1 YENİ ARJANTİN SİNEMASI’NDA BİR AUTEUR: LUCRECIA MARTEL Batu Anadolu GİRİŞ Arjantin Sineması, tarihi gelişim açısından Türk sinemasıyla benzerlikler taşımaktadır. 1920’lerde sessiz filmlerden 1930’larda sesin sinemaya girişiyle müzik ağırlıklı filmler yapılmış; 1940 ve 50’li yıllarda klasik sinema anlayışı ülkeye hakim olmuştur. 60’lı ve 70’li yıllar ise ülkemizde olduğu gibi Arjantin’de de karmaşa içerisinde geçmiştir. Askeri darbelerin gölgesi altındaki ülkede, diğer Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi sol bir sinem anlayışı doğmuş, bununla paralel cunta yönetimlerinin sansür baskısı da gittikçe artmıştır. Arjantin sinemasının yeniden bir endüstri halini alması 90’lı yılların başını bulmuştur. 90’lı yıllardan itibaren film sayısındaki artışla beraber ülkenin içinde bulunduğu duruma yönelik filmler de ortaya çıkmaya başlamıştır. Cunta döneminin acılarını anlatan, dramatik filmlerin aksine minimal yapıda, izleyiciyle arasına mesafe koyan ve içinde bulunduğu güncel ekonomi - politiği ele alan bu filmler özellikle yurt dışındaki film festivallerinden ödüllerle dönmeye başlamış ve yeni bir sinema anlayışı doğurmuştur. Son on yılda ortaya çıkan Yeni Arjantin Sineması; zaman içerisinde ele aldığı ortak temalarla birlikte bir auteur sineması haline gelirken, Arjantinli yönetmen Lucrecia Martel de içinde bulunduğu bir sinemanın ilk auteur’ü olarak kendisini kabul ettirmiştir. Türkiye’ye benzer bir tarihi gelişim gösteren Arjantin’in sinema endüstrisinin ele alınması, ülkemiz sinema endüstrisi için bir ayna görevi görecektir. Son yıllarda Türk yönetmenlerin özellikle Avrupa’daki festivallere açılmaları ve ödüller kazanmalarının sonucunda ülkemizde de oluşmaya başlayan auteur sineması, bir ülke sineması yaratmaya kuşkusuz katkıda bulunacaktır. Araştırmanın birinci kısmı, auteur kuramının açıklanmasına ayrılmıştır. Kuramın ne olduğu, neyi savunduğu ve nasıl bir tarihi gidişat izlediği anlatılmıştır. İkinci bölümde Yeni Arjantin Sineması’nın ortaya çıkışına neden olan faktörler, bu sinema hareketi içerisinde yer alan yönetmenlerin hangi konular üzerinde durdukları ele alınarak yapılan bu sinemanın auteur kuramı ile bağlılığı incelenmiştir. Üçüncü bölümde Lucrecia Martel sineması ele alınarak Martel’in Yeni Arjantin Sineması’nda dahil olan yönetmenlerden hangi konularda ayrıldığı ve giderek nasıl bir auteur yönetmen haline geldiği incelenmiş ve Martel sinemasının sürekli ele aldığı figürler tek tek açıklanmıştır.
13
Embed
Yeni Arjantin Sineması'nda Bir Auteur: Lucrecia Martel
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
1
YENİ ARJANTİN SİNEMASI’NDA BİR AUTEUR: LUCRECIA MARTEL
Batu Anadolu
GİRİŞ
Arjantin Sineması, tarihi gelişim açısından Türk sinemasıyla benzerlikler taşımaktadır.
1920’lerde sessiz filmlerden 1930’larda sesin sinemaya girişiyle müzik ağırlıklı filmler
yapılmış; 1940 ve 50’li yıllarda klasik sinema anlayışı ülkeye hakim olmuştur. 60’lı ve 70’li
yıllar ise ülkemizde olduğu gibi Arjantin’de de karmaşa içerisinde geçmiştir. Askeri darbelerin
gölgesi altındaki ülkede, diğer Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi sol bir sinem anlayışı
doğmuş, bununla paralel cunta yönetimlerinin sansür baskısı da gittikçe artmıştır. Arjantin
sinemasının yeniden bir endüstri halini alması 90’lı yılların başını bulmuştur.
90’lı yıllardan itibaren film sayısındaki artışla beraber ülkenin içinde bulunduğu duruma yönelik
filmler de ortaya çıkmaya başlamıştır. Cunta döneminin acılarını anlatan, dramatik filmlerin
aksine minimal yapıda, izleyiciyle arasına mesafe koyan ve içinde bulunduğu güncel ekonomi-
politiği ele alan bu filmler özellikle yurt dışındaki film festivallerinden ödüllerle dönmeye
başlamış ve yeni bir sinema anlayışı doğurmuştur. Son on yılda ortaya çıkan Yeni Arjantin
Sineması; zaman içerisinde ele aldığı ortak temalarla birlikte bir auteur sineması haline gelirken,
Arjantinli yönetmen Lucrecia Martel de içinde bulunduğu bir sinemanın ilk auteur’ü olarak
kendisini kabul ettirmiştir.
Türkiye’ye benzer bir tarihi gelişim gösteren Arjantin’in sinema endüstrisinin ele alınması,
ülkemiz sinema endüstrisi için bir ayna görevi görecektir. Son yıllarda Türk yönetmenlerin
özellikle Avrupa’daki festivallere açılmaları ve ödüller kazanmalarının sonucunda ülkemizde de
oluşmaya başlayan auteur sineması, bir ülke sineması yaratmaya kuşkusuz katkıda bulunacaktır.
Araştırmanın birinci kısmı, auteur kuramının açıklanmasına ayrılmıştır. Kuramın ne olduğu,
neyi savunduğu ve nasıl bir tarihi gidişat izlediği anlatılmıştır.
İkinci bölümde Yeni Arjantin Sineması’nın ortaya çıkışına neden olan faktörler, bu sinema
hareketi içerisinde yer alan yönetmenlerin hangi konular üzerinde durdukları ele alınarak
yapılan bu sinemanın auteur kuramı ile bağlılığı incelenmiştir.
Üçüncü bölümde Lucrecia Martel sineması ele alınarak Martel’in Yeni Arjantin Sineması’nda
dahil olan yönetmenlerden hangi konularda ayrıldığı ve giderek nasıl bir auteur yönetmen haline
geldiği incelenmiş ve Martel sinemasının sürekli ele aldığı figürler tek tek açıklanmıştır.
2
1.AUTEUR KURAMI
Film eleştinde, auteur kuramı; yönetmenin kişisel yaratıcı vizyonundan ortaya çıkan “bir
yönetmenin filmi” düşüncesine karşılık gelmektedir. Bir filmin prodüksiyonu, endüstriyel bir
üretimin parçası olduğu halde yönetmenin yaratıcı sesi, tüm bu stüdyo katkısının ve kolektif
üretimin üstünde yer alabilmektedir.
Kanunen bir film, bir sanat eseri olarak ele alınırken; auteur onun yaratıcısı olarak karşılık
bulur. Avrupa Birliği kanunlarında yönetmen, filmin yaratıcısı olarak ele alınır ki bu durumun
auteur kuramının etkisiyle yaratılmış olduğu söylenebilir (Kamina, 2002:153).
Auteur Kuramı, 1950’li yıllarda Fransa’da ortaya çıkmıştır. Cahiers du Cinema isimli dergide
yazılar yazan bir grup Fransız sinema entelektüeli; bir filmin yönetmeninin kişisel vizyonunun,
eseri üzerindeki etkisine dikkat çekmişlerdir. Bu grup tarafından özellikle Satyajit Ray, Alfred
Hitchcock, Howard Hawks ve Jean Renoir auteur olarak anılmışlardır. Cahiers du Cinema’nın
kurucularından Andre Bazin “Auteur Kuramı Üstüne” isimli makalesinde konuyu ilk kez ele
almıştır. Auteur kuramını Bazin’den sonra katkıda bulunan kişiyse Alexandre Astruc olmuştur.
Camera – Pen yani Kamera – Kalem nosyonunu ortaya atan Astruc, yönetmenin kamerasını bir
kalem gibi kullandığını ifade ederek onun hikaye yaratımına olan egemenliğini vurgulamıştır.
Cahiers du Cinema’nın üyelerinden Francoi Truffaut da film yapımının endüstriyel bir işlem
olduğunu kabul etmekle birlikte yönetmenin bir kalem kullanır gibi mizaseni kullanarak ve
senaryo yazarının etkinliğini en aza indirerek etkinliğini artırması gerektiğini söylemiştir.
Auteur’ün tanımının yapılması 1940’lara dayanır. Andre Bazin ve Roger Leenhardt’a göre bir
yönetmenin bir filme hayat verirken kendi duygu ve düşüncelerini ön plana çıkararak dünya
görüşü gibi bir temele oturtulması Auteur kuramının tanımıdır. Bir auteur; ışık, kamera, sahne
ve kurgu kullanımına hakim olarak ona kendi bakış açısını katmalıdır (Thompson ve Bordwell,
2002:381).
Truffaut’a göre senaryonun hakimiyeti altındaki filmler orijinallikten uzak ve edebi eserlerin
devamı niteliğindedir. Bu filmlerde yönetmen ancak “sahne yaratıcısı” olarak tanımlanabilir. Bu
gelenek yönetmeni; senaristin yazdığı her şeyi sorgulamadan sahneye koyan kişi haline getirir.
Truffaut’ya göre “İyi ya da kötü film yoktur; iyi ya da kötü yönetmen vardır.” Bundan dolayı
Truffaut, Jean Renoir’in en kötü filminin bile Jean Delannoy’un en iyi filminden daha ilginç
olduğunu söyler (Thompson ve Bordwell, 2002:382).
Truffaut’nun üzerinde önemle durduğu nokta, yönetmenin senaryoya olan hakimiyetidir.
Truffaut; Jean Renoir, Max Ophuls, Jacques Tati gibi yönetmenleri auteur olarak anarken
3
filmlerinin senaryolarını da kendilerinin yazdığını ya da yazımında etkin rol edindiklerinin
üzerinde durur.
Auteur Kuramı, Yeni Dalga adı verilen ve içerisinde Cahiers du Cinema’da yazar olarak yer
alan yönetmenlerin de buluduğu bir akım tarafından Fransa’da da kullanılmıştır. Bu
eleştirmenler savundukları düşünceleri filmlerine yansıtırken ortaya oldukça kişisel ve etkili
filmler çıkmıştır. Buna karşılık Cahiers du Cinema eleştirmenlerinin Auteur Kuramı’na temel
aldıkları Hollywood stüdyo sistemine bağlı filmlerin sayısı, stüdyo sistemindeki kırılmalar ile
yerini belirsizliğe ve muhafazakar bir sinemaya bırakmıştır.
Auteur kavramının İngilizce film eleştirisine geçişi 1960’larda gerçekleşmiştir. “Auteurizm”
kalıbı ABD’de yaygınlaşırken İngiltere’deyse Andrew Sarris “Auteur Teorisi”ni tercih eder.
Andrew Sarris'e göre auteur kimliğine sahip bir yönetmende üç özellik bulunmalıdır:
Yönetmenin teknik ustalığı, yönetmenin ayırt edilebilen kişiliği ve içsel anlam. Bu üç özellik
daha önce Bazin tarafından da öne sürülen; yönetmenin filmi oluşturan her parçaya olan
hakimiyetini özetlemektedir.
Sinema profesörü Geoffrey Nowell-Smith’in ise Auteur Kuramı’na bugün bilinen biçimini
verdiği söylenebilir. Nowell – Smith’e göre; bir yazarın yapıtının tanımlayıcı özellikleri mutlaka
ilk bakışta görülebilen özellikler değildir. Bunun için eleştirinin amacı konunun ve konuyu ele
alışın yüzeysel karşıtlıkları ardında yatan temel ve anlaşılması güç motiflerin çekirdeğine
inmektir. Bu motiflerin oluşturduğu desen, bir yazarın yapıtına o özgün yapıyı veren şeydir;
eseri hem içsel olarak tanımlar hem de bir eseri ötekinden ayırt etmeye yarar (Wollen, 2004:72).
2.YENİ ARJANTİN SİNEMASI
1976 – 1983 yılları arasında Askeri cuntanın baskısı altındaki Arjantin’de sinema sektörü
sekteye uğramıştır. Bu dönemde sansür kıskacından kurtulamayan sinema sektörü, cunta
döneminin sona ermesiyle özgürlüğe kavuşmuştur. Özellikle 1983’ten sonraki 10 yıllık süreçte
Arjantin sineması bir emekleme dönemine girmiştir. Bu dönemde cunta döneminde yaşananları
özgürce ele alan sinema, Luis Puenzo’nun 1985’te çektiği Resmi Tarih filminin Oscar
kazanmasıyla da dünyaya entegre olmuştur. Yine de film endüstrisinin çarkları 1990’ların
başında dönmeye başlamıştır.
Yeni Dünya Düzeni altında serbest ekonomiye geçiş yapan ülke, zamanla çok uluslu şirketlerin
hakimiyetine girmeye başlamıştır Yeni düzenle birlikte açılan sinema okulları ve bu sanata
duyulan ilgi de oldukça artmıştır. 1990’ların sonlarına doğru yeni düzenin yarattığı gelir
dağılımındaki sorunlar, burjuvazinin yükselişi ve toplumsal huzursuzluk; film çalışmalarına da
4
yansımıştır. Film okullarının çalışmaları bu sorunlardan dolayı durma noktasına gelse de bu
gelişmeler “Yeni Arjantin sineması”nın ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Temelleri, Martin Retjman’ın Rapedo (1993) filmiyle atılan bu sinema; önceki yıllarda
diktatörlüğün getirdiği sorunların sömürüye varacak şekilde yansıtıldığı, folklorik kültürün
fazlasıyla yer aldığı filmlerin aksine daha minimal bir hikayeye ve ifadesiz oyunculuklara
sahipti. Böylece sinema; bireylere daha fazla yönelirken, siyaseti daha ilgisiz ve mesafeli
şekilde ele alan bir sanat haline gelmeye başladı. Bu noktada özellikle burjuva yaşamı,
metaforlarla seyirciye yansıtıldı.
Bu sinemanın zamanla oluşan özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
1- Tarihi ele almak yerine günceli yansıtmak. Bu bağlamda yaşanan dönemin sosyal,
ekonomik ve siyasi iklimini anlatmak,
2- Buenos Aires dışında daha küçük merkezleri, varoşları ve taşrayı ele almak,
3- Burjuvaziyi ve aile yaşamını yansıtmak, aile içinde bireyin yaşadığı psikolojik
gerilimleri soyut ve objektif bir bakışla ele almak,
4- Şehirde yaşayan burjuva halk ile yerli halk arasındaki davranış farklılıklarını
vurgulamak,
5- Dini ve cinsel konularda tabu yıkıcı ve cesur davranmak (Coşkun, 2001:26)
Bu özelliklerle birlikte belirtmek gerekir ki Yeni Arjantin Sineması, dünya çapında özellikle de
eleştirmenler bazında incelenmeye değer görülmüş ve birçok ödül kazanmış olsa da kendi
ülkesinde pek fazla izleyici toplayamamıştır. Arjantin’de sinema seyircisinin sadece %10’u
Arjantin filmlerini tercih etmektedir. Bu durumun oluşmasında Hollywood pazarının etkinliği
en önemli nedendir. Ama bu durum uzun vadede Arjantin sinemasının önünü açacak gibidir.
Sinemalarda gösterilen Hollywood filmlerine uygulanan vergiler, ulusal filmlerin yapılmasında
kullanılmaktadır. Yani Amerikan filmlerinin gösterimi arttıkça Arjantin sinemasına yapılan
destek de artmaktadır. Bu durumun uzun vadede ulusal filmlerin sayısını arttırması
beklenmektedir (Wilson, 2009).
Yeni Arjantin Sineması içinde yer alan yönetmenler, filmlerinde genelde yukarıda verilen
özellikleri içeren konulara yer vermişlerdir. Bu yönetmenlerden Lucrecia Martel, Yeni Arjantin
Sineması’nı bir hareket olarak görmediğini çünkü yönetmenlerin ortak hareket etmediklerini ve
birbirlerini tanımadıklarını söylese de ortak bir tarih bilincine sahip olduklarını kabul etmektedir
(Wisniewski, 2008).
Yeni Arjantin Sineması’nın özelliklerini filmlerinde barındıran ve bu figürleri sık sık kullanan
dört önemli yönetmen vardır: Pablo Trapero, Daniel Burman, Lucia Puenzo ve Lucrecia Martel.
5
Bu dört yönetmen aynı sinema anlayışı içerisinde yer almalarına karşın farklı anlatım tarzları
geliştirmişlerdir.
Pablo Trapero, 1999 yılında çektiği Vinç Dünya (Crane World) ile son önemli şarkısını yıllar
önce yazmış ve bugün sıradan bir işçiyle aynı dairede kalan bir adamın hikayesini ele almıştır.
Sonraki filmlerinde farklı temalara el atan Trapero, sıradan insanlara oyuncu olarak rol vererek
aşırı bir gerçekçiliğin peşine düşmüştür.
Daniel Burman, kamerasını Buenos Aires’in banliyölerine çevirerek Arjantin’de yaşayan
Yahudilerle ilgili daha yumuşak ve komediye yakın filmler yapmıştır. Fakat son filmi olan Boş
Kafes (Empty Nest) ile bir yazarın sürreal fantezilerine odaklanarak önceki hikaye anlayışından
uzaklaşmıştır.
Resmi Tarih filminin yönetmeni Luis Puenzo’nun kızı olan Lucia Puenzo, XXY (2007) ile
Arjantin’de yaşayan çift cinsiyetli bir gencin hikayesini cesurca ele alsa da sonraki filmi olan
Balık Çocuk (Fish Child) ile Lucrecia Martel ile aynı temaları işlemiştir: Paraguaylı
hizmetçisiyle aşk yaşayan bir orta sınıf gencin hikayesi.
Aynı tarz içerisinde farklı temalara yer veren bu üçlünün aksine Lucrecia Martel, üç filminde de
genel olarak aynı temaları işleyerek ortak bir anlatım tarzı olarak kendi imzasını atmayı
başarmıştır. Auteur olarak adlandırabileceğimiz Lucrecia Martel’in sinema anlayışı ve
kullandığı temalara sonraki bölümde geniş yer ayırılacaktır.
3.LUCRECIA MARTEL
14 Aralık 1966’da Arjantin’in Salta şehrinde doğdu. Önce Avellaneda Film Okulu daha sonra
Ulusal Deneyim Film Okulu’na devam etti. Bu okulun kapanması üzerine kendi filmlerini
yapmaya başladı. Martel, içinde bulunduğu durumu şöyle açıklamaktadır:
“Filmler izledim, kitaplar okudum, yazdım. Çok özgürdüm çünkü öyle olmak zorundaydım.”
(Said, 2001).
1988 ile 1999 yılları arasında 4 kısa film ile televizyon için 3 belgesel hazırladı. 1995 yılında
çektiği Rey Muerto (Kral Öldü) isimli kısa filmi ile Havana Film Festivali’nde ödül kazandı. Bu
film kendisine sürekli tacizde bulunan kocasından kaçmaya çalışan bir kadının hikayesini
anlatıyordu.
2001 yılında ilk uzun metraj filmi olan La Cienaga (Bataklık) filmini çekti. Bu filmde Arjantinli
bir burjuva ailenin yaşadıklarını anlattı. Yaz mevsimini çocuklarıyla yazlık evlerinde geçiren
aile, burjuva ahlakının sert bir şekilde sorgulandığı bir yapıya sahiptir. Olaylar karşısında
6
duyarsız kalan cinsel olarak birbirine yakınlaşan aile bireyleri, iktidarını kaybeden erkekler ve
ile yerli halka gösterilen ırkçı yaklaşımlar filmin temel noktalarıdır. Film, Berlin Film
Festivali’nde Alfred Bauer Ödülü’nün sahibi olurken aynı festivalde Altın Ayı ödülüne aday
gösterilmiştir.
İkinci filmi La Nina Santa (Kutsal Kız) 2004’te gösterime girdi. Otel sahibi Helena ile kızı
Amalia’nın hikayesini anlatan filmde, annesiyle otelde yaşayan Amalia’nın bir doktorun
tacizine uğraması ve aynı doktora annesinin aşık olması anlatılmıştır. Filmde ağır bir
Hıristiyanlık eğitimi alan Amalia, durumu mucize olarak algılıyor ve doktorun ruhunu
kurtarması gerektiğini hissediyordu. Ergenlik dönemindeki Amalia’nın kız arkadaşıyla olan
yakınlaşmasını ve annesinin erkeklere karşı yaşadığı soğukluğun tezat oluşturduğu film, mistik
açıdan dinin yorumlanmasında insanın yalnızlığını vurguluyordu. Kutsal Kız, Cannes Film
Festivali’nde Altın Palmiye’ye aday gösterilirken Sao Paulo Film Festivali’nde Martel’e “Onur
Ödülü” kazandırmıştır.
Üçüncü filmi La Mujer Sin Cabeza (Kafasız Kadın,2008)’da aracıyla bir şeye çarpan ama yola
devam eden Vero’nun yaşadığı hafıza sorunu ele alınıyor. Çarptığı şeyin ne olduğuna bakmayan
Vero, oluşan durumdan korku duyarken çevresindeki insanlar ona olayı unutturmaya ve giderek
reddetmesini sağlamaya çalışıyorlardı. Bu açıdan film, yarattığı sorunların bedelini ödemeyen
burjuva ahlakına ağır bir eleştiri getiriyordu. Eleştirmenler tarafından övgüyle karşılanan yapım,
Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’ye aday gösterilirken Arjantin Akademi Ödülleri’nde
En iyi Film, En iyi Yönetmen ve En İyi Orijinal Senaryo dallarında ödül kazanmıştır.
4.LUCRECIA MARTEL’İN FİLMLERİNDEKİ MOTİFLER
Bu bölümde Lucrecia Martel’in filmlerinde sıklıkla yinelenen ve yönetmene auteur niteliği
kazandıran anlamsal ve teknik özelliklere yer verilecektir. Bu bağlamda Martel’in auteur
özellikleri; anlamsal olarak yağmur, yüzme havuzları, yerli halk, merkezsizlik, kutsal aileyi
tehdit, ergen cinselliği; teknik olarak da seçici alan derinliği ile ses kullanımı başlıkları altında
incelenecektir.
4.1.Yağmur
Lucrecia Martel filmlerinde yağmur; meydana gelecek olan olayların habercisidir. Martel’in
filmlerinde hava genelde fırtına öncesi sıcağı olarak resmedilir. Hava güneşli ama bunaltıcıdır.
Bunaltıcı havanın, fırtınaya ve yağmura dönüşmesi, anlatılacak hikayenin miladını temsil eder
ve bu sıkıntılı hava film boyunca karşımıza çıkar. Görsel ve içerik olarak da havanın ağırlığı
izleyicinin de filme bakış açısını etkileyerek karakterle özdeşleşmesini sağlar.