-
1583
Kevser AYDOĞDU *
Bizi Birleştiren Halka Simit
Ozellikle yemek söz konusu olduğunda orijinalinin nerede(n)
olduğuna dair çokça bilgiye ulaşma şan-sımız var, mesnetli ya da
mesnetsiz. Zaman zaman bunun ülkeler, bölgeler, iller arası tatlı
atışmalara sebep olduğuna da şahit oluruz.
Konumuz olan simit de bunlardan biri. Dünya üzerinde simide
benzeyen pek çok örnek sayabiliriz: Avusturya kökenli pretzel,
Polonya kökenli bagel, Ortadoğu kökenli ka’ak. Görüntü ve yapılış
teknikleri olarak birbirine benzemekle birlikte her biri nevi
şahsına münhasır yiyeceklerdir.
Halka biçiminde, has undan yapılmış yuvarlak bir çeşit ekmek
türü anlamında simide, o dönemlerde kullanı-lan “halka simid” ya da
simid-i halka tanımıyla ilk kez 1593 tarihli Üsküdar Şeriye
Sicili’nde rastlanıyor.(no:29 s.127 belge no 1297) 1 akçe ve 135
dirhem yani 432 gr geliyor.1 Bu tanımlamaya bakarak bunun simitten
çok bugün Adapazarı ve İzmit’te özellikle ramazanda ekmek
fırınlarında çıkan halkaya benzediğini görüyoruz. Karamürsel’de
simit dolması, Adapazarı ve köylerinde halka dolması olarak
tüketilen bir yiyecek. İçi kıyma ya da peynirle doldurulan
yumurtaya batırılarak kızartılan bir hamur işi çeşidi.
Günümüz simidini en çok çağrıştıran ürün ise 25 dirhemlik (80
gr) “simid halka” ise 17. yüzyılın ortalarına ait.
Osmanlı’da Fırıncılık-17. Yüzyıl’ın yazarı Mehmet Demirtaş 1651
tarihli mutfak defterinde dönemin padişahı 4. Mehmet’e sunulan
günlük unlu mamuller arasında 95 adet simid halka bulunduğundan söz
ediyor.
İlk kez 18. yüzyıl kaynaklarında halka-ı simid yerine sadece
simid kullanımına rastlanıyor. Hasan Paşazade Mehmed Said
Efendi’nin İstanbul kadılığı Sicilliğinde bulunan narh
defterlerinde simit için uygun görülen fiyat ve gramaj 1 akçe ve 25
dirhem.2
İzmit’e gelince ilk rastlanan kayıt 1812 Seyyid Halil Paşa
Vakfıye’sinde görülüyor. Nerede olduğuna dair bilgi yok sadece
zikredilen meslekler arasında simitçi olarak adı var.
Yine aynı kaynakta, 1844 – 1845 yıllarında tahrir (vergi sayım)
defterlerine dayanarak Hacı Hasan mahalle-sinde bir ekmekçi, Akça
Mescid’de bir börekçi, Tepecik’de bir tatlıcı, Hacı Hürrem ve
Tepecik’de ikişer olmak üzere dört fırından söz ediliyor.3 Ekmekçi,
tatlıcı ve börekçiden ayrı olarak bahsedildiğine göre bu dört
fırının simitçi olacağını düşünebiliriz.
Bunlardan sonra simitle ilgili rastladığımız ilk bilgi, Kel
Ağa’ya (Ahmet Gül) ait bir simit fırını. 1904 Safranbolu doğumlu.
10 yaşında İstanbul’a gidiyor ve 1918 yılına kadar fırınlarda
çalışıyor, kafasında taşıdığı tepsilerde ekmek satıyor.
1918 yılında İzmit’e geliyor ve fırıncılık yapmak üzere İstiklal
caddesinde bir dükkan kiralıyor (günümüzde Arrow ayakkabı
mağazasının olduğu yer). 1936 yılına kadar önce ekmek, daha sonraki
yıllarda yufka ve kadayıf nihayet 1936 senesinde ikinci dükkanda
simit. Bu simit fırını İnönü caddesi 52 numarada. Cumhuriyet dönemi
İzmit’te ilk simit fırını.4 Röportajlarımız sırasında Kel Ağa’dan
Ali Ülker’de bahsediyor.
1900’lü yılların başı, Adapazarı’nda durum şu, Sapanca’dan 10
çocuğuyla birlikte Adapazarı’na bir aile geliyor, İsmail Urgup
(soyadı kanunuyla aile Ürgüplü soyadını alıyor), geliş sebebi
Sapanca’nın o dönemde karışık
* Öğretim görevlisi, Beykent Üniversitesi,
[email protected] Artun Ünsal, Susamlı Halkanın Tılsımı:
İstanbul’da Kara Fırından Simit Saraylarına Simit, Peynir ve Çayın
Türküsü, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları ,
2010, s. 45.2 Artun Ünsal, Susamlı Halkanın Tılsımı: İstanbul’da
Kara Fırından Simit Saraylarına Simit, Peynir ve Çayın Türküsü,
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları ,
2010, s. 49.3 İzmit Esnaf ve Ticaret Tarihi, ed: Hüseyin Erol ve
F. Yavuz Ulugün, Hakan Atmaca, Kocaeli: İzmit Rotary Kulübü, 2013,
ss. 34-35.4 İzmit Esnaf ve Ticaret Tarihi, ss. 61-62.
-
1584
Kevser AYDOĞDU
olması ve ailesinin can güvenliği. Sakarya caddesi üzerinde
Rumlardan bir fırın devralıyor, simit fırını. Ge-rek Adapazarı,
gerekse İzmit’e usta yetiştirecek fırın burası, Ürgüplü ailesinin
ve Adapazarı’nın ilk simit fırını. İsmail Urgup’un çocuklarının bir
kısmı Adapazarı’nda kalırken işi öğrenen diğer kısmı ise İzmit ve
Gölcük’e gelerek simit işini burada yapmaya başlıyor.
Aşağıda yer vereceğimiz röportaj özetlerinden de anlaşılacağı
üzere, İzmit simidinde iki ekol var, Ankara ve Adapazarı. Özellikle
Sıtkı Akşener bu iki ekolu harmanlayarak İzmit simidinin bugünkü
haline gelmesine ön ayak olan kişi.
Sıtkı Akşener’in simit fırını hakkında oğlu Tuncer Akşener ile
görüşmemizde şu konulardan söz etti:
Dedesi Basri Akşener 1918 yılında Rize’den İzmit’e geliyor. Önce
Çocuk Parkı’nın oradaki simit fırınında ha-murkar olarak çalışıyor.
Bu dönemde orada sonradan İzmit’in meşhur tatlıcısı olarak anılacak
olan Mehmet Yılmaz’da hamurkar (Fırıncı Kel Ağa’nın simit fırını).
Sonra 1933 yılında Rumlardan bir ekmek fırını devralıyor. Baç,
Çınarlı Camii karşısında, İnönü caddesi no 314’te. Alt katı taş ve
tuğla, üst katı ahşap olan iki katlı bir bina. Tuncer Bey burayı 3
metre çapında çok da büyük olmayan ama o günkü İzmit nüfusu için
büyük sayılacak bir fırın olarak tanımlıyor. Basri Akşener burada
uzun yıllar ekmek yapıyor. 50’li yılların başında tava simidi,
halka ve galeta işine başlıyor.
60’lı yılların başında Adapazarı’ndan önce Rafet Ürgüplü’nün
kardeşi Reşat sonrasında Cafer Gümüşdal (bu ismi, Sıtı Akşener’in
fırınında çalışmış olan Ali Ülker’de doğruluyor) Erkenap Cevat ve
Halit Dalkılıç Sıtkı Akşe-ner’in fırınına geliyor. (Tuncer Akşener
Adapazarı’ndan usta geldiğini doğruluyor. İsimleri Adapazarı’nda
halen simit fırını bulunan 1948 doğumlu Nail Kurt’tan
alıyoruz.)
Sıtkı bey 62 yılında radikal bir kararla akşam simidi çıkarmaya
başlıyor. O zamana kadar İzmit’te böyle bir alışkanlık yok,
toplumun alışması altı aydan fazla sürdü diyor Tuncer Bey. Niçin
böyle bir karar aldı sorumuza ise şöyle yanıt veriyor:
“Ha bu yenecek bir şey niye akşam yenmesin? Bu bir inovasyon
yani. O zamanlarda modernleşmeye baş-lıyor İzmit. Akşam çayı filan
yaygınlaşıyor. Bisküvi de yok o zaman. Dikkat ederseniz bisküvi
fabrikaları da o zamandan sonra yaygınlaşıyor. Pastaneler böyle
yaygın değil, bisküvi yaygın değil. İnsanların tek ikram edeceği
şey simit. Ve babam akşam simidine başladığı zaman, ilk önce
insanlar yadırgıyor. Ama sonra çok ciddi bir tutulma oldu. Yani
gerçekten; ben hatırlıyorum sonraki dönemlerini. Eee, satıcı
buradan çıkardı. Aşağılar da yeni yapılıyor, demiryolu caddesi.
Zaten bir apartmana gidiyor 70-80 simit satıyor. Yani öyle tutuldu
ki ekmek fırını kadar iş yapıyorduk biz, gece 3’te 4’te başlardık.
Zaten burdaki kuyruk taa yolun başına kadar. Yani öyle satıcılık.
Ben 66-67’yi hatırlıyorum, tezgâhta duruyordum. Babam yalnız,
ilkokul 4’teydim. Simitleri ben sayıyordum. Ben sadece sabah
deftere 90 kişi yazdığımı hatırlıyorum. Muhasebe defterleri vardır,
kasa defterleri… Üç sıra yazardım ben. 33 tane bir sıra. Zaten 2,5
sıra bir kere her sabah olur. Bir de sırayla alıyordu insanlar. O
kadar çok simit satılırdı. Sonra saat 9:30-10:00 a kadar sabah
simidi olur. 9:30’dan 12:00ye kadar ara (yazın söylüyorum, kışın
sürekli devam eder günler kısa olduğu için). Saat 13:00’de bir daha
kürek girer. Yazın açık sinemalar vardı, açık sinemalarda simit
verirdik biz. Akşam saat 7:00’ye kadar simit çıkardı bizde.”
Simit dışında çeşit olarak yaptıkları mamülleri şöyle sıralıyor,
açma, peynirli poğaça, pandispanya, rama-zanda normal pide bazen de
içli pide. Fırının kapasitesi büyük olmadığı için içli pide
yapmanın zor olduğunu belirtiyor.
Tuncer Akşener eski simit fırınlarından Çocuk Parkı’nın oradaki
fırını, Balık Pazarı’ndaki Yalı Fırını ve Ciğerci-ler’in oradaki
eski adı Ankara şimdiki adı Fethiye olan fırını hatırlıyor. Ankara
fırınının da Rumlardan kaldığını Hüseyin Dalkıran tarafından
açıldığını, Hüseyin ustanın Sıtkı Akşener’in fırınında usta ve
kürekçi olarak çalış-tığını belirtiyor.
Sıtkı Akşener ile birlikte tava değil taban simidi yapılmaya
başlanıyor İzmit’te. Tava simidi genellikle Kasta-monu ve
Safranbolulu ustaların tercih ettiği yöntem. O dönem Adapazarı
sadece taban simidi yapıyor. Büyük ihtimal Adapazarı’ndan ustaların
gelmesiyle bu yönteme geçilmiş olabilir.
“Tava simidinde pişmeye hazır simitler fırın tepsisine dizilir
ve tepsiyle birlikte taş fırına verilir. Taban simidin de ise simit
önce küreğe sıralanır sonra direk olarak taş fırın tabanına
bırakılarak pişirilir, daha ince işçilik ve ustalık ister.” diye
belirtiyor Tuncer Akşener.
Ankaralı ustaların gelişinin Ali Usta’yla başladığını
belirtiyor. Ali Altun pidecilikten gelme 70’li yılların başında
Sıtkı Akşener’in fırınında çalışmaya başlıyor, işe alan Tuncer
Akşener.
Simidin en önemli iki ögesinden biri olan susam için Tuncer bey
şunları anlatıyor:
-
1585
Bizi Birleştiren Halka Simit
“Şimdi, susam o dönemler çok pahalı bir şey. Her sene fiyatları,
şimdiki fındık fiyatları gibi. Türkiye’de üre-tiliyor dışarıdan
gelmiyor. Yani iki katına çıkar. 4,5 liralık alsan 9 lira olur.
Kıymadan pahalı. Afyon bölgesi tabi ama bizim yerli susamımız çok
güzel bir susamdır. Şimdi hepsi ithal geliyor yerli susam yok. O
zaman da susam işini Rumlar yapıyordu. Anargünos Gülcüoğlu,
Stefanos Gülcüoğlu diye. Onlardan alırdık biz su-samı. 100 kiloluk
çuvallarla gelirdi susam. Ambara gelirdi. Susam işlenmiş simitte
kullanmaya hazır gelir-di. Ama bazen tutarsızlıklar oluyordu. Onu
yine pekmezle, babam fırında tavlardı. İşlerdi. Ama bu zaman zaman
olan bir şeydi. Onu alırdılar, pekmezle tavaya yedirirdiler,
fırında dinlendirirlerdi. Zaman zaman, susamda sorun varsa. Ama
genelde biz düz susam kullandık. Dönem dönem tavlama işlemini
yaptıklarını hatırlıyorum. Ondan sonra Ali Abi’yle birlikte 70’li
yıllarda Ankaralı ustalar gelmeye başladı. Muzaffer’de (Muzaffer
Önal Pişkin simit fırınını kurucusu) o dönemden. Avşar vardı,
zannedersem Avşar’ı aldı. Ankaralı ustaların gelmesi, o zaman
aslında simit böyle büyük değildi. Simitler o zaman 50-60 gramdı.
Ama simit 20 kuruştu. Ve kanaatkârdılar. 15 kuruşa simit satardık
biz. 20 kuruşa da satıcı satardı. Ve kanaatkâr bir karla yapılırdı.
Babam da orada 2 kuruş 3 kuruş ya kazanır ya kazanmazdı. Çok dar
bir kar marjıyla üretilen sürümü olan bir şeydi. Sonra bu kâr
artmaya başladı. Hatırlıyorum, 25 kuruş yapmadı mesela babam onu.
İpe dizerlerdi 5 tane bir liraya satarlardı. 15 kuruşa alırlardı.
Fazlalık verme usulü yoktu. Yani 100 simit alana 100 simit
verilirdi.”
Ankaralı ustaların gelmesiyle o dönem tek bağ ve 50/60 gr simit
yapılmış ama kısa süre sonra tekrar çift bağ (fitil) dediğimiz
bugünkü modele geri dönülmüş. Tek bağa dönüşün sebebi biraz da
ekonomik. Susam fiyatları artınca tek bağ ve tava simidinde daha az
susam kullanılması tercih sebebi olmuş. 70 kiloluk çu-vala 20 kg
susam harcarken bu yöntem için 10 kg susam yeterli oluyormuş. Bu
konuya da şöyle değiniyor Tuncer Akşener:
“Simit ufaldıkça susam kullanımı artıyor. Simit büyüdüğü zaman,
bir daire düşünün simidin çevresini. 120 gram olduğu zaman siz ona
100 kilodan, diyelim ki 1000 simit çıkardıysanız; harcadığınız
susam oranı azalır. Aslında susam-hamur oranı küçük simitte daha
yüksektir. Ve daha lezzetlidir. Mesela bizim fırınımız küçüktü.
Küçük fırın olunca zaten simidi atmakla çıkarmak bir oluyordu. Ve
çıtır oluyordu. Ve de hafif yanık oluyordu. Bizim simidin özelliği
zaten o, yanık oluşu. Bizim eski İzmitliler simidi biraz yanık
sever. Oradan gelir. Şimdi fırınlar, matadorlarda böyle bir
şansınız yok. Daha gevrektir, gramaj da küçüktür çıtır olur. Fakat
burada pa-zarlamada bir problem oldu. Şimdi ilk başlarda biz bu
fırını yaptığımızda tüketim çok hızlı. Adam alıyor, yarım saat
sürmez satması. Sonra tüketim yavaşlamaya başlayınca; tabi ufak
simit çabuk bayatlayan bir şey; biraz da o simidi, hem susam oranı
hem de çabuk bayatlamayı geciktirme amacıyla. Simitler önce 80
grama çıktı sonra 90 grama çıktı. Sonra 100. Ben bıraktığımda 120
grama kadar çıkmıştı.”
Yüksek gramaja çıkılmasının bir sebebi olarak da şunları
anlatıyor:
“Şimdi millet de çok şekilli simit istiyor. Biraz da ticari
şeyler de bunu bu hale getirdi. Çünkü kürekte zayiat fazladır.
Kürek simidi küçüktür, küçük simitte işlerken, mesela 1 ağızda 5-6
tane zayiat verirsin. Kırarsın yani kürekle toplarken. Simit
büyüdüğü zaman kuvvetleniyor, kuvvetlendiği için o zayiatlar
azalıyor. Birim başı maliyetler düşüyor. Aslında keşke o 50 gram,
48-50 bakın. O kadar hassas keserdik ki. 48’i bile keserdik. 48
gram kesilirdi terazi de vardı. Böyle ustaların eli alışıktı. Benim
de o zaman alışıktı. 50-60, birer gram farkla şu elle kesilirdi.
Mesela çift fitil kesersin, o zaman 35 gram kesersin mesela. 70
gram ederdi.”
Taş fırında odun olarak aromasından dolayı muhakkak gürgen
kullandıklarını özellikle belirtiyor, küçük ve kubbeli bir fırın
olmasının da lezzete ayrıca etki ettiğini söylüyor. Akşam simidinde
fırını kapatmadan önce son bir parti simidi şu şekilde
pişirdiklerini söylüyor.
“Yani odun fırınının kapağını kapat, 15 dakikada pişer o. Ateş
yok, közüyle. Kapağını kaparsın, 125 tanelik kapa-ğı kapat, kapağı
aç. Ben çok bilirim, caddeden insanların gelip simit aldığını.”
Simit fırınında kurulduğundan itibaren hamur yoğurmak için
makine kullandıklarını söylüyor ve bunu şöyle anlatıyor:
“Bizde bir makine vardı, rulmanlı makine değildi. Rulmanlı motor
değildi mesela. Kayar, bronz yataktı; motoru vardı yani. Bu sektöre
dedemin zamanında makine girmiş. Elde yapanlar küçük işletme. Siz
nereye yapacaksı-nız; burada elektrik kesilir anan ağlar. Çok zor
iştir o.”
Un olarak tam böreklik Piyale un kullandıklarını, haziran ayında
taze un geldiğinde büyük problem yaşadık-larını anlatıyor. Çünkü
bununla simit hamuru hazırlamak zahmetli olurmuş, tuz ve su
oranlarının iyi ayarlan-ması gerekirmiş.
“Akşaaaammmsimidii!”söyleminin Sıtkı Akşener tarafından
başlatıldığını o dönemde yetmiş bin nüfuslu İz-mit’te on bin simit
satıldığını mutlulukla hatırlayarak söylüyor.
-
1586
Kevser AYDOĞDU
Bunun dışında simit satılırken en çok söylenen tekerlemenin:
“Eskişehir unundan Yeni çıktı fırından Çene suyundan”
olduğunu belirtiyor.
Ali Ülker 1948 Tekirdağ doğumlu 14 yaşında annesi ve 6
kardeşiyle İzmit’e göçüyor. Bir iki yıl Çınarlı kahve semtinde
bulunan Sıtkı Akşener’in fırınından simit alarak satmaya başlıyor
(günde ortalama 350 simit satı-yor; 17,5 kuruşa alıp 25 kuruşa
satılıyor). Simit satmaya zaruretten başladık diyor, yapacak iş yok
çünkü.
Kalabalık bir çocuk grubuyla satış yapıyorlar. Sıra beklerken
arka tarafa geçip simit yapılışını da izlemeye başlıyor.
İki senenin sonunda Adapazarlı Cafer ustanın teşvikiyle simit
yapımını öğrenmeye başlıyor.Bunu şu şekilde anlatıyor: “Sıtkı abey
karşı çıktı önce Cafer Usta’ma, sen benim en çok simit satışı yapan
elemanımı nasıl ayartısın, diye ama ustam güvendi bana ve kısa
sürede öğrendim.” Anlatırken sık sık duygulu anlar yaşıyoruz
gözleri doluyor Ali Bey’in.
(Adapazarlı simitçi Nail Kurt da Cafer ustanın adını vermişti
Cafer Gümüşdal, Halit Dalkılıç, Erkenap Cevat)
Kastamonu’dan da ustalar vardı, Namık usta, Bardakçı Memet.
Orduevi civarında ikamet eden bir aile idi.
Hemen yanı başında Kemal’in fırını, (100/ 150 mt) Çocuk parkının
orada Nihat ustanın fırını, Eski otobüs ga-rajı, şimdiki balık
pazarı Yalı Simit Fırını (Süleyman Abi) Ciğerciler içerisinde,
Ankara Simit Fırını, (şimdiki adı Fethiye simit fırını)üç ortak,
Muzaffer Önal, Hüseyin Dalkıran, Vahit Dalkıran (Kandıralı)
Mehmet Ali paşa’nın az yukarısında kanal boyunda Mustafa
Taşçı’nın fırını da var.
Ali Ülker, 16 yaşına kadar Sıtkı Akşener’in fırınında çalışmış.
Arada kısa süreliğine Ankara simit fırınına gitmiş fazla yevmiye
verdikleri için 2 hafta sonra tekrar kardeşi Emin’de aynı fırında
çalıştığı için geri dönmüş.
Pişkin Fırın’ın temellerini Çamur İzzet atıyor 1966 yılında
Ankara simit fırını ortaklarından Geredeli Muzaffer Önal burayı
simit fırınına dönüştürüyor ve Ali Ülker bu kez oraya geçiyor,
askere gidene kadar orada çalışıyor. Asker dönüşü yine aynı yerde
çalışmaya devam ediyor. Bir yıl sonra Yarımca’daki eski bir fırını
alıyor oradaki esnafın isteği ve desteğiyle simit fırını açıyor. 75
senesinde Dodge Pikap alıyor ve simit servisine başlıyor. Okul
gibi, fırının etrafına yeni binalar yapılınca arada kalıyor, yeni
yer arayışıyla 77 senesinde Tütünçiftlik’te sahibi Akyazılı olan
kapalı duran bir fırını açıyor. (Ağadere) 94/95 yılına kadar devam
ediyorlar.
Simit fırınında açma, üzümlü kek, paskalya çöreği, halka ve
börek de yaptıklarını hüzünle karışık bir mutlu-lukla
anlatıyor.
Akşenerlerin fırınından daha eski olarak İzmit ve Gazi liselerin
oradaki Kel Ağa’nın fırınını zikrediyor.
Yakup Katkay 1967 Kars doğumlu 8-10 yaşlarında ailesiyle
birlikte İzmit’e geliyor. Tüm simitçiler gibi önce simit satarak
çalışmaya başlıyor. Eski adı Ankara şimdiki adı Fethiye olan simit
fırınında satıcılıktan sonra askere gidene kadar usta olarak
çalışıyor.
Asker dönüşü Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nde çalışmaya
başlıyor simit işini bırakıyor.
Ankara simit fırınında üç ortak olduğunu hatırlıyor.
Hüseyin-Vahit Dalkıran (Kandıralı)ve Muzaffer Önal. 80’li yıllarda
bu fırını Hakkarili İbiş İlanlı devralıyor. Bu süreç içerisinde
Yakup Usta emekli olunca tekrar bu fırında çalışmaya başlıyor ve
halen devam ediyor.
Simit almaya gelen eski İzmitlilerden buranın çok eski bir fırın
olduğunu duyduğunu belirtiyor (150 yıllık olabileceğini ve
Rumlardan kaldığını) Balık pazarındaki Yalı fırınını
hatırlıyor.
Yakup Usta da diğerleri gibi 70/80 gramlık simidin daha çıtır ve
lezzetli olduğunu üzerine basarak vurulu-yor ama ticari sebep ve
insanların istekleri doğrultusunda (çünkü insanlar para verdikleri
şey gözüne gelsin istiyor diye anlatıyor) gramajın zaman içerisinde
120/130 grama ulaştığını belirtiyor.
İzmit’te geçmiş dönemde Ankara ve Safranbolu’dan gelenler
fırıncılık işini tercih ederken yakın dönemde Kars ve
Hakkarililerin bu işi yapmaya başladığını söylüyor. Kan davası ve
yapılacak iş olmaması göçte en büyük etken. Simitçiliği/
fırıncılığı tercih etme sebepleri ağır işlerde çalışmaya yatkın
olmaları ve günlük sıcak para temini.
Yakup Katkayhelen İstiklal caddesi No 29 Fethiye simit fırınında
(eski adı Ankara simit fırını) çalışmaya devam ediyor.
-
1587
Bizi Birleştiren Halka Simit
Ahmet Çağlın 1963 Kars doğumlu. 1970’ten beri İzmit’te yaşıyor.
Kan davası sebebiyle göçtüklerini ve herkes gibi simit satarak işe
başladığını söylüyor. İlkokul yıllarında eski cumartesi pazarında
Hüseyin Özdemir’in fı-rınından simit alıp satmaya başlamış. Dokuz
kardeş oldukları için babaları simit fırını açmak yerine hep simit
satarak ailesini geçimini temin etmiş.
18 yaşında Ali Altun’un yanına çırak olarak girmiş. Eski
cumartesi pazarının orada Saray simit fırını. Ali Al-tun’un
oğulları ilerleyen yıllarda bu fırını kapayıp Kardeşler simit
fırınını açıyor.
“Muzaffer Amcam (Önal) ve Sıtkı Abim (Akşener) bu işin iki
duayeniydi İzmit’te.” diyerek onlara olan özlemini ve minnetini sık
sık dile getiriyor.
Ahmet Çağlın da Muzaffer Usta’nın Ankara’dan Sıtkı Akşener’in
Adapazarı’ndan ustalar getirdiğini ve İzmit simidine bu iki ekolun
damga vurduğunu belirtiyor.
Muzaffer Usta’nın Ankara tarzı simit yaptığını bunu bir müddet
İzmit’te devam ettiğini sonra Sıtkı Akşener’in fırını ve Ankara
(şimdiki adı Fethiye) simit fırınının ilk sahibi Hüseyin Dalkıran
ve Gölcük’te simitçilik yapan abisi Vahit Dalkıran ile şimdiki tarz
olan çift fitil soğuk pekmezleme yöntemine geçtiklerini
söylüyor.
Gölcük ve Karamürsel’de daha çok pastane simdi yapıldığını o
yüzden kendilerinin buraya simit götürdüğünü, yurtdışından gelen
İzmitliler’in de muhakkak kendilerinden simit alarak döndüğünü
anlatıyor.
Şu anda oğluyla birlikte bu işe devam ettiklerini, torununun da
devam edeceğini ve simitçilik geleneğini aile boyu devam
ettireceklerini önemle vurguluyor.
Karabaş Mah. Leyla Atakan Cad. 13’de Çıtır simit fırını olarak
mesleğe devam ediyorlar.
Çetin Altun, Ali Altun’un oğlu kardeşiyle birlikte baba
mesleğini Kardeşler Simit Fırını adıyla (Perşembe pazarı Anıt
Park’ın arkası) devam ettiriyor. Babaları 2000 yılında vefat
etmiş.
Babasının 60’lı yıllarda Ankara’dan İzmit’e geldiğini, gelmeden
önce de orada simitçilik yaptığını söylüyor. Ankara simdinin tek
bağ ve sıcak pekmezleme yöntemiyle yapıldığını ama babasının
İzmit’e geldiğinden itibaren bugünkü tarzda simit yaptığını
vurguluyor.
Simitte yerli susamın, ustalığın, odun fırınının, gramajın,
düzgün bağlamanın kaliteyi %50 artırdığını küçük bir fırın olarak
odun fırınında devam edeceklerini vurguluyor.
Yapılan görüşmeler neticesinde simit Türkiye’de kültürel belleği
tetikleyen mühim bir yiyecek. Kolay ulaşılır olması, ucuzluğu, her
vakit yenilmesi ve her yaşa hitab etmesi en büyük sebeplerden.
Simitle ilgili en önemli ayrıntı kent soylu bir yiyecek olmasına
rağmen çalışmak için tercih edenler daima göçmenler. Kent soylu
olmasının sebebi, yerleşiklik ve düzenek gerektirmesi. Fırın,
susam, pekmez bunların en önemlisi. Göçmenlerin çalışma sebebine
gelince yatacak yer imkânı sunması ve sıcak olması.
Tıpkı ekmek de olduğu gibi simitte de endüstriyel maya
kullanımı, ehil olmayan, işi tam anlamıyla öğren-meden yapanların
sayısının çoğalması kalite ve lezzete olumsuz etki ediyor. Bunun
için bazı ustalar bir simit okulu projesine sıcak
bakabileceklerini, en azından bir standardın olmasının kaliteyi
belli düzeyde tutacağının öngörüyorlar.
Deprem sonrası Adapazarı ve İzmit’de durum iki farklı şekilde
gelişiyor. AB şartlarına uyum çerçevesi içerisin-de tablada satışın
yasaklanması Adapazarı’nda taş fırın sayısında çoğalmaya İzmit’te
ise Belediye onaylı sey-yar araçlarla simit satımına sebep oluyor.
Her iki ilde de deprem sonrası Doğu’dan göç sebebiyle bir şekilde
simit satışının çoğalması.
Bunun yanı sıra İzmit’teki simit fırınlarında gözlenen bir durum
da çoğunun Simit Sarayı benzeri yapılanmaya dönüşmesi, görüştüğümüz
kişiler bunun halkın tercihinden ve sadece simit satarak yeterli
ekonomik girdi sağlanamamasından kaynaklandığını belirtiyorlar.
Gastronomi turizminin son yıllarda yükselen bir değer olması
simidi yeniden ve bu gözle değerlendirmemiz için bu bilgiler
ışığında bir kapı aralayabilir. Bu noktada dikkat etmemiz gereken
önemli bir husus var, simidi nasıl tanımlayacağımız. İşletme
iktisadı profesörü ve aynı zamanda iyi bir gastronom olan simit
sevdalısı rahmetli Arman Kırım’ın şöyle bir önerisi vardı:
Simit özel bir isim ve sadece bu coğrafyaya mahsus, ek
tanımlamaya ihtiyacı yok. İngilizce çevirilerde sıklılıkla
rastladığımız sesamebagel, ya da Turkishpretzel gibi illa
gerekiyorsa sadece sesame ring diyebiliriz ama o sadece
simittir…
-
1588
Kevser AYDOĞDU
KAYNAKÇA
Ünsal, Artun, Susamlı Halkanın Tarihi, YKY. İstanbul, 2010
Ulugün, F. Yavuz, İzmit Esnaf ve Ticaret Tarihi, İzmit Rotary
Kulübü Kültür Yayınları. İzmit, 2012.
Sözlü KaynaklarTuncer Akşener
Ali Ülker
Yakup Katkay
ÇetimAltun
Ali Çağlın
Nail Kurt