ÜSKÜDARLI ŞAİR HASAN BASRÎ BABA kaddesellâhü sırrahu’l alî Hzl: Mehmet Temizkan1 Şalgam pazarında cevher satılmaz. (Basrî Baba) Bilindiği gibi Türk milleti İslâm dinini kabul ettikten sonra, tasavvuf cereyanı Türkler arasında da yayılmaya ve bunun sonucu olarak da muhtelif tarikatlar kurulmaya başlamıştır. Ahmed Yesevî ilk Türk mutasavvıf; adını Ahmed Yesevî’den alan Yesevîlik de ilk Müslüman Türk tarikatı olma özelliğine sahiptir. Kaynağı Yesevîlik olan iki büyük tarikattan biri Nakşibendîlik, diğeri ise Bektaşîliktir. Bektaşîlik, özellikle Anadolu ve Balkanlar’da, yani Osmanlı devletinin hâkimiyet sahasında teşkilatlanmış ve yayılmıştır. On altıncı yüzyıldaki Safevî nüfuzuna kadar Osmanlı idaresiyle çok iyi ilişkiler kurmuş olması dolayısıyla, söz konusu tarikat imparatorluğun hemen hemen her tarafında dergahlar kurmuş ve büyük bir tarikat haline gelmiştir. Bektaşîliğin “pîr-i sânî”si, yani “ikinci pîr”i kabul edilen Balım Sultan, Osmanlı padişahının daveti üzerine İstanbul’a gelmiş; buradan Hacıbektaş’a geçmiş ve tarikatı yeniden tanzim etmiştir. Tarikatın halen uygulanmakta olan erkânı da, Balım Sultan erkânıdır. Bu hadise, Bektaşî tarikatının devletle olan ilişkilerinin hangi istikamette olduğunu gösteren oldukça canlı bir örnektir. On altıncı yüzyılda başlayan Safevî ve Şiî tesiri neticesinde, tarikatın devletle olan ilişkilerinin yönü değişmeye başlamış ve hatırlanacağı üzere 1826 yılında Yeniçeri ocağıyla birlikte Bektaşî tekkeleri de kapatılmıştır. Daha sonra yeniden açılan dergahlar, -başkent olması dolayısıyla- özellikle İstanbul’da, Bektaşî olmadığı halde devlete muhalif olan aydınların da uğradığı mekanlar haline gelmiştir. Bunun sebebi de, hem aydınların hem de Bektaşîlerin “devlete muhalif olmak” gibi bir müştereğe sahip bulunmalarıdır. Develili veya Everekli Seyranî, bu durumun en canlı örneklerinden biridir. İstanbul’un her bakımdan önemli ilçelerinden biri olan Üsküdar’da da, çeşitli tarikatlara ait tekkelerin kurulduğu ve buralardan, aralarında şâirlerin de bulunduğu önemli kişilerin yetiştiği bilinmektedir. Bunlar arasında Karaca Ahmed dergahı ve Tahir Baba tekkesi gibi Bektaşî tekkeleri de vardır. Söz konusu tekkeler, mensupları olan şâirler vasıtasıyla, mesajlarını “edebî” olarak verebilmişlerdir. “Edebî”leşen mesajlar, bu sayede “ebedî”leşmiş; zaman ve mekan kaydından kurtularak, hem daha geniş coğrafyalara hem de daha sonra gelecek olan kuşaklara ulaşma imkanına kavuşmuştur. Bildiri konumuz olan Hasan Basrî Baba da Üsküdarlı bir şâirdir. 1874 yılında bu güzel ilçede doğmuştur. Bir süre Kapalıçarşı’da yağlıkçılık yaptığı da bilinmektedir. Bazı kaynaklarda yağlıkçılık ile yağcılık birbirine karıştırıldığı için, yağcılık yaptığı ifade edilmektedir ki, bu doğru değildir. 2 Asıl konumuz olan Hasan Basrî Baba’nın fikrî ve edebî kişiliğine geçmeden önce, onunla ilgili kaynaklan kısaca tanıtmak ve değerlendirmek istiyorum: 1. Bektaşî Şairleri: Sadettin Nüzhet tarafından 1930 yılında yayınlanan bu eserde, Hasan Basrî Baba’ya yedi sayfa ayrılmıştır. 3 Burada, şâirin hayatı hakkında kısa bir bilgi ile sekiz 1 Yard. Doç. Dr., Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü. 2 “Basrî Baba”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergah Yayınları, İstanbul 1977, C. I, s. 341. 3 Sadettin Nüzhet, Bektaşî Şairleri, İstanbul Devlet Matbaası, İstanbul 1930, s. 26-32.
41
Embed
Usküdarli şair hasan basrî baba kaddesellâhü sırrahu’l alî
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
ÜSKÜDARLI ŞAİR HASAN BASRÎ BABA kaddesellâhü sırrahu’l alî
Hzl: Mehmet Temizkan1
Şalgam pazarında cevher satılmaz. (Basrî Baba)
Bilindiği gibi Türk milleti İslâm dinini kabul ettikten sonra, tasavvuf cereyanı Türkler arasında
da yayılmaya ve bunun sonucu olarak da muhtelif tarikatlar kurulmaya başlamıştır. Ahmed
Yesevî ilk Türk mutasavvıf; adını Ahmed Yesevî’den alan Yesevîlik de ilk Müslüman Türk
tarikatı olma özelliğine sahiptir. Kaynağı Yesevîlik olan iki büyük tarikattan biri Nakşibendîlik,
diğeri ise Bektaşîliktir.
Bektaşîlik, özellikle Anadolu ve Balkanlar’da, yani Osmanlı devletinin hâkimiyet sahasında
teşkilatlanmış ve yayılmıştır. On altıncı yüzyıldaki Safevî nüfuzuna kadar Osmanlı idaresiyle
çok iyi ilişkiler kurmuş olması dolayısıyla, söz konusu tarikat imparatorluğun hemen hemen
her tarafında dergahlar kurmuş ve büyük bir tarikat haline gelmiştir. Bektaşîliğin “pîr-i sânî”si,
yani “ikinci pîr”i kabul edilen Balım Sultan, Osmanlı padişahının daveti üzerine İstanbul’a
gelmiş; buradan Hacıbektaş’a geçmiş ve tarikatı yeniden tanzim etmiştir. Tarikatın halen
uygulanmakta olan erkânı da, Balım Sultan erkânıdır. Bu hadise, Bektaşî tarikatının devletle
olan ilişkilerinin hangi istikamette olduğunu gösteren oldukça canlı bir örnektir. On altıncı
yüzyılda başlayan Safevî ve Şiî tesiri neticesinde, tarikatın devletle olan ilişkilerinin yönü
değişmeye başlamış ve hatırlanacağı üzere 1826 yılında Yeniçeri ocağıyla birlikte Bektaşî
tekkeleri de kapatılmıştır. Daha sonra yeniden açılan dergahlar, -başkent olması dolayısıyla-
özellikle İstanbul’da, Bektaşî olmadığı halde devlete muhalif olan aydınların da uğradığı
mekanlar haline gelmiştir. Bunun sebebi de, hem aydınların hem de Bektaşîlerin “devlete
muhalif olmak” gibi bir müştereğe sahip bulunmalarıdır. Develili veya Everekli Seyranî, bu
durumun en canlı örneklerinden biridir.
İstanbul’un her bakımdan önemli ilçelerinden biri olan Üsküdar’da da, çeşitli tarikatlara ait
tekkelerin kurulduğu ve buralardan, aralarında şâirlerin de bulunduğu önemli kişilerin yetiştiği
bilinmektedir. Bunlar arasında Karaca Ahmed dergahı ve Tahir Baba tekkesi gibi Bektaşî
tekkeleri de vardır. Söz konusu tekkeler, mensupları olan şâirler vasıtasıyla, mesajlarını “edebî”
olarak verebilmişlerdir. “Edebî”leşen mesajlar, bu sayede “ebedî”leşmiş; zaman ve mekan
kaydından kurtularak, hem daha geniş coğrafyalara hem de daha sonra gelecek olan kuşaklara
ulaşma imkanına kavuşmuştur.
Bildiri konumuz olan Hasan Basrî Baba da Üsküdarlı bir şâirdir. 1874 yılında bu güzel ilçede
doğmuştur. Bir süre Kapalıçarşı’da yağlıkçılık yaptığı da bilinmektedir. Bazı kaynaklarda
yağlıkçılık ile yağcılık birbirine karıştırıldığı için, yağcılık yaptığı ifade edilmektedir ki, bu
doğru değildir.2 Asıl konumuz olan Hasan Basrî Baba’nın fikrî ve edebî kişiliğine geçmeden
önce, onunla ilgili kaynaklan kısaca tanıtmak ve değerlendirmek istiyorum:
1. Bektaşî Şairleri: Sadettin Nüzhet tarafından 1930 yılında yayınlanan bu eserde,
Hasan Basrî Baba’ya yedi sayfa ayrılmıştır.3 Burada, şâirin hayatı hakkında kısa bir bilgi ile sekiz
1 Yard. Doç. Dr., Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü. 2 “Basrî Baba”, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergah Yayınları, İstanbul 1977, C. I, s. 341. 3 Sadettin Nüzhet, Bektaşî Şairleri, İstanbul Devlet Matbaası, İstanbul 1930, s. 26-32.
şiiri verilmektedir. Şiirlerde geçen bazı kavramlar, dipnot olarak açıklanmaktadır. Kitap, şairin
sağlığında yayınlandığı için, ölümü hakkında herhangi bir bilgi vermemektedir. Diğer
kaynakların Basrî Baba hakkında verdiği bilgiler, büyük ölçüde buradaki bilgilerin tekrarından
ibarettir.
2. “Basri Baba”: Dergah Yayınları tarafından yayınlanan Türk Dili ve Edebiyatı An-
siklopedisinin birinci cildinde yer alan bu madde, Sadettin Nüzhet’in verdiği bilgilerin bir
tekrarı mahiyetindedir.
3. Bektaşi Alevi Şairleri ve Nefesleri: Turgut Koca tarafından hazırlanan bu antolo-
jide, Hasan Basrî Baba’dan ve şiirlerinden bahsedilmektedir.4 Burada, S. Nüzhet’e ek olarak
şâirin 1946 yılında vefat ettiği ve Karaca Ahmed Mezarlığı’nda toprağa verildiği be-
lirtilmektedir.
4. Alevi Bektaşi Şiirleri Antolojisi: İsmail Özmen tarafından hazırlanan bu eserin be-
şinci ve son cildinde yer alan Hasan Basrî Baba’yla ilgili bilgiler de, S. Nüzhet’le hemen hemen
aynıdır. 5 Şâirin 1946 yılında öldüğü ve Karaca Ahmed’e defnedildiği burada da
kaydedilmektedir.
5. H. Basrî Baba Dîvânı: Bu eser, Ziya Baba Karaşar İnanç Eğitim Hayır Vakfı tarafından
kısa bir süre önce yayınlanmıştır.6 İncelemede bu kitaptaki şiirler esas alındığı için, kitapla ilgili
birkaç hususun belirtilmesinde fayda olacağı kanaatindeyim. İyi niyetle hazırlanıp
yayınlandığından şüphe etmediğimiz kitaptaki şu eksiklikler dikkatimizi çekmektedir:
a. Kitabın kim veya kimler tarafından hazırlandığı belli değildir.
b. Şâirin hayatıyla ilgili olarak verilen kısa bilgiler arasında, 1949 yılında vefat ettiği ve
Ankara’da Sincan yakınlarındaki Kesiktaş’ta Taptuk Baba Türbesi’nde medfun olduğu
belirtilmektedir. Daha önce tanıttığımız kaynaklarda, şâirin ölüm yılı 1946 olarak verildiği ve
İstanbul’da Karaca Ahmed Mezarlığı’nda yattığı kayıtlıdır. Buna rağmen verilen bilgilere
herhangi bir kaynak gösterilmemiş olması, ciddî bir eksikliktir. Ayrıca, söz konusu eserde tek
bir kaynak ismi geçmemektedir.
c. Kitapta hem çok fazla hem de çok ciddî okuma ve imla yanlışları bulunmaktadır. İlk
insan ve ilk peygamberin ismi olan “Âdem” ile “insan” anlamına gelen “âdem” karıştırılmış
durumdadır. Kelime, metin içindeki anlamına bakılmaksızın özel isim olarak düşünülmüş ve
“Âdem” şeklinde yazılmıştır. Aynı şekilde Allah’ın isimlerinden biri olan “Hüdâ” ile “hakikat,
kurtuluş” anlamına gelen “hüdâ” da karıştırılmış; bu kelime de her yerde Allah’ın adı olarak
düşünülmüş ve özel isim imlasıyla yazılmıştır... Bilindiği gibi Hakk, Allah demektir; kelime
yönelme ekini aldığı zaman, kesme işareti ikinci “k” ile “a” arasına konulur ve “Hakk’a” şeklinde
yazılır. Kitapta ise bu kelime her zaman “Hak’ka” imlasıyla yazılmıştır. Yine, Farsça
tamlamalarda birinci kelimenin sonuna tire (-) işaretinden sonra “ı” veya “i” gelmesi
gerekirken, genellikle “u” harfinin yazıldığı görülmektedir. Kitaptaki ikinci şiirde şöyle bir
mısra yer almaktadır:
4 Turgut Koca, Bektaşi Alevi Şairleri ve Nefesleri, Maarif Kitaphanesi Yayınlan, İstanbul 1990, s. 744-747. 5 İsmail Özmen, Alevi Bektaşi Şiirleri Antolojisi, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1998, C. V, s. 159-162. 6 H. Basrî Baba Dîvânı, Ziya Baba Karaşar İnanç Eğitim Hayır Vakfı Yayınları, Ankara 2002.
“Vücûd-u Âdem’den gider Hak’ka yol”
Bu tek mısrada birkaç tane yanlışın toplandığı görülmektedir: Önce tamlamadaki “u” yerine “ı”
gelmelidir. İkinci kelime özel isim olmayıp “insan” anlamındadır; bu sebeple de hem “” küçük
yazılmalı, hem de kesme işareti kullanılmamalıdır. Son olarak da “Hak’ka” kelimesi “Hakk’a”
şeklinde yazılmalıdır... görülen pek çok yanlıştan son olarak birine daha işaret edeceğim:
Kelimenin sonuna eklenen uzun “â”, kelimeye “ey” anlamı katar; “Nedimâ”, “ey Nedim”
demektir. Kitapta ise “ey zahidâ”, “ey Basrîyâ” şekilleri dikkati çekmektedir. Sıradan bir şair
olmadığı anlaşılan Basrî Baba’nın böyle dil yanlışlan yaptığını düşünmek mümkün değildir.
Bu eksiklerine rağmen, Hasan Basrî Baba’nın şiirlerini bir arada bulmamıza imkan veren
eserde, başlıksız olarak 78 şiir, 1 kıt’a, 28 müfred ve “Kıt’a-i Matem “başlığı altında da 8
dörtlük bulunmaktadır.
Şâirden bahseden kaynakları tanıttıktan sonra, asıl konumuza, yani şairin fikrî ve edebî
kimliğine geçebiliriz.
Bulup bir mürşid-i dânâ, zuhurundan haberdâr ol
Olup her emrine münkad, dü-âlemde berhüdâr ol
Çerâğ-ı aşkın uyansın, vücduna ziyâdâr ol
“Ene’l-Hak” câmını nûş et, bu dâr-ı aşkta berdâr ol7
Soyun varlıktan kurtul darlıktan
Ayrılma Hak’tan dalma efkâre
Tevhitle yıkan bul tâze bir cân
Câna ol cânân irgil hûş-yâre
Bahr-i aşka dal kalmasın hiç kâl
Çıkma orda kal makbul ol yâre8
gibi tavsiyelerinden de anlaşılabileceği üzere tasavvufa meyilli bir kişiliğe sahip olması
dolayısıyla, önce Kadirî, Nakşî, Rufâî ve Uşşâkî tarikatlarına intisap eden Basrî Baba, son olarak
Hüsnü Baba’dan el alarak Bektaşî tarikatında karar kılmıştır. Hasan Basrî Baba’dan bahseden
kaynaklar, “şiirlerinde tasavvufî telakkilere ve Bektaşî şâirlerde pek görülmeyen bazı fikirlere
rastlandığı” hususunda ittifak halindedir. Bunun sebebi de, kanaatimizce, Basrî Baba’nın
Bektaşîlikten önce adını biraz önce saydığımız tarikatlara girmiş ve bu tarikatlarda uzun
mesafeler kat etmiş olmasıdır. Söz konusu tarikatları yakından tanımış ve bu tarikatların
“rahle-i tedrisi”nden geçmiş olması, şâirin edebî ve fikrî kimliği üzerinde elbette etkili
olmuştur. Bu fikrî kimlik, şâire, her şeye daha geniş bir açıdan bakma imkanı sağlamıştır. Bu
özelliği sayesinde, Bektaşîliğe intisap etmiş olmasına rağmen, Bektaşîliğin ve Bektaşî
edebiyatının hâkim temalarına kendi gözlüğüyle bakabilmiş; bu temalardan bazılarına karşı
farklı bir tavır takınmış ve bunlara bazı ilavelerde bulunmuştur. Hasan Basrî Baba’da üzerinde
durulması gereken asıl nokta, onun bu hâkim temalar karşısındaki tavrıdır. Şâirimizin bu
7 Age, s. 31. 8 Age, s. 78.
tavrını tespit edip değerlendirebilmek için, Bektaşî edebiyatındaki hâkim temaların -kısaca-
hatırlanmasında fayda vardır.
On altıncı yüzyıla kadar diğer tarikat mensuplarından çok farklı şeyleri terennüm etmeyen
Bektaşî şâirler, ağırlıklı olarak Allah ile kâinâtın ayrı olmadığı (vahdet-i vücûd) inancını, Allah
aşkını, Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem sevgisini, Hz. Alî kerremallâhü vecheye,
çocukları olan Hasan ile Hüseyin’e, zaman zaman da diğer imamlara olan sevgi ve
bağlılıklarını, benlik duygusundan kurtulmak, eline, diline, beline sahip olmak gerektiğini,
başta Hacı Bektaş Velî olmak üzere tarikat şeyhlerine olan muhabbet ve bağlılıklarını
işlemişlerdir. “Bektaşîliğin Birinci Dönemi” olarak adlandırılan bu dönem şairlerinde, Hz. Alî
sevgisi ağır basmakla birlikte ilk üç halifeye karşı bir husûmet, hatta bir soğukluk
görülmemektedir. Bektaşî edebiyatının yedi büyük şairinden biri olarak kabul edilen Fuzulî,
hatırlanacağı gibi ilk üç halifeye karşı da hürmet duygularıyla doludur. Leylâ vü Mecnûn
Mukaddimesi’nde dört halifeyi hürmetle yad etmekte; sıdk ile Hz. Ebubekir’i, ma’delet ile Hz.
Ömer’i, hayâ ile Hz. Osman’ı ve refet ile de Hz. Alî’yi işaret etmektedir:
Ey çâr-yâr-ı kâmilürı ayân-ı mülk-i dîn
Erbâb-ı sıdk ü ma’delet ü refet ü hayâ
Devrün bu dört fasi ile bir mu’tedil zamân
Şer’un bu dört rükn ile bir mu’teber binâ
Fuzulî, aynı zamanda İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe’yi de övmekte; ona olan muhabbetini ve
hayranlığını şu şekilde ifade etmektedir:
Bunda olmuş münteşir feyzi İmâm-ı A’zâmun
Bunda bulmuş behre-i ilm-i şerî’at intişâr9
Fuzulî gibi Bektaşî edebiyatının yedi büyük şairinden biri olan ve Şiîliği kurduğu devletin resmî
ideolojisi ve temeli haline getiren Şâh İsmail Hatâyî’de de ilk üç halife hayırla yad edilmemekle
birlikte, onların aleyhinde, onları aşağılayıcı veya tahkir edici tek bir mısra dahi
bulunmamaktadır. Hatâyî’nin samimi duygularla yazılmış olduğu kolayca anlaşılan bir de na’tı
vardır. Bunlara dayanarak, ilk üç halifeye karşı beslenen husumetin de, Hz. Alî’yi Hz.
Muhammed’den daha büyük görme ve hatta ilahlaştırma inancının da on altıncı yüzyıldan
sonra söz konusu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Hasan Basrî Baba’nın şiirlerini tematik olarak incelediğimiz zaman, şâirin diğer Bektaşî şâirlerin
çok sık tekrar ettiği konulardan bir kısmına yer verdiğini, bir kısmına da yer vermediğini
görmekteyiz. Ayrıca, diğer şâirlerde pek karşılaşmadığımız farklı temaların ele alındığını da
söyleyebiliriz. Bektaşî edebiyatındaki hâkim temalarla Hasan Basrî Baba’nın bu temalar
karşısındaki tavrını şu başlıklar altında incelemek mümkün-
1. Hz. Alî Sevgisi: Bütün Bektaşî şairler gibi, Hasan Basrî Baba da engin bir Hz. Alî
sevgisine sahiptir. “Kamu âlem Alî vallâh” mısramm nakarat olarak tekrarlandığı bir şiirinde,
9 Fuzulî’deki bu ve benzeri ifadeler için bk: Abdülkadir Karahan, Fuzulî, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlan, İstanbul 1996,
s. 237-241.
Hz. Alî’yi yüceltme gayreti içinde olduğu anlaşılmaktadır.10 Basrî Baba, “Şâh-ı Merdân” olarak
adlandırdığı veya vasıflandırdığı Hz. Alî’yi, başındaki aklı, vücudundaki kalbi ve kalbindeki
imânı olarak nitelendirmekte; bin canı olsa dahi onun yoluna feda edebileceğini söylemektedir:
Böyle bin cânım olursa râhına olsun fedâ
Serde aklım, tende cânım kalpte îmânım Alî11
Başka bir şiirinde, rüyasında bir cemâl gördüğünü ve bütün cihanın bu cemâlin nûruna
boyandığını söyledikten sonra, gördüğü cemâlin “bâ-i bismillah”; zâhir ismi Alî, bâtını ise Allah
olan kişi olduğunu ilave etmekte ve “râh-ı Murtezâ”ya dahil olma tavsiyesinde
bulunmaktadır.12
Şâfi’-i yevm-i kıyâmettir Ali
Nâfi’-i yevm-i nedâmettir Ali
Şâh-ı Merdân, Şîr-i Yezdân’dır Ali
Tevrât, Zebur, Incîl, Kur’ân’dır Ali13
gibi ifadeler de, yine şairin Hz. Alî’yi yüceltme endişesinin ürünleri olmalıdır.
Bu mısraların benzerlerine, şiirlerinde dinî ve tasavvufî unsurlara yer veren bütün şâirlerde
rastlamak mümkündür. Ancak, ilk üç halifenin anılmamış olması Basrî Baba’nın Bektaşî
kimliğiyle alakalıdır. Hz. Alî sevgisi ve onu yüceltme endişesinde diğer Bektaşî şâirlerle birleşen
şâirimizin, merkezine Hz. Alî yerleştirilerek efsaneleştirilen mirâc hadisesine yer vermemiş
olması, onun Hz. Alî’yi yüceltirken ölçülü davranma ya da aşırılığa kaçmama endişesini
taşıdığını da düşündürmektedir. Hatırlanacağı gibi, Bektaşî-Alevî şâirlerin mirâcnâmelerinde,
Hz. Alî Hz. Muhammed’den daha önemli bir mevkiye yerleştirilir. Hz. Muhammed sallallâhü
aleyhi ve sellem ilk altı feleği geçtikten sonra, yedinci felekte bir aslanla karşılaşmış ve onun
izni olmadan daha ileriye geçememiştir. Parmağındaki yüzüğü çıkarıp aslanın ağzına vermek
suretiyle yoluna devam edebilmiştir. Mirâc dönüşü uğradığı Kırklar meclisinde Kırkların
başkanı olan Hz. Alî yüzüğü ağzından çıkarıp sahibine iade etmiş, İslam Peygamberi o zaman
“Arslan olup yol üstünde oturan”14 varlığın Hz. Alî olduğunu anlamıştır. Hatâyî’ye ait şu beyitte
bu inanç açık olarak görülmektedir:
Hakk gördi Nebt bi-şekl-i aslan
Yedinci felekde Şîr-i Yezdân15
Hasan Basrî Baba’nın şiirlerinde, böyle bir mirâc tasviri bulunmamaktadır.
Bir diğer husus da, bazı Bektaşî şâirlerin ilk üç halifeye karşı takındıkları tavırdır. Sayıları fazla
olmamakla birlikte, ilk üç halifeyi aşağılayıcı, tahkir edici şiirler yazan şâirlerin bulunduğunu
bilmekteyiz. Mesela Teslim Abdal adlı bir Bektaşî şair şöyle diyor:
10 H. Basri Baba, s. 12-13. 11 Age, s. 18. 12 Age, s. 20. 13 Age, s. 36. 14 Cahit Öztelli, Pir Sultan Abdal, Milliyet Yayınlan, İstanbul 1971, s. 93. 15 Azizaga Memmedov, Şah İsmail Hatai, Azerbaycan Elmler Akademiyası Neşriyatı, Bakı 1966, C. I, s. 46.
Bozuk düzen öyle gelme meydana
Ehl-i Beyt’e iman eyle gel münkir
Ömer’den Osman’dan sana fayda yok
Ehl-i Beyt’e iman eyle gel münkir
Ömer Osman Sıddik kulu nâroldu
Ana tabi olanlar da hâroldu
Ruz-ı mahşerde yüzü kara oldu
Ehl-i Beyt’e iman eyle gel münkir16
Aynı bakış açısı Pir Sultan Abdal’da da vardır:
Yaratıldı Mülcem ol oldu düşman
Kasd etti Ali’ye oldu peşiman
Kangı kitapta var ol Ömer Osman
Kur’an’da okunan Ali değil mi17
Hasan Basrî Baba, ilk üç halifeyi saygıyla anmamakla birlikte, onların aleyhinde tek bir mısra da
yazmış değildir. Bu da önemli bir husustur.
Bundan daha önemli olan başka bir husus da, Hz. Alî sevgisindeki aşırılıktır. Sevgisinde ifrata
kaçan bazı Alevî-Bektaşî şâirler, onu peygamberlerden de üstün görmüşler, hatta
ilahlaştırmışlardır. Basrî Baba ile aynı zamanda yaşayan Derviş Ali isimli bir şâir bunlardan
biridir:
Yeri göği arşı kürsü yaradan
Men Ali’den başka Tanrı görmedim
Yaradup kulunun kısmetin veren
Men Ali’den başka Tanrı görmedim
Cennet-i âlânın altundur taşı
Her ne görür isen hikmettir işi
Yüz yirmi dört bin nebî başı
Men Ali’den başka Tanrı görmedim
Derviş Ali’m bu ikrâra beli dir
Dilim söyler ama kendim delidir
Allah bir Muhammed Tanrı Ali’dir
16 Turgut Koca, age, s. 289. 17 C. Öztelli, age, s. 94.
Men Ali’den başka Tanrı görmedim18
Hz. Alî’nin ilahlaştırılmasından rahatsız olan ve
Hayder-i Kerrâr’a cânım fedadır
Çünki kendileri Şâh-ı velâdır
Bazı müfsidlerin sözü hebâdır
Söylüyorlar hâşâ Allah Ali’dir19
diyerek böyle düşünenleri müfsid olarak nitelendiren Bektaşî şâirler de bulunmaktadır. Hasan
Basrî Baba da söz konusu tarikata intisap etmiş ve gönlünü Hz. Alî sevgisiyle doldurmuş
olmasına rağmen, sevgisinde ve bu sevgiyi ifade etmesinde ifrata kaçmamıştır.
2. On İki İmam Sevgisi: “Ehl-i Beyt” ve “Hanedan” olarak da adlandırılan on iki imama
karşı duyulan sevgi, Bektaşî edebiyatının ortak temalarından biridir. Bu imamlar arasında, Hz.
Alî’den sonra Kerbelâ şehidi Hz. Hüseyin ile altıncı imam Caferü’s-Sâdık, daha önemli bir yere
sahiptir. Hasan Basrî Baba da, şiirlerinde on iki imam sevgisini dile getirmekte ve “Hârıedânı
sevmenin Hakk’ın fermânı olduğu” düşüncesindedir. 20 Şâirimizin de diğer şairler gibi
“düvaz-deh”leri bulunmaktadır. Pek çok şâir “Cafer mezhebindeniz.” derken, Basrî Baba böyle
bir ifade kullanmamaktadır.
3. Allah-Muhammed-Alî ve Muhammed-All Birliği: Bektaşî edebiyatındaki hâkim
temalardan biri de, Hak-Muhammed-Alî ve Muhammed-Alî birliğidir. Bektaşî şâirler, ısrarla
Allah’ın, Hz. Muhammed’in ve Hz. Alî’nin ayrı ayrı varlıklar şeklinde görülmesinin zâhirî olup,
onların manâ itibarıyla “bir” ve “tek” olduğunu dile getirirler. Aynı şey, Muhammed-Alî birliği
için de söz konusudur; hatta bu inanç, daha da belirgindir. “Ali Muhammed’dir Muhammed Ali”
şeklindeki mısralara hemen hemen bütün Bektaşî şairlerde tesadüf edilir:
Hâşâ birbirinden kim ayrı gördü
Muhammed Ali’dir Ali Muhammed
Ali benden ben Ali’den buyurdu
Muhammed Ali’dir Ali Muhammed
şeklindeki dörtlük, Hasarî’ye aittir.21 Kul Himmet’e göre “cemâl-i nûr”dan22, Hatâyî’ye göre ise
“sıfat-ı zât”tan bir gevher doğmuş; Muhammed Mustafâ ile Şâh İmam Haydar da bu gevherden
ayan olmuşlardır:
Evvel Hû ahir Hû Allahü ekber
Sıfat-ı zâtından doğdu bir güher
Muhammed Mustafâ Şâh İmam Hayder
*7 I. Melikoff, Uyur İdik Uyardılar, Cem Yayınevi, ikinci Baskı, İstanbul 1994, s. 43-44. 19 T. Koca, age, s. 671. 20 H. Basri Baba Divanı, s. 41. 21 Besim Atalay, Bektaşilik ve Edebiyatı, Ant Yayınları, İkinci Baskı, İstanbul 1991, s.105. 22 Age, s. 102.
Oldu ol gevherden ayan Hû deyu23
Basrî Baba’da “Hak-Muhammed-Alî” isimleri, sadece bir şiirde birlikte zikredilmektedir. Şahsî
kanaatimiz, şâirde “Hak-Muhammed-Alî” birliği inancı bulunmakla birlikte, onun bu konuda
da katılıktan ve aşırılıktan uzak olduğu yönündedir.
“Muhammed-Alî” birliği konusunda ise, şâirimizin oldukça samimi olduğu anlaşılmaktadır. Bu
konuyla ilgili düşünceleri, diğer şâirlerden hiç de farklı görülmemektedir. Divanında, pek çok
yerde Hz. Muhammed ile Hz. Alî’yi “bir” görmek gerektiğini açık bir dille ifade etmektedir:
Bulmadı Mevlâsını Al-i abâ’ya ermeyen
Bî-basardır Muhammed’le Alî’yi bir görmeyen24
Yek vücûddur Mustafâ vü Mürtezâ
Böyle bil ki görmeyesin hiç kazâ25
gibi beyitler, Basrî Baba’nın bu konuda gayet samimi olduğunun delilleridir. Şâirin
“Hak-Muhammed-Alî” birliği inancına çok sıcak bakmamasına karşılık, “Muhammed- Alî”
birliği inancına daha sıcak yaklaştığını söylemek, herhalde yanlış olmayacaktır.
4. Yezid’e Duyulan Kin: Bütün Bektaşî şâirlerde ortak olan tema, başta Yezîd olmak
üzere Muaviye ve Şimr gibi isimlere karşı beslenen kin veya nefret duygusudur. Bu kin ve
nefretin en büyük sebebi ise, meşhur Kerbelâ hadisesidir. Şimr’in komuta ettiği Yezîd
ordusunun, Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’e, aile fertlerine ve taraftarlarına revâ gördüğü zulüm,
Basrî Baba’nın şiirlerine de konu olmuştur:
La’net-ender-la’net olsun bed-Yezîd’in cânına
Zât-i pâkin sevmeyene ben la’net-hânım Alî26
Yuf olsun ey Yezîd-bed-nâm, sana ervâhına hem yuf
Yuf olsun kalpazan kallâş, sana ecdâdına hem yuf
Yuf olsun Şimir mel’ûn, sana ensâbına hem yuf
Yuf olsun İbn-i Mülcem’e, sana bed-cânına yuf 27
Bu ve benzeri mısralarda gördüğümüz Yezîd düşmanlığı hususunda da H. Basrî Baba’nın gayet
samimi olduğu ve Bektaşî şâirlerden farklı bir anlayışa sahip bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Hasan Basrî Baba’nın Bektaşî şâirlerle az veya çok ortak olduğu hususları değerlendirdikten
sonra, söz konusu zümre şâirlerinde hâkim bir tema olarak yer almadığı halde, Basrî Baba’da
karşılaştığımız “yeni” temaları da şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Kadın: Hasan Basrî Baba Dîvânı’ndaki üçüncü şiir, kadınla ilgilidir. “Bacılar” kelimesiyle
kadınlar anlatılmakta ve okuyucuya bazı tavsiyelerde bulunulmaktadır. Şâir, bacıların, yani
23 Nejat Birdoğan, Şah İsmail Hatai, Can Yayınlan, İstanbul 1991, s. 101. 24 H. Basri, s. 93. 25 Age, s. 37. 26 Age, s. 18. 27 Age, s. 26.
kadınların hor görülmemesi gerektiğini, onların kalbinin rakîk, vücutlarının “Âdem tarlası”
olduğunu belirtmekte ve onlara hürmet edilmelidir, demektedir:
Bacıları hor görmeyin
Kalbi rakîkdir onların
Cümlesini bir bilmeyin
Bir mi hepsi insanların
Âdem tarlası vücûdu
Şüphesiz eder sücûdu
Hak’tır onların şühûdu
Emmâresin ezenlerin
Lâzımdır onlara hürmet
Çünkü er’e eder hizmet
Hizmettir kabûl-i Hazret
Yol ve erkân bilenlerin28
2. Sosyal Tenkit: Zamandan ve bazı İnsanî değerlerini yitirmiş olan insanlardan şikayet
veya bu halin tenkidi, Basrî Baba’nın Bektaşî edebiyatına kazandırdığı temalardan biridir. Bu
özelliğiyle, selefi olan ve kişilik olarak kendisine benzeyen Seyranî’nin izindedir. Şâire göre,