1
Uykusuz Habercilik Alternatif medya olarak mizah dergileri
“Evimizde uzun zaman televizyon yoktu. Bir süre önce televizyon aldık. TRT 2’yi izliyorum,
Uykusuz, Penguen ve Caf Caf gibi mizah dergilerini okuyorum.”
Gazeteci Hakan Gence’ye bu cümleleri söyleyen 28 yaşındaki bu genç kadın, Güliz Turan, Viyana’da
yönetim bilişim sistemleri ve uluslararası ilişkiler eğitimi almış bir grafik tasarımcı (Gence, 2009). İyi
eğitimli, meslek sahibi ve evli bu genç kadının okuduğunu söylediği Uykusuz dergisi, yakın zamanda
yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de gençlerin düzenli olarak takip ettiği beş dergi1 içindeki tek
mizah yayını (Gür, 2012). Aynı araştırmaya göre gençlerin yaklaşık üçte biri, gazete okumadıklarını
söylüyor. Bu durumda interneti daha çok sosyal iletişim için kullanan, televizyonda en çok yerli dizi
izlediklerini söyleyen gençlerin dünyada ve ülkelerinde olup biteni öğrendiği mecralardan biri de hiç
kuşkusuz okudukları mizah dergileri oluyor.
Bu makalede, reklam almayan, dikey, yatay ya da çapraz tekelleşmiş herhangi bir başka medya
kurumu ile organik bağları bulunmayan, bağımsız/tarafsız/muhalif bir yayın olarak geliri sadece
satışından ibaret olan haftalık mizah dergilerinin bir temsilcisi olarak Uykusuz dergisinin, hem
alternatif bir medya örneği olup olmadığı sorgulanacak hem de Türkiye’nin çalkantılı siyasal
ortamında kendine özgü bir muhalif duruş sergileyip sergilemediği analiz edilecektir.
Türkiye’de mizah dergilerinin biçimsel ve içerik özellikleri
Türkiye’de yayınlanan mizah dergilerinin biçimsel özelliklerine bakıldığında bu dergilerin -genellikle-
haftalık olarak yayımlandığı, gazete kağıdına basılarak maliyetin düşük tutulduğu, kolay okunması ve
kolay taşınması için tabloid olarak tasarlandığı, derginin sayfalarının zımba ya da dikiş gibi araçlar ile
tutturulmadığı (böylece aynı dergiyi çok sayıda kişinin okumasına imkan sağlandığı), farklı oranlarda
olmakla beraber yazı, şiir2, karikatür ve çizgi romanlara yer verdiği görülmektedir.
1 Bekir S. Gür, İbrahim Dalmış, Nur Kırmızıdağ, Zafer Çelik, Nevfel Boz tarafından 2012 yılında SETA için yapılan Türkiye’nin Gençlik Profili Araştırması’na göre Türkiye’nin yedi bölgesinde 15-29 yaş aralığındaki 10 bin 174 gencin yaklaşık onda biri (%12), düzenli olarak takip ettikleri bir dergi olduğunu belirtmiş. Düzenli dergi takip eden gençlerin en çok takip ettikleri beş dergi sırasıyla: Trendy (%13,7), Sızıntı (%11,1), Uykusuz (%4,8), Bilim ve Teknik (%4,5) ve Semerkant (%3,9) olarak tespit edilmiş. 2 Markopaşa ve sonrasında yayımladığı farklı isimli mizah dergilerinde yer verdiği taşlamaları ile Aziz Nesin, Leman dergisinde uzun süre köşesinde şiirlerine yer verilen Can Yücel ve Memo Tembelçizer imzası ile Penguen ve son olarak Uykusuz’da yazıp çizen Mehmet Çilingir’in “Aşık Memo” başlığıyla yayımladığı şiirleri ilk akla gelenler.
2
İçerik açısından “politik mizah” ile “apolitik mizah” unsurlarına aynı anda yer veren mizah dergilerinin
siyaset dışında, cinsellik, aile ve okul gibi toplumsal kurumlar, gündelik yaşamın saçmalık ya da
tuhaflıkları gibi konulara yer verdiği ancak bunların hepsinin eleştirel bir gözle ele alındığı
görülmektedir.
Cantek ve Gönenç, mizah dergilerinin siyasete olan yönelimlerini şu etkenler ile açıklamaya
çalışmaktadırlar (Gönenç & Cantek, 2012, s. 476) :
“Birincisi politik mizah, mizah dergilerinin satışını etkileyen en önemli unsurlardan biridir.
İnsanların politik mizaha gülmeleri büyük ölçüde bu mizahın, iktidar karşıtı, yani muhalif
olmasıyla açıklanabilir. Mizahla ilgili teorik çalışmalarda vurgulandığı gibi güçlüyle dalga
geçmek, baskı altında kalan, sıkışmış, çaresiz insanlarda bir rahatlama yaratır; gülme bu
rahatlamanın sonucudur. (...)
İkincisi politik mizah, mizah dergilerinin güncel ve gündemde kalmasını sağlar. Okuyucularına
taze mizah malzemesi sunmak zorunda olan haftalık mizah dergileri dinamik bir alan olan
politikadan sürekli beslenir. (...)
Üçüncüsü politik mizah entelektüel bir birikimi, alt yapıyı gerekli kılar, politik mizah, mizah
dergilerinin entelektüel kimliğini tanımlayan bir yönsemedir. (...) Bir başka ifadeyle politik
mizah dergilere itibar ve siyasi bir kimlik kazandırır.”
Politikacılar ve politik olaylarla ilgili karikatür ve yazılara mutlaka yer veren mizah dergilerinde3,
politik mizahın oranı ise zaman ve koşullara, derginin ideolojik duruşuna ve (eğer varsa) bağlı
bulunduğu medya kuruluşunun konumuna göre değişmektedir.
3 “Politikacılar dergimize ancak çizer olarak girebilir” diyen, Cici dergisi bu genellemelerin dışında kalmaktadır. Alpay Erdem, Yetkin Gülmen, Felat Delibalta, Can Atakul, Göxel, İbrahim Sever, Serdar Gilkal, Kerem Demir, Çetin Küçük, Yuşa Yalçıntaş gibi Lombak dergisinde ayrılan bir grup yazar çizerin kurduğu; kapağında “Tayyip’siz mizah dergisi” sloganına yer veren dergi, ilk sayısında siyasetten uzak duruşunu ise şöyle açıklamaktadır:
“Merhaba cici okurlar. Birazdan fark edeceksiniz, bizim gündemimiz biraz farklı. Neden böyle diyecek olursanız, ben bir gün olsun dergiden bir arkadaşımızın gelip de bize “yaa arkadaşlar duydunuz mu, Tayyip Erdoğan Davos’ta olay çıkarmış” dediğini duymadım. Çoklukla “Adriana Lima var mısın yok musun’a çıkacakmış” diye geldiler hep... Aramızda Gayri Safi Milli Hasıla ile ilgili bir sohbet hiçbir zaman geçmedi. Parlemento adını yalnızca Güney Kore Millet Meclisinde kavga çıktığı zaman kullandık. Hal böyleyken dergimizde siyasi gündem içeren iki sayfa hazırlamak ve sizlere bunu sunmak bir yandan kurnazlık, öte yandan da zannediyorum dünyanın en büyük kerizliği olurdu. Zira ne samimi olabilirdik, ne de işin hakkını verirdik. Birazdan okuyacağınız sayfalar işte bu dar vizyonla hazırlanmıştır. (...) Hepimize hayırlı olsun. Öptük...”
Cici kelimenin tam anlamıyla kısa ömürlü oldu. Üçüncü sayısında derginin lokomotif ismi Alpay Erdem ayrılırken bir sayı daha çıkan dergi kapandı. Yazar ve çizerlerin bir kısmı ise “politika ya da yer veren” diğer mizah dergilerine geçtiler.
3
Toplumu anlamak ve değişimleri gözleyebilmek için bakılabilecek en verimli mecralardan biri olarak
mizah dergileri, popüler olanlara sayfalarında yer vermekle önemli gelişmelerin altını çizerken, çelişki
ve karşıtlıkları da çarpıcı bir şekilde dile getirirler. Genellikle “en çok satan” özelliğini elinde tutan
mizah dergileri bu haliyle siyasi tercihleri kadar ticari tercihleri ile de değerlendirilmelidir. Ancak
sadece mizah dergileri ile sınırlı tutulan analizlerle toplumun net bir görüntüsünü elde etmek
mümkün değildir. Bu dergilerin ne söyledikleri kadar neyi söyle(ye)medikleri de önem taşımaktadır.
1. MİZAH VE MUHALEFET İLİŞKİSİ
Sosyal dünyayı eğlenceli, gülünç ve alaycı bir dille yorumlayan mizahın belirleyici unsurlarından
şüphesiz en önde geleni eleştirel olmasıdır. Mizah analiz etmeyi, sorgulamayı, hatta yıkıcılığı
içermektedir. Davranış kalıpları, gelenekler, toplumsal sistem, iktidarlar ve bunlardan kaynaklanan
adaletsizlikler mizahın asıl eleştiri konusudur ve işte tam da bu nedenle “insanlığın özgürleşebilme
bilincini ayakta tutan temel praksislerden biridir” (Avcı, 2003, s. 80)
Mizah ile politik güç arasında iki unsurun doğasından kaynaklanan bir çatışma vardır. Mizah doğası
gereği kusurları sergilerken; politik güç, gücün kaynağı olan ve onu besleyen kusurları gizlemek ve
zorundadır.
Mizah amacına güldürme yoluyla varır. Kökenlerine indiğimiz zaman, mizahın hakim sınıflara karşı
gösterilen bir tepkinin ifadesi olduğu, bu tepki toplumun alt tabakalarından, iktidarda kim varsa ona
doğru yönelen son derece sivil bir eylem olarak inşa edildiği gözlemlenebilir. Mizah bu yüzden
‘gülümseyen öfke’ olarak da anılır (Arı, 2008, s. 6).
Mizahçı, başarısını çarpıtmaya borçludur. Dünyayı, kendi imgesinde yeniden yaratmak için çarpıtır. Bu
yanıyla mizah belli bir anın kültürel söylemlerine müdahale eder ve tanıdık olanı aynı anda hem akla
getirir, hem de sarsar (Dölek, 2009, s. 23).
Mizahın özgürleştirici, “gerilim giderici” olmasının dışında “birleştirici” olduğu da ortadadır. Bergson
gülmenin diğer gülenlerle bir anlaşma, bir suç ortaklığı olduğunu belirtmiştir. Bir başka/öteki insanla
birlikte herhangi bir nesneye gülmek demek, o insanla aradaki sınırlılıkların azalması, o insana
yakınlaşmak demektir (Avcı, 2003, s. 81).
Bu anlamıyla toplumsal çatışmada yenik düşen insanın gülmesi, aynı zamanda bir üstünlük elde etme
silahıdır. Egemen sınıfların somut ve soyut olarak ellerine geçirmiş oldukları üstünlüklere, ezilen,
sömürülen yani yenik duruma düşenler mizahı, yitirdiklerini geri kazanmak için kullanmaktadır. Bu tür
gülmece, güçsüzlerin, güçlüye karşı kullandıkları sosyal ve politik mücadele silahıdır.
4
Çünkü gülme, sıradanlaştırır, büyüyü ve yanılsamayı bozar, güleni gülünenden üstün kılar. Hannah
Arendt, otoritenin en önemli belirtisinin “baskıya gerek kalmaksızın, itaat etmesi gerekenlerin, itaati
sorgusuz kabullenmeleri” olduğunu söyler. Ona göre “Otoritenin en büyük düşmanı ve onu
zayıflatmanın en kesin yolu kahkahadır” (Arendt, 1997, s. 51) Otorite saygı ile ayakta durur. Saygı,
ciddi, ölçülü, dengeli ve ağırbaşlı olmak demektir. Saygının mizah, gülme ve kahkaha yoluyla alaya
alınması otoritenin ‘kamusal senaryo’sunun zedelenmesidir. “Dünyevi ve dünya ötesi iktidarların
mizah anlayışı yoktur” (Avcı, 2003, s. 81).
Bu yüzden de mizah her tür iktidar nezdinde rahatsızlık yaratmakta, sansürlenmekte, kısıtlanmakta ve
yasaklanmaktadır. Bu engellemelerin olduğu yerde direniş ve muhalefet başlamaktadır. Muhalefettir,
çünkü mevcut olanı tahrif eder, alaya alır. Direniştir, çünkü mizahla tüm toplumsal ayrıcalıklar,
dokunulmazlık iddialıları, normlar ve yasaklar gözler önüne serilir, tartışılır ve alternatifi
düşünülebilir/üretilebilir olur. Mizahın yaptığı, haksızlık ve baskıyı görünür kılarak dillendirilmesi, bu
yolla da alternatifinin üretilmesine imkân tanımasıdır.
Mizahın muhalefet işlevinin gündelik hayata nasıl yansıdığı hep tartışılmıştır. Amerikalı çizer Ralph
Steadman “Ben hiçbir zaman karikatürün dünyayı etkileyebileceğine inanmadım. Otuz yılı aşkın bir
süre önce dünyayı karikatürle değiştirmeye kalkıştım. Şimdi dünya benim başladığımdan daha kötü
durumda” derken (Arı, 2008, s. 16) aslında yanılgısını da dile getirmektedir. Mizahın görevi
aksaklıkları, saklanılmak isterken ortaya çıkan gerçekleri ve çelişkileri sergilemekle sınırlıdır. Ortaya
çıkardığı, işaret ettiği sorunların çözümünü sunmaz, yeni bir gerçeklik kurmak mizahın görevi değildir.
Gramsci’nin temel anahtar kavramı hegemonya üzerinden gidersek, hiçbir düzen “tek sesli ve
tartışmasız değildir”. Her düzende iktidar kendi yönetimini kurmak ve sürdürmek için yönettiklerinin
“rıza”sına ihtiyaç duyar. Yönetilenler ise sürekli olarak mevcut koşullara direnirler. Yönetenler
açısından hiçbir zafer “kesin olarak kazanılmış” değildir, daima yeniden kazanılma zorunluluğu vardır.
Yönetenlerin iktidarını sürdürmek için, bazı talepleri karşılaması, reformlar yapması ve uzlaşması
gerekmektedir.
Bu açıdan bakıldığında iktidar, makul bir düzeyde pratik direnişe tahammül edebilir. Ancak bir kez
olsa dahi “direniş” olarak kabul edilirse, statükonun yeniden sağlanması için iktidar tarafından
kamusal bir yanıt verilmesi gerekir (Cantek, 2011, s. 30).
Kısaca mizahın eleştirilerine iktidarın göz yumması sadece onu ciddiye almaması ile ilgili değildir. O
eleştirilere yanıt vermek, onları kamusal söylemde tartışmaya açmak ve üreticilerini kendi eşiti olarak
görmek anlamına da gelmektedir.
5
Bu anlamıyla mizah (ve bu yazıda mizah dergileri) iddia edildikleri gibi, “alt sınıflara fiziksel direniş gibi
daha tehlikeli safhalara geçmeden rahatlama/boşalma imkânı tanıyan, iktidar onaylı emniyet
supapları”, ya da “var olan yapının sürdürülmesini kolaylaştırmak, mevcut koşullarının dışında başka
türlü bir yaşam olabileceğinin düşünmenin yollarını tıkamak, var olanı benimsemenin acı ve utancını
hafifletmek” ile yükümlü kültürel ürünler olmadıkları gibi tam olarak muhalefetin, başkaldırının ve
direnişin asıl zeminleri de değildir.
Mizah yoluyla muhalefetin dile getirildiği mizah dergileri aynı zamanda eğlendirme amacı da taşıyan
ticari birer üründürler. Dolayısıyla kültürel bir ürün dahi olsalar piyasa ilişkileri içinde üretilen, üretim
maliyeti ve satış gelirlerinin dengesine dayalı bir “ürün”dürler. Bu nedenle aynı zamanda satılmak,
okuyucuyu memnun etmek ve tüketilmeye devam edilmek durumundadırlar.
2. OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE’DE MİZAH VE MUHALEFET
Osmanlı’dan günümüze mizah ve muhalefet ilişkisini ele alırken akıldan çıkartılmaması gereken iki
unsur var. İlki Osmanlının çok kültürlü, çok dilli bir devlet olduğu, Türkiye’nin ise ulus devlet temelleri
üzerinde yükselen bir devlet olarak devamı olduğu Osmanlı’dan farklılıklar taşıdığı. Bu farklılıkların
bazıları mecburidir, bazıları da yöneticilerin tercihi ile yaşanan kırılmalardan kaynaklanmaktadır. Bu
kırılmalar da konumuz olan mizaha, muhalefete ve ikisinin ilişkisine dair önemli unsurları
yaratmaktadır.
Unutulmaması gereken ikinci unsur ise Osmanlı toplumunun sosyo-ekonomik ve siyasal yapısının Batı
toplumlarından farklılığıdır. Osmanlı mülkiyet ilişkileri, merkezî egemenin varlığı, aristokrat sınıfının
yokluğu, -Batıdaki anlamıyla- sermaye birikiminin oluşmaması, bunun sonucunda sermayeye sahip
yeni bir sınıfın (burjuvazinin) ortaya çıkamaması ve sınıf mücadelesinin Batı’dan farklı şekillerde
yaşanması gibi birçok neden Osmanlı’da Batıdan farklı bir kültürel yaşam biçiminin de var olmasına
neden oldu.
“Bireyci dünya görüşünden ziyade kökü göçebe Türk geleneklerine kadar gidebilen, İslam Hukukunun
etkisi ile de şekillenen kolektif bir dünya görüşü”nün egemen olduğu Osmanlı toplumunda iktidar,
kendisini tabulaştırarak “gülünemeyecekler” kategorisine sokmaktaydı (Belge, 1997, s. 211).
Modernleşme öncesi Osmanlı mizahı, “kültürel çoğulculuğu ve devletin cemaatlerin içsel yaşantısına
müdahale etmemesi” sayesinde gelişmiştir. Hacivat ve Karagöz ya da Kavuklu ve Pişekâr temsilleri
dinsel, kültürel ve sosyal çeşitliliği sahnelemekteydi. Özellikle Hacivat ve Karagöz, taklit, parodi ve
kaba nükteler ile “Osmanlı kültürel kaleydoskopu”nu sahneye taşımıştı. (Georgeon, 2000, s. 85).
6
Karagöz halk kültürünün temsilcisi iken Hacivat medrese eğitiminden geçmiş usul, erkân, edebiyat
bilen bir münevver portresi çizer. İkilinin çatışması üzerine kurulu olan temsiller, hem dönemin
olaylarını yansıtan bir aynadır, hem de toplumun dile getirmeye cesaret edemediği ahlâki, siyasî
kaygıları ifade eder. Ancak Karagöz ve Hacivat temsillerinin gülünçlüğü, hikâyenin geri planındaki
iktidarın mizah ile ilişkisine dair göndermeyi ise unutmamıza neden olur.
“Biz sevdik mi öldüresiye seviyoruz” diyen karikatürist Kemal Gökhan Gürses’in de hatırlattığı gibi bu
coğrafyanın ilk “yarı-kayda geçmiş mizahçıları” olan Karagöz ve Hacivat, aslında “bir cami inşaatını,
yaptıkları sululuklarla geciktirdikleri gerekçe gösterilip boyunlarının vurulan” iki sıradan işçi/çalışandır
(Önderoğlu, 2004) .
İlk mizah dergisi
Pek çok kaynakta ilk mizah dergimizin ismini dahi doğru yazamadığımız Theodoros Kasapis (Akgül,
2012) tarafından 24 Ocak 1870’de yayınlanan Diyojen olduğu ileri sürülmektedir. Ancak Diyojen’den
önce de Ermenice, Rumca ve Fransızca mizah dergileri yayınlamıştı. Basın tarihine ilişkin çeşitli
kaynaklar karşılaştırmalı olarak tarandığında Osmanlı topraklarındaki “ilk mizah dergisi”nin 1852
yılında Hovsep Vartaryan Paşa tarafından çıkarılan ve Ermeni harfleriyle basılan Boşboğaz Bir Adem
adlı dergi olduğu ileri sürülmektedir (Topuz, 2003, s. 405). Ancak bu çalışmanın bir roman mı yoksa
mizah dergisi mi olduğu pek net değildir. Her halükarda 1856 yılında Ermenice basılan Meğu isimli
dergi ilk mizah dergisi sayılabilir. Bu derginin 1860 tarihli sayılarında H. Hekimyan imzalı pek çok
karikatüre de rastlanılmaktadır (Koloğlu, 2005b, s:23).
Diyojen’i bizim açımızdan önemli kılan, ilk mizah dergisi olup olmadığı değil, iktidarın tepkisine maruz
kalan ilk mizah dergisi olmasıdır. Büyük İskender’e “Gölge etme başka ihsan istemem” diyen
filozoftan ismini alan dergi 4. sayısında 1,5 ay, 14. ve 15. sayılarında ise onbeş günlüğüne kapatıldı.
121. ve 123. sayılarında da kapatılan dergi, 183. sayısında ise tümden yasaklandı (Kabacalı, 2000, s.
87).
1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi, 1867 tarihli Kararname-i Ali gibi cezalandırıcı hükümler taşıyan
düzenlemeler Osmanlı devletinin mizaha olumsuz bakışını sergileyen örneklerdir. Tanzimat
döneminde yönetimin mizaha karşı “olumsuz” tutumu bu dönemde daha da gelişecek ve “mizahi
yayımlara göz açtırılmayacaktır” (Varlık, 1985). Bir başka örnek ise 1877’de Padişahın mizah basınını
tümden yasaklamaya çalışmasıdır. Başarısızlıkla sonuçlanan bu yasal girişim Anayasa’nın alınması ile
fiilen gerçekleşmiştir.
1908 yılında bir Meşrutiyet’in yeniden ilanı ile bir “basın patlaması” yaşandı. Bu patlamadan mizah
dergileri de nasibini aldı. Çeviker, Meştutiyetin ilanından sonra 92 mizah dergisinin yayımlanmaya
7
başladığını (Çeviker, 1988), Koloğlu ise bu sayıya en azından 5 Ermenice mizah dergisini daha eklemek
gerektiğinin söylemektedir (Koloğlu, 2005a). Ancak kısa süre içinde bu sefer padişahı devirip iktidara
gelen İttihatçılar muhalefete ve de mizaha katlanamayacak, örneğin Cem dergisinde İttihatçı kadroları
ve yolsuzlukları mizahi bir dille ve gülünçleştirerek yazan Refik Halit (Karay) 1913 yılında pek çok
muhalif ile birlikte Anadolu’ya sürülecektir (Apaydın, 2013, s.13). Basın Yasasının verdiği güçle, gazete
kapatmak, gazetecileri sürgün etmek gibi yollar yetmediği zaman, iktidar muhalefeti susturmanın bir
diğer yolu olarak gazetecileri öldürmeyi tercih etmiştir (Tellan, 2009, s. 222). Her ne kadar infaz
edilen bir mizahçı yok gibi görünse de, Ermeni Tehciri sırasında yaşamını kaybedenler arasında
Osmanlı mizahında oldukça önemli yer tutan isimler de vardı: Krikor Torosyan, Jak Sayabalyan gibi
ismini bildiklerimiz dışında birçok yazar, çizer ve gazetecinin bugün sadece mezarlarının yerini değil
isimlerini bile bilemiyoruz.
Dünya savaşı sonrasında yenilen ve işgal edilen Osmanlı devleti topraklarında basını denetleyen ve
sansürleyen üç farklı otorite meydana çıkmıştı: İstanbul hükümeti, İşgal Güçleri ve Ankara Hükümeti.
Ancak sansür nedeniyle mizahın hem kullanımı artmıştı hem de mizahçılar ustalaşılmıştı: “nüktedanlık
ve hiciv sanatı büsbütün incelerek, yazı ve çizimlerin sansüre tabi kılınmasını zorlaştırmaya başladılar”
(Criss, 1993, s. 79).
Cumhuriyet tarihinin en uzun soluklu dergisi olan ve aralıklarla bile olsa 1922’den 1977 yılına kadar
yayımlanacak olan Akbaba, Kurtuluş Savaşı sonrasında doğdu. Akbaba ve derginin sahibi ve başyazarı
Ortaç ilerleyen dönemde mizahçı ile iktidar ilişkisinin örneği olacaktır. Ortaç farklı dönemlerde
hükümetlerle yakın ilişkiler kurmayı başarabilen bir yayıncıdır, zaman zaman Parlamento’da
milletvekili olarak görev yapmıştır. Resmi ilanlar, abonelikler ve kağıt tahsisi gibi Hükümetin örtülü
desteği anlamına gelen yollar dışında, farklı ve hatta birbirine karşıt iktidarlar döneminde Başbakanlık
Örtülü Ödeneğinden maddi destek almıştır. Dergisinde kimin çalışabileceğine dair dönemin
Başbakanından izin ve onay almaktadır (Cantek, 2011, s.54).
9 Kasım 1928’de Latin harflerinin kullanılmasıyla ilgili yasanın yürürlüğe girmesi ile pek çok yayın okur
kaybı nedeniyle kapanır. Bu dönemde hükümet önce resmi olmayan yollardan ardından da yasal
düzenleme ile mizah dergilerinin de içinde yer aldığı basına maddi yardımda bulunuldu.
1950’li yıllara kadar mizah dergilerinin neredeyse en belirgin özelliği siyasi iktidara destekleridir.
Akbaba gibi mizah dergileri en fazla gündelik yaşama dair eleştiriler yapabilmektedir. Bu yapıyı kıran,
Markopaşa olmuştur. Markopaşa koşullardan beslenerek halkın ilgisini ve iktidarın tepkisini
çekmiştir. Matbaa bulamayacak, basmayı kabul eden matbaalar fahiş paralar isteyecek ya da dergiyi
sansürlemeye kalkacak, yazarları hapse atılacak, polis ve iktidara yakın güçler dergi bürosunu
basacak, matbaa bulunamadığı için teksir makinesinde elle basılacak ve sonunda engellere direnen
8
dergi mahkeme kanalıyla kapatılacaktır (Saydur, 2001). Kapanan dergi yeni isimle çıktığında derginin
kurucusu Sabahattin Ali hala aydınlatılamayan bir cinayet kurban gidecektir(Cantek, 2001).
1946’da kurulan, 1950’de iktidara gelen DP döneminde başlangıçta basına olumlu yaklaşıldığı bilinse
de örneğin CHP’nin yayın organında çizen Ratip Tahir Burak, Başbakan’ı kadın kılığında çizfiği için
açılan bir dava yüzünden 16 ay hapis yatmak zorunda kalacaktır(Cantek, 2011, s.149).
26 Ağustos 1972’de yayımlanmaya başlayan Gırgır Türk mizah dergiciliği için çok önemli bir kırılmaya
işaret etmektedir. İlk dönemlerde politik olmayan mizah anlayışını salt gülmece üzerine kuran dergi,
bir yandan ülkede yaygın olmayan yeni bir teknoloji olarak ofsetin imkânlarından yararlanarak, bir
yandan da AP’liler ile CHP’lilerin birlikte gülebildikleri, görselliği ticari anlamda kolaylık olarak gören
bir çizgi oluşturmuştu. Dergi, 1975’den itibaren siyasetin içinde, özellikle muhalif bir kimlik
sergileyerek tirajını sürekli arttırdı. Türkiye’yi idare eden sağ iktidarlara karşı eleştirel tavır sergilediği
için ister istemez solda görünen dergi, 12 Eylül’de Oğuz Aral’ın siyasal çizgisindeki milliyetçi sol
duruşu, dış mihraklar takıntısı, laiklik ihtimamı ile askeri rejimin çizgisinin çok da farklı olmadığı halde
bir kapak karikatürü yüzünden toplatıldı ve bir ay kapatıldı (ntvmsnbc, 2009).
Bu tarihten sonra mizah iktidar ilişkileri daha farklı bir boyutta seyretti. Mizah dergileri çok satan
yayınlar olarak 90’larda büyük sermaye tarafından satın alındılar. Ancak özel televizyonların
hakimiyeti ile okur sayıları ciddi bir düşüş yaşadı ve sermayenin ilgisi yeniden kayboldu. 90’ların ikinci
yarısında Hasan Kaçan tarafından bir kaç kez canlandırılmaya çalışılan İslami mizah dergisi denemeleri
sayılmazsa muhalif olmak unutuldu (Gönenç, L & Cantek, L, 2011, s.56). Leman ve Penguen gibi
dergiler sık sık apolitik/saygısız ancak muhalif olmamakla itham edildi (Öncü, 2005, s. 118). Zaten
örneğin Penguen dergisi kurulurken çizerler Leman’ın aşırı politikleştiğini söylemiş ve kendilerinin
“mizah yapacaklarını” dile getirmişlerdi (Karakurt, 2002).
Mizaha yönelik baskı tartışmaları ise AK Parti’nin seçmenin yüzde 50’sinden fazlasının oyunu aldığı
dönemde yeniden alevlendi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, kendisini kedi olarak çizen
Cumhuriyet gazetesi karikatüristi Musa Kart'a açtığı tazminat davasını eleştirmek üzere Penguen
dergisinin "Tayyipler Âlemi" adıyla Başbakan’ı çeşitli hayvanlara benzeten karikatürleri kapak olarak
yayımlamasıyla yaşanan süreç bunun en bariz örneğiydi.
Erdoğan, kendisini kedi olarak çizen Musa Kart'tan 5 bin YTL, başka bir karikatür nedeniyle Evrensel
Gazetesi aleyhine açtığı davadan ise 10 bin YTL manevi tazminat kazanmıştı. Penguen dergisindeki 9
karikatürist bu davaları protesto için 24 Şubat 2005 tarihinde yayınlanan 127 nolu sayısının kapağında
Recep Tayyip Erdoğan’ı kurbağa, yılan, fil, zürafa, deve, ördek, inek, maymun ve penguen olarak
çizdiler. Bunun üzerine "karikatürlerin, Başbakan Erdoğan'ın kişilik haklarına saldırı içerdiği” iddiasıyla
9
40 bin YTL manevi tazminat davası açıldı. davanın, 14 Şubat 2006 tarihli duruşmasında yargıç,
tarafların görüşlerini aldıktan sonra davanın reddedilmesine karar verildiğini açıkladı. Böylece
gündemde önemli bir yer tutan basın özgürlüğü tartışması, mizah dergisinin kazanımıyla
sonuçlanmıştı.
3. ALTERNATİF BİR MEDYA TARTIŞMALARINA BAKIŞ
“Şu an gerçekleri sadece mizah dergilerinden izleyebilirsiniz.”
Bu cümleyi kuran isim 10 Şubat 2008 günü Kadıköy’de kendisini dinlemek için bir araya gelen
okurlarına seslenen karikatürist Metin Üstündağ idi. “İnsanın hayata karşı doğal savunma
araçlarından biri olduğu”nu dile getirdiği mizahın çok önemli bir muhalefet işlevi olduğunun altını
çiziyor ve şöyle diyordu (Morgül, 2008):
“Şu anda gerçekleri sadece mizah dergilerinden izleyebilirsiniz. Gerçekten bağımsız yayınlar
yalnızca onlar, herkese sataşma özgürlüğü var. Mizah dergileri alternatif okullar. Eski
donanımlı gençlik yok. Gençlerle ‘kanka’ olup aynı dili konuşan, gerçekleri dostluk muhabbeti
içinde onu ezmeden anlatan bir tek mizah dergileri kaldı”
Üstündağ’ın dile ve üsluba dair söyledikleri bir yana bırakılırsa, mizah dergilerinin bağımsız yayınlar
olarak, gerçekleri dile getirme konusunda medyanın kalan diğer kısmından çok daha özgür oldukları
ortada.
Ana akım medya, ticari pazar ve siyasi iktidar ile kurduğu etkileşim içinde varlığını korur ve
güçlendirir. Medya bu haliyle liberal kuramların altını kalın şekilde çizdiği “yurttaşlara demokratik
süreçler doğrultusunda bilgi vermek ve güç kazandırmak” ilkesinden uzaklaşmış durumdadır.
Felsefeci Douglas Kellner, büyük medya holdinglerinin ve devlet tarafından kontrol edilen kurumların
egemenliği altındaki görsel-işitsel medya çağında, birçok kişinin demokratik tartışma ortamının
dışında tutulduğunu ve görsel-işitsel teknolojiler tarafından dev bir enformasyon gösterisinin pasif
tüketicileri konumuna düşürüldüğünü; böylece medyaya erişim ve medyada görünür olma olanağının
büyük holdingler ya da devlet tarafından yönlendirilen kurumlarca kontrol edildiğini ve azınlıkta
kalanların ses ve fikirlerinin duyurulmasının güçleştiğini söylemektedir (Taylan, 2008, s. 108).
Halbuki muhalefet ve iletişim araçları arasında elle tutulur bir ilişki vardır. Muhalefet bir yandan ana
akım medyada görünür olmaya çalışırken, diğer yandan da kendi gelişimini sürdürebilmek için
muhalif/alternatif/radikal medyalar üretmek zorundadır. İktidarın denetim ve baskısı altında
toplumsal bir karşı koyuşu örgütlemeyi hedefleyen toplumsal hareketler, kendi medyaları ve iletişim
10
biçimleriyle “toplumsal bilinç yapısını dönüştürmek, toplumsal katılımı sağlamak için etkin bir
mücadele yürütürler” (Çoban, 2011).
Burada sözü edilen “Alternatif medya” kavramı, ana akımın dışında kalanları vurgulamak için oldukça
işlevsel. Ancak kavram, kendi içinde farklılıklar ve çelişkiler barındıran ve geniş bir yelpazeyi içeriyor.
Hatta farklı coğrafyalarda bile alternatif medya tanımları ve yapıları farklılık gösteriyor.
Son dönemde artan sayıda akademik çalışmada, ana akım medya tarafından gerçekleştirilen içerik
üretim ve sunum faaliyetlerinden çeşitli şekillerde farklılaşan habercilik uygulamalarını açıklamak için
yurttaş medyası, sivil toplum medyası, halk gazeteciliği, açık yayıncılık, katılımcı gazetecilik, etkileşimli
gazetecilik, bağımsız medya, muhalif medya, radikal medya, alternatif medya gibi çeşitli kavramlar
kullanılıyor. Sıklıkla birbiri yerine kullanılan ama aslında farklı anlamlar taşıyan tüm bu kavramların
imlediği ortak özellikler ise okuyucuyla etkileşim, katılımcılık ve ticarileşme karşıtlığı olarak
sıralanabilir (Taylan, 2008, s. 111).
Alternatif medya, Çoban’ın da altını çizdiği gibi, “muhalif eylem ile muhalif söylemin ilişkisinin
sağlanmasında aracı rolündedir, bu anlamda muhalif medya muhalif eylem ve söylemi birbirine
bağlar” (Çoban, 2011).
Alternatif medyanın sadece içeriğinin değil, yapılanma ve üretim süreçlerinin de farklı olması ve
böylece hegemonik üretim biçimine ve ana akım medyanın hâkimiyetine karşı, bağımsız bir şekilde
mücadele edebilmesi de gerektiği pek çok çalışmada altı çizilen bir unsur. Bu bakımdan medyanın
alternatif olmasının temel göstergeleri; (1) yayın temel amacının kâr elde etmek olmaması, (2)
örgütsel olarak katı dikey hiyerarşiden uzak, yatay, eşitlikçi ve katılımcı bir yapılanmaya sahip olması;
(3) sosyal sorumluluk anlayışı gütmesi ve (4) kamusal alandan dışlanmış olan ve/veya azınlıkta kalan
kesimlerin kendilerini ifade etmelerine olanak sağlaması olarak sıralanabilir.
Ancak alternatif medyanın tanımlanmasına dair farklı coğrafyalarındaki örneklerden yola çıkılarak
geliştirilen kavramların Türkiye’deki kendine özgü durumları ve “melez alternatif medya” örneklerini
adlandırmaktaki zorluk da akademisyenlerin dikkatinden kaçmamaktadır (Alankuş, 2008, s. 220):
“Türkiye’deki öteki medyayı nitelemek ve ortamını anlamak konusunda, sözcük seçimleri
konusunda karşılaşılan zorluğun, sadece Türkiye’ye özgü tarihsel, siyasal, kültürel
nedenlerden kaynaklanmadığını eklemeliyim. Bu durum özellikle de Türkiye gibi gelişmekte
olan ülkelerde daha çok melez formlarla karşılaşılmasıyla, ilgili akademik çalışmaların
genellikle Batı’da yapılması ve oradaki örneklerden hareket ederek geliştirilmiş olmasıyla,
üstelik oralarda da yaklaşım ve tanımlarda tam bir uzlaşma bulunmamasıyla ilgili. Dolayısıyla,
yaygın medya ile bu tanımın içine girmeyen medya arasındaki farkları büsbütün gözden
11
kaçırmamak; ‘ötekilerin’ verdikleri karşı-hegemonik mücadelenin önemli bir mecrası haline
gelen medyayla kavuşmuş oldukları, direnişe ve kendilerini ifade etmelerinin önemine vurgu
yapmak üzere, bir kavramsal arayışı sürdürmek gerektiğini düşünüyorum. (...) Böyle bir
yaklaşımı ise, Clemencia Rodriguez’in, Chantal Mouffe’ün ‘yurttaşlık’ tanımına dayanarak
geliştirdiği ‘yurttaş (citizens) medyası’ kavramının sağladığı açılımda bulmak mümkün.
Rodriguez, kavramı bütün alternatif medya pratiklerinin farklı ve zengin deneyimlerini içine
alacak şekilde kullanıyor. Böylelikle onları özcü tanımlar içine sıkıştırmak yerine, her birinin
özgüllüklerini hesaba katarak, medya ortamının demokratikleşmesini sağlayacak bütün
“yurttaş” girişimlerini önemli sayan bir anlama çerçevesi öneriyor.”
Görüleceği üzere alternatif medyaya dair getirilen tanımlar, kurumsal yapılanmanın/hedefin ya da
üretim pratiğinin çeşitli ve birbirinden farklı yönlerine odaklanıyor. Bu bakımdan aslında tanımın da
kendi içinde sorunlu olduğu görülüyor.
Türkiye’deki mizah dergileri, iktidarla ve kalıplaşmış toplumsal kurumlarla yaşadıkları tüm sıkıntılara
rağmen sürekli muhalif kalmayı başaran en etkili yayınlardır. Sadece sansürün değil, siyasal ve
ekonomik iktidarın çeşitli yollarla organize ettiği denetimin “kaprislerine tâbi olan mizah dergileri,
yurdun siyasal yaşamında simgesel önem kazanmış, entelektüel çevrelerde hem sıkıntıları dile
getirmek, hem de eğitmek için kentli halk sınıflarına ulaşmanın bir aracı sayılmıştır” (Öncü, 2005, s.
187)4.
İşte tam da bu nedenle Türkiye’deki mizah dergileri muhalefetin, ana akımın dışladığı çevrelerin,
sesini duyurabilmesi için bir mecra olarak ortaya çıkmakta; onları “beraber gülerek” birleştirmekte;
muhalif söylem ile eylemi birbirine bağlamaktadır.
4 Öncü’nün Maganda kavramının arkeolojik kazısını yaptığı çalışması mizah dergilerinin büyük medya sermayesinin hakimiyetine girdiği, çok sattığı, kelimenin tam anlamıyla “ana akım”a dahil olduğu bir dönemi, 1990’ları analiz etmektedir. Yazarın “Mizah dergilerinin çizerleri resmi bir sanat veya grafik eğitimi almamış ‘gençlerdir’. Dergiler, yaratıcılık kariyerleri yirmili yaşlarının sonlarında doruk noktasına ulaşan ve evlenmeleriyle birlikte ‘sona eren’ genç yetenekler için eğitim zemini işlevi görmektedir. (...) ‘alternatif’ ve ‘saygısız’ olmalarına rağmen, siyasi anlamda muhalif değillerdir. (...) Gençliğin sınırlı deneyimlerine ve kurallarına dayanarak yetişkin dünyası ile alay ederler ve böylelikle ana akıma bağlı olan yetişkinlerin oluşturduğu ‘dışarıdakiler’ için erişim dışı kalırlar.” gibi değerlendirmeleri mizah dergilerinin 90’lar sonrasında bağımsız yayınlar olmasıyla, genç kuşak çizerlerin Oğuz Aral gibi “usta”larca eğitilmek dışında formel Güzel Sanatlar eğitimi almalarıyla ve evlenen, hatta çocuk yapan çizerlerin sayısının artmasıyla baştan aşağı geçersiz hale gelmiştir. Burada kişisel olarak altını çizmek istediğim önemli bir nokta ise yazarın, “her türlü nezaket kuralını bir tarafa iten komik umursamazlık...”, “incelikli anlam oyunları aramak pek anlamlı değildir...” gibi cümleler kurarak, mizah dergilerini “saygısız, nezaketsiz, kaba” gibi tanımlamalarla değerlendirmesinin, bilim insanı olarak nesnel olabilmek için, ele aldığı araştırma nesnesine eleştirel gözle bakmaktan daha çok; incelediği konuya ne kadar yabancı olduğunu gözler önüne sermektedir. Yazarın bu dışlayıcı tavrının daha sonra konuyla ilgili pek çok akademik metinde tekrar edilmiş olması da bir o kadar üzücü.
12
Son dönemde sözünü ettiğimiz durumu en aktif şekilde gerçekleştiren dergi ise Uykusuz mizah
dergisidir.
4. ALTERNATİF BİR MEDYA OLARAK UYKUSUZ
Uykusuz dergisinin ilk sayısı 5 Eylül 2007 tarihinde okurla buluştu. Uykusuz'un kurucu kadrosunu
oluşturan Yiğit Özgür, Ersin Karabulut, Oky (Oktay Gencer), Umut Sarıkaya, Uğur Gürsoy ve Memo
Tembelçizer (Mehmet Çilingir), 2007 Ağustos ayında Penguen dergisinden ayrılıp yeni bir dergi
hazırlığına başladı.
Ayrılık sadece okurlarda değil, ulusal medyada da yankı uyandırmıştı. Döneminin en çok satan5 mizah
dergisi Penguen’in çizerleri televizyon kanallarına dergilerinden ayrılan yazar ve çizer ekibiyle ile ilgili
demeçler verirken, hem ayrılanlar hem de kalanlar ile günlük gazetelerde röportajlar yapılmıştır.
Yeni bir şey söyleme ihtiyacı ile kurulan dergi
Penguen dergisinin kurucularından Bahadır Baruter “Bu ayrılıkta ne iç yapıda ne de düşüncelerde bir
farklılık var. Ama bu daha önce hiç deneyimlemediğimiz ve kimsenin anlamlı bulmadığı bir ayrılık.
Hem çok erken hem de çok manasız. Ortada bir şey de yok” derken, ayrılanların tek arzusunun yeni bir
dergi yapmak olduğunu ileri sürüyordu (Bakır B. , 2007):
“Bu arkadaşların ayrılışı sadece yeni bir dergi yapma arzusu. Gerek duygusal gerek maddi
olarak "Biz evden ayrılıyoruz" durumu. Ayrıca hiçbir şekilde hazırlıklı değildik. Onların
isteklerini karşılamak için önlem bile alamadık. Sonuç olarak çok üzgünüz. Çünkü onları çok
seviyorduk. Dostane bir ayrılık olduğu için ne öfke ne de kırgınlık hissettik. (...) Ama onların
Penguen çizgisinden çok farklı bir şey yapacağını sanmıyorum.”
Penguen çizerlerinden Erdil Yaşaroğlu da ayrılığı anlamlandıramayanlardandı. O sırada 36 yaşında
olan çizer, gözlerini kameradan kaçırmaya çalışarak “bir toplantıda açıklanan ayrılık kararının
5 Burada konunun biraz dışına çıkmak pahasına uzun bir dipnot ile en çok satan meselesine bir açıklık getirmek gerekiyor. Mizah dergileri her zaman çok satan yayınlar olmuşlar. Ancak bu yayınların ne kadar sattığına dair kesin bir rakam vermek pek de mümkün değil. Çoğu zaman eldeki tek veri dergileri yayımlayan ya da o dergilerde çalışanların, yıllar sonra yazdığı anılarda dile getirilen rakamlar oluyor. Genellikle reklam almayan mizah dergilerinin satış rakamların ticari bir sır gibi saklanması da bir başka bilinmezlik. Bu çalışma bağlamında kendileri ile iletişime geçtiğimiz, mizah dergilerinin dağıtımını yapan DPP yöneticileri dergi tirajlarının ticari bilgi olduğu gerekçesi ile yanıt vermeyi reddettiler. Penguen dergisinin tirajı ile ilgili Erdil Yaşaroğlu 2012 yılında “yazın 70 bine çıkar, kışın 55-60 bine geriler”, Metin Üstündağ ise Eylül 2012’de “ortalama 65-70 bin satıyoruz” diyordu. Uykusuz ekibinin 27 mart 2008 günü Eskişehir'de düzenlenen bir etkinliğinde Vedat Özdemiroğlu derginin satış rakamını 60 bin olarak açıklamıştı. Yine Uykusuz dergisi yazarı Barış Uygur ise Eylül 2012’de verdiği bir röportajda “En çok Uykusuz satıyor. 60-65 bin civarında. Penguen ile yarışıyoruz.” diyordu. 2013 Temmuz’unda mizahcı Cihan Demirci ise kişisel web sitesinde haftalık dergi satışlarını şöyle açıklamaktaydı: Uykusuz 74 bin, Penguen 61 bin, Leman 23 bin, Gırgır 12 bin.
13
kendisini ve ekip arkadaşlarını üzdüğünü” belirtiyordu. NTV’nin sorularını yanıtlayan Yaşaroğlu şöyle
konuşmuştu (Özgey, 2007):
“Sonuçta insanın doğasında olan şey özgür olmak. Hani böyle, anneni babanı çok seversin
ama 20 yaşına gelince evden de kaçmak istersin. Ben evimi çok severim ama benim de ayrı
evim olsun gibi bir şey galiba. Bizi tek şaşırtan şey, bize göre bunu 12 yaşında filan söyleyip
gitmeleri. (...) Beklentim şöyle, umarım bambaşka bir şey yaparlar. Çünkü Penguen’in
aynısından bir tane daha yapmanın hiçbir okuyucuya bir faydası yok.”
Vatan gazetesinin Pazar ekinde, dergi çıkmaya başlamadan önce “Mizahçılara rahat batar, bize de
battı” başlığıyla yayımlanan röportajda Yiğit Özgür ayrılıp yeni dergi çıkartmanın mizah dünyasında
normal bir durum olduğunu şöyle açıklıyordu (Bakır Z. , 2007):
“Mizah dergilerinin tarihinde böyle ayrılıklar vardır, artık bu gelenek haline bile gelmiş
diyebiliriz. Bir süre sonra kadronun içinden yeni bir kadro çıkar ve yeni bir oluşum içine girilir.”
Gidenlere göre de kalanlara göre de ayrılık, Gırgır’dan ayrılıp Limon’un kurulması6 ya da Leman’dan
ayrılıp kendi dergisini kuran Penguen ekibinde olduğu gibi7 “politik” bir şekilde
gerekçelendirilmiyordu. Benzer bir şekilde Penguen'den ayrılıp kendi dergisini kuran Fermuar
ekibinde olduğu gibi “mizah tarzındaki” farklılıklar da8 ayrılığın gerekçesi değildi. Herkesin üzerinde
uzlaştığı, ayrılığın yeni bir şey söyleme isteğiyle yaşandığıydı.
Umut Sarıkaya, “Penguen Dergisi’nde istedikleri gibi hareket edemedikleri, bu yüzden sıkıldıkları,
aldıkları parayı çok az buldukları” gibi dedikoduları yalanlayarak ayrılığı şöyle gerekçelendirmişti
(Bakır Z. , 2007):
“Yasaklama, istekleri reddetme gibi bir durum yok, ama çizgi, görüş bakış açısı belli. Hep aynı
kalıbın içinde sıkışıp kalmak bizi sıkıyor. Yeni bir şey olması da gerekmiyor ancak gündeme,
siyasete ve mizaha yeni bir bakış açısı getirmek gerektiğini hissediyorsunuz bazen, ama
kalıplardan kurtulamıyorsunuz.”
6 Limon dergisinin kurucularından Tuncay Akgün, Gırgır’dan ayrılışlarını “1985'te Limon'u kurduk. O dönemde Gırgır'a girmek, bir köşenin olması çok zor bir şeyken koptuk. Politik ve estetik açıdan daha radikal bir şeyler üretmek istiyorduk” diye anlatıyor (Bakır B. , 2007). 7 Penguen ekibi, Leman’dan ayrılma gerekçesi olarak Leman’ın aşırı politikleşmesini göstermiş, kendilerinin ise “mizah yapacaklarını” dile getirmişlerdir (Karakurt, 2002). 8 Fermuar'ın kurucularından Bülent Üstün, Penguen’in “ailece sevilen bir dergi olmasına” tepki gösterdiklerini ve bu nedenle ayrıldıklarını; yıllar önce Gırgır’dan benzer bir nedenle kopan ve Limon dergisini hazırlayanlar gibi “sert ve heyecanlı bir mizah anlayışına” sahip olduklarını söylüyordu (Bakır B. , 2007). Fermuar’da yazı ve çizimleriyle yer alan Emrah Ablak, Ender Yıldızhan, Vedat Özdemiroğlu, Cengiz Üstün, Semra Can, Faruk Bayraktar, Cihan Ceylan, Gökhan Dabak, Barış Atar ve Bülent Üstün gibi isimler, Kasım 2007’de dergi kapanınca Uykusuz’a geçtiler.
14
Yeni dergi Uykusuz öncekilerin basit bir benzeri mi?
İsminin ne olacağından, kadrosunda kimlerin yer alacağına kadar pek çok konunun mizah okurları
tarafından ilgiyle ve merakla takip edilen yeni dergi, var olan ve mitoz bölünme ile içinden çıktığı
diğer dergilerle benzerlikler taşımaktadır. Denilebilir ki Uykusuz, fiyatı, sayfa sayısı ve boyutu ile bir
geleneği sürdürmektedir9. Ancak içerik olarak farklılıklar taşımaktadırlar.
Zaten Yiğit Özgür NTV’ye verdiği röportajda “görüntü, estetik ve grafik olarak çok çok büyük farklar
değil ama belki içerik olarak farklar olacak.” derken (Özgey, 2007); Ersin Karabulut da, Uykusuz
dergisi henüz yayımlanmaya başlamadan önce bir geleneği sürdüreceklerinin işaretini veriyordu
(Bakır Z. , 2007):
“Gırgır ekolünün devamı olacak, 16 sayfalık klasik mizah dergisi. Yeni bir şeyler yapma ve
söyleme zorunluluğu kendimizde hissediyoruz. İlk dergi çıktığında “Bunun için mi Penguen’den
ayrıldılar” denebilir, ama dergilerin ilk sayılarda kimliklerinin oturması beklenemez. Yakın
zamanda kendi yolunu bulacaktır.”
“Muhalif bir kale”
Ersin Karabulut ve Yiğit Özgür NTV’den Oya Özgey’e verdikleri röportajda ise yeni dergileri için “farklı
bir muhalif kale olacak” yorumu yapıyorlardı (Özgey, 2007).
“Muhalif kale” benzetmesi bu röportajdan sonra bir daha açıkça kullanılmadı. Ancak derginin politik
karikatürlerinin içeriği başta Başbakan Erdoğan ve hükümet olmak üzere iktidara ve siyasi iktidarın
uygulamalarına yönelik bir dizi eleştiri dile getirdiğini göstermektedir.
Takip ettiği geleneğe uygun olarak Uykusuz dergisinde de ilk sayısından itibaren kapakta günün aktüel
siyasetine dair bir karikatüre yer verilmiş, karikatür genellikle birkaç cümleden oluşan imzasız ve dergi
politikasına ilişki yorumla beraber sunulmuştur.
Politik söyleme dair en belirgin unsur: Kapaklar
Michael Albert alternatif medyanın örgütlenmesiyle ilgili olması gerekenlerini sıralarken şunları
söylemektedir: “Tipik güç ve kararları etkileme hiyerarşileri azaltılmalı ve olanaklar elverdiği ölçüde
tamamen kaldırılmalıdır. Bunun pratikte iki ayaklı bir anlamı vardır: Karar alırken kullanılan araçlar
katılımcı ve demokratik olmalıdır; öyle ki, genel olarak katılımcılar, etkilendikleri oranda kararları
etkileyebilsinler” (Albert, 1997). 9 Gırgır ile başlayan gazete kağıdına basılan, tabloid boyda, 16 sayfa, dikişsiz ve zımbasız katlanarak iç içe geçen, genellikle sarı-siyah renklerle basılan mizah dergisi formatı zaman içerisinde değişime uğramıştır. Sarı renk yerine kırmızı ve yeşil kullanıldığı örnekler varsa da Leman ve HıBıR dergileri renk kullanımında ısrarcı olmuş ve günümüzdeki dergiler de aynı şekilde basılmaya, böylece bir geleneği de sürdürmeye devam etmektedirler.
15
Uykusuz’un kapaklarının hazırlanmasında burada anlatılana benzer bir süreç yaşanmakta. Umut
Sarıyaka kapakların çizimiyle ilgili şunları söylüyor: “6 kişi karar veriyoruz. Ne yapalım diye
konuşuyoruz. Konu netleşince de çiziyoruz. Kimin çizgisi uyuyorsa ya da kimin vakti olursa o çiziyor.
Genelde benim vaktim olduğu için son zamanlarda ben çiziyorum. Kendi çizdiklerimi beğenmiyorum
ama. Kapağa göre yetersiz kalıyor çizgim.” (Evren, 2009)
Haftalık haber dergisi Tempo’da Ersin Karabulut’la yapılan bir röportajda da kapakların oluşum süreci
şöyle dile getiriliyor: “Her hafta, önemli buldukları gündem maddeleriyle toplanıyorlar. Medyanın
fazlaca üzerinde durduğu konular elenebiliyor. Espri belirlendikten sonra eskiz çiziliyor ve kimin
çizgisine yakışacağı düşünülürse, iş o çizere veriliyor. Kötü şartlarda çalışan işçiler ve gözaltına alınan
öğrenciler, hassas noktalar.” (Soğukdere, 2013, s. 55)
Sarıkaya’nın Uykusuz’da hiyerarşinin pek de geçerli olmadığına dair söyledikleri kadar Karabulut’un
dergi kapaklarının içeriğine dair söyledikleri de önemli.
Kapak içeriklerinin sayısal analizi
5 Eylül 2007 ile 22 Ekim 2008 tarihleri arasında yayınlanan ilk 60 sayının kapakları üzerinde
yaptığımızincelemede, (ilk sayıdaki tanıtım, yılbaşı ve bayram sayılarına ayrılan kapaklar dışarıda
tutulmak şartıyla) 113 farklı konu başlığı belirlenmiştir. Bunların dağılımında en çok kapağın Başbakan
Erdoğan’a yönelik eleştirilere ayrıldığı görülmektedir (%15). Buna AK Parti eleştirisi (%6,2), Abdullah
Gül’e yönelik eleştiriler (% 0,8) ve doğrudan hükümetin icraatlarına yönelik eleştiriler (%4,4) dahil
edildiğinde iktidara yöneltilen eleştirilerin oranı kapakların % 26,4’üne ulaşmaktadır.
Başbakan Erdoğan (ve dolaylı olarak iktidara) yönelik eleştirilerin ardından en önemli kapak konusu
ana akım medya eleştirisi olmaktadır (% 9,7). Medya eleştirilerini dış politikaya, özellikle de ABD ile
ilişkilere yönelik kapaklar takip etmektedir (% 6,1).
Uykusuz dergisinin eleştiri oklarını sadece iktidara değil, sisteme yönelttiğini ise başka kapak
konularından gözlemlemek mümkün. Örneğin AK Parti kapatma davasına, Ergenekon davasına,
yargıda kadrolaşmaya yönelik hukuki konulardaki kapaklar, tüm konuların % 6,9’unu; muhalefet
partilerine yönelik kapaklar tüm kapak konularının % 2,6’sını oluşturmaktadır. Meclisteki kavgalar,
siyaset kurumunun kendisine yönelik eleştiriler ve kapitalizme yönelik eleştiriler ise tüm kapak
konularının % 4,2’sini oluşturmaktadır.
Çarpıcı olan ikinci sayıdan itibaren işçi ölümlerinden ve çalışma hayatından bahseden kapaklara yer
verilmesidir. İşçi ölümleri, çalışma hayatı, 1 Mayıs eylemleri, grevler derginin tüm kapak konularının %
9,6’sını oluşturmaktadır.
16
Anti-demokratik anayasa, eğitim sistemi, sağlık sistemi, türban tartışmaları, telekulak skandalı,
üniversitelerdeki faşist saldırılar, paralı üniversite tartışmaları, YÖK eleştirisi derginin tüm kapak
konularının % 8,8’ini oluşturmaktadır.
Ermeni gazeteci Hrant Dink cinayeti, azınlıklar ve nefret suçları ile ilgili kapaklar ise toplam kapak
konularının % 7,9’unu meydana getirmektedir.
İşkence,polis şiddeti ve üst düzey bürokratların görevlerini yerine getirmemesi ile ilgili kapaklar ise
derginin tüm kapak konularının % 4,3’ünü oluşturmaktadırlar.
Terör ve şehitler konusu ile Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik eleştiriler ise tüm kapak konularının %
4,2’sini; vergi politikaları ve zamlara yönelik eleştirilerle ilgili kapaklar ise % 3,4’ünü meydana
getirmektedir. Kadına yönelik şiddet, 8 Mart özel kapağı ve maganda terörü ise derginin tüm kapak
konularının % 3,5’ini meydana getirmektedir.
Bu rakamlar göstermektedir ki Uykusuz dergisi çizerleri siyasi iktidar başta olmak üzere, medyayı
eleştirmekte; çalışma hayatındaki aksaklıkları dile getirmekte; işçi haklarını savunmakta; hukuk
sistemindeki sıkıntıları, azınlıklara yönelik saldırıları, kadın haklarını ve kadına yönelik şiddeti, polis
şiddetini ve işkenceyi de ekonomik sorunlar, zamlar ve terör eylemleri kadar önemsemektedir.
Neden Başbakan bu kadar çok çiziliyor?
Derginin kurucu kadrosundan olan Karabulut’un, kapaklarda Başbakan Erdoğan’ın çok fazla
görünmesi ile ilgili söyledikleri de bu bağlamda değerlendirilebilir: “Başbakan’ı çizmek çok yorucu ve
bıktırıcı” diyen Karabulut, Uykusuz’da, bu dengeyi tutturmaya, ana akım medyada yer bulmayan
konuları da yazıp çizmeye özen gösterdiklerini söyledikten sonra şöyle diyor: “Tayyip Erdoğan pop bir
figür. Kendisini her işe o kadar çok dâhil ediyor ki, bahsetmemek mümkün değil” (Soğukdere, 2013, s.
55).
Aynı röportajda memlekette olup bitenler yüzünden şaşırma refleksini kaybettiğini söyleyen
Karabulut dergideki ana akım medya eleştirisinin nedenini ise şöyle gerekçelendiriyor: “Ana haber
bülteni başlıyor; mesela üç üniversitede olaylar çıkmış. Meclis’te önerge dolandırıcılığı yapılmış. Ve
sanki hiç sorun yokmuş gibi, ilk haber maç. İnsan utanır. Milleti kandırıyorlar.”
İkinci ve üçüncü sayfa karikatürleri
Benzer sonuçlar derginin politik karikatürlerine yer verilen ikinci ve üçüncü sayfaları için de geçerlidir.
İlk sayıdan itibaren derginin ikinci ve üçüncü sayfasındaki karikatürler Başbakan Erdoğan, hükümetin
icraatları, Cumhurbaşkanı Gül, medya, polis şiddeti, kadına yönelik şiddet, ekonomik sıkıntılar ve
17
zamlar, işçi ölümleri, azınlıklar, eğitim sistemi, ABD’nin saldırgan dış politikası gibi konuları gündeme
getirmektedir.
Penguen dergisinde çok fazla ikinci ve üçüncü sayfa karikatürleri çizmeyen Uykusuz’un kurucu
kadrosu kendileriyle yapılan bir röportajda “güncel politik meselelere ayırdığınız sayfaları çizmek sizi
zorladı mı, yoksa keyif mi verdi? Gündeme daha farklı mı bakıyorsunuz artık?” sorusuna şöyle yanıt
veriyorlardı (Öner & Çeçen, 2007):
Yiğit Özgür: Penguen’deyken bizim sorumluluğumuz kendi çizdiğimiz köşelerdi. Onu en iyi
şekilde yapmaya çalışıyorduk. Şimdi sorumluluğumuz bütün bir dergi oldu. Kendi bakış
açımızdan gündeme bakmamız gerekiyor. Birlikte çalıştığımız, yardım aldığımız insanlar da
var ama bir harman yapıp, derginin ortak bakış açısını oluşturmaya çalışıyoruz. Daha çok
okuyup yazma çizme değil de, hâlihazırda zaten gündemden illa ki etkileniyorsunuz. (...)
Umut Sarıkaya: Ben mesela çok zorlanacağımızı zannediyordum ama bayağı gülerek,
eğlenerek yaptığımız bir sayfa oldu. Ve komik olmasını istedik birazcık. Daha ciddidir ya ikinci
üçüncü sayfalar. Tamam, bazı konular vardır, komik çizemezsin. Mesela, geçenlerde
tersanede 12 günde 5 tane tersane işçisi öldü. Bunu komik yapamazsın. Ama daha güncel
siyasi konuları matrak çizebiliyoruz...
Öğrenci geyiklerini, alt sınıf ev hayatını, Rus edebiyatının ya da Marksizmin simge isimleriyle
harmanlayan karikatürlerin çizeri Umut Sarıkaya’nın gündeme dair sorunları sıralarken o dönem ana
akım medyada kendisine yer bulamayan tersane işçilerinin ölümünü örnek olarak vermesi sözünü
ettiğimiz durumla ciddi bir örtüşmeye işaret ediyor.
Alternatif medyanın temel özelliklerinden söz ederken “kamusal alandan dışlanmış olan ve/veya
azınlıkta kalan kesimlerin kendilerini ifade etmelerine olanak sağladığı”ndan söz etmiştik. Uykusuz’un
politik içeriğinin yer aldığı kapaklarla ikinci ve üçüncü sayfaları bunun en iyi örneğini oluşturmaktadır.
Çoğunluğu orta ve orta alt sınıflardan gelen mizah dergileri yazar ve çizerlerinin ürettikleri dergilerde
orta sınıf eleştirilerinin sözcülüğü yapması normal karşılanabilir. Umut Sarıkaya da kendisini “orta sınıf
bir aileden geliyorum ben” diye tanımlamakta ve sözlerini şöyle sürdürmektedir: “Babam öğretmen,
annem işçiydi” (Ekinci, 2010 ).10 Sarıkaya “Mizah dergilerinde orta sınıftan gelme çizerlerin hakimiyeti
var diyebilir miyiz?” sorusuna ise şöyle yanıt veriyor:
10 Babası memur, annesi işçi olan ve kelimenin tam anlamıyla emekçi bir ailenin çocuğu olan Sarıkaya’nın kendisinin sosyolojik pozisyonunu “orta sınıf” olarak değerlendirmesi Türkiye’nin kendine özgü durumuna yönelik bir belirteç olsa gerek. Özellikle Türkiye’nin Özallı yılları sonrasında dünya piyasasına eklemlenmesi ile birlikte emekçilerin bir kısmının orta sınıfa dönüşmesi ile ilgili olsa gerek. Elbette bu “orta sınıf” Amerikan tarzı
18
“Evet, var böyle bir şey. Dergide çizen arkadaşların çoğu öğretmen ya da memur çocuğu11.
Türkiye’de memurların evine gazete, dergi giriyor daha çok, çocuk öyle görüyor, yetişiyor,
belki ondan kaynaklanan bir durum.”
Bu anlamıyla çizerler, kendilerinin de içinden geldiği, ortak sorunlar ve ortak yaşam tecrübeleri olan,
ana akım medyada sadece felaket durumlarında ya da çeşitli ithamlar ile haber olabilen orta-alt
sınıfların ve (özellikle de okurun ve çizerlerin yaşları itibariyle) gençlerin sesini, duygu ve düşüncelerini
dile getirmektedirler.
Dergide derginin ürünleri dışında reklam yok
Ana akım medya çoğunlukla kârını azamileştirmeyi veya esas gelir kaynağı olarak izleyici/okuyucu
kitlesini reklam verenlere satmayı amaçlar. Böyle bir medya kurumu doğal olarak toplumun hiyerarşik
sosyal ilişkileriyle uyum içinde ve onları pekiştirecek şekilde yapılanmak durumundadır.
“Buna karşın, (koşulları elverdiği ölçüde) alternatif bir medya kurumu kârını azamileştirmeye
çalışmaz, gelir elde etmek için öncelikle izleyici/okuyucuları reklam veren kuruluşlara satmaz;
dolayısıyla geniş ve seçkin olmayan bir izleyici/okuyucu kitlesini hedefler.” (Albert, 1997).
Uykusuz dergisi de derginin yazar-çizer kadrosu tarafından kurulan bağımsız bir şirket tarafından
yayımlanmaktadır ve reklam almamaktadır. Dergide yayınlanan ve reklam olarak sayılabilecek tek
şey, dergi çizerlerinin yine dergiyi yayımlayan şirket tarafından basılan kitaplarının tanıtımlarıdır.
Derginin kurucu kadrosundan Umut Sarıkaya reklam ile ilişkilerini şöyle anlatmaktadır:
“İnsan bir yazarı-çizeri kendine çok yakın hissettiği için seviyor. Genelde arkadaş olabilirim
herhalde ben bu adamla diye düşünebiliyor. Bize elma yollamışlardı mesela Amasya`dan.
Hiçbir gazete yazarına herhangi bir çıkarı olmadan kimse elma yollamaz. Dur, Oktay Ekşi`ye
elma yollayayım demezsin. Okur seninle arkadaş olmak istiyor. Tek olayı bu aslında. O yüzden
mesela dergiye reklam almıyoruz. Ben arkadaşımla konuşurken X çikolata markası güzel
desem, övsem canı sıkılır. `Ne diyor lan bu!` der. Yaptığımız tek şey, okurla arkadaşlık
kurmaya çalışmak. Gençler öyle çok öğreten adamı istemiyor. Onun gibi düşünen birini
görmek istiyorlar karşılarında. Herkes kendini özel hissediyor ama aslında insanlar çok sıradan
birer hayat yaşıyor. Tek sırrı bu herhalde” (Evren, 2009).
Yuppilere öykünen, borsada oynayan, tatillerini yurtdışında geçiren bir tabaka olmaktan çok, alt sınıftakilerden farklı olarak düzenli bir geliri olan ve tüketim dünyasında yer bulabilmeye işaret etmekte. 11 Benzer bir şekilde derginin kurucularından Ersin Karabulut’un da anne ve babası öğretmendir ve Karabulut “hayatının yara kabuklarını kaşıyıp yolduğu” köşesi Sandıkiçi’nde dar gelirli ailesinin yoksulluk/yoksunluk öykülerine yer vermektedir.
19
SONUÇ
“Bu hareketin simgesi orak çekiç değil, hashtag! Bilmiyorum “Çapulcu musun Vay Vay”
şarkısını söyleyenler, duvarlara ‘Kahrolsun bağzı şeyler’, ‘Slogan bulamadım’, ‘Polis Kardeş
gerçekten gözlerimizi yaşartıyorsunuz’ yazanlar Mihri Belli ya da Hikmet Kıvılcımlı okuyorlar
mı ama Leman, Penguen, Uykusuz okudukları kesin...” (Akgönül, 2013)
Gezi eylemleri ile başlayan ve “Haziran Direnişi” diye anılan olaylar, Türkiye halkının yaygın biçimde
demokrasi talebiyle ayaklandığı tarihi bir duruma işaret ediyor. Taksim Gezi Parkı’nda başlayan ve
tüm ülkeye yayılan protesto eylemlerinin öncüsü, 90 kuşağı da denilen, o güne dek sık sık apolitik ve
tüketim meraklısı olarak eleştirilen gençler oldu. Başlangıçta kamusal alanın özel alanı işgaline
‘bireysel bir karşı çıkış’ olarak da niteleyebileceğimiz Gezi eylemleri kısa sürede ciddi bir toplumsal
muhalefete evrildi. Gezinin kendi sloganı ile tekrarlarsak: “Artık Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak.”
Mizah da şüphesiz yaşananlardan payını aldı, alıyor. Gezi eylemlerinin en öne çıkan unsuru hiç
kuşkusuz “gücünü örgütlülüğünden değil dağınıklığından alan, bu nedenle de yaygınlık ve devamlılık
gösteren” eylemcilerin “orantısız zeka” diye tanımlanan mizahi yaklaşımıydı. Bu yaklaşım sadece karşı
çıktığı durumu/iktidarı/polisi mizahla eleştirmedi, eski protestonun dilini, sloganlarını da bozdu/altüst
etti, yerine internet kültürünün, gençliğin dilini getirdi.
Bu durum mizahçıları hem şaşırttı hem de onlara çekidüzen verdi. Kemal Gökhan Gürses, Gezi
eylemleri sürerken “Ben mizahçıyım diye dolaşıyorum ama bizim bu işi yapmamamız lazım. Çok daha
ileri bir düzeyde ve üstelik anonim bir şekilde yaptı bunu gençler.” diyerek karikatüristliği tamamen
bıraktığını çünkü “mizahın kendiliğinden gücüne maruz kaldığını” yazdı (Gürses, 2013, s. 8).
Uykusuz dergisi ise diğer mizah dergilerinden farklı olarak 301. sayısını “#direngezi özel sayısı” olarak
bastı. Dergi tüm karikatür ve yazıları Gezi Parkı eylemlerine, polisin orantısız güç kullanımına ve sosyal
medyadan örgütlenen gençlere ayırdı (Tellan, 2013).
“Bunlar benim işime dadandı” diyen Uykusuz yazarı Vedat Özdemiroğlu ise Taraf gazetesine verdiği
röportajda şunları söylüyordu: “Elimizden geldiği kadar direnişçilere destek verdik ama onların
mizahçılığı bizim eylemciliğimizden güzel çıktı. Nasreddin Hoca’yı yaratmış bir toplum bu sonuçta.
Kendisi dahil her şeyle dalga geçmeyi bilen bir halkız. Mizah için de çok sebebi var. Mizah, mazlumun
silahıdır. Otoriteyle baş edemeyince alay edersiniz” (Minareci, 2013).
Buraya kadar, dikey, yatay ya da çapraz tekelleşmiş herhangi bir başka medya kurumu ile organik
bağları bulunmayan, bağımsız/tarafsız/muhalif bir yayın olarak, reklam almayan, geliri sadece
satışından ibaret olan haftalık mizah dergilerinin bir temsilcisi olarak Uykusuz’un, alternatif bir medya
20
örneği olduğu iddiasını derginin üreticilerinin yorumları ve üretilen üründen seçilmiş örnekler ile
sorguladık.
Yazar-çizerlerin dergileri ile ilgili söylediklerine ve derginin kapak, ikinci ve üçüncü sayfa
karikatürlerine bakıldığında; “politik mizah” ile “apolitik mizah” unsurlarına aynı anda yer veren ticari
bir yayın olmasına ve çok satmasına rağmen derginin reklam almayarak kâr elde amacından uzak
durduğunu; dergi kurucu kadrosunda, derginin duruşu ve kimliğini belirleyen karikatürlerin çiziminde
alışılagelmiş hiyerarşinin var olmadığı; ana akım medyada sesini duyuramayan kesimlerin derginin
önemli konularından biri olduğu gözlemlenmektedir. Uykusuz ayrıca bir mizah dergisi olarak kendisini
takip eden okurları, eleştirel bir dil ve yaklaşımla bilgilendirmekte, ana akım medyanın yapması
gereken –ancak ekonomik ve politik gerekçelerle yapmadığı– “demokrasinin güçlenmesi için
enformasyon verme görevini” de yerine getirmektedir.
Alternatif medya üzerine yapılan kuramsal çalışmalarda, bir yayının alternatif medya kategorisinde
sayılması açısından yukarıda sayılan özelliklere bir de “sosyal sorumluluk anlayışı” eklenmektedir.
Uykusuz’un böyle bir anlayış içinde olduğu söylenemez. Ancak Türkiye gibi ülkelerde alternatif medya
pratiklerinin “tanımlar içine sıkıştırmak yerine her birinin özgüllüklerini hesaba katarak” geniş bir
çerçeveden değerlendirmek gerekmekte.
Bu çalışmanın Türkiye örneğinde alternatif bir medya olarak nitelediği Uykusuz mizah dergisinin,
özellikle Gezi eylemleri sonrasında görevinin zorlaştığı da ortada. Ana akım medyanın başlangıçta hiç
bir şey yaşanmıyor gibi olan bitene sessiz kalması, kitlelerin yeni enformasyon kaynaklarına
yönelmesine neden oldu. Sosyal medyanın, herkesin sesini duyurmaya imkân vermesine rağmen
maniple edilebilir olması onun en büyük dezavantajı. Mizah dergileri ise sessiz kalan ana akım
medyanın karşısında farklı örgütlenmesi ve açık kanalları ile yeni ve gerçek bir alternatif olarak
duruyor.
21
Kaynakça Akgönül, S. (2013, Temmuz 7). "Üç sağdan üç sola: Alternatif doğar mı? Doğmalı mı?". T24:
http://t24.com.tr/haber/uc-sagdan-uc-sola-alternatif-dogar-mi-dogmali-mi/233738 adresinden alınmıştır
Akgül, E. (2012, Aralık 07). "İlk Tutuklu Gazeteci: Kasapis". Bianet: http://www.bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/142666-ilk-tutuklu-gazeteci-kasapis adresinden alınmıştır
Alankuş, S. (2008). "Demokrasi ve 'Başka-Medya' İlişkisi: Türkiye'deki Yaygın-Dışı Medya Ortamını Anlamak Üzere Teorik Bir Çerçeve". S. Çelenk (Dü.), Başka Bir iletişim Mümkün: İstanbul Uluslararası Bağımsız Medya Forumu Bildiriler. içinde İstanbul: IPS İletişim Vakfı.
Albert, M. (1997, Ekim). "Alternatif Medyayı Alternatif Kılan Nedir?". http://www.bgst.org/keab/albert20061112.asp adresinden alınmıştır
Apaydın, M. (2013). Refik Halit'in Aydede'si. R. H. Karay içinde, Aydede 1922 (s. 13-31). İstanbul: İnkılap Kitabevi.
Arendt, H. (1997). Şiddet Üzerine. (B. Peker, Çev.) İstanbul: İletişim Yayınları.
Arı, B. (2008). Gırgır Ve Leman Dergileri Örneğinden 1980 Sonrası Mizah Basını Ve Muhalefet Anlayışı. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Avcı, A. (2003). Toplumsal Eleştiri Söylemi Olarak Mizah ve Gülmece. Birikim Dergisi(166), s. 80-96.
Bakır, B. (2007, Ağustos 12). "Bölüne Bölüne Güldürdüler". Milliyet Pazar.
Bakır, Z. (2007, Ağustos 12). "Mizahçılara rahat batar, bize de battı!". Vatan. İstanbul.
Belge, M. (1997). Tarihten Güncelliğe. İstanbul: İletişim Yayınları.
Cantek, L. (2001). Markopaşa Bir Mizah ve Muhalefet Efsanesi. İstanbul: İletişim.
Cantek, L. (2011). Şehre Göçen Eşek. İstanbul: İletişim Yayınları.
Criss, B. (1993). İşgal Altında İstanbul (1918-1923). İstanbul: İletişim Yayınevi .
Çeviker, T. (1988). Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü (Meşrutiyet Dönemi 1908-1919) (Cilt 2). İstanbul: Adam Yayınları.
Çoban, B. (2011). “Toplumsal Hareketler ve Yeni Alternatif/Radikal Medyalar”. Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi(14).
Ekinci, E. (2010 , Aralık 11). “Umut Sarıkaya: İnsanlar bir yaştan sonra gülmüyor” . Radikal : http://www.radikal.com.tr/hayat/insanlar_bir_yastan_sonra_gulmuyor-1032215 adresinden alınmıştır
Evren, Ş. (2009, Kasım 05). "Uykusuz Bir Röportaj". Ekim 14, 2013 tarihinde Haber 34: http://www.haber34.com/uykusuz-bir-roportaj-umut-sarikaya-16302 adresinden alındı
22
Gence, H. (2009, Mayıs 10). "Biz Mahallede Böyle Takılırız". Hürriyet Pazar. İstanbul.
Georgeon, F. (2000). "Osmanlı İmparatorluğu’nda Gülmek mi?". İ. Fenoglio, & F. Georgeon içinde, Doğu’da Mizah (A. Berktay, Çev.). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Gönenç, L., & Cantek, L. (2011, Ağustos-Eylül). Türkiye'de İslami Mizahın Yükselişi. Birikim(268-269), s. 49-65.
Gönenç, L., & Cantek, L. (2012). Toplumsal Değişme ve Mizah Dergileri. B. Duru, & F. Alpkaya içinde, 1920'den Günümüze Türkiye'de Toplumsal Yapı ve Değişim (s. 457-486). İstanbul: Phoenix Yayınevi.
Gür, B. (2012). Türkiye’nin Gençlik Profili Araştırması. Ankara: SETA.
Gürses, K. G. (2013). Ya Ameliyatlı Yerime Gelseydi. İstanbul: Postacı Yayınları.
Kabacalı, A. (2000). Türkiye'de Matbaa Basın ve Yayın. İstanbul: Literatür.
Karakurt, S. (2002, Eylül 14). "Penguen Geliyor". Hürriyet Pazar. İstanbul.
Koloğlu, O. (2005a). 1908 Basın Patlaması. İstanbul: Bas-Haş.
Koloğlu, O. (2005b). Türkiye Karikatür Tarihi. İstanbul: Bileşim Yayınları.
Minareci, E. (2013, Haziran 20). "Vedat Özdemiroğlu: Bunlar benim işime dadandı". Taraf: http://www.taraf.com.tr/haber/bunlar-benim-isime-dadandi.htm adresinden alınmıştır
Morgül, K. (2008, Şubat 18). "Met-Üst: Kutsallar Üzerinden Siyaset Mizaha, Muhalefete Alan Bırakmıyor". Bianet: http://www.bianet.org/bianet/siyaset/104974-met-ust-kutsallar-uzerinden-siyaset-mizaha-muhalefete-alan-birakmiyor adresinden alınmıştır
ntvmsnbc. (2009, 11 11). Gırgır 12 Eylül'den sonra neden kapatıldı?: http://www.ntvmsnbc.com/id/24999658/ adresinden alınmıştır
Öncü, A. (2005). "1990'larda Küresel Tüketim, Cinselliğin Sergilenmesi ve İstanbul'un Kültürel Haritasının Yeniden Biçimlenmesi". D. Kandiyoti, & A. Saktanber içinde, Kültür Fragmanları: Türkiye'de Gündelik Hayat (Z. Yelçe, Çev., s. 183-200). İstanbul: Metis Yayınları.
Önderoğlu, E. (2004, Ekim 22). Kemal Gökhan Gürses: "Mizahı Öldüresiye, Hapsetmecesine Seviyoruz". bianet: http://www.bianet.org/bianet/medya/45649-mizahi-olduresiye-hapsetmecesine-seviyoruz adresinden alınmıştır
Öner, M., & Çeçen, C. (2007, Eylül 10). “Herkes uyurken “uykusuz” kalan insanlarız aslında biz...” . Evrensel: http://www.evrensel.net/v2/haber.php?haber_id=16787 adresinden alınmıştır
Özgey, O. (2007, Ağustos 15). "Penguen dergisinde ayrılık rüzgarları esiyor". Ekim 14, 2013 tarihinde NTVMSNBC: http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/416874.asp adresinden alındı
Saydur, M. (2001). Markopaşa Gerçeği. İstanbul: Çınar Yayınları.
Soğukdere, Ö. (2013, Haziran). "Türkiye’de mizahçı olmak zor". Tempo, 50-55.
23
Taylan, A. (2008). "Ana Akıma Tabandan Bir Yanıt: Alternatif Gazetecilik". İletişim Araştırmaları, 6(2), 107-144.
Tellan, B. (2009). Öldürülen Gazeteciler (1905-1980). K. Alemdar içinde, Türkiye'de Kitle İletişimi (Dün-Bugün-Yarın) (s. 221-231). Ankara: Ankara Gazeteciler Cemiyeti.
Tellan, B. (2014, Haziran 6). "Uykusuz'dan gezi direnişi özel sayısı". Gazeteciler: www.gazeteciler.com/karikatur/uykusuzdan-gezi-direnisi-ozel-sayisi-67076h.html adresinden alınmıştır
Topuz, H. (2003). 2. Mahmut'tan Holdinglere Türk Basın Tarihi. İstanbul: Remzi Kitabevi.
Varlık, B. (1985). Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Mizah. Tanzimat'tan Cumhuriyet'e Türkiye Ansiklopedisi (Cilt 4, s. 1092-1100). içinde İstanbul: İletişim Yayınları.