Top Banner
100

EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

Apr 07, 2016

Download

Documents

Sosyalist Sanat ve Edebiyat Dergisi Sayı:165 Yıl:9 Tarih:15.02.2015
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI
Page 2: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI
Page 3: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

EMEK VERENLER / İÇİNDEKİLER ADNAN DURMAZARZU KÖK ASIM GÖNENBEKİR KOÇAKBURCU TÜRKEREMİN KEŞMERERCAN CENGİZ

GALİP ÖZDEMİRGÜLEFER C. SAVRANHALDUN HAKMANHAMZA İNCEHIDIR KARAKUŞH.HABİP TAŞKINİRFAN SARİ

İSA TEKİNKUBİLAY ÜNSALMEHMET DAĞMERİÇ AYDIN M. ERTURANM. DEMİRMUSA SU

MUSTAFA DEMİRNECİP TIRPANN. YALÇINKAYANEVİN KOÇOĞLUOĞUZ ATEŞOĞLUÖZER GENÇSEMA LALESERKAN ENGİN

SİBEL ÖZBUDUNŞÜKRÜ ÖZMENTAN DOĞANTEMEL DEMİRERTEMEL KURTVEDAT KOPARANYAŞAR DOĞAN/LOLANALİ ZİYA ÇAMUR

EMEK VERENLERİÇİNDEKİLER

3EMEĞİN SANATI’NDAN 165.

MERHABASUNU YAZISI

4BU SAYININ SAVSÖZü

VOLKAN HACIOĞLUNAZMİ BAYRI

5Kutsal Ateş

ADNAN DURMAZŞİİR

6Şair

TAN DOĞANŞİİR

11Her Mevsim Kış

MUHAMMET DEMİRÖYKÜ

12Yitik Ülke

ASIM GÖNENŞİİR

14I-II-III

NEVİN KOÇOĞLUŞİİR

16I-II-III

NEVİN KOÇOĞLUFARSÇA ÇEVİRİSİ:

HAŞİM HÜSREVŞAHİÇeviri Şiir

17Kar ÇiçeğiMUSA SU

ŞİİR18

Bir Gün Mutlaka!NECMETTİN YALÇINKAYA

ÖYKÜ19

Katillerin Ticareti Maktullerin Şahidi Vardı

SEMA LALEŞİİR

21alo alo ! deneme! bir iki!...

GALİP ÖZDEMİRŞİİR

24

ÇığlıkGÜLEFER CAMBAZ SAVRANÖYKÜ25Yeni İnsanNECİP TIRPANŞİİR27Bir Dönemin AğrısıHALDUN HAKMANŞİİR28ŞilanERCAN CENGİZŞİİR29ŞîlaneERCAN CENGİZKIRMANÇCAÇEVİRİ ŞİİR30Sabah Şiirleri.....HAMZA İNCEŞİİR31Kırmızı Bisiklet KUBİLAY ÜNSALÖYKÜ32Gece YıldızıVEDAT KOPARANŞİİR35İthakiye DönüşTEMEL KURTŞİİR36Yansıma MERİÇ AYDIN ŞİİR37Kınamak mı anlamak mı?MUSTAFA DEMİRELEŞTİRİ38Aşk OlsunYAŞAR DOĞAN/LOLANŞİİR42Sözüm SözMUAMMER ERTURANŞİİR43

Şiddet ve Suçlama Kültürü ÜzerineADNAN DURMAZ

DENEME44

Kırık ResimlerHIDIR KARAKUŞ

ŞİİR46

KalanÖZER GENÇ

ŞİİR47

Şiir Onurumuzdur...BURCU TÜRKER

ŞİİR47

Poetik İmge NedirSERKAN ENGİN

İNCELEME48

TalihEMİN KEŞMER

ŞİİR52

Varoş Ezberidir RızıkBEKİR KOÇAK

ŞİİR53

Dilsel Çeşitlilik Mücadelesi...SİBEL ÖZBUDUN

MAKALE54

Yıkım ve ÇığlıkARZU KÖK

ŞİİR59

Saydamlık BildirisiŞÜKRÜ ÖZMEN

ŞİİR60

İnsan Olmaya söz VermekTEMEL DEMİRER

MAKALE61

Ey Korkunç ZavallılıkOĞUZ ATEŞOĞLU

ŞİİR64

Dünyadaki Tüm Anadillere İnadına Özgürlük

HÜSEYİN HABİP TAŞKINMAKALE

65

HalkMEHMET DAĞŞİİR69Ağlayın DağlarİSA TEKİNŞİİR70Dizelerde “Şiir ve Şair”A.Z.ÇAMURSEÇKİ71Yaşam ve Sanatta 1 Ayın İzdüşümüSANAT HABERLERİ-ANMA72Eğer Bir Bire Eşit OlsaydıAHMED ZİBEREM (İRAN)ÇEVİRİ ŞİİR90FırtınaABDÜLVAHAP EL BEYATİ(IRAK)ÇEVİRİ ŞİİR92FilistinSALİM EL ZÜRKALİ(LÜBNAN)ÇEVİRİ ŞİİR93Kır PutlarıABDÜLKADİR EL KATT(MISIR)ÇEVİRİ ŞİİR94Şiir YazmakŞEVKİ BAĞDADİ(SURİYE)ÇEVİRİ ŞİİR95KardeşimAHMED EL MUHTAR EL VEZİR(TUNUS)ÇEVİRİ ŞİİR96CezayirMUHAMMED EL-İD HALİFE(CEZAYİR)ÇEVİRİ ŞİİR97Bahçedeki GüvercinALLÂL EL-FASSÎ (FAS)ÇEVİRİ ŞİİR98Dünya Şairleri Kısa BiyografisiKÜNYE99Onun Doğuşu ve Demirhane BacasıNAZIM HİKMET RANŞİİR100

Page 4: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

EMEĞİN SANATI’NDAN 165. MERHABA

Merhaba,

Ülkemiz, faşizan istek ve özlemlerin doludizgin yürüdüğü bir tehdit ve gözdağıfırtınası içinde seçime doğru ilerliyor. Ancak Sosyalist sol, ne yazık ki hâlâbirleşip direnme yolunu seçme yerine farklılıkları öne sürmeye devam ediyor. Öteyandan HDP , AKP’ye yaklaşımı ve hep benci tavrı ile pek de güvenvermemektedir. Birleşik haziran hareketi rüştünü ispattan uzak olmakla birlikteumut vermektedir.

Bu ay içinde, 83 yıllık ömrünü komünistlerin birliğiyle olacak bir işçi sınıfıpartisine adayan Sırrı Öztürk ustamızı, yoldaşımızı doğaya yolculadık. Onungerçekleşmesini göremediği bu düşünceyi dileriz yoldaşları ve genç kuşakkomünistler gerçekleştirebilecek direnci gösterebilsinler…

Bu ortam içinde yaşamaya, üretmeye, yazmaya, çizmeye devam ediyoruz.Aslında yaşadığımız bu günler sanatçılar içinde bir turnusol oluşturuyor. Kiminayağının kaydığı, kimin gerçek sanata karşı ulûfeciliği tercih ettiği, kiminkaypaklaştığı daha çok ortaya çıkıyor.

Bugünler içinde daha fazla sesimizi yükseltmeli, ürünlerimizi faşizmin yüreğinebir ok gibi savurmalıyız. Şiarımız yılgınlık değil direniş olmalıdır. Gerçeksanatçılar, o toplumun, ülkenin görebildiği gerçeklerini özel çıkar ve kaygılarınındışında inandığı açıklıkta dile getirebildiği için değerlidir. Gerçek sanatçıların enönemli görevi, yaşadıkları toplumun insanlarını her türlü haksızlığa, adaletsizliğe,eşitsizliğe, basık ve zulme karşı bilemektir.

«Bilincin sağlam mı, yüreğin halktan yana kabarıyor mu, birikimin var mı, hayatadökecek, hayatı, dünyayı değiştirecek düşünsel, estetik açıdan... İşte o zamansanatçısın» sözüyle Mehmet Yaşar BİLEN önemli bir gerçeği ifade etmektedir.

Sözün özü, sanatçı, insan onurunu çiğneyen herkesle kavgalı olmalıdır.Köşesinde oturan sanatçıların devri geçti. Kırılmak, dünyaya küsmek de yok.Sanatçı herkesin ortasında, bütün çalışan ve savaşanların ne üstünde ne altında,onların tam hizasındadır.

Bireyselden evrensele merdiven dayamak, kişisellikten toplumsallığayükselmesini bilmek, sanatın temel kuralıdır. Öz benliğine demir atıp oradakalandan ise sanatçı olamaz.

A. Z. Çamur

Page 5: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

BU SAYININ SAVSÖZüEdebiyatın ve özellikle şiirin popülerleştirilmeye çalışıldığı, şiirle reklamın hiçbir zamanolmadığı kadar birbirine yaklaştığı yeni ‘star’ çıkarır gibi nerdeyse her ay piyasa’yaegemen güçler tarafından yeni şairler sürüldüğü günümüzde gerçek şiirin izini sürmekeskisinden daha zor. Bu nedenle özellikle genç şairlerin yollarını kaybetmeleri daha kolaygörünüyor. Kaynak ve kılavuz kitaplara olan ihtiyaç giderek artıyor…

Lautréamont yüzyıldan fazla bir zaman önce, şiirin klasik çağda önemli bir kırılmayaşadığından söz etmişti. Bu kırılma, şiirin günümüze gelene kadar yanlış bir yolizlediğini gösteriyordu. Peki yüzyıllar önce terkedilmiş diğer yolda neler vardı? Edebiyateleştirmeni Harold Bloom’un da üzerinde çok kafa yorduğu bir konudur bu. Bu sorugerçek şiire ulaşmak isteyen her şairi ister istemez arkeolojik bir çalışma yapmayazorlayacaktır. Verili olanla yetinmeyen, dönemin genel geçer sığ estetik algılarını kabuletmeyen her hümanist böyle bir arayışa girmek durumundadır. Elbette ki böylesi biraraştırmanın ilk durağı da dünya şiirinin temel metinleri olacaktır. Bu makale bu türdenbir eserdir. Kitle kültürü üzerinden topluma dayatılan sahte sanat anlayışlarınıreddetmek için, bugünün poetik tahakkümünün önce farkına varmak ve sonra butahakkümü kırmak için geleceğin göğüne atılmış bir işaret fişeği…

VOLKAN HACIOĞLU(George Santayana’nın «Şiirin Öğeleri ve İşlevi» (Ve Yay. Ekim/2014) makalesini

çeviren V. Hacıoğlu’nun kitabın giriş bölümüne yazdığı “Ve Çeviriye Dair Birkaç Not”yazısından alınmıştır.)

Bugün sanatçı bilinenleri müritleri uçurdu, şeyh gibi oldular ve sanatçı sayıyorlarkendilerini… Sakın kimse yaşadığı zamanda sanatçıyım demesin kendisine... Uçargiderler, patlar giderler, zamana yenik düşerler... Ama malı götürebilirler, kıvırabilirler,çalım atabilirler.. Atıyorlar da...

Bence GERÇEK SANATÇILARIN HAYKIRACAĞI ZAMAN… TAM DA ÖYLE BİRZAMANDAN GEÇİYOR DÜNYA. Açlık, savaş, ölümler...

Peki sanatın işlevi ne? Fantastik, masalsı sanat mı? Bozacının aşkı mı? Birbirlerineödüller vererek zamanın çürümüşlüğünü hızlandırmak mı sanat? Cemaatler yaratmakmı? Cemaatler her alanda yaratılıyor... Evrensellik unutuldu.Bu, soldayım diyen cemaatçiler de evrenselliğe soyunmasınlar. Onlar da malı götürendiğer cemaatçiler de… Irk, din, mezhep adı altında malı götürmeye çalışıyor bazıları...Sosyalizm'i nerenize soktunuz peki? Sormak hakkımız...

NAZMİ BAYRI (Öykücü, yazar / Facebook paylaşımından)

Page 6: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

KUTSAL ATEŞ / Adnan DURMAZ

Bir şar gördüm üç yüz altmış kapuluKimin açıp kimin örtmeye geldim

Pir Sultanbilmediğim bir dilde şarkılar söyleniyordutıpkı yaprakların hışırdaması gibigögün gürlemesi gibi bilmediğimyerin altından karıncalar gibi insanlar çıkıyorduNuh zamanında kurulmuş bir şehrinburçlarına benzeyen bakışlarıyla bir kadınsiyah giysiler içinde öylece duruyorduiki kaşının ortasında garip bir işaret vardıbir heykel canlanmış gibivakitlerden sabah mı akşam mıydızamanın yanaklarından akankan gibiydi sözleriboranlı bir zorbanınkırbaç seslerini söyledi rüzgar

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 7: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

ve dört bin yıl öncekesilmiş kelleleridağlar gibi yığılankalabalıklarbir sır şişesinin içinden çıkarcasınaçıkıyorlardı toprağın yedi kat altından

bir şehrin sokakları eğeroralarda yaşanan aşkları unutuyorsasuretini siliyorsa aşıkların akan sularıyalnızca dengbejlerin kör gözleriyle gördüğübir hikaye oluyorsa yaşananlarbir şehrin sokaklarıunutuyorsa türküleribir gece ay karanlığındadizgin boşaltmalıdır o şehrin kollarındankaranlıkta kaybolup gitmek daha evladır

baharat kokan akşamları vardır o şehirlerinçok eski zamanlardalir çalan tanrıçalar dolaşırdı bahçelerindeo bahçelerde hala güller ve lalelerırganır ancak kalp gözü açıkların işittiği arp seslerindeve orada ateş-i bahar denirkır çiçeği kızların dudakları gibi kızıl güllereuzak yollardan gelen kervanlarkumu ipeğe dönüştüren kimyayı yaşarlarkorkunç sabırdan yapılmış hayatın ıstarında

korları avuçlarında okşayan ateşdilsessizliğin ortasında susarbir şar gördüm akşamın ortasında donakalmışbeş bin yıldır bekleyendilini unutmuş bir kadınınateşten gözlerinin içinde yanar

belki bin yıl önceydideli dengbej göynümütaşladılar taş bir sokakta

Sayfa 7

Page 8: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

, ben senin sinene ceren işleyen dekkakeyvanın önünde vuruldu kellemorada yürüdüm al bulutlardanorada kaldın senorada sustupeşimde ateşzar oldu ol şehirve ateşzeban sözler döküldü dudaklardan

“Binâl ey bülbül-i destân ki zîrâ nâle-î mestânMeyân-î sahre vû hârâ eser dâred..”*

ordular yürümüş üstüne bu alın çizgilerinden bellibakışlarından belli insanlar ipe çekilmiş meydanlarındabu yüzden urgancılar çarşısısuçlu sessizlikler içindedirdemirciler sokağında çekiç sesleribenim sesimdir bunu ateşdem aşıklar anlarbırakılmış Türkmen obalarınıno deli yalnızlığına sığınmış meczubum şimdikalem ateş dil olur meramımasöz susarey yarbilin misen al bir güldün uçurumlardagoncana sığınan o arı kimdisen yapraktın bir gülüşün dalındaseni saran o rüzgar kimdikimdi gözlerinden sağılan damlabilin mi

şimdi eskil bir şehirsinbinlerce ordu geçmiş yüzündennal sesleriyle basılmış gecelerdenkılıç şakırtıları ve yangınlar artığısınah kinasıl sevmiştikkutsal ateşler gibi

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 9: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

ben bulutlara basarak gidelden berisen ki kaç bin yıldır yanansınsaltanatlar tepe tepedillerin bittiği yerdeölümlerden bin öteyekaç ölüp dirilmişsevmiştikbilmezlertevatür sanırlar

bir ben bilirimkaç bin yıllık hasretimin yangınıkutsal ateşimsin benimbir ben inanırım sanayalansın kamu aleme

*“Haykır ey destan söyleyen bülbül, zira mestleri haykırışıKaya ve mermere tesir eder...”(Segâh Mevlevî Ayini’nin Üçüncü selamı)

ateşdil-her gördüğü güzeli seven-sözü dokunaklı-gönlü yananateşdem-sözü sesi dokunaklı olanateş-i bahar-gül laleateşzâr-ateşi çok olan yakıcı yer-,ağlayan ateşateşzeban-çok dokunaklı söz ve şiir söyleyen

ADNAN DURMAZ

07.08.2007 03:33

Sayfa 9

Page 10: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

tan doğan

ş â i rdoğumunun 113. yılında nâzım’a

…yaşamak ne güzel şey diye diyedeli gözbebeklerini büyüte büyüte

şiir yaza yaza türkü söyleye söyleyebedreddin denli sinan denli yunus denli

memleketini seve sevekadınlarımızın korkunç vemübarek ellerini öpe öpe

hep beraber sulardan çeke çeke ağıhep beraber süre süre toprağıtoprağa otura otura saygıylauzak kala kala gökyüzünden

ateşi ve ihaneti göre göreola ola hem asyalı hem afrikalı

reşadiyeli velioğlu memedinmanastırlı hamdi efendinin

arhavili ismailin bile bile hikayesinidağların üstündealtında damların

mis gibi kokan amasya elmasının al yanağındasuyunda zeytin incir kavun verenk renk salkım üzümlerin

gemide güvertedetrende üçüncü mevkide

şosede yayanekmeği son lokmasına dek yemeği

bir de ağız dolusu gülmeyiunutma diyen unutma hiçbir zaman

yaşamayı bir ağaç gibi tek ve hürve bir orman gibi kardeşçesine kılanşiir yaza yaza türkü söyleye söyleye

deli gözbebeklerini büyüteyaşadı mavi gözlü dev

yaşıyoryaşamak ne güzel şey diye diye…

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 11: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

ŞİİR YAŞANANA İSYANIN TEK TESELLİSİDİR

Şiir yaşanana isyanın tek tesellisidirGöçebe kafiyelerin sıkça uğradığı mülteci coğrafyadır sevdaKum saatlerinin sürekli ters çevrildiği bir şehirdirGayri meşru çilelerin eşkıya çetelerce gözyaşlarına dayattığı bu kuralsız cumhuriyeteYitirecek kıymetli şeylerinin ederlerini hesaplamayanlarca girilebilirÇünkü dörtlük bitmişHece hedefine isabet etmiştirŞiir yaşanana isyanın tek tesellisidir

Bulutlar gökyüzüne sığmazÖldü sandığımız deniz birden dirilebilirSöndürür en kuytu düşlerinizi gerekli bir direnişleGece ateşlerini bile korkusuz harlandıran şiirUçuşa yasak bölgede davetsiz dolaşan sözcüklerinizBirden vahşi kuşlar tarafından çevrilebilir.Her harfe bir idam ritmi rumuzlanmıştır artıkİnsan bu manzara karşısında dehşetten ölebilirUstura üstünde yürüdüğünüz bir metalse eğerŞiir yaşanana isyanın tek tesellisidir

Ve ey gözyaşlarından sadakat, ayışığından bebekler üretemeyen geceNefret yırtıcı bir sözcüğü yüreğine bağlamak olsa daAşk onu bedenine salıvermek değildirŞiir yaşanana isyanın tek tesellisidir

BÜLENT AYDINEL

Sayfa 11

Page 12: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

HER MEVSİM KIŞ Muhammet DEMİR

Dolmuş durağının yanındaki çay ocağından çıkan genç adam bir an için kapıda durdu.Montunun cebinden sigara paketini çıkartıp bir dal sigara aldı içinden. İki parmağınınarasında yuvarladı sonra dudaklarının arasına aldı. Sağına soluna bakındı. Durakta sigaraiçen orta yaşlı adamı gözüne kestirdi. “Ateş var mı? Babalık” dedi. Orta yaşlı adamkendisinden ateş isteyen genç adama ters ters baktı. Paltosunun cebinden çakmağınıçıkartıp çakmağı ateşledi ve çakmağını tekrar cebine soktu. Genç adam sigarasınındumanını içine çekti, havaya savurdu, sigarasını yakan orta yaşlı adama “Eyvallah babalık”diyerek uzaklaştı. Çakmakla genç adamın sigarasını yakan orta yaşlı adam gence kızgınkızgın başını sallayarak “Her mevsim kış” dedi. Bir tek yanında duran genç kadın duymuştubu sözleri. Tüm bunlar olurken dolmuş da durağa yanaşmış, orta yaşlı adam ve kalabalık itekalka dolmuşa binmiş, dolmuş ardında egzozundan çıkan mazot kokusunu bırakarakuzaklaşmıştı. Sadece genç kadın adeta büyülenmiş bir biçimde durakta kalmıştı.

Dolmuş durağının yanındaki çay ocağına yaşlı bir adam girdi, eskiden memur olduğu herhalinden belli bir adamdı. Siz görmediniz ama cebinde bir tabanca saklıydı. Geçenlerde birtanıdığı aracılığıyla silah kaçakçılığından almıştı. Halkalıda, ıssız bir şosede. Yaşlı adamiçeriye girdikten bir dakika sonra içeriden silah sesi duyuldu. Durakta bekleyen genç kadınsaymıştı peş peşe dört el dördüncüsü biraz daha geçti. Sonra tabanca tutukluk yapmıştıkaçakçılardan aldığı tabanca çakma çıkmıştı. Bağırış, çağırış kapladı ortalığı. Tabancasınıateşleyen yaşlı adam kapıdan ilk çıkmıştı. Çıktığında elinde tabanca yoktu. Atmıştı ortalığakesin. Olanları bir tek genç kadın görmüştü, elinde eldiveni vardı, gecen yıl kanserdenölen karisi örmüştü yıllar önce. İyi işte tedbirliydi en azından. Ama bir eliyle göğsünü

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 13: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

tutuyordu. Dördüncü silah sesi ateş ettiği adamın silahından cıkmış olmalı. Bloğun kösesinidönemeçten düştü yere. Kadının dudakları kıpırdadı. “Her mevsim kış” der gibi, dua edergibi kıpırdadı. Dudaklarında kırmızı bir ruj vardı, başında kurk bir kalpak, diz kapaklarınınaltına kadar inen bir pardösü ve diz kapaklarının üzerine kadar çıkan uzun bir çizmesi.Baştan aşağıya siyahlara bürünmüştü. Benim gibi sizde dikkat etseydiniz, o anlarda, kadınındudak kıpırdatması anlarında gözlerindeki hüznü görürdünüz.

Dolmuş durağının yanındaki çay ocağı ve çevresinde korku, panik, kargaşa hâkimdi. Oküçük çay ocağında ne kadar çok insan varmış öyle. Polis arabaları, ambulans, sirenler,sirenler. Sedye ile çıkarttılar yaralıyı. Her yanı kan içinde. Acıdan bağırıyordu, ana avratküfrediyordu. Köşe başında yere düşen yaşlı adam ise ölmüştü oracıkta. İçerden her çıkantabancayı ateşleyen yaşlı adamın, tabancayı ateşlemeden önce “Her mevsim kış” diyebağırdığını söylüyordu.

Dolmuş durağında yalnız başına bekleyen genç kadın duraktaki banka oturdu. Oturmadenemezdi bu yaptığına, çökmeydi onun yaptığı. Bir süre sonra ortalık sakinleşti. Yaşlıadamın öldüğü yerdeki kan izi deterjanlı su ile yıkanmış. Çay ocağı yine müşterileriniağırlamaya kaldığı yerden devam etmeye başlamıştı. Yani kısacası her şey rutine bağlanmış,durak kalabalıklaşmıştı yine. Banktaki genç kadının yanına orta yaşlı bir kadın oturdu.Çantasından bir sigara çıkarttı. Çakmak aradı çantasından buldu ve yaktı. İlk nefesini çekti,ilk dumanını savurdu atmosfere. Göz ucuyla yanında oturan genç kadına baktı. Genç

kadın sessizce ağlıyordu. Çantasından kâğıtmendil çıkartıp şefkatli bir anne gibi kadınıngözyaşlarını sildi ve bir başka mendili elinetutuşturdu. Ağlama der gibiydi her halinden,şefkatinden. Uzak bir şehirde üniversitedeokuyan kızı ile önceki gece telefonda konuşurkenkızının söylediği ve gün boyunca aklından birtürlü çıkmayan “Her mevsim kış.” sözünü bu gençkadına demedi, diyemedi. Sigarasını yarım bıraktı,yere attı, semt pazarından aldığı ucuzayakkabısının ucuyla ezdi. Banktan kalkıp gelendolmuşa bindi. Genç kadını kendi iç derinliğindeyalnız başına bırakıp, kendi derinliğine doğrudolmuş halkıyla birlikte yol aldı.

Genç kadın dolmuş durağında saatlerce öyle kaldı. Durak, çay ocağı, kaldırım, cadde zamangeçtikçe ıssızlaştı. Kent geceye teslim oldu. Ertesi sabah gün ağardığında çay ocağınıaçmaya gelen çocuk bankta budu genç kadını. Avucunu yumruk biçiminde sımsıkı tutmuş,gözleri derinlerde kaybolmuş bir biçimde. Hemen ambulansı çağırdı. Sağlık ekiplerigeldiğinde henüz yaşıyordu. Elini zorla açtıklarında, genç kadın son nefesini verdi.Avucunun içinde bir not kâğıdı vardı. Kâğıtta “Her mevsim kış” yazıyordu. Anlaşılan o kiyüreği bu sızıya dayanamamıştı.

MUHAMMET DEMİR

Sayfa 13

Page 14: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

YİTİK ÜLKE gemiler dolusu getirdikleri ölümdüuçaklar dolusu getirdikleri kanbarut ve demir kokuyordu zamanve gözleriyle gökyüzünü arşınlayanbaktı güneşin battığı yerekıpkızıldı bulutlardağlar boydan boya mezardıtoprakta karıncalar yüklü kervanlar gibi aşıyordu tümseklerihavada kuşlar karanlığa saklanıyorlardıve bütün maden havzalarıve pamuk ve tütün tarlalarıinsanın insanı boğazladığı salhaneydigüneşin battığı yerde parlayan bulutlarkızıl lavların gökyüzünü kapladığıvolkanik bir afatın son sinyalleriydilerölüm kitleler halinde yokluyordu şehrievlerde korku durmadan büyüyen bir urdudokunmak yok nefes almak yok gülmek yitik bir ülkedediler ki burada paraya dönecektir ekmek ve sugöklerin tapusu bizdedir ey bizdedir yerlerin tapusu

gemiler dolusu getirdikleri kandıtrenler dolusu getirdikleri çan ve ezan

RESSAM:İGNACİO HABRİKA,

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 15: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

yüzlerinde hırsızlık çalınmış gülücükler dolusuyduelleri insana kıyandı

insana kıyanköyler boş kervanlar gibi göçüyordu şehreşehir alev alev yanıyorduo ki gözleriyle gökyüzünü arşınlayandıbaktı güneşin battığı yeregüneş battıkça yollar silikleşiyor gökyüzü kararıyor

kararıyorduyollar yokuştu yolcular aç ve üryangemiler dolusu getirdikleri ölüm ve intihardıgemiler dolusu giden petrol demir ve dolardıgökte yıldızlar tek tek kayıyorduen asi fırtınada erciyes

başı yazmalı bir keder gibi yaşlanıyordu

o ki gözleriyle gökyüzünü arşınlayandıo ki tarlada insan fabrikada grev ve kobanide gerillaydıkaldırdı yumruklarını gökyüzünegökyüzü artık bulutları simsiyah kaynayan bir afattıgeri dedi fuhuşun ve paranın ordusuna o geriyalan ve hile gökyüzünü siyaha boyuyorduburada ölmek namusumdur dedi o yaşamak helalimyüreğim yürektir ey ciğerim manda gönünden bir körükalmış kellesini koltuğuna

yiğitlik ölümün üzerinde şaha kalkmış bir isyandısen ölümü alnına alıp yürüyemezsin namluların üzerine eysen aletlerin arkasına saklanıp

yüreğine ateş düşenlerin kanını emersin ancak

demir ve barut kokuyordu zamankan ve kül kokuyorduve kafesleri kemiren isyanyasakların pençesinde yasakları çiğniyorduyırtıp çeperini demir ağlarındağları sur düdüğünün hışmıyla deviriyorduzebaniler çıkmıştı ininden iblis kaçacak delik arıyordusular dupduruydu toprak rengarenkfabrikalarda mutluluk ve huzur

tarlalarda diz boyu yeşeriyordu

ASIM GÖNEN

Sayfa 15

Page 16: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

I

Ne zaman o ağır bulut inse kalbine, zeytin yaprağıyla konuşur annem

rüzgârla ırgalanan otlar susar, salkımlanır kuru çöpler

Bilse ki bu ruhu ateşten ben ödünç aldımo paslı damgayı ölüme ben kendim vurdum

II

Yanılgı değil biliyorumkalbime bastığım tuz da söyledi

sulamayı unutunca annem, safsarı açtı bahçemdeki güller

Ey tenime düşen güz kokususoğuk iklimlerin tortusudilimi uyut, beni uyut

uyut!

III

Güz geçti...'Güneş bir gün göğün ortasında duracak.'

bahar dokunduğunda uyanmayacak, ve zerrinve ben

NEVİN KOÇOĞLU

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 17: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI
Page 18: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

KAR ÇİÇEĞİ

Düşlerin uyandığı sabahlardaKar çölünde YollardaHayallerine dalarÇiçeklerin açtığı kitap sayfalarındaYaşamak senin de hakkındırKardelen çocuk…Ceketim yokAyakkabılarımKim götürmüş onları…Hakkın kılıcıdırZalimin karşısınaBaşka bir zalim çıkarırGün gelirAzrail olur…Danışmaz divanaHepsini toplar götürür…Ahın olsunKardelen çocuk…

MUSA SU

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 19: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

BİR GÜN MUTLAKA!Necmettin YALÇINKAYA

Bir gece yarısı ansızın çalıverdilerkapılarını acımasızca. Uykularındanettiler. Gözlerine korku saldılarçocukların... Hava yağmurlu, soğuk veıslaktı. Kapıyı açıp izinsiz daldılar odalara.Ev halkı şaşkındı... Dillerini yutarcasınasuskundu. "Burası benim evim. Defolungidin evimden!" diyemedi kadın. Evinher yanını ellemeye, her şeyididiklemeye başladılar. Eşyalaryerlerinden alınıyor, havaya atılıyor,ayaklar altında çiğneniyordu âdeta.Neden sonra vazgeçtiler didiklemekten.İçlerinden biri ev halkına dönerek;"Nerde kocan?" "Nerede babanız?" diyesordu hiddetlenerek.

Cılız bir ses, belki söylediğini kendisi bileduymamıştı. "Bilmiyoruz." diyecevapladı, titrek bedeninin, titrek sesiyle.Oyuncağı elinden alınmış, geri almak için

bangır bangır çığlıklar atan bir çocuğun kudurganlığıyla, ”Babanızın nerede olduğunubilmiyorsunuz; öyle mi?" diyerek kükredi çocukların üzerine adam. "Nedenbilmiyorsunuz?" diye kalın gövdesinin gölgesini düşürerek çocukların üstüne; tekrar dahakorkunç bir ses tonuyla yineledi: “Babanız nerede?”

Cevap yoktu... Odada; adamın sesi duvarlara çarparak şamar gibi iniyordu çocuklarınkorku dolu gözlerinin birer kara zeytin tanesi gibi asılı güzelim mahzun yanaklarına."Bilseniz de söylemezsiniz. Ben sizi bilmez miyim!" dedi çaresizlik içinde hayıflanarak.

Anne kendini toparlayarak, "defolun gidin evimden!" diyerek bağırmaya başladı.Ağlıyordu... Hıçkırıklar başlamıştı... Avuçlarının içine aldığı başı ve bütün vücudu hıçkırıktansarsılıyordu. Çocuklar da ağlamalarıyla annelerine eşlik ediyordu. Odayı ağlamalar,hıçkırıklarla sarsılmalar sarmıştı. Çocukların annelerine sarılarak hıçkırıklar içindeağlamaları, anneyi çileden çıkarmıştı. Anne:

"Duymadınız mı beni, evimden çıkın!" diye yavrularını koruma içgüdüsüyle hareket edenküçük bir serçenin çırpınışlarıyla kanatlandı adamların üstüne. "Kocamın nerede olduğunu

Sayfa 19

Page 20: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

siz benden daha iyi biliyorsunuz!" diyebildi ancak. Aslında daha başka şeyler desöyleyecekti ama çocuklarına bir şeyler yaparlar korkusuyla susmuştu.

Anne susmuştu, fakat apartman sakinleri annenin daha önceki çaresiz çığlıkları karşısındalambalarını bir bir yakmaya başlamıştı. Lambaların yandığını, çevredeki seslerin gürleştiğiniduyan yasal kurşunlu maskeli adamlar, harabeye çevirdikleri evi apar topar terk ettiler.

Gözlerinde yaş, vücudu kan ter içinde uyandı anne. Telaşla etrafına bakındı. Kimse yoktu.Çocukları her şeyden habersiz, cennetin en lekesiz melekleri gibi üstlerindeki yorgankaymış bir hâlde yataklarında yatıyorlardı. Anne, gözyaşlarını parmak uçlarıyla silerekkalktı. Çocuklarının alınlarına birer anne sevgisi yüklü öpücük kondurduktan sonra,üstlerini örtüp, açık pencerenin önüne giderek gökyüzündeki yıldızlara uzun uzun baktı.Aradan on yıl geçmişti, ama o anı hiç unutamamıştı.

Anne çaresizdi, yalnızdı; üstelik kocasızdı. Çocukları babasız kalmıştı. Birkaç gün önceokuduğu bir gazete kupürü onu derinden yaralamıştı. Yara büyüyerek gözyaşlarınabürünmüş kanıyordu. Yasal kurşunlu adamların binasının beşinci katından atlayıp intiharettiğini yazıyordu gazete. Yasal kurşunlu adamların şefi, üzgün olduğunu, intiharıönleyemediklerini, yanlış bir yüz ifadesiyle demeç veriyordu muhabirlere.

Hayat anlamsız, her şey bomboş gibi geliyordu anneye. Çocuklar olmasa ne yapardı? Nasıl dayanırdı bunca acıya? Her şey uzun bir zaman dilimine yayılmasına rağmen kocasını unutamıyor, çocuklarının babasız kalmalarına dayanamıyordu.

Yüreğinin derinliklerinde son umudunu da bir gazete kupürüne kaptırmıştı. Her şey sanki bir anda olmuştu. Var ve yok olmak arasındaki o küçük zaman içinde. Çocuklarıyla yalnız başına kalmıştı, kimsesi yoktu. Yalnızlık duygusu ürkütmüştü, içi titredi, ağlamayı bir kat daha artırdı. Kocasının yokluğuna üzülmüştü.

"Yürekli biriydin sen, paylaşmasını bilirdin, yenilmez iraden vardı, seninle gurur duyuyorum. Çocukların da seninle gurur duyacak. Seninle mutluydum ben be adam. Şimdi de gururluyum." Yüreğinden geçenler, dudaklarından odaya yayıldı, oradan açık pencereden dışarıya süzüldü, yıldızlar karşıladı yüreğini.

Anne başını kaldırarak yıldızlara baktı. Yıldızlar da anneye. Anne daha bir güçlüydü kancık yalnızlığa karşı, yıldızlar daha parlak. Yüreği dudağında en dipteki yıldıza bakarak; "Ben bir bahar yeliyim" dedi seslice "kapama pencereni hep derdin bana. Bak pencerem açık. Ama ne esen bir yel kaldı, ne de pencereme gül bırakan bir dost eli."

Sitemim dostlara olsun, tesellim ise Bir Gün Mutlaka...

NECMETTİN YALÇINKAYAOzan Yayıncılık Mendil Sen Kokuyordu Öykü Kitabından

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 21: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

KATİLLERİN TİCARETİ MAKTULLERİN ŞAHİDİ VARDI

Tasviri mümkün olmayan cehhennemi bir maceradaBir menakıpnameye binmiş gidiyor efkarı meçhul bir serseriDüzenin her yeri pastane olmuşsaHalka muhallebi söylemeliBiz demedik mi ahşap şiirlerde yangın çıkarÇayı sokakta demlemeliBizi meczup ilan ettiler o günden beriSeni de götürürlerse ne olacak bu baharın haliDiye yorgun yürüdük bin bir gece masallarınıBini birdi ve gerisi masaldıSokaklarda saat taşımayan insanlar vardıZamanı durdurduklarını sanırlardıTam o esnada fışkırabilirdik bir havuzun içindenAma gördük ki destura alışmış nehirlere kehanetli yağmurlar yağardıAyağında yarım pabuç istiareye yatmak için giderdi köşe yazarlarıBöyle bir kıyamet görmedi Cağaloğlu Cağaloğlu olalıSonra köleleri mürekkeplerinSırtlarında leopar kürkü ve gömlekleri kolalıManşetler esmerse de alt yazılar sarışındıEğri oturup doğru konuşsun bu yarınsızlığı mülk edinenlerKatillerin ticareti maktullerin şahidi vardıBu anın teşbihine müsait tüm sözler bu anda tutuklandı

SEMA LALE

Sayfa 21

Page 22: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

AZşimdi kokla havayıtoprak yüzüne kar sürmüş görüyor musunne parmakları sızlıyorne yarasından kan akıyor

senin için ağladığımı da duyarsın belkikoklarken havayısahi çikolatalı dondurmanın kokusu da var değil migururlu çocuklara haber salçemberini alan gelsinçağıraşkınaköşe kapmaca oynayacağız

çünkü mutsuzluk düşmesin bir yereyer bitirirrivayet mutsuzluğun bulaşıcı olduğunu söylersöyle çocuklara kayacağızkızaklarını da alıp gelsinlergüleceğizispatlıdırgülmek devrimin bayrağıdır

öğle annelerin eteğine parça parça toplanmakbir kurşunla durmakbir kapsülle kanamakbir şarapnelle deşilmektekmelere direnmemekişkencelerde çığlık çığlığa kalmakyakışmıyor bize

savaş uçaklarından ve o uçakları uçuranlardandaha sağlam kemiklerimizbiz açık oynuyoruz açlığıonlar kapalı devre kölekaçakçı bir onurdur bizdekionların açık beyan teslimiyet

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 23: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

gelsinler çocuklarbedenimizden kurşunları çıkaralımşarapnellerikapsüllerimisket oynayacağız çocukluğunaçocukluğuna

ifade ediyorum çocuklar anarşist gülüşünüz varböyle hamakta sallanır gibiyıkanırcasına saç leğenlerdeonun için sokağın tozu tutmaz üstünü

evinizin az ötesinde bir mezar taşı başınızın ucundakalkın gelinüstünüz başınız kefen içindekiminiz annenizikiminiz babanızı uyandırınçarpışan otomobillere bineceğiz hep birlikte

selizdihamne dersen debiz güneşin düştüğü her yerdeçocukların gülüşünün ormanlarını dikeceğiz

matem tutmasın bir yerlerimizgülmemiz tutsunaşkla

mezar kafalı insanlarsilahla kalkıp oturanlar hep çokturanlayacağın senin kadar az değil hiçbir şeyülkemsin çünkübir de çocuklar azçember çevireceğimiz ve koşacağımız kimse yoksuya sektirecek taşlar çoktaş sektiren ufak eller azküçücük ellerokyanus kadar büyük yürekler azaz

İRFAN SARİ

Sayfa 23

Page 24: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

alo alo ! deneme! bir iki!...

alo alo ! deneme! bir iki!...

solgun bir giz yanıyorpencerelerinde metruk kentinkadavralar geziniyorkuş atılmış bulvarlarda:ve ışıklar oynaşırken sularda:toza dönüp savrulduk.

solgun bir giz diyorumdamarlarına çekiliyor kentinışıklar oynaşıyorbir yabancının gizemi gibi gözlerdesoluklanacakkutlu bir uzlettetoza dönüp savruluyoruz:deneme!: aloikibir….

GALİP ÖZDEMİR

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 25: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

ÇIĞLIKGülefer CAMBAZ SAVRAN

Siz çığlıklarını duyabiliyor musunuz?Ben duyuyorum. Sanki damarlarım-dankanım çekiliyor, çok korkuyorum. Nekadar saldırgan olabileceğine şahitolmuştum bir defasında.

Oturduğu yerden hınçla kalkıpannesinin üzerine saldırmıştı. Kadınınçığlık seslerini dışardan duyan eniş-temkoşarak geldi, annesi onun elindenkurtarıp onu zorla şimdi bulunduğuodaya kilitlemişti. O günden sonra daoradan pek fazla çıkarılmadı. Nasıl dayumrukluyordu kapıyı. Kıracak sanıp,yüreğim ağzımda çokkorkuyordum Halam içtiği haplardangenellikle günü uyuyarak geçirdiğiniama bazen inat-laşıp içmezse böylehırçınlaştığını kendine ve etrafa zararverdiğini söylüyor, bu yüzden yattığıodada bir yer yatağı, bir yorgan ve yas-

tıktan başka bir şey bulundurulmuyordu.

Beline kadar uzun saçlarını kazıtmışlar. Halam çok sinirlendiğinde yolduğunu söylüyor, oise ne kadar severdi saçlarını. Annesi iki örgü yaptığında kızar, onları salıp savurmakisterdi. Yine içtiği ilaçlardan çok fazla kilo almış âdeta bir devi andırıyor ve her geçen günzapt edilmesi zorlaşıyordu.

Ah, Songül çocukluk arkadaşım, kardeşim Songül. Keşke her şey bir rüya olsaydı da biroyun, ben yine saysam bir iki üç diye sen o odadan çıksan ve beni korkutsaydın.

Ah Songül! Halamın töre denen şu lanetin zavallı bahtsız kızı.

Her şey nasıl hızlı oldu ve bitti anlayamamıştık hiç birimiz. Halam “oğluma kız istemeyegidiyoruz” diye bir gün kalkıp memlekete gitmiş ve haftalar sonra döndüğünde Songül’ünparmağına nişan yüzüğünü geçirmişti. Kimse bir şey anlamamıştı. Babam sorduğundahalam “kaynının kızını istediklerini, kaynının da karşılığında kendi kızını istediğini”anlatıyordu. Bir anlaşma yapmışlardı. Kız alıp kız vereceklerdi, böylece karşı taraf başlık

Sayfa 25

Page 26: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

parası da almayacaktı. Kısacası bir takas vardı. Songül, kendisine sorulmadan bir mal gibialınıp satılmıştı.. Ne acı ki, bütün bu olanların bir de olabilirliği vardı. Geldikleri coğrafyadaadına “berdel” diyorlardı. BERDEL adının çirkin çocuk aklımla söylenişini bilesevmemiştim. Babamın ve aklı başında birkaç büyüğün itirazlarını dinleyecek durumdadeğillerdi. Her ne kadar babam “Yapma bu bir parça çocuk, ziyan edersin“ diyorsa dahalam ve eniştem hiç vazgeçmeyi düşünmüyorlardı. Bu bir anlaşmaydı ve bozulamazdı.

Hazırlıklar aylardır devam ediyordu. Halam ve eniştem gelecek olan gelin rahat etsin diyeevin üst katına çok acele bir daire yaptırmışlar, kendileri üst kata daha bitmemiş olandaireye geçmişlerdi. Alt kattaki daireye de yine kendi seçtikleri mobilyalarla döşemişlerdi.Durum Songül için ne kadar acıklı ise gelecek gelinin durumu da daha parlak değildi.Ama, en azından o şehir hayatına gelmiş olacak ve rahat edecekti. Oysa Songül hiçbilmediği coğrafyaya, kendine çok uzak olan bir hayatın içine gidiyordu. Korkuyordu,gizlice ağlıyordu, kimselere söyleyemiyordu. Söylese biliyordu ki, hiçbir şeydeğişmeyecekti. Bir keresinde; “Biliyor musun ben buraları çok özlerim, oralardaduramam, anneme ben çok ağlarım, yapamam” dediğimde annem “Alışırsın ben buralaranasıl alıştım diyor” demişti. Hem evleneceğim kişiyi de fotoğraftan gördüm,beğenmediğimi söylediğimde “daha yakışıklı olduğunu, fotoğrafta böyle çıktığını” söyledi.“Üstelik ‘erkeğin güzeli çirkini olmazmış, asıl önemli olan çalışkan olmasıymış’ diyorannem.” Dedi ağlamaklı. Biliyordu Songül, hiç kaçarı yoktu, o uzak memleketleregönderilecekti, üstelik bir daha bu şehre dönmemek üzere.

Ve aylar sonra kapılarının önünde davullar çalınıyor, halaylar çekiliyordu. O dev gibikadınların ve adamların arasında, yine çelimsiz ve cılız bir kız çocuğu halayda arayasıkıştırılmıştı sokağın ortasında. Oradan oraya savruluyordu. Beklenilen gelin gelmiştiartık, şimdi bizim küçük gelinimizde verilmeli ve bu alış veriş bitmeliydi. Haftasınavarmadan birkaç valize eşyaları sığdırılmış ve Songül o çok uzak şehirlere yolcu edilmişti.

Gözleri ağlamaktan şişmişti. Yüreği ürkek bir ceylanın yüreği gibi atıyordu âdeta. Otobüsebinerken ona sarıldığımda titriyordu. O da getirilen gelin gibi, o çok uzak şehirde davul vezurnalar eşliğinde gelin olacaktı. Otobüs gardan uzaklaşırken Songül de bizden o titrekellerin bir kuşun kanat çırpışı gibi sallayarak, uzaklaştı, uzaklaştı...

Aylar sonra garip bir şeyler oluyordu. Kulaktan kulağa bir şeyler söyleniyordu ve ailedekiyaşlı kadınlar dizlerini dövüyorlardı. Halam köşelerde ağlıyordu, babam bütün öfkesiylehalama bağırıyordu: “ O çocuğa yazık ettiniz, gidin alın gelin” diyordu. Halam ve eniştemitiraz ediyorlardı “O artık onların namusu biz bir şey yapamayız “diyorlardı

Fakat daha senesi olmadan bir gün Songül eve geri getirilmişti. Onu tekrar gördüğümdeevlerinde koltukta oturmuş, öylece boşluğa bakıyordu. Bakışlarında hiçbir ifade yoktu. Neannesinin sözlerine ne de başka bir şeye tepki vermiyordu. Günler sonra eve meraklıakrabalar doluşmuş, olan biteni soruyorlardı. Artık hikâyesini herkes öğrenmişti: Songülgötürüldükten sonra geri dönmek istemiş ama dinleyen olmadığı gibi hemen düğünüyapılmıştı. Düğün gecesi çok ağlamış fakat yine de eşinin elinden kurtulamamış, yaşı

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 27: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

küçük olduğu için resmi nikâhı da kıyılmamış. Bir keresinde evdekilere “Sizi jandarmayaşikâyet edeceğim” dediği için çok dayak yemiş. Birkaç kez kaçıp geri dönmek istemiş,fakat her defasında yakalanıp öldüresiye dövülmüştü. En acı olan ise, garip hareketleryapmaya başlaması olmuş. Bazen gereksiz yere gülüyor ya da çok ağlıyormuş, budurumda daha fazla eziyet görmesine neden olmuş. Eşi ve ailesi, onu köydeki şeyhe bilegötürmüşlerdi birkaç kez. Ama durumu günden güne kötüleşmişti, şimdi de getiripannesinin evine bırakıp gitmişlerdi.

Eve geldikten kısa bir sonra durumu daha da ağırlaştı. Evdekiler onu şehirde isminiduydukları bütün hocalara götürdüler. Onlara göre Songül’ün durumu hocalıktı. Yapılanmuska ve tütsülerin neden işe yaramadığını anlayamıyorlardı. Günler geçtikçe durumudaha da kötüye gitti. Artık kendine ve etrafına zarar vermeye başladığında ailesi onu birdoktora götürmeye karar verdiler ama çok geç kalınmıştı.

Şimdi Songül artık tek başına camları bile olmayan bir odada çığlıklar atıyor...

GÜLEFER CAMBAZ SAVRAN

YENİ İNSANinsan yaratılıyorşiir, sanat sökülmüşbeyinler çekili çarmıhainsanlar yeni insanruhları tutsakyoksullaştıran saltanatta,sanal koridorlarda şahdamarı yırtıkkirli düşler oluk oluk kanallarındakirli düşler birikiyor avuçlarında...

NECİP TIRPAN

Sayfa 27

Page 28: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

BİR DÖNEMİN AĞRISI

Tetik düşürmeden karanfil kanayan...çocukların ülkesinde

Asabî vurulmalarla kalktı güvercinler...hep patırtılı sesleriyle.

Yitip gitti zincir karanlıkların en dibinde...girdaplı dönmelerle başları.

Yürek atışlarında poligon avladı avcılar...ustalaştı atışlarında.

Tek yürek zamanlara eskidi tüm dostlar...kırmızı zambak mevsiminde.

BelkiBundandır SU! ! ! acıları çekişler...tarihin en civcivli yerinde...

Bundandır tersine yüz giyinmelerNedensiz ve katıksız girivermelerİnsanlık cangılının tam orta yerineSonra çıkıvermeler ani ve nedensiz

Ö l ü v e r m e l e r yaşamasızlığa...

...

Burada başlamayan burada bitmez...!

HALDUN HAKMAN

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 29: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

ŞİLAN

it burnu, kuş burnu diyorlar ya sanaaldırmaçekemediklerindendirsen, benim şilan'ımsınne kar, ne tipi indiremiyor ya yemişiniben ona bakarımbeyazın üzerinde tap tazekızıl mı kızıldilimi ısıran kızıl içi beyaz şerbetdikeniyle berabermideme iniyorsun ya...kaç gündür açtımaçlığı bilir misin, kaç gündür karla yetindimbugün karşıma çıkmışsınkızıl mı kızıl, kıpkızılgözlerime ışık, dizlerime derman oluyorsun yasen benim şilan'ımsınne it burnusun sen, ne de kuş burnu,dikenine aldırmııyorum varsın kanatsın ellerimiyaşadığımı hissettirdin yayeniden doğmuş gibi bir nefes oldun ya banaben ona bakarımsen benim şilan'ımsın..ne it burnusun sen ne de kuş burnu.

ERCAN CENGİZ(Ezgilerde Kaldı Yüreğim 2. Kitap)

Sayfa 29

Page 30: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

ŞÎLANE

firna mîlçîqi, firma kutîqî, vane e ya töregosmeedici, to ne vazeene aîraune worê, ne tîpî yemîse to ne danovaro yaez îre seyrkonesere worede, rengo o şûrşerbetra tepîya, telîye dendiko gunne zone e mi

senîna wesanîye, zanaayrocona pîze exo wora mirdîkerdeyro wirnîya mi deerayçimone mire roşt, zonîyone mire dermanni firna mîlçîqe, ni firna kutîqîyay totelîye to, gonî bîyaro deste e miraçiko qi, hona lingone xo serofam qoni qi, weşîyone xo raminevaci qi, jû nefeso, reina eno dînaez îro seyrkonêto şîlana e mi nay

ERCAN CENGİZ

FOTOĞRAF: GERAİNT SMİTH

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 31: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

SABAH ŞİİRLERİ.....

Kalmadı itiras ümitAnlaşamadımNedense olamadımKahpe dönek hilekarSen gibi ey insan

Her sabah yuh çekerimBuysa hayatOysaÇıkar için akıl hariçHer şey var bende

Ölüm korkusu taşımamYoktur eyvalahım dinime imanımaAmaTek dostum itimBoynu bökük kalır

Her sabahNadas ederim bütün sokakları dünyanınHer köşede bir benim birde yalınızlığımYoktur bekleyenimKapımda beni bekleyen köğeğim dışında

HAMZA İNCE

FOTOĞRAF: HAMZA İNCE

Sayfa 31

Page 32: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

KIRMIZI BİSİKLET / Kubilay ÜNSAL

Son kez baktı arkasına… Yaşlıydı gözleri, 15 yılını verdiği fabrikadan ayrılmak çok zordu.Yıllarca evi gibi bildiği fabrikanın bahçesine oturdu, bir de sigara yaktı, öylesine bir çekti,ilk solukta yarılamıştı sigarayı. Derin bir of çekti sonra. Neler yaşamış neler neler görmüşolduğunu düşündü, bir sigara, bir sigara daha…

Paspas ve temizlik arabasıyla bütünleşmişti adeta. İşçilerin soyunma odaları, yöneticilerinodaları, tuvaletler hepsi Mehmet Efendi’den sorulurdu. Üstüne üstlük baharla birliktebahçenin düzeni de ona aitti. Renk renk çiçekler diker, sonra ağaçları budar ve özenereksulardı onları. Öylesine fabrika ile bütünleşmişti ki, fabrikada ne olsa Mehmet Efendiyesorarlardı. Mehmet Efendi ise herkesi sever çok az konuşurdu.

Her sabahki gibi o gün erken kalktı. Namazını kılıp azığını aldıktan sonra eşini veçocuğunu öpüp, vedalaşarak ayrılıyordu ki, eşi Esme Hanım; “Güle güle git ama parabıraktın mı bize?” diye sordu. Mehmet Efendi “Tuh yine unuttum” deyip cebindençıkardığı 10 lirayı eşine verip fabrikaya doğru yollandı.

Havalar iyi olduğunda yürüyerek giderdi Mehmet Efendi, 45-50 dakikada varırdı. Birazyoruluyordu yorulmasına ama hiç değilse yol parası cebinde kalıyordu. Kâr kârdır diyedüşünürdü. Fabrikaya herkesten önce gelir, gece bekçileri ile birlikte çayını ve sigarasınıiçerdi. Her sabah, önce yönetim odalarından başlardı temizliğe, sonra soyunma odalarınageçer, çok dikkatle titizlikle ve severek sarıldığı işine kendini kaptırır giderdi.

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 33: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

O sabah garip bir şey oldu. Aniden fabrika müdürü çağırdı odasına. Şaşkın şaşkın,kafasında bir yığın soru işareti ile başı önde eğik bir suçlu gibi girdi müdür odasına.Müdür bir başka bakıyordu bugün, suratı bir garipti. Bir an ikisi de hiç konuşmadılarbakıştılar. “Kaç yıldır çalışıyorsun” oldu müdürün ilk sorusu. Koskoca müdür, benim gibibir adamın fabrikada kaç sene çalıştığımı bilmez mi diye geçirdi içinden Mehmet Efendi.Biraz düşünceli “15 yıl oldu” diye cevap verdi. Müdür hafif alaylı “oooo epey olmuş”dedi. Ne diyeceğini bilmedi Mehmet Efendi, önce bir an sustu saygısızlık olmasın diye,sonra “oldu müdürüm” diyebildi. Sonra yine bir sessizliği müdürün, kulaklarındanömrünce hiç gitmeyecek olan sesi böldü. Bak Mehmet Efendi, biliyorsun fabrikanın işlerikötüye gidiyor. Böyle zamanlarda bizlere bazı özveriler düşer. Bu durum sonucu biz debazı arkadaşları ve seni de işten çıkarıyoruz. Çalışmana insanlığına hiçbir diyeceğimizyok. Ama bu fabrikada artık sana ihtiyacımız kalmıyor. Muhasebeye uğra hesabını kestir.

Ortalık zindan olmuştu sanki, dizleri titriyordu Mehmet Efendinin. Ne söyleyeceğinidüşünmeye kalkarken olduğu yere çöküverdi. Müdür güvenlik memurlarına bağırdı.Telaşla bir koşu girdi içeriye birkaç kişi. Kimi bir bardak su getirdi, kimi kollarınıbacaklarını ovmaya çalıştı. Ama sürünerek de olsa kalkıp gitmek istiyordu MehmetEfendi. Az önce ona gereksinim kalmadığını söyleyen müdür bey, korkusundan olsagerek “Otur biraz dinlen” diyebildi.

15 yıl bu odayı temizleyen Mehmet Efendi, on beş yıl sildiği koltuğa ancak bu şekildetansiyonu düşmüş, yüzü sararmış, eli ayağı titreyerek, yardımcı insanlar tarafındanzorunlu olarak oturuyordu. O ise, bu koltuklara bir kez bile oturmamıştı, onun için öylesaygındı ki… Yardımcılar, ona verdiği yaşam savaşında müdür beyin sesi duyuluyordu.

“Bak Mehmet Efendi, kendini hemen öyle bırakıverme canım, başka bir iş bulursun. Neolacak sanki, zorunlu olduğumuz için çıkarıyoruz yoksa seni çıkarır mıyız? Özel sektörişte, ne diyelim, ne olacağı belli olmuyor, bir kriz oldu deyip çıkarı veriyorlar insanı.”

Müdürleri vurmuyor bu kriz nedense, diye geçirdi içinden Mehmet Efendi. Hep bizişçileri, çalışanları vuruyor. Daha çok şey söylemek isterdi Mehmet Efendi. Boğazınabinlerce sözcük takılıyordu. “Hakkınızı helal edin” diyebildi yalnız. Arkasından yıllarınıverdiği odaya dolu gözlerle bakıp müdürün neler söylediğini duymadı bile.

Ağır adımlarla evine doğru sallana sallana giderken, ev kirası, çocuğun ilaç parası vetüm acil olan olmayan kıt kanat geçinebilmek için gereksinimleri düşündü. İnşaattananlıyordu, hiçbir şey yapmasa hamallık yapardı. Ama ya hasta oğlu… Onun sürekliilaçlarını alabilmek için sigortalı bir işte çalışması gerekliydi. Mehmet Efendi’yi asıl yıkanbuydu. Kapıyı açıp yüzünü gördüğünde anlamıştı Esma. Kırk yılık eşinin başına bir şeylergeldiğini. O hiç evine böyle süklüm büklüm elinde paketsiz gelmezdi. Bir süre bekledi,sessizce koltukta oturup nefes almasını sonra yanına ilişip kolunu omzuna atıp sarılarak“Ne oldu Mehmet Efendi?” dedi “Neden suskunsun?” Mehmet Efendi, dolu gözlerlebaktı eşine, bir derin çekti sigarasından, elindeki sarı zarfı uzatarak, “İşte on beş

Sayfa 33

Page 34: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

senem Hanım” dedi. Bütün senem bu zarfa sığdı ve teşekkür ettiler. Belki oğlanınilaçlarına anca yeter, bir süre konu komşuya gözükmeden iş ararım. Suçlu insanlar gibi…

Eşi daha bir sıktı omzundan kendine doğru; “Sen varsın ya başımızda, sağsın,erkeğimizsin gerisi boş Mehmet Efendi. Hem ben de çalışırım, elim ayağım tutuyor, çocukbakarım, evlere temizliğe giderim” dedi. O sırada kucağına gelip oturan oğlunu iki koluylasıkarak ben de yaparım bir şeyler yaparım yapmasında sigortalı iş bulmasak buoğulcuğumun sürekli ilaçları için ne yaparız? O ana kadar suskun duran oğlu, babasına birbaktı, inanmış gözlerle bir heyecanla “Madem zordayız baba, ben de hiç hastalanmam,hatta biraz iyileşince simit satarım, ayakkabı boyar, kazanırım ilaç paramı. Tümarkadaşlarım yapıyorlar bunu.” Bıraksalar katıla katıla ağlayacaktı aslında Mehmet Efendi.Ama dolan gözlerini oğluna göstermeden saçlarından öptü. O sırada içerde eşi “Derdiveren dermanında verir Mehmet Efendi, haydi sen bir şeyler ye, sabah ola hayır ola” diyesesi geliyordu.

Günler, aylar geçmiş, Mehmet Efendi, tüm arkadaşlarına durumu anlatıp, çalmadığı kapıbırakmamıştı. İnşaat da çalışır, nerde iş bulsam yaparım derken aylardır kirayı verecekpara kazanamıyordu… Tek düşüncesi, onulmaz bir hastalığı olan oğluydu. Öyle pahalıydıki ilaçlar, para yetiştiremiyor, sigortasız olduğu için de hastaneye götüremiyordu oğlunu.Akşamları ortaya konan bir tencereye birlikte sallar olmuşlardı kaşıklarını. Oğlununilerleyen hastalığı, arada sırada ufak tefek işlere giden eşine de engel olmaya başlamıştı.

Yine öyle gecelerden biriydi, daha yeni başını yastığa koyduğunda eşinin telaşlı sesi ileuyandı. Soluk soluğaydı eşi, “Uyan Mehmet Efendi, oğlumuz gidiyor!” Çocuk süreklititriyor, gözlerini açamıyordu. Mehmet Efendi her şeyi göze alıp kucakladı oğlunu. Enyakın hastanenin acil servisinin sedyesine bıraktığında, çocuğun nesi var bile demedenhastaneye giriş yaptırdın mı? diye sordular. Bir anda her yer simsiyah oldu MehmetEfendi’nin gözlerinde, oğlum ölüyor diye çığlık atıyordu koridorda, insafınız yok mu sizin?Ne olur yardım edin, ne isterseniz yaparım, ne olur bakın oğluma…

Nasıl çaresiz, acıklı ve heyecanlı bağırmıştı Mehmet Efendi. Bir telaş içinde alıverdileroğlunu. Hiç bir şey söylemediler Mehmet Efendiye. Bir kalabalık girdi içeriye yeşil elbiseli,ama onu almadılar. Sabaha kadar hastanenin buz gibi köşesinde, oğlunu götürdüklerikapının dibinde öylece büzüldü kaldı. Bir ara ne olduğunu anlamadığı kâğıtları imzalattılar.

Ne kadar beklediğini bilmedi Mehmet Efendi. Kapı açıldı, Mehmet Efendi’yi çağırdılar.Kapıdan bakan insanlar, ağızlarındaki maskeyi açıp oğlunun kurtulduğunu ve odasındagörebileceğini söylediler. Sabaha kadar kaskatı kesilen Mehmet Efendi, aniden gözlerigüldü, doktorlara teşekkür etti. Kapıyı nasıl açtığını bilmeden girdi odadan içeri. Oğlugüleç yüzü ile sanki gece başka dünyalara çıkan kendi değilmiş gibi, “Babacığım banakırmızı bisiklet alacaksın değil mi” diye kucaklıyordu babasını.

KUBİLAY ÜNSAL

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 35: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

GECE YILDIZI

Hüzün sağan zamanlardan geliyorsunYaktığın gecelerin düşlerine perde edişiyleAcılarından bahar sevinçlerine hasretKocaman bir isyan büyütüyorsunUzak diyarlarBaharı müjdeleyen papatyalarSımsıcak sarıp sarmalayanGüneşli günler düşlüyorsunDeprem sonrasıViraneliklerden çıkmışçasınaDirençler büyütüyorsunSevgi denizi yüreğindeBastır acı ve hüzünlerini göğsüneYürü özgür mavi düşlerinleHer gün doğan güneşeEn berbat halinle olsan bileYıkma kendini etme perişanUmut solmayan bir ışık ömrümüze

VEDAT KOPARAN

Sayfa 35

Page 36: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

İTHAKİYE DÖNÜŞ

Yola çıkan yanında taşımalı kalbiniHangi yıldız kuzeyde parlamaktadır bilmeliHangi dağ kaç yaşında bilmeliBilmeli gecelerin neden suskun olduğunuBirini seversin de onun asla haberi olmaz ya bundanZaman akar ya kendi neşesiyleİşte en çok bu kor adamaSevmemeli belkide becerebilmeli bunuSahi ırmaklarda uyur mu geceleriBen ithakiye dönmeyi düşlüyorumO çocukluğumun masal yurdunaBirde seni bulmayı o yurttaOysa senin hiç umrunda değil sevilmekDünya kötü geceler uzunSırf bu yüzden haklısın belkiHep uzaktı cennetler bu dünyaya

TEMEL KURT

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 37: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

Yansıma herkes kendi görüntüsünün yansımasını taşır sonsuzluktave herkesin görüntüsü bir yansımadır boşluktakimse bilmez ama bu da bir yalnızlıktırve yalnızlık iç içe geçmiş halidir suskunluğumuzun

deniz ve toprakla kesişen yüzümün kıvrımlarıdırbeni bir güle meyledenbazen bir uzaklığın getirdiği ses kadar düşündürücübazen de hiç düşünmediğimiz hazlarımız kadar ürkütücüses bunlar diyorum kendi kendime ses, yalnızca ses

aslında herkes de gizliden bir süveyda varkelimeleri nereye koydumsa durmadılaracı duydum, acı gördüm herkes de

ne çok insan sesidir bu kalabalıkiçimizde dolaşan bir Furuğ yalnızlığıyüzümüzde Werther çiziği bir eda

ve insan bir kelime oyunudur varla yok arasında herkes acıları kadar özgürdürunuttuğu kadar esir.

MERİÇ AYDIN kasım 2014

Sayfa 37

Page 38: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

KINAMAK MI ANLAMAK MI?

“Eleştiri Nedir?” Üzerine Kısa Bir Yolculuk…

Daha önce gazetelerde ve internette ilgiyle takipettiğim, Türkiye’nin Ruhu Direnmenin Trajedisi adlıüç ciltlik Yılmaz Güney’in dilinden Türkiye’yianlattığı romanını okuduğum Zahit Atam, sinemaüzerine yazdığı incelemeleri Eleştiri Nedir?[1]adıyla yayınladı. Üretken yazar Zahit Atam’ınEleştiri Nedir? adlı kitabının alt başlığı: Tarih,Felsefe, Siyasal İktisat, Psikoloji.

Gerçekten de yazar bu alt başlığa uygun olarak sanatı ve sinemayı çok boyutlu elealıyor, bir yandan sinemanın tarihini, öte yandan kültürlerarası örnekler olarakTürkiye’deki tartışmalara yardımcı olacak Latin Amerika sinemasını ve 2 Avrupalıyönetmeni de tartışmaya açarak kitabı zenginleştirmiş:

Latin Amerika’dan Fırınların Saati ve Resmi Tarih adlı filmlerin birincisi 1968 hareketininArjantin’de bir manifesto ile birlikte yapılan bir filmi, o filmle aydını tartışmanınmerkezine alıyor, Resmi Tarih ise Arjantin’deki darbenin yıkıcı sonuçlarını anlatıyor:

Dolayısıyla her ikisini okurken bir yandan da Türkiye’nin yıkım dolu tarihinin kaderortağı bir ülkenin sıradan insanını da aydınını da tartışmaya başlıyoruz.

Birçok filmi, şimdiye kadar hiç rastlamadığım bir şekilde inceliyor, yönetmenlerinideğerlendiriyor, karşılaştırıyor. Bir yandan tarihsel dönemin analizi, öte yandanyönetmenin diğer filmleri, filmin ele alındığı sosyal ortamla birlikte toplumuntartışılmasını, filmlere basının tepkilerini, resmi ideolojiyi sorgulayarak inceleyince,ortaya sosyolojik bir araştırma çıkıyor.

Bununla da yetinmiyor, karakterlerin analizine giriyor, bu kez de karakter tahlillerindenpsikoloji ve edebi bir inceleme alanı eleştiriye açılıyor.

Latin Amerika Sineması, Kieslowski Sineması, Wim Wenders Sineması incelenirken, bukez değişik sosyo-ekonomik formasyonlar üzerine konuşmaya başlıyorsunuz, dolayısıylatartışmaların bir ucu Doğu/Batı, bir ucu gelişmiş/azgelişmişlik üzerine yayılıyor.http://www.idefix.com/kitap/elestiri-nedir-zahit-atam/tanim.asp?sid=LGE6NROYFN6NYT4SPTP2

Mustafa DEMİR

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 39: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

Türkiye Sineması Tarihi incelenirken, bu kez Türkiye’nin siyasal tahlili ile başlanıyor, dünyakapitalist sistemi içindeki yerini tartışarak devam ediliyor, bu anlamda 1980 askeridarbesinin analizi ve dönemin Türkiye’nin insan ilişkilerinden insanların ruh haline,sanatçının üretim koşullarından Yeni Dünya Düzenine bir değişim ve geçiş dönemineeğilen bir eleştiriyle karşılaşıyorsunuz.

Tarihin arka planlarında unutulan Yeşilçam Sineması ise, hem iktisadi krizleriyle,krizlerden korunmak için popüler bir sinema olan Yeşilçam’ın ürettikleriyle hem deYeşilçam’da üretilen filmlerin sosyal uzantılarıyla girişilince, aynı yazı yarım kalmamak içinbir adım daha atıyor:

Dönemin önemli yönetmeni ve ortalamayı temsil eden, güldürü ile dram arasında gezinenErtem Eğilmez ile tipik bir sanatçının dünya görüşü tartışmasına başlıyoruz. Her makalesanki yeni bir kapı açıyor, devam edince başka bir alana geçiyor, kitap bütünlüklütasarlanmış ve genel ile özeli, parça ile bütünü diyalektik olarak yorumluyor.Görüşüme göre Zahit Atam bu eseriyle çok önemli bir boşluğu başarıyla dolduruyor.Kader, Takva, Yazı Tura, Vizontele, Beynelmilel, Bitmeyen Yol, Bahoz, Fırınların Saati,Resmi Tarih, Bir Ayrılık, Bir Zamanlar Anadolu‘da, Umut, Arkadaş, Sürü, Yol, Düşmanhaklarında ilk defa böyle kapsamlı yazı yazılan filmler oluyor.

Yazar Eleştiri Nedir’in 229. sayfasında bu yazıların hakkını teslim ediyor.

“Bu konuda söylenebilecek en net olgusal bilgilerin eşiğindeyiz, bu filmler (Sürü, Yol,Düşman kastediliyor) 1978-82 arasında yazıldı, yönetildi ve çok sayıda uluslararası ödülleraldılar. Buna karşın, ne Türkçede, ne de başka dilde bu filmleri çözümleyen birisi çıkmadı,bu anlamda elinizdeki yazılar ilk kez bu filmlerin önemini, büyüklüğünü ve sanatınıtartışmaya açıyor. Garip ama gerçek, tek bir metin bile bu filmleri büyük orandatartışmaya açmamıştır, buna karşın aklı başında herkes bu filmlerin büyüklüğünü kabuletmektedir.”

2014 yılında Almanya’nın Frankfurt kentinde Türk Filmleri Haftası düzenlenir. Kimisanatçılara onur ödülü dağıtılır. Bir saatlik açılış konuşması yapılır, Yılmaz Güney adı bircümle ile anılır. Toplantıya dinleyici olarak katılan bir arkadaşım: “konuşma eksikti” dedi,“çünkü Yılmaz Güney Türkiye Sinemasındaki yerine konamadı”Zahit Atam Eleştiri Nedir’in 262. sayfasında:

“Yılmaz Güney’in Sineması hakkında konuşmak aslında Türkiye siyasi tarihinin deüzerinde konuşmak, edebiyat alanında da 1950’li yıllardan itiberen Türkiye’deki gelişmelerhakkında konuşmak anlamına geliyor. Bunun yanı sıra Yılmaz Güney üzerine konuşmakTürkiye’de belirli bir direniş geleneği üzerinde de konuşmak anlamına geliyor.” diyeyazıyor. Evet Türkiye’de sinema-sanat-siyaset üzerine konuşulurken Yılmaz Güney yoksayılamaz!.. Aslında siyasi iktidar özellikle onun eserlerini yok etmekle kalmadı,savunduğu ve bir parçası olduğu devrimci hareketle bütünleşen eserleri ve onlardan yolaçıkarak toplumu anlatma çabasını da mahkûm etti. Belki Yılmaz Güney’in adını unuttura-

Sayfa 39

Page 40: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

madılar, çünkü uluslararası büyük başarılar elde etmişti, buna karşın, savunduğu fikirlerve dünya görüşü büyük oranda adı anılırken bile tartışmanın dışında bırakıldı. Oysa odireniş geleneğinden geliyor, haksızlığa karşı açılan her bayrakta direniş alanlarındafikirleriyle mücadele ediyor, direnenlerin safında yerini alıyor.

Onun Türkiye Sinemasındaki yeri belirlenmeden yapılacak konuşmalar, tartışmalar“eksik” olacaktır. Zahit Atam bunun bilincinde olan az sayıdaki aydınlardan biridir. YılmazGüney’in yeri belirlenirken de Zahit Atam’ın Eleştiri Nedir? adlı eserindeki YılmazGüney ve filmlerinin değerlendirmeleri dikkate alınmadan yapılan çalışmalar “eksik”olacaktır kanısını taşıyorum. Zahit Atam kitapta Yılmaz Güney’e 100 sayfa ayırıyor,bunların içinde ilginç bir de anma konuşması var:

İlginç çünkü anma konuşması basit bir başarı hikâyesi değil, bizzat Türkiye’nintartışıldığı ve bunu da olgusal hayat hikâyesiyle, sanatıyla ve siyasi iktidarla mücadelesiaçısından anlatılarak yapıyor.

Zahit Atam Eleştiri Nedir? sorusunu yöntem olarak eleştiri örnekleriyle cevaplamış.Derinlikli bir çalışma.

“Merak insanı zorlayabilir, dengelerini bozabilir. Ama aynı merak bir insanın hayatınaanlam da katabilir, tutkuya dönüşebilir ve yeni bir şey keşfetmesinin yollarını da açabilirve yine merak imana da götürebilir, imanı da kaybettirebilir.” (Eleştiri Nedir?, s. 86)Bu anlamda Türkiye’yi, sinemayı, insanımızı ve tarihsel olarak yaşadıklarımızla dünyanındeğişik yerlerinde benzeri yıkımları yaşayan halkların sanatıyla karşılaştırarak okumakiçin Zahit Atam’ın Eleştiri Nedir? kitabını öneriyorum.

MUSTAFA DEMİR26 Ocak 2015, Berlin

Zahit Atam Soruyor: Eleştiri Nedir?

Daha önce gazetelerde ve internette ilgiyle takip ettiğim Zahit Atam sinema üzerineyazdığı yazıları Eleştiri Nedir adıyla yayınladı. Üretken yazar Zahit Atam’ın Eleştiri Nediradlı kitabının alt başlığı: Tarih, Felsefe, Siyasal İktisat, Psikoloji.

Gerçekten de yazar bu alt başlığa uygun olarak sanatı ve sinemayı çok boyutlu elealıyor. Bir çok filmi, şimdiye kadar hiç rastlamadığım bir şekilde inceliyor, yönetmenlerinideğerlendiriyor, karşılaştırıyor. Filmleri analiz ediyor. Sadece ülkenin sınırlarıyla kendinisınırlamıyor; Latin Amerika Sineması, Kieslowski Sineması, Wim Wenders Sineması...daokuyucularla tartışmaya açılıyor. Türkiye Sineması Tarihi’ne giriş yapılıyor. YeşilçamSineması, Yılmaz Güney Sineması, Yeni Türkiye Sineması yerlerine oturtulmayaçalışılıyor.

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 41: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

Görüşüme göre Zahit Atam bu eseriyle çok önemli bir boşluğu başarıyla dolduruyor. Kader,Takva, Yazı Tura, Vizyontele, Beynelminel, Bitmeyen Yol, Bahoz, Fırınların Saati, Resmi Tarih,Bir Ayrılık, Bir Zamanlar Anadoluda, Umut, Arkadaş, Sürü, Yol, Düşman haklarında ilk defaböyle kapsamlı yazı yazılan filmler oluyor.

Yazar Eleştiri Nedir’in 229. sayfasında bu yazıların hakkını teslim ediyor.“Bu konuda söylenebilecek en net olgusal bilgilerin eşiğindeyiz, bu filmler (Sürü, Yol, Düşmankastediliyor) 1978-82 arasında yazıldı, yönetildi ve çok sayıda uluslararası ödüller aldılar, bunakarşın, ne Türkçede, ne de başka dilde bu filmleri çözümleyen birisi çıkmadı, bu anlamdaelinizdeki yazılar ilk kez bu filmlerin önemini, büyüklüğünü ve sanatını tartışmaya açıyor. Garipama gerçek, tek bir metin bile bu filmleri büyük oranda tartışmaya açmamıştır, buna karşın aklıbaşında herkes bu filmlerin büyüklüğünü kabul etmektedir.”

Bu yazılanlarda en ufak bir abartı olduğunu sanmıyorum. Ertem Eğilmez Sineması üzerine de bukitaptaki boyutta bir yazıya başka bir yerde rastlamadım.

2014 yılında Almanya’nın Frankfurt kentinde Türk Filmleri Haftası düzenlenir. Kimi sanatçılaraonur ödülü dağıtılır. Bir saatlik açılış konuşması yapılır, Yılmaz Güney adı bir cümle ile anılır.Toplantıya dinleyici olarak katılan bir arkadaşım: “konuşma eksikti” dedi, “çünkü Yılmaz GüneyTürkiye Sinemasındaki yerine konamadı”

Zahit Atam Eleştiri Nedir’in 262. sayfasında:“Yılmaz Güney’in Sineması hakkında konuşmak aslında Türkiye siyasi tarihinin de üzerindekonuşmak, edebiyat alanında da 1950’li yıllardan itiberen Türkiye’deki gelişmeler hakkındakonuşmak anlamına geliyor. Bunun yanısıra Yılmaz Güney üzerine konuşmak Türkiye’de belirlibir direniş geleneği üzerinde de konuşmak anlamına geliyor.”diye yazıyor . Evet Türkiye’de sinema-sanat-siyaset üzerine konuşulurken Yılmaz Güneyyok sayılamaz!.. Onun Türkiye Sinamasındaki yeri belirlenmeden yapılacak konuşmalar,tartışmalar “eksik” olacaktır. Zahit Atam bunun bilincinde olan az sayıdaki aydınlardan biridir.Yılmaz Güney’in yeri belirlenirken de Zahit Atam’ın Eleştiri Nedir adlı eserindeki Yılmaz Güney vefilmlerinin değerlendirmeleri dikkate alınmadan yapılan çalışmalar “eksik” olacaktır kanısınıtaşıyorum.

Zahit Atam Eleştiri Nedir sorusunu yöntem olarak eleştiri örnekleriyle cevaplamış. Derinlikli bir çalışma. Zahit Atam’ın yoğun birikimi, halk ve sanat sevgisi, sinema tutkusu, büyük bir emekle birleşerek kapsamlı bir kitap ortaya çıkarmış.Kitabın 86. Sayfasında:“Merak insanı zorlayabilir, dengelerini bozabilir. Ama aynı merak bir insanın hayatına anlam da katabilir, tutkuya dönüşebilir ve yeni bir şey keşfetmesinin yollarını da açabilir ve yine merak imana da götürebilir, imanı da kaybettirebilir.”diyor yazar.Zahit Atam’ın sinemanın en önemli konularında neler yazdığını merak ediyorsanız, Eleştiri Nedir’ibir an önce okuyun, birlikte tartışalım.

MUSTAFA DEMİR26 Ocak 2015, Berlin

Sayfa 41

Page 42: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

AŞK OLSUN

Küçük kusurların birikip arsız deniz olduğu yitimlerin eşiğinde arın daKendine bir tavır biç Bütün koşullarda yakışsın sana Koşullar ki bazen çaresizliğin bazen umarsızlığın bazen yalnızlığın ve biatin uzlaşmasıdır

Ya da Sömürerek birilerini göz kamaştırıcılığı ayrık yaşamanın psikozu Arın da genişleyen yarınların direnciyle öyle arın ki Dokununca ucuyla parmağının durulsun en kirli suları yüzümüzdeki kanlı kirlenişin

Kuruyup çölleşen bir dünyanın… Dünyasız var olmamanın bilinciyle arın / İç içe olduğu kadar birbirinden farklı dünyaların çakıştığı realitenin ışığıyla arın Bir dünyanın gözleriyle bu hayata bakışından uyanmış olarak koş kendine

Ön yargılarını adliyelerinde unut bütün adaletsizliklerin çirkefini

Gözlerini bul Gizlerine in Müziğini yeniden keşfet ruhunun Yüreğinin ritmini yakala Tabiatının şuasıyla buluştur yalnızlıktan buruşmuş ellerini

Toplumsal kokuşmanın çöplüğü üstünde kendini icat et İçleri boşaltılmış yığınların sürüklendiği kaosun fırtınasında yürümeyi öğren sarılmadan yılana Susturup kalabalığını tözüne dokun

Ölümlere terk edilmişliğin duvarları arasında hayat bulÜtopyan gelmiş geçmiş bütün medeniyetlerin ruhundan ulu olsun

Aşk olsun sana zemzem gözlüm Aşk olsun

YAŞAR DOĞAN/LOLAN

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 43: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

SÖZÜM SÖZ

Sönük fenerlerim varkırık dökük merdivenlerim dökük saçık bilyelerimçökük duvarlarımve çıkmaz sokaklarımşehirler dolusu…

Soluk çiçeklerim varyoluk kanatlarımyitik uçurtmalarımbitik baharlarımve prematüre umutlarımyılkıya saldığım artık…

Anladık tamamselam kelam yok gene yolda izde görsem de hanidediğimiz dedikkavlimiz kavilsözüm söz…

MUAMMER ERTURAN

Sayfa 43

Page 44: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

ŞİDDET VE SUÇLAMA KÜLTÜRÜ ÜZERİNEAdnan DURMAZ

Yolda giden kadının çantasını kapan kapkaççıya, tacizciye müdahale ederken yaralanan,bıçaklanıp ölen insan için toplumun genelinde söylenen söz: "orada ne işi vardı?“ Kavgaeden iki kişiyi ayırmaya kalkarken zarara yumruk yiyen insan için denen: "ona ne? “Zorda kalan dostuna kefil olup, daha sonra kendisi ödemek zorunda kalan insanasöylenen: "sana ne?" sözleri, insanların başkalarına ya da kendi kendilerine söylediklerisözler bunlar.

İnsanların iyilik yapmak adına zarar gördüğü, üstüne üstlük de suçlandığı bir toplum yoztoplumdur. Asıl suçluyu bırakıp başkasını suçlama kültürü "merhametten maraz doğar"sözüyle gelenekselliği tescilli, zamanımızda ise ayyuka çıkmış bir kültür. Asıl suçluyubırakıp başkasını suçlama kültürünün yerleşik hâl aldığı toplumda, öncelikle, kendisi herdurumda masum, suçsuz, günahsız kişiler vardır. Daima karşısındakiler ve başkalarıyanlış yapar, hatta karı-koca, eş-sevgili, arkadaş-dost-akraba külliyen hazır ve nazırsanıklardır. Her durumda gadre uğrayan, yaptığı yanlışları yapmasına sebep olan daonlardır.

Alkolikse aslında buna sebep olan başkalarıdır. Har vurup harman savuran, kıran, döken,her türlü yanlışı yapan için de durum aynıdır. Hırsızı haydutu vurguncusu kader kurbanıolan, birer kurbandır bu toplumda. Hiç kimseyi bulamazsa suçlayacak "kader" ya da"kahpe felek" suçludur. Savunduğu düşünce ya da siyasal partinin pisliklerini bile,söyleyecek söz kalmamışsa, kendisine karşı çıkanları da şunu yaptı, bunu yaptı" diyeörtmeye çalışan anlayış, kişi olarak yaptığı her yanlışın önüne konulduğu durumlarda,tartıştığı eşi dostu her kimse ona "sen şunu yapmadın mı, şunu bunu da sen yapmıştın"biçiminde, doğrudan doğruya kendi üzerindeki sözü bir yana atıp, karşıdakine saldırarak,karşıdaki insanı savunma pozisyonuna sokar. Kendi yanlışını tartışmanız imkânsızdır. Öfkekültürünün egemenliğinde, başkalarına kızmak bağırmak için bahaneler arayan bireyler,en kolay bağırabileceği insanları seçerek, tüm yaşamının, kırılmışlıklarının öfkelerini

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 45: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

onlardan çıkartır. Amirine susup, eşiyle her gün olay çıkartan insan, çocuğunu dövenbaba, kendisini seven insanlara saldıranlar buna örnek.

Kendisine karşı çıkmayacak olanları seçerler. Toplumsal yapı doğrudan destekler budurumu, masum olanı “sen neden karıştın”, “sana ne”, “senin ne işin vardı” biçimindesuçlama kültürü, asıl suçluyu bir kenara bırakmaktadır. Bunların sonucunda ortaya çıkanise, sağlıklı olmayan hastalıklı insan ilişkileri… Hastalıklı dostluklar arkadaşlıklar. Banadeğmeyen bin yaşasın mantığı. Gelişmişlik hasta toplumu çözümleyerek kurulan ilişki veiletişim biçimleridir. Kurulamadığı için sistemin her tür aracı kullanarak yalnızlaştırdığı,bencilleştirdiği bireyi tümüyle yalnız ve benmerkezci hale getirmiştir. Bu yapılanmaiçinde ortaya çıkan diğer model, “buna ben sebep oldum”cu,”bütün kabahat benim”ci,her olayda kendini fail sanmaya başlayan insandır.

Kurban’a kurbanlığını kabul ettirir toplumsal yapı. En saçma suçlamalara defalarcamaruz kala kala, çıkış bulamayıp çareyi “evet” demekte bulmuştur. Bu, başınagelebilecek her şeye razı olmaktır. Bu toplumsal yapılanma sonucu ise; mutsuz aşklar,yaralı insanlar, kanayan yaralar, nefret ve çatışma üzerinde dökülen evlilikler, düşmankardeş dostluklar, güvensiz ilişkiler. Giderek yalanlar entrikalar, oyunlar, hokkabazlıklartoplumu birey birey işgal etmiş durumdadır. Bu nedenle aşk aşka benzemez, insanlaryalnız ve güvensizdir. Her tür ilişki yeni bir felaket olarak yerle bir ederek biter. Bunedenle, bencilleşmiş bireyler, pazarlama, her şeyi satıp alma mantığıyla beyinleriformatlanmış toplumda ilişkiler duygulardan çok, güdüler ve hesaplar üzerine kurulur.Vahşi sömürü sisteminin insana yaptığı en büyük kötülük budur belki de; insanlığınısoğurup, insanlıktan çıkartmak…

ADNAN DURMAZ

Sayfa 45

Page 46: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

kırık aynalar gibi resimlersolar çiçekler gibi renklerine kadar derinde saklarsan saklabir gün çıkarıp tekrar baktığındaüzülürsünsolan rengine mi, çatlamış fona mı acep?ama en derininde beyin hücreleriminyüreğimin tahtında yaşıyorsun hepve hep genceciksinhep delikanlısın inan

oy sevgiline kadar çok yaram varhepsi de kurşun yarası gibisenin yaran bende kanıyorkanıyor, kapanmıyorsen beyin hücrelerimde ilerlerken derinlerezaman treni hızlanıyorben son durağa yaklaşırkenher gün biraz daha yaşlıyımsen hala gencecik sin inanresimlere bakarken bir ananladık ki yaşlanıyoruzve sen hep delikanlısınçocukların sevgilisiöylece yerleştin çocuk ruhlarımızaçocukları seven yüreğinleyerleşmişsin yüreklerimize...

KIRIK RESİMLER

HIDIR KARAKUŞ

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 47: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

KALAN

sen eski kavgaların uzantısısıneski unutkanlıklarıngencecik ve tazeunuttuklarının seni yönetmesine izin verme

kalan zamanın kısalığıtek yoksulluğumuzdurfukara sofrasında zeytin tanesi gibiher birimi fazla değerli

şiirler daha hızlı yol alır sevgilerden

ÖZER GENÇ

ŞİİR ONURUMUZDUR...

Çok ses çıkarırsın yaşamak istediğindenEvrenle aranda erimeyen buzlar olsa daYüzün aydınlık gölgelenmezKuşlar terk etmez telaşlarınıOnurun kavgasını kuşanınca..

BURCU TÜRKER

Sayfa 47

Page 48: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

POETİK İMGE NEDİR(Şiir’de “İmge” Nedir, Nasıl Kurulur)

Serkan ENGİN

Felsefi anlamda imgenin tanımı,“Nesnel gerçekliğin insan zihnindekiyansımaları” şeklindedir ("FelsefeSözlüğü" Orhan Hançerlioğlu). Yani“gece imgesi” denilebilir felsefianlamda, ama Şiir’de “gece” sözcüğütek başına imge olmaz, çünkü Şiir’debahsedilen imge, bir başka deyişle“poetik imge” farklı bir anlamiçermektedir. Çünkü “gece” dediğimizzaman herkeste benzer çağrışımlaroluşur, ama gece+ x sözcükleri ileyani "ilk kez kullanılan” ve en az ikisözcükten oluşan kombinasyon ile“poetik imge” oluşturulur. Şiir'deki“imge”den kastımız da budur.

Sıradan bir “doğal sözcüğü”, yanigünlük hayatta aynı dili konuşan

herkesin ortaklaşa kullandığı bir sözcüğü ele alalım, örneğin “ağaç”. Anlambilimin(semantik) alt kolu dilbilimsel açıdan ifade edersek, somut bir sözcük olan “ağaç” sözcüğübir göstergedir. İnsanlar kavramlarla düşünür ve düşündüklerini ifade etmek içingöstergeleri kullanırlar. Bu göstergelerin realite içinde imledikleri nesnelere, durumlara,olgulara, kavramlara ve eylemlere gönderge denir. Dilin temel işlevi olan “bildirişimin”oluşabilmesi için bir göstergenin diğer insanlar için de aynı göndergeyi imlemesi gerekir. Budemektir ki bir sözcüğü yazılı ve/veya işitsel olarak alımlayan tüm bireylerin zihninde oluşanizlenim, görüntü (imaj/ image) göstergenin genel özelliklerinin toplamıdır. Yani, somut birsözcüğü örnek olarak ele alırsak, “ağaç” dediğimizde (veya “ağaç” diye yazdığımızda) işiten(veya okuyan) kimsenin zihninde bir zeplin ya da asansör görüntüsü oluşmaz. Keza, aynışekilde, “ağaç” dediğimizde kimsenin zihninde, örneğin cimrilik veya bela gibi soyutkavramların izdüşümü de oluşmaz.“Ağaç” sözcüğünü alımlayan her bireyin zihninde farklıağaç türlerinin görüntüleri oluşsa da sonuçta ağaçların ortak özellikleri algılanır. Soyut birsözcük olan “gece” sözcüğünü ele aldığımızda ise, gene benzer bir sonuç ortaya çıkar.“Gece” dediğimizde veya “gece” diye yazdığımızda, işiten veya okuyan her bireyde, ortakizdüşümlerin toplamı oluşur. Yani “gece” denilince alımlayan bireylerde ölüm, sessizlik,eğlence hayatı, sokak lambası, uyku, bar taburesi, yalnızlık, karyola, hırsız, seks, vs. gibiçeşitli soyut kavramlara ve somut nesnelere dair ortak izdüşümler oluşur, ama hiç kimse “gece”sözcüğünü duyunca ya da okuyunca zihninde “rüşvet” gibi soyut bir kavram veya “ok” gibi somut bir

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 49: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

nesneye dair izdüşüm oluşmaz.

Burada bahsedilen imaj/image/ imge, bizim ele aldığımız poetik imge değildir, çünkü diliçinde ortak kullanıma dâhil olan göstergelerin (sözcüklerin) imlediği göndergeler, her bireyiçin “aynı” ortak görüntüler (imajlar) toplamını oluşturur. Poetik imge ise aralarında analojikilinti kurulan anlamca birbirine uzak iki sözcüğün (göstergenin) yazılı ve/veya işitsel olarakalımlandığında, her bir alımlayıcı bireyin zihninde farklı şekilde, “kendi öznel algılarınakoşut” izdüşümdeki bir göndergeyi veya göndergeleri oluşturur. Bu gönderge, poetikimgenin eylem öznesi olan şairin kendi zihninde, kavramsal (conceptional) ve düşlemsel(imaginational) açıdan oluşan “yaratı”nın içkin olarak taşıdığı hedef ile birebir örtüşmez, herbireyde aynı ve sabit izdüşüm oluşturmaz. Bu “yaratı” diye tanımladığımız zihinsel ürününoluşum mekanizması, şair öznenin etken ve/veya edilgen konumu gibi pek çok konu, ayrıbir makalede işlenmesi gereken çok katmanlı bir sorunsaldır (problematik). Keza, dahaönceki cümlede “kendi öznel algılarına koşut” diye ifade ettiğimiz durum, alımlayıcıbireylerin her birinin kendi özgün algılama düzlemlerinin oluşum ve ayrışım süreçlerinden,bu süreçlere yol açan bireysel ve toplumsal nedenlerden yola çıkılarak şair-şiir-okursacayağına dair derin bir çözümlemenin yapılacağı apayrı bir makaleye kapı aralar.

Evet, döndük başa. Elimizde ne var, “gece” sözcüğü. Nedir? Bir soyut isim.Bir diğer sözcüğümüz nedir? “Gömlek” sözcüğü. Bir somut isim.

Bu iki sözcük arasında örnekseme (analoji) yoluyla ilinti kurup bir “poetik imge”oluşturacağız. Sadece bu örnekteki gibi soyut-somut sözcük kombinasyonuyla değil, somut-somut, somut-soyut, soyut-soyut, soyut-somut kombinasyonlarıyla da iki (en az iki) sözcükarasında örnekseme yapılarak “poetik imge” kurulabilir.

İlk örneğimizde isim + isim kombinasyonu üzerinden bir poetik imge kuracağız. Ayrıca isim+ fiil veya fiil + isim kombinasyonu ile de poetik imge kurabiliriz. Bunu da ikinciörneğimizde ele alacağız.

Şematik olarak ifade edersek,

gece......doğal sözcük

gece + x= gecenin gömleği……………..birbirinden anlamca uzak iki sözcük arasındaörnekseme (analoji) yoluyla kurulan poetik imge

yz + gece +x = Aşk’a yırtıldı gecenin gömleği……………zincirleme poetik imgeler ileoluşturulmuş bütün dize.

Dizeyi, zincirleme etkiyi oluşturan alt birimlere ayırırsak:1- gecenin gömleği2- yırtıldı gecenin gömleği3- Aşk’a yırtıldı gecenin gömleği

Sayfa 49

Page 50: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

gece + x = “gecenin gömleği” = poetik imge (Doğal dilin yapıtaşlarından iki sözcükarasında örnekseme yoluyla, konvansiyonel mantığın ötesinde, kendi içsel mantıkparadigması şair öznenin bilinç ve bilinçaltının bileşkesine dayalı olan ve şiir/ sanattarihinde ilk kez kullanılan özgün ilinti, poetik imgeyi ortaya çıkarır. Doğal dil içinde“gecenin gömleği” diye bir ifade yoktur. Gece, gömlek giymez elbette, soyut bir kavramasomut bir özellik atfettik burada, ama ilk kez yapılan, sadece bize ait, özgün bir atıf ve buatıfla oluşan poetik imge, sözlü veya yazılı olarak kendisini alımlayan her bir bireyde farklıve yepyeni izdüşümlere yol açacaktır. Her bir alımlayıcı öznedeki nihai izdüşümler, poetikimgenin şair öznenin zihnindeki yaratılma sürecinde ve daha önemlisi şair öznenin poetikimgeye birikme sürecinde, şairin zihninin içkin olarak hedeflediği izdüşüme yakın veyauzak olacaktır. )

z + gece +x =“yırtıldı gecenin gömleği” = zincirleme poetik imge (Poetik imge,konvansiyonel mantığın sınırlarını aşan yeni bir söyleyiş ortaya koymuştu, “geceningömleği”, buna bir fiil sözcüğü olan “yırtılmak” sözcüğünü ekledik, ortaya “zincirlemepoetik” imge çıktı. Doğal dil içinde elbette “gecenin gömleği” diye bir ifade yoktur, hele kibunun “yırtılması” diye bir ifade hiç yoktur. Somut bir nesneye, yani “gömleğe” dairfiziksel bir durumu, “yırtılmak” edilgen fiilini, soyut bir kavrama dair sözcüğe, yani“gece”ye atfettiğimizde, zincirleme poetik imgeyi kurmuş olduk.

yz + gece +x = “Aşk’a yırtıldı gecenin gömleği”…zincirleme poetik imgeler ileoluşturulmuş bütün dize (Bir önceki poetik imge zincirine, bu sefer de “Aşk’a yırtılmak”ifadesini katarak yeni bir poetik imge daha elde ediyoruz. Doğal dil içinde, “aşkayırtılmak” diye bir tabir yoktur elbette, konvansiyonel mantığa dâhil değildir, bizimkurduğumuz kendimize özgü üst dil (metalanguage) içinde realize olmuş ve poetik imgeyioluşturmuştur.

Nihai Sonuç: “Aşk’a yırtıldı gecenin gömleği”. Soldan sağa, sağdan sola toplasan toputopu 4 kelime, ama ne çok katman var içinde, zincirleme kaç iç içe imge.

Bir başka örnek üzerinden devam edelim. Bu seferki isim + fiil kombinasyonu olsun:

İsim sözcüğümüz: sokakFiil sözcüğümüz: ağlamak

ağlamak…..doğal sözcük

x + ağlamak = sokağa ağladım….poetik imge (Bu sefer, önceki örnekten farklı olarak,bir somut isim ile bir fiil arasında örnekseme yoluyla ilinti kurduk. Doğal dil içinde “sokağaağlamak” diye bir tabir yoktur. Doğal dilin sıradan yapıtaşlarını, yani herkes için aynıizdüşüme sahip olan iki sözcüğü alıp doğal dilin dışında ve üstünde, konvansiyonelmantığın dışında ve ötesinde bir kombinasyonla bize özgü yeni bir dilin yapıtaşlarınadönüştürdük.)

x+ ağlamak + z= sokağa ağladım heveslerimi……….zincirleme poetik imge

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 51: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

x+ ağlamak + y + z= sokağa ağladım mor heveslerimi……….zincirleme poetik imgelerbütünü dize.

Tam da burada “Kral çıplakkk!” diye samimiyet ve cesaretle haykıran çocuk gibi şu sorusorulabilir: “E, iyi madem, biz de birbirleriyle alakasız ne kadar sözcük varsa, yan yanakoyalım, biraz üstünde kafamıza göre düzenlemeler yapalım, ne de olsa mantık ve gramerkurallarıyla da sınırlı değiliz, uydur babam uydur, Şiir bu mudur yani?”.

Onu da yapanlar var günümüzde şiir niyetine, “postmodern” şairler. Bu noktada, dahaönceden yazdığım makalelerimden birinden alıntı yapacağım:

“Post-modernist şiir, şiirde anlam’ı ve anlak'ı hiçleyerek, şiiri sadece sözcük ve harfoyunlarına indirgeyen ve şair öznenin bilinçaltını dışavurumundan öteye geçmeyen şiirtürüdür. Eklektik olarak sürrealizm, dadaizm, letrizm gibi akımların etkilerini içindebarındıran post-modernist şiir, öteki'lerle empati kurmayı ve bunu yansıtmayıönemsemeyen ve dolayısıyla da okur tarafından özdeşlik kurul(a)mayan, hayatın şairöznenin bilincinden dönüştürülerek yansıtılmadığı, ancak şairin içsel bunalımlarınınşımarıkça dışavurumundan öteye geçmeyen bencil ve şımarık bir metinsel oyundur. Buşiirlerdeki insan, sadece bir plastik malzemedir. Yaşayan, umutları, kaygıları, dertleri,sevinçleri olan insan yoktur bu şiirlerde. Sadece şair öznenin kendisi ağırlık merkezidir,sadece kendi yarasını yansıtmak kaygısındadır, sadece kendisi anlamlı ve önemlidir çünkükendisi için. Temel çelişki ise, bunca bencilliğin içinde şiirlerini “okunmak” üzereyayımlamalarıdır. Okuru umursamayan bir şiir anlayışında yazanların, “okunmak” talebiyle,yazdıklarını matbu ya da sanal ortamda paylaşması, dergilerde ya da kitap halindeyayımlaması ise, kendileriyle çelişkiye düşmelerine neden olan gülünç bir durumdur.

Son yıllarda kimi dergilerin ağırlık merkezini oluşturduğu “görsel şiir” anlayışı da, geneinsanı merkez almayan, okur tarafından özdeşlik kurulmasını önemsemeyen, şiirden anlam’ıve anlak’ı dışlayan yapısıyla, post-modernist şiir algısına dahildir. Ne var ki, harfkombinasyonlarının ve şekillerin, sadece bilgisayar aracılığıyla üretilmesi üzerine kurulu,aslen tipografik bir oyun olan bu şiir(!) anlayışı, temelde, şair özne tarafından üretilmişyazılı metnin okur tarafından metin üzerinden okunması paradigması üzerine kurulu şair-şiir-okur ilişkisinin dışında olduğu, şiirden çok görsel sanatların ilgi alanındadeğerlendirilmesi gerektiği, nesnel gerçekliğin hayattan yansıtılması ile okur tarafındanempati ve özdeşlik kurulabilecek yazınsal ürünler olmaktan çok uzak oldukları, ancak geçicibir moda olmaktan öte varlıklarını sürdüremeyecekleri çok aşikar olduğundan dolayı,kanımca üzerinde çok fazla durulması gereken bir yapılanma olmamaktadır.”

Post Modernist Şiirler(!) Sirki/ Serkan Engin/BirGün Kitap Eki Sayı 100, 2011/ AfrodisyasSanat Sayı 27-28, 2011/ İnsancıl Dergisi Sayı 263-264, 2012

Zurnanın zırt dediği nokta, “denge” meselesidir. Ne düzyazı mantığıyla yazılmış cümlelerikırıp kırıp alt alta yazarak, az biraz uyak, redif düşürerek yazdığınız metin şiir olur ne debilinçaltı kusmuklarınızı kağıda döküp zırvalayarak şiire ulaşabilirsiniz.

Sayfa 51

Page 52: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

İmgeleriniz, kolektif bilinçaltına, onun çekirdek yapıları arketiplere erişebilmeli ve izlekolarak, sizin biricik kişisel yaşantınızın ötesinde başka başka birey ve topluluklarınortaklaşa yaşadıkları realiteleri imleyen yapıda olmalıdır. Ancak o zaman, yani kendibireysel varoluşunuzda sıkışıp kalmayıp ötekiler’in de şiir düzleminde dili olabiliyorsanız,yaşayan ve devinen “sahici” şiirler yazabilirsiniz.

SERKAN ENGİNOcak 2014

TALİH

Ne kadar bedbahtımNe kadarSoyağacımda*** Ermeni yok*** Rum yok*** Kürt yok*** Laz yok*** Çerkez yok*** Arap yok*** Çingene yok*** Pomak yok*** Gürcü yok*** Boşnak yokAma ben bunların hepsiyimSadece Türk değilim

Ne kadar bedbahtımNe kadarSoyağacımda*** Hrıstiyan yok*** Budist yok*** Mecusi yok*** Musevi yok*** Putperest yok*** Süryani yok*** Ezidi yokAma ben bunların hepsiyimSadece Müslüman değilim

EMİN KEŞMER

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 53: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

VAROŞ EZBERİDİR RIZIKsokağın dilinde ki şiirönce gelir sofrayaçömelmiş yorgunlukacının resmini şavkır aynaya

istediği kadar haykırsın nedim- i şeydasoluk sayfalarında gönlünbahşişinden haberi yok terinsözlüksüz neyi çözer ki gözlerinsen şimdi yürüyorsun sokak sokakalaycı tebessümlerleyazgının arkasında hala binlerce korkak

habersiz ölüm yasalarındanekseni kadar dünyasısor bakalım ne bekliyor yarındanher şeyin doğrusunu bilenlerokşuyor kendi yalanınıölümü emretmek istiyorsa canıkolayı varunutulmadı pusulardayazılan destanlar

varoş ezberidir rızıktek sütun üzerinde kondubildiği tek şeyallah'a mahsus yalnızlıktut ucundan büyüsün varlığınadın güç olsunbozduğun zorbütün bir dünyabirlikten kuvvet doğduğunu anlıyoroyunu bozan sensin örgütsüz güruhyaralar o yüzden kanıyor BEKİR KOÇAK

Sayfa 53

Page 54: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

DİLSEL ÇEŞİTLİLİK MÜCADELESİKÜRESEL KAPİTALİZME KARŞI MÜCADELEYE İÇKİNDİR[1]

Sibel ÖZBUDUN

“İnsan, dilininaltında gizlidir.”[2]

“Ziman derîyê dil e.”[3]

“Kürtçe medeniyet dili değildir,”diye buyurdu bir devlet büyüğü,geçtiğimiz günlerde. Mefhum-umuhalifinden okunduğunda,“Türkçe medeniyet dilidir,” diyen birböbürlenme tonunu kaçırmak,olanaksız.“Hayır, esas Kürtçe medeniyetdilidir,” diye itiraz etmek mümkünbu dayılanmaya. Onun ardından daKürtçe’nin zenginliği, tarihselliği,Kürt edebiyatının gelişkinliği vb.konusunda argümanlar önesürmek…

Ama ben başka bir yoldan gitmeyiönereceğim:

Ne demektir “medeniyet dili” olmak? Arınçgiller yakın zaman önce “evlad-ı Fatihân”olmakla böbürlenirlerdi. “Ceddimiz dedemiz, neslimiz babamız” cümle cihanı karşılarındadiz çöktürmüşler, Hilali bir hançer gibi ehl-i salibin bağrına saplamışlar, Viyana kapılarınadek dayanıp…Daha “rafine” sağcılar, artık işi bu kadar vulgarize etmiyorlar. Nihayetinde dün bağrınahilali sapladığımız Hıristiyan Avrupalılarla daha içli dışlılar - siyaseten ve ticareten…Peki daha “şık” gibi duran “medeniyet dili” kostaklanması, alttan alta “evlad-ı fatihân”olma böbürlenmesinden çok mu farklı? Öyle ya, bir dilin “medeniyet dili” hâline gelmesi,ancak ve ancak ulus-devlet sınırlarını aşan bir politik çeper dahilinde konuşuluyorolmasıyla mümkündür. Bu ise klasik ya da “modern” biçimleriyle emperyal bir girişim ileŞu hâlde, “medeniyet dili”ne sahip olmakla övünmek, atalarının emperyal/istserüvenleriyle iftihar etmekle bitişik bir edim. Yani fethedilen yüzbinlerin katledilmesi,

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 55: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

yerlerinden-yurtlarından sürülmesi, haraca bağlanması, yabancı bir boyunduruğazorlanması, kadınlarına, çocuklarına el konulması, doğalarının tahrip edilmesi,kaynaklarının metropollere akıtılması, yerli halkın demir yumrukla disipline edilmesi, yani“medeniyet”i mümkün kılan bir dizi edimle iftihar etmek…Hayır bu, bizim işimiz olamaz. Biz bugün birlikte “madunların dilleri”nden söz edeceğiz.Yenik düşmüşlerin, ezilmişlerin, fethedilmişlerin aşağılanan, yok sayılan, unutulmayamahkûm kılınan dillerden… Ya da “medeniyet dilleri” olma savındaki ulusal dillerinsömürgeleştirdiği ve sürekli olarak saçaklara iterek marjinalleştirdiği “yerel diller”den.

* * *“Burası Tevfik Esenç’in mezarıdır. O Ubıhça’yı konuşan son kişiydi.”Yeryüzünde Ubıhça olarak anımsanan dilin son konuşmacısı Tevfik Esenç’in 1984’teyazdırdığı bu cümle, 1992’den bu yana, hem 88 yaşında yaşamını yitiren Esenç’in, hemde Ubıhça’nın Manyas’ın Hacıosman köyü mezarlığındaki kabrinin başucundaki mezartaşının üzerinde duruyor.1900’lerin son onyılları, yalnızca Ubıhça’nın yok oluşuna sahne olmadı. RoscindaNolasquez, 1987’de 94 yaşında California’da öldüğünde, Kupenyo dili de onunla birlikteyok olmuştu. Vapo dili de 1990’da Laura Somersal ile birlikte gömüldü.Ubıhça, Kupenyo ve Vapo’dan önce de, Avustralya’nın Kuzey Queensland’ında Mbabramdili, annesini yitirdikten sonra bu dili konuşabileceği kimseyi bulamayan Arthur Bennett ilebirlikte 1972’de tarihe karışmış, 1974’te Man Adalı Ned Maddrell ölürken yanında eskiMan dilini de götürmüştü…[4]Meksika’da Chiapas eyaletinde sadece yetmişbeş yaşlının konuştuğu Mocho dili ise,ölümünü beklerken, birkaç bin kilometre kuzeydeki Ohio’da, dil enstitülerinde şimdiden“mumyalanıyor.”[5]Bilinen dünya dillerinin yaklaşık yarısı, son 500 yıl içerisinde yitip gitti. Bugüne kadargelebilmiş olan yaklaşık 6700 dilin beşbininin ise, bir iki kuşak içerisinde yitip gideceğihesaplanıyor. 1950-1970 yılları arasında “her yıl yaklaşık elli dil öldü; 1950’de hâlâkonuşulan dillerin yarısı da sadece doktora tezlerine konu olmak üzere hayatta kaldı.”[6]Bu “tükenme” süreci, bugün de bütün hızıyla sürmekte: yeryüzü, iki haftada birdillerinden birini yitiriyor.Günümüzde dünya nüfusunun yüzde 96’sı yeryüzünde hâlen konuşulan 6 700 dilin yüzde4’üyle iletişim kuruyor. Bir başka deyişle, dünyanın dilsel zenginliğini muhafaza edenler,dünya nüfusunun sadece yüzde dördü.[7] Bunların çoğu ise, yeryüzününmarjinalleştirilmiş bölgelerine sıkışıp kalmış durumda,[8] dev “modernleşme” dalgalarıkarşısında tutunmaya çalışan küçücük halk adacıklarından oluşuyor. Genç kuşakları ulusaleğitim sistemleri ya da ABD patentli tüketimcilik ideolojisi tarafından massedilip,“medeniyetin dilleri”ne doğru firar ederken, onlar bu insanlık hazinesini umutsuz bir inatlamuhafaza ediyorlar.Dil ölümleri yalnızca dünyanın ücra köşelerinde, büyük bir hızla “ulus-devlet”lerine ya da“dünya sistemi”ne entegre edilirken kültürel dağarcıkları ve pratikleriyle birlikte dillerini deunutan “medenîleşmiş” yerli toplumları arasında olagelmiyor. Refah ve eğitim standartlarıdünya ortalamasını katlayan Kuzey Amerika ve Avrupa, tam bir “dil mezarlığı” görüntüsüarz etmekte. Bu coğrafyalarda yaşamış dillerin yalnızca yüzde biri kullanılıyor! Okur-yazarlık yaygınlaştıkça, eğitim düzeyi yükseldikçe, çarpıcı bir biçimde, yerel dillerin kırımıda hızlanıyor[9] …

Sayfa 55

Page 56: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

Manx ve Cornish, Britanya’da yitip gitmiş ve diriltilmeye çalışılan dillerden ikisi. Welsh,Brythonic, İrlanda Gaelic’i ve İskoç Gaelic’i ise şu an sun’i teneffüste.[10]Bourguignon-Morvandiau, Lorrain, Picard, Poitevin, Saintongeais, Angevin, Mayennaisgibi Oïl dilleri, Vivaroalpenc, Auvegnat, Landese, Limousin gibi Occitan dilleri, Forèzien,Bressan, Dauphinois, Savoyard gibi Franco-Provençal diller ise Fransa’nın can çekişen yada çoktan tarihe karışmış dilleri.Gelelim bu topraklara, yani Anadolu’ya… Bir SIL (Summer Institute for Language) projesiolan Etnolog: Dünya Dilleri dizisinde Paul M. Lewis’in derlediği Türkiye verileri, Anadolu’dahâlen hayatta olan dillerin dökümünü şöyle vermekte:Avrupa: Arnavutça (15 000 kişi), Ermenice (40 000 kişi), Gagavuzca (327 000), Bulgarca(300 000), Domari (Ortadoğu Romani 28 500), Rumca (4000), Ladino (8000), Pontusça(4540), Balkan Romani (25 000), Sırpça (20 000), Tatarca, Ubıhça (yok oldu).[11]Asya: Abaza (10 000), Abhaz (4000), Adige (278 000), Arapça (400 000), Güney Azerî(530 000), Kırım Tatarcası (2000), Dimili ya da (Güney) Zazaki (1 milyon), Gürcüce (40000), Hertevin (1000), Kabartay (1 milyon), Kazak (600), Kırmancki (Dersimce, GüneyZazaki) (140 000), Kumuk (birkaç köy), Kürtçe (kuzey; Kurmanc), Kırgızca (1140), Lazca(30 000), Osetin, Asurice (tükendi), Türkçe, Türkmence (920), Turoyo (Süryanice, 3000),Uygurca (500), Güney Özbek (1980), Zazaca.[12]Göçmen diller: Asurî neo-Aramîce, Çeçence (8000), Dargwa, Lak (300), Lezgi (1 200),Mezopotamya Arapçası (100 000), Kuzey Levanten Arapça (500 000), Kuzey Özbekçe,Batı Farsî.[13]Bu dillerin büyük bölümünün Bülent Arınç’ın “medeniyet dili” Türkçe’nin karşısında yitipgitmeye mahkûm olduğunu belirtmeye gerek var mı?

* * *Oysa dilbilimciler, antropologlar ve yeryüzünün kültürel çeşitliliğiyle ilgili herkes bilir ki herdil bir kültürel evreni gizler bağrında. Derinlerinde ortak bir “evrensel gramer”i paylaşıyorolabilirler, Chomsky’nin belirttiği gibi. Ama her biri, kendilerini üreten ve yaşatanhalkın/halkların deneyim dağarcığını, dünyaya bakışını, sınıflandırma sistemlerini,çevrelerindeki süregenliği nasıl ayrıştırıp ve adlandırdıklarını, ama aynı zamandamasallarını, mitoslarını, tarihlerini, türkülerini barındırır. Diller olmaksızın, yeryüzüçeşitliliğinin ayırtına varmamız olanaksızdır. Örneğin ancak Türkik diller bize atın“donları”nın çeşitliliği konusunda bir nosyon verebilecektir. Bu bab’da Salim Küçük,Gülden Sağol’un çalışmasında saptadığı 44 at donunu sıralar: ak, akçaIagca, al, ala,alaça, az, ak az, beyaz/ala beyaz, boz, ak boz, temir boz, çal, çapar, çil, çilgü, egir/eygir,kara, kır, demir kır, kızgıl, kızıl, sızılsagı, kongur, kök, kökiş, kuba, kula, kızıl kula, kurukula, kül levünlü/kara kül levünlü, or, sarıg, sıçan tüli, sis, taz, tıg, torug, hurmayı torı,yagız, az yagız, kara yagız, yaşıl, yegren…[14]Buna karşın, örneğin denizle içli dışlı yaşayan Tahitililer yüzlerce balık tür ve çeşidini birsolukta sayabilir, dahası, insanları balık davranışları doğrultusunda sınıflandırabilirler…Kuzey Kutup bölgelerinde yaşayan Samiler (Laponlar) ise 0-6 ay, 6 ay-1 yaş, 1-1.5 yaş,1.5-2 yaş, 2.-2.5 yaş. vb. erkek ve dişi rengeyiklerini ayrı adlarla adlandırmaktadır.Samiler rengeyiklerini ayrıca “donları”na, boynuzlarının biçimine, ayaklarına, huylarınagöre de sınıflandırırlar. Samiler yanı sıra, bizim kar deyip geçtiğimiz için de zengin birterminolojinin sahibidirler: čahki, örneğin, “sert kartopu”nu, geardni “ince kar tabakası”nı;

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 57: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

gaska-geardi, “kar tabakası”nı; gaska-skárta “sert kar tabakası”nı; goahpálat “karınyoğun yağıp şeylere yapıştığı kar fırtınası”nı; guoldu “rüzgârın şiddetli olmadığı amayoğun kırağı yağdığında yerden yukarı doğru havalanan kar”ı vb. vb. tanımlar.[15]Ya da Mikronezya dillerinden Kiribati’de sayılar 66 farklı tarzda sınıflandırılabilmektedir.Veya Hopi dilinde zaman, Batı dillerinden çok farklı biçimde kavramsallaştırılmaktadır:tezahür eden ve tezahür olan. İlki duyumlar aracılığıyla deneyimlenen fiziksel evreni,geçmişi ve şimdiki zamanı içerirken, ikincisi ise akılda varolanı (biaztihi Kozmosu, aklı ve‘gelecek zaman’ olarak tanımlanabilecek kipi) içerir.Bu örnekleri sonsuz ölçüde çeşitlendirebiliriz. Ve örnekler çoğaldıkça dillerin yitipgitmesinin nasıl bir kültürel kıyım (ethnocide) olduğu daha iyi çıkar ortaya.

* * *Peki neden ölüyor diller? Öncelikle, yerel dilleri konuşan halklar bünyelerinde yer aldıklarısömürge imparatorlukları ya da ulus-devletlerin asimilasyon girişimlerine hedef olduklarıiçin. “Medeniyet dairesi”ne dahil olmak için durağan, geri kalmış batıl adetlerini ve detabii dillerini terk etmeleri gerektiği anlatılıyor onlara. Geçmişte sömürgeimparatorluklarının yaptığı gibi ulus devletler de kimi zaman bu asimilatif politikaları zorlauyguluyorlar: sürgünler, demografik mühendislik uygulamaları, kamusal alanda tek dildayatmaları, yalnızca resmî dilin konuşulduğu eğitim sistemleri, yerel dillerde yayıncılığınengellenmesi, çocukların zorla ailelerinden kopartılarak devlet kurumlarına teslimedilmesi…Ancak “modernite” (ya da dilerseniz daha kapsamlı bir kavrama başvurup, “medeniyet”diyelim) salt baskı araçlarıyla dayatmıyor kendini. Aynı zamanda kendi üstünlüğü, hattabiricikliği, alternatifsizliğine ilişkin hegemonik ideolojileri de üretip yaygınlaştırabileceğiaraçlara sahip. Böylelikle “mağlupların”/mağdurların zihinlerini ele geçirebiliyor. Madununegemene tek yanlı hayranlığı, onunla özdeşleşebilme arzusu, kendisine ait her şeyi geri,köhne, işlevsiz, geçersiz saymasına yol açıyor. Refahı, zenginliği, ilerlemeyi, teknolojiyi,gücü temsil eden egemen, madunun gözünde değer kazanırken, aynı zamanda kendineait herşey değersizleşiyor: dili dahil.Kapitalist sistemin yeryüzünün her bir bucağına nüfuz ederek tekil bir piyasayaeklemlemesi girişimi olarak tanımlayabileceğimiz neo-liberal siyasaların bu sürecihızlandırdığını vurgulamaya gerek var mı?

* * *Oysa (ana)dil, insanın içine doğduğu, yerleştiği, tekniksiz-teklifsiz bellediği, içselleştirdiği,“doğası”na kattığı/“doğallaştırdığı” bir iklimdir. Bu nedenledir ki bireyin “özgün bir yetisi”gibi ona içkinleşir. [Oysa, Chomsky’nin izinden giderek vurgulayacak olursak dil öğrenmekapasitesi insana içkin bir yeti iken, her bir özgül dil, (büyük ölçüde) kültüreldir vekültürün bireye aktarımını olanaklı kılan en önemli kanaldır.] Ancak dili “doğal” birparçamız saymamıza olanak sağlayan etmenler sayesindedir ki, kültürü(müz)ü de“natura”mızın bir parçası sayarız.Anadilin (egemen dil karşısında) değer yitimine uğraması, bu nedenledir ki, başka hiçbirideolojik etmen olmasa da, kültürün değersizleş(tiril)mesini getirir.Bunun için, diller yitip gittikçe, deneyimlerimiz tektipleşmekte, doğal ve insanî çevremizeilişkin kavrayışımız kısırlaşmakta, tekil bir egemenlik tarzı karşısında alternatifleriyitirmekte, giderek bir tekkültürlülük cenderesine mahkûm kılınmaktadır.

Sayfa 57

Page 58: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

Bu “tekkültürlülük” “başka alternatif yok/there is no alternatif (TINA)” dayatmasıylaKuzey emperyalizminin yoksul ve çeşitli Güney’e dayattığı (neo-liberal) piyasa ekonomisi,yani kapitalizm olduğu ölçüde, kültürel çeşitlilik, dolayısıyla da dillerin yaşaması vekendilerini kendi özgür iradeleri doğrultusunda geliştirme hakları için mücadele, küreselkapitalizme karşı mücadelenin aslî bir veçhesidir.

SİBEL ÖZBUDUN11 Şubat 2012 10:42:48, Ankara.

N O T L A R[1] 19 Şubat 2012 tarihinde İstanbul AKA-DER’in düzenlediği “Anadil ve Halklar” başlıklı panelde yapılan konuşma… Jineps, Mart 2012…[2] Hz. Muhammed.[3] “Dil yüreğin kapısıdır.” (Laz (Megrel) Atasözü.)[4] Daniel Nettle ve Suzanne Romaine (2002), Kaybolan Sesler. Dünya Dillerinin Yokoluş Süreci. Oğlak Bilimsel Kitaplar, ss.16-17.[5] Madhu Suri Prakash, Gustavo Esteva (1998), Escaping Education, Living as Learning withinGrassroot Cultures, Peter Lang, 8.[6] Ivan Illich (1977). Towards a History of Needs.Berkeley: Heyday Books, s.7.[7] Peter K. Austin (2006). Survival of Languages.Twentyfirst Annual Darwin College LectureSeries, Lecture 3. http://www.hrelp.org/aboutus/staff/peter_austin/AustinDarwinLecture.pdf. [8] Örneğin, dünya dillerinden 427’si Nijerya’da, 270’i Kamerun’da, 210’u Zaire’de, 73’ü Fildişi Kıyıları’nde, 43’ü Togo’da, 72’si Gana’da, 51’i Benin’de, 131’i Tanzanya’da, 380’i Hindistan’da, 86’sı Vietnam’da, 92’si Laos’ta, 160’ı Filipinler’de, 137’si Malezya’da, 670’i Endonezya’da, 860’ı Papua Yeni Gine’de, 105’i Vanuatu’da, 66’sı Solomon Adaları’nda, 250’si Avustralya’da, 240’ı Meksika’da, 210’u Meksika’da… bir başka deyişle, “bütün dillerin yüzde 70’inden fazlası, dünyanın en yoksul ülkelerinden kimilerinin de içinde olduğu topu topu 20 ulusal devlette konuşulmaktadır.” Nettle ve Romaine, agy. s.64.[9] Bkz. Wolfgang Sachs, (der.) (2008) Kalkınma Sözlüğü, Özgür Üniversite Kitaplığı, Maki Basın-Yayın, Dağıtım, Ankara.[10] Bu dilleri “kurtarma” çabaları için bkz. Enlli Môn Thomas and Virginia C. Mueller Gathercole, (2005) “Minority Language Survival: Obsolescence or Survival for Welsh in the Face of English Dominance?” Proceedings of the 4th International Symposium on Bilingualism, ed. James Cohen, Kara T. McAlister, Kellie Rolstad, and Jeff MacSwan, MA: Cascadilla Press.[11] “Languages of Turkey (Europe), http://www.ethnologue.org/show_country.asp?name=TRE[12] “Languages of Turkey (Asia)”, http://www.ethnologue.org/show_country.asp?name=TRA[13] “Languages of Turkey (Asia)”, http://www.ethnologue.org/show_country.asp?name=TRA[14] Salim Küçük, “Türk Kültüründe Donlarına Göre Atlara Verilen Adlar Ve Nişanları”, TurkishStudies,c.4/8, Güz 2009, s.1832.[15] Ole Henrik Magga, “Diversity in Saami terminology for reindeer and snow”, http://www.arcticlanguages.com/papers/Magga_Reindeer_and_Snow.pdf

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 59: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

YIKIM VE ÇIĞLIK

Büyüyorum derkenHevesle çıkıyorum dünyanın terasına

Demlenen günbatımıElimdeyse giderek tükenen çayımSıyırıyorum kendimiToplum adlı uçurumdanAmaÇocuk çığlıklarının izleri hâlâ bedenimdeNe yapsam olmuyorUğultu kalıyor kalabalıkAyırt edilemiyor ağlayan, ağlatanGökyüzü kızıllığı kana çalıyorHer nefesteYüreğimde onulmaz bir bulantıZor iniyorum basamaklarıKüreksiz bir sandaldaSuskunluğa sürükleniyorumGördüğüm ilk sesteBırakıyorum kendimi boz renkli kelimelereVaramasam da kıyıyaYankılanan bir çığlığım olsun istiyorumBu büyük yıkımda ARZU KÖK

Sayfa 59

Page 60: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

SAYDAMLIK BİLDİRİSİ

göğsüme bir avuç su boşaltıyorum veburadan başlıyor hazin hikayesi Meryem'in

altın çağ zümrüt nesil yalanlarından geçipgeçip ıslak köpek kokulu tarlabaşınıuzayıp durandurmadan uzayan uzayındurmadan akan tarihinyıldızın aşkın fikrinnetameli yollarından geçipbir avuç suya boşaltıyorumgöğsümün tüm cihazını

böylece başlıyor saka kuşları veintizamsız imanlarıyla protestan gençler

biraz olsun İsevî bir rayihası olmayandonuk soğuk soluk mumları katedrallerinburadan başlıyor

bu banazamana karışma vetuzdan ayrışma ayrıcalığı sağlayanbir çelişkidir

göğsüme bir avuç tuzlu sukoca bir gökyüzü gibi dolarkenevler pazar uykusunda vehenüz geçmemişken secde ağrılarımbir bulutun enkazına sığınan şu gökkalbime olmadık resimlerve gözüme sırsız aynalarla saldırıyor

aynadan suyaışıktan geceyemelekler sıza dursun

sade susade kuşsade gökgerçekkalan herşey sentetik

bu yüzden bir avuç suyugökle bezeli gövdeme kuşlarla boşaltıyorum

cismimi yok kılandırvarlığın var edenivarımı yokyokumu hiç edendirhiçliğin de sahibi

ŞÜKRÜ ÖZMEN

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 61: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

İNSAN OLMAYA (VE KALMAYA) SÖZ VERMEK[*]TEMEL DEMİRER

“Ve asıl günleriniz olacak, günlerinizDuyup da bilmediğiniz, bilip de tatmadığınız.”[1]

“Bütün değer yargılarının nereden estiği belirsiz bir rüzgâr önünde savrulan yapraklargibi darmadağın olduğu bir süreçten geçiyoruz.”[2]Adnan Binyazar’ın, “Vicdan kirlenmesi”yle betimleyip, “vicdansızlığın nerelere vardığı”na;“toplumun hemen her kesimindeki yozlaşması”na dikkat çektiği süreç ile Honoré deBalzac’ın yaşadığı yıllarda Fransa’nın içinde olduğu çürümeyi betimleyen, “İnsan, göregöre kötülüklere alışır, yapılanları boş verir; önce yapılan kötülükleri onaylamaya başlar,sonunda kendisi de (aynını) yapar. Hiç durmadan utanç verici ve sonu gelmeyenuzlaşmalarla lekelenen ruh zamanla pörsür, asil düşüncelerin zembereği paslanır,bayağılığın zıvanaları yıpranır ve kendi kendine dönüp durur,”[3] betimlemesi arasındamüthiş bir paralellik söz konusu…Nâzım Hikmet’in, “ve insanlar, ah benim insanlarım,/ yalanla besliyorlar sizi,” dizelerindesomutlanan “ilişki(sizlik)ler”, “değer(sizlik)ler”le sarsılıp/ savrulan kapitalist çürümeninorta yerinde insan(lık), köleleştirilmiş bir sürüye tahvil edilmek isteniyor…Bu durumda “belleksiz”, tarihsiz bir topluma dönüş(türül)menin en büyük tehlikesi;insan(lık)ın, “gerçek” ile “masal”ın birbirinden ayırt edemeyen kafa karışıklığına,hurafelere tutsak olmasıdır; Oscar Wilde’ın, “Günümüzde insanlar, yalnızca fiyatı biliyorlar,değeri değil,” sözüyle anımsatmak istediği, tam da budur!Verili tabloda “Bilinçleninceye dek başkaldıramayacaklar, başkaldırmazlarsa da hiçbir

Sayfa 61

Page 62: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

zaman bilinçlenemeyecekler,” diyen George Orwell, şu saptamasının da altını çizer:“Önemli olan yaşamak değildir, başarmak hiç değildir. Önemli olan insan kalmayıbilmektir…”“İnsan kalmayı bilmek” de; o ancak, “Hayat yaşadığımız şey değildir; yaşadığımızı hayalettiğimiz şeydir,”[4] deyip; Samuel Beckett’in ‘Godot’yu Beklerken’ oyunundaki “efendi-köle” ikilisinin Lucky’si ile despot “efendi” Pozzo’da simgelenen dikotomiyi aşanözgürleşmeyle mümkündür.Bunun için tarihine tanık olmakla yetinmeyip, aktif taraf olan yani tarihi yorumlamaklayetinmeyip, yaratan somut insan(lar)a muhtacız.Fyodor Dostoyevski çok önceleri dile getirmişti: “Bize insan olmak, yani etiyle kemiğiyleinsan olmak bile yük geliyor; bundan utanıyoruz, ayıp sayıyoruz. ‘Soyut insan’diyebileceğim garip yaratıklar olmaya can atıyoruz.”Bu tip, tarihi sadece yorumlamakla, tanık olmakla yetinen yetersizliktir.Bize bir adım daha ötesi gerek. “Nasıl” mı?Mesela Franz Kafka’nın, “Bir noktadan sonra vazgeçmek olanaksızdır. Erişilmesi gerekennokta da, orasıdır”; Paul Auster’in, “Hayatı gözyaşlarınla ödüllendireceğine, gülüşünlecezalandır,” deyişindeki üzere…Çünkü “İnsanların doğası yoktur, tarihi vardır,” der Ortega Y Gasset.Doğrudur; hepimiz yarattığımız sınıflar mücadelesi tarihinin ürünüyüz.Hem ürünü, hem de yaratanı olduğuz tarihi “kötü yanı” üretirken; olup-biten bir kez daha“11. Tez”e davetiye çıkarıyor.İnci Aral’ın, “Hayat yaşadığımız şey midir?” sorusuna “Hayır” yanıtını vererek, ezilenlerinvicdanına sarılma zamanıdır; Stefan Zweig’ın, “Vicdan anımsadıkça, hiçbir suçunutulmaz,”[5] deyişiyle…Evet, evet “Sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak...” dizelerindeki üzere;insan(lık) kendini yeniden, olması gerektiği üzere inşa edebilir. Hem de WalterBenjamin’in “Kendi yıkımından estetik bir haz duyabilmektedir,” notunu düştüğü veriliyabancılaşmaya rağmen!Bunun için J. J. Rousseau’nun, “Her insan, yaşamını, yine onu korumak için tehlikeyeatma hakkına sahiptir. Yangından kurtulmak için kendini pencereden atan birinin intiharlasuçlandığı görülmüş mü?”;[6] Alexis Carrel’in “İnsan, tekrar yücelmesi için kendini yenibaştan inşa etmek zorundadır. Ve bu yenileşmeyi ızdırap çekmeden yapamaz. Çünkü ohem mermerdir, hem de heykeltıraş. Hakiki biçimini yeniden kazanmak için, büyük çekiçdarbelerini kendi maddesine indirerek kıvılcımlar çıkaracaktır,” sözlerini anımsamakyetecektir…Yeter ki, insan olduğumuzu, insan olmak ve kalmak eyleminin anlam ve bağlamını “es”geçmeyelim…Hatırlayın: F. Nietzsche doğanın “söz verebilen hayvanı”, yani insanı yarattığını söyler.Verdiği sözü tutmak zorunda olan değil, “verdiği sözü tutmak isteyen hayvan” olaninsanı…Söz vermek, kendi ve/ya da öteki için sorumluluk almak demektir. Yaşadığımız hayatıdeğerli kılmak verdiğimiz sözü tutmaktan geçer. Bir topluluğa ait olabilmek ancak böylemümkündür. Söz vermek ve onu tutmaksa, I. Kant’ın dediği gibi tutmak zorundaolunduğu için değil, tutmak istendiği için tutulduğunda daha da anlam kazanır.

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 63: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

Tıpkı Atilla İlhan’ın, “O sözler ki bir ömür boyu/ Dolu bir tabanca gibi yüreğimizdetaşırız,/ O sözler ki bir kez ağzımızdan çıkmıştır/ Uğrunda asılırız,” dizelerinde haykırdığıgibi…

TEMEL DEMİRER21 Eylül 2012 14:36:37, Ankara.

N O T L A R[*] İnsancıl, Yıl:23, No:269, Aralık 2012…[1] Edip Cansever.[2] Armağan Erman, “İnsani İlişkiler”, Cumhuriyet Bilim Teknoloji, No:1326, 17 Ağustos 2012, s.13.[3] Honoré de Balzac, Kibar Fahişelerin İhtişam ve Sefaleti, çev: Aysel Bora, Can Yay., 2012.[4] Pascal Mercier, Lizbon’a Gece Treni, çev: İlknur Özdemir, Kırmızı Kedi Yay., 2012.[5] Stefan Zweig, Sabırsız Yürek, çev: Çiğdem Öztekin, Can Yay., 2011.[6] J. J. Rousseau, Toplum Sözleşmesi, çev: Ali Timuçin, Bulut Yay., 2007, s.71.

Sayfa 63

Page 64: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

EY KORKUNÇ ZAVALLILIKŞairlik! Sen Korkunç Zavallılık! jiletlerin metaline düğümlenmiş vahşetinSapkınlığın çeperine nikahlı kanamasıVaktidir lanetini kılıçlara çalmanın..

Çünkü Kırlangıçlar mühürler hüznün tarikatınamürekkepe zerkolmuş burjuva katliamınMürekkepten çekilen şiir manifestosugövdesizlik yağdırır yokluğundan çığlığınKirpiğinin darağcından mahpusluk katliamlarRahlesine sıkışır mihrabında hüznün

Efkarının dergahında kehribar tarikatlarmezmur üfler mevlithan tesbihataDepresyon esvabından soyunan müntehirlerErguvani vahşetini giyinir sükunetin

Çiçeklerin zehrinden uğultular sağar hepEcel kanaviçesine mühürlenmiş katillikAvazın hançerinde belkemiğini kanatanŞairlerin laneti sıçrar şahdamarlaraBelkemiğine zamklanan şehvet çiçekleriKanatır sancısında kaynayan zemheriyi

Endüstriyel devrim metropolün rahmindenDoğurttur zemheriyi emziren metinleriFabrikasyon istihsalden araklanan döllenişHançerler kamburunu zangoç damarlarının

Katedralde tershaçlarla satanizm çıkaranMüntehir papazlar jiletler esrikliğiYelkovan kuşları düşlerin ilmeğiniSanrıların pençesinde kılıçlarla çözerkenÇıldırır tımarhane şoklarında şairlik!

Mezhepsiz sapkınlığı harcından betonlarınBoşanır metropol kibriyle artıkYazı makinalarından küheylanlar boşanırParagraf tenine korkunç ıssızlıklarınkanamayla yırtılmış alfabenin çığlığıenjektörle dikilir sapkın tarikatlardaRahminden kürtajlarken ceninsi şiirleriÇürür müsveddelerde iskeleti şairin

Şairlik! Sen Korkunç Zavallılık! jiletlerin metaline düğümlenmiş vahşetinhüznün çeperlerine nikahlı kanaması

Vaktidir lanetini kanserlere çalmanın..

OĞUZ ATEŞOĞLU

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 65: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

DÜNYADAKİ TÜM ANADİLLERE İNADINA ÖZGÜRLÜK

Hüseyin Habip TAŞKIN

İnsanların ortak noktaları olan insancayaşama ve eşit koşullara evet demesigayet doğaldır. Dillerimiz,kültürlerimiz, ten rengimiz farklı olsada birlikte yaşamanın koşullarınıyaratmalıyız. Sosyalizm ‘toplumculuk’ilkesiyle hareket ederek, dayanışma,kolektif çalışmanın içerisinde yeralarak, dünya ve Türkiye’de var olanhalkların kaynaşmasını yaratarak, bukaynaşmayla birbirine özgüveninyolunu açarak, adımlarımızı ileriyedoğru taşımış oluruz.

Dünyada ve Türkiye’de dillerin inkârıbugüne ait bir sorun değildir. Busistem yapısıyla ve işleyişiyle özdeştir.Güçlü olan devletler kenditopraklarında yaşayan diğer halklarıyok sayarak, inkâr yoluna gitmepolitikası izlemiştir. Kendi ülkesindeyaşayan diğer halkları asimile etmekiçin kademeli olarak çalışma başlatmışve tek devlet ile dili dayatarak ırkçı,kafatasçı bir politikanın tohumlarınıatmıştır.

Bu tek dil ve devlet kavramı günümüz Türkiye’si için de geçerlidir. Yıllardır işlenen konu‘hepimiz Türküz ve müslümanız.’ Türkiye’de yaşayan halklar, diğer dinler hep inkâr edildive yok sayıldı.

Türkiye’de başta Kürtler olmak üzere Çerkezler, Lazlar ve diğer halklar anadillerinikonuşma ve yaşatma hakkını isterlerken, kültürlerini yaşatmak içinde mücadelelerinikamuoyu ile paylaşmaktadırlar.

Irkçı bir söylemle ‘Tanrı Türkü’ korusun diyenler, sanki bu ülkede başka halklar yokturdemeye getirmektedirler. Tanrı sadece Türkü mü koruyor? Burada dini anlamda daırkçılığın, kafatasçılığın olduğu kesinleşmiş oluyor.

Sayfa 65

Page 66: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

Almanya Nazi faşist döneminde ‘safkan Alman kanı’ diye bir söylemde bulundular. ‘Ari ırkı’Irkçılık ve kafatasçılık her ülkede zaman zaman devletin tezgâhıyla gündemegetirilmektedir.

20 Nisan 1924’te yürürlüğe giren 1924 anayasasının 2. Maddesinde: Türk Devletinin resmidili Türkçedir diye geçer.

İlkokuldayken küçücük beyinlerimize Türkçülüğü yani Türk-İslam sentezi eğitiminiyerleştirdiler. Hepimiz birer Türkçü olurken kendi anadilimizin inkârı yaşanırken, diğerhalkların dilleri, kültürleri hep inkâr edildi.

Kurtuluş Savaşını tarih dersinde doğru bir şekilde ne bizlere, ne de bizden önceki kuşaklarave şimdiki kuşaklara anlatılmadı. Bize öğretilen sadece Egedeki efeler ve Anadolu halkı idi.Oysa tarih kitaplarından bize aktarılan Kurtuluş Savaşı çarpıtmalarla doluydu. KurtuluşSavaşına Çerkesler, Kürtler ve Lazlar aktif olarak katılmışlardır.

Hüseyin Rauf Orbay'dan Çerkes Ethem'e kadar Kurtuluş Savaşı'nın Kafkas kökenli pek çokönde gelen siması vardır. Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri'nin yöneticileri içinde Çerkesler vardır.Mustafa Kemal Kurtuluş Savaşı'nın "Türk, Kürt, Laz, Çerkes tüm anasır-ı İslamiyet'in ortaksavaşı" olduğunu belirtirken bu gerçeği de teslim eder.

TC’nin ilanından sonra diğer milliyetler inkâr edilirken, ‘Ne mutlu Türküm’ deme zamanınınbaşlangıç tarihi olarak ve tarihte yer alarak günümüz 2014 yılına da damgasını vurmuştur.

1934 soyadı kanunu ile Çerkesler, Lazlar, Kürtler, Rumlar, Ermeniler, Hemşinliler ve diğermilliyetten olanlar zorunlu ad ve soyadı Türkçeleştirilirken yaşadıkları yerlerin isimleri dezamana yayılarak Türkçeleştirilmiştir.

Sivas’ta kurulan ilk mecliste Laz ve Kürt mebusu diye geçmektedir. Daha sonra bu inkâredilmiştir. Türkiye’de halklar yoktur. Türkler vardır diye. TMMOB Kürt Sorunu üzerineyayınlamış olduğu metinden bir bölüme bakalım: İsmet İnönü ise "Hatıralar" da, Kürtler‘inMilli Mücadelede canla başla beraberlik gösterdiklerini ve Lozan görüşmeleri yapılırken devatansever olarak Türklerle beraber olduklarını anlatır. Daha sonra Fransızlarla yapılanAnkara Antlaşması ile bugünkü Suriye sınırı belirlenirken, Kürtler‘in yaşadığı bölgenin birkısmı Fransızlar‘a akabinde Lozan Antlaşmasıyla Kerkük ve Musul gibi petrolce zengin Kürtilleri İngiliz yönetimine geçmiştir. Bu paylaşım neticesinde Kürtler‘in özgürlük mücadeleleriMusul Petrolleri karşılığı İngilizler‘le birlikte yıllarca süren mücadelelere rağmen kanlabastırılmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından sonra giderek Kürtler‘in varlığı ret ve inkâredilmeye ve asimilasyon politikası yürütülmeye başlandı. Kürtler yeni bir sürece tabitutuldu. Kürtler kimi zaman bu politikalara sert tepki gösterdi.

Bu inkâr edilmeyi aynı zamanda Türkiye’de yaşayan Lazların, Çerkeslerin, Hemşinlilerin,Rumların, Ermenilerin, Süryanilerin ve diğerlerinin yok sayılmasıyla birlikte asimilasyonauğramalarının başlangıcı sayabiliriz.

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 67: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

Günümüzde bile ‘Türkiye bölücüler tarafından bölünüyor’ diye sesler yükseliyor. OysaTürkiye’nin bölücüler tarafından bölündüğü yok! Bu halkların Osmanlı İmparatorluğu veöncesinde dilleriyle birlikte yaşadıkları alanlarda var olan halklardır.

TC’nin en büyük hatası tarihi anlatırken bu ülke coğrafyasında yaşayan halkları, dilleri,dinleri anlatmamasıdır. İnkâr ve yok saymasıdır. Karşımıza Çerkes, Kürt, Laz, Gürcü,Süryani, Hemşinli ve diğer halktan kişiler çıktığında, benim anadilim var dediğinde!Toplumun belirli kesimi Türk- İslam sentezi ile yetiştiği için kafatasçı tepkiler alınırken,şiddet kültürünün etkisiyle saldırılar da olmaktadır. Bunların olması devletin işleyişmekanizmasının bir yansımasıdır.

Türk, Kürt, Laz, Gürcü, Çerkes, Abaza, Roman olabiliriz. Hıristiyan, Katolik ve diğerleriolabiliriz. Alevi- Suni mezhebinden olabiliriz. Bu bizlerin suçu değildir. Ortak sorunumuzemek- sermaye çelişkisidir. İnsanca onurumuzla yaşabilmeliyiz.

Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) 21 Şubat Dünya Anadiligünü öncesinde yayımladığı "Tehlike Altındaki Diller Atlası"na göre, Türkiye'de 15 dil tehlikealtında.

Son derece tehlikede olan diller: Hertevin. Ethnologue.com'a göre Siirt kökenli, KuzeydoğuArami dilerinden olmasına karşın diğerlerinden oldukça farklı bu dili 1999'da bin kişikonuşuyordu.

Ciddi anlamda tehlikede olanlar: Gagavuzca, Türkiyeli Yahudilerin konuştuğu Ladino veSüryanice.

Kesinlikle tehlikede olanlar: Abazaca, Hemşince, Lazca, Pontus Yunancası, Çingene dilleri(Atlasta yalnızca Romani bulunuyor), Süryanice'ye benzeyen Suret (atlasa göre Türkiye'dekonuşan kalmadı; konuşanların çoğu göçle başka ülkelere gitti) ve Ermenice.

Güvensiz durumda olanlar: Abhazca, Adige, Kabar-Çerkes dilleri ve Zazaki (Zazaca).

Kaybolup giden üç dil

Atlasa göre Türkiye'deki üç dil kayboldu. Kapadokya Yunancası, dünyada da son derecetehlike altında. Diyarbakır Lice'deki Kamışlı köyünde konuşulan Mlahso da kayboldu.Suriye'ye göçen köylülerden İbrahim Hanna'nın 1995'te ölümüyle bu dil de öldü. Ubıhça daTevfik Esenç'in 1992'de ölmesiyle kayboldu.

Yukarıda verilen materyallerde Türkiye’de üç dilin yok edildiğini, Konuşulan dillerde tehlikeve tehlikenin altında olan diller sıralanmış olup bu dillerin yok oluşunu Türkiye’nin bilinçliceizlemiş olduğu Türk- İslam politikasının bir yansıması olarak görmek durumundayız.

Dünya devletleri hemen hemen dil sorununu büyük oranla çözmüş, çözme aşamasında

Sayfa 67

Page 68: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

olup, ne yazık ki yaşadığımız Türkiye coğrafyasında Türkçe dilin dışında var olanhalkların dillerinin göz göre göre inkâr edilmesi ırkçı ve kafatasçı politikadan başka biranlam ifade etmiyor. Bunun yanında Müslüman ve suni olacaksın dayatması yapılıyor.

Her birey kendini nasıl tanımlıyorsa saygı gösterilmesi gerekiyor. Ama ülkemizde farklıdüşünemezsin çünkü eskiden komünist diye etiketlenirdiniz. Şimdilerde ise bölücüetiketi ile fişleniyorsunuz.

Dillerin ve kültürlerin özgür olacağı sistem sosyalizmdir. Ulusların kendi kaderlerini tayinhakkı diye bir hakkı vardır. Hiçbir dil ve kültür baskı altında olmasın! Yok edilmesin! Dilzenginliktir. Dil farklı kültürlerden olan halkların insanlarını bir araya getirir. Kaynaşmasağlanırken ortak sorunlarda, dayanışmada, sınıfsız sömürüsüz bir toplum için koşullarınyaratılmasında dil bir araçtır.

Her şey tüm dilleri, ten renklerini ve onların kültürlerini sevmekle başlar. Kafatasçılığa,ırkçılığa, faşizme karşı omuz omuza olmamız gerekir.

HÜSEYİN HABİP TAŞKIN24.03.2014

GÖRSEL DÜZENLEME: ADNAN DURMAZ

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 69: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

HALKBir kuş yuvası kadar

korumasızBir fare ölüsü gibi

sahipsizBir kuduz köpek kadar

değersizGörüyorlarsa sizi

yönetenlerinizDemek ki siz HALK

olamamışsınız...

MEHMET DAĞ

Sayfa 69

Page 70: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

AĞLAYIN DAĞLAR

söyleyin dağlarSever miyiz birbirimiziNisan yağmuru gözyaşlarımızla

Açlık, uykusuzluk,Karakış fırtınada..Yol verin dağlarArtık gitmemiz lazım…

Özleyin dağlarOnlar bizden uzaktaydılar,Onlar aç,Onlar susuz…Karakış, fırtınaSöyleyin dağlarSever miyiz birbirimiziBir devrimi sever gibi……

Ağlayın artık dağlarAğlayınOnlarla canları veripOnlarla yürek dağlayın……

Söyleyin dağlarSever miyiz birbirimiziNisan yağmurlarındaKarakış, fırtınadaAçlıkta ve susuzluktaBir geçmişi sever gibi

Ağlayın Dağlar.Ağlayın Dağlar...

İSA TEKİN

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 71: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

DİZELERDE “ŞİİR VE ŞAİR”

Şiir artık kimselerin uğramadığıHayatın atlasında ıssız ve son kıyıdır.

SEYYİT NEZİR

Şiir bakracın çeşmesidir,kuyunun yolcusu.

Kaynağın bekçisidir şiir.ÜLKÜ TAMER

“Yazmak içinBilmekBilmek içinSevmekSevmek içinYürekTıpkı Çelik Örs, çekiç, körükVe dahi emek

ZEKERİYA TEMUÇİN

Şair oraya varıyorsonra ışığa dönüyor şarkılarıyla ve onları çevresine saçıyor Bu şiirden bana kalan o hiçliği tükenmez gizin

GİUSEPPE UNGARETTI

Hayatın bağrındanKanayarak kopan kelimelerleKurulur şiir

İSMAİL UYAROĞLU

Şiir havali bir tabancadırKimseyi öldürmezZehirli havayı arıtırDünyanı değiştirme pahasına da olsa.

CAN YÜCEL

OzanHer akşamKirli bir tüfekleVurulur halk çiçekleriHer sabah açar yeniden.Kendi kendinden bileErken uyanır ozanOzansa eğer...

ALİ YÜCE

Baharın alnındaAyarsızdır şiir saati.Yazgıyı dinamitler deSusturur kasırgaları.Cemresiz bir gurbetinSaltanatsız sultanı!

ALİ ZİYA ÇAMUR

Küçük şeylerden, küçük ayrıntılardan oluşmalıdır şiirBöylece, yaşanılan şeylerin gerçek tarihi olacaktır şiir

ATAOL BEHRAMOĞLU

DERLEYEN:A.Z.ÇAMUR

Sayfa 71

Page 72: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

YAŞAM VE SANATTA

1 AYIN İZDÜŞÜMÜİŞÇİ SINIFININ SİYASAL VE SENDİKAL BİRLİĞİ

DAVASINA YAŞAMINA ADAYAN PROLETER DEVRİMCİ SIRRI ÖZTÜRK YOLDAŞI DOĞAYA UĞURLADIK…

Yaşamını işçi sınıfı ve komünistlerin birliğidavasına adayan yayıncı, işçi sınıfının öğretmeniyazar Sırrı Öztürk yoldaşı sonsuzluğa uğurladık.

1932 Erzurum Aşkale doğumlu olan Sırrı Öztürkişçilik, teknik öğretmenlik, kamyon şoförlüğü veyayıncılık yaptı. 60 yıla ulaşan siyasi yaşamındasendikal örgütlenmelerde ve siyasi partilerdeçalıştı. Kocaeli Sendikaları Birliği’nin kuruluşundayer aldı, işçi örgütlenmeleri ve sayısız grevdegörev yaptı.

1962 yılında TİP’e üye oldu. TİP’te Yalova ilçeyöneticiliği ve Kocaeli il sekreterliği yaptı. 1963yılında Türkiye Maden-İş üyesi oldu ve Türkkabloişyerinde baş temsilci seçildi. 1965-69 yıllarıarasında Türkiye Maden-İş Sendikası GenelYönetim Kurulu’nda görev yaptı. 16 Şubat1969’daki Kanlı Pazar olayında aktif olarak yeraldı ve ölümden döndü. Türkiye işçi sınıfının enbüyük kalkışması olan 15-16 Haziran 1970

direnişinin örgütleyicilerinden biri olarak en ön safta yer aldı ve tutuklanıp yargılandı. 12Mart rejimi tarafından 1971’de yargılanıp hapsedildi ve Eylül 1975’e kadar hapiste kaldı.

Tüm siyasi yaşamında komünistlerin birleşip İşçi Sınıfı Partisi’ni örgütlemesi görevinigündeminden düşürmedi. 12 Eylül’den bir hafta önce yeniden gözaltına alındı. 1975yılından beri sürdürdüğü yayıncılık yaşamında da sayısız kereler yargılandı, tutuklandı,yayınladığı eserlerden dolayı aylarca hapis yattı.

Bugüne kadar tümü sosyalizmin sorunlarına çözüm arayan 30’dan fazla kitap yazıpyayınladı. Ayrıca, Sorun Birleşik Sosyalist Dergi, Sorun Polemik Dergisi, Sanat CephesiDergisi, İşçi Birliği Gazetesi ve Kırmanciya Belekê dergilerini yayınladı.

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 73: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

Temmuz 2009’dan beri kanser illetiyle boğuşan ve defalarca operasyon geçiren Sırrı Öztürk, ağır hastalığına rağmen İşçi Sınıfı Partisi’nin örgütlenmesi çalışmalarına son günlerine kadar katkıda bulundu

Cenazesi 28 Ocak 2015 Çarşamba günü saat 15:00’de Gazi Mahallesi Cemevi’denyürüyüşle Gazi Mahallesi Mezarlığı’nda bir komüniste yaraşır biçimde enternasyonal eşliğinde doğaya teslim edildi.

İŞÇİ SINIFIMIZIN VE HALKLARIMIZIN BAŞI SAĞOLSUN.

Sırrı Öztürk'ün Yayımlanmış Eserleri:

İŞÇİ SINIFI SENDİKALAR VE 15/16 HAZİRAN 1976-2001Olaylar-Nedenleri-Davalar-Anılar-Yorumlar. 2. Baskı.OPORTÜNİZM YARGILANIYOR -1980İLERİCİ YAYINCILIĞIMIZIN SORUMLULUĞU -1985PARTİLEŞME SORUNU C: I - 1986PARTİLEŞME SORUNU C: II - 1987PARTİLEŞME SORUNU C: İÜ - 198815/16 HAZİRAN -DİRENİŞİN ANILARI- 1990 2. Baskı.GECİKMİŞ BİR HESAPLAŞMA - 1992SOSYALİZMİN SORUNLARİ ÜZERİNE AÇILIM TARTIŞMALARI (Kolektif) - 1992DİSK İN "ÖREN TEZLERİ" VE SOSYALİST TAVIR (Kolektif) - 199212 MART 1971’DEN PORTRELER C: I 1993 - 1999 6. Baskı12 MART 1971"DEN PORTRELER C: II 1994 4. Baskı12 MART I971’DEN PORTRELER C: III 1997 2. Baskı TERÖRİST İN GÜNLÜĞÜ - 19951995 MİLLETVEKİLİ "SEÇİMLERİNDE MARKSİST SOLUN TAVRI - 1995"SEÇİM" HESAPLAŞMASININ MARKSİST YORUMU - 1995WHAT IS THIS PARTY? ÖDP vb. ÜZERİNE - 1992 2. BaskıGELENEKTEN GELECEĞE 15/16 HAZİRAN - 1996DENEY VE BELGELER ARASINDA MARKSİST SOLUN KRİZİ - 1996DURUM-KUŞATMA-SATAŞMA-ELEŞTİRİ ÜSTÜNE POLEMİKLER (Kolektif) - 1998HANGİ 'HUKUK"? - 1998HANGİ "RESTORASYON"? - 1998HANGİ "BİRLİK"? PARTİLEŞME MÜCADELESİNİN NERESİNDEYİZ? KOMÜNİSTLERİN

BİRLİĞİ - 1998SEÇİMLERDE SOLUN İKİ TAKTİĞİ - 1999TARİHSELDEN GÜNCELE BAĞIMSIZ SINIF TAVRI - 1999POLİTİKA-SANAT-ESTETİK YOLUNDA "EMEĞİN RESSAMI": AVNİ MEMEDOĞLU -

1999DEVRİMCİ SİYASÎ TERBİYE-DİPLOMASİ AHLÂK - 2001MARKSİST SOL YIĞINAĞI NEREYE YAPMALI? - 2001İŞÇİ-KİTLE GAZETESİ İÇİN SINIF BİLİNÇLİ İŞÇİLERE ÇAĞRI -2005DERSİM... DERSİM... GEZİ NOTLARI-DERSİM'İN NABZI - 2007SANAT ESTETİK POLİTİKA -Kolektif- 2008"MARKSİZM" TARTIŞMALARINA MARKSİST BAKIŞ Kolektif- 2009

Sayfa 73

Page 74: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

21 ŞUBAT ANA DİL GÜNÜNDE DİLLER YOK OLMAYA YA DA YOK SAYILMAYA DEVAM EDİYOR...

Günümüzde egemen dillerin azınlık dilleri üzerindekibaskıları sürüyor. Ülkemizde Başta Kürtçe olmak üzere diğerazınlıktaki halkların dilleri de var olma kavgası veriyorlar. Heryıl, dünyada bir dil son kullananı ile birlikte ölüyor.

Kürtçe gibi kimi diller yok sayılarak “bilinmeyen dil” gibiacayip sıfatlarla görmezden gelinmektedir. Her ne kadar,görünürde Kürtçe’nin üstündeki baskılar kaldırılmış gibigörünse de yaşanılanlar, durumun hiç de böyle olmadığınıgösteriyor. Kürtçe, belli bir mücadele ile sıfırın üstüne çıkmışve çabalarını sürdürmekte ise de, diğer diller yerel ağız du-

rumuna ötelenmektedirler. Çerkezce ve Lazca’da yeni başlayan uyanış ve çalışmalar,şovenbaskılarla durdurulmak istenmektedir.

UNESCO’nun yayınladığı atlasa göre Dünyada 2500 dil tehlikede. Türkiye’de tehlikede olan(100 yıl içinde bir dili konuşacak çocuk kalmayacak ise dil tehlikede kabul edilir-bir dili konuşanhiç çocuk kalmamışsa dil ölü kabul edilir) dil sayısı ise 18:

“...kaybolma tehlikesini en az hisseden diller “güvensiz” (unsafe) olarak nitelendiriliyor. Bir dilinbu kategoride yer alması “çocuklar tarafından da konuşulmasına rağmen bazı alanlardakısıtlanması” anlamına geliyor. UNESCO’nun çalışmasında Abhazca, Adığece, Çerkesçe(Kabartayca) ve Zazaca Türkiye’de “güvensiz” olarak nitelendirilen diller; “Açıkça tehlikede”(definitely endangered) seviyesinde değerlendirilen ikinci grupta Abazaca, Hemşince, Lazca,Pontus Yunancası, Romanca, Süryanice ve Ermenice (Batı) yer alıyor. Bu dillerin kaybolmatehlikesine gerekçe olarak “çocuklar tarafından anadili olarak öğrenilmemesi” gösteriliyor; “Ciddianlamda tehlikede” (severely endangered) kategorisi genelde toplumun en yaşlı neslitarafından konuşulan, orta nesil tarafından anlaşılabilen ancak kullanılmayan ve çocuklaraöğretilmeyen dilleri içeriyor. Gagauzca, Ladino ve Turoyo bu kategoride değerlendiriliyor; “Sonderece tehlikede” (critically endangered) kategorisine Türkiye’den giren tek dil Hertevin. Bu dilinsadece en yaşlılar tarafından, nadiren kullanıldığı kabul ediliyor; “Kaybolmuş” (extinct) dillerKapadokya Yunancası ve Ubıhça, adı üzerinde, dünyada tek bir kişi tarafından bilekonuşulmuyor”

Dilbilimciler, bugün dünyada 5 bin ile 6700 arasında dilin konuşulduğunu söylüyor. Bunların enaz yarısı, belki de daha çoğu gelecek yüzyılda ortadan kalkmış olacak. UNESCO yöneticisiKoichiro Matsuura "Bir dilin kaybı birçok kültürel kayba da yol açar, şiirlerden efsanelere,özdeyişlerden fıkralara kadar. Dillerin kaybı insanlık için biyoçeşitliliğin de kaybıdır, çünkü dillerdoğa ve evren hakkında birçok bilgi taşır" diyor.

Diller, onu konuşan insanlarla yaşar. Bugün dünyada egemen güçlerin insanlar ve dillerüzerindeki baskısı sürüyor. Zorunlu göçler, katliamlar, yasaklamalar, insanlarla birlikte dilleri desusturuyor. Gelecek yıllarda kim bilir kaç dilin daha yok oluşuna tanık olacağız. Bu yok oluşlarkarşısında dünyadan toplu bir çığlık yükselmedikçe gezegenimizden daha çok sesler eksilecek

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 75: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

ŞAİR NUSRET KEMAL OTYAM’I KATBETTİK...

Şair Nusret Kemal Otyam, 2 Şubat günü 92 yaşındaAnkara'da yaşamını yitirdi. Kardeşi Fikret Otyam’ınAntalya’da acil olarak hastaneye kaldırılmasından birkaç günsonra sonsuzluğa yürüdü.

Ahmet Say, onu şöyle anlatıyor: “Nusret Kemal Otyam(1921-2015), şu dünyada ister istemez insanların arasınakarışmış, ama onca insan ilişkisine karşın, üzerine zerrekadar kir sıçratmamıştır. Eczacıydı Nusret Ağabey.Eczanesine giderek tanıştım onunla. Karşımda uzun boylu,dalgalı kır saçlı, gözlüklü, temiz giyimli, hem ciddi hemsevimli bir ağabey vardı.”

İlkokul ve ortaokulu Aksaray'da okudu. Konya Lisesini bitirdi. İÜ Eczacılık Fakültesinegirdi, 1946'da mezun oldu. 1946-60 yıllarında Aksaray'da, 1960-83 yıllarında Ankara'daeczahane işletti. Aksaray'da bulun-duğu yıllarda Aksaray Sesi isimli haftalık bir gazeteçıkardı. 1938 yılından itibaren Yedi Gün dergisinde şiirlerini yayımlamaya başladı. YeniEdebiyat, İnkılâpçı Gençlik, Yeditepe, Uyanış, Yaratış, Varlık, Türkiye Yazıları, Kaynak,Yağmur ve Toprak, Karşı, Özün, Kıyı, Sesimiz, Oluşum gibi dergilerde yazdı. Oyun,roman, deneme, inceleme türlerinde de eser verdi.

Anadolu kültürünü temel alan İnsani duyarlığı yansıtan naif, ince şiirlert yazdı. Şiiryazmayı son günlerine dek sürdürdü. Ahmet Say, ardından yazdığı yazının devamındaonunla ilgili şu sözleri dile getiriyordu“Şair inceliği ve duyarlılığı, onda bir yaşam üslûbuoluşturmuştu. Türkiye Yazıları’na gönderdiği şiirlerindeki dizeler umut aşılıyor, okuruumutlandırıyordu. Kullandığı imgeler, uçan bir güvercinden kopmuş bir tüy gibi yavaşçayapışıyordu şiirine. Onun insan ilişkilerinde de yine bu tüy gibi yumuşak inişiduyumsardım.”

12 Eylül faşist darbesini izleyen yıllarda Ankara’daki edebiyatçılar olarak bir yayınkooperatifi kurulmuştu. Kooperatifin başkanlığına hiç duraksamadan Nusret Kemal Otyamgetirildi. “Dayanışma” adını verilen bu yayın kooperatifi, Aziz Nesin, İlhan Selçuk, FikretOtyam gibi tanınmış yazarların lokomotif kitaplarıyla yayına başlayarak filizlendi, ardındanüyelerinin kitapları yayımlandı. Birkaç yıllık 100’e yakın kitap çıkarıldı.

Ahmet Say, ölümünün ardından onu şu sözlerle anıyor: “Yakın çevrenin dışında,toplumumuzda Nusret Ağabey’i tanıyanların sayısı oldukça sınırlıdır. Burası hiç önemlideğil. İyilik felsefesini tarih içinde temsil eden nice Nusret Kemal’ler çıkmış, onların da pekazı tanınmıştır. Önemli olan, bu evrensel atardamarın kıyamete kadar yaşamasıdır.Nusret Ağabey işte bu umudu aşılamıştır çevresine: Anladık ki, iyilik etmeyi şiar edinmişve kötülükten, kötü şeylerden kaçınmış insanlar, bu evrensel damarın değerini insanlıkvar oldukça koruyacaktır. Günümüzde hepimizin, bütün insanlığın, sökecek bu şafağa

Sayfa 75

Page 76: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

daha çok gereksinimi var. Bunu düşündükçe Nusret Ağabey’i özleyeceğiz…”

Şiirleri: Barış Güncesi (1963), Truva'nın Kırılası Elleri (1988). Suyüzü (1997) Hikâyeleri:Ölüm Çemberi (1983). Romanı: Ölüm Çemberi (1962). Oyunları: Kavga (1943), Ay UzakDeğil (1967). Denemeleri: Ar Düşü (1965). Anılar ve Yazılar: Güneş ve Bulut

DELİCE

Bir Toroslu karaca inenOvada su başınaGökyüzü doluşmuş bulut bulutKendisine bakakalmışSuların aynasında delişmenÖldürürse bu coşku öldürür beniHalkımın beğenisine yüce tutkumKorkusuz yüreğine vefalı belleğineSazına sözüne

NUSRET KEMAL

Meltem örneği uslu esenFırtına olup tozu dumana katanTerleyen alnında damar damarBir başka dolaşanBir başka atanNeresinden baksan neresinden görsenBir köklü ağaç gibidir kanBinlerce yıla uzayanİnsancıl ve de uygarcaÖldürürse bu coşku öldürür beniBu tutkulu hırçın yüreğimSazında sözünde delice vuran

PEN TÜRKİYE MERKEZİ'NDE YENİ DÖNEM, YENİ GÖREV DAĞILIMI..

dağılımı şöyle belirlendi: Zeynep Oral- Başkan; Halil İbrahim Özcan - 2. Başkan; TülinDursun- Genel Sekreter; Tarık Günersel- Dış İlişkiler Sekreteri; Zeynep Aliye- Sayman;Mario Levi (üye); Haydar Ergülen (üye).

PEN Yazarlar Derneği, 2015 Olağan Genel Kurulu 17Ocak Cumartesi günü İstanbul'da Maya-Cüneyt TürelSahnesi'nde yapıldı. Genel Kurul, PEN Türkiye'ninbir numaralı kurucu üyesi olan Yaşar Kemal'e geçmişolsun dilekleriyle açıldı. Genel Kurul Divanına AdnanÖzyalçıner(Başkan) Mehmet Zaman Saçlıoğlu(yazman) ve İlyas Orak (yazman) seçildikten sonra,bir önceki dönemin Çalışma Raporu, Mali Raporu veDenetleme raporları okundu, oylandı ve onaylandı.Önergelerin görüşülmesinden sonra seçimleregeçildi.

Seçimler sonucunda yeni yönetim kurulu ve görev

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 77: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

Denetleme Kurulu: Raşit Gökçeli, Hakan İşcen, Turhan Feyizoğlu.Onur Kurulu ise şu isimlerden oluştu: Adnan Özyalçıner, Deniz Kavukçuoğlu, İknaSarıaslan.

PEN Türkiye Merkezi Genel Kurulu, "Kalemler" aracılığıyla düşünce ve ifade özgürlüğüsavunan bir sonuç bildirgesi kaleme alıp dağıldı. Sonuç bildirgesi şöyle:“Son Charlie Hebdo katliamıyla susturulmak istenen özgür düşünceye, düşünce ve ifadeözgürlüğüne indirilen acımasız darbe, bütün dünyada milyonların desteğiyle, nefretlekarşılanmıştır.Biz de, Türkiye PEN üyesi yazar, şair, eleştirmen ve yayıncılar olarak düşünce ve ifadeözgürlüğünü kanlı eylemleriyle boğmaya kalkışan zihniyeti ve ülkemizde düşünce ve ifadeözgürlüğünü savunanlara yapılan sözlü , yazılı, fiili saldırıları kınadığımızı belirtir,kalemlerimizin düşünce ve ifade özgürlüğünü savunmak yolunda susmayacağımızı;düşünceden korkulmayan bir dünyada özgürlükçü bir düzenden yana olduğumuzu bildiririz.”

14 ŞUBAT DÜNYA ÖYKÜ GÜNÜ BİLDİRİSİ MURATHAN MUNGAN’DAN…

da bulunduğu edebiyatçıların eserlerini Ankaralılarla buluşturacak olan 14 Şubat DünyaÖykü Günü; yazar Murathan Mungan’ı konuk ediyor.

Etkinliğin “2015 Yılı Dünya Öykü Günü Bildirisi”ni Murathan Mungan okuyacak. DevletTiyatroları sanatçılarından Şahin Ergüney ve Fulya Yeşilkaya’nın Murathan Mungan’ın“Boyacıköy’de Kanlı Bir Aşk Cinayeti” öyküsünü seslendireceği etkinlikte, AnkaraÜniversitesi Konservatuar Sanatçıları da bir müzik dinletisi sunacak. Ayrıca eleştirmenAyşegül Tözeren, Murathan Mungan’la kısa bir söyleşi gerçekleştirecek.

Projeden Dünya Öykü Günü’ne

Yaygınlaşan ve Ankara’da yıllardır kesintisiz olarak sürdürülen öykü günleri, Kasım 2003’te69. Uluslararası P.E.N. Dünya Kongresi’nde onaylanan 14 Şubat Dünya Öykü Günü’nüdoğurdu. 14 Şubat 2002 tarihinde Ankara’da yapılan “Öykü Forum”a katılan öykücüler

Uluslararası Ankara Öykü GünleriDerneği, Çankaya Belediyesi veAnkara Üniversitesi ortaklığındadüzenlenen 14 Şubat Dünya ÖyküGünü Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Farabi Salonu’nda15.00-17.00 arasındagerçekleştirilecek.

Türkiye edebiyatının önemli isimleriolan Vüs’at O. Bener, Füruzan, HaldunTaner ve Tomris Uyar’ın da araların-

Sayfa 77

Page 78: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

Yazar Özcan Karabulut’un Dünya Öykü Günü önerisini kabul ettiler. O yıl Karabulut’unbaşkanlığını yaptığı Edebiyatçılar Derneği projeyi Türkiye P.E.N. Merkezi’ne taşıdı.Türkiye P.E.N. Merkezi de Uluslararası P.E.N.’e onaylaması için iletti. Böylece DünyaÖykü Günü önerisi Uluslararası P.E.N. Genel Kurulu’nda Çeviri ve Dilbilimsel HaklarKomitesi’nin önerisi olarak kabul edilmiş oldu.

14 Şubat Dünya Öykü Günü İstanbul TöreniBir Öykü Şenliği olarak düzenlenen etkinliğin ev sahipliğini Heybeliada HalkKütüphanesini Koruma Girişimi yapıyor. 2015 bildirisini Murathan Mungan’ın yazdığı,edebiyat ve öykü alanına emek vermiş yazarlardan oluşan yaklaşık 200 kişinin davetedildiği şenliğin teması “Adalar ve Edebiyat”. Geçmişten bugüne adalı yazarlarınanılacağı, ‘adalarda edebiyat’ ve ‘edebiyatta adalar’ın konuşulacağı, kısa filmlerlebelgesellerin izleneceği şenlikte ‘Semih Poroy’un çizgilerinde öykücülerimiz’ sergisi degörülebilecek.

14 Şubat Dünya Öykü Günü Almanya TöreniAvrupa Türkiyeli Yazarlar Girişimi (ATYG), Dünya Öykü Günü”nü(*) Almanya’nınOBERHAUSEN kentinde kutluyor. ATYG, bu yılki “Dünya Öykü Günü” kutlamasını,“Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği” ve “14 Şubat Dünyanın Öyküsü Dergisi” ileeşgüdümlü olarak, “Herkesin okuyacak / anlatacak bir aşk öyküsü vardır!” sloganıylaAlmanya’nın Oberhausen şehrinde gerçekleştirecek. ATYG sözcüsü, yazar MevlütAsar’ın yönlendireceği etkinlik, 14 Şubat 2015, cumartesi günü Elsässer Straße 9, 46045Oberhausen adresindeki “Linke Zentrum’”da, saat 19:00’da başlayacak. SongülKaradağ, Sepkin Coşkun, Atilla Keskin, Molla Demirel, Yavuz Kürkçü ve Raci Helvalı’nınmüzik eşliğinde öykülerini paylaşacakları öykü akşamına, isteyen konuklar da sevdikleribir öyküyü okuyarak katkıda bulunacak.

14 Şubat Dünya Öykü Günü Eskişehir TöreniBu yılki Dünya Öykü Günü kutlamaları da Eskişehir’de Uluslararası Ankara Öykü GünleriDerneği ve Tepebaşı Belediyesi’nin katkılarıyla gerçekleştirilecek. “14 Şubat DünyanınÖyküsü Dergisi” ile işbirliği içinde Öykü Günü Bildirisi okunarak açılışı yapılacak olanetkinliğin öykü adına heyecan verici konukları olacak. Aslı Erdoğan ile Nilüfer Altunkayasöyleşisi, Deniz D. Şimşek ile Alptuğ Topaktaş söyleşisi gerçekleştirilecek. UluslararasıAnkara Öykü Günleri Derneği’nin “İnsan öyküsüyle var” sloganından yola çıkarakEskişehirli yazarlar Emel İrtem, Sevtap Ayyıldız, Mehmet Sadık Bozkurt ve İbrahim Bilekkendi öykülerini okuyacak. Nilüfer Altunkaya’nın sunumuyla gerçekleştirilecek etkinliktekonuk yazarlarla imza ve söyleşi de yapılacak. Etkinlik 15 Şubat 2015 Pazar günü17:00-19:30 saatleri arasında Özdilek Sanat Merkezinde gerçekleştirilecek.

14 Şubat Dünya Öykü Günü İzmir TöreniUrla’da saat 14.00’da Toprak Sahne Sanat Merkezi’nde Cumali-Seferis Kültür ve SanatDerneği, Uluslararası Ankara Öykü Günleri Derneği ve Toprak Sahne Sanat Merkezi’ninortaklaşa düzenleyeceği 14 Şubat Dünya Öykü Günü etkinliği Murathan Mungan’ınyazdığı bildirinin okunmasıyla başlayacak. Ardından Hasan Özkılıç’ın yönlendiriciliğindeKerem Işık, Altay Ömer Erdoğan ve Aydın Şimşek “Öykünün Bugünü”nü tartışacak.

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 79: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

Toprak Sahne Oyuncuları Necati Cumalı’dan bir öykü ile okuma tiyatrosugerçekleştirecek. Deniz Faruk Zeren, Fergun Özelli, Feyza Akbulut Öner, Halil İbrahimÖzbay, Hülya Soyşekerci, Muzaffer Kale ve Yıldız İlhan “Öykücülerimizden Seslenişler”bölümünün konuğu olacak.

ADNAN SATICI’NIN DİZELERİ BAM TELLERİMİZİ TİTRETİYOR HÂLÂ...

Yazar Aydın Çubukçu, Adnan Satıcı’nın ardından acısını dile getirerek, “En çok isyankaldı ondan geriye. İsyanı, başeğmemesi, hiçbir aşağılık insanla uyuşmazlığı kaldı. Bolbol toplayalım onları. Sadece kendimize değil diğer insanlara da, emekçilere, yoksullara,çocuklara da dağıtalım. Bir türkü ölürse eğer ancak, ona da ‘öldü’ diyebiliriz” diye konuştu.

Şair Şükrü Erbaş ise Satıcı’nın bugün mazlum halkların, kültürlerin, kimliklerinözgürlüğüne dair bir türkü okuduğunu anlatarak, “Yalancı bir öfkeydi Adnan” diye konuştu.Yazar Hicri İzgören ise ona iyi bakamadığını üzüntüyle ifade ederek, ona sadeceDiyarbakır’dan bir avuç toprak getirebildiğini söyledi. Namık Kuyumcu da O’nun çok iyi birinsan, çok iyi bir şair ve devrimci olduğunu dile getirerek, özgür bir dilin özgün şiirleriniyazdığını söyledi.

Adnan Satıcı kendini şu satırlarla anlatıyordu: “Yazıyorum ya,ha ben ha pişmiş tavuk!Gerçi tüylerin yolunmadan da mutlu bir hayat sürdüğüm söylenemezdi.Belki de aklına hergeleni Kılçığını ayıklamadan söyleme cüreti , mutsuz hayatımın aramağınıdır bana.Belkide sırf bu yüzden müthiş bir gevezeyim.Belki de ağaçlarının her biri çatlamış kalınkabuklarla kaplı , güvenliğinin üstüne tir tir titreyen bir mırıltı ormanında yaşamak tadvermiyor bana.Durup durup beklenmedik sesler çıkarışım , ya yanlış anlaşılmam ya da hiçanlaşılmamam bu yüzden.«

Tutarlı bir dünya görüşü ve yaşama bakışıyla, lirikliği ve dokunaklılığı kırılmanoktalarından yakalayan şiir tarzı, yeni bir soluk olarak 80’li yıllarda başlayan serüveni

Yeni Türkü ve Behçet Aysan şiir ödülleri sahibi şair AdnanSatıcı’yı, 13 Şubat 2007 günü, 45 yaşında yitirmiştik.

Diyarbakır'da 1962 yılında doğan Satıcı, Gazi ÜniversitesiEğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi.Edebiyat öğretmenliğinin yanı sıra yazarlık da yapanSatıcı'nın şiirleri, Edebiyat ve Eleştiri, Evrensel Kültür,Papirüs, Sanat Rehberi, Yarın, Yaşam İçin Şiir, Yeni Düşün,Yeni Olgu gibi dergilerde yayınlandı. 1983 Yeni Türkü ŞiirÖdülü ve 1995 Behçet Aysan Şiir Ödülü sahibi Satıcı'nın1985'te Ülkesiz Şarkılar, 1994'te Yerçekimine Uyan PortakalÇiçeği, 1996'da Dokuzuncu Blues, 1999'da ise Hep UnuturUzaklardaki adlı kitapları yayımlandı.

Sayfa 79

Page 80: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

2007’de bitiverdi. Satıcı, “...boşluğa asılan Ferhad kandili zamanın fanusunda/balkıyançığlık ister ki, ölmekle de sönmesin...” dizelerinde dediği gibi, şiirleriyle hiçunutulmayacak, sönmeyecek.

URUK ÇAĞ

sürpriz yok, özgelik sizlere ömüralışverişte gram kaçırmıyor dijital terazilerbirebir ölçekli aşk kuramına göre yargılıyorlaroracıkta asıveriyorlar itiraz edenlerişaşılası bir incelikle çözülüyor sorunlarkültür sülünleri salınıyor yapma ormanaavlıyorlar ve fakat şimdilik yemiyorlartanımamazlıktan geliyorlar sorulduğunda

yarışılmaz bir şeydir oysa, kanıt gerekmezo odur, durmadan su verir güzelliğinebir daha solmaz bir kere yeşeren çiçeköteki de öteki, ne olmuş yani

gülü sevmek için niye menekşeden nefret etmeli

ADNAN SATICI

ŞAİR DİNÇER SEZGİN ÖLÜMÜNÜN 3. YILINDAŞİİRLERİYLE HEP ARAMIZDA!..

19 Ocak 2010 günü sonsuzluğa uğurladığımız DinçerSezgin’i yitireli üç yıl oldu.

Torbalı'da 1939 yılında doğan Dinçer Sezgin, ÇanakkaleÖğretmen Okulu ve Eğitim Enstitüsünü bitirdi. Bir süreöğretmenlik yapan Dinçer, TRT sınavlarını kazanarak bukuruma geçti. TRT'de 28 yıl boyunca bir çok kademedegörev alan Sezgin, emekli olduktan sonra RadikalGazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Sezgin'in 30'un üzerindeşiir, roman ve hikaye türlerinde yazılmış kitaplarıbulunuyor:

Kuzey Yıldızı Edebiyat Dergisinin kendisiyle yaptığı birsöyleşide, şiire bakışını şöyle ortaya koymuştu: “Aşksız birşiir olabileceğine de inanmıyorum. İster kavga şiiri yazın,.

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 81: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

ister slogan şiiri içerisinde ya umut vardır ya da umutsuzluk. Yani içerisinde bizi hüznegötüren bir yan mutlaka vardır. O nedenle de benim şiirlerimde bunlar hep ön planda yertutar. Ne var ki az önce de söyleyecektim unuttum: Benim şiirimde hüzün, acı veyalnızlığın yanında umut da vardır. Benim şiirim umutsuz bir şiir değildir. Umutsuzluklabiten ve tümüyle karamsarlıktan yana olan, içerisinde barış, sevgi ve umut olmayan şiiryazmamaya çalışıyorum. Sevgi acı verir ama tatlıdır. Ben bu gizli umutlu yanı şiirlerimesaklamaya çalışıyorum. Açık açık söylemem belki ama birazcık dizeler ve sözcüklerinderinliğine inildiğinde bunu yakalayabilir insan. Başarabildiysem ne mutlu bana…”Onu şu dizeleriyle selamlıyoruz:

ÇAĞRI

Artık bu kent seni çağırıyor biliyor musun?Kuşların dilinden düşmeyen bir şarkısınbu sevdanın neresinden bakılırsa bakılsınkentimin talihikanatlarında uçuyor.Ne zaman kalemi elime alsambir şiir gibisayfalarıma uçar gelirsin

DİNÇER SEZGİN

artıkbu kent seni çağırıyorhaydi kalk, gel.

alnının yokuşundan okunuyorzulme başkaldırmanın güzelliğisürdüm yanına geldim, anla iştebir parça daha verdim kanımdan

KIRK KUŞAĞI ŞAİRLERİNDEN AKINCIOĞLUŞİİRLER, HÜZÜN VE UMUT KOKUYOR HÂLÂ...

Şubat 1979 yılında yitirdiğimiz 1940 kuşağının şiirleri hüzün veumut kokan şairlerinden Niyazı Akıncıoğlu’nu saygıyla anıyoruz.

İlk şiirlerini "Haykırışlar" adlı kitapta toplayan Akıncıoğlu, dahasonra dönemin önemli dergilerinde İnsan, Ses, Yeni Edebiyat veYürüyüş gibi dergilerde şiirleri yayımlandı. 1950 yılındaKırklareli'nde "komünistlik" suçlamasıyla yargılandı, iki yıl tutuklukaldı ve aklandı. Genç yaşına karşın Kırklı yılların en ünlü şairleriarasına giren, adı Nazım Hikmetlerle, Orhan Şaik Gökyaylarla,Attila İlhanlarla, Faruk Nafiz’lerle birlikte anılan, şiire yeni bir tat,yeni bir hava getirdiği kabul edilen Niyazi Akıncıoğlu birden sustu.Cezaevinden çıktıktan sonra içine kapandı. Münzevi bir yaşamayöneldi. Ölümünden sonra tüm yapıtları “Umut Şiirleri” adıylayayınlandı.

Niyazi Akıncıoğlu şiirlerinde divan ve halk şiiri motiflerinden ustaca yararlanmasını bildi.

Sayfa 81

Page 82: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

Halk şiirinin söyleyiş özelliklerini ve sesini başarılı bir şekilde kullandı. Asım Bezirci onuniçin, "Akıncıoğlu -Nâzım Hikmet'ten sonra, ama Enver Gökçe ve Ahmet Arif'ten önce- halkşiirinden yararlanan ilk toplumcu şairdir" demekte. Kuşaktaşı ve arkadaşı Mehmed Kemal,onun için şunları söylüyordu: “Edebiyat alanına çıkarken büyük şairlerin tavrı ile çıkmıştı.Çıkışında yücelik, şairlik vardı. Birkaç dize yazmış, kendini kabul ettirmişti. Onunla aynıbüyük şiir yazanlar anılırken, dergilerde yazılar çıkarken; cezaevi sonrası şiirden uzaklaşırgibi olduğunda unuttular ve unutturdular…. Bir şiir dili kurmayı becermişti. Ama diligeliştirmek, daha çok işlemek direncini gösteremedi, gösterebilme fırsatı vermediler…”Ölümünden sonra tüm yapıtları, Hacan Yayınlarınca “Umut Şiirleri” adıyla yayınlandı.

Akıncıoğlu, karamsarlığa yer vermeyen, gelecekten umutlu şiirler bırakmıştır gelecekkuşaklara. O, kendi şiirini olgunlaştırmasına, demlenmesine fırsat verilmeyen bir kuşağınşairi olarak şiirleriyle belleğimizde yaşayacaktır hep.

"Nakışında bülbül ötmüyor,Çiçek açmıyor kumaşların.Çatlamış arından kanter içinde:Toprağın derdi büyük,Başağın yükü ağırSilâh çatmış ifritler harman yerinde;Kulakları sağır,Gözleri kör

Görmüyorlar güneşi,Bu sesi duymuyorlar;Nankör, nankör insanlar.Bu ses ki pervaz-pervaz,Bu ses ki şehir-şehir,Ve köy köy ve dağ dağ,İnsanın sesidir; insanı arar."

(Vatanlar Masalı şiirinden)

PUŞKİN YAPITLARIYLA YOL GÖSTERİYOR BİZE...

Rus ve Dünya Edebiyatının en büyük şair-yazarlarından Puşkin’i 10 şubat 1837’de yitirmiştik.38 yıllık yaşamında verdiği yapıtlarla DünyaEdebiyatında silinmez bir iz bırakan Puşkin,ölümsüz yapıtlar üretmesinin yanında özgürlükçü,korku bilmez ve atılgan kişiliğiyle de şairlere,yazarlara yol göstermeye devam etmektedir

Puşkin, çağdaş Rus Edebiyatı’nın oluşmasına ençok katkıda bulunan yazın ve düşün adamıdır.Puşkin, klasik Batı edebiyatını ve Rus halk ruhunusentezleyerek, Rus Edebiyatı’nda gerçekçilikakımını başlatan sanatçıdır. Belinski'nin sözleriylePuşkin'in şiiri; “fantastik, düşsel, yalancı ve hayali

denecek kadar ideal olana yabancıdır. Gerçekliğe bütünüyle nüfuz eder; Puşkin, yaşamı

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 83: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

Toz pembe göstermez, ancak onu doğal, gerçek güzelliğiyle ortaya koyar.'' Şairinsanatsal gelişimindeki bu yeni yönelimi ve bunun niteliğini ilk farkedenlerden biriGogol’dur. ''Puşkin Üzerine Birkaç Söz''adlı makalesinde: “Puşkin, olağanüstü bir olaydır”der. Dostoyevski ise, “Bana kalırsa aynı zamanda bize gelecekten bir haberdi Puşkin.Evet, biz Rusların arasına tıpkı bir peygamber gibi geldi. Petro’nun devrimleri üzerindenkoca bir yüzyıl geçmişti, kendi gerçek benliğimizi yeni yeni kavramaya başlamıştık.Puşkin’in gelişi önümüzdeki karanlık yola yeni bir ışık saçtı, bize yardımcı oldu. Buanlamda Puşkin bize gelecekten haberler getiren peygamberimizdir” demişti.

Gerçekçilik, Puşkin'in 1830’lu yılları sanatsal yaratıcılının temel bileşenidir. Şair,yaşamının en zor dönemlerinde bile gerçekliği büyük bir dikkatle izlemekten vazgeçmez.Gerçek dünyadan, toplumsal yaşayıştan, insana özgü özlemlerden ve duygulardan sapanher şeyi kararlı bir biçimde reddeder.' Puşkin, her şeyden önce şairdir. Ona asıl ünkazandıran yapıtları, Rus ve Dünya edebiyatına bıraktığı ölümsüz şiir mirasıdır. Ama öyküve romanlarıyla da dünya ölçüsünde ünlü ve önemlidir.

Rus Edebiyatının öncü şair ve yazarlarından Puşkin’i, 10 şubat 1837’de yitirdik. 38 yıllıkyaşamında verdiği yapıtlarla Dünya Edebiyatında silinmez bir iz bırakan Puşkin, ölümsüzyapıtlar üretmesinin yanında özgürlükçü, korku bilmez ve atılgan kişiliğiyle de şairlere,yazarlara yol göstermeye devam etmektedir.

TUTSAK

Zindandayım, nemli bir karanlıktaBeslediğim genç kartal, avluda,Altında parmaklıkların çırpıyor kanatlarınıGagalarken kanlı bir yiyecek parçasını,

Gagalıyor ve fırlatıyor, gözleri pencerede,Sanki aynı arzuyu taşıyor benimle.Bakışı ve çığlığıyla diyor ki tutsaklık yoldaşım:“Vakit geldi artık, uçalım dostum, uçalım!”

Bizler özgür kuşlarız, hadi davran!O beyaz dağa doğru, daha öteye bulutlardan,Denizin gökyüzüyle buluştuğu maviliklere,Sadece rüzgârın ve benim gidebildiğimiz o yerlere...

PUŞKİN

(1822 / Türkçesi: Ataol Behramoğlu

Sayfa 83

Page 84: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

UMUDUMUZUN VE KAVGAMIZIN ŞAİRİ: HASAN HÜSEYİN…

Edebiyatımızda 1940 kuşağı sonrasısosyalist gerçekçi edebiyatımızın önemligür seslerinden olan Hasan HüseyinKorkmazgil’i, 26 Şubat 1984’te yitirmiştik.28 yıl sonra da, çağımızın dayattığı vepompaladığı bütün ezilmişlik, bütüntükenmişlik, bütün siniklik, bütün döneklikbombardımanlarına karşın onun şiirleri,dağlardan okyanuslara, kırlardankentlere bir çağlayan gibi gürlemekte,yankılanmakta.....

Hasan Hüseyin, 1940 kuşağı ile 1960kuşağı arasında şiir yazmaya,yayınlamaya başladı. Ama o dönemin

parlak akımı 2.Yeniye bulaşmadı Buna karşın 2. Yeniyle gelen dilin kullanımözgürlüğünü, anlamın akışını daraltmadan işledi... Şiirleri çok sesli bir koronun haykırışıgibidir. Şiirlerindeki bu nitelikler, onu çağdaş ve daha eskilerin içinde öne sürükledi... Birdönem, Nâzımdan sonra en fazla satılan şiir kitapları onun kitapları oldu. Kitaplarıtoplatıldı. Şair, zindanlarda kelepçelerinin karasında ak güvercinler gibi şiirler yazmayadevam etti. Edebiyatımız bugün de çelik mengeneye alan fildişi kule baronları önce onugörmezden geldiler... Ama baktılar ki, bir sel gibi önüne dikilen burjuva eleştirmenlerinbentlerini yara yara geliyor... O zaman yarı buçuk, Hasan Hüseyin’i kaale almazorunluluğu duydular.... Artık kendileri eleştirmeye çekindiler.. Ama yanlarına çekereközlerini boşalttıkları fildişi kule solcularına eleştiri yazdırdılar Hasan Hüseyin için.

Bugün de Hasan Hüseyin’in şiirlerine dudak bükenler, onun ölümü üzerinde geçen buncazamana karşın şiirlerinin gençliğinden hiçbir şey yitirmeyişi karşısında şaşalamaktanbaşka bir şey yapamıyorlar. Onun şiirleri dünyanın bütün nehirlerinde “kızılırmakkızılırmak” akmayı sürdürüyor.

Eşi Azime Korkmazgil’in şu sözleri onu daha iyi anlatıyor: “Bu seslenişte, asla bezginlikyoktur, bunalmışlık yoktur; herhangi bir inancın yitirilişi ve davaya boşvermişlik yoktur.Umut, bir noktada öfkeye yenilirse, öte yandan çıkar günışığına. Ozan kendini, yaşamınorta yerinde bir görev yüklenmiş olarak bulmuştur; bundan caymak, buna sırt çevirmek,ölümle yenilgiyle yokoluşla eşanlamlıdır. O buna, ürettiği hiçbir yapıtta geçit vermez.Gözünün değdiği her alanda eleştirmen, düzeltmen ve eğiticidir. Şu yandan bakıncakaranlık gördüğünü evirir çevirir, ışıklara yöneltir ve okuruna öyle sunar. Hem halkçocuğudur, hem de halkçıdır. Günün 24 saati ona yetmez; bir çığır, bir ipucu bir yolakbulmuştur, atlar zıplar gerilir atılır engeli aşar, gözünü diktiği ışığa kavuşturur bilinci. Yenik

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 85: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

düşse, kanter içinde kalsa, kolu kanadı kırılsa da vazgeçmez: Onun için vargı bellidir,silkelenir, işini sürdürür. Felsefesi bu; mutluluk yorulmamakta, üretmekte, güzel bir şeyyapmakta, yaptığını savunmaktadır. insancıdır; hem birey önemlidir

onun şiirinde, hem toplum; ikisinde de gerçekçi, fakat kıyasıya eleştiricidir. Israr, en büyüközelliği; ozan ve yazar, halkın gözü ve kulağı olmalı, umut ve dayanıklılık aşılamalıdır.Züppelikten, çıtkırıldımlıktan ve gevezelikten tiksinir; onun gözünde aydın, aydın olmanınciddiyetini ve sorumluluğunu taşımalıdır; değerleri, estetik beğençten süzmelidir, seçtiğinesahip çıkmalıdır. Kötümserlik, karamsarlık aşılamaya hakkı yoktur aydının!.."

Hasan Hüseyin şiiri, şiirin gereklerini düşünceye feda ediş yanlışlarını düzeltmiş, böyleceşiirin gereklerini yalnızca şairane söylemde arayan; teknik sonuçları, o tekniğin taşıdığıyüke göre değerlendiren ve bunun sonucu olarak da, beğeniyi kısırlıktan kurtaran bir şiiranlayışını ortaya çıkarmıştır. Hasan Hüseyin, şiiri; derin duyarlılığı, gür sesi, geniş soluğu,renkli hayali, işlek Türkçesiyle diyalektik bir görüş ve insancıl bir bakışa yaslanan hayat vetabiat sevgisi, barış ve özgürlük tutkusu, devrim ve bağımsızlık özlemiyle kaynaşan bir şiirdüzeyine yükseltmeyi başardı.

Dün Kavel Direnişini dalgalandıran şiirleri, bugün de grevci işçilerin, direnişçilerinin ağzında,bağlamanın, gitarın tellerinde daha güzel bir dünya özlemiyle çınlamaktadır.

GÖRSEL ÇALIŞMA: ADNAN DURMAZ

Sayfa 85

Page 86: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

FAŞİZME KARŞI DİRENİŞİN ÖLÜMSÜZ ŞAİRİ: RENÉ CHAR...

Fransız şair René Char 14 Haziran1907'de L'Îsle-en-Sorgue'da doğdu, 19Şubat 1988'de Paris'te öldü. AvignonLisesi ve d'Aix-en-ProvenceÜniversitesi'nde öğrenim gördü.İkinciDünya Savaşı'nda Nazi işgaline karşıDireniş Hareketi'nde görev alarakProvence bölgesinde 'Yüzbaşı Alexander'takma adıyla bir taşra çetesininkomutanlığını yaptı. Savaştan sonradoğduğu yer olan L'Îsle-en-Sorgue'ayerleşti. René Char kendinden sonrakikuşakları hem biçem hem de içerikaçısından etkilemiştir. BaşlangıçtaGerçeküstücülüğü benimsemiş, sonradanuzaklaşmış; özdeyişler ve yoğun imgelerlegelişen kısa ve özlü şiirler yaratmış,mağrur ama gösterişsiz bir alay içeren,

yer yer ahlaksal bir boyut taşıyan ekonomik ve son derece içe dönük kavramsal şiireyönelmiştir. Düzyazı şiirler de yazan Char, karşıt düşünceleri iç içe geçirişiyle Heraklitos-Heidegger esintileri de barındıran farklı ve özgün bir söyleyiş elde etmiştir. 1966'da tümyapıtları için Eleştirmenler Ödülü'nü (Prix des Critiques) almıştır.

Şiire bakışını bir yazısında şöyle anlatır:“Ozanım ben, ey aşkım, senin ufkunun doldurduğu kurumuş kuyuların yöneticisi.Yaşamın yalanladığı, ozanın yeğlediği deneyim.Şiirin merkezinde, bir çelişki bekliyor seni. Hükümdarındır o senin. Dürüstçe savaşonunla.Şiirde, dönüşmek uzlaştırmaktır. Ozan gerçeği söylemez, onu yaşar; ve onuyaşayarak, yalana dönüşür. Musaların çelişkisi: şiirin doğruluğu.Şiirin dokusundaki gizli tünellerin, uyum odalarının, aynı zamanda da geleceköğelerinin, güneş siperlerinin, aldatıcı yolların ve birbirlerine seslenen varlıklarınsayısı eşit olmalıdır. Ozan bir düzen oluşturan tüm bunların salcısıdır. Vebaşkaldıran bir düzendir bu.Ozanlar, alarm çanlarının çocukları.Şiir ölümümü çalacak benden.İnsanın kendisiyle ve dünyayla ilgili bir parçacık hata olmadan, ilk sözcüklerde birtutam saflık olmadan şiire başlanamaz.Şiir büyük bir sevinçle elimizde tuttuğumuz, bize göründüğü anda, kırağıyla kaplısapının üstünde, çiçeğin çeneğinde, geleceği belirsizleşiveren o olgunlaşmışmeyvedir.

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 87: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

Bak işte yine baş başayız, ey Şiir. Geri döndünse, bir kez daha seninle, gençdüşmanlığınla, dingin uzam susuzluğunla boy ölçüşmem ve sahip olduğum odenge sağlayıcı yabancıyı senin sevincin için hazır etmem gerekiyor demek.”

RED TÜRKÜSÜ

__Partizanın işe başlaması__

Şair, uzun yıllar için babanın hiçliğine döndüOnu seven sizler ne olur çağırmayın. Eğer kırlangıçkanadının toprakta bir aynası kalmadı diye düşünüyorsanızbiraz unutun bu mutluluğu. Acıyı tasarlayanartık kızaran ölgünlüğün içinde görümez oldu.Ah, güzellik ve gerçek öyle kılsın ki kalabalıkça varolunkurtuluş salvolarında!

RENE CHAR(Türkçesi: Okay Gönensin)

AYDINLIĞIN ÖNCÜSÜ GİARDANO BRUNOKARANLIĞA KARŞI MÜCADELEDE YOL GÖSTERİYOR…

"Pişmanlık duyacağım hiçbir düşünceyibenimsemedim. Siz karar verirkenkorkuyorsunuz. Ama ben onu dinlerkenkorkmuyorum."

Bu sözlerin sahibi Giardano Bruno, 17 Şubat1600 günü odun yığınlarına doğru ilerlerkendonuk ve solgundu, işkenceler yüzünden çokkan kaybetmişti. Güçsüz ve zayıftı. Etleri bazıyerlerden kemiğine kadar parçalanmıştı.Eklemleri tekerlek işkencesinden yırtılmıştı.Odun yığınına götürüldüğünde yüzüne öpmesiiçin İsa'nın çarmıhtaki yontusu tutuldu. O,küçümseyen bakışla kafasını çevirdi. Yüzlerce

Romalının toplandığı çiçek meydanında odunlar tutuşturuldu. Yel ateşi körükledi. AlevlerBruno'nun ayaklarına yaklaştı. Elbisesini sardı. Papazlar dikkat kesilmişti. Bruno hiçolmazsa bu son dakikada pişman olup fikirlerinden döner miydi? Umutları boşunaydı,Bruno'nun ağzından ne bir söz, ne bir inilti çıkacaktı...

Sayfa 87

Page 88: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

İnsanlık tarihi, özgürlük yürüyüşüdür. İnsan bilinçlendikçe özgürleşmiş, özgürleştikçebilinçlenmiştir. Tarih boyunca mutluluğu ve özgürlüğü arayan insanoğlu, karşısında hepzorbalığı bulmuş, işkencelerle, ölümlerle, baskılarla dolu yolda ilerlemiştir."Başkaldırıyoruz o halde varız" diye haykırıldığı zaman insanlık tarihi başlatılmış veözgürlük yolu açılmıştır. Ölüm kararını Bruno'ya bildiren yargıç, ondan şu cevabı almıştır:"Ölümümü bildirirken siz benden daha çok korkuyorsunuz". Bruno’dan bize kalanönemli bir miras da şu sözde saklıdır:

"Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmektenkorkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa heryerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babalarıolan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedefolarak yaşadım."

BERTOLT BRECHT FAŞİZME KARŞI KAVGAMIZA OMUZ VERİYOR HÂLÂ...

Faşizme karşı ürettiği yapıtlarıyla meydan okuyanşair, yazar düşünür Bertolt Brecht’in doğumunun115. Doğum yıldönümünü kutluyor; mücadelesinisürdürmeye devam ediyoruz. Büyük insan Brecht,10 Şubat 1898 yılında doğmuştu.

Brecht, 1. ve 2. paylaşım savaşları, Hitler faşizmininvahşeti ile birlikte yaşadığı dönemde edebiyattanşiire, sinemadan tiyatroya kadar değişik alanlardabirçok eserler verdi. 50’yi aşkın oyun, yüzlerce şiir,film senaryoları, radyo oyunları… “Sanat üretimdir”diyordu. Yaklaşık otuz yıl boyunca kılı kırk yararak,önüne çıkan birçok zorluğu devirerek, yaratıcılığınsınırlarını zorlayarak soluk soluğa geçen bir yaşam.Tiyatroda çığır açan “epik tiyatro”…

Diyalektiği sanatına uygulamak, Brecht’in epiktiyatrosunun çıkış noktasıdır. Sanatı sınıf savaşınahizmet etmeli, onun üreten bir parçası olmalı,düşündürtmeli, kavratmalı, ateşlemeli… seyirci, sınıf

savaşımının aynasında kendini görür gibi izlemeleri tiyatroyu, şartlarını görebilmeli.Başka türlü de olabileceğinin kıvılcımları çakmalı beyninde.

Brecht’in sınıf mücadelesine sanatsal cepheden sunduğu katkılar ve eserlerindeburjuvazinin çıbanbaşlarını delmesi, ölümünden sonra bile burjuvazinin ona yöneliksaldırılarını sürdürme-sine neden oldu.

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 89: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

Şurasını biliyoruz ki, Brecht’te temel olan, eserlerindeki devrimci öz, devrimcidönüştürücülüktür. Bugünün devrimci sanatçılarının da Brecht’ten alacakları şey, buolmalıdır:

KOMÜNİZME ÖVGÜ/ BERTOLT BRECHT

Akılcıdır o, anlar herkes. Kolaydır.Sen sömürücü değilsin,onu anlayabilirsin.Senin için iyidir o. Sor ve ara onu.Aptallar aptalca der ona.Ve pislik içinde yüzerler.Ona pis derler.

Sömürücüler onun suçolduğunu söyler.Fakat biz şunu biliriz,O sonudur suçun,O çılgınlık değilsonudur çılgınlığınO bilmece değilTersine çözümdürO basittir.Fakat güçtür gerçekleştirilmesi…

ÇAĞRI / BERTOLT BRECHT

Doğrudur yıldırımın düştüğü, yağdığıyağmurun,Bulutların rüzgarla sökün ettiği.Ama savaş öyle değil, savaş rüzgarlagelmez;Onu bulup getiren insanlardır.Duman tüten topraktan bahar boyunca,Dökülüp yükselir birden gökyüzü.Ama barış ağaç değil, ot değil kiyeşersin:Sen istersen olur barış, istersençiçeklenir.Sizsiniz uluslar, kaderi dünyanın.Bilin kuvvetinizi.Bir tabiat kanunu değildir savaş,Barışsa bir armağan gibi verilmezinsana:Savaşa karşıBarış içinKatillerin önüne dikilmek gerek,” Hayır yaşayacağız!” demek.İndirin yumruğunuzu suratlarına!

Böylece mümkün olacak savaşı önlemek.Onlar demir çeliği elinde tutan birkaçkişidir,Yoktur karabasandan bir çıkarlarıDünyaya bakıp “ne küçük” derler,Bir şeylerle yetinmezler acunda,Para hesap eder gibi hesaplıyorlarbizi,Savaş da bu hesabın ucunda.Ürkmeyin tutmuşlar diye suyun başını:Korkunç oyunları, davranın, bitsin.Söz konusu olan çocuğundur, ana:Koru onu, dikil karşılarına,Biz milyonlarca kişiSavaşı yener miyiz?Bunu sen bileceksin.Bunu biz bilecek, biz seçeceğiz.Bir de düşün “Yok!” dediğini:Düşün ki savaş geçmişin malıve barış taşıyor gelecekten.

ÇEVİRİ : ATTİLÂ TOKATLI

Sayfa 89

Page 90: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

EĞER BİR BİRE EŞİT OLSAYDI

Durmaksızın bağırıyordu öğretmentahtanın önünde

kızgın mı kızgındıtebeşir tozluydu elleri

ama arka sıradakilerkimi pestil paylaşıyorkimi karıştırıyordu elindeki

resimli dergiyi

denklemler yazıyordu coşkuyladüzgün elyazısıylazalimlerin yürek rengi tahtanın üstüneyazdı yine“bir eşittir bire”öğrencilerden biri kalktı ayağadiğerleri kalkmadı —bu her zaman böyledir—ve “yanlıştır” dedi “bu denklem” yavaşça

çocuklar şaşkın gözlerle süzdüler onuöğretmen duraksadısordu ayaktaki çocuk“diyelim her insan bir birimEşit midir yine bir bire”sessizlik—ne güç bir soru—Kızdı öğretmen “evet” dediGülümsedi ayaktaki çocuk“diyelim her insan bir birimNeden ayrılmış insanlarSoylu üstte yoksul altta”

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 91: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

diyelim her insan bir birimneden gümüş yüzlüsü ay gibi üstünneden zenci olan feryatlarla altta

altüst eder bu denklemiher insan bir birim olursa

güldü çocuk sordu çocukeğer bir eşit olsaydı birekim yaşatırdı soyluları varlık içindekim örerdi Çin Seddinikim katlanırdı yoksulluk yüküneeğer bir eşit olsaydı birekimin yüzünde şaklardı kırbaçkim koyabilirdi özgür kuşları kafese

sustu öğretmendinledi, mahzunlaştıyazdırdı çocukların defterlerine“bir eşit değildir bire”

İRANAHMED ZİBEREM

ÇEVİRİ: M. BABEK

Sayfa 91

Page 92: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

FIRTINA

Öldüremeyeceksiniz beniKaçıramayacaksınızIşığından güneşinNe de şiir söyleme sevincinden

Kuramayacaksınız darağacınıAşka şaire güle karşı

Yıkamayacaksınız sarayımın düşleriminKorkutamayacak zincirleriniz küçük çocuklarını ülkeminKirletemeyeceksiniz sanatın surlarını

Ancak karşınızdaKüllerin ölümün tamburlarını bulacaksınız

HayatımUzatıyor kollarını ışığa doğru

Geriye uşaklarDönünüz geldiğiniz yere

IRAK

ABDÜLVAHAP EL BEYATİÇEVİRİ: NURİ PAKDİL

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 93: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

FİLİSTİN

anılarında nasıl sıkışıyor kalbinşiirin nasıl akar bu anıyabugünün suskunluğuna boyun eğmiş kolejlerinkürsülerin kanını örten nazik güzellikleri variktidarlarının toprağın üzerinde dağıldığızamana doğru dönüyorlar

şiirin aşındırdığı yurtsama o denli ağır kio denli üzücü ki yok ediveriyor düşünüşlerikolejleri o eski cennetleri

doğurgan nehirlereyaşam akıyor kolayca gölgeliğinde

bu renk büyütüyor bakışlarımızı

Araplarçok uzun süre yürüdük gecededüşmanlar kırıp geçirmedi mi yurdumuzuBarışseverdik öyleydik biz doğruartık uyandırsın bizi verdiğimiz sözlerimizsaldırana karşıey arap volkan gibi püskürt öfkeni

ey Filistin övünçlerimizin incisisayısız taş sana özsaygının simgesi

LÜBNAN

SALİM EL ZÜRKALİÇEVİRİ: NURİ PAKDİL

Sayfa 93

Page 94: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

KIR PUTLARI

Düşler şairiYakıyor fenerleriniKaranlıklarıyla geceBesliyor saçma imgelerini

Kır putlarını Hayal kuranİnsanlarla arada kalanKalabalığında dünyanınKır putlarını

Koş kıvancaEy zayıflamış kalbimGül eski sertliğineUyuyanı ayağa kaldıranSesleri dinleÖlülerdir şaşanlarKonutlarının cennetinde

Yükselen kuyusunda yaşamınYankının tutkunu senGeleceğin koşanFallarını adlandıranBak büyüsüneMutlu şimdiki zamanın

Yaşayanlarla gelGirGülUğultusunda yaşamın

MISIRABDÜLKADİR EL KATT

ÇEVİRİ: NURİ PAKDİL

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 95: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

ŞİİR YAZMAK

Arıyorum benSevincin filiziniYadsıyorum düzeniŞölen için alıyorumGüneşi ve gölgeyiDingin yaşamdan

Söylemekten korkulanıben söylüyorumYapmaktan ya da adlandırmaktanÇekindiklerini onların

İşim olduğunu söylüyorumİstiyorum o sıradaDavranışımda uyuşup kalmışİtirafımı coşturmayı

Bir şiir yazmakDelice bir güven değilNe ki iyidirKardeşçe yol sevilinceBu sitemli dünyadaSolgun çiçek serpilirKayanın tuzunda

SURİYE

ŞEVKİ BAĞDADİÇEVİRİ: NURİ PAKDİL

Sayfa 95

Page 96: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

KARDEŞİMBizim yarınlar

BuluşmaSonsuz temaşaYeni günle yeni umut bizimKabarık denizi gününÇıplak kazma yiğitlik bizimDahamız var kardeşimElimiz var

Rüzgâr altındaki tarlalar bizimYetmiş ekinler çoktandırAltın hevenkli palmiyelerHazır sert bıçağaZeytin ağaçlarıSarı yakut taçlı bizim

Bu sürü mağrurOvalarYaylalar bizimEteklerinde dağlarınCanlı flütü çobanlarınYalıyor bolluk her yanıLavanta çiçeği yeliEy yumşak solukEy serin soluk Gece oldu mu evlerdeYanan bu ateş bizim

Düşlerin dumanlarıYavaş konuşmaları

Ne sen kardeşim ne benYittik yalnızcaVar anlaşmamızÇabamızBu yol coşkulu sevinç aşkÖylesine cömert ki yarınBinlerce ufuklu bu yeni umutEy durmadan gün ağarmasıBizim yarınlar

BuluşmaSonsuz temaşa

TUNUS

AHMED EL MUHTAR EL VEZİRÇEVİRİ: NURİ PAKDİL

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 97: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

CEZAYİR

Ezilmiş ağırlığı altında başkasınınEy bükük boyunlu halkBilBaşkandı arap eskidenTopraktan çoban yıldızına değinÜstünde doğduğun bu toprakKazandırmadı mı sana saygınlığı ünüÇevir de yüzünüBakGerçek kalıtın yurdundurKoruGözetSavunBu yurt senin içingüneşin üstünde parladığı annedirKutlula sevYoksulun savunması bir savaş ola yaşamınkuşan silahlarınıartsın direncin dahavar mı yurdunda bir fabrika yazık

Bu şimdiBir ülkedir yıkımda

CEZAYİR

MUHAMMED EL-İD HALİFEÇEVİRİ: NURİ PAKDİL

Sayfa 97

Page 98: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

BAHÇEDEKİ GÜVERCİN

Güvercin bahçede işte uyandırılmış acılarımEzgisi tutulduğunda yurtsamayaHiçbir ölçünün sınırlayamadığıSesinle yardım mı etmek istiyorsun banaRuhunu kanını ateşleyip körüklediğinBırakacak mısın yabancıyı kaçmayaBahçedeki güvercin özgürsün senGeçebiliyorsun bir daldan öbürüneAvlayacaklar mı sezdin mi bir korkuGidiyorsun alıp başınıKonumu daha güzel yerlere doğru

Düşündün mü hiç beni güvercin eziliyorumBuralardaBenim toprağım değil buralar ne de Bu ülke yurdum benim

Etimde ruhumda çelikleşen ilkeyiSürgünle yadsıyorum sanma güvercinSürgünCezaeviNedir ölüm sevi içinOnu geri veren bir ülkede

FAS

ALLÂL EL-FASSÎÇEVİRİ: NURİ PAKDİL

Emeğin Sanatı 165. Sayı

Page 99: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

15.12.2014 Yıl: 9 Sayı: 163

Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:AGOSTİNHO NETO:Angola'nın ünlü şairi ve Angola Devlet Başkanı (1975-1979) Ülkesinin kurtuluş savaşınaönderlik eden Neto’nun Angola halkının kurtuluş kavgasıyla şiiri sıkı sıkıya ilişkilidir. Angola Kurtuluş İçin HalkHareketi’nin başkanlığını yaptı. Tıp Eğitiminden sonra 1960'da harekete liderlik etmeye başladı ve olaylaresnasında Portekizlilerce 30 sivil öldürüldü, yaklaşık 200 kişi yaralandı. Neto; Portekiz koloni makamlarınca aynıyıl tutuklanarak Lizbon'da hapse atıldı. Hapisten kaçan Neto; önce Fas'a sonra da Zaire'ye gitti. 1962 yılındakurtuluş savaşına devam etmek üzere ülkesine döndü. Angola halkının Portekiz sömürgeciliğine karşı verdiğikurtuluş savaşı, şair Neto'nun önderliğinde başarıya ulaştı. 1969-1970 Asya Afrika Yazarlar Birliği'nden LotusÖdülü'nü aldı. (1975-1976) yılında Lenin Barış Ödülü'nü kazandı. Kanser tedavisi sürerken Moskova'dahastanede sonsuzluğa yürüdü.JORGE REBELO:1940 doğumlu Jorge Rebelo, MOZAMBİKli şair, avukat, gazeteci . Portekize karşı Mozambikligerilla grubu ile direnişin öncülerinden oldu. Şiirlerinde Mozambik özgürlükmücadelesini, bağımsızlık içinmücadele, direniş çağrıları öne çıkmaktadır. Özgürlük savaşını ve savaşanları över, yoldaşlarını motive eder ,kavgaya çağırır. Bu şiir, Mozambik özgürlük mücadelesininen şiddetli günlerinde, kendisiyle gizlice görüşmeyegelen iki İsveçli gazeteciye verilmişti. Rebelo, 1975 yılında ülkenin bağımsızlığını hemen sonra Mozambik'inenformasyon bakanı ve ülkedeki en güçlü adamlarından biri oldu.ELLİS AYİTEY KOMEY:(1816-1887) Proletaryanın sesini, sosyalizmi türküleri ve şiirleriyle dünayaya yayanşairdir. Enternasyonal’ın sözünü yazan şairdir. Önceleri işçi olarak çalıştı. 1848’de barikatlarda dövüştü. 1871Paris Komünü’nde milletvekili seçildi. Komün yıkılınca ABD’ye sığınmak zorunda kaldı. Gıyaben ölüm cezasınaçarptırıldı. Sürgünde kaldığı sürece türkülerini yazmaya devam etti. 1880’de aftan yararlanarak Fransa’yadöndü. İlk şiir kitabını o yıl yazdı. 2. kitabı «Devrim Türküleri» ölümünden sonra yayınlandı. Yoksulluk içindeöldü ama yazdıklarıyla arkasında ölmeyecek bir anıt bıraktı.DENNIS BRUTUS: (1924-2009) Zimbabweli sporcu, spor yöneticisi, özgürlük savaşçısı, şair. 1960olimpiyatlarına hak ettiği halde siyah tenli olduğu için seçilmeyince bu kararda egemen olan Anti-CAD’a (SiyahîKarşıtı İşler Dairesi Başkanlığı organizasyonu) direnir bunun sonunda ilk kez hapse atılır. 18 ay hapistençıktıktan sonra da mücadelesini sürdürdü Güney Afrika’da siyahların yazması ve yayınlaması yasakken o illegalyollardan bu yasağı deldi. Asma sonunda tekrar tutuklandı. Nijerya hapiste iken MBARI Şiir Ödülü'nü alan ilksiyah şair oldu. Ancak Brutus, ödülü ırkçılığı protesto etmek amacıyla geri çevirdi. 14 şiir kitabı olan Brutus,Daha sonra yurt dışına çıktı. Denver Üniversitesi, Northwestern Üniversitesi ve Pittsburgh Üniversitesi ‘ndeAfrika edebiyat tarihi üzerine dersler verdi. Buradan emekli oldu. Amerika’da öğretim üyeliğini sürdürdüğüyıllarda da ABD’de Apartheid karşıtı gösterile düzenledi, kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Apartheid bittiktensonra Güney Afrika'ya döndü. 2008 yılında sanat ve kültüre katkıları, ömür boyu gösterdiği özverili mücadelesinedeniyle Güney Afrika Lifetime Onur Ödülüne layık görüldü. Brutus, tüm zamanların dünyanın en iyi şairleriarasında yer aldı. Korkusuz bir adalet savunucusu, ve büyük bir hümanist ve öğretmen oldu.

Kaynak: Yansıma Dergisi Sayı 30, 1974, Kurtuluş Hareketleri Ve Direnen Şiir Özel Sayısı

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostları, [email protected] adresine gönderebilirler.

Not: e-dergimize yapıt göndermek isteyen dostlar, [email protected] gönderebilirler. Facebook grup adresi: https://www.facebook.com/groups/emeginsanatidergisi/?ref=ts&fref=tsTwitter adresi: http://twitter.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Kitaplığı: http://issuu.com/emeginsanatiEmeğin Sanatı E-Dergi: http://issuu.com/emeginsanati-dergi

DÜNYA ŞAİRLERİNİN KISA ÖZGEÇMİŞLERİ:AHMED ZİBEREM: İran’ın kuzeyinde Enzeli kentinde doğdu. Hayatı hakkında detaylı bilgi yoktur. Bir süre balıkçılıkyaptıktan sonra Tahran’da bir kütüphanede çalıştı. 1972’de Şahın askerlerince katledildi. Ziberem, şiir çalışmalarıkitaplaşamamış, seçkilerde yer almıştır daha çok.ABDÜLVAHAP EL BEYATİ: Abdülvahap El Beyati (1926-1999) Çağdaş Irak şairlerinden ve serbest nazım hareketininöncülerindendir. Yüzyıllar boyunca yaygın olan geleneksel şiir formuna meydan okudu. Daha sonraları Arap edebiyatıüzerine kitaplar yazdı. Şiirlerinde toplumsal olayları dramatik bir dille işler. Pek çok şiir kitabı vardır.SALİM EL ZÜRKALİ: 1903’de Baalbek kentinde doğdu. Öğrenimini Şam’da yaptı. Bir süre ilkokul öğretmenliğiyapıldıktan sonra, önemli bir göreve atandı. Arap gazetelerinin çoğunda yayımlanan şiirlerinin en büyük özelliği, gerginbir hitabetle yüklü oluşudur. Hayatı ve sanatçı kişiliği ile ilgili ayrıntılı bilgiye ulaşılamadı.ŞEVKİ BAĞDADİ: (1928) Şam’da Arap Edebiyatı öğrenimi yaptı, daha sonra bu alanda öğretmenlik yaptı. Şiirlerinin yanısıra araştırmalarıyla tanındı.ABDÜLKADİR EL KATT:(1916 - 2002) Kahire Üniversitesinde edebi eleştiri profesörlüğü yaptı. 1964 1992 yıl arasındaçeşitli dergilerde editörlük yaparak genç seslerin ortaya çıkmasını sağladı. Çağdaş Arap Şiirinde Duygusal Eğilimleradlı kitabıyla edebiyat 1980 Kral Faysal Uluslararası Ödülü'nü kazandı. Hep yeni şiirsel denemeler içinde olduMUHAMMED EL-İD HALİFE: (1902-?) İlk ve orta öğrenimini cezayirde, yüksek öğrenimini Tunus Zeytûna Üniversitesindeyaptı. Kuzay Afrikada çıkan dergilerin, gazetelerin çoğunda şiirleri, yazıları yayınlandı. El-İd Halife, bize bugün içinyapmacıklı gelen süslü bir anlatıma bürünmüş şiiriyle Ortadoğu Arap şiirinde önemli bir yer tuttu. Cezayir için 20.Yüzyılın şiirinin öncüsü olarak değerlendirildi.ALLÂL EL-FASSÎ: (1910 - 1974)Aynı zamanda büyük bir yurtsever eylemci olan şair, ülkesinin bağımsızlık savaşına birgerilla olarak katıldı. 1937’de sürgüne gönderildi. Ülkesine ancak 1946’da dönebildi. Daha sonraları bakanlık vemilletvekilliği yaptı.AHMED EL MUHTAR EL VEZİR: (1912 – 1983) Tunus Zeytûna Üniversitesinde okudu. Sonra Kahireye giderek uzun süre inceleme ve araştırmalarda bulundu. Gençlik dönemlerinde başladığı şiiri 1957’ye doğru terk etti. Şiirlerinin çoğu El-Fikr dergisinde yayınlandı. Bu şiirler dönemin Arap şiiri içinde özgünlüğü ile dikkat çekti. Önceleri Ulusal ve ahlakîkonularda şiirler yazan şair, sonraları sömürgeciliğe karşı mücadeleyi ve çekilen acıları konu aldı. Daha sonra insanlar arasında sevgi ve kardeşliği yayma amaçlı şiirler yazdı.KAYNAK: Çağdaş Arap Şiiri, Seçki, Nuri Pakdil, Edebiyat dergisi Yayınları, 1976, Ankara Göl Uykusunun Ötesinden, Çağdaş İran Şiiri Seçkisi, Çeviri: M. Babek, Mayıs Yayınları Ocak, 1984, Ankara

EMEĞİN SANATI E-DERGİAylık Sosyalist Kültür/Sanat E-Dergisi

15.02.2015 Yıl: 9 Sayı: 165

Yayınlayan: Emeğin Sanatı Kolektifi© Dergide yayınlanan eserlerin her türlü hakkışair ve yazarlarına, görsel sanatçılarına aittir.Kaynak gösterilmesi koşuluyla alıntı yapılabilir.

Yayın, Tasarım, Düzenleme: A. Z. ÇAMURÖn, Ön İç ve Arka Kapak Görsel Düzenlemeleri: Adnan DURMAZ

Page 100: EMEĞİN SANATI E-DERGİ 165. SAYI