Komünist ve Bölücülerin ir Haftalık Cinayet Bilançosuulkunet.com/UcuncuSayfa/devlet_378_yeni_5341.pdf · MİLLİYETÇ. SİYASİ HAFTALIK GAZETE m Komünist ve Bölücülerin
Post on 03-Jan-2020
10 Views
Preview:
Transcript
MİLLİYETÇ. SİYASİ
HAFTALIK GAZETE m Komünist ve Bölücülerin
ir Haftalık Cinayet Bi lançosu
• 6 Ölü « 45 Y a r a 11 • 2 B ü y ü k S o y g u n • 13 S a b o t a j • Çok Sayıda Tabanca, Dinamit
ve komünist yayın
Gerilla mücadelesiyle devleti ele geçireceğine inanan komünist silâhlı gurupların, 1977 yılı içinde cinayet, tedhiş ve şiddet hareketlerini artıracaklarını daha önce duymuştuk. Nitekim bu haberlerin arkasından saldırılar bütün yurda yayılıverdi-Daha önceleri de yurdun her tarafında böylesine olayların meydana gediği söylenebilir. Ama bu defasında daha yaygın ve cüretli b r gelişme virdi . B r günde, çok sayıda ülkücü kuruluşa ve çeşitli yerlere, bomba konulması, cinayetlerin artması g.bi tedhiş olayları bir farklı durumun olduğunu gösteriyordu. Hı?la~an kızı! gerilla tedhişçiliğinin gayesi malûm. Bu genel hedefin yanında, seçimlerin ya DI I maçını önlemek veya en azından b'r terör içinde seçimlere girilmesiyle, özellikle büyük şehirlerde gerillaların istediği bir partiye oy kaydırmak, kısa dönemin ara hedefini teşkil edebilir. Bu parti hangisidir, denirse, hemen cevap verelim ki, CHP'den barkası elemez. Ka^aoğlen'ın komünist gerillaların, bankalara, işyerlerine!, milliyetçi kuruluşlara ve öğrenci guruplarına raeigcie, canavarca saldırıya geçmeleri
ve askeri depoların soyulması karşısında seyirci durumunda kalması elbette bazı hesapların yapıldığını göstermektedir.
Geçen haftanın cinayet, seygun sabotaj ve anarşi olaylar/Tin tab'osunu birlikte inceleyelim :
1. Sandıklı MHP İlçe Başkanı Alaattin Tcprak'ın iş yerini, aşırı solcu ve CHP'li bir gurup basmış, geniş tahribat yapmıştır.
2. Karadeniz Bakır İşletmelerinde, yak laç.an sendika seçimleri dolayısıyla AP'li-leri c'e elde eden aşırı solcu militanlar, ülkücülere saldırmışlar ve Ahmet Çakıroğlu ile Abdullah Genç yaralanmış'ardır.
3. Polis ekiplerinin Ankara'da yurtlarda yaptığı aramalarda, Diyarbakır ve Siirt yurdunda tabanca, mermi, komünist yayınlar ve yasak afişler ele geçirilmiştir.
4. Anarşistler, Başkent Lisesi önünde bir genci komalık edinceye kadar dövmüşlerdir.
5. Komünizm propagandası yaptıkları gerekçesiyle, Ceyhan İşçi B;rl;ği Derneği yöneticilerini, Savcılık mevcutlu olarak
Adana Ağır Ceza Mahkemesine sevketmiş-tir.
6. İzmir Buca Eğitim Enstitüsünde solcu kızlar tarafından gece yarısından sonra okul duvarlarına komünist sloganlar yazılması çatışmaya yolcçmış iki solcu kız gözaltına alınmıştır.
7- İzmir'de kızlı erkekli silâhlı anarşist bir gurup, Konak meydanındaki İş Banka-sı'nı kurşun yağmuruna tutmuş, «Kahrolsun Finans kapkal» diye bağ;ıarak dağılmışlardır. İki gün sonra polis saldırganları yakalamış, ilk soygundan sonra tutuklan-rrşlcrdır. Tutuklananlar; Aykut Özel, Meh met Şahin, Mehmet Özkan, Kenan Karakaş, Recep Levli ve Yavuz Kaptan.
8. İstanbul'da Beşiktaş semtinde bulunan ve Rus yanlısı solcuların devam ettikleri kahvehane, Maccu olduğu Heri sürülen silahlı bir gurup tarafından basılmış, rastgele atılan kurşunlardan bir kişi ölmüş, 4 kişi de yaralanmıştır. Baskıcı Mao'cular c'.ay yerinde hiçbir iz bırakmadan kaçmışlardır. (Devamı Sayfa 11'de)
DEVLET - SAYI 378 - 31 OCAK 1977 SAYFA : 2
A N K A R A K U L İ S İ
Solun MEB'ndaki Huruç Harekâtı ve Destekleyicileri
bayın Başbakan, «Milliyetçiyiz, Komünizmle mücaaeleye devam edeceğiz. Vatanın bütün iügüne, milletin birliğine kastedenlerle kavgamız var.» demeye devam buyursunlar. Ali Naili Beyin Bakanlığında sol yeniden köşe başlarını tutmaya başlarken, milliyetçi idareciler ve okui müdürleri görevlerinden alınarak, sürgüne yollanıyor
lar.. Son günlerde, Ordu'nun Ünye Lisesi Müdürü Metin Sön mez; Kırıkkale Lisesi Müdürü Yalçın Özet, Umurbey Ortaokulu Müdürü Yılmaz Çavdar; Posof Lisesi Müûürü ve Konya'can iki Milli Eğitim Müdürü Yardımcısı ile Pazarcık Ülkü-Bir Başkanı öğretmen pek muhterem milliyetçi (!) Bakanın imzaladı ğı sürgün kararnameleri ile gö revlerinden ayrılıyorlar..
Aşırı solcu Dağıstan Coşkun Ankara Cumhuriyet Lisesi Öğret menliğinden Bakanlık Müfettişli ğine terfi ettirilirken, Sinop Milletvekili Mustafa Kaptan'ın yandaşlığı ile solcu bilinen biri, birkaç ay içinde şube müdür yardımcılığından, şube müdürlüğü
ne ve geçen hafta da Gene! Müdür Yardımcılığına tayin edildi.
1975'in Ağustos veya Eylüi ayı idi. Ali Naili Milliyetçi Cephe hükümetinin keskin kılıcı olmaya devam ediyordu. Övgü üstüne övgü? alkış üstüne alkış topladığı günlerdi. Genel Müdür Yardımcılarından birinin odasın da, milliyetçiliği su götürmez bir A.P. Milletvekili hiç münasebeti yok iken, «Zinhar Bakanımız.! güvenmey:niz.. daha kaç zaman milliyetçi bir icraatta bulunacağı belli olamaz. Siyasi hayalını ko rumaktan başka hiçbir endişî : i olmayan ademdir. Bugünkü p~l îikanin tam tersi olan bir yola girmekten zerre kadar tereddüdü olmaz. Yeter ki zaman ve şartlar değişs:n veya Süleyman Bey işaret versin...» Nerde ise A.P. li milletvekiline karşı Gene' Müdür Yardımcısı Bakanı savunacaktı. Savunmadı ama, nrrllst-vekilinin dediklerine de pek inan madı. Zaman kimi haklı çıkardı jiiye düşünmeye lüzum yok.. Maalesef Genel Müdür Yardımcısı aldanmışlığın hüznü içinde idi.. Bakan kendisine güvenil-
MEHMET ÖZKAN
mez olduğunu her vesile ile is bat eniyordu : Konya'dan alınan iki Milli Eğitim Müaür Yardımcısının birkaç ay önce istifaları söz konusu edildiği zaman, istifalarını geri aidırdığı gibi, her ne sebeple olursa olsun Dursun Dağaşanla, Muzaffer Kürd'ün vazifelerinden alınmamaları için ilgililere kaf i talimat vermişti-Fakat Konya A.P. İl Başkanı Süleyman Demirel'e çıkınca işler değişti. Konya Milletvekillerinden Oğuz Ataay'ın ve Muzaffer Durmuş'un muhalefetine ı ağır en bu milliyetçi iki idareci derhal vazifelerinden alındılar. Anlaşılıyor ki A.P. de milliyetçi kıyım gene giziden gizliye başladı. Zira Oğuz Atalaya rağmen bir takım işlerin olması bunun işareti sayılır... Son birkaç aydır milliyetçilerin üzerine yürümekten korkmayan sayın Bakan, adı elbise kalıbı yolsuzluğuna karışan bu yüzden mahkemelik olan Biç ki-dikiş Öğretmeni olan bir hanım, Bakanlık Merkez Teşkilatın daki görevinden alınmıyor. Ayşe adındaki bu hanımın, Merkez Teşkilatındaki görevinden alın
ması için hakkında Müdürler Komisyonu kara.ı vur. Ama ney iersimz ki hanımın da arkasında Sayın İıhamı Ertem var. Bundan dolayı dosya Bakanın son aylardaki en mutemet adamı Hukuk Başmüşavirine «çaresi görüle» diye havale olundu. Ismarlama hukukî gerekçeler hazırlamakla maruf Hukuk Müşaviri, aynı zaman da TÖB-DER'in Bakanlıktaki temsilcisi olarak bilinen Ayşe hanımı bakalım nasıl kurtaracak? Bu hanımın tarafı nı tutanlardan biri de söylendiğine göre, Kız Teknik Öğretim Genel Müdüresi. Bu hanımefen diyle de İlhami Ertem'in yakınlığını Bakanlıkta bilmeyen kı l mamış gibi... Samimiyetlerinin sebebini bilmemiz imkânsız, lâkin Ayşe isimli bu solcu hanımı tuttukları bir vakıa...
Bu yazının yayımlandığı gün lerde, Talim-Terbiye'nin yeni Başkanı herhalde görevine başlamış olur. Ali Rıza Alp'in gözü aydın. Tam A.P. ye göre bir Baş kan bulundu. Dünya yansa, kendi rahatından başka hiçbir endişesi olmayan bu zat, gelene gidene paşam prensibiyle tanınan Orta Öğretim Müdürüdür. Yeni Ders kitaplarının sayın milli yetçi yazarları, şimdiden haberiniz olsun ki kitaplarınız kuşa çevrilmek üzeredir. H:çbir s;vri farafı olmamakla tanınan yeni Başkan, Bakanı neye karar vermiş ise onu uyguluyacaktır. Ta-lim-Terbiyenin kıymet-i hdrbive-si varmış, verak-i mihri vefavı kim okur, kim dinler.. Bakanın «ak» dediği «kara» olsa bile ne yazar. Tam A.P.'ye göre bir baş kan bulundu.
MHP Genel Başkan Yardamcısı Sazak : Erken Seçime evet
MHP EREĞLİ KONGRESİ YAPILDI
MHP Genel Başkan Yardımcı»ı Gün Sazak, AP ve CHP'yi erken seçime gitmeye çağırmış, «Hangi formülle olursa olsun» Millet Meclisine getirilecek teklifi destekleyeceklerini söylemiştir.
Seçim konusunda CHP ve AP sözcülerinin demogoji ve polemik yaptıklarını, bunun için de erken seçime gidemediklerini söyleyen Sazak beyanatını şöyle tamamlamış
ı n «Millet Meclisinde çoğunluğu
temsil eden siyasi partiler, seçim yolu ile milletin hakemliğine müracaat etmek yerine; seçimi demogoji ve polemik vasıtasi yaparak bunalımı körüklemede ve mem leketi içinden çıkılmaz yeni bunalımlara sürüklemektedirler.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, CHP ve AP'yi hangi, formülle olursa olsun bir an önce seçime
gidecek teklifi Miii&t Meclisine getirmeye davet ediyoruz. Ayrıca, CHP'nin «bu hükümetle seçime gi-dilmiyeceği» hususundaki iddialarını da çok gülünç buluyoruz; Türkiye'de şimdiye kadar yapılmış seçimlerde hile ve zorbalığa tevessül eden tek siyasi teşekkül CHP olmuştur. Onun için CHP idarecileri samimi olarak günahlarını affettirmek istiyorlarsa : Yavuz hırsız., rolünü bırakıp millete hizmet yolunu seçmeli ve aziz milletimizin vereceği karara boyun eğmeyi öğrenmelidirler.
Zira biz MHP olarak her ne şekilde tecelli ederse etsin aziz milletimizin tercih ve sağduyuluna saygılı ve inançlıyız. Bütün partiler' bu görüş açısından hareket ederek, aziz milletimizin hakeml'ğine müracaat için erken secim kararında birleşmeye davet ediyoru7.y
Kurtuluş 9 Işıkçıların harekeîindedîr
M.I iyetçi Hareket Partisi Ereğli (Konya) İlçe Kongresi, 23 Ocak günü olgun bir hava içinde yapılmıştır. İlçe başkanlığına Mühendis Halil Şakir Taşçıoğlu' nun seçildiği kongreye, Genel Sekreter Yardımcısı Sadi So--muncuoğiu, Genel İdare Kurulu üyeleri; İbrah'm Metin, İhsan Kabadayı. M. Rıfkı Erdoğdu ve Konya ilinden bir heyet katılmıştır.
Sadi Somuncuoğlu'nun divan başkanlığı yaptığı kongrede konuşan Erdoğdu, Miileti mutlu, devleti güçlü kılmanın anlamı üzerinde durmuş, bu hedefe ancak Milliyetçi Hareket'in 9 Işık doktriniyle ulaşılabileceği ni izah etmiştir. Daha sonra söz
aian Kabadayı ise, partilerin du rumlarını bir bir ele almış, niçin M.liiyctçj Hareket Partisini seçtiğini örnekleriyle anlatmıştır. Kabadayı, denenmiş bulunan parlileıle Türkiye bugünkü çıkmaza saplandı. Artık bunlardan süratle uzaklaşarak, milletimizin özünden doğmuş bulunan, milletimizin tarihi büyük davasına inanmış bulunan Milliyetçi Hareketçilerin iktidar yapılması şarttır demiştir.
En son olarak söz alan Me-ı n, Türkiye'de oynanan oyunların ve sokakta dökülen kanların maksadının bugün artık açıkça or'ada olduğunu, bugüne kadar
(Devamı Sayfa 12'de)
DEVLET - SAYI 378 - 31 OCAK 1977 SAYFA: 3
ülkü Ocakları 5. Kurultayından Notlar
Dönmeler Değil de Türkler Yazarsa Ülkü Ocakları Tarihe Altın Harflerle Geçecektir
OSMAN ÇAKIR
Ve bir kongre daha yapıldı. Ülkücü teşekküllerin kongreleri, kurultayları ve şölenleri alabildiğine sürüyor. Bütün kuruluşlar harıl harıl çalışma içinde. Anarşi bütün yurdu sarmış, yetkililer gerekli tedbirleri almıyorlar... Ülkücü kuruluşlar meşru müdafaa durumunda.. Her gün birkaç ülkücünün öldüğünü, yaralandığını, bir iki derneğin tahrip edildiğini gazetelerden okumamız mümkün. Ya basına intikal et-miyen hadiseler nasıldır acaba...
Ve bu crlam içinde Ülkü Ocakları Genel merkezinin 5. olağan kongresi Ankara'da Gölbaşı sinemasında toplandı. Daha gene! kurul salonuna girmeden gözümüze çarpan pankan takkeyi önümüze koyup cüsünmemizi ve mücadelenin büyüklüğünü öğütlüyordu. «Türk-İslâm medeniyetini biz kuracağız.» Evet verilen mücadelenin özü bu iki üç kelimelik cümle ile anlatılmıştı.
Delegelerin çoğu Anadolu'dan galenlerdi. Bir kısmını tanıyordum. Zamanında Ankara'da mücadele içinde yetişmiş arkadaşlardı. Delegelerle ruhlarımız sanki «Kalû belâ» dan beri tanışıyordu..
Ülkü Ocaklarının 5 yıllık çalışma döneminde görev almış genel başkanlar aa hazır bulunuyordu kongrede. İbrahim Doğan, Muharrem Şemsek, Sami Bal ve yönetim kurulunda götev almış arkadaşjarı. Di ğer ülkücü kuruluşların genel başkanları ve yönetim kurulundan temsilciler de vardı. MHF'den ve Millî Eğitim'den bir heyet, Ülkü-Tek, Ülküm, Ülkü-Bir, Ümid-Bir ÜNAD (Üniversite asistanları derneği), Ülkü-Köy, Ülkücü İşçiler, MİSK Türk-Metal ve diğer kuruluş ve sendikalardan temsilci vardı.
Divan Başkanı Seçilen Salih Dilek konulurken.
DİLEK DİVAN BAŞKANI SEÇİLDİ
Divan başkanlığına Genç Ülkücüler Teşkilâtı ülkücü İşçiler Derneği kurucusu ve eski genel başkanlarından şimdi sendikacı ülküdaşlarımızdan Salih Dilek getirildi. Yardımcılığına da Ülkü Ocaklarının eski ge
nel muhasibi ve Ülkü-Köy genel başkanı Lokman Abbasoğlu seçildi. Divanda tanıdık larımdan bir de Yusuf Okumuş vardı. Ergin Bayramcı'nın da divanda yer almasını çok arzu etmiştim. Ama belki de sıhhati müşahit denildi.
Görevi Selâhattin Sarı'ya devreden Ali Batman konuşması sırasında.
BATMAN'IN GÜZEL KONUŞMASI
Kongre Ali Batman'ın 1,5 saat süren bir konuşmasıyle açıldı. Zamanın bu kadar hızlı geçtiğinin farkına varamadık, bu güzel konuşma ile. Gençliğin içinde bulunduğu durumu, memleketin içinde bulunduğu durumu, ve basının durumunu gayet güzel l:zah etti. Bazı yetkilileri ve sorumluları sık sık ikaz etti. Tedbir alınmasını istedi. Batman konuşmasında 900 şubelerinin ve 1 milyon üye ve sempatizanlarının olduğunu söyledi. Konuşmasının bazı yerlerinde ince espiriler yapıyordu. «Kahve kapatır gibi üniversite kapatılıyor» sözüne delegeler sessizce gülüyorlardı.
Kongrede Ülkü-Bir Genel Başkanı Orhan Düzgüneş misafir konuşmacı olarak Ük sözü aldı. Düzgüneş konuşmasında «Ülkü-Bir; Ülkü Ocaklıların ağabeyleridir, hocalarıdır. Biz sizleri sevgiyle kucaklıyoruz. Sizler de onları saygıyla sarın» diyordu. Düzgüneş ayrıca konuşmasında Ülkü-Bir şubelerinin kurucularının çoğunun Ülkü Ocakları çatısı altından geldiğini bılc'irdi ve bu hizmetlerinden dolayı da Ülkü Ocaklarına teşekkür etti.
Düzgüneş'ten sonra Ülkü-Tek Genel Başkanı Hakkı Duranı sessiz ve sakin bir konuşma yapu. Kendisinin de Ülkü Ocak-lorı çatısı altından geldiğini ifade eden Duran, Ülkü-Tek olarak kendilerinden pek farkı olmayan başa baş dişe diş bir mücadelenin içinde olduklarını söyledi. Duran konuşmasında «HaycrUannm baharında bazılarına göre «gönüllerine güre yaşayamadıklardım sö>.'l3nildigini. helbuki kendileri için gönlüne göre yaşamanın Türk mjPctmln ge'ecrğini kuTmak, ülkü aşkı ile yaşamak olduğunu» ifade etti.
NEVZAT KÖSOĞLU
MHF'den Genel Sekreter yardımcısı Nevzat Kösoğlu da bir konuşma yaptı. Kösoğlu konuşmasında «Türk - İslâm medeniyetinin kurulması yolunda ülkü ocaklarının mücadelesini övdü ve ülkü ocaklarının ruhunu yaşayan partili bir ağabeyiniz oletrak gurur duyuyoruz» dedi.
Ülküm'den de Genel Başkan Mevlüt Uluğtekin Yılmaz bir konuşma yaptı. Her zaman olduğu gibi ateş ve heyecanını saklamadan konuşan Uluğtekin «Her zamankinden daha fazla birlik ve beraberlik içinde bulunmamız» gerektiğini söyledi. Uluğtekin konuşmasında «Hiç kimsenin ülkücü hareke'i hedefinden srptırmaya gücü yetmiyecektir» dedi.
ÜNAD adına konuşan Turan Güven de Ülkü Ocaklarının çalışmalarını takdir ettiğini b:l'rlen b:r konuşma yap4ı. Erzurumdan gelen, çilekeş ülküdaşımız Yılma Durak ise «doğu illerinde veri-en mücadeleyi» anlattı.
Ülkücü işçiler adına konuşan Genel Başkan Muzaffer Şahin ise işçi hareketinde verilen mücadeleyi dile getirdi.
Evet ülkü ocaklarının kongresi muhtevalı ve olgun bir hava içinde devam etti. Sunulan tebliğler güzel, yapı'an konuşmclar güzel ve alınmasını istedikleri tedbirler de güzeldi. Kim bilir Ali Batman'ın dediği gibi tarihi eğer dönme ve devşirmeler değil de b!r Türk yazarsa Ülkü Ocaklarının 5- olağan kongresi bu tarih içinde önemli bir yer işgal edecektir. Dileğimiz : Ülkücü hareketin, milliyetçi hareketin kaynağı olan Ülkü Ocaklarının daha uzun yıllar bu pınarda billur sular vermesidir milletimize...
EMİNE IŞIIMSU
küçük dünya .'1. BASKI
Küçük Dünya Emin* U«wv I5.-TI
DEVLET - SAYI 378 - 31 OCAK 1977 SAYFA : 4
"Türkmen Düğünü, , ve A l i Y ü r ü k
Bu mevsim, Ankara'nın «Küçük Tiyatrosu» nda; halkı mutlu kılan, solun ateşli kalemlerine alevler püskürten ve Devlet Tiyatroları içinde kendine has bir devlet olan «Gökçer Kumpanyasını pek müşkil durumda bırakan bir oyun sahnelenmekte. «Türkmen Düğünü», yazarı Ali Yürük.
1973 yılında D.T. Edebî Heyeti'nce kabul edilen eser, iki yıl bekletildikten sonra, geçen sene Bursa Devlet Tiyatrosu'nda sahneye kavuşabilmiş ve Bursa D. Tiyatro-Tiyatrosu'nun gişe rekorunu beş misli ile kırmıştı. Bu yıl Ankaraya, imkânları nispeten kıt olan Küçük Tiyatro'ya alındı.. Ve kıyamet koptu : Malûm gazete ve dergilerin, malûm saygıdeğer eleştirmenleri, oyunu türlü şekilde kötülemekle kalmayıp, «faşist» damgasını bastılar ve «görülmemesi gerektiğini» söylediler.. Böylece. Gökçer
4 3 4 İ A İ V *
Gözümüzü tarihe çevirelim; gönlümüzü de.. Onun yüceliğinde doyuralım benliğimizi. Kahramanlığa susamış dürüstlüğe hesret, mertliğe ei olmuş kişiliğimizi O bize muhtaç değil ama biz muhtacız tarihe. Muhiacız onun kutlu değerlerine.
Ve de kûbul ettiysek bunları, ülkücü sanatçılar olarak ilhamımızı da çevirelim tarihe. İstemeseniz de çevirmeye mecbu-sunuz zaten. Toplumumuza mutluluk getir mek amacımızsa; getirmek isled ğiniz de bulunmuyorsa tarihten gayrı yerde; dönüm ona doğru öyleyse.
Meselelerimizin sebeplerini uydurma sonuçlara bağlamaya kalkmayın. Sebeplerin bütünü tarihin olaylar zincirinde görülür ancak. Çözüm çareleri de orda görülür ancak. Bu ikisini de bulduğumuzda aralamış demekteyiz mutluluk kapılarını.
Sol sanatçı kısırlaştı. Neden.? Ufkî açıları dardı çünkü. Ezen ağa, ezilen köylü, bir lokma ekmeğe namusunu satanlar satın alanlar, hırsızlığı bile meşrulaştıran sakat bir zihniyet... Kediye yük'enecek ser maye bundan başkası olabilir miydi? Çiğnenen kenger sakızı bile olsa elbet bir gün çürüyecekti. İşte çürüdü de. Şimdi de işkence ve gerilla konuları almış yürümüş-Bekleyin; onun ömrü daha kısa olacak.
Sol sanatçının yaptığı gazetecilerin yaptığının aynıdır bence. Sanatçı ölümsüz olana uzatmalıdır elini birkaç yıllık aktüali-teye değil. Böyle yapmayan geç değil erden unutulacaktır kitaplarıyla beraber. Öyleyse nedir ölümsüz olan...? Dünden bugüne kalan ve değeri takdir edilenlerdir kısaca. Daha aklı başında olan sol sanatçılar Şeyh Bedrettini, Yunus Emre'yj kurcaladılar bir zaman. Şeyh Bedrettin'in olumsuz yönleri-
Kumpanyası'nın baş elemanı, oyunun «Bir rastlantı» sonucu seçildiğini öne sürüp, adetâ saygıdeğer eleştirmenlerden «özür diler» bir havaya girdi ve hemedense (!) Gökçer'den sonra Devlet Tiyatrolan'nda «ikinci adam» hüviyetine bürünmüş olan Refik Eren de oyunu «âdi» likle nitelendirdi. '
Bütün bu çabalar, seyre gelen halkı hiç mi hiç etkilemedi. Bu kez, tiyatro idarecileri başka yol denediler : Oyundaki davul vur nayı ve işinin ehli halk oyuncularını çıkar dılar. Seyirciler müziği teypten dinlemek, oyunları bu işi beceremeyen tiyatro figüranlarından seyretmek zorunda bırakı'dılar. Ama bu tetbir de istenilen neticeyi vermedi. Ankara halkı akın akın oyunu izlemeğe gidiyor, eseri seviyor, onunla bütünleşiyor, seyirci koltuğu ile sahne arasında sözlü
İs Basına!... ni silip sosyaliste benzeyen yönlerini abar
tarak istenilen teze ulaşmak kolay değ.l. Hele ki Yunus'un «emekçi şair» gösterilmesi deveyi pire yapmaktan da zor. Bu zorlukları yenmeye gayreı sarf sı setirce Yunus'un yumuşak görüntüsü al ındaki granit kişiliği ezecektir onları. Kılıfı hazır-iasalar bile c görkemli minarenin yanına bile yaklaşamayacaklardır.
Sol sanatçının işi zor. Bu zorluk gün sığındaki gerçekleri sapıtma mecburiyetine müptelâ olan düşüncesinden geliyor. Ülkücü sanatçı için böyle b:r şeyi düşünmeye bile gerek yok; düşünmek tarihine ihanettir hatta Üç bin yılın gururuyla döşeli bir zeminde istemeyeceğimiz kadar ham madde yığılı önümüzde. İşte Osman Batur, Kerkük, mücahitleri, Ulubatlı, Gazı Ahmet Muhtar Faşa, Barbaros, Şeyh Şamil Çanakkale Arslanları... Ve daha niceleri, ya ratılan altın destanlar kendilerini kağıda geçirecek ülkücü kalemler bekliyor Hem de asırlar boyu. Sol sanatçılar gibi olayları ters yüz edip gerçeğin granit kayası altında ezilmek dezavantajı bile yok.
Osman Balur'u isteseniz de «halklar mücadelesi»nin savaşçısı gösteremezsiniz. Şeyh Şamil'i maddeci yapmaya kalktığımızda kırılıverir kalemimiz. Ulubatlı Ha-san'ın serdengeçtiliğini ekonomik sebeplere bağlasanız onun, göğsüne saplanan oklar o kötü niyet sahibinin karnını deşive-rir.
Ve böyle olunca c'a durum daha ne duruyorsunuz öyleyse..? Altın Destanların değerinden güç katarak eserinize M İli Türk Edebiyatını oluşturmak için gerek var mı beklemeye.
İş başına..!
EMİNE IŞINSU
bîr alış veriş kuruyor. «Halk için», «Halka dönük», «Halkın
içinden» vs. sloganlarının sahibi olan solcu ve onların akıntısına kürek çeken «Gök çer Kumpanyası»nı bunca telâşa düşüren «Türkmen Düğünü», nasıl bir eserdir?.. Bilhassa gidip gördüm. Tahminimde hiç yanılmamışım, «Türkmen Düğünü» tam anlamıyla «millî bir oyun», halkımızı, düğün töre ve âdetleri ile aksettiriyor. Ve pek tabiî ne sahnede seyrettiğimiz, ne seyre gelen halk, «Sol'un halkı» değil, şu bildik iki bin yılın ardından bugünlere ulaşan «bizim halk». Oyundaki Ahmet, yüksek taheilini dış memlekette yapmış ama, evlenmek için kasabasına dönmüş, üzerinde Batı'nın e'.kisi, Batı karşısında duyu'an küçüklük kompleksinden bir nebze yok. Emir dağ dolaylarında yaşayan Ahmei, sevdiği kızia Türk düğün âdetlerine göre evlendiriliyor. Söz kesiminde okunan Kur'an'dan, gelin kıza armağan edilecek takı!a:dan, dünürler arası yarıştan, içilen şerb'tten, hat-:â görürncenin itirazlarına kadar... bir Türk öüğünü. Oynanan halk oyunları bizim, müzik bizim.
Yani kısaca, Sayın Yürük almış düğün âdetlerini, pek olağan b'r hikâye içinde başarıyla işleyip, seyirciye sunmuş. Bizim halkımız da, alışık Olmadığı bir şeyi, «kendini» sahnede görüverince, pek tabii heyecanlanıyor; Bursa'da gişe rekorunu beş misli ile kırdırıyor eğer dar-ciler bırakırsa, Ankara'da da bu nisbet değişmeyecek, bdlki artacak.
Lger İdareciler bırakulcrsa, dedim, meselâ saygıdeğer Gökçer eşiyle ikinci kez oynayacağı «My Fair Lady»in öze! orkestra angajmalarına falan girerken; belki «teyp masrafını»da fazla buluverir Türkmen Düğünü için! Kaldıııverr sahneden. Çünkü sol, seyre gelen halk için de dikkat çekti; «Aman yeni, alışık omadığımız bir tiyatro seyircisi oluşuyor, bu seyirci tehlikelidir» dedi.. Çünkü bu seyircinin özeı oto mebili yok, tiyatro için dikilen güzel elbi-e-'eri takıp takıştırdığı mücevherleri de yok. Sokakta, dolmuşta, otobüste Tasladığımız halk bu. Oyunla bütünleşiyor. Sayın Yürük/ün sanatta «kendine dönme» çabasını paylaşıyor. Tehlikeli olan da bu değil mi?... Okuyucularıma mu+!aka bu O' unu seyretmelerini salık verdiğim için, eseri daha falcı anlatmayacağım. Oyuncuları da izleyecekler bir kısmı «sanat namusu» denilen kavrama sahip; bir Sema Aybars, bir Melek Tartan, bir İlkay Saran, bir Şener Ünal'ın eseri nasıl benimseyip, ne denli iyi olduklarını-, b:r kısmını da; —herhalde eleştirmenlerin vs. eik'si altında kalıp— oyunlarını nasıl hafife aldıklarını görecekler.
Ben, sizlere «hedef adam Alj Yürük» ü tanıtmak, onunla Tiyatro ve «Türk men Düğünü» üzerine sohbet etmek ve konuştuklarımızı, nakletmek istedim. Önce öğrenelim bakalım, kimdir, bu zamanda cBir millî tiyatro eseri» yazmak cesaretini gösteren Ali Yürük.
(Devamı Sayfa 5'de)
— 1940'ria Afyon'un Emirdağ ilçesinde doğdum. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya bölümünden' mezun ol-c um. Çöl şarak okumak m :cbu. iyetir.de olduğum için 1960'da İstanbul Şehir Tiyatro-su'na girdim. Bir İki yi' içinde, tiyatro sanatının bir milletin varlığı üzerinde nasıl tesirli bir silah olduğunu anladım. Fakat maa lesef adı Türk Tiyatrosu olan tiyatrolarımız da, Türk adına ne kötü, ne âdi, ne iğrenç işler yapıldığına şahit oldum. Üzüldüm-Kendime dert edindim. Tiyatrolarımıza sahip çıkmGk gerekiyordu ama, bu alan tamamen Türk düşmanlarına terk edilmişti. Bir çok zorluklara katlanarak çalıştım. Üzüntülerim ve karşılaştığım terslikler, azmime güç kattı. Çalışırken piyes de yazmağa başladım. Bir — iki denemeden sonra «Çatallı Kcy»ü yazdım. Kabul eajldiği halde tam üç sene er-meydanma yani sahneye: çıkarmadılar. Çünkü yüzde yüz millî olmak gibi affedilmez bir suçu vardı! 1966' da Ankara Devlet Tiyatrosu'nda oynandı v~ çok ilgi çekti. Sonra İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda ve Türk Yazarları Tiyatrosu'nda oynandı. İtalyan Türko'ojj profösö-rü Anne: Masala tarafından italyanca'ya çevrildi.. «Türkmen Düğünü» sahneye çıkan ikinci piyesim. Bir de «Türkiye'de Tiyatro Kavgası» isimli, tiyatrolarımızın iç yüzünü anlatan bir kitap yazdım... İstanbul Şehir Tiyatrosu'ndaki görevim 1975 yı'ına kadar devam etti, ayni sene TRT'ye geçtim, halen bu kurumda çalışmaktayım.
— Niçin sadece tiyatro?
— Tiyatroda yıllarca çalıştığım için, bu sahedeki bilgim, edebiyatın diğer döllerine nazaran biraz daha fazla. Sonra, millî Türk Tiyatro yazarına o kadar çok ihtiyaç var ki.
— Cumhuriyet'den sonra, bizzat Türkiye Devleti tiyatro ile ilgilenmek gereğini auyau, Ankara'da konservatuvar açarak, Kari Elbert'i başına geçirdi ve ona geniş yetki verdi Okuyucularımıza, bu devrin ti-yalrc zihniyeti hakkında biraz bilgi" verir miydiniz?
1923'den sonra İstanbul Şehir Tiyatroları, Devlet Konservatuvarı, Ankara Devlet Tiyatrolarının kuruluşu; devrin ica-İ ! olarak yüzde yüz Batı'yı örnek almış tiyatro ve kenservatuvarın başına batılı hocalar getirmiş, ananevî Türk Tiyatro unsurlarını tamamen bir kenara bırakmış bir zihniyetin eseridir. Batı ı gelirken, tabiî ki kendi küKürünü de beraberinde getiriyor. Geldiği ülkenin kültürünü yok farzediyor, mevcut olanları da silmeğe çalışıyor. Bir milletin yüz yıllardır kazandığı, yaşattığı millî kültür değerlerini bir anda toptan silip, yerine yeni bir kültür, müessesesi kur maya çalışırsanız, büyük sakıncalar doğar, yıllarca bocalarsınız. İşte Türk tiyatrosu da, bu körü-kerüne kopyacılığın acısını çok çek mistir. Millî Türk Tiyatrosu'nun yeni yeni filizlenmeleri ancak 50-60 sene sonra, son zamanlarda görülmeğe başlamıştır.
__ Türk seyircisinin ilgisini çekmek için nasıl oyunlar gerekiyor?
— Son yıllarda acı tecrübelerle görülmüştür ki; artık Türk sahnelerinde yabancı reçetelerle dertlerimize deva bu'una-maz. Acı tecrübeler derken, kapanan tiyatroları, boş koltuklar önünde harcanan sahne emeklerini, yüz küsur yıldır yapılan ya-
«Türkmen Düğünü»nün Yazarı Ali Yürük
bancı propagandalar yüzünden ortaya çıkan ruhsuz, özenti dolu, kopyeci ve aşağlık içindeki nesli kastediyorum... Her milletin yüzyıllar sonunda meydana gelen kültür değerleri vardır. Bu kültür değerleri iklim gibidir. Çaresini ae sadece kendi içinde taşır. Siz Eskimo kıyafetini, ekvatorda yaşayan insanlara zorla giydirmeğe kalkarsanız, adam sıcaktan bunalıp, ölür. Bunun gibi, Türk Milleti'nin derdini, tasasını, sevincini ancak; onun içinden çıkan, Türk gözüyle bakan ayni dertlerden muzdarip, ayni sevin-c' paylaşan insanlar dile getirebilir. Yani millî yazarlar, millî tiyatrolar, millî san'at c«5i./ien Tiiik seyircisinin gönüne, kafasına girebiir. İstatistikler açıktır. Her hâl ve şart ta millî muhtevaya sahip eserler, hiç reklâm yapılmamasına rağmen, seyirci hasılat rekoru kırmıştır.
— Türk insanının maddî sefaletini sergileyen oyunların, kirlj ideolojileri bellidir. Sahnelenen sefalete ve dertlere sundukları reçete, çözüm, deva ne derseniz deyin lamamiyie malûm ideolojinin bakış açısından değer bulmaktadır. Yabancı çözüm, Türk insanının derdine deva olmaz. Türk seyircisi de bunu çok iyi bilmektedir. Aslında öyle piyeslere seyirci hiç ilgi göstermiyor. Fakat bu oyunların o kadar çok reklâmı yapılıyor ki, bu reklâmlarla bir paçavrayı da sahneye getirseniz, onların gördüğü kadar ilgi çekebilir. Bu tiyatrolarda mezhep ve bölgecilik ayırımları alabildiğine yapılıyor ve bu ayırımlar basın ve yayın organlarının tam desteği j|e yapılıyor. Her gittikleri yerde, kendi tertip ettikleri kavgalar, gürülüler koparıp, milletin merak duygusunu kamçılıyorlar. Aslında yaptıkları san'at değildir. Bilinen ve yüzyıllardır söylenen ideolojik sloganları tekrarlayan bir papağan, bir hoperlör olmaktan ileriye gidememişlerdir. Siz eğer insanlığı ve sanatkârlığı bırakıp, bir papağan, b:r hoperlör olmayı kabul ederseniz, sizi kullanacak biri muhakkak bulunur. «Akıllı lâfını, deliye söyletir.» hesabı; birini enayi yerine koyup sloganlarını bağırtan akıllılar (!) her zaman vardır, değil mi? Mühim olan. — afedersiniz— eşekliği kabul etmemektir, Eşekliği kabul ettikten sonra, ona binecek birinin bulunduğu gibi...
— Yani oyuna, ideoloji girmemeli, öyle mi?
— İdeoloji oyuna girmemelidir. San'at idec'ejiyi bünyesinde taşıyamaz. Çünkü, ideoloji sanatın en kötü1 hastalığıdır... Fakat san'at nedir, ideoloji nedir? Önce bun-
DEVLET - SAYI 378 - 31 OCAK 1977 SAYFA : 5
lan incelemekte fayda var: San'at iyiyi, güzeli, doğruyu anlatır. İyi, güzel, doğru meydanda değildir yahut herkes görüp, an layamaz ve anlatamaz. Onun için; iyiyi, güzeli, doğruyu gösterebilene, anlatabilene sanatkâr denir. San'atin her dalında, herkesin öğreneceği, istifade edeceği gerçek vardır. Marks'ın da, Lenin'in de, Mao'nun da, Hitler'in de, Mussolini'n de san'attan alacağı nasip vardır. Siz böyle san'at gibi, başlıbaşına Allah vergisi olan büyük bir müesseseyi, ideoloji gibi küçük bir müessesenin emrine verirseniz, gülünç olursunuz. Yani ölümsüz olan sanatı, ölümlü olan fanilerin eline vermek, iktidarda olan bir İnsana dalkavukluk yapmak gibi bir şeydir... Ancak bir milletin mefkuresi, ülküsü ile şu anda kullanılan ideoloji kelimesinin hastet-diği anlamı, birbirinden ayırmak gerekir. Hiç değilse ben, ayırıyorum. Türk Milleti olarak ezelden beri bir mefkuremiz vardır. Türk örf ve âdetleri; bu Türklük mefkuresine erişebilmemiz için, yaşama tarzımıza yerleşmiş; ilimde, fende, kültür san'at medeniyet alanında Türk insanının, çağının asırlar boyu nasıl önde gittiğini gösteren birer kültür hazineleridir. Örf ve âdetlerimizin, milletimizin her alanda ilerlemesine nasıl tesir ettiğini anlayabilmemiz için, son 150-2C0 yıllık Türk tarihine bakmak kâfdir. değerlerimizden, örf ve âdetlerimizden ayrıldığımız müddetçe ne hallere düştük? İşte ortadadır. Japonya meselâ ayni hatâya düşmediği için, «geri kalmış ülke» haline gelmedi.
— «Türkmen Düğünü»nü seyrettikten sonra, kendi kendime «Bu eser mutlak dış ülkelere gönderilmeli» diye düşündüm, çün kü kanaatime göre; bizi tam anlamıyla temsil eden bir eser acaba böyle bir teşebbüs var mı?
— Türkmen Düğünü» gibi, mensup olduğu milletin millî değerlerini yaşatan yüzde yüz millî bir piyes, hangi devletin eline geçse, onu en iyi şekilde sahneler ve bütün dünyaya duyururdu. Turneler yapar, kültür mübadelen yapardı. İşte piyes mey denda.. Ayrıca bir milletin düğün âdetlerini anlatan, dünyada ilk tiyatro eseri «Türkmen Düğünü»dür. «Amerikan Düğünü», «Rus Düğünü», «İsrail Düğünü» diye bir tiyatro eseri yok. Olsa zaten, hemen Türk-çeye çevrilir ve tiyatrolarımızda oynatılırdı. Biz tiyatro sahasında, dünyanın hiç bir ülkesinden geri değiliz. O halde «Türkmen Düğünü»nü yurt dışına göndermek ilgili hükümet ve devlet adamlarımn bileceği iş.
Sayın Ali Yürük'e, suallerime cevap vermek nezaketinde bulunduğu için teşekkür aderim.
Şu anda son soruyu ve cevabı yazıya gsçirirken içirride bir burkulma ile düşün-c'ürn : Devlet Tiyatrolan'nın başında 19 yıl dır kaç devlet ve hükümet adamını eskiten —devir geçirten— «Gökçer Kumpanyası» kumlmuç: c'ururken, hiç bir millî esere, dış memleketlere gönderilme şansı tanınır mı?. V'c''-a, çıkabilir mi d:rs ;n'z bu kumpanyaya ve kumpanya başına söz dinletebilecek b'r e- kş i? . . "
Hiç o'mazsa Şab .n Karaiaş Bey, bu oyunu TV için renkli ola:ak filme aldırtabilir hattâ oış ülke'ere rahalça satar.. Bekliyoruz.
D ilin insan toplulukları içinde çok ve çeşitli vazifeleri vardır: 1. Dil bir top luluğun ayrı ferdleri arasında anlaş
mayı temin eder; 2. Dil insanlığın asırlardan beri elde ettiği tecrübeleri içine olan bilgi hazinesini saklar ve bunu nesilden neslle devreder; 3. Dil bir milletin uzun tecrübelerine dayanan mefhûmları keiims ve 'tâbirler şeklinde kalıplara sokar ve böylece millî düşünce faaliyetini düzenler; 4. Dil müşterek düşünüş ve ifade bit iği için de bir oraya getirdiği toplulukların mânevi varlıklarını korur; 5. Dil insan top'uluklannı müşterek fikir faaliyeti içinde birleştirerek, onları bir millet hâline getirir.
İnsan topluluklarını ve dolayısiyle bunun en yüksek merhalesini teşkil eden milleti meydana getiren âmiller arasında en mühim unsurun dil olduğuna şüphe yoktur. Bugün dil dediğimiz zaman — o dili konuşan miileti ve millet dediğimiz zaman üo— topluluğun konuştuğu dili kastediyoruz. Bu iki mefhûm birbirine çok sıkı bir şekilde bağlı bulunmaktadır. Bunlardan dil mefhûmu o derece mühim bir yer işgal etmekledir ki, ortadan kaybolan bir milletin dili mevcut olab'leceği hâlde, dilini kaybeden bir millet tarih sahnesinden silinmektedir.
Dil, insan topluluklarının tecrübelerini kendinde muhafaza eden bir hazinedir. Bu toplulukların yalnız geçmişlerini değil, aynı zamanda onların gelecekteki gelişme imkânlarını da kendinde taşımaktadır.
İnsan'arın düşünmesi mefhûmların sıralanması ile meydana gelir. Mefhûmlar ise, dilin yarattığı tâbirler vâsıtası ile ifâde edilir. Dili olmayan veya dili yeter derecede gelşmemiş olan topluluklarda mefhûmlar gelişmez, Mefhûmları olmayan bir çevrede ise, fikir hayatı meydana gelemez.
Bütün milletlerin ilim yolunda vücûda getirdikleri ilk akademiler, kendi dil hazinelerini araştırmak ve geliştirmek için kurulan dil akademileridir. Bunun başlıca sebebi ilmin gelişmesinin dilin ifâde imkân ve kudretine bağlı olmasıdır.
Bir çocuğun kendi ana dilini bile öğrenmesinin pek kolay olmadığı malûmdur. Çocuk yemesini, içmesini ve bununla ilgili hislerini ifâde etmeği derhal öğrenir. Yürümeyi bile kolayca elde eder. Fakat konuşmak, düşünmek ve bunu ifâde etmek için zarurî olan dili elde edinceye kadar uzun zaman geçer. Oocuğa bir tek kelime öğretmek bile çok büyük sabır ve uzun zaman isteyen bir iştir. Bu iş evden sonra mektepte, daha sonra da insanın hayatının sonuna kadar devam eder.
İnsan oğlunun bu kadar büyük bir zorlukla elde ettiği dil, zamanla onun bütür1
içini ve dışını dolduran öyle kıymetli varlık hâline gelir ki, artık dili insandan ve insanı da dilden ayırt etmek mümkün olmaz ve bu iki mefhûm birbiri ile sıkı-sıkıya birleşir.
Ferdlerin hayatında olduğu kadar, insan topluluklarının meydana gelmesinde de bu kadar mühim vazifeleri olan ve gördüğü iş bize bir vâsıta gibi görünen dilin bizzat kendisi nedir?
Fikir ve tecrübelerin asırlar boyunca bir nesilden diğerine geçmesine yardım eden,
düşüncenin esas o'an mefhûmları yaratan ferd ve toplulukların en bariz vasfını teşkil eden milletleri vücûda getiren, onları yaşa tan, hattâ onlardan sonra da yaşamağa r\c,\ırtm a.Mc\n K i ı L - ı ı H r o t l i w/-ı>"lıLr ne\rlirO
Türk Kültürde Meseleler tan, hattâ onlardan sonra da yaşamağa ŞF*&, • H E& *M I 13 u — devam eden bu kudretli varlık nedir? İ l 1 I i • % # • /tT% 42 I Ck 1 && fT I \Jf f^
Dil nasıl meydana gelir, nasıl yaşar ve tm^ 1 8 I W I \d> %J ™ \ 0 m ^ # • • W ^ ^ nasıl gelişir?
Dil nasıl meydana gelir, nasıl yaşar ve nasıl gelişir?
Bu sual çok eskiden beri insanların düşüncesini meşgul etmiştir. Bu hususta yapılan araştırmalar bizde de ilgi görmüş ve yapılan tecrübelere Türk muhiti de iştirak etmiştir. Bu muammanın çözülmesi ve böylece konuşma melekesinin nasıl gelişe ceği tecrübe edilmek istenmiştir.
Fakat umûmî kanâat, bu muazzam varlık, dilin bu sihirli veya kudsî vazifesi ve dilin yapısındaki insan kudretini aşan mükemmellik sebebi ile dilin Allah tarafından insanlara verilen bir ihsan, bir lütuf olduğu şeklindedir. Bu düşünceye göre, «sözü» Allah yaratmıştır. Kur'ân'ın ifâdesine verilen ehemmiyet ve bunun son zamanlara kadar devam etmesi bu kanâat ile yakından ilgilidir.
Bu gerüş, başka biracıdan bugün için de doğrudur. Tabiat ve onun içindeki geliş me insan kudretinin üstündedir. İnsan üstü kudreti temsil eden kuvvet dönüp dolaşıp, Allah telâkkisi ile birleşir. Bunun ifâde tarzı, insan topluluklarının kültür seviyesine bağlıdır. Dil de tabiî bir varlıktır. Her tabiî varlık gibi, dilin gelişmesi de bunun için zarurî şartların yerine getirilmesine bağlıdır. Bir tabiî varlığın zarurî şartları o varlığın yapısını araştırmakla kolayca tespit edilebilir. Bir meyve bahçesi bakılır ve ağaç ların gelişmesi temin edilirse, ondan o derecede meyva alınır. Ağaçların dibi kazılacak çeşidine göre gübrelenecek, ağacına göre budanacak, zamanla ilaçlanacak, mevsimine göre sulanacak; daha iyi cinsleri ile aşılanacak, sonra arzu edilen mahsûl beklenecektir. Atalarımızın : «Bakar san, bağ olur; bakmazsan, dağ olur» sözü bu sahada uzun bir tecrübenin ifadesidir.
Bitki âleminde olduğu gibi, aynı usûl hayvanlar âleminde de tatbik edilir. Onların tabiî şartları tespit edilir, sonra bu şart iarın yerine getirilmesine dikkat edilir.
Tabiî varlıkların en hassası olan dilde de bu böyledir.
Dilin tarifi ve gelişmesi yalnız Türk diline hâs bir mesele değildir. Bu sahada kendi düşüncelerimiz yanında, diğer milletlerin tecrübelerinden ve araştırmalarından da faydalanmak mümkündür. Bu mühim mevzu üzerinde her millet titizlikle durmuş ve bu işi ilim dallarının en mühimi olarak ele almıştır. Kendisini cvrupalı sayan bir topluluk garp kültürünün yarattığı araştırma usûllerinden vazgeçemez. Bu tecrübeler bize bu mevzuda harcadığımız zaman ve sarfettiğimiz emeğin bir kısmının tasarrufuna yardım eder. Çoktan halledilmiş meseleler üzerinde keş:fle uğraşacağımıza, kuvvetimizi bu mevzuları derinleştirmek için sarfetmek daha faydalı ve verimli olur.
Burada fazla tafsilâta girmeden, hepimizin malûmu olan bilgileri, birdaha hatırlat mak için, kısaca şöylece toparlamak müm kündür :
TürtDi l i Ord. Prof. REŞİD RAHMETİ ARAT
1. D.! insan eli ile yapılmış bir varlık olmayıp, binlerce yıldan beri kendi kanunları içinde gelişen tabiî bir varlıktır. Bu var lığın üzerinde ner hangi bir tasarruf yapmadan önce, bu varlığın yapısı, yaşama ve gelişme şartları hakkında bir fikir sahibi olmamız gerekir. Şimdiye kadar hangi mer haleleri geçirmiş, kendi bünyesinden neleri atmış, neleri benimsemiş olduğunu tespit etmemiz icâbeder. Bir dilin temelini teşkil eden ses, ek kök ve cümle bilgisi üzerinde kâfi derecede belgiye sahip olmadan, dilin malzemesinde saklı bulunan tabiî servetine, gelişme imkânlarına ve bunu kullanış tarzına iyice vâkıf olmadan, her hangi bir hareketle bulunmak doğru değildir.
2. Türk dilini araştırmak için, biri konuşma dili, diğeri yazı dili olmak üzere, iki nevi malzeme vardır. Konuşma dili, Türk cenin ağız ve şivelerini içine alır. Türk dili ile ilgili eserlerde, bilhassa mukayeseli araş Sırmalarda 35-40 isim altında zikredilen Türk şiveleri, dil hususiyetlerine göre yapılan tasniflerde başlıca 4 grup içinde bir-leşiirüeb'lmektedir. Kısmen xı . asırdan itibaren takip edilebilen bu Türk şiveleri eski Türk dili devresinden sonra meydana gelmiş olup, dilin en canlı, hassas ve gelişme temayüllerine göre eğilen, değişen bir şeklini teşkil eder. Daha dar bir sahada ve daha mahdut malzemeye dayanan bu şiveler, tabiatiyle, bütün dil hazinesine sahip bulunmuyorlar. Onun için, umûmî Türk dilinden istifâde imkânlarını bulamadıkları takdirde, ses ve ek değişmeleri yanında, mâna kaymalarına doğru kapılar açık bıra-kılir. Bu gibi ş'velerin mensup bulundukları yabancı muhitlerin vs onların dillerinin te'siri altında kalmaları kolaylaşır.
T ürk şivelerini araştırma malzemesi bizde, 100 yıllık bir maziye dayanmaktadır. Ayrı Türk sahalarında ya
zılmış eserlerdeki hususiyetlerden istifâde edildiği takdirde, bu daha eski tarihlere götürülebilir (meselâ M. Kâşgarî X|. asrın coılari; Kodeks Kumanikus, XIII. asrın son lan v.b.)
3. Asıl dil hazinesini Türkçe yazılmış olan eserler teşkil eder. Türk yazı dilini yazıldıkları tarihleri belli olan Orhun kitabelerinden itibaren takip edebiliyoruz. Kat'î olarak bilinen tarihler VIII. asrın başları olup, bâzıları, tereddütler ile, VI asra kadar çıkmaktadır. Bunların bir kısmı, şüphesiz, daha eski târihlere aittir. Bu yazı dilinin bugünkünden cok oz farklı olan bu sabit şeklini alıncaya kadar, uzun bir zaman geç m'ş olacağı tabiîdir. Türk yazı dilinin daha sonraki gelişmesi göz önünde tutu'ursa, dilin bu eski şeklini en az -milâdın ilk senelerine kadar çıkarabiliriz. Kısaca biz bugün
milâdın ilk senelerinden zamanımıza kadar geçen, 2 bin yıllık bir devreyi içine alan, bol miktarda yazı dili malzemesine sahip bulunuyoruz. Bu malzemenin araştırılmasından, Türk dilinin tarihî inkişafını ve bu gelişmenin kanun ve temayüllerini tespit edebiliriz.
Türk yazı dilinin gelişme safhaları ve aynı sahalara göre, husûsî gelişme temayülleri vardır: Bugünkü konuşma ve yazı dilinin menşei olan eski devir olarak adlan riırabİleceğimiz bir kısmı milâdın başından itibaren X|||. asra (bâzı kapalı dinî cemâatlerde XVII. asrın sonlarına) kadar devam eder. x| | l . - XVI. asırlarda birbirlerine yakın olmakla beraber, bâzı farklar ile ayrılan, 1. cenup ve 2. şimâl-şark olmak üzere, iki yazı dili meydana gelmiş ve XVI. XX. asrın başlarına kadar, şimâl-şark bö lümünün ayrılması ile, 1. cenup, 2. şimal ve 3. şark türkçesi ortaya çıkmıştır. Bâzı konuşma dili temayüllerini yazı diline sokmuş olan bu bölümler son zamanlara kadar karşılıklı tesir'er altında kalmışlar ve birfcirj?ri ile temaslar'ınr kesmemişlerdir. Bilhassa garp türkçesinin en büyük mümessili bulunan Türkiye'deki matbuat, edebî eserler ve bilhassa mekteplerde oku nan ders kitapları bol miktarda d ğer muhitlere de girmiş vs istifâde edilmiştir (meselâ Yozıcı-cğlu'nun Muhammediye'si şimalde defalarca basılmış o'up, her evde bu eserin bir nüshasını bulmak mümkündür).
4- Bir de dilin daha eski bir devresinde umûmî türkçeden ayrılarak, başka bir gelişme yolu takip etmiş olan zümrelerin dili vardır; biz bunlara, birbirlerine daha yakın olan şivelerden ayırt etmek için, lehçe adını veriyoruz. Yakut ile Çuvuşça Türk dilinin böyle lehçeleridir. Lehçelerin araştırılması ve karşılaştırılması, Türkçs-nin bugün eski olarak adlandırdığımız dev rinden daha eski bir devresine doğru yol açılmasına yardım eder.
Bir millî bağ olarak Türk dilinin oynadığı roltr, belki diğer dillerin hiç biri oynamamıştır denilebilir. Bir dereceye kadar Arapça bu hususta Türk dili ile mukayese edilebilir. Fakat bu dilin rolü de gerek yayılış sahası, gerek şive şekilleri bakımından, Türk dili yanında çok silik kalır. Türk dili, eski devirlerde olduğu gibi, bugün de diğer dillerinki ile mukayese edilemeyecek kadar, geniş bir saha işgal eder. Bu dili konuşan kavimler, idarî ve siyâsî teşkilât bakımından, çok ayrı kalmış ve muhtelif devirlerde onların kültür vâsıtaları birbirlerinden oldukça farklı olmuştur. Türkler mühim geçit yollarında yaşamışlar ve bu yüzden çok evvel komşu kültür muhitleri ile temasta bulunmuşlardır. Yabancı alfabeler, din ve dinî eserleri Türkler içine
g'rmlş olmasına rağmen, Türk muhiti bu tesirleri mahdut sınırlar içinde tutabilecek kadar, kendi kültür ve geleneklerine bağlı kalmıştır. Zaman itibârı ile en uzun süren temas, karşılıklı tasarruflar ve sulh zamanında sıkı münâsebetlerin devam etmiş dimasına rağmen, Çinlilerin te'siri inanılmayacak derecede dar sahada kalmıştır ve bu kadarı da çok son zamanlara aittir.
Türklerin İranlılar ile olan temasları her iki milletin destanlarına geçecek kadar eski devirlere çıkmaktadır. Arapların dünya hâdiselerine iştirak etmeleri ancak VI. asırlarda başlar. Bunlar da, İranlılar ile birlikte, daha ilk devirlerinde Türk'er ile temasa geçmişlerdir. Fakat bu yeni kültür muhillini™ Türk'tere tje'sir edebilecek bir şekil alması ancak X|. asırda başlar. Orta Asya'nın İslâmlaşması, hudut boylarına İs-lâmiyetin girmesi, hk Türk-İslâm sü'âîele-rinin ortaya çrkmaslı, Türk kabilelerinin garba doğru hareketlerinde Iran ve Irak ile doğrudan doğruya temasa girmeleri ve bu sahada askerî kuvvetlerin yavaş yavaş Türklerin eline geçmesi ile bir kat daha derinleşmiş olan bu münâsebet tamamen başka şartlar içinde cereyan etmiş ve o nisbette farklı olmuştur.
XI!.-XIII- asırlarda Türk dilinin tarihî inkişâfı bir dönüm noktasında bulunuyordu. Türk dili bünyesinde meydana gelen mühim değişiklikler daha ziyâde bu devirde başlamış veya tamamlanmıştır. Türkler tarafından asıriarca kullanı'mış ve an'ane te'sis etmiş elan eski Türk yazı sistemi, İslâm muhitine giren Türkler tarafından Arap alfabesi ile değiştirilmiştir. Türk muhiti için yabancı olan yeni yazı sistemi kendisini eski yazı an'anesine bağlı hissetmemiş ve dilin bünyesinde vukua gelen değişiklikleri yazı diline almakla bir mahzur gör memlştir. Böylece birbirinden cüz'î de olsa farklı yazı dillerinin ilk esasları ortaya çıkmıştır. İlk zamanlarda telâffuza ve tasrifteki küçük farklara inhisar eden bu yenilik, zamanla lügatlere ve bâzı sahalarda gramere kadar genişlemiştir.
illi hayat çerçevesi içinde, gerek edebî, gerek ilmî, yazı dilini devam ve inkişaf ettirmek imkânını bulan
zümrelerin en mühimi, şüphesiz, Türklerin cenub-i garbî grubu, yâni Türkiye'dir. Vücûda getirdiği muazzam; devlet teşkilâtı, dünya siyâsetinde oynadığı mühim rol, bütün komşu memleketlere yaptığı tesirler ile mütenâsip, çok zengin edebiyat ve ilim müesseseleri vücûda getirmiş olan bu Türk zümresinin dili de o nisbette mühim bir mevki almıştır. En eski örneklerini XII- asır dan itibaren görebildiğimiz Selçuk devri mahsûlleri ile başlayan bu yazı dili, sahasının genişliği nisbetinde, gittikçe çoğalan ihtiyaçlar neticesinde İran ve Arap kültürü te'siri altında kalmış ve halktan ziyâde, bir zümreye mâl edilen, «sun'i» bir dil olan «Osmanlıca» şeklini almıştır.
En mühim millî temellerden biri olan dil içindeki bu gayri tabiîlik Türk muhitinde haklı bir isyan uyandırmış ve meselenin halli için çeşitli yollar aramağa sevketmiş tir. Türkiye dâhilinde şive ye ağızlar birbirleri ile asırlardan beri kaynaşarak, kendi hususiyetlerinin büyük bir kısmını kaybetmiş olduklarından, burada yazı dili me
selesi, mevcut dilin bugünkü şartlar dâhilinde daha kolay ifâde edilebilecek bir hâle getirilmesidir. Bugüne kadar bu yolda yapılmış olan tecrübeler hâlâ istenilen neticeleri vermiş olmamakla beraber, dil g bi, cemiyetin temelini teşkil eden bir meselenin hallinin kısa bir zamanda ve kifayetsiz bir hazırlıkla yapılamıyacağı da unutulmamalıdır. Yalnız içerisinde bulunduğumuz içtimaî hayatın inkişâfında her ihtiyacı karşılaması icabeden dilimizin- hayatiyetini temin etmek arzu ve düşüncesi ile hareket edilmesini temenni edelim.
Şimâl-şarkî zümresine gelince, bu zümrenin çok geniş bir sahayı ihtiva ettiğini hatırlatmak faydasız olmaz. Bu geniş sahada İran ve Arap kültürü tesiri altında kalan zümreler ile bu kültür muhitinin tahakkümünden nisbeten kendini koruyabilmiş zümreler bulunduğu gibi, göçebe hayat larzını muhafaza etmiş ve dolayısiyle nisbeten son devirlerde, umûm Türk kültür muhitine dâhil olan zümreler de mevcuttur. Bu saha idarî bakımdan muhtelif devirlerde ayrı ayrı devlet teşebbüslerinin içinde kalmıştır. Bütün bu âmillerin vakit vakit mahallî hususiyetlerin inkişafına yardım etmiş olmasına rağmen, şive hususiyetlerinin birbirinden çok az farklı olmaları sayesinde, yazı dili hiç bir zaman esasını değiştirecek bir duruma düşmemiştir. Buna bu sahadaki Türk kabilelerinin son asırlara kadar devam eden göçleri de yardım etmiştir.
Bir taraftan Altın-Ordu'nun dağılması (XV. asır), diğer taraftan Timur devletinin yıkılması (XVI. asır), buralarda daha küçük zümrelerin meydana gelmesine sebep olmuş, mevcut kuvvetli Türk kültür merkezlerini zayıflatmıştır. Bu devirden itibaren bu mıntakaların mukadderatı, uzun bir zaman için tâyin edilmiştir. İlim ve edebiyat sahasındaki durgunluk, Türk dili için tesirsiz kalamazdı Kuvvetli edipleri yetiştirecek havanın artık mevcut olmaması Türk dilinin hayat kudretine de en büyük darbeyi indir mistir. Yazı dili ister istemez eski malzemenin büyük bir kısmını kullanmamak, bun lan unutmak ve daha çok mahallî ağızların hususiyetlerine uymak mecburiyetinde kalmıştır. Şurada-burada gölge halinde mevcudiyetlerini muhafaza eden mektep ve medreselerde tedris dilinin daha çok yaban cı dillere istinad etmesi de bunun tabiî bir neticesi olmuştur.
Rusların, doğuya doğru ilerliyerek, Türk bölge'erini birer-birer kendi hâkimiyetleri altına almaları, bu durumu daha karışık bir hale getirmiş ve tabiî engellere bu defa bir de düşmanın, Türk milletini par çalama gayesini güden p'ânlı siyâsî-idârî müdâhalesi de katılmıştır. Rus hükümeti Türk millî birliğini yıkmak için, ne kadar çare düşünebildi ise, bunun hepsini tecrübe etmiştir. İdarî birlikler vücûda getirirken, Türk ekseriyetini bırakmamak için, Türk topraklarını parçalamak, Türk ülkelerini birbirinden ayırmak için sun'î göç mıntıkaları yaratmak buna uygun olmayan yer lerde husûsî idareler vücûda getrmek, maddî temelleri yıkmağa uğraştığı gibi, bir devre için Türk millî birliğinin temellerinden olan İslama karşı misyonerler teşkilâtı vücûda getirmek, maârifin mümkün merte-
(Devamı Sayfa 10'cfa)
I
DEVLET - SAYI 378 - 31 OCAK 1977 SAYFA : 8
KOOPERATİFÇİLİK VE TÜRKİYE'DE TATBİKATI Devlet Destekleme Alımları Masraf izahnamesi Çıkarılmalıdır
Devlet Destekleme alımlarına ve bazı aksayan yönlerine daha önceki yazılarımızda kısaca temas etmiştik. Bu defa yine bazı aksayan yönleri ile bu alımlarla ilgili masrafların hesapları üzerindeki hatalı yönlerine ve alınması gereken tedbirlere değinmek istiyoruz.
Bilindiği gibi, her yıl Hükümetlerce Devlet Destekleme alımları ile ilgili olarak Bakanlar Kurulunca kararnameler çıkarılmakla ve bu kararnamelere istinaden Devlet adına alım yapılmaktadır. Bu kararnamelerde «... alımlardan satıma kadar her türlü masraf bu hesapta toplanır ve Bakanlığının onayı ile kesinlik kazanır» de-nilmekedir
İlk andc çok güzel olarak değerlendirilen ve Devlet adına yapılan alımın bütün masraflarınında devlete ait olmasından baş ka bir yolun cimaması düşünülür ise de, arlında bu yo! kat'i olarak belirlenmediği gibi, bazı yanlış anlama veya bilerek hatalı işlemlere sebebiyet verilmektedir.
1 — Devlet adına yapılan alım sırasında devamlı olan sabit Demirbaş masrafları vardır. Bu masraflar devlet adına alım yapılsa do, yapılmasa da olmaktadır. Devlet adına alım yapılıyor diye bütün sabit masrafların Devlet Destekleme alımları hesabına alınması doğrumudur? Yoksa Devlet adına alım yapıldığı zaman İlgili Kooperatifler veya birliklerce ek olarak yapılacak masraflar mı bu hesaba alınmalıdır?
2 — Devlet adına alım yapıldığı za-rran ek masraflar neler olmalıdır? Bu masraflarda gösterilecek azami titizlik nelerdir? Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Ana sözleşmesinde «basiretli bir tüccar gibi hareket etme.» mecburiyeti vardır. Bu mecburiyete uymayanlar hakkında ne gibi bir işlem yapılmalıdır? Bu güne kadar, bu fazla masrafdan dolayı kimseye bir şey olmamıştır.
3 — Basiretli bir tüccar gibi hareket eden ve mevcut personelini gece gündüz demeden çalıştıran, Bir birlik veya Kooperatif elemanlarına ne gibi fayda sağlayacaktır? Klâsik sistemde görevini yaptı deyip geçilmeli midir? Yoksa azami tasarrufa riayet edenlere bir mükâfat verilmeli midir? İşler daha normal hale getirilirse devletin yararına ne kadar gel'r sağlanabilir?
4 — Birliklere bağlı işletmelerin kâr ve zararları ne olacaktır? Bazı işletmelerin kârları olduğu zaman müessese iyi çalıştı denilerek, devlete kâr verilmemekte fakat zarar ettiği zaman sebep Devlet gösterilmekle ve bütün zararlar hazineye mal edilmektedir.
5 — Bazı birliklerce borsa fiatı üzerinden işletmelere devredilmesi gereken man süllerin borsanın hangi fiatma göre esas alınacağı belli değildir. Borsa sık sık fiat değiştirmektedir. Bu durumda bazı Birlikler fiatlann en düşük devresinde işletmelere mal vermektedirler. Bu durum ne olacaktır? Borsanın azamî ve asgarî fiatları arasında bir ortalama fiat bulunsa tesadüfen çok cüz'i bir mal için yüksek fiat verilirse çoğunluk düşük fiatla satılırsa iki fiatın ortalaması ne olacaktır? Bazen tam aksi de ola bilir. O zaman da durum ne olacaktır. Borsaya giren bütün maltların toplam fiatları ile satılan miktarları arasında ortalama bir fiat bulunsa, aynı mahsûllerin piyasada sa-tıhpta borsaya intikal etmeyenleri ne olacaktır?
e — Devlet Destekleme alımları yapıl sın veya yapılmasın bir kısım personel sabit olarak birlik veya Kooperatiflerin bünyesinde devamlı olarak çalışmaktadır. Bir de Devlet Destekleme Alımı yapılıp iş hacmi artması dolayısıyle alınan fazla elemanlar olmakladır. Masrafların ne kadarı Devlet Destekleme alımına intikal ettirilecektir? Tamamı mı, yoksa sonradan alınan elemanların masrafları mı? Ayrıca, bizzat bu işle uğraşan Kooperatiflerin alım ekiplerinin masrafları mı, yoksa büroda çalışan Kooperatif ve Birlik personelinin masrafları mı Devlete ait hesaba alınacaktır? Yoksa bu elemanların içlerinden bir kısmının mas rafları mı bu hesaba intikal ettirilecektir? Bu hesaba intikal ettirilmesi gereken şahıslar kimler olmalıdır?
7 — Bir kaç birliği bünyesinde bulun duran bazı Tarım Satış Kooperatifleri birliklerinde örneğin Tariş'te Pamuk, İncir, Zeytinyağı ve Üzüm Birlikleri vardır, bu tip icir Baliğin Genel Müdürlüğündeki idare masrafları müşterektir. Bu müşterek masraflardan Devlet adına alım yapan bir birliğe ne miktarda ve hangi oranda masraf Devlet Destekleme hesabıma alınacaktır? Hele, hele bu birliklerden bir kısmı Devlet adına alım yapıyor, bir kısmı Devlet adına alım yapmıyorsa masrafların durumu ne olacaktır? Ayrıca aynı birlik veya Kooperatifte bir kaç mahsûlün alımı yap» lıyersa, masraflar ne ölçüde taksim edı lecektir? Bilhassa Devlet Destekleme alımı yapılan senelerde fazla personel çalıştırılmaktadır. Daha öneki yazılarımızda belirttiğimiz gibi. özel sektörün en fazla iki veya üç kişi ile gördüğü işi Kooperatifler 10 veya 11 kşi ile germektedirler. Parça başına düşen maliyet çok artmaktadır. Ta-riş İncir Birliğinde 8600, 870C kilo incire b:r kişi bir yıl çalışmaktadır. Tabii bu durumda bir kilo incir başına düşen masraf ise 369 kuruşu bulmaktadır. Özel sektörde bu kadar masrafın yapılması imkânsızdır.
SADIK CEMİLE
8 — Birliklerin bazılarında artık mahsûl dediğimiz kısımların satışı tamamen kendi bünyelerine gelir kaydedilirken, diğer taraftan yapılan masraflar Devlet Destekleme alımlarına mal edilmektedir. Örneğin, pamukta çiğit ve döküntü pamukları, zeytinyağında külçe ve sobstok, yağlı çamur gibi. Bu kabil malların satışından elde edilecek gelirler Devlet Destekleme hesabına alınsa dahi, üzerlerine konulacak masraf oranı ne olmalıdır. Ana madde ile tali maddeyi aynı tutamayız. Hatta ana maddeler arasında kalitelere göre yapılacak masraf oranları ne olmalıdır?
9 — Aynı Kooperatif tarafından aynı cins mahsûlün bir kısmı Devlet adına bir kısmı Kooperatif adına olursa, bu gibi mahsûllerin kıymet olarak ve miktar olarak değerleri kayıtlarda ayrı ayrı gösterilse dahi, herhangi bir satışta kârlı olanına Kooperatifin kendi malı gösterilir, düşük fiatlı olanına Devlet adına mahsûl gösterileblir. Bu aurum satış ile ilgili yapılan masraflardan yüksek olanı pazarlama, reklam vs. gibi hususlar Devlet adına gösterilirse usulsüzlüğü önlemek için bu işle ilgili masraf kalemlerinde hangi oran uygulanacaktır? Kâr lı satışlar da öncelik sırası, devlet mallarına mı, yoksa Kooperatife ait mahsûlün mü olacaktır?
10 — Bankalardan Devlet Destekleme ile ilgili alınan borç paraların b'r kısmı Birlik ve Kooperatiflerce kendi özel işlerinde kullanılmaktadır. Bu para'arın faizleri nasıl tesbit edilir Birliklerin bünyesine aktarılacak veya Devlet adına bütün imkanlar kullanılarak alım yapıldığına göre faizler nereye masraf kaydedilecektir?
11 —Yapılan tetkiklerde her koopsra-tif veya birlik ayrı ayrı sistem uygulamaktadır. Birlikler arasında farklı işlemler uygulanmaktadır. Aynı işlemle ilgili rakkam bir Satış Kooperatifi birliğinde Devlet Destekleme alımı hesabına geçirilirken, diğer b r Tarım Satış Kooperatifi Birliğinde kendi hesabına masraf kaydedilmektedir.
Yukarıda izah ettiğimiz suallerin cevabını ancak yapılacak bir Devlet Destekleme alımı masrafları izahnamesi verecektir.
Uygulayıcı kooperatifler tarafından yanlış anlama ve yorumlara sebebiyet denetim görevini yapanlarca da iyice bilinmediğinden denetimde de farklılıklar olmakladır. Dola,isiyle denetici ve aynı zamanda eğitici kadro dediğimiz müfettişler ve kontrolörler tarafından da çeşitli usuller önerilmektedir. Bu önerilerin bir kısmı bakanlıklara intikal etmekte bir kısmı intikal etmemektedir. Dolayısiyle ilgili Bakanlıklar her hadiseden haberdar olma-maktdır. Gereken izahnamenin ve bu izah-name ile ilgili hesap planlarının bir an önce çıkarılmasını beklemekteyiz.
DEVLET - SAYI 378 - 31 OCAK 1977 SAYFA : 9
"BİLİMSEL (Geçen Sayıdan Devam)
2) Otorite : Skolastiğin otoriteleri ilimde yerlerini tabiatın kendisine terketmişler-dir. Son söz objektif deney, gözlem ve ölçmelerindir. Vakıayla uyumsuzluğu, tahmir-lerinde hatası tesbit edilen teori, onu kuran dediğimiz bir otoriteler zümresi vardır. Fakat onların otoritesi skolastiktekinden çok farklı bir tarzda tezahür eder. Mütehassıs kavramı nı ilerde tekrar ele alacağız.
Otorite, şahıslardan alınıp vakıaya verilin ce otoriteliğe imkân kalmamakta, ilmi metou olarak benimseyen Türk Milliyetçiliği Fikir sis temi'nde Engizisyon'un veya Komünist Partisi.ninkine benzer vahşet yolları kapanmaktadır. , .
3) Tümdengelimcilik : Yukarda, Şekil ll'de şemalaştırdığımız ilim metodunun yapısından, teoriler kurulurken tümevarımın esas alındıyı görülmektedir. Bir olay hakkındaki her tetkik, aynı olayın çeşitli şartlarda her incelenmesi, ilim adamı için özel misalleri teş'i'. eder. Teo i, bu özel misallerden genel bir kaide çıkarma teşebbüsüdür: Özelden genele gitme çabasıdır; tümevarımdır. Skolastikte, mantıklı teori kurulup sonra ve ancak teoriyi desteklemek için vakıaya başvurulduğundan bunun tam tersi, yani tümdengelim uygulanmak cyd . Buna karşılık, teori kafalarda teşekkül ederken ve nihayet tatbik edilirken insan mantığının diğer iki çalışma yolu, benzetme ve tümdengelim kullanılabilir. Benzetmenin ilim resmiyetinde bir yeri yoktur. Benzetme, mantığın işe karıştığı teori kurma safhasında kullanılır; fakat ilim adamı nazariyesinin müdafaasını benzetmeye dayandıramaz. Şekil l'de şemalaştırılan uygulama safhasında ise tümdengelim ön plândadır. Orada genel olduğu ümid edilen teori veya kanun özel bir hale tatbik edilmektedir ve tümdengelimden başka vasıta mevcut değildir.
Skolastikte iümdengelimclliğin yarattığı ikincil özelliği, iyi izahçı fakat kötü tahminci olma konusunu ilmin gayesini incelerken ele almıştık : İlimde tahmin herşey, izah ise ancak bir yan üründür.
İLMİN KABULLERİ Bütün sistemlerde o'duğu gb i İmin de
kendi metodu onun bir kabulüdür. İlim me-todundaki genel kabullerden başka her ilim dalının, her ilim teori ve kanununun, her ihtisas alanının kendine has özel kabulleri var, dır. İlim metodundaki kabullerin incelenmesi ilim felsefesinin, ihtisas dallarındaki kabullerin incelenmesi ise o dalların görevidir ve meseleyi bizim ele aldığımız açıdan konu dışıdır. Ancak burada, Türk Milliyetçiliği Fikir Siste-mi'nin ilmi metod olarak kabul edişinde insanlığın binlerce yıllık tecrübesine dayanıldı-ğını olayları tahmin için ilimden daha güvenilir bir yolun henü^ bulunmadığını tekrarlaya lım. Her cinsiyle skolastik, özellikle Marksizm'in yalancı peygamberliği başarılarıyla değil, terörü ve propogandasıyla ölümümü geciktiriyor.
İLMİN UYGULANMASI İlmin uygulanmasına iki ayrı seviyeden
bakabiliriz. 1) Halis ilim açısından: İlim metodunun
tatbikiyle bir olaya ait kanunların bulunmağa çalışılması birinci cins bir uygulamadır. Her yeni araştırma, bu açıdan ilmin bir tatbikidir.
SOSYALİZM,, 2) İlmin bir fayda sağlamak üzere kulla
nılışı da ikinci tip uygulamadır. Birinci tipte, ele alınan olaya ait güven.l r
bir teori varsa, metod bahsinde açıklanan ve Şekil l'de şemalaştırılan yolla tahmin yapılır. Henüz teori yoksa yine metod bölümünde anlatılan ve Şekil ll'de gösterilen yol'a öncj teori kurulmağa, sonra da tahmin yapmağa çalışılır-
İkinci tipte ise maksat teori kurmak veya tahmin yapmaktan ibaret değildir. Teoriyi ve tahminleri kullanarak tedbirler almak, fayda sağlamaktır. Atom çekirdeğinin davranışlarının kanunlarını bulmağa çalışmak birinci, bu kanunlardan faydalanarak atom bombası veya atom reaktörü yapmak için şartların ne şekilde düzenlenmesi gerektiğinin tesbiti ve bu tesbitin fiile dönüştürülmesi ikinci tip uygulamanın misalleridir.
BİLİMSEL SOSYALİZM VE İLİM İlmin buraya kadar gördüğümüz özeliik
lerinin kavranmasında yardımcı bir misal ola rak Marksist teoriyi ele alalım. Marksizm, ilmî bir teori olsaydı Şekil ll'deki şemadan geçişte başına neler gelecekti?
Önce, bilgi toplama safhasına, ilmin öngördüğü objektiflikle değil, ateş püskürüle-rek, kızgınlıkla girilmiştir. Bu tavır, sadec? Marks ve Engels'e ait bir karakter zaafı değil, Bilimsel Sosyalizmin «teori —pratik birliği» dediği temel bir hatasıdır. Teori — pratik birliğine göre bir şeyi objektif olarak gözlemenin tek başına hiçbir anlamı yoktur. Gözlem o anda ve kendisiyle birlikte hareketi de getir melidir. Bilimsel sosyalistlere göre meselâ sos yoloji, bir ülkede ihtilâl olacağımı tahmin ediyorsa, sosyologlar derhal junta kurmağa, silahlanmaya başlamalı; en kısa zamanda sokağa fırlayıp ihtilâli bizzat yapmalıdırlar. Gözlemin objektifliğiyle taban tabana zıt olan bu anlayışla marksistler «bilimsel» derler! İlim bu teor i— pratik birliğini gerçekten kabul etseydi, meselâ güneşin tutulacağını hesap'a yan astronom veya gök mekanikç'sinin, tutul mayı birkaç gün önceye almak için gayret sarfetmesi gerekirdi. Fakat marksistler bu acaip birliğe mecburdurlar. Çünkü teorileri proleter ihtilâlinin kaçınılmazlığını idd'a etmektedir. O zaman gayrete ne lüzum var? Tarih madem önlenemez bir şekilde B;limse) Sosyalizm'in lehine çalışıyor, niçin yorulmalı? Niçin hapse, hatta ölüme gitmeli? Fakat bu tip sorular da marksistler için son derece can sıkıcıdır. Herkes böyle düşünmeğe başlarsa bunca «yılmaz savaşçı» ne olacak? SSCB'nin, Çin Halk Cumhuriyeti'nin propaganda silâhları ne yapacak? Çare, «teori — pratik birliğbnin ta kendisidir. Tarih kaçınılmaz şekilde ihtilâle gidiyor ama bunu sadece tesbit etmenin bir manâsı yoktur. Bu anlaşıl dığı anda anlayanların kolları sıvayıp ihtilâle katılması gerekir.
Bilgi toplama safhasının bir diğer gereği, yeterli gözlem, deney ölçme yapm-1 şartı da yerine getirilmemiştir. Bir kere Marks — «ikti satçı» unvanını kullandığı halde öncelikle iktisatçı değil felsefecidir. Engels'le birlikte, dünya iktisadı veya tarihi dursun, Avrupa iktisadını bile doğru dürüst gözlememişler; En-gels'in babasının tekstil fabrikasına yapılan ziyaretlerle yetinmişlerdir.
e İLİM !... AYHAN TUĞCUGİL
Teori kurulduktan sonra test denemele rine de girişilememiştir. İstisnalar aranmamış, aranmadıkları halde ortaya çıkanlar ise İstisnalar kaideyi bozmaz» anlaşıyla etiketlenip rafa kaldırılmıştır. Meselâ ilkel toplum köleci toplum - feodal topum - kapitaist toplum -sosyalist toplum teorisinin Asya'da çalışma dığı görülünce buna, «Asya Tipi Üretim Tarzı» (ATÜT) adı verilip rahata erilmiş, dünyanın yarıdan fazlasını kapsayan bu istisnanın teoriyi bozabileceği düşünülmemiştir. Marks' in yaptığı ilim olsaydı Bilimsel Sosyalizm daha bu safhada Red 1 ve Red 2 yollarıyla baş-dan olan «değerin emek teorisi» de bırakın langıca iade edilirdi. Marksizm'in esasların-deneyi ölçmeyi; etrafa bakınmakla bile çürütülür ve Red 1 işlerdi. (Bu teoriye göre bir ma !ın değeri, onun imalinde sarfedilen emekle belirlenir. Bir saat çalışan Van Goh'la bir saat çalışan badanacının imalâtı bu görüşe eş kısmettedir. Bir saat kömür madeninde çalışan işçinin çıkardığı kömürle bir saat elmas madeninde çalışanın çıkardığı da eşit..)
Teori, kapitalist memleketlerde ihtilâl tahmin ediyordu.Marks - Engels mektuplaşmasında bazan Almanya, bazan Fransa için, «Ağustos'ta ihtilâl katî. Ama olmazsa Ekim'de muhakkak...» gibi cümlelere sık sık rastlanır. Bu yanlış tahminler ilimde yapılsa Red 2 ve Red 3 ile teori derhal tarihe karışırdı. Artan yoksulluk teorisinin iflâsı da Red 2 ve 3 için kâfi sebeplerdir. Nihayet, ihtilâlin endüstri ülkelerinde değil de henüz kapitalistleşmesini ta mamlayamamış Rusya'da meydana çıkışı z^r-re kadar ilim zihniyeti taşıyan komünistlerin mesleklerinden istifaları için kâfi sebeptir. Bu açık çürüyüşler, kısmen, Lenin'in emperyalizm teorisiyle tedavi edilirdi. Fakat «empsr-ya!izm»in kabulü bile aslında Marks'ın çürütü-lüşü ve milletler mücadelesi gerçeğinin, adı söylenmeden kabulü idi. söylenmeden kabulü idi. Marks temel mücadeleyi sınıf kavgasında görürken Lenin işi emperyalist milletlerle proleter milletlerin kavgasına götürüyor; aslınca «proleter» «sömürü» gibi Marksist lâflarla mi letier mücadelesini tasdik ediyordu. Lâflar ne olursa olsun, masa başında sınıf gören bilimsel sosyalizm, devletin başına geçtiğinde millet görmeğe mebcur kalıyordu. Lenin'in bu yeni keşfetliği «çelişkbye, Marks'a saygısızlık diye «temel çelişki» denmedi. Onun yerine «baş çelişki» tabiri kullanıldı. Bugün bizim komünistlerimizin de ezberledikleri klişe şöyle kıraat edilir : «Temel çelişki sınıflar; baş çelişki ise emperyalist milletlerle sömürülen milletler arasındadır» İlimde bir teoriyi gerçeğe uysun diye bu çapta değiştirmektense mutlaka yeni bir teori aramak yoluna başvurulurdu. Emperyalizm teorisini ilerde tekrar ele alacağız.
Görüldüğü gibi, ilmin yapısı içinde Mark şist teori defalarca reddedilir, çok kısa bir ömür bile süremezdi. «Kanun» payesindense ilelebet mahrum kalırdı. Neticede, ilmen ka-nunlaşmayan bu teori bilimsel sosyalistlerin hakim oldukları ülkelerde hukuken kanun-laştırılmış ve sunî hayatını devam ettirmiştir: Bir ilmî teori olarak değil, yeni harbin, propaganda savaşının silâhı olarak... ol : Şekiller için geçen sayıya bakınız.
DEVLET - SAYI 378 - 31 OCAK 1977 SAYFA : 10
S a l d ı r ı Ba
Eğer Türkiye'de hâlâ, ortalığı güllük gülistanlık gösterenler varsa, bilin ki ya haindir veya hainden farkı kalmamış gafillerden biridir. Türkiye'de hâlâ «aşırı uçların yarattığı tehlike»den bahsedenler, «karşıt öğrenci gruplarının çatışmalarından» söz edenler bilinmelidir ki bilerek veya bilmeyerek emperyalist dış güçlerin ve onların yerli uşaklarının sözcülüğünü yapmakta, oyunlarına âlet olmaktadırlar. Çünkü Türkiye'de artık dış güçlerin beslediği, içteki gafil ve hainlerin omuz omuza verdiği bir kızıl saldırı başlamıştır ve bütün şiddeti ile devam etmektedir.
Komünistler dünyanın her yerinde ele geçirmek istedikleri ülkede 3 safhalı birplâ nı uygulamaktadırlar. Bunlar şöyle sıralanmaktadır : 1 — Güçlü bir propogandanın desteğinde teşkilâtlanma ve yayılma. 2 — Yine propoganda desteğiyle gerçek dışı teh likeler icad edilerek komünist yayılmanın gözlerden ırak tutulması ve silâhlanma. 3 — Devlete silâhlı saldırılar ve iç savaş ortamının yaratılması.
Türkiye bugün 1 ve 2. safhaları gsçir-miş 3. safhayı yaşamaktadır. Kızıllar 12 Mart'ta Türk ordusundan yedikleri darbenin neticeye ulaşamaması yüzünden ucuz kurtuldular. Yerli ve yabancı yardakçılarının ve yardımcılarının sağladığı imkânlarla kısa zamanda toparlandılar. Kendilerinin de komünizme karşı olduklarını iddia eden gafillerin tanıdığı müsamaha ve yardımdan istifade ederek teşkilâtlanmaya başladılar. Bilhassa CHP'nin Dcğu'daki politikası bolü cülerin işine yaradı. Düşünün ki, Irak'ta yenilgiye uğrayan Barzani'nin silâhlı çeteleri-nin Türkiye'ye kabul edilmesini teklif eden CHP'liler çıktı. 1973 seçimleri öncesinde doğuda «1937'nin kchramanlan» cümlesiy le baş'ayan konuşmalar yapıldı/Ordu birliklerinin en kanuni yollarla kanun kaçaklarına karşı yürüttüğü operasyonlar «doğu da halk eziliyor», yaygaralarıyla bizzat CHP'li parla m en teri erce kınandı. Nhayet bugün komünist gazetelerde «Dcğu'da referandum yapılmalıdır» şeklinde aleni bölücülük ve kışkırtıcılıklar serbestçe yapılıyor. Ve bu olanların gizlenmesi için «faşist tırmanma» yaygarası işletiliyor.
Komünistler silâhlı saldırılarını 3 hedefe yöneltmiş bulunuyorlar. Bunlar; devlet müessesesi, özel kuruluşlar ve MHP ile ülkücü teşekküllerdir. Geçtiğimiz hafta içinde Diyarbakır'da Merkez Bankası binasına bomba atılması ilgi çekicidir ve devamının geleceği bellidir. İzmir, İstanbul ve Ankara'da bankalar, şirketler ve özel müesseseler bombalanmaktadır. Türkiye'nin' her yerinde Ülkü Ocakları şubeleri ve MHP binaları dinamitlenmektedir. Son bir hafta içinde Ankara'da Dikmen Büyük Ülkü Derneği, Hasköy Büyük Ülkü Derneği, İzmir'de Bornova Büyük Ülkü Derneği, Karşıyaka MHP lokali, Samsun'da Ülkü Ocakları ve Ülkü-Bir binaları, Bandırma'da MHP İlçe binası bombalanan teşekküllerden aklımıza gelenlerdir. Trabzon'da kimbilir hangi ülkücü kuruluşu bombalamak için hazırlık yapan 4 kızıl militan yapmakta oldukları bomba ellerinde patladığı için ağır yaralanmışlar, bunlardan biri ölmüştür. Yine
I a d ı B i l e ! MUSTAFA GÜMÜŞ
hafta için de İskenderun Ticaret Lisesinde Yavuz Çalışkan isimli ülkücü öğrenci öldürüldü. Geçtiğimiz günlerde, bir askeri birlikten bin postal, bin parka ve bin askeri elbise çalındı. Yine bir baraj inşaatından 16 bin dinamit kapsülünün çalındığı gazetelere intikal etti.
Bütün bunlar herkesin gözü önünde cereyan ederken, bakıyorsunuz hainler ve onlardan farklı görmediğimiz gafiller hâlâ «polisin yaptığı işkencelerden» copladığı «masum» öğrencilerden bahsediyorlar. Başlarını devekuşu misâli kuma gömmüş bu kişi ve kuruluşlar .başlarını kaldırıp savaş, alanına dönen Türkiye'ye bakmıyor lar bile. Zaten bunların bir kısmı saldırının bizzat içindedir.
Söz açı'mışken geçtiğim z hafta ODTÜ-de cereyan eden bir olaydan bahsedelim : ODTÜ'de öğrenci temsilciliği için yapılacak seçim dolayısıyla yapı'an konuşmalardan birinde rus uşağı İGD'nin bir sözcüsü diğer gruba şöyle hitab e"m'ş l ir: «Para temin ettiniz, silâhlandınız. Battaniye stoklarınız da var. Hadi bakalım gerillacılıkta başarılı olabilecek misiniz» Bu sözler sol içinde güçlü o'an stratejiyi kınamak için söylenmiştir ama devlet yetkililerinin kulaklarına küpe olmalıdır. Komünis er bu doğrultuda eylemlerini başlatmışlardır b le.
Türkiye'nin içinde bulunduğu duum misalleriyle ve kaba hatlarıyla böyledir. Bu ortamda ülkücü harekete düşen görevler de ağırlaşmaktadır. Devletimizin yıkılmaması, milletimizin köle olmaması, vatanımı zın parçalanmaması için en büyük gayret yine her zamanki gibi ülkücü harekete düşmektedir. Biz, Türk devletinin —başındaki çoğu basiretsiz bugünkü yöneticilere rağmen Allah'ın yardımıyla yıkılmayaca-nma ve dış güçlerin köpeklerinin hakkından geleceğine yürekten inanıyoruz. Ülkücü hareket de elbette milletimizin ve devletimizin bekası için üzerine düşen şerefli görevi yerine getirmeye hazırdır.
**- Yazısız!
DİL MESELELERİ (Baştarafı Orta Sayfada)
be Türkler arasına girmemesi ıç;n çalışmak, matbuata müsâade etmemek, mili; mukadderat üzerinde söz söyletmemek, Türk adının idarede ve hattâ ilmî neşriyatta bile kullanılmamasını temine çalışmak ve Türkler arasındaki husûsî münâsebetlere bile mâni olmak gibi, manevî varlığa karşı en zecrî tedbirleri almaktan da çekin memiştir. Bolşevik devri, çarlık zamanında tatbik edilen üstü kapalı siyâsetin daha açık ve daha teşkilâtlandırılmış bir şeklidir. Türk vatanını bir çok «sözde müstakil» dev letlere ayırmak, kabîleleri — millet ve şiveleri — dil olarak ilân etmek suretiyle, Türk dili de, rusça ile birlikte, bu ayrı bölgelerin idare dili olarak tanındı. Bu sahada yapılan barbarlığın en büyük örneği de, her
Türk kabîlesineayrı bir fonetik alfabe kabul ettirilmesi olmuştur. Bu şekilde dilin, medenî - içtimaî bir unsur olmaktan çıkarılıp, küçük zümrelerin yalnız gündelik ihtiyaçlarını temin edebilecek bir şekil alması için uğraşılmıştır. Böyle şivelerde bugünkü medenî hayatin ihtiyaçlarını temin etmek imkânı olmadığını, Türkler kadar, bolşevikier de bilmiyor değillerdi. Fakat onların fikrin-ce, bu ihtiyaçların büyük bir kısmı. Türk dili yerine, Rus dili vasıtası ile temin edi-'ecekti. Bütün bunların, tabiatiyle eskiden beri gelen umûmî yazı dili aleyh'ne, ayrı e'velerin kullanış sahalarının genişlemesinde ve o nisbette bu şivelerin umûmî yazı dili içindeki vaziyetlerinin değişmesinde, az-çok tesiri olmuştur.
S imâl-şark zümresinin yazı dili meselesi, cenup-garp zümresindeki gibi, yalnız dili sadeleştirmek olmayıp,
aynı zamanda bu zümreye dâhil olan şive-
İ lcrin umûmî yazı dili ile olan münâsebetlerini de tâyin etmek meselesidir. Türk dili-
İ n i n bünyesndeki sağlamlık, yabancı muhit ve dillerin tesirinde asırlarca kaldığı, hâlde, sarsılmadığı gibi, Rusların müdâhalesi de bir gedik açmağa muvaffak olma-mışlır. Nisbeten kısa sürmüş olan bu tecrübe, Türk şivelerinin kendi aralarında icat kudretini yok'amış ve Türk muhitinde hu meselenin hâllinde ayrılığa değil, birliğe doğru yürümenin zarurî ve mecburî olduğunu ispat etmiştir. Türk şiveleri, bu-
İ güne kadar cidıığu gibi, ileride de b:r tek yazı dilinin devam'ı gelişmesini temin eden canlı birer uzuv olarak, yaşamakta dsvam edecekdir. ı
Yukarıda söylenilenlerden c'/ ^e;;c^ İ çıkarmak istersek, gerek Türk tarih'nin
yarattığı duruma ve gerek düşmanlar tarafından vücûda getirilmeğe çalışılan sun'î engel'ere rağmen, cenüb-garp ve şimal-eark eve grupları arasındaki farkları ortadan kaçırmak veya hsr ik sini de birleştirerek, daha zeng'n ifâde imkânları bulmak ruretiyle, bir tek \azı dili vücûda getirmek irin hiç bir mâni ytjfafur. Yalnız h^r iki zümrenin de bu işin ehemmiyetini kavraması ve her iki grubun da hususiyetlerine ve bilhassa Türk dilinin kendi bünyesine uygun bir şekilde geliştirmek çâresini bulması lâzımdır. Bunun için de, dilin yalnız h'r vâsıta olmayıp, onun tabiî bir varlık olduğunu ve ancak kendi bünyesi içinde kendi tabiî kanunları dâhilinde inkişaf edebileceğini idrâk etmek kâfidir.
DEVLET - SAYI 378 - 31 OCAK 1977 SAYFA : 11
Komünist ve I (Baştarafı Sayfa 1'de)
9. İstanbul Aksaray Meydanın da bir gurup liseli solcu ders, kitaplarını yakmış, «Gerici eğitime son» «Demokratik lise» hiçbir müdahaleyle karşılaşmadan, gösteri ve yürüyüş yapmışlardır.
10. Denizli'de TÖB-DER tarafından düzenlenen yürüyüşte çatış ma çıkmış bir kişi tabanca ile, çok sayıda kişi de sopa ve taşla yaralanmıştır. Çatışma Proleter Devrim ci Aydınlık.grubu ile Dev-Genç'aler arasında slogan kavgasından çıkmıştır. İstanbuldaki yürüyüşte kurt çe sloganlar söylemiştir.
11. Trabzonda Dev-Genç üyesi bir gurup militanın oturduğu evde, bomba imali sırasında patlama olmuş, bir kişi ölmüş iki kişinin de elleri ve kolları'kopmuştur. Olaya el koyan savcılık Dev-Genç üyesi İzzet Akkuş, Yakup Deniz ve Nur, Demir'i ilk sorgusundan sonra tuiuklamıştır. Bir süre önce öğretmenlikten ayrılan Yük sel Eriş, meydana gelen olayda beyni parçalanarak ölmüştür. İsmihan Araz ve Yener Or-kunoğlu ise hastanede tedavi edilmektedir. Hepsi de Karslı olan Karadeniz Teknik Üniversitesi öğrencilerinin kaldığı evde yapılan aramada, çok sayıda komünist yayın, resim ve afiş, bir tabanca, 7 mermi ile otomatik mavzer şarjörü ele geçirilmiştir.
12- İzmir Karabağlar semtindeki Büyük Ülkü Derneği gece yarısı kurşun yağmuruna tutuldu. Anarşistler yakalanamadı.
13. Ordu Teknik Bilimier Yüksek Okulu, aşırı solcular tarafından işgal edildi. İşgal sırasında binada geniş çapta tahribat yapıldığından onarım için okul bir süre kapatıldı.
14. Silahlı 5 kişi,, Manisa'nın Alaşehir ilçesinde yapımı devam eden Avşar Barajı şantiyesinden 6 bin adet dinamit lokumu çaldı. Bu dinamitlerin çeşitli yerlere yapılan sabotajlarda kullanıldığı anlaşıldı. Polis kızıl anarşistlerin kaldığı yurt larda çalınan dinamitlerin bir kısmını buldu.
15- Malatya'nın Yeşilyurt bucağında Ülkücü gençlerin toplantısı, jDir gurup aşırı solcu, silahlı militan tarafından basildi.
16. Silâhlı 5 kişi, Manisa'daki Birinci Er Eğitim Tugayı'nın levazım deposundan bin adet parka, 750 asker elbisesi ve bin adet po3-tal çaldı.
17. Türkiye yazarlar Sendikası tarafından düzenlenen Nazım Hikmet gününde bir konuşma yapan CHP'li Belediye Başkanı Vedat Da-lokay; «Moskova'da bulunan Nazım Hikmet Verzanski'nin mezarını Türkiye'ye getireceğiz.» demiştir.
Tanınmış sicilli solcular tarafından kurulmuş bulunan Türkiye
/ölücülerin Yuzaılar Sendikasının bu toplantı-binda Verzanski'den şiirler okuyan Daiokay, Moskova'ya götürdüğü topraktan dolayı tenkit edildiğini söyledi.
18. Taksim Meyda'nında otobüs durağında beklemekte olan bir ülkücü gençkurşun yağmuruna tutularak ağır bir şekilde yaralandı. Sol basının komandoların vurduğunu iddia ettiği gencin, Ülkü Ocakları üyesi, Abdurrahman Devrimci olduğu anlaşıldı. Olaya tesadüfen şahit olan bekçi Nusret Çelik solcu katil Alptekin Samsa'yı kovalayarak, suç unsuru tabancasıyla birlikte yakalandı. Solcu katil intikamını aldığını söyledi.
19. Bağımsız İlerici Yapı-İ3 sendikasının 2. olağan genel kurul toplantısında, Maocu gurubun ihbarı üzerine arama yapan polis ekipleri, iki kişinin üzerinde tabanca bulmuş suç unsuru olan bazı malzemeleri bulunduran 24 kişiyi de gözaltına almıştır.
20- İskenderun Ticaret Lise-sin'de solcu silahlı militanların saldırısı sonunda 2. sınıf öğrencisi ülkücü Yavuz Çalışkan tabancayla vurularak öldürülmüştür. Silahlı sal dırıda ayrıca bir öğretmen ile 4 öğrenci de muhtelif yerlerinden yaralanmışlardır. Ticaret Lisesinde bir toplantı yapan ülkücü öğrenciler, solun zorbalığını kınamışlardır. Savcıık olayla ilgili olarak 19 kişiyi tutuklanmıştır.
21. Antalya A.P. binasından çıkmakta olan bir guruba, solcu silahlı militanlar tarafından ateş açıl mış, 4 kişi muhtelif yerlerinden ya ralanmışlardır
22. Ankara'da Dikmen Büyük Ülkü Derneği kitaplığına bomba konulmuş patlama sonunda geniş çapta hasar olmuş ve bitişik dükkanda çalışmakta olan bir gencin parmağı kopmuştur.
23. Ankara'da üç ayrı binaya bomba konulmuş, patlama geniş çapta hasara yolaçmıştır.
24. Diyarbakır Merkez Banka-sı'na saatli bomba konulmuş, patlama sonunda binada ve çevrede ağır hasar meydana gelmiştir.
25- İş Bankasının, İzmir, Kara-taş ve Çarşı şubelerine tahrip kalıbı konulmuş, patlama sonunda büyük çapta hasar meydana gelmiştir.
26. Ülkü Ocakları İzmir Şubesine saatli bomba konulmuş, patlama hasara yolaçmış, yaralanan olmamıştır.
27. İstanbul Lâleli semtinde Rus yanlısı olarak bilinen Hüseyin Yavuz ve Baki Ünlü, Maocu olduğu iddia edilen bir gurubun silahlı saldırısına uğramış ve yaylım ateşine tutularak öldürülmüşlerdir.
28. İstanbul Şehremini Lisesi öğrencileri okuldan çıkarken, karşı
apartmanın alt katına pusu kuran solcu rniiitanlaıın kurşun yağmuruna tutulmuşlardır. Atılan kurşunlar dan ülkücü Serdal Demirdal ile Nadir Kâhyaoğlu yaralanmışlardır. Ayrıca Şükran Özaksoy isimli bir ev kadınıyla Adana öğrenci yurdun da kalan Orhan Saraç isimli genç bacaklarından yaralanmışlardır. Lise öğrencilerine rastgele yaylım ateşi açan ve Maocu olduğu bildirilen silahlı gerillalar, olay yerinden kaçmayı başarmışlardır.
29. Mersin Eğitim Enstitüsünde çıkan çatışmada, solcu militanların kurşunlarıyla biri ağır olmak üzere 6 öğrenci yaralanmıştır. Ol ry la ilgili olarak bir solcu gözaltına alınmıştır.
30- Samsun Ülkü Ocakları ile Ülkü-Bir şubesine konulan bomba, güvenlik kuvvetlerinin zamanında müdahale etmesiyle, zararsız hale getirilmiştir.
31. Turgutlu'da İş Bankası şubesine bir kamyondan patlayıcı madde atılmıştır. Hasara yolaçcn tahrip kalıbının atıldığı kamyonun plâkasını polis tesbit etmiştir.
32. Van Atatürk Lisesi öğrencisi Zeki Sınır, solcu Muammer Aydın tarafından bıçaklanarak yaralanmıştır. Polis üç öğrenciyi gözal-altına almıştır.
33. Bandırma MHP İlçe_Binası bombalı saldırıya uğramış, gecenin yarısında meydana gelen patlama hasara yol açmıştır.
34- İstanbul Teknik Üniversi-nj işgal etmek isteyen Maocu ve Rusçu gurupların kendi malarında çıkan çatışmaya polis müdahale etmiştir.. Bir polis ve 5 solcu yaralanmıştır.
35. Şişli Siyasal Bilgiler Yüksek Okulu'nu işgal eden solcular, okul içinde şiddete başvurunca, pencerelerden atlayarak kaçmak isteyen 5 öğrenci yaralanmıştır-
36. Rize'de Yüksek İşletmecilik Okulu öğrencisi Mehmet Karadağ, solcu militanların sopalı, zincirli saldırısına uğramış ve muh telif yerlerinden yaralanmıştır.
37. Cihanbeyli'de bir evde kalmakta olan 5 ülkücü öğretmen n bulunduğu daire, gecenin geç saatlerinde kurşun yağmuruna tutulmuştur. Kaymakamın ev:nin hs men yanında bulunan ülkücü öğ retmenlerin kaldığı bina önün tabanca mermisi kovanı bulunmuş tur.
Yukarda kısaca tesbiti yapılan cinayet, sabotaj ve soygunların, sadece basına intikal edenlerden seçilmiş olduğunu ifade etmek isteriz. Kızıl gerillaların meydana getirdikleri silahlı şiddet hareketlerinin sayısı daha da fazladır.
Bir hafta içinde (19-26 Ocak) 15'e varan bombalı sabotajın "yapılması; askeri bir depodan külliyetli miktarda parka, asker elbisesi ve postalın çalınması ile yine başka bir depodan 6 bin dinamit lokumunun kaçırılması, kızıl geril
lacılığın nereye gitmek istediğini, nasıl gitmek istediğini açıkça gösteren kesin delillerdir. 12 Mart'ta da biz askeri silâh ve teçhizatla kendini tanıtan kızıl gerillaların neler yapabildiğini gördük. Aynı
oyun tekrar sahneye konmuştur. Diyarbakır'da Merkez Bankasına yapılan bombalı sabotaj, 10 kadar ülkücü kuruluşa ve MHP binalarına konulan dinamitler, de hedeflerin hangi doğrultuda gelişeceğini işaret etmektedir.
5 kişinin ölümüne, çok sayıda kişinin yaralanmasına, milyonlarca lira zarara yolaçan kızıl gerillacılık, yakın bir zamanda; devlet adamlarına, ordu komutanlarına, polis şeflerine ve bazı stratejik noktalara saldırı şekline dönüşürse hiç şaşmamak lâzımdır. Bir haftalık kızıl gerilla faaliyetlerinin yapısı bu hedefin güdüldüğünü şimdiden göstermektedir.
Memleketimizin karşılaştığı bu komünist gerilla saldırısı kar •: sında, denge siyaseti ve parti çıkarının tesiriyle gerçeklere yanaşmama hali devam ederse, ciddi en dişe duymamak mümkün değildir. Ülkücü gençliğin, devletin ve vatanın bütünlüğünü yıkmaya yönelen saldırılar karşısında teslim olmadan direnmesini, bir nefis müdafaası olarak değil de, düşman hareketi gibi gösterme gayretleri, artık gafillikle bile izah edilemez Vakit geçmeden uyanalım, dostumuzu, düşmanımızı birbirinden ayıralım.
Ülkü Ocakları Genel Başkanı Se-lâhcttin Sarı Konuşması sırasında.
Ü.O.D. GENEL BAŞKANI SELAHATTİN SARININ İLK BEYANATI :
Anarşinin tek sorumlusu olarak sol'u göstermiş ve Ülkücü TürK Gençliğinin Türk Devletinin yanında meşru müesseselere saygılı olarak mücadelesini kanunlar çerçevesinde demokratik yollardan sürdüreceğini beyan etmiştir.
Ülkü Ocakları Genel Başkanı Selahattin Sarı daha sonra «Ülkü Ocağımız 1977 yılını fikir tartışması yılı olarak ilân etmiş ve Türk Gençliğinin eline silâh değil kalem yakışacaktır.» demiştir.
Fakat kızıl gurkaların bu çağrıya kan dökerek cevap verdiklerini belirtmiş ve ilgililerin bu şiddet, terör ve vahşet saldırılarına artık bir son verdirmesini istemiştir.
Milli Eğitim Bakanlığı ve Eğitim Enstitüleri ABDÜLHÂDİ TOPALLIOĞLU
Bir yıldan beridir Eğitim Enstitüleri M;lli Eğitim Bakanl.-ğının birinci derecede meselesi haline getirilmiştir.
Meseleyi sathi olarak mütâ-la edenler, eğitim enstitüleri'n deki huzursuzluğu iktidar muhalefet mücadelesi şeklinde yorum lamakta veya bir sağ-sol çekişmesi halinde görmektedirler.
C.H.P. liler kendi göıüşie-rindeki gençlerin bu enstitülere yerleşmesini buradan mezun olmasını, A.P. lilerde kendi fikri-yatlarındakilerin buralara alınmasını arzulamaktadırlar. Bu ar zunun tahakkuku nisbet nde sesler yükselip alçalmaktadır. Solcular fazla alınınca, sağcıların sağcılar fazla alınınca solcuların muhalefet sesi duyulmaktadır. İmtihanlar sümme tedarik yapılıyor, öğrenciler alınırken, bilhassa mülakatlarda, bu çocukların kafa yapılarına bakılarak alınıyor. Kabiliyetleri nazarı Itibare alınmıyor diyorlar.
Bu yıl alınan öğrencilerin ise, «büyük kısmının Ülkücü denilen komandolardan seçildiği» iddiası ile, sağı temsil eden hem A.P. nin ve hem de solu temsil eden C.H.P. nin sesleri duyuldu Bu duyuluş sebebi iledir ki, imtihanlar yenilendi, bir evvelki imtihanlarda kazanan bir kısım öğrencilerin imtihanı kaybetmeleri ve yeniden bir kısım öğrencilerin alındığı öğrenildi. Gene de bu muterizlerin sesi durmadı. Müktesep hakları ellerinden a ı-nanların acı dertleri yetmiyormuş gibix yeniden alınanlar için de feryatlar durmamıştır. Siyasi partilerin müracaatları, beyanları ve danıştay'ın iptal kararları devam edip gitmektedir. Gerçeklere inilmediği müddetçe bu feryatların sonu da bir türlü alınamayacaktır. Bin kere de imtihanlar yapılsa, bin kere de iptal edilse sonuç budur. Neden budur?
Millî eğitim, ismi üzerinde bir milletin milliyetinin tecelli ve temerküz edeceği yerdir. Türki
ye Cumhuriyeti kanunları, Tür* devlet felsefesinin temeli Millilik vasfında ve bu vasfın eğitim istikâmeti olan milliyetçilikte toplanır. Yani Türk Devle.i-nin müesseselerine istikamet veren temel görüş milliyetçiliktir. Bilhassa milli eğitim bakanlığı bunun gerçekleştirilmesinden sorumlu başlıca müessesedir. Zira, Türk gençlerini yetiştirecek Öğretmenlerin, öğretmenlerini yetiştirecek, müesseselerin bu hususta siyasete, tavize yer vermeyecek başlıca teminat mahalli burasıdır.
İmdi hal böyle iken, bir zamanlar devrim ve inkılâplar adına bu müesseselerden yetiştiri ien, sözde insancıl beynelmlnelol ve sözde lâik öğretmenler elinde, Milli Eğitimimizin, bilhassa köy Enstitülerinin nereden nereye geldikleri bugün ayan beyan ortada göründüğü gibi, b:lhassa 196C can sonra, yurdumuzda gemi azıya alan sosyalizmin ko münizmin ve mao'izmin yurdu nasıl badirelerle karşı karşıya getirdiği gözler önünde durmak tadır.
Komünizmin, Üniversitelerimize, eğitim müesseselerimize, işçilerimiz arasına sokmak i -tediği nifak ürünleri ortada durmaktadır. Cumhuriyet Halk Par tisi döneminde, Milli Eğitim Bakanlığının gafleti son haddini bulmuş, bu gafletten istifade eden marksist görüş taraftar lan, fikirlerini ve eylemlerini eğ -tim müesseselerine ve bilhassa yatılı bölge okullarına ve Eğitim Enstitülerine sokmuşlardır. O kadar ki, CHP. si ve M.S.Partisi koalisyonu zamanında, millî eğitim bakanının değil, Milî Eğitim Bakanlığının değil, doğrudan doğruya İLK-SEN'in, TÖB'ün, genel başkanlarının, Genel Yönetim Kurulunun verdiği direktife göre, Türkiye'deki Millî Eğitim prensipleri uygulanmıştır. Gerek llk-Sen'In ve gerekse TÖB'ön ayni temel felsefede bulundukları genel başkan
larının ifadeleri ile sabittir. Bu her iki kuruluşun verdiği istikamete göre, Türkiye'nin bütün okullarında icrayi faaliyette, eğ: tim ve eylemlerde bulunulmuştur.
Bu her iki kuruluş felsefesine istinaden öğretmenlere verilen seminerlerde ifade edilen esas prensip şudur. (Öğretmenlerin sorunu Türkiye sorununa bağlıdır. Öğretmen sorununun çözümü, Türkiye sorununun Çözülmesi ile halledilebilir. Bu sorunun çözülmesi ise, Diyalektik materyalizmin öğrenilmesine ve bunun tatbikine bağlıdır. Onun için Öğretmen, eğitimi öğretim için değil, eğitim eylem için yapacaktır. Notu buna göre verecektir. Her devrimci eylemin için de ve başında bulunacaktır. V.-lâyet valilerinizden korkmayın, çekinmeyin bu eylemleri yüpma sizin anayasal hakkınızdır)
İşte İık-Sen ve TÖB'ün verdiği bu direktif öğretmenlerin istikameti olmuş, M:llî Eğ.tim Bakanlığının millî görüşü yürü-tülmemiştir.
Bu sebeblerdendir ki, mahal lin, muhitin durumuna göre, bazı yerde mezhepçilik, bazı yerde etnik gurup, bazı yerlerde ilericilik, bazı yerlerde solculuk per desi altında oyunlar oynanmakta, nifak yaratılmakta idi.
Bu düşüncelerle şartlandın
lan öğretmenlerin Eğitim Enstitülerinde yetiştirdikleri ve okullara gönderdikleri öğretmenlerin de eğitim sistemleri bu çerçeve içinde cereyan etmekte idi
Bugün, programından, mi.lî istikametinden, inhiraf ettirilmiş bir nizamı, gerçekj yörüngesine oturtmak isteyen, Anayasanın, kanunların ve milli eğitim talimatlarının istikametinde öğretmen yetiştirmek için alman tedbirlere, partizanlık yaftasını ya pıştırmak, ne insanlığa ve ne de gerçeklere uygun düşer. Türkiye'yi milli devlet vasfından uzaklaştırmak isteyenlerle, Milli devleti korumak teyenlerle, Milli devleti korumak isteyenlerin, maneviyatçılarla
maddecilerin bu mücadelesinde, her milliyetçi kuruluşun, bugünkü Milli Eğitim Bakanlığının tutum ve devranışını kumusun, b j günkü Milli Eğitim Bakanlığının tutum ve davranışını parti mülâhazasına bakmaksızın destekle-mesidir. Bu desteklemeyi yapmayan kuruluşların hüsniniye-tinden bahsetmek mümkün değildir.
Bu milli mücadelede Eğ't'm Enstitüleri genel müdürünün ka nuni, milli ve haklı direnşini taktirle karşıladığımızı, bu davranışı tüm devlet organlarındaki görevlilerden de beklediğimizi ifade etmek isteriz.
KURTULUŞ 9 IŞIKÇILARIN HA REKETİNDEDİR
(Baştarafı Sayfa 2'de) ki idarelerin Türkye'yi yabancı devletlerin menfaat çekişmeleri nin alanı haline getirdiğini, inşa nin ihmGl edildiğini, yahut sistemli olarak yabancılaştırmak istendğini, bu sebeple ü'kemi-zin tam anlamıyla bir buhrana sürüklendiğini çeşitli misaller vererek anlatmış sözlerini şöyle tamamlamıştır. «Türk mTetini tarihi çizgisine oturtacak, insanını kendi kültür dünyasının tutarlı mensubu yapacak, iktisatta,
sanayide ve ah âkta en ileri Türkiye'yi meydana getirecek hareket, 9 Işıkçıların imanlı hareket dir.» demiştir.
Deha sonra yapılan seçimlerde, başkanlığa Halil Şakir Taş;ıoğlu ittifakla seçilmiştir. Yönetim kurulu üyeliklerine ise-. Mehmet Koç, Muharrem Yıldırım, Seyyar Aksoylu, Kâzım Topuz, Fatih Atalay, Özgür Dikmen, Ömer Yavuz, Mustafa Gü-rer, Ömer Süzgün ve Bircan Türkmen seçilmişlerdir.
mmamammmmm
top related