Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Fırat University Journal of Social Science Cilt: 17, Sayı: 1 Sayfa: 237-260, ELAZIĞ-2007 YALNIZLIK Loneliness M. Ruhat YAŞAR Gaziantep Üniversitesi, M. Rıfat Eğitim Fakültesi, Kilis. [email protected]ÖZET Yalnızlık tanımlanması güç ve karmaşık bir durumdur. Her an herkes yalnız kalabilir. Bazen başkalarının yanında da kendimizi yalnız hissederiz. Yalnızlık bireyin çevresine olan güvensizliğini arttırarak uyumunu ve yaşamını zorlaştırır. Bu nedenle yalnızlık yaralayıcı bazen de öldürücü olabilir. Yalnızlık ruhsal hastalıkların ve özellikle de depresyonun oluşmasında belirleyici bir etkiye sahiptir. Yalnızlık yaş, cinsiyet ve sosyal sınıf gibi değişkenlerle yakından ilişkili olup büyük ölçüde sosyo-ekonomik yapı tarafından belirlenir. Artan sosyal hareketlilik, kapitalizmin bireyci ve materyalist doğası ve değişen değerler yalnızlık deneyimlerini arttırmaktadır. Anahtar Kelimeler: Yalnızlık, ruhsal hastalık, sosyal yapı, sosyal değerler. ABSTRACT Solitude is a difficult and complex term to define. Everyone can feel lonely now and then. Sometimes, we also feel lonely when we are not alone. Solitude makes life difficult for people and their adaptation by increasing distrust. Loneliness can be harmful and fatal. For, loneliness has a domain effect on forming of depression (causes/brings about depression). Solitude is determined by socio-economic structure and it is connected with social variables such as age, gender and social class. Social mobility and, narcissist and materialistic nature of capitalism and changing values create experiences of loneliness. Key Words: Loneliness, mental disorder, social structure, social values.
24
Embed
YALNIZLIK - web.firat.edu.trweb.firat.edu.tr/sosyalbil/dergi/arsiv/cilt17/sayi1/237-260.pdf · F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2007 17 (1) 238 Giri ş Yalnızlık, gün geçtikçe büyüyen
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Fırat University Journal of Social Science Cilt: 17, Sayı: 1 Sayfa: 237-260, ELAZIĞ-2007
YALNIZLIK
Loneliness
M. Ruhat YAŞAR
Gaziantep Üniversitesi, M. Rıfat Eğitim Fakültesi, Kilis. [email protected]
ÖZET
Yalnızlık tanımlanması güç ve karmaşık bir durumdur. Her an herkes yalnız kalabilir.
Bazen başkalarının yanında da kendimizi yalnız hissederiz. Yalnızlık bireyin çevresine olan
güvensizliğini arttırarak uyumunu ve yaşamını zorlaştırır. Bu nedenle yalnızlık yaralayıcı bazen de
öldürücü olabilir. Yalnızlık ruhsal hastalıkların ve özellikle de depresyonun oluşmasında
belirleyici bir etkiye sahiptir. Yalnızlık yaş, cinsiyet ve sosyal sınıf gibi değişkenlerle yakından
ilişkili olup büyük ölçüde sosyo-ekonomik yapı tarafından belirlenir. Artan sosyal hareketlilik,
kapitalizmin bireyci ve materyalist doğası ve değişen değerler yalnızlık deneyimlerini
arttırmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Yalnızlık, ruhsal hastalık, sosyal yapı, sosyal değerler.
ABSTRACT
Solitude is a difficult and complex term to define. Everyone can feel lonely now and then.
Sometimes, we also feel lonely when we are not alone. Solitude makes life difficult for people and
their adaptation by increasing distrust. Loneliness can be harmful and fatal. For, loneliness has a
domain effect on forming of depression (causes/brings about depression). Solitude is determined
by socio-economic structure and it is connected with social variables such as age, gender and
social class. Social mobility and, narcissist and materialistic nature of capitalism and changing
values create experiences of loneliness.
Key Words: Loneliness, mental disorder, social structure, social values.
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2007 17 (1)
238
Giriş
Yalnızlık, gün geçtikçe büyüyen sorunlardan biridir. Şu veya bu şekilde
hayatımızın bir parçası haline gelen yalnızlık tanımlanması zor bir durumdur. Yalnızlık
objektif ve subjektif açıdan da ele alınabilir. Ancak, yalnızlığın tanımı gibi ifade edilişi de
kişisel ve sorunludur. Öncelikle yalnızlık ifade edilemeyecek kadar korkunç bir
deneyimdir. Belki de onu korkunç yapan faktörlerden biri de ifade edilemeyişidir. Zaten
ifade edilebilseydi ve paylaşılması kolay olsaydı yalnızlık olmazdı.
Yalnızlık, nedenine ve belirtilerine göre değişik isimlerle tanımlanır. Derin
yalnızlık, depresyonun eşlik ettiği bir durumken sosyal ya da ilişkisel yalnızlık bireyin
kendini bir topluma, gruba ait hissedememesi ve yaşadığı toplumda kendini yabancı
hissetmesi olarak tarif edilir. Yine, duygusal yalnızlık, normal ortamlarda ruhsal
beklentilerine karşılık bulamayan ve yakın, özel ilişkilerden yoksun olanlar için
kullanılırken, gizli yalnızlık dışarı yansıtılmayan ama içsel üzüntülerle yorumlanabilen
bir yalnızlık türü olarak bilinir. Peplau ve Perlman (1982), yalnızlığın bireyin
arzuladığıyla gerçek ilişkileri arasındaki farktan kaynaklandığını belirtir. Younger ise
yalnızlığı başkalarına duyulan özleme karşın tek başına olma hissi olarak ifade eder. O’na
göre yalnız, yalnızlık duygusunu amaçsızlık ve sıkıcı bir durum olarak deneyimler ve bu
durum insana amaçsız ve faydasız olduğu hissini verir (Younger, 1995: 59). Weiss (1973)
ise yalnızlığın, ayrılmanın tehlikelerinden korumak için bireyde olumsuz bir duygu
ortamı yarattığını ve böylece yakınlığı arttırıcı bir mekanizma işlevi gördüğünü belirtir.
Gündelik yaşantımızda yalnızlık, sahipsiz olmak, evi her gün anahtarla açmak, çayı
tek başına içmek, tek gezmek, bayramlarda “burası değil” ve telefonlarda yanlış
numaradır. Yalnız tek başına yaşayan ve bir yıl içinde arkadaşları ya da akrabalarıyla
aylık bir defadan daha az ilişki kuran kişiler olarak tanımlanmaktadır. Yalnızlık kimine
göre kimsesizlik kimisi için de tek başına kalmaktır. Yalnız, açıkça kendi başına olan kişi
anlamındadır. Ancak, birey fiziksel olmasa da yalnızlık hissini yaşayabilir ve bu hissi
rahatsız edici bir durum olarak algılayabilir. Bu açıdan birey bazen kendini kalabalıklar
içinde yalnız ve tanıdıklar içinde yabancı hissedebilir. Bu açıdan yalnızlık, yaşanan sosyal
ilişkilerin sayı ve sıklığıyla pek alakalı değildir. Hatta kimi zaman aynı ailenin üyeleri
bile yalnız oldukları için üzüntü duyabilirler. Yalnızlık olumsuz bir hissiyatı ifade etse de
insan bazen yalnızken de mutlu olabilir. Ancak, yalnızlıktan kastımız pek olumlu değildir
ve esas olarak kavramın anlamı insanların tek başlarınayken kendilerini yalnız
hissetmeleri ve bunu olumsuz bir deneyim olarak algılamaları şeklinde yorumlanabilir.
İnsan, yalnız olduğunun, doğadan ayrı olduğunun bilincinde olan ve kendini bir
başkası aracılığıyla gerçekleştirme arayışı içinde olan tek varlıktır. Bunun için Ortega
Yalnızlık
239
Y.Gasset yaşamayı, kökten yalnızlık olarak değerlendirir. Gerçekten de anne karnında,
bütünün bir parçası olarak, sarılıp sarmalanmayı, sınırsız bir hazzı yaşayan çocuk, sıkıcı
korku dolu bir deneyimle anne karnından ayrılırken yalnızlığını algılar. O. Rank, insanın
her zaman anne karnındaki sorumluluktan uzak, ilk hazzı aradığını ve anneden ilk
ayrılışla beraber yaşadığı yalnızlık kaygısını sürekli bilinçaltında taşıdığını belirtir. Ona
göre, kaygılarımızın kaynağı olan yalnızlık, doğduğumuz günden başlayarak, bizi rahatsız
eder (Rank, 2001: 57-58). İlk yalnızlık anlatısı kutsal metinlerde kovulmuşlukla beraber
karşımıza çıkar. İlk insanın, günahına karşılık olarak ödediği bir bedel olan yalnızlık eşini
bulmasıyla son bulur. Burada, sağlık, normallik ve affedilme yalnızlığın son bulduğu
birliktelik olarak görülmektedir. O evrensel bütünlükten kopma nasıl kötü görülmüşse,
yalnız olma da, bir günah gibi hor ve hastalıklı görülmüştür. Yalnız, birliği bozabilecek
bir potansiyel, farklı, düşünebilen, uyumsuz, toplumun günah keçisi, ismi konulmamış bir
kaçaktır. Dolayısıyla, ister laik ister dinsel olsun bütün mitoslar, fiestalar, bayramlar,
törenler aslında, insanı yalnızlıktan kurtarıp toplumla bütünleştirmenin yani onu tekrar
topluma bağlamanın yoludur. Peki sanat, eğlence, müzik ve çalışma topluluklarının bu
kadar iyi örgütlenmesine rağmen neden Durkheim’in dediği gibi bir bütünleşme yerine
çözülmelerle artan bir yalnızlıktan bahsediyoruz? Neden bayramlar, törenler, şölenler ve
kalabalıklar yalnızlığı gidermiyor?
Yalnızlığın Sınırları
Younger, yalnızlıkla çeşitli kavramlar arasında kapsamlı bir ilişki şeması
sunmaktadır. Bu şemada yalnızlık, yabancılaşmadan bağlılığa kadar ilerleyen bir dizge
içerisinde ilk adım niteliği taşımaktadır. Onun bu dizgesinde kavramlar olumludan
olumsuza doğru bir farklılaşmayı içermektedir. Yalnızlığın ilgili olduğu kavramlardan
biri sosyal yalıtılmışlıktır. Yalnızlık sosyal izolasyonla benzer özellikleri paylaşsa da
ondan farklıdır. Sosyal izolasyon yalnızlıkla tek bırakılmanın bir karışımıdır. Yalnızlık ne
deneyimleyen kişinin bir tercihi ne de diğerlerinin bir tavrı sonucunda oluşmayabilir.
Ayrıca, tek başına kalmak bir tercihi de ifade edebilir. Bütün bu terimler bir dizi üzerine
yerleştirildiğinde sosyal izolasyonun yeri, tek olmakla yalnızlık arasındaki bir yere
tekabül eder.
Younger, yabancılaşmayı da yalnızlıktan ayırt eder. Ona göre, yabancılıkla
yabancılaşma arasında bir yakın bir ilişki olsa da tam bir bağdan bahsedilemez.
Yabancılık kendini diğerlerine yakın hissetmemeyi ifade ederken yabancılaşma daha
derin bir kopmuşluk duygusunu ifade etmektedir. Younger yabancılaşmayı kendinden,
diğerlerinden, tanrıdan, doğadan ve dahası varoluş alanından ayrı olma deneyimi olarak
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2007 17 (1)
240
tanımlar (Younger, 1995: 57). Andersson, yabancılaşmanın yalnızlıktan daha acı verici ve
ciddi bir durum olduğunu ve dahası, kendini yabancı hisseden kişinin toplumdan kopmuş
olduğunu ve onun tekrar topluma kazandırılmasının zor olduğunu belirtmiştir (Anderson,
1986: 683-695). Yabancılaşma bu anlamda kendi bedeninde mülteci, sürgün durumuna
düşmektir. Bir anlamda dönüş umudunun yitirilmesi ve hiçbir yerde kendini evinde gibi
hissedemeyip hep yabancı olarak kalma duygusudur. Bu durumda, diğer insanlarla
aramızdaki mesafe daralsa da içimizdeki mesafede bir değişiklik olmaz. Çünkü yabancı
yaşadığı toplumda kendini sürekli seyirci olarak hisseder. Rokach da bireyin yalnızlık
deneyimi üzerinde derinlemesine düşünmeye başlamasından sonra kendine yabancılaşma
duygusunun ortaya çıktığını ve kendine yabancılaşma duygusunun kendinden,
benliğinden ve kimliğinden uzaklaşmanın yarattığı boşluk duygusuyla birlikte
hissedildiğini ifade etmiştir (Rokach 1988: 531-544). Yalnızlık, “benliği” inşa eden ait
olma duygusunu yıprattığından, güvensizlik ve huzursuzluğun yanı sıra, kötümserlik ve
bencilliğin de anasıdır. Bu duygular ise temelde yabancılaşma duygusuyla ilgilidir.
Psikoloji alanındaki çeşitli incelemeler içe kapanma duygusunu besleyen bu tür
yabancılaşma öğelerinin insanları kronik stres ve hastalıklara maruz bıraktırdığını
göstermektedir (Frager, 1996: 53).
Yabancılaşma hayatın anlamlandırılabilmesiyle yakından alakalıdır. Hayatı
anlamlandırmada ise sahip olunan ilişkilerin kalitesi büyük bir önem taşır. Çünkü kişinin
kendini anlayabilmesi ve sağlığı için başka birine ihtiyacı vardır Hayatı, hayal
kırıklıklarıyla dolu, boş ve anlamsız olarak değerlendirmede başkalarıyla kurulan
derinliksiz ve süreksiz ilişkilerin önemli bir etkisi olduğunu düşünüyoruz. Günümüzde
sosyal destek, sosyal statüyle alakalı olduğundan statü düştükçe yalnızlık da artmaktadır
(Torun, 1995: 17). Çünkü size gösterilen ilgi kadar kime ne kadar ilgi göstereceğiniz de
bulunduğunuz pozisyonunuzla alakalıdır. Mübadele ve tüketim mantığı insanlar arası
ilişkilere yansıdığından, insanlar, işe yararlılıklarına daha doğrusu statülerine göre
değerlendirilmektedirler (Jakoby, 1996: 177). Çünkü, çağımızın temel kurumu haline
gelen ekonominin işleyiş mantığı diğer bütün kurumlara yansımaktadır. Bu anlamda
yabancılaşmanın ve yalnızlığın temelinde modern kapitalizmin bireyci doğası
bulunmaktadır. Ekonomik değerlerin yükselişiyle birlikte bireyler, kendilerini ve
diğerlerini bir “nesne” gibi algılamaya başlamaktadırlar. Kapitalizmin gelişmesi ve artan
farklılaşmayla birlikte, mevcut ahlaki ve genel değerler silsilesinden farklı, çatışan
değerlerin ön plana geçmesi yalnızlık deneyimlerini arttırmaktadır.
Younger, yalnızlıkla alakalı olarak varoluşsal yalnızlık üzerinde de durmuştur. Her
insan ölümünü ve sonrasını düşünmeye başladığında varoluşsal yalnızlık hayatının bir
Yalnızlık
241
parçası olur. Younger, varoluşsal yalnızlığı bu dizgede ayrı bir bütün olarak ele almıştır.
Varoluşsal yalnızlık, insanın kendisiyle diğerleri arasındaki aşılmaz boşluktur. Bu boşluk
Yalom’a göre derin ve doyurucu ilişkilerde bile kaybolmaz. Bu dizgenin pozitif ucunda
ise ait olma, bağlı olma durumu bulunur. Younger bunu sonsuzluğa dokunma duygusu ve
diğerleriyle bir olma, bir bütünün parçası olma şuuru olarak tanımlamaktadır. Bunu,
benliğin sonsuzlukta diğerleriyle bir olma durumu olarak ifade edebiliriz. (Younger,
1995: 60). Bununla birlikte bu kavramların, nötr gibi algılansalar da, sonuçta deneyime
bağlı durumlar oldukları için daima öznel bir içerik taşıdıklarını unutmamalıyız.
Yalnızlık deneyimleri her zaman kötü olmayabilir Bazen insanlar yalnız
kalabilecekleri sakin bir ortam ararlar. Belirli durumlarda ise insanlar konuşma ihtiyacı
duyarlar ve sonra böyle davranmakla sık sık yanlış yaptıklarını düşünürler. Bazen de
insanlar kimseyle konuşmaksızın ama onlarla birlikte olmak suretiyle kendilerini daha
rahat hissedebilirler. Bu nedenle insanların ihtiyaç duydukları anlarda yanlarında
birilerinin olması daha olumlu karşılanmaktadır. O halde yalnızlık zorunlu bir durum ya
da terk edilmişlik değil de kişinin kendi seçimiyse güzel olabilir. Örneğin, yalnızlık
insanın bireyselleşmesi ve moral yükümlülüklerinin farkına varması açısından önemli bir
zemin sunabilir. İnsanın kendinin farkına varması ve kendisiyle dünya arasındaki
mesafeyi hissetmesi yalnızlığının bilincine varmasıyla alakalıdır. Yalnızlığı olumlu
sonuçlar yaratabilecek bir araç olarak değerlendiren Younger (1995), insanların
başkalarını tanımaya ihtiyaçları olduğunu ama kendilerini tanıma konusunda aynı çabayı
harcamadıklarını ve dolayısıyla yalnızlığın buna imkân sağlayabileceğini belirtir. Ona
göre insanlar negatif duygu ve düşüncelerini saklayan gizli yanlarını bilme ihtiyacı
duyarlar (Younger, 1995: 58-60). Bu bağlamda yalnızlık bir yönüyle kendini bilme diğer
anlamda ise kendinden kaçmadır.
Bu açıdan inzivayla yalnızlık arasında görünüş benzerliği olsa da ciddi bir nitelik
farkı vardır. İnziva, yalnızlıkla alakalı bir kavram olmakla birlikte daha iyimser bir
anlama sahiptir. Rokach, sakin bir yere çekilmenin geçici olarak ferahlatıcı ve
sakinleştirici bir durum olduğunu ve hatta yalnızlıkla başa çıkmada yararlı olduğunu
söyler (Rokach 1990: 39-54). Richard Sennett “yalnız olmayı beceremeyen birinin
başkalarıyla birlikte olmayı da beceremeyeceğini belirtir. Windriver ise, belirli bir
bölgedeki yerleşik sakinler üzerinde yaptığı incelemede bireylerin diğer insanlarla
karşılıklı bir ilişkiyi istemeyebileceklerini ve bunun iyi olabileceği durumları örneklerle
belirtmektedir. (Windriver, 1993: 15-21).Hatta tercih edilen ve intihara yol açmayan bir
yalnızlık ya da münzevilik yaşam tarzında olumlu bir değişimi de yaratabilir. O. Paz, bu
anlamdaki yalnızlığı “arınma” olarak görür. Bu tür bir tercihte bulunan insanlar diğer
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2007 17 (1)
242
insanlarla belirli bir fiziki ve ruhsal mesafede bulunarak sınırlı bir etkileşim
yaşadıklarından hayatlarını radikal bir şekilde değiştirebilirler. Ayrıca, daha az acı
hissettiklerinden daha hoşgörülü ve daha kabullenici de olabilirler. Bu bağlamda,
yalnızlığın aksine inziva, bireyin enerjisini yenileyen ve ona yaratıcılık konusunda zaman
kazandıran hoşnutluk verici bir deneyim olarak tanımlanabilir.
Tecrit edilmiş bir çevre, yalnızları büyük ve kötü bir dünyanın bir parçası olmaktan
ve ayrıca sıkıntı ve acılardan da koruyabilir. Ayrıca, yalnızlığın ilham kaynağı olduğu
konusunda çeşitli örnekler de vardır. Bu anlamda yalnızlık keşfedici bir duruştur.
Özellikle yaratıcı sanatçı ve entellektüellerin üretken bir iklime girebilmek için sakin,
kendi kendileriyle baş başa kalabilecekleri ortamlar oluşturdukları bilinmektedir.
Örneğin, Pablo Picasso sanatsal yaratıcılığı kastederek “hiçbir şeyin yalnızlık olmadan
olamayacağını” vurgular. Ayrıca, Browning de “dehayı yalnızlığın çocuğu” olarak
niteler. Boşuna değildir bu sözler. İnziva çeşitli din ve kültürlerde kendini bilmenin bir
tekniği olarak kullanılmıştır. Nitekim, peygamberlerin, azizlerin yaşamları, Sokrates’in
içe bakışı, Eflatun’un mağarası, Dante’nin ve Buddha’nın yaşamı bu örneklerin sadece
bazılarıdır. Sokrates’ten beri “kendini bilme” aristokrat bir tavır olarak yüceltilmiş ve
dinin etkisiyle derinleştirilmiştir. İnzivayı yalnızlıktan ayrı kılan nitelik dini deneyimdeki
Tanrı inancıyla yakından alakalıdır. Bu açıdan geleneksel yaşamın Tanrı inancı geçmiş
toplulukların yalnızlık algısını engellemiş olabilir. Ayrıca, din, tedavi edici bir etkinlik
olan kendini bilmenin söylemini belirleyerek bireyin yalnızlık deneyimlerini, kendini
kontrol etmeye ve direnç deneyimlerine dönüştürmüştür (Foucault, 2001: 141). Ayrıca,
din, yüceltme mekanizması sağladığından yalnızlık ve buna ilişkin kayıp gibi sıkıntı
verici durumlarla başa çıkmada önemli bir zemin sunar. Ancak, dini etkinliğin modern
dünyada, derinliğini kaybetmesi, yalnızlık deneyimlerinin olumlu benlik uğraşısına
dönüştürülerek kullanılmasını engellemiştir.
Görüldüğü gibi yalnızlık deneyimlerine verilen anlama göre onun olumsuz veya
olumlu algılanması söz konusu olabilmektedir. Bunda toplumun değerler dünyasının
önemli bir yeri vardır. Örneğin inziva Batı toplumundaki biri için dayanılmaz olarak
görülebilirken Doğu da böyle görülmeyebilir. Yine yalnızlık Akdeniz kültürleri gibi
bireysel mesafenin dar ve ilişkilerin yakın olduğu ortamlarda genel olarak terkedilmişliği,
kimsesizliği çağrıştırırken Batı toplumlarında, bireyleşmek, kendi ayakları üzerinde
durmak anlamlarına gelir. Bu bakımdan yalnızlık deneyimlerinin kültürel dünyadaki
anlamlarının toplumdan topluma ve aynı toplumda da zamandan zamana farklılık
gösterebileceğini unutmamalıyız.
Yalnızlık
243
Yalnızlık İz Bırakır
Yalnızlığın, insanın en derin korkulardan biri olması, onun toplum içinde yaşamak
istemesinin, ruhsal sebeplerinden biridir. Her ayrılık, bir yalnızlık korkusudur. Gerek
kendimizle ve ailemizle gerek çevremizle ve yurdumuzla, gerekse geçmişimiz ve
inançlarımızla olsun, yaşadığımız her kopma aynı vurgun duygusunu yaratır. Doğduğu
anda hayal kırıklığını yaşayan insan, anne rahminden ayrılırken, aslında o evrensel
bütünlük ve birlikten de koparak, yalnız ve tek başına kalmanın derin acısını hisseder. Bu
nedenle, aslında her ayrılık ve yalnızlık, ilk acımızı hatırlatan bir deneyimdir (Fromm,
1998: 5). Dolayısıyla her özerk olma çabası ve her yenilik bir kopuş ve bir yalnızlık algısı
olabilir. O. Paz, bunu, suçluluk ve acıyla karışık bir öksüzlük duygusuna benzetir (Paz,
1999: 69-71).
Yalnızlık yıkıcı bir kısır döngüye yol açar ve yalnızlık arttıkça birey de
anormalleşmeye, dibe vurmaya devam eder. Lynch, yalnızlığın acıya zemin hazırladığını
ve en hafif türünde bile önemli bir rahatsızlık hissi oluşturduğunu belirtir (Lynch, 1977:
20). Yalnızlık bu anlamda bataklığa benzetilebilir ve insan ondan kurtulmaya çalıştıkça
daha fazla batabilir. Çünkü, kişinin yalnızlıktan kurtulma çabaları suni bir yapıya
bürünerek diğer insanlarla ilişkisini baltalayabilir. Bu nedenle pek çok dostluk ya da
evlilik bir kişinin diğerini yalnızlığa karşı kalkan olarak kullanması nedeniyle
başarısızlığa uğrar (Yalom, 1999: 19-20).
İnsanlar hep topluluklar halinde yaşamışlardır. Bu nedenle, insanın sosyal bir varlık
olduğu gerçeği, hücrelerine kadar işlemiştir. Yalnızlık ise bunun bir olumsuzlamasını
içerdiğinden insanın kendisini işe yaramaz, yalıtılmış ve amaçsız hissetmesine yol açar.
Yalnız biri için yaşam, çekilmez ve bayağıdır. Yalnızlık, gerçekleşmeyen sosyal ve
duygusal beklentiler sonucunda oluşan bir boşluk duygusu şeklinde hissedilebilir. Bu
durumda yalnızlık, bireylerin katlanmak durumunda kaldıkları iç karartıcı, rahatsızlık
veren yabancılaştırıcı bir parçalanmışlık duygusudur. Patolojik bir yalnızlık, sarsıcı ve
korkunç bir deneyimdir. Dolayısıyla yalnızlık üzerine konuşulurken basit bir problemmiş
gibi çözümler sunulamaz. Gerçekten de yalnızlık dipsiz, yaralayıcı bir ruh uçurumudur ve
azaltılsa da yok edilemez (Rokach, 1990: 41). Bu duygunun yaşandığı anlarda insan
kendini sanki dünyada tek başına kalmış ya da bir uçurum boşluğundaymış gibi hisseder
ve yaşama isteğini kaybeder. Bu anlamda yalnızlık bir insanın yaşamını karartabilecek
yeterliliktedir. Bu nedenle var gücümüzle yalnızlığımızı aşmaya, gruplara, kalabalıklara
katılmaya çalışır, diğerine ihtiyaç duyarak evlenmeye, arkadaş sahibi olmaya çalışırız.
Belki de bu nedenle terk edilme, hapsolma korkusunu hisseder, dar alan fobisini yaşar ve
belki de bu nedenle kurallara uyup medeniliği oluşturabiliyoruz.
F.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi 2007 17 (1)
244
Yalnızlıkla İlgili Sosyal Değişkenler
Yalnızlık birçok sosyal değişkenle yakından alakalıdır. Bu durum yalnızlık
sürecindeki neden – sonuç ilişkisini anlamada zorluklara yol açmaktadır. Kavramların iç
içe geçtiği bu kadar karmaşık bir ilişkide söz konusu kavramların yalnızlığın bir nedeni
mi olduğu yoksa onun bir sonucu mu olduğunu söylemek zordur. Örneğin depresyon
yalnızlığın hem nedeni hem de bir sonucu olabilmektedir. Bunların bazısı aynı anda
meydana geliyor olabilir veya bu kavramlar bir neden veya bir sonuç ilişkisi içerisinde de
olmayabilir ve ilişkisiz bir birliktelik de görülebilir. Örneğin, mahrumiyet, mağduriyet
gibi depresyona yol açan ama bir sonuç şeklinde de ortaya çıkmayabilen durumlar
olabilir. Yine yalnızlığın intihar ya da yaşamı radikal şekilde değiştirme gibi değişik
sonuçları olabilir, ama bunlar birer neden de olmayabilirler. Bununla birlikte çoğu neden
bir sonuçla birlikte de karşımıza çıkabilir ve dolayısıyla hangisinin etken hangisinin
sonuç olduğunu bilemeyebiliriz. Örneğin bir bireyin ruhsal değişiminde yalnızlığın mı
yoksa başka faktörlerin mi önce geldiğine karar vermek çok zor olabilir. Yalnızlıkla ilgili
durumlar yalnız kişinin durumuyla veya onun karakteriyle alakalı olabilir. Bu sorun
durumsal veya kişilikle alakalı olabilir. Yalnızlığın durumsal nedenleri içinde sosyal
ilişkileri tahrip eden ölüm ve medeni halle ilgili değişkenler yer alabilir.
Araştırmalar, sıklıkla evli insanların daha az yalnız olduklarını belirtirler. Bununla
birlikte evli insanlar da yalnız olabilmektedirler ( Weiss 1973, Lynch 1977, Berg 1981,
Creecy 1985, Sears 1991, Carr and Schellenbach 1993). Eğer eşler arasında sevgi yoksa
yıllar sonra yalnızlık duygusu bir karabasan gibi gelebilir. Yine sevgisini kaybeden
çiftlerde veya terk edilen bireylerde de yalnızlık duygusu zamanla artar. George Sand;
“sevilmeyen bir insan her yerde ve her şeyde yalnızdır” der. Özellikle sevdiklerinden
ayrılanlar yalnızlık literatüründe önemli bir yer tutar. Ayrıca, hem kadınların hem de
erkeklerin yalnızlıklarında eşlerinin vefatı ve aile değerlerindeki çözülmeler çok
önemlidir. Mahrumiyetin en uç şekli bir yakının kaybı esnasında yaşanır ve bu derin bir
yalnızlığa yol açabilir. Kadınlar daha fazla bağlılık ve şefkat hislerine sahip olduklarından
bu gibi durumlarda erkeklerden daha fazla yalnızlık hissine sahip olurlar (Creecy 1985,
Rodgers 1989, Rokach 1989, Acorn and Bampton 1992, Holmen 1992, Carr and
Schellenbach 1993, Dugan and Kivett 1994, Addington-Hall 1995).
Yalnızlıkla ilgili diğer araştırmaların önemli bir kısmı bireysel faktörler veya yaş
gibi insanları yalnızlığa maruz bırakabilecek durumlar üzerinde yoğunlaşmaktadır.
Yalnızlık deneyimini diğerlerinden daha fazla hissedenler ergenler ve yaşlılardır.
Yalnızlık simgesi olan “narcissus” aynı zamanda ergenlik simgesidir. Bu anlamda, ilk kez
ergen yaşta tekliğimizin farkına varırız (Ryan and Patterson 1987, Roscoe and Skomski