• • VAHIY VE PEYGAMBERLIK KURAMER
İstanbul29 Mayıs Üniversitesi Kur'an Araştırmalan Merkezi Yayınları
KURAMER Yaymum: 33 Vahiy ve Niibiivvet Serisi: 2
VAHİY VE PEYGAMBERLİK
Proje Sorumlusu/Editör Yusuf Şevki Yavuz
Yayın Koordinatörü M. 1\ıran Çalışkan
imla, Transla-ipsiyon ve Dizin Zeynep Sülün Kan
Kapak ve Sayfa Tasarımı Furkan Selçuk Enargin
Basım ve Cild: Asya Basım Yayın Sanayi Tic. Ltd. Şti. Tevfikbey Malı. Halkalı Cad. No: 162/7 Küçükçekmece İstanbul . Tel: 0212 693 00 08 Sertifika No: 36150
Birinci Basım: İstanbul, Ağustos 2018 ISBN 978-605-9437-27-1
C Her hakla mahfuzdur.
Yayıncının izni olmadan hiçbir yoUa çoğalnlamaz. Kaynak gösterilmek şartıyla iJ.:tibas edilebilir.
KURAMER isıanbul29 Mayıs Üniversitesi Kur'an Araşnnnalan Merkezi Kısıklı Cad. Haluk T"urksoy Sok. No: 4 Kat: 2 Osl,üdar/isıanbul Tel: +90 (216) 474 08 60/1910 www.ku.ramer.org
K~lamda Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve
Prof Dr. Yusuf Şevki Yavuz*
Allah ile insanlar arasında vuku bulan ilişki ve iletişim, iligili kaynaklarda peygamberlik (nübüvvet), peygamber (nebi, resul) vahiy, Uham gibi belli başlı kavramlarla ifade edilir. Allah'la insanlar arasında gerçekleşen ilişki ve iletişime dair kelarncıların görüşlerine geçmeden önce bu kavrarnların açıklanması uygun olacaktır.
Peygamberlik (Nübüvvet-Risalet) Yukarıda belirtildiği üzere peygamberlik Arapça'daki nübüvver ve risa
let kelimelerinin Türkçe karşılığıdır. Kelarocılara göre nübüvvet ve risa.Ietin hakikatini, Allah'tan vahiyler almak ve bu sayede gayb aleminden haber vermek teşkil eder. 1 Başka bir ifade ile belirtmek gerekirse nübüvvet ve risa.Iet Allah'tan haber verip O'nun elçiliğini yapmak, Allah'a· giden yolu göstermek veya "Allah' ın insanlara tebliğ etmesi için elçi olarak seçtiği kuluna buyurklarını öğrermesi ve onları insanlara iletmesini emretmesi" demektir.2 Müslüman
•
2
Marmara Üniversitesi İlahiyar Fakültesi Öğretim Üyesi, KURAMER Biliı:n Kurulu Üyesi . Zemahşeri, e/-KeJJafi IT, 733, IV, 506; TUfi, e/-İntüaratii'l-İslamiyye, thk. Silim b. Muhammed el-Karnl, Riyad 1419, I, 252. Cüveyni, el-'A~Idetii'n-Ni?Amiyyt, thk. Muhammed eı-Zübeydi, Daru Seblli'r-reş3d, Beyrut, 142412003, s. 216-217; Ebu Bekir İbnü'l-Arabi, ei-'Avasım mine'l-l;ıavdhm, s. 180.
.. 361
.. Vahiy ve Peygamberlik 362
ilimler peygamberliğin hikmetini şöyle açıklar: Allah'ın bilği ilietebilen bir
varlık olarak yarattığı insanları sadece bu yetenekleriyle baş başa bırakmadan
aralarından seçip vahiyler indiediği elçileri aracılığıyla onları, akıllarıyla bile
mekten aciz oldukları duyu ötesi varlık alanı ve ahiret alemi hakkında bilgi
lendirmek, hem dünyada hem de ahirette kurtuluş ve mutluluğa ermelerini
sağlayacak olan hidayet yolunu onlara göstermek.3 Kur'an'da geçen nübüvvet
ve risilet kavramları Türkçe'de Farsça kökenli olan ve ikisinin anlamını birleş
tiren peygamberlik kellmesiyle karşılanır.
Mu rezili ve Sünni kelam kaynakları incelendiği takdirde nübüvvet ve risa
let kavramları arasında ayırım yapan alimierin bulunduğu göriilmekle birllkte4
her ikisini de içine alacak şekilde bunu aynı anlamda kabul edenlerin de var
olduğu görülür. Abbad b. Süleyman (ö. 250/764) gibi bazı Muteziü kelamcılar
nübüvvet ve risilet arasında ayırım yapmıştır. Buna göre nübüvvet, hakikati
benimseme ve salih amel yapmanın bir müillatı olup bunun sonunda Allah
nezdinde yüksek bir konumu hak etmek ve buna layık olmakla gerçekleşir. Bu
ayırımı yapanlar açısından bakılınca nübüvvet, övülme ve mükafatın hak edil- .
diği yüksek bir konuma erişmektir. Risaletin, nübüvveti de -kapsayan daha ge
nel bir elçilik görevi olduğunu kabul edenler bulunduğu gibi Qühüvveti genel,
risaleti daha özel bir elçilik görevi olarak değerlendiren ilimler de mevcut
tur.5 Bu yaklaşım açısından bakılınca risalet nübüvveti kapsar, fakat nübüvvet
risaleti kapsamaz. Nübüvvetle risalet arasında fark gözerenlere göre risllet,
Allah'ın kullarından dilediğine yüklediği ağır bir görevdir ve soruinlu kılınan
kişinin bunu hak etmesi gerekmez.
Marurlcü (ö. 333/944) ve Fahreddin er-Razi (ö. 606/1210) gibi Sünni
kelamcıların6 yanı sıra Ebu Ali el-Cübbai (ö. 303/916) gibi bazı Murezili ilimler nübüvvet ve risiletin, benimsenen bir inanç ve yapılan herhangi bir iyi
3 Mahmud Şükri el-AIUsi, ed-Delô.ilu'l-'a~liyye 'alô. gatmi'r-risô.leti'l-Mu~anımediyye, chk. Hüseyin Ahmed Ali en-Necdi, Mecelleru'l-hikme, 1427 sy. 32, s. 405.
4 Nureddin es-SabWıi, el-Mü>ıte~ min 'iimeti'l-enbiyô., s. 90. 5 Ayni, 'Umdetii'l-~n", I, 19; İbn Teymiyye, el-lman, thk. Muhammed Nasıruddin el-El
bam, el-Mektebetü'l-İslfunl, Arnman 1416/1996, s. 12, 375; İbn Ebu'l-İz, Şerbu'l-~ideti'~-Ta~aviyye, thk. Şuayb el-Amaut-Abdullah b. Muhsin et-Türki, Müessesetü'r-Risale, Beyrut 1417/1997, ll, 488.
6 Maruridi, Te'vilô.tii'l-l~ur'dn, Vll, 469; Fahreddin er-Razi, Mefoti~u'l-ğayb, VITI, 87, XVlll, 89; Am.idi, Gô.yetii'l-mer~m fi 'ilmi'l-ktliim, chk. Hasan Mahmud Abdüllatif, el-Meclisü'l-a'la li'ş-şuuni'l-İslamiyye, K.aru.re, s. 317.
Kelimda Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 363
arnelin karşılığı olmaksızın Allah' ın, bir insanı seçip ona vahiyler indirmek suretiyle elçilik görevi vermesiyle vuku bulan bir mevhibe olduğunu kabul eder.7
Çünkü Allah'ın bir insanı elçi olarak seçmesi o!la büyük bir lüt:u.fta bulunması anlamına gelir. Nitekim "Lütuf Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir"8 buyur~ası da vahyin hem insanlara hem de peygamberlik görevi verdiği kişiye lüt:u.fta bulunduğunu kanıdar.9 Maturicü buna şu delili de ilave eder: Şayet peygamberlik yapılan iyi arneller sonucu hak edilen bir görev olsaydı çocukluk döneminde Hz. Yahya'ya peygamberliğin verilmesi söz konusu olmazdı. Oysa Kur'an'da ona çocukken hikmetin verildiği belirtilmiştir10 ki bu peygamberliğin yalnızca ilaru bir lütuf olduğunu gösterir. 11
Nebi ve Resul (Mursel) "Allah elçisi olarak seçilmiş kişi" anlamına gelen ne bi ve resul kavramları
yerine Türkçe'de, Farsça kökenli olan peygamber tabiri kullanılır. Kur'an'da ise Allahelçisi karşılığında nebi, resul ve mursel kavramlarına yer verilir. Nebi, sözlükte ".h-aber veren", "yol" (tarik), "konumu yüksek olan" gibi anlamlara gelir. Resul de elçi demektir. Peygamberin en temel vasfı Allah'tan vahiy almaya elverişli olmanın ötesinde bu göreve layık rıJ.hl bir yapıya ve kapasiteye sahip bulunmasıdır. Sünni .3.limlere göre Allah vahiy indirdiği peygamberlerin, rıJ.hl bir meleke olan akl1 kapasitelerini arttırır, bu sayede onların vahiy alması mümkün hale gelir.12 Bu açıdan bakılınca resul (veya mursel) ile nebi arasında bir farkın olmadığı söylenebilir. Çünkü mursel olmayan bir nebiden söz edilerneyeceği gibi haber verme anlamı hem resul hem de neb! kavramlarında mevcuttur. Resul kavramı aslında reslıllullah kelimesinin kısaltılmış şeklidir ve din dilinde Allahelçisi karşılığında kullanılır. N ebi ise haber vermek anlamındaki nubıYet (ö~ r.i) kökünden türemiş olup "Allah'tan haber veren
7 Eş'ari, Mal;Wlıitii'l-İslômiyyin, nşr. Na!m Zerıur, el-Mekreberü'I-Asriyye., 1426/2005, I, 180, II, 33:4; Ebu Bekir İbnü'I-Arabi, ei-'Avasım mine'l-~vasım, rhk. Aınmar Tilibi, Mekteöerü Dan't-türas, Kahire, s. 37; Fahreddin er-Razi, Mejatfbu'l-gayb, XXli, 17; Amidi, .Gdy!tü'l-meram, s. 320.
8 Al-i İmıin 3/73. 9 Maturidi, Te'vilatii'l-Xur'an, VITI, 352 .. 10 Meryem 19/12. ll Maruôdi, Te'viltitii'l-Xur'tin, IX, 123, 148. 12 Fahreddin er-Razi, Meftitibu'l-ğayb, II, 4.
.. Vahiy ve Peygamberlik 364
kişi" demektir. Bir diğer görüşe göre ise nebl yüksek makam· sahibi olmak ve
yücelik anlamına gelen nübüvvet (ör.i) kökünden rürentiş olup yüksek makam
sahibi veya yüce kişi demektir. Bir başka görüşe göre ise nebi "nby" kökünden
türemiş olup (Allah'a ulaştıran) yol manasına gelir. Bunlar içinde Allah'tan
haber veren elçi anlamı öne çıkar. Zira Kur'an'da Allah Teala'nın bağışlayıcı
ve merhamet sahibi bir varlık olduğunu kullarına haber vermesinin Hz. Pey
gamber' e emredilmesi13 örneğinde görüldüğü gibi pek çok yerde haber verme
anlamına vurgu yapılmaktadır.
Mutezili kelamcıların çoğunluğuna göre nebi ve resul öyle bir insandır
ki en yüce ahlw davranışları yerine getirir, iyilik yapar, kötülüklerden uzak
kalır ve her zaman bu çizgide yaşamaya özen gösterir. Bu ilimiere göre terim
anlamı itibariyle ve Allahelçisi olmak açısından aralarında hiçbir fark yoktur.
Her ikisi de dinde özel bir yücelik ve yüksek bir konumu ifade eder, bu da
elçiliğini yapmalarından örürüdür. Çünkü nebl ve resul Allah elçiliği görevini
yerine getirmeyi kabul edip üsdenntiş, bu uğurda ortaya çıkan musibedere
sabretmiş, her yönüyle insanlara örnek olmuş ve iman edenler de ona tabi .
olmuşrur. 14 Mutezile ilimlerinin çoğunluğuna göre her resul nebldir ve her
nebl de resuldür.15 Çünkü Kur'an'da nebinin mürsel olduğu (irsal) dile getiril
miş, Hz. Peygamber'e hem resul hem denebi olarak hitap edilmiştir. 16 Nebl
olan insana Allah elçisi anlamında resUl, resul olan kişiye de Allah'tan haber
veren manasında nebl demek mümkündür, her ikisi bir peygamber hakkında
kullanılır, bu sebeple de anlam itibariyle bunlar birbirinden ayrılmaz, çünkü
"irsal" fiili Kur'an'da hem nebi hem de resul hakkında kullanılmıştır. 17 Bütün
bu kanıtlar, ikisi arasında bir fark bulunmadığını gösterir. 18 Mü teaahir dönem
M tirezile ilimlerinden Zemahşeri ise resul ile neb! ~asında fark olduğunu ka
bul ederek mensup olduğu mezhebin görüşünden farklı düşünmüşrür. 19
13 el-Hicr 15/49.
14 Kadi Abdulcebbar, Şerbıı'l-uiuli'l-gamse, thk. Abdilikerim Osman, Mekı:ebetü Vehbe, Kahire 1384/1965, s. 567; Fahreddin er-lllii, Mefatibu'l-ğayb, Daru'l-kütübi'l-ilmiyye, Beyrur 1421/2000, XXIII, 43.
15 Fahreddin er-lllii, Mefatibıı'l-ğayb, XXI, 198.
16 el-A'ıif7/94, 157, 158; el-Ahzab 33/45; el-Maide 5/41, 67; en-Nisa 41170.
17 en-Neml 27/45; eş-Şuara 26/123-125; el-Hac, 22/52; Kadi Abdulcebbftr, a.g.e., s. 568.
18 Fahreddin er-Razi, Mefatibu'l-ğayb, XXIII, 43.
19 Zemahşeri, el-Ktff!if'aıı ba~ai~ı't-te'vil, Daru'l-kitabi'l-Arabi, Beyrur 1407, ID, 164.
Ketarncia Peygamberlik ve Vah.iyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 365
Ehl-i Sünnet'in yanı sıra İmamiyye Şiası'na mensup alimler0 ise genelde resul ile neb1 arasında ayırım yapmıştır. Sünni çoğunluğun kabulüne göre21 resul Allah' ın, insanlar arasından seçtiği ve vahiyyoluyla hem yeni bir kitap hem de bir şeriat verip bunu tebliğ etmek ve uygulamakla görevlendirdiği, böylece geçmiş peygambere verilen şer:iatın bazı hükümlerini yürürlükten kaldırınakla yükümlü kıldığı ve elinde mucizeler yarattığı elçi;22 neb1 ise insanları Allah'ın kitap ve şeriat vahyettiği resUlünün dinine davet etmesi için doğrudan doğruya veya melek vasıtasıyla vahiyler indirerek görevlendirdiği elçidir. Buna göre her resul nebidir, fakat her nebi resul değildir.23 Bununla birlikte Sünnuer içinde, resul ile nebi kavramlarının insanlara gönderilen peygamber anlamına geldiğini, dolayısıyla her iki kavramın eş anlamlı olup aralarında terim anlamı bakımından herhangi bir farkın bulunmadığını kabul eden 3.limler de vardır. Ebu Hanife (ö. 80/148) bunların başmda yer alır. Ayrıca Ali b. Osman el-Üş1 (ö. 575/11 79), İbnü'l-Humim (ö. 861/1457) gibi bazı Maruridllerin yanı sıra Cüveyni (ö. 478/1085), Seyfeddin el-Amidi (ö. 631/1233), Azududdin el-'İci (ö. 756/1355) gibi bazı Eşariyye kelamcıları da aynı görüştedir.24 Farklı bir yaklaşım olarak Allah'ın, Cibril vasırası olmaksızın kendisine rüyada veya Uhamlar vasıtasıyla vahiyler indirip bunları başkasına tebliğle görevlendirmediği bazı kimselerin de nebi olduğu ve neb1 kavramınnın böyle bir anlamı da içerdiği bazı 3.limlerce ileri sü.rülmüştür.25 Ancak bu yaklaşımı nchllerin insanlara elçi olarak gönderildiğini hUdiren ayeclerle26 bağdaştırmak mümkün değildir. Gerek nebi gerekse resul adı verilen peygamberler insanlara dünya ve ahirete
20 Şeyh Müfid, Evôilıı'l-ma/pllat, el-Marbaarü'l-haydariyye, Necef 1398/1978, 409. 21 Abdülkahir el-Bağdadi, el-Far~ beyne'l-fira~, Da.ru'J-af.iki'l-cedide, Bcyrur 1977, s. 332; Fah
rcdd.in er-Razi, Mefôıibu'l-ğayb, XXIll, 43-44; Ali b. Sulran el-Kan, l}av'ıı'l-me'ôli ıerbu Btd'i'l-emôli, ı:hk. Haldfuı Ali Zcynelabidin, Daru'I-Beyruô, Dımaşk 1432/2011, s. 77.
22 Maruridi, Te'vilatii'l-.((ıır'an, I, 144-145. 23 Ayni, 'Umdetii'l-/piri., XV, 221. 24 Ali b. Sulran el-Kici, l)av'ıı'l-me'tili Jerbıı Bed'i'l-emali, thk. Haicltın Ali Zeynelabidin,
Daru'I-Beyruô Dımaşk 1432/2011, s. 77; a.mlf., Minebıı'r-rav4ı'l-ezher fi Jerbi'I-Fı~hi'l-ekher, chk. Vebi Süleyman Gaveci, Daru'l-beşilii'l-İslamiyye, Beyrut 1419/1998, s. 179; Muhammed b. Abdurrahman ei-Hurneyyis, Uiıilıı'd-din 'iııde'l-imanı Ebi Jfanifo, Daru's-Surney'i, Riyad 1416/1996, s. 467-468.
25 Ali b. Sulran el-K.ari, l}av'ıı'l-me'ali wbu Bed'i'l-emôli, s. 77; Ebu'I-Kisim ei-Bekri, Mııgtaianı Şerbi'l-Bekri 'ala Bed'i'l-ema/1, thk. Haicltın Ali Zeynclabidİn, Daru'l-Beyruô Dı.m.aşk 1432/2011, s. 75; Muhammed b. Abdurralunan ei-Humeyyis, Uiı1/ıı'd-din 'inde'l-imam Ebi Jfanifo, s. 468-470.
26 el-Bakara 2/213; en-Nisa 4/163.
.. Vahiy ve Peygamberlik 366
dair yararlı işler yapmayı öğretip emreder, kötülük yapmaktan sakınd.ırır. Bütün peygamberlerin, Allah'tan alıp tebliğ ettikleri vahiyler bir birini teyit edip tamamlayıcı bir mahiyet arz eder.
Resul ve nebl kavramları hakkında kaynaklarda verilen bilgiler dikkate alındığı takdirde risalede nübüvvetin yanı sıra resul ile nebl arasında ayırım yapmanın isabetli olmadığı söylenebilir. Çünkü Allah'ın buyruklarıru insanlara iletip uygulamakla görevlendirilen resUlün özellikleri ile nebtnin nitelikleri arasında belirgin bir farkın bulunmaması bunu kanıtlar. Nitekim .Kad1 Abdulcebbar (ö. 415/1025) gibi bazı alimler reswü, ilahi risalet göreviyle görevlendirildiğini bilen, bu görevi gereğine göre yerine getirmeyi taahhüt edip kabul eden, zorluklarına göğüs gerip yapılan saldırılara karşı koyan ve sabreden, Allah elçisi olduğuna dair mucize gösteren, yapuğı görevle uyumlu en yüksek ahiakl tutum ve davranışları gerçekleştiren, buna mukabil göreviyle uyuşmayacak nefret etticici eylemlerden sakınan yüce bir insan diye nitelemişlerdir. Allah Teala böyle bir insana risalet görevini yükler ve reswü olarak seçip görevlendirir. IG.dl Abdulcebbar'a göre aynı özelliklerin nebüer için de gerekli görülmesini dikkate alarak nebl ile resul arasında bir fark bulunmadığını ve dolayısıyla insan türü açısından risalede nübüvvetin yanı sıra resul ile neblnin eş anlamlı kavrarnlar olduğunu söylemek mümkündür. Ayrıca ona göre Kur'an'da yeni bir kitap ve şeriat verilen ve verilmeyen peygamberlerin hem nebl hem de resul olarak nitelencli.rilmeleri, nebl ile resul arasında .bir fark bulunmadığını gösteren açık bir karuttır.27
Başta Cibril olmak üzere melekler de insanlar gibi Allah elçiliği yapuklarından onlar da Kur'an'da resul ve rusül tabirleriyle nitelenir.28 Aslında bu kullanım, resul kavramırun her iki tür için sözlük anlamındaki elçi .manasına geldiğine, nebl kavramının ise yalnızca insanlardan seçilen elçileri belirtmek için kullarııldığına dair bir işaret kabul edilebilir. Nitekim Kur'an'da son peygamber Hz. Muhammed'in Allah'ın reswü olarak nitelenmesinin hemen ardından ne-
. . bilerin sonuncusu olduğu belirtilmiştir.29 Bu da görüşümüzü teyit etmektedir. Buna görenebi Allah'ın yalnızca insanlardan seçip gönderdiği elçileri, resul ise hem insan türünden hem de insan türü dışından görevlendirdiği elçileri ifade
27 el-Bakara 2/213; el-Ankcbiır 29/27; cs-Saffiit 37/114-117; d-Hadld 57/226.
28 et-Tekvir 81/19; el-Hac 22/75; Fanr 35/1. 29 d-Ahzab 33/40.
ICelarnda Peygamberlik ve Vahiyle İlgiU Kavramsal Çerçeve .. 367
eder. Şayet resul kitap ve şeriat verilen peygamber anlamına gelseydi resul olarak nitelenen son peygamber Muhammed aleyhisselamın resullerin sonuncusu olması gerekirdi. Halbuki onun resullerin değil nebtlerin sonuncusu olduğu bildirilmiştir. Bu konuya temas eden söz konusu ayeti tutarlı bir yoruma tabi tutmak, ancak bu şeküde mfulıkün olabilir. Çünkü Allah'ın meleklerden olan resUlleri bu görevlerini sürdürmeye devam etmektedir. Ayrıca kendisine kitap veya şeriat verilineyen ve şeriat sahibi olan peygamberlerin dinine davet etmekle görevlendirilen İsmail, Harun, Lutı0 gibi peygamberlerden Kur'an'da hem nebi hem de "resUl" diye söz edilmesi bu kavramların, insanlardan seçilen elçi, yani peygamber anlamına geldiğini kanıtlar.
Sözü edüen bu deliller dikkate alınınca Sünni kaynaklardaki yaygın anlayışın aksine her neblnin resul olduğunu, buna mukabil her resUlün nebi olmadığını söylemek gerekir. Oysa Sünni literatürdeki anlayışa göre her resul nebidir ve fakat her nebi resul değildir. Ehl-i Sünnet llimlerinin, resul ile nebi kelimelerinin atıf harfiyle birbirinden ayırt edüdiği "Senden önce hiçbir resul ve nebi göndermedik ki vahiyleri telaffuz edip okuduğu zaman Şeytan onun okumasına başka sözler atmış olmasın, bunun ardından Allah Şeyran'ın attığı sözleri siler, sonra da ayetlerini sağlamlaştırır"31 mealindeki ayede, ayrıca resUllerin 315, nebilerin ise 124 bin veya 224 bin sayısına ulaştığını belirten hadis rivayederiyle32 de istidlal ederek resille şeriat veya kitap verilen peygamber,33 neb!ye ise şeriat veya kitap verilen resUlün dinine insanlan davet etmek üzere vahiyler alan ve aldığı vahiyleri tebliğ etmekle görevlendirilen peygamber anlamını yüklemeleri isabetli değildir. Çünkü ilgili ayetin resul kelimesiyle meleklerden elçileri de kapsaması mümkün olduğu gibi bu, resul ve nebl kelimelerinin aynı anlamda da kullaruldığına işaret eden bir ilahi bir beyan olarak da yorumlanabilir.34 Ayrıca Kur'an'da resul kelimesinin türediği "irsal" fiili kullarularak nebilerin gönderildiği beyan edümiş, peygamberimiz Hz. Muhammed bazannebi bazan da resul olarak anılmıştır.35 Bu konuda delil
30 Meryem 19/54; Taha 20/47; es-S5.ffit 37/133.
31 el-Hac 22/52.
32 Ahmed b. Hanbel, el-Miisned, nr. 21546, 21552, 22288.
33 Maruridi, Te'vifôtii'l-f!ur'an, IX, 144-145.
34 Kadi Abdulcebbar, Şerbu'l-Uiı'lli'l-bamse, thk. Alıdulkerim Osman, Mekteberu Vehbe, Kahice 1384/1964, s. 568.
35 el-A'ıif7/94, 158; ei-Miide 54/67; el-Enfal8/64, 65, 70; el-Aiızab 33/45.
.. Vahiy ve Peygamberlik 368
kabul edilen hadisler ise salıili olmayıp36 a.kaid alanında tek b~ına yeterli bir delil oluşturma niteliği taşımayan ve Kur'an'da bu konuda verilmiş bilgilerle çelişen atıad rivayetlerden ibarettir.
Kur'an'da resul olarak nitelenen İsmail ve Yusuf peygamberler İbrahim aleyhisselamın şeriatine, yine Kur'an'da resul olarak nitelenen Harun peygamber ise kardeşi Musa aleyhisselimın şeriatine clbi olmuşlardır.37 Nebi ve resul Allah'ın elçiliğini yapan peygamber anlamına gelmekle birlikte Kur'an'da da belirtildiği gibi38 peygamberlerin vahye muhatap oluş tarzı, müsrakil bir ilalll kitap ve şeriat sahibi olma yönünden aralarında farklılıklar ve derece üstünlükleri bulunduğunda ise şüphe yoktur. Çünkü bazıları arada melek vasırası olmaksızın doğrudan ilahl vahye muhatap olmuşlardır. Bu da bütün peygamberler için söz konusu değildir. Bazı peygamberlere kitap, suhuf ve şeriat verilmiş, birçağuna ise verilmemiş, bazısı küçük kavme, bazı.l!an ise büyük kitlelere peygamber olarak gönderilmiştir. Sünnl a.Iimlerce resul ve nebi arasında bir ayırım yapılmru;ında, hadis rivayetlerinin yanı sıra aslında bu derece üstünlüğünü dikkate almalarının da erkili olması muhtemeldir. Sünnl kelam kaynaklarında nebi ve resul ayırımının yapılmasında SCı.fiyye'nin tesiriyle bir kısım llimlerce peygamberliğin, nübüvvet-i amme ve nübüvvet-i hassa veya nübüvvet-i teşri şeklinde bir ayınma tabi rutulması39 ve böylece peygamber olmayan salih kişilerin de Allah'tan bilgi alabileceğini benimsemenin de etkili olmasından söz edilebilir. Çünkü bu anlayışa göre Allah'tan vahiy alan peygamberler nübüvvet-i hassa, Allah'la ilişki ve iletişim içinde olduğuna inanılan silih kişiler ise nübüvvet-i amme kapsamına dahil edilmektedir. Bu anlayış, kimi llimlerce insanları, Tevrat'la gönderilen şeriata uymaya davet eden Beni İsrail peygamberlerinin bulunmasına dayandırılır.40
36 Muhammed b. Abdurrahman el-Humeyyis, Uiıllu'd-din 'inde'I-İmam Ebi ijanife, s. 471-472:
37 Meryem 19/53-54; Taha 20/47; el-Mü'ıninfın 23/45; ei-Kasas 28/34; el-F\ırkan 25/35; es-Sa.ıiat 37/133; el-Mü'min 40/34.
38 el-Bakara 2/253; en-Nisa 41164.
39 İbnü'l-Arabi, ei-Fiitu~atii'l-Meklı.iyyc, Mektebetü's-seldfeti'd-diniyye, Kahire ts., n, 3, 76, 91, m, 101; Şeyh Alvan en-Nahcuvini, el-Fevati~u'/-i/dhiyye vel'l-mif~u'l-ğaybiyye, Daru Ruillbl, Kah.ire 1419/1999, s. 324; Mahmud Salim Muhammed, ei-Med!iibu'ıı-nebeviyye, Daru'l-Fikr, Dun~k 1417, s.
40 Muhammed b. Abdurrahman el-Humeyyis, Uiıllıı'd-diıı 'iııde'l-imam Ebi ijaııifo, s. 473-4~. .
Kelamda Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 369
Peygamberliğin imkarn ve Gerekliliği Mhtezill ve Sünni kelamcılar, peygamberlik konusuna, hem evreni yara
tan Allah Teala hem de bütün varlık alanını kuşatmaktan aciz bir bilgi düzeyinde var ettiği insan açısından bakarak temellendirmeye çalışmışlardır. Murezili ve Siinnl kelamcılara göre Allah Teala açısından peygamberlik gerekli bir müessesedir. Kelamcıların peygamherliğe ulUhiyet açısından yaklaşımı kısaca şöyle ifade etmek mümkündür: Kur'an'da ve hadislerde41 belirtildiği gibi Allah, yaratıklarına karşı inayeriyle muamele edip lütufkar olan42 ve onlara ihsanda bulunup iyilik yapan,43 şefkat ve merhametle davranan, onları seven, rahmetiyle bütün varlıkları kuşatan,44 yaratıklarına gidecekleri doğru yolu gösteren, gökleri ve yeri aydınlatan,45 fiilierini hikmet esasına bağlı olarak gerçekleştiren; bunları belirtmek üzere Hadi, Kerlın, Nfi.r, Veh.hah, Vedôd, Haklm, Latif, Rahman, Rahlm gibi güzel isimleri bulunan46 yüce bir Yarancı'dır. Bu isimlerin, aynı zamanda Allah'ın sıfatları olduğu dikkate alınırsa diğer sıfatları gibi bunların da tecelli etmesinin bir sonucu olarak insanlara lütufkar davranıp yol gösterici; var oluşun ve hayatın kaynağı, amacı ve akıbetine dair aydınlarıcı bilgiler öğretmesi gereklidir. Môtezile kelamcıları bunu "kullarına lürufta bulunmak Allah'a vacibtir"47 tarzındaki bir önermeye dönüştürmüşler ve yükümlü kıldığı insanlara peygamber göndermeyi de bu çerçevede ilalll lütfun bir gereği olarak görmüşlerdir.48
Sünni kelamcılar ise zatını, "dilediğini yapan"49 varlık olarak niteleyen bir Yaratıcı hakkında mecburiyer anlamını çağrıştıran bu yaklaşımı eleştirip Allah'ın, kullarına peygamber göndermesini ve böylece onlara lürufta bulunmasını ilalll hikmetle açıklamanın daha doğru olduğu fikrini benimsemiş tir. 50
41 Tirmizi, nr. 3507.
42 AH İmrin 3/74; Yfuıus 10/60; YUsuf 12/38. 43 IUgıb el-Isfahani, el-Miifredat, "rhm" md. 44 ei-A'ıif7/156; el-Mü'min 40/7.
45 en-Nür 24/35.
46 Buhari, nr. 2736; Müslim, nr. 265.
47 Ebu T:ilib Yahya b. Hüseyin el-Haruni, Kitabu Ziyddôm Şer~i'l-Uiıll, Daru Brill, Leiden 2011, s. 136.
48 Kadi Abdulcebbar, Şerbıı'l-ııifili'I-!Jamse, thk. Abdulkerim Osman, Mekteberu Vehbe, Kah.ire 1384/1965, s. 573, 575.
49 el-Buı:Uc 85/16.
50 Gaızill, ei-İ~ruad fi'l-i'ti/pld, nşr. Enes Muhammed Adnan eş-Şerfavi, Daru'l-minhac,
.. Vahiy ve Peygamberük
370
Buna göre kelamcılar, peygamberliği bütün fiilierini hikmetle "yapan Allah' ın,
kullarına karşı lütufl.clr olmasını, onlara var oluşun amacını ve yükümlülükle-
. ·rini büdirerek inayette bulunmasını, ulılhiyetinin bir tecellisi olarak görmüş
lerdir.51 Eş'ari ve· bazı Maruridi kelamcılar peygamberliği hikmetle açıklamak
yerine onu, Allah'ın kullarından düediğine lütfettiği bir rahmet diye niteleyip
nübjivvetin peygamberin zatına ait kılınan bir özelliğe bağlı olarak gerçekleş
roediği ve yapılan eylemler karşılığında hak edilmiş bir görev olmadığı görü
şünü savunmuşrur.52 İbn Hazm ez-zahiri (ö. 456/1064) ise gerektki bir sebep
olmaksızın evreni yoktan yaratan Allah' ın, peygamber göndermesini iradesine
bağlı··dlarak mümkün kabul e~ş ve yeryüzünde insanın hayatını sürdüre
büroesi için ihtiyaç duyduğu zarur1 bügileri öğrenebüeceği bir kaynak olması
açısından peygamberüği gerekli bir müessese olarak görmüştür.53
-KelamcıJarın peygamberliğe insan açısından yaklaşımlan ise bügi fel
sefesiyle yakından irtibatlıdır. Buna göre en temel bügi kaynağı olarak görü
len akıl, varlık alanının tamamını ve insanın sorumlu olduğu konuları, yapıp
etmesi ve kaçınıp terk etmesi gereken eylemleri, ayrıntılı olarak tek başına
büemez. o ancak yapılan ikrama teşekkür edilmesi, insanlar arasında adaletle
hükmedümesi, emanetin sahibine geri verüroesi gerektiğini; buna mukabü
zulmetmek, yalan konuşmak, kötü bir iş yapmayı emretmek gibi eylemle
rin kötü olduğıınu genel çerçevede bilir, ayrıntılarını ise büemez. Kısaca ifade
etmek gerekirse iyilik ve kötülüğü, buna bağlı olarak iyi ve kötü davranışları
yaratılışında sahip kılındığı akü bügiler sayesinde büme imlcl.ı;u bulunmakla54
birlikte iyi ve kotü davranışların aynntılarını bümek için akü deliliere veya
habere dayalı (sem'!) karurlara muhtaçtır.55
Kelamcılar öncelikle·inübüvvet meselesine şöyle yaklaşılması gerektiğini
düşünmüşlerdir: Fill yapabümek bir nimettir ve nimeti veren bununla, insana
iyilik yapmayı amaçlamıştır .. ·Akıl, bu ayrıntıyı billnce teşekkür etmek gerekti-
Beyrur 1433/2012, s. 221; Nesefi, Tebiıratı/1-edil/e, nşr. Muhammed el-Enver Haınid İsa, Mekteberu'l-Ezheriyye U't-twis, Kahite 2011, II, 687-688.
51 Metah.imi, el-Fdi~fiuSüli'd-din, s. 298.
52 Marılltdi, Te'vil!ıtii'l-!Jıır'aıı, IX, 123,148; Şehriscaru, Nibayetıı'l-i/f.d!ım, chk. Alfred GuillaWiie, ·s. 462-463.
· 53 İbn Hazm, el-Fail, Mekteberü'l-Hanci, Kahire, I, 64-65.
54 Şehristaru, el-Mi/el ve'n-nibal, thk. Muhammed Abdülkadir el-Fadıli, d-Mekteberu'l-;ısriyye, Beyrut 1434/2013, s. 45, 49, 57, 58,
55 Nureddin es-Sabfıni, e/-Kifaye fi'l-hidaye; s. 179-180.
Kdamda Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 371
ğini anlar, ancak bu ayrınrıyı cek başına bilemez. Kötülüklerle ilgili bilgilerde
de akıl aynı konumdadır. Zulmetmek, bozgunculuk yapmak ve yalan konuş
manın kötü olduğunu akıl genel çerçevede bilir, fakat ayrıntılarını bilemez. Bu
da şunu gösterir: Allah Teila insanın yapması. gereken ~yi emleri ve bunların
h~kümlerine ilişkin bilgileri keşfetme yeteneğini gen~l çerçevede··akılda yarat
mış; sonra bunların ayrıntılarına ilişkin deliller var edip bunları bilmesi için
genel bilgilerden hareketle ona bu deliller üzerinde düşünme sorumluluğunu
yüklemiştir. Ta ki bu sayede iyi eylemleri yapıp kötü olanlarını terk etsin,
kendi gayreti ve tasarrufuyla faydasına olanlarını araştırsın. Bu yaklaşım doğru
olunca ve eylemlerin ayrıntılarına dair bir delU de akılda bulunmayınca insanın
bunları başkasından duyarak öğrenmesi gerekir. Ancak bu yöntem sayesinde
insan, akü deliller aracılığıyla genel bilgiye ulaştığı gibi ayrıntılara ilişkin bil
gilere de ulaşır.
MurezUe ve bunlarla benzer görüşleri benimseyen Kerr3.miyye56 gibi bazı
mezheplere mensup kelamcıların yaklaşımını belirtmek gerekirse şunlar söy
lenebilir: Zulmetmek örneğinde olduğu gibi herhangi bir kimseye zarar ver
mek aklen kötüdür ve insan bundan uzak durup kaçınmalıdır. Yine aklen
bilinmektedir ki faydalı olan veya olduğu düşünülen ağır ve zor işleri yapmak
iyi, bunları yapmaktan kaçınmak da zarar verici ve dolayısıyla kötüdür. Böyle
olunca da bunların mutlaka gerçekleştirUmesi gerekir. İnsanın duyarak öğrend.iği bu bilgiler, aklın bUemediği ayrıntıları teşkil ettiğinden ramamlayicı
mahiyene akü bilgiler olarak kabul edilmelidir. İnsanın bilmediklerini akıl yürüterek bUmesi halinde, bunlar akü bilgi olarak değerlendirileceği gibi Al
lah' ın gönderdiği peygamberden duyularak öğrenilen bilgiler de. akü bilgileri
tamamladıklarından aynı statüye girqıiş olurlar. İnsanın her şeyi .akıl yürüte
rek bUmesinin mümkün olmadığı açık bir gerç~ktir. Nitekim insan, beslen
meden barınmaya, eğitimden ticaret ve ziraate, güvenlikten sağlığa varıncaya
kadar dünyevl alana dair pek çok bilgiy-i akıl yürüterek değil başkasından du
yacak öğrenir. Hayatın ve var oluşun anlamına ilişkin bilgilerde de durum
aynıdır. İnsan bunları akıl yürüterek tam ve doğru bir şekilde bilemez, aksine
evreni yararan Allah'ın gönderdiği peygamberler vasıtasıyla bUebilir.57 Akıl,
56 Şehristini, el-Mi/el vt'n-nipal, thk. Muham.medAbdulfadıl ei-Kadiri, Beyrur 1434/2013, s. 90.
57 !Gdi Abdulcebbar, el-Muğtıi, XV, 42-46; Nesefi, Tebifri'ltıtl-edille, rhk. Muhammed enver Harrud İsa, Mektebetü'I.-Ezheriyye li't-tücis, Kahire 2011, ll,671-672.
.. Vahiy ve Peygamberlik 372
insanın faydasına olan davranışlan yapıp zararına olanlardan sakınması gerektiğine hükroettiğine58 göre hem dünyada hem de ahirette insana fayda ve zarar veren davranışları öğreneceği bir bügi kaynağına muhtaçtır ve bu da Allah'ın insanlara elçi olarak gönderdiği peygamberlere öğrettiği vahiylerdir.
Kacü Abdulcebbar bu konuda şunları söyler: Namaz kılmanın yanlış işleri ve kötülüğü engellediğini, içki içmenin de insanlar arasında düşmanlık ve hoşgörüsüılüğü körüklediğini aklın bilmesi imlcinsızdır. İnsan, duyu ötesinde bir varlık alanının (gayb) bulunup bulunmadığını büemeyeceği gibi gayb1 varlıkların başında yer alan Yaraucı'sını nasıl büeceğini ve ilişki kuracağını, ne şeküde ibadet edeceğini ve dinl sorumluluklarının nelerden ibaret olduğunu da akıl yürüterek büemez.59 Sorumluluk alanını ve ayrıoruarını aklen belirlemek de mümkün değildir. İnsanların bu tür konulara dair bügileri bilebilmesi ancak Allah'ın bunları öğretecek peygamber göndermesi yoluyla mümkün olur. Allah Teala, bu durumu ve insanlar için yararlı olanı büdiğinde şüphe bulunmadığına göre peygamber göndermesi gerekli olur.60 Mükelleflerin durumu birbirlerinden farklı olduğu ve bir fayda sağlamayacağı düşüncesine binaen K.acü Abdulcebbar gibi bazı Mutezill alimler, peygamberin getirdiği dine tabi olacak mükelleflere, Allah'ın peygamber göndermesini gerekli görmekle birlikte mükellefiyetin üstesinden aklen gelebüen ve aklın gerekli kabul ettiklerini yerine getirenlerle bunları uygulamayan yahur peygamber gönderUse büe her hal ve şartta isyan edecek olanlara Allah'ın peygamber göndermesinin hikmetle örtüşmeyeceğini Üeri sürmüşlerdir.61 Ancak Allah'ın insanları sorumlu tutmasının kesin bir delilini teşkü etmek62 ve insanların ahirette Allah'a karşı "keşke bize yükümlülüğümüzü haber verip cennetle müjdeleyen, cehennemle uyaran bir peygamber gönderseydin" demelerinin önüne geçmek üıere63 peygamber göndermesi daha makul bulunmuştur.64 Çünkü bir taraftan akl.ın sorumluluğa ilişkin ayrıntıları büemeyeceğini kabul etmek, diğer taraftan sorumluluğu akıl
58 Şehriswu, tl-Milel ve'ıı-nibal, s. 45.
59 Kadi Abdulcebbar, a.g.e., XV, 57.
60 Kadi Abdulcebbar, el-Mııgtasar fi ıtitlli'd-dfn, I, 235-236. 61 Kidi Abdulcebbar, el-Mıığnf, XV, 97-98.
62 SabOni, el-Bidaye fi ıtiıili'd-dfn, thk. Bekir Topaloğlu, MÜİFAV Yaymlan, İstanbul2014, s. 46.
63 en-Nisa 4/165; el-M3.ide 5/19.
64 Kadi Abdulcebbar, a.g.t., xv, 236, 240. ·
Kelainda Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 373
yoluyla belideyip görevlerini yerine getirebilecek kimselere veya inanmayacak
ve direnecek topluluklara peygamber gönderilmesinin uygun olmadığını ileri
sürmek birbiriyle çelişir. Bu itibarla peygambere olan ihtiyacı insanların gös
terecekleri tepki, takınacakları tutum ve davranışiarına göre belirlemek isabetli
g<;>rünmemektedir.
IG.d1 · Abdulcebbar, nimet verene teşekkür etmeyi ibadetlerden ayırarak
bunun aklen bilinebileceği ve kalben ifa edilebileceği için bu maksatla pey
gambere ihtiyaç bulunmadığını da ileri sürmüştür.65 Sünni kelamcılar ise iyilik
yapana (nimeti veren Allah'a) teşekkür ermeyi ibadetler içinde mütalaa ederek
bunun nasıl yapılacağını aklen bilmenin mümkün olmadığı gerekçesiyle pey
gambere ihtiyaç bulunduğunu savunmuşlardır. 66 Sü.nnl kelamcılara göre sadece
dilli yönden değil, dünyevi bilgiler itibariyle de peygamberliğe ve peygamber
lere ihtiyaç vardır. Çünkü dünyada insan hayatının devam etmesini sağlayan
faydalı besirılerle öldürücü olan gıdalara, besienmeyi sağlamak için yapılması
gereken ziraace, beşert ihtiyaçların karşılanması amacıyla yapılan ticarete, sos
yal düzenin oluşmasını mümkün kılan hukuka ilişkin bilgileri hilkatin başlan
gıcında ilk insanların akıl yürüterek üretebileceklerini kabul etmek oldukça
zor, hatta nerede ise irnlclnsızdırY Bu sebeple Sünru kelamcılar akıl yürüterek
bilinebilecek olan dünyevi ve dini bilgilerin peygamberler aracılığıyla insanlara
öğretilmesini, ilahl hikmet ve lütfun bir gereği, dolayısıyla da bunun bir tecel
lisi olarak görmek gerektiğini ileri sürmüşlerdir.68
İbn sına. (ö. 428/1037)69 gibi bazı filozofların yanı sıra Sünni ve Mute
zill kelamcılar toplumsal düzenin sağlanması için dünyevi açıdan peygaınber
liğe ihtiyaç bulunduğunu belirterek bunu, peygamberliğin delilleri arasında
göstermiş, özellikle peygarnberliği aklen temellendirirken toplumsal düzenin
sağlanmasını önemli bir kanıt saymışlardır. Duyu ötesini bilmek için peygam-
65 Kadi Abdulcebbar, el-Muğni, XV, 108-109.
66 Nesefi, Tebnratu'l-edille, II, 67 Maruridi, Kitiibu't-Teul}id, nşr. Bekir Topaloğlu-Muhammed Aruçi, Ankara 2003, s.
275-279.
68 Maruridi, a.g.e., s. 283; Nıireddin es-S:i.blıni, el-Kifiiye fi'l-bidaye, rhk. Muhammed Aruçi, Diru İbn Hazm, Beyrut 2014, s. 178; a.mlf., el-Miintel;ıli min 'iimeti'l-enbiyii, thk. Mehmet Bulut, Diru İbn Hazm, Beyrut 1435/2014, s. 22. ·
69 İbn Sina, el-İ,iirot, oşr. Mahmud Şihabl, Tahran 1960, s. 152; a.mlf., q-Şifii el-İlabiyytit, nşr. George Anawati-Said Zayid, Kahire 1960, 441-443; Ali Durusoy, "İBN SİNA(Din Felsefesi)", DİA, İstanbul 1999, XX, 329.
H Vahiy ve Peygamberlik 374
berliğe ihtiyaç bulunduğunu bellrunekle birlikte70 Ebu Mansfu el-Matı.ı.rld1 (ö. 333/944), İbn Hazm ez-Wıid (ö. 456/1064) ve Kad1 Beyzav1 (ö. 685/1286) gibi değişik okullara bağlı Sünlli kelamcılara göre insanlar, sosyal bir canlı olan ve çeşitli dünyev! bilgileri öğrenmeye muhtaç bulunan bir türdür. İnsanlar, bu bilgilere doğuştan sahip olmaclıkları gibi onları akıl yürüterek de keşfedemez, 71
zira akıl tek başına yererli bir bilgi kaynağı değildir; insanlar, kendilerine öğretecek bir öğretici sayesinde ancak aklın eksikliğini giderebilirler.72 Söz konusu niteliklere sahip bulunan insan türü, sürekli olarak yaşamak ve arzularını tatmin etmek ister, aynı zamanda hayadarını sürdürebilmeleri için de besiniere ihtiyaç duyarlar, bu nedenle de bir toplum içinde yaşayan herkes ihtiyaçlarıru karşılamaya tabii bir şekilde yönelir. Uymakla yükümlÜ kılındıkları emirler ve sakınmaları gereken yasaklar bulunmadığı takdirde bu ihtiyaçları gidermek noktasında aralarında savaşmaya kadar varan bir anlaşmaılığın meydana gelmesi kaçınılmaz olur. Bu durum Allah'ın, kendilerini zararlı unsurlardan koruyan helal ve haramların yanı sıra adaletli davranmak ve doğru sözlü olmak, zulümden ve yalan konuşmaktan sakınmak gibi toplumsal kuralları belirleyip bunları peygamberleri aracılığıyla insanlara iletmesini gerektirir. Aksi takdirde toplumsal düzen ve barış sağlanamaz/3
İbn Kayyim el-Cevziyye (7'51/1350) gibi bazı Sürın1llimler, bu bağlamda nübüvveti, insanlar için vazgeçilemez bir bilgi kaynağı olarak görmüş ve şu görüşleri ileri sürmüştür: Şayet nübüvvec olmasaydı dünyada faydalı bir ilim ve iyi davranışlar vücut bulmaz, toplumlarda ve ülkelerde selamet ve barış gerçekleşmez, insanlar birbirine saldıran vahşi hayvanlar gibi davranırdı. Duayada hayır adına ne varsa hepsi nübüvvetin izleridir, kötülük adına ne varsa bunlar da nübüvvet kültüründen uzaktaşmanın sonucudur. Sanki dünya bir beden, nübüvvet de onun ruhu gibidir, beden ruhsuz yaşayamaz, dolayısıyla nübüvv.et olmadan dünyada düzgün bir hayat &vam edemez. 74
70 Marucidi, Tt'vı"'atii'l-~ıır'lln, XV. 287.
71 Marucidi, Te'villltii'/-J.(ıır'lin, V, 317.
72 Marucidi, Kitabu't- Tev}Jid, s. 276-277; Kadı Beyzavi, TaVtili'ıı'l-envllr, s. 219.
· 73 Marucidi, Kitlibıı't-Tev}Jld, s. 272-275, 279,. 285; Marucidi, Te'vilıltii'I-J!ıır'lin, V, 369; XVII, 9, 184; Cahı:ı, Beyanıı meMhibi'ı-Şi'a, Mecm(latii Resaif içinde, Kahice 1324, s. 182-183.
74 . İbn Kayyım el-Cev:ıiyye, Mifia}Jıı dliri~-sa'ade, Aıüsi, Rı'lbıı'l-me'llni, IX, 100.
Kelainda Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 375
Maruridüerle75 İbn sına gibi bazı ilirolerin aksine, İbnu'l-Melalı.i.ml (ö.
536/1141) gibi bir lasim Mutezill76 kelamcılar, dünyeVı bilgilerden çok, insanın akıl yürütme gücü ve duyularıyla vik,ıf olamayacağı duyu ötesi varlık al~dan haberdar olmak ve bu alanla ilgili hakikatleri bilmek için peygam
berliğin gerekli olduğu fikrini benimsemiş; bu sebeple de Allah'ın insanları karanlıktan aydınlığa çıkardığını beyan eden ayete, peygamber göndermesi anlamını vermişlerdir. n Çünkü İbnü'l-Melahirnl'ye göre peygamberlerin dünyevi konularda vahiy yoluyla insanlara bilgiler öğretmesi bir lütuf olarak görü
lebilir. Ancak insanlar ticaret, zlraat, siyaset gibi dünyevi işlerde akıl yürüterek ve deneyler yaparak ihtiyaç duydukları bilgileri zaten üretebilirler, onların akıl yürüterek asıl bilemeyecekleri konular vardır ki bunlar da duyu ötesi varlık alanıyla ilgili olan bilgilerdir. İşte tam da bu nedenle İbnü'l-Melahinüye göre
duyu ötesi varlık alaruna ilişkin doğru bilgilere erişmek için insanlar peygamberler-e muhtaçtır.'8 Zira vahyi bilgiler olmadıkça bunların akü bilgilerle keşfedilmesi oldukça zor, hatta imkansızdır. İnsanların peygamberliği tasdik etmeden ve vahiy bilgilerine sahip olmadan da dünyevi işlerini yürüten top
lumJarın bull,ll11Dası, peygamberlik ve vahyin dünyevl bilgiler aÇLsından değil
hayatın ve var olı.:ışun, aklı tatmin ·eden anlamını kavramaya, Allah'ın varlığı ve birliği başta 0lınak üzere duyu ötesi varlık alanına, ahiret ileminin vuku =bulacağına, evrerün kozmik düzeninin yıkılmasından sonra inşa edilecek olan öbür iternde insanların dünyada yapıp ettiklerinden hesaba çeküeceklerine
ilişkin bilgiler bakımından zorunludur.79 Bu yaklaşım, aynı zamanda aklın her şeyi genel çerçevede bilebilec~ğine ilişkin tezin80 mutlak bir geçerliliğe sahip olmadığını ortaya .koyar.
Sünni Kelam Okula'nun kurucularından Ebu Manslır el-Maturidi ve ta
kipçileri, çeşitli etkilere açık olan ve duyguların baskısı altına girebilen aklın sınırlı w bilgi kaynağı olu_Şuna dikkat çekerek peygamberliğin bu açıdan da gerekli olduğunu vurgular, ardından da aklın yeterli kabul edilmesi halinde
75 Nureddin es-SabUn!, ei-Kifaye fi'l-bitlô.ye, s. 178-179.
76 İbnu'I-Melahim.i, el-Fai~ fi uiili'd-aın, s. 300.
77 Fahreddin er-Rizi, Mefati~u'l-f.ayb, Vll, 17.
78 Fahreddin er-Razi, Mefatibu'l-ğayb, XIY, 121. 79 İbnu'l-Melahim1, a.g.e., s. 300-301.
80 Kadi Abdulcebbar, ei-Mıığni, XV,ll7.
.. Vahiy ve Peygamberlik 376
bile Allah'ın peygamber göndermesini bir lütuf olarak değerlendirir.81 Marud
diyye Okulu'na bağlı kelamcılar peygamberliğin ilahl hikmet açısından ge
rekli olduğunu savunmuşlardır. Çünkü fiilierini hikmecle yapan ve dolayısıyla
hakim olan Allah, insanları gıdalara ve hastalıkları iyUeştiren ilaçlara muhtaç
olarak yaratmış, buna karşılık yeryüzünde faydalı besinler ve hastalıkları iyileş
tiren ilaçların yanı sıra zararlı yiyecekler ve öldürücü zehirler de var etmiştir.
Hilkatin başlangıcında insanların gıd~, ilaç ve zehirler hakkında hiç bir bil
gisi yoktur. Şayet Allah Teala peygamberler aracılığıyla bunları öğretmeseydi
insanların bu konularda bilgiye ulaşması ve hayatta kalması mümkün olmaz,
ayrıca bu durum hikmecle de bağdaşmazdı. 82 Kendileri için yararlı ve zararlı
olan hususlara dair bilgileri akıl yürüterek ve deney yaparak bilmeleri müm
kün olsa bile Allah'ın, doğrudan doğruya bu bilgileri veya bunların üretilme
yöntemini, peygamberlere öğrettiği vahiyler aracılığıyla insanlara bildirmesi,
yarauklarına karşılütuflcir olmasıyla da açıklanabilir.83 Marurtdiyye Okulu'na
mensup kelamcılara göre duyusal ve a.kl1 bilgi üretme irnlcinlarına rağmen,
diru konularda da farklı inanç ve düşüncelere sahip olmaları gerçeği karşısında
Allah'ın kılavuzluğuna ve onun bir lütfu olan peygamberliğe insanların ihtiya
cı bulunduğunu kabul etmek en tutarlı düşünme tarzıdır.84
Eş'ari kelamcılar peygamberliğin gerekli olduğunu savunurken konu
ya, daha çok insanın dini sorumluluğu açısından yaklaşmışlardır. Doğruyu ve yaniışı belirleme gücünün bulunmasına ilişkin tartışmalar bir yana, başta
Allah'ın varlığı olmak üzere akıl yürütülerek üretilen pek çok bilgi dini bir
sorılıll.luluk gerektirmez.85 Çünkü onlara göre insanın yapıp ettiklerinden so
rumlu olacağını, iyilik yapana mükafat ve kötülük yapana ceza verUeceğini,
ayrıca yaratana ibadet etmek gerektiğini ve bunun şeklini akıl yürüterek kesin
bir şekilde bilmek mümkün olmadığından, 86 üretilmiş akli bilgilere dayanarak
dini bir sorumluluktan söz edilemezY Söz konusu meselelerde aklın verece-
81 Maruridi, Kitılbıı't-Tevbld, s. S. 282-283; Nureddin es-Sabfull, ei-Kifô.ye fi'l-bidô.ye, s. 179.
82 Nureddin cs-SaM.ni, el-Kifô.ye fi'l-hidô.ye, s. 178.
83 Nureddin es-Sabiı.ni, el-Kifô.ye ji'l-hidayt, s. 181.
84 Nureddin es-SabUni, el-Kifô.ye ji'l-hidliye, s. 182.
85 Şehriscini, Nihliyen'i'l-il!dô.m, s. 370-371.
86 Kadı BeyıM, Tav/1/i'ıt'l-envlir, s. 225.
87 G.ızıili, ei-İl!ti.ilid ji'l-i'til;ııid, Daru'l-ıninhac, Cidde 1433/2012, s. 249; Şehriscini, el-Mile/ ve'n-nibal, s. 81.
Kelamda Peygamberllk ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 377
ği hükümler eşit olabi.Jir88 veya birbiriyle çelişebilir, eşitlik halinde insan bir
tercihte bulunamaz, fikirlecin çelişınesi durumunda da çelişkiyi ortadan kaldı
ramaz. Çünkü bir insanın, aklın ve hik.metin gereği olduğunu söyleyerek ileri
sürdüğü herhangi bir tezin tam aksini, farklı açıdan bakış yaparak bir başkası
ortaya koyabilir, dolayısıyla din konusunda akıl do~ bir hüküm veremez. Bu
nedenle Eş'arller' e göre içine düştüğü şaşkınltktan aklı kurtarmak için vahiy
lere ve onu gerirecek peygambere ihtiyaç bulunduğu açıktır.89
Eş'ari kelimeılardan biri olan Gazzaü (ö. 505/111 1) aklın yetersizliğini
tamamlamanın ancak Allah'ın peygamber göndermesiyle sağlanabileceğini
belirtip bunu bir örnekle açıklar. Şöyleki: Ona göre peygamber sadece şunu
söyler: "İnkar ermek öldürücü bir zehirdir, iman ermek ise mutluluk verici bir
ilaçtır, çünkü Allah inkar etmeyi öldürücü, iman etmeyi ise mutluluk verici
yapmıştır, böyle bir tercihi yapan Allah'tır, ben sadece bunları size haber veren
ve doğru söylediğimin bilinmesini sağlayan yola sevk edici bir elçiyim, bu yol
da sizi mucize hakkında düşünmeye davet etmekten ibarettir. Tıpkı ilaç hak
kında bilgisi olmayan veya iki ilaç arasında tereddüt gösteren hastanın yanına
varan doktor gibi. O hastaya şöyle der: Şunu alma canlıyı öldürür, istersen onu
canlı bir kediye içirip derhal öldüğünü anlayabilirsin. Buna gelince onda senin
hastalığının şifası vardır, deneyerek hastalığı iyileşrirdiğini görebilirsin".90
Gazzili peygamberliğin imkinını da Allah Teila'nın konuşan bir varlık ol
masıyla açıklar ve bunu şöyle ifade eder: Allah'ın yetkin bir varlık oluşu, konu
şan ve dolayısıyla kelimı, yani sözleri bulunan bir yüce varlık olmasını gerekli
kılar. Zatında bulunan kelima (ketim-ı nefsi) dair olarak harfler, sesler ve işa
retler yaratma ve bunları insanlara iletme gücüne sahiptir. Bunu da seçtiği bir
elçi vasıtasıyla yapar ve dünyada sürüp gitmekte olan yaratma fiilini (adetullah)
bozan bir olayı, seçtiği elçinin elinde yaratarak insanlar tarafindan bilinmesini
sağlar.91 Gazıili'nin bu görüşlerini diğer Eş'ari kelamcılar da benimsemişrir.
Onlara göre de peygamberlik aklen imlclnsız değil aksine mümkündür ve ta
rihte gerçekleşmişrir. Eş'arller de diğer kelamcılar gibi aklın peygamberliğe
ilişkin rolünü, mucize üzerinde düşünerek peygamberin verdiği haberin doğ-
88 Gaızili, el-İ~tiilid .fi'l-i'tilpid, s. 250. 89 Şehrisclni, Nibliyetii'l-if!.dlim, nşr. Alfred Guillaume, Mekteberü'l-mu.Senna, by., rs., s.
388. .
90 Gazıill, el-İlf.tiilid .fi'l-i'tiluid, s. 25 L
91 Gazıill, el-İlf.tiiad .fi'l-i'tiluid, s. 254.
.. Vahiy ve Peygamberlik 378
ruluğunu bUmeyi sağlayan bir vasıra olarak görmüşlerdir. Kadı Beyzavl (ö.
685/1286) Gazziü'ye benzer şekilde nübüvveti temellendirmiştir. Ona göre
Allah kullarından dilediğine vahiy yoluyla veya melek göndererek bazı bilgileri
bildirme veya kitap indirme gücüne sahiptir.92 Çünkü Allah'ın yetkin oluşu
konuşan bir varlık olduğunu karutlar, konuşmak ise kelarru gerekli kılar, söz
ve i~aretler yaratarak kelimını yararıkiarına ulaştırmaya da kadicdir. 93 Şu var ki
bir insanın peygamber olarak gönderilmesinin ardından peygamber oldukları
nın bilinmesini sağlayan mucizelerle teyit edilmeleri aklen gereklidir.94
Peygamberliğin Bilinmesi ve Mucize Mutezili ve Sünni kelamcı.lara göre peygamberlik müessesesi, yalnızca
peygamberin elinde ortaya çıkan mucize hakkında doğru bir bilgi sahibi olmak
ve onu aklen isabetli bir şekilde yorumlamakla bilinir, çünkü peygamberliği
bilmenin bundan başka bir yolu bulunmamaktadır.95 Peygamberliğin hariku
lade olaylar ve duyusal mucizelerle değil eylem ve mesajlarının doğruluğuyla
bilinebileceğini savunan Sümame b. Eşres (ö. 213/828)96 gibi Bağdat Muce
zilesi okuluna mensup bazı ilimierin aksine, kelimcıların kahir ekseriyetine
göre peygamberlik iddia eden insanın doğru söylediğini kanıtlamasının asıl
delili tabiat kanunlarını aşan bir mucize gösteı:mesidir.97 Bundan dolayıdır
ki akıl yürütmek, peygamberliği ve peygamberin öğrettiği vahyi (veya nakli
sem'1) bilgilerin doğruluğunu bilmenin esasını teşkil eder. Bu açıdan bakılınca
peygamberin getirdiği deliller üzerinde düşünmeyi terk ermek bu ·müesseseyi
bilinemez hale getirip geçersiz kılmak anlamına gelir.98 Gerçi bazı kelamcılara
göre eğitim ve öğretim yoluyla kazanılamayacak seviyede bir ahlak ve dav-
92 Kad ı Beyzavi, Tavlili'll'l-envlir, s. 221 .
93 G:ı:ı.zill,.el-İ~tii/id fi'l-i'tikıld, s. 254.
94 Şehriscini, el-Mi/el ve'ıı -nibal, s. 81.
95 Maruridi, Kitlibll't-Tevbid, s. 281; a.ınlf., Te'viltitii'l-~ur'lin XIV, 88; Bakıllani, el-İnilif fima yecibu'l-i'ti/:.ıidii vefa yecıizii'l-cehlu bihi, thk. İmadüddin Haydar, Alemu'l-kütüb, Beyrut 1407/1986, s. 92; Abdülkihir el-Bağdadi, el-Far~ beyne'l-firal!., s. 333; Gazzill, el-İI;.tiilid fi'l-i'tikôd, s. 252; Nureddin es-Sabtıru, el-Kifoye fi'l-hidliye, s. 185; Fahreddin er-Razi, Meflitlbu'l-ğayb, VIII, 109, IX, 91; XII, 30.
96 Ebiı Bekir İbnü'l-Arabi, el-'Avtiiım mine'l-~vanm, s. 192.
97 Zemahşeri, el-Minbacfi ıliıili'd-din, s. 65-66.
98 Kadi Abdulcebbar, a.g.e., XV, 76-77,97,
Kelamda Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 379
raruş mükemmelliğine sahip' bulunan peygamberlerin99 bu konumları, ancak Allah'ın özel koru.masıyla açıklanabileceği düşünüldüğünden, tek başına bu durum bile peygamber olduklarına ilişkin yet~rli bir kanıt teşkil eder. 100 Buna rağmen insanların peygamberlik iddia eden kişiye ilişkin şüphelerini gidermek için Allah Teala onlara kesin v~ yeterli bir kanıt olar* gözle görülen veya akıl yürüterek bilinebilecek olan mucizeler vermiştir. 101
Peygamberliğin delili olarak Kur'in-ı Kerim'de alarnet ve işaret anlamına gelen ayet tabirinin kullanılmasına102 karşın, kelamcılar bu müesseseyi kanıtlayan delile, özü itibariyle insanların benzerini icat etmekten aciz kaldığı103 ilihl bir fiil olmasından ötürü mucize adını vermişlerdir. Bu nedenle kelamcı.lar, ayet yerine mucize tabirini ter~ih etmişlerdir. Çünkü mucize, benzerini getirmekren insanları aciz bırakan bir fiildir, böyle bir sonucu doğurmasına dikkat çekmek için bu kavramı geliştirmişlerdir. ı().{ Kelam bilginleri mucizeye dair farklı tanımlar ileri sürmüşlerdir. Mutezili ve Süruıl alimlerce yapılan tanırnların ortak noktaları dikkate alınarak onu şöyle tarif ermek mümkündür: "Mucize, peygamberlik iddia eden insanın doğruluğuna işaret eden, meydan okuma anında insanlarca benzeri meydana getirilemeyen ve tabiat kanunlarını aşan ilihl bir fiildir". Tanımda belirtildiği gibi mucize .ilihl bir fiil olup bazı telakkilerin aksine105 peygamberin, rabiat kanuniarına müdahale edebilecek bir güce doğuştan sahip kılınması anlamına gelmez. 106 Bir fiilin peygamberlik iddia eden bir insanın doğruluğunu kanıdayabilmesi, onun yalnızca Allah'ın kudretiyle gerçekleşebilecek türden olması, peygamberlik iddiasının ardından meydana gelmesi, iddia sahibinin iddiasına uygun bulunması ve insanların önünde ger-
99 el-En'~ 6/85; cl-Enbiya 21/86; es-Saffit 37/112; d -Ka.lem 68/50; Marurldi, Te'viltitii'/-~ur'tiıı, V, 12.
100 Marurldi, Kitôbu't-Tevpld, s. 291; Maruridi, Kittibıı't-Tevpid, s. 292. 101 d-İsıi 17/101; Maruridi, Te'viliitii'/-{(ur'an, VII, 391-392; VIII, 224. 102 d-Bakara 2/145, 211; Al-i İmr.1n 3/49; d-En'am 6/35, 37, 124; d-A'ıif 7/73, 106;
er-Ra'd 13/38; cl-İsıi 17/59; el-Enbiya 2115; eş-Şuara 26/154; er-Rüm 30/58; YWıus 10/20.
103 Marurldi, Kitabu't-Tevbid, s. 287. 104 Cüveyni, ei-'A~Ydetii'ıı-Ni?Amiyye, thk. Muhammed ez-Zübeydi, D5..ru Sebili'r-reşad,
Beyrur 142412003, s. 218; Nesefi, Tebsıratıı'l-edille, II, 688; İbnu'I-Mela.himi, Kitdbıı'I-Fai~ fi uHili'd-dfıı, s. 305. .
105 Fahreddin er-Riıl, ei-Mebdi}iiii'l-mtşri~ıyye fi 'ilmi'/-ilabiyyat ve't-rabi'iyyat, ilik. Muhammed Mu'rasımbillah ei-Bağdadi, Daru'l-k.icabi'I-Atabi, Beyrut 1410/1999, II, 556.
106 Serclr Cebr Hammlıd ei-A'reci, tl-Vai}y ve delôletiihu fi'l-{(ur'ani'I-Ktrinı, s. 91.
H Vahiy ve Peygamberlik 380
çekleşip insanlarca benzerinin yapılarnaması gibi şartlara bağlıdır. 107 Nitekim Siinnl alimlerden Ebu'i-Meili el-Cüveyni {ö. 478/1085) mucizeyi tanım.larken
bunlara dikkat çekmiştir. Ona göre mucize, bir peygamberin peygamberlik iddiasında bulunduğu esnada Allah' ın, işleyen tabiat kanunlarını {adet) bozan bir fiüde bulunması ve insanların benzerini getirmekten aciz kaldığı bu fiü sayesinde onun elçilik iddiasını doğrularnas1dır. 108 Zira insanların gözlemlerine konu olan ve fllen gerçekleşen mucize, elçilik iddia eden kişi hakkında onu tasdik etmek üzere Allah' ın, "doğru söyledin" sözü yerine geçer}09
Kelamcılara göre peygamberlik iddia eden kişinin talebi üzerine mucizenin gerçekleşmesi, bu kişinin Allah nezdinde isteğinin kabul edildiğini kanıtlar. Allah nezdinde calebi kabul edilen bir insanın Allahelçisi olduğuna dair
yalan beyanda bulunması ise mümkün değildir. 110 SUnni ve Mucezill kelimeılara göre peygamberlik iddia eden kişi mucize gösterdikten sonra iddiasında doğru olmasaydı Allah Teala, onu tasdik etmek üzere fiülerini gerçekleştirme adetini, yani tabiat knunlarının işleyişini bozmazdı. lll Aksi takdirde elin
de mucize yaratmakla hikmetsiz bir fiü yapmış olurdu. Şayet Cenab-ı Hak, gönderdiği peygamberin elinde mucize yaratmasaydı bu takdirde peygamber
göndermesi de anlamsız olurdu, çünkü gönderdiği elçiye dair insanların bir kanıtı bulunmaz ve haklı olarak da onu casdik etmezdi. 112 Şu halde peygamberlik iddia eden iyi bir insanın elinde mucize yaratması, Allah'ın onu, fiilen ve işaret diliyle tasdik etmesinden başka bir anlam taşımaz. Ayrıca insanlarca
yapabüecek bir fiil peygarnberliği ispat ederneyeceği gibi güneşin sabahleyin doğup akşam vaktinde batması tarzında olağan bir şeküde sürüp giden tabiat kanuniarına uygun olarak vuku bulmuş ilahi fiüler de peygamberliğin kanıtı olarak gösrerüemez. Bu itibarla peygamberliği kanıdayacak ilaru fiülerin ölülerin dirütmesi, asinın yılana dönüştürülmesi, Kur'an'ın üm.m1 bir insanın
elinde ortaya çıkması gibi tabiat kanunlarıyla çelişen bir nitelik taşıması ve
107 Kadi Abdulcebbar, Şer/.ıu'l- Uiıili'l-bamse, s. 568; İbnu'I-Melahimi, Kirab!ı'l-Fai~ fi ılillli'd-din, s. 306, NOreddiıı cs-Sabllni, el-Kifliyefi'l-hidaye, s. 185.
108 Cüveyni, el-'A~idetii'n-Ni?fimiyye, s. 218; Ayrıca bkz. Şehristfuıi, el-Milel ue'n-ni/.ıal, s. 81; Nesefi, a.g.e., n, 689-690; Azududdin d-İd, el-Meutı~rffi 'ilmi'l-kelanı, Kahire es., Mektebetü'l-mutenebbi, s. 339.
109 Nesefi, a.g.e., n, 690; Şehristani, Nihtıyetıı'l-i~am, s. 421.
ııo Şehristani, a.g.e., s. 422.
lll lvUruridi, Te'vilatii'l-.((ıır'dıı, ll, 309; .Amidi, Ciayetii'l-merdnı, s. 329.
112 İbu'I-Melahimi, Kitdbu'l-Fai~fi ıı.Siili'd-dlıı, s. 307.
Kelamda Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 381
bunu, peygamberlik iddia ettiği esnada peygamberin talebinin hemen akabinde gerçekleştirmesi gerekir. 113
Kelamcılara göre ilk peygamberin iJaru Jcelama muhatap olması ise bu hitabın, beşere ait olamayacak bir nitelik taşıması veya ilaru hitap olduğuna
ilişkin bir delille birlikte vuku. bulmasıyla bilinir. 114 X(elam alimleri mucizeye ilişkin düşüncelerini temellendirmek için adet teorisi (ö.)WI) adını verdikle
ri bir kurarn geliştirmişlerdir. Adet; gerektirici herhangi bir sebep ve vasıra olmakstzın Allah'ın tabiat alanında yaptığı fii1 diye tanıınlanır.115 Söz gelimi insanın sarhoş olmasının sebebi, onun içki içmesi veya içkide sarhoşluk verme tabiatının bulunması değil içki içme anında Allah'ın sarhoşluğu yaratma adeti
nin cereyan etmesidir. Adet teorisine göre belli sebepler belli sonuçları zorunlu olarak gerçekleştirmez, dolayısıyla belli sonuçların oluşmasını sağlayan sebeplerde bu sonucu doğuran bir tabiat ve zorunlu bir ilşki yoktur, sadece Allah'ın yaratma tilline işaret eden ve hilkatin başından itibaren süre gelen muhtelif
adeder vardır. Değişik mezheplere mensup kelam aiimlerinin çoğunluğu bu teoriyi benimsemiştir. Ancak bu teoriyi eleştirip reddedenler de vardır. Kelamalan şiddede eleştiren İbn Hazm (ö. 456/1064) bunlardan biridir. O, kelamcı
lar gibi duyusal mucizelerin peygagamberliği kesin olarak kanıdadığını savunmuşrur. Ancak ona göre duyusal mucizenin mahiyeti, Allah'ın evreni yarattığı kanunlara ayıkırı olacak şekilde bir nesnenin tabiatını değiştirmekten ibarettir,
bu yalnızca Allah'ın yapabilebileceği bir fiü olduğundan duyusal mucize gösteren insanın peygamberlik iddiasını kesin olarak kanıclar.U6 Bu yaklaşımıyla o, kelamcılardan ayrılmış ve onların adet teorisini eleştirerek tabiat kanunlarının temelini teşkil eden sebep-sonuç arasında zorunlu bir ilişkirıin bulunduğu fikrini kabul etmiştir. Ona göre sebep-sonuç arasındaki zorunlu ilişk.işye daya
nan tabiat kanunlarını reddedip adet teorisini kab~ etmek, duyusal mucizeleri kanıdama irnkinını ortadan kaldırır ve bu olayları mucize olmaktan çıkarır.117
Selefiyye'nin müteahhir dönem ilimlerinden biri olan İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751/1350) bu konuda bemer görüşleri benimsemiştir.118
113 Kacü Abdulccbbar, el-Mıığııf, XV, 237; a.mlf., Şer~ıı'l-Uiı'ili'l-gamse, s. 572. 114 Kadi Abdulcebbar, el-Mıığnf, XV, 59. 115 K.adi Abdulcebbar, el-Mecmıl'fi'l-ınıı}Jiç bi't-ttklif, ı, 92. 116 İbn Hazm, e/-Fail, I, 66. 117 İbn Hazm, el-Fail, V, 11-12. 118 YusufŞevki Yavuz, "İbn Kayyim ei-Cevziyye-İtilcicü Görüşleri", XX, 124.
.. Vahiy ve Peygamberlik 382
Murezili ve Sünni kelamcı.lar her peygamberin mutlaka bir mucize ile
gönderilmesi gerektiğinde ittifak etmiştir, zira mucize göstermeyen birinin
peygamber olması ve dolayısıyla peygamber olarak gönderilcliğinin insanlarca
bilinmesi mümkün değildir.119 Ayrıca sahte peygamberle gerçek peygamberi
ayıt etmeyi mümkün kılan kanıt yalnızca mucizedir. 120 Bir delil olması itiba
·riy~e mucizenin ilaru bir .fiil olduğunu tasdik etmek insan iradesine bağlıdır,
bu açıdan bakılınca mucizenin ortaya koyduğu bilgi zaruri türden bir bilgi
değildir. Esasen insanın peygambere ve getirdiği vahiylere inanmaktan so
rumlu olabilmesi için de mucizenin zorunlu bilgi ifade etmemesi ve bunun
sonucunda varılan bilginin, iradenin devreye girmesini mümkün kılacak bir
nitelik taşıması, yani akıl yürütmeye imkin taruyan ve istidlalle elde edilen
nazari türden bir bilgi olması gerekir. 121 Peygamberlerin mucize gösterdikleri
ise doğru haberle bilinir. Doğru haberin kısımlarından biri mürevatir haber
dir. Tarihte gerçekleşen olayların yanı sıra peygamberlerin tarihte yaşadıkları,
peygamberlik iddiasında bunlundukları ve bu iddialarını kanıtlamak için mu
cize gösterdikleri bu tür haberlerle bilinir. 122 Mürevatir haber kesin bilgi ifade
ettiğinden, peygamberlerin mucize gösterdiğinin bu tür haberlerle bilinmesi, ·
mucizelerin tarihte vuku bulduğunu ve bunları gösterenierin de peygamber
olduğunu kanıtlar. Zira duyuların algı alanı dışında kalan ve gerçekleşen olay
ların haberden başka bir vasıra ile bilinmesi mümkün değildir.t23
Muteziü kelamcılar duyusal mucizelerin yalnızca peygamberlerin elinde
ortaya çıkabileceğini ısrarla vurgulamışlar, bu sebeple de peygamberlikle gö
revlendirilmeden önce hiçbir peygamberin elinde irhas adı verilen barikulade
olayların vuku bulamayacağıru söylemişlerdir. 124 Kidl Abdulcebbar, mucizenin
peygarnberliğe delil oluşunu haberin, dilbilimle ilişkisini kurarak da ortaya
ll9 !Gdi Abdulcebbar, el-Muğni, XV, 75.
120 Nilreddin es-Saburu, el-Kifaye fi'l-hidaye, s. 187.
121 !Gdi Abdulcebbar, el-Muğııi, XV, 148.
122 Gaz.zili, el-İ~tiitid fi'l-i'ti~d, thk. Enes Muhammed Adnan eş-Şeıfivi, Daru'l-Minbac, Beyruc 2012/1433, s. 85; Nesefi, Tebiıraıii'l-edille, thk. Muhammed Enver İsa, ei-Mekcebecü'l-Eıheriyye li'c-ı:ürfu;, Kahice 1432/2011, II, 696; Ebu'I-Hüseyin ei-İmrini, ei-İntiidr fi'r-red 'ale'l-Mıı'tezile, thk. Suud b. Abdiliaziz Halef, Advaus-Selef, Riyad 1419/1999, ID, 811; Fahrcddin cr-Razi, Me'alimu ıtiıili'd-din, cbk. AbdurreufSa'd, Daru'l-Kücübi'I-Arabl, Beyrur, s. 99.
123 Macurldi, Kitabu't-Tevbid, ch k. Bekir Topaloğlu-Muham.med Aruçi, İs:ım Yayınlan, Ankara 2003, s. 13- 15.
124 Fahreddin er-Razi, Mefati/m'l-ğayb, XIV, 141.
Kelamda Peygamberük ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 383
koymaya çalışınş ur. Şöyle ki mucize, peygamberlik iddia eden kişinin, bu iddiasında doğru söylediğini Allah'ın tasdik ermesi anlamına gelir. Bunun gerçekleşebilmesi için insanların Allah, peygamber ve mucize kavramlarının hangi varlıkları ifade ermek üzere dilde vaz edildiğl _konusunda aniaşmış olmaları
gerekir. İnsanlar bir sözün (kelam/kavram) ifade ettiği anlamda ittifak edip anliışmışlar~a, bu durum, dilin delil olarak kulianılabUeceğini gösterir. Nitekim ifade ettiği hüküm ve anlam üzerinde ittifak edilen bir sözü dile getiren bir kimse, önceden varılan mutabakatı beyan etmiş olur. Kadi Abdulcebbar bunu şöyle bir örnekle açıklar: "Sana 'Zeyd serbesttir' dediğim zaman birinci kelime ile şu şahsı, ikinci kelime ile de serbest kalma fiilini kastetmiş olurum". Karşılıklı bir hitap yöntemi olmaksızın üzerinde irtifak edilen anlam gerçekleştiği zaman bu sözlü anlaşma yerine geçer. Nitekim bir kimse, birine, su içmek istediğini h.itapta bulunmaksızın işaretle anlatsa ve muhatabına bakarak başparmağını ağı.zına doğru getirse bu hareketin anlamı konusunda geçmişte varılan bir mutabakat dolayısıyla muhatap tarafindan anlaşılır ve bu davraruşın su içme isteğini beyan eden söz anlamına geldiği bilinir. Allah elçisi olma iddiasında bulunan peygamberin elinde ortaya çıkan mucizeler "eğer elçin olduğuma dair ileri sürdüğüm iddiada doğru şöylüyorsam şu barikulade fiili yap" sözüne karşılık olarak Allah' ın, talep edilen fiili yapması ise "evet doğru söylüyorsun, benim elçimsin" anlamında onu sözlü olarak tasdik edip cevap vermesi yerine geçer/25 hatta ondan daha güçlü bir tasdik olur.
Mfıtezili ve Sünni kelamcılar konuyu şöyle bir örnekle de açıklamışlardır: Hükümdarın halk nezdindeki bir elçisi olduğunu iddia eden kimse, doğru söylediğini kanıtlamak amacıyla insanların huzurunda hükümdara "tacınızı dizlerinizin üzerine koyun" demesinin hemen ardından hükümdar da bunu yaparsa bu eylemi, onun elçisi olduğunu kanıtlar. 126 Çünkü sözlü hitap mecaz ve istiareyi de içerir ve dolayısıyla maksat bazen İnuhatap tarafindan anlaşılmayabilir. Mucizenin, b_u. anlama geldiği üzerinde önceden mutabakata varılmasının bir sonucu olarak dilde kullanılır ve bu aynı zamanda haberle bilinir. İnsanların bunu bilmemesi halinde mucize göstermenin bir anlamı olmaz v.e
125 Kad.i Abdulcebbar, el-Mıığnl, XV, 160-161; Yıı.hya b. el-Hüseyin, Kitabıı Ziyadati Şerbi'lUiı'l~ s. 148; Gazıill, el-İ~tiitld fi'l-i'tiMd, nşr. Enes Muhammed eş-Şerfavi, Daur'l-m.inhac, Beyrur 1433/2012, s. 257; Şehrisraru, Nihtlyetii'l-i~ôm, s. 421-422; Nıireddin esSabfuıi, ei-Kifiiyefi'l-bidôye, s. 188; Fahreddin er-Raıi, Mefat!l;ıı'l-ğayb, XXV, 233.
126 IG.di Abdulccbbar, Şer~u'/-Uiıili'I-!Jamrt, s. 571.
.. Vahiy ve Peygamberlik 384
onunla her hangi bilgi elde etmeleri de i.mlcin da.hiline giqnez. ~7. Ayrıca za
ruri bilgiyle bilinen bir konuda insanı buna iman etmekle yükümlü kılmak
mümkün olmadığından, Allah'ın, insanlara sözlü bir hitapta bulunmasından
da bahsedilemez. Bu durumda insanların peygambere iman etmekle yükümlü
kılınması, ancak işaret dili olan ve peygamberin elinde vuku bulduğu haber
yoluyla bilinen mucize sayesinde gerçekleşebilir. Bunun için de Allah'ın pey
gamberlik görevini yüklediği ilk peygambere, mucize olacak şekilde bir hi
tapta bulunması veya bu hitabın (fiilin) Allah tarafindan gerçekleştirildiğjni
peygamberin bilmesi için onu mucize ile teyit etmesi gereldi görülmüştür.128
Tabiatta sürüp giden adece aykırı olarak vuku bulan bir fi.il, fili.nin bunu ya
ratma kudretine işaret ettiği gibi aynı zamanda bu fiili yaratması için dua
eden kişinin Allah nezdinde duasının kabul edildiğine ve hakkında doğru söz
söylediğne de işaret eder. Çünkü Allah nezdinde duası kabul edüen bir in
sanın, O'nun hakkında yalan söylemesi i.nılcinsızdır, bu da onun Allahelçisi
olduğuna ilişkin sözünde doğru söylediğini kanıtlar ki peygamberliğin özü
de bundan ibarettir. İnsanların benzerini yapamadığı bir fii1in peygamberin
elinde yaratılması, onun bu fiili yaracanla ilişkisini gösterir. 129 Ancak yukarıda
da belirtildiği gibi kelamcılara göre mucize duyutarla algılanan bir olay olsa da
insanları iman etmeye mecbur etmez ve onların iradelerini devre dışı bırakarak
zorunlu bir iman oluşturmaz.130 Bu da mucizenin peygamberliğe işaret eden
bir olay olduğunu ve aklen doğru bir yoruma cabi turulup benimsenmesi ha
linde işe yar:ı.yacağıru gösterir. 131 Duyusal mucize görmelerine rağmen bunları
inlclr edenlerin bulunması132 bu konuda açık bir delidir. ·
Mıltezile'nin Basra okuluna mensup olan Nazzam (ö. 231/845) ile Bağ
dat okuluna mensup bir kısım kelimcıların, duyusal mucizelerin i.mlcinsız ol
duğu sonucununa götüren bazı görüşler benimseelikleri ileri sürürülmüştür.
Eş'ari (ö. 324/936) "ASJ:ıabu'ç-çabaY" (Tabiat fikrini benimseyenler) adı verilen
kelamcıların -ki bunlar Mutezile mensubudur- cansız cisimleri Allah'ın bir
itici olmadan hareket ettirmesinin mümkün olmadığını savunduklarını nak-
127 Kadi Abdulcebbar, el-Mıığııl, XV, 162-173.
128 KadJ Abdulcebbar, el-Mubta.iar.,lSI. 129 ŞehristW, Nilıôyetii'l-ii5dfmı, s. 422. 130 Maruridi, Te'vlldtii'l-.((ur'aıı, V, 42; X, 284.
131 ei-En'dm 6/111; Maruridi, Te'vilatii'l-.((ur'an, V, 182. 132 el-A'ıif7/106-123.
Kelimda Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 385
leder.133 Diğer taraftan Ebu Reşld en-Nisabtıri (ö. V-VI. asır), Ebu'I-Kasım
el-Kibfnin (ö. 319/931) belli tabiatiarda yaratılan cisimlerin bu tabiatların
dışına çıkmasının i..mkansız olduğunu, bu se~eple de Allah'ın buğday tohu!Dundan arpayı ve insan sperminden insan türünden olmayan başka bir canlıyı yar_atmasını muhal kabul ettiğini nakleder. 134 Şii kel~cılardan Şeyh Müfid (ö. 413/1022) .de Kabı'nin yanı sıra birçok Mutezüe mensubu kelimcının, ateşin pamuğu yakmamasını imkansız bulduğunu naklederek benzer görüşleri Bağdat Mutezilesi okuluna mensup llimlere nispet eder. 135 Bu bUgUeri dikkate alarak sözü edilen bir kısım Miıtezile kelimeısının duyusal mucizeleri imkansız gördüklerini söylemek mümkündür. Zira duyusal mucize, tabiat kanunlarını aşan bir olayı Allah'ın yaratmasıdır. Allah'ın var ettiği nesnelerin tabiatında bir değişiklik yapmasını imkasız görmekle duyusal mucize yaratamayacağını söylemek arasında bir fark yoktur. Her ne kadar sözü edilen kelimcılara ait eserler elimize ulaşmarnış ve Allah'ın duyusal mucizeleri yaratmasını im.lcl.nsız gördüklerine dair açık beyanlarını belirten metinler elimizde mevcut değU ise de kaynaklarda onlara atfedilen görüşlerden böyle bir sonuç çıkmaktadır. Ancak böyle bir yaklaşım, nesnelerin tabiadarını var eden Allah'ın bunlarda bir değişiklik yapma gücüne sahip olmadığını söylemek anlamına geldiğinden Uaru kudretin yetkinliği Ue bağdaşmaz. Çünkü nesneyi belli bir tabiatta var eden yüce Yaratıcı, onun tabiatında değişiklik yaratmaya da elbette kadir olmalıdır, aksi takdirde yerkin değil aciz bir varlık olur. Allah ise aciz olmakla nirelenemez.
İslam filozofları, getirdikleri şeriatların insanların faydasına oluşunu öne çıkartarak sihir ve benzeri harilrulade olaylar türünden olması mümkün bulunduğu gerekçesiyle, mucizenin peygamberliği kesin olarak kanıclayamayacağıru ileri sürmüş, ancak bu görüş kelamcılar tarafindan ~eddedilmiştir. Zira kelimeılara göre mucizenin sihir ve benzeri barikulade olaylarla bir ilgisi yoktur. Çünkü
mucize Allah'ın bir fiüidir, oysa sihir ve ona benzeyen diğer harilrulade olaylar, bunları yapmayı öğrenen her insan tarafından gerçekleştirilebilecek fiillerdir. 136
Getirdikleri şeriatler aklen bilinebilseydi, söz gellmi, namaz kılma ibadetini ve
133 Eş'ari, MaW/Iatii'I-İslômiyylıı, nşr. Helmut Ritter, Wiesbaden 1963, s. 431.
134 Ebu Reşid en-Nisabiıri, el-Mesai/ ji'l-bılaf btyııe'I-Bağdôdiyylıı ve'I-Bairijyiıı, chk. Maan Ziyade-Rıdvan es-Seyyid, Ma'hedü'l-inmru'I-Ar:ıbi, Beyrur 1979, s. 133.
135 Şeyh Müfid, Evailii'l-mafi.ôltıt, Matbaatü Mihr, 1413, s. 130.
136 İbnu'I-Mclahimi, Kitfıbu'l-Fiii~fi uiıili'd-diıı, s. 307.
.. Va.hiy ve Peygamberlik 386
şartlarını, peygamber gelmeden önce de insanların bilmesi gerekirdi. Oysa peygamber gelmeden insanların bunu bilmeleri mümkün değildir.ı37 Kelamcılara göre İslam filozoflarının mucizelere ilişkin anlayışı, peygamberliğin mahiyeti konusunda benirosedikleri görüşleriyle irtibatlıdır. Onlar, peygamberi, diğer insanlara nispetle faal akıldan (akıllar) taşan bilgileri en fazla alma gücü bulunan bir ruha sahip kılınmış ve bu sebeple de sıradan kimselerin uykularında muttali olduğu gaybi bilgilere uyanıkken vakıf olan kişi diye tanımlayınca mucizeyi de, 'özü itibariyle peygambere verilen ruhun evrendeki madde üzerinde etki yapabilmesi' diye açıklamışlar ve mesela peygamberde havayı buluta çevirip tufan olacak tarzda yağmur yağdırma gücü bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. 138
Aslında bu yaklaşım, mucizeyi Allah'ın fiili olmaktan çıkaran ve vahiylerdeki bilgilerle örtüşmeyen yanlış bir açıklama biçimidir.
Mucizenin gerçekten Allah'a ait bir fii1 olması, devam edip gelen adeti (tabiat kanunlarını) bozması, yalnızca peygamberlik iddia eden insanın elinde gerçekleşmesi ve benzerini yapmaya diğer insanların güç yetirememesi gerekir.139 Tıpkı peygamberlere verildiği bildirilen duyusal mucizelerde olduğu gibi: Bu çerçevede Hz. Salih'e deve mucizesi,140 Hz. Musa'ya asa mucizesi,141
·
Hz. İsa'ya ölüleri diriitme ve çamurdan yapılmış bir kuş heykelini canlı hale getirme mucizesi142 Yerilmiştir ki kelamcılar bunlara "hissi mucize" adını vermişlerdir.143 Peygamber olmayan insanın elinde ortaya çıkabilen fiilin yaru sıra sürüp gelen adete uygun olarak vuku bulan bir fiil, Allah'ın sözlü tasdiki anlamına gelen bir mucize olmaz. 144 Her ne kadar yahudi, hıristiyan, müşrik gibi 145
değişik inanç gruplarından aksini savunanlar146 bulunsa da mucizenin ölüleri diriltmek, değneği yılana çevirmek gibi mutlaka duyulara hitap eden olgusal veya duyusal (kevnVhissi) türden olması gerekli değildir. Mucizede önemli
137 İbnu'l-Melahimi, a.g.e., s. 309.
138 İbnu'b·Melihimi, a.g.e., s. 312.
139 Maruridi, Te'vilôtii'l-f!ur'ôn, II, 309; Kidi Abdulcebbir, ei-Mıığtı~ XV, 199; İbnu'l-Mela-himi, a.g.e., s. 311.
140 Hud 11164-67; eş-Şuaci 26/154-158. 141 el-A'r:if7/104-109; Ta.tıa 20/18-20.
142 Al-i İmrarı 3/41. 143 Maruridi, Te'viltitii'/-f!ıır'dn, V, 58.
144 Kidi AbduJccbbir, a.g.e., XV, 202.
145 Kadi Abdulccbbir, a.g.e., XV, 202.
146 ei-En'am 6/37; Yunus 10/20; Hüd ı 1'/U; cr-Ra'd 13/7, 27.
Kelamda Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 387
olan sadece olgusal ve duyusal türden olması değil, yalnızca Allah tarafından
gerçekl~ştirilebilen ve adeti bozan bir .fii1 olmasıdır. Gaybı bilmek yalruzca
Allah'a ait bir nicelik olduğuna göre verdiği gaybi haberlerin gerçekleşmesi,
bunu haber veren kişinin ancak Allah'ın kendi~ine bildirmesiyle bunu bilebi
İeceğinden, verdiği haber mucize olurı47 ki kelamcılar buna "haberi mucize"
(veya se.m'1_ mucize)ı48 adını vermişlerdir. Gerek MU'tezill ve gerekse Sü.nni'
kelamcılar, peygamberliğin esasının gayb ileminden haber vermeye ·dayandı
ğını ve peygamberliğin de önemli ölçüde gaybi mucizelerle kanıclanabileceğini
kabul etmişlerdir. ı49 Okuma ve yazma bilmeyen bir insanın, dil yapısı ve içer
diği bilgUer yönünden benzeri diğer insanlarca ortaya konulamayan ve yalnızca
Allah'tan öğrenUebilen bir Kitab'ı getirmesi de onun Allah elçisi olduğunu
kanıtlayan bir mucize kabul edilmiştir ki bunlar, bilgiye dayanan manevi ve
akü türden "bilgi mucizeleri" dir. ıso
Sü.nni' ve Mutezill kelamcılara göre mucize yalnızca peygamberlerin elinde
ortaya çıkan ve sürüp gelen adeti (tabiat kanunlarını) bozan ilaru bir fiildir.
Ancak Mutezill kelamcılara göre mucizenin benzeri olan ve keramet adı ve
rilen hankulade bir olay, peygamberler dışında özel bir zümreyi oluşturan
velilerin, salihlerin ve fazilet sahibi insanların veya masum olduklarına inanılan
imamların elinde zuhur etmez. Aksi takdirde peygamberlerin delili geçersiz
hale gelir; insanlar, elinde mucize benzeri bir olayın gerçekleştiğini gördük
leri kişilerin din adına söylediklerine uyar ve böylece peygamberlik .filen sona
ermemiş olur. ısı Nitekim İslam tarihinde, pek çok kişi veli olarak kabul edil
miş, bunlara ait kitaplarda mucize benzeri olayların ellerinde ortaya çıktığı be
lirtilmiştir. Ancak Resıllullah'ın getirdiği vahiylerle örtüşmeyen bu bilgilerin
müslüman halkın dini hayarını şekillendirmesi, realitede Murezill kelamcıların
tezini teyit edici mahiyettedir. Bu tablo sözü edilen kişilere zunnen peygam
berlik fonksiyonunun yüklendiği ve bunlar aracıliğıyla peygamberliğin örtülü
bir şekilde devam ertirildiği izlenimi uyandırmakradır.
147 Macur1dl, Te'uilatii'l-.((ur'an, I, 150, 190, 230, 266, II, 334, 443, XI, 45; Kadi Abdulcebbir, ei-Muğni, XV, 207.
148 Macuridl, Te'uilatii'l-.((ıır'aıı, V, 58. 149 M5.ru.ridl, Kitabıı't-Teuptd, s. 326-331; Kadl Abdulcebbar, Teıızihıı'l-.((uı·'aıı 'aııi'l-meta'iıı,
s. 28, 65, 66-67; Nüreddin es-Sabo.nr, ci-Kifaye fi'l-hidaye, s. 197. 150 M5.curid.i, Te'ullôtii'l-.((ıır'an, IT, 308, V, 58. 151 Kad.i Abdulcebbir, ei-Mıığnl, XV, 207-208.
.. Vahiy ve Peygamberlik 388
Bu durum, bazı ilimierin da vurguladığı152 gibi peygamberlerin insanlara
tebliği ettikleri vahiylerin ihmal edilmesi ve onlara bağlılığın zayıflaması so
nucunu doğurmakta, mucizenin bir adet haline gelmesi sebebiyle peygamber
liğin delili olmaktan çıkması anlamına gelmektedir. Salih insanlardan mucize
benzeri olayların zuhur ettiğine dair rivayetler, daha çok tarikat erbabı insan
ların naklettiği kesin bilgi ifade ermeye n ahad haberlerden oluşur. 153 Mu tezile
alimlerine göre şayet salih müsümanların elinde mucizelere benzeyen harilcu
iade olaylar zuhur etseydi bunlar öncelikle ashab ve tabiln alimlerinin elinde
ortaya çıkardı, oysa onlar hakkında bunu kanıtlayıcı bilgiler yoktur. 1'>4 Mu tezili
alimler ayrıca Müseylime gibi peygamberlik iddiasında bulunan yalancı ve sah
tekarların elinde iddialarını yalanlamak üzere gösterıneyi vadettikleri muci
zenin zıddı bir harikulade olayın meydana gelmesi de mümkün değildir. Bu
konuda ileri sürülen rivayetleri ise asılsız kabul etmişlerdir. 155
Mutezill kelimcılara göre peygamberliğin yegane delili mucize olmasına
mukabil Sünni kelimcılar ahad rivayerlere ve bazı ayetlerin yorumuna daya
narak silih müslümanların elinde ortaya çıktığı nakledilen kerametleri, tabi
oldukları peygamberlerin mucizeleri kabul etmişlerdir. 156 Zira Sünni kelam-·
cılara göre peygamberin getirdiği vahiylere tabi olduklarından bazı salih ve
faziletli müslümanların elinde adet üstü olaylar zuhur edebilir, bu durumda
da Hz. Peygamber'in yeni bir mucizesi vuku bulmuş olur. Sünni kelamcılar,
görüşlerini kanıdamak için Kur'an'da Hz. Süleyman ve Meryem kısalarının157
yanı sıra Hz. Ömer'in, suyu azalan Nil nehrine mektup yazması.ııın ardından suyunun çoğ:ı.lmasını ve kendisi Medine'de olduğu halde Nihavem're savaşı yö
neten ordu komutanı Siriye'ye seslenip dağa çıkmasını emretmesinden sonra,
152 Yahya b. el-Hüseyin, Kitfıbıı Ziyfıdfıti Şerpi'/-Ui{i/, s. 161.
153 Kadi Abdulcebbar, a.g.e., XV, 225-226. 154 Kadi Abdulcebbar, a.g.e., XV, 241. 155 Kadi Abdulcebbar, a.g.e., XV, 236-240. 156 Maruridi, Te'vilfıtii'l-f!ıır'fııı, II, 142; Ebu'I-Muin en-Nesefl, Tebiıratii'l-edille, rhk. Mu
hammed el-Enver Harnid Isa, ei-Mektebetü'I-Eı.heriyye li't-türas, K:ıhire 2011, U, 776; Nureddin es-Sabiıni, el-Kiftiye fi'l-hidfıye, rhk. Muhammed Aruçi, İsarn Yayınları, İstanbul 1435/2014, s. 210; a.mlf., el-Bidfıy~ .fi ıuıili'd-dirı, nşr. Bekir Topaloğlu, M.Ü. İlahiyar Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 2011, s. 56; :ı.ınlf., el-Miintef!ıi, s. 162; Muhammed b. Abdurrahman ei-Hammis, Uiıllu'd-diıı 'inde'J-İmôm Ebi Jjaııift, Dfu-u's-sumey'i, Riyad, 1416/1996, s. 479.
157 Maturidi, Te'vilfıtii'l-{(ıır'fırı, II, 139-140, 14 ı; Nlıreddin es-Sabun!, el-K'rfaye ji'l-hidôye, s. 209-210.
Kelamda Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 389
komutanın bunu duyup dağa çekilmesini anlatan rivayetleri kanıt olarak göstermişl~rdir.158 Ancak gerek Hı. Süleyman ve gerekse Hı. Meryem kıssaları Süleyman ve İsa peygamberlerle ilgili olup bunların kecimetin varlığı.ru kanıtlayan kesin bir de W olarak kabul edilmemiştir .. Aktarılan bu ahad rivayerlere
gelince bunların erken devir kaynaklarında yer almamaları dikkat çekicidir. Bu dun,ım _söz konusu rivayetlerin rasavvuf kültürünÜn yayılmasından sonra üretildiğini gösterici mahiyettedir. Zira Hz. Ömer'e atfedüen bu rivayet erken devir hadis kaynaklarında mevcut değildir, aksine bu rivayetin yer aldığı
ilk kaynak Şii telakkilerin hakim olduğu İran coğrafyasında yetişmiş bir sUfi olan Sehl b. Abdullah et-Tuserfnin (ö. 283/896) et-Tefizr'idir. 159 Hz. Ömer'in
yazdığı mektubun NU nehrine artlmasıyla suyunun çoğaldığına ilişkin olarak Vak.ıdl (ö. 207) tarafından nakledüen160 rivayetin erken devir hadis kaynakla
rında nakledümemesi de bu rivayerin sahih görülmemesinden kaynaklanmış olmalıdır. Esasen keramet kelimesi ilk kaynaklarda izzet, şeref, hayır, üstünlük, lütuf, ikram ve ihsan gibi sözlük anlamında kullanılrnıştır. 161
Kerimetin rerim anlamındaki kullaruhşı belirleyebildiğimize göre İslam akaidinde "velüerin kerametleri haktır" şeklinde ifade edilip velayer ve kerime
tin bir inanç konusu olarak yer aldığı ilk kaynak Ebu Hanife'ye nispet edilen (ö. 150/767) el-Fıl!hu'l-ekber adlı risaledir.162 Ancak Ebu Hanlfe döneminde,
velayet ve keramet meselesinin, müslüman ilirolerin ramşukları akaid konuları arasında bulunmaması ve risalenin yaıma nüshalarının oldukça geç döneme ait olması, bu ifadenin risaleye sonradan ilave edüdiği intibaını uyandırmak
radır. Ebu Hallife hakkında araştırma yapan alimler arasında böyle bir kanaat mevcuttur. Ebu Hanife'nin akaid risaleleri hakkında yapılan yeni araştırmalar
158 Nesefi, Tebiıratıı'l-edille, Il, 775-776; Şehrisrani, el-Mi/el ve'ıı-ııi~al, s. 81; Saburu, ei-Bi-daye fi ıtiıili'd-dlıı, ı:hk. Bekir Top:ıloğlu, İsranbul 2011, s. 55-56.
159 Schl b. Abdullah er-Tüsreri, et-Tqnr, I, 89. 160 Va!odi, Fııtıi}Jııi-Şam, Daru'l-kürubi'l- ilmiyye, Beyrut 1417/1997, II, 63. 161 Mukaril b. Süleyman, et-Tefilr, Da.ru İhyai't-ruris, Beyrut 1423, s. 314, 447; İbn İs
hak, es-Sfre, Daru'l- fikr, Beyrur 1389/1978, s. 116, 121, 135; Abdullah b. ei-Mubarek, (z-Ziibd ve'r-re~i~, Daru'l-kürübi'l- ilmiyye, Beyrut ts., s. 40; Yahya b. Sellam, et-Tef sir, Daru'l-kürübi'l-ilmiyye, Beyruc 1425/2004; Şafii, el-Unım, Daru'l-ma'rife, Beyrur 1410/1990, V, 262; İbn Hişam, (s-Sfretıı'ıı-Nebeviyye, ı:hk. Mustaf.ı. es-Selli v.dğr., Mekteberu Musraf.ı. el-Babi el-H:ılebi, Mısır 1375/1955, I, 241; İbn Sa'd, et-Taba~tıı'/kııbra, rhk. Ali Muhammed Ömeı:, Mekteberu'I-Hand, Kahice 1421/2001, I, 109; Buhari, nr. 2817; Muslim, nr. 1877; İbn Mace, nr. 1601; Ebu Davud, nr. 466.
162 Ebu Hanife, ei-FıMıı'l-ek.ber, Birleşik Arap Emirlikleri 1419/1999, s. 51.
.. Vahiy ve Peygamberlik 390
da bunu teyit etmektedir. 163 Evliyanın kerimetler gösterdiğini, Ehl-i Sünnet
içinde bir inanç konusu yapanların ilk defa Sünnl SUfiler olması kuvvetle
muhtemeldir. İbrahim b. Eelhem (ö. 165/782), Fudayl b. İyaz (ö. 187/203)
gibi ilk Sünnl sUfilerin ortaya çıkmasından sonra tasavvuf yoluna giren a.J.im-1er, velilerin keramet gösterebileceğini kabul etmişler ve bunu bir inanç esası
haline getirmişlerdir. Nitekim Haris b. Esed el-Muhasib1 (ö. 243/857), Hz.
Peygamber'e isnat ettiği bir hadis rivayetinde Hz. İsa'nın şöyle dediğini nak
letmiştir: "Ademoğlu daha güçlü bir yakine sahip olsaydı sadece su üzerinde
değil havada da yürüyebilirdi". Muhasibl'nin, bu rivayere dayanarak müminio,
sahip bulunduğu yakin mertebesine göre kerimete erişeceğini ileri sürmesi164
yukarıda belirtilen tezi teyit etmektedir. Anlam itibariyle benzer içeriğe sa
hip bir rivayeri Ahmed b. Hanbel (ö. 241/855) de nakletmiş, ancak yapnğı
nakilde, Hz. İsa'nın sözünü rivayet etmiş ve Hz. İsa'nın, Ademoğlunun yakin
derecesine varan zerre kadar imanı olsaydı su üzerinde yürüyeceğim söylediğini
belirtrniştir. 165 Ne var ki çağdaş alimlerden Abdülfettah Ebu Gudde (1920-
2002) bu hadis rivayetinin uydurma olduğunu tespit etmiştir.166 O'nun belirtti
ğine göre Irili, bu rivayetin, tabi1n neslinden Bekir b. Abdullah el-Müzeruy~
(ö. 106/724) ait bir söz olduğunu nakletmiştir. 167 Aslında bu bilgi, ilimiere ait
bir görüşün veya sözün daha sonra kaynaklara hadis olarak nasıl intikal ede
bildiğine ilişkin dikkat çekici örneklerden biri olarak karşımıza çıkar. Erken
devire ait elimizde mevcut bir başka akaid kitabı Selefiyye'nin kurucusu kabul
edilen Ahmed b. Hanbel' e (ö. 241/855) ait el-A~fde adlı risalediı:. Akiide dair
olan bu küçük risalede Ahmed b. Hanbel' in, velilerin kerametlerinin mümkün
olduğu görüşünü benimsediği belirtilir.168 Tespit edilebildiği kadarıyla "ve
lilerin keramet göstermeleri haktır" tarzındaki inancı itikad:J bir ilke olarak
beyan eden ilk kişi Harizml (ö. 383/993) olup kerametierin Ashabu'l-Hadls'e
163 Ulrich Rudolph, al-Maturidi aııd ıhe development ofsımni tbeology iıı Samarqand, trans
lared by Rodrigo Adem, Leiden: E.J. Brill, 2015. VIII, 362, (Islamic history and civiliıation; volume 100), s. 28-40.
164 Hacis b. Esed ei-Muhasibi, Risliletii'l-miister]idfıı, nşr. Abdülfecd.h Ebil Gudde, Halep 1383/1964, s. 100, 175-176.
165 Ahmed b. Hanbel, Kitabu'z-Ziihd, thk. Muhammed Celal Şeref, Daru'l-likri'l-camii, İskenderiyye 1984, s. 180.
166 Muhfisibi, Risaletii'/-miiscerJidin, s. 176, Abdülfercah Ebil Gudde'nin dip noru, nr. 1. 167 Muhfisibi, Risliletii'/-miistel'jidlıı, s. 176, Abdülfmah Ebil Gudde'nin dip noru, nr. 1.
168 Ahmed b. Hanbel, ei-'AI].Ide, nşr. Abdiliaziz es-Seyrevan, Dımaşk 1408/1987, s. 125.
Kelamöa Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 391
mahsus olduğunu belirtmiştir. 169 Nitekim kaynaklarda Miline olayının ardın
dan Ahmed b. Hanbel' e bazı kerametlerin atfedilmesi Harizml'nin bu tespitini
doğrulamaktadır. 170 Daha sonra kerametin terim anlammda kullanılışı başka
eserlerde de yer almıştır. SUfiyye mensuplarından Kelabazi'nin (ö. 380/990)
et-Tecarruf'u da171 buna yer veren eserlerdendir.
Görüldüğü gibi velilerin ellerinde kerimetin ortaya çıkmasını mümkün
gören ve erken devir kaynaklarında yer alan SUfiyye ile Ehl-i Hadis ilimleri
ne ait bu relakki, uydurma olduğu tespit edilen bir hadis rivayetine dayanı
larak literatüre intikal ettirilmiştir. Bütün bunlar kerimet inancının erken
devirde mevcut olmayıp Ehl-i Hadis ile SUfiyye ilimlerine atfedilerek son
radan ortaya çıktığını gösterici mahiyettedir. Abdülkahir ei-Bağdadi'nin (ö.
429/1038) keramet kavramını mucize anlamında kullanıp ondan peygamberin
nübüvvetini kanıtlayan delil diye bahsetmesinden, kerametierin velilere de
ğil peygamberlerce gösterilen bir barikulade olay olarak değerlendirildiği ve
zamanla mucizenin peygamberlere, kerametin ise velilere ait kılındığını so
nucunu çıkarmak da mümkündür. 172 Kendisini Sü.nnl bir ilim olarak tarum
layan İbn Hazm ez-Zahiri (ö. 4546/1064) Allah Teila'run, nesnelerin tabiatını
yalnızca peygamberleri için değiştirdiğini, salih müslümanlar da dihil olmak
üzere peygamberler dışında kalan hiçbir insan için nesnelerin tabiatını değiş
tirmediğini söyleyerek tabiat kanunlarını aşan bir kerarnetin vuk:u bulmadığını belirtmiştir. Şayet peygamber olmayan kişi için bu tür bir keramet vuku bula:
bilseydi bu, onun kalbinde beslediği iman hakkında kesin bir hüküm vermeyi
mümkün kılardı. Oysa Allah'ın kendilerinden razı olduğunu beyan ettiği sa
habiler dışında kimse için böyle bir hüküm verilemez.173 Kur'an'da "bir alarnet
olmak üzere velilere barikulade bir delil verildiği"ne dair bilgi bulunmadığı
gibi hadislerde de böyle bir terim anlamı içeren herhangi bir kavram mevcut
değildir, aksine hadislerde geçen keramet, ahirette Allah Teila'nın razı olduğu
kullarına yapacağı ikram ve lütuflar anlamında kullanılmıştır. 174 Öyle anlaşı-
169 Harizmi, lv!ufidıı'l-'ıılılm ve mubidıı'l-bımııim, d-Mekreberu'l-nnsuriyye, Beyrur 1418/1997, s. 71.
170 Ebu Nuayın, ei-Isfuhani, Jfilyetu'l-euliy!ı, Mekreberu'l-Hand, .Knhire 1357/1938; IX, 195-196.
171 Kelabiıi, et-Te'amifli mtibebi ebli't-raiavvuf, Daru'l-kürubi'l-ilmiyye, Beyrur rs., s. 73.
172 Abdülkahir ei-Bağdadi, el-Far~ beyne'l-jira~, Daru'!-af.i.kı'l-cedide, Beyrut 1977, s. 332.
173 İbn Hazm, el-Fail fi'l-milel ue'l-ehuai ue'ıı-ni~al, Mekreberu'I-Hanci, Kahite rs., V,2, 8.
174 İbn Ebi Şeybe, Mıısamıef, VI, 130 (nr. 30047), Mekreberu'r-ruşd, Riyad, 1409;Ahmed
.. Vahiy ve Peygamberlik 392
lıyor ki keramer tabiri, razı olduğu iyi kullarına Cenab-ı Halili'ın barikulade
olaylar anlamında dünyada da lütuf ve ikearnlarda bulunabileceği düşünülerek
terimleştirilntiş tir.
Kaynaklarda mucizenin, peygamherliğe delil oluşuna ilişkin olarak çeşitli
şartlarından söz edilir. Bunlardan biri peygamberlik iddiasının ardından ortaya
çıkmasıdır. Hz. İsa'nın henüz yeni doğmuşken beşikte konuşması, Hz. Mu
hammed'in peygamberlikle görevlendirilmesinden önce bir bulut tarafından
gölgelenmesi ve çocukken göğsünün meleklerce yarılıp kalbinin temizlenmesi
gibi peygamberlik öncesine vuku bulduğu nakledilen barikulade olaylar Mu
rezili kelamcılara göre o dönemde yaşayan bir başka peygamberin mucizesi
olmalıdır, çünkü peygamberlik iddiası yalnızca mucize sayesinde bilindiğinden
peygamber olmayan ve böyle bir iddiada bulunmayan birinin elinde zuhur
etmesi mümkün değildir; Sünnl kelamcılara göre ise bunlar peygamber olaca
ğına işaret eden fiiller olup irhas diye isi.rnlendirUi.r. 175
Kelamcıların, "mucize peygamberliği kanıtlayan kesin bir delUdir" görü
şüne karşı, peygamberliği reddeden Firavun ve daha sonra onun gibi düşünen-:
ler tarafından çeşitli itirazlar ileri sürülmüştür. Bunların başında mucizenin,
benzerini sihi.rbazların dışındaki insanların meydana getiremediği sihi.r ve di
ğer aldatma yöntemleriyle aynı konumda bulunması ve dolayısıyla mucize Ue
sihi.rin birbirinden ayırt edilemeyecek olmasıdır. Bir başka ifade ile belirtmek
gerekirse bu itirazlara göre mudzenin, sihir ve benzeri aldatıcı gösterilerden
bir farkı yoktur. Mesela yetenekli bir kimse mahareti sayesinde boğazını kes
ınediği halde bir hayvanın boğazını kesmiş gibi gösterip daha sonra da onu
dirilttiğini Ueri sürmesi veya mıknatısın demiri çekmesi gibi nesnelerin tabiat
larında bulunan özellikleri kullanarak insanları aldatması mümkündür. Çünkü insanların tamamı sihirbazlık sanatını ve nesnelerin tabiaclarLOı bilmezler. Şu
halde farklı kabiliyeri bulunan kişiler değişik hileler kullanarak peygamberlik
iddiasıyla ~sanları aldatmış olabilir. 176 Ancak mucizelere yönelik bu eleştiri,
mucizeleri peygamberliği kanıtlayıcı bir delil olmaktan çıkaracak güçte de-
b. Hanbel, Mıısn(d, XXI, 372, (nr. 13926), ı:hk. Ahmed Ma'bed Abdulkerlm, Cem'iyyeru'l-mekneıi'l-İslaıru, Beyrut 1432/2011; Buhari, Sabtb, IV, 22, (ne. 2817); thk. Muhammed Zuheyr b. Nasır en-Nasır, Daru Tavkini'n-necah, 1422/201 ı.
175 K.adi Abdulcebbar, a.g.e., XV, 213-218; Nesefl, a.g.e., ll. 176 Yahya b. el-Hüseyin, Kitabu Ziyadati Şerbi'l-Usul, s. 140-141; İbnu'l-Melahimi, el-Fdi~
fi uiılli'd-din, s. 313-315.
Kelamda Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 393
ğildir. Çünkü mucize ölmüş bir kişiyi diriltme, cansız bir nesne olan değneği canlı bir yılana dönüştürme örneklerinde görüldüğü gibi hiçbir insanın yapma gücü bulurunayan bir fiildir. 177 Şayet mucize sihir benzeri bir fill olsaydı sihirbazların Hı. Musa'ya iman etmemesi gerekirdi. H3.lbuki sihirbazlar, işin uzmanı olarak sihir yoluyla bir değneği yılana dönüştürmenin mümkün olmadığllli bildikleri için iman etmişlerdir. 178 Nitekim peygamberler tarihinde adından sözedilen hiçbir peygamber yoktur ki gösterdiği mucize galip gelmesin ve insanlar tarafindan benzeri veya daha üstünü getirilerek geçersiz kılınmış olsun. "Mucize şayet beşer fiili ise siz de bir beşer olduğunuza göre bütün i.mkinlarınııı birleştirio ve onun benzerini getirerek peygıimberin delilini geçersiz hale getirin"179 denilecek yapılan meydan okumalar karşısında insanların bundan aciz kalarak peygamberlerle savaşma yolunu seçmeleri, mucizenin sihir türünden bir olay olmadığını kanıtlar. Çünkü bir sihirbazın yaptığının benzerini veya daha mükemmelini bir b~ka sihirbaz yapabilmektedir. Kelamcılara göre bu durum mucize ile sihir arasında mahiyet bakımından bir benzerliğin bulunmadığını gösterir. Şayet mucizeler insanlarca benzeri gerçekleştirilebüecek olaylar. riiri;inden olsaydı, bunu sağlamak suretiyle peygamberlerin davetini boşa çıkarmak mümkün hale gelirdi.180
Mu tezili ve Sünni kelamcılar peygamberlik müessesesini kanıdamak için
genelde mucizeyi öne çıkarınakla birlikte peygamberlerin güzel bir hayat tarzına sahip olmalarını, yüce ahlak ilkelerini hayata geçirmelerini ve böyle bir hayat tarzına göre yaşamaya insanlan davet etmelerini dikkate alarak bunun, peygamber olduklarını kanıdayan yeterli bir delü teşkil ettiğini ileri sürmüşlerdir.181 Peygamberlerin doğruluk, güvenilirlik, affedicilik, cesaret, vakar, alçak gönüllülük, doğru sözlü olmak, asla yalan konuşmamak, bağışlayıcılık, ıihidlik, akraba ve muhtaçlara yardım etmek gibi üstün ahlak sahibi olmaları182 Allahelçisi olarak gönderildiklerine dair beyanlarının da doğru olmasını gerektirir.
177 Kidl Abdulcebbar, el-Muğnl, XV. 262.
178 Taha 20/57-70; Yahya b. el-Hüseyin. a.g.e., s. 141; İbnu'I-Melahimi, a.g.e., s. 314.
179 el-Bakarn 2/234; eı-isra 17/88.
180 İbnu'I-Melahirni, a.g.e., s. 314-315.
181 Maruridi, Te'vilôtii'l-~ıır'an, IX, 215.
182 Ali b. Rabben ec-Tabeci, ed-Din ve'd-devle, s. 57; Ebu Hatim er-R.aıi, A'lamıı'n-ııiibiiwe, s. 69-77, 79.
.. Vahiy ve Peygamberllk 394
Sonuç olarak şunu söylemek mümkündür: Kur'an'da ve diğer ilaru kitaplarda iman edilmesi istenen ve peygamberliğe ilişkin lıilci.yeleri haber verilen, 183
yine Kur'an'da dikkat çekildiği gibi insanlığın ortaklaşa -kabul ettiği bir vakıa olarak peygamberlerin tarih sahnesinde yaşaması -ki geride bıraktıkları kitaplar, mabeder ve yaşadıkları mekanlardaki izler bunun kanıtıdır-, 184 getirdikleri di.n.i ve dünyevi bilgilerin insanlara tarih boyunca yön verip dilleri ve ırkları farklı milletierin zihin ve gönül dünyalarında derin etkiler bırakan küresel bir kültür oluşturması tarihte peygamberlerin fiilen var olduğunu gösterici mahiyettedir. Tarih, arkeoloji ve anrropoloji bilimlerinin mevcut verileri buna işaret etmektedir. Ancak bu verilerin tamamlanması halinde peygamberlik kurumunun varlığına ilişkin bilgileri daha açık seçik hale getirecektir.
Peygamberliğe İlişkin Eleştiriler Peygamberliğe ve vahye dair eleştiriler, İslam düşünce tarihinin erken de
virlerinde ortaya çıkmıştır. 185 Kelam ilimlerinin Berahime'ye atfettiği görüşlere göre peygamberliğe yapılan eleştirllerin başında akıl, insanlar için her ko·nuda yeterli ve mükemmel bir kaynaktır, bu nedenle de peygamberlere ihtiyaç yoktur. Çünkü peygamber insanlara ya akla uygun bulunan ve akıl yürütülerek bilinebilecek olan veya akla aykırı bulunan ve akıl yürütülerek bilinemeyecek · bilgiler getirir. Birinci ihtimal doğruysa akıl yeterli olur ve peygambere ihtiyaç kalmaz, ikinci ihtimal doğruysa peygamberin getirdiği bilgiler re~dedilmelidir. Çünkü insan, akla aykırı olan veya akıl vasıtasıyla bilinerneyen bilgilere uyması yanlış bir yaklaşımdır. 186 Peygamberlerin ise akılla açıklanamayan ve ona aykırı olan bilgileri insanlara öğrettikleri bilinmektedir. Ak1i bilgilerle vahyl bilgiler çelişince ak1i bilgilere uymak gerekir, bu da peygamberlerin öğrettiği bilgileri gereksiz hale getirir. Üstelik bir kişi peygamber değilken daha sonra peygamber olduğunu ileri sürmesi de bir çelişkidir. 187 Peygamberin yaptığı ilk
183 Al-i İmrin /44; Hud 11149; Yfisuf 12/102. 184 el-Ahlclf46/9.
185 Kacü Abdu1cebbar peygamberliğe dair itirazların İbnu'r-Ravendi'nin (ö. 301/913) ez-Ziimıırriid adlı eserinde Becahime tarafından ileri sürüldüğünü ve Ebu Ali ei-Cübbal'nin (ö. 303/916) "Nakıju'z-Ziimıırriid isimli kitapta bunlara cevap verdiğiıii kaydeder, XV, 73.
186 Kacü Abdulccbbar, el-Mııgııi, XV, 74-75, 97; Melahiıni, ei-Fôi~ flııit'lli'd-din, s. 299; Gaızill, ei-İ~tiJôd fi'l-i'tik.8d, s. 255; Zemahşerl, el-Minhac ft ıtiuli'd-din, s. 67.
· 187 Kacü Abdulcebbac, a.g.e., XV, 109-lfO.
Kelamda Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 395
iş, akla değil vahye tabi olmaya insanlan davet etmektir. Akla uymayı reddet
menin yanlışlığı açıktır. Bunlardan daha önemlisi ise peygamberliğin gerçek olduğuna ilişkin açık seçik kanıtların bulunması, bunun bir sonucu olarak da peygamberin vahiy aldığını ve gerçek bir peygamber olduğunu bilmenin im
kansız olmasıdır. Zira peygamberin dağrolunu bilmenin yegane delili olarak gösterilen ve tablar kanunlarını aşan mucizenin sözlü tasdik anlamına geldiği iddiası tutarlı değildir. Çünkü mucizenin Allah'ın fiili olduğu hiçbir şekil
de bilinemez.188 Ayrıca peygamberlerin namaz kılmak, oruç tutmak, ihram giyerek, hac yaparak bir binanın etrafında tavaf etmek, kurban kesrnek gibi yapılmasını emrettiği ibadetler akla uygun değil aksine aykırıdır ve anlamsızdir; bazı lezzederden ve faydalı şeylerden uzak durmak türünden yasaldadıkları
fiiller ise aklen iyidir ve insan için mutluluk vesilesidir.189
Bunların dışında peygamberlik ve vahye ilişkin önemli bazı itirazlar da ünlü filozofMuhammed b. Zekeriyya er-Razl'ye (251/865-313/925) atfedilir. Ona nispet edilen görüşlere göre Allah'ın insanlara peygamber göndermesi
haklm oluşunun gereğine, yani hilemete aykırıdır. Çünkü Allah'ın insanlardan üstün hale getirdiği peygamber öğreteceği bilgilere insanlan ona muhtaç
bırakınası her şeyden önce aralarında ihtilafa ve gruplaşmaya sebep olur, bu da peygambere inanantarla onu inkar edenlerin birbirlerine düşmanlık yapıp savaşmalarına ve netice itibariyle helak olmalarına yol açar. 190 Bunun ötesinde diru metinlerio çelişkili olması, bir peygamberin sözlerini diğer peygambe~lerin değiştirmesi, dindarların ·düşünmeyi terk edip taklide yönelmesi ve buna bağlı olarak zihin dünyalannın tabiatı haline getirdikleri katı bir taassuba kapılması peygamberlik ve vahiy inancının ürettiği olumsuz ve tasvip edilemeyecek sonuçlardır.191 Nitekim İsa peygamber kendisinin Allah'ın oğlu olduğunu
söylemiş,. Hz. Muhammed ise onun diğer insanlar gibi yaratılmış olduğunu beyan etmiş; yahudiler ve hıristi}'!illlar İsa'nın çarmıha gerilerek öldürüldüğünü kabul' c.trniş, Hz. Muhammed ise onun öldürülmediğini açıklamıştır. Bu örnekleri çağaltmak mümkündür. Peygambere ve onun varisieri durumunda
bulunan din önderlerine, daha çok düşünme gücü bakımından zayıf ve fakir insanların uyması göstermektedir ki akıl yürüten ve felsefi derinliğe sahip
188 Kirli Abdulcebbar, a.g.e., xv; 146; ~. el-İi?.tüôd ji'l-i'tikôd, s. 255. 189 Kirli Abdulcebbar, a.g.e., XV, 115, 119, 139. 190 Ebu Hacim er-Raıi, A'/amıı'n-nilbiivve, s. 15.
191 Ebu Hacim er-Razi, a.g.e., s. 39-40.
.. Vahiy ve Peygamberlik 396
bilgiler üreten insanların peygambere ve getirdiği vahiylere ihtiyacı yoktur. Peygambere tabi olan zümrenin sosyal statüsü ve seviyesi de dinin gerçeklik açısından taşıdığı değere ilişkin önemli ipuçları verir.
Bu eleştirllerin ilkini teşkil eden "peygamberlerin öğrettiği bilgilerin akü bilgilere aykırı olduğu" iddiası kelamcılara göre her şeyden önce doğruluğu karuclanmamış bir önermedir. Çünkü onlara göre akla uygun olanla ona aykırı olanı birbirinden ayırt etmek gerekir, akla uygun olduğu ileri sürülen her bilgi akla uygun olmayabilir veya akla aykırı olduğu iddia edilen her bilgi de akla aykırı olmayabilir. Bu gerçeği dikkate alarak ön yargılardan kurtulmuş olan selim akıl ile ön yargılara sapianan aklı birbirinden ayırınca peygamberin getirdiği bilgilerin doğru akü bilgilerle çelişınediği görülür. Şu da herkesçe kabul edilmesi gereken bir gerçektir ki akıl her şeyi bilen, bütün bilgileri üretebilen mutlak ve mükemmel bir bilgi kaynağı değildir, aksine her şeyi bildiğini ileri sürmek yanlış bir yaklaşımdır. Ayrıca duyusal alanı algılamak bütün varlık alanını kuşatmak anlamına gelmediği gibi bu varlık alanına ilişkin bazı bilgilere sahip olmak da bütün varhk alanından haberdar olmak şöyle dursun, hayata ve insana dair her şeyi bilmeyi gerektirmez. Aslında akıl yürüterek genel çerçevede doğru bilgiler üretebilirken problemin ayrıntılarında çelişkiye düşmekten kurtulamaz; son calılilde insanı mutluluğa götüren ve bedbaht yapan eylemlerin nelerden oluştuğunu belirleyemez, iyilik ve kötülüğün ne olduğunu, faydalı ve zararlı unsurların ayrıntılarını tam olaral( bilemez, insanın yapıp ettikleri ise daha çok ayrıntılardan oluşur, peygamberlerin öğrettiği bu ayrıntıları reddetmek aklı işlevsiz hale getirir. 192 Kelamcılara göre bütün ilaru kitapları özetleyen Kur' an, önyargıdan korunmuş bir anlayışla incelendiği takdirde vahyi bilgilerle akü bilgilerin tam bir uyum içinde olduğu, aklın yahyl bilgileri doğru bulduğu ve vahy1 bilgilerin de insanları akli bilgilerden yüz çevirmeyi değil aksine onları b.-ullanmayı öğrettiği görülür. t9J
Kelamcılara göre peygamberin yapılınasını emrettiği davranışların aklen kötü olduğu ve yasakladığı davranışların ise aklen iyi olduğu iddiasının da kesin bir dayanağı yoktur, tam aksine beşeri ilişkiler ve davranışlar bakımından insanlara emrettikleri fiilierin iyi, yasakladıklarının da kötü olduğu açıktır.
192 Kidi Abdulcebbir, el-Mıığni, XV, 110-112; Mel3h.imi, el-Fai~fi ıtiıili'd-din, s. 299; Gaz-ıill, el-İf!.tiiad ji'l-i'tikıld, s. 256. .
193 Kadi Abdulcebbir, el-Mıığn~ XV, 114.
Kelamda Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 397
Diru olan emir ve yasaklara geünce emirlerden birini teşkil eden ibadetle
rio zorlukları bulunmakla birükte semboük anlamları vardır, bunlar dikkate
alındığı takdirde hikmetlerini kavramak mümkün olur; ayrıca hem dünyada
hem de ahirette insana kazandırdığı faydalar mevcuttur, yasakların ise zararlan
vardır. Din insanlara faydası çok ve zararı az olan .fiilleri emretmiş, buna karşın
zararı çok ve faydası az olan fiilieri de yasaklamışcır. Çok fayda için ~orluklara
katlanmak ve zarardan kurtulmak için bazı tezzetlerden mahrum kalmayı ter
cih etmek akla aykırı değil aksine aklın gereğidir. 194 Dünyada ortaya çıkacak iyi veya kötü sonuçları bir yana, vahiylerle belirlenen emir ve yasakların, peygam
berin, vuku bulacağını haber verdiği ahiret aleminde insanı iyi veya kötü bir
a.kıbetle karşı karşıya bırakması da i.mk3.nsıı değildir. Çünkü insanın dünyev!
konuların pek çoğunda bile yapması ve yapmaması gereken eylemleri ancak
haber yoluyla veya başkasından öğrenir.195 Faydalı ilacı doktordan öğrendiği
gibi d.in1 bakımdan faydalı ve zararlı davranışları da peygamberden öğrenme
si gerekir. 196 Peygamberler insanlara dünyevi alana dair bilgiler öğretmek! e
birükte bu konuda insanlar toplumsal düzeni kurup devam eteirmek için akıl
yürüterek ve yaşanan tecrübelerden yararlanarak bunu sağlamaları mümkün
dür. İnsanların, peygamberlere ve öğrettikleri vahiylere muhtaç oldukları asıl bilgiler ise beşeri imkinlarla ulaşamayacakları duyu ötesi varlık alaruna ve dün
yada yapıp ettiklerinden ahirette hesaba çekileceklerine ilişkin dini ve uhrevl
bilgi alanıdır. 197
İnsanları peygamberin öğreteceği bilgilere muhtaç bıra.kmarun, bir kısım
insanları diğerlerine nispetle imtiyazlı hale getirip insanlar arasında gruplaşma
ve ihtilafa, bunun sonunda da onları birbirleriyle savaşmayı sürüklediği iddiası
da kelemcılarca cevaplandırılmıştır. Buna göre söz konusu iddia insanın varo
luşsal yapısıyla bağdaşmayan .fikirler içerir. Çünkü insanlar akü ve zihinsel ka
biliyetleri bakımından eşit düzeyde yaratılmadığı gibi öğrenen bir varlık olması
itibariyle bir öğreticiyemutlak anlamda muhtaçtır. Bu da insanlar arasında ya
ratılıştan gelen bir imtiyaz ve üstünlüğün bulunduğunu, dolayısıyla insanların
birbirlerine olan ihtiyacının yaratılışın keyfiyetinden kaynaklandığını kanıtlar.
Bu reallte karşısında Allah'ın insanlara, akıl yürütme güçlerini kullanmaya
194 Kadi Abdulc~bbar, el-Muğni, XV, 116, 120-121.
195 !<adi Abdulcebbar, el-Muğni, XV, 117.
196 Gazz3li, el-İ~tiifid fi'l-i'tikad, s. 256.
197 Melahimi, el-F/ii~ ft ııiıili'd-diıı, s. 300.
.. Vahiy ve Peygamberlik 398
teşvik eden ve akıl vasıtasryla bilinemeyecek hakikatleri öğreten, di.ıll ve dün
yevl konularda doğru yola sevk eden peygamberler göndermesinin akla daha
yatkın olduğunu söylemek mümkündür.198 Değişik peygamberlere vahyedilen
metinlerio lafiziarı farklı olsa da anlamları aynıdır, farklı algılanmaları ise kullanılan sembolik dilden ötürürdür. Lafı! anlamlardan hareketle di.rll metinleri
anlamaya çalışmak yöntem açısından yanlıştır. Bütün vahiy metinleri ilim ve
hikmeti teşvik edicidir. Şeriaderin farklı olması ise içinde yaşanan zamanın ve
şartların değişmesiyle irtibatlıdır, çünkü insanların ihtiyacı zamana ve şart
lara göre değişir. Önceki bir peygamberin uyguladığı şeriati, sonra gelen bir
peygambere verUen şerlatin nesh ermesi hikmetle bağdaştığı gibi aklın gerek
lerine de uygundur. 199 Peygamberden sonra ona clbi olanların içine düştüğü
çelişki ve haraları onlara mal etmek ise isabetli değildir. Çelişkiye düşmek ve
ihtilaf etmek sadece dinle ilgili değil, aksine insani bir durum olup her alanda
söz konusudur. Hı. İsa ile ilgili olarak aslında peygamberlerin söyledikleri
arasında bir fark yoktur, o da onun yahudiler tarafindan öldürülmediğidir.
Buna muhalif görüşlerin doğruluğu kesin bilgilerle sabit değildir. Hana b~
müslüman ilimler, "Onlar (Yahudiler) onu kesin olarak öldürmediler, aksine Allah onu katına yükselrti"200 mealindeki ayeti şöyle yorumlamışur: Her ne
kadar Yahudilerin İsa peygamberi öldürdüğü iddia edilmişse de o ruhuyla di
ridir, çünkü Allah yolunda öldürülenler şehinir, ölmezler ve sevinç içindedir
ler,201 Hz. İsa da şehit olarak ölmüştür ve Allah katında diri olup sevinç içinde
bir rUhi hayatla diridir. Bu, Kur'an'ın yanı sıra İncil'den de çıkarılabilecek bir
yorumdur. Nitekim Kitab-ı Mukaddes'te Mesih'in cesedinin öldüğü ve ru
huyla diri olduğu beyan edilir. 202 İnsanların birbirleriyle savaşmasının sebebi
olarak peygamberleri göstermek de yanlıştır. Çi4ıkü dünyada sadece din sa
vaşları yoktur, aksine savaşlar daha çok dünya üzerinde egemenlik kumak ve
ekonomik güç elde ermek gibi dünyevi amaçlar için yapılmaktadır. 203
Peygamber olduklarını ileri süren insanların iddialarını açık seçik sekilde
kanıtlayamadıklarına, peygamberlerin yegane delilini teşkil eden mucizelerin
198 Ebü Hacim er-Razi, a.g.e., s. 19-20.
199 Kadi Abdulcebbar, el-Muğnl, XV, 294.
200 en-Nisa 4/158.
201 Al-i İnuin 3/169-170.
202 I. Peaus, 3/18.
203 Ebü Hacim er-Razi, a.g.e., s. 144.
Kelamda Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 399
bu konuda tatmin edici bulunmadığına ve insanları aldatan sihir benzeri bir takım olaylardan ibaret olduğuna204 ilişkin eleştiriye Mu tezili ve Sünnl kelam
cıların verdiği cevap ise kısaca şöyledir: Peygamberlerin Allahelçisi olduklarını kanıtlamak için gösterdikleri mucizeleri sihir ve benzeri olaylarla eşdeğer kabu) etmek yanlıştır. Çünkü m~cize yalnızca Allah'ın _yaratmasıyla gerçekleşebilen ve benzerini hiçbir insanın yapamayacağı ilaru bir fi.il sonucu olarak vuku bulan bir olaydır. Çünkü mesela, hiçbir sihir yöntemiyle kurumuş bir ağaç dalından veya demirden yapılmış cansız bir değneği canlı bir yılana dönüştürmek ve ölüyü diriltmek mümkün değildir. Mucizelere yönelik bu iddia her türlü yaratmayı bilen205 ve her şeye gücü yeten Allah' ın niteliklerine insanların
sahip olmasını gerektirir ki bunun yanlışlığı açık, iınkinsızlığı da ortadadır.206
Peygamberlerin elinde ortaya çıkan mucizeler iddia edildiği gibi beşerin gücü dahilinde bulunan olaylar olsaydı, onlara iman eden kimsenin bulunmarnası ve benzeri olayların inlclrcılar tarafından ortaya konularak peygamberlerle sa
vaşmak veya onları öldürmeye teşebbüs etmek zorunda kalmamaları gerekirdi.207
Peygamberlerin Özellikleri ve Görevleri Kur'in-ı Kertm'de peygamberler hakkında verilen bilgilere göre onların
ilk özellikleri beşer, yani insan olmalarıdır. Zira hem Allahelçilerini inlclr edenlere ve hem de bizzat bu elçilere ait olarak aktarılan beyanlara göre peygamberler, Allah'ın insanlar arasından seçip vahiyler indirdiği kimselerden oluşur. "İnsan elçi" ('Y _,... J IA)208 olmak dışında bir özellikleri yoktur ve yal
nızca erkekler arasından seçilmiş insanlardır.209
Her ne kadar bazı kaynaklarda kadınlara da peygamberlik görevi verildiği ileri sürülroüşse de bu görüş, Kur'an'ın açık beyanlarıyla çelişik bulurunuştur.210
İbn Hazm (ö. 456/1064), nebi ve resul ayırımı yaparak kadınlardan resul gön-
204 Gazıali, el-İf!,tüôd fi'l-i'tiktid, s. 256.
205 Yasin 36/79; el-Bakara 2/259
206 Gaıziü, el-İ~tiiôd fi'l-i'tiktid, s. 256-257.
207 Cuveyni, el-'A~idetii'n-N~miyye, s. 221; Gaızall, el-İ~fid fi'l-i'tiktid, s. 257-259; İbnu'I-Melahimi, el-Fail!.flııHili'd-ditı, s. 313.
208 İbrahim 14/11; el-Ahlli 18/110; el-Mü'ıninWı 23/24; eş-Şuara 26/154; Yasin 36/15; Hud 11/27; et-isra 17/93-94.
209 Yfı.suf 12/109; el-Enbiya 21/7.
210 Fahredd.in er-Razi, Mefiltii}u'l-f.ayb, Vlll, 38.
.. Vahiy ve Peygamberlik 400
derilinemekle birlikte nebi olan kadınların bulunduğu tezini ileri sürmüştür.
Ona göre nebi haber vermek ve bildirmek anlamındaki "in ha'' kökünden türe
miştir, Allah'ın bir olayı vuku bulmadan önce kendisine bildirdiği kişi nebidir.
Ancak bu bildirme, arı örneğinde olduğu gibi belli bir tabiatta yaratılmak
anlamındaki ilham yoluyla veya bütünüyle zandan ibaret bulunan kehanet - ki
·bu . kapı Resı11ullah'ın gelişiyle kapanmıştı.r- vasıtasıyla yahut rüya aracılığıyla
değil de vahiy yoluyla gerçekleşirse buna muhatap olan kişi nebidir. Sözü edi
len bu kişi vahyi, gönderilen bir melek vasıtasıyla alır, tıpkı İshak peygamberin
annesi Sare'ye meleklerin oğullarını müjdeleyen bir hitapta bulunması,zıı Musa
peygamberin annesi Yokevet'e,Z12 bebeğini nehre bırakmasını öğretmesi,213 İsa peygamberin annesi Meryem' e Cibril'in temiz bir çocuk doğurma müjdesini
vermesi214 gibi. İbn Hazm'a göre bu olaylar gerçek anlamda bir nübüvvettir
ve buna muhatap olan kadınlar da nebiyye, yani peygamberdir.215 Kurrubl (ö.
671/1273) ise melek vasıtasıyla Allah'tan vahiyler aldığı için sadece Meryem'in
peygamber olduğunu savunmuştur.216 Ne var ki Kur'an'da sözü edilen kadınla
ra yönelik vahiylerden bahsedilmesi onların peygamber olmasını gerektirmez.
Zira peygamberlikte aslolan Allah elçiliği yapmak ve aldığı vahiyleri insanlara·
tebliğ etmektir. Nitekim bu kadınlardan nebi veya resul diye bahsedirnemiş
olması bunu kanıtlayıcı mahiyettedir. Sözü edilen kadınların aldıkları vahiyler
sadece kendilerine yönelik müjde ve eylemleri içermektedir. Şunu da belirtmek
gerekir ki İbn Hazm'ın temel dayanağını, resul ilenebi arasında ayırım yapma
sı teşkil etmektedir. Oysa peygamberlik bahsinde belirttiğimiz gibi Kur'an'da
nebilere resu.i, resullere de nebi denilmiş ve aralarında bir fark bulunroaduna
işaret edilmiştir.
Peygamberler diğer insanlar gibi doğar, beslenerek büyür, evlenir, çocuk
sahibi olur, hastalanır ve ölür.217 Peygamberlerin, tebliğ ettikleri ilalll mesajları başarılı bir şekilde anlatmalarını sağlayan ve insanlarla yaptıkları fikri mücade-
211 Hud ııtn-73.
212 Eski Ahir, "Mısır'dan Çıkış" 6/20. 213 el-K.asas 28/7. 214 Meryem 19/19.
215 İbn Hazm, el-F ai/ fi'l-milel ve'l-ehvai ve'n-nil;al, Mekteberü'l-Hanci, Kalıire ts., V, 13. 216 Kurrubi, el-Cami' /i-al;kami'l-r<ıır'an, thk. Ahmed ei-Berdfuıi-İbrahim er-Tafeyyiş, Da-
ru'l-kürübi'l-Mısriyye, Kahire 1384/1964, IV, 83. · 217 el-Milide 5/75; el-Hicr 15/24; el-Enbiya 21/83; el-Furkfuı 25/7.
Kelamda Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 401
lelerde üstün deliller üretmelerini mümkün kılan mükemmel bir akl! yeteneğe sahip oldukları ve Allahelçisi kılınmalarının insanlar tarafindan bilinebilmesi için de mucize gösterdikleri Kur'an'da verilen bilgilerden anlaşılmaktadır.218
_Allah'tan aldıkları vah.iyleri canlarını tehlikeye atmaktan ve herhangi bir şekilde .kınaruna kaygısı taşımadan eksiksiz olarak insanlara tebliğ eden;219 Allah'ın
haklarında. verdiği hükümleri ve emirleri bir sıkıntı yaşamadan yerine getiren220
peygamberlerin, vahiy alamaya elverişli bir tabiatta yaratılroalarına221 rağmen hiçbir ilahl güç ve niteliği yoktur. Peygamberler de kendilerine indirilen vahiylere iman etmekle yükümlü kılırunışlardır,222 bu sebeple de vahiy almak dışında gayb aleminin perdesi kendilerine açılnuş değildir, sadece Allah'ın akıl ve duyu dışı bir yolla ilettiği vahiylere muhatap olurlar. Peygamberler, Allah Teila tarafindan iyi, üstün ahlaklı ve doğruluk timsali faziletli kimseler arasından seçilmiş (ıstıfa) ve dolayısıyla peygamberliğin babadan oğula intikal eden bir görev olmadığına Kur'an'da dikkat çekilmiştir.223 İnsan olmalarından ötürü, Allah'tan vahiy almadan gaybı bilmeleri ve hiçbir şekilde hata etmemeleri mümkün değildir.224 Çünkü gaybı bilmek ve hata yapmamak yalnızca Allah'a ait niteliklerdendir. Hz. Adem'in, ilahl buyruğa uymayıp yasak ağaçtan yemesi225 ve böylece yolunu şaşırıp Rabbi'ne asi olması; Hz. NUh'un, babalık duygusunun etkisiyle iman etmeyen oğlunu gerniye almak istemesi;226 Hz. Musa'nın, kastını aşan bir şekilde de olsa adam öldürmesi227 ve Rabbi'ni görmek isteyip ardından tövbe etmesi;228 Reslllullah'ın, Tebük seferine çıkarken özür beyan eden münafıklara doğru söyleyip söylemediklerini araştırmadan izin verroesi229 ve münafikların reisi olan Abdullah b. Ubey b. Sellll öldüğünde ona müslüman muamelesi yapıp cenaze namazı kıldırması230 Kur'an'da, pey-
218 el-Bakara 2/258; el-Enbiya 21/56-65. 219 Al-i İmrfuı 3/146; el-Ahzib 33/39. 220 el-Ahzib 33/38. 221 el-En'am 6/124. 222 el-Bakara 2/185; Al- i İnıran 3/84. 223 el-Bakara 2/124; Al- i İmran 3/33; el-En'am 6/84-87. 224 el-En'am 6/50; el-A'raf7/187-188; Hud 11/31. 225 el-Bakara 2/35; Tah3. 20/121-122. 226 Hud 11/45-46 227 el-Kasas 28/15-16. 228 el-A'raf7/143. 229 et-Tevbe 9/43. 230 et-Tevbe 9/84.
.. Vahiy ve Peygamberlik 402.
gamberlerin ilahl uyanlara muhatap olmalarına dair bazı hatalı davranışları arasında belirtilmiştir. Ancak peygamberlerin, hatalı düşünce ve davranışlara yönelmelerinin hemen ardındarı Allah Teala, onları uyarmış ve böylece onları
koruduğunu beyan etmiştir. Nitekim Hz. Yusuf, AUah'tarı gelen bir işareti (burhan) görmesinin etkisiyle Züleyha'ya arzu duymamış, 231 Hz. Peygamber de aldığı vahiylere ilişkin olarak Allah'ın kalbini sabit kılması sayesinde müşriklerin sözlerine meyletmekten kurrulmuştur.232 Kur' arı'da Hz. Yusuf ve Hz. Muhammed'e dairyapılan bu son iki açıklamadan, peygamberlerin ilahl koru
ma v.e-gözetime tabi turuldukları anlaşılmaktadır.233
l Kur'an'da, peygamberlerin doğru sözlü (sıdd.lk) ve güvenilir (emin) in
sanlar oldukları da vurgularıır.234 Zira emanete hiyanet ermek pey~berlere yaraşmaz, emanete hiyanet edenler kıyamet günü yaptığı hiyanetin günahını boynunda taşı.r.235 Yaşadıkları rı1hl tecrübelerle Allah'tan vahiy aldıklarını bi
len peygamberler, aldıkları bu emaneti yerine getirip insanlara tebliğ etme görevini gerçekleşrirmişler, bu uğurda mücadeleye girişip kimseden çekinmemişlerdir.236 Bütün peygamberler Allah'ın hidayete eriştirdiği üstün ahlaklı
insanlar olmakla birlikte237 üstünlük açısından aralarında farkların bulunduğuna da dikkat çekilmiş, Allah onların bazılarını bazılarına üstün yapmış ve
derecelerini yükseltmiştir.238
İtikad.l Mezheplere göre farklılık arz etmekle birlikte kaynaklarda yalnızca peygamberlerde bulunması gereken özelliklerden bahsedilir. İslam tarihinde mülhiderce peygamberlere yönelik birçok eleştiri yapılmasının ardından, bu
tenkirler karşısında değişik ekailere mensup kelam alimlerince peygamberlerin özelliklerine dair çeşitli inançlar geliştirilmiştir.239 Bunları şöylece özedemek mümkündür:
231 Yftsuf 12/24. 232 el-İsra 17/73-74.
233 Nureddin es-Sabılni, el-Müntelf./ı min 'iimeti'l-enbiyd, s. 71.
234 Meryem 19/41; eş-Şuari 26/ 107, 125, 143, 162, 178.
235 AI-ı imran 3/161.
236 AI-i İııuin 3/146; el-Maide 5/67; ei-Ahzib 33/39.
237 ez-Zümcr 39/18.
238 cl-Bakara 2/253, el-isra 17/55. 239 Kadi Abdulcebbar, Teibitü dtlaili'n-n.iibiivve, 1;<128-130.
Kelamda Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve H
403
1. Allah tarafindan seçilmiş olmale Peygamberler, elçilik yapmaları için
Allah tarafindan seçilmiş insanlardır. Kur'an'da "ıstıfa" tabiriyle ifade edilen240
bu özellikleri dikkate alınarak hiçbir insanın kendi çabasıyla peygamberlik ·mertebesine erişemeyeceğine ve peygamberliğin kesbi değil vehbi olduğuna dair ortak bir inanç benimsenmiştir. Bu nedenle a.limlerin ortak kabulüne göre iyi bit insan olamak veya çok ibadet yapmak sureriyle hiçbir ~se peygaiJ?.berlik statüsü elde edemez.
2. Peygamberlikten önce ve sonra Allah'ın dostu olmaktan çıkıp O'na düşman olmayı gerektirecek inanç ve davranışlardan uzak olmak: Yine a.limlerin ortak kabulüne göre Allah Teala peygamberlik görevini yüklediği elçisini bu görevin yerine getirmesini engelleyen fiilieri yapmaktan U2aklaştırır.241 Peygamber olmanın gerektirdiği çerçevenin dışında kalan fiilierde ise peygamberin durumu diğer insanlar gibidir. Sünni ve Murezill kelamcılara göre peygamberlik öncesinde, yaşadığı dönemde peygamberle aynı seviyede insanların bulunması mümkündür. Ancak, peygamberlikle görevlenciirildiği andan itibaren peygamber, kendi dönemindeki insanların en üstünü olur. Çünkü bundan sonra· görevin gerektirdiği bütün zorluklan aşmak için gösterdiği sabır ·ve fedakarlık onu en üstün konuma yükseltir.242
Bu bağlarnda peygamberler yalan beyanda bulunmak, vahiyleri gizlemek veya vahiyleri tebliğ etmemek yahut eksik ve yarılış tebliğ etmek, 243 göreviyle ilgili büyük haralar yapmak gibi peygamberlik vazifesinin yerine ge~esine zarar verici fiillerden U2ak. bulunmuşlardır.244 Çünkü sözü edilen bu 'fiilleri yapacak olsalardı faydalı işleri tanıtmaları için Allah'ın, peygamberleri insanlara elçi olarak göndermesi hikmetle .b.ağcf?.şmazdı. Ancak kendilerine indirilen vahiyleri tebliğ edip uyguladıktan sonra yalan konuşmalan asla mümkün değildir, sadece bazı fiilerinde küçük yanılgılar içine düşebilirler. Hz. Peygamber'in namaz kılmasıyla ilgili olarak nakledilen ve sehiv secdesi yapmayı gerektiren bazı yanılgıları bu türdendir.245 Yalan konuşmaya gelince, nefret ertitici ve al-
240 AH iınran 3/33.
241 Kadı Abdulcebbar, Şubu'I-Uiıili'I-!Jamse, s. 573.
242 Kadi Abdulcebbar, ei-Muğni, XV, 279-280; NCıreddin es-Sabfull, ei-Kifaye fi'l-bidaye, s. 202.
243 el-M3.ide 5/76; ei-A.hıab 33/37, 39; el-A'ıi.f7/62, 79, 93.
244 İbnu'I-Melahimi, Kitabu'l-Fôi~ fi. ıliıili'd-din, s. 301-302.
245 Buhari, "ei-Amel fi's-salat", ı.. ·
.. Vahiy ve Peygamberlik 404
darmaya dönük bilinçli bir tercih ve tavır olduğundan, peygamberlerin bunu yapması mümkün değildir. Zira peygamberler, gayb aleminden haber vermek üzere görevlendirildikleriden ve peygamberlikle haber verme arasında sıkı bir irtibat bulunduğundan dolayı yalan konuşmaları halinde onlara güvenmek imkanı ortadan kalkar.246
· Mutezill ve Sünni kelamcılara göre peygamberler, getirdikleri mesajların kabul edilmesine engel teşkil edecek bedensel ve zihinsel kusur taşımayan bir şekilde yaratılmalarına247 ek olarak Allah'ın koruması sayesinde nübüvvetten önce ve sonra inkar ermek ve şirk koşmaktan da korunmuşlard.ır. Peygamberlerin hata yapmaktan korunmaları vahiyle sağlaruruştır.248 Nübüvvetten sonra hem büyük hem de insanlar nezdinde değerini düşürücü küçük günahlar işlememek, peygamberlerin temel özellikleri arasında yer alır.249 Maturidiyye okuluna mensup bazı alirnlere göre ise peygamberler küçük günah işlernekten korunmamışlardır. Her ne kadar Sünni çoğunluk küçük günahlara zelle admı vermiş olsa de aslında bu İsimlendirme sadece lafız farkından ibarettir.250 Allah'ın, iradesini yok ermeden elçisini tekeleyecek ve değerini düşürecek fiilieri yapmaktan korumaları anlamına gelen ve yalnızca peygamberlere ait kıldığı bir nitelik olan bu özellik kelamcılarca ısmet kavramıyla ifade edilir.251 Şayet büyük günah ve değerlerini düşürücü küçük günah işlemeleri caiz olsaydı yalan konuşmaları ve aldıkları vahiyleri değiştirmeleri iınlcl.n dahiline girer, putlara tapmak gibi küfi:ü gerektiren davranışlar onlardan sadır olabilir, fiilieri sözlerini yalanlayan, sözleriyle insanlara yasakladıkları günahları fiilieriyle teşvik eden ve münafıklara özgü olan kötü bir konuma düşerlerdi. Böylesi bir davranış on-
246 Kadi Abdulcebbir, el-Mıığni, XV, 2281-285. 247 İbnu'l-Melaltirni, Kittibıı'I-Ftii~ fi ııiiili'd-diıı, s. 302; Nlıreddin es-Sabiıni, el-Kifilye
fi'l-bidtiye, s. 202. 248 Mirner b. Raşid, el-Ctimi', thk. Habiburrahman el-Azami, el-Meclisü'l-i.lınl, Pakisran
1403, XI, 336.
249 Abdülkıı.hir ei-Bağdadi, el-Far~ beym/1-fira~, Diru'l-afaki'l-cedide, Beyrur 1977, s. 210; Nlıreddin es-Sabfull, ei-Miiııte/pi, s. 134; Fahreddin er-Razi, Meftiti}Jıı'l-ğayb, III, 8, XVIII, 75.
250 Ebulleys es-Semerkandi, Şerbıı'l-FıMi'l-ckher, nşr. Abdullah b. İbrahim ei-Ensiri, Haydambad 1321, s. 41.
251 Nlıreddin es-Sabfull, el-Kifilye fi'l-bidtiye, s. 203-205; Hassan Ansar! and Sabine Schmidcke, "Mu'razUism in Rayy and Ascarabad: Abu'I-Fadl Al-abbas b. Sharwin", (Srudies on the Transmission of Knowledge Froqı İran co Yemen in che 6th/12th and 7th/13th, ll), Studia Iraııica, 412012, s. 90.
Kelarnda Peygamberük ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 405
!ann peygamber olmalarıyla çeüşir, gönderilmeleriyle elde edilmesi amaçlanan faydaların gerçekleşmesini engeller ve onlara güven duygusunu yok ederdi.252
Şu halde peygamberlik görevi, haklarında ceza ön görülen günahları hayat boyunca, yani gerek peygamberlikten önce ve gerekse peygamberlikten sonra
günah işlemeye uygun olmayan bir statüdür.253 Çünkü insanların, Allah tarafindan örnek olarak gösterilen peygamberlere tabi olmaları ancak bu takdirde mümkün olabilir, sadece zelle adı verilen ve yanılma sonucu vuku bulan bazı küçük günahlar işleyebilecekleri, ayrıca k:üfürden ve büyük günah işlernekten korundukları Mutezili ve Sünni kelimcılarca benimsenrniştir.254 Kelimcıların
bir kısmı, ısmet sıfatını peygamberliğe ait bir özellik kabul etmezken255 büyük çoğtınluğunca peygamberlerin en önemli bir özelliği olarak görülmüş, hatta bu özelliği yüceltenierin hidayete erip sapkırılığa düşmekten korunacakları, küçümseyenlerin ise bedbaht olacakları ve ilahi yardımdan mahrum kalacak
ları bile ileri sürülmüş tür. 256
Mutezilt kelimcılar, peygamberlerin nübüvvetten önce de büyük ve hatta ahiakl bakımdan önemli sayılan küçük günahiart işiemekten korunduklarını
savunarak bu konuda oldukça ihtiyatlı davranmışlardır; bu neden1e onlar peygamberlerin peygamberlik döneminde sadece yanılarak (önemsiz) bazı küçük günahlar işleyebileceklerini kabul etmişlerdir.257 Sünni kelimcılar içinde pey
gamberlerin nübüvvet öncesinde ve sonrasında küçük günah işleyebilecekleri
ni belirtenler vardır.258 Bu konuda küçük de olsa peygamberlerin hiçbir gün~ha yönelmesinin mümkün olmadığını savunanlar259 bulunduğu gibi Selefiyye ve Havaric mensupları, peygamberlerin şirk inancı da dahil olmak üzere her
türlü büyük ve küçük günahı peygamberlikten önce işleyebileceklerini savunmuşlardır.260 Ancak bu görüş, Sünni ve Mutezill kelimcılarca peygamberlere
252 Kadl Abdulccbb3.r, ŞerfJu'l-USı~li'l-bamse, s. 573; Kadı BeyıM, Me;lili'ul-enuar, s. 225. 253 İbnu'I-Md3himi, Kitôbıı'l-Ftii~ fi ııiıili'd-din, s. 302, Nilreddin es-Saburu, ei-Miiııre/J.ô, s. 85. 254 K:idi Abdulccbb3.r, Şer/Jıı'/-Uiıili'l-bamse, s. 573; Nılreddin cs-Saburu, el-Miinre/J.ô, s. 29, 50,
56, 219; Fah.redclin er-Razi, Meftiti!Jıı'l-ğayb, ID, 8; Kadı Beyzavi, Me;tili'ııl-muôr, s. 225. 255 Gaı.zali, Fe4ôilm'I-Bapııiyye, tlık. Abdurrahman Bedevi, Müesseserü Diri'l-kürü
bi's-sekifiyye, Kuveyt, s. 148 256 Nureddin es-SabUıli, el-Müme~, s. 178. 257 !adi Abdulcebbar, Tenzihu'I-]Jur'dıı 'ani'l-me;d'in, s. 23, 468; Şehristaru, el-Mi/el ue'n-
ııi/Jal, s. 66. 258 Gazzlli, Fe4ôi/Ju'I-Bapniyye, s. 148. Kadı Beyzavl, Mefôli'ul-enuôr, s. 227. 259 Şehristani, el-Mi/el ue'n-ni/Jal, s. 66; Ayni, 'Umdetii'/-~ri, XVIII, 9. 260 Nfueddin es-SabUni, tl-Kifaye fi'l-hidôye, s. 205.
.. Vah.iy ve Peygamber ük 406
güvenip tabi olmayı sağlayan delilleri zayıffatıcı mahiyette görülmüştür. Şunu
belirtmek gerekir ki bu yaklaşımı benimseyenlerin, peygamberlik öncesinde
peygamberlerin günah işlediklerine dair ileri sürdükleri deliller genellikle gü
venilir olmayan haberlere dayanmış veya konuyla irtibatlı olan ayetler çeşidi
yorumlara tabi ruculmuşrur.261 Mutezill ve Sünni kelamcıların peygamberlerin
ısmeti konusunda aşırıya kaçan ve bazan nasları uzak yorumlara tabi tutan
anlayışlarıru, özellikle hicri üçüncü asırda İslam dünyasında çeşitli mülhiderce
Kitabu'z-Zümiirrüde, Kitabü'd-Damif-62 gibi eserlerde peygamberlik kurumuna yöneltilen aşırı eleştiriler karşısında peygamberleri savunmaya ihtiyaç
duymalarına bağlamak yahut da bunu Şia'nın, imamların ısmeti tezini temel
lendirrnek için peygamberlerin ısmetine dair aşırı görüşler ileri sürmeleriyle
ilişküendirmek mümkündür.
3. Peygamberlik iddiasında bulunmak ve gösterdiği mucizelerle bunu
kanıtlamak: Peygamber göndermek, akıl yürüterek bilemeyecekleri çeşitli
bilgileri insanlara öğretme amaa taşıdığından, peygamberlere inanmaları ve
getirdikleri bilgileri benimserneleri için de Allah onlara mucizeler verir, bu
sayede gerçek peygamber oldukları bilinir. Bu sebepledir ki güvenilir, doğru
sözlü, ihlaslı, sabırlı, iyi ve seçkin insanlardan seçüen263 peygamberler iddiala
rını kanıtlamak için mucizeler getirdiklerini açıklayıp bunları herkesin gözlem
ve araştırmalarına konu olacak şekilde göstermişler,Z64 insanlar da peygamber
lik iddiasında bulunan kimselerden daima mucize göstermelerini istemişlerdir.
Ancak peygamberlerin mucize göstermeleri, Allah'ın izin vermesine ve onları yaratmasına bağlıdır.265 Allah'ın, elinde mucize yaratmadığı insanın peygam
ber olması mümkün değildir. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi peygamber
lik iddiasında bulunan bir insanın peygamber olduğunu bilmenin, mucize gös
termesi dışında bir yolu yoktur. Bir insanın peygamber olduğu, ·peygamberliği
mucize ile büioen bir peygamberin verdiği haberle de bilinebilir. Müteahhir
dönem Mutezüe kelimcılarından İbnu'l-Melahimi, peygamberlerin yazı yaz-
261 Kadi Abdulcebbac, el-Muğrıi., XV, 300-303; a.ml.f., Şerbıı'l-Uiıili'l-bamse,s. 573. Bu konuda bkz. Abc:d c:l-Rahman Tayyarc:, Prophethood and the Making oflsliımic Hiscarical Idc:ntiry", Procudingr of the 4tb Cultııral Crossingr Symporiıım, 2013.
262 Kadi Abdulcebbac, Teibitii delaili'n-nübüvve, Türkiye Yaz.ma Eserler Kıırumu Başkanlığı, İstanbul2017, s. 112, 956, 988, 996.
263 Al-i İmr3n 3/161; YU.suf 12/22-27; Sad 38/43-48. 264 Al-i İı:nr.in 3/49 ... 50; el-A'r3f7/106; :raııa 20/133; c:ş-Şuara 26/154. 265 el-En'am 6/35; a-Ra'd 13/38; İbrahim 14111; elt-Mü'min 40/78.
Kelamöa Peygamberlik ve Vahiyle İlgili Kavramsal Çerçeve .. 407
ma ve şiir söyleme gibi özelliklerden uzak bulunması gerektiğini savunmuştur. Ona göre gösterdikleri mucizelerin kendilerine ait fiiller olduğu intibaını uyandırması bakımından peygamberlerin ilim sahibi olmaması gerekir. Aksi takdirde insanlar, peygamberlerin tebliğ ettikleri vahiyleri kitaplardan öğrendiklerini veya bunların şiir türünden olduğunu ve gaybtan verdikleri haberleri de okuduldan kitaplardan aldıklarını düşünebilider. 266
4. Gaybı bilmemek: Peygamber Allah'tan aldığı vahiylede gaybı bilir, vahiy almadığı takdirde bir beşer olarak gaybı bilemez. Şayet peygamber gaybı bilseydi pek çok hayır elde eder ve kendisine hiç bir zarar dokunmazdı.267 Nitekim Hz. Peygamber huku.kl bir meselede ihtilafa düşen iki kişiden tarafları dinlemeden kimin haklı olduğunu bilme-diğini beyan etmiştir.268 Mutezill kelamcılara göre peygamber kendiliğinden gaybı bilemediği gibi dünyevi işlere dair her şeyi bilmez, sadecezanda bulunur, zan ise doğru veya yanlış olabilir, bu sebeple vahiy almadıkları dünyevl konularda hata edebilir.269
S. Allah ·hikkında caiz olan ve olmayan hususlan bilmek: Sünni kelamcılara göre pggamberde bulunması gereken bir diğer özellik, Allah hakkında caiz olan ve olmayan hususları genel ·çerçevede bilmektir.270 Mutezill kelamcılara göre ise peygamberin Allah hakkında her şeyi bilmesi gerekli değildir, Hz. Musa'nın Allah' ı görmek istemesini,271 kavminin bu konudaki talebini ona arz etmesi diye yorumlamak gerekir.272
Sonuç olarak şunları söylemek mümkündür: Mutezill ve Sünni kelamcılara göre peygamberin iki rtıemel özelliği vardır. Birincisi peygamberlerin beşer olmaları ve beşere ait özellikler taşımalarıdır.273 İkincisi ise vahiy almaları ve melekler gibi Allah ile iletişim içine girebiline imlcinına kavuşrurulup elçilik yapmıiları,274 onlar gibi Allah' ı takdis edip O'na ibadette bulurımalarıdır.
266 İbnu'l-Meliliimi, Kitabu'l-Fai~ fi ıtiılli~d-din, s. 304 . . 267 el-A'rif7/188; Setclr el-A'recl, el-Va};yu fi'l-{(ur'fıni'l-Kerim, s. 120.
268 .Kadi Abdulcebbar, a.g.e., XV, 290.
269 .Kadi Abdulcebbar, a.g.e., XV, 293.
270 Nuerddin es-Sabfuıi, el-Kifiıye fi'l-hidliye, s. 152; a.mlf., el-Bidaye fi ıtiıili'd-din, s. 40.
271 el-A'rif7/143.
272 Kadi Abdulcebbar, a.g.e., XV, 291; Sabfınt, el-Bidaye, s. 40.
273 el-~ıi 17/93-94. 274 el-Nı:ifil/61,67.