YENİDEN YÜKSELEN SIRP MİLLİYETÇİLİĞİ VE BOSNA KATLİAMI Ensar Küçükaltan 1
Giriş
Avrupa’nın ortasında Müslüman bir milletin nasıl varoluş
mücadelesi verdiğinin en net görüleceği yerdir Bosna.
Avrupa’nın göbeğinde kurulmuş en büyük toplama kampı, utanç
noktası, vicdan sahibi herkesin dert edindiği yerdir. 90’lı
yılların hemen başında milyonlarca insanın izlediği bir katliam
ve soykırım merkezidir. 652 esir kampı ve cezaevleri
Balkanlar’da Nazi Kampları’nı aratmamış, yaklaşık 200.000 kişi
etnik sebeplerden bu kamplara götürülmüştür. Akıllara
gelmeyecek kadar farklı işkenceler buralarda yapılmış,
sistematik tecavüzler bir psikolojik travma silahına
dönüştürülmüş, her türlü fiziksel acı bu kamplarda yaşanmıştır.
Avrupa, Balkanlar’ın kendi “arka bahçe”si olduğunu ve buradaki
sorunu yine Avrupa’nın çözeceğini vaat etmiş ancak bu çözümü
“arka bahçe”deki katliama göz yummakta bulmuştur. Ardında
binlerce masumun ölümü ve acısıyla Bosna Savaşı, Avrupa’da
yeniden yükselen milliyetçiliğin en acımasız örneği olarak
karışımıza çıkmaktadır.
2
Balkanlar’da Milliyetçiliğin Kısa Tarihi
Dünyadaki etnik çatışmaların çoğunun dayandığı gibi
Balkanlar’daki sürecin de dayandığı temel 1789 Fransız
Devrimi’dir. Ortaya çıkardığı etnik saflık düşüncesinin
etkileri Balkanlar’da Osmanlı Devleti’ne isyanla
sonuçlanmıştır. Avrupalı devletlerin de desteğiyle 1804’te
Sırplar, 1861’de Hırvatlar ayaklanma hareketine girişmiştir.
Osmanlı’yı yıpratan bu isyanlar sonucunda Sırplar ve Hırvatlar
bağımsızlıklarını kazanmışlardır.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ile beraber Ruslar Balkanlar’da
siyasi güçlerini arttırmış, bu durum Avrupa devletlerini
tedirgin etmiştir. Aynı yıl yapılan Berlin Kongresi’nde Bosna-
Hersek Osmanlı’ya kalsa da denetimini Avusturya-Macaristan
almıştır. Kuşkusuz Avusturya-Macaristan’ın hedefi ülkeyi işgal
ederek bölgedeki otorite boşluğunu doldurmaktı. Zira Ortodoks
inancın bölgeyi daha fazla ele geçirmesi bu şekilde
engellenecekti. Nitekim Bosna işgal edildi ve yoğun bir göç
dalgası yaşandı. Bu işgalden rahatsız olan elbette sadece Bosna
Müslümanları değil aynı zamanda Ortodoks Sırplardı. Bu noktada
bölgenin üçlü yapısından da bahsetmek gerek: Balkanların Hırvat
ve Slovenlerin ağırlıklı olduğu batı kısmı Katolik Hristiyan,
Sırpların ağırlıkla yaşadığı doğu kısmı Ortodoks Hristiyan,
orta kısmı ise Müslüman inancını sürdürmektedir. Sonrasında iki
ateş arasında kalacak Müslüman nüfus için bu konum bir
dezavantaja dönüşecektir.
Avusturya-Macaristan’ın işgalinden en memnun görünen taraf
Hırvatlardır. Bölgede Katolik bir yönetimin hâkim olması onlara
büyük özgüven kazandırmıştır. Hırvatların arzusu Alpler’den
3
Drina’ya ve Arnavutluk’tan Tuna’ya kadar uzanan “Büyük
Hırvatistan”ı kurmaktı. Bu bölgelerde yaşayan diğer milletleri
“ırksal karışık” Hırvatlar olarak görüyorlardı. Büyük Sırbistan
düşüncesindeki Sırplar ise bu durumdan hiç hoşnut değildi.
Daha sonra bu durum bir Sırp milliyetçisinin Avusturya-
Macaristan veliahtını öldürmesine kadar gidecek ve dünya büyük
bir savaşa girecektir. Boşnaklar ise bu savaşta Avusturya-
Macaristan tarafında Sırplara karşı mücadele verecektir. Bunun
en önemli sebebi ise şüphesiz Osmanlı Devleti’nin Avusturya-
Macaristan yanında savaşa girmesidir.
Savaşı tam olarak anlamak için Osmanlı gelmeden önceki döneme
kadar uzanmak gerekli diye düşünüyorum; Boşnakların eski Bogomil
dönemine kadar. Bildiğiniz gibi Osmanlı buraya İslamiyet’i
taşıyor ve Bogomiller Müslümanlığı seçiyor. Bundan sonra bu
topraklardan 300’den fazla vezir çıkıyor, tımarlar alınıyor,
beyler çıkıyor. 1463-1879 arası dönemde Boşnakların çok önemli
mevkilere geldiğini görüyoruz. Tımarın çökmesi ile birlikte
düzen kayboluyor. Panslavizm, Fransız İhtilali ve ortaya
çıkardığı milliyetçilik düşüncesi bölgeyi etkisi altına alıyor.
Ama unutmamak lazım ki tüm bunların sebebi öncelikle paranın
tükenmesi yani ekonominin çöküşü. Sonrasında Avusturya ve daha
sonra Tito dönemi malumunuz. Yugoslavya herkesin kardeşliği ve
eşitliği ilkeleriyle kuruluyor ama bunlar sözde kalan sloganlar.
Aslan payını alan taraf her zaman Belgrad. İlginçtir, Boşnaklar
dışındaki her halk hakkının yendiğini iddia ediyor bu dönemde.
Yugoslavya’nın çöküşü sonucunda yine bildik senaryo, bildik
isyanlar. Sebep yine paranın bitmesi diyebiliriz. Tabii bu
durumda bir suçlu aranıyor. Milliyetçilik yine doruk noktaya
çıkıyor ve sonrasında yaşanan katliamlar ortada.
Hakan Çelik-Gazeteci
4
Savaş sonrasında kurulan 1. Yugoslavya’da Müslümanlar ikinci
sınıf vatandaş statüsü görmüştür. Sırpların hain olarak
gördükleri ve “Türk” diyerek aşağılamaya çalıştıkları
Boşnaklar, kitlesel katliamlara maruz kalmıştır. 1. Yugoslavya
Almanya’nın 2. Dünya Savaşı’ndaki saldırılarına karşı koyamamış
ve çökmüştür. Bu dönemde bölgede bir kez daha anarşi hâkim
olmuştur. Bu kez Hırvatlar terör estirmeye başlamış ve toplu
katliamlar serisi onların eliyle devam etmiştir. Bunun yanında
Çetnikler de Müslümanları hedef almışlar ve binlerce insanı
öldürmüşlerdir.
2. Dünya Savaşı sonrası kurulan 2. Yugoslavya ile beraber süreç
farklı bir yapıya doğru ilerlemiştir. Yugoslavya’nın
kuruluşundan sonra Josip Broz Tito, her türlü milliyetçiliğe
yasak koymuştur. Bununla birlikte milliyetçilik ortadan
kalkmamış, sadece geçici bir süreliğine durgunlaşmıştır. Yeni
kurulan devlette Sırplar en fazla söz sahibi olan etnik
topluluk olmuştur. Devlet içerisinde ekonomik sıkıntılardan
dolayı etnik sorunlar yaşanmış fakat devlet bunları bastırmayı
başarabilmiştir. Tito’nun ölümü ile birlikte eski düşmanlıklar
yeniden canlanmıştır.
Yugoslavya’nın Dağılması Süreci
2. Dünya Savaşı sonrasında ABD ve Sovyetler Birliği’nin
belirleyici süper güçler olduğu, iki kutup üzerine oturtulan
dünya siyaseti, Sovyetlerin çöküşüyle beraber tümden değişme
gerekliliğini beraberinde getirmiştir. Ortaya çıkan güç boşluğu
çeşitli bölgelerde farklı güç grupları tarafından doldurulmaya
başlanmış; milis grupları, küçük etnik çeteler bu durumdan
oldukça fazla yararlanma imkânı bulmuştur. 2. Dünya Savaşı
5
sırasında büyük yıkımlar yaşayan Avrupa’nın arka bahçe olarak
gördüğü Balkanlar da bu güç boşluğunun oluşturduğu sıkıntılı
durumu en fazla hisseden bölgelerden biri olacaktır.
Bu yeni kaotik durumdan kendine en büyük payı çıkaran ise
Sırplar olmuştur. Dünya savaşı sonrasında altı farklı
cumhuriyet ve iki özerk bölgeden oluşan Yugoslavya Sosyalist
Federal Cumhuriyeti Balkanlar’da merkez konumda bulunuyordu.
Despot bir lider olan Hırvat asıllı Tito, ülkeyi demir yumrukla
bir arada tutmayı başarmış ancak ölümünden sonra Slobodan
Milosevic görevinin ilk gününden sonuna kadar “Büyük
Sırbistan’ın kurulması” fikrine katkı sağlayacak girişimlerin
içinde olmuştur.
Savaştan önceki koşulları anlamazsanız Aliya İzzetbegoviç’in Bosna
için önemini tam olarak kavrayamazsınız. Komünist rejimin
yaşattığı sıkıntıları bilmek gerek. Onlar, bizi kurucu bir unsur
olarak tanımadılar; hatta bırakın, bizi bir millet olarak bile
görmediler. Söyledikleri tek şey, “Siz Sırp veya Hırvat
olmalısınız.” idi. Bu kesinlikle bizim için çok tehlikeli ve
ekonomik olarak da çok kötüydü. İş bulma imkânı çok azdı. Diplomat
olamıyordunuz, iyi bir eğitim kurumunda yüksek bir yere
gelemiyordunuz. Çünkü bunlar Sırplar içindi. Bir örnek vermek
gerekirse; Yugoslavya’nın o dönemde yaklaşık 3.200 diplomatı
vardı. Bunların 1.550 kadarı Sırplara, geri kalanı diğerlerine
paylaştırılmıştı, Hırvat veya Karadağlı gibi. Bu sayının içinde
sadece 23 Müslüman diplomat vardı. Yani, Yugoslavya bir Sırp
devleti halindeydi. En olmadık zamanda tutuklanabilirdiniz. Zaten
Aliya ile aynı dönemde hapishanede oluşumuz da böyleydi. İçeride
haklarımı, milletimi, yapmam gerekenleri düşündüğüm verimli bir
dönem geçirdim. Allah’a hamd olsun bizler “çılgın” insanlardık.
Komünist rejimden bu şekilde korkmamayı başarıyorduk. İlk
tutuklandığımızda korkmuştuk tabii ancak içeride durumu
6
düşündüğümüzde evet Allah’ın dediği neyse o olur, kaybedecek bir
şeyimiz yok, şeklinde cümleler kuruyorduk. Başka bir tutuklanmamda
ise milliyetçilikle suçlanıp işkence görmüştüm.
Cemalettin Latic-Şair, Aliya İzzetbegovic’in silah arkadaşı
Kosova’daki bazı karışıklıklar üzerine buraya hareket etmiş,
burada gizlice örgütlenmiş olan Sırpların durumunu Belgrad’a
döndüğünde ajite ederek tüm Yugoslavya’ya anlatmıştır. Bölgede
Sırpların işten atıldıklarına ve ayrımcılığa tabii
tutulduklarına herkesi ikna etmek için büyük uğraş vermiştir.
Bu süreçte Vojvodina, Karadağ, Kosova gibi bölgelerin kesin
hâkimiyetinin sağlanıp Sırbistan’ın güçlendirilmesi için
uğraşmıştır. Asıl hedefi, karışıklığı arttırıp Yugoslavya
Federal Cumhuriyeti Ordusu’nun hâkimiyetinin tamamen Sırplara
bırakılması ve Büyük Sırbistan hayaline giden yolda büyük bir
adım atabilmekti. Bir yandan birlik ve beraberliğe vurgu
yaparken diğer yandan farklı etnik unsurların liderlerine karşı
tavır alıyordu. Kosova’da toplanan Sırplar protesto sırasında
Arnavutların lideri Azem Villasi’nin tutuklanması için slogan
atarken, Milosevic bu talebe cevap vereceğini ve Yugoslavya’ya
karşı olan herkesin tutuklanıp cezalandırılacağını belirtmekten
çekinmiyordu. Kosova’da artan karışıklıkların önünü almakta
zorlanan Milosevic, “Savaş zamanı geldi. Yaklaşmakta olan bu
savaşta hiçbir dünya gücü Sırpları durduramayacak.” diyerek
hedefini belirtiyordu.
Kosova’nın otonom yapısı kaldırılarak Sırbistan’a bağlandı.
Ayrıca ülke çapında gösteri yasağı getirildi. Bu dönemde çıkan
büyük çatışmalarda birçok insan hayatını kaybetti.
7
Biz Boşnakları ilk defa 1992’de tanıdık. O zaman gündemde hep
Filistin, Keşmir, Afganistan, Moro vardı. Balkanları çok iyi
tanımıyorduk, bu bir gerçek. Savaşla birlikte sivil toplum
kuruluşları ve medya, projektörlerini Bosna’ya çevirdi. Gördük ki
orada da kardeşlerimiz var ve yalnızca Bosna’da değiller, tüm
Balkanlar’dalar. Bosna da ilk kez savaş sebebiyle İslam dünyasıyla
bu kadar yakından tanıştı diyebilirim. Sırpların sürekli
bombardımanları şehirdeki insanların gıda, su, elektrik gibi temel
ihtiyaç maddelerine erişimini engelliyordu. Bölge ambargo
altındaydı. Bu, büyük bir göçü getirdi. Bir kısım insan yakın diye
Avrupa’ya göç etti. Türkiye’ye gelenler de oldu. Biz Balkanlar’dan
gelen kardeşlerimizi semtimizdeki muhacirler olarak tanırdık.
Sonrasında savaşla beraber etnik anlamda da tanıdık. Arnavut,
Pomak, Bulgar, Boşnak gibi…
Osman Atalay-İHH Yönetim Kurulu Üyesi
İlk Kopuşlar
Bu süreçte ilk olarak bağımsızlığını ilan eden Slovenya oldu.
Yaşananlar sonucu Belgrad, Slovenya’yı tanımak zorunda kaldı.
Ardından bağımsızlığını ilan eden Hırvatistan’da ise durum pek
de aynı olmayacaktı. Slovenya diğerlerine göre daha homojen
yapısıyla öne çıkarken Hırvatistan Sırp ve Hırvat gibi farklı
etnik unsurları bir arada bulunduran bir yönetimdi. Dolayısıyla
bağımsızlık ilanıyla beraber ülke iç savaşa doğru sürüklendi.
Savaşın önünün alınması için devreye “Carrington Planı” girdi.
Yapılan müzakerelerin ardından bu plan kabul edildi. Plana göre
altı cumhuriyet de bağımsız olacaktı. Daha önce yaptığı
açıklamalarda “Hırvatistan bağımsız olabilir ancak orada
yaşayan Sırpların durumu ne olacak?” diye soran Milosevic şimdi
çok daha farklı bir yerde duruyordu. Yaptığı bir konuşmada,
8
“Bir kalemle tüm Yugoslavya’yı bölmemi istediler.” diyecektir.
Carrington Planı’na destek veren (İtalyanlardan aldığı maddi
destek sözü karşılığında) Sırpların en önemli müttefiki Karadağ
Devlet Başkanı Bulotavic’e tehditlerle bir mektup imzalatıldı.
Bu mektupta Karadağ’ın da Carrington Planı’na hayır dediği
yazıyordu. Hırvat-Sırp savaşının ardından Sırpların yeni
hedefinin Bosna olacağı açıktı. Yaklaşık yarım milyon Sırp’ın
yaşadığı bir bölgenin kurulacak Büyük Sırbistan’da kalması
konusunda oldukça keskin bir görüş vardı.
Savaştan önce Konica’da imamdım. Savaşta ise 4. Müslümanlar
Birliği’nde komutan olarak görev yaptım. Her şey Slovenya ve
Hırvatistan’ın bağımsızlığıyla başladı. Boşnaklar olarak
bağımsızlığı seçmiştik. Bir süre sonra Sırplar saldırmaya başladı.
Yugoslav ordusu bize karşı Sırplara yardım etti. O dönemde
silahımız veya organize bir yapımız yoktu. Silahlarımızın tamamı
toplatılmıştı. Önce polis birlikleri oluşturmaya başladık,
kendimizi savunmak için bunu yapmalıydık. Daha sonra bu birlikler
Bosna’nın askerî gücüne dönüşecekti. Savaş derdiyle insanlar
Müslümanlığı unutmuştu, camiler genellikle kapalıydı. O dönemde
biz herkesle dostuz, arkadaşız anlayışı vardı. Saldırılar
başladığında Boşnakları korumaları için Avrupa’dan yardım
bekledik. Tam 45 ay bizi hiç görmediler, düşünmediler.
Gazetecileri geldi bizi videoya çektiler, fotoğraflarımızı
çektiler ancak bunlar hep lafta kaldı. Hepsi Müslüman olmamızdan
dolayıydı. Uluslararası Adalet Divanı da etkisiz kaldı. Burada
yaşananlara hep iç savaş olarak baktılar, oysa bu bir soykırımdı.
Daha sonrasında da Dayton Anlaşması yine bizi durdurdu. Üç bölgeye
ayrıldık. Dayton’un 7. Maddesi’ne göre dışarı kaçan mülteciler
Bosna’ya tekrar dönebilecekti.1 Ancak Boşnaklar için buna hiç
finans yardımı yapılmadı. Sırplara ise bu yardımlar yapıldı ve
geri dönmeleri sağlandı. Foca, Çaynice, Rudo, Visegrad bölgelerine
Sırplar yerleştirildi. Aslına bakılırsa buralar hep Müslüman
9
bölgeleriydi. Sırpları bu bölgelere yerleştirerek bizim
Sırbistan’daki kardeşlerimizle bağlantımızı kestiler. Bizim Gazze-
Filistin durumundan bir farkımız yok aslında. BM iki konuda yanlış
yaptı. Bunlardan birincisi; kaçmak zorunda kalan Boşnak
Müslümanların geri dönmelerine finans desteği sağlamadı, diğeri
savaş sırasında bize yardım etmedi. Türkiye ise bize maddi olarak
çok önemli miktarda yardımlar etti. Mülteci olarak Boşnakları
kabul etti. Ayrıca uluslararası alanda da bize önemli yardımlar
yaptı.
Nezim Halilovic Muderis-Cephe Komutanı
Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti ordusunun bu savaşta
Sırpların yanında olduğu gizlenemeyecek bir gerçektir.
Yugoslavya’nın bu süreçteki tutumu, eğer dağılma
önlenemeyecekse ilan edilen devletlerin tanınmasını
engellemekti. Bu yol başarıya ulaşmaz ve bağımsızlık ilanları
ve tanınmalar önlenemezse, bu ülkelerdeki Sırplar
silahlandırılacak ve iç savaş ortamı sonucunda kurtarılan
bölgelerde küçük Sırp cumhuriyetleri kurulacaktı. BM iç savaşı
önleme gerekçesiyle olaya dâhil olduğunda tüm taraflara silah
ambargosu ilan etmişti. Ancak bu sadece bölgedeki Sırpların
işine yaradı. Çünkü bu ambargoyla Boşnak ve Hırvatların
silahlanması önleniyor, Yugoslav ordusunun silahları ise Sırp
çetelere gönderiliyordu.
Batı dünyası Sırpların hırsını biliyordu. Sırplar da bizi kökten
dinci ilan edip Avrupa’da bir Müslüman devlet kurulmaması
gerektiğini Avrupa’ya haykırıyorlardı. Üzücü olan, Avrupa da buna
1 “Bu kişiler, 1991’den beri süregiden çatışmalar sonucunda mahrumbırakıldıkları mülklerin kendilerine devredilmesi ve geri verilmeyenmülkler için tazminat ödenmesi hakkına sahiptir.” Dayton Anlaşması 7.Madde.
10
inanmıştı. Silaha sahip olursak Sırp ve Hırvatları
temizleyeceğimizi düşünüyorlardı. Bu İslamofobya’dan başka bir şey
değildi. Aslına bakılırsa Aliya’dan ve onun düşüncelerinden
korkuyorlardı. Onun İslami demokrasi düşüncesini anlamıyorlardı.
Özellikle İngilizlerin politikası tamamen anti-İslam üzerine
kuruluydu. Dedikleri şey şuydu: “Sizin probleminiz Avrupa’nın
problemi. Suudi Arabistan, İran, Türkiye, Malezya ile ne işiniz
var?” O zaman çözün bu problemi dediğimizde ise yanıt alamıyorduk.
Cemalettin Latic-Şair, Aliya İzzetbegovic’in silah arkadaşı
Sırpların Dinî ve Etnik Motivasyonu
Sırplar Orta Çağ’dan bu yana kendilerini hem başkaları için
feda ettiklerini hem de yalnız bırakılmış bir millet
olduklarını düşünürler. Kendi tarihlerinin en büyük
kahramanlığını 1. Kosova Muharebesi olarak tanımlarlar. Tarih
bilincine sahip olanlar, bugüne kadar Kosova’yı kendi anavatanı
ve milletin beşiği olarak görmektedir. Bu bağlamda 1. Kosova
Muharebesi’ni bir kahramanlık efsanesine dönüştürerek Sırp
milletinin karakteristik bir parçası haline getirmişlerdir.
Savaşın başlangıç aşamasında özellikle Sırp tarafı,
çatışmaların din kaynaklı olduğu vurgusunu sürekli
tekrarlıyordu. Bölgede dikkatlerin dinî bir savaşa çekilmesi
elbette olayın gerçek yüzünü gizlemeye yönelik bir eğilimdi.
Sırpların Osmanlı’dan bu yana süregelen Müslüman düşmanlığı bir
etiket olarak kullanılmaktaydı. Amaç ise dinî bir savaştan çok
etnik temizlik ve Büyük Sırbistan emeline giden yolda hızlı
adımlar atmaktı.
Tarihsel arka plana bakıldığında Türk ve Müslüman’la savaş
11
fikrinin Sırplar içinde kahramanlık destanlarına konu olduğu
görülür. 1. Kosova Muharebesi’nde bir Sırp olan Milos Obilic -
iki farklı rivayetten daha güçlü olanına göre- Türk ordusuna
gelip gizli bir şey söyleyeceğinden bahsederek padişahın
huzuruna kabul edilmiş ve o sırada ayak öpmek bahanesiyle
Sultan Murad’ı hançerle şehit etmiştir.2 Bu olay Sırp halk
kültüründe önemli bir övünç kaynağıdır. Savaşta Sırpların
komutanı olan Prens Lazar, kendisini Müslümanlara karşı
mücadelede feda etmiştir. Burada verilen mücadeleler zaman
içerisinde şarkı ve şiirlere aktarılarak hatıralarda hep taze
kalmaları sağlanmıştır. Bu efsaneden yola çıkarak, Sırplar
bugüne kadar Balkanlar üzerinde egemen millet olma taleplerini
sürekli yinelemişlerdir.
Üstelik savaşın 600. sene-i devriyesinde (1989) Milosevic,
Prens Lazar’ın kemiklerini Ravanica’da bulunan manastıra
taşıtmıştır. Böylece sembolik olarak Arnavutların çoğunluk
olarak bulunduğu bölge üzerinde Sırp egemenlik talebi bir kez
daha vurgulanmıştır.
Bütün ideolojik varlıklarını Kosova mağlubiyetinin intikamına,
dar manada Türk, geniş manada ise İslam düşmanlığına ve kadim
Sırp Krallığı’nı yeniden bina üzerine kuran Sırplar, Slobodan
Milosevic ile yıllar sonra bir çıkış noktasına gelmişlerdir.3
Yugoslavya’da Sırplar tarafından yapılmak istenen etnik
temizliğin sebepleri arasında sınırları belli homojen bir ulus
devlet kurma isteği yatmaktadır. 2. Dünya Savaşı sonrasında
2 İ.H. Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi. Cilt 1, İstanbul: TürkiyeYayınevi, 1947.3 N. Alkan, Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde Bosna, İstanbul: Beyan Yayınları.
12
komünist akımla belli süre sekteye uğramış bu fikir, Soğuk
Savaş’ın sona ermesi ve Sovyetlerin dağılmasıyla beraber
yeniden canlanmış ve doruk noktasına ulaşmıştır.
2. Dünya Savaşı’nda Nazizm ideolojisinin Almanlardan 20 milyon
kişinin ölümüne neden olduğunu hatırlatan gazeteci Hakan Çelik,
bu tarihsel acıların Alman toplumunda büyük bir hassasiyet
oluşturduğunu belirterek, “Ancak 92-95 savaşında terör estiren
Sırıp Çetnik ve Ustaşa faşizmine bugün burada hâlâ ağıtlar
yakılmakta, övgüler düzülmektedir. Çetniklerin ölüm yıl
dönümlerine hem Sırbistan’ın hem Bosna’daki Sırp
Cumhuriyeti’nin üst düzey temsilcileri, komutanları, rahipleri
katılmaktadır. Biz şu anda Sırp annelerinin çocuklarını
büyütürken nasıl ninniler söylediklerini bilemiyoruz.” diyor.
Eli kanlı katil Ratko Mladic’in Srebrenitsa’da 11 Temmuz
1995’te yaptığı konuşma savaşın tüm sebeplerini özetler
niteliktedir. Mladic konuşmasında şöyle diyordu: “11 Temmuz
1995 günü büyük bir Sırp bayramının arifesinde Sırp
Srebrenitsa’sındayız. Ve bu kenti Sırp milletine hediye
ediyoruz. Nihayet zorba Türklere karşı ayaklanmamızdan sonra bu
topraklarda Türklerden intikam almamızın zamanı geldi.”
Sonuç olarak Bosna’nın büyük bölümünü işgal eden Sırpların ilk
hedefi aynen belirtildiği gibi camiler oluyor ve 1.200’den
fazla İslami merkez yakılıp yıkılıyordu.
Avrupa Birliği’nin ilk ciddi sınavıdır Bosna-Hersek. Özellikle
Amerika’yı uzun zaman dışarıda tutarak bu bizim arka bahçemiz, biz
çözeriz demiştir. Bu yüzden Amerikan askerleri buraya savaşın
sonunda gelmiştir. Batı’ya olan beklentiler o dönemde fazla
tutuldu diyebilirim. Onlar için bizler istatistikleriz, kâğıt
13
üzerindeki rakamlarız. Bugün Bosna’da kaç kişi öldü? Bu kadarız
onlar için; sadece deneme tahtasıyız. Avrupalılar biz bu işi
çözeceğiz ama rizikosuz çözmeliyiz dediler. Çözüm gayrıresmî
olarak şuydu: Biz savaşan taraflara silah vermeyi keselim, mevcut
duruma göre birbirlerine girsinler, birinden biri diğerini
yiyecek, fillî durum neyse ona göre devam ederiz. Hesap ettikleri
şey Saraybosna’ya haftalık ne kadar gıda girmesi gerektiğiydi. Bu
gıda girdiğinde BM görevini yapmış sayılıyordu. İnsanlar tok
karnına ölüyordu, başarı buydu. Bosna’nın Türkiye’ye, Mısır’a,
Malezya’ya tek ayak basılıp geçilecek kadar sınırı olsaydı, o
savaş 44 ay sürmezdi. En sonunda Avrupa işin altından
çıkamayacağını anladı ve ABD’yi çağırdı. Savaş Boşnak ordusunun en
güçlü döneminde bitirildi. Sırpların en stratejik noktalarla
bağlantıları kesilmişti ve bu noktada müdahale geldi. Eğer geri
çekilmezlerse Boşnak ordusu da vurulacaktı.
Hakan Çelik-Gazeteci
Savaş Sürecinde Amerika Birleşik Devletleri
Yugoslavya’nın dağılışının ilk periyodunda ABD olaya kayıtsız
kalmakla eleştirilmiştir. Bu tutumun sebeplerine bakıldığında
öncelikli olarak Avrupa’nın kendini savunma potansiyelinin
oluşturulması isteği görülmektedir. Bunun yanında diğer bir
sebep Balkanlar’ın yeteri kadar doğal zenginliğe sahip olmaması
ve Amerikan pazarı açısından bağlayıcı nitelikte yeterliliğinin
olmamasıydı. Sovyetlerin çöküşüyle beraber gözlerin Ortadoğu’ya
çevrilmesi ve çöküşün ardından hızlanan silah trafiğinin
kontrolü, ABD’yi Balkanlar’dan çok daha fazla ilgilendiriyordu.
Belki Boşnak Müslümanların şanssızlıklarından biri de
çığlıklarını tam da Amerikan seçimleri öncesinde atmaları oldu.
George Bush liderliğindeki Cumhuriyetçi Parti seçimler
14
öncesinde Amerikan halkının hiç de tanımadığı bir yere asker
gönderip kayıplar vermesini ve bu ortamda seçime girmenin oy
kaybettireceğini düşünmekteydi. Ancak bu tedbirlerine rağmen
seçimi Demokrat Clinton’a kaybetmekten kurtulamayacaklardı.
Yeni Amerikan yönetimi dış politikada bazı değişiklikler yaptı.
Buna göre herhangi bir olumsuz durumda işin büyük kısmı BM
çatısı altında çözülecek, NATO da bu çözüme katkı sunan
oluşumlardan biri olarak yeniden tasarlanacaktı. 1. ve 2. Dünya
Savaşı’nı topraklarında büyük yıkımlara uğramadan tamamlayan
Birleşik Devletler için Avrupa bir ön hazırlık merkeziydi.
Avrupa’nın komünizmle savaşı boyunca bölgede jandarma rolü
üstlenen “Süper Güç”, artık jandarma rolünü bir kenara
bırakacaktı. Bu hamleyle yapılmak istenen Avrupa’nın kendi
savunmasını oluşturması ve istikrara kavuşmasıydı. Bu denklemde
Balkanlar ise Amerika için öncelik taşımayan ancak Avrupa
istikrarı ve Amerikan çıkarlarının korunması gereken bir bölge
olarak görülüyordu.
Savaştan önce bizi medya yoluyla “İslami devlet kuracaklar”
şeklinde suçluyorlardı. Biz ise devletin ortak bir şey olduğunu
vurguluyorduk. Televizyonumuz yoktu, radyomuz yoktu. Bunun için
bir gazeteci timi kurmamız gerekliydi. Muslim Voice’u da bu yüzden
kurduk. Bu bizim için Sırp ve Hırvat olmadığımızı göstermenin bir
yoluydu. Daha sonra ismini Bosna için özel bir çiçek olan Zambak
şeklinde değiştirdik. O zamanlar bir şair olarak görünüyordum ve
gizli ajanlar beni izlemiyorlardı. Elbette bu işimize yarıyordu.
Bu yolla bazı görüşmeler yapmak imkânımız oluyordu. Cidde’de,
Casablanca’da, İstanbul’da olmak üzere farklı yerlerde çeşitli
konferanslar düzenliyorduk.
Cemalettin Latic-Şair, Aliya İzzetbegovic’in silah arkadaşı
15
BM’nin Bosna Misyonu
Rusya’dan gelen doğalgaz, parası ödenmediği için kesilmişti,
yakacak yoktu. Evlerinin kapılarını yakarak ısınmaya çalışan
insanlar biliyorum. 92-93 yılları özellikle çok çetin geçti
Boşnaklar için. Tecavüzler, şehirlere yapılan ani saldırılar,
silahsızlık gibi büyük sorunlar vardı. Yugoslav ordusunun
silahları Sırpların elindeydi. Müslümanlar bir sandviç gibi arada
sıkışıp kalmışlardı. BM sınıfta kalmıştı. Katliamlara engel olmadı
ve görevini yapmadı. Srebrenitsa’nın olacağı günler öncesinden
belliydi.
Osman Atalay-İHH Yönetim Kurlu Üyesi
Başından sonuna kadar sorunun çözümünde etkisiz kalan BM,
uluslararası vicdana en büyük darbelerden birini vurmuştur.
Savaşın literatüre armağan ettiği kaoslardan biri de “etnik
temizlik” ve “soykırım” kavramlarının birbirinden
ayrıştırılmasıdır. Bosna’da yaşanan katliamlar için BM Güvenlik
Konseyi, soykırım kelimesini kullanamamış, bunun yerine
olayları etnik temizlik olarak niteleyerek müdahale etme
sorumluluğundan kaçmaya çalışmıştır. Uluslararası Adalet
Divanı’nın bu konudaki içtihadı ise özel olarak tartışmalıdır.
Lahey Adalet Divanı’nın 2007’de Aldığı Kararlar
- Mevcut uluslararası hukuka göre, sorumluğu bulunan kişi ve
kurumlarıyla Sırbistan soykırım yapmamıştır.
- Sırbistan, soykırım işlemek için plan yapmamış, soykırım
eylemini kışkırtmamıştır.
- Sırbistan, BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırma
Sözleşmesi’ne göre yükümlülüklerini ihlal ederek soykırıma iştirak
etmemiştir.
16
- 1995 Temmuz’unda Srebrenitsa’da meydana gelen soykırım
konusunda, Sırbistan, BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve
Cezalandırma Sözleşmesi’ne göre soykırımı önleme yükümlülüğünü
ihlal etmiştir.
- Sırbistan, Ratko Mladic’in soykırım ve soykırıma iştirak
suçlamaları nedeniyle yargılanacağı eski Yugoslavya için kurulan
Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’ne teslim edilmemesi ve
mahkemeyle tam bir iş birliği yapmaması nedeniyle BM Soykırım
Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırma Sözleşmesi’ne göre
yükümlülüklerini ihlal etmiştir.
- Sırbistan, eski Yugoslavya için kurulan Uluslararası Savaş
Suçları Mahkemesi’ne soykırım ve başka suçlarla itham edilen
kişilerin teslimi ve mahkemeyle tam bir iş birliği konularında
yükümlülüklerini yerine getirecek acil tedbirler almalıdır.
- Davada maddi tazminat uygun bulunmamıştır.
Divan, soykırımı ayıran özelliğin özel kasıt olduğunu
belirtmiştir. Bir katliam eğer bölgedeki farklı etnik grubun
bölgeden dışarı çıkartılması amacıyla yapılıyorsa etnik
temizlik, tamamen yok etme kastıyla yapılıyorsa soykırım olarak
tanımlanmıştır. Sonuç olarak Uluslararası Adalet Divanı
Srebrenitsa’yı soykırım olarak tanımlayarak müdahale istemiş,
BM Güvenlik Konseyi ise etnik temizlik diyerek Soykırım
Sözleşmesi kurallarını uygulamaktan kaçınmıştır. Avrupa
ülkeleri, Avrupa’nın göbeğinde çoğunluğu Müslüman olan bir
ülkenin kuruluşunu engellemekle kalmamış, katliamlarda uydurma
hukuksal tanımların ardına sığınarak soykırıma onay vermiştir.
Bosna-Hersek Başbakan Yardımcısı Hakiya Turayliç, Saraybosna
Hava Limanı yakınında 1993 Ocak ayında Sırplar tarafından BM
17
aracından çıkarılarak Fransız askerlerinin gözleri önünde
öldürülmüştür. Kendini korumaktan bile aciz kalan BM, bu olay
karşısında da diğer skandallarda olduğu gibi susmuştur. Sırplar
bu durumda daha da cesaret almış ve katliamlarına hız
vermiştir. BM’nin Bosna’da yaşananları iç savaş kavramına
indirgemesi de uzun süre müdahaleden kaçmasını sağlamıştır.
Srebrenitsa ise BM’nin dibe vurduğu noktadır.
BM kesinlikle suçsuz değil. Srebrenitsa’nın planlı olduğunu
düşünüyorum. Özellikle Fransa’nın büyük hataları var. Amerika
katliamı uydudan saniye saniye izledi. Hiçbir şey yapmadılar, her
şeyi biliyorlardı. Srebrenitsa’dan önce müzakere yapmak
istemiyorlardı; bunun sebebi Srebrenitsa’dan sonra Sırp
Cumhuriyeti’nin sınırları arasında ayrılık kalmayacak olmasıydı.
Öyle de oldu ve Srebrenitsa katliamıyla beraber istedikleri
sınırları aldılar. Katliamdan sonra hedefledikleri gerçek
müzakereyi, gerçek Dayton’u masaya getirdiler ve savaşı
durdurdular. BM askerlerinden bazıları insani yardım malzemelerini
bile çıkarlarına göre dağıtıyordu. Boşnakların son dönemde
kazandığı başarılardan da korktular. Çünkü ordumuz ilk günkü gibi
değildi, güçlenmişti.
Cemalettin Latic-Şair, Aliya İzzetbegovic’in silah arkadaşı
18
Sonuç
Bölgede artan karışıklıklar ve düşmanlıklar sonucu Boşnak halkı
29 Şubat 1992’de bağımsızlık için referanduma gitmiştir. Bu
referandumdan ezici bir oranla bağımsızlık sonucu çıkmıştır. 5
Nisan 1992’de Bosna-Hersek Cumhuriyeti hükümeti resmen
bağımsızlığını dünyaya ilan etmiştir. Sadece bir gün sonra
Avrupa ve ABD bu bağımsızlığı tanımıştır. Daha sonra ülke
içindeki Sırplar kendilerine ait bir cumhuriyet kurarak bu
bölgede etnik temizliğe başlamışlar ve süreç bir soykırım
halini almıştır. Bosna’nın kendi iç meseleleri olduğunu ve bunu
çözeceklerini söyleyen Avrupalı devletler, yaşanan katliamlara
müdahale etmemiş ve insanların hunharca öldürülmesine göz
yummuştur. Aliya İzzetbegoviç’in Makedonya’da Demokratik
Hareket Partisi’ni (Stranka Demokratske Akcije-SDA) kurmakla
görevlendirdiği Rıdvan Halilovic’in söylediği gibi; insanlar
evlere tıkılıp yakılmış, Müslüman erkekler Visegrad Köprüsü
üzerinde kurbanlık gibi kesilip Drina’ya atılmış, adı
konamayacak daha birçok zulüm ve işkence çeşidi acımasızca
uygulanmıştır.
Bosna’yı aradan geçen sürede unuttuk. Yapılan yardımlar yetersiz,
yirmi yıldır kendi kaderine terk edilmiş durumda. Türkiye’nin
Bosna’ya ilgisi turistik ve dostlar alışverişte görsün şeklinde ne
yazık ki. Ülkede son ayaklanmayı dış güçlerin oyunu olarak
adlandırırsak biraz kendimizi kandırmış oluruz. Bir Aliya daha
çıkmadı oradan. Ekonomik olarak durum çok kötü, işsizlik oranı çok
yüksek ve her geçen gün artıyor. Sokağa çıkanlar yirmili yaşta
gençlerdi zaten. Sorumluluk sadece Bosnalı siyasetçilerde değil.
Bunun bir sebebi de Dayton’dur. Bu bir kaos anlaşmasıdır ve
Boşnaklara verilen sözler tutulmamıştır. Boşnakların
dezavantajları; arkalarında güçlü bir garantör ülkenin olmaması,
19
denize açılan bir kapılarının olmaması ve arada sıkışan bir yerde
olmalarıdır. Bu açıdan Türkiye’nin bölgede yapacağı projelerin
altının çok dolu olması gerekiyor. Evet köprü, çeşme yapalım ama
sadece bununla kalmayalım. Bosna’nın geleceğini bunlarla
kurtaramayız. Orada bir AB süreci yaşanıyor. Bu süreç Bosna’da bir
asimilasyona neden oluyor ve Boşnak gençler işsizlik yüzünden
Avrupa’ya göç ediyor. Bosna siyasetinin dizayn edilmesi,
siyasetçilerinin doğru yönlendirilmesi, Türkiye’de bir Balkan
bakanlığının oluşturulması ve kalıcı, yararlı, pratik sonuçlar
verecek projeler yapılması gerekiyor.
Osman Atalay-İHH Yönetim Kurulu Üyesi
Ölü sayısı yeni bulunan toplu mezarlarla sürekli artarken,
toplamda 300.000’den fazla insanın öldüğü bildirilmektedir.
Dünyanın o dönemde en büyük ordularından olan Yugoslavya
Ordusu’nun tüm mühimmatı Sırpların eline geçmiş ve Müslümanlara
karşı kullanılmıştır. Kayıtlara göre 27.734 kişi kayıptır.
25.000-50.000 kadına tecavüz edilmiştir. Toplu Mezarları
Araştırma Enstitüsü’nün 18 yıldır sürdürdüğü çalışmalarda
20.000 kaybın cesedine ulaşılmış, bunlardan yaklaşık
18.000’inin kimliği belirlenebilmiştir. Toplu mezarlarda
bulunan cesetlerin çoğu parçalandığı ve/veya yakıldığı için
kimlik tespit çalışmaları zorlukla sürdürülmektedir.
Bosna-Hersek Kayıpları Arama Enstitüsü verilerine göre, 1995
yılından bu yana ülke genelinde 500’den fazla toplu, 5.000’in
üzerinde müstakil mezar bulunmuştur. Ayrıca oldukça fazla
sayıda insan “etnik temizlik” kapsamında göçe zorlanmıştır.
Yaklaşık 2 milyon kişinin evlerinden edildiği bilinmektedir.
20
Aliya’nın ilginç bir tavrı vardı göç konusunda. Gerekli olmadıkça
Boşnakların göç etmesini istemiyordu. Özellikle Boşnak
çocuklarının Bosna’da kalıp yaşananları görmelerini ve bunları
unutmamalarını istiyordu. Ona göre Bosna’nın kıymetini ancak bu
savaşı yaşayan gençler bilecekti. Elbette tecavüz korkuları, toplu
infazlar ilk yıllarda yoğun göç dalgasını oluşturdu ama iş
Boşnakların lehine döndükten sonra Aliya göç edenleri ülkeye
çağırdı. Bu duygusal değil, mantıklı bir cesaretti aslına
bakılırsa. En yakınındaki isimler bile ona bazen tepki
gösterdiler. Bu onu üzdü ama Boşnak halkıyla kurduğu duygusal bağ,
halkının ona güvenini hiç azaltmadı.
Osman Atalay-İHH Yönetim Kurulu Üyesi
Savaş, 14 Aralık 1995’te Ohio’da Dayton adlı bir bölgedeki hava
üssünde imzalanan anlaşma ile bitirilmiştir. Anlaşmada alınan
kararlar şu şekildedir:4
• Bosna-Hersek bağımsız bir devlet olarak tanınmaktadır.
• Bosna-Hersek Devleti, içinde Bosna ve Hırvat
Federasyonu’yla bir Sırp Cumhuriyeti’ni içermektedir.
Toprakların %51’i federasyona, %49’u ise Sırp
Cumhuriyeti’ne aittir.
• Saraybosna bir merkezî hükümet, millî meclis, başkanlık
sistemi ve anayasal mahkemeye sahip birleşik bir yapıda
kalacaktır.
• Başkan ve meclis demokratik yollardan seçilecektir.
• Kolektif başkanlık sistemi birer Boşnak, Hırvat ve Sırp
üyenin katılımıyla gerçekleştirilecektir.
21
Dayton bir kaos anlaşmasıdır ve temeli Bosna’da siyasi
istikrarsızlığın sürmesinde dayanır. Buna göre ülke 10 adet
kantondan oluşmaktadır. Ancak bugün bu kantonlar ortak kararlar
almakta zorlanmaktadır. Savaşın acılarının hâlâ taze olduğu
Bosna-Hersek, Boşnak-Hırvat Federasyonu, Bosna Sırp Cumhuriyeti
ve Brcko olmak üzere iki entite ve bir özerk bölgeden
oluşmaktadır. Bu anlaşma Boşnak halkını apolitikleştirmeyi
başarmış ve özellikle karmaşık yapısıyla insanları ülke
yönetimi üzerine düşünmekten alıkoymuştur.
Bosna’yı bugün şehitlerin kanı ve annelerin gözyaşları ayakta
tutuyor. Politikacılar, iş adamları veya imamlar yapmıyor bunu.
Hâlâ şehitlerimiz yapıyor. Sırplar bizden değil hâlâ
şehitlerimizden korkuyorlar. Halktan neden korksunlar ki? Burada
herkes aynı şekilde yaşıyor. Ama şu Aliya’nın yattığı mezarlıktan
korkuyorlar işte. Onun fikirlerinden korkuyorlar. Çünkü o ahirete
gitti ama fikirleri hâlâ yaşıyor.
Nezim Halilovic Muderis-Cephe Komutanı
Aliya İzzetbegovic, Dayton imzasını atarken bunun adil bir
barış olmadığının farkındaydı ancak eve “savaşa devam”
cümlesinin ağırlığıyla dönemezdi. Çekilen acının
sonlandırılması gerekliliği onun omuzlarında büyük bir yük
olmuştur. Buna karşın o, milletini katledenlere karşı hiçbir
zaman eğilmemiş ve dik durmayı başarmıştır. Sırrı onun şu
sözlerinde yatmaktadır: “Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde
eğik gitmiyorum. Çünkü biz çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik.
Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların
tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti
adına.”
22
Tek şans Aliya İzzetbegoviç’ti o dönemde Boşnaklar için. Bilgili,
istişareye açık, soğukkanlı, Boşnakların gücünü, potansiyelini çok
iyi bilen ve yaşadığı coğrafyanın farkında olan bir insandı.
Sorunu Batı’nın çözebileceğini biliyordu ve buna göre hamleler
yapmaya çalışıyordu. Bir yandan da Avrupa’nın ortasında yapılan
katliamı hukuk ve insan hakları açısından gündeme getiriyordu.
Aynı zamanda İslam dünyasına verdiği bir mesaj da vardı; o da
Bosna’nın Müslüman bir belde olduğuydu. Doğu-Batı arasında İslam
buydu aslında. “Burada minarelerden ezan okunuyor.” diyerek
Müslümanların yaşadıklarına seyirci kalmamalarını söylüyordu. Bir
pergel gibi; bir ayak Batı’da diğeri Doğu’daydı. Bugün İslam
dünyasındaki liderlerin örnek alması gereken bir liderdi. Egosu,
kibri olmaması, savaşın en zor anlarında askerlerle birlikte
cephede olması önemli özellikleriydi. Sıradan doğal bir dindardı
ve bu çok önemli bir özellikti. O, halkın içinden biriydi. Bugün
halk hâlâ onun eksikliğini hissediyor ve yeni bir Aliya
yetiştiremiyor ne yazık ki.
Osman Atalay-İHH Yönetim Kurulu Üyesi
Bosna-Hersek bugün yüksek işsizlik oranı ve ekonomideki kötü
gidişle uğraşmak zorunda. Ülkeye miras bırakılan siyasi
çözümsüzlük, bu sorunları aşmanın önündeki en büyük engel
olarak görünüyor. Boşnak gençleri iş bulamadıkları için
Avrupa’ya göç etmenin yollarını arıyorlar. Halk, yaşanan bu
sürecin asimilasyona uğramış nesiller oluşturacağından
korkuyor. Millet kimliğini çok ağır bedeller ödeyerek kazanan
Boşnaklar, Türkiye gibi önde gelen kardeş ve müttefiklerinden
daha kalıcı ve çözüme yönelik projelerle desteklenmeyi
bekliyorlar. Ülkede siyasi olarak farklı fikirler konuşuluyor.
Ancak Bosnalıların kulaklarında, televizyonda-radyoda
23
duyduklarından önce Aliya İzzetbegovic’in o meşhur sözleri
çınlıyor:
“Savaşta büyük zulme uğradınız. Zalimleri affedip affetmemekte
serbestsiniz. Ne yaparsanız yapın ama soykırımı unutmayın.
Çünkü unutulan soykırım tekrarlanır.”
4 Dayton Peace Accords General Framework Agreement for Peace in Bosnia andHerzegovina,http://avalon.law.yale.edu/20th_century/day01.asp.
KaynakçaAkgün, S., “Kosova’nın Avrupa Birliği’ne Entegrasyon Süreci ve Bu Süreçte
Kosova Türkleri”, Çankırı Karatekin Üniversitesi Uluslararası Avrasya Strateji Dergisi, 2(1), s. 1-14.
Alkan, N., Dağılan Yugoslavya Mozaiğinde Bosna, İstanbul: Beyan Yayınları.Arı, T & F. Pirinççi, “Soğuk Savaş Sonrasında Amerika Birleşik
Devletleri’nin Balkan Politikası”, Alternatif Politika, Cilt 3, Sayı 1, Mayıs2011, s. 1-30.
Bostic, A., “European Perspectives”, Journal on European Perspectives of the WesternBalkans, Vol. 3, No. 1 (4), pp. 91-113, April 2011.
Mujezinovic, M., “Avrupa Birliği’nin Batı Balkan Politikası ÇerçevesindeBosna-Hersek ile İlişkileri”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 3, Sayı 12,s. 67-84, 2007.
Dalar, M. “Dayton Barış Anlaşması ve Bosna-Hersek’in Geleceği”, Sosyal BilimlerEnstitüsü Dergisi, Cilt 1, Yıl 9, Sayı 16, 2008.
Uğurlu, M., “Kosova Efsanesi”, Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2011Bahar (14), s. 241-252.
Yapıcı, M., “Bosna Hersek’te Gerçekleştirilen Askeri MüdahaleninUluslararası Hukuktaki Yeri”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt 2, No. 8,s. 1-24 2007.
24
Sonnotlar
Münire Coşkun ablamızın anısına saygıyla…
Değerli Katkılarından Dolayı;
Aliya İzzetbegovic’in silah arkadaşı Nezim Halilovic Muderis’e
Şair ve Aliya İzzetbegovic’in silah arkadaşı Cemalettin Latic’e
SDA Makedonya kurucularından Rıdvan Halilovic’e,
Gazeteci Hakan Çelik’e25