ÖZNE'Yİ YENİDEN DÜŞÜNMEK ÇAĞDAŞ AVRUPA SOSYAL DÜŞÜNCESİNİN ANTOLOJİSİ HAZIRLAYAN JAMES D. FAUBION I SOSYOLOJİ I insan yayınları
ÖZNE'YİYENİDENDÜŞÜNMEKÇAĞDAŞ AVRUPA SOSYAL DÜŞÜNCESİNİN ANTOLOJİSİ
HAZIRLAYAN JAMES D. FAUBION
I SOSYOLOJİ I insan yayınları
SOSYOLOJİ DİZİSİ - 23
ÖZNE'Yİ YENİDEN DÜŞÜNMEKÇAĞDAŞ AVRUPA SOSYAL DÜŞÜNCESİNİN ANTOLOJİSİ
HAZIRLAYAN JAMES D. FAUBION
Özne’yi Yeniden Düşünmek, yakın zamanda, sosyal teori alanında en etkili düşünürlerden bazılarının; Foucault, Habermas, Bourdieu, Pizzorno, Macfarlane ve düşünceleri dünya çapında büyük bir etkiye sahip olan diğer düşünürlerin fikirlerini tek çatı altında toplamaktadır.Bu antoloji, her biri daha önceki düşünürler tarafından da işlenen, ancak hiçbir zaman açık ve kesin bir dille ifade edilemeyen, çözülemeyen üç çağdaş merkezî konuya değinmektedir. Bunlardan ilk ikisi, toplumda iktidarın ve meşruiyetin doğası ve var olma tarzlarıyla ilgiliyken; üçüncü ve en temel olanı, “ben”in ya da “özne”nin doğası ve var olma tarzları hakkındadır.Bu konular, kendi özel çağdaş ilişkilerini sömürgeciliğin çöküşünden tüp bebeğin doğumuna kadar bir dizi olaya borçludur. James D. Faubion’un mukaddimesi, bu etkili olayların ve konuların tarihsel bağlamını ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca bu mukaddime, antolojiye katkıda bulunanların öncülük ettikleri, henüz tam oluşmamış entelektüel bir hareketin ayırt edici özelliğini de işlemektedir. İster “modem” ister “post-modern” olsun, bu hareket Kant’tan beri sosyal düşüncenin ve araştırmanın ontolojik temeline farklı biçimlerde katkıda bulunan “dünyayı-oluşturan özne” anlayışından ayrılmaktadır. Bunun yerine, bir dünyalar ve özneler çokluğu teşkil eden heterojen güçlerin politetik (çok çeşitli) tanılarına işaret etmektedir.
insan yayınları
insan yayınları: 626sosyoloji dizisi : 23
copyrightOPerseus Books GroupFirst published in the United States by Westview Press a member of
the Perseus Books Groupİlk kez ABD’de Perseus Books Group üyesi Westview Press tarafından yayınlanmıştır.
copyrightOinsan yayınları
birinci baskı, 2014
yayıncı sertifika no: 12381 isbn 978-975-574-700-2
orijinal ismiRethinking The Subject: An Anthology Of Contemporary European Social Thought
özne’yi yeniden düşünmek -çağdaş avrupa sosyal düşüncesinin bir antolojisi-
haztrlayan james d. faubion
mütercimlerabdullatif tüzer, çevriye demir güneş, betül yıldırım, burcu pınar gökdemir,
cansu akoğlan, fikret yılmaz, hakan gündoğdu, recep batu günör, sengün meltem acar, veli urhan
editörfikret yılmaz
içdüzenmürettibhane
kapak düzeni zeyd karaaslan
baskı-ciltaktif matbaa ve reklam hiz. san. tic. ltd. şti.
söğütlüçeşme mah. halkalı caddesi no: 245/1-A küçükçekmece/istanbul
tel: 212 - 698 93 54 - 55 matbaa sertifika no: 13978
İnsan yayınlarıistiklal caddesi no: 96 beyoğlu/istanbul
tel: 0212-249 55 55 faks: 0212-249 55 56 www.insanyaylnlari.com.tr - [email protected]
OZNE’YIYENİDEN DÜŞÜNMEK
Çağdaş Avrupa Sosyal Düşüncesinin Bir Antolojisi
H azırlayanJAMES D. FAUBION
Ö nsözPAUL RABINOW
Mütercimler
Abdullatif TÜZER Çevriye Demir GÜNEŞ
Betül YILDIRIM Burcu Pınar GÖKDEMİR
Cansu AKOĞLAN Fikret YILMAZ
Hakan GÜNDOĞDU Recep Batu GÜNÖR
Sengün Meltem ACAR Veli URHAN
insan yayınlan
JAMES D. FAUBION
Rice Üniversitesi’nde Antropoloji profesörü ve Lisansüstü Araş
tırmalar yöneticisidir. Faubion, antropoloji alanının dışında, etik, din, epistemik otorite, akrabalık, sosyal ve kültürel teori, este
tik, heterodoksi ve radikalizm alanlarında çalışmaları olan çok
yönlü bir düşünürdür.Faubion, insan bilimlerinde (sosyal bilimlerde), yorumlamanın temel gücünü gösteren metodik çalışmalarda bulunmuştur. Onun yoruma ve değerlendirmeye ilişkin antropolojik yaklaşımı, siyaset, sosyoloji, psikoloji ve felsefe alanında değer görmektedir. O, enerjisinin büyük bir kısmını yeni düşüncelerin keşfedilmesine ve var olanların irdelenmesine ayırmış ve buna yönelik
bir çok eser kaleme almış günümüzün önemli düşünürlerinden birisidir. Foucault çalışmalarıyla da tanınan Faubion’un eserlerinden bazıları şunlardır:
M odem Greek Lessons (1993 , Princeton University Press); The Shadows and Lights o f Waco: Millenialism Today (2001 , Prince
ton University Press); Essential Works o f Michel Foucault, Vol. 1: Ethics (1954-1984 ), (1998 , New Press); Essential Works o f M ichel Foucault, Vol. 2 : Aesthetics, M ethod& Epistemology (1954-
1984), (1999 , New Press); Essential Works o f Michel Foucault, Vol.3: Power (1 954-1984 ), (2000 , New Press); An Anthropology
o f Ethics (Cambridge University Press, 2 0 11 )
İçindekiler
İNSAN YAYINLARI’NIN NOTU.........................................................................................9
KİTAP VE EDİTÖRÜ HAKKINDA..................................................................................11
Ö N SÖ Z.....................................................................................................................................13
KİTABIN KONULARI...........................................................................................................15
GİRİŞ.......................................................................................................................................... 19
ÖNCÜLER VE ÖRNEKLER: GENEL BİR BAKIŞ......................................... 20
“MODERNİST” BİR EĞİLİM M İ?...................................................................... 35
MODERNİZMDEN POSTMODERNİZME Mİ?............................................43
SAVAŞ SONRASI BUNALIMI M I?....................................................................... 50
POST KANTÇI MI? NEO KLASİK M İ?............................................................. 57
BİRİNCİ BÖLÜM
KÜLTÜRLEŞMİŞ KİŞİLİKLER
1. YAPILAR, HABİTUS, PRATİKLERPierre Bourdieu................................................................................................................... 6S
2. YENİ GİNE DAĞLIK BÖLGELERİNDE CİNSİYET VE KİMLİKMarilyn Strathern.............................................................................................................. 89
DAĞLIK BÖLGELERDE ANTROPOLOJİ: CİNSEL DÜŞMANLIK........90
CİNSEL KİMLİK PROBLEMİ................................................................................98
3. DİSİPLİNMichel Foucault.............................................................................................................. 111
İKİNCİ BÖLÜM
KONULAR VE FİKİRLER
4. MUTLAK SİYASETAlessandro Pizzorno........................................................................................................ 129
MUTLAK SİYASET VE SİYASETİN YANSIYAN GÜCÜ............................. 130
HİDROLİK MODELLİ SİYASET VE DİN....................................................... 132
SİYASET ÇAĞI NE ZAMAN BAŞLADI?..........................................................135
GREGORYEN HAREKET VEYA MANEVÎ İKTİDAR DÜRTÜSÜ.........140
Bilginin Kontrolü.................................................................................................142
Kuralların Kontrolü........................................................................................... 143
Adayışın Kontrolü............................................................................................... 145
Düşmanların Tanımı............................................................................................147
GÜÇSÜZ OLANIN RİTÜEL İKTİDARI........................................................... 149
EMİR YERİNE ÖĞRETİM ...................................................................................152
5. KADER GİBİ GÖRÜNEN İLERLEMEHans Blumenberg............................................................................................................155
6. MODERNİTE VE TARİHSELLİĞİN DÜZLEMLERİReinhart Koselleck...........................................................................................................167
7. TOTALİTERYAN HASTALIKLouis Dumont.................................................................................................................. 189
8. BİREYSELCİLİK VE ROMANTİK AŞK İDEOLOJİSİAlan Macfarlane.............................................................................................................. 211
9. SAMİMİLİĞİN ÇAĞDAŞ KODLAMASINiklas Luhm ann .............................................................................................................233
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
EYLEMLER VE NEDENLER
10. ÖZNE MERKEZLİ AKLA KARŞI İLETİŞİMSEL AKILJürgen Habermas.............................................................................................................255
11. BİLİMSEL BİLGİNİN MODERN PRAGMATİKLERİJean-François Lyotard.................................................................................................... 273
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
EKONOMİLER VE TOPLUMLAR
12. POST-ENDÜSTRİYEL SINIFLARAlain Touraine..................................................................................................................297
13. TÜKETİM TOPLUMU ÜZERİNEJean Baudrillard.............................................................................................................. 315
DRUGSTORE............................................................................................................316
PARLY 2 .......................................................................................................................319
TÜKETİM TEORİSİNE DOĞRU....................................................................... 321
Homo Ekonomicus’un Otopsisi.....................................................................321
İNDEKS.................................................................................................................................. 333
2 7 0 • ÖZNE’Yİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
biçimleri, birlik yaratma işleviyle, aşkın bilincin yerine geçer. Kült rel olarak vücut bulan kendilik-anlamalarında, sezgisel olarak var ol grup dayanışmalarında ve sosyalleşmiş bireylerin uzmanlık olarak on ya koydukları yetkinliklerde, iletişimsel eylem içinde ifade edilen ak geleneklerle, sosyal pratiklerle ve belirli bütünselliklerle kaynaşan d neyimin beden merkezli bütünlükleriyle dolayımlanır. Sadece çoğul o] rak ortaya çıkan bu belirli yaşam biçimleri, salt bir ailevî benzerlik] ağıyla birbirine bağlı değildir. Söz konusu yaşam biçimleri, genel ol rak yaşam dünyalarında ortak olan yapılar sergilerler. Ancak bu evre sel yapılar, yalnızca kendilerini yeniden üretirken kullandıkları kar: lıklı anlamalara yöneltilen eylemler aracılığıyla belirli yaşam biçimi rini etkilerler. Bu durum da bu evrensel yapıların öneminin, farklık manın tarihi süreçlerinde neden artış gösterebileceğini açıklar. Ay: ca bu durum, yaşam dünyasının akılsallaştırılmasının ve iletişimsel e lemin içinde barındırdığı rasyonel potansiyelin serbest bırakılmasın da anahtarıdır. Bu tarihi eğilim, tarih felsefesinin yapılarına atıfta b lunmaksızın, öz-yıkımın tehdidi altında olan bir modernitenin norm tif içeriğini açıklayabilir.
11
BİLİMSEL BİLGİNİN MODERN PRAGM ATİKLERİ * *
Jean-François Lyotard
(Çev. Arş. Gör. Fikret YILMAZ) *
Jean-François Lyotard*, Vincennes'te bulunan Paris Üniversite- si'nde profesördü. Lyotard'ın siyasî yazılarını da içine alan ve İngilizce mevcut olan eserleri, B. Readings ve K. P. Geiman (Minneapolis: Minnesota Üniversitesi Basım, 1993); Libidinal Ekonomi, I. H. Grant (Bloomington: Indiana Üniversitesi Basım, 1993);Başka: Uyuşmazlık Söylemleri, G. Van Den Abbeele (Minneapolis: Minnesota Üniversitesi Basım, 1988) tarafından çevrildi ve Postmodern Durum: Bilgi Üzerine Bir Rapor adlı seçki (aşağıdaki metni bu eserden alıntıladım) ise Geoff Bennington ve Brian Massumi tarafından İngilizceye çevrildi. Habermas gibi Lyotard da hem felsefesiyle hem de siyasetiyle tanındı. Habermas'tan
*
Bıı seçki Jean-François Lyotard’ın Postmodern Durum: Bilgi Üzerine Bir Rapor adlı kitabından alıntılanmıştır. Bu kitabın bir bütün olarak çevirisi Ah-
Çiğdem tarafından Türkçeye aktarıldı. Ahmet Çiğdem’in bu çevirisin- ^en ( J. F. Lyotard, Postmodern Durum: Bilgi Üzerine Bir Rapor, çev: Ah-
4 fttet Çiğdem, Vadi Yayınları, Ankara, 1994) faydalanılmıştır.* Gazi Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü.
Çev. Notu: Jean-François Lyotard 21 Nisan 1998 yılında Fransa’da vefat etti.
2 7 2 • ÖZNETİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
farklı olarak Lyotard, hem felsefesini hem de siyasetini kesin bir "liberalizm" ve hatta büyük sentezlerden, büyük programlardan ve büyük sistemlerden farklı bir eğilim taşıyan kesin bir "anarşizm" ile demledi. Lyotard çoğunlukla kendi akıl ve akıl- sallık teorilerini, rasyonelleştirme ve meşrûlaştırma kavramlarını kullanır. Eğer Habermas doğru ise, akıl, birimsel; aklın meşrûlaştırma ilkeleri ise evrenseldir ve evrensel olarak bağlayıcıdır. Şayet Lyotard doğru ise akıl, çoğuldur ve ne epistemik ne de ahlâkî meşrûlaştırma, hatta ilke olarak bir durumdan ötekine, yeterince belirlenebilir olandır. Habermas, aklı, uzlaşım üretimi (production of consensus) ve eylemin koordinasyonu ile ilişkilendirir. Lyotard, çağdaş (veya "postmodern") bilimsel pratiği kendi örneklerinden biri olarak kullanarak, aklı, yaratıcılığa, her zamankinden daha farklı olan neşir ve VVittgenstein'ın bazı oyunların hiçbir ortak kurallarının olamayabileceğini ifade etmek için önerdiği "dil oyunları" ile ilişkilendirir. Habermas bu doğrultuda Lyotard'ı "irrasyonalist" olmak ile suçlar; sonra gelende ise Lyotard, Habermas'ın kendisinin ilgilenmekten vazgeçtiği "özne"ye tutunmuş olabileceğine işaret eder.
izler, şaka ile karışık, bilimsel bilginin bir kriz çözümü -determinizm
C-X krizinin bir çözümü- arayışında olduğunu söyleyebiliriz. Determinizm, edimselliğe istinad edilen bir meşrûlaştırma (legitimation) üzerine
kurulan bir varsayımdır (hypothesis). Edimsellik, girdi/çıktı oranlarıyla
tanımlandığından, girdinin verildiği sistemin değişmez olduğuna dair bir ön varsayım bulunmaktadır. Bir türeve sahip sürekli bir işlem olarak ifa'
de edilmesi mümkün olan bu sistem, düzenli bir yol (path) takip etmek durumundadır; bu sayede çıktının doğru bir tanımı yapılabilir.
Bu, bir tür pozitivist verimlilik “felsefesizdir. Bu felsefeye kar?» meşrûlaştırma tartışmalarını kolaylaştıracak bir dizi önemli örneği k^ mt olması adına aktarmak istiyorum. Kısacası amacımız bazı gösterge
ler ışığında, bilimsel bilginin çağdaş pragmatiklerinin tek başına edin1 sellik araştırması ile ilgisinin az olduğunu göstermektir.
Bilim, verimlilik pozitivizmi aracılığıyla gelişmez. Tersi d°ğruC*î* Bir kanıt üzerine çalışıyor olmak, karşıt örnekler araştırmak ve * *
BİLİMSEL BİLGİNİN MODERN PRAGMATİKLERİ • 2 7 3
ek anlamına gelmektedir, bir başka ifadeyle, anlaşılmaz olan; bir id- ayı desteklemek, bir çelişki aramak ve bu çelişkiyi akıl oyunlarında- yeni kurallarla meşrûlaştırma anlamına gelmektedir. Bu durumların çbirinde verimlilik kendisi için aranmadı; bağışta bulunanlar, niha- tinde bu durum1 ile ilgilenmeye karar verdikleri anda verimlilik, fazdan bir unsur olarak ve bazen de aheste gelmektedir. Fakat her yeni eriyle, varsayımla, önermeyle veya gözlemle tekrar tekrar gelmekte şansız olmayan, meşrûluk sorusudur. Felsefe, bilimin bu sorusunu rmadığından bilimin kendisi bu soruyu sormaktadır.
Modası geçmiş olan demek, neyin doğru ve neyin adil olduğunu rmak değil, fakat bilimi pozitivist olarak görmek, Alman idealistle- i yaptığı gibi, onu meşrûlaştırılmamış bir öğrenme, yarı-bilgi statüne indirgemek demektir. Senin “iddianın değeri nedir, kanıtının deri nedir?” sorusu, bu kadarı ile bilimsel bilginin pragmatiklerinin bir rçası olarak, bilinen bir iddianın mühatabının dönüşümüne ve yeni iddianın gönderenine bir kanıttır ve kanıt- böylece bilimsel bilginin
bilenmesini ve her nesil bilim adamlarının değişimini güvence altı- almaktadır. Bilim, bu soruyu - e hiç kimse bilimin geliştiğini inkâr rnıez- geliştirerek gelişir ve bu soru geliştikçe, şu soruyu, bir başka deyle, meta-soruyu, meşrûluk sorusunu (“onun değeri nedir?/soru- zun değeri nedir?”) beraberinde getirmektedir.2
... Postmodern bilimsel bilginin çarpıcı özelliği, kendi kendisi- ı bilimsel bilgiye içkin oluşunu geçerli kılan kurallar üzerine söy- ı olmasıdır.3 On dokuzuncu yüzyılın sonu, meşrûluğun bir kaybı ve
In Fractals: Form, Chance and Dimension (San Francisco: W H. Freeman, 1977), Benoit Mandelbrot, ilgilerinin doğal olmayışından ötürü verimli çalışmalarına rağmen geç bir dönemde tanınan veya hiç tanınmayan matematik ve fizikçilerin bir “biyografik ve tarihsel taslaklarının” ekini sunar. Bunun en bilinen örneği, kuantum mekaniği tarafından ortaya çıkarılan bir tartışmadır. Örneğin bkz. J. M. Lévy-Leblond’un Born-Einstein yazışmalarının sunumu (1916-55), “Le grand débat de la mécanique quantique,” La Recherche 20 (1972): 137-144. Son yüzyılda beşerî bilimlerinin tarihi, bu tür, antropolojik söylemden üstdil seviyesine geçişlerle doludur.Ihab Hassan, yayınlanan makalesinde, “Culture, İndeterminacy, and Immanence,” Humanities in Society 1 (1978):5 1— 85, içkin olanın bir “imge”sini tasvir etmektedir.
2 7 4 • ÖZNE’Yİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
felsefî pragmatiğe veya mantıksal bir pozitivizme dönüş olarak düş nülen, bilimsel söylemin içerisindeki yasa olarak konulan önermel rin geçerli kılınması söylemini de içererek bilimin tekrar ayağa kalkı ğı bir dönemdir yalnızca... Bu kaynaştırma basit bir işlem değildir; f kat son derece ciddiye alman “paradokslara” ve gerçekte bilginin tafc atındaki değişmeler olan, bilginin alanı üzerindeki “sınırlamalara” n den olmaktadır.
Gödel’in teoremine neden olan matematiksel araştırma, bu değiş min doğada nasıl vuku bulduğu ile ilgili gerçek bir paradigmadır.4 5 p kat dinamiklerin uğradığı dönüşüm, yeni bilimsel ruhun bir örneği o mak dışında bir şey değildir ve belirgin bir şekilde, önceden gördüği müz gibi, özellikle toplumsal teori alanının işlerlik tartışmasında ifac edilen sistem fikrini yeniden ele almamıza, bizleri zorlayan bu koni burada özel bir ilgiye mazhar olmaktadır...
İşlerlik fikri, son derece istikrarlı bir sistemi içermektedir çünkü tı orik olarak her zaman hesaplanabilen, canlılık ve çalışma, sıcak ve s< ğuk kaynak, girdi ve çıktı ilişki ilkesine dayanmaktadır. Bu görüş te modinamikten gelmektedir. Eğer bütün değişkenler bilinirse, bir si: temin işlerliğinin evrimi tahmin edilebilir düşüncesi ile ilişkili olnıal tadır. Bu durumun ideal anlamda gerçekleştirilişi, Laplace’in ‘şeytan kurgusunda açıkça ifade edilmektedir: O, t anında evrenin durumı nu belirleyen değişkenleri bilmektedir, bu sayede bir t ‘ > t anında e) renin durumunu tahmin edebilmektedir. Bu kurgu, evren olarak ac landırılan ve sistemlerinin sistemini içine alan fiziksel sistemler ilke tarafından sürdürülmektedir; fiziksel sistemler düzenli bir modeli ti kip etmektedirler, netice itibariyle, evrimleri düzenli bir yol izler v bu yol “normal” sürekli işlemlerin ( ve Fütürolojiye) oluşumuna n< den olmaktadır.
4. K. Gödel, “Uber formal unentscheidbare Sätze der Principia Mathemat ca und verwandter Systeme,” Monatschefte für Mathematik und Physik (1931) (ingilizce çevirisi: B. Bletzer, On Formally Undecidable ProposU ons o f Principia Mathematica and Related Systems [New York: Basic B°° 1962]).
5. P. S. Laplace, Exposition du système du monde, 2 vols. (1796) [ingiüzC çeviren, Henry Harte, The System o f the World, 2 vols. (Dublin: Dublin n versity Press, 1830)].
BİLİMSEL BİLGİNİN MODERN PRAGMATİKLERİ • 2 7 5
Kuantum mekaniği ve atom fiziğinin ortaya çıkışı, söz konusu etti kapsam bakımından değişen bu prensibin uygulanabilirlik aralı- [ iki şekilde sınırlamıştır. Bir sistemin (veya tüm bağımsız değişken- başlangıç durumunun tam bir tanımı, en azından sistem tarafından iamlanacak olan enerji tüketimine eşdeğer olan bir enerji sarfiyatı ektirecektir. Layman’ın bir sistemin herhangi bir verili durumunun l bir ölçümünü başarmanın fiilî imkânsızlığı yorumu, Borges’a ait notta ifade edilmektedir. Bir imparator, imparatorluğun mükem- derecede doğru çizilmiş haritasının gerçeğine sahip olmayı diler.
:ak imparatorun bu projesi ülkeyi çöküşe götürür- tüm nüfus bütün rjisini bu haritayı gerçekleştirmeye adar6.
Brillouin’ın akıl yürütmesi7 şu sonucun oluşmasına neden olur: Sisin (veya ideolojinin) işlerliğini artıracağı düşünülen mükemmel de- :de bir sistemi kontrol etme fikri, tutarsızlık yasasıyla çelişmektedir: çekte artırmayı düşündüğü işlerlik düzeyini düşürmektedir. Bu tu- ızlık, devlet ve sosyo-ekonomik bürokrasilerin zayıflığını açıklamak- r; onlar kontrol sistemlerini veya alt sistemleri boğmakta ve kendide süreç içerisinde (negatif geribildirim) boğulmaktadırlar. Böyle açıklamanın ilgisi, kendisi dışında herhangi bir meşrûlaştırma siste- i çağırmak zorunda kalmamasıdır. Söz gelimi, insan özgürlüğü, in- aşırıya giden otoriteye karşı ayaklanmaya tahrik etmektedir. Top
un aşırı otoritenin üzerinde tam kontrole sahip bir sistem olduğu- cabul etsek bile, bu başlangıç durumunun doğru bir tanımını gerekmektir, fakat böyle bir tanımın daha önceden de etkili kılınamaması ‘biyle, eksiksiz bir denetim mümkün olmamaktadır.
Ancak bu sınırlama, sadece kesin bilginin uygulanabilirliğini ve dan doğacak gücün doğruluğunu sorgulamaktadır. Bunlar teori- nıkân dahilindedir. Klasik determinizm, bir sistemin toplam bil
“Del Rigor en la ciencia,” in Historia Universal de la Infamia, 2d. ed. (Buenos Aires: Emecé, 1954), ss. 131-132 [İngilizceye çeviren, N. T. di Giovanni, A Universal History o f Infamy (New York: Dutton, 1972)].Bilginin kendisi enerji tüketmekte ve oluşturduğu negentropi, entropinin oluşumuna neden olmaktadır. Michel Serres sık sık bu görüşe gönderme yapmaktadır; örnek olarak bkz. Hermès III: La Traduction (Paris: Editions de Minuit, 1974), p. 92.
2 7 6 • ÖZNETİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
gisinin ulaşılamaz fakat kavranabilir sınırı çerçevesinde çalışmaya de vam etmektedir8.
Kuantum teorisi ve mikrofizik, sürekli ve öngörülebilir bir yol
rinin (yörünge düşüncesinin) çok daha radikal bir revizyonuna ihtiyaç
duyar. Açıklık arayışı, maliyeti ile sınırlı değildir; fakat konunun doğa, sı gereği sınırlanmaktadır. Kesinlik arttıkça belirsizlik (kontrol eksikliği) azalır düşüncesinin aslı yoktur; zira belirsizlikte artmaktadır. Jean Perrin bu konuya bir örnek olması amacıyla, bir küre içerisinde verilen bir miktar havanın gerçek yoğunluk ölçümünü (kütle/hacim oranı) bizlere sunmaktadır. Bu kürenin hacmi 100 m3’den 1 cm3’e düşürüldüğünde büyük oranda değişmektedir; hacmi 1 cm3’den 1/1000 mm3’e düşürüldüğünde ise bu oran içerisinde milyonda bir değişimler gözlemlenebilmesine rağmen, çok küçük bir değişme oluşmaktadır. Kürenin hacmi azaldıkça, değişkenliklerin boyutu artmaktadır. Bir kübik mikron 1/10 hacim birimi için, değişkenler bin oranında iken, kübik mikron 1/100 olduğunda ise değişkenler 1/5 oranındadır.
Hacmin daha ileri oranda düşürülmesi, bizleri moleküler ölçüye götürmektedir. Eğer ufak küre, iki molekül arasındaki boşluk içerisine yerleştirilirse, o takdirde havanın gerçek yoğunluğu sıfır olacaktır. Fakat binde bir gibi zaman dolayımında, ufak kürenin merkezi, bir molekül içerisine “düşecek” ve sonrasında ortalama yoğunluk, gazın gerçek yoğunlu
ğu olarak adlandıran ile kıyaslanabilecektir. Intra-atomik boyutlara indirgendiğinde, bir kez daha sıfır yoğunluğunda, hacmin bir boşluk içerisinde yer alacağı ihtimali yükselecektir. Fakat milyonda bir kez bile olsa,
onun merkezi, bir zerreye veya atomun çekirdeğine düşecek ve bu gerçekleştiğinde ise yoğunluk, suyunkinden birkaç milyon kat daha büyük olacaktır. “Eğer ufak küre daha da küçültülürse..., muhtemelen çok ge5' meden, ancak daha öncesinde elde edilen değerlerden göz alıcı bir bici111' de daha yüksek değerlerin oluşacağı bazı istisnai durumlar hariç, ortala ma yoğunluk ile gerçek yoğunluk sıfır olacak ve sıfırda kalacaktır”9*
8. Burada, I. Prigogine and I. Stengers’ları takip ediyorum, “La Dynanık]uC’ Leibniz â Lucrece,” Critique 380, Scrres special issue (1979):49.
9. J. B. Perrin, Les Atomes (1913 ; Paris: Presses Universitaircs de 1970), pp. 14-22. Bu Metin, Fraktallar’a giriş olarak Mandelbrot tara dan kullanıldı.
BİLİMSEL BİLGİNİN MODERN PRAGMATÎKLERİ • 2 7 7
Böylece, havanın yoğunluğu hakkındaki bilgi, birbirleriyle kesinlik- bağdaşmayan ifadelerin çokluğu içinde çözümlenmektedir. Bu önerler sadece konuşmacı tarafından belirlenen bir ölçüye göre görece- tirilirse uyumlu hale getirilebilir. Buna ek olarak, belirli seviyeler- y yoğunluk önermesi basit bir iddia olarak sunulamaz, sadece bu tür ermelerin bir modeli olarak sunulabilir: Yoğunluğun sıfıra eşit ola- Ti muhtemeldir fakat n’ çok büyük bir sayı olduğu takdirde, yoğuncun 10n oranında gerçekleşmesi mümkündür.
Burada bilim adamlarının söylemleri ile 'doğanın ifade ettikleri’ ısındaki ilişki, mükemmel bir bilgi olmaksızın, bir oyun olarak düzen- ıdiği gözükmektedir. Bilim adamının önermesinin modeli gerçekte ganin üreteceği müessir ve basit önermenin (sembolün) tahmin edi- ıez olduğunu yansıtmaktadır. Hesaplanabilen bütün bu ihtimaller, ermenin, bir başka şeyden öte sadece bir şeyi ifade edeceği ihtima- ir. Mikrofizik düzlemde, "daha iyi”, başka bir deyişle, daha yüksek işlerlik kapasitesi olan bir bilgi elde edilemez. Sorun, rakibin ("do-
’) ne olduğunu öğrenmek değil, onun oynadığı oyunun ne olduğunu damaktır. Einstein "Tanrı, zar atar”"' düşüncesinde tereddüt etti10, cak zar atma, bu tür "yeterli” istatistiksel düzenliliklerin, doğruluk- mın ortaya konulabileceği bir oyundur (En üstün Determinant’ın es- majına bakın). Eğer Tanrı zar atmış olsaydı, ardından bilimin karşılığı "birincil tesadüf” düzeyi, zarın üst yüzeyine gelecek olan raka- , artık isnat edilemezdi; ancak bir hileye, başka bir ifadeyle, muhte- 1 sayılar ve salt stratejiler arasında şansa bırakılan bir seçime isnad lmek zorunda kalacaktı11.
Einstein’ın 1926 yılında kendisi gibi fizikçi olan yakın arkadaşı Max Born’a yazdığı bir mektupta “Tanrı, zar atmaz” demektedir. Dolayısıyla bu sözün aslı “Tanrı, zar atar” değil, “Tanrı, zar atmaz” olmalıdır. (Ç.N.)Alıntılayan, W. Heisenberg, Physics and Beyond (New York: Harper 6c Row, 1971).Bilimler Akademisine sunulan (Ekim 1921) bir tebliğde Borel, “oyunda en iyi oynama biçiminin olmadığım” (tam bildirimsiz oyunlar), “bir kere ve bütün zamanlar için seçilmiş bir kodun yokluğunda, birinin oyununu değiştirerek avantajlı bir şekilde oynanıp oynanılamayacağı şüphe konusudur.” demektedir. Bu ayrım temelinde von Neumann, kararın bu olasılıklaştırılmasının kendisinin belirli şartlarda “oynamak için en iyi yol” olduğunu göstermek-
Genellikle doğanın aldatıcı değil, kayıtsız ve bir rakip olduğu ka bul edilmekte ve bu temelden hareketle doğal ve beşerî bilimler ara sında ayrım yapılmaktadır* 12. Pragmatik bağlamda, bu şu anlama gej mektedir: Doğa bilimlerinde, “doğa”, bilim adamlarının hakkında bir. birlerine karşı yaptıkları hareketleri oluşturan ve düz anlamsal ifadele, ri değiş-tokuş ettikleri, sessiz fakat birçok kez atılmış bir zar kadar tahmin edilebilir olan bir imlemdir. Öte taraftan, beşerî bilimlerde, oyun. da bir imlem olan insan, oyuna katılan bilim adamlarına karşı tekellüm eden ve stratejiler (muhtemelen karmaşık bir strateji) geliştiren bir katılımcıdır; burada bilim adamının yüz yüze geldiği fırsat, nesne esaslı veya kayıtsız değil, davranışsal veya stratejiktir13- bir başka değişle, agonistik olandır.
Bu problemlerin mikrofiziği ilgilendirdiği ve bunların muayyen bir sistemin evriminde ve olasılığa dayalı öngörülerin temelini oluşturmak için sürekli işlevlerin oluşumunu engellemede tam bir yeterliliğe sahip olamadıkları tartışılacaktır.
Bu, aynı zamanda işlerlik sayesinde meşrûlaştırma teorisyenleri olanların akıl yürütme sistemleridir ve bu teorisyenler haklarını yeniden kazanmak için uğraşılarını sürdürmektedirler. Bununla birlikte, çağdaş matematik alanında hassas ölçüm olasılığını ve bunun sonucunda insan ölçeğinde bile nesnelerin davranış tarzını önceden haber vermeyi sorgulayan bir akım bulunmaktadır.
Mandelbort, Perrin tarafından kaleme alman ve öncesinde tartışı- lan bir metni alıntılar. Ancak araştırmasını umulmayan bir yönde de
2 7 8 • ÖZNEYİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
tedir. Bkz. Georges Gulbaud, Eléments de la théorie des jeux (Paris, Dunod, 1968), ss. 14-21, ve J. P. Séris, La Théorie des jeux (Paris, PUF, 1974). “Pose- modem” sonuçlar bu kavramları seyrekçe kullanmaktadırlar, örnek olarak bkz. John Cage, Silence ve A Yearfrom Monday Middletown, Conn.: Wcsk' yan University Press, 1961 ve 1967).
12. I. Epstein, “Jogos” (typescript, Fundaçao Armando Alvares Penteado, Sep' tember 1978).
13. “Olasılık burada yeniden ortaya çıkmaktadır; artık bir nesnenin temel >'a pıcı ilkesi olarak değil, davranışın düzenleyici yapısal bir ilkesi olarak orta ya çıkmaktadır” G. G. Granger, Pensée formelle et sciences de Vhomme ris: Aubier-Montaigne, I960], s. 142). Tanrı, zar atar ideası, bir Platon ön cesi Yunan varsayımına benzemektedir.
BİLİMSEL BİLGİNİN MODERN PRAGMATİKLERİ • 2 7 9
vanı ettirir. Mandelbort “Türevleri ile fonksiyonlar, çalışılabilecek en basit ve en kolay konulardır, bununla birlikte, onlar olağanüstüdürler. Geometrik bir dil kullanmak, hiçbir tanjantı olmayan eğriler kuralıdır ve çember gibi düzenli eğriler enteresan olmalarına rağmen oldukça hususîdirler.”14 açıklamasını yapar.
Bu gözlem, sadece boş bir merakın nesnesi değildir, aksine çoğu deneysel veri için bir geçerliliğe sahiptir. Sabunlanmış küçük bir zerre ve tuzlanmış su, yüzeyindeki herhangi bir noktanın tanjantını almanın göz için imkânsız olduğu bazı düzensizlikler sergilemektedirler. Burada uygulanabilir olan model, Browncu hareket modelidir. Bu modelin en iyi bilinen özelliği, bilinen bir noktadan hareket eden taneciklerin vektörünün izotropik olmasıdır, başka bir değişle, bütün muhtemel yönergelerin eşit derecede olasılığa sahip olmalarıdır.
Aynı problem ile daha çok bilindik olan bir seviyede yeniden karşılaşmaktayız. Eğer Britanya sahilinin gerçek bir ölçümünü yapmak istiyorsak, ayın yüzeyini dolduran kraterler, stelar maddenin yayılımı, bir telefon görüşmesi esnasında engellenen patlamaların sıklığı, genel olarak türbülans, bulutların şekli gibi etmenleri hesaba katmak durumundayız. Kısacası, taslakları ve dağılımları insan elinin altında düzenlenmeyen nesnelerin çoğunluğunu düşünmek durumundayız.
Mandelbort, bu türden verilerin hiçbir türevsel varlıkları bulunmayan sürekli fonksiyonlarınkine benzer eğrileri tanımlamakta olduğunu gösterir. Bunun basitleştirilmiş bir modeli Koch’un eğrisidir.15; o kendi kendine benzerdir, bu benzerliğin içerisinde inşa edildiği boyutun tam sayı olmadığı, 10g4/10g3 logaritması olduğu gösterilebilir. “Boyutların sayısı” nın bir ve iki arasında bir alan içerisinde yer alan böyle bir eğriyi ifade etmek, sezgisel olarak çizgi ve düz bir yüzey arasında bir yerde uzanması gerekçelendirilmiş olacaktır. Onların öz-benzerlik ile ilgili boyutu bir kesir olduğundan, Mandelbort, bu tür nesneleri kesirdi olarak adlandırır.
Mandelbrot, Fractals, S. 5.Sürekli ve düzeltilemez, kendine-benzer bir eğri, Mandelbrot tarafından betimlenip (ss. 38 vd), Von Koch tarafından 1904’de oluşturuldu. Bkz. Fractals’in bibliyografyası.
René Thom’nun çalışması, benzer bir yönde hareket etmektedir.^ Thom, Laplace’n determinizminde ve hatta olasılık teorisinde bir varsayım olan sabit sistem fikrinin geçerliliğini doğrudan sorgular.
Thom, belirlenmiş görüngülerde ortaya çıkan süreksizliklerin resmi bir açıklamasına izin veren ve onların beklenmedik şekiller almalarına neden olan matematiksel bir dil geliştirir. Bu matematiksel dil. Felâket Teorisi olarak bilinmektedir.
Saldırganlığı, köpeğin değişken bir durumu olarak ele alınız: Saldırganlık, bir kontrol değişkeni olarak köpeğin saldırganlık oranına bağlı olarak artmaktadır16 17. Köpeğin saldırganlığının ölçülebilir olduğunu varsayalım, belirli bir eşik değerine ulaştığında, bir saldırı biçiminde kendini ifade edilecektir, ikinci denetleme değişkeni olan korku ise ters bir etkiye sahiptir; kendi eşik değerine ulaştığında bir kaçış olarak kendini gösterir. Öfke veya korku yokluğunda, köpeğin davranışı değişmezdir (Gauss’un eğrisinin tepe noktası). Fakat eğer her iki denetleme değişkeni birlikte artarsa, iki eşik değeri aynı anda birbirlerine yakınlaşacaktır: Köpeğin davranışı tahmin edilemez olur ve aniden saldırıdan kaçışa veya tersi bir duruma dönüşebilir. Sistemin değişmez olduğu söylenebilir: Denetleme değişkenleri sürekli iken durum değişkenleri ise süreksizdirler.
Thom, bu türden bir istikrarsızlığı ifade eden bir denklemi yazmanın ve ayrıca köpeğin tüııı davranışlarını; bir tür davranıştan diğerine
ani geçişi içeren, gösteren ve onun tüm hareketleri saptayan bir grafik
çizmenin (İki kontrol değişkeni ve bir durum değişkeni olduğundan ÜÇ
denetleme değişkenlidir.) mümkün olduğunu belirtir. Denklem, denetleme ve durum değişkenlerinin (burada 2 + 1) sayılarıyla tanımlanan felaketler sınıfının bir özelliğidir.
Bu durum, determinizm ve determinizm olmayan ile sabit ve hare
ketli sistemler arasındaki mücadelede bizlere bir cevap olanağı sunmaktadır. Thom, bu durumu bir önerme olarak açık ve kesin bir b iç im i
16. Mathématiques de la morphogenèse (Paris: Union Générale d’Edition, 19/4)* Bilmeyenler için, K. Pomian tarafından sağlanan felâket teorisinin bir değerle11 dirmesi mevcuttur: “Catastrophes déterminisme”, Libre 4 (1978): 1 1 5 -36.
17. Pomia, bu örneği E. C. Zeeman’dan ödünç almıştır: “The Geomctry of ^ tastrophe”, The Times Literary Supplément, 10 Aralık 1971.
2 8 0 • ÖZNEYİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
BİLİMSEL BİLGİNİN MODERN PRAGMATİKLERİ • 2 8 1
ifade etmektedir: “Bir sürecin az ya da çok belirlenmiş bir özelliği, işlemin yerel konumu tarafından belirlenmektedir.”18 Determinizm, kendisi de belirlenmiş olan bir işlev türüdür: Her durumda, doğa, başlangıçtaki yerel konumlarla da uyumlu olan en az karmaşık yerel morfolojiyi üretmektedir.19 Ancak, bu koşulların -gerçekte sıklıkla bu şekilde gerçekleşen- sabit bir formun üretimini engelleyeceği olasıdır. Koşullar sürekli bir çatışma içerisinde olduğundan bu durum meydana gelmektedir: “Felâket Modeli, bütün nedensellik süreçlerini tek olana, sezgisel olarak gerekçelendirmesi basit olana, Herakleitos’a göre, bütün nesnelerin babası olan çatışmaya indirgemektedir.”20 Denetim değişkenlerinin durum değişkenlerinden bağdaşmaz olacağı daha muhtemeldir. Tüm bu mevcut olanlar, “determinizm adalarıdır”. Felâket bilinemezciliği, kelimenin tam anlamıyla kuraldır: Oyunda değişkenlerin sayılarıyla belirlenen genel agnostik diziler için kurallar vardır.
Çift Bağ Teorisi olarak bilinen; Thom’un çalışması ile Palo Alto okulunun, özellikle paradoksiyolojinin şizofreni çalışmalarına uygulanması ile (Kuşkusuz zayıf) bir paralellik kurmak söz konusu değildir.21 Burada, aralarındaki bağlantıya işaret etmekten öteye gitmeyeceğim. Teori, tekiller merkezli araştırmada ve “oransızlıkların en gündelik problemlere nasıl uygulanabilir olduğunu anlamada bizlere yardım etmektedir.
Bu araştırmadan çıkartabileceğimiz sonuç (ve burada kat kat zikredilmeyenler dahil), sürekli türevlenebilir bir işlevin bir bilgi paradigmasının öngörüsü olarak üstünlüğünü kaybediyor olmasıdır.
Postmodern bilim, karar verilemezler, hassas kontrol sınırları, eksik bilgi tarafından belirlenen çatışmalar, “fracta” felâketler ve pragmatik Paradokslar ile kendi evrimini süreksiz, katastrofik, yenilenemez ve pa
18.
19.20.
21.
R. Thom, Stabilité structurelle et morphogenèse: Essai cTune théorie générale des modèles (Bkz., Mass.: W. A. Benjamin, 1972), p. 25 [İngilizceye çeviren. D. M. Fowler, Structural Stability and Morphogenesis (Bkz., Mass.: W A. Benjamin, 1975)]. Pomian tarafından alıntılandı, “Catastrophes,” s. 134.R. Thom, Modèles mathématiques, s. 24.A.g.e., s. 25.Özellikle bkz. P. Watzlawick, J. Helmick-Beavin, and D. D. Jackson, Pragmatics o f Human Communication: A Study o f Interactional Patterns, Pathologies and Paradoxes (New York: Norton, 1967), 6. Bölüm.
2 8 2 * ÖZNE’Yİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
radoksal olarak kuramlaştırmaktadır. Böyle bir değişimin nasıl gerçek leştiğini ifade ettiğinde, bilgi kelimesinin anlamını değiştirmektedir. Bh lineni değil, bilinmeyeni üretmektedir. Postmodern bilim, Maksimum işlerlik ile hiçbir ilgisi olmayan bir meşrûlaştırma modeli önermektedir- fakat bu model, paraloji olarak anlaşılan temel bir farklılığa sahiptir.2*
Çalışmaları bu yönde olan bir oyun teorisi uzmanı, bu konuyu çok güzel bir şekilde ifade eder: “O halde, oyun teorisinin yararlılığı neyin içinde yatmaktadır? Oyun teorisi, bizce, herhangi bir karmaşık teorinin faydalı olduğu minvalde, yani bir fikir türeticisi olarak faydalı olmaktadır.22 23 P. B. Medawar, kendi adına “ fikirlere sahip olmanın, bilim adamının en üstün başarısı,”24 olduğunu, hiçbir “bilimsel metodun”25 olmadığını ve bir bilim adamının, her şeyden önce “ hikâyeler anlatan” bir kişi olduğunu ifade etmektedir. Tek fark, bilim adamının onları doğrulamakla yükümlü olmasıdır.
Geldiğimiz noktada, bilginin meşrûlaştırılmasına yönelik günümüzde sunulan delillerin amaçlarımız için yeterli olduğunu varsayalım. Ar
tık genel anlatılara başvurmuyoruz; postmodern bilimsel söylemin bir
doğrulaması olarak, ne ruhun diyalektiğine ve hatta ne de insanın özgürleşmesine başvurmaya gerek vardır. Ancak önceden gördüğümüz gibi, küçük anlatı [petit récit], özellikle de bilimde, muhayyel yeniliğin mükemmel bir formu olarak kalmaktadır.26 Buna ek olarak, doğrulama
22. “Bilimsel bilginin üretim şartlan, üretilen bilgiden ayırt edilmelidir. Bilimsel etkinliğin iki kurucu aşaması vardır: Bilineni bilinemez kılmak ve sonra bu bilgi-olmayanı bağımsız bir sembolik meta sisteme yeniden götürmek... Bili' min özgüllüğü, onun öngörülemez oluşmadandır.” (P. Breton, in Pandore 3 (1979): 10).
23. Anatol Rapoport, Two-Person Game Theory (Ann Arbor: University of MlC' higan Press, 1966), s. 202.
24. P. B. Medawar, The Art o f the Soluble, altıncı baskı. (London: M ethuen» 1967), s. 116 ve özellikle “Two Conceptions of Science” ve “Hypothesis an Imagination.” Başlıklı bölümlere Bkz.
25. Galileo örneği kullanılarak Paul Feyerabend tarafından ifade edildi; Ag&nSÎ Method (London: New Left Books, 1975), Popper ve Lakatos’a karşılık, Fe yerabend, epistemolojik olarak “anarşizm” veya “Dadaizm” kavramlarımsa vunmaktadır.
26. Bu çalışmanın sınırları içerisinde, meşrulaştırma söylemlerindeki anlatıp döngüsü tarafından öngörülen biçimi analiz etmek mümkün gözükmenıe
BİLİMSEL BİLGİNİN MODERN PRAGMATİKLERİ • 2 8 3
ölçütü olarak uzlaşma ilkesi, yetersiz görünmektedir. İki formülasyona sahiptir. İlk olarak; uzlaşım, bilen zihinler ve özgür iradeler olarak tanımlanan insanlar arasında, mutabakatla ve diyalogla elde edilen bir uzlaşmadır. Bu yapı Habermas tarafından geliştirildi; ancak onun anlayışı özgürleşme anlatılarının geçerliliğine dayanmaktadır. İkinci olarak; uz- laşım, kendisinin işlerliğini korumak ve geliştirmek amacıyla kendisini manipüle eden sistemin bir bileşenidir.27 Luhmann’ın anlayışına göre, uzlaşım, İdarî prosedürlerin bir nesnesidir. Bu durumda, onun tek geçerliliği, sistemi meşrûlaştıran ve gerçek amaca ulaşmada bir araç olarak kullanılacak olan güçtür.
Problem şu ki sadece parolojiye dayalı bir meşrûlaştırma yapısı oluşturmanın mümkün olup olmadığını belirlemektir. Paroloji, yenilikten ayırt edilmelidir: Yenilik, sistemin komutası altındadır ya da hiç olmazsa sistemin verimliliğini geliştirmek için kullanılmaktadır; Paroloji, (önemi daha sonraları sıklıkla anlaşılan) bilgi pragmatiğinde gerçekleşen bir akımdır. Parolojinin zorunlu olarak değil sıklıkla gerçekte oluşu ile birinin diğerine dönüştürülmesi durumu, varsayım için zorluklar ortaya çıkarmamaktadır.
...İhtilaf ... Vurgulanması gerekmektedir. Uzlaşım, asla ulaşılamayan bir anlayıştır. Bir paradigmanın28 himayesi veya desteği ile gerçekleşen araştırma, sabit hale gelme eğilimindedir; bu, teknolojik, ekonomik veya sanatsal bir “görüşün” patlamasına benzer. Ne zaman vu
tedir. Örnekler, açık sistemlerin çalışılması, yerel belirlenimcilik, karşı yöntem ve genelde paroloji adı altında gruplandırdığım her şey.
27. Örneğin, Nore ve Mine, Japonların bilgisayar alanındaki başarılarını, sadece Japon toplumuna ait olduklarını düşündükleri bir “toplumsal uzlaşımın yoğunluğu ”na atfetmektedirler (LInformatisation de la Société [Paris: La Documentation française, 1978], s. 4). Kitabın sonuç kısmında şöyle demektedir: “Genişletilmiş sosyal bilgisayarlaşma dinamikleri kırılgan bir topluma yol açar: Böyle bir toplum uzlaşmayı kolaylaştırmak anlayışıyla inşa edilmekte, ancak böyle bir toplumun varlığını zaten öngörmekte ve bu uzlaşmanın fark edilmediği durumda durma noktasına gelmektedir.7’ (s. 125). Y. Stourdzé, devlet denetimini kaldırma, istikrarı bozma ve yönetimi zayıflatmaya yönelik mevcut eğilimin, devletin işlerliğine yönelik güvenin kaybolduğu bir toplum tarafından desteklenmekte olduğunu önemle belirtir. (“Les Etats-Unis et la guerre des communications,” Le Monde, 13-15 Ekim, 1978.)Kuhn’un kastettiği manada.
ku bulacağı hesaplanamaz. Fakat asıl çarpıcı olan ise, binlerinin her zaman “aklın” düzenini bozma peşinde olmasıdır. Anlama için yerıj normlarının ilan edilişinde ya da bilim dilinin yeni bir alanının araştı rılmasını belirleyen yeni kuralları inşa edecek bir öneride açığa çıkan ve açıklamanın kapasitesini düzensizleştiren bir gücün varlığını önermek zorunludur. Bu, bilimsel tartışma bağlamında, ThonTun dile getirdiği morfojeni ile aynı süreçtir. Kuralsız değildir, (felâket sınıfları vardır) ancak her zaman yerel olarak belirlenmektedir. Bilimsel tartış-
malarda uygulanan ve geçici bir bağlamda kendine yer bulan bu özellik, “keşiflerin” tahmin edilemez olduğunu ima etmektedir. Bu, şeffaflık düşüncesi açısından, kör noktalar üreten ve uzlaşıma boyun eğen bir etmendir.29
Bu özet, sistemler teorisinin ve önerdiği meşrûlaştırma türünün uzaktan yakından bilimsel bir temeli olmadığını görmeyi kolaylaştırmaktadır; bilimin kendisi, bu sistem teorisinin paradigmasına göre işlememektedir ve çağdaş bilim böyle bir paradigmanın toplumu tanımlamak için kullanılması ihtimalini dışarıda bırakmaktadır.
Bu bağlamda, Luhmann’ın savlarındaki iki önemli argümanı inceleyelim. Bir taraftan, sistem sadece karmaşıklığı azaltılarak işlev görürken, öte taraftan bireysel arzuların uyumunu kendi amaçları için uyarlamak durumunda kalmaktadır.30 Karmaşıklığı azaltma, sistemin güç kapasitesini korumak için gereklidir. Tüm mesajlar, tüm bireyler arasında serbestçe dolaşabilir olsa, doğru seçim yapmadan önce ele alınmak
zorunda olunan enformasyonun niteliği büyük oranda kararları gecik-
2 8 4 • ÖZNE’Yİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
29. Pomian (“Catastrophes”) bu tip bir işleyişin Hegelci diyalektikle ilişkisinin olmadığını göstermektedir.
30. “Kararların meşrûluğunun uygun sûrettc gerektirdiği şey, esas olarak minimum bir kopmayla, toplumsal sistem içerisinde etkili bir öğrenme sürecidir- Bu çok daha genel bir sorunun, bir boyutudur: “Etkilenmeler nasıl dcği§ır’ nasıl siyasal idari alt sistem, sadece toplumun bir parçasıykcn, yine de kararları aracılığıyla toplumsal beklentileri yapısallaştırır? “Sadece bir parça olanın faaliyetinin etkinliği bütün için geniş ölçüde, yeni beklentileri zaten var olan sistemlere uyarlamada nasıl başarılı olduğuna bağlıdır. Bu sistemler, $a- hışlar ya da toplumsal sistemler olabilir, ancak önemli işlevsel rahatsızlıkla' ra yol açmadan uyarlama gerçekleşmelidir”. (Niklas Luhmann, LegitiM^*' on durch Verfahren [Nemveid: Luchterhand, 1969], s. 35).
BİLİMSEL BİLGİNİN MODERN PRAGMATİKLERİ • 2 8 5
recek, dolayısıyla işlevselliği düşürecektir. Aslına bakılırsa hız, siste- in bir güç bileşenidir.
Tehlikeli bozulmaların zararından kaçınılmak isteniyorsa, mole- iler görüşler, gerçekten dikkate alınmalıdır itirazı yapılacaktır. Luh- ann, şöyle karşılık verir -bu da ikinci noktadır-: Bireysel arzuları sis- min kararlarıyla uzlaşabilir kılmak, “ yarı çıraklık” ve “ bütün bozul- alardan arınmış” bir süreç ile mümkündür. Kararlar, bireysel arzula- saygı duymak zorunda değildir: Arzular, kararları ya da en azından ıların etkilerini arzulamak zorundadır.
İdari işlemler, sistemin iyi çalışması için, bireylere sistemin ihtiyaç yduğu şeyi istetmelidir.31 Telematik teknolojisinin bu süreçte ne tür ■ rol oynayabildiğini görmek kolaydır.
Bağlam denetiminin ve egemenliğin içsel olarak varlıklarının, yok- darından daha iyi olduğuna yönelik düşüncede ikna edici bir gücün lunduğu inkâr edilemez. Edimsellik kriterinin kendine ait “avantaj- ı” bulunmaktadır. İlke olarak, metafizik bir söyleme bağlılığı dışta akmaktadır; masalları terk etmeyi gerektirmektedir; açık zihinler ve ;ukkanlı iradeleri istemektedir; özlerin tanımını etkileşimlerin hesap- lasıyla değiştirmektedir; “oyuncuların” sadece teklif ettikleri önerler için değil, aynı zamanda, bu önermeleri kabul edilebilir kılmak ı sorumluluk üstlenmelerine neden olur. Bilginin pragmatik işlevle- in verimlik ölçütleriyle: Tartışma pragmatiği, kanıt üretimi, öğren- aktarımı ve imgelem stajyerliği ile ilişkili gözükecek şekilde aydın-
ı kavuşmasını sağlar.
Edimsellik kriteri, bütün dil oyunlarının, hatta standart (canoni- I bilgilerin bile, kişisel bilgiye (self-knowledge) ulaşmasına katkıda unmaktadır. O, gündelik söylemin, bir üst söyleme (metadiscourse) ıüşmesini sağlar: Sıradan önermeler öz-atıf’a (self-citation) yönelik eğilim barındırmakta, çeşitli pragmatik mesajlar ve kendilerini ilgi- diren güncel mesajlarda bile dolaylı bir bağ kurmaya yönelik eğilim
Bu varsayım, David Riesman’ın ilk çalışmalarında işlendi. Bkz. Riesman, The Lonely Crowd (New Haven: Yale University Press, 1950); W. H. Whyte, The Organization Man (New York: Simon ÖC Schuster, 1956); H. Marcuse, One Dimensional Man (Boston: Beacon, 1966).
göstermektedirler.32 Son olarak, kendi dillerinin parçalanması ve bir, leştirilmesi sürecinde, bilimsel bir topluluk tarafından deneyimlenen içsel iletişim sorunlarının, herhangi bir yerde, anlatı kültüründen yo^ sun olduğu zaman, kendi içsel iletişimini ve kendi adıyla kendisi tarafından deneyinılenen meşrûluğun doğasını yeniden incelemek zorunda olan sosyal bütünlük tarafından tecrübe edilen ile karşılaştırılabilir olduğunu önermektedir.
Okuyucuyu karalama pahasına, sistemin, avantajları arasında bulunan şiddeti hesaba katabileceğini söyleyebilirim. Güç kıstası çerçevesinde, bir istek (yani bir buyurma biçimi), karşılanmamış bir ihtiyacın güçlüğü üzerine temellendirildiğinden, meşrûiyet anlamında hiçbir kazanca sahip olamamaktadır. Haklar güçten doğmaz; ancak gücün azaltılması sistemin performansını gerçekleştirir gerçeğinden hareketle, hakların güç tarafından ortaya çıkacağı söylenebilir. İmkânları en kısıtlı olanların ihtiyaçları, bir ilke olarak bir sistem düzenleyicisi olarak sömürülmemelidir: Onları tatmin etme araçları bilindiğinden, onların gerçek anlamda tatmin edilmesi, sistemin performansını geliştirmeyecektir; sadece giderlerin artmasına katkıda bulunacaktır. Tek karşıt gösterge, imkânları en kısıtlı olanları tatmin etmeme, bütünün istikrarını zedeleyebilir. Zayıflar tarafından yönetilmek, gücün doğasına aykırıdır. Ancak yeni isteklerde bulunma, gücün doğasındandır demek, “hayat” normlarının yeniden tanımlanmasını gerektirmektedir.33 Bu bağlamda, sistem, insanlığı farklı bir zorunlu liyakat düzeyinde yeniden insanileştirmek için insanlığı gideren, insanlığı kendisiyle beraber sürükleyen öncü bir makine görevi üstlenmektedir. Teknokratlar, toplumun kendi ihtiyaçları olarak adlandırdıkları şeylere güvenemeyeceklerini ifade etmektedirler; onlar, top-
2 8 6 • ÖZNE’Yİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
32. Josette Rey-Debove (Le Métalangage [Paris: Le Robert, 1978], ss. 228 vd.) Çağdaş gündelik hayattaki otonomik ifade ve dolaylı söylem işaretlerinin çoğalmasına işaret etmektedir. Bize anımsattığı üzere, “dolaylı söylem güvenilir olamaz”.
33. Georges Canguilhem’in belirttiği gibi, “insan sadece birtakım kuralları yapabildiğinde ve normalden öte olduğunda gerçek anlamda sağlıklıdır”, (‘Te Normal et la pathologique” [1951], in La Connaissance de la vie [Paris: Hac' hette, 1952], s. 210) [İngilizceye çeviren. Carolyn Fawcett, On the Normâl and the Pathological (Boston: D. Reidel, 1978)].
BİLİMSEL BİLGİNİN MODERN PRAGMATİKLERİ • 2 8 7
ıun yeni teknolojilerden bağımsız değişkenler olmadığından, ken- htiyaçlarının neler olduğunu bilemeyeceğini “ bilmektedirler”.34 bir anlamda, karar verenlerin kibirlerinin ve onların körlüğünün kendini bilmezliğidir.
Teknokratların “kibri” nin anlamı, kendilerini, en olası işlevsel bir- n araştırılmasında bir bütünlük olarak görülen sosyal sistem ile özleştirmeleridir. Bilimin pragmatiğine bakacak olursak, bu tür bir tamlamanın mümkün olmadığını anlarız: İlke olarak, hiçbir bilim ada- , bilgiyi veya bir araştırma projesinin “ihtiyaçlarını” göz ardı etmeze ya bir araştırmacının isteklerini, bir bütün olarak, “bilimin” geliş- sine katkıda bulunmadıkları gerekçesiyle şekillendirmez. Bir araş- nacının bir isteme genel olarak karşılığı: “ Muhakkak görmemiz rekecek, bana hikâyeni anlat” söylemidir.35İlke olarak, bilim adamı, ly çoktan kapandı ya da yeniden başlatıldığı takdirde “bilim” zarar rür şeklinde bir ön yargıya sahip değildir. Aslına bakarsak, mukabi- loğrudur.
Elbetteki bu durum, gerçek hayatta her zaman bu şekilde vu- bulmaz. Sayısız bilim adamı, “ hareketlerinin” göz ardı edildiğini baskıya uğradığını görmektedir, bazen on yıllarca, çünkü bu sa
E. E. David (in La Recherche 21 [1972]:2 1 1 ), toplum, sadece kendi dönemindeki teknoloji ortamında ihtiyaçlarının farkına varabilir, yorumunu yapar. Teknolojik ortamı yeniden modelleyen ve tahmin edilemeyen ihtiyaçları ortaya çıkaran bilinmeyen özellikleri keşfetmek, temel bilimlerin doğasın- dadır. Katı materyallerin amplifikatör olarak kullanılmasını ve katı hal fiziğinin hızlı gelişimini örnek olarak gösterir. Modern tekniklerin nesneleri tarafından sosyal etkileşimler ve ihtiyaçların bu “negatif düzenlemesi”, R. Ja- ulin tarafından eleştirildi;“Le Mythe technologique,” Revue de l'entreprise 26, special “Ethnotechno- logy” issue (Mart 1979): 49— 55. Bu metin A. G. Haudricourt’un gözden geçirmesidir, “La Technologie culturelle, essai de méthodologie,” in B. Güle, Historié des techniques (Paris: Gallimard, 1978).Medawar (Art o f the Soluble, ss. 151-152) bilim adamlarının yazma ve konuşma üsluplarını karşılaştırmaktadır. Yazma, “tümcvarımsal” olmalı; aksi takdirde dikkate alınmayacaktır. Konuşmaya gelince, Medawar sıklıkla laboratuar ortamlarda işitilen, “sonuçlarım henüz hikâye oluşturmaz”ı da içine alan ifadelerin bir listesini oluşturur. Medawar, “bilim adamları, açıklayıcı yapılar kurarlar, hikâyeler anlatırlar...” sonucuna varır.
dece üniversitelerde değil aynı zamanda bilimsel hiyerarşide ve $o~ runsalda da36 ansızın kabul edilen pozisyonları yerlerinden etmiştir. “Hareket” ne kadar çok güçlenirse, uzlaşmanın üzerine kurulu olan oyunun kurallarını açık bir şekilde değiştirdiğinden, asgari bir uzlaş, ma tarafından reddedilme olasılığı bu nispette artacaktır. Ancak bil. ginin oluşumu bu minvalde gerçekleştiği takdirde, bu hareket tarzı bir homeostaz tarafından yönetilen sıradan bir güç merkezi gibi hareket etmektedir.
Bu türden bir hareket, Luhmann tarafından ifade edilen sistemin hareket tarzı gibi yıldırıcıdır. Yıldırmayla, oyuncuyu paylaşılan bir dil oyunundan uzaklaştırmakla ya da uzaklaştırma amacıyla tehdit etmekle elde edilen yeterliliği kastediyorum. Reddedildiğinden dolayı değil, oyuna etkide bulunacak olan yeteneği tehdit edildiğinden (Herhangi birini oyundan uzaklaştırmanın birçok yolu vardır.) oyuncu susturuldu veya muvafakat edildi. Bilimlerde, ilke olarak hiçbir değeri olmayan karar vericilerin küstahlığı, yıldırıcılığın eyleme geçirilmesine dayanmaktadır. Şöyle denmektedir: “Arzularını amaçlarımıza uyarla; aksi halde...”37
Çeşitli oyunlara yönelik serbestlik bile edimselliğe bağımlı kılındı. Yaşamın normlarının yeniden tanımı, sistemin yeterliliğinin güç için
2 8 8 • ÖZNE’Yİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
36. Bilinen bir örnek için bkz. Lewis S. Feuer, Einstein and the Generation of Science (New York, Basic Books, 1974). Moscovici’nin kitabın Fransızca çevirisine yazdığı girişte vurguladığı gibi [Çev. Alexandre, Einstein et le conflit des générations (Bruxelles’ Complexe, 1979)], “Görecelik, aralarında hiçbir kimsenin fizikçi olmadığı arkadaşlar tarafından kurulan geçici bir ‘akademi' de’ doğmuştur; bunların hepsi mühendis ya da amatör felsefecilerden oluŞ' maktaydı”.
37. Orwell’in paradoksu. Bürokrat şöyle der: “Bizler ne olumsuz bir itaatten» hatta ne de iğrenç (abject) bir boyun eğmeden (submission) memnun oto' biliriz. Nihayetinde bize teslim olduğunuzda bu sizin hür iradenizin (free will) bir neticesi olmalıdır.” (1984 [New York: Harcourt, Brace, 1 9 4 9 ],s- 258). Bir dil oyunu terminolojisinde aynı paradoks şöyle açıklanacaktır* “Özgür ol” ya da “Ne istediğini iste”; bunlar Watzlawick tarafındanliz edilmiştir (et al., Pragmatics o f Human Communication, ss. 203-207)* Bu paradokslar üzerine bkz, J. M. Slanskis, “Genèses ‘actuelles’ et Genes*'5 ‘sérilles’ de l’inconsistant et de hétérogemc”, Critique 379 (1987): 1 L$-V 73.
BİLİMSEL BİLGİNİN MODERN PRAGMATİKLERİ • 2 8 9
iştirilmesine dayanmaktadır. Bu durumun vuku bulması özellikle ematik teknolojisinin giriş kısmında belirgindir. Teknokratlar tele- ıtikte bir liberalleşme sözü ve mükâlemeler arasındaki etkileşimler- bir zenginlik görmektedirler. Ancak bu süreci onlar için çekici kı- ı; bu sistem içerisinde edimselliği geliştirmeye yol açacak yeni geri- ılerin ortaya çıkmasıdır.38 *
Bilimin farklılaştırıcı olması halinde, pragmatikleri sabit bir siste- n karşı modelini barındırmaktadır. Bir önerme, bilinenden farklılık ; ettiği anda ve savını destekleyen bir sav ve delil bulunmasının arıdan değere bindi. Bilim, içerisinde önermenin; “idealar ürettiği”, li diğer önermeleri ve oyun kurallarını belirlediği takdirde geçerli luğu bir “açık sistem”3* modelidir. Bilim, bütün diğer dillerin nak- lildiği ve değerlendirildiği genel bir meta-dile sahip değildir. Bu, bili, sistem ile ve her şey göz önüne alındığında yıldırıcılık ile özdeş- mekten alıkoyan şeydir. Eğer bilimsel bir toplulukta, karar vericiler uygulayıcılar arasında bölünme ortaya çıkarsa (ki vardır), bu biliri pragmatiğinin kendisi değil, sosyoekonomik sistemin bir gerçeği- . Bu durum, gerçek anlamda, bilginin yaratıcı gelişimindeki en bü- k engellerden biridir.
Meşrûlaştırmanın genel sorunu şu şekilde olmaktadır: Bilimin prag- ıtiklerinin model-karşıtı ile toplum arasında ne tür bir ilişki bulunçtadır? Bir toplumu oluşturan geniş ölçüdeki dil hâzinesine uygu- labilir mi? Sınırı öğrenme oyununa kadar mıdır? Böyle olduğu tak- de, toplumsal ilişkiler bağlamında ne tür bir görevi üstlenmektedir? ık toplumun imkânsız olan bir ideali midir? Toplum üzerinde ken- eri için yadsıdıkları işlerlik ölçütünü zorlayan karar vericiler için ge- :1i bir alt bileşen midir? Ya da tersine, otoriterler ile işbirliği yapanla- reddedilişi midir? Finansman eksikliği nedeniyle araştırmaya yöne-
Bkz. Nora ve Mine’nin bilgisayarlaşma oranının çoğalmasına yönelik tanımları kaçınılmaz olarak Fransa toplumunda ortaya çıkacaktır (Linformatisation de la société, introduction).Krş. Watzlawick’deki açık sistemlerin tartışılması: et al., Pragmatics o f Human Communication> ss. 117-148 . Açık sistemler teorisi Slanskis’in çıkacak olan çalışmasının konusudur: J. M. Salanskis, Le Systématique ouvert.
lik bütün mevcut ihtimallerin hariç tutulması riski ile karşı kültür nünde bir hareket midir?40
Bu çalışmanın başından beri, çeşitli dil oyunları ile özellikle düz- anlamsal veya bilgi oyunlarıyla, kural koyucu ya da eylem oyunları arasında (sadece formel değil aynı zamanda pragmatik) farklıların bulunduğunu vurguladım. Bilim pragmatikleri, düz-anlamsal ifadeler üzerine inşa edildi. Bu ifadeler, öğrenmenin müessesâtlarını (enstitüler, merkezler, üniversiteler, vb.) inşa eden müesseselerdir. Ancak onun postmodern gelişimi, nihai bir “gerçeği” ön plana çıkartmaktadır: Hatta öyle ki düz-anlamsal önerme tartışmaları bile belli kurallar çerçevesinde hareket etmek durumundadır. Kurallar düz-anlamsal değildir; ancak karışıklığı önlemek amacıyla, onları, meta-kuralcı ifadeler olarak nitelendirilen kuralcı ifadeler olarak adlandırmak daha uygun olacaktır (onlar, dil oyunlarının hareketlerinin kabul edilebilmesi için ne olmaları gerektiğini belirlemektedirler). Var olan bilim pragmatiğinin farklılaş- tırıcı, muhayyel ya da mantık ötesi etkinliğinin işlevi, bilimin “varsayımları” olan bu meta-kurallara dikkat çekmek41 ve oyuncuların farklı olanları kabul etmelerini talep etmektir. Bu tür ricaları kabul edilebilir yapan tek meşrûlaştırma, idealar ya da yeni önermeler üretecek bir yeteneğinin olmasıdır.
Sosyal pragmatikler, bilimsel pragmatiklerin “sadeliğine” sahip değildirler. O, heteromorfus tümce sınıflarının iç içe giren çeşitli ağları tarafından şekillenen (düz-anlamsal, kuralcı, işlersel, teknik, değerlendirici, vb.) bir yaratıktır. Bütün bu dil oyunları için ortak olabilecek meta- kuralları belirlemenin mümkün olabileceğini ya da bilimsel topluluklarda, belirli bir zamanda etkin olan değiştirilebilir bir uzlaşımın, sosyal bütünlükte deveran eden önermeler bütünlüğünü düzenleyen nıeta- kurallar bütününü belirlemenin mümkün olacağını düşünmek için hiÇ'
bir neden bulunmamaktadır. Aslına bakıldığında, meşrûlaştırma -gele' neksel ya da “çağdaş” olsun (insanlığın kurtuluşu, ideaların gerçekle^
2 9 0 • ÖZNE’Yİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
40. Devlet ve klişenin ayrılmasından sonra, Paul Feyerabend (Metoda kar$ı[ teme Karşı ]), aynı “sağduyuyla” Devlet ile Dinin birbirinden ayrılmasını talep eder. Peki, para ve bilim hakkında ne söylenebilir?
41. O. Ducrot’un sorunsalından meydana gelen bu kavramı anlamanın hiç 0 mazsa bir yoludur. Dire et ne dire pas (Paris: Hermann, 1972).
BİLİMSEL BİLGİNİN MODERN PRAG M ATİKLERİ • 2 9 1
ilmesi)- anlatılarının çağdaş düşüşü, bu inancın terk edilmesi ile ilmidir. “Sistem” ideolojisinin bütünlüğe yönelik hak iddiası ile telafi et- eye çalıştığı, işlerlik ölçütünün sinizminde ifade ettiği gaipliktir.
Bu sebepten ötürü, Meşrûlaştırma problemini ele alışımızdaki42 •nlenmede Diskurs ya da tartışma diyaloğu olarak adlandırdığı şey acılığı ile evrensel bir uzlaşımı araştırma yönünde Habermas’ı takip mek ne olası ne de ihtiyatlı gözükmektedir.43
Bu, iki varsayım yapmak gibi olacaktır. İlkin, dil oyunları, hetero- srfus oldukları ve pragmatik kuralların heterojen kümelerine bağlı dukları kesin olduğu takdirde tüm konuşmacılar, hangi kuralların ve- meta-kuralların dil oyunları için evrensel olarak geçerli olabileceği
»nusunda bir uzlaşma içerisinde olabilirler.
İkinci varsayım ise, diyalogun amacının uzlaşım olması ile ilgilidir, ıcak... Uzlaşım tartışma durumunun sadece tekil bir özelliğidir, ama- değildir. Tersine, amacı paralojidir. Bu çifte gözlem (kuralların he- rojen olması ve muhalefet arayışı), Habermas’ın araştırmasına vurgu
Legitimations probleme im Spätkapitalismus (Frankfurt: Suhrkamp, 1973) (İngilizceye çeviren. T. McCarthy, egitimation Crisis [Boston: Beacon Press, 1975]), muhtelif yerlerde, özellikle bkz. ss. 21-22: “Dil, bir dönüştürücüye benzer şekilde işlemektedir... Bilgiyi, önermelere, buyrukları ve değerleri, normatif beklentilere dönüştürme ihtiyacı ve hissiyatı duyar. Bu dönüşüm bir taraftan haz, istem ve yönelim öznelliği arasındaki kapsayıcı ayrımı, diğer taraftan evrenselliğe yönelik bir hak talebiyle ifadeleri ve normları üretmektedir. Evrensellik, bilginin nesnelliği ve geçerli (prevailing) normların meşruluğuna işaret etmektedir. Her ikisi de kurucu (Gemeinsamkeit), yaşanmış toplumsal tecrübeyi güvence altına alırlar.” Problemi bu tarzda ifade etmek, meşrulaştırma sorusunun bir cevap türüne, evrenselliğe bağlandığını görmekteyiz. Bu bir taraftan, bilginin öznelliğinin meşruluğunu eyleminin (Kant’ın eleştirisine karşılık olarak ki bu eleştiri kavramsal evrenselliği, bilginin öznesine uygun tutarak veya ideal evrenselliği veya eylemin öznesinin ufkunu belirleyen “supraduyarlı doğayı” araştırmaktadır) öznelliğine denk olduğunu varsaymakta, öte taraftan uzlaşımın (gemeinscaft) sadece insanlığın hayatını mümkün kılan tek anlayış (horizon) olduğunu öngörmektedir.A.g.e., s. 20, buyrukların meta-kuralcılığının bağlılığı (yani kanunları normalleştirilmesinin) tartışma diyaloguna ikincil kılınması belirgindir, örneğin bkz, s. 144: “Geçerliliğe yönelik normatif hak iddiasının kendisi, her zaman ussal bir tartışmada kabul edilebileceğini varsayması anlamında bilişseldir”.
2 9 2 • ÖZNETİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
yapan bir inancı yıkmaya devam etmektedir. Bu inanç, özetle, evren sel bir özne olarak insanlığın ortak kurtuluşunun, bütün dil oyunların da müsaade edilen “hareketlerin” tanzim edilmesi aracılığıyla ve her hangi bir önermenin meşrûluğunun bu kurtuluşa katkıda bulunmasına bağlı olduğu şeklindedir.44
44. G. Kordan, Metacritique (Paris: Editions de Minuit, 1979) [İngilizce ÇeV> J. Raffan, Metacritique: The Philosophical Argument o f Jürgen Habert^5 (Cambridge: Cambridge University Press, 1980)], bölüm 5, Habermas’m dik şüncesinin bu aydınlanma kısmını incelemektedir. Yine aynı yazara ait ol^n esere Bkz., “Le Discours philosophique et son objet” Critique, 84 (19 407-419.
DÖRDÜNCÜ BOLUM
EKONOMİLER VE TOPLUMLAR
9
SAMİMİLİĞİN ÇAĞDAŞ KODLAMASI
Niklas Luhmann
(Çev. Ar§. Gör. Fikret YILMAZ) *
Niklas Luhmann, Bielefeld Üniversitesinde sosyoloji profesörüdür. Üretken bir yazar olan Luhmann, sosyal düşünceleri Amerika'da hak ettiği değeri henüz elde edememiş olan birçok çağdaş AvrupalI düşünürden biridir. Eserlerinin kapsamlı bir toplamı olan The Differentiation of Society, (New York: Columbia University Press, 1982), S. Holmes ve C. Larmore tarafından İngilizceye çevrildi. Luhmann'ın sosyal düşünceleri, sürekli, hatta muhtemelen muhalif bir tarzda, anlaşılması zor olan birçok çağdaş AvrupalI düşünür arasındadır. Luhmann, bazı zamanlar, Durkheimcı işlevselcilerin en adanmışı, kolektif dayanışma modları evriminin ise en çağdaş teorisyeni olarak görülebilir. Öteki zamanlarda ise, muhtemelen daha sıklıkla, Weberei çözülme teorisyenlerinin en kasvetlisi, sivil toplumun 'çağdaş ölümü'nden, 'yaşam dünyası'ndan, 'anlamın kendisi'nden bizleri haberdar eden modern ulakların en zabt olunamazı olarak adlandırılır. Bir başka Luhmann ise bu tür analitik ve tu-
Gazi Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü.
2 3 2 • ÖZNE’Yİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
tumsal uç arasında bir yerde görülebilir. Daha ılımlı ve daha belirsiz olan Luhmann ise Batı modernitesinin gerçek bozul- muşluğunu kabullenebilir, ancak hâlâ eylem özgürlüğünü ve eylem çabaları ile çağdaş değer alanlarının "işlevsel farklılaşma" sı olarak adlandırdığı " kendini tanımlamayı" onaylayabilir. Aynı Luhmann, Batı modernitesinde, semptomlar ve yaygın varoluşsal keyifsizlik kaynağını hemencecik tanımlayabilirken, ancak, aynı zamanda olası bir varoluşsal rahatlama düşünce kimyasını da hemen kabul edebilir. Böylesi bir Luhmann, romantik "Samimilik kodlaması"ndan daha güncel bir kodlama- ya, "aşk tutkusu" olan aşktan, "kendi tanımlamasının doğrulaması" olan aşka geçiş analizinin yazarıdır. Bunun sonucu olarak, Luhmann'ın kaleme aldığı ve J. Gaines ve D. L. Jones (Cambridge: Harvard University Press, 1986) tarafından İngilizceye çevrilen Love as Passion: The Codification oflntimacy kitabından bu bölümü alıntıladık. Luhmann'ın çözümlemesi, Dumont ve Macfarlane'in daha önceleri ele aldıklarının basit bir "yenilemesi" olarak okunabilir. İleriki zamanlarda dile getirilecek olan Luhmann'ın "karmaşık" nedensel açıklaması, Dumont veya Macfarlane'in ulaşmayı bekledikleri sonuçtan biraz farklılık taşımaktadır. Luhmann'ın metodolojisi, sonra gelende, onun tarafından bakıldığında, Weberei oluşundan veya özellikle olmayışından daha az işlevselcilik taşımaktadır. İşlevselci, sosyal tipolog, sonra gelende, kavramsal tarihte uzman olan ve Bielefeld'tan Luhmann'ın meslektaşı olan yetenekli Koselleck, eşit derecede ve daha özel olarak takip edilecektir.
S amimilik, hayat arkadaşının sadece eylemlerinde değil aynı zaman da (partner) içsel (seçici) tecrübesinde yer alan ve diğer kişinin ey
lemleri için uygun hale gelme olarak tanımlanabilir. Fransız klasisiznn bu tarif için çeşitli topolojiler kullanmaktadır: Aşkta hiçbir şeyin de ğersiz olmadığını, kişinin sorumluluklarını yerine getirmesinin aşk d(
uyumsuz olduğunu vurgulamakta ve kişinin kendisinden beklenile11 he şeyi yerine getirmesinin yeterli olmadığını, hatta kişinin ötekinin iste lerini de tahmin etmek zorunda olduğunu iddia etmektedir. Alınan ı alizmi ise bu durumu farklı bir tarzda izah etmektedir: Samimilik, ött
SAMİMİLİĞİN ÇAĞDAŞ KODLAMASI • 2 3 3
¡je olan ilişkimizin kendi dünyamızın bir anlamı ve bu dünyayı onunla sevmenin bir göstergesidir. Aşk ilişkilerinin en iyi şekilde ifade edilmesi, bu teoriyi desteklemektedir. Aşıklar, tecrübe ettikleri ve önemsedikleri her şeyi paylaşmaya değer bulduklarından birbirleri ile hiç durmaksızın konuşabilmektedirler.
Her genelleştirilmiş sembolik iletişim ortamında olduğu gibi, ilgili sosyal sistemleri ve bunların neticelerini ayırt edip edememe bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır? Samimi ilişkiler, otonom bir öz- düzenlemeye maruz kalabilir mi? Sosyal destek olmadan, doğanın kendi tabiatına uygun olmayan süreçler veya samimi ilişkiler neticesinde belirli bir bilgi modunda işlem gören süreçler tarafından kendi kendilerine var olabilirler mi?
Bu, bizleri, istem dışı olarak, ikinci bir soruyu sormaya itmektedir: Farklılaşma sürecinin ilerlemesine ve savunulmasına yardımcı olan aşk tutkusu gibi bir semantiğin sonucu olarak ortaya çıkan olgusal içeriği anlama, söz konusu olan zaman ile uyumlu mudur? Aşk tutkusu semantiği için imkânsızı mümkün kılmak ve ardından uygun hale getirmek herhangi bir şey iken; ona tahammül etmek ise bir başka şeydir. On dokuzuncu yüzyıl, önceleri, abartı ve önemsizleştirme arasında sorunlu bir şekilde dalgalanıyor olduğundan bugün, samimilik kodlaması, ilgili tutumları, daha önce hiç olmadığından çok, herkesin erişimine açık tutmak durumundadır. Parson, “etkileyen” semantiğinden yararlanarak, ‘tutumsal’ bir varlığın “’genelleştirilmiş erişebilirliği üzerine tekellüm etmektedir.” Tutkunun, aşırılığın, ölçüsüzlüğün ve kişinin kendi duygularına karşı sorumluluk hissetmemesi ya da hatta sadece Vnce ruhların ve beklenmedik mutluluğun semantiği bu bağlamda ar- tlk kullanılmamakta mıdır?
bu gerçek, sadece romantizmi belirtmek için ele alındığında ve ay- nı im anda sevginin Romantik bir tasviri olarak basitçe anlaşıldığın-
söyleyebileceğimiz, ‘Romantik’ ve ‘Romantizm’in semantik içeri-
T Parsons, “Religion in Postindustrial America: The Problem of Secularization”, Social Research 41 (1974): 193- 225. Ayrica bakiniz, onun “Some Problems of General Theory in Sociology,” in J. C. McKinney and E. A. Tiryki- an, editors, Theoretical Sociology: Perspectives and Developments (New York, 1970), ss. 27-68 (ss. 50ff.)
2 3 4 • ÖZNF/Yt YENİDEN DÜŞÜNMEK
ğinin gizlice değiştirildiğidir. Örneğin, Amerikalıların ‘romantik’ ölçmek için kullandıkları alet öğeleri düşünüldüğünde, onların birbir leri için orada olmayı kastettikleri anlaşılmaktadır- bundan daha fazlası ya da daha azı değil.2 Artık aşk tutkusunun herhangi bir izi kalmamaktadır. Hâlâ görünüşte burada sayılan tek fark, cinsel ilişkilere ulaşıp yı kapsaması, birlikte olma veya duygusal bağlar olmadan3 bunun uy. gulanmasıdır. Cinsel ilişkilerin simbiyotik mekanizmaları böylece sadece kodlara dahil edilmemekte; kendisine karşı birinin bir çok tutumlara sahip olduğu ‘şeyin kendisi’ olmaktadır. Bunlar arasındaki fark ‘R0. mantik aşk’ olarak tanımlanmaktadır.
İlk bakışta, anlam üzerine bu tür ılımlı talepler -ve her şeyden öte, burada yaşamın anlamı(!) üzerine ilgilenmemiz bekleniyor iken- dikkat çekici bir şekilde, sosyo-yapısal önem ve farklılaşmış samimi ilişkilerin otonom çözümünün kaçınılmazlığı ile farklılıklar taşımaktadır. Ancak bu muhtemelen; farklılaşmanın, otonomlaşmanm, güvencesiz olan ve kültürel olarak abartılmış modeller, talepler ve dilsel formlarla uygun olan beklenti sürecinin yükünü taşımayı çok riskli hale getiren sosyal gerilemenin bir açıklamasıdır. Buna ek olarak, bu süreç esnasında, iç uyumsal kapasite ve sonucunda ilgili çevrenin karmaşıklığı da artmaktadır. Eğer kişi, hem egonun hem de alterin, kişi ve çevre arasındaki sorunlar ile ilgili olduğunu, başka bir deyişle, arzu edilen birkaç kişisel karakterin tanımlamasıyla sorunun sınırının tam olarak çözülemediğini düşünürse, kalıcı düzeyde bir çözüm semantiğinden bahsetmek imkânsız görünmektedir. Günümüzde, çoğunlukla, tümüyle kişileştirilen bir ortamdan nakledildiğinden ‘Cameraderie’ gibi yalıtık bazı kelimeler, bu tür çözümlerin varlığını gösterme açısından kesinlikle yetersiz kalmaktadır. Hatta kış1
2. Bakınız, Z. Rubin, “Measurement of Romantic Love ” Journal o f Personality and Social Psychology 16 (1970): 265-273. Görünüşte daha farklı bir açı lama için (ancak öğelerin kendileri üzerinde herhangi bir yeterli bilgi dan) bakınız, L. Gross, “A Belief Pattern Scale for Measuring Attitudes ward Romanticism,” American Sociological Review 9 (1944)1463-472-
3. Böylelikle M. M. Hunt, Sexual Behavior in the 1970 ’s (Chicago, 1974), CJ sel etiğin iki türü arasında ayrım yapmaktadır: liberal— romantik ve radık* eğlence ile ilgili. Buna benzer bir ayrım için bakınız, J. Israel and R- EliflSi> “Consumption Society, Sex Roles and Sexual Behavior,” Acta Sociologie (1971):68-82 , deneysel bir inceleme.
SAMİMİLİĞİN ÇAĞDAŞ KODLAMASI • 2 3 5
kU konunun edebiyat alanında nasıl ele alındığını merak etmelidir. Cinsellik ve ahlâk ile, zorunlu olarak gizli ve umumî olmayan bir ortamda yapılmasına müsaade edilen bir şeyin, basımına izin veren aleni konular arasındaki gerginlik şimdilerde vuku bulmamaktadır. Bunun sonucunda, Öğrenme ve dolaylı tecrübedeki benzer ilgi de var olmamaktadır4. Arzu edilen bazı şeylerin gizli bir göstergesi olan cinsellik için, doğrudan veya dolaylı olarak bir işleve sahip bazı şeyleri nispeten idare edebilmek, kolay değildir. Lâkin kişi, bir simbiyotik mekanizma olarak, cinsellik olmadan hayatını idame ettirebilir. Ancak cinselliğin temalandırılması ya da semantik alanında cinselliği tasvir eden öznelerin ele alış biçiminin her ikisi de artık ilgili sorunla ilişkili değildir veya bu yolla samimi iletişim ihtiyacının giderilmesi için önermek çok açık bir şekilde mümkün olmamaktadır. Dünya geneline baktığımızda, cinsellik, nüfuz etme bakımından artık yeterli bir sembol olamamaktadır. Eğer kişi, günümüzde olduğu şekliyle samimilik sorununa bakacak olursa, bu durumun cinsiyetler arası fark olarak nitelendirilen önemli sorunun en azından önünü açtığını görecektir. Geçmişte, tüm aşk kodlarıyla vurgulanan, etrafında asimetrik yapıların inşa edildiği ve geliştirildiği cinsiyetler arasındaki farklılıklar hafifletildi. Bu farklılığın, paradan çok evlilik için önemli bir kriter olduğu göz önüne alındığında, meşrulaştırılmayan farkların akıbetinin ne olacağı, günümüzün sorusu haline gelmektedir.
Sosyal kontrolden gelen cinsel ilişkiler özgürlüğünün doğal bir sonucu -en azından romanlarda- aşk şartlandırmasının tersine uygulanması gerektiğidir. Çok uzun süredir devam eden yerine getirme hasreti, saçma gözükmektedir. Buna karşın, cinsel ilişkiler neticesinde kişi üzerinde oluşan bağlar ve etkiler, sadece mutsuzluğa neden olmaktadır. Trajedi, artık, aşıkların birbirlerini bulmada başarısız oldukları bir du- rum olmaktan öte, cinsel ilişkilerin aşkı ortaya çıkardığı ve aşkı bulan işinin ne kendisinin onu uygun bir şekilde yaşayabildiği ne de kendi- Slni ondan kurtarabildiği bir durumdur.5
Her ikisi de edebiyat alanında bilgi veren romantik aşka dair farklı iki bakış açısını incelemek için, V Aubert’in , “A Note on Love,” in his The Hidden Society (Totowa, N.J., 1965), ss. 201-235.
' R. C. Sorensen’ın ikili sonuçlarına bakınız, Adolescent Sexuality in Contemporary America (New York, 1973), ss. 108ff.: Cinselliğin zorlayıcı koşu-
2 3 6 • ÖZNE’Yİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
Kişi, doğrudan, bir veya öteki şekliyle, cinsellik konusunu ele alan kurgusal olmayan çalışmalarda, bu yeni durumlara karşı aynı manda tepkilerle karşılaşmaktadır. Ancak, onlar farklı yönde hareket etmektedirler.6 Neredeyse literatürün tamamı, artık insanları uyarmak veya engellemekten öte, onlara danışmanlık yapma ya da pozitif ve cesaret verici nasihatlerde bulunma amacı gütmektedir. Victoria’n^ cinselliği olabildiğince reddetmeye yönelik son büyük gayreti, şu anda, alaylı bir tarzda7 * ele alınmakta ve adeta havsalaya meydan okuyan bir hata olarak görülmektedir. Tıbbî semantik, tam orgazmik* mutluluk için kendi paradokslarını9 üreten kliniksel ve terepatik ilgi ile değiştirildi; ancak zorlama bir bilinç ile olaya bakıldığında, daha da artan spor semantiğini göstermektedir. Fiziksel aktivite, hem cinsel davranışta hem de sporda gençliği sembolize etmektedir. Bu, zorunda ka-
6.
7.
8 .
9.
lu olarak aşk ve tersine. Bu bağlamda, Eşcinsel ilişkiler de bu literatür için maddîleşmektedir; onlar özellikle bu etkiyi göstermek için uygundur. Bakınız, örnek olarak, J. Baldwin, Giovannïs Room (London, 1956).Daha ziyade, romandaki gelişmelere paralel ilerleyen ve fiziksel ilişkiler üzerine çok az vurgu yapan bir açıklamaya bakmak için, S. Peele, Love and Addiction (New York, 1975).B. Barker-Benfield’ın (oldukça etkili) olan, “The Spermatic Economy: A Nineteenth-Century View of Sexuality,” in M. Gordon, editor, The American Family in Social-Historical Perspective (New York, 1973), ss. 336-372;
veya defalarca geliştirilen makalesine bakınız, “Respectable” in P. T. Comi- nos, “Late Victorian Sexual Respectability and the Social System,” International Review o f Social History 8 (1963): 18-48, 216-250.Özellikle büyük oranda dikkate alman W. H. Masters and V E. Johnson, Human Sexual Response (Boston, 1966) ile aynı yazar tarafından kaleme alınan Human Sexual Inadequacy (Boston, 1970). Bakınız, aynı zamanda, the satire on Reichian prescriptions in P. Bruckner and A. Finkielkraut, Le Houve' au Désordre amoureux (Paris, 1977), ss. 15ff.Sonuç olarak, örneğin; Masters ve Johnson’ın ‘performans korkuları’ nedeni) le, ‘seyirci rolü’ tasviri; İnsanın Cinsel Yetersizliği, ss.lOff., 65ff., 84 ve başka sayfalarda. Oysa bütün tedavi, sürekli bir performans bilinci veya yetersiz bır performans (veya en azından yapmayı zar zor uzaklaştırmakta) oluşturma tadır. Kişinin kendisi ve öteki hakkındaki incelemesi, performans için bü)u bir engel teşkil etmektedir. Açıkçası önceleri eğlenceli olarak görülen, ya°1’ romantik ironi ve ‘ağırbaşlılık’, kişiye bir dereceye kadar melankolik oW‘ hatırlatıldı, başka bir deyişle, hoşlanmanın dönüşümselliği olarak veya ir*r* fin eski sorunları: Aynı anda uyarıcı (warning) ve uyarım (stimulation)-
SAMİMİLİĞİN ÇAĞDAŞ KODLAMASI • 2 3 7
jjnarak yapılan bir aktivite değil, gönülden yapılan bir beceri ve performansı geliştirme meselesidir. Fiziksel aktivitemizi geliştirmek, sırasıyla; çaba, dikkatlilik ve tüm fiziksel başarı durumunda olduğu gibi, çalışmayı gerektirmektedir. Başarı, günlük hayatta devam eden zaman- uzamsal farklılaşmaya bağlı olmaktadır. Partnerle olan ilişki, ‘adil’ olmalı ve ilişkinin kendisine de bir şans tanımalıdır. Sporda olduğu gibi, sosyal bakımdan anlamlı olarak tanımlanmış fiziksel bir davranışa tevessül etmek, bu davranışın yaşamın tüm diğer alanlarındaki anlam belirsizliklerinden uzaklaşmayı mümkün hale getirmektedir.
Cinsiyetlerin eşitliği, bugünlerde, daha öncesinde hiç olmadığından çok zikredilmekte ve bunun sonucunda erkek ile kadının seksi tecrübe ediş şekillerindeki önemli farklılıklar gündeme gelmemektedir. Eşitliğe yönelik bu vurgu, paradoksal olarak, cinsel mevzular ve erkeklerin beğenilerinden sonraki yorumlanmayı yansıtan aşk semantiği ile neticelenmektedir. Erkeğin cinselliği tecrübe ediş şekli ve davranışı, daha çarpıcı, gerçekten daha olağanüstü bir durum, açıkça görülebilen bir başlangıç ve sona sahiptir. Bu, tedavi şekillerinden biri olan orgazm için daha uygun bir odak noktasıdır. Cinselliğin davranışları nasıl yönlendirdiğine dair görüşler, ayırt edilebilir ve bu görüşlerin, kadınların bir hareket noktası olarak neyi arzuladıklarından öte erkeklerin isteklerini ön planda tuttuğu gözlemlenmektedir. Bir bayan aşık olduğunda, aşkının sonsuza kadar süreceği düşünülür. Aynı anda, erkek ise daha başka şeylerle meşgul olmaktadır.
Tüm bunların ışığında, sosyal talebin aksine, özel alanda, farklılaş- ma ve dinlenmeye (sırası gelmişken, aynı zamanda bir ‘erkek’ sembo- hi olarak kabul gören) doğru bir eğilim olmaktadır. Edebiyat veya fil- mın> kendi varlıklarını garanti altına almak için yüceltilmiş anları görem ezlikten gelme çabaları, sonuç olarak artık uzun vadeli satın alınan lr durum değildir. Ancak samimiyete ve bireylerarası karşılıklı nüfuz
ehtieye ihtiyaç duyulmaktadır. Dolayısıyla, işlenmiş bir semantik yapı Ve her şeyden öte öğrenme kapasitesi için deneyimleri düzenleyen ön- j^gılara da ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak sembolik bir araç olarak aş- lrı kodlanmasına yönelik oryantasyon vurguları değişti; hatta gerçek- n de o kadar çok kökten değişti ki kişi, aşkın semantik kodlaması te- ^arının hangisinin kabul edilebilir ve ilerde kullanılabilir olduğunu tedeyse hiç anlamamaktadır.
2 3 8 • ÖZNE’Yİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
Bu değişikliğin radikal doğası, 1780 yılından 1830 yılına kadar olan dönem ile kıyaslandığında, örneğin; temaların, idealleştirmeni^ mübalağasının, eleştirinin, vb. radikalleşmesine yansımadığı görülmek tedir, ancak sosyo-yapısal gelişmelerden gelen sonuçlardan öte, niha. yetinde, kişisel olan ve olmayan ilişkiler arasındaki farkın ise modern toplumun radikalleşmesine eş değerde gerçekleştiği görülmektedir. Bu deneyimin, bütün sosyal ilişkilerde, “Kişisel olmayan ilişkiler ‘sadece’ kişisel olmayan ilişkilerdir” şeklinde gözlenebileceğini ifade etmemiz pek bir abartı sayılmaz. Bireyin, kişi ile uyum içinde olacağına dair beklenti, kişisel ilişkilere çok fazla sorumluluk yükledi. Bu tür ilişkiler, beraberinde, sıklıkla, araştırmanın daha yoğun geçmesinde onlara hizmet eden ve özellikle kişisel olmayan bütün ilişkilerin daha şeffaf olmasına olanak sağlayan bu tür ilişkilerin başarısızlıkla sonuçlanmasına imkân tanımaktadır.
Bu yolla, ve daha önce hiç olmadığı kadarıyla, kişisel olan/olma- yan ayrımı, yapıcı bir ayrım olmaktadır; başka bir deyişle, Bateson’ıın tanımı (ayrımı ayrım yapan) açısından ayrım, bilgilendirici değeri ile bilgiyi işlemektir. Bu ayrım olmadan, ötekinin samimi davranışından hareketle, kişinin kendi samimiyet alanını anlaması mümkün olmaya- çaktır; kişi, bu ayrıma kendini yönlendirmeden, eylemlerinin anlamını belirlemesi, aşkın (veya bir semantik eşdeğer) olmasının beklendiği anlarda zor olacaktır. Başka bir deyişle, bu temel düzeyde yola koyulmanın zor olan kısmı, deneyimde ve aynı zamanda eylemde ortaya çıkmaktadır; çünkü özellikle kişisel olmayan beklentilerle oluşan durumlarda, kişide oluşan ilgiyi görme zorunluluğu ve bu ilgiyi günümüz toplum özelliğini (galantry)10 taşıyan yaklaşım biçimleri ile kendi lehi' mize kullanmadan ifade etme durumu bulunmaktadır.
Önceki iddiaların aksine, söylenenler şu anlama gelmektedir: M km daha derin bir anlayışı, samimi bir ilişkiye başlamak veya bu ih§
kiye ısınmak adına pek de uygun bir model olmamaktadır. Gerçek
km kodları tarafından bir kenara itilen değişim üzerine kurulu kav
10. Açıklanamazlığın geçmiş konusu ve aşkın aniden belirginleşmesi, dahayardımcı olmamaktadır. Aşkın yeşermesine dair gerçeklikle bir ilgisi bu ^ mamaktadır. Başlama veya başlamamaya doğru yönlendirilen bir sern^n artık gereklidir.
SAMİMİLİĞİN ÇAĞDAŞ KODLAMASI • 2 3 9
^rfllar, bu konuya daha uygun kaçabilir. Diğerkâmlığı ve öteki kişi- ,e Oryantasyonu belirlemek her ne kadar imkânsız olsa da bunlar daha gen § ve derin bir değişim anlayışının dominant motifi olarak içine eklenmiştir.11 Ancak bu tür bir kodlama, tutkunun ortaya çıkma olasılığına dayalı bir temelden daha az olası gözükmekte midir? Dahası (an- cak arada bir hatırlanan romantizme rağmen) romantizme dayalı bağlantıların çok uzaklara gitmiş olma ihtimali yoktur; yine de yüzeysel jest ve mimiklerin, eş değer nitelikteki duygulara karşılık gelebileceği ifade edilmekteydi.
Öteki yaklaşımlar, umumî durumlarda, kişisel iletişimi başlatmanın nasıl mümkün olduğunu ve böyle durumlarda beklenen ilişki kısalığının nasıl belirlendiğini sorgulamaktadır. Kişinin kendi hakkında konuşma yeteneği, samimi bir ilişkiye başlamak için önkoşul olarak görülmekte ve bu durum aynı zamanda muhatabın da kendisi hakkında konuşmasına ön ayak olmaktadır. Bunu yapma eğilimi, büyük ölçüde psikolojik değişkenlere bağlı olsa da, gerçekleşmesi sosyal şartlar ile ilintili olmaktadır. Dahası, aşk kodu, özel bir ilişkiyi tanımlamakta ve eğer unsurlar, ötekiler, aşkın dışında tutulmalarına karşı iletişimin süreç içerisinde devam etmesini öneriyorsa kişi bu takdirde aşka yeltenmektedir. Ancak, bu durumun gerçekleşmesi, kişisel olmayan, umumî durumlarda hemen hemen imkânsızdır. Çünkü her kim, konuşmanın normal seyrinde kişisel ve samimi konulara değinirse, bu durum, tabiri caizse, ki- §ınin alışkanlık gereği ilerleyen zamanlarda da yapacağını ve hatta bu- nu herkese yapacağını gösterir.12 Bu tür durumlarda, kişinin duygusal Ve cinsel arzusu, iletişim kurma arzusunu tetikleyebilir; her durumda, hatta umumî durumlarda bile, kişinin karşı taraf ile ilişki kurmasını ko- ^ylaştırabilmektedir. Bu durum, her zaman, ilişki kurma istekliliği ile hgili belirli bir münhasırlığa işaret etmektedir.
Bu nedenle, T. L. Huston ve R. M. Cate, “Social Exchange in Intimate Relationships,” in M. Cook ve G. Wilson, editors, Love and Attraction: An International Conference (Oxford, 1979), ss. 263-269. Aynı zamanda bakınız, R. L. Burgess and T. L. Huston, editors, Social Exchange in Developing Re-
İ2 ^tionships (New York, 1979).Bakınız, S. Cavan, Liquor License: An Ethnography o f Bar Behavior (Chicago, 1966); Z. Rubin, Liking and Loving: An Invitation to Social Psychology (New York, 1973), ss. 162ff.
2 4 0 • ÖZNE’Yİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
Geçerliliğin ve kalıcılığın çağdaş bir ortamda gerçekleşeceğini öne süren semantik oluşumlara da açıklık getirmek gereklidir. Yapıcı ge[e neksel farklılıklar (duygusal olan ve olmayan aşk ile haz/aşkı gizleyen) aşk semantiğinde umumî sosyal değerler; idealleştirme veya paradok. silleşme, tarafından fazlasıyla etki altında bırakıldılar. Ancak bu genel değerler, yapıcı farklılık ile birlikte sonraları kişisel etki alanında lere temalar ve oryantasyon noktaları oluşturabilen daha bilgilendirici bir değer sunmaktadır. Yapıcı farklılıklar, aynı derecede bir bilgilendirici farklılıktır. Ancak bu bakış açısı değişti. Samimilik etki kodlamasına yönelik neredeyse tüm konular, kişisel olan ve olmayan farklılıklardan çıkarılabilir- ancak mevcut belirsiz durum yanıltıcıdır. Öte taraftan, konu, genel olarak klasik olan; genç, güzel ve zengin üçlüsüyle sınırlı değildir. İlke olarak, bu tema, bütün kavranabilir durumlar için geçer- lidir; kişi, onları, kişilerarası tedahülün stratejik noktasında oldukları takdirde görebilir. Aaıcak, bu durum, gerek samimilik etkisi için sosyal sistemlerin ortaya çıkabileceği alanda, gerekse de karşılıklı olarak kabul edilip uygulanacak olan kurallarda farklılığın neden tam olarak görülemediğini göstermemektedir. Yapıcı farklılığın uygulama alanı ile, diğer bir deyişle, tümüyle bireysel ve kişisel alanlarda, buna cevap verilemez; çünkü farklılığın kendisi bizatihi somut durumlarda samimiliğin bir seçeneği olarak mevcut değildir; ancak, bunun yerine durumu
daha da zor hale getirmektedir.
Aynı değişiklik, kişiliğin önemsizleştirmesi olarak formüle edilebilecek olan ikinci bir durumda gözlenebilir. Aşk, artık ne birkaç büyük aşığa tahsil edilecek ne de onların bizlere sunduğu örneklerle şe- killendirilecektir. Romantizm ve romantiklerin kendileri, son olarak, edebiyat alanında ve yaşamda, ideal bir çalışma için son kozlarını oynadılar; onlar, erkek ile kadının ve gerçeğin karşılıklı ilişkilerinin an' laşılmasını bizzat yaşadı ve onunla birlikte acı çektiler. Ancak nuıhte' melen kimse bunu, herkesten hatta toplumun belli bir kesiminden bek leyemez. Evrenselleştirme, kişiliğin, samimiliğin temeli olarak, herkes tarafından kabul edilebilir olmasını gerektirmektedir. Bu, aşkın te sefede, özne kavramının ne anlama geldiğini ifade etmekte ve erke*1 romantizm, hâlâ, kendini böyle bir kavrama doğru odaklamakta^ Novalis’in ortaya koyduğu gibi, “ Eğitimin en yüce görevi, tek obîia ve aynı anda hem aşkın kişiliğin efendisi hem de kişinin kişiliğini11
SAMİMİLİĞİN ÇAĞDAŞ KODLAMASI • 2 4 1
jjjğj olmaktır.”13 Ancak aşkın idea, idealist bir şey olarak, bütün yönü y le ampirik bir aşka ve evliliğe, yani bireysellik oluşumuna aktardığında deforme olmaktadır. Aşkın idea, bireye kendi ihtiyaçlarını karşılanma yeterli derecede özgürlük tanımadığından başarısızlığa uğra-
yani, bireysellik oluşumunu tamamlayamadı. Gerçek bireyselliğin, sabit fikirlilik tanımlaması -ya da en azından hataları içeren tüm gerçek kişiler- bireysellik kültürüne karşı kendini savunmak durumundadır. Hem kişisel ilişkilerde kişinin kendi kişiliğinin tanıma beklentisi hem de kişinin kendisi ile ilgili olarak özgürce konuşabilmeyi anlama dileği, gerçeğin dışında, ideal olan hiçbir şey içermemektedir. Başka bir deyişle, onlar, belirli bir bakış açısından hareketle insanlığın betimlemesi üzerine yoğunlaşmaktan öte, arada, bir şekilde anlaşılmayı bekleyen bir yaşam oluşturmak için bir araya gelmektedirler. Asıl problem ise; nasıl oluyor da bu kadar farklı şeyler, hâlâ bir bütünü oluşturmakta ve buna rağmen bir bütün olarak ‘yaşamın anlamını’ verememektedir; bugün egonun benliği, aşkın benlik olarak ifade edilmekten öte, kişilik olarak adlandırılmaktadır.14 Çoğunlukla, kişisel olmayan ilişkilerle karakterize edilen bir toplumda, kişinin kendisini bir bütün olarak görmesi ve bir bütün olarak hareket etmesinden ötürü, bu görüş, herhangi bir mantıksal yan taşımaktan öte, içerisinde sembolik bir ilişki barındırmaktadır. Egonun benliği, aşkınsal-teorik bağlamda, öznelliğin nesnelliği değildir. Egonun kişiliği, kişiliğin seçici süreçlerinin sonucudur ve bu durum, egonun benliğinin ötekiler tarafından seçilmesinden ötürü, neden aynı zamanda diğerlerine bağımlı olduğunu tülüyle göstermesi bakımından önemlidir. Sorun, pekiştirmekten öte, ^§inin kendi uyum kapasiteleri arasından bir seçimdir.
Buna bağlı olarak, kişinin samimi ilişkilerde aşkta aradığı, her şey- en önce, otobiyografisinin doğrulamasıdır15. Bu, aşığın, aşırı değer biç- * •
“Blütenstaub 2 8 ” yazılarından alıntı, Cilt 2 (Jena, 1907), s. 117.• Başlangıçta böyle bir kuru kavramın kişilik kültünün yerine geçmesi tesadüf
değildir; sadece bizatihi yeniden şaşırtıldı (remystified) ve kendisi için temelsiz bir tercih ile muamele edildi. Bu aynı zamanda ‘gerçek motivasyon’, ‘bilişsel tutarlılık’ ve öteki dengeleyiciler için de geçerlidir; ve sonuncu ama son
j derece önemli olarak özgürlük (emancipation).' Bu konuda bakınız, W. J. Chambliss, “The Selection of Friends,” Social For-
ces 43 (1965): 370-380, sonraki, M. Deutsch ve L. Solomon’s “Reactions to
2 4 2 • ÖZNE’Yİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
mesi ya da sevgilinin idealleştirilmesi meselesi değildir. Sürekli olar^ daha iyi olmayı isteyen, bu durum ile gerçeklik arasındaki farkhlığj sii rekli olarak deneyimleyen sevgili, en azından uzun vadede bu duru^ oldukça nahoş görebilmektedir. Eğer, kişinin kendi bireysellik oluş^ mu olarak otobiyografisi sosyal kontrolden uzak ise, ya da, bir §ekilde olumsallaştırılmış ise, özelde sosyal bir temele ihtiyaç duyacaktır. Bili^ cin eşik noktası -günlük yaşamda16 kişinin kendi otobiyografisini kayda geçirdiği nokta- çağdaş yaşam koşullarında önemli ölçüde küçülmektedir. Bu gibi durumlarda, varlık ve görünüş arasındaki farklılığı çabucak anlamayacak kadar ilgisiz olan, ötekinin düşünceliliğine bilhassa bağımlı olmakta veya varlığın bütünlüğüne ve görünüşe inanan birisine bağımlı, ya da en azından bunu kişinin sırasıyla varlığına inanmak zorunda olduğu otobiyografisinin bir konusu yapmaktadır.
Otobiyografinin doğrulaması, her ne kadar keyfi olarak seçildiyse de, samimi ilişkilerin önünü açma bakımından öğrenilmek ve tecrübe
edilmek zorundadır. Ancak bu tür bir görev, davranışsal bir kod yapı
sıyla standardize edilir mi? Bu, her halükârda, paradoksal yapı tarafından kabul edilen yaşama döndürme etkisine sahip olacaktır. Aşk, yeniden bir yanılsama bütünlüğü ve gerçeklik olarak ihtiyaçları karşılamak
ile karşı karşıya iken, aynı zamanda kişiye, kendi yaşamını nasıl idame ettirmesi gerektiği ile ilgili bir güvenceyi sunması önerilmektedir. Gözlemcilerin aşka nasıl baktıklarını dikkate almaksızın, aşıklar, tam manasıyla birbirlerini sevdiklerinden, onların kendilerine ve birbirlerine
karşı güven kaybettiklerini söylemek imkânsızdır.
Doğrulama sorunu, sadece otobiyografiye odaklanırsa, aşk seman' tiği bu duruma ayak uydurmak durumundadır. Değişim, hepsinden önemlisi, samimi ilişkilerin farklılaşmasının temel sembolizmini etki'
16.
22Evaluations by Others as Influenced by Self-Examination,” Sociometry ^ (1959):93— 112.; C. W. Bademan ve RF. Secord, “Liking, Selective Interact»' on and Misperception in Congruent Relations,” Sociometry 25 (I962):32l 335; T. Newcomb, “The Prediction of Interpersonal Attraction,” can Psychologist 11 (1956):393-404. Daha fazlası için bakınız, H. ^ ıetl° Kontakt, Einfühlung und Attraktion: Zur Entwicklung von Paarhezi^un& (Stuttgart, 1972), ss. 63ff. 2.Nitekim, E. Goffman’ın kitabı, The Presentation o f Self in Everyday D/ 1 Baskı, (Garden City, NY, 1959).
SAMİMİLİĞİN ÇAĞDAŞ KODLAMASI • 2 4 3
ıekte ve ‘neye karşı’nın unsurları tarafından kazanılan konumun ye- i değiştirmekte ve aynı zamanda semantiğin bir parçası olarak düşülen ‘ne için’i de etkilemektedir. Tutku kavramı, mantıksız olanı, hat- insanın kendi duyguları ve eylemlerine karşı yaşadığı patolojik sonluluk kaybını vurgulayarak aile ve toplumun çabalarını bertaraf et- çabasında olduğundan başarısızlığa uğradı. Heyecana ve yüceltme-
artık ihtiyaç duyulmamakta ve bunlar, yerini kestirmenin tam ola- : mümkün olmadığı ve aşığın kendisi, kendi aşkının kaynağıdır ifa- ;ini vurgulayan bir ilke tarafından yer değiştirilmekte ve bu durum ıdiliğindenliğin şu an ne anlama gelmek zorunda olduğunu vurgu- ıaktadır. Aşk kendini ifşa etmeden önce, sorgulamak için beklemeli; görev veya uzlaştırıcı bir hareket gibi gözükmemek için de bütün ekleri ve soruları önceden satın almalıdır.17 Aşk, artık kendisinin pro- ce edilmesine izin vermek zorundadır. Aşkın olguları, tepkisel değil, oaktif ’ olmalıdır. Bu, sevgilinin içsel deneyimine, aynı zamanda, ey- ılerine, dünyaya bakış açısına karşılık verebilen tek tutumdur, hat- konuya rahatlıkla dalabilen ve henüz tanımlanamayan durumlarda i hareket edebilen tek yöntemdir. Bu durum, aşık olan kişinin ilgi rkezindekinin dileklerini öngörmesi ile kendi özgürlüğünü ve kişi- belirlenmesini koruyabildiği tek çözüm yöntemidir. Ardından, gölü boyun eğme paradoksu, zincirlere bağlı kalma isteği, ayrıca oran kaldırıldı ve bu sayede kişi, günlük yaşamda en önemli şeyi; ki- in kendi egosunun kişiliği ile, kendi aşkının kaynağı olarak hareket ‘bilmesinin ne olduğunu, anlamaktadır.
Bu model doğrultusunda, uzun bir edebiyat tarihinin dönüşlü düvesinin aksine18, aşıklar arasında, iletişimde samimiyetin önemi tek-
Bu daha önceleri aşk tutkusu kodunun bir doğrusuydu; ancak burada sosyal ve/veya evlilik sorumlulukları ile sınırlandırıldı. Bakınız, B. Rabutin, Histoi- re amoureuse des Gaules (Paris, 1856; yeniden basıldı, Nendeln, Liechenste- in, 1972), Cilt 1, ss. 37 Iff. Aynı adlı İngilizce çeviri, Amersham, 1972. Bakınız, doğallığın {spontaneity) bu kriteri, çağdaş versiyonlarında daha büyük önem kazanmaktadır; aslında, algı ve aşkın kanıtı için merkezî bir konumdadır. Özellikle bakınız, J. M. Katz, “How do You Love Me? Let me Count The Ways (The Phenomenology of Being Loved),” Sociological Inquiry 46 (1975): n-22.Bakınız, L. Trilling, Sincerity and Authenticity (Cambridge, Mass., 1972).
2 4 4 • ÖZNE’Yİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
rardan daha güçlü bir şekilde vurgulanmaktadır.19 Bir taraftan, ‘gerçe aşk’ ve sade baştan çıkarmaya istinaden samimilikten daha fazlası t- lep edilirken; öte yandan, insan varlığında ve aşkın gelişiminde bozu maz samimiyet ve samimiyetsizlik bağını gerektiren ve üç yüzyıldır y bana atılan, basit ve rahatlıkla anlaşılan bir ilkeyi içermektedir20. Bir ne aşık olan kişinin aşık olduğu kişi hakkında başkalarının anlatma zorunda olduklarına bile müsaade etmesi gerektiği gerçeğinin olduk<
19. Bakınız, Terapötik ve psikolojik bakış açısına göre, G. W Bach ve P. Wyde The Ultimate Enemy (New York, 1970); Dahası S. M. Jourard, The Transp* rent Self: Self-Disclosure and Well-Being (New York, 1964); aynı yazar tarafı dan, Self-Disclosure: An Experimental Analysis o f the Transparent Self (Ne York, 1971); H. L. Miller ve P. S. Siegel, Loving: A Psychological Appnw (New York, 1972), ss. 22ff. Dahası, ilgili anlayışların yayımlaması üzerin bakınız, Z. Rubin vd., “Self-Disclosure in Dating Couples: Sex Roles and tl Ethics of Openness 9n Journal o f Marriage and the Family 42 (1980): 3 05-31 Aynı zamanda bakınız, R. Holland tarafından kaleme alınan, — bilim sosy lojisinin bakış açısından hareketle- ‘benlik' teorilerinin analizi, Benlik Sosy Bağlam (New York, 1977). Holland bu eserinde, (özellikle herhangi bir A rupa tecrübesine sahip olmayan veya özgöndergelilik (self-referentiality) y teneğine sahip olan Amerikalıların) varsayımlarını incelemektedir. Ona göı benlik üzerine yazılar kaleme alan yazarlar aslında kendi zihinlerinde ine cut olan benliklerini kaleme aldıklarından olayları olumlu yönden geneli me eğilimindedirler. Örneğin, sağlıklı bir kişilik gelişimini ve samimiyeti ta siye etmektedirler.Aşikâr biçimde, samimiyetle kendini ifade etmede ısrar, samimiliğin ne müı kün olan ne de arzu edilen ve romantiklerin bakış açılarınca her ikisi dc s mimiyet ile edebiyat takıntısı arasında bir yerde hapsolmaktadır. Andre ( de ve ona rakip olarak F. Derais ve H. Ranbaud, UEnvers du journal de (■ de: Tunis 1942-43 (Paris, 1951). H. Peyre tarafından yapılan analize de t kınız; Literature and Sincerity (New Haven, 1963), ss. 276ff. Doktorlar s leneksel tecrübenin farklılığını dikkate almak yerine reçetelerin varsayıl kullanımlarını dikkate alırlar.
20. Bakınız; örneğin, kişinin başkalarını, onlara karşı gösterilen samimiyete ı sil tahammül etmeleri gerektiği sorunun işlendiği M. de Scudéri, “De la simulation et de la sincérité” in her Conversa-tions sur divers sujets, Cd* (Lyon, 1680), ss. 300-322. Burada (ve 17. yy. bütününde), savaş taktik* üzerine kurulu olan analojiler; azametli ve başarılı davranış ve buna ck 0 rak aşk ilişkilerindeki davranışlar hala işlenmektedir. Bu aynı zamanda,s( yal mülâhazat bakış açılarının yansıtıldığı bağımsız bir toplumsal ahlak şiminin başlangıcını kanıtlamaktadır.
SAMİMİLİĞİN ÇAĞDAŞ KODLAMASI • 2 4 5
dışında, aksiliklerin art arda geldiği durumlarda bile, kişi samimiyetini korumalı mıdır? Ya da öteki kişinin ateşi, bir termometrenin ölçtüğü gibi ölçülebilir mi?21 Her şeyin ötesinde, kişinin, gerçekten de kendisine karşı samimi olmadığını düşündüğü kişiye karşı samimi olması nasıl düşünülebilir? Ve buna karşın, bütün varlık, asılsız tasarımlar, desteğe ihtiyaç olan taslak ve samimiyetsizliğe dayalı güvenli bölgeler değil midir? Kişi, kendi samimiyetiyle ilgili konularda iletişim kurarken, samimiyetini kaybetmeden bunu gerçekleştirebilir mi?
Terapistlerin ahlâk (ve ahlâkın terapistler üzerindeki etkisi) üzerine etkilerini tahmin etmek zordur, ancak stabil olmayan bir sağlıktan kesinlikle korkmak gerekir; başka bir deyişle, iyileşme ihtiyacı duyan insanın bünyesi, aşkın yerini almakta ve ardından aşkın tek nosyonu, samimiyet sonucu ulaşılan samimiyetsiz bir anlayış üzerine kurulu karşılıklı uzun-süreli bir terapi olmaktadır.
Bu durum karşısında kişi kendine şu soruyu sorma gereği hissetmektedir: Aşkın herkese kendini onunla tanımlama ve kendi egosunun kişiliği olma fırsatı verdiği sanılırsa, bu takdirde aşk ne menem bir şey olurdu? Ötekinin beklentisi olan, ideallerdeki istikrarlı bir düşme (vasi ideolojiler olmadan yapma anlamına da gelen, örneğin, ‘kişiliğin gelişimi’, vb.)22 sorunun çözümünü kolaylaştıracakmış gibi görülebilir. Bu meselenin gerçeği, kendi formülasyonu; yani, ideal ya da paradoksal bir tarzda olan ve meselenin merkezinde olan şeyleri abartma süreci için vazgeçilmez bir yardımcı olan bir şeyi aşk semantiğinden mahrum bırakmaktadır. Seviyeli semantik bir düzeyde, birçok şeyin formüle edildiği veya bir bütünlük olarak sistematize edildiği bir yapı olmak
Bu karşılaştırmaya, the Marquis de Caraccioli, La Jouissance de soi-meme, new edition (Utrecht/Amsterdam, 1759), s. 5 2 ’ de bakılabilir.Bakınız; örneğin, editörlüğünü H. A. Otto’nun yaptığı Bugün Aşk: Yeni Bir Keşif (New York, 1973) yaptığı kitapta geçen şu maksim: “Kendini daha fazla aşka adaman, hem kendine hem de ötekilerine daha fazla bir bütünlük getirmene imkan tanır.”. Ayrıca, organizasyonel çağ (organizational age) için kesin ve açık olarak ifade edilen yedi basamaklı aşk merdivenini dikkate alın: başka bir deyişle, 1) Bir organizasyon için bir araya gelmek 2) formüle edebilmek için bir komisyon oluşturma 3) bir eylem çerçevesi için 4) “İleriye doğru İlk Adımı Atma 5) ve tam bir öğrenme planı için 6) kurulumu7) Seven Toplumun” (s. 11).
2 4 6 • ÖZNE’Yİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
taydı ve bu durum yapının nesilden nesile aktarılmasına olanak sundu Sûret ilkesi, hiçbir yerde görünür değildir. Bu sebeple, onlar için her. hangi bir yapı mevcut olmadığından, talepleri yumuşatma, günlük ya„ şama göre şekillenmekte ve önemsiz meseleler, onlar için herhangi bir yapı bulunmadığından, imkânsız gibi görünen bu taleplerin uygulan, masını geliştirebilmektedir.
Yine de, istikrarsızlığın geleneksel semantiği ve yapay aşk acısı, en azından, hala, bir sorunun formüle edilebildiği bir nokta olarak değerlendirilebilir. Aşk tutkusu kodu, kendini evlilikten ayırdı ve aşkın içsel imkânsızlığı olan aşırılık ve sonluluğu ise kendi içine tutsak etti, Çağdaş teoriler, aşka yapışan imkânsızlık semptomlarını kabul ettikleri anda görünür bir şekilde bu yolu takip etmektedirler. Bağlar, örneğin, psikoterapist Dieter Wyss tarafından, kendi kendine zarar veren23 olarak kabul edilmektedir. Ancak, aşkı ve evliliği bir araya getirmeye çalışan bir toplum için bütün bunların sonucu, her ikisinin zamansız sonu olmasından öte eşler için öğrenilmesi gereken bir ihtiyaç olarak değerlendirildi. Bütün birliktelik yapılarının doğasında var olan ayrılma dinamikleri ışığında, imkânsızı korumaya çalışan bir sorun olarak sevmek, anlaşılabilir olmaya başlamakta ve bu durum sonuç olarak evlilik için uygun hale getirilmektedir. Koruma eylemi, genel ve belirlenmiş sosyo-yapısal ihtiyaçları olan iletişimin imkânsız olasılıklarını koruma anlamına gelmektedir. Birine aşık olma, dünyayı tecrübe etmeye ve eylemleri hatırda tutan öteki kişinin bireyselliği' ne ve kişinin hayâl kırıklıklarının bir sonucu olan kendi yaşam anlayışına ya da tecrübesine hapsolmak demektir. Dünyayı tecrübe ederken ve eylemde bulunurken kişinin aşık olduğu ve hatırında tuttuğu öteki kişinin bireyselliği, kişinin hayâl kırıklıkları sürecinin neticesinde elde edilmiş bir deneyimdir. Kişinin bu durumu, kendisinden ve olması beklenilen kişiliğinden ve nihayetinde tipik özellikleri ideal olarak bı- çimlendirildiği takdirde geleceği noktadan farklı olması bakımından özellikle doğrudur.
Bütün bunların ışığında, samimilik kodunun bir anlama prografl11 doğrultusunda gelişeceği varsayılabilir. İlke olarak, anlayış kavramı* ikl şeyi önermektedir:
23. Bir öğrenme süreci olarak aşk (Göttingen, 1975), ss. 80ff.
SAMİMİLİĞİN ÇAĞDAŞ KODLAMASI • 2 4 7
1. Çevrenin ve gözlem altına alınan gözlemlenmiş bir sistemin çevre ilişkilerinin birleşimi ve bu sayede, kişinin gözlemlenmiş içsel tecrübesinin ve eylemlerinin amacının tanınabilmesi.
2. Bilgi ve onu gözden geçirme süreci, başka bir deyişle, olumsallıkların ve karşılaştırmalı düzenlerin birleşimi, gözlemlenen sistemdeki mesajların tecrübe edilmesi ve seçmeler olarak muamele edilmesi.
Ve tüm bunlar, aşağıdaki postulatı içermektedir:
3. Otobiyografi için birleşimin gereksinimleri ve anlamanın nesnesini oluşturma adına böyle bir amaç için kullanılan içsel özellikler.
Bu bağlamda, anlamak, aynı zamanda sadece tahminler (approximations) dahilinde ulaşılabilen bir ideal varlık olan yarı-imkânsızlık (quasi-impossibility)tir. Bu, özellikle içsel deneyimi anlama adına oluşturulan standartlara göre hazırlanılan istemenin doğruludur. Anlama açısından kodlamanın yeniden yapılanması, istemenin iskelet yapısında bir sınırlamaya ya da var olan gerçekler ile bir uzlaşmaya sebebiyet vermeyecektir.
Mübalağa etmek gerekirse, anlama, öteki kişide, yeniden doğum kadar imkânsızdır; soumission veya daimî aşırılıktır. Kod içinden alını ş böyle bir çekim sadece şu anlama gelmektedir: İmkânsızı dileyen tir semantik, olasılığın koşullarını değiştirmeye hazırdır.
Bu durum, kod yapıları olarak idealleştirme ve paradoksallaştırma- nm sorun uyumlanması tarafından değiştirilebileceğine inanmak için birtakım nedenlerin olabileceğini telkin etmektedir. Kuralları düzens e k , tam olarak yeri tespit edilebilen ve her şeyden öte, beklenilen, ne sadece ideale bakarak göz ardı edilen ne de yeterli derecede bir pa- radoks olarak formüle edilebilen sorunlara neden olabilir. Bu nedendi ötekinin dünyaya bakış açısına dahil edildiğimiz zorunluluklar, ay- 111 zamanda ötekinin asılsız korkularının, kendine zarar veren görüş- ^rinin ve yaşamı tehlikeye atan alışkanlıklarının da benimsenmesi, tak m a sı ve onaylanmasını da beraberinde getirip getirmediği türün-
bir soruna neden olmaktadır. Günlük yaşamda, psikolojik kesin- ** ve çağdaş hassasiyet, bu sorunu kesin olarak aşk etiğinin merkezine K°ymaktadır. Ve kesin olarak, eğer kişi -çok yakından ve kişisel bilgi
2 4 8 • ÖZNETİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
ye dayanarak- kendi üzerinde negatif bir geri dönüşü olan kendi çev resi ile arayışa girdiği ortak-yaşamaya karşı sempati duyarsa, aşk da hepsinden önemlisi, tam da burada, doğrulama ve yanlışlaşmayı düek loya davet edecektir. Tutkular sona yaklaşmakta; idealler, hayâl kirile lığına neden olmakta ve sorun hiçbir sûrede çözülememektedir. Sorıın uyumlanmasınm avantajı, umuttan yoksun olması ile kişiye acı veren ancak yine de aşkla dolu olan soruna bakış açısı ile kişiye kendi aşkım sunabilme olanağı vermesidir. Bu, kendi kendine zarar veren tavırların teması, yenidir ve sadece insanların birbirlerine karşı olan karakterleri ve tavırlarıyla muamele eden geleneksel aşk semantiğinden de yoksundur. Geleneksel paradokslardan öte, kişinin kendi kendisine zarar vermesine neden olan bu tür tavırlar, aşkın imkânsız olduğunun aksini ispatlayabilir.
Bu arka plandan hareketle, kişi, evlilikten öte birlikte yaşama lehine olan bu eğilimi reddetmeye doğru gidebilir. Bu, sorunları tanıma ve onlarla baş edebilmeden kaynaklanan önceden belirlenmiş şüpheciliğin bir türü olarak görülebilir. Evlenmemiş olma, söylemin kesin bir kuşku taşımasına neden olmakta ve bazı durumlarda, birlikteliğin bir sembolü olan evliliğin reddi, aynı zamanda, kişiye, reddetmeye neden olan kuşkunun simgeleştirilmesinden kurtulabilme olanağı tanımaktadır. Özgürce aşk yaşamak adına bu yapının reddedilmesi, öncesinde, on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında yazılan romanlarda dillendirildi. Yeğenine, ‘kendi meselesini’ yansıtabilme imkânı sunan cömert ve anlayış sahibi arızi amca betimi, uzun zaman öncesinde yapısal olarak hazırlandı. Bu tür terimler, son zamanlarda, behemehal, gerçekleri tam olarak ifade etme hususunda artık yeterli olamamaktadırlar. ‘Birlikte yaşama’, toplumsal bir farkmdalığı beraberinde getirdi. Bu hususta şaşırtıcı olan ise gerçeğin kendisinden öte, bu durumun hiç bir genelli' tirilmiş sembolik bağ ve hiçbir sorumluluk beklenmeksizin gerçekleş miş olmasıdır. Kişisel ilişkilerdeki ilgi yeterince sağlam bir şekilde dü şünülerek mi karara varıldı? Ya da ‘alternatif’ seçmek, artık yeterli bıf meşrulaştırma mıdır?
gjlSonuç olarak, kişisel olan ve olmayan ilişkilerdeki göze ^atan^
önemli farklılık göz önüne alındığında, kodlama sorunu, aynı zaman kendisini tanımlamaya çalışan geleneksel girişimle bağlarını kopam1 çalışan bir semantik yapıya gereksinim duymaktadır. Kodlama,
SAMİMÎLİĞİN ÇAĞDAŞ KODLAMASI • 2 4 9
nin elde edilmesi ve işlenmesine yardımcı olan görüşlerin semantik bir kopyasıdır. Aşk konusunun idealleştirilmesine dayanarak ifade etmek gerekirse, kişi, tam anlamıyla iki değerlikli kodlamalardan öte sadece mükemmellik ve yokluk açısından düşünebilir.24 Aşk tutkusu ilkesi ile uyumlu olan değişim kodu, daha iyi bir adaptasyon olanağı sağlamaktadır. Hazzın sorgulanamaz doğasından ötürü, samimi olan ve olmayan aşkın yeterlilikleri, aşka son bir iyilik yapma adına ayrı alanlarda hareket etme hususunda karara vardılar. Romantizm, sorunu, aynı anda hem teslim olma hem de kendini korumanın dönüşümlü iki değerliliği bakımından öznelleştirdi. Bu tür ikililikleri mümkün kılmak için, kod birliği, her iki durumda, ‘sınırlama’ veya ‘istemli tutku’ türünden ifadeler vasıtasıyla bir paradoks şeklinde ifade edildi. Görüldüğü üzere, birçok sorun ile mücadele eden istisnai semantik edimler, başlangıçta bir teşebbüs olarak ortaya çıkarken, günlük yaşamda ise sorunlarla mücadele etmektedirler.
Bir toplum, kişisel olan ve olmayan ilişkilerde, bu çelişkili ilgiyi ifade etmek için yapısal kurallar koymakta, bu kurallar sayesinde samimiliği kodlama sorununu çözmenin daha kolay olacağını belirtmektedir. Bu şu anlama gelmektedir: aşkın semantiği basitleştirilebilir, hatta değersizleştirilebilir; ancak şüphesiz bu durum, aşkın daha kolaylaştığı anlamına gelmemektedir. Kod, kişisel olan ve olmayan arasındaki farklılıklar tarafından şekillendirilen evrensel iki değerliliğe ihtiyaç duymaktadır. Normal olmak dışında, dünyanın bir değer kazandığı ayı- r*cı bir imleme sahip olan ve onunla birlikte aşıkların normal bir insan olmanın dışına çıktıkları bir aşka ihtiyaç vardır. Doğal olarak, ancak dünyanın kendisi hariç dünyevi şeylerin gerçekliği kopyalanamaz. İki- frk, semantik bir yapı olarak kalmaktadır. O, deneyimin bütün formlar d a uyum kapasitelerinin bir çift tipolojisi ve bir yandan anonim geçerliliğin avantaj noktası iken, öte yandan aşık olan kişinin bakış açı- Slni yansıtmaktadır.
F. Nobili, Trattato dell’Amore, fol. 31 R, aşk-nefret ikilemini kuşkusuz tartışmaya açmış, fakat sonraları bunun mümkün olduğunu anlamıştır. O, doğanın, aşkın güzellikten ortaya çıkması gibi, nefretin de çirkinlikten husule gelmesini istemediğini iddia etmektedir; “anzi e tale odio pili simigliante a privatione che a vero contrario.”
Geçmişe bakıldığında, tutkulu aşkın esoteriği, geçişken semanti. ğin bir türü olarak gözükmekte ve sosyal sistem yapılarında yeterli bır dayanağa sahip olmadan samimi ilişkiler için bir ikili kod hazırlarnaya çalıştığı fark edilmektedir. Bu nedenle, hakim toplumsal bir sınıf düzeninin hâlâ devam ettiği çok güçlü olmayan kişiler üstü bir toplumda ilkin, hem bazı zamanlar hem de evlilik dışında, hatta kurumsal bağlar çerçevesinde gelişen kişinin kendi seçimlerini ve bakış açısını yaşamayı edebiyatın rehberliğinde öğrenmek mümkündür. Semantik, tecrübe etmek ve bu motifleri kendi lehine oluşturmak zorundaydı, tabiri caizse, buna bağlı olarak, semantik, bir taraftan, güzellik ve erdem arasında, öte yandan ise ‘hayvani’ duygusallık ile bir ileri bir geri gidip gelmektedir. Muhtemelen günümüz toplumu, tamamen kişisel bir dünyanın inşası söz konusu olduğunda daha uzlaşmacı olabilirken, ancak bu bir kişi için imkânsız olanı keşfetme bakımından sadece bir başlangıç sayılabilir.
2 5 0 • ÖZNE’Yİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
UÇUNCU BOLUM
EYLEMLER VE NEDENLER