzen ,Daha hisseder hürmetimizive özel iltifatlarımızı bizim .Nice ki dayanacağız , bu devran sizin !...Gün gelir lakinKayıkcı Ali ,Geçer bu düzeni bozuk İstanbul 'dan;Yağlı gerdanlarınızın üzerine oturupYeni yaşamı kurmak için ...Biçer o lanetli ürününüzü sizinKökenden koparıp atarKi yerine yeşertsin yenisiniVe kan damlayan ülkenin alnındanKazır elinin izini sultanın ,Genç Türkiye Komünistleri !...NOT:Nildal Ozanyan'ın sayfasından alınmıştır.

Sayfa 91

Page 92: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

İŞÇİ SINIFININ BAŞ ÖĞRETMENİLENİN, ÖĞRETMEYE DEVAM EDİYOR!..

Ekim devriminin 90. yılı üzerine dünyanın her bir yanında yazılı ve sözlü görüşleryayınlanmaktadır. İnsanlık tarihinin en böyük devrimi üzerinde konuşup düşünce bildirmekkadar daha doğal bir bir sebep düşünülemez. S.S.C.B, reel sosyalist sistem olarak dünyayüzünde, yetmiş yıldan fazla var olmuştur.

Lenin’in üstün niteliği, salt devrim öncesinde gösterdiği ileri görüşlülüğüyle sınırlı değildir.Aynı zamanda büyük devrim saatinin ayarlanmasında ortaya koyduğu ileri görüşlü politikçözümlemeler ve attığı taktik adımlar sayesinde olduğunun anlaşılmasından sebepledir.Devrim alarmı düğmesine basılmasının iyi seçilmesinde, Lenin’in dehasını kabul etmeyenhiçbir aklı başında kimse yoktur.

Lenin’in dehasını yakalayabilmek için, onun marksistçe politik çözümlemelerini ve taktikselmanevra ustalığındaki ince hünerlerini, devrimci amaçlara ulaşmak yolunda iyi kavramakgerekli ve hatta zorunludur. Lenin, devlet yapısında bürokrasinin kaldırılmasına ve üretengüçlerin alttan yukarıya doğru üretimden siyasete ve her alanda devlete egemen olmasınınsağlanmasına ilkesel anlamda büyük bir önem vererek çalışmıştır. Lenin’e göre, sosyalistbir düzende işçi temsilcilerinin bir çeşit parlamentosu, işlerin yönetimine ve makinanınişlemesine elbette bakacak, fakat bu makine bürokratik olmayacaktı. Üretenlerin kendikendilerini yönetmesinin en iyi biçimde hayata geçirilmesine, İşçi, Köylü, Asker sovyetlerinindünyada ilk sosyalist devlet modeli biçiminde kotarılmasına büyük önem veriyordu.Sosyalist sistemin Marksist ilkeleri doğrultusunda ve proletaryanın demokratikdiktatörlüğünün garantisiyle komünizme geçişle tamamlanacağına büyük bir ilerigörüşlülükle inanıyor ve savunuyordu. Lenin sosyalist sistemin organizasyonu ve güvenliktetutularak korunabilmesi için, İşçilerin devlet aygıtının en önemli noktalarına tayinedilmesinde gereklilik görmüş ve buna önem vererek gerçekleşmesi doğrultusunda çabasarf etmiştir.

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 93: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

çalışmaktan dolayı kendisinde yorgunluk belirtisiyle baş gösteren rahatsızlıklar ortaya çıktı.Mayıs ayında vücudunun sağ yanı tutuldu, inme indiği teşhisi kondu. Ekim ayında ayağakalktı ve yeniden görevlerinin başına geçti. Pravda’ya yazılar yazmayı sürdürüyor vedeğişik toplantılara katılıp konuşuyordu. Aralıkta hastalık nöbetleriyle yeniden yoklandı.1924 yılının Ocak ayının yirmi birinci pazartesi günü, saat altı sıralarında yaman bir kriztekrar kendisini yokladı, Yeniden yatağa düştü, saat altıyı elli geçe, elli dört yaşında hayatagözlerini kapadı.

O bugün de, dünya proletaryasının gönlünde ve sevgisinde yerini almış olarak, yolgöstermeye devam ediyor.SERGEY YESENİN: LENİN'den bölümler:

Rusya...Söyle nerden çıktı, nasıl yetiştiSeni temelinden sarsan bu asi?Bu ağırbaşlı deha! Ve nasıl fethetti beniO sade duruşuylaFırtınanın bağrına sürmezdi atınıAta binmesini bile bilmezdi...Ne kelle kesmişliği varNe de ordu karşısında kaçmışlığıSevdiği tek şey cinayet konusunda Bıldırcın avıydı o kadar.

Tam bize göre bir kahraman!Biz ki bayılırız papazlaraSümüklü çocukların arasındanKışın o değil miydi kızak kayan?Cilveli hanımların hoşuna gitmezdi pekSaçları yoktu çünkü dalga dalgaYayla misali çıplak kafasıylaYoksulların ortasında görüyorum onu şimdi,Ürkek, sade, yumuşak...Ve çözülmez bir soru gibi yükseliyorgözlerimin önünde.

Anlamıyorum zorla değil ya,Hangi kuvvet bu çelimsiz adamdaDünyayı sarsmaya yettiVe temelinden sartı dünyayı.Gürle fırtına, gürle ve dönKasırgalar hâlinde büzülVe yıkayıp arıt bu haklıMapusanelerle kiliselerin utancından!

Sayfa 93

Page 94: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

KÜÇÜK BURJUVA DUASISen de ulaşmak istiyorsanO küçük burjuva cennetineSanat için sanat yolunu seçmelisin ilkinEpeyce tükürük yutman gerekliYol uzun, çıraklık zaman ister.

Yapılması gerekenlerin bir listesi:Boyunbağını artistçe ayarlaUygun kişilere ver kartvizitiniBir de sen parlat,herkesin parlattığı kunduralarıAynaya danış arada sırada(Bir yüz bir profil)Bir yudum brandy yuvarlaKemanla viyolonseli ayırdetKonukları pijamalı karşılaBriyantin sür, saçların yüzüne dökülmesinEpeyce tükürük yut.

En iyisi her şeyi el altında tutmakKarın gönül vermişse birineBu işin listesi önünde, hemen bakıver:Jilet kullan sinekkaydı yap yüzünüÖvgüler söyle doğa güzelliğineAvuçlarında buruşsun kâğıtlar

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 95: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

Kurtulmak için bu kısır döngüden“acte gratvit”i öğütleriz:İllüzyonizmden tezgâhlar hazırlaRuhlarla sarmaş-dolaş olYıkıntılar üstüne vals yapGözlerini dünyaya dayayıpSilkele ak saçlı bir ihtiyarıSor ölmekte olan adamaKahkahalarla saatin kaç olduğunuYangınlara koş pijamalarlaMaytapla dağıt bir cenaze töreniniBir mezar aç kurcalaAnla içinde ağaç büyüyüp büyümediğiniHiç durmadan yön değiştir boyna.Aldırmansızın ‘ne zaman’a, ‘niçin’e…bütün bunlar iş olsun diye……filim artisti bıyığı ile……düşünce hızıyle…

Söylevler yağdır telefon tellerinden Mantar tabancası patlat, rahatlaDişlerinle yont tırnaklarınıVe epeyce tükürük yut.

Toplantılarda ilgi çekme duygusuSarmışsa içini küçük burjuvanınSırasında yürüyebilmeli dört ayaklaAynı anda hem gülüp hem aksırabilmeliTakla atmalı her alandaCinsel organları tanrılaştırarakAyna önünde giyinip soyunmalıKalemlerle geçmeli güllerin ırzınaTonlarca tükürük yutmada ustalaşarak.

Bütün bunların ardından sorabiliriz:İsa da bir küçük burjuva değil mi?

Sen de ulaşmak istiyorsan O küçük burjuva cennetineHünerli fırıldak olmalısın:Cennete girebilmek içinÜstün bir akrobat olmak gerek

Öylesine haklı gerçek sanatçıTahtakurusu öldürerek eğlendiği için!

NİCONAR PARRAŞİLİ

ÇEVİRİ: TEKİN SÖNMEZ

GÜRHAN UÇKAN

Sayfa 95

Page 96: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

ŞİİR SANATI

Bilirim mavi deniz kulağınıüzerinde boyun eğen gökyüzünü de.Parıltısını yıldızın.Ve ayı bilirim.

Bilirim o canlı gülüKandan, fildişinden gülüBilirim küskün otunu.Oğul otunu da bilirim

Bir ilkel kuş öğretti banakatmerli titremesini sesin.Boşalttım bardağımdaki şarabı.Elimde salt billûr kaldı.

*Vınlayan, öldüren kurşun mu?Yoksa bir uzun hapis mi?Oy yakıcı demirli kara deniz,Aysız ve gümüşsüz!

Korkunç şeker kamışı tarlasıgösterir doymak bilmez dişlerini:duysun diye gökyüzündenaçlığı ve soğuğu, yıldız!

Kalkar efendinin kırbacı.Yaralar, parçalar sırtları.Git, söyle sesinde gitarının,söyle bunu gül ağacına.

Parıltısını da söyle onatekrar yükselen güneşin:kendini sallayan yeldealkışlasın çiçek ve haykırsın.

NİCOLAS GUİLLENKÜBA

ÇEVİRİ: ÖZDEMİR İNCE

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 97: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

adamın biri

Ekmeği ısıra ısıra yürüyor adamın biri,Durup ta sevgilime şiir yazacağım ha?

Oturmuş kaşınıyor ötekisiBitlerini eziyor parmaklarıylaHangİ yürekle psikanalizden söz edilir ha?

Sakatın birisi bir çocuğa yaslanmış gidiyorBen oturup Andre Breton’u okuyacağım ha?

Gözüme girmiş birisi elinde sopaSonra doktorla Hipokrat’tan söz edeceğiz ha?

Kan tükürüp dört bir yanaOrda birisi tiril tiril öksürüyorRuhumun derinliğini anlatacağım ha?

Birisi kemik arıyor çamurlar içindeGel de türkü söyle sonsuzluk üstüne?

Bir işçi düşünce asfalta beşinci kattanArtık ekmek domates yiyemeyecekOtur da yaz estetik, gizemi adına.

Bir satıcı, bir gramla kazık atıyorŞimdi durup dördüncü boyutu anlatacağım ha?

Satıyor defter kayıtlarını birisi bankadaGidip de hangi yüzle tiyatroda ağlanır ha?

Bir çocuk serilmiş yerlere uyuyor olmalıEğilip Pikasso üzerine sormalı ha?

Mutfakta tüfek temizliyor bir savaşçıGerçeküstünden söz edilebilir mi burada?

Birisi parmaklarını saya saya gidiyorHaykırmadan nasıl konuşmalı yığınlar için?

CESAR VALLEJOPERU

ÇEVİRİ: TEKİN SÖNMEZ - GÜRHAN UÇKAN

Sayfa 97

Page 98: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

ŞİMDİ BİLİYORSUNUZ O ÖLDÜBiliyorsunuz o öldüBiliyorsunuz nerede yoldaşınızBiliyorsunuz törensiz gömüldü o

Bunları hep biliyorsunuz Çünkü yüreğinizde O’nu içine alan en civan tapınak varToprak O’nu biçimledikçeGelecek çiçekli günlerimiz var.

DELİKANLI BİR ÖLÜDelikanlı bir ölüNasıl da çınlatır yüreğinin tüfenginiVurulup acılar çekerken oParçalanır içimizde sonsuz bir şeylerTakarız göğsümüze yeniden dağ çiçeklerini

Sonsuz yiğitliktir genç ölünün bedeniO’nu unutup da gitmeyin.

FERNANDO GORDİLLO CERVANTESNİKARAGUA

ÇEVİRİ: T. SÖNMEZ – G. UÇKAN

Emeğin Sanatı 164. Sayı

Page 99: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

15.12.2014 Yıl: 9 Sayı: 163

Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:AGOSTİNHO NETO:Angola'nın ünlü şairi ve Angola Devlet Başkanı (1975-1979) Ülkesinin kurtuluş savaşınaönderlik eden Neto’nun Angola halkının kurtuluş kavgasıyla şiiri sıkı sıkıya ilişkilidir. Angola Kurtuluş İçin HalkHareketi’nin başkanlığını yaptı. Tıp Eğitiminden sonra 1960'da harekete liderlik etmeye başladı ve olaylaresnasında Portekizlilerce 30 sivil öldürüldü, yaklaşık 200 kişi yaralandı. Neto; Portekiz koloni makamlarınca aynıyıl tutuklanarak Lizbon'da hapse atıldı. Hapisten kaçan Neto; önce Fas'a sonra da Zaire'ye gitti. 1962 yılındakurtuluş savaşına devam etmek üzere ülkesine döndü. Angola halkının Portekiz sömürgeciliğine karşı verdiğikurtuluş savaşı, şair Neto'nun önderliğinde başarıya ulaştı. 1969-1970 Asya Afrika Yazarlar Birliği'nden LotusÖdülü'nü aldı. (1975-1976) yılında Lenin Barış Ödülü'nü kazandı. Kanser tedavisi sürerken Moskova'dahastanede sonsuzluğa yürüdü.JORGE REBELO:1940 doğumlu Jorge Rebelo, MOZAMBİKli şair, avukat, gazeteci . Portekize karşı Mozambikligerilla grubu ile direnişin öncülerinden oldu. Şiirlerinde Mozambik özgürlükmücadelesini, bağımsızlık içinmücadele, direniş çağrıları öne çıkmaktadır. Özgürlük savaşını ve savaşanları över, yoldaşlarını motive eder ,kavgaya çağırır. Bu şiir, Mozambik özgürlük mücadelesininen şiddetli günlerinde, kendisiyle gizlice görüşmeyegelen iki İsveçli gazeteciye verilmişti. Rebelo, 1975 yılında ülkenin bağımsızlığını hemen sonra Mozambik'inenformasyon bakanı ve ülkedeki en güçlü adamlarından biri oldu.ELLİS AYİTEY KOMEY:(1816-1887) Proletaryanın sesini, sosyalizmi türküleri ve şiirleriyle dünayaya yayanşairdir. Enternasyonal’ın sözünü yazan şairdir. Önceleri işçi olarak çalıştı. 1848’de barikatlarda dövüştü. 1871Paris Komünü’nde milletvekili seçildi. Komün yıkılınca ABD’ye sığınmak zorunda kaldı. Gıyaben ölüm cezasınaçarptırıldı. Sürgünde kaldığı sürece türkülerini yazmaya devam etti. 1880’de aftan yararlanarak Fransa’yadöndü. İlk şiir kitabını o yıl yazdı. 2. kitabı «Devrim Türküleri» ölümünden sonra yayınlandı. Yoksulluk içindeöldü ama yazdıklarıyla arkasında ölmeyecek bir anıt bıraktı.DENNIS BRUTUS: (1924-2009) Zimbabweli sporcu, spor yöneticisi, özgürlük savaşçısı, şair. 1960olimpiyatlarına hak ettiği halde siyah tenli olduğu için seçilmeyince bu kararda egemen olan Anti-CAD’a (SiyahîKarşıtı İşler Dairesi Başkanlığı organizasyonu) direnir bunun sonunda ilk kez hapse atılır. 18 ay hapistençıktıktan sonra da mücadelesini sürdürdü Güney Afrika’da siyahların yazması ve yayınlaması yasakken o illegalyollardan bu yasağı deldi. Asma sonunda tekrar tutuklandı. Nijerya hapiste iken MBARI Şiir Ödülü'nü alan ilksiyah şair oldu. Ancak Brutus, ödülü ırkçılığı protesto etmek amacıyla geri çevirdi. 14 şiir kitabı olan Brutus,Daha sonra yurt dışına çıktı. Denver Üniversitesi, Northwestern Üniversitesi ve Pittsburgh Üniversitesi ‘ndeAfrika edebiyat tarihi üzerine dersler verdi. Buradan emekli oldu. Amerika’da öğretim üyeliğini sürdürdüğüyıllarda da ABD’de Apartheid karşıtı gösterile düzenledi, kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Apartheid bittiktensonra Güney Afrika'ya döndü. 2008 yılında sanat ve kültüre katkıları, ömür boyu gösterdiği özverili mücadelesinedeniyle Güney Afrika Lifetime Onur Ödülüne layık görüldü. Brutus, tüm zamanların dünyanın en iyi şairleriarasında yer aldı. Korkusuz bir adalet savunucusu, ve büyük bir hümanist ve öğretmen oldu.

Kaynak: Yansıma Dergisi Sayı 30, 1974, Kurtuluş Hareketleri Ve Direnen Şiir Özel Sayısı

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostları, [email protected] adresine gönderebilirler.

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, [email protected] gönderebilirler. Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:NICOLAS GUILLEN:(1902-1989) Kübalı şair Nicolas Guillen 10 Temmuz 1902'de Camagüey'de doğdu.17 Temmuz1989'da Havana'da öldü.Tam adı Nicolás Cristóbal Guillén Batista' dır. Hem Afrikalı hem de Avrupalı kanıtaşıyordu. Havana Üniversitesi'nde hukuk öğrenimi gördü. 1937'de Cumhuriyetçiler'in safında İspanya İçSavaşı'na katıldı. Aynı yıl Küba Komünist Partisi'ne girdi. Altı yıl kadar sürgünde yaşadı; bir süre Avrupa'da -üçyılı Paris'te - kaldıktan sonra Küba Devrimi'nin başarıya ulaşması üzerine ülkesine döndü. Sociedad de EstudiosAfrocubanos'u (Afro-Küba Araştırmaları Topluluğu) kurdu. UNEAC'ın (Union Nacional de Escritores y ArtistasCubanos - Kübalı Yazar ve Sanatçılar Ulusal Birliği) kurulmasına öncülük yaptı. 1954'de Lenin Barış Ödülü'nükazandı. 1961'de Ulusal Ozan (Poeta nacional) sanı verildi, UNEAC'ın başkanlığına seçildi.Latin Amerika edebiyatında 'Poesia Negra' Zenci Şiiri akımının öncülerindendir.NİCANOR PARRA: (1914 -) Şilili matematikçi ve şair. Şili'nin Pablo Neruda bu yana yetiştirdiği en etkili şairi olarakkabul edilir. Kendini bir anti-şair olarak tanımlanmaktadır. Latin Amerika edebiyatı üzerine çeşitli çalışmalarıbulunmaktadır.60'larda en önemli şiir kitaplarını yayınladı. İroni ve yerginin zengin olarak yer aldığı şiirdekiillüzyonist anlayışlara karşı eleştirel şiirler yazdı. Harold Bloom, onun için "Batı'nın en iyi şairlerinden birikuşkusuz» demişti. Çeşitli ödüller kazandı, Nobel'e aday gösterildi. Aynı zamanda Amerika ve ŞiliÜniversitelerinde matematik ve şiir profesörlüklerinden bulundu.CESAR VALLEJO: (1892 - 1938 Perulu şair, yazar. Üniversite öğrenimi sırasında hapise atılınca 1923'te Fransa'yakaçtı. İspanyol sosyalistleriyle ilişki kurduğu için Fransa'dan atıldı. Bir süre Sovyetler Birliği'nde yaşadıktan sonratekrar Paris'e döndü. Gerçeküstücülerin toplumsal düzeni yazılarıyla değiştirmeyi amaçlayan daha militangruplarını destekledi. Daha iyi bir geleceğe olan umudunu dile getirdiği İnsan Şiirleri kitabındaki şiirlerinin çoğunusiyasal görüşlerini yeni baştan incelediği bu dönemde yazdı. İç Savaş sırasında iki kez İspanya'ya gitti ve insanınyabancılaştığı paramparça bir evrendeki kıyameti işleyen şiirler yazdı. 1930'larda yazdığı şiirlerin çoğuölümünden sonra yayımlandı.FERNANDO GORDİLLO CERVANTES: (1940-1967) Nikaragualı şair ve gerilla… Anti Amerikancı devrimci biröğrenci lideriyken 1967 yılında katledildi. "Ölüler" adlı kısacık şiirleri kaldı geriye…KAYNAK: Yansıma Dergisi Kurtuluş Hareketleri ve Direnen Şiir Özel Sayısı, Sayı 38, Aralık 1974

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

15.01.2014 Yıl: 9 Sayı: 164

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir.

Page 100: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 164. SAYI

MutlularYankesiciler vurguncular karaborsacılarDalkavuklar çıkarcılar siyasacılarDibinizde ağaç var deniz var dağ varBaşınızı bir kaldırsanız güneşler aylarYaprakların cümbüşü balıkların oyunuYalap yalap kanatları arılarınTomurcuğun patlaması, suyun patlamasıÇimenlere yatması kedinin köpeğinSulanan caddelerin sıcak sıcak kokusuYeni boyanan pencerenin iç açması örneğinHavanın rengi aydınlığı gün doğmadanUyanınca dünyalar senindir bazanBazan gemilerin batmış Karadeniz’deYitip gitmiş selamlar sabahlar apansızDuysaydınız bunları donakalırdınızAma ben imreniyorum sizeÖyle dalmışsınız ki kavganızaNe ölümü düşünmeye vaktiniz varNe bakmaya çevrenize

Nahit Ulvi Akgün