Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın 1
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
1
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
2
İÇİNDEKİLER
Sayfa
DAVET 3
KURULLAR 4-8
ULUSLARARASI KONUŞMACILAR 9 SÖZEL BİLDİRİLER 10-356
POSTER BİLDİRİLER 357-491
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
3
Değerli Katılımcılar,
Düzenleme ve bilim Kurulu olarak Dağlarından Yağ, Ovalarından Bal Akan Aydın’da
yapılacak olan Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık kongresinde sizi ağırlamaktan onur
duyarız. Kongremiz Tarım, Çevre ve Sağlık konularını bir bütün içerisinde değerlendirerek
yapılan güncel araştırmaları tartışmak ve yeni disiplinler arası çalışmaların ortaya çıkmasında
akademisyenleri bir araya getirmek için düzenlenecektir.
Sonbaharın tüm güzelliklerini birlikte yaşayacağımız Aydın ilimizde sizleri ağırlamaktan
büyük mutluluk duyarız.
Saygılarımızla,
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
4
KONGRE BAŞKANLARI
Prof. Dr. Cafer TURGUT
(Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi)
Doç. Dr. Perihan Binnur KURT KARAKUŞ (Bursa Teknik Üniversitesi, Çevre Mühendisliği Bölümü)
Doç. Dr. Serdal ÖĞÜT (Adnan Menderes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi)
ONURSAL BAŞKAN
Prof. Dr. Cavit BİRCAN
(Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü)
Prof. Dr. Arif KARADEMİR (Bursa Teknik Üniversitesi Rektörü)
KONGRE BAŞKANLARI
Prof. Dr. Cafer TURGUT
(Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi)
Doç. Dr. Perihan Binnur KURT KARAKUŞ
(Bursa Teknik Üniversitesi, Çevre Mühendisliği Bölümü)
Doç. Dr. Serdal ÖĞÜT
(Adnan Menderes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi)
DÜZENLEME KURULU Arş. Gör. Melis YALÇIN
Yrd. Doç. Dr. Aşkın BİRGÜL
Arş. Gör. Şenay ÇATAK
Yrd. Doç. Dr. Levent ATATANIR
Araş. Gör. Hatice Kübra GÜL
Araş. Gör. Okan KARATAŞ
Öğr. Gör. İsmail BÖLÜK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
5
Bilim Kurulu
Prof. Dr. Teresa J. CUTRİGHT - (The University of Akron, USA)
Prof. Dr. Stefan TRAPP - (Technical University of Denmark, Denmark)
Doç. Dr. Teodora DEAC - (Technical University of Cluj-Napoca, Romania) Serhan MERMER - (Oregon State University, USA)
Dr. Öğr. Üyesi Khawar JABRAN - (Düzce Üniversitesi)
Dr. Öğr. Üyesi Mohammad Reza HEİDARİ - (Shahed University, Iran) Prof. Dr. Alireza Nikbakht NASRABADİ - (Tehran University, Iran)
Asisstant Prof. Olga KALANTZİ - (Aegean University-Dept. Of Env. Eng.)
Dr. Bondi GEVAO - (Kuwait Institute of Science and Technology) Doç Dr. Maria de Lurdes Porença de Amorim Dinis - (University of Porto, Portugal)
Associate Prof. Malgorzata Wzorek - (Opole University of Technology, Poland)
Associate Prof. Anna Król - (Opole University of Technology, Poland)
Prof. Dr. Kadir KIZILKAYA - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Prof. Dr. İbrahim ÇAKMAK - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Mehmet KARAGÖZ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç. Dr. Renan TUNALIOĞLU - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Dr. Öğr. Üyesi Yakup Onur KOCA - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Ferit TURANLI - (Ege Üniversitesi)
Doç. Dr. Birgül MAZMANCI - (Mersin Üniversitesi)
Prof. Dr. Mehmet Ali MAZMANCI - (Mersin Üniversitesi) Prof. Dr. Sait SOFUOĞLU - (İYTE)
Prof. Dr. Aysun SOFUOĞLU - (İYTE)
Prof. Dr. Göksel ARMAĞAN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Dr. Öğr. Üyesi Aslı YORULMAZ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr. Üyesi Özlem AKAN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Gönül AYDIN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Dr. Öğr. Üyesi Hakan Can SÖYLEYİCİ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç. Dr. Çiğdem KILIÇASLAN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr. Üyesi Birsen KIRIM - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç. Dr. Nebile DAĞLIOĞLU - (Çukurova Üniversitesi) Doç. Dr. Dilek KESKİN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Mürsel ÖZDOĞAN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın
Prof. Dr. Ahmet KILIÇKAN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Prof. Dr. Aykut GÜVENSEN - (Ege Üniversitesi, İzmir)
Dr. Öğr.Üyesi Saime SEFEROĞLU - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi Mustafa Ali KAPTAN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Dr. Öğr.Üyesi Alper YORULMAZ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi Hulusi AKÇAY - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi Selin AKÇAY - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi Saniye TÜRK ÇULHA - (İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, İzmir) Doç. Dr. Behçet Kemal ÇAĞLAR - (Çukurova Üniversitesi)
Dr. Ahmet Önder ÜSTÜNDAĞ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç. Dr. Oktay ERDOĞAN - (Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi,Nevşehir) Doç. Dr. Halil İbrahim OĞUZ - (Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi,Nevşehir)
Dr. Öğr.Üyesi Osman GÖKDOĞAN - (Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi,Nevşehir)
Dr. Derya GÜLÇİN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Nalan TURGUT - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Uzm. Hakan ÖRNEK - (Bornova Zirai Mücadele İstasyonu)
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
6
Uzm. Özge HELVACI - (Bornova Zirai Mücadele İstasyonu) Prof.Dr. Ferda AKAR - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof.Dr. Hilmi YAMAN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof.Dr. Güler ÜNAL - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç.Dr. Ayden ÇOBAN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Doç.Dr. Dide KILIÇALP KILINÇ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç.Dr. Ayten TAŞPINAR - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç.Dr. Sündüz Özlem ALTINKAYA - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Dr. Öğr. Üyesi Sibel ŞEKER - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr. Üyesi Hale UYAR HAZAR - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr. Üyesi Duygu KAYA BİLECENOĞLU - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Dr. Öğr. Üyesi Serap GÖKÇE - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr. Üyesi Selvinaz SAÇAN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr. Üyesi Keziban AMANAK - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr. Üyesi Özge Ece GÜNAYDIN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Dr. Öğr. Üyesi Bedriye Tuğba KARAASLAN -(Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr Mustafa ODABAŞI - (Dokuz Eylül Üniversitesi)
Prof. Dr. Yücel TAŞDEMİR - (Uludağ Üniversitesi) Prof. Dr. Mehmet KOBYA - (Gebze Teknik Üniversitesi)
Dr. Öğr. Üyesi. Fatma öZTÜRK - (Abant İzzet Baysal Üniversitesi)
Dr. Öğr. Üyesi. Sema KAYA ARIMAN - (Ondokuz Mayıs Üniversitesi)
Prof. Dr. Levent ALTAŞ - (Aksaray Ünivesitesi) Dr. Öğr. Üyesi. Levent KUZU - (Yıldız Teknik Üniversitesi)
Prof. Dr. Yılmaz YILDIRIM - (Bülent Ecevit Üniverstesi)
Dr. Öğr. Üyesi Ayça ERDEM - (Akdeniz Üniversitesi) Dr. Öğr. Üyesi Çiğdem MORAL- (Akdeniz Üniversitesi)
Dr. Öğr. Üyesi Güray DOĞAN - (Akdeniz Üniversitesi)
Prof. Dr. İpek İMAMAOĞLU - (ODTÜ) Prof. Dr. Abdurrahman BAYRAM - (Dokuz Eylül Üniversitesi)
Dr. Öğr. Üyesi Altan ÖZKAN - (IYTE)
Doç. Dr. Nuray ATEŞ - (Erciyes Üniversitesi)
Dr. Tuğba AKDENİZ - (Antalya Su ve Kanalizasyon İdaresi) Prof. Dr. İsmail TORÖZ - (İstanbul Teknik Üniversitesi)
Prof. Dr. Nilgün BALKAYA - (İstanbul Üniversitesi)
Prof. Dr. Güray SALİHOĞLU - (Uludağ Üniversitesi) Mahmut OSMANBAŞOĞLU - (United Nations Development Programme (UNDP-Türkiye)
Doç. Dr. Mehmet İŞLEYEN - (Bursa Teknik Üniversitesi)
Dr. Öğr. Üyesi Ahmet AYGÜN - (Bursa Teknik Üniversitesi) Prof. Dr. Gülsün EVRENDİLEK - (İzzet Baysal Üniversitesi)
Dr. Öğr. Üyesi Aycan ÇINAR - (Bursa Teknik Üniversitesi)
Dr. Öğr. Üyesi Rasim Alper ORAL - (Bursa Teknik Üniversitesi)
Doç. Dr. Yonca KARAGÜL YÜCEER - (Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi) Prof. Dr. Sevcan ÜNLÜTÜRK - (İYTE)
Doç. Dr. Filiz ALTAY - (İstanbul Teknik Üniversitesi)
Prof. Dr. Kezban CANDOĞAN - (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Emine Didem EVCİ KİRAZ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç. Dr. Gökhan CESUR - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr. Üyesi Mümin POLAT - (Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi)
Doç. Dr. Ayşe Demet KARAMAN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Prof. Dr. Rahime ORAL (Ege Üniversitesi)
Doç. Dr. Hacer Göknur ŞİŞMAN AYDIN (Ege Üniversitesi)
Dr. Öğr. Üyesi Fatma KOÇBAŞ (Manisa Celal Bayar Üniversitesi)
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
7
Dr. Öğr. Üyesi Filiz AKGÜL - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Dr. Öğr. Üyesi Ersin ATAY - (Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi)
Dr. Öğr. Üyesi Dilek KARATOPUK - (Süleyman Demirel Üniversitesi)
Dr. Özlem DEMİRCİ - (Dicle Üniversitesi)
Doç. Dr. Uğur ŞİRİN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Dr. Öğr. Üyesi Selçuk GÖÇMEZ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç. Dr. Emine MALKOÇ TRUE - (Ege Üniversitesi)
Didem Kazar - (AYTB, Aydın) Prof. Dr. Hüseyin BAŞPINAR - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Kemal BENLİOĞLU - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Seher BENLİOĞLU - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Prof. Dr. Tülin AKŞİT - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. İbrahim GENÇSOYLU - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. M. Nedim DOĞAN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Prof. Dr. Serap AÇIKGÖZ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Ayhan YILDIZ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Ömer ERİNCİK - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Dr. Öğr.Üyesi Zahide ÖZDEMİR - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi Ümit ÖZYILMAZ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Efsun KARABUDAK - (Gazi Üniversitesi)
Doç. Dr. Gamze AKBULUT - (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Aslıhan KARUL - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Bülent BOZDOĞAN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Onur Raud EK - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Doç. Dr. Emrah ATAY - (Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi)
Dr. Öğr.Üyesi Hale SEÇİLMİŞ CANBAY - (Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Prof. Dr. Kubilay METİN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç. Dr. Gülengün TÜRK - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi Filiz ADANA - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç. Dr. Özge ÇEVİK - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Doç. Dr. Mehtap KILIÇ EREN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Ahmet CEYLAN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Aydın ÜNAY - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Prof. Dr. Güner SEFEROĞLU - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç. Dr. Bülent DENİZ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Hüseyin BAŞAL - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Prof. Dr. Eyüp Mennan YILDIRIM - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Ahmet DEMİRKIRAN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç. Dr. Murat BOYACIOĞLU - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç. Dr. Selim SEKKİN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Prof. Dr. Ali BELGE - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Ferda BELGE - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi ÖZLEM EREL - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Prof. Dr. Serpil DEMİRAĞ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Sakine BOYRAZ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Hilmiye AKSU - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi Rahşan ÇAM - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Prof. Dr. Hülya ARSLANTAŞ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç. Dr. Hüsniye ÇALIŞIR - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. M. Dinçer BİLGİN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
8
Doç. Dr. Tolga ÜNÜVAR - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Doç. Dr. Hilal BEKTAŞ UYSAL - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Osman EREKUL - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç. Dr. Mustafa SÜRMEN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Fatma DEMİRKIRAN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Doç. Dr. Emine GERÇEK - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç. Dr. Rahşan ÇEVİK AKYIL - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç. Dr. Sevgi ÖZSOY - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Doç. Dr. Zeynep GÜNEŞ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi Belgin YILDIRIM - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi Hatice ÖNER ALTIOK - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Dr. Öğr.Üyesi Hatice YILDIZ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi Mehtap KIZILKAYA- (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi Neşe ERDEM - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi Nihal TAŞKIRAN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Dr. Öğr.Üyesi Nurdan GEZER - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi Nükhet KIRAĞ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi Safiye ÖZVURMAZ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Dr. Öğr.Üyesi Seher SARIKAYA KARABUDAK - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi Sevil OLĞUN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi Sultan ÖZKAN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Doç. Dr. Mzkan EREN - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Dr. Öğr.Üyesi Nurettin TOPUZ - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi Süreyya BULUT - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr.Üyesi Yıldız DENAT - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Arş. Gör. Dr. Emel TUĞRUL - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Gülcan ÖZKAN - (Süleyman Demirel Ünviersitesi)
Prof. Dr. Erdoğan KÜÇÜKÖNER - (Süleyman Demirel Ünviersitesi) Prof. Dr. Fatih GÜLTEKİN - (Sağlık Bilimleri Ünviersitesi)
Dr. Öğr. Üyesi Hossein ASGARPOUR - (Onsekiz Mart Ünviersitesi)
Dr. Zehra Burcu BAKIR - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Deniz ÇOBAN- (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın) Prof. Dr. Filiz ABACIGİL - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Prof. Dr. Gülbu TANRIVERDİ - (Onsekiz Mart Üniversitesi)
Dr. Öğr. Üyesi Derya Ayral ÇINAR - (Bursa Teknik Üniversitesi) Dr. Öğr. Üyesi Cennet Şafak ÖZTÜRK - (Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın)
Dr. Öğr. Üyesi İlknur ŞENTÜRK - (Cumhuriyet Üniversitesi, Sivas)
Dr. Öğretim Üyesi Ersel YILMAZ (Adnan Menderes Universitesi, Turkey) Dr. Öğretim Üyesi Şahin TOPRAK (Harran Üniversitesi, Şanlıurfa-Mardin)
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
9
ULUSLARARASI KONUŞMACILAR
Anna KRÓL , 1OPOLE UNİVERSİTY OF TECHNOLOGY,
Małgorzata WZOREK , 1POLİTECHNİKA OPOLSKA,
Violetta KOTSERUBA , 1KOMAROV BOTANİCAL INSTİTUTE, RUSSİAN ACADEMY OF
SCİENCES, ST. PETERSBURG, RUSSİA,
Natalia TEREKHİNA , 1ST-PETERSBURG STATE UNİVERSİTY, RUSSİA,
Ivan HOLOUBEK , 1RECETOX MU, KAMENİCE 753/5, 625 00 BRNO,CZECH REPUBLİC,
Olga-Ioanna KALANTZI , 1UNIVERSITY OF THE AEGEAN,
Kırıl SOTIROVSKI , 1FACULTY OF FORESTRY-SKOPJE, "SS. CYRİL AND METHODİUS"
UNİVERSİTY REPUBLİC OF MACEDONİA,
Khawar JABRAN , 1DUZCE UNİVERSİTY,
Telitsina Irina PYATİGORSK , PYATİGORSK MEDİCAL-PHARMACEUTİCAL INSTİTUTE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
10
SÖZEL BİLDİRİLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
11
‘HANGİNG DROP’ MEME KANSERİ HÜCRE HATLARI OLAN JIMT-1, MCF-7, T-47D,
BT-474’ÜN SFEROİDLERİNİ OLUŞTURMAK İÇİN KULLANIŞLI BİR METOD MUDUR?
Sözel Bildiri / Saglik
Özgenur YILMAZ1, Sarhan SAKARYA2,
1Adnan Menderes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Mikrobiyoloji Anabilim dalı, 2Adnan Menderes
Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hst. ve Kli. Mik. Anabilim Dalı,
Meme kanseri, oldukça karmaşık yapıya sahip bir kanser türüdür. Yapılan son çalışmalar, kadınlardaki
prevalansının artmakta olduğunu göstermiştir. Birçok araştırmacı, yeni tedaviler bulmak için, laboratuvarda
çeşitli hücre hatları kullanarak kanser modelleri oluşturmaktadır. Mikrotümör olarak bilinen sferoidler, doğal
çevreyi iyi taklit eden modeller olup, yapılarını oluşturmak için kullanılan birçok yöntem mevcuttur. Asılı damla (Hanging drop), bu yöntemler arasında en basit ve en ucuz olanlardan biridir. Ancak düşük yoğunlukta hücre
ekimi, hücrelerin uzun süreli inkübasyona dayanıksız olmaları ve manipülasyon zorluğu gibi dezavantajlara
sahiptir.
Bu çalışmada, hanging drop tekniği için üretici firmanın önerdiği protokol (5x103 hücre/kuyu) ve çeşitli araştırmacıların farklı hücre hatlarına ilişkin, ekim yoğunluğu (1,5x104 hücre/kuyu) olarak belirlediği çalışmalar
doğrultusunda, daha fazla hücrenin kullanılabilirliğinin araştırılması amaçlandı. Bu bağlamda, 96 kuyucuklu
hanging drop plağı: 2,5x104, 5x104, 7,5x104, 105 hücre/kuyu yoğunlukta, meme kanseri hücre hatları olan
JIMT-1, MCF-7, T-47D, BT-474’ün sferoidlerini oluşturmak için seçildi. Hücreler, çoğalmalarını kontrol etmek
için günlük olarak görüntülendi.
Her hücreye ait sferoidin 72 saat içerisinde oluştuğu gözlemlendi. Floresan mikroskobu incelemesi sonucunda,
sferoidlerin oluşum zamanlarının, hücre yoğunluğu ile doğru orantılı olduğu belirlendi.
Hanging drop tekniğinde çalışılacak hücre hattı ve yoğunluğu, sferoid yapılarının gözlenmesi için çok önemlidir. Yapılan bu çalışmayla, hanging drop tekniği kullanılarak, ilk defa farklı yoğunluklarda (2,5x104, 5x104,
7,5x104, 105 hücre/kuyu) seçilen hücrelere ait sferoid oluşumları belirlendi.
ANAHTAR KELİMELER: 3-D HÜCRE KÜLTÜRÜ, HANGİNG DROP, SFEROİD, MİCROTÜMÖR,
MEME KANSERİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
12
2-MERKAPTOPROPİYONİK ASİT KAPLI GÜMÜŞ SÜLFÜR KUANTUM NOKTA
NANOPARTİKÜLLERİNİN OLASI GENOTOKSİK ETKİLERİNİN İN VİTRO
MİKROÇEKİRDEK TESTİ İLE DEĞERLENDİRİLMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
GÖKÇE TANER1, DENİZ ÖZKAN VARDAR2, İBRAHİM HACIOĞLU3, HAVVA FUNDA YAĞCI
ACAR4,
1Bursa Teknik Üniversitesi, Mühendislik Ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Biyomühendislik Bölümü, 2Hitit
Üniversitesi, Sungurlu Meslek Yüksek Okulu, Sağlık Programları, 3TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi,
Gen Mühendisliği Ve Biyoteknoloji Enstitüsü, 4Koç Üniversitesi, Fen Fakültesi, Kimya Bölümü,
Nano ölçekli malzemelerinin üretiminin sağlayacağı yararların hemen hemen tüm endüstrilerde ve toplumun tüm
alanlarında önemli etkileri olması beklenmektedir. Yaşantımızda, çevremizde etki mekanizmaları tam olarak
bilinmeyen nanomalzemelerin kullanımının hızla artması, bu malzemelerin insan sağlığı üzerindeki olası
istenmeyen etkilerinin incelenmesini gerektirmektedir. Nanopartiküllerin hücreleri ve genetik materyali nasıl
etkilediğini belirlemeye yönelik çalışmalar nanotoksikolojinin yeni ve kapsamlı bir alanıdır. Nanopartiküllere
maruziyet giderek arttığından bu partiküllerin olası sitotoksik ve genotoksik etkilerinin ortaya çıkarılmasını
sağlayan çalışmaların yapılması önem kazanmaktadır. İlaç/gen salınımı ve in vivo biyomedikal görüntüleme gibi
önemli alanlarda kullanılan kuantum noktalarının (KN) da sağlık üzerine etkileri açısından değerlendirmelidir.
KN boyutu, yükü, konsantrasyonu, dış kaplaması, fonksiyonel grupları ve oksidatif, fotolitik ve mekanik
stabilitesi gibi özelliklerin her biri KN toksisitesinde belirleyici faktörlerdir. Bu çalışmada, 2-merkaptopropiyonik asitle kaplanmış gümüş sülfür kuantum noktalarının (2 MPA/Ag2S QD) insan
lenfositlerinde mikronükleus testi ile genotoksik etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Ag2S-(2-merkaptopropiyonik asit) kuantum noktasının 5 farklı konsantrasyonunun (10, 25, 50,100, 200 μg/ml)
uygulandığı insan lenfositlerindeki mikroçekirdek frekansları, 3 tekrarlı deneylerden elde edilen sonuçların ortalaması olarak hesaplanmıştır. Mikroçekirdek frekansı, negatif kontrol ile karşılaştırıldığında tüm
konsantrasyonlarda artmıştır. Bu artış, düşük konsantrasyonlarda (10 ve 25 μg/ml) istatistiksel olarak anlamlı
değilken yüksek konsantrasyonlarda (50, 100 ve 200 μg/ml) anlamlı bulunmuştur. Uygulama gruplarındaki artış
pozitif kontrol (0,2 μg/ml MMC) ile karşılaştırıldığında ise istatistiksel olarak anlamlı seviyede daha düşük
olduğu bulunmuştur.
2-merkaptopropiyonik asit kaplı gümüş sülfür kuantum nokta nanopartiküllerinin incelenen konsantrasyonlarda,
konsantrasyona bağlı bir şekilde mikronükleus frekansını arttırdığı belirlenmiştir. Sonuç olarak, bu kuantum
noktalarının toksisite açısından güvenlik dozlarını belirlemek için daha ileri in vitro ve in vivo çalışmaların
yapılması gerekmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: 2-MERKAPTOPROPİYONİK ASİT KAPLI GÜMÜŞ SÜLFÜR KUANTUM
NOKTALARI, NANOTOKSİKOLOJİ, GENOTOKSİSİTE, MİKROÇEKİRDEK TESTİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
13
AB SU ÇERÇEVE DİREKTİFİ UYGULAMALARI
Sözel Bildiri / Cevre
Mehmet CENSUR1, Meltem KAÇIKOÇ1,
1Süleyman Demirel Üniversitesi,
Bu çalışma kapsamında, AB üye ülkeleri tarafından Su Çerçeve Direktifi (SÇD)'nin uygulamaları, SÇD ve
kardeş direktiflere uyumlaştırma sürecinde ülkemizde yapılan çalışmalar, çıkarılan mevzuat ve yürütülen
projeler detaylı olarak incelenmiştir. Ayrıca SÇD'nin oluşum süreci, tarihsel gelişimi, SÇD'nin temelinde yatan
amaç ve hedefler, çevresel kalite standartları (ÇKS), spesifik kirleticiler ve öncelikli maddeler hakkında
literatürdeki çalışmalar derlenerek özetlenmiştir.
SÇD, Avrupa’daki nehirlerin, göllerin, kıyı ve geçiş sularının ekolojik kalite durumunu değerlendiren entegre bir
direktiftir. SÇD, Avrupa'nın su durumu için yeni hedefler belirlemekte aynı zamanda bu hedefleri başarmak için
yeni araçlar ve yöntemler de sunmaktadır. SÇD'nin yürürlüğe girmesiyle birlikte tüm üye ülkelerde SÇD'nin
uygulanması farklı şekillerde gerçekleşmiştir.
AB üye ülkelerde, çoğu yerüstü su kütlesi için iyi kimyasal durum hedefine ulaşılabildiği ancak iyi ekolojik
duruma ulaşmada genel olarak başarısız olunduğu görülmüştür. AB üye ülkelerde 2000'li yıllarda SÇD'ye uyum
süreçleri zorunlu olarak başlamışken, Türkiye’de AB uyumlaştırma çalışmaları kapsamında gönüllülük esaslı
daha esnek bir yaklaşımla çalışmalara başlanılmıştır. Son yıllarda Türkiye’de, SÇD ve kardeş direktiflere
uyumlaştırma çalışmaları, bugüne kadar gerçekleştirilmiş olan ve halen devam edilmekte olan havza bazlı çeşitli
projeler ile tüm hızıyla devam edilmektedir.
Direktif’in temelinde yer alan "iyi su durumuna ulaşılması" hedefi günümüzde hedeflenen seviyelerde değildir.
Bunun sebepleri; Direktif’in çok kapsamlı, ulaşılması zor olan hedeflere sahip olması ve entegre birçok direktifin
uygulanması suretiyle hedeflerin gerçekleştirilmeye çalışılması olarak sıralanabilir. SÇD katılımcı bir nehir
havzası yönetim planlaması sistemi aracılığıyla entegre bir yaklaşımı teşvik etmeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle,
25 nehir havzasına sahip olan ülkemizde, yapılacak olan kapsamlı izleme çalışmaları doğru bir şekilde organize edilmeli ve başta modelleme çalışmaları olmak üzere bu izleme verilerinin uygun değerlendirme yöntemleri ile
desteklenmesi büyük önem taşımaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: SU ÇERÇEVE DİREKTİFİ, SPESİFİK KİRLETİCİLER, ÖNCELİKLİ
MADDELER, ÇEVRESEL KALİTE STANDARDI, ENTEGRE SU YÖNETİMİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
14
AÇIK TÜTÜNLERDE BULUNAN TEHLİKE: KADMİYUM
Sözel Bildiri / Saglik
Mümin POLAT1, Gülcihan Aybike DİLEK1,
1Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi,
Her yıl 5 milyondan fazla insan, tütünün neden olduğu hastalıklar yüzünden hayatını kaybetmektedir. Bu da tüm
dünyada her gün 14 bin, her 8 saniyede bir kişi demektir. Sigara ve diğer tütün mamullerinin kullanımının
giderek artması, halk sağlığını dünya çapında tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Bu durumu önleyebilmek ve tütün
sektörü tarafından geliştirilen stratejilerle başa çıkmak için oluşturulan ilk uluslararası anlaşma özelliğindeki
Tütün Kontrol Çerçeve Sözleşmesi (TKÇS) ülkemiz tarafından da imzalanarak hayata geçirilmiştir. Aynı
zamanda dünyada ve ülkemizde sigara fiyatlarındaki artış, sigara bağımlılarını farklı tütün ürünlerini kullanmaya
sevk etmiştir.. Ham tütünün diğer tütün ürünlerinden farkı gerekli fabrikasyon işlemlerinden geçirilmeden son
tüketime sunulmasıdır. Fabrikasyon işlemleri esnasında, hasat edilen tütünün üzerindeki ağır metal, gübre, tarım ilacı, böcek ilacı, patojen, toksin vb. maddeler arındırılmaktadır. Fabrikasyon işlemi yapılmayan tütün, doğrudan
son tüketime sunulduğunda bu işlemleri atlamaktadır. Tütün ürünlerinin tek başına insan sağlığı üzerine verdiği
zararın yanında ayrıca ağır metal, gübre, tarım ilacı, böcek ilacı, patojen ve toksinlerin verebileceği zararlar da
eklenmektedir.
Kadmiyum, atom numarası 48, atom ağırlığı 112.41 g/mol, yoğunluğu 8.7 g/cm3 olan bir geçiş elementi olup,
doğada tek başına bulunmamaktadır. Tütünün yanması ile kadmiyumoksit (CdO) oluşur ve bu madde biyolojik
olarak yüksek oranda aktiftir. Akciğerlere çekilen kadmiyumoksitin yaklaşık % 10’u akciğerlerde, diğer % 30–
40’ı ise kanda birikir.
Sigara içenlerin, sigara içmeyenlere göre kandaki Cd seviyesi 4-5 kat, böbrekteki Cd seviyesi ise 2–3 kat daha
yüksektir. Tütünün 0.5–3 μg/g kadmiyum içerdiği dikkate alınırsa, günde 20 sigara içen bir kişinin 1-6 μg/g
konsantrasyonunda kadmiyumu bünyesine alacağı bir gerçektir. Bu derlemenin amacı açık tütünlerde yoğunlukla
bulunabilen kadmiyumun insan sağlığına olan zararlı etkilerine dikkat çekerek toplumuzda bu konu hakkında
farkındalık yaratmaya çalışmaktır.
ANAHTAR KELİMELER: AÇIK TÜTÜN, KADMİYUM, HALK SAĞLIĞI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
15
ADÖLESAN ANNELERİN SOSYO-DEMOGRAFİK ÖZELLİKLERİ VE DOĞUM
SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Fazilet GÖR USLU1, Ayden ÇOBAN2,
1Aydın Kadın Doğum Ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi, 2Adnan Menderes Üniversitesi Sağlık Bilimleri
Fakültesi,
araştırma sonuçları bu konu ile ilgili politikaların belirlenmesinde ve gebelik sırası ve sonrasında gebelere,
annelere yapılacak olan antenatal bakım ve danışmanlık hizmetlerine rehberlik edecektir.
Hastane kayıtlarına göre 01 Ocak 2015-31 Aralık 2015 tarihleri arasında doğum yapmış adölesan sayısı 163’dür.
Araştırmada evreni belli örnekleme yöntemine göre %95 güven aralığında en az alınması gereken, adölesan anne
sayısı 115 olarak belirlenmiştir.
Adölesan annelerin %1,9’u kanama şikâyeti yaşamış, %42,5’i anemi, %3,4’ü hipertansiyon %3,4’ü preeklempsi,
%0,5’i de eklempsi sorunları yaşadıklarını ifade etmişlerdir.Adölesan annelerin %72,9’u vaginal doğum,
%27,1’i sezaryen doğum yapmıştır. Sezaryen doğumlarda %21,4’ü fetal distres, %7,1’i makat prezantasyonu,
%16,1’i baş-pelvis uyuşmazlığı, %28,6’sı tekrarlayan sezaryen, %16,1’i uzamış doğum eylemi ve %10,8’inin
diğer nedenlerden (HPV, hipertansiyon, amniotik sıvının azalması) dolayı sezaryen doğum yaptıkları
belirlenmiştir. Yapılan doğumların %6,3 ünde komplikasyon (Mekonyum, Hipoksi, Uzamış doğum eylemi)
görülmüştür.14-17 yaş arasındaki adölesan annelerin %19,6’sı, 18 yaşındaki annelerin %26,8’i ve 19 yaş adölesanların da %53,6’sı sezaryen doğum yapmıştır. Yapılan istatistiksel değerlendirmede bu farkın anlamlı
olduğu belirlenmiştir (p=0,040, p<0,05). 14-17 yaş adölesan annelerin yöntem kullanma oranı %8,8, 18 yaş
adölesanların %26,5 ve 19 yaş adölesanların ise yöntem kullanma oranı %64,7’dir. Yapılan ki-kare analizinde
adölesan gebelerin yaş gruplarına göre AP yöntem kullanma durumları arasındaki farkın istatistiksel olarak
anlamlı olduğu belirlenmiştir (p=0,002, p<0,05).
Araştırmanın sonuçlarına göre, adölesan annelerin sosyodemografik özellikler bakımından eğitim, gelir
düzeylerinin düşük ve geniş ailede yaşadıkları tespit edilmiştir. Adölesanların aile planlaması yöntemi
kullanımlarının düşük olduğu ve daha çok vajinal yolla doğum yaptıkları saptanmıştır. Araştırmaya katılan
adölesan annelerin bebeklerinde konjenital anomaliye rastlanmadığı, apgar skorlarının iyi, doğum ağırlıkları
normal, anne sütü alma oranları yüksek bulunmuştur
ANAHTAR KELİMELER: ADÖLESAN,GEBELİK,DOĞUM,EBELİK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
16
AFEREZ DONÖRLERİNİN AFEREZE YÖNELİK BİLGİ VE TUTUMLARININ
İNCELENMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Emine TARLABELEN KARAYTUĞ1, Sakine BOYRAZ1,
1Adnan Menderes Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi İç Hastalıkları Hemşireliği Anabillim Dalı,
Kan transfüzyonun kullanım alanının genişlemesi ve donör havuzunun azalmasıyla aferez kan bağışına talep
artmıştır. Toplumdaki aferez kan bağışı farkındalığının, bilgi düzeyinin ve konuyla ilgili tutumların belirlenmesi
artan kan talebini karşılama açısından önemlidir.
Bu araştırma, aferez kan bağışında bulunan donörlerin afereze yönelik bilgi ve tutumlarını belirlemek amacıyla,
aferez kan bağışı için donör olarak kabul edilen 182 donörle, analitik-kesitsel tipte yapılmıştır. Veriler, literatüre
dayanarak hazırlanan, uzman görüşü ve ön uygulamayla son şekli verilen “Yapılandırılmış Soru Formuyla”
toplanmıştır. Dört bölümden oluşan form, donörlerin sözlü onamları alındıktan sonra, ilk üç bölümü aferez
işlemi sırasında, yüz-yüze görüşme tekniğiyle, son bölüm işlemden sonra donörler tarafından doldurulmuştur.
Verilerin değerlendirilmesinde, tanımlayıcı istatistikler, Mann Whitney U, Kruskal-Wallis, One-way Anova testi kullanılmış, p<0,05 düzeyi anlamlı kabul edilmiştir. Afereze yönelik bilgi düzeylerini belirlemek amacıyla,
sorulan soruların doğru yanıtlarına “1 puan”, yanlış+bilmiyorum yanıtlarına “0 puan” verilmiş ve soruların
kuder-richardson 20 güvenirlik değeri=0,782 bulunmuştur. Afereze yönelik tutum sorularına (14 soru) faktör
analizi yapılmış, özdeğeri 1'den büyük, “Faktör 1: aferez kan bağışının önemi (α=0,906)” ve “Faktör 2: aferez
kan bağışının etkileri (α=0,648)” olarak adlandırılan 2 faktör bulunmuştur.
Katılımcıların yaş ortalamasının 34.8±10.4 olduğu, %94’ünün erkek, %67,6’sının evli, %36,8’inin üniversite-
üstü eğitim düzeyinde olduğu ve çoğunluğunun daha önce kan bağışında bulunduğu (%84,6) saptanmıştır.
Katılımcıların afereze yönelik toplam bilgi puanlarının ortalama düzeyde olduğu (55±15.2), devlet memuru ve
üniversite-üstü eğitim alanların afereze yönelik bilgi puanlarının daha yüksek olduğu belirlenmiştir.
Katılımcıların “aferez kan bağışının önemi” ve “aferez kan bağışının etkileri” konusunda olumlu tutuma sahip
olduğu belirlenmiştir. Kadınların, bekârların, 18-33 yaş grubunda olanların, devlet memurlarının, üniversite-üstü
eğitim alanların, aferez kan bağışı konusunda bilgilendirilenlerin, ilk kez ve tanımadığı kişiye bağışta
bulunanların aferez kan bağışının önemine yönelik olumlu tutuma (p<0,05) sahip olduğu saptanmıştır.
Sonuç olarak, katılımcıların aferez kan bağışı konusunda bilgi düzeylerinin ortalama seviyede olduğu; aferez kan
bağışının etkilerinden ziyade, aferez kan bağışının önemine yönelik tutumlarının daha olumlu olduğu
görülmektedir. Donörlerin, işlem öncesinde aferez kan bağışı ve önemi konusunda bilgilendirilmesi, alıcının
enfeksiyon bulaş riskini azaltması ve donörlerin tutumlarını olumlu yöne kaydırması açısından önerilmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: AFEREZ KAN BAĞIŞI,AFEREZ DONÖRLERİ,BİLGİ VE TUTUM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
17
AK ZAMBAK (LİLİUM CANDİDUM) TOHUMLARININ FARKLI BESİ ORTAMLARINDA
ÇİMLENME VE GELİŞME PERFORMANSLARININ BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Tarim
Hüseyin UYSAL1, Meltem ERDEM1,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi,
Bu çalışma Lilium candidum (Akzambak, Mis zambak) tohumlarının çimlenmesi ve bitki gelişimi için ideal
BAP ve IAA konsantrasyonunu belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir.
Araştırmada MS (M5519) besi ortamı ve bu ortama 0.1, 0.5 mg.l-1 BAP/İAA ve 0.5 mg.l-1 BAP+İAA oksin ve
stokinin hormonları ilave edilmiş 6 farklı besi ortamı kullanılarak bu hormonların tohum çimlenmesi ve bitki
gelişimine etkileri araştırılmıştır.
Araştırma sonucunda en fazla sayıda tohum çimlenmesi (%100) hormon içermeyen ortamda gerçekleşirken,
ortalama çimlenme süresi bakımından en kısa süre (19 gün) 0.5 mg.l-1 BAP ve 0.1 mg.l-1 BAP içeren
ortamlarda gerçekleşmiştir. Tohumların çimlenme süreleri üzerine BAP hormonu olumlu etki yapmıştır. Bitkide
soğan sayısı, bitki gelişimi, yaş ağırlık ve kuru madde birikimi açısında ise 0.5 mg.l-1 IAA hormonu içeren
ortam en yüksek sonucu ortaya koymuştur. İki hormonun birlikte kullanımı ise genel anlamda çimlenme üzerine
olumlu, bitki gelişimi üzerine olumsuz etki yapmıştır.
Doku kültürü çalışmalarında daha fazla sayıda bitki elde etmek için tohumların öncelikli olarak Akzambak
tohumlarının hormonsuz besi ortamında çimlendirilerek sonra hormon içeren ortama aktarılması başarıyı
arttıracaktır.
ANAHTAR KELİMELER: AK ZAMBAK, LİLİUM CANDİDUM, BAP, IAA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
18
AKDENİZ MEYVESİNEĞİ [CERATİTİS CAPİTATA (WİEDEMANN,1824) (DİPTERA:
TEPHRİTİDAE)] İSTİLASININ ENGELLENMESİ
Sözel Bildiri / Tarim
Mehmet Fatih TOLGA1, Atilla ERKAN2, Hülya YILDIRIMOĞLU2, Arzu ŞENGÜN3, Baha YANARCA3,
1Zirai Mücadele Araştırma Esnt. Md., 2Çivril İlçe Tarım Ve Orman Müdürlüğü, 3Denizli İl Tarım Ve Orman
Müdürlüğü,
Denizli Çivril İlçesinde bulunan meyve suyu işleme fabrikalarına Türkiye’nin farklı İllerinden ham madde olarak
kayısı, şeftali, portakal gibi meyveler taşınmaktadır. Çivril ilçesinde Ceratitis capitata’nın 2014 yılı öncesinde
herhangi bir ekonomik kayba neden olmadığı yapılan haftalık surveyler sonucunda bilinmektedir. Ancak 2014
yılında elma üretim alanlarında %50 oranında zarar meydana geldiği yapılan surveyler sonucunda belirlenmiştir. İlçede bulunan tesise 2016 yılı haziran ayından itibaren meyve taşıyan araçların büyük çoğunluğunun C. capitata
ile yoğun şekilde bulaşık olduğu tespit edilmiştir. Bu çalışmanın amacı zararlının bölgede yayılmasını
engelleyerek meyve üretim alanlarında zararın önlenmesidir.
Diğer illerden araçlarla taşınan larvaların yoğunluğu hakkında fikir sahibi olmak amacıyla, ilk bulaşık tespit edilen araçların kasalarında 20 cm2’lik on farklı noktada larva sayımı yapılmıştır. Ayrıca yol boyunca da 50
cm2’lik on farklı noktada da larvalar sayılmıştır. Buna göre araçlar üzerinde ortalama 37,5 adet, yol üzerinde ise
ortalama 151 adet canlı larva sayılmıştır. Ayrıca 5 farklı araçta bin’er adet meyve incelenerek vuruk oranı
belirlenmeye çalışılmıştır. Buna göre ortalama olarak % 75 oranında zarar oranı tespit edilmiştir.
Taşıma ile gerçekleşen bulaşıklığın meyve üretim alanlarında sorun olmaması ve istilayı önlemek amacıyla
Türkiye’de ilk defa tarım alanı dışında zararlı ile mücadele edilmiş ve yine ilk defa perimetrik tuzaklama ile
zararlı baskılanmaya çalışılmıştır. Bu amaçla araçların beklediği yol boyunca karşılıklı olarak besin ve feromon
tuzaklar 500 mt boyunca asılmıştır. Ayrıca araçların zararlı ile bulaşık meyve taşındığının tespit edildiği her
seferde yol boyunca kum dökülmüş ve kum üzeri sulu kireç püskürtülerek larvaların imhası sağlanmaya
çalışılmıştır. Mücadele amacıyla zararlıya karşı meyve bahçelerinde veya tesis etrafında herhangi bir insektisit
uygulaması yapılmamıştır. Özellikle tesis etrafında bulunan elma ve şeftali bahçeleri başta olmak üzere ilçe
genelinde de 25 farklı şeftali ve elma bahçesinde 200’er adet meyve her hafta kontrol edilerek zarar tespit
edilmeye çalışılmıştır. Sonuç olarak Şeftali bahçelerinde herhangi bir zarar görülmezken elma bahçelerinde
hasada yakın dönemde sadece %10 oranında zarar meydana geldiği tespit edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: CERATİTİS CAPİTATA, TEPHRİTİDAE, KİTLE HALİNDE TUZAKLA
YAKALAMA, PERİMETRİK TUZAKLAMA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
19
ALTI FARKLI BİTKİDEN ELDE EDİLEN UÇUCU YAĞLARIN PATATES BÖCEĞİ
(LEPTİNOTARSA DECEMLİNEATA SAY, 1824 (COLEOPTERA: CHRYSOMELİDAE))
ERGİNLERİNE KARŞI İNSEKTİSİDAL ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Tarim
Ayşe USANMAZ BOZHÜYÜK1, Şaban KORDALI2, Memiş KESDEK3,
1Iğdır Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, 2Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Fethiye Ziraat
Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, 3Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Fethiye Ali Sıtkı Mefharet Koçman Meslek
Yüksekokulu, Çevre Koruma Teknolojileri Bölümü,
Bu çalışmanın amacı, altı farklı bitkiden (Ocimum basilicum L., Origanum majorana L., Ruta graveolens L.,
Salvia pratensis L., Thymbra spicata L. ve Ziziphora clinopodioides Lam.) elde edilen uçucu yağların
laboratuvar ortamında 10, 15 ve 20 μL/petri’lik dozlarının patates böceğinin erginleri üzerindeki insektisidal
etkilerini araştırmaktır.
Patates böceği (Leptinotarsa decemlineata Say, 1824 (Coleoptera: Chrysomelidae)) Solanaceae familyası
türlerinde özellikle de patates (Solanum tuberosum L.) bitkisinde önemli derecede zarara neden olan ve Meksika
kökenli bir koleopter türüdür. Bu çalışmada, altı farklı bitkiden (Ocimum basilicum L., Origanum majorana L.,
Ruta graveolens L., Salvia pratensis L., Thymbra spicata L. ve Ziziphora clinopodioides Lam.) elde edilen uçucu
yağların 10, 15 ve 20 μL/petri’lik dozlarının patates böceğinin erginleri üzerindeki insektisidal etkileri
araştırılmıştır. Testler, laboratuvar şartlarında (25±1ºC sıcaklık ve %65±5 orantılı nem ve 14/10
aydınlık/karanlık koşullarında) ve petri (9 × 1.5 cm) kaplarında yapılmıştır. Her denemede petri kaplarına 10’ar
adet ergin böcek ve beslenmeleri için yeterli miktarda (10’ar gr) taze patates yaprağı konulmuştur. Tüm
denemeler 3 tekerrürlü olarak gerçekleştirilmiştir. Negatif kontrol olarak, saf su+etanol, pozitif kontrol olarak ise
Deltamethrin aktif maddeli İzoldesis 2,5 EC kimyasalı kullanılmıştır. Böceklerin 24., 48., 72. ve 96.
saatlerindeki ölüm sayımları yapılmıştır. 96 saat sonunda ergin böceklerin ölüm oranları % 10.0 ile %100 arasında bulunmuştur. En fazla ölüm oranı S. pratensis uçucu yağı için (%93.3-%100 arasında) kaydedilirken, en
az ölüm oranı ise O. basilicum uçucu yağı için (%10.0 ile %80.0 arasında) kaydedilmiştir. Bununla birlikte, O.
majorana, S. pratensis, T. spicata ve Z. clinopodioides bitkilerinden elde edilen uçucu yağların tüm dozlarında
ölüm oranları %80.0’nin üzerinde saptanmıştır. Genel olarak, denemelerde uçucu yağların dozları ve maruz
kalma süreleri arttıkça ergin böceklerin ölüm oranlarının da arttığı gözlemlenmiştir. LD değerleri dikkate
alındığında, LD50 ve LD90 değerlerine göre en fazla toksidite S. pratensis uçucu yağı için (LD50, 3.785
μL/böcek; LD90, 8.899 μL/böcek), en az toksidite ise O. basilicum uçucu yağı için (LD50, 16.005 μL/böcek;
LD90, 22.195 μL/böcek) tespit edilmiştir. Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar kontrollerle karşılaştırıldığında, O.
majorana, S. pratensis, T. spicata ve Z. clinopodioides bitkilerinden elde edilen uçucu yağların gelecekte L.
decemlineata’nın erginlerine karşı mücadelede biyoinsektisit olarak kullanılabilecek potansiyele sahip olduğunu
göstermektedir.
ANAHTAR KELİMELER: UÇUCU YAĞ, İNSEKTİSİDAL ETKİ, PATATES BÖCEĞİ, ÖLÜM ORANI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
20
AMBALAJLI İÇME SUYU ÖRNEKLERİNDE AĞIR METAL ANALİZİ VE RİSK
DEĞERLENDİRMESİ
Sözel Bildiri / Cevre
Aşkın BİRGÜL1, Pelin TOLUNAY1, Hatice Kübra GÜL1, Perihan Binnur KURT KARAKUŞ1,
1Bursa Teknik Üniversitesi, Mühendislik Ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Çevre Mühendisliği Bölümü,
Bu çalışmanın amacı farklı marka ambalajlıniçme suyu örneklerinde farklı ağır metallerin analizini
gerçekleştirerek, elde edilen sonuçlar ışığında maruziyet ve kanserojen risk değerlendirmesinin yapılmasıdır.
ANAHTAR KELİMELER: AMBALAJLI SU, AĞIR METAL, MARUZİYET, KANSEROJEN RİSK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
21
ANASTOMOSİS GROUPS OF RHİZOCTONİA SOLANİ ASSOCİATED WİTH ROOT ROT
OF CHİLLİ İN POTHOHAR REGİON OF PAKİSTAN
Sözel Bildiri / Tarim
Amjad Shahzad GONDAL1, Abdul RAUF1, Farah NAZ1,
1PMAS Arid Agriculture University Rawalpindi,
Rhizoctonia solani is one of the important soil-borne fungal pathogens, which infects chilli with typical
symptoms of root rot. During surveys (2014 and 2015 crop season) of nine chilli growing areas in Pothohar
region of Pakistan, symptoms of root rot and stem canker were noted on approximately 28.23% of the plants.
Fungal colonies isolated from diseased plants on malt extract agar medium were light grey to brown in colour
with abundant mycelial growth and branched hyphae. A septum was always present in the branch of hyphae near
the originating point with a slight constriction at the branch. No conidia or conidiophores were observed. All
isolates were multinucleate when subjected to DAPI (4',6-diamidino-2-phenylindole) stain. Based on
morphological characteristics of fungal hyphae, isolates were identified as R. solani. Restriction analysis of
PCR-amplified ribosomal DNA with four discriminant enzymes (MseI, AvaII, HincII, and MunI) and hyphal interactions with known tester strains confirmed these isolates belong to AG-4-HGI (59.4%), AG-2-1 (16.2%),
AG-6 (10.8%), AG-3-PT (8.1%) and AG-5 (5.4%). AG-4-HGI was widely distributed to major chilli growing
areas while other groups were confined to distinct locations. Internal transcribed spacer (ITS) region of rDNA
was amplified with the primers ITS1/ITS4 and sequenced which had 99-100% identity with the corresponding
gene sequences of respective R. solani AGs. To confirm Koch’s postulates, Chilli seeds (cv. Sanam) were
planted into plastic trays containing sterilized potting mixture i.e. sand: clay: farmyard manure, at the rate of
1:1:1. Soil inoculum containing 10g of barley grains colonized with each isolate of R. solani for 14 days was
mixed in the upper 2cm layer of soil after two weeks of sowing. A set of uninoculated plants was used as a
control. Ambient conditions were provided under the greenhouse. Four weeks after inoculation, plants were
removed, washed and lesions similar to the symptoms of the previous infection were observed on root portions
of all inoculated plants while control plants remained symptomless. Fungus re-isolated from infections was confirmed as R. solani by microscopic appearance of the hyphae. Present study is the first report of AG
composition of R. solani infecting chilli in Pakistan.
ANAHTAR KELİMELER: ANASTOMOSİS GROUP TYPİNG, RHİZOCTONİA SOLANİ, CHİLLİ ROOT
ROT, ITS, RFLP
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
22
ANNE SÜTÜ ORİJİNLİ STREPTOCCUS THERMOPHILUS SUŞLARININ BAZI
TEKNOLOJİK ÖZELLİKLERİ
Sözel Bildiri / Gida
Ayşe YAVUZ1, Meltem AŞAN-ÖZÜSAĞLAM1,
1Aksaray Üniversitesi,
Anne sütü orijinli üç Streptococcus thermophilus (MAS-3, MAS-4 ve MAS-5) suşunun probiyotik, starter ve
enzim teknolojisi alanları gibi endüstriyel işlemlerde potansiyel kullanımlarını belirlemek için bazı teknolojik
özellikleri araştırılmıştır.
PCR tabanlı moleküler yöntemle tanımlanan suşlar ticari antibiyotiklere karşı değişik derecelerde hassasiyet
göstermişlerdir. Tüm suşlar Cloxacillin ve Nalidixic Asit antibiyotiklerine karşı dirençlidirler. Tüm izolatlar
probiyotik ve starter olarak kullanımları için gama hemolitik ve negatif jelatinaz aktivitesi ile güvenilir özellikler
göstermişlerdir. Bir bakteriyosin olan nisin konserve gıdalar, süt ürünleri, peynir, süt ve bebek mamalarında
kullanılır. Doğal gıda koruyucusu olarak 50’den fazla ülkede 0.25-37.50 mg/l (veya mg/kg)
konsantrasyonlarında kullanılmaktadır. Tüm suşların test edilen dokuz değişik nisin konsantrasyonuna (1.25, 2.5, 5, 10, 20, 25, 50, 100 ve 150 μg / ml) dirençli olduğu bulunmuştur. Sonuçlar, S. thermophilus MAS suşlarının
nisinle birlikte gıda katkıları olarak gıda sanayinde kullanılabileceğini göstermiştir. Mikroorganizma kökenli
enzimler, gıda, tekstil, deterjan, kağıt, alkollü içki üretimi gibi birçok alanda kullanılmaktadır. Mikrobiyal
enzimler arasında amilaz, karboksimetil selülaz ve β-(1,3-1,4)-glukanaz (likenaz) endüstriyel enzimler olup gıda
ve içecek üretimi gibi çeşitli endüstrilerde kullanılmaktadır. Literatürde, Streptococcus spp.’den amilaz,
karboksimetil selülaz ve likenaz enzimlerinin üretimi üzerine çalışmalar oldukça sınırlıdır. Bu çalışmada, S.
thermophilus MAS-4 ve MA-5 suşları β-(1,3-1,4)-glukanaz ve karboksimetil selülaz aktivitesi gösterirken S.
thermophilus MAS-3 suşu sadece β-(1,3-1,4)-glukanaz aktivitesi göstermiştir. Suşların hiçbiri amilaz enzim
aktivitesi göstermemiştir.
S. thermophilus MAS suşları daha ileri çalışmalar yapıldıktan sonra çeşitli sanayi uygulamalarında kullanılabilir.
ANAHTAR KELİMELER: ANTİBİYOTK HASSASİYETİ,NİSİN, ENZİM AKTİVİTESİ, HEMOLİTİK
AKTİVİTE, JELATİNAZ AKTİVİTESİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
23
ARAÇSIZ KENTLER: KAVRAM, TANIM VE ÖRNEKLER
Sözel Bildiri / Cevre
Melda KÖSE1, Emine MALKOÇ TRUE1, Çiğdem KILIÇASLAN2,
1Ege Üniversitesi, 2Adnan Menderes Üniversitesi,
Bu çalışmada, çevresel dengenin korunmasını ve gelecek nesillere daha sağlıklı çevre koşullarının bırakılmasını
sağlamak için Türkiye özelinde araçsız kent yaklaşımının bir yaşam biçimi oluşturma olgusunun sağlanması
amaçlanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: ARAÇSIZ KENT, BÜYÜKADA, SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
24
ARAZİ KULLANIMI TOPOĞRAFYA İLİŞKİSİNİN GIS İLE İNCELENMESİ:
ÇANAKKALE İLİ ÖRNEĞİ
Sözel Bildiri / Tarim
Gürcü AYGÜN1, Cengiz AKBULAK1,
1Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi,
Bu çalışma ile Çanakkale ilindeki mevcut arazi kullanım durumu ile topoğrafya özellikleri arasındaki ilişkinin
ortaya konulması amaçlanmıştır.
Yapılan analiz sonucunda ildeki arazilerin %27,3’nün düz (flat) ve hafif (slight) eğimli, %47,4’nün orta
(medium) ve dik (step), %25,23’nün ise çok dik (very step) ve sarp (extremly step) arazilerden oluştuğu tespit
edilmiştir. Arazi kullanım ve eğim haritalarının çakıştırılması sonucunda ildeki kuru tarım alanlarının %53,5’inin
orta ve dik eğimli arazilerde bulunduğu belirlenmiştir. Sulamalı tarım daha çok düz ve hafif dalgalı (%79,3)
arazilerde yapılmaktadır. Sahadaki eğimli araziler daha çok mera ve orman alanı olarak değerlendirilmektedir.
İldeki arazilerin yükselti basamaklarına göre dağılışı incelendiğinde arazilerin yaklaşık %89’unun 0-500 m
arasında bulunduğu, 1000 m’yi aşan arazilerin ise sadece %0 2’lik bir orana sahip olduğu belirlenmiştir. Yükselti basamakları ve arazi kullanım haritasının çakıştırılmasıyla, ildeki tarımsal faaliyetlerin genellikle 0-200 m
aralığında yoğunlaştığı, 201-500 m arasında tarım ve orman alanlarının yakın oranlara sahip olduğu, yükseltinin
500m’nin üzerinde olduğu alanlarda ise ormanlar ön plana çıktığı anlaşılmıştır.
Çalışma sonucunda özellikle eğim açısından yanlış arazi kullanımı tercihlerinin bulunduğu, eğimli arazilerde yer yer tarımsal faaliyetlerin sürdürüldüğü gözlenmiştir. Bu arazilerin sürdürülebilirlik açısından mera ve orman
olarak değerlendirilmesi önerilmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: ARAZİ KULLANIMI, EĞİM, YÜKSELTİ, CBS, ÇANAKKALE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
25
ASPİR YAĞININ KIZARTMA STABİLİTESİNİN BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Gida
Ezgi GENÇ1, Aslı YORULMAZ1,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi,
Bu çalışmanın amacı aspir yağını oleikçe zengin rafine pirina yağı ile karıştırarak derin yağda kızartma işlemi
için uygun hale getirmektir. Bu amaçla rafine aspir/rafine pirina (100:0, 80:20, 50:50, 0:100) yağları ile tekrarlı
kızartma işlemi gerçekleştirilmiştir. Dondurulmuş patates örnekleri 180°C’de, 3dakika, toplamda 3 gün süreyle
(günde 8 kızartma, toplamda 24 kızartma), 1.5 kg yağ kullanılarak kızartılmıştır. Her gün 4. ve 8. kızartma
döngüsünden alınan yağ örnekleri toplam polar madde, serbest asitlik, yağ asidi kompozisyonu, peroksit değeri
ve 232 ve 270 nm’de özgül soğurma değerleri bakımından analiz edilmiştir.
Sonuçlar serbest yağ asitliği, peroksit değeri, K232 ve K270 ve toplam polar madde miktarının tüm yağ
karışımları için arttığını göstermiştir. Aspir yağının kızartma stabilitesinin pirina yağı ve yağ karışımlarından
daha düşük olduğu belirlenmiştir.
Sonuç olarak aspir yağının kızartma stabilitesi oleikçe zengin pirina yağının karışıma ilave edilmesiyle
arttırılabilmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: ASPİR YAĞI, KARIŞIM YAĞLARI, KIZARTMA, PİRİNA YAĞI, STABİLİTE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
26
ASSESSMENT OF CHRONIC-TOXIC RISKS FOR CONSUMPTION OF EDIBLE CROPS
GROWN ON NATURALLY ARSENIC CONTAMINATED SOILS
Sözel Bildiri / Cevre
Begüm TERZİ1, Orhan GÜNDÜZ2, Sait SOFUOĞLU1,
1İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, 2Dokuz Eylül Üniversitesi,
Arsenik çevrede yaygın olarak bulunabilen ve insan sağlığı üzerinde karsinojenik ve toksik etkileri olan bir iz
elementtir. Arseniğe maruziyet genellikle içme suları ve kontamine olmuş yiyeceklerin tüketimi ile
oluşmaktadır. Simav ovasında içme suları ve toprakta bulunan arsenik hakkında çalışmalar var olsa da, ovada
yetiştirilen yenilebilir ekinler hakkında yapılmış bir çalışma halihazırda bulunmamaktadır. Ova sularında ve
toprağında bulunan yüksek arsenik konsantrasyonları ovada yetişen ekinlerin de kontamine olmuş olabileceği kaygısını yaratmaktadır. Bu çalışmanın amacı, ova toprağında yetişen ekinlerin sindirimiyle oluşacak arsenik
maruziyetini modelleme ile tahmin etmektir. Bu kapsamda ovada yetişen on sekiz yenilebilir ekin araştırılmıştır.
Arsenik ile kontamine olmuş yenilebilir ekinler için kronik-toksik risk senaryo bazlı noktasal tahminler ile
değerlendirilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: ARSENIC, EDIBLE CROPS, HUMAN HEALTH RISK ASSESSMENT,
INGESTION, SIMAV PLAIN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
27
ATIKSU ARITMA TESİSLERİNDE MİKROKİRLETİCİLERİN İZLENMESİ: ANTALYA
ÖRNEĞİ
Sözel Bildiri / Cevre
Merve ÖZKALELİ1, Çiğdem MORAL1, Ayça ERDEM1, Perihan KURT KARAKUŞ2, Ayşe GÜNAY1,
Meltem ASİLTÜRK1,
1Akdeniz Üniversitesi, 2Bursa Teknik Üniversitesi,
Bu çalışmanın amacı Antalya, Türkiye'de faaliyet gösteren üç adet atıksu arıtma tesisinin (AAT), yedi PCB
bileşiğini analiz etmek ve arıtma verimlerini tespit etmek için izlenmesidir. Evsel, kentsel ve endüstriyel
AATlerden giriş ve çıkış (24 saatlik kompozit) atıksuları ve çamur örnekleri alınmıştır. Örneklerin deriştirme ve
ekstraksiyon işlemleri SPE-DEX 4790 otomatik ekstraksiyon sisteminde, ekstrakte edilmiş numuneler Shimadzu
QP2010 GC-MS'te analiz edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: PCB BİLEŞİKLERİ, ATIKSU, ÇAMUR, ANTALYA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
28
ATIKSU EPİDEMİYOLOJİSİ: ADANA, TÜRKİYE'DE ATIKSULARDAKİ YASADIŞI
UYUŞTURUCULARIN BELİRLENMESİ İLE KÖTÜYE KULLANIM MİKTARLARININ
TAHMİNİ
Sözel Bildiri / Cevre
Evşen YAVUZ GUZEL1,
1Fakulty Of Fisheries,
Yasa dışı uyuşturucuların kullanımı insan sağlığı, sosyal yaşam ve ekonomi için küresel bir sorundur. İlgili
makamlar, hangi ilaçların kullanıldığına ve etkili müdahale yöntemleri geliştirmeye ve ilaçların yaygın kullanımına karşı kampanya başlatmaya yönelik olarak ne sıklıkla kullanıldığına dair yeterli bilgiye sahip
olmalıdır. Dünya çapında gelişen bir disiplin olan atıksu bazlı epidemiyoloji (WBE), toplu ilaç kullanımının
detaylı gerçek zamanlı değerlendirmesi ile yasadışı uyuşturucuların kullanımını belirleme potansiyeline sahiptir.
Nüfus düzeyinde uyuşturucu kullanımı düzeyleri ve modelleri hakkında nesnel bilgi sağlar ve mevcut ankete
dayalı metotları tamamlayıcı niteliktedir. Ayrıca yeni psikoaktif maddelerin kullanımı için erken uyarı sistemi
olarak hizmet verme potansiyeline de sahiptir. Bugüne kadar, bu yaklaşım birçok ülkede çeşitli ilaçların
araştırılmasında kullanılmıştır. Bu çalışmada, Adana ilinde bulunan en büyük iki arıtma tesisi olan Seyhan ve
Yüreğir Atıksu Arıtma Tesisleri'nde (WWTP) tesislere giren atıksulardan örnekler toplanmış ve bu bölgelerdeki
uyuşturucu kullanım miktarlarına yönelik tahminler geliştirilmiştir..
Kokain ve ana metaboliti, benzoylecgonine, amfetamin, metamfetamin, 3,4-metilendioksimetamfetamin
(MDMA), 3,4-metilendioksifemtamin (MDA) ve 3,4-metilendioksietamfetamin (MDEA) dahil olmak üzere
amfetamin benzeri uyarıcılar, morfin, kodein dahil opiatlar , eroin metaboliti 6-asetilmorfin (6-MAM), kenevir
metaboliti, 11-nor-karboksi-THC (THC-COOH) ve ana metaboliti Δ9-tetrahidrokanabinol (THC), 11-hidroksi
(THC-OH) kompozit atık su örneklerinde sıvı kromatografi-tandem kütle spektrometresi (LC-MS / MS)
kullanılarak belirlenmiştir. Ortalama ilaç tüketim oranları şu şekilde bulunmuştur: kokain, 0.18; amfetamin, 0.43; metamfetamin, 0.06; MDMA (ecstasy), 1.30; eroin, 1.03; THC (marihuana), 28.60 doz / gün / 1.000 kişi (15-64
yaş).
Elde edilen veriler diğer Avrupa ülkeleri için rapor edilen yasa dışı uyuşturucu tüketim oranları ile
karşılaştırılmıştır. Araştırmada elde edilen verilere göre, bazı yasadışı uyuşturucuların tüketim oranları
mevsimler, bölgeler ve hafta içi-hafta sonları arasında önemli bir farklılık göstermiştir.
ANAHTAR KELİMELER: ATIK SU EPİDEMİYOLOJİSİ (WBE), UYUŞTURUCU, KÖTÜYE
KULLANILAN İLAÇLAR, ATIK SU ARITMA TESİSLERİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
29
AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ SPOR BİLİMLERİ FAKÜLTESİ
ÖĞRENCİLERİNİN BESLENME ALIŞKANLIKLARININ ELEŞTİREL
DEĞERLENDİRİLMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Ayşe Gökçe ULAŞ1, Sacide KARAKAŞ2, Ayşe Gizem ŞAHMELİKOĞLU2,
1Adnan Menderes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Spor Fizyolojisi Anabilim Dalı, 2Adnan Menderes
Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı,
Sporcu performansını artırmada antrenman ve genetik faktörlerin yanı sıra sporcu beslenmesi önemli bir yer
tutmaktadır. Günümüzde, sporcuların beslenme alışkanlıkları ne derece sağlıklı ve düzenli olursa
performanslarının da o derece yüksek olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada elit olan ve olmayan sporcuların
antrenman öncesi ve sonrası beslenme alışkanlıkları hakkında bilgi edinmeyi amaçladık.
Bu çalışmaya Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi’nden 80’i elit olmak üzere toplam 931 öğrenci katılmıştır. Çalışmadan elde edilen veriler anket aracılığıyla toplanmış olup istatiksel
hesaplamalarda SPSS (version 20.0) programı kullanılmıştır. Elde edilen veriler chi-square analizi kullanılarak
değerlerdirilmiştir. Beslenme alışkanlıkları düzeylerinin elit sporcu olup olmama değişkeni ile ilişki durumu
değerlendirmesinde toplam 23 soruya erilen cevaplarda 14 maddede anlamlı sonuç bulunmuş olup p değeri
‘p<0,05’ olarak belirlenmiştir.
Elde edilen bulgulara göre beslenme alışkanlıkları konusunda elit sporcular ile elit olmayan sporcular arasında
belirgin bir farklılık saptandı. Elit sporcuların antrenman öncesi ve sonrasında beslenme konusunda daha bilinçli
davrandıkları belirlendi.
ANAHTAR KELİMELER: SPORCU BESLENMESİ, ELİT SPORCU, CHİ-SQUARE ANALİZİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
30
AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ SPOR BİLİMLERİ FAKÜLTESİ
ÖĞRENCİLERİNİN BESLENME BİLGİ DÜZEYLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Ayşe Gökçe ULAŞ1, Sacide KARAKAŞ2, Ayşe Gizem ŞAHMELİKOĞLU2,
1Adnan Menderes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Spor Fizyolojisi Anabilim Dalı, 2Adnan Menderes
Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı,
Yeterli ve dengeli beslenme, sporcunun performansının iyileştirilmesi konusunda çok önemli bir yere sahiptir.
Bu çalışmanın amacı elit sporcuların ve elit olmayan sporcuların beslenme konusundaki bilgi düzeylerini
saptamaktır.
Bu çalışmaya Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi’nde öğrenim gören 80’i elit, 851’i
elit olmayan toplam 931 öğrenci katılmıştır. Çalışma anket şeklinde düzenlenmiş olup elde edilen verilerin
değerlendirilmesinde SPSS (version 20.0) programı kullanılmıştır. Elde edilen sonuçlar chi square analizi ile
değerlendirilmiş olup ‘p<0,05’ değeri anlamlı olarak kabul edilmiştir. Elde edilen veriler, frekans analizine göre
değerlendirildiğinde öğrencilerin bilgi sorularına vermiş olduğu doğru cevapların yüzdelerinin ortalaması; elit sporcuların doğru cevap verme oranları % 47,72; elit olmayan sporcuların doğru yanıt oranları ise % 47,20
olarak tespit edilmiştir. Beslenme eğitimi almayanların % 44,27; antrenörden beslenme eğitimi alanların %
45,67; ders (okul) beslenme eğitimi alanların %50,73; internetten beslenme eğitimi alanların % 43,71; birden
fazla kaynaktan beslenme eğitimi alanların bilgi sorularına verdikleri doğru yanıt oranları % 50,21 olarak tespit
edilmiştir. Frekans analizine göre incelendiğinde öğrenicilerin vermiş olduğu doğru cevapların yüzdelerinin
ortalaması % 47,80 dolarak görülmektedir.
Bu çalışmadan elde edilen sonuçlara bakıldığında elit sporcular ile elit olmayan sporcular arasında belirgin bir
fark görülmemiştir. Ancak beslenme eğitimi alanların sorulara doğru yanıt verme oranları diğer tüm değişkenlere
göre belirgin bir şekilde yüksek çıkmıştır. Bu sonuçlara bakıldığında beslenme eğitiminin, sporcuların bilgi
düzeylerini olumlu yönde değiştirdiği görülmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: SPORCU BESLENMESİ, ELİT SPORCU, BESLENME EĞİTİMİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
31
AYDIN İLİ ÇİLEK ÜRETİMİNDE İYİ TARIM UYGULAMALARI
Sözel Bildiri / Tarim
NACİYE TOK1, FERİT ÇOBANOĞLU1, RENAN TUNALIOĞLU1,
1AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ,
Aydın ili çilek üretiminde, iyi tarım sertifikalı üretim uygulamaları, son yıllarda önemli bir ivme kazanmıştır. Bu
çalışmada, çilek üretiminin yoğun olarak yapıldığı Aydın ilinde, iyi tarım sertifikalı çilek yetiştiriciliğinin genel
olarak bir değerlendirmesi yapılmıştır.
Çalışmada, sahip olunan bazı işletme karakteristikleri, işletmelerin/üreticilerin yayım-enformasyon durumu,
çilek üretiminin sürdürülebilirliği, iyi tarım uygulamalarına yönelik bilgi iletişim sistemleri, üreticilerin insan
sağlığı ve çevre hassasiyetleri, belirli düzeyde de olsa ortaya konmaya çalışılmıştır.
Sonuç olarak; iyi tarım uygulamaları ile üreticilerin ürünlerini belirli bir sistematik çerçevesinde yetiştirmeye
çalıştıkları belirlenmiştir. Bununla birlikte, üreticilerin, ürünlerini daha yüksek fiyata satma beklentisi esas olmak
üzere, çevre ve insan sağlığı hassasiyetlerinin geliştiği, daha kaliteli, temiz ve sağlıklı çilek üretimi için birçok
kamu ve özel sektör kuruluşu ve organizasyonu ile işbirliği içine girmeye çalıştığı tespit edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: ÇİLEK, İYİ TARIM UYGULAMALARI, PAZARLAMA,
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
32
AYDIN İLİ EFELER İLÇESİ 4 NOLU AİLE SAĞLIĞI MERKEZİ’NE HİZMET ALMAYA
GELEN GEBELERİN PSİKOSOSYAL SAĞLIK DÜZEYLERİ VE ETKİLEYEN
FAKTÖRLER
Sözel Bildiri / Saglik
Tülay DOĞRUSOY1, Ayden ÇOBAN2,
1Aydın Halk Sağlığı Müdürlüğü , 2Aydın Adnan Menderes Üniversitesi,
Bu araştırma Aydın İli Efeler İlçesi 4 Nolu Aile Sağlığı Merkezi’ne hizmet almaya gelen gebelerin psikososyal
sağlık düzeyleri ve etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla analitik tipte yapılmıştır.
Araştırma 15 Mayıs 2016 ile 15 Kasım 2016 tarihleri arasında T.C. Sağlık Bakanlığı Aydın Halk Sağlığı
Müdürlüğü Efeler İlçesi 4 Nolu Aile Sağlığı Merkezine hizmet almaya gelen 291 gebe ile yürütülmüştür.
Araştırma verilerinin toplanmasında “Anket Formu”, “Gebelikte Psikososyal Sağlığı Değerlendirme Ölçeği” ve
“Gebelikte Risk Değerlendirme Formu”, verilerin değerlendirmesinde Statistical Packagefor Social Science (SPSS) 18.0 paket programı kullanılmıştır. Araştırmanın verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel
metodların (Ortalama, Standart Sapma, Minimum, Maksimum) yanısıra parametrik olmayan iki grup
değişkenlerin aralarındaki farklılığı incelemek için veriler Mann-Whitney U testi ile birden fazla grup
değişkenlerinde Kruskal Wallis H ile analiz edilmiştir. İstatistiksel anlamlılık p<0,05 düzeylerinde
değerlendirilmiştir.
Gebelerin Gebelikte Psikososyal Sağlığı Değerlendirme Ölçeği alt boyutları olan Gebelik ve eş ilişkisine ait
özellikleri (4,38±0,52), Kaygı ve strese ait özellikleri (3,38±0,79), Aile içi şiddete ait özellikleri (4,80±0,32),
Psikososyal destek gereksinimine ait özellikleri (4,03±0,61), Ailesel özellikleri (4,40±0,63), Gebeliğe ilişkin
fiziksel-psikososyal değişikliklere ait özellikleri (4,07±0,63) ile GPSDÖ’den aldıkları toplam puan (4,18±0,4)
ortalamaları değerlendirildiğinde psikososyal sağlık durumlarının iyi düzeyde olduğu belirlenmiştir. Gebelerin;
yaş, eğitim, eşin eğitimi, gebelik sayısı, canlı doğum sayısı, yaşayan çocuk sayısı, kürtaj sayısı, gebeliğin
planlanma ve gebeliğin istenme durumlarının psikososyal sağlığı etkilediği tespit edilmiştir (p<0,05). Gebelerin
risk durumu ile GPSDÖ puanı arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır (p>0,05).
Bu araştırmanın sonuçlarına göre gebelerin psikososyal sağlık düzeyleri iyi durumdadır. Gebelerin bazı
sosyoekonomik ve obstetrik özellikleri psikososyal sağlık düzeylerini etkilerken gebelikte risk durumu
psikososyal sağlığı etkilememiştir.
ANAHTAR KELİMELER: GEBELİK, PSİKOSOSYAL SAĞLIK, EBELİK BAKIMI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
33
AYDIN İLİNDE DOMATES MİLDİYÖSÜ (PHYTOPHTHORA INFESTANS) HASTALIĞI
MÜCADELESİNDE TAHMİN UYARI MODELİ
Sözel Bildiri / Tarim
TİJEN TAŞKIN1, GÜLCAN YIKILMAZSOY1,
1ZİRAİ MÜCADELE ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ BORNOVA-İZMİR,
Domates, Türkiye’nin tüm bölgelerinde yetiştirilebilmektedir. Domates üretimi 2011 yılında 11 003 433 ton olan
Türkiye, dünyada en fazla domates üreten ülkeler arasında Çin, Hindistan ve A.B.D.’den sonra 4. sırada
gelmektedir. Domates üretimini kısıtlayan en önemli hastalık domates mildiyösü [Phytophthora infestans
(Mont.) de Bary]’dür. Ciddi verim ve ürün kayıplarına neden olan bu hastalığın mücadelesinde, en çok
kullanılan yöntem kimyasal mücadeledir. Patojen ve çevre koşulları arasındaki ilişkiler gözönüne alınarak
hastalık epidemilerini önlemek üzere doğru ve güvenilir hastalık tahmin uyarı modelleri geliştirilmektedir.
Bu projede Aydın ilinde 3 adet tahmin uyarı modeli denenerek tarla domatesi yetiştirilen alanlarda domates
mildiyösüne karşı en uygun tahmin uyarı modeli belirlenmiştir. Proje 2017-2018 yıllarında Aydın ilinin Merkez
ilçesinde yürütülmüştür. Domates bitkilerinin çıkışı ile çalışmalara başlanmış, doğal enfeksiyonların tespiti için haftada bir domates yetiştirilen alanlara gidilmiş ve hasatta son verilmiştir. Kurulan elektronik tahmin uyarı
istasyonundan, kaydettiği sıcaklık, nispi nem, yaprak ıslaklığı ve yağış gibi meteorolojik veriler alınmıştır.
Çalışmada SMITH, TOMCAST ve modifiye TOMCAST modelleri kullanılmış ve bu modellerin tahmini
enfeksiyon tarihleri ile arazide tespit edilen ilk belirtilere göre hesaplanan enfeksiyon tarihi karşılaştırılmış,
modellerin uygunluğu değerlendirilmiş ve en iyi tahmini yapan model SMITH olarak belirlenmiştir.
Proje sonucunda, domates mildiyösü hastalığının mücadelesinde ilaçlamalar doğru zamanda uygulanabilecek,
hem hastalıkla mücadelede istenilen başarı sağlanacak hem de enfeksiyon koşullarının oluşmadığı dönemde
yapılacak gereksiz ilaçlamalar önlenecektir. Tahmin uyarı sistemlerinin yaygınlaştırılması ile hastalığın
mücadelesi doğru zamanda yapılacağı için gereksiz ilaçlamaların neden olduğu çevre kirliliği ve yüksek maliyet
gibi olumsuzluklar azaltılacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: DOMATES MİLDİYÖSÜ, PHYTOPHTHORA INFESTANS, HASTALIK
TAHMİN UYARI MODELİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
34
AYDIN İLİNDE KESTANE KANSERİNİN BİYOLOJİK MÜCADELESİ
Sözel Bildiri / Tarim
Ömer ERİNCİK1, Serap AÇIKGÖZ2, Sevdiye YORGANCI2, Sahra HOSSEİNALİZADEH2, Engin
MANGİL2, MUSTAFA TİMUR DÖKEN2,
1Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, 2Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat
Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, Aydın,
Türkiye kestane üretiminin yaklaşık %40’ını karşılamakta olan Aydın ili kestanelikleri, Cryphonectria parasitica
isimli fungal etmenin yol açtığı kestane kanseri hastalığı nedeniyle tahrip olmaktadır. 2003 yılında ilk rapor
edilmesinin ardından, hastalık yörede neredeyse tüm kestane üretim alanlarına yayılmış bulunmaktadır.
Mücadele yöntemleri oldukça sınırlı olan bu hastalığın en etkin kontrolü C. parasitica’nın hipovirülent ırklarının
kullanıldığı biyolojik mücadele ile sağlanmaktadır. Hipovirülent ırklar; dsRNA virüsleri ile enfekteli olduktan
sonra ağacı öldüremeyecek seviyede virülensliği düşmüş C. parasitica bireyleridir. Ancak biyolojik mücadele her durumda başarılı olamayabilmekte, hipovirülenslik C. parasitica’nın populasyon yapısı başta olmak üzere bir çok
faktörden etkilenmektedir. Geçmişte Aydın’da yürütülen çalışmalarda hipovirülent ırkların varlığına
rastlanmamış ancak C. parasitica’nın populasyon yapısının hipovirülensliğin yayılması için son derece uygun
olduğu belirlenmiştir.
Bu çalışmada ise ülkemizde Karadeniz ve Marmara bölgelerinde doğal olarak yayılım gösteren hipovirülent
kanserlerden hipovirülent izolatlar elde edilerek bunlar arasından seçilen izolatlar ile Aydın ilinde biyolojik
mücadele çalışmaları yürütülmüştür. Toplam 1236 örnek arasından 215 adet dsRNA virüsü barındıran C.
parasitica izolatı elde edilmiştir. Bu izolatlar kültürel özellikler, dsRNA içerikleri, vejetatif uyum tipleri, mating
tipleri ve virülenslikleri yönünden incelenmiştir. Ayrıca izolatlar, hipovirülensliğe neden olan Cryphonectria
hypovirus 1 (CHV1)’in alttipleri ile dikey ve yatay taşınım kapasiteleri yönünden de test edilmiştir. Testler
sonucunda biyolojik mücadele için uygun olduğu düşünülen performansı yüksek 9 hipovirülent izolat iki yıllık
fidanlar ve üretici bahçelerinde kestane ağaçları üzerinde test edilmiştir.
Hem fidanlarda hem de ağaçlarda uygulama yapılan virülent kanserlerde kallus dokusunun oluşması ile
iyileşmeler meydana gelmiştir. Bahçe koşullarında yapılan uygulamaların 6’ıncı ayında kanserlerde iyileşmelerin
başladığı gözlemlenmiştir. Uygulama yapılan ağaçlarda iyileşen kanser oranı Kuşçular’da %89, Eğrikavak 2’de
%86, Gökkiriş’te %66 Sarıçam’da %63 ve Eğrikavak 1’de %58 olarak bulunmuştur.
Sonuç olarak, bu çalışma ile Aydın ilinde kestane kanserinin hipovirülent ırklar kullanılarak etkili bir şekilde
biyolojik kontrolünün mümkün olabileceği ortaya konmuştur.
ANAHTAR KELİMELER: CRYPHONECTRİA PARASİTİCA, KESTANE KANSERİ,
HİPOVİRULENSLİK , BİYOLOJİK KONTROL
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
35
AYDIN İLİNDE YETİŞEN FARKLI İNCİR KÜLTÜVARLARININ YAPRAK HEKZAN
EKSTRAKTLARININ PROSTAT KANSER HÜCRELERİ ÜZERİNE ETKİSİNİN
BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Betül KARA1, Tuğçe Naile YERCİ1, Seda ÖRENAY BOYACIOĞLU2, Olcay BOYACIOĞLU1,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, Aydın,
TÜRKİYE, 2Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, Aydın,
TÜRKİYE,
İncir (Ficus carica), Moraceae familyasına ait, genellikle Akdeniz bölgesinde yetişen, yaprak döken bir ağaçtır.
Yenilebilir meyvesiyle bilinmesine rağmen yaprakları ve lateksi tıbbi amaçla da kullanılmıştır. Bu çalışmadaki
amacımız Aydın’da yetişen iki farklı incir kültüvarlarından toplanan yaprak n-hekzan özütlerinin bir insan
prostat kanseri hücre hattı (PC3) üzerindeki sitotoksik etkisini incelemektir.
F. carica cv. Sarı Lop (Calimyrna) ve Aydın Siyahı incir yaprakları gölgede, oda sıcaklığında bir hafta boyunca
kurutulup ufalandı. Normal ve yarı otomatik soxhlet metodlarıyla kurutulmuş incir yapraklarından n-hekzan
özütleri elde edilip -18°C’de depolandı. PC3 hücreleri %5 CO2 ve 37°C’de %10 fötal sığır serumu ilaveli RPMI-
1640 besiyerinde kültüre edildi. Yaprak n-hekzan özütleri 0, 250, 500, 750 ve 1000 µg/ml dozlarda PC3
hücreleri üzerinde 24 saat muamele edildi ve süre sonunda hücrelerin üzerindeki eski besiyeri uzaklaştırılıp MTT
uygulandı. Minimum 2 saat inkübasyon sonunda hücreler içinde oluşan mor renkli formazan kristalleri 100 µl
dimetil sulfoksit ile çözülerek hücre canlılıkları spektrofotometrede 570 nm’de dolaylı olarak ölçüldü.
İncir yaprağı n-hekzan özütleri ile 24 saat 250 µg/ml dozda muamele edilen hücrelerin yaklaşık yarısının öldüğü
görülmüştür. En fazla etki 1000 µg/ml’lik dozda gözlenmiştir, fakat 2 farklı incir çeşidi arasında veya kullanılan
2 farklı ekstraksiyon yöntemleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlemlenmemiştir (t test, P>0,05).
Literatürde incir yaprağından çeşitli çözgenler (su, etanol, metanol) ile elde edilen özütlerin virüsler ve fareler
üzerinde toksisite, diyabet, kolesterol ve karaciğer sorunlarına karşı kullanımları ile ilgili raporlar mevcuttur. Bu
çalışmada her iki incir yaprağı n-hekzan özütleri, PC3 hücreleri üzerinde doza bağlı sitotoksisite göstermiştir ve
incir özütlerinin antikanser özelliklerinin ileri aşamada araştırılmasını teşvik etmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: İNCİR, İNCİR YAPRAĞI, HEKZAN EKSTRAKTI, PROSTAT KANSERİ,
SİTOTOKSİSİTE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
36
AYDIN İLİNDEKİ BAZI ET SATIŞ YERLERİNİN HİJYENİK DURUMU
Sözel Bildiri / Gida
Betül ELEMAN1, Devrim BEYAZ2,
1Tarım Ve Orman Müdürlüğü Efeler-AYDIN, 2ADÜ Veteriner Fakültesi,
İnsan beslenmesinde önemli bir yere sahip olan et ve et ürünleri, sağlıklı hayvanlardan sağlandıkları ve hijyenik
şartlara uyularak uygun koşullarda işlendikleri takdirde mikrobiyolojik açıdan güvenilir nitelik taşımaktadır.
Ancak gerek mezbahada gerek sonrasında et satış yerlerinde hijyenik ve teknolojik kurallara uygun olmayan
şartlar eti kontamine etmekte ve halk sağlığı açısından sağlık sorunlarına neden olabilmektedir.
Bu çalışmada, 30 adet et satış yerinin her birinden; bıçak, kıyma makinası ve kesme tahtası olmak üzere toplam
90 adet örnek svap yöntemi ile alındı. Alınan örnekler toplam mezofilik aerob bakteri (TMAC), Staphylococcus-
Micrococcus ve koliform bakteri sayısı ile Escherichia coli, Staphylococcus aureus ve Salmonella spp. varlığı
yönünden incelendi.
Yapılan analizler sonucunda TMAC, Staphylococcus-Micrococcus ve koliform bakteri sayıları sırasıyla bıçakta
2,94±0,80 log kob/g, 2,57±0,70 log kob/g, 1,97±0,28 log kob/g; kıyma makinasında 2,79±1,09 log kob/g,
2,46±0,69 log kob/g, 2,07±0,93 log kob/g; kesme tahtasında ise 3,13±1,57 log kob/g, 2,17±0,62 log kob/g,
0,88±0,53 log kob/g olarak belirlendi. Alınan örneklerin hiçbirinde; E. coli, S. aureus ve Salmonella spp.
saptanmadı.
Sonuç olarak et satış yerlerinde örnek alınan kısımların hijyenik durumunun çok kötü olmadığı saptandı. Bunun
sebebinin gıda denetim ve kontrollerinin düzenli ve etkin bir şekilde yapılmasından ve çalışanların hijyen eğitimi
almış olmasından kaynaklanabileceği sonucuna varıldı. Bu çalışma Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından VTF-18002 proje numarası ile desteklenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: ET SATIŞ YERİ, HİJYEN, HALK SAĞLIĞI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
37
AYDIN YÖRESİNDEKİ JEOTERMAL KAYNAKLARIN SERACILIKTA KULLANILMASI:
MEVCUT DURUM VE GELECEK İÇİN ÖNERİLER
Sözel Bildiri / Tarim
Hasan Hüseyin ÖZTÜRK1, Bülent AYHAN2, Nusret MUTLU3, Ümran ATAY4,
1ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ, 2Adana Zirai Üretim İşletmesi Tarımsal Yayım Ve Hizmetiçi Eğitim Merkezi
Müd, 3GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı, 4GAP Tarımsal Araştırma Enstitiüsü Müdürlüğü,
Aydın yöresindeki jeotermal kaynakların sera ısıtma amacıyla kullanımını artırmak, mevcut durum ve sorunları
değerlendirmek, konu ile ilgili tüm paydaşlarda farkındalık oluşturmak ve gelecek için önerilerde bulunmaktır.
Bu çalışmanın başlıca amacı Türkiye'de jeotermal seracılık stratejilerinin geliştirilmesi konusunda
gerçekleştirilen çalışmalar hakkında bilgi vermektir.
Seraların ısıtılmasında kullanılan başlıca enerji kaynakları, kömür ve jeotermal enerjidir. Isıtma yapılan toplam
sera varlığının, 3.908 dekarlık (% 30’luk) kısmında jeotermal ısıtma yapılmaktadır. Seraların ısıtılmasında
kullanılan başlıca enerji kaynakları, kömür ve jeotermal enerjidir. Isıtma yapılan toplam sera varlığının, 3.908
dekarlık (% 30’luk) kısmında jeotermal ısıtma yapılmaktadır.Jeotermal sera alanlarına bakıldığında, Ege, İç
Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerine yayıldığı görülmektedir.
Aydın yöresi, jeotermal enerji potansiyel,i bakımından yüksek bir potansiyele sahip olmakla birlikte, sera ısıtma
amacıyla jeotermal enerji kullanımı beklenilen düzeyde değildir. Ülkemizdeki mevcut jeotermal kapasiteye
rağmen, kullanımın yeterli düzeyde olmaması nedeniyle, jeotermal seracılık teşvik edilerek desteklenmektedir.
Ülkemizdeki mevcut jeotermal kapasiteye rağmen, kullanımın yeterli düzeyde olmaması nedeniyle, jeotermal
seracılık teşvik edilerek desteklenmektedir. Bu amaçla, Türkiye'de jeotermal seracılık stratejilerinin geliştirilmesi
konusunda geçekleştirilen çalışmaların etkinlik kazanması büyük öneme sahiptir.
ANAHTAR KELİMELER: AYDIN, JEOTERMAL ENERJİ, SERA ISITMA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
38
AYRAN ÜRETİMİNDE SÜTÇÜLÜK YAN ÜRÜNLERİNİN DEĞERLENDİRİLME
İMKANLARININ ARAŞTIRILMASI
Sözel Bildiri / Gida
Aymelek KESTEK1, Nihat AKIN1,
1Selçuk Üniversitesi,
Sütçülük yan ürünlerinden olan yayık altı suyu (YAS), peynir altı suyu (PAS), süzme peynir suyu olan permeat
(PER) ve süzme yoğurt suyu (SYS) ön denemelerle belirlenen kabul edilebilir ilave oranlarına göre ayran
formülasyonuna ilave edilerek son üründeki fiziksel, kimyasal, mikrobiyolojik ve duyusal özellikleri üzerine
olan etkileri depolama süresi boyunca (4-5°C’de 21 gün) saptanması amaçlanmıştır. Böylece, atık durumundaki
sütçülük yan ürünleri değerlendirilerek gıda sektörüne katma değer sağlanabilecek ve son ürün duyusal açıdan
zenginleştirilecektir.
Standart ayran üretiminde kullanılan su miktarının %5,10,15 oranlarında yayık altı suyu, %5, 8.10 peynir altı
suyu, %5, 10, 15 permeat ve %5, 10, 15 süzme yoğurt suyu ilave edilerek ayranlar hazırlanmıştır.
Ayran örneklerinin 1,7,15, ve 21. depolama günlerinde kimyasal, mikrobiyolojik ve duyusal özellikleri
belirlenmiştir. Elde edilen sonuçlara göre; kimyasal özellikleri (kurumadde, protein vb.) benzer olan ayranların
depolama süresi boyunca pH ve titrasyon asitliği değerlerinin birbirine yakın olduğu, ancak mikrobiyolojik
özelliklerinde değişim olduğu ve serum ayrılması değerlerinin %10 PAS ilaveli ayranda ve %15 Permeat ilaveli
ayranda yüksek olduğu belirlenmiştir. Görünüş, tat, koku, yapı-kıvam özelliklerinin değerlendirildiği duyusal analiz sonuçlarına göre de depolama süresince %10 YAS ilaveli ve %15 YAS ilaveli ayran örnekleri en yüksek
puanları almıştır.
Tüm sonuçlar göz önünde bulundurulduğunda YAS (Yayık altı suyu) kullanılarak ayran üretilebileceği, YAS
(Yayık altı suyu) içeren ayranlar da araştırılan özellikler açısından %10 ve 15 oranında YAS (Yayık altı suyu)
ilavesinin daha iyi sonuçlar verdiği ortaya konmuştur.
ANAHTAR KELİMELER: SÜTÇÜLÜK YAN ÜRÜNLERİ, AYRAN, DUYUSAL ÖZELLİKLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
39
AYVALIK TUZLASI' NIN KİRLİLİK DURUMUNUN YEŞİL VE KAHVERENGİ
MAKROALGLER İLE BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Cevre
Fatma KOÇBAŞ1, Güngör AY1, Murat KILIÇ1, Fatma KILIÇ1, 45140 2,
1MANİSA CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ,
Çevre kirliliği günümüzün en önemli sorunlarından birisidir. Bütün kirliliklerin son noktası su olması nedeniyle
kirleticiler sucul ekosistemde birikmektedir. Bu nedenle kirlilikten etkilenme en fazla sucul ekosistemde
olmaktadır.
Bu araştırma Haziran 2009-Mayıs 2010 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Yeşil (Ulva linza ve Cladophora
sp.) ve kahverengi (Cystoseira barbata ve Padina pavonica) makroalg örneklerinde ağır metal (bakır, nikel,
çinko, kurşun ve kadmiyum) düzeyleri araştırıldı. U. linza, C. barbata ve P. pavonica türleri denizel bölgede ve
Ayvalık Tuzlası’ nda ise Cladophora sp. bulunmaktadır.
U. linza metal içerikleri aşağıdaki gibidir: Cu 3.2-8.08, Ni 3.62-13.02, Zn 1.1-3.92, Pb 78.24-96.04, Cd <0.001
bulunmuştur. Cladophora sp. metal içerikleri aşağıdaki gibidir: Cu 3.65-48.78, Ni 8.6-88.7, Zn 2.27-8.41, Pb
41.63-235.25, Cd <0.001 mg/kg (kuru ağırlık)’ C.barbata metal içerikleri aşağıdaki gibidir: Cu 3.12-7.87, Ni
3.59-16.07, Zn 4.36-7.95, Pb 20.7-67.44, Cd <0.001 mg/kg (kuru ağırlık)’ dır. P. pavonica metal içerikleri
aşağıdaki gibidir: Cu 6.95-10.85, Ni 12.49-26.82, Zn 0.28-3.09, Pb 24.2-45.35, Cd <0.001 mg/kg (kuru ağırlık)’
dır.
Cladophora sp. türü diğer alglerden daha fazla ağır metal biriktirdiği bulunmuş olup indikatör olarak kabul
edilmiştir. Bu çalışma Manisa Celal Bayar Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinasyon Birimince
desteklenmiştir, Proje Numarası: FEF 2009-035.
ANAHTAR KELİMELER: AĞIR METAL, YEŞİL VE MAVİ ALG, AYVALIK TUZLASI, EGE DENİZİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
40
BADEM AĞAÇLARINDA YAPRAK SARARMASI VE KIZARIKLIK, BOĞUM ARASI
KISALMASI VE BODURLAŞMA' YA NEDEN OLAN ETMENİN SAPTANMASI VE
KARAKTERİZASYONU
Sözel Bildiri / Tarim
Behçet Kemal ÇAĞLAR1, Ali GÜNEŞ1, Dilan KONUR1,
1Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü,
Uşak ilinde badem (Prunus dulcis, Mill.) üretim alanlarındaki badem bahçelerinde 2017 Mayıs-Haziran ayları
boyunca yapılan surveyler süresince yaprak sararması ve kızarması, boğum arası kısalması (witches’-broom) ve bodurlaşma simptomları gözlenmiştir. Söz konusu simptomlara neden olan etmen yada etmenlerin ortaya
konulması amacıyla araştırmalar yürütülmüştür
Bu tür simptomlara daha çok fitoplasma etmenleri sebep olduğu düşünülmüş ve örnekler fitoplasma etmenlerine
karşı testlenmiştir. Söz konusu badem bahçelerindeki bitkilerden yaprak örnekleri toplanmıştır ve toplanan örneklerden CTAB buffer ile total Nükleik asit (tNA) izolasyonu yapılmıştır. Elde edilen tNA ler Polimeraz
Zincir Reaksiyonu (PCR) yöntemi ile R16F1/R16R0 (universal) ve daha sonra R16F2n/R16R2 (nested)
primerler kullanılarak fitoplazmaya karşı testlenmiştir. PCR ürünleri %1 lik agaroz jelde kontrol edilmiş ve
beklenen 1.250 bp büyüklüğüne sahip DNA bantları görüntülenmiştir. Bu bantların fitoplazmaya ait olup
olmadığını kontrol etmek amacıyla PCR ürünleri üzerinde EcoRI restriksiyon enzimi kullanılarak RFLP
çalışmaları yürütülmüştür
RFLP çalışma sonuçlarında 1.250 bp büyüklüğündeki DNA’ lar 750 bp ve 500 bp olarak ikiye bölünmüştür.
Bu sonuç bitkilerdeki simptomlara neden olan etmenin bir fitoplazma olduğunu ortaya koymuş ve farklı
enzimlerle yapılan RFLP, DNA dizileme ve filogenetik analizler badem ağaçlarındaki simptomlara neden olan
etmenin Bermuda Grass White Leaf Phytoplasma (BGWLP-16SrXIV group) olduğunu ortaya koymuştur.
ANAHTAR KELİMELER: BADEM, WİTCHES’-BROOM, PCR-RFLP, DNA-DİZİLEME, FİTOPLAZMA,
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
41
BAKTERİYEL BİYOFİLM YAPILARI İLE MÜCADELE YOLLARI
Sözel Bildiri / Saglik
Nefise AKÇELİK1, Mustafa AKÇELİK2,
1Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitüsü Merkez Laboratuvarı, 2Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji
Bölümü,
Bakteriyel biyofilm yapıları kompleks, sesil bakteri topluluklardır. Biyofilm yapısında bulunan
mikroorganizmalar bir yüzeye tutunmuş olarak ya da kendi ürettikleri ekstraselüler matriks içerisinde gömülü
olarak bulunabilirler. Bakterileri çevreleyen matriks yapısı, bu bakterilerin zorlu çevresel koşullara ve
antibakteriyel uygulamalara karşı daha dirençli olmalarını sağlar. Bunun yanı sıra, biyofilm yapılarının başta
kistis fibrozis, kronik yara enfeksiyonları, ürogenital enfeksiyonlar, implant ve katater ilişkili enfeksiyonlar başta
olmak üzere çeşitli kronik enfeksiyonlara neden oldukları bilinmektedir. Biyofilm yapısında bulunan
mikroorganizmaların günümüzde tedavide kullanılan antibiyotiklere karşı yüksek düzeyde dirençli olmaları, kullanılan antibiyotiklerin Minimum İnhibisyon Konsantrasyonu (MIC) ve Minimum Bakterisidal
Konsantrasyonu (MBC)’nun yüksek olması nedeni ile biyofilm ilişkili enfeksiyonlar ile mücadelede
antibiyotikler yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle, biyofilm yapılarının etkin bir şekilde eradike ya da minimize
edecek yeni moleküllerin keşfi ya da tasarlanması kritik öneme sahiptir.
Bu derleme çalışmada, anti-biyofilm ajanı olarak kullanım potansiyeline sahip olduğu belirlenmiş çeşitli bitkisel
ajanlar, şelat oluşturma özelliğine sahip ajanlar, peptid antibiyotikler, lantibiyotikler ve sentetik kimyasal
moleküllerin yapısal özellikleri ve etki mekanizmalarından bahsedilmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: BİYOFİLM, ERADİKASYON. ANTİMİKROBİYAL, ENFEKSİYON
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
42
BALIKÇILIKTA YETİŞKİN EĞİTİMİ: KADIN BALIKÇILAR
Sözel Bildiri / Tarim
Huriye GÖNCÜOĞLU BODUR1,
1Ege Üniversitesi,
Kadın balıkçılar, balıkçı topluluklarında ekonomik ve sosyal hayatın önemli bir parçasıdır. Ailenin yaşam
koşullarını iyileştirilmesinde bir çok rol (eş, anne, balıkçı, yaşlı bakımı, balık satışı, yemek yapma, kültürel
ögeleri sahiplenme vb.) üstlenmiştir. Özellikle ailenin balıkçılığa devam etmesinde “görünmeyen liderlikleriyle”
denizin biyoçeşitliliğini devam ettirmesini konusunda da inanılmaz çabaları vardır. Toplumun ata erkil
yapısından dolayı kadınlar yaşamlarında ancak ortalama 4 yıl (ilkokul) resmi eğitim almaktadır. Eğitim
sistemine dahil olamayan, yaşlarının okul yaşı sınırının dışında olması ve cinsiyetlerinden kaynaklanan sorunlar
nedeniyle kadın balıkçıların eğitime ihtiyaçları artmaktadır. Türkiye’de balıkçılara özgü yaşam boyu eğitim
programı ve eğitimi veren ilgili bir kurum mevcut değildir. Yaşam boyu öğrenme kapsamında balıkçılıkta “öğrenmede fırsatlar yaratma, kişisel gelişimlerini sağlama, toplumsal bütünleşmeyi gerçekleştirme ve ekonomik
büyüme” hedefli cinsiyete göre bir eğitim programına ihtiyaç vardır.
ANAHTAR KELİMELER: FİSHERY, ADULT EDUCATİON, LİFELONG LEARNİNG SYSTEM,
FİSHERWOMEN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
43
BALKABAĞI, HAVUÇ PÜRESİ İLAVESİYLE SEBZELİ KEFİR ÜRETİMİ VE DEPOLAMA
SÜRESİNCE PH, SU TUTMA KAPASİTESİ, SİNEREZİN DEĞİŞİMİNİN TESPİTİ
Sözel Bildiri / Gida
Selda BULCA1, Yağmur ÇETİN1, Cansu GÜNAY1, Özge GÜLER1,
1Adnan Menderes Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü,
Bu nedenle, bu çalışmanın temel amacı, sebzelerin ve kefirin sağlık açısından önemli özelliklerini birleştirerek,
yeni bir fonksiyonel ürün üretmek ve sebze tüketmeyen çocuklar için beslenme alışkanlıklarını kazandırmaktır.
Sebze olarak çalışmada farklı konsantrasyonlarda kabak ve havuç püresi ilave edilmiştir. Depolama sırasında
sebzeli kefirlerinin üretilmesinden sonra özellikle pH değerindeki değişimin, su tutma kapasitesinin ve fermente
süt ürünlerinin kalite parametreleri olarak bilinen sinerezin analiz edilmesine odaklanılmıştır.
Sade kefirde en yüksek pH azalması gözlenmiş ve sebze ilavesinin depolama sırasında pH'nın düşüşünü
koruduğu belirlenmiştir. Kefirlerin su tutma kapasitesi, depolama süresi boyunca önemli ölçüde artmıştır.
Depolama süresi ve kefir tipleri önemli ölçüde sinerezi etkilemiştir. Kefir çeşitlerinin sinerezi yüksek düzeyde
önemli olarak etkilediği saptanırken, depolama süresinin sinerezi istatistiksel olarak önemli olarak etkilediği
saptanmıştır.
Supplementation of yoghurt with selected vegetables will provide additional health properties and will result in
the development of novel functional dairy products. Production yoghurt with the addition of carrot, pumpkin is
very important due to their fundamental chemical properties, acidity, antioxidant capacity and organoleptic properties. Purposes of addition of vegetable to dairy products improve the shelf life by antioxidant that source
of vegetable, development flavor and texture, increase consumption rate, increase nutritional value. The findings
of this study show that no overacidification was observed not only in vegetable kefir but also in pure kefir. As
another quality parameter of water holding capacity was increased during the storage. The storage time and types
of kefir influenced significantly the syneresis. An important outcome of this study that it was possible to produce
kefir with addition of pumpkin and carrot puree. In this way other vegetables like broccoli, red sweet pepper etc.
can be used for consuming of the children.
ANAHTAR KELİMELER: SEBZE, PH, SU TUTMA KAPASİTESİ, SİNEREZ, KEFİR
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
44
BASINÇ YARASI RİSK DEĞERLENDİRME ÖLÇEKLERİNİN GEÇERLİLİK VE
GÜVENİRLİKLERİNİN İNCELENMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Elçin EFTELİ1,
1MEHMET AKİF ERSOY ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ HEMŞİRELİK BÖLÜMÜ,
Bu derlemenin amacı literatürde sık kullanıma sahip basınç yarası risk değerlendirme ölçeklerinin geçerlilik ve
güvenirlik özelliklerine ilişkin yapılan çalışmaların değerlendirilmesidir.
Giriş: Risk değerlendirme ölçeklerinin kullanılması, basınç yarası gelişimi açısından risk altında olan bireyleri
belirlemek için yapılan değerlendirme sürecinin önemli bir bileşenidir. Basınç yarası risk değerlendirme
ölçeklerinin kullanılması için psikometrik özelliklerinin analiz edilmiş olması gerekmektedir. Bir ölçeğin
psikometrik özellikleri; güvenirlik, geçerlilik ve geçerliliğin bileşenleri olan duyarlılık, özgüllük ve öngörü
değeridir. Bu derlemenin amacı literatürde sık kullanıma sahip basınç yarası risk değerlendirme ölçeklerinin
geçerlilik ve güvenirlik özelliklerine ilişkin yapılan çalışmaların değerlendirilmesidir. Gelişme: MEDLINE,
Elsevier ve Google Scholar veri tabanlarında “basınç yarası”, “basınç ülseri” “risk değerlendirme” anahtar kelimeleri ile İngilizce ve Türkçe yayınlanmış makaleler taranarak bu alanda yapılmış 29 çalışmaya ulaşıldı.
Elde edilen çalışmalardaki ölçeklere ait Cronbach’s Alfha katsayıları, duyarlılık ve özgüllük değerleri
değerlendirildi. Sonuç: Değerlendirmeye alınan tüm ölçeklerin Cronbach’s Alfha katsayılarının 0.81 ile 0.99
arasında olduğu belirlenmiştir. Braden ölçeğinin duyarlılığının yoğun bakım hastalarında %83.8 ile %97
arasında, evde ya da uzun süreli bakım hastalarında %50 ile %100 arasında, akut bakım alanlarında ise %38.9 ile
%72.7 arasında değiştiği belirlenmiştir. Bu sonuçlar Braden ölçeğinin yoğun bakım hastalarında daha duyarlı
olduğunu, akut ve uzun süreli bakımda ise daha az duyarlılığa sahip olduğunu göstermektedir. Norton ölçeğinin
ise duyarlılığı %89 ile %16 arasındadır. Braden ölçeğinin özgüllüğünün yoğun bakım hastalarında %26 ile
%83.3 arasında, evde yada uzun süreli bakım hastalarında %34.2 ile %77.8 arasında, akut bakım alanlarında ise
%29.6 ile %100 arasında değiştiği belirlenmiştir Norton ölçeğinin özgüllüğü ise %31 ile %94 arasındadır. Geniş
ölçüde kullanılması önerilen bazı basınç yarası risk değerlendirme ölçeklerinin güvenirliklerinin yüksek olmasına rağmen duyarlılık ve özgüllük özellikleri açısından birbirlerine göre üstünlükleri ve zayıflıkları olduğu
görülmektedir. Bu nedenle farklı hasta gruplarında riskli hastaları belirleme ve koruyucu önlemleri almada
etkisiz ve yetersiz kalabilecekleri söylenebilir. Bu doğrultuda basınç yarası gelişimiyle gerçekten bağlantılı,
kanıta dayalı faktörleri içeren ölçekler geliştirilmesi önerilebilir.
ANAHTAR KELİMELER: BASINÇ YARASI, RİSK DEĞERLENDİRME, GEÇERLİLİK, GÜVENİRLİK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
45
BAZI EKMEKLİK BUĞDAY TARLA PAÇALLARININ İNCELENMESİ
Sözel Bildiri / Tarim
İrfan ÖZBERK1, Mesude DİNÇ2, Fethiye ÖZBERK3,
1Harran Üniv. Zir. Fak. Tarla Bölümü, 2Harran Üniv. Fen Bil. Enst., 3Akçakale Meslek Yüksek Okulu,
Bu çalışmada Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yetiştirilen yerli ve yabancı orijinli çeşitlerin farklı oranlar ve
kombinasyonlarda karışım olarak ekilerek hem tarımsal özellikleri hem de elde edilen karışım buğdayların
değirmencilik ve fırıncılık özellikleri belirlenerek karışım halinde ekimin çiftçiler için karlı olarak
uygulanabilirliğinin araştırılması amaçlanmıştır.
Araştırma sonuçlarına göre verim konusunda yalın çeşitlerin(684 kg/da) karışımlardan(674 kg/da) daha verimli
olduğu ancak karışımlardan K1 (706 kg/da) ve K4 (710 kg/da) konularının genel ortalamadan daha yüksek verim
verdiği anlaşılmıştır. Ana verim öğeleri bakımından karışımların yalın çeşitlerden daha üstün olduğu
görülmüştür. Kalite özelliklerinden un randımanının karışımlarda(%69,4) yalın çeşitlerden (%68,8) daha yüksek
olduğu, kül oranın karışımlarda (%0.878) yalın çeşitlerden (%0.887) daha düşük olduğu, protein oranın (%)
ortalamasının karışım ve yalın çeşit ortalamalarında aynı olduğu (%14,3), gluten miktarının karışımlarda
(%29,9.) yalın çeşitlerden (%30,7.) daha düşük olduğu, sedimentasyon değerlerinin (ml) karışımlarda(47 ml)
yalın çeşitlerden (47,2 ml.) daha düşük olduğu anlaşılmıştır. Verim ile metrekaredeki başak sayısı (-0.486**), başakta başakcık sayısı (-0.333**), olgunlaşma gün sayısı (-0.351**), çıkış gün sayısı (-0.334**), başakta tane
ağırlığı (-0.334**) ve bin tane ağırlığı (-0.349**) arasında önemli (P<0.01) negatif korelasyonlar saptanırken,
hektolitre ağırlığı (0.359**) önemli pozitif korelasyon (P<0.01) bulunmuştur. Karışımların ortalama dekara
gelirleri 613 TL/da iken, yalın çeşitlerin ise 629 TL/da olarak bulunmuştur. Karışımlara ve yalın çeşitlere ait
ortalamalar göz önünde bulundurulduğunda, karışımlarda en yüksek gelir K4 (% 30 Adana 99 + % 50 Sagittario
+ % 20 Odeskaya) konusundan elde edilmiştir(650 TL/da).
K4 konusunun verim, kalite ve dekara gelir yönünden yalın çeşitler ile rekabet edebileceği ve çiftçiye tavsiye
edilebileceği anlaşılmıştır
ANAHTAR KELİMELER: EKMEKLİK BUĞDAY, TARLA PAÇALLARI, TARIMSAL VE KALİTE
ÖZELLİKLERİ, KARLILIK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
46
BAZI ENTOMOPATOJEN NEMATODLARIN [STEİNERNEMA FELTİAE (09-31 İSOLATE)
AND HETERORHABDİTİS BACTERİOPHORA (09-43 İSOLATE)] PATATES BÖCEĞİ
[LEPTİNOTARSA DECEMLİNEATA (SAY) (COLEOPTERA: CHRYSOMELİDAE)]'NE
KARŞI ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Niyazi GÜLEÇ1, İlker KEPENEKCİ1, Turgut ATAY1, Hayriye Didem SAĞLAM2,
1Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, 2Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi,
Patates Böceği [Leptinotarsa decemlineata (Say) (Coleoptera: Chrysomalidae)] (PB) patates zararlıları içerisinde
en önemlilerinden birisi olup önemli miktarda ürün kayıplarına neden olmaktadır. Bu zararlının kontrolü için
kimyasal mücadele yöntemleri yaygın şekilde kullanılmaktadır. Yoğun pestisit kullanımının sonucu olarak çevre
ve insan sağlığında direk veya dolaylı olarak olumsuz etkiler ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle son yıllarda
kimyasal mücadeleye alternatif yöntemler üzerinde durulmaktadır. Biyolojik mücadele kapsamında
değerlendirilen entomopatojen nematod, fungus ve bakteriler bu kapsamda en fazla çalışılan gruplardandır.
Bunlar içerisinden entomopatojen nematodlar (EPN) konukçularını aktif olarak arayan tek gruptur. Bu çalışmada
iki Türkiye izolatı olan ve daha önce laboratuar şartlarında yürütülen çalışmalarda etkinliği ortaya konulan
Steinernema feltiae (09-31 izolat) ve Heterorhabditis bacteriophora (09-43 izolat)’nın PB’ne karşı etkinliği
ortaya konulmuştur.
Çalışmalar serada saksı denemesi şeklinde yürütülmüştür. Hem yeşil aksam hem de toprak uygulamalarında 25
IJs cm-2 olacak şekilde uygulama yapılmıştır. Kadavra uygulamalarında ise EPN’ler ile enfekte edilmiş Galleria
mellonella larvaları bitkilerin bulunduğu saksılar içerisine 2-3 cm derinlikte ve 2’şer adet olacak şekilde
yerleştirilmiştir.
Elde edilen sonuçlara göre toprak uygulamalarındaki en yüksek ölüm oranı S. feltiae (09-31 izolat) (65,23±4,45
ve 77,33±2,59)’da elde edilmiştir. Diğer uygulamalarda (yeşil aksam ve kadavra) ise düşük etki görülmüştür.
Kadavra uygulamalarındaki ölüm oranı %40’ı geçmemiş olup en yüksek ölüm oranı H. bacteriophora (izolat 09-43)’da %37,40±8,88 olarak belirlenmiştir. Yeşil aksam uygulamalarında da etki %30’un üzerine çıkmamış ve en
yüksek etki yine H. bacteriophora (izolat 09-43)’da 29,14±6,09 olarak bulunmuştur.
Elde edilen sonuçlara göre S. feltiae (izolat 09-31)’nın topraktaki etkinliği tarla şartlarında da ortaya
konulmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: ENTOMOPATOJEN NEMATODLAR, STEİNERNEMA,
HETERORHABDİTİS, PATATES BÖCEĞİ, LEPTİNOTARSA DECEMLİNEATA, BİYOLOJİK KONTROL
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
47
BAZI STANDART VE YEREL NAR ÇEŞİTLERİNİN ŞANLIURFA KOŞULLARINDAKİ
POMOLOJİK VE KİMYASAL ÖZELLİKLERİ
Sözel Bildiri / Tarim
Gökhan AKKUŞ1, Ferhad MURADOĞLU2, SİBEL AKKUŞ BİNİCİ3,
1GAP TARIMSAL ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ, 22Abant İzzet BAYSAL Üniversitesi Ziraat ve
Doğa Bilimleri Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü , 3AP TARIMSAL ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ,
Özet Nar (Punica granatum L.) meyvesi sahip olduğu besin ve sağlık değeri yanından gıda ve işleme
endüstrilerinde kullanılması ayrıca jöleler, boyalar ve kozmetik ürünlerin üretiminde ham madde olarak
kullanılan önemli bir meyve türüdür. Bu araştırma, Şanlıurfa yöresinde yetiştiriciliği yapılan standart ve yerel nar çeşitlerinin pomolojik ve kimyasal içeriklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. İncelenen standart ve yerel
çeşitlerde pomolojik özelliklerinden meyve ağırlığı 261-585 g; meyve kabuk kalınlığı 2.96-4.49 mm; kaliks boyu
21.78-31.24 mm olarak belirlenmiştir. Ayrıca SKÇM 14.0-17.1 ve pH 2.79-2.92 gibi bazı kimyasal özellikler de
tespit edilmiştir. Bunun yanında incelenen standart ve yerel çeşitlerin meyve eni, boyu, meyve hacmi, kalliks
yarıçapı, çekirdek sertliği, dane randımanı, üst odacık sayısı, alt odacık sayısı ve daneleme kolaylığı gibi
özellikleri belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: NAR, KİMYASAL ÖZELLİKLER, ŞANLIURFA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
48
BAZI SU KAYNAKLARINDAN SALMONELLA BAKTERİYOFAJININ İZOLASYONU VE
TANIMLANMASI
Sözel Bildiri / Gida
Işıl VAR1, Behzad HESHMATI2,
1Ziraat Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, Çukurova Üniversitesi, 01330, Sarıçam, Adana-Türkiye, 2Fen
Bilimleri Enstitüsü, Biyoteknoloji Anabilim Dalı, Çukurova Üniversitesi, 01330, Sarıçam, Adana-Türkiye,
Bakterilerin doğal antibiyotikleri olan bakteriyofajlar veya fajlar bakterilerin virüsleri olup zorunlu parazitlerdir.
Konak spesifitesi genel olarak suş, tür veya nadiren gen veya sınıf seviyesinde sağlanır. Fajlar konakçı hücre
içerisinde çoğalma yeteneğine sahip oldukları için bakteri üzerine faj uygulamalarında bakterilerin
parçalanmasına ve sonunda bakterilerin ölümüne neden olurlar. Bugüne kadar faj uygulamalarının güvenli olduğu ve insanlar için toksik olmadığı bilinmektedir. Faj konusunda araştırma yapan bilim adamları
çalışmalarını, fajları sağlık sektörünün yanı sıra gıda güvenliğinin sağlanması konusunda da incelemeler
yapmasına yöneltmiştir. Bakterilerin doğal düşmanı olarak görülmekte olan bakteriyofajlar; Salmonella, gibi
tehlikeli gıda kaynaklı patojenlerin kontrolünde geniş ölçüde kullanılabilen ajanlar olarak değerlendirilmektedir.
Salmonella Enterobacteriaceae familyasına ait, dünya çapındaki gıda kaynaklı hastalıkların önemli
nedenlerinden biri olup, gastrointestinal enfeksiyona neden olan bir patojenidir. Günümüzde diğer bir çok
patojende olduğu gibi Salmonella'nın bir çok türünde antimikrobiyallere ve özellikle ilaca karşı direnç büyük bir
problem olmaya başlamıştır. Antibiyotiklerin yerine kullanılabilecek bir alternatif olarak
bakteriyofajlarınkullanılması söz konusu olabilmektedir. Özellikle antibiyotiğe dirençli bakterilerin
enfeksiyonlarının tedavisinde litik fajların kullanımı; faj terapisi kapsamında ele alınmaktadır. Salmonella
bakteriyofajları atık su tesisleri, kanalizasyon, gübre, dışkı ve dışkı içerikleri gibi farklı kaynaklardan izole
edilebilmektedir. Bu nedenle bu çalışmada, Adana çevresinde var olan bazı su kaynaklarında Salmonella bakteriyofajının varlığının gösterilmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla faj izolasyonu yapılmış, vejetatif hücreler
üzerine etkisi gösterilmiş ve bu fajların tanımlamaları yapılmıştır.
Bu çalışmada, Salmonella bakteriyofajlarının izolasyonu için kanalizasyon, nehir ve göl suları kullanılmış ve toplamda 8 adet su örneği toplanmıştır. PSCs1, PSDs1 ve PSCs2 olarak adlandırılan Salmonella fajları sadece
kentsel kanalizasyon sistemlerinden izole edilmiş ve morfolojik olarak tanımlanırken, TEM mikroskobu
yardımıyla görselleştirilip karakterize edilmiştir. PSCs1 ve PSDs1'in kasılabilen kuyrukları ve icosahedral yapısı
Myoviridae familyasının morfolojik özelliklerini gösterirken, PSCs2'nin uzun kuyruklu ve icosahedral yapısında
olması nedeniyle Siphoviridae familyasına ait morfolojik özellikler gösterdiği görülmüştür.
Bu çalışmada, kentsel kanalizasyon sistemlerinden izole edilen PSCs1, PSDs1 ve PSCs2 üç farklı Salmonella
bakteriyofajın etkileri gıda ve su örneklerinden izole edilen Salmonella vejetatif hücreleri üzerine denenmiş ve
%100 etkili olduğu gösterilmiştir. Sonuç olarak, fajların insan, hayvan ve bitki hastalıklarında bakteriyel
patojenlerin hedeflenen biyolojik kontrolü için potansiyel sağladığı gözlemlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: SALMONELLA BAKTERİYOFAJ, ATIK SU, MORFOLOJİ, TEM
(TRANSMİSSİON ELECTRON MİCROSCOPY)
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
49
BAZI TIBBİ VE AROMATİK BİTKİLERDEN ELDE EDİLEN ESANSİYEL YAĞLARIN
GIDA KAYNAKLI PATOJENLER ÜZERİNE ANTİBAKTERİYEL ETKİSİ
Sözel Bildiri / Gida
Seda ALTUNTAS1, Aycan CINAR1, Oya KACAR2,
1Bursa Teknik Üniversitesi, 2Uludağ Üniversitesi,
Dünya çapında sayısız tıp ve bilim merkezi, patojenlerin antibiyotik direncini, insan ırkını tehdit eden en ciddi
kriz olarak görmektedir. Geçmişte atalarımızın esansiyel yağ, biyoaktif bileşen, fenolik bileşik, antioksidan,
antimikrobiyel gibi kavramları bilmeden hastalıkları iyileştirmede kullandıkları bitkiler, bugün aynı amaçla
yeniden önem kazanmıştır. Artan antibiyitok direnci nedeniyle, bakteri ve mantar enfeksiyonlarını kontrol etmek
için güvenli ve doğal yöntemler gereklidir. Bitkiler ve esansiyel yağları potansiyel yararlı antimikrobiyel ve antifungal bileşiklerdir. Ayrıca, bu bitkiler ve yağlar çok güçlü aromatik lezzet arttırıcılardır. Bitkisel esansiyel
yağların ana bileşenleri olan monoterpenler, karbonhidratlar, alkoller, fenoller, aldehitler ve ketonlar bu
bitkilerin biyolojik aktiviteleri ve kokularından da sorumludurlar. Bu çalışmada, tıbbi ve aromatik bitkiler olarak
bilinen biberiye (Rosmarinus officinalis L.), adaçayı (Salvia officinalis L), reyhan (Ocimum basilicum L) ve iki
nane türünden (Mentha piperita L, Mentha spicata L) elde edilen esansiyel yağlarının başlıca gıda kaynaklı
patojenler olan Staphylococcus aureus, Escherichia coli ve Listeria monocytogenes üzerindeki etkisi
araştırılmıştır.
Sonuçlar, M. piperita ’dan elde edilen esansiyel yağın test edilen tüm bakterilere karşı antimikrobiyel
aktivitesinin en yüksek olduğunu göstermiştir. Buna karşılık, M. spicata diğer nane yağına göre tüm bakterilerde
daha düşük bir inhibitör etki göstermiştir. L. monocytogenes biberiye ve adaçayı esansiyel yağlarına karşı en
dirençli bakteridir (zon oluşumu görülmedi).
Bu çalışma, bitkilerin antimikrobiyel aktivitelerinin bakteriyel türe bağlı olduğunu ve aynı cinse ait farklı bitki
türlerinin de inhibitör aktivitelerinin farklı olabileceğini ortaya koymuştur. Sonuç olarak, bazı tıbbi ve aromatik
bitkilerin esansiyel yağlarının kullanımı, gıdaların mikrobiyolojik kalitesini iyileştirmede yararlı olabilir.
ANAHTAR KELİMELER: İNHİBİTÖR AKTİVİTE, TIBBİ VE AROMATİK BİTKİLER, ESANSİYEL
YAĞ, GIDA KAYNAKLI PATOJENLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
50
BEESELF: KOLONİ YÖNETİMİ VE ÇÖZÜMLERİ SİSTEMİ
Sözel Bildiri / Tarim
Mustafa KÖSOĞLU1, Babacan UĞUZ2,
1Ege Tarımsal Araştırma Enstitüsü, 2Bab Görüntü Analiz Sistemleri,
Beeself arıların davranışının, gelişiminin ve veriminin matematiksel modelleme yöntemiyle teşhis edilmesini
sağlayan, koloni yönetimi için bir sistem yazılımıdır.
ANAHTAR KELİMELER: KOLONİ YÖNETİMİ, ARICILIK, SİSTEM YAZILIMI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
51
BESİN ALIMINDA FARKLI BİR BOYUT: HEDONİK BESLENME
Sözel Bildiri / Saglik
Büşra BAŞAKCI1, Dilek ONGAN2,
1Adnan Menderes Üniversitesi, 2İzmir Katip Çelebi Üniversitesi,
İhtiyaçların tatmini amacıyla soyut veya somut gereksinimlerin giderilmesi olan tüketim; yalnızca bir ürünü
temin etmek, ürünü temin ederken ürünle alakası olmayan ihtiyaçları da temin etmek veya öncelikli olarak
ürünle alakası olmayan ihtiyaçları temin etmek için yapılır. Öncelikli hedefin ürünle ilgisi olmayan ihtiyaçlar
olduğu hedonik tüketim, başlıca gıda ürünleri olmak üzere her alanda artarak devam etmektedir. Besinlerin
vücudun enerjiye ihtiyacının olmadığı durumlarda bile sadece haz almak için tüketilmesi hedonik beslenme
olarak adlandırılmaktadır. Hedonik beslenmenin artmasında sosyolojik, fizyolojik ve psikolojik pek çok faktör
rol oynamaktadır. Bu derlemenin amacı hedonik tüketimi etkileyen farklı faktörleri içeren genel bir çerçeve
çizmek ve Türkçe literatüre bu alanda katkı sağlamaktır. Bu amaçla PubMed, Google Scholar, Web of Science veri tabanları esas alınarak alandaki literatür taranmıştır. Taramada “hedonik tüketim” “hedonik beslenme”
“hedonik açlık” “yeme bağımlılığı” anahtar sözcükleri ve bu sözcüklerin ingilizce karşılıkları kullanılmıştır.
Tarama sonuçlarında güncel yayınlar ve tekrar edilebilirliği olan veriler gözden geçirmeye dahil edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: HEDONİK AÇLIK, İŞTAH, YEME BAĞIMLILIĞI, DOPAMİN, SEROTONİN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
52
BETA - SİTRONELLOL VE (-)-MENTON MONOTERPENLERİNİN İNSAN MEME
KANSERİ (MCF-7) HÜCRE HATTINDA SİTOTOKSİK ETKİLERİNİN İNCELENMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
SEVCAN MAMUR1,
1Yaşam Bilimleri Uygulama Ve Araştırma Merkezi, Gazi Üniversitesi, 06830, Ankara, Türkiye,
Monoterpenler, ilaç, gıda veya kozmetik endüstrisinde kullanılan, bitki esans yağlarının ana bileşenleridir.
Birçok terpenoid, antialerjik, antiviral, anti-inflamatuar ve antikanser gibi çeşitli farmakolojik aktiviteler sergiler.
Bazı araştırmacılar terpenlerin, önemli kanser kemopreventif ve kemoterapötik ajanlar olduğunu ortaya
koymuştur. Birçok terpenin sitotoksik etkisinden dolayı, bu bileşiklerin kanser hücrelerinin hayatta kalmasını
önlediği öne sürülmektedir. Bununla birlikte, bu bileşiklerin insan meme kanseri (MCF-7) hücreleri üzerine sitotoksik etkileri ile ilgili veriler sınırlıdır. Bu çalışmanın amacı, Beta-sitronellol (BS) and (-)-Menton (MNT)
monoterpenlerinin potansiyel sitotoksik etkilerini MCF-7 hücre hattında 24 ve 48 saat muamale sürelerinde MTT
testi ile incelemektir.
MCF-7 hücrelerine BS (2, 10, 50, 250, 1250 μg/mL) ve MNT (16, 80, 400, 2000, 10.000 μg/mL)’nin farklı
konsantrasyonları uygulanmıştır.
BS ve MNT, 24 saatlik uygulama süresinde tüm konsantrasyonlarda, (%) hücre canlılığını önemli düzeyde
azaltmıştır. Ayrıca 48 saatlik uygulamada, BS (250, 1250 μg/mL) ve MNT (16, 400, 2000, 10.000 μg/mL) (%)
hücre canlılığını anlamlı oranda düşürmüştür. BS’nin hücrelerin yüzde 50’sini öldüren (IC50) değeri 24 saatlik uygulamada 1250 μg/mL, 48 saatlik uygulamada ise 250 μg/mL konsantrasyonudur. Bununla birlikte MNT’nin
IC50 değeri, 24 saat için 80 μg/ mL’lik konsantrasyon, 48 saat için 2000 μg/ mL’lik konsantrasyon olarak
belirlenmiştir.
Sonuç olarak; BS ve MNT, MCF-7 hücreleri üzerinde her iki muamele süresinde de sitotoksik etki göstermiştir.
Farklı hücre hatları kullanılarak sitotoksisitenin belirlenmesine yönelik daha fazla çalışma yapılmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: MONOTERPEN, ΒETA-SİTRONELLOL, (-)-MENTON, MCF-7, MTT TESTİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
53
BİOEFFİCACY OF PLANT ESSENTİAL OİLS AGAİNST FUSARİUM WİLT OF PEAS
Sözel Bildiri / Tarim
Asfand IQBAL1, Aamir Shahzad GONDAL2, Gulshan IRSHAD1, Farah NAZ1,
1Department Of Plant Pathology, PMAS Arid Agriculture University, Rawalpindi, Pakistan, 2ANİMAL CARE
SCİENCES, LAHORE, PAKİSTAN,
Field surveys of University Research Farm Koont, PMAS Arid Agriculture University Rawalpindi and National
Agriculture Research Centre Islamabad confirmed Fusarium wilt of peas caused by Fusarium solani was 100%
prevalent in these locations. A total of 25 samples were collected and eighteen isolates of Fusarium solani were
recovered on potato dextrose agar (PDA) medium. Pathogenicity test was carried out to confirm the virulence of
recovered isolates.
The effect of different concentrations essential oils from clove, cumin, neem and tasmanian bluegum on the
growth of highly virulent isolate Fusarium solani was evaluated in vitro. Experiment was done in a completely
randomized design with four replications. Each treatment was applied to the fungus by diffusing through a paper
disc loaded with each treatment placed in the center of a plate containing PDA medium inoculated with spore
suspension of the fungus. Measuring the average diameter of F. solani growth inhibition zone around the paper
discs loaded with each of the treatments indicated all concentrations of essential oils significantly inhibit mycelial growth of the fungus compared to the negative control. Essential oil from tasmanian bluegum was most
effective followed by neem and clove while cumin essential oil was least effective. Results obtained highlight
the importance of this subject as it can offer the possibility of using plant essential oils in disease management
against soil-borne pathogens.
ANAHTAR KELİMELER: FUSARİUM SOLANİ, BİOLOGİCAL CONTROL, ESSENTİAL OİLS, PEA,
PİSUM SATİVUM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
54
BİR KÖPEKTE UNİLATERAL NEFREKTOMİ VE SİSTOTOMİ İLE SAĞALTILAN
ÜROLİTHİASİS VE NEFROLİTHİASİS OLGUSU
Sözel Bildiri / Saglik
Zeynep BOZKAN1, Zeynep BİLGEN ŞEN1, Gamze Sevri EKREN AŞICI2, Burak BULUT1, Murat
SARIERLER1, Ali BELGE1,
1Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Aydın, 2Adnan Menderes
Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Aydın,
Ürolithiasis üriner sistemde bulunan taşların sebep ve etkileri için kullanılan genel bir terimdir. Bu sendrom,
kalıtsal veya kongenital olabileceği gibi idrarla atılan metabolitlerin presipitasyonuna neden olan edinsel
patofizyolojik faktörlerden de kaynaklanabilir.
Olguyu, iştahsızlık, zayıflama ve çevreye karşı ilgisizlik yanı sıra son birkaç gündür hematüri ve strangüri
şikayeti ile kliniğe getirilen 25 kg canlı ağırlığında, 8 yaşlı, erkek Boxer ırkı köpek oluşturdu. Yapılan klinik ve
radyolojik muayeneler sonucunda hastada idrar kesesi ve böbrek düzeyinde büyük boyutlu taşlar bulunduğundan
şüphe edildi. Hastaya cerrahi girişim planlandı.
Abdomene paramedian laparatomi ile ulaşıldı. İnspeksiyonda sol böbreğin daha büyük, koyu renkte ve damarlı
yapısı, palpasyonda ise büyük taşların varlığı ile böbrek korteksinin inceldiği tesbit edildi. Böbreğe küçük bir
ensizyon ile nefrotomi yapıldı, taş görüldü, ancak taşın çıkarılamayacağı düşünülerek total nefrektomi
yapılmasına karar verildi. Ayrıca idrar kesesinde bulunan taşlar sistotomi yapılarak uzaklaştırıldı. Analiz sonuçlarına göre, kalsiyum-fosfat-karbonat taşı oldukları tespit edildi. Postoperatif dönemde 7 gün süreyle
cefazolin sodium (20 mg/kg, IM BID) ve diyet mama (Hills® Prescription diet s/d) önerildi.
Postoperatif 7. ve 21. gün kontrollerinde hastanın tüm kan değerlerinin normale döndüğü, iştahının düzeldiği,
idrar yapmakla ilgili bir probleminin kalmadığı görüldü. Hasta 1 yıl süreyle takip edildi ve bu süre zarfında
herhangi bir nüks ile karşılaşılmadı.
ANAHTAR KELİMELER: BÖBREK, CERRAHİ, DİYET, KALSİYUM-FOSFAT-KARBONAT TAŞLARI,
KÖPEK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
55
BİTKİ HASTALIKLARINA KARŞI BİYOLOJİK MÜCADELE ÇALIŞMALARINDA
KULLANILAN MİKROORGANİZMALARIN İNSAN SAĞLIĞI AÇISINDAN TAŞIDIĞI
RİSKLER
Sözel Bildiri / Tarim
Ümit ÖZYILMAZ1,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, Aydın, Türkiye,
Bu çalışmanın amacı; bitki hastalıklarına karşı biyolojik mücadele çalışmalarında kullanılan
mikroorganizmaların insan sağlığı açısından taşıdığı riskleri ortaya koymak, konu üzerinde çalışanların dikkatini
bu noktaya çekmek ve bundan kaçınmak için neler yapılabileceğini tartışmaktır.
Bitki koruma bölümünün fitopatoloji bilim dalı bitkilerde hastalıklara neden olan mikroorganizmalar üzerine
yoğunlaşmıştır. İstisnaları bulunmakla birlikte, genel anlamda, bitkilerde hastalık oluşturan etmenler
memelilerde hastalık meydana getirmezler. Ancak, çürümüş bitki parçaları ya da; işlenmiş, işlenmemiş, depolanmış veya tüketime hazır hale getirilmiş bitkisel ürünler üzerinde insan ile ilişkisi bulunan ve onları ciddi
düzeyde hastalandıran çeşitli mikroorganizmalar bulunabilmektedir. Fitopatoloji laboratuvarlarında çalışan
araştırıcılar bitki patojenleri ile çalıştıkları için çalışma alışkanlıkları açısından tıp ya da veterinerlik alanında
çalışanlara göre kendilerini daha güvende hissetmektedir.
Bitki hastalıklarının bitkiden izolasyonunda ve tanılanmasına kadar yapılan çalışmalarda gerek izolasyondan
gerekse kontaminasyon yoluyla gelip besi yerlerinde büyük kitleler halinde gelişen konu dışı çok çeşitli
mikroorganizma grupları vardır. Bununla birlikte, bitki hastalıklarına karşı yararlı mikroorganizmaların
kullanıldığı bir savaş yöntemi olan biyolojik mücadelede; bitki, kök, toprak, su gibi çeşitli kaynaklardan izole
edilen çok çeşitli mikroorganizmalar üzerinde çalışılmaktadır. Petride yapılan ikili kültür çalışmalarıyla
patojenlere etkili biyolojik savaş elemanı mikroorganizmalar (BSE) ile karşılaşmak çok olağandır. Bu
mikroorganizmaların ne olduğu çoğunlukla tanılamaya yönelik bazı çalışmaların sonunda belli olmaktadır.
Hatta, bu BSE’ler çalışmalar sırasında kitle şeklinde üretilerek, bitkiler üzerinde püskürtme/içirme gibi birçok
yöntemle izole edilmemiş koşullarda değerlendirilmektedir. Literatüre bakıldığında, bazı BSE’lerin isimleri aynı
zamanda insan hastalıkları ile de anılmaktadır. Bu mikroorganizmalar özellikle bağışıklık sistemi zayıflamış
insanlarda fırsatçı patojen olarak bilinirler ve ciddi zararlara neden olurlar.
Her ne kadar bu BSE’ler ruhsatlama aşamasını geçip son pestisit aşamasına ulaşamasa da, çalışmaların başında
elenmesi hem işgücü açısından hem de araştırıcıların sağlığı açısından oldukça önemlidir. Bu nedenle
yapılabilecek ön testler ile bu BSE’ler bitki hastalıklarına antimikrobiyal etki göstermiş olsalar bile çalışmaların
başında elenmelidir. Ayrıca her ne kadar bitki ile ilgili mikroorganizmalarla ilgilense de fitopatoloji laboratuvarında yapılan rutin çalışmalarda da bu tür mikroorganizmalar ile karşılaşılabileceği akıldan
çıkarılmamalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: BİYOLOJİK SAVAŞ, BİTKİ KORUMA, FİTOPATOLOJİ, İNSAN PATOJENİ,
FIRSATÇI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
56
BİTKİ VE BİTKİSEL ÜRÜNLERİN GÖZ ÜZERİNDEKİ İSTENMEYEN ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Saglik
Ayşe İpek AKYÜZ ÜNSAL1, Buket DEMİRCİ2,
1Adnan Menderes Üniversitesi, Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, 2Adnan Menderes Üniversitesi, Tıbbi
Farmakoloji Anabilimdalı,
Bitkisel ürünlerin popularitesi artmakta ve pek çok zor klinik durumun tedavisi için yeni umutlar vaat
etmektedir; ancak yanılgı olarak tedavinin güvenli bir yolu olarak kabul edilirler. Bununla beraber, yan etkilerini
düşünmeksizin kazara ya da besin desteği olarak maruziyet de mümkündür.
Bu yayında, pek çok bitkisel ürünün göz üzerine olan güvenliği, internet taraması ile gözden geçirilerek,
farkındalıkları arttırmak amaçlandı. Bu derleme başlıca insan vaka raporlarına dayanmakta, hayvanlardan elde
edilen raporlara veya deneysel çalışmalara yer verilmemiştir.
Bitki ve ürünlerinin yan etkileri ile ilgili vaka raporları pek çok farklı ülkeden bildirilmektedir; tahmin edileceği
üzere her kültür bitkilerin mucizevi tedavi edici gücünü umut etmekte ve inanmaktadır. Bu raporların kimisinde
ciddi kalıcı hasarlardan söz edilmektedir.
Herhangi bir molekülün ilaç adını almadan önce aşama aşama araştırılması gerektiği düşünülürse,
araştırılmaksızın kullanımda olan bu ürünler tüm dünyada yeni bir problem doğuruyor gibi görülmektedir. Buna
ilaven, bazı bitki ve ürünlerinin tüketilmesi, hastaların gerçek semptomlarını maskeleyerek, klinisyeni
yanıltabilir.
ANAHTAR KELİMELER: GÖZ, ZEDELEYİCİ, BİTKİSEL TEDAVİLER, FİTOTERAPİ, BİTKİ İZLEM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
57
BİYOGAZ İÇERİSİNDEKİ HİDROJEN SÜLFÜRÜN (H2S) BİYOLOJİK
DESÜLFÜRİZASYON METODU İLE GİDERİMİ
Sözel Bildiri / Cevre
Serdar KOYUNCU1, Sema ARIMAN2,
1Konya Büyükşehir Belediyesi, KOSKİ Genel Müdürlüğü, Konya/Turkey, 2Ondokuz Mayıs Üniversitesi/Samsun
Üniversitesi, Meteoroloji Mühendisliği Bölümü, Samsun/Turkey ,
Biyogazın enerji seviyesinin yükseltilmesi, taşınabilir hale getirilmesi ve taşıtlarda yakıt olarak kullanılabilmesi
için içinde enerji seyreltici olan, basınç altında depolama güçlüğü oluşturan ve nakil sistemlerinde korozyona
neden olan maddelerden arındırılması gerekmektedir. Biyogazın gaz motorları vasıtası ile elektrik enerjisine
dönüştürülmesi aşamasında biyogaz bünyesinde bulunan Hidrojen Sülfür (H2S) biyogazın yakılması esnasında SO2/SO3 haline dönüştüğünden biyogazdan giderilmesi gerekmektedir. Konya kentsel atıksu arıtma tesisi
1.000.000 kişi eşdeğeri nüfus ve 200.000 m3/gün atıksu debisine sahip, proseslerinde oluşan arıtma çamurları,
mezofilik anaerobik çamur çürütücülerinde stabilizasyonu ile biyogaz ve enerji geri dönüşümü sağlamaktadır.
Bu çalışmada, anaerobik çürütücü çıkışında toplanan biyogazın içerisindeki Hidrojen Sülfürün (H2S)’in gerçek
ölçekli Biyolojik Desülfürizasyon Prosesi ile giderimine ilişkin proses veriminin ortaya konulması
amaçlanmıştır.
Çalışmada; anaerobik çamur çürütücülerde (mezofilik) üretilen biyogaz debisi ve içerisindeki H2S ile Biyolojik
Desülfürizasyon Prosesinin H2S giderim verimi mevsimsel olarak incelenmiştir. Yapılan ölçümlerin aylık
ortalama değerleri hesaplanarak gerekli değerlendirmeler yapılmıştır. Bir yıl süre ile elde edilen veriler; üretilen
ortalama biyogaz debisi 18.000 – 22.000 m3/gün, üretilen biyogazın içerisindeki H2S konsantrasyonu 1.500 –
5.500 ppm ve Biyolojik Desülfürizasyon Prosesi çıkışındaki H2S konsantrasyonu ise 0 – 200 ppm aralıklarında
ölçülmüştür.
Bu çalışmada; Mevsimsel sıcaklık değişimi ile H2S konsantrasyonu ve Biyolojik Desülfürizasyon Prosesinin
verimi arasındaki ilişki incelenmeye çalışılmıştır. Elde edilen sonuçlara göre, mevsimsel sıcaklık değişimi ile
oluşan H2S arasında bir ilişki bulunmadığı belirlenmiştir. Biyolojik Desülfürizasyon Prosesinin veriminin ise
giriş H2S konsantrasyonuna bağlı olmadığı tespit edilmiştir. Ayrıca, üretilen biyogaz içerisindeki H2S
konsantrasyonları genellikle çok yüksek değerlerde olmasına rağmen, Biyolojik Desülfürizasyon Prosesi
çıkışındaki H2S konsantrasyonlarının istenen standart değerin ( ≤ 250 ppm) çok altında gerçekleştiği
gözlenmiştir. Sonuç olarak, tesiste anaerobik çamur çürütücülerin verimli işletildiği ve gerçek ölçekli Biyolojik
Desülfürizasyon Prosesinde % 96–100 aralığında verim elde edildildiği belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: HİDROJEN SÜLFÜR GİDERİMİ, DESÜLFÜRİZASYON, BİYOGAZ,
BİYOLOJİK ARITIM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
58
BİYOTEKNOLOJİK PROSESLERDE ÖLÇEK BÜYÜTME PROBLEMLERİ
Sözel Bildiri / Gida
Hatice KALKAN YILDIRIM1, Selvi İCİL1,
1Ege Üniversitesi,
Biyoteknolojik proseslerde ölçek büyütmede yaşanan problemleri ve bu problemleri etkileyen parametreleri
tanımlamaktır.
Biyoteknolojik proseslerde ölçek büyütmede yaşanan problemlere değinilmiştir.
Biyoteknolojik süreçlerde ölçek büyütmeye üzerinde mikroorganizmanın büyüme tipi, pervane tipi ve viskozite,
sürfaktan, çözünmüş oksijen, ajitasyon ve havalandırma gibi parametrelerin etkileri gözlenmiştir.
İncelenen çalışmalar neticesinde, şartlar optimize edilip biyoteknolojik prosesleri etkileyen faktörler bilinirse ve
anlaşılırsa başarılı bir ölçek büyütme gerçekleştirilmiş olur.
ANAHTAR KELİMELER: BİYOTEKNOLOJİ, FERMENTASYON, PARAMETRE, PROBLEM, ÖLÇEK
BÜYÜTME
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
59
BİZİ MİKROALG KURTARACAK
Sözel Bildiri / Cevre
GÖKNUR ŞİŞMAN AYDIN1,
1EGE ÜNİVERSİTESİ,
Kuşkusuz, iklim, enerji ve gıda güvenliği, insanlığın bu yüzyılla yüzleştiği en büyük zorluklardır. Öte yandan,
dünyamızın karşı karşıya bulunduğu önemli sorunlardan diğer iki tanesi şüphesiz su kirliliği ve temiz su
ihtiyacıdır. 20. yüzyılda, su tüketimi dünya çapında beş kat artmıştır. Bunun anlamı, daha çok atıksu ve daha çok
su kirliliğidir. Bu nedenle arıtma performanslarını arttıracak yeni yöntem ve tekniklerin geliştirilmesi için
çalışmalar yapılması kaçınılmaz hale gelmiştir. Ancak, yeni ve ileri arıtma sistemlerinin kullanılmasından ziyade
arıtma tesislerinin yükünün azaltılmasına yönelik çalışmaların hız kazanması daha ekonomik ve etkili bir çözüm
yolu olarak gözükmektedir. Bu sayede hem yeniden kullanım ile su kaynaklarının korunması hem de atık su
yükünün azaltılması, atıksu arıtım veriminin arttırılması ve tekrar kullanımı sağlanabilir.
Mikroalgler besin zincirinin ilk halkasını oluşturması ve sucul ekosistemin en temel parçası olmasının yanı sıra;
sağlık, gıda maddesi, kozmetik, ilaç, biyo-materyal (dolgu maddesi ve biyoplastik), atık su arıtma, ağır metal
giderimi, hayvan yemi, biyo-izleme materyali ve ekotoksikolojik testler gibi birçok farklı alanda sıklıkla
kullanılırlar. Ayrıca, mikroalg tabanlı biyoyakıt üretimi son zamanlarda oldukça dikkat çekmektedir ve fosil yakıtların yerini alma potansiyeline sahiptir. Mikroalg temelli arıtma sistemleri, evsel atıkları, endüstriyel
atıkları, agro-endüstriyel atıkları ve hayvan atıklarını arıtabilir. Ayrıca, gıda işleme fabrikalarından çıkan atık
sular ve diğer tarımsal atıklar gibi diğer atıkların mikro-alg temelli arıtma sistemleri arıtılabilir. Ayrıca, ağır
metalin (kurşun, kadmiyum, cıva, kalay, arsenik vb) uzaklaştırılması için yosun bazlı arıtma sistemi de
geliştirilmektedir.
Sürdürülebilir çevre açısından: etkin maliyeti, düşük enerji gereksinimi, yararlı biyokütle üretimi, çamur
oluşumunda azalma, ağrı metallerin uzaklaştırılmasındaki başarısı ve arıtma verimliliğinin yüksek olması gibi
özellikleri sayesinde atıksu arıtımında mikroalg kullanılmasının önemli katkıları olacaktır.Görünüşe göre
mikroalg, gelecek 100 yıl içinde en temel konu olacak ve mikroalg teknolojisinin gelişmesiyle yeşil bir devrim
gerçekleşecektir.
ANAHTAR KELİMELER: MİKROALG, EKOTEKNOLOJİ, ARITMA, BİYOYAKIT
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
60
BOLU ATMOSFERİNDE BULUNAN BİYO-AEROSOLLERİN GERÇEK ZAMANLI
KANTİTATİF PCR İLE BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Cevre
Fatma ÖZTÜRK1, MERVE AKTÜRK1, NAAMA LANG-YONA2, YINON RUDICH2,
1BAIBU MMF CEVRE MUHENDISLIGI BOLUMU, 2Weizmann Institute Of Science, Department Of
Environmental Sciences,
Bu çalışmanın ana amacı Bolu il merkezinde trafiğin ve şehirleşmenin yoğun olduğu bir alana konuşlandırılan
istasyonda toplanan PM örneklerinin mikrobiyolojik kompozisyonunun belirlenmesidir
Cyanobacteria, Proteobacteria, Firmicutes, Bacteroidetes, Actinobacteria ve Ice Nucleating bacteria örneklerde
en yaygın olarak belirlenen bakteri türleri olarak bulunmuştur. Bunun yanında, Alternaria alternata,
Cladosporium cladosporioides, Epicoccum nigrum, Aspergillus ve Paecilomyces varioti örneklerde baskın olan
fungi türleridir.
Çalışmada belirlenen fungi ve bakteri türlerinin kayda değer zamansal değişim gösterdikleri belirlenmiştir.
Gözlemlenen bu zamansal değişime hava hareketlerin de etkili olduğu saptanmıştır. Çalışmanın diğer hava
kirleticilerini de içerecek şekilde daha uzun süre ile gerçekleştirilmesi biyo-aerosollerin kaynaklarının daha
yüksek hassasiyetle belirlenmesini sağlayacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: PM10, BİYO-AEROSOL, Q-PCR, BOLU
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
61
BOLU MASİFİ (TÜRKİYE) METAGRANİTLERİ ÜZERİNDE OLUŞMUŞ BİR TOPRAK
PROFİLİNİN GENESİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Hüseyin EKİNCİ1,
1ÇANAKKALE ONSEKİZ MART ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ TOPRAK BİLİMİ VE BİTKİ
BESLEME BÖLÜMÜMÜ,
Bolu il sınırlarına dahil olan Bolu masifi, genellikle granitik kayaçları içermekte ve doğu-batı uzanımlı
yükseltilerden oluşmaktadır. Yörede yıllık yağış 700 mm’nin üzerinde ve kış ayları yoğun kar yağışlıdır. Yağış
ve sıcaklık gibi iklim faktörlerinin yanında topoğrafik yapı, yöredeki ayrışma ve toprak oluşumuna yön
vermektedir. Bu çalışmada, metagranitler üzerinde oluşmuş bir toprak profilinde ayrışma oranları ve toprak
oluşumu incelenmiştir.
Çalışma alanında incelenen profilin açılması ve morfolojik tanımlamaları ile horizon esasına göre toprak
örneklerinin alınması Soil Survey Staff, (1993) de belirtilen esaslara göre yapılmıştır. Alınan bozulmuş toprak
örneklerinde; Toprak rengi farklı nem içeriklerinde Japon tipi Munsell toprak renk skalası ile, toprak tekstürü bozulmuş toprak örneklerinde Bouyoucos(1951) Hidrometre yöntemi ile (Gee and Bauder, 1986), elektiriksel
iletkenlik (EC), EC metre ile, pH , 1:2.5 toprak-su ve toprak-KCI karışımında cam elektrodlu digital pH metre
ile, kireç Scheibler Kalsimetresi yöntemi (Leoppert ve Suarez. 1996) ile, Katyon Değişim Kapasitesi (KDK)
sodyum asetat ekstraksiyonu (U.S. Salinity Lab. Staff, 1954) yöntemi ile, organik karbon (OC) modifiye edilmiş
Lichterfelder yaş yakma (Schlichting ve Blume, 1966) yöntemine göre yapılmıştır (Sağlam, 2008). Detay kil
analizi kalitatif olarak X-Işını Kırınımı (XRD) yöntemine göre ÇOMÜ Merkez laboratuvarında yapılmıştır
(Whitting ve Allardice, 1986). SEM analizleri katı ve film halindeki numunelerin altın veya karbon kaplama
işlemine tabi tutulduktan sonra yüzey analizleri ve EDS sistemi ile de element dağılım analizleri yapılmıştır.
Total elementlerin oksit formları, 60 oC de kurutulan ve 80 mesh’lik elekten elenen 80 g’lık toprak örneklerinde
XRF ile belirlenmiştir. İncelenen toprak profili, morfolojik tanımlamalar ve laboratuvar analiz sonuçlarına göre
(Soil Taxonomy, (2014) uluslararası toprak sınıflandırma sistemine göre sınıflandırılmıştır.
Bu amaçla kimyasal alterasyon indeksi (CIA), bazlar/R2O3 ve plajioklas alterasyon indeksi (PIA) gibi indeksler
kullanılmıştır. Bunun yanında toprak profilinin bazı horizonlarında XRD analizleri de yapılmıştır. İncelenen
profilde CIA indeksi 65,9-79,99 arasında, PIA indeksi 54,07-67,1 arasında ve bazlar/R2O3 oranı da 0,29-0,44
arasında belirlenmiştir.
Elde edilen sonuçlar, incelenen toprak profilinde dekalsifikasyon işleminin kısmen tamamlandığını, az - orta
derecede yerinde ayrışmanın varlığını ve bunun daha çok feldspatların kile alterasyonu şeklinde olduğunu
göstermiştir.
ANAHTAR KELİMELER: METAGRANİT, TOPRAK OLUŞUMU, BOLU
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
62
BUĞDAYDA TANE DOLUM DÖNEMİNDEKİ YÜKSEK SICAKLIĞIN PROTEİN
YAPISINA ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Osman EREKUL1, Ali YİĞİT1,
1Adnan Menderes Üniversitesi,
Yüksek sıcaklık stresi bitkilerde önemli oranda verim kayıplarına neden olan önemli çevresel etmenlerden
birisidir. Buğday bitkisinin generatif gelişme dönemlerinde açığa çıkan stres koşulları bitkide depo edilen besin
maddelerinin taneye taşınmasını engellemektedir. Yüksek sıcaklık nedeniyle ortaya çıkan polen fertilitesi
başakta tane sayısını azaltarak verimi düşürmektedir.
Çiçeklenme ve tane dolum dönemleri arasındaki sıcaklıklar tane iriliği, nişasta miktarı ve protein miktarında
önemli değişikliklere yol açması nedeniyle ekmeklik buğday kalitesini de etkilemektedir. Sıcaklık stresi sonucu
olarak gluten proteinini oluşturan gliadin/glutenin fraksiyonları oranındaki düşüşler hamur özelliklerini olumsuz
etkilemektedir. Stres koşullarına dayanıklılık mekanizmalarından olan antioksidan savunma sistemi, ısı şok
proteinleri ve bayrak yaprağın yeşil kalma süresi bitkinin genetik özelliklerine göre değişmektedir.Yüksek sıcaklık stresi koşullarında yüksek verim ve kaliteli ekmeklik buğday çeşitlerinin geliştirilmesine neden olacak
mekanizmaların araştırılması dayanıklı çeşitlerin geliştirilmesine olanak tanımaktadır.
Yapılan bu araştırmada; buğday bitkisinde yüksek sıcaklıkların bitki fizyolojisine etkileri araştırılarak özellikle
tane dolum dönemi boyunca besin elementlerinin taşınması, gluten protein fraksiyonları ve ısı şok proteinlerinin
değişimleri incelenerek protein ve ekmeklik kalitesine olan etkileri incelenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: YÜKSEK SICAKLIK, BUĞDAY, PROTEİN, GLUTEN, ISI ŞOK PROTEİNİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
63
BURDUR HALK PAZARI VE UCUZLUK PAZARLARINDAN ALINAN KOZMETİK
ÜRÜNLERİNDE AĞIR METAL ANALİZİ
Sözel Bildiri / Saglik
Hale CANBAY1, Mahmut DOĞANTÜRK1,
1BURDUR MEHMET AKİF ERSOY ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışmanın amacı; Burdur halk pazarından ve farklı ucuzluk pazarlarından alınan kozmetik ürünlerde,
Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Kozmetik ürünlerde Ağır Metal Safsızlıklarına İlişkin Kılavuzda yer alan
Pb, As, Cd, Hg, ve Sb ağır metallerin varlığının ve miktarlarının belirlenmesidir.
No Sb (µg/g) Hg (µg/g) As (µg/g) Pb (µg/g) Cd (µg/g) 1 - - - - 2 - - - - 2,481 ± 0,017 3 - - - - 3,809 ± 0,002 4 - - -
- 2,456 ± 0,043 5 - - - - 1,920 ± 0,481 6 - - 0,249 ± 0,020 - 5,851 ± 0,140 7 - - 0,373 ± 0,040 - 1,599 ± 0,030 8 - -
0,396 ± 0,110 14,349 ± 2,743 6,665 ± 0,008 9 - - - - - 10 - - - - - 11 - - - - 8,995 ± 0,110 12 - - - - 4,499 ± 0,051
13 - - - - - 14 - - - 0,477 ± 0,012 - 15 - - - 5,321 ± 1,600 - 16 - - - 3,968 ± 1,703 - 17 - - - 3,845 ± 0,527 - 18 - - -
2,375 ± 0,014 - 19 - - - - - 20 - - - - -
Çalışmamızda yer alan Sb ve Hg tespit edilmemiştir. As için verilen sınır değer, 5 ppm’dir. Örneklerde bulunan
miktar bu sınır değerin altındadır. Ancak üç numunede As tespit edilmiştir. As ve bileşikleri, Uluslararası Kanser
Araştırma Ajansı (International Agency for Research on Cancer-IARC), Grup 1 “insan karsinojeni” grubunda
yer almakta, ayrıca hemotopoietik sistem, kardiyovasküler sistem, akciğerler, karaciğer ve böbrekler, diğer
organlar hedef almaktadır [4]. Pb için sınır değer, 20 ppm’dir. Örneklerde ölçülen değerler sınır değerden küçüktür ama numunelerin altısında Pb tespit edilmiştir. Pb, merkezi sinir sistemi, böbrekler ve hematopoietik
(kan yapıcı) sistem dâhil olmak üzere birçok organ ve sistem üzerinde istenmeyen etkilere neden olmakta,
özellikle hamileler/fetüs, bebek ve çocuklar yüksek riskli grubu oluşturmaktadır [4]. Cd için sınır değer, 5
ppm’dir. 20 numunenin üçünde sınır değerin üstünde, altı örnekte ise bu değerin altında çıkmıştır. Cd ve
bileşikleri, As gibi Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı IARC tarafından yapılan değerlendirmede Grup 1
“insan karsinojeni” grubunda yer almaktadır [4].
ANAHTAR KELİMELER: KOZMETİK ÜRÜNLERİ, AĞIR METAL, TOKSİSİTE, ICPOES,
MİKRODALGA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
64
BURSA’DA KENTSEL KATI ATIK YÖNETİMİNİN ÇEVRESEL YÜKÜNÜN YAŞAM
DÖNGÜSÜ DEĞERLENDİRMESİ YÖNTEMİYLE ANALİZİ
Sözel Bildiri / Cevre
Güray SALİHOĞLU1, Zehra POROY1, Nezih Kamil SALİHOĞLU1,
1Uludağ Üniversitesi, Çevre Mühendisliği Bölümü,
Bursa kentinde uygulanan katı atık yönetim modeli, kentin atık yönetim ihtiyaçlarına yanıt verirken, aynı
zamanda çevre üzerinde bir yük oluşturmaktadır. Bu çalışmada Bursa’da kentsel katı atık yönetiminden
kaynaklanan çevresel yükün analiz edilmesi ve bu yükü azaltmak için yapılması gerekenlerin belirlenmesi
amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda Bursa kentinin mevcut katı atık yönetim modeli için yaşam döngüsü
değerlendirmesi yapılmış, kentsel katı atığın mevcut yönetim modeli içerisindeki toplama, taşıma, düzenli depolama ve enerji eldesi süreçleri sonucunda oluşturduğu çevresel yükler belirlenmiştir. Çalışmada öncelikle
mevcut katı atık yönetiminde yer alan tüm aşamalar için sistem sınırları ve detaylandırılma düzeyi belirlenmiştir.
Sistem sınırları içerisindeki tüm aşamalar için girdi ve çıktı analizi yapılmış, gerçekleşen enerji, su, hammadde
kullanımı ve bunlara bağlı çevresel emisyonlar belirlenmiştir. Bu aşamada saha araştırmaları, yerinde
incelemeler ve resmi başvurular yoluyla veri toplama çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Bulgular, SimaPro Yaşam
Döngüsü Değerlendirmesi programı, USEPA LandGEM Modeli ve SPSS istatistik programı yardımıyla
değerlendirilmiştir.
Yenikent depolama alanında depolanan yıllık atığın çevresel yükünün yaklaşık 44 milyon ton CO2 eşdeğeri/yıl
olduğu, bunun yalnızca yaklaşık 1,5 milyon ton CO2 eşdeğeri/yıl olan kısmının toplama & taşıma, saha işletimi
ve sızıntı suyu arıtımından kaynaklandığı belirlenmiştir. Enerji üretim tesisiyle azaltılan toplam emisyonun 0,497
milyon ton karbondioksit eşdeğeri/yıl düzeyinde olduğu hesaplanmıştır. Bursa’da 1 yılda üretilen ve depolanan
kentsel atıkla bağlantılı çevresel etkinin 2.288.979 kişinin 1 yıllık tüm üretim ve tüketim faaliyetlerinin çevresel
etkisine denk olduğu görülmüştür. Alt bileşenlerin oluşturduğu çevresel yük birbirleriyle kıyaslandığında atık
taşımadan kaynaklanan çevresel yükün diğer alt bileşenlerden yüksek olduğu görülmüştür. Deponi gazının
elektrik enerjisi olarak geri kazanımı sistemdeki toplam yükü azaltmaktadır.
Bu çalışmada çevresel etkinin en büyük kısmının (>%99) üretilen kentsel atığın depolama alanlarında
depolanıyor oluşundan kaynaklandığı görülmüştür. Sürdürülebilir kalkınma anlayışına hizmet eden bir katı atık
yönetiminde geri kazanılabilir atıkların depolanması gibi bir kavram bulunmamaktadır. Ancak mekanik-
biyolojik işleme tesislerinde (MBT) işlem görmüş atıklardan kalan fraksiyonun depolanması söz konusu
olmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: LCA, KÜRESEL ISINMA, DEPONİ GAZI, ENERJİ ELDESİ, GERİ KAZANIM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
65
BÜYÜK MENDERES DELTASI TOPRAK ÖZELLİKLERİNİN ZAMANSAL DEĞİŞİMLERİ
Sözel Bildiri / Tarim
Birce Beliz HAMUT1, Levent ATATANIR1,
1AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ,
Büyük Menderes Nehrinin taşıdığı sedimentleri Ege Denizi içerisinde biriktirmesi sonucu meydana gelmiş olan
Büyük Menderes Deltası ülkemizdeki önemli milli parklardan biridir. Delta yoğun tarımsal faaliyetlerin baskısı
altındadır. Gelgit, taşkın ve tarımsal uygulamalar ise delta topraklarında değişimlere sebep olabilecek
unsurlardır. Fiziksel ve kimyasal toprak özelliklerindeki değişimler alandaki fauna ve flora çeşitliliğini
etkilemektedir. Bu çalışma, Büyük Menderes Deltasında 10 yıl önce tespit edilmiş ve coğrafi bilgi sistemi
ortamına aktarılmış olan toprak özelliklerinin günümüzde aynı noktalardan yapılan örneklemeleri sonucunda
meydana gelen değişimlerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Çalışma alanında 1x1 km’lik grid ağında 0-30
ve 30-60 cm derinliklerdeki toprak örneklerinden elde edilmiş olan analiz sonuçları veri tabanına ilave bilgi olarak aktarılmıştır. Geçen süre içerisinde toprak parametrelerinde ortaya çıkan değişimler haritalarla ve alansal
verilerle ortaya konulmuştur.
ANAHTAR KELİMELER: BÜYÜK MENDERES DELTASI, TOPRAK ÖZELLİKLERİ, ZAMANSAL
DEĞİŞİM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
66
BÜYÜK MENDERES NEHRİNİN DÖNEMSEL PESTİSİT KİRLİLİĞİNİN BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Cevre
Alican GAVCAR1, Cafer TURGUT2, Perihan Binnur Kurt Karakuş3,
1Adnan Menderes Üniversitesi , 2Adnan Menderes Üniversitesi, 3Bursa Teknik Üniversitesi,
Ülkemizde ve Dünya’da birçok nehir arıtmasız kentsel ve fabrika atıksuları, bilinçsiz tarımsal uygulamalar gibi
birçok yolla kirlenmektedir. Tarımsal açıdan kirliliğin başında da pestisit kirliliği gelmektedir. Bu çalışmanın
amacı bölge için önemli bir sulama suyu kaynağı olan Büyük Menderes Nehrindeki dönemsel pestisit kirliliğini
belirlemek, sulama suyu olarak kullanılmasının bitkiler üzerine etkilerini gözlemlemek için ekotoksikolojik
testler yapmak ve bitki içindeki modele göre taşınımını göstermektir. Aydın ve Denizli il sınırları içinde kalan
nehir üzerinden 8 farklı noktadan yaz ve kış olmak üzere iki farklı dönemde su ve sediment örnekleri alınıp
analiz edilmiştir. Toplamda 41 adet pestisit ve metaboliti tespit edilmiş ve tespit edilen pestisitler arasında
yasaklı pestisitler olup bunların içinde OCP grubu pestisitlerede rastlanılmıştır. Su örneklerinde en yüksek ortalama konsantrasyon yaz döneminde 3226,9 ng/L ile endosülfan görülürken sediment örneklerinde ise kış
döneminde 289,9 ng/g ile pyrimethanil olmuştur.
ANAHTAR KELİMELER: PESTİSİT, BÜYÜK MENDERES, KALINTI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
67
CAMBİO’ NUN CHLORELLA VULGARİS GELİŞİMİ VE ANTİOKSİDAN
PARAMETRELERİ ÜZERİNE ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Cevre
Şükrüye ER1, Hatice TUNCA1, Ali DOĞRU1, Tuğba ONGUN SEVİNDİK1,
1Sakarya Üniversitesi,
Hızla artan dünya nüfusunun gıda sorununa çare bulabilmek adına gıda kayıplarını azaltmak, ürün kalitesini ve
miktarını azalan tarım alanlarına rağmen artırabilmek için çeşitli önlemler alınmaktadır. Bu nedenle de başta
kullanım alanı tarım olmak üzere hayatımıza giren herbisitler maalesef aquatik sistemleri de direkt yada dolaylı
olarak etkilemektedir. Sucul besin zincirinin ilk halkasını oluşturan alglerin herbisit duyarlılıkları hakkında çok
az bilgi bulunmaktadır. Bu nedenle, bu çalışmada Chlorella vulgaris algi Cambio herbisitinin farklı konsantrasyonlarına maruz bırakılmıştır. Böylece bu maddenin C.vulgaris üzerindeki etkisinin klorofil-a miktarı,
OD560 ve antioksidan parametrelerindeki (toplam SOD, APOD, GR, Prolin, MDA ve H2O2) değişimden
belirlenmesi hedeflenmektedir.
7 gün boyunca ölçülen herbisit uygulanmış kültürlerin artan konsantrasyonlara bağlı alg miktarları artış gösterse de, anlamlı değişiklikler OD560 absorbansı için 1., 3. Ve 4. günde, klorofil a için ise 3-7. Günler arasında
gözlenmiştir (p<0.05). C.vulgaris kültürlerinde SOD enzim aktivitesi tüm uygulanan Cambio konsantrasyon
uygulamalarında istatistiksel olarak anlamlı azalmıştır (p<0.05). GR, APOD enzim aktiviteleri ile MDA ve
H2O2 içerikleri Cambio uygulaması ile istatistiksel olarak değişmemiştir (p<0.05) Prolin içerikleri 100, 200,
300, 400 ve 500 µg mL-1 konsantrasyonlarında Cambio uygulaması ile anlamlı bir değişiklik olmamıştır
(p<0.05).
Bu çalışmada artan Cambio konsantrasyonlarına bağlı olarak biyokütle ve klorofil-a miktarında artış
gözlenmiştir. Antioksidan enzim parametreleri konsantrasyona göre farklı düzeylerde değişiklik göstermiştir.
Cambio herbisitinin Chlorella vulgaris algi üzerinde stres oluşturduğu, herbisitin alg tarafından substrat olarak
kullanabileceğini düşündürmektedir. Herbisitlerin kullanımı esnasında bu çalışmada kullanılan
konsantrasyonların baz alınması, herbisit kirliliğini önleyici bir adım olabilir.
ANAHTAR KELİMELER: CAMBİO, ANTİOKSİDAN ENZİM, HERBİSİT, CHLORELLA VULGARİS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
68
CHARACTERİZATİON OF PLANT GROWTH PROMOTİNG RHİZOBACTERİA AND
THEİR ANTAGONİSM AGAİNST PHYTOPHTHORA CAPSİCİ AFFECTİNG CHİLLİ
PEPPER (CAPSİCUM ANNUM L.) FROM PUNJAB, PAKİSTAN
Sözel Bildiri / Tarim
Sajjad HYDER1, Nida FATİMA1, Muhammad İNAM-UL-HAQ1,
1PMAS Arid Agriculture University,
Rhizobacteria play a significant role in disease suppression and plant growth promotion in various crops.
Phytophthora capsici is a notorious agent which infects the crops in early and late growth stages.
In the present study, two isolates of P. capsici (accessions MF322868 and MF322869) were found virulent to
locally cultivated chilli pepper causing damping-off. To manage the disease biologically, Out of 15 isolated chilli
rhizobacterial strains, 08 were found potential antagonist to P. capsici in vitro. Bacteria with strong antifungal
potential were subjected to biochemical and molecular analysis. All tested isolates were positive for HCN production and catalase test and Indole-3-acetic acid (IAA) production ranged (6.10-56.23 µg mL-1) while
siderophore production varied between 12.5 to 33.5%. The 16S rRNA-sequence analysis of tested rhizobacterial
isolates present 97 to 100% identity with Pseudomonas putida, P. libanensis, P. aeruginosa, Bacillus subtilis, B.
megaterium, and B. cereus sequence database available (https://www.ncbi.nlm.nih.gov/). All sequences of
identified rhizobacteria were submitted to GeneBank for accessions. Greenhouse studies concluded that all tested
bacterial strains suppressed the P. capsici infections (52.3-63%) and significantly enhanced the plant growth
characters in chilli pepper.
Efficacy of many of these tested rhizobacteria is first time reported against oomycetes from Pakistan.
ANAHTAR KELİMELER: ANTAGONİSM, CHİLLİ PEPPER, GROWTH PROMOTİON, MOLECULAR
DİVERSİTY, RHİZOBACTERİA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
69
ÇAYLARIN FENOLİK İÇERİĞİNİN BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Gida
Büşra ÇAKALOĞLU1, Emine NAKİLCİOĞLU-TAŞ1, Semih ÖTLEŞ1,
1Ege Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü,
Çay, ülkemizde ve dünyada tüketimi oldukça yaygın olan bitkidir. Çay üretiminin çoğu, fermente çay yaprakları
olarak bilinen siyah çaydan oluşmaktadır; fermente olmamış çay yaprakları ise yeşil çay olarak tüketilmektedir.
Üretimi az ve çok değerli olan beyaz çay, çay filizlerinin oluşumundan itibaren toplanması ile elde edilir.
Bu çalışmada piyasadan temin edilen beyaz, yeşil ve siyah poşet çayların infüzyon yöntemiyle demlenmesinden
elde edilen ekstraktlara TFM (toplam fenolik madde), TFC (toplam flavonoid miktarı), DPPH ve FRAP
analizleri uygulanmış ve çayların fenolik madde miktarları ve antioksidan aktiviteleri karşılaştırılmıştır.
Sonuçlar, aralarında anlamlı bir fark olup olmadığını belirlemek için istatistiksel olarak değerlendirilmiştir.
TFM miktarları sırasıyla beyaz, yeşil ve siyah çayda; 90.26±0.06, 87.86± 0.4, 77.96±0.04 mg GAE/g olarak
belirlenmiştir. En yüksek fenolik ve flavonoid bileşen miktarlarının (31.45± 2.05 mg (+)-CE/g) beyaz çay da
bulunduğu tespit edilmiştir. Beyaz çayı, yeşil ve siyah çay (22.33± 0.77 ve 19.90± 0.24 mg (+)-CE/g) izlemiştir.
Örneklerin DPPH yöntemiyle belirlenen % inhibisyonları %67.94± 1.82 - %74.15± 0.53 arasında olup en yüksek
inhibisyon siyah çaya aittir. FRAP yöntemine göre en yüksek antioksidan aktiviteye beyaz çay (3.74± 0.22 mmol
FeSO4/g) ve yeşil çayın (3.87± 0.01 mmol FeSO4/g) sahip olduğu belirlenmiştir.
Fenolik bileşenler ve flavonoid içeriği açısından yeşil ve siyah çaya göre daha zengin olan beyaz çay;
antioksidan aktivitesine bakıldığında birinciliği yeşil çayla paylaşmış, DPPH ile belirlenen antioksidan aktivitede
ise siyah çay öne çıkmıştır. Bu çalışma, son zamanlarda tüketimi hızla artmakta olan ancak hakkında ülkemizde
yapılmış çalışma sayısı çok az olan beyaz çayın tanınmasına katkı sağlayacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: ANTİOKSİDAN AKTİVİTE, ÇAY, FENOLİK MADDE.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
70
ÇEŞİTLİ AKVARYUM BALIKLARININ RENKLENMESİNDE PİGMENT KAYNAĞI
OLARAK KULLANILAN MİKROALG TÜRLERİ
Sözel Bildiri / Tarim
Onur KARADAL1, Derya GÜROY2, Betül GÜROY2,
1İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi, Yetiştiricilik Bölümü, 35620, Çiğli, İzmir,
Türkiye, 2Yalova Üniversitesi, Armutlu Meslek Yüksekokulu, Gıda İşleme Bölümü, 77500, Armutlu, Yalova, Türkiye,
Bu çalışmada, su ürünleri yetiştiriciliğinde besleme açısından önemli olan mikroalg türlerinin akvaryum
balıklarının renklenmeleri üzerine olan etkileri sunulmuştur.
Balıklarda renk oluşumu, bazen fiziksel olarak ışığın kırılması ve yansımasıyla, bazen de alt deride bulunan
pigmentler sayesinde gerçekleşmektedir. Doğal olarak parlak ve canlı bir görünüme sahip balıkların renklerinde
güneş ışığına sürekli maruz kalma, klor, açlık, pH, stres, zehirli maddeler, su parametreleri ve su kalitesinin
düşük olması gibi çeşitli etkenler nedeniyle solma görülebilir. Bu faktörler, sudaki karotenoidlerin azalmasına
sebep olabilir. Balıklar, karotenoid pigmentlerini kendi vücutlarında sentezleyemezler ve renklerini korumak için tükettikleri yemler ile karotenoidleri almaları gerekmektedir. Karotenoidler temel olarak bitkilerde, alglerde,
fotosentetik bakterilerde ve fotosentetik olmayan bazı bakterilerde bulunan ve yağda çözünen pigmentler
sınıfında yer almaktadırlar. Mikroalglerin içerdikleri en önemli pigmentler arasında, β-karoten, fikosiyanin,
astaksantin ve klorofil yer almaktadır. Son yıllarda balık yemlerinde protein içeriği yüksek olan mikroalglerin
yem ham maddesi ya da katkı maddesi olarak kullanımı artmıştır.
Bazı mikroalg türlerinin akvaryum balıklarının renklenmesi üzerinde önemli etkileri vardır. Spirulina platensis
ile yapılan önceki çalışmalarda japon balığı (Carassius auratus), kraliçe çöpçü (Botia dario), kırmızı kılıçkuyruk
(Xiphophorus helleri), sarıkuyruk aysmen (Pseudotropheus acei), kenyi çiklit (Maylandia lombardoi), mavi
gurami (Trichogaster trichopterus), cüce gurami (Trichogaster lalius), gökkuşağı balığı (Pseudomugil furcatus),
topaz çiklit (Cichlasoma myrnaae) ve palyaço balığı (Amphiprion ocellaris) gibi birçok akvaryum balığı türünde
renklenme üzerine olumlu etkileri olduğu belirtilmiştir. Chlorella vulgaris, Isochrysis galbana, Haematococcus
pluvialis ve Dunaliella salina gibi türler, akvaryum balıklarında da pigment kaynağı olarak yaygın bir şekilde
kullanılmaktadır. Chlorella ve Isochrysis’in japon balığı (C. auratus), Haematococcus’un Midas çiklit
(Cichlasoma citrinellum), Dunaliella’nın ise severum (Heros severus) türlerinde renklenmeyi pozitif etkilediği
bildirilmiştir. Bu mikroalg türlerinin dışında, Ankistrodesmus gracilis’in mücevher tetra (Hyphessobrycon eques) ve Phormidium valderianum’un Buenos Aires tetra (Hemigrammus caudovittatu) balıklarının
renklenmesini iyileştirdiği rapor edilmiştir.
Sonuç olarak, mikroalg türleri besleyici özelliklerinin yanı sıra renklenme açısından da büyük önem
taşımaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: SPİRULİNA, PİGMENTASYON, AKVARYUM, FİKOSİYANİN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
71
ÇEŞİTLİ HASTA ÖRNEKLERİNDEN İZOLE EDİLEN KOCURİA KRİSTİNAE VE
KOCURİA ROSEA'NIN BİYOFİLM OLUŞTURMA POTANSİYELLERİNİN
BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Erbey CİHAN1, Özge Nur YILMAZ1, Sarhan SAKARYA2, Şerife Barçın ÖZTÜRK2, M. Bülent
ERTUĞTUL2,
1Adnan Menderes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi
Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,
Kocuria cinsi içerisinde yer alan, Kocuria kristinae ve Kocuria rosea türleri; insanlarda deri, mukoz membran ve
orofarenksin normal flora elemanları olup, özellikle immünosüprese hastalarda çeşitli infeksiyonlarla ilişkili
fırsatçı patojenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Son zamanlarda literatürlerde K. kristinae ve K. rosea türlerine
bağlı olarak; akut kolesistit, infektif endokardit ve santral venöz kateterle ilişkili infeksiyon olgularının arttığı
bildirilmiştir. Söz konusu etkenlerin, tekrar eden ve immünosüprese hastalarda çeşitli infeksiyonlarla karşımıza
çıkması, biyofilm oluşturma potansiyellerinin belirlenmesinin gerekli olduğunu düşündürmektedir. Bu nedenle
çalışmamızda çeşitli klinik hasta örneklerinden (kan, idrar, balgam, trakeal aspirat, yara yeri, yabancı cisim)
izole edilen K. kristinae ve K. rosea etkenlerinin biyofilm oluşturma potansiyellerinin araştırılması amaçlandı.
Çalışmada, VITEK-2 (Biomerieux) ile K. kristinae(n=69) ve K. kosea (n=8) olduğu tespit edilen suşlar
kullanıldı. Biyofilm oluşumunun belirlenmesinde, kantitatif mikroplak test yöntemi uygulandı. Kocuria suşları,
bir gece TSB sıvı besiyerinde bekletildikten sonra 1/40 oranında % 0.25 glukoz içeren TSB sıvı besiyeri ile dilüe
edilerek, 96 kuyucuklu U tabanlı steril polistiren plaklarda 200 µl bakteri süspansiyonu olacak şekilde, 37°C’de
48 saat inkübe edildi. İnkübasyon sonrasında kuyucuklar yıkanıp, 200 µl %1 kristal viyole eklenerek 15 dk.
boyamaya bırakıldı ve etanolaseton (80/20) ile çözdürüldü. 595nm dalga boyunda mikroplak okuyucuda
(Thermo Multiskan Spectro) okunarak, optik dansitesi ≥1 olan izolatların biyofilm oluşturduğu kabul edildi.
İncelenen hasta örnekleri içerisinde Kocuria kristinea olduğu belirlenen 69 izolatın 19’unda (%27,53) ; 8 K.
rosea izolatın 4’ünde (%50) biyofilm oluşumu gözlenmiştir.
Kalıcı cihazların sık kullanımı, hasta bakımında kullanılan implantlar ve bağışıklık sistemi baskılanmış hasta
sayısındaki artış, birincil patojen olarak kabul edilmeyen organizmaların neden olduğu infeksiyonlara yol açtığı
düşünülmektedir. Çalışmamızda da belirlendiği gibi, özellikle ortamda biyofilm oluşturma potansiyeli olan
fırsatçı patojenlerin varlığı, terapötik yöntemleri daha da sınırlamaktadır. Kocuria türlerinin fenotipik özellikleri
nedeniyle koagülaz-negatif stafilokok olarak yanlış değerlendirilmemeleri için VITEK- 2 sistemleri ile
çalışılmalı ve suş özellikleri belirlenmelidir.
ANAHTAR KELİMELER: KOCURİA KRİSTİNAE, KOCURİA ROSEA, BİYOFİLM, KOCURİA
İNFEKSİYONLARI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
72
ÇEVRE MÜHENDİSLİĞİ EĞİTİMİNE GENEL BİR BAKIŞ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Sözel Bildiri / Cevre
Arzu TEKSOY1, Berrak EROL NALBUR1, Fehiman ÇİNER2, Seval Kutlu AKAL SOLMAZ1,
1Uludağ Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Çevre Müh. Bölümü, 2Niğde Ömer Halis Demir Üniversitesi, Çevre
Müh. Bölümü,
Çevre Mühendisliği Eğitimi (ÇME), dünya genelinde 1980'li yıllardan itibaren üniversitelerde önem kazanan
programlar içerisinde yer almaktadır. Çevre mühendisliği programının amacı su, hava, toprak gibi ortamlardaki
kirliliğin azaltılmasına ve mümkünse önlenmesine yönelik mühendislik yapı ve sistemlerinin tasarımı, işletimi,
kontrolü ve inşaatında görev alabilecek mühendislerin yetiştirilmesidir. Endüstrileşme ve nüfus artışına bağlı
olarak antropojenik faaliyetler sonucu oluşan kirleticilerin kontrol altına alınması, doğal kaynakların gelecek
nesillere temiz bir şekilde bırakılması ÇME’nin ana hedeflerini oluşturmaktadır.
Türkiye’de ÇME’nin verilmesine ilk olarak 1973 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTU) Çevre
Mühendisliği Bölümü (ÇMB)’nde başlanmıştır. Yarım asra yaklaşan sürede ÇME veren üniversitelerin ilgili
bölümlerinin sayısı artmış ve günümüzde üniversitelerin yaklaşık %25’nde ÇME’ne devam edilmektedir. ÇME
çoklu disiplinli bir eğitimdir. Bu bağlamda, ÇMB’lerinde okutulan dersler çeşitlilik göstermektedir.
Bu çalışmada, Türkiye’de ÇME veren ÇMB’nin lisans eğitim programlarının genel bir değerlendirmesi
yapılmıştır. Son beş yılda taban puanlarına göre ilk ona giren üniversitelerin lisans eğitim planlarında yer alan
derslerin beş temel alanda değerlendirildiği çalışmada, üniversitelerin ÇMB’leri karşılaştırılmış. Bölümlerin
ortak ve farklı olan yönleri belirlenmiş, ÇME’ye yönelik bazı önerilerin sunulmasıyla çalışma tamamlanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: ÇEVRE, MÜHENDİSLİK EĞİTİMİ, DERS PLANI, ÖĞRENCİ KONTENJANI,
ÜNİVERSİTE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
73
ÇEVREMİZ ZEYTİN VE ZEYTİNYAĞI İLE ÇEPE ÇEVRİLMİŞ MİDİR?
Sözel Bildiri / Tarim
RENAN TUNALIOĞLU1,
1AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ,
Bu çalışmada yeryüzündeki en muhteşem ağaçlardan biri olan zeytin ağacı ve ürünleri ele alınmıştır. Öncelikle
zeytinin dünya ve Türkiye tarımındaki yeri ve ana ürünü olan zeytinyağının eldesinde kalitenin önemi ve bu
bağlamda insan sağlığı açısından önemi değerlendirilmiş, sonrasında zeytinden zeytinyağı elde edilmesi
sırasında açığa çıkan karasuyun ise çevresel bir tehdit unsuru olup olmaması tartışılmıştır. Bu bağlamda önemli
bir tarım ürününün, gıda, sağlık ve çevre boyutu ile incelenmesi amaçlanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: ÖLMEZ AĞAÇ, ANTİOKSİDAN, SAĞLIKLI YAŞAM, ORGANİK ATIK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
74
ÇİFTÇİLERE GÖRE GELECEKTE UYGULANACAK POLİTİKALARDA ÇEVRENİN
ÖNCELİĞİ
Sözel Bildiri / Tarim
ELA ATIŞ1, H.ECE SALALI1, YARKIN AKYÜZ2, VEDAT CEYHAN3, HATİCE TÜRKTEN3,
ÇAĞATAY YILDIRIM3, MEHMET HASDEMİR4, FİGEN UYANIK GÜNGÖR5,
1Ege Üniversitesi, Ziraat Fak.Tarım Ekonomisi Bölümü, 2Ege Üniversitesi, Ziraat Fak., Tarım Ekonomisi
Bölümü, 3Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü, 4Tarım Ve Orman Bakanlığı,
Şeker Dairesi Başkanlığı, 5Tarım Ve Orman Bakanlığı, Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü,
Tarımsal üretimin çevre üzerindeki baskısı giderek artmaktadır. Bu çevresel baskıda tarım sektöründe uygulanan
üretimi artırıcı yöndeki politikalar da etkili olmuştur. Son yirmili yıllarda AB’de çevresel amaçlar tarımsal ve kırsal politikalarda önemli yer tutmaktadır. Çevre Amaçlı Tarımsal Alanların Korunması programı, Türkiye’de
uygulanan en önemli tarım-çevre politikasıdır. Bu araştırmanın amacı da bu program kapsamındaki üreticilerin
tarımsal üretimle ilgili amaç öncelikleri ile gelecekte uygulanacak politikaların öncelikli hedeflerini
belirlemektir.
Bu amaçla, Adana, Ankara, İzmir, Konya ve Samsun olmak üzere beş farklı ilde ÇATAK kapsamında 329 çiftçi
ile görüşülmüştür. Üreticilerin tarımsal üretimle ilgili amaç önceliklerinin ve geleceğe ilişkin politika
hedeflerinin ortaya konmasında Best-Worst analizinden yararlanılmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: TARIM-ÇEVRE POLİTİKALARI, EN İYİ-EN KÖTÜ ANALİZİ, ÇATAK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
75
ÇİĞ SÜTE UYGULANAN İKİ FARKLI ISIL İŞLEM SICAKLIĞININ KAŞAR PEYNİRİNİN
MİKROBİYAL KALİTESİNE ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Gida
Reyhan İRKİN1, Ufuk EREN VAPUR2, TR35140 3,
1İzmir Demokrasi Üniversitesi, 2Nişantaşı Üniversitesi,
Bu çalışmada kaşar peyniri üreten bir işletme örneği dikkate alınarak, çiğ süte iki farklı sıcaklık uygulamasıyla
(65 °C ve 55 °C/10 dk ) elde edilen kaşar peynirlerinin mikrobiyal kalitesi araştırılmıştır.
Çiğ süt, tank sütü, ısısal işlem öncesi kaşar telemesi ve ısısal işlem sonrası kaşar peyniri hamuru ve kaşar
peynirlerinden alınan numunelerde toplam koliform sayıları ve toplam canlı sayıları tespit edilmiştir. Ayrıca
üretim ortam havası, dinlendirme odası ve paketleme odalarından numuneler alınarak maya-küf sayıları da
incelenmiştir.
Çalışma sonrasında peynirlerin ortam koşullarındaki bulaşmalardan çok çiğ süte uygulanan ısıl işlemlerden
etkilendiği, kaşar peynirleri arasındaki mikrobiyal sayımlarda 3.45 log kob/g fark olduğu gözlenmiştir. Çiğ süte
55 °C sıcaklık uygulanan kaşar peynirlerinde yüksek koliform sayısına bağlı erken bombaja rastlanmıştır.
Sonuç olarak kaşar peynirlerinde mikrobiyal kalite sorunlarına yol açan koliform grup ve toplam aerobik
mikroorganizma sayılarının çiğ süte uygulanan ısısal işlem koşullarından etkilendiği ve minimum pastörizasyon
sıcaklığı olan 65°C’nin altında işlem uygulanmaması gerektiği belirlenmiştir. Pratikte orta ölçekli işletmelerde
55°C’ de yapılan uygulamanın sonrasında kaşar peyniri hamuruna uygulanan ısıl işlemin önemli düzeyde
mikrobiyal redüksiyon sağlamadığı ve patojen mikroorganizmaların canlılığı içinde risk oluşturabileceği
düşünülmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: ISIL İŞLEM, KAŞAR PEYNİRİ, ERKEN BOMBAJ KUSURU, KOLİFORM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
76
ÇİNE-TOPÇAM VE KARPUZLU-YAYLAKAVAK SULAMA BİRLİKLERİNDE
EKONOMİK VE KURUMSAL PERFORMANSIN BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Tarim
Berkant ÜLÜŞ1, Selin AKÇAY2,
1Ziraat Mühendisi, 2Adnan Menderes Üniversitesi,
Tarımsal üretim faaliyetlerinin temel girdilerinden biri olan su son yıllarda en kıt ve en değerli doğal
kaynaklardan biri haline gelmiştir. Buna bağlı olarak suya karşı olan talep artmış ve farklı su kullanıcı sektörler
arasında su kullanımına yönelik bir rekabet doğmuştur. Tarımın yoğun olarak yapıldığı az gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkelerde evsel, endüstriyel ve tarımsal su kullanımının oransal dağılımı göz önüne alındığında; en yüksek
payın tarımsal kullanıma ayrıldığı, gelişmiş ülkelerde ise bu dağılımın daha dengeli olarak gerçekleştiği görülmektedir. Tarımda sulama sistemlerinin başarısının etkin ve uygun bir performans değerlendirme temeline
dayandırılarak izlenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Böylelikle sistemlerde aksayan yönlerin teşhisinde,
müdahale edilecek noktaların ve zamanının belirlenmesinde ve sorunların iyileştirilmesinde bir yöntem
geliştirmek mümkün olacaktır.
Büyük Menderes Havzasının güneyinde yer alan sulama şebekelerinden Çine-Topçam sulama birliğinin
kullanıcıya devri 1995 yılında, Karpuzlu-Yaylakavak sulama birliğinin devri ise 1998 yılında gerçekleşmiştir.
Söz konusu sulama birliklerinde sulama yönetim devrinin kurumsal ve ekonomik boyuttaki etkilerinin
belirlenmesi amacı ile yapılan bu çalışmada, sulama birliklerinin performanslarının değerlendirilmesinde
Uluslararası Su Yönetim Enstitüsü (IWMI) tarafından geliştirilen karşılaştırmalı dışsal gösterge setinden seçilen
göstergeler ile diğer araştırmacılar tarafından geliştirilen bazı göstergeler kullanılmıştır. Bu kapsamda 2000-2016
yılları için, ekonomik ve kurumsal etkinlik açısından değerlendirmeler yapılmış, gelecek yıllarda sulama sistem
performansını arttırıcı tedbirler hakkında bazı önerilerde bulunulmuştur.
Çalışma sonucunda; sulama oranının % 31.2-42.0, birim alana düşen toplam İşletme-Bakım-Yönetim (İBY)
giderinin 35.4-74.9 TL/ha, su ücreti toplama etkinliğinin % 64-70, sulama alanı personel yoğunluğunun 192-476
ha/personel aralığında değişim gösterdiği saptanmıştır.
Çalışma kapsamında ekonomik ve kurumsal performansı değerlendirilen sulama birliklerinden elde edilen
sonuçlar Türkiye ve dünyada yapılan benzer çalışmaların sonuçları ile karşılaştırıldığında, hedeflenen düzeyden
uzak oldukları belirlenmiştir. Suyun etkin ve tasarruflu kullanımı için getirilebilecek öneriler arasında; su
ücretlendirmesinin hacim esasına göre (m³ veya saat) yapılması, havzada yaygın olarak kullanılan yüzey sulama
yöntemlerinin yerine sulama suyunun daha etkin kullanılmasını sağlayan basınçlı sulama yöntemlerine geçişi
sağlayan teşviklerin arttırılması, sulama birlik bütçesinin birlikten hizmet alan su kullanıcılarla paylaşılması
sulama birliklerinde performansı arttırıcı önlemler arasında sayılabilir. Sulama oranını yükselten ve su
kaynaklarının etkin kullanımını teşvik eden çalışmalar ile artan üretim değerleri yöredeki sosyo-ekonomik
durumun daha güçlü bir hal almasını sağlayacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: SULAMA, PERFORMANS DEĞERLENDİRME, PERFORMANS
GÖSTERGESİ, SULAMA BİRLİĞİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
77
ÇOCUKLARIN DİKKAT DAĞINIKLIĞI, RUH SAĞLIĞI VE KENTSEL YEŞİL
ALANLARDAKİ FİZİKSEL AKTİVELERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ
Sözel Bildiri / Cevre
Abdullah AKPINAR1, Derya GÜLÇİN1,
1Aydın Adnan Mendres Üniversitesi,
Bu çalışma çocukların kentsel yeşil alanlardaki fiziksel aktivite sıklığı ve süresi ve ekran zamanı (TV izleme ve
bilgisayar oynama) ile çocukların dikkat dağınıklığı ve ruh sağlıkları arasındaki ilişkiyi incelemektedir. Bu
çalışmada “çocuklar” yaşları 1-18 arasında olan ergenleri ve küçük çocukları kapsamaktadır. Veriler (n= 422)
ebeveynlerle 2015 yılında yüz yüze yapılan anket çalışması ile toplanmıştır. Veriler çoklu regresyon analiz
yöntemi ile çocukların cinsiyet, yaş ve ebeveynlerin aylık gelirleri istatistiki olarak kontrol edilerek incelenmiştir. Cinsiyet (erkek ve kız) ve yaş (1-6, 7-12 ve 13-18) grupları arasındaki farklılığı ölçmek için de
aynı zamanda tabakalama analiz yöntemi uygulanmıştır.
Analiz sonuçları çocukların fiziksel aktivite sıklığının dikkat dağınıklığı ile negatif ve ruh sağlığı ile pozitif
ilişkide, ekran zamanı ile çocukların ruh sağlığının negatif ilişkide olduğunu göstermiştir. Tabakalama analizinde ise kız ve erkek çocukların ekran zamanının ruh sağlığı ile negatif ilişkide olduğunu göstermiştir. Yaş grupları
açısından ise, 1-6 yaşındaki çocukların fiziksel aktivite süreleri dikkat dağınıklığı ile negatif ilişkideyken, 7-12
yaş grubu çocukların ekran zamanının dikkat dağınıklığı ile pozitif, ruh sağlığı ile negatif ilişkide olduğu
bulunmuştur. Aynı zamanda, 13-18 yaş grubu çocukların ekran zamanı ruh sağlığı ile negatif ilişkili olduğu
tespit edilmiştir.
Bu çalışmanın sonuçları göstermektedir ki, kentsel yeşil alanlar çocukların dikkat dağınıklığına ve ruh sağlığına
fayda sağlarken, ekran başında harcanan zaman çocukların dikkat dağınıklığını ve ruh sağlığını olumsuz
etkilemektedir. Bu araştırma aynı zamanda kentsel yeşil alanların kızların, erkeklerin ve 7-12 ve 13-18 yaş
gruplarının fiziksel aktiviteleri işe ilişkide olmadığını göstermektedir. Öyle ki, bu konu hakkında daha fazla
araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: KENTSEL YEŞİL ALANLAR, FİZİKSEL AKTİVİTE, EKRAN ZAMANI, RUH
SAĞLIĞI, DİKKAT DAĞINIKLIĞI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
78
ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE MİGREN
Sözel Bildiri / Saglik
ŞEYDA BİNAY1, MERVE GÜMÜŞ1, AYŞE KAHRAMAN1,
1EGE ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK FAKÜLTESİ,
Bu derlemede çocukluk migren baş ağrısı, klinik özellikleri, tanı kriterleri, tedavisi ve ağrının yönetiminde
hemşirenin sorumlukları literatür doğrultusunda incelenmiştir.
Baş ağrısı sinir sisteminin en yaygın görülen hastalıklarından biridir. Gerilim tipi baş ağrısı, migren, küme baş
ağrısı ve kronik günlük baş ağrısı sendromları olarak adlandırılan ve önemli ölçülerde yetersizlik oluşturan
çeşitli alt tipleri vardır. Tüm dünyada baş ağrısı bozukluklarının az tanındığı, baş ağrısının kapsamı ve
ölçümünün küçümsenmeye devam ettiği ve daha az tedavi edildiği görülmektedir. Baş ağrıları bölgesel
farklılıklara rağmen dünya çapında bir problemdir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), göre baş ağrısı işgücü kaybına
neden olan ilk 10 hastalığın içindedir. Baş ağrıları yetişkinleri olduğu kadar çocukları da etkilemektedir.
Çocukların yaşam tarzındaki istenmeyen değişikliklere bağlı olarak son 30 yıl içinde çocukluk çağı migren ve
tekrarlayan baş ağrı sıklığı artmaktadır. Yapılan yeni çalışmalarda çocukluk döneminde görülen migren baş
ağrısının görülme sıklığı artmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: ÇOCUK, BAŞ AĞRISI, MİGREN, AĞRI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
79
DAM METİLASYONUNUN SALMONELLA'DA BİYOFİLM ÜRETİMİNDEKİ ROLÜ
Sözel Bildiri / Saglik
Nefise AKÇELİK1, Başar UYMAZ TEZEL2, Pınar ŞANLIBABA1, Mustafa AKÇELİK1,
1Ankara Üniversitesi, 2Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi,
Bu derleme çalışmada amacımı, Dam metilasyonunun Salmonella'da biyofilm oluşumundaki rolünü
özetlemektir.
Salmonella en sık izole edilen gıda kaynaklı patojenlerden biridir ve insanlarda üç farklı hastalığa neden olduğu
bilinmektedir; bakteriyemi, tifo ateşi ve enterokolit (Majowicz ve ark. 2010). Dünya Sağlık Örgütü'nün
raporlarına göre, Gıda kaynaklı diyare neden olan hastalık etmenleri, özellikle de diyare ve invazif hastalığa
neden olan nontifoidal Salmonella enterica, 230.000 (% 95 UI 160.000–320,000) kişinin ölümüne neden
olmaktadır (WHO 2014). Biyofilm yapısı, kendi ürettikleri ekstraselüler polimerik maddeler (EPS) içerisinde
bulunan mikroorganizmaların; birbirlerine, canlı/cansız yüzeylere ya da ara yüzlere geri dönüşümsüz olarak
tutunması sonucu oluşan yapıdır (Costerton ve ark. 1995; Donlan) 2002). Salmonella enterica'nın da dahil
olduğu çeşitli serovarların biyofilm oluşturma özelliğine sahip olduğu bilinmektedir. Bakterilerin alt
popülasyonları sıklıkla epigenetik mekanizmalar tarafından kontrol edilir. Epigenetik mekanizmaların
oluşumunda rol oynayan en önemli enzim grubu, DNA metilazlarıdır. Salmonella’ da bulunan dam geni, çift iplikçikli DNA'daki 5'GATC3 ' dizisini tanıyan bir DNA adenin metiltransferazını kodlar ve S. enterica’nın da
dahil olduğu birçok bakterinin virülans genlerinin ifadesi için gerekli olan N-6 pozisyonundaki adenini metile
eder (Julio et al. 2001; Balbontin et al. 2006; Chatti et al. 2008). Yeni sentezlenen DNA'nın hemimetilasyonu:
yanlış eşleştirilmiş bazların onarımı için aman kazanılması, gen ifadesinin düzenlenmesi, kromozomal
replikasyonun başlangıcının baskılanması ve hücre döngüsü ile ilişkili süreçlerin aktivasyonu gibiçeşitli
süreçlerde rol oynar (Lobner-Olsen ve ark. al. 2003).
Yapılan çalışmalar sonucunda Dam metilasyonunun bir virülens özellik olan biyofilm yapısının oluşumunu da
kontrol ettiği belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: SALMONELLA, DAM, METİLASYON, BİYOFİLM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
80
DENEY LABORATUVARLARI VE TIBBİ LABORATUVARLARDA ISO/IEC 17025 VE ISO
15189 İLE TÜRKİYE'DE AKREDİTASYON YOLCULUĞU
Sözel Bildiri / Gida
NURHAN GÜNAY1, AYŞE DEMET KARAMAN1,
1AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ KÖŞK MYO,
Laboratuvar akreditasyon sistemi tıbbi ve deney laboratuvar testlerinin ulusal ve uluslararası tanınabilirliği
açısından günümüzde oldukça önemlidir. Ülkemizde deney ve kalibrasyon laboratuvarlarının akreditasyonu Türk
Akreditasyon Kurumu (TÜRKAK) tarafından TS EN ISO/IEC 17025 “Deney ve Kalibrasyon Laboratuvarlarının
Yetkinliği için Genel Gereklilikler”, Tıbbi laboratuvarların akreditasyonu ise bu standarda ilaveten TS EN ISO
15189 - “Tıbbi Laboratuvarlar - Kalite ve Yeterlilik için Şartlar” standardının şartlarının esas alınmasıyla gerçekleştirilmektedir. Bu çalışmada deney ve kalibrasyon laboratuvarları ile tıbbi laboratuvarların akreditasyon
gerekliliklerindeki farklılıklar, akreditasyon süreçleri ve işleyişi hakkında karşılaştırılmalı olarak bilgi verilmesi
amaçlanmıştır.
Ülkemizde sağlık sektöründe TS EN ISO 15189: 2013, TS EN ISO/IEC 17025: 2017, TÜRKAK zorunlu dokümanlar ve ILAC şartlarına göre akredite olmuş TÜRKAK’da aktif 25 tıbbi laboratuvar bulunmaktadır.
Tıbbi laboratuvar ve deney ve kalibrasyon laboratuvarları akreditasyonu personel nitelikleri, teknik nitelikler,
altyapı şartları, izlenebilirlik, güvenlik şartları gibi gereklilikleri içermektedir. Diğer taraftan deney ve
kalibrasyon laboratuvarlarında deneylerin gerçekleştirilmesi ve laboratuvar cihazlarının çeşitli kalibrasyon
faaliyetleri TS EN ISO/IEC 17025:2017, Avrupa Akreditasyon Birliği dokümanları (EA 4/02, EA 4/16) ve
TÜRKAK zorunlu dökümanları (R20.09, R20.1, R20.18 vb.) şartlarına göre gerçekleştirilmektedir. Bu bağlamda
ülkemizde akredite olmuş aktif 821 adet deney laboratuvarı ve 122 kalibrasyon laboratuvarı bulunmaktadır.
Deney, kalibrasyon ve tıbbi laboratuvarların akreditasyonunda ortak gereklilik ve standartlar (ILAC P09,ILAC
P10; TÜRKAK R10.01-R10.13 rehberleri) da bulunmaktadır.
Laboratuvarın yaptığı tüm ölçüm ve test sonuçları, ulusal ve uluslararası standartlara göre izlenebilir olmalı,
faaliyetler liderlik, tarafsızlık, vizyon ve sistematik çalışmaların ışığı altında laboratuvarın akreditasyonu ile
sağlanmalıdır. Bu çalışma laboratuvar akreditasyonu ile ilgilenen deney ve kalibrasyon laboratuvarları ile tıbbi
laboratuvarların gerekliliklerin, bu gereklilikler arasındaki farklılıkların bilinmesi ve derlenmesinin ülkemizde bu
alandaki faaliyet gösteren ilgili taraflar açısından önemli olacağı düşünülmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: AKREDİTASYON, ISO 17025, ISO 15189, DENEY VE KALİBRASYON
LABORATUVARLARI, TIBBİ LABORATUVAR.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
81
DENİZ ALGLERİNDEN ELDE EDİLEN ANTİMİKROBİYAL BİLEŞLİKLER VE
BUNLARIN GIDA ENDÜSTRİSİNDEKİ UYGULAMALARI
Sözel Bildiri / Gida
Dilek KESKİN1, Birsen KIRIM2,
1Adnan Menderes Universitesi Kosk Meslek Yüksekokulu Aydin, TURKİYE, 2Adnan Menderes Universitesi,
Ziraat Fakültesi, Su Ürünleri Bölümü,
Bu derlemede Deniz alglerinden elde edilen Antimikrobiyal bileşikler ve Bunların Gıda Endüstrisindeki
Uygulamaları hakkında yeni bilgiler derlenmiştir.
Son yirmi yıl içinde tüketici beslenme alışkanlıklarındaki değişiklikler sonucunda gıda zehirlenmesi vakalarında
ve patojenik gıda kaynaklı bakterilerin antibakteriyel ajanlara direncinde önemli oranda artış gözlenmiştir. Bu
nedenle yeni antimikrobiyal bileşiklere gereksinim duyulmaktadır. Deniz organizmalarından biyoaktif
bileşiklerin araştırılması sonucunda, farmasötik ve endüstriyel uygulamalarda kullanılması için çok miktarda
özüt üretilmiştir. Genellikle tarama için kullanılan deniz organizmaları arasında makro ve mikroalg, sölenterler,
fitoplankton, yumuşakçalar, süngerler, mercanlar, tunikler ve bryozoanlar bulunur. Bakteriyostatik ve bakteriyosidal ilk ürün olan klorellin, Chlororella vulgaris’in kloroform ve benzen yağ asidi ile ekstraksiyonu
sonucu elde edilmiştir. Elde edilen Pseudomonas aeruginosa, Staphylococcus aureus, Streptococcus pyogenes,
and Bacillus subtilis’ e karşı inhibisyon oluşturduğu gözlenmiştir
Halktan gelen baskı sonucunda, gıda üreticileri geleneksel olarak kullanılan sentetik koruyuculardan ve yüksek miktarda tuz içeren doğal alternatiflerden uzaklaşmaktadır. Karasal bitkilerden ve deniz yosunlarından elde
edilen bu doğal antimikrobiyaller, birçok sentetik koruyucu veya yüksek tuz alımı ile ilişkili yan etkiler
olmaksızın, gıda raf ömrünün uzamasını sağlar ve gıda zehirlenmelerine karşı bizleri korur. Deniz yosunu
bileşiklerinin biyo-bozunur malzemelerden üretilmiş antibakteriyel filmlerin bileşenleri olarak, aktif gıda
ambalajında kullanım potansiyeli de vardır. Aljinatlardan ve karagenandan yenilebilir gıda ambalajı
geliştirilmiştir.
Su ürünleri yetiştiriciliği ürünleri, gıda kaynaklı patojenlerin ve bozulma bakterilerinin kaynağı olabilir. Deniz
yosunlarından elde edilen bileşiklerin çiftliklerde yetişen, enfekte balıklarda antimikrobiyal etki gösterdiği ve
bunun sonucunda balıkdan yapılan gıdada patojenik bakteri sayısında bir azalma görülmüştür. Deniz
yosunlarından yeni antimikrobiyal ürünler elde etmek için yeni teknolojiler ve araçlardan yararlanan çok
disiplinli bir stratejilere gereksinim vardır.
ANAHTAR KELİMELER: DENİZ ALGLERİ, ANTİBAKTERİYAL, GIDA, KORUMA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
82
DENİZ KESTANESİ EMBRİYOLARI ÜZERİNE POTASYUM SİYANÜRÜN TOKSİSİTESİ
Sözel Bildiri / Cevre
Rahime ORAL1, Fatma KOÇBAŞ2,
1Ege Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi, 2Manisa Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi, Manisa,
Türkiye,
Bu çalışmanın amacı deniz kestanesi (Arbacia lixula) embriyoları üzerine potasyum siyanürün (KCN)
toksisitesini değerlendirmekdi.
Ergin deniz kestaneleri Seferihisar Körfezi’nden (Ege Denizi, Türkiye) toplandı. Daha önce rapor edildiği gibi
gametler elde edildi ve embriyolar yetiştirildi. Kontroller, üç tekrarlı olarak sadece doğal filtrelenmiş deniz
suyunda yetiştirilen embriyolardan oluştu. Deniz kestanesi embriyoları, KCN ilave edilmiş deniz suyunda 10−7
ila 10−5 M arasında değişen konsantrasyonlarda 72 saat boyunca (döllenmeden 10 dakikadan sonra başlayarak
pluteus larval aşamasına kadar) yetiştirildi. Embriyolojik analizler yüzde gelişimsel anomalileri ve / veya
embriyonik mortaliteyi belirlemek için gerçekleştirilmiştir. Embriyolojik analizler fertilizasyondan yaklaşık 72
saat sonra ve gözlemden 10 dakika önce 10−4 M krom sülfat ilavesi ile hareketsizleştirilen canlı plutei üzerinde
gerçekleştirilmiştir. Her derişimden ilk 100 plutei aşağıda verilen özelliklere bakılarak değerlendirilmiştir: 1)
normal larva (N); 2) gelişimsel olarak gecikmiş larvalar (R, boyut <1 / 2N); 3) çoğunlukla hasarlı iskelet farklılaşması ile gözlenen malformasyona sahip larva (P1); 4) pluteus aşamasına erişemeyen embriyolar /
larvalar - yani anormal blastula veya gastrula (P2) ve 5) ölü (D) embriyolar veya larvalar. Toplam gelişimsel
bozukluklar P1 ve P2 toplamı olarak değerlendirildi.
KCN’ e maruz kalan A. lixula larvalarında konsantrasyonlarla ilişkili gelişimsel bozukluklar, hiçbir gelişimsel bozukluğun görülmediği 10−7 M M KCN ile yaklaşık % 100 gelişimsel bozukluğa neden olan 10−5 M KCN
arasında artmaktadır.
10−5 M KCN' ye maruz bırakılan embriyolarda %100 embriyonik mortalite gözlendi.
ANAHTAR KELİMELER: POTASYUM SİYANÜR, TOKSİSİTE, EMBRİYO
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
83
DERMANYSSUS GALLİNAE STRESİNE BAĞLI NÜKLEUS ANOMALİLERİNİN
BELİRLENMESİNDE KULLANILAN YÖNTEMLERİN KARŞILAŞTIRILMASI
Sözel Bildiri / Tarim
EZGİ SABIR1, BAVER COŞKUN2, TÜRKER SAVAŞ3, SONER YİĞİT3,
1ÇOMÜ FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ, 2ÇOMÜ , 3ÇOMÜ,
Bu çalışma, hayvan refahını ölçmek için araştırmalarımızda kullanılan yöntemlerin güvenilirlik düzeylerini
belirlemeyi amaçlamaktadır. Çevresel stresörlerin, organizmanın genetik materyalinde bir dizi anomaliye neden
olduğu bilinmektedir. Hücre çekirdeğinde mikronükleus (MN) sıklığı ve morfolojik anomaliler bunlardan
bazılarıdır. MN ve nükleus anomalilerinin belirlenmesinde, birçok doku histolojik yöntemler kullanılarak
değerlendirilir.
Eritrosit hücrelerinde MN sıklığı ve morfolojik anomalilerin farklılığı, yumurtacı tavuklarda Dermanyssus
gallinea'nın parazitik stresinin farklı boyama teknikleri kullanılarak belirlenmesi amaçlanmıştır.
Çalışmamızda üç farklı histolojik yöntem kullanıldı. İlk yöntemde; tam kan preperatlar Giemsa metodu ile
boyandı; ikinci yöntemde Eritrosit süspansiyonu ile hazırlanmış preperatlar Giemsa metodu ile boyandı ve
üçüncü yöntemde; Feulgen metodu ile tam kan preperatlar boyandı. Yöntemler arasında ve kontrol ile deney
grubu arasında mikronükleus sıklığında anlamlı farklılıklar olduğu gözlendi (P = 0,05). Bununla birlikte,
gruplarda yöntem etkili bulunmamıştır (P = 0.903). Yöntemler arasında (P = 0.004) ve deney gruplarında (P =
0,009) çentikli nükleus anomalileri açısından istatistiksel olarak anlamlı farklar vardır. İnteraksiyon anlamlı değildi (P = 0.949). Nükleer tomurcuklar nükleus anomalileri için yöntemler arasında da bir fark vardı (P =
0.05).
Stres düzeyinin belirlenmesinde yöntemler arasında fark bulunmazken, yöntemlerin duyarlılığı ve özgüllüğü ile
ilgili daha fazla çalışma yapılması gerektiği düşünülmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: GENOTOKSİSİTE, PARAZİTER STRES, KIRMIZI KAN HÜCRELERİ,
GİEMSA, FEULGEN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
84
DEVE SÜTÜNÜN BESİN DEĞERİ VE TERAPÖTİK ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Saglik
Filiz YILDIZ-AKGÜL1, Hüseyin Nail AKGÜL1, Adem YAVAŞ1, Serdal ÖĞÜT1,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi,
Süt hayvanlarından elde edilen sütlerin bileşimleri üzerine yapılmış çalışmalar oldukça fazladır. Özellikle tüm
dünyada tüketilen sütün %85’ini oluşturan inek sütü olmak üzere koyun ve keçi sütlerinin bileşimleri ile ilgili
araştırmalar literatürde yeralmaktadır bulunmaktadır. Ancak yüksek besinsel değerlerine rağmen deve, kısrak ve
eşek gibi diğer süt hayvanlarından elde edilen sütler hakkında yapılan bilimsel çalışmalar sınırlıdır. Deve sütü,
besleyici ve terapötik özellikleri nedeniyle son yıllarda üzerinde daha fazla durulan bir konu olmuştur. Özellikle
Asya ve Afrika'nın kurak kırsal toplumlarında uzun yıllar astım, ödem ve şeker hastalığı gibi çeşitli sağlık
sorunlarını tedavi etmek amacıyla kullanılan geleneksel bir üründür. Deve sütü oldukça fazla miktarda biyoaktif
bileşik içermektedir. Buna ek olarak, düşük miktarda yağ asidi ve kolesterol içerirken, β-laktoglobulini içermez. Dolayısıyla inek sütünün neden olduğu alerjik durumlar deve sütünde görülemez. Ayrıca laktoz intoleransı olan
bireyler deve sütü laktozunu rahatlıkla metabolize edebilmektedir. Deve sütünün, diğer memelilerden farklı bir
biçimde insülin benzeri bir protein sağladığı ve/veya diyabet hastalarının sağlığını geliştiren diğer bazı terapötik
bileşikler sunduğu görülmektedir. Bu yüzden bu makale kapsamında deve sütünün besin değeri ve bazı terapötik
etkileri yapılan literatürler ışığı altında irdelenmiştir/derlenmiştir.
Özellikle son yıllarda kaliteli ya da daha sağlıklı hayvansal ürünlerin üretilmesine artan taleplerden dolayı farklı
besleme teknikleri gündeme gelmektedir. Deve sütünün sağlık açısından faydaları ortaya konmakla birlikte bu
süte olan talep artmaktadır. Deve sütü ile ilgili giderek artan sayıda bilimsel yayın, özellikle tıbbi potansiyeline
yönelik çalışmalara odaklanmıştır. Mevcut literatür, diyabet, otizm, karaciğer hastalıkları, hepatit C ve gıda
alerjilerini tedavi etmek ve vücudun detoksifikasyonu gibi deve sütlerinin besin değerini ve sağlığını artırıcı
etkileriyle ilgilidir. Genel olarak, deve sütünün diyabet, otizm, karaciğer hastalıkları ve hepatit C'nin tedavisinde
güçlü bir etkiye sahip olduğu ve toksinlere maruz kalmanın zararlı etkilerini azaltmak için bir terapötik madde
olarak kullanılabileceği görülmektedir. İnek sütü alerjisi olan kişiler için de iyi bir alternatiftir. Bu nedenle bu
alanda daha fazla araştırmanın yapılması gerekmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: DEVE SÜTÜ, FİZİKOKİMYASAL ÖZELLİKLERİ, TERAPÖTİK ETKİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
85
DEVELİ OVASI’NDA NORMALİZE EDİLMİŞ BİTKİ İNDEKSİ KULLANILARAK ARAZİ
ÖRTÜSÜ DEĞİŞİM TESPİTİ
Sözel Bildiri / Cevre
Ali Muslim AMIRI1, Filiz DADASER-CELIK1,
1Erciyes Üniversitesi,
Develi Ovası, Kayseri'de bulunan kapalı bir ovadır. yaklaşık 800 km2'lik alan kapsamaktadır Nüfusun yarısından
fazlası tarım sektöründedir. Develi Ovası önemli sulak alanlarımızdan Sultan Sazlığı’na ev sahipliği
yapmaktadır. Son otuz yılda, Develi Ovası’nda sulu tarımın yoğunlaşması nedeniyle önemli değişiklikler
görülmüştür. Bu çalışmada uydu görüntü analizleri kullanarak arazi örtüsündeki değişimlerin analiz edilmesi
amaçlanmıştır.
Analizlerde kullanılan Landsat görüntüleri USGS'den alınmıştır. Görüntüler, Ağustos 1984, Temmuz 1987,
Haziran 2003 ve Temmuz 2007'de alınan dört Landsat TM görüntüsünü ve Temmuz 2014'te alınan bir Landsat 8
OLI görüntüsünü içermektedir. Normalize Edilmiş Bitki İndeksi(NDVI) değerleri hesaplanmıştır. NDVI, -1 ile
+1 arasında değişmekte olup, yüksek değerler daha yoğun bitki örtüsü bulunduğunu göstermektedir. Bu çalışmada <0, 0.2, 0.2-0.5 ve> 0.5 NDVI değerleri sırasıyla su, zayıf bitki örtüsü, seyrek bitki örtüsü, yoğun bitki
örtüsü olarak sınıflandırılmıştır.
Çalışma sonuçları sulu tarımın arazi örtüsü üzerinde büyük etkileri olduğunu ortaya koymuştur. Yoğun bitki
örtüsüne sahip alan, 1987 yılında % 2.8 iken, 2014'te %7,7'ye yükselmiştir. Bir istisna, yoğun bitki örtüsüne sahip alanın en büyük (% 4.7) olduğu 1984 yılıdır. Bu durum, 1984 yılındaki uygun iklim koşullarından
kaynaklanabilir. Yoğun bitki alanlardaki artış büyük ölçüde sulanan alanlardaki artıştan kaynaklanmıştır. Sultan
Sazlığı’nda bitki örtüsü 1984'ten 2014'e kadar, büyük olasılıkla sulama yüzey ve yeraltı suyu kullanımındaki
artıştan dolayı, azalmıştır. Su ile kaplanan alan, 1984 yılında %2.0 iken, 2014 yılında %0.73'e düşmüştür. Suyla
kaplı alan 2007 yılında en küçük (%0.2) olmuştur. Sultan Sazlığı içindeki göller kurumuştur.
Develi Ovası’nın arazi örtüsündeki değişiklikleri değerlendirmek ve ölçmek için Landsat görüntülerinden
çıkarılan NDVI değerleri kullanılmıştır. Arazi örtüsü değişiklikleri 1984'ten 2014'e kadar önemli düzeydedir.
Sulama aktivitelerindeki ve meteorolojik koşullardaki değişikliklerin büyük olasılıkla bu değişimlere neden
olduğu ortaya düşünülmektedir. Teşekkür: Bu çalışma Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu
(TÜBİTAK) tarafından 114Y595 no’lu proje kapsamında ve Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri
Koordinasyon Birimi tarafından FYL-2018-7644 no’lu proje kapsamında desteklenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: DEĞİŞİM TESPİTİ, NORMALİZE EDİLMİŞ BİTKİ İNDEKSİ (NDVI),
LANDSAT, DEVELİ OVASI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
86
DEVELOPMENT AND EVALUATION OF BIO PESTICIDE AGAINST ROOT
PATHOGENIC FUNGI OF CHICKPEA
Sözel Bildiri / Tarim
Faisla GULZAR1, Muhammad İNAM UL HAQ1, Shazia SHAHZAMAN1,
1PMAS-Arid Agriculture University, Rawalpindi,
Plant growth promoting rhizobacteria (PGPR) colonizing the chickpea roots result into disease control and also
enhance the plant growth characters. In present study survey was conducted in major chickpea growing areas of
Rawalpindi and adjoining districts maximum disease incidence, prevalence and severity was recorded from
Chakwal district.
Isolated rhizobacteria were screened for antagonism and antagonists were subjected to biochemical reactions and
were identified as Pseudomonas fluorescens and Bacillus subtilis based on molecular analysis. Dual culture tests
were performed to test the antagonistic potential against Fusarium oxysporum and PS3 rhizobacteria was found
highly effective against all the tested strains of FOS1, FOS2, FOS3, FOS4, FOS5, FOS6 and FOS7 as compared
to control treatment. Rhizobacteria in suspension form (106 cells/ml) @ 5 ml/pot were also tested under greenhouse conditions in pot trials and data regarding disease incidence, prevalence and severity recorded after
45 days indicates that among all the test treatments T5 results into disease reduction and also enhance the plant
growth characters against untreated control plants where only pathogenic fungal inoculum was applied. Most
effective rhizobacteria viz., Pseudomonas fluorescens and Bacillus subtilis were mass multiplied on different
carrier materials viz., vermi compost and organic matter for the efficient release of the rhizobacteria on
application. Shelf life of the prepared formulations was studied by measuring cfu at two temperature points 5 and
28 ºC at different time intervals. Maximum cfu were observed at 28 ºC at 60 DAS which decreased at 90 DAS.
ANAHTAR KELİMELER: BIO PESTICIDE, CHICKPEA, ROOT PATHOGENIC
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
87
DEVELOPMENT OF CAS9 FOUNDER LİNES İN COTTON THROUGH
AGROBACTERİUM MEDİATED TRANSFORMATİON
Sözel Bildiri / Tarim
Zainib BABAR1, Sultan Habibullah KHAN1, Sabin ASLAM1, Ayesha BABAR1, Syed Muntazir MEHDİ1,
1University Of Agriculture Faisalabad,
Cotton is an imported cash crop which attains fourth grade in Pakistan. With the increasing demand of this
valuable crop, various transgenic approaches have been utilized during the last few decades to increase cotton
production. Agrobacterium-mediated transformation is considered as a useful gene transformation tool in plants
and proved helpful for sustainable agriculture. The newly emerged genome editing tool such as “CRISPR/Cas9”
has emerged as a novel gene editing approach that has potential to reshape crop economically with greater
productivity.
In the present study, Agrobacterium-mediated transformation was performed in Coker-312 (Gossypium hirustum
L). Hypocotyl explants were infected with Agrobacterium tumifaciens strain GV3101 which contained Cas9
gene along with Neomycin phosphotransferase –II gene as a selection marker. Selection of Kanamycin resistant embryogenic calli were performed on MS media added with growth regulators and antibiotics (50ul/500ml 2, 4-
Dichlorophenoxy acetic acid+ 50ul/500ml kinetin+ 50 mg/ml cefotaxime + 5 mg/10ml kanamycin) followed by
callus maturation.
Putative transformants were screened for the presence of gene Neomycin phosphotransferase (npt-II) through PCR amplification. Development of Cas9 expression line of cotton could be used for screening of different
gRNAs and other functional genomics studies.
ANAHTAR KELİMELER: CAS9,COTTON,TRANSFORMATİON, CRISPR
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
88
DİSLİPİDEMİ VE DİSLİPİDEMİ YÖNETİMİNDE ECZACININ ROLÜ
Sözel Bildiri / Saglik
Vakkas AYDIN1, GÜL ÇETİN2,
1MEZUN ECZACI, 2ERZİNCAN ÜNİVERSİTESİ ECZACILIK FAKÜLTESİ,
Bu çalışmanın amacı, eczacının dislipidemi yönetimindeki rolünü ve yaşam kalitesinin iyileştirilmesini
göstermek, dislipidemisi olan bir hastanın yönetim sürecini ve eczacıların lipit yönetimine nasıl dahil
olabileceğini incelemektir. Eczacı dislipidemi ve onun farmakolojik ve non-farmakolojik tedavisi hakkında bilgi
vermelidir. Bununla birlikte, hem hastalar hem de eczacı için eğitim materyalleri ve yönergeleri sağlanmıştır.
Dislipidemi, yüksek morbidite ve mortalite oranı ve yüksek tedavi maliyetleri ve iş kaybı olan sosyoekonomik
bir yük nedeniyle önemli bir sağlık sorunudur. Eczacılar dislipideminin yönetimi, ilaç tedavisi önerileri, hasta
eğitimi, ilaç etkileşimi değerlendirmeleri ve olumsuz etki ve uyum takibi konularında destekleyici bir rol
üstlenmektedir.
İlaç tedavisine, hastaların koroner arter hastalığı, aterosklerotik arter hastalığı veya diyabete sahip olup
olmadığına ve risk faktörlerinin sayısına göre başlanabilir. Bu risk faktörleri; aktif tütün kullanımı,
hipertansiyon, düşük seviye HDL kolesterol, aile öyküsündeki koroner arter hastalığı ve ileri yaştır. Statinler
hiperkolesterolemi tedavisi için ilk tercih edilen ilaçlardır. İlaç tedavisi için ilk hedef, düşük yoğunluklu
lipoprotein kolesterolü azaltmaktır. Bununla birlikte, trigliserit seviyesi yüksekse, daha etkili olan fibratlar gibi
ilaç grupları seçilebilir. Herhangi bir ilaca başlamadan önce dislipideminin ikincil nedenleri göz önünde
bulundurulmalı ve düzeltilmelidir.
Yüksek kolesterol, kalp hastalığı ve inme risklerini arttırmaktadır. Küresel olarak, iskemik kalp hastalığının üçte
biri yüksek kolesterol sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Eczacılar dislipideminin yönetimi, ilaç tedavisi önerileri,
hasta eğitimi, ilaç etkileşimi değerlendirmeleri ve olumsuz etki ve bağlılık takibi konularında destekleyici bir rol
üstlenmektedir. Dislipidemi yönetiminin amacı aterosklerotik kardiyovasküler hastalıkların önlenmesi ve tedavi
edilmesidir. Yaşam tarzı değişikliğini ilaçla birleştirmek önemli yer tutmaktadır. İlaç tedavisine başlamak için, düşük yoğunluklu lipoprotein kolesterol seviyelerine ve aterosklerotik kardiyovasküler hastalık risk durumlarına
göre kapsamlı bir değerlendirme yapılmalıdır. Eczacılar, ilaç tedavisini uygulanmasında önemli bir rol
oynayarak hastaların birbiriyle etkileşme girebilecek ve hasta sağlığına zarar verebilecek durumlarda hastayı
eğitmeli ve önlemelidir. Hastalar durumları ve tıbbi-tıbbi olmayan tedavileri hakkında danışmalı ve bilgi
vermelidirler.
ANAHTAR KELİMELER: DİSLİPİDEMİ, YAŞAM TARZI DEĞİŞİKLİĞİ, DİYET, İLAÇ BAKIMI,
ECZACILAR
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
89
DİYABET VE MEYVE TÜKETİMİNİN IN VİVO UYGULAMALARI
Sözel Bildiri / Gida
EMİNE OKUMUŞ1, EMRE BAKKALBAŞI1,
1VAN YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ MÜHENDİSLİK FAKÜLTESİ GIDA MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜMÜ,
Bu çalışmada amaç meyve tüketiminin diyabet tedavisinde doğrudan kullanımını ya da mevcut tedavide
sağladığı olumlu etkilerin yapılan in vivo çalışmalarla ortaya konulmasını sağlamaktır.
Diabetes mellitus (diyabet), vücutta yeterli miktarda insülin üretilememesi ya da üretilen insüline karşı vücudun
direnç göstermesi nedeniyle vücudun, glukozu normal yollarla enerjiye dönüştürememesi sonucunda ortaya
çıkan bir hastalıktır. Günümüzde küresel bir hastalık olan diyabet, dünya çapında 422 milyondan fazla insanı
etkilemektedir. Uluslararası Diyabet Federasyonu'na (IDF) göre, her 6 saniyede bir kişi diyabetten yaşamını
kaybetmektedir. Hastalığın tedavisinde temel amaç, normal kan şekeri düzeylerini oluşturmak ve metabolik
komplikasyonlarını önlemek ya da geciktirmektir. İlaç tedavisine ek olarak, basit ve ucuz diyet stratejileri,
diyabetin ve diyabetik komplikasyonun optimum kontrolünü sağlamada ve sürdürmede yardımcı olmaktadır.
Bununla birlikte ortaya çıkan bilimsel kanıtlar, nutrasötiklerin farmasötiklerle birlikte kullanılmasının, diyabet ve
bununla ilişkili komplikasyonların tedavisinde de önemli olduğunu göstermektedir. Son yıllarda, diyabetin
önlenmesi, tedavisi ve yeni anti-diyabetik ilaçlar geliştirilmesi için yapılan araştırmalarda özellikle bitkiler üzerine odaklanılmıştır. Yapılan çalışmalarda kan şekerinin kontrolünde olumlu etki yaratabilecek diyet
bileşenleri arasında meyve ve sebze tüketiminin umut verici sonuçlar gösterdiği bildirilmiştir. Özellikle fenolik
fitokimyasalların, antioksidan aktiviteleri nedeniyle diyabetik komplikasyonların yönetimi üzerinde olumlu bir
etkisi olduğu birçok in vivo çalışma ile de ispatlanmıştır. Diyabetin artan yaygınlığı göz önüne alındığında,
minimal yan etkilere sahip yeni ilaçlar bulmak çok büyük bir ihtiyaç olmakla birlikte, geleneksel fitoterapi
yöntemlerini araştırarak diyabetin yönetimine ve önlenmesine yönelik yeni yaklaşımlar geliştirme ihtiyacı
giderek artmakta ve bu alanda meyve kullanımı yüksek bir potansiyel oluşturmaktadır. Bu çalışmada diyabet
tedavisinde ve komplikasyonlarının önlenmesinde meyve tüketiminin in vivo şartlarda meydana getirdiği
sonuçlar üzerine odaklanılmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: DİYABET, MEYVE TÜKETİMİ, IN VİVO UYGULAMALAR
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
90
DİYARBAKIR KOŞULLARINDA PAMUK (GOSSYPİUM SPP.) GENOTİPLERİNİN
SICAKLIK STRESİNE KARŞI TEPKİLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
Sözel Bildiri / Tarim
HATİCE KÜBRA GÖREN1, HÜSEYİN BAŞAL1,
1AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışma, yurt dışından sağlanan 200 adet pamuk (Gossypium spp.) genotipinin Diyarbakır koşullarında verim
ve lif kalite özelliklerini karşılaştırmak ve sıcaklık stresine tolerant pamuk genotiplerini belirlemek amacıyla
yapılmıştır.
Diyarbakır koşullarında yürütülen çalışmada, 200 adet pamuk genotipi birer sıra ve tekerrürsüz, kontrol çeşitler
(Gloria, SG 125, Flash, Ozbek 105 ve Candia) dört tekerrürlü birer sıra ve sıra uzunluğu 12 m olacak şekilde
Augmented deneme deseninde yürütülmüştür.
Çalışmada yer alan 200 adet genotip arasında yüksek sıcaklık stresine tolerant genotiplerin seleksiyonunda
kullanılan agro-morfolojik ve fizyolojik karakterler tarafından önemli genotipik farklılıklar saptanmıştır.
Yürütülen çalışma sonucunda Deltapine 41, Africa E5 (20025), Campu, NIAB 111, NIAB 777, B557, NIAB-
KIRN , Sadori, Sohni, MNH 814, VH 260 pamuk genotiplerinin sıcaklık stresine tolerant pamuk çeşidi
geliştirmek amacıyla yürütülecek pamuk ıslah çalışmalarında ebeveyn olarak kullanılabileceği saptanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: PAMUK, SICAKLIK STRESİ, TOLERANT GENOTİPLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
91
DİYET TAKVİYE ÜRÜNLERİ, BİTKİLER VE SAĞLIĞIMIZA OLASI TEHTİDLERİ
Sözel Bildiri / Saglik
Francisco Jose LOPES JUNIOR1, Babajide Emmanuel OLADAPO2, Buket DEMİRCİ1,
1ADNAN MENDERES UNIVERSİTESİ, 2ADNAN MENDERES UNİVERSİTESİ,
Diyet takviye ürünlerinin kullanımı, yaşamımızda her geçen gün daha popular olmaktadır. Bu makalenin amacı,
bunların kullanım nedenlerini, önemli toksik olayları, karaciğer, böbrek, kalp toksisitesi ve kanser ile ilişkili
sağlığımızı tehtid eden tağşişlerini ve FDA’nın diyet takviye ürünlerini nasıl düzenlediği aydınlatmaktır. İlaven,
bu makalede, ilaçların büyük çoğunluğunun bitkilerden elde edildiği gerçeği ile ham haldeki bitki ve otların
tedavi edici olduğu yanlış inancını açıkça vurgulamayı; diyet takviye ürünlerinin yaygın olarak düşünüldüğü gibi
masum olmadıklarını ve son olarakta, doktorların farkındalıkları arttırmak için otları da içeren diyet takviye
ürünlerinin toksik etkilerini ve zehirlenmelerini yayınlayarak katılmalarını dikkate sunduk.
Method bitkisel ve diyet takviye ürünleri toksisiteleri ile ilişkili önceki literatürlerin değerlendirilmesini
kapsamaktadır. Araştırmalar, diyet takviye ürünleri, gıda toksisitesi, diyetle ilgili kalp, karaciğer, böbrek kanser
kelimelerini kullanarak, kaynaklar bölümünde yazıldığıüzere, Google Scholar, PubMed, FDA, Science Direct,
PubMed ve diğer veri tabanlarındaki yayınlar üzerinden yapılmıştır.
Bugüne kadar, 7 bitki ve 5 diyet takviye ürünü kardiyotoksisite ile, 25 bitki ve 12 diyet takviye ürünü
hepatotoksisite ile, 7 bitki ve 10 diyet takviye ürünü nefrotoksisite ile ve sadece bir bitki insanlarda kanser ile
ilişkilendirilmiştir.
FDA, diyet takviye ürünleri ve bileşenlerini Diyet Takviye Ürünleri Sağlık ve Eğitimi Kuralları ile düzenler,
kullanımdaki ürünün yanlış tanımlanmadığını, tağşişini, yanlış etiketlenmediğini, hatalı ifadeleri ve
kontaminasyonunu kontrol eder. Bilindiği üzere, bitkilerin ve diyet takviye ürünleri tüm dünyada oldukça yaygın
kullanılır; fakat, kullanımları sağlık değerlendirmesi ve önemli kararların alınmasında insanların yanlış
yönlendirilmesi, içeriğindeki gizli ilaçların yan etkileri ile klinisyeni yanıltması, ilaç etkileşimleri ile klinik
bulguları ve tabloyu maskelemesi, ve aynı zamanda ekonomik yük ve kayıba neden olması ve en önemlisi de
posolojisinin belli olmamasından dolayı önerilmemelidir.
ANAHTAR KELİMELER: DİYET TAKVİYE ÜRÜNLERİNİN TAĞŞİŞİ; BİTKİ TOKSİKOLOJİSİ;
BİTKİLERLE ZEHİRLENME
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
92
DNA METİLASYONUNUN ÖZELLİKLERİ VE ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Saglik
YASEMİN TİN ARSLAN1,
1PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ,
DNA metilasyonu, gen ifadesini değiştirerek hücre fonksiyonlarını değiştiren, bir metil grubunun kovalent
şekilde DNA metil transferaz (DNMT) katalizinde, bir CpG dinükleotidindeki Sitozinin 5-karbonundan yapıya
eklenmesini ifede eden, epigenetik bir olaydır. Çok hücreli organizmalarda kas hücresi, sinir hücresi aynı
genotipe sahiptir fakat birbirinden çok farklı hücre fonksiyonlarına ve gen ifade profillerine sahip olabilmektedir.
Bu konu üzerinde yapılan çalışmalar neticesinde elde edilen veriler belli genlerin aktivasyonunun ne zaman ve
nasıl olacağınının belirlenmesinin epigenetik mekanizmalar denilen sistem tarafından kontrol edildiğini ortaya
koymuştur. Epigenetik, genotipik değişikliklerden kaynaklanmayan, ama aynı zamanda kalıtımsal olan, gen
ekspresyonundaki farklılıkları inceleyen bilim dalıdır. Gen ekspresyonuna dayanan kalıtsal bilgi epigenetik olarak sınıflandırılır. Bu, genetik bilginin aksine gen dizisi ile ilişkili değildir. Bu süreç içerisinde erişkinlerde
hücre yenilenmesi, X kromozom inaktivasyonu gibi olaylar gerçekleşmektedir. Eğer bu süreç bozulursa kanser,
otoimmun hastalıklar ve nörolojik hastalıkların ortaya çıkması söz konusudur . Ancak epigenetik değişimler geri
dönüşümlü oluşları ve DNA’nın baz dizisinde bir değişime neden olmamaları gibi özellikleriyle genetik
değişimlerden ayrılırlar. DNA düzeyindeki modifikasyonların en bilinen ve en işlevsel olanı DNA
metilasyonudur. DNA metilasyonu, DNA'nın bir kimyasal değişimidir, kalıtsal olup sonradan ilk dizi geri
gelecek şekilde çıkartılabilir. Omurgalılarda tipik olarak CpG bölgelerine DNA metiltransferaz enzimi ile bir
metil grubunun bağlanması neticesinde gerçekleşir. Metil grubu DNA’nın sitozin bazının pirimidin halkasının 5
numaralı karbonuna eklenir. Metil vericisi olarak S-Adenozil Metiyonin (SAM) görev yapar. 5-metil sitozin
varlığı, bulunduğu kromozom bölgesinde lokalize olan genlerin sessizleşmesine yol açar. Metilasyon DNA’nın
inaktive olmasına neden olarak protein ekspresyonunu engelleyen bir sistemdir. Erişkin somatik dokularda DNA
metilasyonu tipik olarak CpG dinükleotit dizilerinde meydana gelir. CpG dışı metilasyon embriyonik kök
hücrelerde hâkimdir. Genel görevleri, gen gegülasyonu, genomik imprinting ,X-krozomozomu inaktivasyonudur.
ANAHTAR KELİMELER: DNA, METİLASTON, EPİGENETİK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
93
DOĞAL ÖLDÜRÜCÜ HÜCRELER VE TÜMÖR MİKROÇEVRESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Mehtap KILIÇ EREN1, Ayfer KARLITEPE1,
1AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ BİYOLOJİ AD,
Bu derlemede tümör mikroçevresi elemanlarının NK hücrelerinin fonksiyonu üzerindeki olumsuz etkileri
anlatılmıştır.
Doğal öldürücü hücreler (Natural Killer: NK) birçok aktivatör ve inhibitör reseptörlere sahip olan CD3- CD56+
lenfositlerdir. NK hücrelerinin kanser tedavisine yönelik olarak otolog ve allojenik kullanımları söz konusudur.
Bunun yanı sıra ticari olarak elde edilen NK hücreleri ve bazı kaynaklardan (kordon kanı ve kemik iliği
hematopoietik kök hücreleri, embriyonik ve indüklenmiş pluripotent kök hücreler (IPS)) farklılaştırılarak elde
edilen NK hücreleri de kanser tedavisinde kullanılmaktadır. Solid tümörlerde, tümör gelişimi sırasında ortaya
çıkan mikroçevre, immün sistemin düzenlemesinde önemli bir role sahiptir. Tümör mikroçevresinde yer alan
tümörle ilişkili fibroblastlar ve tümör kaynaklı anormal bağışıklık hücreleri (tolerojenik veya baskılayıcı
makrofajlar, dendritik hücreler (DC'ler) ve T regülatör (Treg) hücreleri) NK hücrelerinin antitümör aktivitesini
engelleme de önemli rol oynarlar. Bu nedenle NK temelli immünoterapi araştırmaları, tümör mikroçevresine
rağmen NK hücrelerinin nasıl fonksiyonel kalabileceği üzerine odaklanmıştır.
Son yıllarda tümör mikroçevresinin NK hücre fonksiyonu üzerindeki etkisi göz ardı edilemeyecek kadar belirgin
hale gelmiştir. Bu nedenle NK bazlı immünoterapi araştırmaları, tümör mikroçevresinin tüm baskılayıcı
faktörlerine rağmen fonksiyonel NK hücrelerinin tümör alanında verimli bir şekilde nasıl etki gösterebileceği
üzerine odaklanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: NK HÜCRELERİ, TÜMÖR MİKROÇEVRESİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
94
DOĞAL PİGMENT KAYNAKLARININ PASLI ÇİKLİTLERİN (IODOTROPHEUS
SPRENGERAE) RENKLENMESİ ÜZERİNE ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Tarim
Melikşah Dilcan AKPINAR1, Sevim HAMZAÇEBİ1, Asena Gül ÜNVER1,
1İZMİR KATİP ÇELEBİ ÜNİVERSİTESİ,
Çalışmanın amacı; akvaryum yemlerinde kullanılan fiyatları yüksek olan pigmentasyon maddelerinin (Spriluna
ve astaksantin) yerine fiyatı daha uygun olan ve doğal pigmentasyon maddesi olarak kuşburnu ve hibiskus
kullanılmasıyla hem balıklarda renklenmeyi sağlamak hem de yem maliyetlerini düşürmektir.
ANAHTAR KELİMELER: PİGMENTASYON, PASLI ÇİKLET, RENKLENDİRME, IODOTROPHEUS
SPRENGERAE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
95
DOĞUM SONU AĞRI VE DUYGU DURUM BOZUKLUKLARI YÖNETİMİ
Sözel Bildiri / Saglik
FUNDA ÇİTİL CANBAY1, SİBEL ŞEKER1,
1AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ,
Bu çalışmanın amacı, doğum sonu ağrı ve duygu durum bozuklukları yönetimi konusu literatür bilgileri
doğrultusunda tartışmaktır.
Bu derlemenin kuramsal ve ampirik altyapısını oluştururken; konuyla ilgili Türkçe ve İngilizce olarak
yayınlanan derlemeler, sistematik araştırmalar ve doğum ve kadın sağlığı kitapları incelendi.
Doğum sonu dönemde ağrıya çeşitli durumlar (uterus kontraksiyonları, bel ağrıları, meme ağrıları, hematomlar v.b.) neden olabilir. Bu ağrıların annenin konforunu ve duygu durumunu olumsuz etkilediği görülmektedir.
Doğum sonu dönemde kadının ağrısını yönetebilmek için bazı girişimler bulunmaktadır. Bu girişimler ile
analjeziklerin kullanımı azalabilir. Özellikle doğum sonu dönemde kadın bakımından sorumlu olan ebe ve
hemşirelerin kanıta dayalı uygulamalar yapması ağrının azaltabileceği gibi bakımın kalitesini de azaltacaktır.
Kaliteli bakım alan ve ağrısı optimum düzeyde olan kadınların duygu durum düzeyleri üzerinde düzelmeler
gözlenmektedir.
Doğum sonu komplikasyonlar ve duygu durum bozukluklarının dünyada ve ülkemizde bir sorun olduğu
görülmektedir. Doğum sonu dönemde alınan bakımın yaşam kalitesini yükseltmektedir. Bu bağlamda, ebe ve
hemşireler, doğum sonu dönemdeki kadınlara yönelik kaliteli bakımı planlamada, uygulama ve sağlık bakımını
sürdürme konularında güncel bilgilerden yararlanarak, kadınlara gerekli bakım ve danışmanlık hizmetlerini
vermelidirler.
ANAHTAR KELİMELER: AĞRI, DOĞUM SONU, DUYGU DURUMU, EBELİK, YÖNETİM.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
96
DOĞUMA HAZIRLIK SINIFLARININ PRİMİPAR ANNELERİN YENİDOĞAN ALGISINA
ETKİSİ
Sözel Bildiri / Saglik
Sibel ŞEKER1, Ümran SEVİL2,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, 2Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi,
Bu çalışma, Türkiye’de doğuma hazırlık sınıflarının primipar annelerin doğum sonrası dönemde bebeğini
algılaması üzerine etkisini belirlemek amacıyla yarı deneysel olarak gerçekleştirilmiştir.
Araştırma Aydın ilinde yaşayan, primipar, 18-35 yaş arası; araştırmacının düzenlediği doğuma hazırlık
sınıflarına katılan 30, katılmayan 33 olmak üzere toplam 63 kadın üzerinde gerçekleştirilmiştir. Doğum öncesi
eğitim sınıflarına katılan ve katılmayan anneler yaş grubu, eğitim durumu ve doğum yöntemleri açısından
eşleştirilmişlerdir. Verilerin toplanmasında; araştırma kapsamındaki kadınların sosyodemografik, doğum ve
bebeklerine ilişkin özelliklerini tanımlamak amacıyla araştırmacı tarafından literatüre dayalı olarak hazırlanan
soru formu ve Yenidoğanı Algılama Ölçeği kullanılmıştır. Anneler, veri toplama araçlarındaki soruları doğum
öncesi, doğumdan sonraki ilk üç gün ve 4-6 hafta sonra cevaplamışlardır. Elde edilen verilerin değerlendirilmesinde; sayı, yüzde, iki ortalama arasındaki farkın önemlilik testi ve ki-kare analizleri
kullanılmıştır.
Doğuma hazırlık sınıflarına katılan annelerin %73,3’ü, katılmayanların %60,6’sı bebeklerini olumlu
algılamışlardır.
Doğuma hazırlık sınıflarına katılan ve katılmayan annelerin bebeklerini algılama durumları arasında istatistiksel
olarak fark bulunmamıştır.
ANAHTAR KELİMELER: DOĞUMA HAZIRLIK EĞİTİMİ, YENİDOĞAN, ALGI, HEMŞİRELİK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
97
DOĞUMA İLİŞKİN ÖZELLİKLER POSTPARTUM DEPRESYON VE MATERNAL
BAĞLANMAYI YORDUYOR MU?
Sözel Bildiri / Saglik
Ayden ÇOBAN1, Hülya ARSLANTAŞ1, İ. Ferhan DEREBOY1, Ezgi SARI1, Muazzez ŞAHBAZ1, Döndü
KURNAZ2,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, 2Aydın Kadın Doğum Ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi,
Bu araştırmanın amacı doğuma ilişkin özelliklerin postpartum depresyonu ve maternal bağlanmayı yordama
gücünü incelemektir.
Araştırmada ilişkisel tarama modeli kullanılmıştır. Araştırmanın örneklemini batıda bir ilde kadın hastalıkları ve
doğum kliniğinde 2014-2016 yılları arasında doğum yapan ve araştırma kriterlerine uyan 229 kadın
oluşturmuştur. Araştırmada kadınların doğuma ilişkin özelliklerinin belirlenmesinde literatür bilgileri
doğrultusunda araştırmacılar tarafından hazırlanan form, postpartum depresyon düzeylerini belirlemede Cox ve
Holden (1987) tarafından geliştirilen ve Engindeniz ve ark. (1996) tarafından Türkçe geçerlik ve güvenirliği
yapılan Edinburg Postpartum Depresyon Ölçeği ve maternal bağlanma düzeylerini belirlemede Müller (1994) tarafından geliştirilmiş, Kavlak ve Şirin (2009) tarafından Türkçe geçerlik ve güvenirlik çalışması yapılmış
Maternal Bağlanma Ölçeği kullanılmıştır. Araştırmanın verileri SPSS 23.0 paket programı kullanılarak geriye
doğru basamaklı (Backward) regresyon analizi ile değerlendirilmiştir.
Araştırma sonuçları; doğuma ilişkin özelliklerin postpartum depresyonun toplam varyansının %33’ünü açıkladığını ve doğuma ilişkin özellikler nedeniyle postpartum depresyon riskinin oluşması için en güçlü
yordayıcı değişkenlerin; baş dönmesi yaşama, perine temizliğinde zorlanma, idrara çıkmakta zorlanma, ayağa
kalkmakta zorlanma ve baş ağrısı yaşama sorunları olduğunu göstermiştir. Yine doğuma ilişkin özelliklerin
maternal bağlanmanın toplam varyansının %27’sini açıkladığı ve doğuma ilişkin özellikler nedeniyle maternal
bağlanmanın problemli oluşması için en güçlü yordayıcı değişkenlerin; baş dönmesi yaşama, perine temizliğinde
zorlanma, ameliyat yerinde ağrı, bebek bakımında zorlanma, yatak içinde oturmakta zorlanma ve baş ağrısı
yaşama sorunları olduğu saptanmıştır.
Araştırmadan elde edilen sonuçların doğumun yönetilmesinde, anne ve çocuk sağlığının geliştirilmesinde sağlık
profesyonellerine ışık tutacağı düşünülmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: DOĞUM, KADIN, POSTPARTUM DEPRESYON, MATERNAL BAĞLANMA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
98
DOLMUŞ ŞOFÖRLERİNİN DERİ KANSERİNE VE GÜNEŞTEN KORUNMAYA YÖNELİK
FARKINDALIKLARININ BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Nükhet KIRAĞ1, Serap ESKİN1,
1Adnan Menderes Üniversitesi,
Dolmuş şoförlerinin deri kanseri ve güneşten korunma farkındalık düzeylerinin belirlenmesi
Şoförlerin %89.6'sı evli ve tamamı erkeklerden oluşmaktadır. Sosyodemografik özelliklerine bakıldığında
%89.6'sının evli olduğu, %34.4'ünün ilkokul mezunu olduğu, %61.6'sının gelirin gidere eşit olduğu
belirlenmiştir. Şoförlerin %64.8'i günde iki saatten fazla süre güneşe maruz kalmakta, %27.2'sinin güneş gözlüğü
bulunmamakta, %70.4'ü güneş kremi kullanmamakta, %71.2'si şapka takmamakta, %4.8'inin güneş yanığı
geçirme öyküsü bulunmakta, %27.2'sinin ten rengi açık, %28.8'inde ben, %7.2'sinde çil oluşumu bulunmaktadır.
Şoförlerin %93.6'sı deri kanseri hakkında bir bilgiye sahip değil ve %52'si güneşe maruz kalmanın cilt kanseri
oluşturmada etkisi olmadığını düşünmektedir. Şoförler deri kanseri ve güneş bilgi ölçeğinden ortalama
10.49±3.67 (min:0, max:19) puan almıştır.
Dolmuş şoförlerinin güneşten korunma hakkında yeterli bilgi ve davranışa sahip olmadığı belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: DERİ KANSERİ, DOLMUŞ ŞÖFÖRLERİ, KANSER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
99
DUMAN SOLÜSYONLARININ YONCA’ NIN (MEDİCAGO SATİVA L.) ÇİMLENME VE
FİDE GELİŞİMİ ÜZERİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Medine ÇOPUR DOĞRUSÖZ1, Erdem GÜLÜMSER2, Uğur BAŞARAN1, Hanife MUT2,
1Bozok Üniversitesi, 2Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi,
Bitkisel kaynaklı duman solüsyonlarının yoncanın (Medicago sativa L.) çimlenme ve fide gelişimi üzerinde ki
etkisi petri ve saksı ortamlarında yürütülen iki farklı deneme ile belirlenmiştir.
Her iki denemede yonca tohumlarına adaçayı (Salvia officinalis L.), yonca (Medicago sativa L.), kantaron
(Hypericum perforatum L.) ve tütünün (Nicotiana tabacum L.) yakılması ile elde edilen duman solüsyonlarının
dört farklı dozu (25, 50, 75 ve 100) ile 2 ve 4 saat süreyle priming işlemi uygulanmış ve kontrol olarak saf su
kullanılmıştır. Petri denemesinde priming işlemi sonrasında yonca tohumları, 10 0C’ de ve karanlık ortamda
çimlenmeye bırakılmış ve 4. gün sonunda çimlenme hızı, çimlenme yüzdesi ve kök boyu değerleri belirlenmiştir.
Saksı denemesinde ise priming uygulanan yonca tohumlarında 6. gün sonunda çimlenme hızı ve çimlenme
yüzdesi, 21. gün sonunda fide boyu, kök boyu, gövde ağırlığı ve kök ağırlığı belirlenmiştir.
Duman solüsyonu ile priming uygulaması yoncanın çimlenme ve fide özelliklerini kontrole göre önemli ölçüde
etkilemiş ve yonca kaynaklı duman solüsyonu diğer bitkilerden elde edilen solüsyondan daha az etkili olmuştur.
Bununla birlikte, yoncada incelenen özelikler üzerinde solüsyonlar, solüsyon konsantrasyonları ve priming süresi
de etkili olmuş, ve genel olarak tütün ve kantaron kökenli solüsyonlardan %75 konsantrasyon ve 2 saatlik
priming uygulamasından daha olumlu sonuçlar alınmıştır.
Buna göre bitkisel kaynaklı duman solüsyonlarının, uygun konsantrasyonlar belirlendiği taktirde, yoncada
çimlenme ve fide gelişimini artırmak amacıyla kullanılabileceği belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: DUMAN SOLÜSYONU, YONCA, ÇİMLENEME, FİDE GELİŞİMİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
100
EFFECT OF BISPECTRAL INDEX MONITORING ON EARLY COGNITIVE FUNCTION
IN GERIATRIC PATIENTS UNDERGOING COLONOSCOPY, DISSERTATION
Sözel Bildiri / Saglik
MUHAMMED İSMAİL TEPE1, MEHMET SARGIN2, SADIK ÖZMEN3,
1S.B. ÜNİVERSİTESİ KONYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, 2SELÇUK ÜNİVERSİTESİ TIP
FAKÜLTESİ, 3S.B. ÜNİVERSİTESİ ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
Performing invasive procedures such as colonoscopy with sedation provides a great convenience and comfort to
the patient and the practitioner. In this study, we aimed to evaluate early cognitive functions using bispectral
index monitorization in geriatric patients undergoing elective colonoscopy.
Patients over 65 years of age who underwent elective colonoscopy, who did not undergo any anesthetic
procedure within 2 weeks, who had no systemic disease that could affect BIS values, who were not drug
dependent and who were not pregnant, were selected.The patients were randomly divided into two groups
according to the time of arrival at the endoscopy-colonoscopy unit. RAMSEY sedation scale was used to adjust
the sedation level in the first group, Bispecral Index monitoring and RAMSEY sedation scale were used to the second group. Trieger dot test, Standardized Mini-Mental State Examination and test of Clock Drawing were
performed before and after the procedure to evaluate the cognitive functions of patients. Preoperative ECG,
SpO2, TA, and HR values of the patients were recorded at times t0, t1, t2, t3, t4, t5 (basal, after induction,
beginning of procedure, 5 min, 10 min and end of procedure). Aldrete scores recorded at the end of the
procedure.
The demographic features and the duration of colonoscopy procedure and the recovery time were found to be
similar between the groups (p> 0,05). There was no significant difference in terms of HR, SBP, MBP, DBP,
SpO2 values at times t0, t1, t2, t3, t4, t5 (p>0,05).There was no significant difference between the two grups
before and after procedure of TDT, SMMT, CDT levels (p>0,05).
In geriatric patients undergoing elective colonoscopy under sedation, the effect of BIS monitoring on early
cognitive dysfunction was assessed by applying 3 different tests (TDT, SMMT and SCT) before and after the
procedure. BIS monitoring did not show a significant difference in the prevention of early cognitive dysfunction.
More extensive studies may be considered to assess the effectiveness of BIS monitoring in short procedures such
as colonoscopy.
ANAHTAR KELİMELER: COLONOSCOPY, BİSPECTRAL INDEX, EARLY COGNİTİVE FUNCTİONS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
101
EGE BÖLGESİ’NDE YETİŞEN BAZI NADİR VE ENDEMİK BİTKİLERE İLİŞKİN
GÜNCEL BİLGİLER
Sözel Bildiri / Cevre
Emre ÇİLDEN1,
1Hacettepe Üniversitesi,
Bu çalışmada Ege Bölgesi’nde ve özellikle Aydın’da yetişen bazı nadir ve endemik bitkilerin adları, lokaliteleri,
fotoğrafları ve habitatlarına ilişkin güncel bilgiler verilmektedir.
Araştırma materyalini, 2009 – 2018 yılları arasında farklı zamanlarda Ege bölgesinin çeşitli illerinde ve özellikle
Aydın’da yapılan arazi çalışmasında yazar tarafından toplanan bitkiler oluşturmaktadır. Ege bölgesi Akdeniz
fitocoğrafik bölgesine girmekte olup bitki çeşitliliği açısından zengin bir floraya sahiptir. Değişik zamanlarda
Ege bölgesinin farklı illerinden ve özellikle Aydın ve ilçe ve/veya köylerinde gerçekleştirilen arazi
çalışmalarında rastlanan ve toplanan bazı nadir ve endemik bitkilerin güncel durumları ortaya konmuş, tehlikeler
ve olası riskler belirtilmiştir.
Daha önceki yıllarda Ege bölgesinde yapılan farklı flora araştırmalarından elde edilen sonuçlar da birbirleriyle
örtüşmekte ve endemizm oranları itibariyle bölge önem kazanmaktadır. Dolayısıyla hem bitkilerin hem de
yetişme ortamlarının korunması ve bu konuda halkın bilinçlenmesi gerekmektedir. Çalışma alanlarının bir kısmı
ulaşılması kolay olmayan yüksekliklerde olduğundan doğal olarak korunabilmekle birlikte, büyük çoğunluğu
aşırı otlatma, ekoturizm, şehirleşme, maden eldesi, yol genişletme çalışmaları gibi nedenlerle yoğun bir
antropojenik etki altındadır.
ANAHTAR KELİMELER: EGE BÖLGESİ, AYDIN, NADİR VE ENDEMİK BİTKİLER, AKDENİZ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
102
EGE MUTFAĞINDA KULLANILAN YABANİ OTLAR
Sözel Bildiri / Beslenme
Düriye GÖNEN KAYA1, Nermin IŞIK2,
1Selçuk Üniversitesi,Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2Selçuk Üniversitesi,Sağlık Bilimleri Fakültesi,
Bu çalışmada, Ege Bölgesinde yoğun olarak tüketilen yabani otların özellikleri ve tüketim şekillerinin yazılı
kaynaklardan kapsamlı bir şekilde derlenerek tanıtılması amaçlanmıştır.Dünyanın üç büyük mutfağı arasında yer
alan Türk mutfağı vejetaryen mutfağına kaynaklık edebilecek zeytinyağlı yemek grubunu da içermektedir.
Dünya mutfakları arasında ilk ve tek denebilecek düzeyde zenginliğe sahip olan zeytinyağlı yemek grubu sağlık
acısından değerlendirildiğinde de son derece önemlidir. Ülkemizde özellikle Akdeniz ve Ege bölgelerinde
yapılan çeşitli salatalar, sebze ve ot yemekleri, bazı hamur isleri, pasta ve börekler zeytinyağı kullanımıyla
lezzetlendirilmektedir.
Yapılan bu araştırmada çok fazla çeşitte yabani otların bulunduğu, çiğ ya da pişmiş olarak çeşitli şekillerde
tüketildiği ortaya çıkmıştır. Yabani ot ve mantarların yağlama olarak tüketilenler, kavrularak tüketilenler, börek
ve hamur işlerine katılan otlar, yoğurtlama olarak tüketilenler, baharat olarak tüketilenler, içecek olarak
tüketilenler, çiğ olarak tüketilenler, etli yemeği yapılanlar, köftesi yapılanlar, dolması yapılanlar, boranisi
yapılanlar, yumurtalı yapılanlar, çorbalarda kullanılanlar, salatası yapılanlar, pilav içinde tüketilenler, tatlılara
katılanlar, turşulara katılanlar olmak üzere detaylı olarak sınıflara ayrılmıştır.
Çalışmanın bir sonraki çalışmalara ışık tutması, Ege Bölgesinde ve diğer bölgelerdeki ot ve sebze yemekleri
kültürünün ortaya çıkması önerilmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: YENEBİLEN YABANİ OTLAR, EGE BÖLGESİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
103
EKOLOJİK TARIM OLANAKLARININ BURSA İLİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Sözel Bildiri / Tarim
Dilek UĞURLU1, Şule TURHAN1, Lale YILDIZ1,
1Uludağ Üniversitesi,
EKOLOJİK TARIM OLANAKLARININ BURSA İLİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
ANAHTAR KELİMELER: BURSA, EKOLOJİK,SWOT
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
104
EKSİTOTOKSİSİTENİN PARKİNSON HASTALIĞI İLE İLİŞKİSİNİN MPP İLE
OLUŞTURULMUŞ HÜCRE MODELİNDE ARAŞTIRILMASI
Sözel Bildiri / Gida
Gizem DÖNMEZ YALÇIN1,
1ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ,
Parkinson hastalığı, nigrostriatal dopaminerjik nöronların ilerleyici bir şekilde kaybolduğu, sonuç olarak, vücut
hareketlerinde bozuklukları getiren bir sendromdur. Uzun ve yoğun araştırmalara rağmen, hastalığın moleküler
mekanizması tam olarak anlaşılmamıştır. Eksitotoksisite, yaşlılığa bağlı nörodejeneratif hastalıklarda ve ayrıca
felç, beyin travması ve epilepside rol oynayan tehlikeli bir durumdur (Danbolt, 2001; Choi, 1988).
Eksitotoksisitenin önlenmesi, bu hastalıkların yavaşlatılması ya da engellenmesi yolunda önemli ilerlemelere yol açacaktır. Nöroblastoma hücrelerine MPP+ vererek oluşturduğumuz hücresel Parkinson modelinde
eksitotoksisitenin etkisini araştıracağız. Glutamat salınımı ve reseptörlerin ekspresyonu ölçülerek Parkinson
hastalığı ve eksitotoksisite arasındaki ilişki ve moleküler yolaklar aydınlatılmaya çalışılacaktır.
Yalnızca mitokondride ifade edilen, nicotinamide adenine dinucleotide (NAD+)-a bağlı histone ve protein deasetilaz SIRT5’in, 1-methyl-4-phenyl-1,2,3,6- tetrahydropyridine (MPTP) verilerek elde edilen Parkinson fare
modelinin patogenezine olan etkisini araştırdık (Liu et al. 2015a Behav. Brain. Res.). SIRT5 knockout farede,
MPTP verildiğinde, daha fazla dopaminerjik nöron dejenerasyonu ve motor disfonksiyonu oluşmuştur ve
manganese superoxide dismutase (SOD2) (mitokondriye özgü antioxidant enzim), ekspresyonunda daha fazla
düşüşe yol açmıştır. Bu sonuç da, SIRT5’in, MPTP’nin yol açtığı dejenerasyonu, mitokondrinin antioksidant
kapasitesini artırarak düzelttiğini göstermektedir. Daha önce yayınlamış olduğumuz çalışmamız, SIRT4
knockout farenin kainik asit verildiğinde daha fazla titreme gösterdiğini ve bunun nedeninin aşırı glutamat
birikimi olduğunu ortaya çıkarmıştır (Shih et al. 2014 J Neurochemistry).
Eksitotoksisitenin önlenmesi, bu hastalıkların yavaşlatılması ya da engellenmesi yolunda önemli ilerlemelere yol
açacaktır. Bu nedenle MPP+ vererek oluşturduğumuz hücresel Parkinson modelinde eksitotoksisiteye özgü
moleküler yolakların aydınlatılması yeni tedavi yöntemlerinin gelişmesine ışık tutacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: EKSİTOTOKSİSİTE, PARKİNSON HASTALIĞI, MPP, RESEPTÖR
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
105
ELEKTİF KOLOREKTAL CERRAHİ ÖNCESİ HASTALARDA MEKANİK BRASAK
HAZIRLIĞIN İLİŞKİN HASTA ŞİKAYETLERİ: HASTANE TABANLI YARI DENEYSEL
BİR ÇALIŞMA
Sözel Bildiri / Saglik
MÜJGAN AYDEMİR1, HOSSEIN ASGARPOUR2,
1ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ, 2ÇANAKKALE ONSEKİZ MART ÜNİVERSİTESİ,
Beside changes in blood values and electrolytes, complaints can be occur during bowel preparation. Patients
general condition should be assess during bowel preparation. The aim was to determine patients complaints
associated with mechanical bowel preparation (MBP) before elective colorectal surgery.
This quasi-experimental, hospital-based study was conducted at General Surgery Clinic of Adnan Menderes
University Hospital, Turkey. The study sample included of 64 elective colorectal surgery patients who scheduled
for MBP in preoperative period. The inclusion criteria were as follows: voluntary particiapation in the study and aged ≥18, consious and oriented to place, time and person, and mobilized and no global or recieve aphasia. The
exclusion criteria were as follows: fever in preoperative period, recieve any cardiac agent in preoperative period.
Pain, fatigue and sleep quality were assessed 1 hour before MBP. The fleet enema was applied rectally in left
lateral position. Patients mobilized for bowel contents evacuation after 8-10 minutes at the end of MBP and
patients were placed in semi-Fowler's position (30°) after taking the bed. Patients were assessed in terms of
nause, vomiting, change of taste in mouth, abdomen cramp, abdomen pain, bloating, stomach ache, sweating,
palpitation, dyspnea and vertigue at specified times.
Before MBP, mean pain and fatigue score and sleep quality were 3.69±3.20, 4.28±3.6 and 6.69±3.2,
respectively. The most reported complaints just right after, 20 and 40 min after MBP were stomach ache,
sweating, abdomen cramp, bloating and palpitation, respectively. The most reported complaints 60 minutes after
MBP were stomach ache, abdomen cramp, bloating, sweating and palpitation, respectively. Additionally, an
increase in stomach ache, abdomen cramp, bloating, sweating and palpitation were observed related on MBP.
The results showed that stomach ache, palpitation, bloating, sweating and abdomen cramp complaints were
significantly difference over time, from 1 hour before MBP to 60 min after MBP (P<.05)
Serious complaints such as palipitation, sweating and ect. developed associated with MBP. Study results proved
that disadvantage is gained by MBP before elective colorectal surgery. Carefully patients assessment during and
after MBP will be of a benefit to clinicians in terms of quality of care, patients follow-up and surgical outcomes.
ANAHTAR KELİMELER: MEKANIK BARSAK HAZIRLIĞI; KOLOREKTAL CERRAHİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
106
ELEKTİF SEZARYEN OPERASYONLARINDA OROTRAKEAL ENTÜBASYON İÇİN
KULLANILAN MACİNTOSH DİREK LARİNGOSKOP İLE C-MAC
VİDEOLARİNGOSKOBUN KARŞILAŞTIRILMASI
Sözel Bildiri / Saglik
Abdullah CELEP1, Alper KILIŞARSLAN2, Yasin TİRE1, Aydın MERMER1, Sema TUNCER UZUN2,
1S. B. ÜNİVERSİTESİ KONYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ, 2N. Ü. MERAM TIP FAKÜLTESİ,
Gebelikte meydana gelen anatomik ve fizyolojik değişiklikler sonucu daha çok zor entübasyon riski mevcuttur
ve hava yolu yönetiminde komplikasyon görülme oranı artmıştır. Bu prospektif klinik çalışmada elektif sezaryen operasyonlarında entübasyon için kullanılan Macintosh Direkt Laringoskop (DL) ile C-MAC Video
Laringoskop’u (VL) CL sınıflaması, POGO skoru, entübasyon süresi, entübasyon deneme sayısı, entübasyon
sonrası komplikasyon görülme sıklığı ve entübasyonun oluşturduğu hemodinamik değişiklik açısından
karşılaştırmayı amaçladık.
Yöntem: Çalışmaya yaşları 18-45 arasında olan, ASA I-II risk grubunda 100 gebe dahil edildi. Hastalar
orotrakeal entübasyonda randomize olarak, storz C-MAC videolaringoskop (GRUP VL) (Tuttlingen, Germany)
ya da tercihe göre numara 3 ve 4 Macintosh bıçak ile direkt laringoskopi (GRUP DL) uygulanacak hastalar
olarak iki gruba ayrıldı. Laringoskopide larinksi değerlendirmede CL (Cormack-Lehane) sınıflaması ve POGO
(Percentage of plottic opening) skoru kullanıldı. Entübasyon sonrası erken dönem komplikasyonlar, perioperatif
kalp atım hızı (KAH), sistolik arter basıncı (SAB), diyastolik arter basıncı (DAB), periferik oksijen satürasyonu
(SpO2), indüksiyondan önce ve entübasyondan sonraki 1, 3 ve 5. dakikalarda kaydedildi.
Bulgular: GRUP VL ve GRUP DL arasında POGO skoru ve işlem süresi değerleri açısından istatistiksel olarak
anlamlı fark gözlendi (p<0,001). Grup DL de CL sınıflaması değerleri istatiksel olarak anlamlı şekilde yüksek
gözlendi(p<0,001). Grup DL’de sadece 1 hastada CL 3 izlenmiş olup Grup VL de hiçbir hastada CL 3’e
rastlanmadı ve istatistiksel olarak karşılaştırma yapılamadı.
Sonuç: Sonuç olarak zor havayolu ihtimali yüksek olan gebe hastalarda videolaringoskobun daha iyi orofaringeal
ve glottik görüntü elde ediliyor olması, ağız-farinks-larinks eksenlerini paralel konuma getirmeden de
entübasyon imkanı sağlaması nedeniyle Macintosh laringoskopa iyi bir alternatif yöntem olabileceği kanısına
varıldı. Gebelerde zor havayolu durumlarında videolaringoskopların etkinliği ile ilgili ileri çalışmalara ihtiyaç
vardır.
ANAHTAR KELİMELER: SEZARYEN, OROTRAKEAL ENTÜBASYON, VİDEOLARİNGOSKOP,
MACİNTOSH DİREK LARİNGOSKOP
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
107
ELEMENTEL KÜKÜRT UYGULAMASININ KİREÇLİ ALKALİ TOPRAKTAKİ PAMUK
BİTKİSİNİN AĞIR METAL İÇERİĞİNE ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Tarim
Bülent YAĞMUR1, Bülent OKUR1,
1EGE ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ TOPRAK BİLİMİ VE BİTKİ BESLEME BÖLÜMÜ,
Toprak reaksiyonun yüksek olduğu topraklarda yapılan üretimde toprak pH'sını düşürmek için en çok başvurulan
yollardan birisi de toprağa kükürt elementinin uygulanmasıdır. Bu koşullarda bazen de uygulanan kükürt dozuna
bağlı olarak topraktaki bazı mikro elementler ve bazı ağır metaller de serbest hale geçebilecek ve bitkiler
tarafından alınabilir forma geçecektir. Bu çalışmada hangi S dozlarının daha uygun olabileceği saptanmaya
çalışılmış ve bu tür olası olumsuzlukların önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: KÜKÜRT, ALKALİ TOPRAK, AĞIR METAL, PAMUK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
108
ENTOMOPATOJEN FUNGUSLAR VE TERAPÖTİK ÖZELLİKLERİ
Sözel Bildiri / Saglik
ENGİN KILIÇ1, DURAN AYDINLI1,
1ERZİNCAN BİNALİ YILDIRIM ÜNİVERSİTESİ, ECZACILIK FAKÜLTESİ,
Bu makalenin amacı, tarım sektöründe mikoinsektisit olarak kullanılan entomopatojen funguslardan (EPF) elde
edilen toksinlerinin insan sağlığında kullanılmasına yönelik çalışmaları literatür ışığında tartışmaktır.
Entomopatojenik funguslar (EPF), tarım zararlılarına ve böceklere karşı potansiyel biyo-kontrol etmenleridir.
EPF yaşam döngüsü, hücre dışı enzimler ve düşük moleküler ağırlıklı bileşikler (toksinler) dahil olmak üzere
farklı aktif metabolitlerin sentezi ve salgılanması ile ilişkilidir. Bu kimyasal bileşenlerin insan yaşamı için büyük
önemi vardır ve tıp ve tarım sektörlerinde en yüksek ticarileştirme derecesine kadar kullanılmaktadır. Genel olarak EPF, antibiyotikler, sitotoksik maddeler, insektisitler, büyümeyi düzenleyiciler, cezbediciler, kovucuları
teşvik eden veya inhibe eden bileşikler gibi çeşitli biyolojik aktiviteleri olan çok çeşitli ikincil metabolitleri
üretirler. Böcekler için patojenik olan fungus türlerin çoğunluğu, Hypocreales takımına aittir. . Hypocreales
türlerinin toksinleri birbirinden kimyasal olarak ayrılır ve insan hastalıklarının tedavisi amacıyla çok sayıda
mikotoksin izole edilmiştir. EPF en önemli toksinleri, Swainsonine, Dextrusin, Bassiatin, Beauvericin,
Oosporein, Hirsutellin, Siklosporin, Cordycepin) antimikrobiyal ve antitimoral etkiler üzerinde yoğun olarak
çalışılmıştır. Bu çalışmada, literatür ışıgında entomopatojenik funguslardan özellikle hypocreales takımına ait
türlerin insan ilacı olarak önemleri belirtilmeye çalışılmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: HYPOCREALES, MİKOTOKSİN, FARMAKOLOJİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
109
ERGENE NEHRİ’NDE TARIM İLACI KAYNAKLI KİRLİLİK DAĞILIMI
Sözel Bildiri / Cevre
Fulya ÇİNGİROĞLU1, SeyedMehdi EMADİAN2, Ulaş TEZEL2, Burçak KAYNAK1,
1İstanbul Teknik Üniversitesi, 2Boğaziçi Üniversitesi,
Bu çalışmanın amacı, Türkiye'nin en kirli nehirlerinden biri olan Ergene Nehri’nde pestisitlerin mekansal
dağılımını ve kirlilik düzeyini araştırmaktır. 75 örnekleme noktasından dört mevsimde alınan örneklerde 100'den
fazla pestisit ve pestisitlerde kullanılan kimyasal maddeler taranmıştır.
Toplam 56 (yaz), 57 (sonbahar), 29 (kış) ve 42 (ilkbahar) pestisit en az bir örnekleme noktasında tespit edilmştir.
En yaygın olarak tespit edilen pestisitler, dört mevsim boyunca Carbendazim, Diuron, Piperonylbutoxide ve
Acetamiprid’dir. İlkbaharda Cadusafos neredeyse tüm örnekleme yerlerinde tespit edilmiş, ancak diğer üç
mevsimde hiç tespit edilmemiştir. Ölçümler, izin verilen maksimum çevre kalitesi standardı (maks-ÇKS) ve
yıllık ortalama çevresel kalite standardı (YO-ÇKS) ile karşılaştırılmıştır. Standartların en fazla aşıldığı mevsim
yaz mevsimidir (35), ve ardından sonbahar (13), kış (4) ve ilkbahar (2) mevsimleri gelmektedir. Aclonifen
toplamda en fazla sınırı aşan pestisittir. Diuron ve As, üç mevsimde sınırı aşan diğer iki kirleticidir. Ortalama 4-
Kloroanilin ve Klorsülfuron konsantrasyonları için tüm örnekleme noktalarında YO-ÇKS aşımları gözlenmiştir.
Diuron, Quinalphos, Oxadiazon ve Pyriproxyfen beşten fazla aşımı olan diğer pestisitlerdir. Genel pestisit kirliliğini değerlendirmek için, her bir pestisit için normalize edilmiş bir değer (Ölçüm / maks-ÇKS) hesaplanıp
sonrasında bu değerler toplanarak her örnekleme noktası için genel bir pestisit endeksi hesaplanmıştır. Yaz
sezonu en yüksek endeks değerlerine sahiptir. Ayrıca, Ward bağlantı yöntemi kullanılarak pestisitlere ve
örnekleme noktalarına göre kümeleme analizi gerçekleştirilmiştir ve sonuçlar Ergene Nehri'nde belirli bölgelerde
belirli pestisit gruplarını göstermiştir.
Özetle, bu çalışmada Ergene Nehri kollarındaki yüksek pestisit konsantrasyonu gösteren mekansal dağılım ve
pestisit konsantrasyonlarındaki mevsimsel değişiklikler belirlenmiştir. Bu çalışmada taranan pestisitlerin bazıları,
ki önemli miktarlarda kullanılmaktadırlar, ÇKS değerlerine (örn. Imazamox) sahip değildir ve verilen ÇKS
değerlerinin bazıları, gerçekçi olamayacak şekilde, ölçüm sınır değerlerinden (örn. Cadusafos) düşüktür.
ANAHTAR KELİMELER: PESTICIDES, ERGENE RIVER, CLUSTER ANALYSIS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
110
ERGİN PARAZİTOİTLERİ TARAFINDAN PARAZİTLİ VE PARAZİTLİ OLMAYAN
EURYGASTER MAURA L. (HETEROPTERA: SCUTELLERİDAE) BİREYLERİNİN
BİRBİRLERİNDEN AYIRT EDİLMESİ
Sözel Bildiri / Tarim
Şener TARLA1, Gülcan TARLA1,
1Uşak Üniversitesi,
Bu çalışmanın amacı, Tachinidae familyasına ait olan bireylerin Eurygaster maura L. (Heteroptera:
Scutelleridae)'nın vücutları üzerine yumurta koyma alanlarının ve Uşak ilinde 2016 ve 2017 yıllarında oluşan
parazitlenme oranlarının belirlenmesidir.
ANAHTAR KELİMELER: SÜNE, EURYGASTER MAURA, TACHİNİDAE, UŞAK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
111
ERİŞKİN SIÇANLARDA BİSFENOL A İLE BÖBREK DOKUSUNDA OLUŞTURULAN
HASAR ÜZERİNDE D VİTAMİNİNİN ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Saglik
Füsun ERHAN1, Banu KANDİL2,
1Cumhuriyet Üniversitesi, 2Ankara Üniversitesi,
Günlük hayatımızda geniş bir kullanım alanına sahip olan plastik malzemelerin yapısında yer alan Bisfenol A
(BFA), evsel ürünlerde, yiyecek ve içecek kaplarının iç kaplamasında, tıbbi ve diş tedavi malzemelerinde
kullanılmaktadır. D vitamini, epidermisde fotokimyasal olarak üretilen bir steroid hormondur. Çalışmamızda
çevresel östrojenlerden olan BPA’ nın erişkin sıçanların böbrek dokusunda oluşturabileceği hasar üzerinde D
vitamininin etkilerinin histolojik olarak incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmamızda çevresel östrojenlerden olan BPA’ nın erişkin sıçanların böbrek dokusunda oluşturabileceği hasar üzerinde D vitamininin etkilerinin
histolojik olarak incelenmesi amaçlanmıştır.
Bu çalışma, Fırat Üniversitesi Hayvan Deneyleri Etik Kurulu Başkanlığının onayı ile yapıldı. Çalışmada toplam
30 adet Wistar Albino cinsi 8 haftalık sıçan kullanılmıştır. Sıçanlar 5 gruba ayrıldı. Grup I’ deki sıçanlar kontrol grubu olarak belirlendi. Grup II’ deki sıçanlara 4 hafta boyunca zeytinyağı içinde çözülen Bisfenol A oral gavaj
yoluyla verildi. Grup III’ deki sıçanlara 4 hafta boyunca zeytinyağı içinde çözülen BPA oral gavaj yoluyla
verildikten sonra 2 hafta boyunca Vitamin D3 verildi. Grup IV’ deki sıçanlara 2 hafta boyunca Vitamin D3
verildi. Grup V’ deki sıçanlara 4 hafta boyunca zeytinyağı oral gavajla verildi. Uygulama sonlandırıldıktan sonra
böbrek dokusundaki değişiklikler ışık mikroskobu ile histokimyasal olarak incelendi.
BPA uygulanan grupta (Grup II) ışık mikroskobu ile yapılan incelememizde, BPA’ nın böbrek dokusunda
dejenerasyonlara, atrofiye, bowman mesafesinde artışa ve tübüler dilatasyona yol açtığı tespit edildi. BPA’ nın
oluşan toksik etkilerini tedavi edebilmek amacı ile kullanılan D vitamini grubunun böbrek dokusu kontrol
grubuna benzer histolojik yapı gözlemlendi. Grup IV ve grup V’ deki böbrek dokularında normal histolojik yapı
görüldü.
Yapılan histolojik incelemeler sonucunda BPA’ nın histopatolojik değişikliklere yol açabildiğini gözlemledik.
BPA’ dan sonra kullanılan D vitamininin ise bozulan böbrek morfolojisini kontrol grubuna benzer düzeylere
getirebildiğini gördük.
ANAHTAR KELİMELER: BİSFENOL A, BÖBREK, RAT
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
112
ERİŞKİNLERDE SOLUNUM YOLU ENFEKSİYONLARININ EPİDEMİYOLOJİK VE
KLİNİK ÖZELLİKLERİ
Sözel Bildiri / Saglik
SEVİN KIRDAR1, ONUR YAZICI2, EMEL CEYLAN3, GÜNEŞ ÖZÇOLPAN1, NERİMAN AYDIN1,
1ADU TIP FAKÜLTESİ, TIBBİ MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALI, 2ADU TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS
HASTALIKLARI ANABİLİM DALI, 3DU TIP FAKÜLTESİ, GÖĞÜS HASTALIKLARI ANABİLİM DALI,
Viral etkenler ile oluşan solunum yolu enfeksiyonları; özellikle çocuk, yaşlı ve bağışık yetmezlikli hastalarda
morbidite ve mortalitenin en önemli nedenlerinden biridir. Çalışmamızda solunum yolu enfeksiyonu belirtileri
ile hastaneye başvuran erişkin hastalarda solunum viruslarının sıklığının ve hastaların klinik özelliklerinin
belirlenmesi amaçlandı.
Çalışmaya, Ocak 2014-Eylül 2018 tarihleri arasında, solunum yolu enfeksiyonu belirtileri ile hastanemiz
polikliniklerine başvuran ya da hastanede yatan 262 erişkin hasta dahil edildi. Hastaların nazofarengeal sürüntü
örneklerindeki solunum virüsleri [influenza A ve B, parainfluenza 1, 2, 3 ve 4, (PIV1-4) adenovirus, respiratuvar
sinsityal virus (RSV), rinovirus, enterovirus (EV), bokavirus, koronavirus HKU, koronavirus 229, koronavirus OC43, parekovirus (PV) ve metapnömovirus (MPV)], multipleks real time PZR yöntemi ile araştırıldı.
Hastaların demografik verileri ve ilişkili risk faktörleri hastaların elektronik dosyalarından retrospektif olarak
taranarak değerlendirildi.
Çalışmaya dahil edilen 262 erişkin hastadan alınan 127(%49,4) solunum örneğinde bir veya birden fazla solunum virüsü belirlendi. Virus saptanan hastaların 59 (%46.5)’u erkek, 68(%53.5)’i kadın olup yaş ortalaması
47.42 (yaş aralığı 18-85 yaş) idi. Solunum virusu araştırılan hastalardan 17’si 65 yaş ve üstü grupta yer
almaktaydı. Hastaların 23 (% 18.1)’ü poliklinik hastası,104(% 81.9)’ü yatan hastaydı. Solunum virus saptanan
hastalardan 42(%33)’sinde influenza virusları, 31 (%24.4)’inde rhinovirüs, 12(%9.4)’sinde RSV, 19(%8.6)’unda
coronaviruslar (CoV229,OC43 ve HKU), 13(%10.2)’ünde parainfluenza viruslar (PIV1-4), 8(%6,2)’inde
adenonovirüs, 7(%5.5)’sinde MPV, 4(%3.1)’ünde bocavirüs, 2(%1.6)’sinde parechovirus (PV) ve 2(%1.6)’sinde
EV belirlendi. Çoklu virus enfeksiyonu 15 (%11.8) hastada bulundu. Virus saptanan hastalardan 46’sında en az
bir komorbidite vardı.
Solunum yolu enfeksiyonu bulguları ile başvuran hastaların yaklaşık %50’sinde solunum virüsleri pozitif
bulundu. En sık belirlenen virusların sırasıyla influenza virüsü, rinovirüs ve koronavirüs olduğu görüldü. Bu
çalışma ile erişkin yaş gruplarında, özellikle altta yatan hastalığı olanlarda solunum viruslarının erken tanınması
ve uygun tedavinin planlanmasının önemli olduğu kanısına varıldı.
ANAHTAR KELİMELER: SOLUNUM VİRUS, ERİŞKİN, ENFEKSİYON, EPİDEMİYOLOJİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
113
ERZURUM YÖRESİ KIRSAL YERLEŞİMLERİNDE TARIMSAL KREDİYE ÇİFTÇİ
YAKLAŞIMI
Sözel Bildiri / Tarim
Hasan ER1, Semih ÖZGEN2, Yasemin KUŞLU2,
1Bingöl Üniversitesi Ziraat Fakültesi Biyosistem Mühendisliği Bölümü, 2Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Tarımsal Yapılar Ve Sulama Bölümü,
Türkiye’de tarım alanlarının bölgelere göre dağılış oranları farklılık göstermektedir. Doğu Anadolu Bölgesi
%10’luk pay ile işlemeli tarımın en düşük olduğu bölgedir. Bu çalışmada Erzurum yöresi kırsal yerleşimleri ele
alınmıştır. Araştırmada, kırsal yerleşimlerde yaşayan ve geçimini tarımdan sağlayan işletme sahiplerinin tarımsal
kredi kullanımına bakış açısı değerlendirilmeye çalışılmıştır.
. Bu amaçla işletmeler sahip oldukları öz kaynaklarına göre gruplara ayrılmış ve öz kaynak ve kredi kullanımı
arasındaki ilişki tespit edilmiştir.
Çalışmada ayrıca kullanılan tarımsal kredi miktarı ve kullanım amacı göz önüne alınarak tarımsal krediden
yararlanma etkinliği belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: ERZURUM, KIRSAL YERLEŞİM, TARIMSAL KREDİ KULLANIMI, ÖZ
KAYNAK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
114
ERZURUM’DA BAZI ATIKSU ARITMA TESİSİ (AAT) ÇIKIŞ ÜRÜNLERİNİN PEYZAJ
ALANLARINDA KULLANIMI
Sözel Bildiri / Tarim
Elif AKPINAR KÜLEKÇİ1, Yasemin KUŞLU2,
1Atatürk Üniversitesi Mimarlık Ve Tasarım Fakültesi, 2Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi,
Belirli yapıları ve dokuları olan peyzaj alanları, şehirlerin vazgeçilmez bir parçasıdır. Genellikle sosyal amaçlar
için kullanılan bu alanlar yapay kültürün ya da doğal karakterin bir ürünü olarak ortaya çıkarlar. Peyzaj
alanlarında, arıtma çamuru ve geri kazanılmış su gibi, atıksu arıtma tesislerinin (AAT) bazı çıkış ürünlerinin
kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. Uygulandığı alanların, ana bileşenleri olan bitki örtüsü ve toprak, AAT
çıkış ürünlerin kalitesinden doğrudan etkilenmektedir.Çalışmanın amacı bu ürünlerin toprak ve su açısından
Erzurum'da kullanım olanaklarını araştırmaktır.
Bu çalışmada, kentsel rekreasyon alanlarında Erzurum Biyolojik Arıtma Tesisi (BAAT) çıkış ürünlerinden geri
kazanılmış atıksu ve arıtma çamuru kullanımı, olası sulama yöntemleri ile birlikte ele alınarak olumlu ve
olumsuz yönleri ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Arıtma çamuru ve geri kazanılmış atıksu, dünya geniş bir alana sahip rekrasyon alanlarında gübreleme
gereksinimlerinin çevresel ve ekonomik yönden uyumlu bir şekilde azaltılmasında önemli bir rol oynayabilir.
Basınçlı yüzey sulama yöntemlerinde (özellikle yağmurlama, mikro yağmurlama vb.) geri kazanılmış atıksuların
kullanımı, bitki ve toprak yüzeylerinin kirlenmesine ve bunlarla temas eden ürünlerin hijyeni ve canlıların sağlığı
açısından tehdit olabilir.
Uygun veya yüksek sulama verimliliğine sahip sulama yöntemlerinin (damla ve yüzey altı damla) en iyi seçenek
olduğu söylenebilir. Yer altı damlama sulama sisteminin en büyük avantajı toprak yüzeyi ve bitki ile kirlenme
olasılığının düşük olmasıdır. Kentsel yeşil alan sulama suyu ana iletim hatları (mor şebeke) yapılmalı ve modern
sulama yöntemi olan damla sulama sistemine çevrilmelidir.
ANAHTAR KELİMELER: PEYZAJ ALANLARI, GERİ KAZANILMIŞ ATIK SU, ARITMA ÇAMURU,
SULAMA YÖNTEMLERİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
115
EV YAPIMI SİRKELERDE ESCHERİCHİA COLİ, ENTEROCOCCUS FAECALİS VE
PEDİOCOCCUS ACİDİLACTİCİ’NİN CANLI KALMA DURUMLARI
Sözel Bildiri / Gida
İlkin Yücel ŞENGÜN1, Gülden KILIÇ1,
1Ege Üniversitesi,
Bu çalışma, evlerde geleneksel yöntemlerle üretilen incir ve dut sirkelerinin depolama sürecinde farklı
mikroorganizmaların canlı kalma durumları üzerine etkilerini belirlemek üzere yürütülmüştür.
Bu amaçla test kültürü olarak Escherichia coli, Enterococcus faecalis ve Pediococcus acidilactici kullanılmıştır.
Bakteri kültürleri ile yaklaşık 7 log KOB/mL düzeyinde inoküle edilen sirke örnekleri oda koşullarında (20°C)
24 saat depolanmış ve bu süreçte periyodik olarak (0. dakika, 15. dakika, 30. dakika, 60. dakika, 4. saat, 8. saat
ve 24. saat) analiz edilmiştir.
İncir ve dut sirkelerinin pH değerleri sırasıyla 3.75 ve 2.87, toplam asitlik değerleri ise 3.67 ve 4.07 g asetik asit
/100 mL olarak belirlenmiştir. E. coli hücrelerinin incir sirkesinde 8 saatte, dut sirkesinde 30 dakikada tamamen
inaktive olduğu, E. faecalis’in ise incir ve dut sirkesinde benzer sürelerde canlılığını sürdürdüğü (8 saat) tespit
edilmiştir. Bununla birlikte incir sirkesinde en uzun süre canlılığını sürdüren bakterinin P. acidilactici olduğu ve
24 saatlik süre sonunda P. acidilactici sayısının incir sirkesinde sadece 3 logaritmik birim azaldığı belirlenmiştir.
Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar, evlerde kontrolsüz şartlar altında üretilen sirkelerin farklı
mikroorganizmalar üzerine antimikrobiyal etki gösterdiğini ve bu etkinin kullanılan sirke türü, test kültürü ve
temas süresine bağlı olarak değiştiğini ortaya koymuştur.
ANAHTAR KELİMELER: İNCİR SİRKESİ, DUT SİRKESİ, CANLI KALMA, ANTİMİKROBİYAL
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
116
EVALUATİON OF THE CHLORAMPHENİCOL RESİSTANCE DİSSEMİNATİON İN
UNTREATED HOSPİTAL WASTEWATERS
Sözel Bildiri / Saglik
Osman KAYALI1, Bulent ICGEN1,
1Orta Doğu Teknik Üniversitesi,
Antibiotics have been used to treat infections since they first introduced in late 30s. Today emergence and
dissemination of antibiotic resistance are considered one of the major threats to the public health. Antibiotic
resistance genes are usually located on tranposons or plasmids and horizontal gene transfer mechanisms are
responsible for the dissemination of these genes in environment. Hospital wastewaters contain antibiotic
compounds and antibiotic resistant bacteria. These effluents provide a suitable environment for the exchange of antibiotic resistance genes among clinical pathogens and environmental bacteria. Chloramphenicol is a broad-
spectrum antibiotic naturally produced by Streptomyces and it typically stops bacterial growth by stopping the
production of proteins. One of the most common mechanisms of resistance to chloramphenicol in bacteria is the
presence of efflux pumps. The chloramphenicol resistance gene cmlA that encodes chloramphenicol exporter is
disseminated on transferable plasmids. Therefore, the aim of this study was to investigate the chloramphenicol
resistance in hospital wastewaters. For this purpose quantitative polymerase chain reaction method was used
with primers specific to the cmlA gene.
Wastewater samples were collected seasonally from six major hospitals. Chloramphenicol resistance caused by
the cmlA gene was detected in all hospital samples by standard PCR method. Quantification of the gene is still in
progress.
When the quantification processes are completed, gene copy numbers of seasonally collected samples from six
major hospitals will be used for statistical analyses.
ANAHTAR KELİMELER:
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
117
EVİMİZİ VE SAĞLIĞIMIZI SÜSLEYEN BİTKİ: KOLYOS (PLECTRANTHUS
SCUTELLARİOİDES (L.) R. BR.)
Sözel Bildiri / Saglik
Aslıhan CESUR TURGUT1, Mahmut DOĞANTÜRK1, Hale SEÇİLMİŞ CANBAY1,
1Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Bilimsel Ve Teknoloji Uygulama Ve Araştırma Merkezi,
Hastalıklardan uzak, sağlıklı ve uzun bir yaşam sürmenin yollarını araştırmak tıp dünyasının en çok araştırma
yaptığı konulardandır. Bu sebeple tükettiğimiz bitkilerin (sebze, meyve, bitki çayı vb) insan vücuduna etkilerinin
bilinmesi her geçen gün önem kazanmaktadır. Bitkilerle alınan antioksidan maddelerin hücrelerde deformasyona
karşı koruyucu bir kalkan oluşturması, bu tip doğal ürünlere olan ilgiyi arttırmaktadır. Antioksidanlardan
polifenoller, en zengin biyoaktif bileşiklerdir. Güneydoğu Asya ve Afrika kökenli bir bitki olan Kolyos, halk arasında yaprak güzeli olarak da bilinen pek çok evde başköşede yer alan bir süs bitkisidir. Fitoterapide öksürük
ve baş ağrısı gibi çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılır. İnsanlar bu bitkinin yapraklarını günlük çay olarak
suda kaynatıp, semptomları azalıncaya kadar tüketmektedirler. Bu çalışmada fitoterapide de kullanılan bir süs
bitkisi olan Kolyos’un yaprak, çiçek ve dallarında önceden belirlenmiş 13 polifenolün miktarları araştırılmıştır.
Sonuçlar incelendiğinde bitkinin çiçek, yaprak ve dalları arasında anlamlı farklılıklar bulunmuştur.
Çalışmada önemli polifenollerden olan; Gallik Asit, 3,4-dihidroksibenzoik asit, Klorojenik Asit, Vanilik Asit,
Kafeik Asit, Ferulik Asit, Sinamik Asit, 2,5-dihidroksibenzoik Asit, Epikateşin, Ellajik Asit, Kuersetin,
Rosmarinik Asit ve Sirinjik Asit olmak üzere 13 bileşen belirlenmiştir. Bu bileşenlerin Kolyosun çiçek, yaprak
ve dal gibi farklı kısımlarındaki dağılımı tespit edilmiş, ilginç sonuçlara ulaşılmıştır (Tablo 1). Çiçekte 13
bileşene de farklı miktarlarda rastlanmıştır. Çalışılan fenolik bileşenlerin yarıdan fazlasında en yüksek değerler
çiçekte tespit edilmiştir. Tüm bileşenler içinde en yüksek miktarda bulunan Ellajik Asit olmuştur. Kolyosun
yapraklarında ise 13 bileşenin 11’i tespit edilmiştir . Anti-kanser bileşenlerden olan Epikateşin ve Kuersetin
(Youn vd., 2013; Koyuncu, 2018) ise tüm bitki kısımları içerisinde en yüksek oranda yaprakta bulunmuştur.
Dallarda ise 10 bileşen tespit edilmiştir (Tablo 1). 13 bileşenden 4 tanesi ise çiçek ve yaprağa göre dallarda en
yüksek oranda bulunmuştur. 3,4-dihidroksibenzoik asit (Protokateşik Asit) ve Ferulik Asite yalnızca Kolyosun
çiçeklerinde rastlanmıştır.
Bazı fenolik bileşenlerin bitkinin yalnızca belirli kısımlarında bulunması ve miktarlarının önemli farklılıklar
içermesi, bu bitkinin tüketiminde dikkatli olunmasını gerektirmektedir. Cilt iyileştirme, anti-kanser vb. kullanım
amacı belirlenip, hedefe yönelik tüketilmesi daha efektif sonuçlar doğurabilecektir. Unutmamak gerekir ki bilinçsiz tüketim (aşırı tüketim, antagonistik/ sinerjik etki vb.) istenmeyen sonuçlara neden olabilmektedir. 16.
yüzyılın önemli bilim insanlarından ve modern tıbbın kurucularından olan Paracelsus’un da dediği gibi “bütün
maddeler zehirdir, zehirle ilacın tek farkı dozdur.”.
ANAHTAR KELİMELER: POLİFENOLLER, FENOLİK BİLEŞENLER, COLEUS, PLECTRANTHUS
SCUTELLARİOİDES (L.) R. BR.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
118
EVSEL ATIKSU ARITIMINDA YAPAY SULAK ALANLARIN KULLANIMI: SİVAS
ÖRNEĞİ
Sözel Bildiri / Cevre
MELTEM SARIOGLU CEBECİ1, İLKNUR SENTÜRK1,
1SİVAS CUMHURİYET UNIVERSİTESİ,
XX
XX
ANAHTAR KELİMELER: ARITMA VERİMİ, ATIKSU, SULAK ALAN, YAPAY SULAK ALAN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
119
F1 CEVİZ GENOTİPLERİ ARASINDA MEYVE KARAKTERLERİ YÖNÜYLE GENETİK
ÇEŞİTLİLİK
Sözel Bildiri / Tarim
Yaşar AKÇA1, 2,
1GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ BAHÇE BİTKİLERİ BÖLÜMÜ. TOKAT,
Bu araştırma, geç yapraklanan, yan dallarda meyve veren, yüksek meyve kaliteli ve kısa vejetasyon süresine
sahip yeni ceviz çeşitlerinin ıslahından elde edilen F1 ceviz genotiplerinin pomolojik özelliklerindeki genetik
farklılıkları belirlemek amacıyla yürütülmüştür.
Araştırmada, kabuklu meyve ağırlığı, iç ceviz ağırlığı, iç oranı, kabuklu ve iç ceviz boyutları, ve kabuk kalınlığı
gibi meyve özellikleri incelenmiştir. Meyve özellikleri rastgele seçilen 25 meyvede belirlenmiştir. Kabuklu
cevizde nem oranı % 5’e düşürülmüştür. Araştırmada, HartleyxOğuzlar; HartleyxAkça; Niksar1xAkça;
AkçaxMaraş12, AkçaxTopak çaprazlama kombinasyonları ve Hartley ve Pedro çeşitlerine ait serbest tozlanan
tesadüf çöğür popülasyonları kullanılmıştır.
Maksimum ortalama kabuklu meyve ağırlığı (16,91±3,51 g), meyve eni (37,86±3,26 mm), meyve boyu
(46,19±4,16 mm), kabuk kalınlığı (1,36±0,22 mm), iç ceviz ağırlığı (9,42±1,73 g), iç randımanı (%64,06±5,51)
sırasıyla Hartley x Akça; Hartley x Akça, Hartley x Oğuzlar; Hartley x Oğuzlar; Hartley x Akça; ve Hartley x
Akça kombinasyonlarında belirlenmiştir.
Yan dallarda meyve veren ve geç yapraklanan, meyve kalitesi yüksek yeni ceviz çeşitlerinin melezleme
yöntemiyle elde edilmesi amacıyla yürütülen özel ceviz çeşit ıslahı programından elde edilen F1 popülasyonu ve
serbest tozlanan tesadüf çöğürlerinin meyve özellikleri çaprazlama kombinasyonlarına ve çeşitlere göre
farklılıklar göstermiştir. Araştırmamızda, incelenen popülasyon içinde UC Davis özel ceviz çeşit ıslahı
programında seçilen genotiplere benzer yeni genotipler bulunmuştur. İncelenen popülasyonun meyve özelliklerinin meyve kalitesi yüksek yeni bireylerin seçimine imkan sağlayacak olumlu düzeyde genetik
varyasyona sahip olduğu saptanmıştır
ANAHTAR KELİMELER: ANAHTAR KELİMELER: CEVİZ, ÇEŞİT ISLAHI, MEYVE KALİTESİ,
MELEZLEME ISLAHI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
120
FARKLI BİTKİ BÜYÜME TEŞVİK EDİCİ BAKTERİ UYGULAMALARININ ŞEKER
PANCARINDA (BETA VULGARİS VAR. SACCHARİFERA L.) VERİM VE ŞEKER
İÇERİĞİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Volkan Mehmet ÇINAR1, Aydın ÜNAY1,
1AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ,
Bu çalışma ACC deaminaz aktivitesi gösteren farklı bitki büyüme teşvik edici bakteri içerikli, BM-Root-Pan,
BM-Megaflu ve BM-Coton-Plus ticari adlı preparatların, şeker pancarının verim, verim komponentleri ve şeker
içeriğine etkisini araştırmak amacıyla yapılmıştır.
Deneme 2017-2018 şeker pancarı yetiştirme sezonunda Konya İli Karapınar İlçesinde çiftçi koşullarında
yürütülmüştür. Araştırmada 3 yinelemeli Tesadüf Blokları Deneme Deseni kullanılmıştır. Mikrobiyal bakteriler,
bitkilerin 6-8 yapraklı olduğu ve kök büyümesinin hızlandığı (yaklaşık ekimden sonraki 40. gün) dönemde
topraktan uygulanmıştır.
Uygulamaların yumru ağırlığı, yumru uzunluğu, yumru çapı, bitki başına şeker verimi ve yumru verimi (da)
üzerine etkileri önemli bulunmuştur. Yumru ağırlığı, yumru uzunluğu, yumru çapı ve bitki başına şeker verimi yönünden BM-Megaflu; yumru verimi (da) yönünden BM-Megaflu ve BM-Coton-Plus uygulamasının önemli
olmak üzere en yüksek değerleri verdiği saptanmıştır.
Sonuç olarak, bakteri içerikli gübrelerin şeker pancarında yararlı olabileceği ve farklı iklim ve toprak
koşullarında çalışmaların sürdürülmesi gerektiği kanısına varılmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: ŞEKER PANCARI, VERİM, ŞEKER İÇERİĞİ, BİTKİ BÜYÜME TEŞVİK
EDİCİ BAKTERİ.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
121
FARKLI BOR UYGULAMALARININ KIRMIZI BİBERİN ÇİMLENMESİ VE FİDE
GELİŞİMİ ÜZERİNE ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Tarim
AHMET TURHAN1,
1Uludağ Üniversitesi, Mustafakemalpaşa Meslek Yüksekokulu, Bitkisel ve Hayvansal Üretim Bölümü,
Bu çalışmada; farklı bor uygulamalarının biberde (Capsicum annuum L.) çimlenme/çıkış ve fide gelişimi ile
ilgili parametreler üzerine etkileri araştırılmıştır. Bu doğrultuda 8 farklı bor dozu (0, 0.5, 1.0, 2.0, 3.0, 4.0, 5.0,
6.0 mg L-1) tohum ve fidelere uygulanmıştır. Bitkisel materyal olarak yerel Azatlı kırmızı biber çeşidi
kullanılmıştır.
Araştırma sonuçlarına göre, farklı bor konsantrasyonları, söz konusu çimlenme/çıkış ve fide gelişmi
özelliklerinin tümünde istatistiksel olarak önemli ölçüde etkiye sahip olmuştur. Bor konsantrasyonunun 2.0mg
L-1’nin üzerinde olduğu koşullarda çimlenme oranı ve çimlenme indeksi, 1.0 mg L-1’nin üzerindeki koşullarda
ise fide çıkış değerleri azalmaya başlamıştır. Buna karşın, bor düzeyinin 2.0 mg L-1‘nin üzerine çıkarılması ile
çimlenme süresi artış göstermiş ve tohumlarda çimlenme daha uzun sürede gerçekleşmiştir. Düşük bor konsantrasyonları (≤ 2.0 mg L-1), fidelerin ortalama kök boyu, kök yaş ve kuru ağırlığı, gövde kuru
ağırlıklarında istatistiki olarak önemli etki meydana getirmemesine rağmen, uygulanan bor konsantrasyonundaki
yükselme (>2.0 mg L-1) söz konusu parametrelerde azaltıcı etki yapmıştır. Gövde boyu, yaprak yaş ağırlığı,
tolerans indeksi değerleri 1.0 mg L-1 ve gövde yaş, yaprak kuru ağırlıkları da 0.5 mg L-1üzerinde artan
dozlardan olumsuz yönde etkilenmiştir.
Elde edilen veriler tüm yönleri ile değerlendirildiğinde; düşük bor konsantrasyonlarının tohum çimlenmesi ve
fide gelişimini olumlu etkileyeceği, sulama suyu bor konsantrasyonu sınırının 2.0 mg L-1 olması gerektiği ve
seviyenin üzerindeki artışların çimlenme ve fide gelişimini olumsuz etkileyeceği anlaşılmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: BORİK ASİT, ÇİMLENME İNDEKSİ, ÇİMLENME ORANI, BÜYÜME
İNDEKSİ, KIRMIZI BİBER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
122
FARKLI ÇİNKO DOZLARININ TÜTÜN (NİCOTİANA TABACUM L.) BİTKİSİNİN
NİKOTİN, İNDİRGEN ŞEKER VE FENOLİK İÇERİKLERİNE ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Tarim
Halil ERDEM1, Ahmet KINAY1,
1Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi,
Mikro besin elementlerinden birisi olan çinko (Zn), bitki gelişimi için mutlak gerekli bir elementtir. Çinko,
bitkide pek çok enzimde bulunmasının yanında, karbonhidrat, lipit, protein ve nükleik asit sentezlenmesinde ve
parçalanmasında rol almaktadır. Son yıllarda ülkemizde yoğun şekilde tarım yapılan alanlarda Zn mikro besin
elementi noksanlıkları sıklıkla görülmeye başlanmıştır. Çinko eksikliği hem bitkisel verimi kısıtlaması, hem de
ürün kalitesini azaltması nedeniyle ayrı bir öneme sahiptir. Bu çalışmada, sera koşullarında Zn noksanlığına sahip bir toprağa artan dozlarda (0, 2.5, 5 ve 10 mg Zn kg-1) Zn uygulamalarının Xanthi/2A tütün çeşidinin
nikotin, çözünür şeker ve fenolik bileşikleri üzerine olan etkisi araştırılmıştır.
Tesadüf parselleri deneme desenine göre kurulmuş olan denemenin vejetasyon süreci boyunca gerekli bakım
işlemleri yapılarak olgunlaşan tüm yapraklar üç seferde hasat edilerek güneşte kurutulmuştur. Yaprak
numunelerinde Zn, nikotin, glikoz, früktoz, klorogenic ve rutin konsantrasyonları belirlenmiştir.
Elde edilen sonuçlara göre toprağa artan dozlarda Zn uygulamaları ile tütün yapraklarının Zn konsantrasyonları
istatiksel olarak (P<0.05) önemli düzeyde arttığı ortaya çıkmıştır. Konrol uygulamasının 37.8 ppm olan yaprak
Zn konsantrasyonu Zn 10 dozu koşullarında 77.4 ppm’e çıkmıştır. Tütün için çok önemli bir alkoloid bileşeni olan nikotin konsantrasyonlarının toprağa artan dozlarda Zn uygulaması ile istatiksel olarak önemli değişim
meydana gelmemiştir. Çinko uygulamaları ile tütün yapraklarının indirgen şeker (glikoz ve früktoz)
konsantrasyonlarında istatiksel olarak önemli (P<0.05) bir artışın olduğu ortaya çıkmıştır. Artan dozda Zn
uygulaması ile tütün yapraklarında ölçülen glikoz konsatrasyonu %0.057’den (Zn0) %0.25’e (Zn10), furuktoz
konsantrasyonu ise %0.0068’den (Zn0) %0.037’ye (Zn10) çıktığı görülmüştür.
Sonuç olarak artan dozlarda Zn uygulamaları ile tütün yapraklarının Zn konsantrasyonlarının arttığı, bu artışla
beraber indirgen şeker konsantrasyonlarının arttığı, nikotin içeriğinde ise önemli bir değişimin olmadığı ortaya
çıkmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: ÇİNKO, NİKOTİN, RUTİN, KLOROGENİK, ŞEKER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
123
FARKLI ÇÖZGENLERDE HAZIRLANMIŞ PROPOLİSİN SAĞLIKLI VE KANSER HÜCRE
HATLARI ÜZERİNDEKİ SİTOTOKSİK ETKİSİ
Sözel Bildiri / Saglik
Hikmet MEMMEDOV1, Latife Merve OKTAY2, Burak DURMAZ1, Ezgi DÜNDAR3, Nur Selvi GÜNEL2,
Hatice KALKAN YILDIRIM3, Eser YILDIRIM SÖZMEN1,
1EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ BİYOKİMYA, 2EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
TIBBİ Biyoloji, 3EGE ÜNİVERSİTESİ MÜHENDİSLİK FAKÜLTESİ GIDA MÜHENDİSLİĞİ,
Propolis hem kanseri önlemede (antioksidan özelliğinden dolayı), hem de kanserle savaşmada çok etkili bir
doğal üründür, ayrıca kemoterapi ve radyoterapi gibi kanser tedavisinde kullanılan yöntemlerin sağlıklı hücrelere
verebileceği negatif etkiyi minimuma indirir.Propolis özellikle deri, ağız içi ve gastrointestinal kanser vakalarında daha etkilidir. Bizde bu çalışmamızda biyoteknolojik transformasyonla alerjik içeriği düşürülmüş,
fakat alerjen moleküller azaltılırken yararlı diğer polifenolik içeriği korunmuş propolis örneklerinin HCT-116
kolon kanseri ve CCD-841 sağlıklı kolon hücreleri üzerindeki sitotoksik etkisini karşılaştırmayı amaçladık.
Böylece propolisin kanserli hücreyi ölüme sürüklerken sağlıklı hücreyi korumasını hücre kültürü ortamında test
etmiş olduk.
Elde ettiğimiz sonuçlarda propolisin etanolde, suda ve polietilen glikolde çözünmüş örnekleri HCT-116 kolon
kanseri hücre hattına CCD-841 CoN sağlıklı kolon hücre hattına göre daha fazla sitotoksitite göstermiştir. Aynı
oranda verilen propolis örneği kanserli hücreyi anlamlı derecede daha fazla öldürmüştür. Propolisin suda
çözülmüş ve 40 kHz/5 dk, 40 kHz/10 dk, 40 kHz/15 dk. ultrason uygulanmış örneklerinde CCD-841 CoN
sağlıklı kolon hücre hattı HCT-116 kolon kanseri hücre hattına göre daha fazla sitotoksitite göstermiştir. Aynı
oranda verilen propolis örneği sağlıklı hücreyi kanserli hücreye göre daha fazla öldürmüştür.
Bizim çalışmamızın ana hedefi farklı çözgenlerde çözülmüş propolisin HCT-116 kolon kanseri ve CCD-841
CoN sağlıklı kolon hücreleri üzerindeki sitotoksik etkisini incelemekdi. Çalışmamız gösterdi ki propolisin suda,
etanolde ve etilen glikoldeki ekstreleri kanserli hücre hattına sağlıklı hücre hattına göre anlamlı şekilde daha
fazla sitotoksik etki gösterdi. Ama ultrasonik uygulama ile suda çözülmüş propolis örnekleri sağlıklı hücrelere
kanser hücrelerine göre daha toksik etki gösterdi. Farklı çözgenler propolisin içeriğindeki polifenollerin farklı
oranlanlarda ekstreye geçmesine neden olur. Bu da onların farklı sonuçlar vermesine neden olur. Her coğrafi
bölgenin kendine has propolisi bulunur. İçerik bakımından bu propolisler hem miktar hem de aktif komponent
çeşitliliği yönünden bir birinden farklıdır. Aynı hücre hatlarına farklı bölgelerden toplanmış propolislerin farklı sitotoksik etki göstermesinin nedeni onların içeriğindeki polifenollere bağlıdır. Eğer tüm coğrafi bölgelerden
toplanan propolislerin içerik analizleri yapılabilirse, içerdikleri polifenollerin çeşitliliği ve miktarları
karşılaştırılabilir. Spesifik hücre hattına duyarlı polifenol içeriği ekstreye çıkaracak en iyi çözgen de belirlenirse
tedavi daha özgün ve etkili hale gelecektir. Gelecekte yapılacak olan bu çalışmalar, propolisin daha güvenli,
daha özgün kullanımına rehber olacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: : PROPOLİS, ANTİKANSER, KOLON KANSERİ, KAREKTERİZASYON,
TRANSFORMASYON.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
124
FARKLI ÇÖZÜCÜLERLE ELDE EDİLEN SIĞIR KUYRUĞU (VERBASCUM THAPSUS)
ÇİÇEK EKSTRAKTLARININ BAZI GIDA PATOJENLERİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
Sözel Bildiri / Gida
Oktay TOMAR1,
1Afyon Kocatepe Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü,
Anavatanı Avrupa olan Sığır Kuyruğu Scrophulariaceae familyasına ait çok yıllık bitkidir. Bu çiçeklerden elde
edilen tendür, reçine, yağ, ekstrak ve çaylar tedavi amaçlı olarak kullanılmaktadır. Bitkinin çiçekleri saponinler,
uçucu yağ ve verbaskosit adı verilen flavonidler ile glikozitleri içermektedir. Bu çalışmada Sığır Kuyruğu
(Verbascum thapsus) bitkisinin çiçeklerinin toplanıp kurutulduktan sonra, farklı çözücüler içerisinde (Etanol,
Metanol, Aseton, Kloroform ve Distile Su) ekstraktlarının çıkartılması bu ekstraktların bazı gıda patojenleri
üzerindeki antibakteriyel etkisinin disk difüzyon metodu ile belirlenmesi amaçlanmıştır.
Sığır kuyruğunun su ekstraktı Escherichia coli üzerine çok kuvvetli antimikrobiyal etkisi olduğu tespit edilmiştir.
Disk inhibisyon çaplarına göre Verbascum thapsus’un etil alkolden elde edilen ekstraktlarının sırasıyla,
Staphylococcus aureus, Pseudomonas aeroginosa ve Enterococcus faecalis’in gelişimini engelleyici etkisi
olmuştur.
Sığır Kuyruğu bitkisinin özellikle su ve etil alkolden elde ekstraktlarında bulunan antimikrobiyal özellikteki
bileşenlerin gıda sanayinde doğal koruyucu olarak kullanılabileceği düşünülmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: VERBASCUM THAPSUS, ANTİMİKROBİYAL, EKSTRAKT, DİSK-
DİFÜZYON, GIDA PATOJENİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
125
FARKLI FERMANTASYON KOŞULLARINDA ÜRETİLEN FERMENTE
KIRMIZILÂHANANIN ÖZELLİKLERİ
Sözel Bildiri / Gida
Prof. Dr. Hatice KALKAN YILDIRIM1, AŞKIN ECE KESER1,
1Ege Üniversitesi,
Bu çalışmada kırmızılâhana salamura ve kuru tuzlama olmak üzere iki farklı fermantasyon yöntemi
uygulanmıştır. Uygulanan işlemler sonucunda kırmızılâhana örneklerinin toplam fenolik madde miktarı,
antioksidan kapasitesi, renk özelliklerinin değişimi incelenmiştir. Araştırma sonucunda toplam fenolik madde
miktarının en yüksek olduğu fermente kırmızılâhananın %6 tuzla hazırlanan salamura turşusu olduğu ortaya
çıkmıştır. Antioksidan değerleri arasında ise büyük farklılıklar belirlenmemiş olup, renk analizi sonucunda ise salamura ile hazırlanan (%6 ve %2,5 tuz) örneklerin a ve b değerlerinin kuru tuzlamayla hazırlanan turşulara
göre daha yüksek olduğuortaya çıkmıştır. Elde edilen sonuçlara göre laktik asit fermantasyonuyla meydana gelen
fermente kırmızılahananın medikal özellikleri araştırılmaktadır.
Fermente kırmızılâhanalarda yapılan denemelerde göre, salamura yöntemiyle üretilen fermente kırmızılâhana toplam fenolik madde içeriği, antioksidan kapasitesi ve renk analizi, kuru tuzlama yöntemiyle üretilen
kırmızılahana turşusuna göre daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştır. İnsan sağlığı için önemli olan antioksidan ve
toplam fenol içeriği, elde ettiğimiz bu değerlere göre fermente kırmızılahana çok önemli bir besin kaynağı
olduğunu ortaya çıkmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: KIRMIZILÂHANA, SALAMURA, KURU TUZLAMA, FERMENTASYON,
ANTİOKSİDAN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
126
FARKLI FORMÜLASYON TİPLERİNİN PHYTOSEİLUS PERSİMİLİS ÜZERİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Melis YALÇIN1, Cafer TURGUT1, İbrahim Çakmak1, 09100 2,
1Adnan Menderes Üniversitesi,
Son zamanlarda yoğun pestisit kullanımından dolayı pestisit probleminin önemi artmıştır. Bu problemle
mücadele amacıyla 3 farklı formulasyonun etkinliği saptanmıştır. Çalışmada 3 farklı formulasyonun önemli
ekonomik kayıplara eden olan akarlarla beslenen Phytoseilus persimilis’e yan etkilerin saptanması
amaçlanmıştır.
Laboratuvar denemesinde kullanılmak üzere fasulye bitkisi (Phaseolus vulgaris cv. Barbunia) üretimi
yapılmıştır. Tetranychus urticae bireyleri ve predatör akar P. persimilis bireyleri laboratuvar ortamında
yetiştirilen fasulye bitkileri üzerinde çoğaltılmış P. persimilis bireyleri T. urticae bireyleri le beslenmiştir.
Formulasyonların predatör akar P.persimilis üzerine etkisi petri denemesi koşullarında araştırılmıştır. Deneme
25±2° C sıcaklık ve %60 ±10 orantılı neme sahip iklim odasında yürütülmüştür. Formulasyonların %de ölüm
oranları 1., 3. ve 5. günlerde rapor edilmiştir. Çalışmada abbott formülü kullanılarak elde edilen yüzde ölüm
oranları IOBC sınıf değerlerine göre 1. Gün formulasyon 1 %2 , formulasyon 2 %9 ve formulasyon 3 %4 ölüm
oranıyla değerlendirildiğide formulasyonların P.persimilis’e etkisiz olduğu görülmektedir. 2. Gün formulasyon 1 %13, formulasyon 2 %22, ve formulasyon 3 %16 ölüm oranıyla yine P. persimilis’e etkisiz olduğu tespit
edilmiştir. 5. Gün ise formulasyonların ölüm oranları %19 ile %27 arasında olup formulasyonların 1. 3. ve 5.
Günlerde P. persimilis’e etkisiz olduğu görülmektedir.
Sonuç olarak yapılan çalışmalar değerlendirildiğinde P. persimilis’le yan etki denemelerinde kullanılan pestisitlerin genellikle etkisiz, düşük derecede etkili veya orta derecede etkili olduğu bu çalışmada ise tüm
formülasyonların 1., 3. ve 5. Günde de etkisiz olacak kadar düşük oranda ölüme neden olduğu ve böylece
formulasyonların doğal düşan P. persimilis’e etkisiz olduğu tespit edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: PHYTOSEİLUS PERSİMİLİS, PESTİSİT, FORMÜLASYON
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
127
FARKLI FUNGİSİT UYGULAMALARININ NOHUT ÇEŞİTLERİNDE ÇİMLENME VE
FİDE GELİŞİM ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE ETKİLERİNİN BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Tarim
RUZİYE KARAMAN1, AYKUT ŞENER1, MUHARREM KAYA1,
1ISPARTA UYGULAMALI BİLİMLER ÜNİVERSİTESİ, TARIM BİLİMLERİ VE TEKNOLOJİLERİ
FAKÜLTESİ,
Bu çalışmada, nohut çeşitleri üzerinde antraknoza karşı bazı fungusitlerin tarla uygulamalarına geçmeden önce
nohut tohumlarında çimlenme ve fide gelişim özelliklerine etkilerinin ve bunun sonucunda nohut tarımında
tohum ilacı olarak kullanılabilme potansiyellerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Araştırmada laboratuvar ve saksı denemeleri, 2015-2016 yıllarında Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat
Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü laboratuvarlarında yürütülmüştür. Laboratuvar denemelerindeki çimlendirme
testleri inkubatörde, saksı denemeleri ise iklim odasında kurulmuştur. Araştırmada 4 farklı nohut (Cicer
arietinum L.) çeşidi (Gökçe, Hisar, Işık 05 ve Yaşa 05) kullanılmıştır. Çalışmada hem saksı hem de çimlendirme
testleri tesadüf parsellerinde bölünmüş parseller deneme desenine göre 3 tekrarlamalı olarak yürütülmüştür. Araştırmada tarımsal ilaç (fungisit) olarak Azoxystrobin (250 g/L Azoxystrobinmethyl), % 70 Propineb + % 6
Cymoxanil, Klordioksit (CAS:10049-04-47 %3.5), %80 Thiram (Tetrametheyelthiuramdisulphide)
kullanılmıştır.
Çalışmada incelenen özellikler bakımından uygulamalara göre laboratuvar denemesinde çimlenme değeri 1737.1-2122.1; ortalama çimlenme süresi 1.43-1.84 gün; çimlenme indeksi 12.1-15.4 arasında değişim
göstermiştir. Saksı denemesinde ise çıkış oranı %77.5-91.7; kök uzunluğu 18.4-19.7 cm; koleoptil uzunluğu
2.26-3.48 cm; fide uzunluğu 14.5-19.0 cm; yaş ağırlığı 17.00-18.56 g ve kuru ağırlığı 6.31-7.22 g arasında
değişim göstermiştir.
Genel olarak en yüksek ortalamalar uygulama bakımından Azoxystrobinmethyl fungisitinde; nohut çeşit
bakımından ise Işık 05 çeşidinde gözlemlemiştir.
ANAHTAR KELİMELER: NOHUT, ANTRAKNOZ, FUNGİSİT, ÇİMLENME VE FİDE ÖZELLİKLERİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
128
FARKLI KADMİYUM DOZLARININ TÜTÜN (NİCOTİANA TABACUM L.) BİTKİSİNİN
NİKOTİN, İNDİRGEN ŞEKER VE FENOLİK İÇERİKLERİNE ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Tarim
Ahmet KINAY1, 2,
1Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi,
Kadmiyum toprak-bitki sistemindeki yüksek mobilitesi nedeniyle kolaylıkla besin zincirine dâhil olabilen ve
böylece bitki, hayvan ve insan sağlığı açısından tehlikeli bir ağır metaldir. Bitkiler tarafından alınan ve bitki
bünyesinde biriktirilen kadmiyum, protein sentezi, azot ve karbonhidrat metabolizması, enzim aktivasyonu,
fotosentez ve klorofil sentezi gibi birçok metabolik aktivitenin bozulmasına neden olmaktadır. Bu çalışmada,
sera koşullarında artan dozlarda (0, 2.5, 5 ve 10 mg Cd kg-1) Cd uygulamalarının Katerini tütün çeşidinin
nikotin, çözünür şeker ve fenolik bileşikleri üzerine olan etkisi araştırılmıştır.
Tesadüf parselleri deneme desenine göre kurulmuş olan denemenin vejetasyon süreci boyunca gerekli bakım
işlemleri yapılarak olgunlaşan tüm yapraklar üç seferde hasat edilerek güneşte kurutulmuştur. Yaprak
numunelerinde Cd, nikotin, glikoz, früktoz, klorogenic ve rutin konsantrasyonları belirlenmiştir.
Elde edilen sonuçlara göre toprağa artan dozlarda Cd uygulamaları ile tütün yapraklarının Cd konsantrasyonları
istatiksel olarak (P<0.05) önemli düzeyde arttığı ortaya çıkmıştır. Kontrol uygulamasının (Cd0) yaprak Cd
konsantrasyonu 1.70 ppm iken bu değer 10 mg kg-1 Cd uygulamasında (Cd10) 128 ppm’e çıkmıştır. Bazı bitki
türlerinde ve özelliklede tütünde bulunan, insanlarda bağımlılık yaratan bir alkoloid olan nikotin konsantrasyonu Cd dozu artışı ile beraber artmış, ancak bu artış istatiksel olarak öenmsiz çıkmıştır. Kontrol koşullarında 3.36 mg
g-1 olan nikotin konsantrasyonu Cd 10 dozu koşullarında 3.78 mg g-1’a çıkmıştır. Cd uygulamaları ile tütün
yapraklarının indirgen şeker (glikoz ve früktoz) konsantrasyonlarında istatiksel olarak önemli (P<0.05)
değişimin olduğu ortaya çıkmıştır. Artan dozda Cd uygulaması ile tütün yapraklarında ölçülen glikoz
konsatrasyonlarında Cd2.5 dozu uygulamasında artışa, Cd5 ve Cd10 dozunda ise azalışa, furuktoz
konsantrasyonlarıda glikoza benzer şeklide Cd2.5 dozunda artışa, Cd5 ve Cd10 dozunda ise azalışa neden
olmuştur.
Sonuç olarak Cd toksisitesi koşullarında yetiştirilen tütün yapraklarının yüksek düzeyde Cd biriktirdiği ve bunun
sonucunda nikotin, çözünür şeker gibi bileşenlerin yapraktaki konsantrasyonlarında istatiksel olarak önemli
değişimlere neden olduğu ortaya çıkmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: AĞIR METAL, ALKOLOİD, RUTİN, KLOROGENİK, GLİKOZ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
129
FARKLI KAN KAYNAKLARININ AEDES ALBOPİCTUS (DİPTERA: CULİCİDAE)UN
ÜREME POTANSİYELİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Cevre
FATMA BURSALI1, FATİH MEHMET ŞİMŞEK1,
1ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ,
Sivrisinek-patojen ilişkisi ya da biyolojisiyle ilgili laboratuar çalışmaları büyük oranda yapay kan emdirme
sistemleri vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir. Laboratuvarlar bu kan kaynaklarına (kuş, inek) ulaşmakta sıkıntı
yaşayabileceğini düşünerek bu kaynakların özellikle kolonizasyona etkilerini araştırmak anahtar etkili bir
konudur. mevcut çalışmanın amacı farklı kan kaynaklarının aedes albopictus un beslenme oranı, verimliliği
üzerine etkisini araştırmaktır.
3 farklı kan kaynağı çalışma için kullanılmıştır. kan emdirildikten sonra svirisinekler içinde filtr kağıdı olan
yumurtlatma kaplarına aktarılmıştır. yumurtlamayı takiben kağıtlar kurutulmuş ve ışık mikroskobu altında
sayılmıştır. İlk çıkan larvalardan sonra (L1) pupalar ve ergin erkek-dişiler sayılmıştır. tüm deney süreci her kan
kaynağı için 3 tekrarlı yapılmıştır. dişi sineklerin kan emme oranları her bir kan kaynağı için SPSS 20 Statistics
2.0. kullanılarak hesaplanmıştır.
Test edilen tüm kan kaynakları arasında, fare ve kuş Aedes albopictus tarafından en çok tercih edilen iki konak
olmuştur (p< 0.05 at %95 level of significance). yumurta verme etkinliği ve yumurta açılma oranları açısından
da bakıldığında kuş ve insan arasında dikkate değer bir farklılık varken, fare-insan ve kuş-insan arasında SPSS
de yapılan one way ANOVA sonuçlarına göre gözle görülür bir fark bulunamamıştır.
Konak tercihinin bilinmesi ile ilgili çalışmalar konak ve vektör arasındaki ilişkinin bilinmesi ve bunların
enzootik aktarım döngüsündeki rollerin anlaşılması için önemlidir. Bu sebeple, sivrisineklerin emdikleri kanların
analizi özellikle epidemiyolojik olarak önemli vektörler için yeni bakış açıları sağlayacaktır – bunların konakları ve beslenme davranışları- böylece daha etkin kontrol stratejileri geliştirilebilinecektir. Konak tercihinin bilinmesi
arazide virüs izolasyon yöntemi ile tanımlanabilen epidemiyolojik olarak önemli türlerin direk olarak kontrol
yöntemlerinde hedef olmasını sağlayacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: AEDES ALBOPİCTUS, YAPAY KAN EMDİRME
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
130
FARKLI KİNOA ORANLARININ EKMEĞİN FİZİKSEL ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Gida
Berat DEMİR1, Mehmet ŞAHİN1, Aysun GÖÇMEN AKÇACIK1, Seydi AYDOĞAN1, Sümeyra
HAMZAOĞLU1, Mustafa Kürşat DEMİR2,
1Bahri Dağdaş Uluslararası Tarımsal Araştırma Enstitüsü, 2Necmettin Erbakan Üniversitesi Gıda Mühendisliği
Bölümü,
Ekmek insan beslenmesinin temel yapı taşlarından biridir. Ekmek üretiminde en çok kullanılan hammadde
buğday unu olmakla birlikte ihtiyaçlar halinde farklı ekmek formülasyonları geliştirilebilmekte ve tüketime
sunulabilmektedir. Değişen iklim koşulları ve tüketim alışkanlıkları da farklı çeşitte ekmek üretimine sebep
olabilmektedir. Kinoa bitkisi kuraklığa dayanıklı olması ve glüten içermemesi gibi sebeplerle buğdaya alternatif
bir bitki olarak düşünülmektedir. Bu nedenle farklı alternatif bitkilerin kullanım olanakları araştırılmalıdır.
Bu çalışmada da farklı buğday çeşidi (Karahan-99; Tosunbey; Bezostaja-1; Konya-2002 ) unlarına farklı
oranlarda (%0, 5,10,15,20) kinoa unu ilavesiyle ekmek özelliklerinin bazı fiziksel özellikleri ağırlık, hacim,
spesifik hacim, kabuk ve iç rengi ile sertlik parametreleri açısından değerlendirilmiştir.
Sonuçlar değerlendirildiğinde kullanılan Kinoa oranı arttıkça ekmek içi sertliğinin ve ağırlığının arttığı ancak
ekmek hacimlerinin azaldığı gözlemlenmiştir. Kullanılan buğday çeşitler içinde kinoa unu ilavesini en iyi tolere
eden çeşidin Karahan-99 olduğu belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: KİNOA, EKMEK HACMİ, EKMEK AĞIRLIĞI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
131
FARKLI ORANLARDA BAMYA TOZU İKAMESİNİN BEYAZ EKMEĞİN BAZI KALİTE
ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Gida
Kübra TULUK1, Şebnem TAVMAN1, Burak ALTINEL1, Seher KUMCUOĞLU1, Şelale GLAUE2,
1Ege Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, 2Dokuz Eylül Üniversitesi, Efes Meslek
Yüksekokulu, Otel, Lokanta Ve İkram Hizmetleri Bölümü,
Bu çalışmada; bamya tozu kullanılarak ekmeğin besinsel ve fonksiyonel açıdan zenginleştirilmesi ve bamya
tozunun ekmek üretiminde kullanılabilirliği ve farklı oranlarda (% 1, 2, 3, 4 ve 5) bamya tozu ikamesinin ekmek
kalitesi üzerine etkileri araştırılarak literatüre farklı bir ürün kazandırılması amaçlanmıştır.
En yüksek hacim miktarına sahip örnek kontrol olarak belirlenirken; bamya tozunun ikame oranı arttıkça
ekmeklerin spesifik hacim değerlerinin azaldığı belirlenmiştir. Ancak, % 4 ve % 5 ikameli örneklerin spesifik
hacim değerlerinin diğer ekmek örnekleri arasındaki en düşük spesifik hacim değerleri olduğu belirlenmiş ve
aralarındaki fark istatistiksel açıdan önemsiz bulunmuştur (P<0.05). Bu bulgular, bamya tozunda bulunan
hidrofilik polisakkaritlerin hamurdaki gluten oluşumunu olumsuz etkilediğini göstermiştir. Ayrıca, bamya tozunda bulunan çözünebilir lif içeriğinin de buğday-gluten gelişimini azalttığı ve bu yüzden ekmek hacminin
olumsuz etkilendiğini de söylemek mümkündür. % 5 ikameli örneğin pişme kaybı değeri en düşük bulunurken;
nem miktarı ise en yüksek bulunmuştur. Bu sonucun, bamya tozunun lif içeriğinden kaynaklandığı söylenebilir.
Unda lif içeriğinin yüksek olması, ekmek üretiminde kullanılan unun su tutma kapasitesini arttırmakta ve
böylece pişme kaybı azalmakta ve sonuçta ekmeğin nem miktarı artmaktadır. Doku profili analizi verileri
incelendiğinde; kontrol örneğinin ve % 1 ikameli örneğin analiz sonuçları benzer bulunurken; % 2, 3, 4 ve 5
ikameli örneklerin ekmek içi dokusal özelliklerini kötüleştirdiği belirlenmiştir.
Sonuçlar genel olarak değerlendirildiğinde; bamya tozunda bulunan nişasta olmayan polisakkaritlerin, ekmek
hacmi ve ekmek içi dokusal özellikleri gibi ekmeğin kalite karakteristiklerini olumsuz etkilediğini söylemek
mümkündür. Ancak, bu çalışma ile; % 1 oranında bamya tozu ikamesinin, ekmeğin kalite karakteristikleri
üzerinde kontrol örneğine kıyasla dikkate değer bir etkisinin olmadığı belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: BAMYA TOZU, EKMEK KALİTESİ, SPESİFİK HACİM, DOKU PROFİLİ
ANALİZİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
132
FARKLI ORANLARDA YONCA İLE KARIŞTIRILAN AYÇİÇEĞİNDE SİLAJ
KALİTESİNİN BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Tarim
EMİNE BUDAKLI ÇARPICI1, Nigar TATAR2, Yasin ÖZTÜRK2,
1ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ, 2ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ
ENSTİTÜSÜ,
Bu araştırmada, farklı karışım oranlarının ayçiçeği-yonca silajlarında silaj kalitesi üzerindeki etkileri
araştırılmıştır. Araştırma, 2017 yılında Uludağ Üniversitesi Tarımsal Araştırma ve Uygulama Merkezi’nde
yürütülmüştür.
Denemde, bitki materyali olarak Prosementi yonca çeşidi ile İnegöl Alası ayçiçeği çeşidi kullanılmıştır.
Araştırmada, 5 farklı karışım kombinasyonu (% 100 yonca, % 100 ayçiçeği, % 25 ayçiçeği + %75 yonca, % 50
ayçiçeği + % 50 yonca ve % 75 ayçiçeği + % 25 yonca) ele alınmıştır. Silaj yapmak amacıyla bitkiler ayrı ayrı
yetiştirilmiş ve ardından ayçiçeği süt olum döneminde, yonca ise % 10 çiçeklenme döneminde tek sıralı mısır
silaj hasat makinesinde yaklaşık 1.5-2 cm büyüklükte parçalanmıştır. Elde edilen materyaller yaş ağırlık esasına göre farklı oranlarda karıştırılarak 1 litrelik anaerobik kavanozlara (Weck) sıkıştırılarak doldurulmuştur.
Kavanozlar 60 günlük silolama dönemi sonunda açılmıştır. Silajlarda kuru madde oranı, pH, silaj kaybı, fleig
puanı, ham protein, ADF ve NDF gibi özellikler belirlenmiştir.
Araştırmada, silaj kuru madde oranı, pH, fleig puanı ve ham protein oranının karışım oranlarından önemli
derecede etkilendikleri tespit edilmiştir.
Araştırmadan elde edilen sonuçlara göre % 50 ayçiçeği- % 50 yonca karışımlarından iyi sonuçlar elde edilmiş ve
amaçlanan hedefe uygunluğu nedeniyle araştırma koşulları için önerilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: AYÇİÇEĞİ, YONCA, SİLAJ, KARIŞIM ORANI, KALİTE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
133
FARKLI ORTAMLARDAKİ PAH’LAR ÜZERİNE YAYINLARIN BİBLİYOMETRİK
ANALİZİ VE SERA TOPRAK ÖRNEKLERİNDE PAH KAYNAKLARININ İNCLENMESİ
Sözel Bildiri / Cevre
Bihter OLGUN1, Merve ÖZKALELİ AKÇETİN1, Ebru Nur DOKUMACI1, Berkay Umut YEŞİLDAĞLI2,
Mihriban CİVAN2, Sema YURDAKUL3, Ayca ERDEM1, Güray DOĞAN1,
1Akdeniz Üniversitesi, 2Kocaeli Üniversitesi, 3Süleyman Demirel Üniversitesi,
Polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAH), kömür, ham petrol ve benzinde doğal olarak bulunan kimyasallar
sınıfıdır. PAH’lar ayrıca kömür, petrol, gaz, odun, çöp ve tütün yanarken de üretilir. Bazı PAH’lar kanserojen
kimyasallar olarak kabul edilir. Bu çalışmada, 1990 ve 2018 yılları arasında toprak, sediment su ve atmosferdeki
PAH’ların belirlenmesi üzerine 170’den fazla yayın incelenmiştir ve PAH’lar üzerinde araştırma eğilimleri
değerlendirilmiştir.
Yayınların seçimi için; soil, sediment, water, air, PAH, polycyclic aromatic hydrocabons, comtamination,
emission ve persistent organic pollutants anahtar kelimeleri (birlikte veya ayrı ayrı) Web Of Science veri
tabanında araştırılmıştır.
Araştırmaların temel olarak sediman ve su üzerindeki PAH’lara odaklandığı belirlenmiştir. Bu çalışmalar
genellikle U.S EPA öncelikli 16 PAH bileşiğinin konsantrasyonlarını ve dağılımını belirlemeyi amaçlamıştır.
Çin, PAH’ların sediman, toprak ve sudaki yayınlarında liderdir. Oysa PAH’ların çevresel ortamlarda tespiti için
yapılan yayınların çoğu İtalyan bilim adamları tarafından gerçekleştirilmiştir.
Bu çalışmada ülkeden ülkeye araştırma eğilimleri, PAH çalışmalarında her bir bölgedeki PAH’ların baskın
kaynakları ve her bir bölgeye ait diğer özellikler özetlenmiştir. Ayrıca seralarda PAH’ların seviyeleri ve
kaynakları da tartışılacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: POLİSİKLİK AROMATİC HİDROKARBON, SEDİMENT, TOPRAK, SU,
SERA, ATMOSFER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
134
FARKLI PIHTILAŞTIRICI ENZİMLER KULLANILARAK YAPILAN BEYAZ PEYNİRİN
TEKNOLOJİK VE RANDIMAN ÖZELLİKLERİ
Sözel Bildiri / Gida
Ufuk EREN VAPUR1, Tülay ÖZCAN2, Lütfiye YILMAZ ERSAN2,
1Nişantaşı Üniversitesi, Sanat Tasarım Fakültesi, Gastronomi Ve Mutfak Sanatları, Sarıyer, İstanbul, 2Uludağ
Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Gıda Mühendisliği, 16059, Görükle, Bursa,
Tüm dünya halkının tükettiği ve bildiği önemli bir süt ürünü olan peynirin büyük bir kısmı enzim kullanılarak
elde edilir. Kullanılan enzimde aranan en önemli özellik peynirde duyusal, mikrobiyel ve yapısal sorun
yaratmaması ve peynir randımanı üzerine de olumlu etkisin olmasıdır. Bilindiği üzere taze ve olgunlaştırılarak
tüketilen peynirler vardır. Ülkemizde yapılan peynir üretimlerine bakıldığında yağ oranı kısmi düşürülmüş peynirler de yaygındır. Uzun süre olgunlaştırılmayan, iyi dilimlenebilen, randımanı da iyi olması istenen peynir
üretimleri tercih sebebi olmaktadır. Yüksek ısıl işlemde yağı alınarak yapılan beyaz peynirler 1 hafta veya 1 ay
içerisinde tüketilmektedir. İşletmeler süt fiyatlarının ve girdi maliyetlerinin ciddi anlamda arttığı dönemlerde
ürün kalitesini bozmadan en önemli girdilerden olan rennet enzimine de alternatif aramaktadırlar. Yapılan
çalışma ile enzimler arasındaki farklıklar gösterilerek ortaya farklı rennet kullanımlarının peynirin duyusal ,
yapısal, kimyasal ve randıman özellikleri üzerine etkisi belirlenmiştir. Ayrıca peyniraltı suyu değerleri de
karşılaştırılmıştır.
En yüksek peynir verimi, termolabil mikrobiyal ve buzağı mayası ile yapılan peynir için belirlenmiştir.
Yapışkanlık ve çiğneme ile enstrümantal renk analizi (L *, a * ve b * değerleri) gibi tekstürel parametreler,
örneklerde önemli ölçüde farklı bulunmuştur. Örneklerin duyusal değerlendirilmesinin sonuçları yüksek kabul
edilebilirlik puanını göstermiştir. Üretimin değişik aşamalarında alınan p.a.s değerlerinin de randıman ile
paralellik gösterdiği görülmüştür.
Araştırmanın sonuçlarına göre mikrobiyolojik ve fermentasyon ile üretilen kimozin pıhtılaştırıcı enzimlerin de
kullanımının üreticilerin yeni tekstürel ve duyusal özelliklere sahip Beyaz peynir üretmelerine olanak
sağlayabileceğini göstermiştir. Sonuç olarak bir süt ürünü olan peynir süt proteini olan kazeinin stabilitesinin bir
enzim ile bozulması ile yapılan bir üründür ve asıl olan da bir pıhtı kitlesinin oluşturularak bunun
şekillendirlmesine dayanır. Uzun bir olgunlaşma süresi istenmediğinde peynirlerde randıman ve peynirin
duyusal ve kimyasal özellikleri iyi olduğu sürece kullanılan mayanın orjininin de çok büyük bir önemi yoktur.
ANAHTAR KELİMELER: BEYAZ PEYNİR, PIHTILAŞTIRICI ENZİM, RANDIMAN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
135
FENİLKETONÜRİ (PKU) VE ÇÖLYAK HASTALARI İÇİN ÜRETİLEN BİSKÜVİLERİN
BAZI FİZİKSEL VE DUYSAL ÖZELLİKLERİ
Sözel Bildiri / Gida
Özen PARLAK1, Ayşe Neslihan DÜNDAR1,
1Bursa Teknik Üniversitesi,
Bu araştırmanın amacı fenilketonüri (PKU) ve çölyak hastalarının rahatça tüketebileceği gluten içermeyen,
düşük proteinli bisküvi üretimini araştırmak ve kullanılan kıvam artıcıdının (ksantan gam) bisküvi kalitesi
üzerine etkisini belirlemektir.
Fenilketonüri (PKU) ve çölyak hastaları için ksantan gam (0,1 g) ve mısır nişastası kullanarak sade (KS), kuru
üzümlü (KK), kuş üzümlü (KU), hurmalı (KH) ve elma+tarçınlı (KE) olmak üzere 5 çeşit bisküvi yapılmış ve
yapılan bisküvilerin fiziksel ve duyusal özellikleri incelenmiştir. Bisküvilerin çapları incelendiğinde, en yüksek
değer KE bisküvisinde, en düşük değer ise KS bisküvisinde tespit edilmiştir. Çap değerlerinin aksine yayılma
oranı en yüksek KS örneğinde iken, en düşük değer KE örneğinde belirlenmiştir. Bisküvilerin renk analizlerinde
L* (parlaklık), a* (kırmızılık) ve b* (sarılık) değerlerine bakılmıştır. En yüksek L* değeri KS bisküvilerinde, a* değeri ise KU bisküvisinde tespit edilmiştir. b* değeri incelendiğinde ise KE bisküvisi en düşük değere sahiptir.
Bisküvilerde sertlik önemli kalite kriterlerindendir. Analizler sonucunda KK bisküvisinin en sert bisküvi olduğu
gözlemlenmiştir. Yapılan duyusal analizlerde panelistlere bisküvilerin yüzey görünümleri, kesit özellikleri, tadım
ve satın alınabilirlikleri hakkında değerlendirme yapmaları istenmiş ve genel anlamda bütün bisküviler
panelistler tarafından beğenilmiştir.
Elde edilen bisküvilerin duyusal özellikleri ve kalite nitelikleri uygun bulunmuştur. Üretilen bisküviler sayesinde
ürün çeşitliliğinin artırılabileceği vurgulanmıştır. İthal olarak alınan gıdalara eş ürünler üretilebileceği
gösterilerek, ülke ekonomisine destek sağlanabileceği düşünülmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: ÇÖLYAK, FENİLKETONÜRİ, PKU, BİSKÜVİ, KIVAM ARTIRICI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
136
FERMENTASYON YÖNTEMİ İLE BEZELYE PROTEİNİNİN FONKSİYONEL
ÖZELLİKLERİNİN MODİFİKASYONU
Sözel Bildiri / Gida
BURCU ÇABUK1, DARREN KORBER2, TAKUJI TANAKA2, MICHAEL T. NICKERSON2,
1ALANYA HAMDULLAH EMİN PAŞA ÜNİVERSİTESİ, 2UNIVERSITY OF SASKATCHEWAN,
Günümüzde protein içerikli gıda pazarı süt ve yumurta kaynaklı hayvansal proteinler ve buğday ve soya gibi
bitki kaynaklı proteinler tarafından domine edilmektedir. Ancak, alternatif protein kaynakları için tüketici talebi
arttıkça, bezelye proteini gibi bakliyat temelli ürünlere olan talep düşük maliyetli oluşları, yüksek besleyicilik
değerleri ve fonksiyonel olma özelliklerinden dolayı artış göstermektedir.Çoğu zaman gıda bileşenleri ve
fonksiyonel özellikler ısıl işlemler, çimlenme, enzimatik modifikasyon ve fermantasyon gibi işlemlerle değiştirilebilir. Ancak yeni dünya düzeni ile beraber fermantasyon gibi termal olmayan yöntemlere ilgi giderek
artmaktadır. Fermente baklagiller esas olarak Asya, Afrika ve Avrupa'da tüketilmektedir. Bununla birlikte,
fermantasyon koşullarının, bezelye proteini bileşenlerinin özellikleri üzerindeki etkilerini anlamaya yönelik
araştırmalar sınırlı sayıdadır. Bu yüzden bu çalışmanın genel amacı, iki farklı pH değerinde (pH 4.0 ve pH 7.0)
bezelye protein konsantresinin fermantasyonunun fonksiyonel özelliklerine etkisini incelemektir.
11 saatlik fermantasyon sonucunda bezelye proteini konsantresinin (BPK) hidroliz derecesi artış göstermiş ve
%13.5'e ulaşmıştır. Sonuçlar aynı zamanda yağ tutma kapasitesinin 11 saat sonunda, 1.8 g/g'dan 3.5 g/g'a kadar
arttığını göstermiştir. Hem emülsifikasyon hem de köpük oluşturma özellikleri, süre ve pH değerine bağlı olarak
fermantasyondan önemli ölçüde etkilenmiştir. Fermente BPKnin pH 4.0'da daha düşük bir yüzey yüküne sahip
olması nedeniyle pH 7.0'ye kıyasla daha düşük bir çözünürlüğe sahip olduğu bulunmuştur. Her iki pH değeri için
de, su tutma kapasitesi değerleri 5 saat fermantasyondan sonra başlangıçtaki 1-1.1 g/g'dan 0.8-0.9 g/g arasına
düşüş göstermiş ve daha sonra 9 saatlik fermantasyondan sonra 1.5-1.6 g/g değerine artış göstermiştir.
Fermantasyon işleminin protein, yağ ve kül içeriğinde değişikliklere neden olduğu bulunmuştur: BPK'ların ham
protein ve kül içeriği, mikrobiyal proliferasyona bağlı olarak artan fermantasyon süresiyle artmıştır. Ek olarak,
pH ve fermantasyon süresine bağlı olarak, herbir fonksiyonel özelliğin farklı şekilde etkilendiği gözlemlenmiştir.
Diğer taraftan, bu bulgular aynı zamanda, daha uzun fermantasyon sürelerinde protein yapısına gömülmüş
hidrofobik alanların açığa çıkmasına bağlı olarak daha yüksek hidrofobikliğin oluşumu fermantasyon sırasında
protein yapısının önemli ölçüde değişim olasılığını da arttırmaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: FONKSIYONEL OZELLİKLER, FERMENTASYON, PROTEİN
MODİFİKASYONU
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
137
FERMENTE SUCUKTA ISPANAK VE MAYDANOZ TOZLARI KULLANILARAK
SENTETİK NİTRİT MİKTARININ AZALTILABİLME İMKANLARININ YANIT YÜZEY
YÖNTEMİ İLE MODELLENMESİ
Sözel Bildiri / Gida
EBRU YÜZLÜ1, ÖMER ZORBA1,
1BOLU ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışmada amaç, ıspanak ve maydanoz tozlarından istifade ederek geleneksel yöntemle üretilen fermente
sucuklarda kullanılan sentetik nitrit miktarının azaltılabilme imkanlarının araştırılması ve bu faktörlerin etkisinin
matematiksel modellenmesidir
Piyasadan tedarik edilen ıspanak ve maydanoz tozlarının içerdikleri nitrat ve nitrit miktarları iyon kromatografisi
ile tespit edilmiştir. Sucuk üretiminde kullanılan ıspanak ve maydanoz tozlarının kullanım miktarları yanıt yüzey
yöntemi (YYY) ile belirlenmiştir. YYY’ne göre belirlenen muamele kombinasyonları 14 grup şeklinde oluşturulmuştur. Fermente sucuk üretimi geleneksel yöntemle gerçekleştirilmiş ve üretilen sucuklar 8 günlük
fermentasyonun ardından 30 gün olgunlaştırmaya bırakılmıştır. Olgunlaştırma işleminden sonra renk
değerlerinin ölçümü, pH tayini, anyon-katyon tayini (nitrit, nitrat ve amonyum), yağ tayini, nem tayini, protein
tayini, TBA tayini ve peroksit sayısı tayini yapılarak kontrol grubu ile karşılaştırmaları yapılmıştır. Elde edilen
veriler YYY esas alınarak analiz edilmiş ve 2. derece polinom denklemleri oluşturulmuştur.
Yapılan analizler sonucunda, ıspanak tozunun peroksit sayısı, Liç*(Parlaklık), aiç*(Kırmızılık), akabuk*,
bkabuk*(Sarılık) ve amonyum (NH4+) değerlerini etkilediği, maydanoz tozunun ise peroksit sayısı, TBA,
Lkabuk*, bkabuk*, NH4+ ve nitrat (NO3-) değerleri üzerine etkisi olduğu görülmüştür. Fermente sucuğa ilave
edilen sodyum nitrit, TBA, bkabuk*, akabuk* ve NO3- değerlerini etkilediği tespit edilmiştir. Yapılan
analizlerde 30 günlük olgunlaştırma sonrasında kalıntı nitrite rastlanmamıştır. Kalıntı nitritin bulunmaması arzu
edilen bir sonuçtur. Fakat son ürünlerin tamamında 67,14-68,12 ppm aralığında nitrat tespit edilmiştir. Bu
sonuçlar nitritin nitrata dönüştüğünü göstermiştir.Literatürde son üründeki nitrat miktarı genelde göz ardı
edilmektedir. Nitrat ve nitritin birbirine dönüşümleri mümkün olduğundan son üründeki nitrat miktarı önem arz
etmektedir. Bu hususun dikkate alınıp konuyla ilgili araştırmaların yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: FERMENTE SUCUK, NİTRİT, ISPANAK, MAYDANOZ, YANIT YÜZEY
YÖNTEMİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
138
FONKSİYONEL GIDA OLARAK KULLANILAN PROBİYOTİKLERİN ÜRETİMİNDE
MİKROBİYAL EKZOPOLİSAKKARİTLERİN ÖNEMİ
Sözel Bildiri / Gida
Nur CEYHAN GÜVENSEN1, Tuğçe ERDOĞDU1,
1MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışmada, EPS üretici probiyotiklerin fonksiyonel gıdaların üretimindeki önemi değerlendirilmiştir.
Fonksiyonel gıdalar gıda sanayinin en hızlı gelişen sektörlerinden biri olmuştur. Bu fonksiyonel gıdalardan birisi
de son yıllarda büyük ilgi gören probiyotiklerdir. Probiyotikler, dışarıdan oral yolla alındığında intestinal
mikroflora dengesini sağlayarak sağlığa faydalı olan tek veya karışık kültürlerdir. Bu bakteriler insan orjinli olup
dışarıdan gıda takviyeleri ile veya farmakolojik preparatlar halinde direkt alınabilmektedir. Probiyotik özellikteki
bakterilerin kanser, mide hastalıkları, kolestrol, kalp-damar hastalıklarını önleyebilmesinin yanı sıra ve immün
sistemin düzenlenmesinde önemli rolleri belirlenmiştir. Ekzopolisakkarit (EPS)’ler mikroorganizmalar
tarafından hücre dışına sentezlenen polisakkaritlerdir. Probiyotik bakterilerin EPS materyali üretiminin,
bakteriye olumlu biyoaktif özellikler kazandırdığı düşünülmektedir. Bu durum EPS üreten probiyotik suşların kullanım alanlarının artmasını sağlamaktır. EPS’ler gıda endüstrisinde jelleştirici, emülsifiye ve stabilize edici
özelliklerinden dolayı kullanılmaktadır. Bu çalışmada, EPS üretici probiyotiklerin fonksiyonel gıdaların
üretimindeki önemi değerlendirilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: MİKROBİYAL EKZOPOLİSAKKARİT (EPS), PROBİYOTİKLER,
FONKSİYONEL GIDALAR
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
139
FOTODİNAMİK TEDAVİ VE İNFLAMASYON
Sözel Bildiri / Saglik
Serçin ÖZLEM ÇALIŞKAN1, Rahşan ILIKÇI SAĞKAN1,
1Uşak Üniversitesi,
Bu derlemede, öncelikle fotodinamik tedavinin tarihçesi, mekanizması, uygulama alanları açıklanacaktır.
Derlemenin ikinci kısmında fotodinamik tedavi sonrasında gelişen inflamasyon yolakları açıklanacaktır.
İnflamasyon, immün sistem ve fotodinamik tedavi arasındaki ilişki ayrıntılı olarak ortaya konacaktır.
Işığın tedavi edici özellikleri binlerce yıldır bilinmekle birlikte, fotodinamik tedavi (FDT) sadece son yüzyılda
geliştirilmiş bir tedavi yöntemidir. Günümüzde PDT, klinikte baş ve boyun, beyin, akciğer, pankreas,
intraperitoneal kavite, meme, prostat ve deri kanserleri tedavisinde onkolojide kullanılmak üzere test
edilmektedir. Dünya genelinde birçok fotosensitif ajan ve ışık uygulamalarına onaylar verildiği için artan bir ilgi
görmektedir. Son yıllarda temel bilimler ve klinik fotodinamik tedavide çok ilerleme kaydedilmiştir. PDT
uygulamasından sonra nekrozun indüklenmesi ile akut inflamasyonun başlaması, inflamatuar aracı moleküllerin
ve kemokinler aracılığıyla T hücreleri, makrofaj ve dentritik hücreleri içeren immün sistem hücrelerinin göç
ederek tümör bölgesinde toplanması ve antijen sunumundaki artış ile immün yanıtı güçlendirebilir. Preklinik ve
klinik bazı çalışmalar, PDT'nin hem doğuştan hem de kazanılmış immün sistemi belirgin bir şekilde aktive edebildiğini göstermiştir. Bağışıklık sistemi üzerindeki bu tür etkilerin, PDT tedavisine ve PDT tarafından
indüklenen inflamasyon derecesine bağlı olduğu gösterilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: FOTODİNAMİK TEDAVİ, İNFLAMASYON
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
140
DETERMINATION OF VARIABILITY FOR GRAIN YIELD AND QUALITY TRAITS IN
GAMMA RAY IRRADIATED BREAD WHEAT POPULATIONS
Sözel Bildiri / Tarim
Oğuz BİLGİN, İsmet BAŞER*, Kayihan Z. KORKUT, Alpay BALKAN
Tekirdağ Namık Kemal University, Faculty of Agriculture, Department of Field Crops, Tekirdağ-Turkey *Corresponding author: [email protected]
Çalışma Namık Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla bitkileri Bölümü deneme alanında 2011-212
yetiştirme yıllarında yürütülmüştür. Çalışmada dane verim, verim komponentleri ve bin tane ağırlığı, yaş glüten
içeriği, glüten indeksi, sedimantasyon ve protein oranı gibi bazı kalite özellikleri incelenmiştir. Elde edilen
sonuçlar başak uzunluğu hariç incelenen tüm özellikler yönünden genotipler arasında önemli bir varyasyon
olduğunu ortaya koymuştur. Tane verimi ve verim komponentleri için genetik varyasyon kalite özelliklerinden
daha yüksek olmuştur. Bu farklılıklar, artan gama ışını dozunun etkilerinin, bitki boyu için sistematik olarak
negatif olmadığını, diğer tüm karakterler için de kontrollerle karşılaştırıldığında pozitif olduğunu göstermektedir.
Genel olarak, en yüksek yüzde değişikliklerin, verim komponentleri için 200 ve 250 Gy gama radyasyon
dozlarında olduğu, kalite özellikleri için ise 300-350 Gy arasında olduğu anlaşılmaktadır. Fenotipik varyasyon
katsayısı incelenen tüm özellikler için genotipik varyasyon kat sayısından biraz daha yüksek olmuştur. Dane
verimi için % 12.50, glüten oranı için % 11.20 ve başakta tane sayısı için % 10.20 gibi orta genotipik varyasyon
katsayısı tahmin edilmiştir. İncelenen diğer karakterler için düşük genotipik varyasyon katsayısı tahminleri
(10'dan az) kaydedilmiştir. İncelenen özellikleri için kalıtım derecesi sedimantasyon değeri için % 37.3 ve bitki
boyu için % 86.6 arasında değişmiştir. Genetik ilerleme değerleri % 10 seleksiyon yoğunluğunda başakta tane
ağırlığı ve tane verimi için sırasıyla % 0.09 ile 5930.51 arasında değişmiştir. Yüksek kalıtım derecesi ve yüksek
genetik ilerleme belirlenen bitki boyun için adetif gen etkilerinin önemli olduğunu, bu özellik için erken
generasyonlarda seleksiyon etkin olabilecektir. Yüksek kalıtım derecesi ve orta genetik ilerleme belirlenen hasat
indeksi ve glüten indeksi için ise seleksiyonun daha sonraki generasyonlarda etkin olabilecektir
Anahtar Kelimeler: Ekmeklik buğday, gamma ışını, verim, kalite, mutant popülasyon.
The study was carried out in the experimental area of Department of Field Crops, Faculty of
Agriculture, Tekirdağ Namık Kemal University in the growing season of 2011-12. In the study, grain yield and
its components and some quality traits such as 1000 grain weight, wet gluten content, gluten index,
sedimentation value and protein content were investigated. The results exhibited significant differences among
the tested genotypes, for all studied characters except spike length, indicating genetic variation among them. The
genetic variation was higher for grain yield and its components when compared with quality characteristics.
These differences show that the effects of increasing gamma irradiation are not systematically negative for plant
height, while positive for all other characters in comparison with controls. In general, it is understood that the
highest percent changes is achieved in 200 and 250 Gy of gamma radiation doses for yield components, while
are in 300-350 Gy for the quality characteristics. The values of phenotypic coefficient of variation PCV were
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
141
slightly higher than their corresponding values of GCV for all traits. Moderate estimates of genotypic coefficient
of variation GCV were obtained by grain yield (12.50%), gluten content (11.20%) and grain weight per spike
(10.20%), respectively. Low estimates of GCV (less than 10) were recorded for the other characters investigated.
The h2 values ranged from 37.3%, for sedimentation value, and 86.6%, for plant height, while the values of
GA% ranged between 0.09 and 5930.51% at 10% selection intensity for grain weight per spike and grain yield,
respectively. The high values of heritability coupled with high values of genetic advance (%) were recorded by
plant height, indicates the importance of the additive gene effects, so, selection would be effective in early
generations for the trait. The high values of heritability coupled with moderate values of genetic advance (%) for
harvest index and gluten index indicate selection would be delay in later generations.
Key words: Bread wheat, gamma rays, yield, quality, mutated population.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
142
GEBELİK SÜRESİNCE YEŞİL ÇAY TÜKETİMİNİN ANNE VE YENİDOĞAN KARACİĞER
HEPATOSİTLERİNDE CK-18 MOLEKÜLÜNE ETKİSİNİN KARŞILAŞTIRMALI
DEĞERLENDİRİLMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Oya SAYIN1, Seren Gülşen GÜRGEN2,
1Dokuz Eylül Üniv., Sağlık Hizmetleri MYO,Biyokimya Bölümü, İzmir, 2Celal Bayar Üniv., Sağlık Hizmetleri
MYO, Histoloji ve Embriyoloji Bölümü, Manisa,
Amaç: Bu çalışmanın amacı, gebelikleri süresince yeşil çay tüketen sıçanlar ve yavrularının karaciğer
dokularında CK-18 molekülünün ekspresyonunun ve düzeyinin değerlendirilmesidir.
Gereç ve Yöntem: Çalışmada 18 adet Wistar Albino dişi gebe sıçan kullanıldı: Grup 1: Kontrol, Grup 2: Yeşil
çay (50 mg/kg, Yeşil çay ekstraktı, oral gavaj). 21 günlük gebeliğinin sonunda, her iki grupta yer alan anne
sıçanlar ve yavruların doğdukları ilk gün karaciğer dokuları çıkarıldı. Dokudaki CK-18'in ekspresyonu ve düzeyi
immünhistokimya ve ELISA ile değerlendirildi.
Bulgular: Anne kontrol ve yeşil çay grubu karaciğer dokularında santral venlerin çevresindeki hepatositlerin
hücre zarlarına yakın, kuvvetli CK-18 immunoreaksiyonu gözlendi. Yenidoğan kontrol grubunda ise santral ven çevresindeki hepatositlerde zayıf CK-18 reaksiyonu gözlenirken, yeşil çay grubunda hepatositlerin hücre zarı
yakınında oldukça kuvvetli CK-18 immunoreaksiyonu gözlendi. Biyokimyasal bulgularımızda da, anne kontrol
ve yeşil çay gruplarının karaciğer CK-18 düzeyleri yüksek ve aralarında anlamlı fark gözlenmezken, yenidoğan
yeşil çay grubunda CK-18 düzeyleri kontrol grubuna göre istatistiksel anlamlı yüksek bulundu.
Tartışma ve Sonuç: Bu immünohistokimya ve ELISA sonuçları, gebelikleri süresince yeşil çayın anne tarafından
tüketilmesinin yenidoğan karaciğerinde hücre hasarına neden olabileceğini düşündürmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: YEŞİL ÇAY, YENİDOĞAN, CK-18, KARACİĞER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
143
GEÇMİŞTEN GELEN SAĞLIK: BOZA
Sözel Bildiri / Gida
Ali GÖNCÜ1, H. Ayla SARI1, Ali Kemali ÖZUĞUR1,
1Adnan Menderes Üniversitesi Çine Meslek Yüksekokulu,
Bu derleme ile geleneksel bir içeceğimiz olan bozanın insan sağlığı üzerine olumlu etkilerinin ortaya konulması
amaçlanmıştır.
Boza; mısır, darı, yulaf gibi tahıllara su ve şeker katılarak etil alkol ve laktik asit fermantasyonlarına tabi
tutulmasıyla oluşan kıvamlı bir Türk içeceğidir. Geçmişi yüzlerce yıl öncesine dayanan boza, dünya üzerinde
Türklerle dağılarak, Adriyatik’ten Çin’e kadar uzanan geniş bir coğrafyada tüketilmektedir.
Tahıllardan üretilen boza özellikle potasyum, kalsiyum ve demir gibi minarelerce zengin olmasının yanında
denatüre olmamış B kompleksi vitaminleri ile karbonhidrat bakımından zengin, önemli bir tahıl içeceğidir.
Bozalardan izole edilen laktik asit bakterileri, Lactobacillus, Lactococcus ve Leuconostoc türleridir. Ve bunlar
gıdalarda bozulma etmeni olan bakterilerin gelişimlerini önlerler.
Son yıllarda yapılan birçok araştırma sonuçlarına göre, bozanın besin değeri ve probiyotik özelliklerinin sağlık
üzerine etkileri ortaya konulmuştur. Bunun neticesinde vücut direncini arttırması, enerji vermesi, kemik
gelişimini desteklenmesi, sindirim sistemini desteklemesi gibi birçok açıdan faydalı bir üründür.
ANAHTAR KELİMELER: BOZA, FERMANTASYON, SAĞLIK.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
144
GENÇ JAPON BILDIRCINLARINDA RASYON BOR KAYNAKLARI VE SEVİYELERİNİN
PERFORMANS, KARKAS AĞIRLIĞI VE KEMİK MİNERALİZASYONUNA ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Vildan KOÇBEKER1, Yılmaz BAHTİYARCA2,
1Selçuk Üniversitesi Beyşehir Ali Akkanat Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu, 2Selçuk Üniversitesi, Ziraat
Fakültesi, Zootekni Bölümü,
Genç (Juvenile) Japon bıldırcınlarında rasyon bor kaynakları (boron source) ve seviyelerinin performans, karkas
ağırlığı, karaciğer (liver) bor konsantrasyonu ve kemik mineralizasyonuna etkisini tespit etmek için bir araştırma
yapılmıştır. Araştırmada günlük yaşta karışık cinsiyette 780 adet bıldırcın kullanılmıştır. Mısır-soya küspesine
(corn-soybean meal) dayalı ilave bor içermeyen bazal rasyona (15,28 mg/kg bor) 4 farklı kaynaktan (borik asit, H3BO3; susuz boraks Na2B4O7; boraks pentahidrat Na2B4O7.5H2O; boraks dekahidrat Na2B4O7.10H2O) 40,
80 veya 120 mg/kg bor ilave edilmiştir. Bıldırcınlar çalışmada biri bazal toplam 13 rasyon ile 3 hafta süreyle
yemlenmiştir. Araştırma tesadüf parselleri deneme planında (completely randomized designe) 6 tekerrürlü (six
replicates) olarak yürütülmüş ve her bir tekerrüre 10 adet bıldırcın konulmuştur.
Rasyon bor kaynakları ve seviyeleri, bıldırcınların 0-3 haftalık yem tüketimi hariç performans özellikleri ve
karkas ağırlığını önemli olarak etkilememiştir. Boraks penta ve dekahidrat ile beslenen bıldırcınların 0-3 haftalık
yem tüketimi diğer kaynaklarla beslenen bıldırcınlardan önemli derecede (p<0.01) düşük bulunmuştur.
Rasyon bor seviyesi kemik (tibia) külü (%) ve kesme enerjisini önemli olarak (sırasıyla p=0.058 ve p<0.001) etkilemiştir. Rasyon bor kaynak ve seviye interaksiyonu kemik mangan, bakır, çinko ve bor seviyelerini önemli
olarak (sırasıyla p<0.05, p<0.05 ve p<0.01) etkilemiştir. Ayrıca rasyon bor konsantrasyonu karaciğer bor
seviyesini önemli olarak (p<0.05) etkilemiştir. Kemik özellikleri, rasyon bor kaynakları ve seviyelerinden farklı
şekilde etkilenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: BILDIRCIN, BOR, PERFORMANS, KEMİK, KÜL, İZ MİNERAL.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
145
GENETIC DIVERSITY AMAMONG F1 JUGLANS REGİA L.GENOTYPES BASED ON NUT
CHARACTERS
Sözel Bildiri / Tarim
Yaşar AKÇA1,
1University Of Gaziosmanpaşa, Faculty Of Agriculture, Department Of Horticulture Tokat TURKEY,
Turkish walnut cultivars are considerably early leafing and they are bear fruit on terminal buds. But Californian
and other walnut varieties in the world has lateral bud fruitfulness and late leafing. The our new walnut variety
breeding program was started in 2008. The aim of this breeding program is to provide new walnut cultivars by
crossing for the Turkey walnut industry. The primary goal is to develop cultivars with late leafing, lateral fruit
bearing, early harvest dates, and good nut quality. This study was conducted to determine the genetic diversity of the F1 walnut genotypes obtained for breeding of the new walnut varieties which lateral bud fruitfulness, late
leafing time, high nut quality and short vegetation period
The traits of pomological characteristics, such as nut and kernel weight, kernel ratio, kernel dimension, shell
thickness and nut dimension were investigated. The nut traits were measured using 25 nuts chosen randomly. The nuts were dried until the moisture content of the whole walnuts was reduced to less than 5%. Cluster
analysis of the F1 genotypes were made.
The different crossing combinations (Hartley x Oğuzlar; Hartleyx Akça; Niksar 1 x Akça; Akça x Maraş 12,
Akça x Topak) were used. The maximum mean values for nut weight (16,91±3,51 g), nut width (37,86±3,26 mm), nut height (46,19±3,26 mm), shell thickness (1,36±0,22 mm), kernel weight (9,42±1,72 g), kernel
percentage (63,35%) were observed in crossing combination Hartleyx Akça; Hartleyx Akça, Hartley x Oğuzlar;
Hartley x Oğuzlar;; Hartleyx Akça; and Hartleyx Akça respectively.
The high genetic variation of F1 walnut populations presents good opportunities for walnut breeding to obtain new cultivars in our crossing breeding program. The selected of walnut genotypes in our walnut breeding
program were promising according to Turkish walnut varieties.
ANAHTAR KELİMELER: WALNUT, VARIETY BREEDİNG, NUT QUALITY, CROSSING BREEDING
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
146
GENETİK ÇEŞİTLİLİĞE SAHİP BİBER GEN HAVUZUNUN BİOAKTİF BİLEŞİK VE
ANTİOKSİDAN AKTİVİTESİNİN BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Tarim
M. Kadri BOZOKALFA1, Fatih ŞEN1, Tansel KAYGISIZ AŞÇIOĞUL1, Dursun EŞİYOK1,
1E.Ü. ZİRAAT FAKÜLTESİ BAHÇE BİTKİLERİ BÖLÜMÜ,
Bu çalışma ülkemizden toplanmış yerel populasyonlar, yerel ve yabancı çeşitlerden oluşan, genetik çeşitliliği
agro-morfolojik ve moleküler karakterizasyon ile ortaya konulmuş ve 4. generasyonda kendilenmiş toplam 150
farklı biber genotipinin; suda çözünür kuru madde, titre edilebilir asitlik, meyve rengi (L*, Hue, Chroma),
klorofil a, b, vitamin C, toplam fenol içeriği ile antioksidant aktivitesinin belirlenmesi amacıyla yürütülmüştür.
ANAHTAR KELİMELER: BİBER, BİOAKTİF BİLEŞİK, GEN HAVUZU, GENETİK ÇEŞİTLİLİK, ISLAH
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
147
GIDA ENDÜSTRİSİNDE PAZARLAMAYA YÖNELİK BÜYÜK VERİ (BİG DATA)
KULLANIMI ÜZERİNE BİR İNCELEME
Sözel Bildiri / Tarim
Büşra ASTEKİN1, Fatih ÖZDEN1, Fazıl Akın OLGUN1,
1Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi,
Mobil iletişim araçlarının artışı, nesnelerin interneti ve sosyal medya kullanımının yaygınlaşması ile dijital
ortamda bulunan verinin çeşitliliği, hacmi ve hızı dramatik derecede artış göstermiştir. Büyük verinin
yaygınlaşması ile birlikte, geleneksel analiz yöntemleri yerini ileri düzey analitik teknolojilere bırakmıştır.
Büyük veri ve ileri düzey analitik teknolojilerinin yaygınlaşması, manuel analiz edilemeyecek ölçekteki bu
veriden otomatik olarak yeni anlayışlar çıkarsamayı ve bu anlayışlar doğrultusunda karar destek mekanizmalarını geliştirmeyi sağlamıştır. Gelişen ve iyileşen karar destek mekanizmaları, tüm sektörleri ve iş
modellerini etkilemiş, ürün ve hizmet kalitesini arttırmaya yönelik yeni araştırma ve uygulama alanları
oluşturmuştur. Dünyanın en kapsamlı ve önemli faaliyet alanlarından birisi olan gıda sanayide büyük veri ve ileri
düzey analitik teknolojilerinin gücünden etkilenmiştir ve önümüzdeki dönemlerde daha da etkilenecektir. Bu
etkilenme kendisini ağırlıklı olarak pazarlama alanında gösterecektir. Büyük veri sadece küresel ekonominin
önemli bir gücü olan gıda sektöründe değil, bu sektörle ilgili olan nakliyecilere, perakendecilere, restoranlara ve
tüketicilere kadar geniş bir kesimi etkilemektedir. Tüketiciyi daha iyi anlamak, piyasa eğilimlerini ortaya
çıkarmak, satış etkinliğini ve müşteri memnuniyetini ölçmek, talep tahminlemek, pazarlama ve tedarik stratejileri
geliştirmek üzere büyük veri analiz araçlarından ve yöntemlerinden yararlanılmaktadır. Bu çalışmada, büyük
verinin gıda endüstrisindeki rolü ve etkileri analiz edilecektir.
Dünyada ve Türkiye’de bu konuda gerçekleştirilen çalışmalar örnekler ile incelenecektir.
Bu alandaki çalışmaların güçlü ve zayıf noktaları, gelecekteki fırsatlar ve olası tehditler değerlendirilecektir.
ANAHTAR KELİMELER: BÜYÜK VERİ, TÜKETİCİ, GIDA SEKTÖRÜ, PAZARLAMA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
148
GIDA VE YEMDE KULLANILAN NANOMATERYALLLERİN RİSK
DEĞERLENDİRMESİNDE AVRUPA BİRLİĞİ’NİN YAKLAŞIMI
Sözel Bildiri / Gida
Adnan Fatih DAĞDELEN1,
1Bursa Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü,
Uluslararası Standardizasyon Organizasyonuna göre (ISO) nanomateryal; materyalin herhangi bir dış ölçüşünün
ya da iç veya yüzey özelliklerinin 1 ile 100 nm arasında olmasına göre tanımlanmaktadır. Nanoboyuttaki
materyallerin kazandırdığı birçok yenilik ve avantajdan dolayı yeni gıdalar, gıda ile temas eden materyaller, gıda
ve yem katkıları ve tarımsal ilaçlar başta olmak üzere bazı alanlarda kullanılmaktadır. Kullanımı yaygınlaşan bu
materyallerin avantajları yanında insan ve hayvan sağlığı üzerine olası etkilerinin belirlenmesi amacıyla uluslararası düzenlemeler oluşturulmuştur. Bu durum Avrupa Birliğinde Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi
(EFSA) tarafından 2009 yılında başlayan çalışmaların 2011 ve 2018 yılında yayınlanan 2 adet birbirini
tamamlayan kapsamlı kılavuzlarla risklerin değerlendirilmesinde izlenecek yollar açıklanmıştır. Bu kılavuzlarda
nanomateryallerin fizikokimyasal özellikleri, maruziyet değerlendirmesi ve tehlike karakterizasyonunda
izlenecek yol ve metot standardizasyonu hakkında bilgiler bulunmaktadır. Bu bildiri ile gıda ve yemde kullanılan
nanoteknolojik ürünlerin risk değerlendirmesinde Avrupa Birliğinde yer alan çalışmalar ve düzenlemeler
hakkında bilgilendirme yapılacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: NANOMATERYAL, RİSK DEĞERLENDİRMESİ, GIDA/YEM, AVRUPA
BİRLİĞİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
149
GİRESUN HALK PAZARINDA SATILAN ÇİĞ SÜT VE PEYNİR ÖRNEKLERİNİN
MİKROBİYOLOJİK KALİTESİ
Sözel Bildiri / Gida
Tuğba CEBECİ1, Betül ÇELİK2, Kadir KIRK3, Yeliz KAŞKO ARICI4, Burcu KARAGÜLLE5,
1Giresun Üniversitesi, 2İnönü Üniversitesi, 3Yüzüncü Yıl Üniversitesi, 4Ordu Üniversitesi, 5Fırat Üniversitesi,
Bu çalışma, halk pazarlarında satılan çiğ süt ve tulum peynir örneklerinin mikrobiyolojik kalitesini belirlemek ve
gıda patojenlerini araştırmak amacıyla gerçekleştirilmiştir.
Giresun İli, Bulancak ve Espiye ilçelerindeki pazarlardan toplanan, 35 adet çiğ süt örneği ve 40 adet tulum
peyniri örneği materyal olarak kullanılmıştır. Örnekler, toplam aerobik mezofilik bakteri, toplam psikrotrof
aerobik bakteri, koliform grubu bakteri, enterobacteriaceae, toplam mikrokok/stafilokok, laktik asit bakterileri,
maya-küf ve patojenler yönünden FDA/BAM ve ISO yöntemlerine göre incelenmiştir. İzole edilen patojenlerin
identifikasyonları, MALDI-TOF MS ile yapılmıştır. Numunelerdeki patojenlerin ilçelere göre frekans
dağılımları istatistiksel olarak hesaplanmıştır.
Çiğ süt ve tulum peyniri örneklerinde belirlenen mikroorganizma kolonilerinin ortalama değerleri sırasıyla;
toplam mezofilik aerobik bakteri sayısı 5,33±0,13 log cfu/ml, 6,14±0,81 log cfu/g ; toplam psikrotrof aerobik
bakteri sayısı 5,28±0,23 log cfu/ml, 6,11±0,82 log cfu/g; koliform sayısı 4,72±1,09 log cfu/ml, 4,81±0,79 log
cfu/g; enterobacteriaceae sayısı 4,43±0,64 log cfu/ml, 4,91±0,62 log cfu/g; mikrokok/stafilokok sayısı 4,84±0,66
log cfu/ml, 4,98±0,37 log cfu/g; laktik asit bakteri sayısı, 5,03±0,49 log cfu/ml, 5,34±0,13 log cfu/g; maya-küf sayısı 3,89±0,76 log cfu/ml, 4,33±0,71 log cfu/g olarak bulunmuştur. İncelenen 35 adet çiğ süt örneğinin 1 (%
2,85) tanesinin Listeria monocytogenes, 10 (%3,5) tanesinin E. coli ve 40 adet tulum peyniri örneğinin 8 (%20)
tanesinin Bacillus cereus, 29 (%72,5) tanesinin E.coli ile kontamine olduğu belirlenmiştir. Örneklerin hiçbirinde,
Salmonella spp., Campylobacter spp. ve E. coli O157 H7 tespit edilmemiştir. Yapılan iki-yönlü ki kare testi
sonucunda, peynir numunelerindeki Bacillus cereus’un varlığının, %50.0 oranında ilçelere bağımlı olarak
değiştiği belirlenmiştir (p<0,001).
Yapılan analizler sonucunda, çiğ süt ve tulum peyniri örneklerinin, farklı düzeylerde mikrobiyal yükler
içerdikleri bulunmuştur. Türk Gıda Kodeksi Mikrobiyolojik Kriterleri Tebliği'ne uymayan örneklerin varlığı
tespit edilmiştir. Buna göre, çiğ süt ve peynir üretimi ve tüketimi aşamalarında, hijyen ve sanitasyon kurallarının
önemle uygulanması gerekliliği gözlemlenmiştir. *Bu çalışma, Giresun Üniversitesi tarafından FEN-BAP-A-
170417-114 no’lu proje ile desteklenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: MİKROBİYOLOJİK KALİTE, ÇİĞ SÜT, PEYNİR, GIDA PATOJENLERİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
150
GLUTENSİZ TAVUK NUGGET ÜRETİMİ İÇİN ALTERNATİF FORMULASYONLARIN
ARAŞTIRILMASI
Sözel Bildiri / Gida
Dr. Esra Selin DAVARCIOĞLU1, Prof. Dr. Nuray KOLSARICI2,
1Bolu Belediyesi , 2ANKARA ÜNİVERSİTESİ/ GIDA MÜHENDİSLİĞİ ,
Tüm dünyada çölyak hastalığının görülme olasılığının giderek artması nedeniyle özellikle çocuklar olmak üzere
insanları gluten tüketiminin olumsuz etkilerine karşı korumak için glutensiz yeni ürün formulasyonlarına ihtiyaç
duyulmaktadır. Farklı kombinasyonlarda un karışımları, bisküviler ve kekler gibi glutensiz ürünler olmasına
rağmen glutensiz gıda ürünlerinin sayısı sınırlıdır.
Tavuk nugget, tüm yaş grubu tüketicilerin en fazla tükettiği hazır gıdalardandır. Tat ve tekstür özellikleri
nedeniyle sadece çocuklar tarafından değil yetişkinler tarafından da tercih edilmektedir. Tavuk nuggetın ticari
formulasyonundaki gluten çölyak hastaları için zararlı olduğundan buğday ununun yerini alabilecek un
alternatiflerinin oluşturulması amaçlanmıştır
Çalışmada buğday ununun yerini alabilecek un alternatifleri oluşturulmuştur. ( 0:100, 100:0, 50:50, 60:40, 70:30,
40:60, 30:70) yedi farklı oranda pirinç ve mısır unları karıştırılmış ve her bir un karışımına iki farklı oranda mısır
nişastası ( %5, %15) , metiselüloz (%0.3) ve /veya karboksimetilselüloz ( %0.5) ilave edilmiştir. Diğer bileşenler
ise, %2 ksantan gum, %2 sukroz, %2,5 tuz ve %1 baharattır. Kaplamanın yapışma özelliği değerlendirildiğinde
en uygun un karışım oranlarının ( 30:70, 40:60 ve 60:40 ) olduğu görülmüş ve karboksimetilselüloz içeren gruplar metilselüloz içeren gruplardan duyusal değerlendirme sonrası daha yüksek puan almıştır. (30:70),
(40:60) ve (60:40) oranında pirinç ve mısır unu içeren karboksimetilselüloz gruplarında gluten analizi yapılmış
en düşük gluten içeriğine sahip gruplar üretim için uygun bulunmuştur
Buğday nişastası yerine mısır nişastası kullanılabilir ve gluten eksikliğine bağlı olumsuzlukları gidermek için
%0.5 karboksimetilselüloz ve %2 ksantam gam gibi hidrokolloidler ile un karışımları zenginleştirlmelidir.
ANAHTAR KELİMELER: ÇÖLYAK HASTALIĞI, ÜRÜN GELİŞTİRME, TAVUK NUGGET, DUYUSAL
DEĞERLENDİRME
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
151
GÖKÇEADA TUZ GÖLÜ’NÜN ORNİTOFAUNASI
Sözel Bildiri / Cevre
İbrahim UYSAL1, Yusuf KURT1, Herdem ASLAN1, Murat TOSUNOĞLU1,
1Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi,
Araştımanın gerçekleştirildiği Tuz Gölü, Türkiye’nin en büyük adası olan ve Ege Denizi`nde bulunan
Gökçeada’nın güney-doğusunda yer alan sığ bir dalyan özelliğindedir. Göl, sığ ve mevsimlere göre değişen
farklı tuzluluk derecesine sahip suyu ile özellikle su kuşları açısından önemli bir habitat olma özelliği
taşımaktadır. Yapılan çalışma ile alanın kuş tür çeşitliliği hakkında detaylı bilgi sunmak amaçlanmıştır.
Mayıs 2015 ve Eylül 2016 tarihleri arasında düzenli olarak gerçekleştirilen aylık izleme çalışmalarında alanın
özelliğine uygun olarak, Tuz Gölü içerisindeki az hareketlilik gösteren su kuşları için nokta sayım metodu, Tuz
Gölü ve çevresindeki diğer kuş türlerinin tespiti için ise transekt (hat boyunca gözlem) gözlem metodları
kullanılmıştır.
Gözlemlerin sonucunda, Tuz Gölü ve çevresinde 35 familyaya ait 104 kuş türü tespit edilmiştir. Tespit edilen
kuş türlerinin 39’u yerli, 36’sı yaz ziyaretçisi, 19’u kış ziyaretçisi ve 10’u ise transit göçmen statüsündedir. Nisan
ve Temmuz ayları arasında gerçekleştirilen üreme dönemi arazi çalışmaları sırasında 20 türe olası, 16 türe
kuvvetle muhtemel ve 15 türe kesin üreme kodu verilmiştir.
Uluslararası Doğal Hayatı ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği kırmızı listesine göre tespit edilen kuş
türlerinden, Elmabaş patka (Aythya ferina) ve Üveyik (Streptopelia turtur) vahşi yaşamda soyu tükenme
tehlikesi büyük olan türler (vulnerable) kategorisinde ve Poyrazkuşu (Haematopus ostralegus), Kızıl kumkuşu
(Calidris ferruginea), Kervançulluğu (Numenius arquata) ise şu anda tehlikede olmayan ancak yakın gelecekte
soyu tükenme tehlikesine girebilecek (near threatment) türler arasına yer almaktadır. Tuz Gölü ve çevresinde kuş
türleri açısından gözlemlenen en önemli tehdit faktörleri ise gölün yaz döneminde tamamen kuruması, pestisid
karışımı ve üreme döneminde göl içerisinde yapılan sörf ve çamur banyosu gibi antropojenik faktörler olduğu
gözlemlenmiştir. Teşekkür Bu çalışma 115Y457-2016 sayılı proje kapsamında TÜBİTAK tarafından
desteklenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: GÖKÇEADA, TUZGÖLÜ, KUŞ TÜRLERİ, ÇEŞİTLİLİK, TEHDİT
FAKTÖRLERİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
152
GRAFEN ESASLI TEK KULLANIMLIK ELEKTROTLAR İLE NEONİKOTİNOİD
İNSEKTİSİTİ IMIDACLOPRID’İN ELEKTROKİMYASAL OLARAK BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Tarim
BAHA ÖNDEŞ1, MİHRİCAN ERDEM1,
1ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ,
Pestisitler, zararlı hayvanların ya da böceklerin gelişimini önlemek, yok etmek veya azaltmak için geliştirilmiş
kimyasal maddeler veya bunların karışımlarıdır. Pestisitler, insanlar için yararlı olan organizmaların yok
olmasına sebep olarak doğal ekosisteme de tehdit oluşturmaktadır. Neonikotinoid insektisitler, böceklerin
merkezi sinir sisteminde bulunan asetilkolin reseptörlerinde birikerek ölümlerine yol açar. Bu çalışmada,
literatürde ilk kez, grafen oksit (GRPox) ile modifiye edilmiş tek kullanımlık kalem grafit elektrotlar kullanılarak bir neonikotinoid insektist olan imidaclopridin elektrokimyasal tayini için voltametrik sensör geliştirilmesi
amaçlanmıştır.
Imidaclopridin elektrokimyasal tayinine yönelik geliştirilen modifiye edilmiş elektrotların tayin sınırı ve
tekrarlanabilirliği gibi analitik parametreleri belirlenmiş ve modifiye edilmemiş yalın elektrotlar ile
karşılaştırılmıştır.
Çalışmamızda geliştirilen nanoelektrotların, neonikotinoid insektisiti olan imidaclopritin basit, hızlı ve ucuz
yoldan tayinine imkan sağlaması ve pahalı ve zaman alıcı bir yöntem olan kromatografik tekniklere alternatif
olması ümit edilmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: PESTİSİT, NEONİKOTİNOİD İNSEKTİSİT, İMİDACLOPRİD, KALEM
GRAFİT ELEKTROT, GRAFEN OKSİT, ELEKTROKİMYASAL SENSÖRLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
153
GÜNEY EGE BÖLGESİNDEKİ RUMİNANT TÜRLERİNDE (SIĞIR, KOYUN VE KEÇİ)
AKABANE VİRUS ENFEKSİYONUNUN SEROLOJİK VE VİROLOJİK YÖNDEN
ARAŞTIRILMASI
Sözel Bildiri / Saglik
T. Çiğdem OĞUZOĞLU1, B. Taylan KOÇ2,
1Ankara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Viroloji Anabilim Dalı, 06110, Ankara, Turkey, 2Aydın Adnan
Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Viroloji Anabilim Dalı, 09016, Aydın, Turkey,
Akabane virus (AKAV), Bunyaviridae ailesinin bir üyesi olup, ruminantlarda abort, kongenital anomalili yavru
doğumları, mumufiye fötus olguları gibi reproduktif sisteme ait bulgular ile karakterize bir enfeksiyon meydana
getirir. AKAV; Uzakdoğu Asya, Avustralya ve Orta Doğu’da sıklıkla görülen bu enfeksiyonun Türkiye’de de
varlığı ve yaygınlığı bilinmektedir. Son yıllarda küresel ısınma ve iklim değişikliği etkisi ile bir arbovirus olan
AKAV’ın ülkemizde görülme sıklığının artışı dikkat çekicidir. Bu çalışmada AKAV’nun naklinde görevli
sokucu sinek popülasyonundan zengin bir bölge olan Ege’de ruminant türlerinde (sığır, koyun, keçi)
enfeksiyonun varlığının ve seroprevalansının araştırılması amaçlanmıştır.
Çalışma kapsamında, Aydın’ın kuzeydoğusunda yer alan Köşk-Buharkent ve İzmir’in güneydoğusunda yer alan
Tire-Ödemiş-Kiraz hatlarından 100 sığır, 52 koyun ve 33 keçiye ait toplamda 185 hayvandan alınan EDTA’lı
tam kan ve serum örnekleri incelenmiştir.
Hem moleküler virolojik hem de serolojik tanıda herhangi bir pozitiflik saptanmamıştır.
Bu sonuç AKAV enfeksiyonunun Güney Ege bölgesinde yaygın bir pozitifliğinin olmadığını gösterse de; örneklem alanının ve örnek sayısının genişletilerek sonuçların teyit edilmesi önerilmektedir. Ayrıca AKAV
epidemiyolojisi hakkında detaylı bilgiye ulaşmak için; örneklemenin sokucu sineklerin aktif olduğu dönemde
yapılması ve sinek örneklerinin de virolojik taramaya dahil edilmesinin önemli olduğu unutulmamalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: AKABANE VİRUS, MOLEKÜLER TANI, SEROLOJİK ARAŞTIRMA,
NÖTRALİZASYON TESTİ, ARBOVİRUS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
154
HASTALARIN EĞİTİM SEVİYELERİ İLE HİZMET ALMA EĞİLİMLERİ ARASINDAKİ
İLİŞKİ
Sözel Bildiri / Saglik
Kemal TEMEL1, İbrahim UYSAL1, Ahmet Ali BERBER1, Emine SEVİNÇ POSTACI1,
1Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi,
Son yıllarda sağlık hizmetlerine olan talepteki artışlar sistemin meşguliyeti ile birlikte ekonomik olarak da ele
alınmaktadır. Talepteki artışa birçok neden sebep olmaktadır. Sağlık hizmetlerindeki ilerlemeler, teknolojik
yenilikler, hizmetlerdeki çeşitliliğin artışı, hizmet sunumundaki gelişmeler ile demografik ve kültürel etkenlerde
gibi nedenlere bağlı olarak sağlık hizmetlerine olan talep artış göstermektedir. Sağlık hizmetlerine olan talebin
eğitim düzeyleri ile ilişkili olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır.
Araştırma rastgele örneklem yöntemi ile hastanede muayene için bekleyen ya da muayene olmuş 348 hastanın
demografik özellikleri ve eğitim düzeyleri ile 1 yıl içinde kaç kez hekime başvurdukları sorgulanarak yapılmıştır.
Araştırmaya katılanların eğitim düzeyleri Okur yazar değil, İlköğretim, Lise, Önlisans/Lisans, Lisansüstü olarak
belirlenmiştir. Başvuru sayısı ile eğitim düzeyi arasında istatistiksel anlamlı farklılık vardır (Fisher's Exact p<0,05). Başvuru sayısı 10+ olanlarda lise mezunu oranı, 2-5 olanlarda önlisans/lisans mezunu oranı, 6-10
olanlarda lise mezunu oranı ve 1 olanlarda lise, önlisans/lisans oranı daha yüksektir.
Yapılan araştırma ile eğitim seviyesi ile sağlık hizmetlerine olan talep arasında ilişki olduğu görülmektedir.
Eğitim seviyesi ile talep arasında ters orantı olduğu, eğitim seviyesi düştükçe talebin arttığı tespit edilmiştir. Hastaların bilgi düzeylerinde ki bu değişiklik sistemin gereksiz meşgul edilmesi ve ekonomik kayıpların
yanında, hastalar açısından da alınan hizmetin tatmini, gerekli olmayan işlemlere maruz kalma ve zaman kaybı
ile kendini göstermektedir. Bu aşamada hizmet talep tarafında bulunan hastaların, ne zaman, nerede, nasıl hizmet
alacakları ve aldıkları hizmetin sonuçları hakkında detaylı olarak bilgilendirilmeleri gerekmektedir. Bu
kapsamda hizmet sunucuları hasta bilgilendirme çalışmalarına önem vererek bu alanda gerekli çalışmaları
yapmaları gerekmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: SAĞLIK HİZMETLERİ, EĞİTİM DÜZEYİ, HASTA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
155
HASTANE ÖNCESİ İNME TANILAMA VE YÖNETİMİ
Sözel Bildiri / Saglik
Seher YAMAN1, Sakine BOYRAZ2,
1Sağlık Bakanlığı Aydın 112 Acil Ambulans Hizmetleri, 2Adnan Menderes Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi İç
Hastalıkları Hemşireliği Anabillim Dalı,
Bu araştırma Sağlık Bakanlığı’na bağlı "Aydın 112 İl Ambulans Servisi"nde görev yapan 112 acil sağlık
ekibinin, inme vakalarını doğru tanılama oranlarının ve inme vakalarına müdahalelerin değerlendirilmesi
amacıyla kesitsel ve metodolojik bir çalışma olarak yapılmıştır.
Araştırmada, Aydın merkezde bulunan A2 tipi acil sağlık istasyonlarına ait, hastaneye nakil edilen vaka kayıtları
alınmıştır. Araştırma iki aşamada gerçekleştirilmiştir. Birinci aşamada (Aralık/ Ocak/ Şubat) 1453 vaka kaydı,
ikinci aşamada (Haziran/ Temmuz/ Ağustos) 2029 vaka kaydı (toplam: 3482 vaka) incelenmiştir. Veriler,
araştırmacı tarafından hazırlanan “Yapılandırılmış Soru Formu” ve “Cincinati Hastane Öncesi İnme Skalası” ile
elde edilmiştir. Veri analizleri duyarlılık, özgüllük, doğruluk oranı ve pozitif prediktif değerleri hesaplanarak
değerlendirilmiştir.
112 acil sağlık ekibi tarafından; birinci aşamada 91 vakaya, ikinci aşamada ise 55 vakaya inme ön tanısı
konulmuştur. Hastane acil servislerinde ise birinci aşamada 63 ve ikinci aşamada da 63 vakaya inme tanısı
konulmuştur. Acil serviste inme tanısı konulmuş vakaların, birinci aşamada 112 acil sağlık ekipleri tarafından
%69,9’unun, ikinci aşamada ise %38,1’inin inme tanısının uyumlu olduğu belirlenmiştir. 112 acil sağlık
ekiplerinin inme vakalarını doğru tanılama duyarlılığının, birinci aşamada %64; ikinci aşamada %38 olduğu
tespit edilmiştir. Cincinati hastane öncesi inme skalasının, inme ön tanısını doğru tespit etme duyarlılığının %47 olduğu tespit edilmiştir. İnme ön tanılı vakalara yapılan solunum desteği, dolaşım desteği ve medikal destek
girişimlerinin eğitim sonrası dönemde olumlu yönde etkilendiği görülmüştür.
Sonuç olarak; hastane öncesi dönemde 112 acil sağlık ekiplerinin inme vakalarını doğru tanılamada
eksikliklerinin olduğu, yapılan eğitim ve kullanılan skalaların güncellenmesinin gerekliliği ortaya koyulmuştur.
ANAHTAR KELİMELER: İNME, CİNCİNNATİ HASTANE ÖNCESİ İNME SKALASI, 112 ACİL SERVİS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
156
HAYATTAN ZEVK ALMAK: YAVAŞ YEMEK, YAVAŞ BALIK
Sözel Bildiri / Beslenme
Birsen KIRIM1, Dilek KESKİN2, Sema MİDİLLİ1, Mehmet GÜLER1, Ebru YILMAZ1, Deniz ÇOBAN1,
Ant Yıleri KEMER3,
1Adnan Menderes University, Faculty of Agriculture, Department of Fisheries Engineering, South Campus,
AYDİN, TURKEY, 22Adnan Menderes University, Kosk Vocational High School, Aydin, TURKEY, 3Adnan
Menderes University, Faculty of Agriculture, Department of Fisheries Engineering, master student, South
Campus, AYDİN, TURKEY,
Çalışmada, "Yavaş Yemek ve Yavaş Balık" terimlerinin tanıtımı yapılmış ve her iki terimin de insan
beslenmesindeki önemi üzerine yapılan araştırmalar derlenmiştir.
Herhangi bir yaş, cinsiyet, kültür, ırk veya etnik grup ayrımı olmadan dünyanın hemen her yerinde hızlı yemek
(fast food) tüketimi oldukça yaygındır. Yavaş yemek (slow food) akımı, hızlı yaşam ve hızlı yemek (fast food)
hareketinin artmasına ve sağlıksız beslenmenin yaşam şekline dönüşmesine tepki olarak ortaya çıkmıştır. Ayrıca,
slow food hareketi, sofra mirasının genç nesil tarafından unutulmasını, yenilen yemek ve lezzetini sorgulayan
insan sayısının azalmasına engel olmak için çalışmaktadır. Buna ek olarak, yavaş yiyecek hareketi, genç nesiller
tarafından unutulmuş mirasın besin ve tadı sorgulayan insan sayısının azalmasını önlemek için çalışmaktadır. Yavaş balık (slow fish) hareketi, sürdürülebilir ve sorumlu balıkçılığı desteklemektedir. Slow Fish, ürünün
kalitesine ve tüketicilerin sağlığına önem veren balık yetiştirme yöntemlerini savunmaktadır.
Yavaş yemek (Slow food) -Doğal üretim yapan duyarlı üreticilerle bilinçli tüketicileri buluşturarak: Kır-kent
arasında bağlantı kurması, -Özellikle öğrencilere yerel ürünler ve tüketimi konusunda bilinçlendirici eğitim vermesi, -Mümkün olduğunca doğaya, biyoçeşitliliğe ve insan sağlığına saygılı yöntemlerle üretilen ürünlere
önem vermesi, -Yerel tohumlar ile üretimin desteklenmesi, -Yerel yemeklerin tanıtımı için yarışma, konferans,
festival vs. düzenlenmesini ve kitap, broşür, CD vb. bastırılmasını önemsemesi, -Yerel ürün pazarlarının
kurulması ve bu pazarlarda yerel halkın ürünlerini satarak gelir sağlamasını teşvik etmesi açısından önemlidir.
Hızlı yaşamdan kurtulmak için yerel ekolojik özelliklerden faydalanılarak yapılan küçük ölçekli tarım ve su
ürünleri üreticileri daha çok desteklenmeli ve teşvik edici birçok yasal düzenlemelerden yararlanmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: YAVAŞ YEMEK, YAVAŞ BALIK, YAVAŞ YAŞAM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
157
HAYIT (VİTEX AGNUS CASTUS) TÜRÜNDE CHLORMEQUAT CHLORİDE (CCC)
UYGULAMASININ BİTKİ GELİŞİMİ VE ÇİÇEKLENME ÜZERİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Hülya AKAT1, Gülbin ÇETİNKALE DEMİRKAN2, Özlem AKAT SARAÇOĞLU3,
1Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Ortaca Meslek Yüksekokulu, 2Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Mimarlık
Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü, 3Ege Üniversitesi Bayındır Meslek Yüksekokulu,
Bu çalışmada büyümeyi engelleyici Chlormequat Chloride (CCC) uygulamasının doğal ve tıbbi aromatik
bitkilerden Hayıt (Vitex agnus castus) türünde bitki gelişimi ve çiçeklenme üzerine etkileri araştırılmıştır. 2017-
2018 tarihleri arasında açık alanda saksı denemesi olarak yürütülen çalışma, tesadüf parselleri deneme desenine
göre 3 tekerrürlü ve her tekerrürde 10 bitki olacak şekilde kurularak bitkiler toprak: hayvan gübresi: cüruf (1:1:1) karışımına dikilmiştir. Chlormequat Chloride bitkilere 500, 1000 ve 2000 ppm dozunda iki farklı dönemde
yapraktan uygulanarak kontrol grubuna hiçbir uygulama yapılmamıştır. Belirlenen amaç doğrultusunda
araştırmada; bitki boyu, gövde çapı, sürgün sayısı, çiçek sayısı, çiçeklenmeye kadar geçen süre, kök uzunluğu,
üst aksam yaş ve kuru ağırlığı, kök yaş ve kuru ağırlığı ölçümleri yapılmıştır.
Elde edilen verilerin istatistiksel analizi sonucunda bitki gelişimi ile ilgili olarak bitki boyu, gövde çapı, kök yaş
ağırlığı, üst aksam yaş ve kuru ağırlığı kriterleri istatistiki açıdan önemli bulunarak 2000 ppm dozunda en düşük
değerlerini ortaya koymuştur.
Gelişime ait kriterler açsından istatistiksel olarak p<0.05 önem düzeyinde farklılıklar yaratan Chlormequat Chloride uygulamasının, bitki boyunu kısalttığı ve gövde çapını incelttiği belirlenmiştir. Çiçeklenmeye kadar
geçen gün ile çiçek sayısına bakıldığında ise istatistiki olarak önemsiz olmakla birlikte yine 2000 ppm dozunda
en erken ve en fazla çiçeklenmenin gerçekleştiği tespit edilmiştir. Chlormequat Chloride uygulamasının,
istatistiksel olarak kök yaş ağırlığı ve üst aksam yaş ağırlığında p<0.05 önem düzeyinde, üst aksam kuru
ağırlığında ise p<0.01 önem düzeyinde azalmaya sebep olduğu tespit edilerek bitki büyümesini engelleyici
etkisinin bulunduğu gözlemlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: HAYIT, BİTKİDE BÜYÜMEYİ ENGELLEYİCİLER, CHLORMEQUAT
CHLORİDE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
158
HAZARDOUS WASTE CLASSIFICATION OF WASTE LIGHT-EMITTING DIODE (LED)
LAMPS
Sözel Bildiri / Cevre
Sezen COSKUN1, Safinur COSKUNSU2,
1Suleyman Demirel University, Egirdir Vocational School, TR32500 Egirdir, Isparta, Turkey, 2Bartin University,
Information Technologies Department, TR74100, Bartin, Turkey,
Light-Emitting Diodes, or LEDs, are emerging as extensively distributed source of lighting due to high energy
efficiency and being more environmentally. LEDs are mercury-free source of lighting unlike fluorescent bulbs
but they involve more metal-containing components than other lighting products. These components have
uncertainties about the potential for affecting the environment. It is unclear whether special provisions need to be made for disposal after the end of their useful life. The objectives of this study are to investigation the metallic
content of LEDs, to present the toxicity potential of LEDs, to determination of hazardous waste classification for
waste LEDs.
ANAHTAR KELİMELER: E-WASTE, LIGHT-EMITTING DIODES, WASTE MANAGEMENT,
HAZARDOUS WASTE.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
159
HEALTH RISK ASSESSMENT OF INHALATION EXPOSURE TO CHLOROFORM
ORIGINATING FROM AUTOMATIC TOILET BOWL CLEANERS
Sözel Bildiri / Saglik
Ilknur AYRI1, Mesut GENISOGLU1, Handan GAYGISIZ1, Aysun SOFUOGLU1, Sait C. SOFUOGLU1,
1İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü,
Kloroform, raf ömrü boyunca evsel ürünlerin içeriğinde bulunan ağartıcı ile organik bileşenlerinin tepkimeleri ve
ürünlerin kullanımı sırasında suyun içerisinde bulunan organik maddeler ile reaksiyonu sonucunda oluşan ana
bileşiktir. Kloroformun kronik toksik ve kanserojen insan sağlığı etkileri vardır. Otomatik tuvalet temizlik
ürünleri, belirli aralıklarla kullanılan çamaşır suyu içeren ev temizlik ürünlerinden farklı olarak sürekli emisyon
potansiyelleri nedeniyle önemli bir maruziyet kaynağı oluşturabilirler. Bu çalışmada, otomatik tuvalet temizlik
ürünlerinin kullanımı nedeniyle oluşan kloroform ile ilişkili karsinojenik riskler değerlendirilmiştir.
Banyo iç ortam havasında bulunan kloroform konsantrasyonları tank tipi ürünler için 2.48μg/m3 gibi yüksek bir
değere sahipken klozet üstü ürünlerinde bu konsantrasyon 0.068 μg/m3 olarak belirlenmiştir. Bunlara bağlı
olarak sırasıyla ortalama ve 95. yüzdelik risk değerleri tank tipi ürünler için 5.89×10-8 , 2.10×10-8, klozet üstü
ürünler için 1.67×10-9 , 7.70×10-10 olarak belirlenmiştir.
Riskler, merkezi ve üst seviye riskleri temsil eden, sırasıyla ortalama ve 95. yüzdelik olmak üzere iki farklı
senaryo için hesaplanmıştır. Her iki senaryo için hesaplanan riskler kabul edilebilir değer olan milyonda bir
düzeyinin altındadır.
ANAHTAR KELİMELER: KLOROFORM, MARUZİYET, KANSER RİSKİ, OTOMATİK TUVALET
TEMİZLİK ÜRÜNLERİ, İÇ HAVA KALİTESİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
160
HEMŞİRE TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLEN OKULA DAYALI; “SENİN EVİN
ÇEVRE” PROGRAMININ İLKOKUL ÖĞRENCİLERİNİN ÇEVRE FARKINDALIĞINA
ETKİSİ
Sözel Bildiri / Saglik
Zuhal EMLEK SERT1, Aslı KALKIM1,
1Ege Üniversitesi ,
Çevreye karşı sorumluluk bilincinin küçük yaşlardan itibaren kazandırılması, bunun yaşam boyu sürecek bir
alışkanlık haline getirilmesinde ön koşuldur. Öntest sontest düzeninde tek gruplu yarı deneysel araştırma ilkokul 4. sınıf öğrencilerinde hemşire tarafından gerçekleştirilen, “Senin evin çevre” programının öğrencilerin çevre
farkındalığına etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır.
Araştırmanın evrenini 2017-2018 öğretim yılında, İzmir’de bir ilkokulda bulunan tüm (14 şube) ilkokul 4. sınıf
öğrencileri oluşturmaktadır. Araştırmaya basit rastlantısal örnekleme yöntemi ile belirlenen 184 öğrenci alınmıştır. Araştırmada veri toplama aracı olarak öğrenci tanıtım formu ve İlkokul çevre farkındalık ölçeği
kullanılmıştır. Program dört haftadan oluşmaktadır. İlk hafta bir ders saati süresince çevre konulu eğitim verilmiş
ve broşürler dağıtılmıştır. İkinci hafta okul ve çevresi gözlemlenerek risk faktörleri tespit edilmiş ve üçüncü
hafta bu risk faktörlerine yönelik uyarı mesajları öğrencilerin görebilecekleri yerlere asılarak, öğrencilerin konu
ile ilgili farkındalığı arttırılmıştır. Dördüncü hafta 28 öğrenci ile çöp toplama ekibi oluşturulmuş, okul
bahçesindeki ve çevresindeki çöpler toplanmıştır. Bu etkinlik sonrası öğrencilerin davranışlarını pekiştirmek
amacıyla çevre temalı kitap ayraçları verilmiştir. Veriler sınıf ortamında program öncesi öntest ve uygulamadan
bir ay sonra sontest olarak toplanmıştır.
Katılımcıların %56’sı kız öğrenci ve %83.2’si 10 yaşındadır. Öğrencilerin %44.6’sının annesinin, %32.1’inin
babasının eğitim düzeyi ilkokul mezunudur ve %35.9’u bir kardeşe sahiptir. Öğrencilerin çevre farkındalığı
öntest madde toplam puan ortalaması (X= 4.29±0.38) ile son test puan ortalaması (X= 4.35±0.40) arasında
(t=1.993, p=0.048) ve canlıların devamlılığı alt boyutunda öntest (X= 1.99±1.09) ve sontest puan ortalaması (X=
2.60±1.31) arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark belirlenmiştir (t=6.060, p<0.001).
Araştırma bulguları okula dayalı “senin evin çevre” programının çocukların çevresel farkındalıklarını
geliştirdiğini göstermektedir. Bu programın farklı okullarda ve farklı kademelerdeki öğrencilerde etkinliğinin
belirlenmesi ve uzun dönem etkinliğinin değerlendirilmesi önerilebilir.
ANAHTAR KELİMELER: ÇEVRE, FARKINDALIK, İLKOKUL, HEMŞİRE, PROGRAM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
161
HEMŞİRELİK BİRİNCİ SINIF ÖĞRENCİLERİNDE SOSYAL DESTEK İLE STRES
DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Feyza DERELİ1,
1İzmir Katip Çelebi Üniversitesi ,
Fiziksel ve ruhsal yönden değişimlerin hızlı olarak gerçekleştiği, stres faktörlerinin arttığı gençlik döneminde
sosyal destek, sağlığı koruma ve geliştirme, süreci en iyi şekilde yönetme açısından önemlidir. Özellikle de
aileden güvenli çevre ortamı olan evden ayrılmayı yaşayan, yeni bir sosyalleşme sürecinde olan üniversite
öğrencilerinde konunun önemi bir kat daha artmaktadır. Çalışmanın amacı, hemşirelik bölümü birinci sınıf
öğrencilerinde algılanan sosyal destek ile algılanan stres düzeyi arasındaki ilişkinin incelenmesidir.
Araştırma tanımlayıcı nitelikte olup, çalışmanın örneklemini Türkiye’de bir kamu üniversitesinde 2016-2017
akademik yılı içinde hemşirelik bölümü birinci sınıfta öğrenim gören toplam 226 öğrenci oluşturdu. Araştırma
için kurumdan ve öğrencilerden gerekli izinler alındı. Çalışmayı kabul eden 193 öğrenci anket formu uygulandı.
Araştırma verileri; Öğrenci Tanıtım Formu, Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği ve Algılanan Stres Ölçeği kullanılarak toplandı. Verilerinin değerlendirilmesinde; frekans, yüzde, aritmetik ortalama, Mann
Whitney U testi, Kruskal Wallis testi, Spearman korelasyon analizi kullanıldı.
Araştırmada kız öğrencilerin sosyal destek ve stres puan ortalamalarının, erkeklerden yüksek olduğu saptandı.
Cinsiyet ile stres, sosyal arkadaş ile sosyal destek, kaldığı yer ile stres, okul arkadaşı ile stres ve sosyal destek puanları arasında anlamlı ilişki (p<0,05) olduğu belirlendi. Öğrencilerin sosyal destek ile stres puanı arasında
negatif yönde anlamlı ilişki tespit edildi (p<0,05).
Öğrencilerin sosyal destekleri azaldıkça stres düzeyleri artmaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: HEMŞİRELİK, ÖĞRENCİ, SOSYAL DESTEK, STRES
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
162
HEMŞİRELİK ÖĞRENCİLERİNDE İNTERNET BAĞIMLILIĞI: PİLOT BİR ÇALIŞMA
Sözel Bildiri / Saglik
Filiz ADANA1, Safiye ÖZVURMAZ1, Belgin YILDIRIM1, Duygu YEŞİLFİDAN1, Dilek HASSOY1,
1Adnan Menderes Üniversitesi,
Bu çalışma bir grup hemşirelik öğrencisinin internet bağımlılığı düzeyini ve ilişkili faktörleri belirlemek amacı
ile yapılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Kesitsel olarak yapılan araştırmanın anket uygulaması bir üniversitenin hemşirelik bölümü
öğrencileri ile Mayıs-Haziran 2018 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırmada örneklem seçimine gidilmemiş
ulaşılabilen hemşirelik öğrencileri araştırmaya dahil edilmiştir (n=177). Anket uygulaması sınıf ortamında ve
gözlem altında gönüllülük esasına göre yapılmıştır. Araştırmada kişisel özellikleri belirlemeye yönelik 7 sorudan
oluşan anket formu ve Young İnternet Bağımlılık Ölçeği- Kısa Form kullanılmıştır. Araştırmaya dahil edilme
kriterleri hemşirelik öğrencisi olmak ve araştırmaya katılmaya gönüllü olmaktır. Elde edilen veriler SPSS 21.0
programında ve bilgisayar ortamında değerlendirilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde; temel istatistiksel
analizler ve normal dağılım gösteren değişkenlerde Student t test kullanılmıştır.
Çalışmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 22,11±1,75’dır. Öğrencilerin %72,4’ü kadın, %53,4’ünün annesi,
%35,6’sının babası ilkokul mezunu, %84,5’inin geliri yeterli, %64,4’ü çekirdek aileye sahip ve %76,4’ü düzenli
spor yapmamaktadır. Öğrencilerin Young İnternet Bağımlılığı Ölçeği Puanları 24,92±3,36 olup %45,1’i
ortalamanın üstünde puan almıştır.
Bu bulgular doğrultusunda öğrencilerin büyük çoğunluğunun bağımlılık düzeyleri ortalamanın üzerindedir.
Öğrencilere internet ve sosyal medyanın etkili, verimli ve güvenli bir şekilde kullanımlarına ilişkin eğitimler
verilmelidir.
ANAHTAR KELİMELER: ÖĞRENCİ, İNTERNET, BAĞIMLILIK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
163
HEMŞİRELİK VE EBELİK ÖĞRENCİLERİNİN VAJİNUSMUSA İLİŞKİN BİLGİ VE
GÖRÜŞLERİ
Sözel Bildiri / Saglik
Cennet ŞAFAK ÖZTÜRK1, Ayten TAŞPINAR2,
1Adnan Menderes Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü, 2Adnan Menderes Üniversitesi, Sağlık
Bilimleri Fakültesi, Ebelik Bölümü,
Bu çalışma, hemşirelik ve ebelik son sınıf öğrencilerinin vajinismusa ilişkin bilgi ve görüşlerini belirlemek
amacıyla yapılmıştır.
Araştırma, tanımlayıcı olarak, Adnan Menderes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Ebelik Bölümü ve
Hemşirelik Fakültesi son sınıf öğrencileriyle, Mart 2018 tarihinde yapılmıştır. Araştırmanın evrenini 2017-2018
öğretim yılında öğrenim gören son sınıf hemşirelik ve ebelik öğrencileri (N=411), örneklemi ise 249 öğrenci
oluşturmuştur. Veriler veri toplama formu ile toplanmıştır. Verilerin sayı, yüzde ve ortalama dağılımları
verilmiştir.
Öğrencilerin %57’si hemşirelik fakültesi öğrencisi, %19.7’si sağlık meslek lisesi mezunu olup yaş ortalaması
22.18±1,07’dir. Sadece 3 öğrenci vajinismusu hiç duymadığını, %73.9’u çok/çok fazla duyduğunu, %30.4’ü
vajinismusu jinekologların tedavi etmesi gerektiğini belirmişlerdir. Öğrencilerin, kadının çocukluğunda ve
yetişkinliğinde fiziksel (%41.4 ve %41.8) ve dokunmayı da içeren cinsel istismara (%46.6 ve %44.2) maruz
kalmanın, ilk gece korkusunun (%38.6), cinsel birleşmede ağrı duyma korkusunun (%43.8), cinsel bilgi ve eğitim yetersizliğinin (%42.6), cinselliğe karşı olumsuz dinsel-kültürel tutumların (%40.6) vajinismusa neden
olduğuna ilişkin ifadelere çoğunlukla “katılıyorum” dedikleri, %58.2’sinin “vajinismus’lu kadınların orgazm
deneyimi vardır” ifadesinde “kararsız” oldukları, %48.6’sının hastaların cinsel sağlık ihtiyaçlarını/sorunlarını
değerlendirmek için aldıkları eğitimi “çok az” buldukları, %87.5’inin bireylerden cinsel öykü almayı farklı
düzeylerde güç buldukları, %88.8’inin birinci basamakta/evlilik öncesi verecekleri cinsel eğitimin vajinismusun
gelişmesini engelleyebileceğini belirttikleri bulunmuştur.
Öğrencilerin vajinismusa ilişkin bilgilerinin orta düzeyde olduğu, cinsel sağlığa yönelik aldıkları eğitimi az
buldukları ve büyük çoğunluğunun bireylerden cinsel öykü almayı güç buldukları saptanmıştır. Öğrencilerin
hastaların cinsel sağlık sorunlarını değerlendirmeye yönelik bilgilerinin ve becerilerinin geliştirilmesi için ebelik
ve hemşirelik müfredatlarında cinsel sağlık dersinin verilmesi, var olan derslerin içeriğinin gözden geçirilmesi ve
cinsel sağlık danışmanlığını geliştirmeye yönelik uygulamalar yapılması önerilmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: VAJİNİSMUS, HEMŞİRELİK, EBELİK, ÖĞRENCİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
164
HEMŞİRELİKTE BRANŞLAŞMA: AFEREZ HEMŞİRELİĞİ ÖRNEĞİ
Sözel Bildiri / Saglik
Gülcihan Aybike DİLEK1, Ümmühan ÇİFTÇİ1, Ali SERT1, Gamze KÖSE1, Ümmühan Meltem
ÖZTÜRK1, Canan DEMİR BARUTCU1, Mümin POLAT2,
1Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, 2 Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi,
Aferez kelime olarak ayırmak uzaklaştırmak anlamına gelmektedir. Hasta veya donörün kanının içindeki
bileşenlerin ayrıştırılması işlemine verilen addır. Donasyon Aferezi ve Terapötik Aferez olmak üzere 2 tipi
vardır. Gönüllü vericilerden daha konsantre kan komponentleri elde etmek üzere kullanılmasına donör aferezi,
tedavi amacıyla kanda bulunun istenmeyen unsurların özel işlemler ve gerekli replasman sıvıları kullanılarak
uzaklaştırma işlemine de Terapötik Aferez denir.
Ülkemizde hemşirelik eğitiminde hematoloji ve onkoloji alanları ile iç içe çalışılmakta olan Aferez ünitelerinde
özelleşmiş sağlık personeli ihtiyacı bulunmaktadır. Son zamanlarda terapötik aferez merkezleri ile ilgili yapılan
düzenlemeleri yasaların da desteklemesi aferez hemşireliği terimi öne çıkmaya başlamış ve bakış açısı
değişmeye başlamıştır. Bu düzenlemeler hem aferez merkezlerinin düzenlenmesi hem de eleman istihtamında
aferez birimlerinin rahatlatmaya başlamıştır.
Hastalara da hizmet veren aferez ünitelerini kliniklerin dışında tutmak mümkün değildir. Aferez işlemi temelde
teknik bir işlem olarak değerlendirilmektedir. Unutulmamalıdır ki işlem sırasında maruz kalınan uygulamaların
sonucunda hayati tehlike riskini taşıyan komplikasyonlar ve tedavi uygulamalarını da içermektedir. Donör/hasta
fiziksel değerlendirmesi, kişiler arası iletişim becerisine sahip, ilk yardım, CPR deneyimi ve niteliklerine sahip
olmalıdır. Bu ünitelerde görevlendirilecek olan hemşirelerin hematoloji klinik bilgisine sahip olması tercih
edilmelidir.
ANAHTAR KELİMELER: HEMŞİRELİK, BRANŞLAŞMA, AFEREZ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
165
HEPATİT B VİRÜS ENFEKSİYONUNDA ATİPİK SEROLOJİK PROFİLLER İLE HBV
DNA DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN ARAŞTIRILMASI
Sözel Bildiri / Saglik
Neriman AYDIN1, Güneş ÖZÇOLPAN1, Yağız PAT1, Sevin KIRDAR1,
1Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Aydın.,
Hepatit B virüsü (HBV) enfeksiyonu tüm dünyada yaygın olarak görülen önemli sağlık sorunlarından biri olup
enfeksiyonun tanı ve takibinde serolojik testler yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak bazen beklenenin dışında
atipik serolojik profillerle karşılaşılabilmektedir. Atipik serolojik profillerin nedenleri arasında farklı bir HBV
suşu ile süperenfeksiyon, immün baskılama sonucu mutant suşların seçilmesi, virüs reaktivasyonu ve konağın
antikor yanıtında yetersizlik ya da cevapsızlık bulunmaktadır. Bu durumda genellikle HBV DNA veya mutasyon araştırılması önerilebilmektedir. Ancak HBV DNA düzeyleri ile atipik serolojik profiller arasındaki ilişki
bilinmemektedir. Bu çalışmada, atipik serolojik profiler ile HBV DNA düzeyleri arasındaki ilişkinin retrospektif
olarak araştırılması amaçlanmıştır.
Çalışmaya HBV enfeksiyonu ön tanısı ile HBV DNA istemi yapılan toplam 1998 hasta dahil edildi. Hastalara ait elektronik dosyalardan hepatit B belirteçleri, atipik serolojik profiller (HBsAg ve anti-HBs birlikte pozitifliği,
HBV DNA varlığında HBsAg negatifliği, HBeAg,anti-HBe birlikte pozitifliği) yönünden değerlendirildi.
Hastaların HBsAg, anti-HBs, HBeAg ve anti-HBe göstergeleri kemilüminesan immünolojik yöntem ile
çalışıldı.Serum örneklerinden HBV DNA düzeyleri, gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu (PZR) yöntemi
ile belirlendi. Atipik serolojik profil bulunan hastalarda HBV DNA düzeyi (20 ,102,103,104 IU/ml‘nin altında
olması) ile atipik serolojik profiller arasındaki ilişki araştırıldı.
Çalışmaya alınan HBV DNA’sı pozitif toplam 1869 hastanın 1077’si (%57.6) erkek, 792’si (%42.4) kadın olup,
yaşları 0-89 (yaş ortalaması: 46.1) yıl arasında değişmektedir. Çalışmaya alınan HBV DNA’sı pozitif hastaların
%7.7’unda(144 hasta) atipik serolojik profil bulunmuştur. Bunlar arasında en sık HBsAg ve anti-HBs birlikte
pozitifliği %5,7 (93hasta) , HBeAg ve anti-HBe birlikte pozitiliği %0.9 (15 hasta) olarak belirlenmiş ve HBV
DNA’sı pozitif olmasına rağmen %2,2 hastada HBsAg negatif olarak bulunmuştur. Hepatit B virüsü DNA
düzeyleri ile atipik serolojik profiller arasındaki ilişki incelendiğinde; sadece HBV DNA’sı pozitif olmasına
rağmen HBsAg’si negatif bulunan atipik profilli hastalarda HBV DNA düzeyinin 20 ,102,103,104 IU/ml’nin
altında olması istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05).
HBV enfeksiyonlarında en sık HBsAg, anti-HBs birlikte pozitifliği başta olmak üzere atipik serolojik profillerle
karşılaşılmaktadır. Bu çalışmada Hepatit B virüs DNA düzeyleri ile HBsAg negatifliği dışında diğer atipik
profillerle anlamlı bir ilişkisi bulunmamıştır. Atipik profiller ile karşılaşıldığında kesin bir çözüm önerisi
bulunmadığı için her bir hastanın laboratuvar ve klinik işbirliği ile değerlendirilerek ve bazı ek testler
uygulanarak aydınlatılabileceği düşünülmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: HEPATİT B VİRUS, HBV DNA, ATİPİK PROFİL, PZR
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
166
HER YÖNÜYLE NİTRAT
Sözel Bildiri / Gida
Mohamed GHELLAM1, İlkay KOCA1,
1Gıda Mühendisliği Bölümü. Mühendislik Fakültesi.Ondokuz Mayis Üniversitesi.,
Nitrat, doğal olarak meydana gelen azot formudur. Hava, toprak, su ve bitkilerde bulunur. Aynı zamanda kür
edilmiş et ürünleri ve peynir gibi gıdalarda gıda katkı maddesi olarak da kullanılır. Eskiden beri,
methamoglobinemia ve kanser gibi potansiyel zararlı etkilere sahip, gıda ve su için toksik kirletici olarak kabul
edilmiştir. Son zamanlarda, nitratın insan vücudu için potansiyel faydaları olduğu bildirilmektedir. Bu
derlemede, nitrat kaynakları ve akümülasyonu üzerine etki eden faktörler, insan vücudunda metabolizması yanı
sıra sağlık üzerine yararlı etkileri tartışılmaktadır.
Bu deleme boyunca, sağlıklı bireyler tarafından beslenme nitratının tüketiminin, özellikle yüksek oranda içerik
barındıran sebzelerin, sağlığı teşvik etmek ve bazı hastalıkların ortaya çıkma riskini azaltmak için olumlu etkileri
olması nedeniyle kaçınılmaz kaynaklar olması gerektiğini görüyoruz. Nitrat, ölümlerin ilk nedenleri arasında
küresel olarak kabul edilen kardiyovasküler hastalıklara karşı potansiyel bir savaşçı olabilir, bu nedenle refahı ve
uzun ömürlülüğü arttırmak için bir fırsat olabilir. Ancak, gastrointestinal problemleri olan çocuklar ve insanlar,
tüketildikten sonra ortaya çıkabilecek istenmeyen sonuçlarından dolayı nitrat bakımından zengin gıda
maddelerinden uzak durmalıdırlar.
ANAHTAR KELİMELER: NİTRAT, NİTRİT, NİTRİK OKSİT, SAĞLIK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
167
HIYAR KÖŞELİ YAPRAK LEKESİ HASTALIĞINA KARŞI TÜRKİYE'DE YETİŞTİRİLEN
GÜNCEL HIYAR ÇEŞİTLERİNİN REAKSİYONLARININ PSEUDOMONAS SYRİNGAE
PV. LACHRYMANS'IN ÇOKLU STREYNLERİNİN KULLANILARAK BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Tarim
Neriman ERCAN1, Zahide ÖZDEMİR2,
1ADÜ Ziraat Fakültesl , 2ADÜ ZİRAAT FAKÜLTESİ,
Hıyar köşeli yaprak lekesi (Pseudomonas syringae pv. lachrymans) ekonomik kayıplara yol açan hıyar bitkisinin
önemli bir bakteriyel hastalığıdır. Hastalığa karşı Türkiye'de yetiştirilen güncel hibrit hıyar çeşitlerinin reaksiyonları bilinmemektedir. Bu çalışmada Akdeniz ve Ege Bölgelerinde yetiştirilen 6 hibrit hıyar çeşidi iklim
odasında saksı denemeleri ile P. syringae pv. lachrymans’ın 3 izolatına (ICMP 826, ICMP 4322 ve C726) karşı
test edilmiştir
Streynler Tryptone Soy Agar (TSA)’da 48 saat geliştirilmiş ve inokulum bu kültürden hazırlanmıştır. İnokulum miktarı 107-108 cfu/ml’ye ayarlanmış bakteri süspansiyonu, püskürtme yöntemiyle 4-6 yapraklı bitkilere
uygulanmıştır. Hastalık şiddeti yüzde enfekteli yaprak alanı olarak değerlendirilmiştir. Denemeler 3 farklı
zamanda tekrarlanmıştır ve hastalık ölçümleri 3 farklı zamanda yapılmıştır.
Çeşit reaksiyonları dayanıklı (Roket), orta derecede dayanıklı (Harun, Alator, Altay) ve hassas (Saaine, Toros)
olarak gruplandırılmıştır. Virülensliği en yüksek olan streyn C726 olarak tespit edilmiştir. İkinci denemede çeşit
x izolat interaksiyonu istatistiksel olarak önemli bulunmuştur. En fazla hastalık, orta derecede dayanıklı Alator
ile en virülent streyn interaksiyonunda belirlenmiştir.
Çeşit x streyn interaksiyonlarının önemli olması durumunda, çoklu streynlerin hastalık reaksiyonlarının
belirlenmesinde kullanılması, dayanıklı çeşitlerin daha güvenilir olarak belirlenmesini sağlayacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: CUCUMIS SATIVUS, ÇEŞİT, HASTALIK DAYANIKLILIĞI, HIYAR
HASTALIKLARI, KÖŞELİ YAPRAK LEKESİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
168
HÜCRE KÜLTÜRÜ VE HAYVAN DENEYLERİ TARİH Mİ OLUYOR? ÇİP-ÜZERİNDE-
ORGAN TEKNOLOJİSİ VE UYGULAMALARI
Sözel Bildiri / Saglik
MERVE İLHAN1, F.HÜMEYRA YERLİKAYA AYDEMİR1,
1Necmettin Erbakan Üniversitesi,Meram Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya A.D,
Bu derlemenin amacı, çip üzerinde organ platformlarının nasıl tasarlandığını ve biyomimetik olarak tasarlanan
organların bir kısmını açıklamaktır.
Hücre kültürü ve hayvan deneyleri tarih mi oluyor? Çip-üzerinde-organ teknolojisi ve uygulamaları Merve
İLHAN1,2, F.Hümeyra YERLİKAYA AYDEMİR1 1 Necmettin Erbakan Üniversitesi,Meram Tıp Fakültesi,
Tıbbi Biyokimya A.D., Konya,TÜRKİYE 2 Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Tıbbi
Biyoloji A.D., Konya,TÜRKİYE [email protected] Özet Başta kanser olmak üzere, çölyak hastalığı,
Kırım-Kongo kanamalı ateş ve nörodejeneratif hastalıklar gibi pek çok hastalığın tedavisini araştırmak için
yapılan in vitro deney modelleri doku-doku etkileşimleri ve organ düzeyindeki tepkileri taklit edemediği için
yetersiz kalmaktadır. Bununla birlikte bir hastalığın tedavisi amacıyla ilaç üretmek yıllar süren ve çok maliyetli bir süreçtir. İlacın etkinliğinin tespit edilebilmesi için hücre kültürü ve hayvan deneyleri tasarlanmaktadır. Ancak
bu deneyler insan vücudunda oluşacak olumlu veya olumsuz etkiyi öngörmede yeterli değildir. Dahası geniş
kitlelerle insan deneyleri yapılamayacağından ötürü tasarlanan ilacın farmakodinamiğinin belirlenmesi güçtür.
Bu güçlüklerin çip-üzerinde-organ olarak adlandırılan, tedavi ve ilaç tasarımları için umut vadeden yeni bir
teknolojik gelişmeyle aşılması düşünülmektedir. Çip-üzerinde-organ; insan fizyolojisinin ve patofizyolojisinin
incelenmesini sağlayan, mikroakışkan bir çip üzerinde in vitro olarak büyütülmüş minyatür dokular ve
organlardır. İnsan organlarının karmaşık yapılarını ve fonksiyonlarını taklit edebildiği için son zamanlarda daha
fazla dikkat çekmiştir. Bu teknoloji doku mühendisliği, yarı iletken teknolojisi ve insan hücre kaynaklarındaki
gelişmelerin entegrasyonu sonucu ortaya çıkmıştır. Bu derlemenin amacı, çip üzerinde organ platformlarının
nasıl tasarlandığını ve biyomimetik olarak tasarlanan organların bir kısmını açıklamaktır. Anahtar kelimeler:
Çip-üzerinde-organ, biyoteknoloji, mikroakışkan çipler
ANAHTAR KELİMELER: ÇİP-ÜZERİNDE-ORGAN, BİYOTEKNOLOJİ, MİKROAKIŞKAN ÇİPLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
169
IMPACT OF SEQUENCING BATCH REACTOR TYPE WASTEWATER TREATMENT
PLANTS ON THE REMOVAL OF GIARDIA
Sözel Bildiri / Cevre
Merve AKCAKAYA1, Bulent ICGEN1,
1Orta Doğu Teknik Üniversitesi,
Giardia is one of the most common waterborne protozoan pathogens and causative agents of gastroenteritis in
humans. It can be transmitted through water in environments because of poor sanitation systems, lack of
hygiene, an inadequate water management system, and wastewater reuse practices. Giardia is passed in the form
of a cyst which is very resistant form to many extreme conditions and highly stable in the environments. The
existence of Giardia in treated water is mainly due to the contamination with the Giardia cysts. Giardia is scattered through environment and become infectious in this form. For the public health considerations,
evaluation of wastewater treatment removal efficiencies of protozoan pathogens is essential. Sequencing batch
reactor (SBR) type wastewater treatment plants (WWTPs) have been widely applied because of their high
operational flexibility and high treatment efficiency. However, removal of parasitic protozoa in WWTPs by SBR
has not well-studied yet. Therefore, the aim of this study is to estimate the Giardia removal efficiency of SBR
type WWTPs by using real time polymerase chain reaction (qPCR).
In order to evaluate removal efficiency of Giardia cyst by SBR type WWTPs, from inlet and outlet of SBR
treatment unit, seasonal water samples were collected in triplicates. The collected samples have been already
used for total DNA extractions. The use of extracted DNA for Giardia quantification via qPCR is still under
progress. After quantification of Giardia, for both influents and effluents, removal efficiency of the SBR will be
evaluated.
The presence of protozoa in treated wastewater is one of the major concerns in water reuse and discharge into the
environment since Giardia cysts have extremely high resistance. The result of this study will reveal the removal
efficiency of SBR type WWTPs for Giardia.
ANAHTAR KELİMELER:
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
170
IN VITRO SCREENING OF COTTON CULTIVARS (GOSSYPİUM HİRSUTUM L.) UNDER
SALT STRESS
Sözel Bildiri / Tarim
Aydın YILDIZ1, Ebru DERELİ TÜFEKÇİ2, Hussein Abdullah Ahmed AHMED1, Güray AKDOĞAN3,
Serkan URANBEY3,
1Uşak Üniversitesi, 2Cankiri Karatekin Üniversitesi, 3Ankara Üniversitesi,
ANAHTAR KELİMELER: GOSSYPİUM HİRSUTUM L., SCREENİNG, EMBRYO, SALT STRESS, İN
VİTRO
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
171
INFİLTRATİON ANESTHESİA CAUSED BY NEUROAXİAL BLOCK: CASE REPORT
Sözel Bildiri / Saglik
Eyüp AYDOĞAN1, Ali KARTEKİN1, Mehmet Selçuk ULUER1,
1S.B. ÜNİVERSİTESİ KONYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
Local anesthesia is a reversible blockade of nerve conduction that causes sensory loss in a limited area. Today's
anesthetia complications such as neuroaxial block due to local anesthetic infiltration applied in the vicinity of the
vertebra in the search for safe, effective anesthesia rarely develop. We aimed to present complications due to
neuroaxial block and block due to infiltration anesthesia in our case.
72-year-old male patient weighing 75 kg 1 week before the right limb 4. -5. level lomber disc herniation. In the
patient, a cerebrospinal fluid (CSF) fistula / leak was detected in the surgical area, and the operation was
performed under local anesthesia. Because of pain during operation, local anesthetic injection was applied twice.
The operation lasted for 10 min and was transferred to the inpatient hospital. Patient was hypotension, both legs
were paralyzed Our clinic was consulted for syncope. When the patient was seen for the first time, no skin rash
could be detected. The conscious confusion, bradycardia (pulse (Nb): 44 / min), hypotension (arterial blood
pressure ABP 80/60 mmHg) and paralysis in both legs. block was present. Intracranial hypotension was
suspected due to the onset of CSF leakage and hypotension due to sleep depression. The Glasgow Coma Scale (GCS) was admitted to the intensive care unit with a 12-year-old patient.The patient underwent general
anesthesia. The operation was performed with epidural repair and arterial blood and epidural blood patch
(surgical site by the surgeon).There was no leakage of OS. After the daily intensive care, the patient was
transferred to the hospital bed.
Local anesthesia, which is suspected to be infiltrating CSF, has developed a secondary neuroaxial block and
hemodynamics. Bradycardia and hypotension were observed in the patient and hemodynamic stability was
achieved by intravenous administration.
As a result, it should be kept in mind that neural anesthesia may occur during local anesthesia during vertebra operation. A radiopaque injection may be useful for confirmation. We believe that it would be beneficial for
patients to follow-up in the post-operative period in a monitorized manner for follow-up and treatment of
hemodynamic complications that may occur in possible neuroaxial blocks.
ANAHTAR KELİMELER: INFİLTRATİON ANESTHESİA, NEUROAXİAL BLOCK, SPİNAL
ANESTHESİA.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
172
INVESTIGATION OF PHOMOPSIS CANE AND LEAF SPOT DISEASE (PHOMOPSIS
VITICOLA) FROM GRAPEVINE IN THE AGEAN REGION / TURKEY.
Sözel Bildiri / Tarim
Sahra HOSEEINALIZADEH1, OMER ERINCIK2, SERAP ACIKGOZ2,
1Adnan Menderes Üniversitesi Ziraat Fakültesi, 2adnan menderes üniversitesi ziraat fakültesi,
Phomopsis cane and leaf spot is a disease of grape (Vitis spp.) caused by Phomopsis viticola (Sacc.). The fungus
survives winter in grape cane tissues that were infected in previous years. The fungus can infect many parts of
the grape, including shoots, rachises, leaves, and fruits, and infection typically takes place when the tissues are
immature. The control of the disease has usually been done by either selective pruning of diseased canes
(reducing inoculum) or preventative spraying of protectant fungicides onto new tissues. In Turkey, one of the important fungal diseases that lead to economic damage in Aegean Region is dead arm (Phomopsis cane and leaf
spot), caused by Phomopsis viticola (Sacc.) Sacc in grapevines. In the turkey, recently there is no report on
Phomopsis cane and leaf spot disease.
For this, the eighty samples were collected from grapevine dark fissure-like lesions on canes and leaf spot
symptoms on the Manisa-Salihli and İzmir provinces of Aegean Region in 2016.
Totally 75 P. viticola isolates were obtained. In this study, 25 P. viticola isolates DNA extraction were extracted
by Fungi/Yeast Genomic DNA Isolation kit. The isolated DNAs were specifically identified by the End-Point
PCR kit of Phomopsis viticola. As a result of PCR, DNA profile of 300bp molecular weight in a total of 24
isolates were detected on agarose gel.
ANAHTAR KELİMELER: PHOMOPSİS VİTİCOLA, GRAPEVİNES, DNA, PCR
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
173
ISTANBUL'UN KENTSEL VE KIRSAL ALANLARINDAKİ OKP KONSANTRASYON
SEVİYELERİ İLE TOPRAK-HAVA GEÇİŞLERİ
Sözel Bildiri / Cevre
Aigerim Kistaubayeva1, Arslan Saral1, Ezgi Akyüz1, S. Levent Kuzu1,
1Yıldız Teknik Üniversitesi,
Istanbul'daki, Davutpaşa (kentsel) ve Fenertepe (kırsal) semtlerindeki OKP konsantrasyon seviyeleri ile
OKP'lerin toprak-hava geçişlerini (uçarılık) belirlemek ve sonuçların kentsel ve kırsal bölgeler için farklılıklarını
kıyaslamak amaçlanmıştır.
Örnekler camyünü filtre ve poliüretan sünger substrat ile toplanmış fakat OKP türlerinin fugasite hesaplamaları
için yalnızca gaz fazı analiz edilmiştir.
18 OKP türü arasıdan Davutpaşa ve Fenertepe'de sırasıyla 17 ve 16 OKP türü tespit edilmiştir. türleri
Fenertepe'de Beta-endosulfan ve dieldrin , Davutpaşa'da ise yalnızca beta-endosulfan bulunamamıştır. Gaz
fazındaki ortalama konsantrasyon seviyesi Davutpaşa'da 2316.71 pg/m3 iken Fenertepe'de 1368.41 pg/m3'tür.
Minimum ve maksimum ortalama OKP konsantrasyon seviyeleri, her bir tür için, Davutpaşa'da 0.34 – 833.25
pg/m3, Fenertepe'de 0.72 – 517.15 pg/m3 arasında değişmektedir. β-HCH, γ-HCH, heptachlor-and-epoxide,
endrin aldehyde ve endrin species hariç diğer türler için, kırsal ve kentsel bölgelerde konsantrasyon farklılıkları
görülmektedir. Davutpaşa'da, DDT konsantrasyonu 26.06.2013, 15.07.2013 ve 09.09.2013 tarihlerinde DDE'den
yüksek olduğu için, güncel DDT kullanımı olduğu düşünülmektedir. Fenertepe'de ise her bir örnekleme zamanında bu oran 1'in üstünde olduğundan güncel DDT kullanımı olduğu öngörülmektedir. α-HCH/γ-HCH
oranları 16.09.2013 tarihinde her iki bölge için de 4'ün üstündedir. γ-HCH türü Fenertepe'de 15.05.2013
tarihinde tespit edilemedinden, bir oran belirlenememiştir. Diğer örnekleme sonuçlarına göre bu oran diğer
örnekleme günlerinin tamamında 4'ün altında olduğu için Davutpaşa'da güncel lindan (γ-HCH) kullanımı olduğu
düşünülmektedir. Kentsel ve kırsal bölgelerin her ikisinde de heptachlor-endo-epoxide, aldrin, heptachlor, β-
HCH, γ-HCH, δ-HCH, α-HCH türleri için net buharlaşma söz konusu olup kentsel bölgede bu bileşiklere DDT
ve endrin aldehyde de eklenmektedir.
18 farklı OKP türü için yapılan analiz sonuçlarına göre, beta-endosulfan hem Davutpaşa hem de Fenertepe'de;
dieldrin ise yalnızca Fenertepe'de bulunmamaktadır. DDT/DDE oranının 1'den yüksek olduğu örnekleme günleri
için Davutpaşa ve Fenertepe semtlerinde güncel DDT kullanımı olduğu düşünülmektedir. Örnekleme günlerinin
çoğunda α-HCH/γ-HCH oranı 4'ün altında olması sebebiyle bu bölgelerde ve bu günlerde güncel lindane (γ-
HCH) kullanımı olduğu öngörülmektedir. Kentsel ve kırsal bölgelerde bazı OKP türleri için farklı zamanlarda
toprak-hava arası geçişler görülmüştür.
ANAHTAR KELİMELER: OKP, FUGASİTE, GAZ FAZI, TOPRAK, ISTANBUL
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
174
IŞIK DALGA BOYU VE YOĞUNLUĞU'NUN ALGAL BİYOKÜTLE VE KARBONHİDRAT
ÜRETİMİ ÜZERİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Gida
Sebnem KURHAN1, Merve MAKİNECİ1, Ezgi ÇELİK1, Sibel UZUNER1, Gulsun AKDEMİR
EVRENDİLEK1,
1Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi,
Mikroalglerden biyokütle ve karbonhidrat üretimi için aydınlatma ve yetiştirme koşulları temel faktörlerdir. Bu
çalışmada, çeşitli ışık dalga boyları, ışık yoğunlukları ve yetiştirme koşullarının C.vulgaris’in büyüme ve
karbohidrat içeriği üzerindeki etkileri farklı dalga boylarındaki LED’ler kullanılarak araştırılmıştır.
C.vulgaris 12:12 saat (aydınlık/karanlık) altında 10 gün boyunca farklı ışık çeşitleri (gün ışığı, kırmızı ve mavi)
ve yoğunlukları (3000 ve 4000 lüks) ile büyütülmüştür. Aydınlatmanın etkileri 30±2°C kültür sıcaklığında farklı
ışık yoğunluğu için araştırılmıştır. Dokuz gün boyunca 4000 lüks kırmızı ışıkta maksimum kuru biyokütle 0.38
g/L olarak elde edilmiştir. En yüksek indirgen şeker içeriği (447.09 mg/g) ışık verimine ve derin nüfuza bağlı
olarak kırmızı renkte elde edilmiştir.
Sonuç olarak, fotobiyoreaktörde kırmızı ışık altında yetiştirilen C.vulgaris algal biyokütle ve karbohidrat
üretiminde etkilidir.
ANAHTAR KELİMELER: MİKROALG, IŞIK DALGA BOYU, RENK YOĞUNLUĞU, İNDİRGEN ŞEKER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
175
IŞIK KİRLİLİĞİ VE BURSA’DA YAPILAN ÇALIŞMALAR
Sözel Bildiri / Cevre
ÖZGE SİVRİOĞLU1, RUTKAY KAPTAN1,
1ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışmanın amacı ışık kirliliğini tanıtmak ve henüz bilinirliği çok az olan bu kirlilik türü için literatürde
yapılan çalışmaları incelemektir. Bu kapsamda ışık kirliliğinin tanımı, kirlilik kaynaklarının belirlenmesi ve
temel çözüm önerilerinin tespiti yapılacaktır. Dünyada ışık kirliliği ile ilgili ciddi araştırmalar mevcuttur. Bu
araştırmalar ışık kirliliğinin canlılar üzerindeki etkileri (özellikle insanlar), ekonomik alandaki etkileri ve çevre
üzerindeki etkileri olmak üzere farklı alanlarda incelenmektedir. Işık kirliliği dünyada yeni bir kirlilik türü olarak
kabul edilmekte olup ve bu kirliliğin önlenmesiyle alakalı çalışmalar devam etmektedir. Bursa'da Nilüfer
Belediyesi bu konuyla ilgili çalışmalar yapmıştır ve bunun sonuçları değerlendirilmiştir.
Işık kirliliğinin tespitine yönelik çalışmalar Bursa İli Nilüfer İlçesi’nde yapılmıştır (doğu – batı yönünde 30 km
ve kuzey – güney yönünde 26 km uzunluğunda). Sistemli ve kontrollü veri toplama amacıyla Nilüfer İlçesi, 2x2
km2’lik alanlara ayrılarak çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Ölçümler bu alanların orta noktalarına denk getirilecek
şekilde ve eş zamanlı olarak yapılmıştır. En az 2 kişiden oluşan, toplamda 4 ölçüm ekibi ile ölçümler
gerçekleştirilmiştir. Ölçümler 13-18 Eylül 2017 tarihleri arasında astronomik tan vakti dışında yapılmıştır. Şehir aydınlatmasının saate bağlı etkilerinin en aza indirilmesi için ölçümler 21-24:00 saatleri arasında yapılmıştır. Her
ölçüm karenin orta noktasına ulaşabilir en yakın koordinatta yapılmıştır. Aydınlatmaların doğrudan etkisinden
kaçınarak ölçüm yapılmaya çalışılmıştır.
Nilüfer belediyesinin yaptığı projenin sonucunda, Nilüfer ilçesinin gece gökyüzü parlaklığı ölçümleri yapılarak bölgenin ışık kirliliği haritası oluşturulmuştur. Yanlış aydınlatmadan kaynaklanan enerji kaybı hesaplanmıştır.
Projedeki önemli noktalar ve elde edilen sonuçlar aşağıda maddeler halinde belirtilmiştir. 13-18 Eylül 2017
gecelerinde toplamda 171 farklı noktada başucu doğrultusunda yapılan ölçümlerin verileri kaydedilmiştir. • 8-19
Eylül 2017 tarihleri arasındaki gecelerde, 7 farklı noktada doğu, batı, kuzey, güney bağıl açı ölçümleri, başucu -
ufuk arası yapılarak veriler kaydedilmiştir. • Kaydedilen tüm veriler, Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS)
programında analiz edilmiştir. • Daha sonra gece gökyüzü parlaklığı için eş parlaklık eğrileri oluşturularak
kirlilik haritası çıkarılmıştır. • Yanlış aydınlatmadan kaynaklanan kaybolan ışığın; 101 megalümen/yıl değerinde
olduğu saptanmıştır. • Bu değerin enerji biçiminden ifadesi ise 363.600 kWh/ay olarak belirlenmiştir. • Bu enerji
değeri aylık toplam tüketimin %20’sine eşit olduğu hesaplanmıştır. • Kaybedilen bu enerji miktarı, her ay 2300
hanenin aydınlatılması için gerekli olan enerji miktarına eşittir. • Kaybedilen bu enerjinin ekonomik değeri ise
1,75 milyon TL/yıl’dır.
ANAHTAR KELİMELER: IŞIK KİRLİLİĞİ,AYDINLATMA, ENERJİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
176
İKİ YEŞİL MERCİMEK (LENS CULINARIS MEDIC.) ÇEŞİDİNDE TOHUM BÜYÜKLÜĞÜ
VE EKİM SIKLIĞININ VERİM VE BAZI KALİTE ÖZELLİKLERİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Zeki MUT1, Özge Doğanay ERBAŞ KÖSE2,
1Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi Ziraat Ve Doğa Bilimleri Fakültesi, 2Bozok Üniversitesi Ziraat Fakültesi,
Bu çalışma, Yozgat ekolojik koşullarında yeşil mercimek çeşitlerinin farklı tohum büyüklüğü ve ekim
sıklıklarında tohum verimi, bazı kalite özellikleri ve mineral içeriklerinin belirlenmesi amacıyla yürütülmüştür.
ANAHTAR KELİMELER: YEŞİL MERCİMEK, TOHUM BÜYÜKLÜĞÜ, EKİM SIKLIĞI, TOHUM
VERİMİ, KALİTE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
177
İKİNCİ ÜRÜN YETİŞTİRME KOŞULLARINDA FARKLI EKİM ZAMANLARININ BAZI
PAMUK (GOSSYPİUM HİRSUTUM L.) ÇEŞİTLERİNDE VERİM VE VERİM
UNSURLARINA ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Davut POLAT1, Osman ÇOPUR2,
1Syngenta GAP Bölge Müdürlüğü, 2Harran Üniversitesi,
Bu araştırma, ikinci ürün yetiştirme koşullarında farklı ekim zamanlarının bazı pamuk (Gossypium hirsutum L.)
çeşitlerinde verim ve verim unsurlarına olan etkisini araştırmak amacıyla planlanmıştır. Çalışma, Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Eyyübiye Kampusu deneme alanında 2014 yılı yetiştirme sezonunda yürütülmüştür.
Deneme tesadüf bloklarında bölünmüş parseller deneme deseninde; ekim zamanları ana parselleri (1 Haziran, 10
Haziran ve 20 Haziran) ve çeşitler (Stoneville 468, BA 119, DP 499 ve PG 2018) ise alt parselleri oluşturacak
şekilde, 3 tekerrürlü, her parsel 4 sıralı, parsel uzunluğu 10 m, sıra arası 70 cm ve sıra üzeri mesafe 15-20 cm
olacak şekilde ekimi yapılmıştır. Dört pamuk çeşidi (Stoneville 468, BA 119, DP 499 ve PG 2018) bitkisel
materyal olarak kullanılmıştır.
Araştırma sonucunda; kütlü pamuk veriminin 1770 kg/ha ile 452 kg/ha arasında değiştiği saptanmıştır. Ekimin
gecikmesiyle kütlü pamuk verimi, birinci el kütlü pamuk verimi, meyve dalı sayısı, koza sayısı, koza kütlü
pamuk ağırlığı, 100 tohum ağırlığı, çırçır randımanı ve lif indeksinin azaldığı; ekimden taraklanma, ekimden
çiçeklenme, ekimden koza açma gün sayısı, bitki boyu, açmayan koza sayısı ve lif inceliğinin arttığı ve odun dalı
sayısı, lif uzunluğu, lif mukavemeti, lif uzunluk uyumu indeksi, kısa lif oranı ve lif kopma uzamasının ise
etkilenmediği saptanmıştır.
Harran Ovası koşullarında buğday üretiminden sonra ikinci ürün koşullarında sırasıyla Stoneville 468, BA 119,
DP-499 ve PG 2018 çeşitleri tercih edilmelidir. Lif özellikleri genel olarak geç ekimlerden etkilenmemiştir.
Ancak, lif inceliği değerlerinde genel olarak bir düşüş gözlenmiştir. Geç ekimler için beklenen bir durumdur. Bu
nedenle, pamuk liflerinin gelişimi için ana ürün hasadından hemen sonra zaman kaybetmeden ekim işlerinin
tamamlanması gerekir. Bu amaçla, anıza ekim uygulamaları üzerinde durulmalı veya erkenci çeşitler tercih
edilmelidir. Ayrıca, bu konuda yapılacak çalışmaların en az iki yıl süre ile farklı lokasyonlarda ve erkenci
çeşitlerle yürütülmelidir.
ANAHTAR KELİMELER: PAMUK, İKİNCİ ÜRÜN, KÜTLÜ PAMUK VERİMİ, LİF ÖZELLİKLERİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
178
İKONOS SAYISAL UYDU VERİLERİNİN DETAYLI TOPRAK HARİTALARININ
HAZIRLANMASINDA KULLANILMA OLANAKLARININ AYDIN İLİ KARPUZLU
OVASINDA ARAŞTIRILMASI
Sözel Bildiri / Tarim
Levent ATATANIR1, Ural DİNÇ2,
1AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ, 2ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışmada, yoğun tarım yapılan alanlarda detaylı toprak haritalarının oluşturulmasında yüksek çözünürlüklü
uydu verilerinin kullanılması olanakları Ege Bölgesi Karpuzlu Ovası örneğinde araştırılmıştır. IKONOS uydu görüntüsü ile oluşturulan normalize edilmiş bitki indeksi (NDVI) sonuçlarına göre çalışma alanının %55.7 sinin
farklı yoğunluktaki bitki örtüsü ile kaplı bulunduğu belirlenmiştir. Arazi çalışmaları sonrasında, 7 farklı
fizyografik birim üzerinde anlamlı ayrıcalıkları olan 18 ayrı toprak serisi tespit edilmiştir. Seri toprakları Toprak
Taksonomisine göre Entisol ve Inceptisol olarak sınıflandırılmıştır. Çalışma alanı toprakları 1/5.000 ölçekte etüt
edilmiş ve haritalanmıştır. Oluşturulan IKONOS zenginleştirilmiş görüntüsü yorum haritası seçilen test
alanlarında görsel yorumlamanın doğruluğunu belirlemek için detaylı toprak haritası ile karşılaştırılmıştır.
Çizgisel doğruluk oranının % 65.4 ve noktasal doğruluk oranının ise % 64.8 olduğu belirlenmiştir. Sonuçta,
zenginleştirilmiş IKONOS uydu görüntülerinin göz yorumuyla monoskopik olarak elde edilen taslak haritaların
belli oranda doğruluk sağladığı ve arazide sınırların belirlenmesinde harcanan zamanı azaltarak detaylı toprak
etüd haritalama çalışmalarında toprak etüd uzmanlarına bazı avantajlar sağladığı ortaya konulmuştur.
ANAHTAR KELİMELER: İKONOS, KARPUZLU, DETAYLI TOPRAK ETÜD, HARİTALAMA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
179
İNCİRDE GÖRÜLEN VİRÜS HASTALIKLARI VE VEKTÖRLER İLE TAŞINMASI
Sözel Bildiri / Tarim
Sevdiye YORGANCI1, Serap AÇIKGÖZ1,
1Adnan Menderes Üniversitesi,
Moraceae familyasının Ficus cinsinin üyesi olan incir (Ficus carica) bölgemizinde içinde olduğu tropik ve
subtropik iklim kuşağının hakim olduğu bölgeler için önemli bir bitkidir. İncir üretimi yapılan alanlarda hastalık
ve zararlıların neden olduğu bir takım problemlerle karşılaşılmaktadır. Bu problemlerin en önemlilerinden birisi
İncir mozaik hastalığıdır. Şimdiye kadar incir mozaik hastalığına neden olan 12 viral etmen; Fig leaf mottle-
associated virus 1-2 (FLMaV1-2) Fig mosaic virus (FMV) Fig mosaic associated virus 1-2 (FMaV 1- 2) Fig
latent virus-1 (FLV-1) Fig mild mottle associated virus (FMMaV) Fig cryptic virus (FCV) Fig badnavirus-1
(FBV-1) Arkansas fig closterovirus 1-2 (AFCV 1-2) Fig fleck-associated virus (FFkaV) olduğu bilinmektedir.
Bu hastalığın mekanik olarak bitki özsuyu ile test bitkilerine taşınabildiği, doğada enfekteli aşı-çelik yayıldığı ve vektör böcek (Aceria ficus Cotte.) ile hızla taşındığı saptanmıştır. A. ficus’un Fig mosaic virus (FMV)’ün
vektörü olduğu bilinmektedir. Ancak İncir mozaik hastalığı etmenlerinin vektör böcekler ile taşınması
konusunda sınırlı ve az sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmada A. ficus’un ve Ceroplastes rusci’nin incir
mozaik hastalığına neden olan virüs etmenlerini taşıma konusunu araştırılmıştır.
Bu amaçla İncir mozaik hastalığının simptomlarını gösteren donor bitkilerden alınan vektör bireyleri tohumdan
yetiştirilen sağlıklı incir fidelerine ayrı ayrı aktarılarak taşınma çalışmaları yapılmıştır.
Taşınma çalışmasından 20 gün sonra her iki çalışmada da yapraklarda deformasyon ve damarlarda renk
açılmaları vb. hastalığın belirtisi gözlenmiştir. Donor bitkilerde ve taşınma sonrası belirti gösteren bitkiler incir virüs etmenine özgü 12 farklı primer çifti ile RT-PCR analizi yapılmıştır. Donor incir bitkilerinin FLMaV-1,
FMV ve FMaV-1 ile enfekteli olduğu belirlenirken diğer etmenler belirlenememiştir. A. ficus ile virüs taşıması
yapılan bitkilerde FMaV-1 ve FMV saptanmıştır. C. rusci ile virüs taşıması yapılan bitkilerin ise FLMaV-1 ile
enfekteli olduğu belirlenmiştir.
A. ficus’un FMaV-1 etmenini de taşıyabileceği bulunmuştur. C. rusci’nin incir mozaik hastalık etmenlerinden
biri olan FLMaV-1’i taşıyan yeni bir vektör olabileceği düşünülmüştür.
ANAHTAR KELİMELER: İNCİR MOZAİK HASTALIĞI, A. FİCUS, CEROPLASTES RUSCİ, TAŞINMA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
180
İNSAN SAĞLIĞI ZEYTİNYAĞI İÇMEKLE KORUNUR MU?
Sözel Bildiri / Tarim
RENAN TUNALIOĞLU1, MÜCAHİT TAHA ÖZKAYA2, ATİLLA TOTOŞ3,
1ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ, 2ANKARA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT
FAKÜLTESİ, 3BUTİK ZEYTİN ZEYTİNYAĞI ÜRETİCİLERİ DERNEĞİ,
Bu çalışmada yeryüzündeki en muhteşem ağaçlardan biri olan zeytin ağacı ve ürünleri ele alınmıştır. Öncelikle
zeytinin dünya ve Türkiye tarımındaki yeri ve ana ürünü olan zeytinyağının insan sağlığı açısından önemi
değerlendirilmiş sonrasında zeytinden zeytinyağı elde edilmesi sırasında açığa çıkan karasuyun ise çevresel bir
tehdit unsuru olup olmaması tartışılmıştır. Bu bağlamda önemli bir tarım ürünü sağlık ve çevre boyutu ile
incelenmiştir.
Bu çalışmada zeytin meyvesinin içindeki sağlık bileşenleri olarak da adlandırılan minör bileşenlerinin
zeytinyağına aktarılması sonucu insan sağlığına doğrudan ve/veya dolaylı etkileri tartışılacaktır. Zeytin
meyvesinin içinde bulunan ve genelde yağda eriyen bileşenlerin zeytinyağıan aktarılması sırasında kayıpların
aslında zeytinyağının fonksiyonel olma özelliğini kaybettirmesi söz konusu olabileceği için bu da diğer bir
tartışma konusu olacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: ÖLMEZ AĞAÇ, ANTİOKSİDAN, SAĞLIKLI YAŞAM, ORGANİK ATIK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
181
İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ EĞİTİMİNİN ETKİSİ: HEMŞİRELERLE PİLOT BİR
ÇALIŞMA
Sözel Bildiri / Saglik
TUBA YILDIZ1, FİLİZ ADANA1, DUYGU YEŞİLFİDAN1,
1Adnan Menderes Üniversitesi,
Amaç: Bu çalışmada ülkemizde bir üniversite hastanesinde çalışan hemşirelere iş sağlığı ve güvenliği eğitimi
verilerek eğitimin etkisinin ölçülmesi amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntem: Çalışma 2016 yılında Adnan Menderes Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesinde
yapılan yarı deneysel bir çalışmadır. Öntest-sontest düzende yapılandırılmış çalışmanın evrenini 525 hemşire,
çalışmanın örneklemini G-Power Analizi kullanılarak belirlenen 204 hemşire oluşturmuştur. Eğitim uygulaması
dört hafta/haftada bir gün ve birer saatten oluşmuş; Anket uygulaması eğitim öncesi ve eğitim sonrası gözlem
altında ve kişilerin öz bildirimlerine dayalı olarak tamamlanmıştır. Araştırmada 25 sorudan oluşan anket formu
kullanılmıştır. Eğitim öncesi alınan puan ortalaması bağımsız değişken; Eğitim sonrası alınan puan ortalaması
bağımlı değişken olarak kabul edilmiştir. Araştırmanın yapıldığı kurumdan, etik kuruldan ve araştırmaya katılan bireylerden gerekli izinler alınmıştır. Elde edilen veriler SPSS 18 (PASW Inc., Chicago. IL. USA) paket
programı ve Windows XP bilgisayar programında değerlendirilmiş, verilerin değerlendirilmesinde; temel
istatistiksel analizler ve tek yönlü varyans analizi kullanılmıştır.
Bulgular: Araştırmaya katılan hemşirelerin % 89,2’si (182) kadın, %10,8’i (n=22) erkektir. Çalışmaya katılan
hemşirelerin eğitim sonrası puanları eğitim öncesine göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur.
Sonuç: Bu bulgular doğrultusunda verilen eğitimin etkili olduğu ve eğitimlerin sürdürülmesinin uygun olacağı
söylenebilir.
ANAHTAR KELİMELER: EĞİTİM, İŞ SAĞLIĞI, HEMŞİRELİK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
182
İŞİTSEL GİRİŞİMLERİN PREMATÜRE BEBEKLERE YAPILAN İNVAZİV İŞLEMLER
SIRASINDAKİ AĞRI ÜZERİNE ETKİSİ: SİSTEMATİK DERLEME
Sözel Bildiri / Saglik
AYŞE KAHRAMAN1, MERVE GÜMÜŞ1, ŞEYDA BİNAY1,
1EGE ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK FAKÜLTESİ,
Bu çalışma prematüre bebeklerin ağrısını azaltmaya yönelik kullanılan işitsel girişimler ile ilgili 2007-2018
yılları arasında yayınlanmış çalışmaların gözden geçirilmesi ve çalışmalardan elde edilen verilerin sistematik
biçimde incelenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir.
Bu incelemede, Pubmed, Science Direct, Cochrane Library, PsychINFO, Proquest arama motorlarında,
prematüre bebek (preterm infants, premature infants, preterm baby, premature baby), ses (voices-noise), işitsel
girişim (auditory interventions), ağrı (pain), ağrılı işlem (painful prosedure) anahtar kelimeleri ile tarama
yapılmıştır. Konuyla ilgili 42 ulusal ve uluslararası yayına ulaşılmış olup araştırmaya dahil edilme kriterlerine
uygun olarak 14 yayın çalışma kapsamında değerlendirilmiştir. İşitsel girişimlerin büyüme, taburculuk süresi,
fizyolojik ve davranışsal parametrelere etkisini inceleyen çalışmalar ile derleme ve sistematik derlemeler çalışmaya dahil edilmemiştir. Araştırmaya dahil edilen tüm yayınlar çalışma yöntemleri ve bulguları açısından
sistematize edilerek incelenmiştir.
Bu sistematik inceleme sonunda prematüre bebeklere invaziv işlemler sırasında ağrıyı azaltmada, müziğin
(klasik ve yöresel müzikler, ninni), anne karnındaki seslerin (beyaz gürültü) ve annenin kaydedilmiş sesinin kullanıldığı belirlenmiştir. Ayrıca kulak tıkacı ile sesin azaltılması ve anne karnında maruz kalınan müziğin
doğum sonrası da dinletilmesi gibi girişimlerde uygulanmıştır.
Ağrılı girişimlerde işitsel girişimlerin kontrol grupları ile karşılaştırıldığında ağrıyı azalttığı fakat ağrıyı
azaltmada farklı girişimler kullanıldığında gruplar arasında anlamlı bir farklılık olmadığı belirlenmiştir. Çalışma sonucunda etkin ağrı yönetiminde işitsel girişimlerin diğer girişimler ile kombine edilerek kullanılması sonucuna
varılmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: SES, İŞİTSEL GİRİŞİM, AĞRI, PREMATÜRE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
183
İZMİR KIYILARINDA HOLOTHURİA MAMMATA'NIN (GRUBE, 1840) EMBRİYOLOJİK
GELİŞİMİ
Sözel Bildiri / Tarim
Deniz GÜNAY1,
1EGE ÜNİVERSİTESİ, SU ÜRÜNLERİ FAKÜLTESİ,
Holothuria mammata (Grube, 1840), genellikle Batı ve Kuzeydoğu Atlantik'te; Akdeniz ve Karadeniz'in
doğusunda 30 m derinliğe yayılan bir türdür.Türkiye'de 1996 yılından beri ihraç edilen ve avcılığı
gerçekleştirilen önemli deniz hıyarı türlerinden biridir. Bu çalışmanın amacı, H. mammata'nın anaçlarından
sağlıklı döllenmiş yumurtaların elde edilmesi, embriyolojik aşamaların belirlenmesi ve larva evresine kadar
yetiştiriciliğinin gerçekleştirilmesidir.
ANAHTAR KELİMELER: HOLOHURİA MAMMATA, EMBRİYOLOJİK GELİŞİM, YUMURTA,
İNKÜBASYON
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
184
İZMİR TUZLA(EGE DENİZİ) KIYILARINDAN TOPLANAN MAMUNLARIN (UPOGEBIA
PUSILLA) YUMURTA VERIMLILIĞI
Sözel Bildiri / Tarim
Aynur LÖK1, Ali KIRTIK1, Aysun KÜÇÜKDERMENCİ1, Evrim KURTAY1, Filiz ÖZTEKİN1,
1Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi,
Bu çalışmada İzmir Körfezi Tuzla kıyılarından toplanan farklı büyüklükteki mamun yumurtalı bireylerinin ilk
yumurtlama zamanında taşıdıkları yumurta verimlilikleri tespit etmek hedeflenmiştir.
The Thalassinidea (Decapoda) littoral alanlarda sediment içine yaptığı yuvalar içerisinde bulunurlar. Acı
sulardan tuzlu sulara kadar farklı özelliklerdeki deniz alanlarında yayılım gösterebilmektedirler. Upogebia
pusilla Upogebiidae familyası içerisinde Akdeniz kıyılarında dağılım gösteren en yaygın türdür. Türkiye’de
Karadeniz’den Akdeniz’e kadar çamurlu sığ alanlarında bulunmaktadır. Çamurlu veya çamurlu-kumlu deniz
tabanını kazarak Y şeklinde yuva yaparlar. Bu yuvanın 2 veya daha fazla giriş deliği bulunur. Mamunlar
çoğunlukla olta yemi olarak kullanılmak üzere toplanırlar. Bununla beraber insan tüketimi için toplandığına sair
birkaç kayıtta bulunmaktadır. Türkiye’de sadece olta yemi kullanım amaçlı toplanmaktadır. Bu çalışmanın amacı yeşil yumurta taşıyan dişi mamun bireyleri ile birlikte yumurta miktarını ve özelliğini saptamaktır. Tüm mamun
bireyleri Mart 2018 tarihinde Tuzla-İzmir (Ege Denizi) kıyılarından toplanmıştır. Yumurtalı diilerin vücut
ölçümleri yapılmıştır. Tüm yumurtalar dişilerden ayıklanmış ve sayılmıştır. Yumurta ölçümleri mikroskop
altında yapılmıştır. Yumurtalı dişilerde toplam boy, karapas boyu ve toplam yaş ağırlık sırasıyla 62,11±1,45mm,
20,02±0,46 mm ve 3.66±0.26 g olarak saptanmıştır. Yumurta çapı 450,25±1,89 µm’dur. Yeşil yumurta miktarı
2126,7 ile 11181,83 arasında bulunmuştur. Yumurta sayıları arasında önemli fark görülmesine karşın mamun
büyüklükleri ile kuvvetli bir ilişkisinin olmadığı görülmüştür. Ancak yumurtalı dişi büyüklüğü ile yumurta sayısı
arasında pozitif bir ilişkinin varlığından söz edilebilmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: MAMUN, UPOGEBIA PUSILLA, YUMURTA, EGE DENİZİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
185
İZMİR, AYDIN VE MANİSA İLLERİNDEKİ TARIMSAL İŞLETMELERİN KREDİ
KULLANIM DURUMU VE KARŞILAŞILAN SORUNLAR
Sözel Bildiri / Tarim
Onur Terzi, Ziraat Yüksek Mühendisi
Akın OLGUN, Ege Üniversitesi , Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi A.B.D.
Çalışmanın amacı, son 10 yıl içerisinde İzmir, Aydın ve Manisa illerindeki tarımsal işletmelerin kredi kullanım miktarlarının ortaya koyulması ve bankacılık sektörünün bakış açısının incelenmesidir. Aynı zamanda tarımsal
işletmelerin kredi kullanım esnasında yaşadığı sorunlar ve kredilerin kullanım amaçlarına göre dağılımları da
incelenmektedir. Kredi kullanımının yanı sıra batık kredilerin gelişimi de incelenerek genel bir tarımsal kredi
kullanımı tablosu ortaya koyulmaktadır.
İnceleme kapsamındaki 3 şehire ait tarımsal istatistikler ve kredi verileri incelenmektedir. Ek olarak tarım
bankacılığı yapan bankaların tarım kredisi tahsis yaklaşımları, kredi çeşitleri ve geri ödeme tipleri gibi kredi
özellikleri ortaya koyulmaktadır. Bir diğer derleme başlığı ise tarımsal kredi kullanan işletmelerin yaşadığı
zorluklardır. Bu konuda sahadaki örnekler incelenmekte ve kredi kullanım sürecinde ortaya çıkan sorunlar
gruplanarak açıklanmaktadır.
İzmir, Aydın ve Manisa illeri tarımsal kredi kullanımı açısından başı çeken iller arasındadır. Buna karşın Konya,
Adana ve Bursa gibi iller zaman içerisinde tarımsal faaliyetlerini genişletmek için çok daha yoğun kredi
kullanımı gözlenmiş iller olarak ortaya çıkmaktadır. 2009 yılı ile başlayan ve Ziraat Bankası tarafından
kullandırılan sübvansiyonlu kredilerden neredeyse en fazla faydalanan iller İzmir, Aydın ve Manisa olmaktadır.
Yine en fazla traktör kredisi kullanımı Manisa ilinde gözlemlenmiştir. 2015-2016 yıllarında batık kredilerin çok
hızla artış gösterdiği tespit edilmiştir. Bunun nedeni, siyasi kriz neticesinde bozulan piyasa ve tahsil edilemeyen
yüksek miktardaki alacak olduğu düşünülmektedir. Böylece bankaların daha fazla evrak talep ettiği yada daha
fazla teminat ile hareket ettiği gözlemlenmiştir. Bu durum işletme sermayesi açığı olan işletmelerin olumsuz
etkilenmesine neden olmaktadır. Bir diğer konu ise tarımsal üretim deseni ile tarımsal kredi kullanımı arasındaki
ilişkidir. Tarla bitkisi ağırlıklı işletmelerin daha fazla kredi kullandığı buna karşın meyve sebze ağırlıklı
işletmelerin daha az krediye ihtiyaç duydukları gözlemlenmiştir.
Söz konusu 3 ilin kredi pazarındaki payı artış göstermiş ancak batık kredi oranı da artmıştır. İllerin tarımsal
hasıla içerisinden aldıkları pay ile tarım kredileri içerisinde aldıkları pay arasında fark bulunmaktadır. Kredi
süreçlerinde yaşanan sorunlara ilişkin iyileştirmelerin yapılması ile tarım kredisi talep eden çiftçilere doğru kredi limitleri verilmesi önemlidir. Böylece yanlış limitler üzerinden kredi kullanıp geri ödeyemeyen çiftçi sayısı
azalış gösterek daha istikrarlı bir tarım kredi pazarı oluşabilecektir. Ayrıca kredilendirme süreci uzundur.
Yapılacak iyileştirmeler ile hızlı kredi süreçleri kurgulanabilir.
ANAHTAR KELİMELER: TARIM,FİNANSMAN,KREDİ,AYDIN,BANKACILIK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
186
İZMİR'DE ÖĞRENİM GÖREN LİSE VE ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ İÇİN KIDMED
İNDEKSİ DEĞERLENDİRMESİ
Sözel Bildiri / Beslenme
Mahmut GENÇ1, Seda GENÇ2,
1Beykoz Üniversitesi, Sanat Ve Tasarım Fakültesi, Gastronomi Ve Mutfak Sanatları, 2Yaşar Üniversitesi,
Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu, Gastronomi Ve Mutfak Sanatları Bölümü,
Bu çalışmanın amacı, İzmir'de yaşayan temsili bir örneklemde lisesi ve üniversite öğrencilerinin Akdeniz
beslenme yatkınlığını KIDMED testi ile değerlendirmek ve KIDMED skorlarının katılımcıların demografik ve
fiziksel özellikler ile ilişkisini araştırmaktır.
Bu çalışma 2017 bahar yarıyılında İzmir çevresindeki 3 devlet lisesi ve bir vakıf üniversitesinde okuyan
öğrenciler (n = 1203; yaş 12-27) arasında yapılan kesitsel bir araştırmadır. Akdeniz beslenmesine olan yatkınlık
derecesinin bulunması için çocuklar ve ergenler için özel olarak hazırlanmış olan Akdeniz Beslenmesi Kalite
İndeksi (KIDMED İndeksi) kullanılmıştır. Bu araştırmada KIDMED puanlarının demografik, bölgesel (kırsal
veya kentsel), gündüzlü/yatılı olmak ve fiziksel özellikler ile nasıl değiştiği de sunulmaktadır Veriler, öğretmenlerin ve öğretim elemanlarının denetimi altında basılı standart anket formları yardımı ile doğrudan
katılımcılardan yazılı olarak toplanmıştır. Vücut kitle indeksi (VKİ), cinsiyetler, kentleşme düzeyi, bölgenin
sosyo-ekonomik düzeyi, aile ile yaşamak veya okulda yatılı olmak gibi değişkinler ile KIDMED skorları
arasındaki ilişkiler değerlendirilmiştir.
Tüm popülasyonun KIDMED skoru 4,42 ±2,6 olarak hesaplanmıştır. Katılımcıların sadece %12,9'unda optimum
düzeyde Akdeniz beslenmesine yatkınlık gözlenirken, % 36,1'inde uyum düzeyi çok düşük bulunmuştur.
Katılımcıların sözlü beyanlarına göre hesaplanan antropometrik veriler dikkate alındığında, tüm popülasyonun
Vücut Kitle İndeks değeri 21,5 ±3,7 kg / m2 olarak hesaplandı. Tüm popülasyonda katılımcıların %12,5 'i zayıf,
%14,2' si aşırı kilolu ve%3,9 'u obez olarak sınıflanmıştır.
Her ne kadar geleneksel Akdeniz beslenmesini İzmir'de uygulamak nispeten kolay olsa da öğrencilerimizde bu
diyete yatkınlık diğer Akdeniz ülkelerine göre oldukça düşük bulunmuştur. Özellikle ailelerinden uzakta eğitim
gören erkek öğrencilerde bu diyetten uzaklaşma oldukça yüksek bulunmuştur. Bu bölge hem Akdeniz’e özel
gıda çeşitliliği hem de geleneksel yemek kültürü açısından oldukça zengindir. Özellikle ergenler arasında yaygın
görülen geleneksel diyetlerden batı diyetlerine geçişi durdurmak için acil eylemler gereklidir.
ANAHTAR KELİMELER: AKDENİZ BESLEMESİNE, ERGENLER, KIDMED
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
187
İZMİT KÖRFEZİ’NDE POLİSİKLİK AROMATİK HİDROKARBON KİRLİLİĞİNİN
TARİHÇESİ VE FUGASİTE BAZLI İNCELEMESİ
Sözel Bildiri / Cevre
Sümeyye HASANOĞLU1, Recep Kaya GÖKTAŞ1,
1Kocaeli Üniversitesi,
Bu çalışmada İzmit Körfezi bölgesinde geçmişten günümüze yapılmış çalışmalar sonucu elde edilmiş polisiklik
aromatik hidrokarbon (PAH) gözlem verilerinin derlenerek, Körfez’de PAH kirliliğinin tarihçesinin ortaya
konması amaçlanmaktadır. Ayrıca, derlenmiş gözlem verilerine dayanarak, hava, su ve sediment ortamlarındaki
PAH bileşiklerinin akıbet ve birikimlerinin fugasite yaklaşımı kullanılarak incelenmesi çalışmanın diğer ana
amacını oluşturmaktadır. Bu inceleme sonucunda körfezdeki PAH kirliliğini etkileyen önemli akıbet ve ortamlar
arası transfer süreçlerinin belirlenmesi hedeflenmektedir.
İzmit Körfezi ve çevresinde hava, su, sediment ve biyota ortamlarındaki PAH miktarlarının birbirinden bağımsız
ve farklı zamanlarda gerçekleştirilmiş izleme çalışmaları ile ölçüldüğü görülmüştür. Bu çalışmalar tarafından
üretilen veriler derlenerek spesifik PAH bileşiklerinin farklı ortamlardaki konsantrasyonlarının zamanla değişimleri incelenmiştir. Kirlilik ölçüm verileri ile körfezin çevresel özelliklerine dair mevcut veriler
kullanılarak PAH bileşikleri için fugasite değerleri hesaplanmıştır. Körfez için Seviye-I fugasite modeli
oluşturulmuş ve farklı PAH bileşiklerinin ortamlar arası dağılım eğilimi incelenmiştir. PAH gözlem verileri
kullanılarak hava-su ve sediment-su transfer süreçleri niceliksel olarak belirlenmeye çalışılmıştır.
Bu çalışma ile, İzmit Körfezi’nde PAH kirliliği akıbetini incelemek/açıklamak üzere bir fugasite tabanlı, çok-
ortamlı akıbet modeli geliştirilmesi için ön çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Geçmiş çalışmalardan elde edilen
veriler körfezdeki PAH kirliliğinin 2000’li yıllarda en yüksek seviyeye ulaştığını göstermektedir. Mevcut PAH
gözlem verileri ile körfeze özgü çevresel özelliklere dair verilerin fugasite bazlı çok-ortamlı akıbet modellemesi
yaklaşımı ile niceliksel analizinin, bölgedeki PAH kirliliğine dair bilgi birikimini sentezlemede ve bilgi
eksikliklerini ortaya çıkarmada faydalı olacağı düşünülmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: ÇOK-ORTAMLI MODELLEME, FUGASİTE, İZMİT KÖRFEZİ, POLİSİKLİK
AROMATİK HİDROKARBONLAR (PAHLAR)
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
188
JEOTERMAL ATIKSUYUN LABIDOCHROMIS CAERULEUS (SARI PRENSES) KAS
DOKUSUNA HİSTOPATOLOJİK ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Cevre
Yücel BAŞIMOĞLU KOCA1, Ümran ÇİNAR1,
1ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışmanın amacı, ülkemizde ve bölgemizde son yıllarda sayıları artan jeotermal enerji tesislerinin atık
sularının L. caeruleus (sarı prenses) balıkları üzerine olası toksik etkilerini histopatolojik yönden belirlemek ve
çevreye olan etkilerine dikkat çekmektir.
Çalışmada kullanılan jeotermal atık su Denizli/Sarayköy İn-Altı Termal Turizm Tesislerinden, balıklar ise
ADÜ/Ziraat Fakültesi, Su Ürünleri Mühendisliği Bölümü’nden temin edildi ve uygun koşullarda ADÜ/FEF
Histoloji-Embriyoloji Laboratuvarına getirildi. Laboratuvarda anaç balıklar 26±1°C sıcaklıkta su içeren,
30x50x100 cm ebatlarındaki cam akvaryumda tutuldu. Araştırmada toplam 40 erişkin balık kullanılmış, deneyler
14:10 bir aydınlık/karanlık fotoperiyotta gerçekleştirilmiştir. Çalışma kontrol ve deney grubu olarak ikiye
ayrılmıştır. Kontrol grubuna jeotermal atık su uygulanmamış, deney grubu ise %5 ve %25’lik atık suya 3-5-7 gün süreyle maruz kalan balıklardan oluşturulmuştur. Akvaryum sularının %50’si 24 saatlik aralıklarla,
içerisindeki atık su konsantrasyonu değişmeyecek şekilde yenilenmiştir. Deney ve kontrol gruplarına ait kas
dokuları rutin histolojik prosedürden (fiksasyon; Bouin fiksatifi, dehidratasyon, şeffaflandırma; xylol, gömme;
parafin) geçirilmiş, elde edilen kesitler mikroskopta (Olympus BX 51) incelenmiştir.
Myofibrillerde küçülme, gevşeme ve çözülme, intermyofibriler bağ dokusunda bozulma, kas fibrillerinde yapısal
dejenerasyon ve partikül tarzda birikmiş cisimler gibi doz ve süreye paralel artış gösteren bazı patolojik bulgular
tespit edilmiştir.
Bu bağlamda, jeotermal enerjinin birçok alanda kullanılması ve büyük bir ekonomik gelir sağlaması avantaj olmakla birlikte, jeotermal atık suların çevreye ve canlılara olumsuz etkilerinin de olabileceği göz ardı
edilmemelidir.
ANAHTAR KELİMELER: JEOTERMAL ATIK SU, HİSTOPATOLOJİ, KAS DOKUSU,
LABİDOCHROMİS CAERULEU.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
189
KADMİYUM VE NİKEL STRESİ ALTINDAKİ KAMIŞSI YUMAĞIN (FESTUCA
ARUNDINACEA SCHREB.) ÇİMLENMESİ VE FİDE GELİŞİMİ ÜZERİNE PRIMING
UYGULAMALARININ ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
İbrahim ATIŞ1, Melek AKAR2,
1Mustafa Kemal Üniversitesi Ziraat Fakültesi, 2Mustafa Kemal Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü,
Bu çalışma kamışsı yumağın kadmiyum ve nikelin farklı dozlarındaki çimlenme ve fide gelişimi üzerine farklı
priming uygulamalarının etkilerini belirlemek amacıyla yürütülmüştür.
Çalışma laboratuvar koşullarında yürütülmüştür. Araştırmada iki ağır metalin (Kadmiyum (Cd) ve Nikel (Ni)) 3
farklı konsantrasyonu (75, 150, 300 mg l-1) ile destile su kontrol uygulaması olarak dikkate alınmıştır. Ayrıca
ağır metal uygulamaları altında priming uygulamalarının çimlenmeye etkisini belirlemek amacıyla % 2’lik
KNO3, 500 ppm GA3 ve Hydroprining uygulamaları priming uygulamaları olarak kullanılmıştır. Araştırma
tesadüf parsellerinde faktöriyel deneme desenine göre 4 tekrarlamalı olarak kurulmuş ve yürütülmüştür.
Kamışsı yumakta da fide özellikleri ve çimlenme özellikleri artan metal dozlarından olumsuz yönde
etkilenmiştir. Kamışsı yumak kök uzunluğu KNO3 uygulamalarında daha yüksek değerler elde edilmişini sağlamıştır. Fide uzunluğu ve fide ağırlığı ise GA3 uygulaması ile artmıştır. Kamışsı yumağın çimlenme
özellikleri üzerine nikelin olumsuz etkilerinin kadmiyumdan daha yüksek olduğu belirlemiştir. Her iki metal
türünün de artan dozları ile birlikte kamışsı yumağın çimlenmesi olumsuz etkilenmiştir. Bununla birlikte, uyarıcı
olarak kullanılan GA3 ve KNO3’ün özellikle yüksek ağır metal dozlarında kamışsı yumağın çimlenme
özelliklerini olumsuz yönde etkilediği belirlenmiştir. Bu durum ağır metal varlığında GA3 ve KNO3 açısından
kamışsı yumağın çimlenme özellikleri üzerinde beklenen etkiyi göstermediğini ortaya koymuştur.
Artan ağır metal dozlarına bağlı olarak hem çimlenme hem de fide gelişim özellikleri olumsuz
etkilenmiştir.Kamışsı yumakta kök ve fide gelişimi açısından GA3 ve KNO3’ün belli ağır metal düzeyinde fayda
sağlayabilmesine rağmen, tohumların çimlenme yetenekleri üzerinde özellikle 150 ve 300 mg/l ağır metal
dozlarında etkinliğini koruyamadığı ve hatta etkilerinin olumsuz olduğu görülmüştür. Bu nedenle ağır metalle
bulaşık alanlarda kullanımlarının fide gelişimini desteklenmesi amacıyla, tohumluk sıkıntısı olmayan koşullarda
yeterli çimlenmeyi sağlayacak düzeyde tohumluk miktarının arttırılması koşuluyla mümkün olabileceği
sonucuna varılmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: ÇİMLENME, KADMİYUM, NİKEL, KAMIŞSI YUMAK, STRES
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
190
KAĞIT ENDÜSTRİSİ ATIKSULARINDAN ELEKTRO-PERSÜLFAT PROSESİ İLE
BULANIKLIK GİDERİMİNDE CEVAP YÜZEY METODU KULLANILARAK PROSES
OPTİMİZASYONU
Sözel Bildiri / Cevre
Nurten DÖNMEZ1, Zeynep Tuğçe ÖNEN1, Nihal KAVAN1, Senem YAZICI GÜVENÇ1, Gamze
VARANK1,
1Yıldız Teknik Üniversitesi,
Bu projede yüksek konsantrasyonlarda KOI ve renk ile karakterize edilen kağıt endüstrisi atıksularının kuvvetli
bir oksidant olan persülfat ilave ederek elektrokimyasal arıtımı amaçlanmaktadır. Çalışmanın temel hedefleri:
kağıt endüstrisi atıksularının demir elektrotlarının kullanıldığı elektro-persülfat yöntemi ile arıtılabilirliğinin
araştırılması, cevap yüzey yöntemi kullanılarak proses optimizasyonunun ortaya konulması, işletme
parametrelerinin sistemin cevapları olan KOI ve renk giderim verimleri üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi,
proses maliyet çalışmalarının gerçekleştirilmesidir.
Elektropersülfat prosesi kağıt işleme ve geri kazanım endüstrisi atıksuyundan düşük enerji sarfiyatı ile yüksek
kirletici giderim verimi sağlamak için, uygun bir arıtma alternatifi olduğu saptanmıştır.Optimum şartlar altında
Fe elektrotlar kullanılarak sağlanan giderim verimi % 99,8 olarak belirlenmiştir. Optimum şartlarda işletme
maliyeti 2,82 €/m3 olarak tespit edilmiştir. Cevap yüzey grafikleri ve deneysel ve tahmin edilen değerlerdeki
düşük hata oranları modellerden elde edilen değerler ile gerçek veriler arasındaki uyumun göstergesidir.
Çalışma sonucunda kağıt işleme ve geri kazanım endüstrisi atık sularından demir elektrotların kullanıldığı
elektro aktif edilmiş persülfat prosesi ile yüksek oranda bulanıklık giderim verimleri elde edilmiştir. . Kirletici
giderim verimleri giriş pH, akım, S2O8/KOİ ve reaksiyon süresinin bir fonksiyonudur. Cevap yüzey yöntemi,
kağıt işleme ve geri kazanım endüstrisi atıksularında elektropersülfat prosesinin uygulanmasında başarılı bir
şekilde uygulanmıştır. Cevap yüzey grafikleri ve deneysel ve tahmin edilen değerlerdeki düşük hata oranları
modellerden elde edilen değerler ile gerçek veriler arasındaki uyumun göstergesidir. Sonuçlar, cevap yüzey
yönteminin, kağıt işleme ve geri kazanım endüstrisi atıksuyuna uygulanan elektropersülfat prosesinin işletme
şartlarının optimizasyonu için etkili bir yöntem olduğunu doğrulamaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: KAĞIT ENDÜSTRİSİ ATIKSUYU, BULANIKLIK, ELEKTRO-PERSÜLFAT,
CEVAP YÜZEY METODU, MALİYET ANALİZİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
191
KAHVERENGİ YAĞ DOKUSUNUN ENERJİ HARCAMASI ÜZERİNE ETKİSİ NEDİR?
Sözel Bildiri / Saglik
Burcu DENİZ GÜNEŞ1, Nilüfer ACAR TEK2, Gamze AKBULUT2, Hilal Betül ALTINTAŞ2,
1Adnan Menderes Üniversitesi, 2Gazi Üniversitesi,
Memelilerdeki enerji dengesi, vücuttaki enerji harcamasını ve beslenme yoluyla enerji alımını dengeleyerek
sürdürülmektedir. Çeşitli kanıtlar, sempatik olarak aktive olan kahverengi yağ dokusunun, soğuk ortamlarda
vücut sıcaklığının korunması için ısı düzenleyici rolünün yanı sıra kemirgenlerde ve insanlarda enerji dengesini
sağlamak için fazla enerjiyi ısıya dönüştürdüğünü göstermektedir. Bu özet derleme, kahverengi yağ dokusunun
enerji harcaması üzerinde bir etkisinin olup olmadığını incelemek için yazılmıştır. "Kahverengi yağ dokusu" ve
"enerji harcaması" anahtar kelimelerini kullanarak, PUBMED veritabanında son 5 yıla ait toplam 1383 makale
bulunmuştur.
Adipoz doku; kahverengi adipositlerden oluşan kahverengi adipoz dokusu ve beyaz adipositlerden oluşan beyaz
adipoz dokusu olmak üzere iki farklı tipte ifade edilmiştir. Her iki doku da, hücre içinde lipitleri
biriktirebilmektedir. Beyaz adipositler birkaç mitokondriye sahiptir, kahverengi adipositler ise yüksek
mitokondriyal yoğunluğa sahiptir ve bunlar depolanmış enerjiyi ısıya dönüştürebilirler. Ağırlıklı olarak enerji
depolayan ve obezitede artış gösteren beyaz yağ dokusunun tersine, kahverengi yağ dokusu ısı (termojenez) üretmekte ve böylece enerji tüketimini artırmaktadır. Ayrıca, kahverengi yağ dokusu mitokondrilerin iç
membranında yüksek düzeyde eşleşme bozucu protein 1 (UCP1) sentezlemektedir. UCP1, elektronların
depolanmaktan ziyade serbest bırakılmasında rol oynamakta ve böylece ısı yayılımı meydana gelmektedir.
Kahverengi yağ dokusu aktivasyonu ile ısı yayılımı obezite yönetimi için umut verici bir hedef olabilir. Son çalışmalar insanlarda metabolik olarak aktif kahverengi yağ dokusu varlığını göstermektedir. İnsanda kahverengi
yağ dokusunun varlığı beden kütle indeksi (BKİ), yağ yüzdesi ve plazma glukozu ile negatif olarak ilişkili
bulunmuştur. Kesitsel çalışmalarda, yağ kütlesi ve BKİ ile kahverengi yağ dokusu aktivitesi arasında negatif bir
ilişki olduğu, ayrıca kahverengi yağ dokusu bulunan bireylerin BKİ değerlerinin, kahverengi yağ dokusu
olmayan bireylere göre ortalama 2-3 kg/m2 daha düşük olduğu gösterilmiştir.
Sonuç olarak, kahverengi yağ dokusunun vücut ağırlık kaybı için uygulanabilir bir farmasötik hedef
olabileceğini gösteren bir kanıt bulunmamakla birlikte, kahverengi yağ dokusunun enerji harcamasını artırdığını
gösteren çalışmalar mevcuttur. Kahverengi yağ dokusu ve enerji harcaması arasındaki ilişkiyi doğrulamak için
yeni çalışmalara ihtiyaç vardır.
ANAHTAR KELİMELER: ADİPOZ DOKU, KAHVERENGİ YAĞ DOKUSU, ENERJİ HARCAMASI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
192
KANATLI HAYVANLARIN KESİM ÖNCESİ BİLİNÇSİZLEŞTİRİLMESİ
Sözel Bildiri / Tarim
İhsan Bülent HELVA1, Mustafa AKŞİT1,
1ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ,
Bu derlemede, kanatlı hayvanlara kesim öncesi uygulanan bilinçsizleştirilme yöntemleri ve bu yöntemlerin
knatlılar üzerinde ortaya koyduğu etkiler ele alınmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: BİLİNÇSİZLEŞTİRME, KANATLI HAYVANLAR, ELEKTRİK AKIMI, GAZ
KARIŞIMLARI, DÜŞÜK ATMOSFER BASINÇ UYGULAMALARI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
193
KANATLI HAYVANLARIN UZUN KEMİKLERİNDE KULLANILAN BİYOMEKANİK
TEST YÖNTEMLERİ
Sözel Bildiri / Tarim
Figen SEVİL-KİLİMCİ1,
1ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ,
Kanatlı hayvanlarda çevresel koşullar, besleme veya çeşitli hastalılara bağlı olarak iskelet problemleri yaygın
olarak görülür. Araştırmalarda bu faktörlerin kemik üzerine etkisi dolaylı veya doğrudan ölçüm yöntemleriyle
değerlendirilebilir. Çalışmalarda çoğunlukla, kemik mineral analizleri veya geometrik analiz yapılarak kemik
dayanımı dolaylı olarak değerlendirilir. Ancak bir kemiğin dayanıklılığını doğrudan ölçmenin en iyi yolu uygun
biyomekanik testlerdir.
Kanatlı hayvanların uzun kemiklerinde, çok sayıda biyomekanik test yapılabilmektedir. Uzun bir kemiğin
dayanımının test edilmesinde eğme ve burma testleri en fazla tercih edilen yöntemlerdir. Bunun yanında kesme
testi de ASABE standartlarında önerilen diğer bir yöntemdir. Biyomekanik testler ile kemik dayanımın
değerlendirilmesi yönteminde, bir kemiğin diseke edilmesinden başlayan, mekanik testin uygulanması ve elde edilen verilerin uygun yöntemlerle değerlendirilmesine kadar olan süreç önemlidir. Bu süreçte, araştırma
sonuçlarını etkileyebilecek bilinmesi ve dikkat edilmesi gereken çok sayıda faktör vardır.
Bu sunumda, testler yapılmadan önce, kemik örneklerinin yapılacak teste uygun olarak hazırlanması ve saklama
koşulları yanında biyomekanik testler ve test sonuçlarının değerlendirme yöntemleri anlatılacaktır. Ayrıca, kırılma kuvveti (Ultimate Force, N), şekil değiştirme (Deformation, mm) ve sertlik (Stiffness), maksimum
dayanım (Ultimate Strength) ve esneklik katsayısı (Elastic Modulus) gibi terimlerin anlamları ve kullanımları
hakkında bilgi verilecektir
ANAHTAR KELİMELER: KANATLI, UZUN KEMİK, BİYOMEKANİK TEST
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
194
KAPLI VE KAPSIZ MARUL (LACTUCA SATİVA VAR. LONGİFOLİA CV. CERVANTES)
TOHUMLARINDA ETKİLİ MUTASYON DOZUNUN BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Tarim
Şule SARIÇAM1, K. Yaprak KANTOĞLU2, Ş. Şebnem ELLİALTIOĞLU33,
1Geçit Kuşağı TArımsal Araştırma Enstitüsü, 2Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, 3Ankara Üniversitesi,
Kaplanmış tohumların ıslah materyali olarak mutasyon ıslahı çalışmaları için uygun olup olmadığını belirlemek
Tohumlar, Co60 kaynağı ile sekiz farklı dozda, 0-600 Gy arasındaki dozlarda (30 tohum/doz) ışınlanmıştır.
Işınlamadan 30 gün sonra "Etkili Mutasyon Dozu" (EMD50) lineer regresyon analiziyle hesaplanmıştır.
254,45 Gy’lik doz kaplı tohumlar, 254,49 Gy’lik doz kapsız tohumlar için etkili mutasyon dozu olarak
belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: KAPLANMIŞ-KAPLANMAMIŞ TOHUM, MUTASYON ISLAHI, CO60,
GAMA IŞINI, EMD50, LACTUCA SATİVA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
195
KATI FORM BİOCHARIN MARUL BİTKİSİ GELİŞİMİ ÜZERİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Barış Bülent AŞIK1, Saliha DORAK1,
1Uludağ Üniversitesi,
Bu çalışmada artan düzeylerde uygulanan biocharın marul bitkisi gelişimi ve kaldırılan besin elementi miktarı
üzerine etkisi belirlenmiştir. Çalışmada toprağa ekimden 30 gün önce 0-500-1000 ve 2000 kg da-1 düzeylerinde
biochar uygulanmış ve tam gübreleme (NPK) ve yarın gübreleme (NPK/2) uygulamaları ile karşılaştırılmıştır.
Yapılan çalışma sonuçlarına göre artan miktarlarda uygulanan biochar bitki gelişimi ve topraktan kaldırılan besin
elementlerinde artışa neden olmuştur. P, K ve Mg alımındaki artışlar ve kök mikroelement içeriğindeki,
değişimler istatistiksel olarak önemli bulunmuştur. Biochar uygulamaları ile NPK uygulamasına göre düşük
olmasına rağmen NPK/2 uygulamasına yakın değerler elde edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: BİOCHAR, MARUL, BESİN ELEMENTİ, BİTKİ GELİŞİMİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
196
KAYSERİ'DE İÇME SUYU KALİTESİNİN MEKANSAL VE ZAMANSAL DEĞİŞİMİ
Sözel Bildiri / Cevre
Nuray ATES1, Filiz DADASER-CELIK1, Sehnaz Sule KAPLAN-BEKAROGLU2, Buket ERGIN3,
1Erciyes Üniversitesi, 2Süleyman Demirel Üniversitesi, 3Kayseri Su Ve Kanalizasyon İdaresi,
Kayseri 1,5 milyon nüfusu ile İç Anadolu'da yeralan büyükşehirlerden birisidir. Son yıllarda, hızlı nüfus artışı ve
endüstrileşme nedeni ile Kayseri'de su ihtiyacı önemli ölçüde artmaktadır. Kayseri, içme suyunu bütünüyle
yarlatından karşılayan nadir şehirlerden bir tanesidir. Kayseri'de yeraltı suyu hiç bir arıtım uygulanmadan sadece
klorlama sonrasında şebekeye verilmektedir. Bu çalışmada, 12 ay boyunca (Ocak-Aralık 2016),18 depo ve 32
dağıtım şebekesi noktasından alınan su örnekleri analiz edilmiş ve mekansal ve zamansal su kalitesi
değerlendirilmiştir.
Depo ve şebekede ortalama pH değeri 7,0-7,5 arasında değişmekte ve yıllık ortalama pH değeri 7,3'tür. Yıllık
ortalama iletkenlik değeri 334 µS/cm gözlenirken, yıl içinde 124 ile 658 µS/cm arasında değişkenlik
göstermiştir. Depo ve şebekede TOK değeri 0,06 ile 2,67 mg/L arasında ve yıllık ortalama 0,46 mg/L olarak
tespit edilmiştir. Sülfatın yıllık ortalama değeri 22 mg/L ve yıl içinde 5 ile 81 mg/L arasında değişmiştir.
Depolarda 0,14 ile 0,31 mg/L arasında değişiklik gösteren florür, şebekede 0,04 ile 0,39 mg/L aralığında
gözlenmiştir. Yıllık ortalama değeri 132 mg CaCO3/L olan alkalinite 60 ile 251 mg CaCO3/L aralığında değişirken, sertlik değişimi 68 ile 277 mg CaCO3/L'dir. Nitrat seviyesi ortalama 18 mg/L ve depo ve şebeke
noktalarında 7 ile 38 mg/L arasındadır.
Sonuçlar, Kayseri'de içme suyu kaynağı olan yeraltı suyunun İnsani Tüketim Amaçlı sular Hakkında
Yönetmelik'te belirlenen içme suyu kalitesini sağlamaktadır. Ancak, nitrat değerleri depo ve şebekede beklenen değerlerden yüksek tespit edilmiştir. Yüksek nitrat değerleri yeraltı suyunun kontaminasyona uğramış
olabileceğini göstermektedir. İletkenlikteki geniş değişim aralı yerlatı suyunun temas ettiği jeolojik
formasyondan dolayı olduğu düşünülmektedir. Yeraltı suyu kaynaklarının hepsinin sertliği sert ve çok sert
sınıfında yeralmaktadır. Teşekkür: Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Koordinatörlüğü
tarafından FCD-2015-5940 proje kodu ile desteklenmiştir. Projeye katkılarından dolayı Kayseri Su ve
Kanalizasyon İdaresi (KASKİ)’ye ve Buket Ergin’e teşekkür ederiz.
ANAHTAR KELİMELER: İÇME SUYU, SU KALİTESİ, YERALTI SUYU, KAYSERİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
197
KEÇİ-ÇEVRE-GENETİK-BESLENME-İNSAN SAĞLIĞI
Sözel Bildiri / Tarim
FUNDA ERDOĞAN ATAÇ1, YAKUT GEVREKÇİ1, EMİNE DİLŞAT YEĞENOĞLU2, ÇİĞDEM
TAKMA1, HASAN HÜSEYİN İPÇAK3, MUZAFFER ÇEVİK1,
1EGE ÜNİVERSİTESİ, 2CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ, 3DİCLE ÜNİVERSİTESİ,
Türkiye’de, özellikle Ege Bölgesi’nde keçi yetiştiriciliğinde, entansif ve yarı-entansif yetiştiriciliğe doğru bir
eğilimin olduğu görülmektedir. Bunun sonucu olarak kırmızı ette kalitede, özellikle de yag kalitesi bakımından
insan sağlığını da etkileyebilen farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Bu ayrımın besleme rejimi ile ilişkisi olduğu
kadar, genetik yönü de bulunabilir. Nutrigenomik çalışmalar ile besin-gen ilişkisini gen ekspresyonu düzeyinde
göstermek amaçlamaktadır. Bu çalışmada keçinin çevre, genetik, beslenme ve ürünlerinin insan sağlığı üzerine
etkileri derlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: KEÇİ, ÇEVRE, GENETİK, BESLENME, SAĞLIK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
198
KEDİLERDE KORNEA SEKESTERLERİNİN SAĞALTIMINDA YÜZEYSEL
KERATEKTOMİ SONRASI AMNİYON GREFT UYGULAMASININ ETKİNLİĞİNİN
ARAŞTIRILMASI
Sözel Bildiri / Saglik
Zeynep BOZKAN1, Osman BULUT2, Ayşe İpek AKYÜZ ÜNSAL3, Zeynep BİLGEN ŞEN1, Erol ERKAN3,
Zeynep ERKAN1, Eser ÇAKMAKÇI1, Ali BELGE1,
1Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Aydın, 2Muğla Sıtkı Koçman
Üniversitesi, Milas Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Muğla, 3Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp
Fakültesi, Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, Aydın,
Kedilerde korneal sekester, kahverengi-siyah plaklar şeklinde ortaya çıkan sentral veya parasentral korneal
stromanın koagulasyon nekrozudur. Korneal sekester tek başına medikal olarak tedavi edilebilse bile iyileşme
süresi keratektomi uygulamasına göre çok daha uzun zaman almaktadır. Süperfisyal keratektomi yapılan
vakalarda, hidrofilik yumuşak akrilik lensler veya membrana niktitans flapler gibi postoperatif uygulamaları
yeterli olurken, derin lamellar keratektomi yapılan vakalar için konjuktival greft uygulamaları daha iyi korneal
destek sağlamaktadır. Avasküler bir doku olması, anti-anjiyojenik faktörler içermesi ve proteinaz aktivitesini
engellemesi amniyotik membranı oküler yüzey rekonstruksiyonunda kullanılmak için iyi bir aday olarak öne
çıkarmaktadır.
Çalışma kornea sekesteri tanısı konulan farklı ırk, yaş ve cinsiyette 14 kedi üzerinde yapılmıştır. Klinik ve
oftalmolojik muayeneler sonucunda operatif olarak tedavi edilmesine karar verilen olgularda parsiyel
keratektomiyi takiben amniyon greft uygulaması yapılmıştır. Postoperatif olarak 3 hafta süre ile elizabet yakalığı
ve yapay gözyaşı, antibiyotik damla ve korneal kollagenaz enzim inhibitörü günde 3 kez 3’er damla
uygulanmıştır. Üçüncü hafta sonunda korneal vaskularizasyon devam eden olgularda günde 4 kez kortikosteroid
damla reçete edilmiştir.
Sekester, olguların 10’unda 7 haftada, 3’ünde 12 haftada iyileşmiştir. 1 olguda ise enfeksiyon, düzenli ilaç
kullanamama ve kontrollere gelememe nedeni ile tam iyileşme gerçekleşmemiş, kısmi opasifikasyon
şekillenmiştir.
Bu çalışmada korneal sekester bulunan kedilerde keratektomi sonrasında amniyon greft uygulamasından elde
edilen sonuçların paylaşılması amaçlanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: KEDİ, KORNEAL SEKESTER, KERATEKTOMİ, AMNİYON ZARI, GREFT
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
199
KESTANE KANSERİNİN BİYOLOJİK MÜCADELESİNDE CRYPHONECTRİA
HYPOVİRUS 1 (CHV-1) ALT TİPLERİNİN ÖNEMİ
Sözel Bildiri / Tarim
SERAP AÇIKGÖZ1, ÖMER ERİNCİK1,
1ADÜ ZİRAAT Bitki Koruma ,
Kestane kanser etmeninin biyolojik mücadelesinde Cryphonectria hypovirus 1 (CHV-1) alt tiplerinin seçimi
mücadelenin başarısını doğrudan etkileyen bir faktör olduğu için CHV-1 in alt tiplerinin irdelenmesi bu çalışma
amacını oluşturmuştur.
Kestane kanseri etmeni Cryphonectria parasitica’da hypovirülensliğe dört farklı virüs türü (CHV-1,2,3,4) neden
olmakta ve doğal olarak ya da biyolojik kontrol işlemlerinden sonra ortaya çıkan birçok kestane alanlarında
bulunmaktadır. Bunlardan Cryphonectria hypovirus 1 (CHV-1) dünyada en etkin hypovirülenslik sağlayan tür
olup Asya, Avrupa ve Türkiye’de çok yaygın olarak dağılım göstermektedir. CHV-1, fungusda bazı simptomlara
neden olmakta ve seksüel üremeyi engelleyip aseksüel sporülasyonunu ve büyümeyi azaltmaktadır. CHV-1’in
genetik olarak farklı dört farklı alt tipi vardır ve bunlar Alt tip I, F1, F2 ve D/E olarak adlandırılmıştır. Bu alt tiplerin C. parasitica üzerinde oluşturdukları virülenslik dereceleri arasında farklılıklar vardır. Alt tip I en düşük
virülensliğe, D orta derecede ve F1 ve F2 ise yüksek virülensliğe sahiptirler. F1 ve F2 ile enfekte olan izolatlar
yavaş gelişen kanserler oluşturmakta ve sporulasyon neredeyse tamamıyla engellenmektedir. Bu nedenle F1 ve
F2 alt tipleri biyolojik mücadelede pek tercih edilmemektedirler. Alt tip I ile enfekte olan fungal izolatlar ise
daha büyük yüzeysel kanserler oluşturmakta ve daha fazla konidi üretmektedirler. Bu özelliklerinden dolayı
CHV-1 alt tip I izolatlar doğada hızlı yayılarak daha etkin biyolojik kontrol sağlamaktadırlar. CHV-1 alt tip I
izolatları başarılı bir biyolojik kontrol ajanı oldukları için Asya ve Avrupa’da olduğu gibi Ülkemizde ve Aydın
yöresinde tercih edilmiştir. Bu hipovirüs biyolojik mücadele uygulaması yapılmamış kanserlere ulaşıp daha
sonra kestane alanlarına yayılabilirse C. parasitica popülasyonunda yerleşebilir. Bu da biyolojik mücadelenin
başarılı olduğunu doğrular.
ANAHTAR KELİMELER: KESTANE KANSERİ,CRYPHONECTRİA PARASİTİCA, BİYOLOJİK
MÜCADELE,CRYPHONECTRİA HYPOVİRUS 1, ALTTİPLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
200
KIRSAL KALKINMADA GELİRİN ÇEŞİTLENDİRİLMESİ AÇISINDAN KIRSAL
TURİZMİN ÖNEMİ
Sözel Bildiri / Tarim
MELTEM MERKEZ1, HASAN YILMAZ1,
1Süleyman Demirel Üniversitesi, Zİraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü,
Kırsal turizm, kırsal kalkınma araçlarının en önemlilerinden biridir. Kırsal turizmin, tarım dışı istihdam
olanaklarını oluşturması ve tarım kesimine ek kazanç kaynağı olmasıyla birlikte kent ve köyde yaşayan halkın
hayat koşullarını iyileştirmede ve sürdürülebilirlik çerçevesinde kırsal alanların kalkınabilmesi açısından önemli
bir araçtır. Yapılan çalışmalarda, kırsal ekonominin kırsal alandaki canlılığını ve gelişimini devam ettirebilmesi,
kırsal alanlarda iş ve istihdam fırsatlarının artırılması ve çeşitlendirilmesi; dezavantajlı gruplar ve küçük aile çiftlikleri için gelir olanakları sağlaması için kırsal turizm sektörünün güçlendirilmesi gerekliliği vurgulanmıştır.
Bu çalışmada, ikincil veriler kullanılarak, literatürde bulunan kırsal turizm hakkındaki bilgilerin derlenmesi ve
kırsal turizmin kırsal kalkınma üzerindeki etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: KIRSAL TURİZM, GELİR ÇEŞİTLENDİRMESİ, KIRSAL KALKINMA,
TURİZM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
201
KIŞLIK YETİŞTİRİLEN MERCİMEK (LENS CULİNARİS MEDİC.) GENOTİPLERİNİN
TOHUM VERİMİ ÖZELLİKLERİNE EKİM SIKLIĞININ ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Özge Doğanay ERBAŞ KÖSE1, Hatice BOZOĞLU2, Zeki MUT3,
1BOZOK ÜNİVERSİTESİ, ZİRAAT FAKÜLTESİ, TARLA BİTKİLERİ, 2ONDOKUZ MAYIS
ÜNİVERSİTESİ, ZİRAAT FAKÜLTESİ, TARLA BİTKİLERİ, 3BİLECİK ŞEYH EDEBALİ ÜNİVERSİTESİ, ZİRAAT VE DOĞA BİLİMLERİ FAKÜLTESİ, TARLA BİTKİLERİ BÖLÜMÜ,
Türkiye 430 bin ton mercimek üretimi ile Dünyada üçüncü sırada yer almaktadır. Üretilen mercimeğin sadece %
5.5’inin yeşil mercimek oluşturmatadır. Yozgat 11.7 bin ton ile yeşil mercimeğin en fazla üretildiği ildir. Bu
çalışma, Yozgat koşullarında 2014-2015 ve 2015-2016 yetiştirme sezonunda ekilen 5 kışlık tescilli (Pul 11, Ceren, Ankara Yeşili, Yusufhan ve Kayı 91) ve 4 yerel yeşil mercimek çeşidi üzerine 4 farklı ekim sıklığının
(150-225-300-375 tohum/m2) etkilsini belirlemek amacıyla 2 yıl süreyle denenmiştir. Denemeler bölünmüş
parseller deneme desenine göre ana parsellere genotipler alt parsellere sıklıklar gelecek şekilde 3 tekrarlamalı
olarak kurulmuştur. İki yılın ortalamasına göre genotiplerin bitki boyu 38.5 (Ankara Yeşili) - 49.3 (Yerel-3) cm,
bitkide bakla sayısı 18.6 (Yerel-4) - 28.3 (Ceren) adet, bin tane ağırlığı 31.3 (Ceren)- 55.3 (Yerel-2) g, hektolitre
ağırlığı 77.5 (Yerel-1)- 83.5 (Ceren) kg ve tohum verimi 135.2 (Yerel-2) to 231.1 (Ankara Yeşili) kg da-1
arasında değişmiştir. Sıklık faktörünün önemli çıktığı özelliklerde regresyon analizi yapılmış, tane verimi, bakla
sayısı, bin tane ağırlığına birinci dereceden (P<0.01), hektolitre ağırlığına ikinci dereceden (P<0.05) etkilerin
önemli çıktığı belirlenmiştir. En yüksek tane verimi sırasıyla Ankara Yeşili (231.1 kg da-1), Ceren (215.9 kg da-
1), Pul 11 ( 206.9 kg da-1) and Yusufhan (202.1 kg da-1) çeşitlerinden elde edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: YEŞİL MERCİMEK, TOHUM VERİMİ, YOZGAT, ÇEŞİT, SIKLIK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
202
KLİNİK PATOJENLERE KARŞI STREPTOMYCES VARİABİLİS ERS13 SUŞUNUN
ANTİMİKROBİYAL AKTİVİTESİNİN TARANMASI.
Sözel Bildiri / Cevre
Mustafa ERSAL1, Ali KOÇYİĞİT1, 03500 2,
1Ege Üniversitesi,
Bu çalışmada, klinik patojen organizmalara karşı sucul habitattan izole edilen aktinomiset grubu üyelerinin
antimikrobiyal aktiviteye sahip olduklarını göstermek amaçlanmıştır. Yapılan analizler sonucunda sucul
habitatın aktinomisetler açısından zengin olduğu belirlenmiştir. Ayrıca, bu organizmaların antimikrobiyal
aktiviteye sahip olduğu kanıtlanmıştır.
Cross-streak (Cs) metodu kullanılarak birincil antimikrobiyal aktivite taranmıştır. Aktivite sonuçlarına göre en
aktif olan izolat belirlenmiş ve sonraki çalışmalarda kullanılmıştır. Belirlenen izolatın kodu ERS13'tür. İzolatın
fenotipik ve genotipik özelliklerine göre; beyazımtrak koloni tipinde, aerobik, sıvı ortamda pellet oluşturan,
hareketsiz, filamentli, gram pozitif ve Streptomyces variabilis VITUMVB03 suşuna %99 oranında benzerlik
gösterdiği belirlenmiştir. İkincil antimikrobiyal aktivite taranmasında disk difüzyon metodu kullanılmıştır. Tarama sonuçlarına göre ERS13 izolatı ekstraktesi, Escherichia coli ATCC 29998, Pseudomonas aeruginosa
ATCC 27853, Staphylococcus aureus ATCC 6538 ve Candida albicans patojenlerine karşı sırasıyla 13 mm, 20
mm, 16 mm ve 12 mm inhibisyon zonu oluşturduğu gözlemlenmiştir.
Sonuç olarak, sucul habitat sahip olduğu antimikrobiyal aktivite açısından gelecek vaad eden aktinomiset grubu üyelerinin izolasyonu için verimli bir ortamdır. Bu alanda yapılacak izolasyon işlemleri sonucunda
antimikrobiyal aktivite verimini artırabilmek amacıyla fermentasyon koşulları ve biyosentetik genlerin
ekspresyonu üzerine yoğun çalışmalar yapılmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: SUCUL AKTİNOMİSET, ANTİMİKROBİYAL AKTİVİTE, SEKONDER
METABOLİT, DİSK DİFÜZYON, CROSS-STREAK METODU.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
203
KLİNİKTE HEMŞİRELİK REHBERLERİNİN KULLANIMI: KAROTİS
ENDERTEREKTOMİ ÖRNEĞİ
Sözel Bildiri / Saglik
Nurdan GEZER1, Dilara KUNTER1,
1Adnan Menderes Üniversitesi,
Bu metin, Vasküler Hemşirelik Topluluğu (Society of Vascular Nursing-SVN)’nun ilk olarak 2009 yılında
yayınladığı, 2017 yılında güncellediği “Karotis Endarterektomi Rehberi” Türkçe’ye çevrilmiş ve kanıta dayalı
uygulamaları belirtmek amacıyla özetlenmiştir.
Kanıta dayalı hemşirelik, bireyin fiziksel, ruhsal ve davranışsal sağlığının en iyi şekilde düzenlenebilmesi
amacıyla kanıt düzeyine göre belirlenmiş önerilerin uygulanması olarak belirtilmektedir. Bakım kalitesini
iyileştirmek ve maliyeti azaltmak, hasta memnuniyetini artırmak, hastaya tercih imkanı sunmak, hemşirelerin
yeni gelişmelere ayak uydurmalarına yardımcı olabilmek amacıyla, kanıtların sistematik olarak sunulduğu kanıta
dayalı klinik uygulama rehberleri ya da diğer adıyla kanıta dayalı rehberler geliştirilmektedir. Artan ileri yaş
nüfusu ile en önemli sağlık sorunlarından biri haline gelen karotis arter hastalığına yönelik günümüzde kabul edilen tedabi yöntemi karotis endarterektomidir. Literatür incelendiğinde hemşirelere yönelik klinik rehberlerin
sayı ve içerik olarak yetersiz kaldığı ve ülkemizde karotis endarterektomi cerrahisi ile ilgili hemşirelere yönelik
bir rehberin olmadığı görülmektedir.
Bu rehberde karotis endarterektomi cerrahisi öncesi, sırası ve sonrası bakım alacak hastalara yönelik; etkili ve bireysel bir şekilde hastayı değerlendirme, klinik olarak önerilen uygulama rehberlerine dayalı, güvenilir ve
bakım verici bir çevrede optimal hemşirelik bakımını planlama, uygulama ve değerlendirme hedefleri
açıklanmaktadır.
Sonuç olarak, damar cerrahisi alanında çalışan tüm hemşirelere karotis endarterektomi cerrahisi öncesi, sırası ve sonrası hasta bakımında yol gösterecek bu rehberin, bakım kalitesini ve hasta memnuniyeti arttırabilmesi
amacıyla kullanılması önerilmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: KAROTİS ENDARTEREKTOMİ, REHBERLER, HEMŞİRELİK BAKIMI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
204
KOCAELİ'DE PM2.5' ÇOK HALKALI AROMATİK HİDROKARBANLARIN SEVİYELERİ
VE SAĞLIK RİSKİ
Sözel Bildiri / Cevre
Suheyla ÖZTÜRK1, Deniz GERÇEK1, İsmail Talih GÜVEN2, Mihriban YILMAZ CİVAN2,
1Kocaeli Üniversitesi, 2Kocaeli University,
kmög
ANAHTAR KELİMELER: PAH, PM2.5, RİSK TAHMİNİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
205
KONYA İLİNDEKİ BAZI KAMU VE ÖZEL HASTANELERDEKİ HASTALARDAN İZOLE
EDİLEN KLEBSIELLA PNEUMONIAE SUŞLARININ İZOLE EDİLDİKLERİ YERLERE
GÖRE DAĞILIMI
Sözel Bildiri / Saglik
İHSAN OBALI1, AHMET UYSAL2, EMİNE ARSLAN1,
1Selçuk Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, KONYA, TÜRKİYE, 2Selçuk Üniversitesi, Sağlık
Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Tıbbi Laboratuvar Bölümü, KONYA, TÜRKİYE,
Bu çalışmada, Konya ilindeki çeşitli hastanelerin mikrobiyoloji laboratuvarlarından elde edilen Klebsiella
Pneumoniae (K. pneumoniae) suşlarının izole edildikleri yerlere göre (idrar, kan, yara, balgam, katater, diğer)
dağılımları ve cinsiyetlerdeki oranlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Hastane laboratuvarlarından, Ocak- Ağustos 2017 tarihleri arasında çeşitli klinik örneklerden (idrar, kan, yara
vb.) izole edilen 192 Klebsiella pneumoniae suşları çalışma materyalini oluşturmuştur. Örneklerin identifikasyonu Vitek 2 (bioMerieux, Fransa) identifikasyon kartları ile yapılmıştır. Hasta bilgileri ve izole
edildiği lokaliteler (İdrar, kan, yara, balgam, katater, diğer ) tablo halinde sunulmuştur.
192 K. pneumoniae suşuna en fazla idrar ve sonra kan numunelerinde rastlanmıştır. Bu süre zarfında, K. pneumoniae suşları Konya’daki hastaneler içinden en çok Meram Eğitim Araştırma Hastanesinde ve en çok da
idrar numunesinden izole edilmiştir. Daha sonra sırasıyla kan ve yara kültür örneklerinden izole edilmiştir.
Bakterilerin izole edildiği ikinci sıradaki hastane Beyhekim Hastanesi olup K. pneumoniae en yaygın idrar
numunesinde rastlanmıştır. Daha sonra sırasıyla kan ve yara kültürlerinde izole edilmiştir. Son olarak Medicana
Hastanesinde yine K. pneumoniae suşları en çok idrar numunesinden izole edilmiştir. Daha sonra ise kan ve yara
kültürlerinde rastlanmıştır. Tüm hastanelerden alınan numunelerin izole edildiği bölgelere ve cinsiyet
dağılımlarına göre hastaların sayısına bakıldığında en çok kadın hastaların idrar örneklerinden izole edildiği
tespit edilmiştir. İkinci sırada erkek hastaların kan numunelerinden izole edildiği belirlenmiştir. Son olarak kadın
hastaların yara ve katater kültürlerinde görülmüştür.
192 Klebsiella pneumoniae suşu tüm hastanelerdeki örneklere göre dağılımına bakıldığında en fazla idrar örneği
ve sonra sırasıyla kan ve yara örneklerinde rastlanmıştır. Bu sonuçlar bize K. pneumoniae bakterisinin en çok
idrarda rastlanması idrar yolu iltihabı hastalıklarına neden olduğunu düşündürmüştür. Daha sonrasında kan
yoluyla tüm vücuda yayılabileceğini ve pek çok hastalığın etkeni olabileceğine işaret etmektedir. Yara
kültürlerinde de hızlı çoğalabildiğini söyleyebiliriz.
ANAHTAR KELİMELER: K.PNEUMONIAE, İZOLAT, DAĞILIM, HASTANE, KONYA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
206
KONYA’DAKİ KADINLARIN ÇALIŞMA DURUMLARINA GÖRE BESİN HAZIRLAMA VE
PİŞİRME UYGULAMALARININ BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Beslenme
Muhammet Ali CEBİRBAY1, Ebru BAYRAK1, Nazan AKTAŞ1,
1SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ BESLENME VE DİYETETİK BÖLÜMÜ,
Çalışma, Konya’daki kadınların besin hazırlama ve pişirme yöntemleri konusundaki uygulamalarını belirlemek
amacıyla planlanmıştır.
Araştırmada tarama modeli kullanılmış olup, örneklemi Konya il merkezinde yaşayan 18-65 yaş arasındaki
kadınlardan olasılıklı örnekleme yöntemiyle seçilen 400 birey oluşturmaktadır. Veriler yüz yüze görüşme tekniği
kullanılarak anket formu aracılığıyla elde edilmiştir. Anket formunda kadınların demografik bilgileri ile sebze,
süt ürünleri, et-yumurta, kuru baklagil ve tahıllara yönelik besin hazırlama ve pişirme uygulamalarının
belirlenmesine ilişkin sorulara yer verilmiştir.
Kadınların 18-29, 30-50 ve 50 yaş ve üzerindeki dağılımı sırasıyla %33.5, %48.8 ve %17.7 olarak bulunmuştur.
Kadınların eğitim durumu; %39.5’i üniversite mezunu, %25’i ilkokul, %20.8’i lise, %9.8’i ortaokul mezunu
olarak belirlenmiştir. Kadınlar meslek gruplarına göre; ev hanımı, memur ve serbest meslekte çalışanlar sırasıyla
% 50, % 29.6 ve % 18.3 olarak ayrılmıştır. Düzenli olarak ev dışında yemek yeme durumları çalışan kadınlarda
%32.5, çalışmayanlarda ise %17.5 olarak bulunmuştur. Çalışan kadınların %53.5’i sebzeleri kendi suyunda veya
az suda pişirirken, çalışmayan kadınlarda bu oran %70 olup; sebzeleri pişirme yöntemleri arasındaki fark anlamlıdır (p<0.05). Çalışan ve çalışmayan kadınların etleri pişirirken en çok tercih ettikleri yöntemin kavurma
olduğu (sırasıyla %42.5 ve %48.5) belirlenmiştir Çalışan kadınların %62'si kuru baklagillerin haşlama suyunu
dökerken, çalışmayan kadınların %62.5'i haşlama suyunu dökmemektedir. Sütlü tatlı yapımında çalışan
kadınların %36.5’i çalışmayanların ise %49.5’i şekeri en son bileşen olarak kullanmaktadır. Çalışan kadınların
%93.5'i, çalışmayanların %91'i tahıl yemeklerinde kavurma işlemini uygulamaktadır.
Kadınların çalışma durumlarına göre besin hazırlama ve pişirme uygulamaları açısından farklılıklar bulunmakla
birlikte, elde edilen sonuçlar besin gruplarına yönelik sağlıklı ve doğru yöntemlerin tercih edilmediğini
göstermektedir. Kadınlara besinlerin satın alınmasından başlayarak hazırlama, pişirme, muhafaza ve servis
aşamalarında sağlıklı uygulamalar hakkında bilgi verilmesi ve bu konuda farkındalığın arttırılması
gerekmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: BESİN HAZIRLAMA, PİŞİRME YÖNTEMLERİ, KONYA, KADIN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
207
KRİYOJEL TAŞIYICIYA İMMOBİLİZE EDİLMİŞ LAKKAZ ENZİMİ İLE BOYAR
MADDE RENKSİZLEŞTİRİLMESİ
Sözel Bildiri / Cevre
Rukiye YAVAŞER1, Arife Alev KARAGÖZLER1,
1Adnan Menderes Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü Biyokimya Anabilim Dalı,
Tekstil endüstrisinde kullanılan boyar maddeler genellikle aromatik organik yapılı bileşiklerdir. Bu boyar
maddeler ışığa, biyolojik degradasyona, ozona ve diğer parçalayıcı etkenlere karşı dayanıklıdırlar. Yüksek
Biyolojik Oksijen İhtiyacı (BOİ) ve Kimyasal Oksijen İhtiyacı (KOİ)’na sahip; krom, kobalt, nikel, bakır gibi
ağır metal içeren bu kimyasalların çevreye doğrudan salınması kaygı oluşturmaktadır. Geleneksel atık su arıtma
yöntemleri, boyar madde giderimi konusunda yetersiz kaldığından bu konudaki çalışmalara hız kazandırılmaya
ve çeşitli fiziksel, kimyasal ve biyolojik yöntemler geliştirilmeye çalışılmaktadır.
Birçok substratı okside edebilme yeteneği ile biyoteknolojide yüksek uygulama potansiyeline sahip olan lakkaz
enzimi, boyar maddelerin renginin giderilmesi veya atık suların arıtımı gibi alanlarda uygulama bulan bir
oksidoredüktazdır. Bu çalışmada Trametes versicolor kaynaklı lakkaz enzimi, kriyojelasyon tekniği ile üretilen ve epoksi grupları ile fonksiyonelleştirilen poliakrilamid-aljinat temelli kriyojellere kovalent olarak immobilize
edilmiştir. Tekstil endüstrisinde kullanılan, farklı molekül yapısında ve farklı renklerdeki Congo Red, Trypan
Blue, Sunset Yellow FCF, Fast Green FCF ve Chlorazol Black boyar maddelerinin immobilize lakkaz enzimi
kullanılarak renksizleştirilmeleri incelenmiştir.
Üretilen kriyojelin yüzey morfolojisi SEM tekniği ile görüntülenmiş ve gözenekli bir yapıda olduğu
belirlenmiştir. Yüzey alanı BET tekniği ile 6.6 m2/g olarak belirlenmiş, FTIR spektrumundan kriyojel yapısına
giren fonksiyonel gruplar saptanmıştır. Kriyojellerin bir gramı başına optimum koşullarda (0.1 M pH 3.0 sitrat-
fosfat tamponu, 25°C, 120 dk) 68.7 mg lakkaz immobilize edilmiş ve enzimin kriyojele kovalent olarak
bağlandığı EDX ölçümleri ile belirlenmiştir. Congo Red, Trypan Blue, Sunset Yellow FCF, Fast Green FCF ve
Chlorazol Black boyar maddelerinin immobilize lakkaz enzimi tarafından renksizleştirilmeleri zamana bağlı
olarak incelenmiştir. Her bir boyar maddenin 0.05 mg/mL derişimindeki çözeltileri kriyojellerden sürekli
sistemde geçirilmiş ve her 30 dakika sonunda UV-Vis spektrumları alınarak renksizleşme reaksiyonu takip
edilmiştir. Zamanla azalan absorbans değerleri boyar madde gideriminin gerçekleştiğini göstermiştir.
Trypan Blue, Fast Green FCF ve Sunset Yellow FCF boyalarını içeren çözeltiler yaklaşık % 85-95 oranında
renksizleştirilirken, Congo Red ve Chlorazol Black boya çözeltileri daha düşük oranda (~%75)
renksizleştirilmiştir. Bu tür tekrar kullanılabilen ve kararlı yapıda olan enzim temelli sistemlerin, çevre dostu bir
yaklaşımla boyar madde giderimi sağlayacağı düşünülmektedir. Bu çalışma ADÜ-BAP tarafından FEF-15024
nolu proje olarak desteklenmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: KRİYOJEL, İMMOBİLİZASYON, LAKKAZ, BOYAR MADDE
RENKSİZLEŞTİRİLMESİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
208
KRONİK BÖBREK YETMEZLİĞİ OLAN HASTALARDA TEDAVİYE UYUMLA İLİŞKİLİ
FAKTÖRLER: ANKSİYETE, DEPRESYON, HASTALIK ALGISI
Sözel Bildiri / Saglik
Zeynep GÜNEŞ1, Dilek ACAR2,
1Adnan Menderes Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi, 2Adnan Menderes Üniversitesi,
Bu araştırma, kronik böbrek yetmezliği olan, hemodiyaliz tedavisi uygulanan hastaların tedaviye uyum
düzeylerinin belirlenmesi, anksiyete, depresyon ve hastalık algısı ile tedaviye uyum arasındaki ilişkinin
değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır.
Yöntem: Bu çalışmaya, diyaliz merkezlerinde tedavi alan 236 hasta katılmıştır. Veriler“Tanıtıcı Özellikler Bilgi
Formu, Diyaliz Diyet ve Sıvı Kısıtlamasına Uyumsuzluk Ölçeği, Morisky 8-Maddeli İlaca Uyum Anketi, Beck
Depresyon Envanteri, Beck Anksiyete Envanteri, Kısa Form Hastalık Algısı Ölçeği” kullanılarak elde edilmiştir
Katılımcıların yaş ortalaması 61.27 (±14.09)’ dir. Katılımcıların %53.8’ inin erkek, %84.3’ ünün evli ve %64.8’
inin ilköğretim mezunu olduğu belirlenmiştir. Hastaların %36.4’ ünün diyetine, %37.3’ ünün sıvı kısıtlamasına,
%50.8’ inin ilaç tedavisine uyum sağladığı belirlenmiştir. Kadınlar erkeklere, hastanede tedavi alanlar özel
merkezlere, hastalık yönetimi hakkında bilgisi olanlar olmayanlara, sağlık personeli ile yeterli iletişime sahip
olanlar olmayanlara göre tedavi rejimine anlamlı düzeyde uyum sağlamaktadırlar. Anksiyete ve depresyon
düzeyi arttıkça tedavi rejimine uyum azalmaktadır. Hastalık algısı alt boyutlarından kişisel kontrol, tedavi yararı,
hastalığı anlama algısı tedavi rejimine uyumu etkilemektedir.
: Olumlu hastalık algısı tedaviye uyumu olumlu etkilerken, anksiyete, depresyon olumsuz etkilemektedir
ANAHTAR KELİMELER: HASTALIK ALGISI, ANKSİYETE, DEPRESYON, TEDAVİYE UYUM,
KRONİK BÖBREK YETMEZLİĞİ,
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
209
KSİLANAZ İNHİBİTÖRLERİ VE EKMEK ÜRETİMİNDEKİ ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Gida
Burak ALTINEL1, Kübra TULUK1,
1Ege Üniversitesi,
Bu derlemenin amacı; tahıllarda bulunan doğal ksilanaz inhibitörleri hakkında literatürdeki mevcut çalışmaları
inceleyerek derlemektir.
Tahıllarda bulunan ksilanaz inhibitörü proteinlerin varlığı ilk olarak buğday ununda ve 1997 yılında tespit
edilmiştir (Debyser, Derdelinckx, & Delcour, 1997, ss. 153–156). Takip eden yıllarda yapılan çalışmalar
sonucunda günümüzde, üç farklı ksilanaz inhibitor sınıfının varlığı bilinmektedir. Bunlar; Triticum aestivum
ksilanaz inhibitörü (TAXI-Triticum aestivum Xylanase Inhibitor), ksilanaz inhibe edici protein (XIP-Xylanase
Inhibitor Protein) ve taumatin (Thaumatococcus daniellii bitkisinin tohumlarından elde edilen tatlı özelliklerdeki
protein) benzeri ksilanaz inhibitörüdür (TLXI-Thaumatin Like Xylanase Inhibitor) (Dornez vd., 2010, ss. 246).
Ekmek üretiminde yaygın olarak kullanılan ksilanazların etkisini sınırlayan veya engelleyen önemli faktörlerden
bir tanesi de farklı tahılların doğal yapısında bulunan ve TAXI, XIP, TLXI adları ile anılan farklı özelliklerdeki
ksilanaz inhibitörleridir. Çavdarda bulunan ve SCXI-I, SCXI-II, SCXI-III, SCXI-IV adları ile anılan izo-
inhibitörlerin, arpada bulunan ve HVXI adıyla anılan inhibitörün, buğdayda bulunan TAXI ksilanaz inhibitörleri
ile benzer özellik ve etki mekanizmasına sahip oldukları belirlenmiştir. TAXI ksilanaz inhibitörlerinin GH11
ailesine ait ksilanazlar üzerinde etkili olduğu ancak GH10 ailesine ait ksilanazlar üzerinde etkili olmadığı, XIP
ksilanaz inhibitörlerinin ise GH10 ve GH11 ailelerine ait fungal ksilanazlar üzerinde etkili olduğu belirtilmiştir.
Ksilanaz inhibitörlerinin bu etkileri sebebiyle ve ksilanaz enziminden beklenen faydanın sağlanması amacıyla, ekmek üretiminde daha fazla miktarda ksilanaz kullanılması önerilebilir. Ancak bu durum, üretim maliyetinin
artmasına sebep olacaktır. Diğer taraftan, ksilanaz inhibitörlerinin varlığı ile arabinoksilanların aşırı hidrolizinin
engellemesinin ekmek üretiminde fayda sağlayabileceği de dikkate alınması gereken bir durumdur. Bu
sebeplerle, doğal ksilanaz inhibitörlerine karşı dirençli ksilanazların üretimi konusunda ve üretilecek yeni
enzimlerin ekmek üretimindeki etkilerinin belirlenmesi konusunda yapılacak kapsamlı çalışmalar bilimsel ve
endüstriyel açıdan önem teşkil etmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: KSİLANAZ ENZİMİ, TAXI KSİLANAZ İNHİBİTÖRÜ, XIP KSİLANAZ
İNHİBİTÖRÜ, TLXI KSİLANAZ İNHİBİTÖRÜ, EKMEK ÜRETİMİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
210
KURUTULMUŞ IHLAMUR ÇİÇEKLERİNİN DEĞİŞİK ÇÖZÜCÜLERDEKİ
EKSTRAKTLARININ BAZI GIDA PATOJENLERİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİNİN DİSK
DİFÜZYON METODU İLE BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Gida
Gökhan AKARCA1,
1Afyon Kocatepe Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü,
Ihlamur; Tiliaceae familyasına ait çoğunluğu ağaç, bazen de boylu çalı halinde, kışın yaprağını döken, odunsu
bir bitkidir. Daha çok çiçekleri olmak üzere, çiçek durumunun orta damarından çıktığı brakteler de çiçekler ile birlikte drog olarak kullanılmaktadır. Ihlamur; şeker, yağ, kateşin ve gallik asit, tanin, polifenolik bileşikler,
organik asit, mineral tuz, amino asit, vitamin ve uçucu yağ gibi birçok farklı molekülleri içerir. Etken bileşikleri:
Müsilaj (T. plathyphyllos %6.5, T. rubra %6.2, T.tomentosa %7.2); flavonlar, özellikle kempferol ve kersetin
türevleri; %2 civarında tanen ve lökoantosiyanidin ;% 0.02-0.1 oranında uçucu yağ taşımaktadır. Bu çalışmada
ıhlamur bitkisinin çiçeklerinin toplanıp kurutularak, farklı çözücüler içerisinde (Etanol, Metanol, Aseton,
Kloroform ve Distile Su) ekstraklarının çıkartılması bu ekstrakların bazı gıda patojenleri üzerindeki
antibakteriyel etkisinin disk difüzyon metodu ile belirlenmesi amaçlanmıştır.
Araştıma sonucunda; en fazla etki 20 mm dilusyon çapı ile Staphylococcus aureus karşı distile su içerisinde
çıkartılan ekstrakta gözlenirken, bunu 19 mm dilusyon çapı Enterococcus faecalis ve 18 mm lik zon çapları ile
Escherichia coli ve Salmonella Typhi ‘ye karşı yine distile su içerisinde çıkartılan ekstraklarda gözlenmiştir.
Elde edilen sonuçlar Eucast, CLSI ve Ulusal Mikrobiyoloji laboratuvarlarının referans değerleri ile
kıyaslandığında; dört patojenin de ıhlamur çiçeğinin distile su ekstraktına karşı duyarlı olduğu belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: IHLAMUR, EKSTRAKT, GIDA PATOJENİ, DİSK-DİFÜZYON,
ANTİMİKROBİYAL
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
211
KÜLTÜR KOŞULLARINDA ASYA KEDİ BALIĞI (PANGASİUS HYPOPHTHALMUS) VE
AVRUPA YILAN BALIKLARINDA (ANGUİLLA ANGUİLLA) MEYDANA GELEN
SÜPERSATÜRASYON VAKASI
Sözel Bildiri / Tarim
Sema MİDİLLİ1, Mehmet GÜLER1, Deniz ÇOBAN1,
1Adü Ziraat Fakültesi Su Ürünleri Mühendisliği Bölümü,
Çalışmada kültür koşullarında beslenen Asya kedi balığı ve Avrupa yılan balıklarında karşılaşılan
süpersaturasyon vakasının dokulardaki olumsuz etkisinin histolojik yöntemle ortaya koyulması amaçlanmıştır.
Her bir gazın çözünürlüğü, o gazın kütlesi, atmosferdeki kısmi basıncı, sıcaklık ve diğer çeşitli etkenlere bağlı
olarak belirlenir. Canlıların yaşam kaynaklarından oksijen (% 21), atmosferdeki azotun (% 79) kısmi basıncının
sadece dörtte birine sahip olurken, uygun koşullarda azotun iki katı olarak çözünür. Bu nedenle, sudaki oksijen
(% 35) nitrojen formunda kendine kıyasla bir buçuk katı kadardır (% 65). Bu durumda uygun basınç ve sıcaklıkta su içerisinde çözünebilen gazların süpersature olması balıklarda gaz baloncuklarının yol açtığı çeşitli
dolaşım problemlerine yol açarak organlarda dejenerasyonlara, bu durumun iyileştirilememesi ise ölümlere yol
açmaktadır. Bu vakada, Ekim 2016’da suyun gaz süpersaturasyonu sonucu yeni öldüğü tespit edilen 44,88 gr ile
62,91 gr arasında 5 adet yetişkin Asya kedi balığı (Pangasius hypophthalmus) ve 22,1 gr ile 64,6 gr arasında 6
adet genç Avrupa yılan balığıyla (Anguilla anguilla) çalışılmıştır. Üretim tankları 1 ton hacimli kare şeklindedir.
Su yaklaşık 60-80 metre derinlikten çıkarılarak hydro-cyclon tipi kaba filtreden geçirilmektedir. Vakanın
gerçekleştiği Ekim ayı için su sıcaklığı yaklaşık olarak 18,5°C, debisi 0,25 L/sn, çözünmüş oksijen değeri 8mg/l,
oksijen saturasyonu %89 olarak kaydedilmiştir.
Klinik bulgularda balıklar yüzeyde ağızları açık ve hava keseleri şiş şekilde ölü bulunmuştur. Makroskobik
bulgularda kedi balıklarında solungaçlar anemik, iç organlar arasında özellikle mide ve bağırsaklarda hava
kabarcıkları izlenmiştir. Mikroskobik bulgularda solungaçlarda lameller yapışmalar izlenmiştir. Karaciğer
hepatositlerinde hafif dejenerasyon, karaciğer ve dalak hiperemik, böbrekler hem hiperemik hem de tübüllerde
dejenerasyonlar kaydedilmiştir. Yılan balıklarında makroskobik olarak solungaçlar kanlı ve hava kabarcıklı, iç
organları saran damarlarda, mide ve böbreklerde hava kabarcıkları izlenmiştir. Mikroskobik bulgularda
solungaçların sekonder filament epitellerinde kalkmalar, ödem ve bazı lamellerde yapışma derecesinde hiperplazi dikkat çekicidir. Dalaklar hiperemik ve melanomakrofaj odaklarında hafif artış, barsak lümeni
hiperemik ve villuslar dejeneratif olarak kaydedilmiştir.
Tank sistemlerinde kullanılan suyun yer altından yüksek debi ile alınması ve yeterince havalandırılmaması
sonucunda süpersatürasyon vakaları meydana gelebilmektedir. Bu sebeple üretim tanklarının ana su girişine uygun yer altından çıktıktan sonra suyun havalandırılarak gaz doygunluğunun düzenlenmesi ya da bu mümkün
değilse her bir üretim tankının başına su girişine saturasyon kolonlarının konularak suyun gaz doygunluğunun
artırımının sağlanması gerekmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: SÜPERSATURASYON, ASYA KEDİ BALIĞI, AVRUPA YILAN BALIĞI,
HİSTOLOJİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
212
KÜTAHYA'DA SATIŞA SUNULAN HAZIR ÇORBALARDA MİKROBİYOLOJİK
KALİTENİN BELİRLENMESİ/DETERMİNATİON OF MİCROBİOLOGİCAL QUALİTY İN
İNSTANT SOUPS MARKETED İN KUTAHYA
Sözel Bildiri / Gida
Aysel GÜLBANDILAR1,
1Dumlupınar Ünv. Altıntaş MYO,
Bu çalışmada Kütahya piyasasında satışa sunulan 3 çorba firmasının ortak üç çeşidi araştırma materyali olarak
belirlenmiştir. Sıcak su içerisinde çözünebilen domates, yayla, tarhana çorbaları mikrobiyolojik açıdan
incelenenecektir.
Her türden beş adet çorba alınacaktır. Bu örneklerde toplam mezofilik aerobik bakteri (TMAB), küf, maya,
Staphylococcus aureus koliform grubu mikroorganizmalar belirlenerek, bu değerlerin Türk Gıda Kodeksi'ne
uygunluğu araştırılacaktır.
Hazır çorbalardan izole edilecek olan bakteriler üzerine Vankomycin, Levofloxasin and Cefepime antibiyotik
inhibisyon zonlarının etkisi incelenecektir.
ANAHTAR KELİMELER: HAZIR TOZ ÇORBA, ANTİMİKROBİYAL DUYARLILIK,
MİKROBİYOLOJİK KALİTE,
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
213
LACTATE DEHYDROGENASE ACTIVITY OF EDIBLE DUNG BEETLES AS AN
ASSESSMENT OF CYTOTOXICITY
Sözel Bildiri / Saglik
Özlem ÖZDEMİR TOZLU1, Hasan TÜRKEZ1, Ümit İNCEKARA2,
1Erzurum Teknik Üniversitesi, 2Atatürk Üniversitesi,
Dünyanın birçok bölgesinde geleneksel bir gıda olarak tüketilen böcekler potansiyel bir gıda ve protein
kaynağını temsil etmektedir. Yenilebilir böcekler, insanlar için gerekli olan enerji ve proteini sağlamaktadır.
Ayrıca, bakır, demir, magnezyum, manganez, fosfor, selenyum ve çinko gibi çeşitli mikrobesinlerin yanı sıra
riboflavin, pantotenik asit, biyotin açısından da zengindirler. Ancak, alerjen ve zehirli maddelerin muhtemel
içeriğinden dolayı böcekler bir besin kaynağı olarak tüketilirken dikkatli olunması gerekmektedir. Bu çalışmada, yaygın olarak yenen bir böcek türünün antiproliferatif ve/veya sitotoksik potansiyelini kültürlenmiş insan
periferik lenfosit hücrelerinde araştırmayı amaçladık.
Böcek örneğinin sulu ekstreleri çeşitli konsantrasyonlarda (0–800 mg/L) kültüre alınmış kan hücrelerine 48 saat
süre ile uygulanmıştır. Böcek ekstraktlarının toksisitesini belirlemek için LDH salınımı testi yapılmıştır. Bu çalışmanın sonuçları, 0-200 mg/L konsantrasyonundaki ekstraktların hücrelerin LDH aktivitesini
değiştirmediğini, 400 mg/L'den daha yüksek konsantrasyonlarda ekstraktların kontrol grubuna göre LDH
seviyesini arttırdığını göstermiştir
Bu gözlemler, bu böcek ekstraktının yüksek konsantrasyonlarda olası toksik etkileri göz önünde bulundurularak
güvenle kullanılabileceğini göstermektedir.
ANAHTAR KELİMELER: YENİLEBİLİR BÖCEKLER, DUNG BÖCEKLERİ, İNSAN LENFOSİT
HÜCRELERİ, LDH ANALİZİ, SİTOTOKSİSİTE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
214
LAKTOBASİLLUS TÜRLERİNİN CLOSTRİDİUM TYROBUTYRİCUM FAM25553
ÜZERİNDE BİYOKORUYUCU OLARAK KULLANILMA POTANSİYELİ
Sözel Bildiri / Gida
BURCU ÖZTÜRK1, ÇİSEM BULUT ALBAYRAK2, ZİBA GÜLEY3, HAYRİYE ŞEBNEM HARSA1,
1İZMİR YÜKSEK TEKNOLOJİ ENSTİTÜSÜ, 2ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ, 3ALANYA
ALAADDİN KEYKUBAT ÜNİVERSİTESİ,
Laktik asit bakterileri (LAB) özellikle Laktobasillus türleri patojenik ve çürükçül bakterileri önleyen çeşitli
antimikrobiyal maddeler üretirler. Bu maddeler arasındaki organik asitler, hidrojen peroksit ve bakteriyosinler
önemli rol oynarlar. Peynir önemli bir fermente süt ürünü olup teknolojik peynir üretim sürecinde LAB yer
almaktadır. Clostridium türleri peynirlerin olgunlaşma süresince ciddi kusurlara neden olabilir. Geç şişme kusuru peynir üretiminde en önemli problemlerden birisi olup, Clostridium tyrobutyricum türleri bu problemden
sorumlu olan en temel mikroorganizma olarak bilinir. Sporları peynire işlenecek sütün pastörizasyonu boyunca
canlı kalabilir, daha sonraki süreçte Clostridium’ların peynirdeki gelişimi yoğun gaz üretimi, istenmeyen tat ve
koku oluşumu ile sonuçlanabilir. Antimikrobiyal aktiviteye sahip laktik asit bakterileri (LAB) Clostridium
türlerinin sebep olduğu peynirlerdeki şişme kusurlarını azaltıcı potansiyele sebep olabilirler. Biyokoruyucu
yaklaşımlar bu tip problemlerin çözümlenmesi için geliştrilebilirler ve antiklostridial etkiye sahip LAB bu
problemlerin azaltılmasında kullanılabilirler.
Bu çalışmanın amacı, Kapadokya bölgesi Çömlek peynirlerinden izole edilen (21 izolat) Laktobasillus türlerinin
Clostridium tyrobuyricum FAM22553 üzerine antiklostridial aktivitesini belirlemek ve bu antiklostridial
maddelerin yapısını incelemektir.
Antiklostridiyal aktivite hücre içermeyen süzüntüler (CFS) kullanılarak incelenmiştir. CFS elde etmek için
LAB’leri MRS’de büyütülüp hücreler santrifüjle ayrılmıştır. Mikroplaka ve agar disk difüzyon metotları
kullanılarak CFS’lerinin antiklostridial etkilerinin taranması için kullanılmıştır. Antiklostridial maddelerin
kimyasal yapısını incelemek için bazı uygulamalar yapılmıştır. Temel olarak, CFS’lara 80⁰C’de 60,30 ve 10 dk.,
2M NaOH ile nötralizasyon uygulanmıştır. 21 izolat arasından 16 izolat Cl.tyrobutyricum FAM25553 üzerinde
engelleyici etki göstermiştir. Isı muamelesi süresi boyunca antiklostridial maddelerin etkisinde herhangi bir
değişim olmadığından dolayı ısı bu maddelerin aktivitesini etkilememiştir. Fakat engelleyici potansiyele sahip bu
maddeler pH nötralizasyonu sonrası aktivitelerini kaybetmişlerdir. Bu sonuçlarda göstermektedir ki CFS’ların
antiklostridiyal etkileri LAB’nin pH’yı düşürme kapasiteleri ve ürettikleri organik asitlerle yakından ilgilidir.
Hücre içermeyen süzüntülerin antiklostridiyal madde olarak peynir üretiminde kullanılması ilginç bir strateji
olabilir. Bu sonuçlar göstermiştir ki, peynir orijinli LAB türleri peynir kusurlarıyla ilişkili zararlı
mikroorganizmaların engellenmesi için değerli potansiyele sahiptir ve böylece biyokoruyucu amaçlar için
önerilebilirler.
ANAHTAR KELİMELER: LAKTOBASİLLUS,CLOSTRİDİUM TYROBUTYRİCUM, BİYOKORUYUCU
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
215
LAMP-LFD YÖNTEMİ KULLANILARAK CLAVİBACTER MİCHİGANENSİS SUBSP.
SEPEDONİCUS PATOJENİNİN HIZLI VE HASSAS TANISI
Sözel Bildiri / Tarim
M.Sc. Hasan SAĞCAN1, Doç. Dr. Neslihan TURGUT KARA1,
1İstanbul Üniversitesi,
Bitki hastalıkları, dünya genelinde düşük tarımsal verimliliğin en önemli nedenlerinden biridir. Bitki
patojenlerinin erken tanısı ve tedavisi, patojenlerin yayılmasının ve olası mali kayıpların önlenmesinde kritik
öneme sahiptir. Bitki hastalıklarını tespit edebilmek için yaygın olarak kullanılan laboratuvar bazlı birçok
nükleik asit ve protein tanı yöntemi mevcuttur. Ancak çoğu tanı yönteminin uygulanması için kompleks
cihazlara ve uzman kişilere gereksinim duyulmaktadır. Bu durum, bitki hastalıklarının hızlı ve sahada tanısına yönelik geliştirilecek yöntemlerin önünde engel oluşturmaktadır. İlmiğe dayalı izotermal amplifikasyon (LAMP)
olarak adlandırılan yöntem ile primerlerin tasarım biçimi ve kullanılan Bst DNA polimeraz enzimi nedeniyle
bütün reaksiyon izotermal olarak gerçekleştirilebilmektedir. Bu yöntem kullanılarak, sahada kullanıma uygun
tanı yöntemlerinin gelişmesi mümkün olmaktadır.
Bu çalışmada, LAMP yöntemi ve yanal akışlı test stripleri (LFD) kullanılarak patates halka çürüğü patojeni
Clavibacter michiganensis subsp. Sepedonicus için konvensiyonel ya da gerçek zamanlı PZR’den daha hızlı
tespit sistemi geliştirildi. Ayrıca LAMP ürünlerinin görüntülenmesinde jel elektroforez yöntemi, yanal akışlı test
stripleri ve kolorimetrik LAMP yöntemi kullanıldı.
LAMP reaksiyonu dış ve iç primerler ile Bst polimeraz enzimi kullanılarak gerçekleştirildi. Reaksiyon sıcaklığı
70 °C ve süresi 60 dakika olarak belirlendi. 16-23S rDNA IGS’nin 6 farklı bölgesine spesifik LAMP primerleri
ve prob, PrimerExplorer V5 programı kullanılarak tasarlandı. LFD için Biotin işaretli FIP primeri ve FAM
işaretli prob kullanıldı. Tanı konulması amacıyla kullanılması gereken en düşük DNA miktarının ya da diğer bir
deyişle yöntemin hassasiyetinin 10 pg/µl DNA olduğu belirlendi. Süre ve kullanım kolaylığı açısından yanal
akışlı test stripleri ve kolorimetrik LAMP yönteminin, saha çalışmalarına daha uygun olduğu sonucuna varıldı.
Geliştirilen sistemde, kompleks cihaz veya diğer laboratuvar ekipmanlarına ihtiyaç duyan görüntüleme
yöntemleri kullanılmamaktadır. Sonuç olarak, patates halka çürüğü patojeninin tanısı için yüksek performanslı,
PZR dayalı yöntemlere göre nispeten kısa analiz süresine ve basit kullanıma sahip LAMP-LFD yöntemi
geliştirildi.
ANAHTAR KELİMELER: İLMİĞE DAYALI İZOTERMAL ÇOĞALTMA, CLAVİBACTER
MİCHİGANENSİS SUBSP. SEPEDONİCUS, YANAL AKIŞLI TEST STRİBİ, HASTA BAŞI-YERİNDE
TANI, BİTKİ HASTALIKLARI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
216
LEONARDİTİN HARRAN OVASI KOŞULLARINDA PAMUKTA UYGULANMASININ
TOPRAKTA BULUNAN BAZI ELEMENTLERE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Nesibe Devrim ALMACA1, Abdullah Suat NACAR1, Sibel SÖYLEMEZ1, Müslüm COŞKUN1,
1GAP Tarımsal Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, Şanlıurfa,
Bu çalışma ile 2010 -2011 yılları arasında Şanlıurfa Harran Ovası koşullarında TKİ (Türkiye Kömür İşletmeleri)
tarafından üretilen sıvı K-humat ürünlerinin bitkisel üretimde kullanılması olanaklarının araştırılması
amaçlanmıştır.
Leonarditin pamuk bitkisinde verime ve verim unsurlarına etkisini belirlemek için sürdürülen çalışma GAP
Tarımsal Araştırma Enstitüsüne ait deneme alanlarında yürütülmüştür. Denemede pamuk çeşidi olarak
Stoneville-468 kullanılmış olup, tesadüf blokları deneme desenine göre 4 tekrarlamalı olarak kurulmuştur.
Deneme alanına 16 kg/da N ve 7 kg/da P2O5 olarak gübreleme yapılmıştır.
Pamukta toprağa uygulanan leonardit konuları 0 kg/da, 7,5 kg/da, 15 kg/da, 30 kg/da, 60 kg/da, 120 kg/da dır.
Leonarditin pamukta uygulaması verim sonuçları incelendiğinde 2010 yılında 319,52 - 368,57 kg/da arasında
verimler elde edilmiştir. 2011 yılında 344,3 - 556,8 kg/da arasında verimler elde edilmiş dozlar arasında %1
önem seviyesinde farklılık oluşmuştur.
Araştırmada her 2 yılda hasat sonrasında tüm parsellerden 0-20 cm derinliğinde toprak örnekleri alınarak
analizleri yapılmıştır. Yapılan analizler sonucunda topraklar; saturation, pH, EC CaCO3:P2O5 K2O, Organik
Madde, Bakır, Demir, Mangan ve Çinko içeriği yönünden değerlendirilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: HARRAN OVASI, LEONARDİT, PAMUK, TOPRAK, BESİN ELEMENTLERİ
İÇERİĞİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
217
MAKRO-OMURGASIZLARIN SU KİRLİLİĞİ TESPİTİNDE KULLANILMASI
Sözel Bildiri / Cevre
Semra KÜÇÜK1,
Adnan Menderes Üniversitesi Ziraat Fakültesi Su Ürünleri Mühendisliği Bölümü, 09100 Aydın
Özet:
Su kirliliği günümüzde önemli bir sorun oluşturmaktadır. Endüstriyel, evsel, tarımsal ve madensel faaliyetler
sonucunda oluşan atık sular çevrede en yakın bulunan deniz, göl, akarsu kaynaklarına kısmen veya hiç arıtma
yapılmaksızın deşarj edilmektedir (Marcussen ve ark., 2007). Bu durumda, bu kaynaklarında su kalitesi
bozulmakta ve bular da yaşayan canlıları olumsuz etkilemektedir. Su kaynaklarının su kalitesini belirlemek için
fiziko-kimyasal parametrelerin ölçümleri yapılmaktadır. Fakat, bu ölçümler anlık değerleri göstermektedir. Oysa
ki, su kaynağında yaşayan bentik makroomurgasız çeşitliliğine bakılarak su kalitesi sınıflandırmasının yapıldığı
indeksler (BMWP, ASPT) mevcuttur. Bu konuda yapılmış çalışmalar bulunmaktadır (Kucuk ve Alpbaz, 2008;
Varnosfaderany ve ark., 2010; Lock ve ark., 2011; Zeybek ve ark., 2014).Bu şekilde yapılmış su kalitesi
tespitleri o su kaynağının daha gerçekçi su kalite sınıflandırmasını göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Su Kirliliği, Makro-omurgasız, Su Kalitesi
DETERMİNATİON OF WATER POLLUTİON BY USAGE OF MACROİNVEBRATES
Abstract:
Nowadays, water pollution is an important problem. Waste water from industrial, domestic, agricultural, mineral
activities is discharged to the nearest sea, lake, river sources after particial purification or without purification
(Marcussen ve ark., 2007). In this situation, waterquality becomes worse in that water source and their aquatic
organisms are affected negatively. Physicochemical parameters are measured to determinate water quality in
water sources. However, these water quality values demonstrate only one moment situation. Whereas, there are
indexes (BMWP, ASPT) that classify that source by determination of macroinvertebrate community. There are
some studies about this subject (Kucuk ve Alpbaz, 2008; Varnosfaderany ve ark., 2010; Lock ve ark., 2011;
Zeybek ve ark., 2014). This water quality determination shows a more real classification for that area.
Keywords: Water Pollution, Macroinvertebrate, Water Quality
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
218
MAMUN (UPOGEBİA PUSİLLA PETAGNA, 1792) BİREYLERİNDE ET VERİMİNİN
MEVSİMSEL DEĞİŞİMİ
Sözel Bildiri / Tarim
Aysun KÜÇÜKDERMENCİ1, Aynur LÖK1, Ali KIRTIK1, Evrim KURTAY1, Altan LÖK1, Filiz
ÖZTEKİN1,
1Ege Üniversitesi,
İzmir Körfezinden toplanan mamunların et verimini belirlemek
Özet Bu çalışmada, sublitoral kıyısal alanlarda kumlu ve killi yapıya sahip sedimentte yaygın olan Akdeniz
çamur karidesi (Upogebia pusilla), İzmir-Tuzla kıyılarından (İzmir Körfezi) toplanan mamunların mevsimlik
olarak biyometrik ölçümleri değerlendirmeye alınmışve et verimleri belirlenmiştir. Elde edilen veriler sonucunda
dişi bireylerin total boy ortalamaları 49,91±2,93 mm ile 52,31±1,78 mm arasında, karapas boy ortalamaları ise
16,03±0,61 mm ile 17,59±0,78 mm arasında değişim göstermiştir. Et verimi en yüksek %14,49±0,71 ile
ilkbaharda hesaplanmıştır. Erkek bireylerin ise yıllık total boy ve karapas boy ortalamaları 51,80±2,31 mm
17,29±0,74 mm, ağırlık en yüksek 2,63±0,37 g olarak ölçülmüştür. Erkek bireylerde en yüksek et verimi yaz
mevsiminde % 19,31±0,83 olarak hesaplanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: MAMUN, UPOGEBİA PUSİLLA, ET VERİMİ, İZMİR KÖRFEZİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
219
MARMARA DENİZİ’NDE İSTİLACI TÜR OLARAK YAYILIM GÖSTEREN RUDİTAPES
PHİLİPPİNARUM’UN MOLEKÜLER YÖNTEMLE TESPİTİ
Sözel Bildiri / Tarim
Emel ÖZCAN GÖKÇEK1, Sefa ACARLI2, Bilge KARAHAN1, Pervin VURAL2, Evren KOBAN
BAŞTANLAR1, Raziye IŞIK3,
1Ege Üniversitesi, 2Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, 3Namık Kemal Üniversitesi,
Marmara deniz ekosistemi içinde dört adet istilacı çift kabuklu yumuşakça türü (Crassostrea gigas, Anadara
inaequivalvis, Mya arenaria ve Ruditapes philipinarium) gün geçtikçe artan bir yayılım göstermektedir. Bir çift
kabuklu türü olan Manila kum midyesi (Ruditapes philippinarum)’de bu türlerden biri olup, yerli tür olan
Ruditapes decussatus’un habitatına giriş yapmış durumdadır. Her iki tür de hem avcılık hem de akuakültür açısından önemli bir yere sahiptir. Yerli türün habitatına olan etkilerinin ortaya konması için istilacı türün
yayılımının ve iki tür arasındaki etkileşimlerin tespit edilmesi gerekmektedir. Fakat her iki türün morfolojik
benzerlikleri ve sahip oldukları plastisite yüzünden morfometrik yöntemlerle tanımlanmalarında zorluklarla
karşılaşılmaktadır. Bu çalışmada; iki türün yayılımı ve etkileşimini araştırmak için belirlenmiş Marmara’daki 5
istasyondan (Çardak, İzmit, Florya, Marmara Ereğlisi ve Mamun) örnekleme yapılarak; ayrımlamada türe özgü
sonuç veren 2 adet moleküler belirteçten (ITS2 ve 5SrDNA) yararlanılması amaçlanmıştır.
Marmara Denizin’den morfolojik olarak tanımlanarak örneklenen toplam 110 adet kum midyesinin moleküler
analizi ITS2 ve 5SrDNA genetik belirteçleri yardımıyla yapılmıştır. PZR analizi sonucunda, ITS2 bölgesi için;
29 birey R. decussatus’a özgü 482 bp ve 80 bireyse R. philippinarum’a özgü 565 bp uzunluğunda bant vermiştir.
5SrDNA bölgesi için; 25 birey R. Decussatus’a özgü 593 bp ve 83 birey R.philippinarium’a özgü 526 bp
uzunluğunda bant vermişlerdir. Yapılan analizlere göre Çardak istasyonunda her iki türe rastlanırken İzmit,
Florya, Marmara Ereğlisi ve Mamun’da sadece R. philippinarum’a rastlanmıştır. Çardak istasyonunda 2 bireyde
ise 5SrDNA bölgesi için her iki bantın varlığı tespit edilmiştir.
İstilacı tür olan Manila kum midyesinin Marmara denizindeki varlığı genetik belirteçlerle ortaya konmuştur.
Yerli kum midyesi yataklarının, istilacı türle olası etkileşimlerden (hibritleşme vb.) korunması için
R.philippinarum’un sularımızdaki yayılımının kısıtlanması gerekmektedir. Ayrıca anaç stoklarının korunması
sürdürülebilir üretimi için de çok önemli bir konudur. Çalışma TÜBİTAK 114O356 no’lu projeden
desteklenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: RUDİTAPES PHİLİPPİNARUM, RUDİTAPES DECUSSATUS, İSTİLACI
TÜR, ITS2, 5SRDNA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
220
MARUL İRİ DAMAR HASTALIĞI (LETTUCE BİG VEİN DİSEASE, LBVD)’NIN
SAPTANMASI VE KARAKTERİZASYONU
Sözel Bildiri / Tarim
Havva Nur SAĞLAM 1, Muharrem Arap KAMBEROĞLU1,
1Çukurova Üniversitesi,
Bu çalışma, 2015- 2017 yılları arasında sonbahar ve kış aylarında, Adana ve Mersin illerinde yaygın olarak
marul yetiştiriciliği yapılan alanlarda, Marul iri damar hastalığı (Lettuce big-vein disease, LBVD)’nın
saptanması, bu hastalığa neden olan virüs veya virüs kompleksinin belirlenmesi (MiLBVV (ve/veya LBVaV) ve
bu etmenlerin karakterizasyonu amacıyla yürütülmüştür.
Bu çalışma, 2015- 2017 yılları arasında sonbahar ve kış aylarında, Adana ve Mersin illerinde yaygın olarak
marul yetiştiriciliği yapılan alanlarda, Marul iri damar hastalığı (Lettuce big-vein disease, LBVD)’nın
saptanması, bu hastalığa neden olan virüs veya virüs kompleksinin belirlenmesi (MiLBVV (ve/veya LBVaV) ve
bu etmenlerin karakterizasyonu amacıyla yürütülmüştür. Arazi çıkışlarında, simptomatolojik olarak LBVD ile
enfekteli olduğundan şüphelenilen toplam 160 adet marul bitkisinden örnekleme yapılmıştır. ELISA testleri sonucunda, 52 marul örneği MiLBVV ile enfekteli bulunmuştur. LBVD’ye sebep olan etmenlerin belirlenmesi
amacıyla, MiLBVV (MiLBVV(1); MiLBVV(2)) ve LBVaV (VP-248;VP-249)’ye spesifik primer çiftleri
kullanılarak yapılan RT-PCR çalışmaları sonucunda, 21 örnekte MiLBVV, 16 örnekte ise, MiLBVV ve LBVaV
karışık enfeksiyonu saptanmıştır. LBVD simptomu gösteren marul bitkilerinde tek başına LBVaV enfeksiyonu
saptanmamıştır. Bu çalışma, tek başına MiLBVV veya MiLBVV+LBVaV karışık enfeksiyonunun LBVD’ye
neden olduğu sonucunu ortaya koymuştur. Moleküler karakterizasyon çalışmaları sonucunda, seçilen
MiLBVV’nin Adana ve Mersin izolatları filogenetik ağaç üzerinde kendi aralarında ayrı birer grup oluştururken,
Adana ilinden, Yakapınar (2-MilBVV 1 E10), Yumurtalık (6-MiLBVV 1 G10) ve Yüreğir (4-MiLBVV 1 F10)
izolatları, Arjantin ve İran izolatları ile Mersin ilinden Yenice 1 (11-MiLBVV 2 H10) ve Yenice 2 (12-MiLBVV
2 E11) izolatları ise, Hollanda ve Mısır izolatları ile aynı grupta yer almışlardır. Bunun yanında, LBVaV’nın
Yüreğir izolatı (4-VP 248 A12), Suudi Arabistan, Avustralya, Hollanda, İngiltere ve ABD izolatları ile benzerlik
göstermiştir.
ANAHTAR KELİMELER: MARUL, LBVD, DAS-ELISA, RT-PCR, DİZİ ANALİZİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
221
MEKANİK VENTİLASYON DESTEĞİNDEKİ HASTALARDA AĞIZ BAKIMI
UYGULAMALARI
Sözel Bildiri / Saglik
Sercan ÖZDEMİR1, Gülengün TÜRK1, Duygu ASPALI1,
1Adnan Menderes Üniversitesi,
Mekanik ventilasyon desteğindeki hastalarda ağız bakımı uygulamalarının incelenmesi amacıyla yazılan bu
derlemede oral değerlendirme, ağız bakımında kullanılan solüsyon, araç-gereç ve yöntemler ile ağız bakım
sıklığı konusunda güncel literatürde yer alan bilgilere yer verilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: AĞIZ BAKIMI, HEMŞİRELİK, ÖNLEME, MEKANİK VENTİLASYON
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
222
MELALEUCA ALTERNİFOLİA (ÇAY YAĞI) ESANSİYEL YAĞI İÇEREN KOLLAGEN
HİDROLİZATI FİLMLERİNİN GELİŞTİRİLMESİ VE KARAKTERİZASYONU
Sözel Bildiri / Cevre
Şükrü ÖMÜR1, Buğra OCAK2,
1Adnan Menderes Üniversitesi, 2Ege Üniversitesi,
Bu çalışmanın amacı, biyopolimer filmlerin kaynağı olarak kolajen hidrolizat kullanarak, çevresel sorunları
azaltmak ve sürdürülebilir bir çözüm sağlamak için biyobozunur filmlerin geliştirilmesidir.
Farklı konsantrasyonlarda (% 0,% 5,% 15 ve% 25 w/w) çay ağacı esansiyel yağı kullanılarak hazırlanan kolajen
hidrolizat filmlerinin renk, şeffaflık, mekanik ve ışık geçirgenliği özellikleri araştırılmıştır.
TTO uygulamasının, kolajen filmlerin suya karşı direncini arttırdığı ve bunların çözünürlüğünü azalttığı
bulunmuştur. Kopma uzaması değerinde ve ışık bariyeri özelliklerinde ise gelişme olduğu gözlenmiştir.
Bu sonuçların tümü, gelişmiş özelliklere sahip kolajen hidrolizat filmleri gibi yeni çevre dostu malzemelerin
geliştirilmesi ve deri ve ambalaj endüstrilerinden kaynaklanan atık kirliliğinin azaltılması için yapılabilecek yeni
araştırmalara yol göstermesi açısından önemlidir.
ANAHTAR KELİMELER: KOLAJEN, MELALEUCA ALTERNİFOLİA, BİYOPOLİMER FİLMLER,
ÇEVRE.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
223
MEME KANSERİNDEN KORUNMADA SEBZE VE MEYVELERİN ROLÜ
Sözel Bildiri / Saglik
Fatma KARTAL1, Gizem HELVACI2, Nurcan YABANCI AYHAN3,
1Gümüşhane Üniversitesi , 2Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, 3Ankara Üniversitesi,
Bu derlemenin amacı literatürde sebze ve meyve tüketiminin meme kanserinin önlenmesindeki rolü ile ilgili
yapılan çalışmaları bir araya getirmektir.
Dünya genelinde en sık teşhis edilen kanser türlerinden biri olan meme kanseri kadınlar arasında kanserler
nedeniyle meydana gelen ölümlerin başlıca nedenidir. Türkiye’de meme kanseri insidansı doğuda 100.000 kişide
20 kişi, batıda ise 100.000 kişide 40-50’dir. Meme kanserinin önlenmesine yönelik beslenme ile ilgili tavsiyeler
sıklıkla alkol, kırmızı et ve hayvansal yağların azaltılmasını, posanın, sebze ve meyvelerin arttırılmasını içerir.
Epidemiyolojik çalışmalar, sebze ve meyve yönünden zengin bir beslenme tarzının beklenen yaşam süresini
uzattığını ve kronik hastalıkların insidans ve prevalansını azaltmada önemli bir yeri olduğunu göstermiştir. Sebze
ve meyveler meme kanserine karşı koruyucu bir faktör olarak ele alınmaktadır. Bu besinler fitosteroller, C ve E
vitaminleri ve beta karoten gibi anti-karsinojenik özellikleri olan maddeleri içerirler. Bunun dışında, tümör hücre
proliferasyonunu azaltarak ve apoptozisi arttırarak tümör ilerlemesini azaltır. Ayrıca meme kanseri riskini
antioksidan kaynakları olarak da azaltabilirler.
Sonuç olarak sebze ve meyvelerden zengin bir diyet, meme kanserine karşı savaşan birçok bileşen içermesi
nedeniyle meme kanseri riskini azaltabilir. Sebze ve meyvelerin meme kanseri riski ile ters yönde ilişkili
olduğunu gösteren çalışmalar olsa da bu konuda daha fazla araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: MEME KANSERİ, SEBZE, MEYVE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
224
MERMER OCAĞININ AĞAÇLARIN YETİŞME ORTAMI VERİMLİLİĞİNE OLAN
ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Cevre
Emre KUZUGÜDENLİ1, Hüseyin GÖKTAŞ1, Canpolat KAYA1, Ayhan AKYOL1,
1ISPARTA UYGULAMALI BİLİMLER ÜNİVERSİTESİ,
Açık ocak işletmeciliği, toprak ve bitki örtüsünün kaldırılması ile gerçekleştirilmektedir. Bitki ve toprak
örtüsünün kaldırılması ve mermer üretimi sonucunda moloz ve toz artıkların ortaya çıkması sonucu canlılar
etkilenmektedir. Bu etki sonucu bitkiler, yaban hayvanları, böcekler ve toprak altı ve üstünde yaşayan
mikroorganizmaların habitatları yok olmakta ve ekosistem bozulabilmektedir. Gerçekleştirilen bu çalışama da
Isparta yöresinde yer alan bir açık mermer ocağının çevresine olan etkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Araştırma alanını Isparta yöresinde ki bir Mermer ocağının da içinde yer aldığı karaçam meşcereleri
oluşturmaktadır. Araştırma alanı içersin de benzer yetişme ortamı koşullarına sahip 30 örnek alan seçilmiş ve bu
alanlar içerisinde bonitet endeksini belirlemek için en boylu 4 ağaçta yaş ve boy ölçümleri yapılmıştır. Mermer
ocağının yetişme ortamına olan etkisini belirlemek içinde örnek alanın mermer ocağına olan mesafesi kaydedilmiştir. Gerçekleştirilen istatistiksel analizler sonucunda mermer ocağına olan yatay mesafenin yetişme
ortamının verimliliği üzerinde anlamlı etkisinin olduğu belirlenmiştir (P<0,05).
Başta Isparta olmak üzere mermercilik faaliyetinin yoğun olarak yapıldığı yörelerde çevre ile uyum
çalışmalarının ekosistemi en az etkileyecek şekilde yapılması en uygun yaklaşım olarak belirlenmelidir. Ayrıca maden ocağı işletmeciliğinde açık ocak işletmeciliği yerine yer altı işletmeciliğinin tercih edilmesi, çevreye
etkisinin daha az olması ve görsel kirlilik oluşturmaması açısından tarafımızdan önerilmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: ISPARTA, KARAÇAM (PİNUS NİGRA), BONİTET ENDEKSİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
225
MEYVE SULARI İÇİN ÖNERİLEN TERMAL PASTÖRİZASYON PARAMETRELERİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
Sözel Bildiri / Gida
Sefa IŞIK1, Zeynal TOPALCENGİZ1,
1Muş Alparslan Üniversitesi,
Meyve sularında patojen mikroorganizmaların ısıl işlem ile inaktive edilmesi, minimum zaman ve sıcaklık
koşullarını gerektirmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde meyve suyu pastörizasyon standartları, risk olarak
görülen Şiga toksin üreten Escherichia coli (STEC), Salmonella türleri ve Listeria monocytogenes
popülasyonlarının 5-log indirgenmesini sağlamak için gerekli minimum zaman ve sıcaklık (71°C’de 3 saniye)
göz önünde bulundurularak belirlenmiştir. Standardın yayınlanmasından itibaren ayrıntılı çalışmalar
yayınlanmıştır. Bu bakımdan termal pastörizasyon parametrelerinin doğrulanması önemlidir.
Bu çalışmanın amacı, meyve sularında Şiga toksin üreten Escherichia coli , Salmonella türleri ve L.
monocytogenes’in termal inaktivasyonu için önerilen proses parametrelerinin yeniden hesaplanmasıdır.
Çalışmada, meyve sularında ki hedef patojenler için yayınlanmış termal ölüm parametreleri (D- ve z-değerleri)
detaylı bir literatür taraması ile toparlanmıştır. D-değerlerinin logaritmaları, elma, portakal ve çalışılan tüm
meyve sularında pastörizasyon parametrelerinin yeniden hesaplanması için sıcaklıklara (° C) karşı çizilmiştir.
İstenilen sıcaklıkta (T = 71.1° C) tüm patojenlerin (min) 5-log indirgemesi için gereken zamanı hesaplamak için
lineer regresyon çizgileri (y = mx + n) denklemi 5DT = 5 × antilog (mT + n)'a dönüştürülmüştür. z-değerlerini belirlemek için aynı regresyon çizgilerinin (m) eğimi kullanılmıştır. Hesaplamalarda kullanılan STEC,
Salmonella türleri, ve L. monocytogenes'in D-değerleri elma suyunda 84, 16 ve 8, portakal suyunda 38, 32 ve
24, tüm meyve sularında ise 164, 59 ve 38 olarak belirlenmiştir.
Hesaplamalara göre, tüm patojenlerin 5-log indirgenmesi, sırasıyla elma suyu, portakal suyu ve tüm meyve suları için 8.1, 6.8 ve 6.8'lik bir z-değeri ile 47, 36 ve 48 saniye ısıl işlem gerektirmektedir. Bu değerler önerilen ısıl
işlem süresinin çok üzerindedir. Bu çalışmada sunulan veriler, meyve suları için tavsiye edilen pastörizasyon
parametrelerinin etkinliği hakkında yararlı bilgiler sağlamaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: MEYVE SUYU, PASTÖRİZASYON, PATOJEN MİKROORGANİZMA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
226
MEYVE VE SEBZELERDE PESTİSİT KALINTILARI
Sözel Bildiri / Tarim
İlknur KAPİZ1, Cafer TURGUT1,
1Adnan Menderes Üniversitesi ,
Yaş meyve ve sebzeler hayatımızda oldukça önemlidir. Dünyada ve Türkiye’de tüketim için yaş meyve sebze
önemli bir yere sahiptir ve Türkiye için ihracatta en büyük sıkıntılardan biriside pestisit kalıntılarıdır. Türkiye’de
diğer ülkelere oranla daha az pestisit kullanılmaktadır ancak ülkemizde heterojen bir dağılım olduğu
bilinmektedir. Ürünlerimiz gıda kontrol laboratuvarlarımızda kontrol edilerek ihracata gönderiyor olsa da sebze
ve meyvelerin en fazla yetiştirildiği alanlar yoğun pestisit kullanılan alanlardır. Ürünlerimizin üzerindeki pestisit
kalıntıları insanların sağlığı için çok önemli sorun oluşturduğu gibi ülkemiz ihracatın da önemli engeller
oluşturmaktadır. Rusya ile 2006 yılında başlayan ve halen devam eden yaş meyve ve sebze ihracatı problemleri
ve AB’den zaman zaman geri döndürülen ürünlerimiz buna örnek gösterilebilir. Yapılan bazı çalışmalar, RASFF verileri ve EFSA raporları incelendiğinde meyve ve sebzelerde pestisit kalıntı probleminin olduğu net bir şekilde
görülmektedir. Bu çalışmada da yaş meyve ve sebze üretimindeki pestisit kalıntı çalışmaları ve ihracat sorunları
araştırılmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: PESTİSİT, PESTİSİT KALINTILARI, SEBZE, MEYVE, İHRACAT
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
227
MISIR GUTASYON SIVISINDA CLOTHIANIDIN KALINTINTISININ KİNETİĞİ - İLK
SONUÇLAR
Sözel Bildiri / Tarim
Cafer TURGUT1, İlknur KAPİZ1,
1Adnan Menderes Üniversitesi,
Mısır ülkemizde en yaygın olarak ekimi yapılan tarla bitkilerindendir. İnsan beslenmesinde olduğu gibi hayvan
beslenmesinde de geniş kullanım alanı bulmaktadır. Mısır ekim sırasında ve sonrasında tarlada zararlı ve
hastalıklardan yoğun şekilde etkilenmektedir bunu önlemek için mısır tohumları neonikotinoid grubu ilaçlarla
ilaçlanmaktadır. Bu uygulanan ilaçlar bitkilerin çimlenmesiyle bitkide bitki tarafından taşınmakta ve özellikle
sabahları erken saatlerde gutasyon sıvısına karışmaktadır. Gutasyon sıvısı ise arılarda ciddi ölümlere sebebiyet vermektedir. Bu çalışmada gutasyon sıvısı düzenli olarak toplanmış ve clothianidin analizleri yapılarak arılara
karşı risk durumu belirlenmiştir. Bu çalışmada ilacın konsantrasyonunun zamanla düştüğü fakat tam yok
olmadığı gözlemlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: KALINTI, MISIR, NEONİKOTİNOİDLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
228
MISIR KOÇANININ BİYOYAKIT POTANSİYELİNİN ARTTIRILMASINI ETKİLEYEN
FAKTÖRLERİN BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Cevre
Ece Ümmü DEVECİ1, Çağdaş GÖNEN1,
1Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi,
Tarımsal ve agro endüstriyel atık olarak tanımlanan ve ekonomik değeri çok düşük olan mısır koçanı mısır
üretiminden gelen bir tarımsal atıktır. Bu atığın Lignoselülozik ve selülozik yapısı biyoyakıt üretiminde önemli
bir potansiyele sahiptir. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) verilerine göre, Türkiye’de 2015 yılında 6,4 milyon
ton mısır üretimi gerçekleşmiştir. Mısır/Koçan oranı 100:18 olduğu düşünüldüğünde, yıllık koçan miktarı 2015
verilerine göre yaklaşık olarak 1,152 milyon tondur. Tarlada kalan mısır koçanı daha çok yakılarak tüketilmektedir. Bilimsel çalışmalarda ise atıksu arıtımı, adsorpsiyon gibi birçok çalışmada kullanılmaktadır. Son
yıllarda biyoyakıt üretiminde tarımsal ve agro-endüstriyel atıklardan sürdürülebilir ve yenilenebilir enerji
üretebilmek oldukça ilgi görmektedir. Bu çalışmada Plackett–Burman design kullanılarak dört faktörün (zaman,
sıcaklık, mesh, katı dozu ve kimyasal (H2O2)) etkisi gösterilmiştir
Elde edilen verilere göre mısır koçanından üretilen hidrolizatlarda toplam şeker değerinde zaman ve sıcaklık
parametreleri hidrolizatta toplam şeker derişimi üzerine etkisiz iken, katı ve kimyasal dozunun pozitif etki
gösterirken meshin negatif etkili olduğu belirlenmiştir. Hidrolizatta indirgen şeker derişimine sıcaklık ve
kimyasal dozu etkisiz iken, zaman ve katı dozu pozitif etkili iken mesh negatif etkili olarak belirlenmiştir.
Elde edilen bu sonuçlar optimum üretim koşullarının belirlenmesinde önemli rol oynayacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: MISIR KOÇANI, PLACKETT-BURMAN, INDİRGEN ŞEKER, TOPLAM
ŞEKER, ÖN İŞLEM, HİDROJEN PEROKSİT.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
229
MİKORİZA AŞILAMASI, FARKLI DOZLARDA MAGNEZYUM VE FOSFOR
UYGULAMALARININ BUĞDAY BİTKİSİNİN GELİŞİMİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Ahmet ALMACA1, Halide YILDIZTEKİN2,
1Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi Ve Bitki Besleme Bölümü, Şanlıurfa, TÜRKİYE , 2Harran
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Toprak Bilimi Ve Bitki Besleme Anabilim Dalı, Şanlıurfa, TÜRKİYE,
Bu çalışma, mikoriza aşılaması, farklı dozlarda magnezyum ve fosfor dozu uygulamalarının Harran serisi
toprağında yetiştirilen buğday bitkisinin gelişimi ve fosfor alımına etkisini belirlemek amacıyla yürütülmüştür
Araştırma sera koşullarında yürütülmüştür. Buğday çeşidi olarak Fırat-93, mikoriza aşılamasında ise Glomus
mossea kullanılmıştır. Fosfor dozları 0, 3, 6 ve 9 kg P2O5 da-1 ve magnezyum dozları 0, 2.5 ve 5 kg Mg da-1
olarak uygulanmıştır. Fosfor kaynağı olarak triple süper fosfat ve magnezyum kaynağı olarak magnezyum sülfat
kullanılmıştır. Çalışma, faktöriyel tesadüf parselleri deneme deseninde 3 tekerürlü olarak kurulmuştur.
Mikoriza aşılaması yapılan ve 0, 3, 6, 9 kg da-1 P2O5 uygulanan konularda üst aksam ağırlığı 3.15 g bitki-1
olarak en yüksek 6 kg da-1 P2O5 konusunda belirlenmiştir. Mikoriza ve fosfor interaksiyonu istatistiksel açıdan
önemsiz bulunmuştur. Üst aksamda en yüksek fosfor içeriği mikoriza aşılanmış, 9 kg da-1 P2O5 uygulamasında
%0.38 olarak belirlenmiştir.
Mikoriza, fosfor ve magnezyum sülfat uygulamalarında üst aksamda fosfor içeriği değerleri arasındaki
farklılıklar her uygulama kendi içinde değerlendirildiğinde istatistiksel açıdan önemli bulunmuştur.
Uygulamalarda mikro element içerikleri açısından, çinko dışında önemli farklılık belirlenmemiştir.
ANAHTAR KELİMELER: MİKORİZA, MAGNEZYUM, FOSFOR, BUĞDAY
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
230
MİKROALG EKSTRELERİNİN LCMS/MS ÇALIŞMALARINDA FENOLİK BİLEŞİKLER
İÇİN UYGUN STANDARDİZASYON YÖNTEMİNİN BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Gida
Alper Baran SÖZMEN1, Dr. Erhan CANBAY2, Prof. Dr. Eser YILDIRIM SÖZMEN2,
1İZMİR YÜKSEK TEKNOLOJİ ENSTİTÜSÜ, 2EGE UNİVERSİTESİ,
Son yıllarda gıdalarda fenolik bileşiklerin tayini için diğer cihazlara üstünlükleri nedeniyle "ultra high
performance liquid chromatograpghy mass spectrophotometric" yöntemler önerilmeye başlanmıştır. LC MS/MS
tekniği analiz süresinin kısalığı, daha hassas ölçümler yapılması, düşük miktarlardaki moleküllerin belirlenmesi
gibi avantajlara sahiptir. Su ve gıdalarda fenolik moleküllerin tayini için UHPLC MS/MS cihazı yaygın olarak
kullanılmasına karşılık bugüne kadar alglerin fenolik içeriği tayininde kullanılmadığı görülmüştür. Bu çalışmada amacımız yeşil bir mikroalg olan Chlorella miniata türünün yapısında bulunan fenolik moleküllerin LC MS/MS
ile tayini için uygun koşulların ve özellikle yoğun matris etkisi hesaba katılarak; yöntemin belirlenmesidir.
Alg ekstrelerinde kıyasla daha yüksek konsantrasyonlarda rastlanılmış olan kafeik asit, salisilik asit, trans-
sinamik asit, vanilik asit, siyanidin, kuarsetin ve ellagik asit bileşiklerine ait sonuçlar karşılaştırıldığında görülmüştür ki konvansiyonel standart yöntemi %10-%30 arasında daha düşük sonuçlar göstermiştir bu da
matris etkisinin İnternal ve Eklemeli standart yöntemleri ile azaltıldığının bir göstergesidir. Ek olarak çalışma
boyunca karşılaşılan kromotagramlar da bu iddiayı desteklemekte ve konvansiyonel yöntem ile ölçümlerin düşük
hassasiyete sahip olduğunu göstermektedir. Kullanılan diğer yöntemler olan internal standart ve eklemeli
standart yöntemlerinin karşılaştırması belirleme ve nicelik sınırları karşılaştırılarak yapılmıştır. Bu karşılaştırma
sonucunda internal standart yönteminin daha düşük sınırlar sergilediği dolayısıyla yüksek matris etkisine sahip
ekstrelerde kullanıma daha uygun olduğu gösterilmiştir.
Çalışma sonucunda LCMS/MS prosedürlerinde Konvansiyonel Standardizasyon yönteminin matris etkisi sebebi
ile özellikle matris etkisinin yoğun olduğu alg ekstreleri ya da bitki ekstreleri gibi örneklerde göreceli olarak
düşük bir hassasiyet sergilediği gösterilmiştir. Bu matris etkisinin ortadan kaldırılması ya da zayıflatılması için
İnternal Standardizasyon ya da Eklemeli Standardizasyon yöntemleri önerilmiş ve iki yöntemin arasında bu
çalışma boyunca kullanılan Fenolik Bileşikleri belirlemede İnternal Standart yönteminin daha yüksek hassasiyet
sağladığı saptanmıştır. Fazla sayıda farklı fenolik bileşik taraması yapılacak çalışmalarda farklı fenolik bileşik
grupları için farklı internal standart’ların kullanımının daha hassas ve kesin sonuçlar ortaya çıkaracağı
hesaplanan belirleme ve nicelik sınırları göz önünde bulundurularak söylenebilir.
ANAHTAR KELİMELER: LCMS/MS, FENOLİK BİLEŞİKLER, MİKROALG, STANDARDİZASYON
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
231
MUĞLA ‘DA SEYAHAT KAYNAKLI SITMA OLGUSU
Sözel Bildiri / Saglik
Funda SANKUR1, Ayşe Ferhan AKGÜL1,
1Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,
Muğla'da seyahat kaynaklı sıtma olgusunu sunmaktır.
ANAHTAR KELİMELER: SITMA, SEYAHAT, MUĞLA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
232
MUSLUK SUYU KONSANTRASYONLARINI KULLANARAK BANYOLARDA
TRİHALOMETAN (THM) KONSANTRASYONLARININ MODELLENMESİ
Sözel Bildiri / Cevre
Mesut GENİŞOĞLU1, Sait Cemil SOFUOĞLU1,
1İZMİR YÜKSEK TEKNOLOJİ ENSTİTÜSÜ,
Dezenfekte edilmiş musluk suyundan kaynaklanan karsinojenik ve toksik trihalomethanların (THM) solunması
nispeten yüksek maruziyet dozlarına sebep olabilmektedir. Ancak, bu bileşiklerin analizlerin zor ve pahalı
olması sebebiyle iç havada konsantrayonları genellikle yayınlanmamıştır. İç havada THM konsantrasyonlarının
tahmin edilmesi için çift-direnç teorisi kullanılabilmektedir. Sıcaklığın yükselmesiyle THM oluşumu
artmaktadır. Bu sebeplerden ötürü musluk suyu konsantrasyonlarını kullanarak iç ortam hava
konasntrasyonlarının belirlenmesi için THM oluşum hızı modeli ve çift-direnç teorisi birleştirilmiştir.
Modellenen ısıtılmış musluk suyu (40 ºC) THM konsantrasyonları musluk suyu (15 ºC) konsantrayonlarından
%7 daha yüksektir. Isıtılmış musluk suyunda ortalama THM konsantrasyonları kloroform, diklorobromometan,
dibromoklorometan ve bromoform için sırasıyla 6.82, 5.78, 4.08, and 0.97 µg/L olduğu tahmin edilmiştir. Bu bileşiklerin banyo iç havasında ortalama konsantrasyonları sırasıyla 40.3 µg/m3, 30.2 µg/m3, 18.2 ve 3.66
µg/m3 olduğu modelleme ile belirlenmiştir.
Modellenen iç hava THM konsantrasyonları solunum yoluyla oluşacak maruziyetlerin önemli seviyelerde
olabileceğini göstermektedir.
ANAHTAR KELİMELER: BANYO, İÇ ORTAM HAVASI, KONSANTRASYON MODELLEME,
MUSLUK SUYU, TRİHALOMETAN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
233
MUTANT ELMA POPÜLASYONUNDA SONBAHAR YAPRAK RENK DEĞİŞİMİ
Sözel Bildiri / Tarim
Ayşe Nilgün ATAY1, Ersin ATAY2, Burak KUNTER3,
1Meyvecilik Araştırma Enstitüsü, Eğirdir/ISPARTA, 2Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Gıda Tarım Ve
Hayvancılık Meslek Yüksekokulu, Bitkisel Ve Hayvansal Üretim Bölümü, Bahçe Tarımı Programı,
Burdur, 3Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Sarayköy Nükleer Araştırma Ve Eğitim Merkezi, Ankara,
Elmanında yer aldığı gibi ılıman iklim meyve türlerinde, sonbaharda yapraklara yeşil rengi veren klorofil
parçalanmaya başlar ve yaprak dökümü öncesi renk değişimleri meydana gelmektedir. Sonbaharda görülen bu
farklı yaprak renklerinin basitçe yaprak yaşlanmasının tesadüfi ürünü olmadığı kabul edilmekte ve bu konuda
foto-koruma ve hayvan-bitki etkileşimlerine dayanan farklı hipotezler öne sürülmektedir. Özellikle antosiyanin
kaynaklı kırmızı gibi koyu pigmentli yaprakların koruyucu veya savunma gibi bir işaret taşıdığı
düşünülmektedir. Bu çalışmada, sonbahar renkleri hakkındaki mevcut bilgi birikimini arttırmak ve konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olabilmek amacıyla ‘Amasya’ elmasında gama ışını uygulaması ile geliştirdiğimiz
mutant popülasyonumuzda (n=375) sonbahar yaprak rengi değişimleri incelenmiştir. Renk kodlamaları her çeşit
veya mutant adayı birey için ayrı ayrı değerlendirilmiştir.
Yapılan değerlendirmeler sonucunda popülasyonun %82’sinin sonbaharda sarı yaprak rengine sahip olduğu ve orijinal ‘Amasya’ elması ile aynı yaprak rengi grubunda yer aldığı belirlenmiştir. ‘Granny Smith’, ‘Crissp Pink’
ve ‘Braeburn’ gibi ticari çeşitlerin sonbaharda yaprak renklerinin ‘Amasya’ elmasına kıyasla oldukça yeşil
kaldığı belirlenmiştir. Popülasyonda yaprak rengi tamamen kırmızı olan birey bulunmadığı tespit edilmiştir.
Ancak oldukça koyu pigmentlere sahip sarı-kırmızı grupta toplam popülasyonun %15’ini oluşturan 58 birey yer
almıştır. Bu gruptaki L* ve ho değerlerindeki azalış, daha yüksek antosiyanin pigmentine sahip olduğunun bir
göstergesidir. Daha net bir polimorfizme sahip oldukları için yaprak rengi farklı mutantlar ile yapılacak sonraki
çalışmalar sonbahardaki bu renk değişimlerinin anlaşılmasında önemli katkılar sağlayabilecektir.
ANAHTAR KELİMELER: GAMMA IŞINLAMASI, MALUS DOMESTICA, MALUS SLYVESTRIS,
SONBAHAR RENKLERİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
234
MÜRDÜMÜK-TAHIL KARIŞIMLARININ OT VERİMİ VE KALİTESİNİN BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Tarim
Hanife MUT1, Erdem GÜLÜMSER1, Uğur BAŞARAN2, Medine ÇOPUR DOĞRUSÖZ2,
1Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, 2Bozok Üniversitesi,
The experiment was conducted to investigate hay yield and competetion traits of legumes- cereal intercrops
under two different seed rates and harvest stages in Yozgat, Turkey ecological conditions.
ANAHTAR KELİMELER: KARIŞIK EKİM, MÜRDÜMÜK, TAHIL, VERİM, KALİTE, LER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
235
NAHL DEGRADİNG BACTERİAL CONSORTİA FROM POTATO RHİZOSPHERE AS BİO-
CONTROL AGENTS FOR CONTROLLİNG SOFT ROT OF POTATO
Sözel Bildiri / Tarim
Akhtar HAMEED1, Kashif RİAZ1, Abdul REHMAN1, Nasir Ahmad RAJPUT1, Sohaib SARFRAZ1,
Muhammad Waqar ALAM2, Ghulam MUHAE-UD-DİN3, Taswar AHSAN4, Faizan ALİ1, Nadia LİAQAT1
1DEPARTMENT OF PLANT PATHOLOGY, UNİVERSİTY OF AGRİCULTURE, FAİSALABAD,
PAKİSTAN, 2Institute Of Agricultural Sciences, University Of The Punjab, Lahore, Pakistan, 3Institute Of Plant
Protection, Chinese Academy Of Agricultural Sciences, Beijing China, 4College Of Plant Protection, Shenyang
Agriculture University, China,
TO FIND OUT THE BIO-CONTROL AGENTS USED AS QUORUM QUENCHER FOR CONTROLLING
QUORUM SENSING BASED BACTERIAL INFECTIONS IN THE CROPS
Soft rot of potato caused by Pectobacterium speciesis known to cause considerable worldwide losses in potato
tubers. These bacteria use N-acyl homoserine lactone molecules as quorum sensing signals for the production of
virulence and pathogenicity related enzymes. Several NAHL degrading bacteria were isolated and verified through biosensors based assays using Chromobacterium violeceum CV026 and Agrobacterium
tumifacienceNTLR4. These isolates were then identified through blast searches of their 16S rRNA sequenced
PCR amplified products and found to be belonging to Ochrobactrium, Pseudomonas and Rhodococcus species.A
consortium of these isolates from potato rhizosphere was evaluated under Quorum quenching (QQ) tuber assay
to control the soft rot of potato. Significant results validates the utilization of quorum quenching strategies as
antibiotic free therapies for controlling bacterial infections caused by Pectobacterium species.
isolates were then identified through blast searches of their 16S rRNA sequenced PCR amplified products and
found to be belonging to Ochrobactrium, Pseudomonas and Rhodococcus species.A consortium of these isolates
from potato rhizosphere was evaluated under Quorum quenching (QQ) tuber assay to control the soft rot of
potato. Significant results validates the utilization of quorum quenching strategies as antibiotic free therapies for
controlling bacterial infections caused by Pectobacterium species.
ANAHTAR KELİMELER: PECTOBACTERİUM, NAHL, AGROBACTERİUM TUMİFACİENCE NTLR4,
CV026, QQ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
236
NAR ÇEKİRDEĞİ YAĞININ BİYOAKTİVE SPEKTRUMU
Sözel Bildiri / Saglik
Yusuf SICAK1, Ayşe Elif ERDOĞAN ELİUZ2,
1MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ KÖYCEĞİZ MESLEK YÜKSEKOKULU, 2Mersin Üniversitesi,
Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu, Gıda Teknolojileri Bölümü,
Mevcut ilaçların kullanımları ile zamanla vücutta direnç kazanmasıyla hasarlı olan bölgeyi yeterince tedavi
edemeyip bu hasarlı bölgeden oluşabilecek yeni hastalıkların oluşumuna sebebiyet vermesinden dolayı yeni
ajanların keşfedilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bağlamda bitkilerden elde edilen ürünlerden hazırlanan
preparatların, terapötik özellikleri ve sınırlı yan etkileri ile uygun bir ikame gibi görünmektedir. Bu çalışma, P.
granatum çekirdeği yağının antioksidan, antikolinesteraz, antimikrobiyal ve tirosinaz aktivitesi çalışılması
amaçlanmaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: PUNİCA GRANATUM, ANTİOKSİDAN, ANTİKOLİNESTERAZ,
TİROSİNAZ, ANTİMİKROBİYAL
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
237
NEONIKOTINOID TÜRÜ BİR PESTİSİT OLAN CLOTHIANIDIN’İN İLERİ OKSİDASYON
YÖNTEMLERİYLE GİDERİMİ
Sözel Bildiri / Cevre
Gizem Evrim DİLCAN1, Mojca KRALJ2, Polonca TREBSE2, Güray SALİHOĞLU1,
1Uludağ Üniversitesi, Çevre Mühendisliği Bölümü, 2Ljubljana Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi,
Neonikotinoidler sinirdokular üzerinde etkin olan ve nikotine benzeyen bir pestisit sınıfıdır. Olumsuz ekolojik
etkileri, özellikle balarıları kolonileri üzerindeki ölümcül etkileri ve böcek popülasyonlarındaki azalmayla
bağlantılı olarak kuş kayıpları, neonikotinoid pestisit ailesi içinde bazı türlerin kullanımının Avrupa Birliği’nde
ve ABD’nin bazı eyaletlerinde yasaklanmasına neden olmuştur. Clothianidin, yasaklanmış olan bir neonikotinoid
türü pestisit grubudur. Clothianidin, düşük uçuculuğa sahip, hızlı bir şekilde fotodegresyona uğrayabilen bir pestisit türüdür. Uygulama miktarının % 1.6-28’inin ürün tarafından alındığı, kalan kısmının su ve toprak gibi
çevresel ortamlarda bulunacağı bilinmektedir. Su içindeki akıbeti ışık, pH, sıcaklık, formülasyon ve mikrobiyal
aktiviteye bağlıdır. Yaygın olarak kullanılan bu pestisit türünün giderimi için yapılan araştırmalar sınırlı
düzeydedir. Bu çalışmanın amacı Clothianidin türü pestisit arıtılması için ileri oksidasyon yöntemlerinin etkinliği
araştırmaktır.
Çalışma kapsamında Clothianidin’in UV-A, UV-C stabilitesi, TiO2 destekli fotokatalitik yöntem ve bu yönteme
oksijen ilavesi ile su içerisinde bozunması araştırılmıştır. Clothianidin çözeltisi üzerinde 0-120 dakika arasında
değişen süreler boyunca UV-A, UV-C, UV-A+TiO2 ve UV-A+TiO2+O2 uygulaması yapılarak bozunma süreci
HPLC analizleriyle izlenmiştir. UV- A Stabilite deneylerinde Clothianidin’in sulu çözeltisinin stabil kaldığı,
bozunmaya uğramadığı gözlenmiştir. UV-A + TiO2 uygulamasının %40 oranında bir giderimle sonuçlandığı,
oksijen ilavesiyle ise giderim veriminin artarak %60 düzeyine ulaştığı görülmüştür. UV-C ile 5 dakika gibi kısa
bir sürede %100’e varan bir giderim verimi elde edilmiştir.
Yapılan çalışmalar sonucunda, Clothianidin pestisitinin gideriminde TiO2 ve oksijen ilavesiyle gerçekleştirilen
fotokatalik giderim yönteminin ve özellikle UV-C ışınlarının etkili olduğu görülmüştür.
ANAHTAR KELİMELER: PESTİSİT, İLERİ OKSİDASYON, TİO2, UV-C, UV-A
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
238
NİĞDE İLİNDE ARMUT YETİŞTİRİCİLİĞİ
Sözel Bildiri / Tarim
HALİL İBRAHİM OĞUZ1, OSMAN GÖKDOĞAN1, OKTAY ERDOĞAN1,
1NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışma son yıllarda Niğde ilinde artan armut yetiştiriciliğinin durumunu değerlendirmek amacıyla
yapılmıştır.
Çalışmanın materyalini FAO ve TÜİK verileri oluşturmuştur.
Türkiye'nin armut üretimi 472.607 tonla dünya üretiminde 4. sırada yer almaktadır. Dünya armut üretimi
27.345.930 tondur. Bunun yaklaşık %71’ini (19.388.063 ton) Çin tek başına, %2.7’sini (738.770 ton) ABD, %2.6’sını (701928 ton) İtalya, %1.73’ünü (472.250 ton) Türkiye, %1.34’ünüde (366131 ton) İspanya
üretmektedir. Son beş yılda Türkiye’deki armut üretimi 2013 yılında 461826 tondan 2017 yılında 503.004 tona
yükselerek %8.91’lik artış görülmüştür. Niğde ilinde armut üretim miktarı ortalama 3217.6 ton olup, Türkiye
armut üretiminin yaklaşık %1’ini üretmektedir. Türkiye armut üretiminde ağaç başına ortalama verim 43.6
kg/ağaç olup, Niğde ili armut üretiminde ortalama ağaç başına verim ise 63.4 kg/ağaç ortalamasıyla
Türkiye’deki ağaç başına ortalama verimin üzerindedir. Son beş yılda armut dikili alan miktarında yaklaşık %50
oranında artış görülmüştür.
Sonuç olarak son beş yılda Niğde ilinde armut yetiştiriciliğinde kayda değer bir atış sağlanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: ARMUT, VERİM, NİĞDE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
239
NİKOTİN PARÇALAYAN PSEUDOMONAS SP. SK5 STRAİNİNİN METABOLİK YOL İZİ
ÜRÜNLERİNİN ARAŞTIRILMASI
Sözel Bildiri / Cevre
Yiğit TERZİ1, Füsun UÇAR1,
1EGE ÜNİVERSİTESİ,
Tütün atıkları nikotin içerdiği için avrupa birliği komisyonu tarafından toksik atık kategorisine alınmıştır.
Nikotin içerikli atıkların geridönüşüm şirketleri tarafından yok edilmesi gerekmektedir.Bu nedenle tütün atıkları
ekonomik açıdan ekstradan maliyet getirmektedir. Tarımsal alanda oluşturulan nikotin içerikli toksik atıklar,
günümüz biyoteknolojik gelişmeler sayesinde daha çevreci ve ucuz bir şekilde yok edilebilmektedir. Nikotin
parçalayan mikroorganizmalar(bakteri,fungus) sayesinde toksik atıklar yok edilebilmekte yada toksisiteleri azaltılabilmektedir. Ayrıca nikotin parçalayan mikroorganizmalar parçalanma sonunda çeşitli ürünler
oluşturmaktadır. Her mikroorganizma(bakteri,fungus), genus ve tür düzeyinde nikotini farklı şekillerde
parçalayıp farklı ara ürünler oluşturabilmektedir. Nikotinin biyolojik olarak parçalanması sonucunda ortaya
çıkan ara ürünler anti kanser terapisi, aneljezik ilaçların geliştirilmesi, parkinson hastalığı, hipertansiyon ,
merkezi sinir sistemi gibi hastalıklarının tedavisinde kullanılan tıbbi ve zirai ilaçların üretiminde
kullanılmaktadır. Yukarıda belirtilen nedenlerle bu araştırmada nikotini parçalayan çeşitli bakteri türleri izole
edilerek bunların nikotin parçalama yeteneği ve oluşturduğu ara ürünlerin saptanması hedeflenmiştir.
Çalışmada kullanılan örnekler, Ege bölgesinden temin edilip, organizmaların izolasyonu için tütün bitkisinin
ekildiği toprak ve fabrikaların oluşturduğu tütün atığı kullanılmıştır. İzolatların tanısı için fenotipik testler
yapıldıktan sonra, 16s rRNA ve rpoD gen bölgesinin dizi analizi sonuçları, veri tabanlarıyla karşılaştırılarak
genotipik olarakta genus düzeyinde identifikasyon gerçekleştirilmiştir. Tanısı yapılan izolatların nikotin
kullanımının nitel analizi için TLC yöntemi kullanılmıştır. Nikotini parçalayabilen organizmalar içerisinden en
aktif parçalama yeteneğine sahip SK5 straini seçilerek HPLC analizi yapılmıştır. HPLC yöntemiyle parçalanan
nikotin miktarı belirlendikten sonra parçalanma sonrasında oluşan metabolitlerin belirlenmesi için GC-MS cihazı
kullanılmıştır.
16s rRNA ve rpoD gen bölgelerinin sekans analizleri sonucunda, izole edilen organizma Pseudomonas
plecoglossicida, Pseudomonas montelii ve Pseudomonas putida türleriyle %99 oranında benzerlik göstermiştir.
HPLC analizinde SK5 strainin 1,5g/L nikotini 28. Saatte tamemn tükettiği belirlenmiştir. GC-MS sonuçlarında
ise üremenin 24. Saatinde kotinin ve pyridin[3-(3,4dihiydro-2H-pyrrol-5-yl)] ara metabolitlerinin oluştuğu
belirlenmiştir.
Demetilasyon sonucunda Pyridin oluşumu Pseudomoas genusunda nadir görülen bir yan üründür. benzer bir
parçalanma funguslarda da tanımlanmış ancak bir kaç çalışma pseudomonas genusuna ait birkaç türde bu tarz
ürünlerin oluşabileceğine dair veriler bulunmaktadır. Keza kotinin ara ürününe de pseudomoas genusu türleri içerisinde sadece Pseudomonas plecoglossici da yapılan bir çalışmada rapor edilmiştir. Bu çalışamda bulunan
sonuçlar elde edilen izolatın çok güçlü bir oranda Pseudomonas plecoglossici olduğunu düşündürmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: NİKOTİN, GC/MC, HPLC, METABOLİT, PSEUDOMONAS SP.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
240
OBEZİTEDE İNFLAMMASYON VE ENDOPLAZMİK RETİKULUM STRESİNİN ÖNEMİ
Sözel Bildiri / Saglik
Abdullah YALÇIN1,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi,
Tarihte nüfusun çok küçük bir azınlığını etkileyen Obezite, içinde bulunduğumuz yüz yılda toplum sağlığını
tehdit eden en önemli hastalıklardan biri olmaya aday duruma gelmiştir. Obezitenin bu şekilde yaygınlaşmasının
ardında yatan nedenler bilimin en önemli konuları arasındadır.
Endüstrüyelleşmenin getirdiği imkanlarla kontrolsüz kalori alımı ve fiziksel aktivite azlığı bu durumu tetikleyen
en onemli faktörler olarak kabul edilmektedir. Obezitenin oluşumunda rol alan biyolojik mekanizmalar, obezite
gelişiminde inflamasyon (Yangı) ve yağ hücrelerinde oluşan stresin rol aldığını açığa çıkartmış, bu yeni bilgiler
ışığında obezitenin tedavisinde etkili olabilecek modern yöntemler için bir yeni umut ışığı açığa çıkmıştır.
Özellikle önemli metabolik dokulardaki (yağ, kas ve karaciğer) düşük seviyede Sistemik enflamasyon yanıtı ve
yine aynı dokularda ortaya çıkan endoplazmik retikulum stresi obezitenin moleküler mekanizmasına ve
patofizyolojisine dair önemli ip uçları vermektedir.
Ortaya çıkartılan bu yeni moleküler bağlantılar obezite tedavisi için yeni tedavi yöntemleri geliştirme çalışmaları
için önemli çalışma alanlarının doğmasını sağlamıştır.
ANAHTAR KELİMELER: OBEZİTE, İNFLAMASYON, ENDOPLAZMIK RETİKULUM STRESS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
241
OKSİTOSİNİN MANDARİN TOHUMLARININ ÇİMLENMESİ ÜZERİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Zeynel DALKILIÇ1, Gonca GÜNVER DALKILIÇ1,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi,
Oksitosin, 9 amino asidin dahil olduğu 20 üyeli halka şeklinde bir yapıdan oluşur .Oksitosin baz dizilimi
çıkartılan ya da sentezlenen ilk polipeptid hormondur. Oksitosin, bitkilerin sürgünlerine ya da gövdelerine
uygulandığı zaman bitki büyümesini düzenleyici madde gibi işlev görmektedir. Sitokinin gibi bitki hormonlarını
uyararak, biyo-kütle artışı ile sonuçlanan hücre bölünmesine neden olmaktadır. Bu çalışmanın amacı,
mandarinde tohum çimlenmesi üzerine oksitosinin etkisini araştırmaktır.
Bitki materyali olarak Citrus deliciosa cv. Bodrum çeşidi kullanılmıştır. Tohumlar sodyum hipoklorit ile yüzey
sterilizasyonu yapılmış ve steril su ile yıkanmıştır. Oksitosin farklı sıvı konsantrasyonlarda (0, 1, 10, 100 μl/ml)
uygulanmıştır. Deneme, her birinde 20 tohum bulunan 5 tekerrürlü ve her uygulama seviyesinde 100’er tohum
ve toplam 400 tohum bulunacak şekilde kurulmuştur. Tohumlar 9 cm çapındaki Petri kaplarına iki kat kurutma
kağıdı üzerine ekilmiş ve 30°C’de karanlıkta bekletilmiştir. Çimlenen tohumlar günlük olarak kayıt edilmiştir.
İlk çimlenen tohuma, tohum ekiminden sonraki 4. günde rastlanmıştır. Tohum ekiminden 16 gün sonra
denemeye son verilmiş ve tohum çimlenme oranı kaydedilmiştir. En yüksek çimlenme oranı (G), ortalama
çimlenme zamanı (MT), çimlenme zamanının varyasyon katsayısı (CVT), ortalama çimlenme oranı (MR),
belirsizlik (U) ve senkronizasyon (Z) çimlenme özellikleri hesaplanmıştır. Değişik oksitosin
konsantrasyonlarının, Bodrum mandarini tohumlarının hiçbir çimlenme özelliğine istatistiki olarak önemli etki
etmediği bulunmuştur. Kullanılan oksitosin dozlerından 0 μl/ml %97.0, 1 μl/ml %89.0, 10 μl/ml %89 ve 100 μl/ml 95 çimlenme oranına sahip olmuştur. Sonuçta, oksitosin Bodrum mandarini tohumlarının çimlenmesini
önemli derecede azaltmamıştır.
Sonraki araştırmalarda, oksitosinin mandarin çöğürlerinin büyüme özellikleri üzerine etkisinin araştırılması
önerilmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: CITRUS DELICIOSA CV. BODRUM MANDARİNİ, OKSİTOSİN, TOHUM
ÇİMLENMESİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
242
OREM ÖZ BAKIM EKSİKLİĞİ HEMŞİRELİĞİ KURAMINA GÖRE İSKELET
TRAKSİYONU UYGULANAN HASTANIN HEMŞİRELİK BAKIMI: BİR OLGU SUNUMU*
Sözel Bildiri / Saglik
Ezgi TEMEL1, Rahşan ÇAM1, Nurdan GEZER1,
1AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ,
Orem’in Öz Bakım Eksikliği Hemşirelik Teorisinin kavramları ve kurama dayalı hemşirelik bakımı iskelet
traksiyonlu vaka örneği ile ilişkilendirilerek açıklaSağlık bakım hizmetlerinin profesyonelleşmesinde sağlığı
korumak ve geliştirmek için hemşirelik teorilerinin rehber olarak kullanılması gerektiği bildirilmektedir.
Hemşirelik teorileri klinik uygulamada hemşirelere yol gösterici olarak doğru ve etkili karar vermenin yanı sıra
klinik araştırmaların sonuçlarını özetlemede, yeni ve öncelikli araştırma konularının belirlenmesinde yarar sağlamaktadır. Orem’in “Öz Bakım Eksikliği Teorisine” göre sağlıklı bireyler bakım gereksinimlerini kendisi
karşılayabilmektedir. Sağlığın bozulması durumunda ise bireylerin kendi kendine karşılayamayacağı
gereksinimler ortaya çıkmaktadır. Traksiyonlu hastalanın iyileşme sürecinin etkili yönetimi, komplikasyonların
önlenmesi için hastanın bakım gereksinimlerinin karşılanması gerekmektedir. İskelet traksiyonu özbakım
gereksinimlerini artıran bir tedavi şeklidir. Tedavi şekli itibariyle iskelet traksiyonu uygulanan hastalar
destekleyici hemşirelik uygulamaları ve iyileşme sürecinde hemşirelerin rehberliğine ihtiyaç duymaktadır. Bu
çalışmada, Orem’in Öz Bakım Eksikliği Hemşirelik Teorisinin kavramları ve kurama dayalı hemşirelik bakımı
iskelet traksiyonlu vaka örneği ile ilişkilendirilerek açıklanması amaçlanmıştır.nması amaçlanmıştır.
Ö bey, 31.01.2018 tarihinde araç içi trafik kazası geçirmiştir. Sağ femur, sağ ayak bileği, sol ayak bileği ve sağ
klavikulasında fraktür saptanan hasta multiple travma tanısıyla izlenmektedir. Olguya cerrahi girişim
uygulanmamış olup sağ alt ekstremiteye 6 kg’lık iskelet traksiyonu uygulanmaktadır.
Hemşirelik süreci içerisinde vakada belirlenen hemşirelik sorunları; öz bakım eksikliği sendromu, akut ağrı,
uyku örüntüsünde bozulma, bilgi eksikliği, fiziksel mobilitede bozulma, deri bütünlüğünde bozulma riski ve aile
içi süreçlerin devamlılığında bozulma olarak belirlenmiştir. Uygulanan hemşirelik bakımı ile; hastada herhangi
bir travma gözlenmedi, hastanın aile sürecindeki değişime ilişkin kendini ifade etmesi sağlandı ve sonucunda
hasta ile eşi kendilerini daha iyi hissettiklerini ifade ettiler. Kişisel hijyenini sağlamaya yönelik çevresel
düzenlemeler desteklendi ve hasta ile yakınlarının soruları yanıtlandı, öz bakımını sağlamada yakınlarıyla
birlikte hastaya destek verildi, hastanın bir günde uyuduğu saat artmış olsa da halen uykusunun bölündüğünü
ifade etti.
Vakamızda Orem’in teorisinde yer alan kavramların değerlendirilmesi sonucunda hastanın çoğu probleminin
çözüldüğü, öz bakımına katılma durumunun arttığı, özgüveninin ve özsaygısının arttığı, kendini daha iyi ifade
edebildiği, ailenin de bakıma katılma isteğinin arttığı gözlenmiştir. Bu nedenle iskelet traksiyonu uygulanan
hastaların bakımında Orem’in Öz Bakım Eksikliği Teorisinin kullanılması önerilebilir.
ANAHTAR KELİMELER: OREM, ÖZ BAKIM, HEMŞİRELİK BAKIMI, İSKELET TRAKSİYONLU
HASTA.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
243
ORGANİK ATIĞIN PH 6.0'DA BİYOLOJİK HİDROJEN ÜRETİM POTANSİYELİNİN
BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Cevre
Nesrin DURSUN1, Hakki GÜLŞEN2,
1Ardahan Üniversitesi, 2Harran Üniversitesi,
Bu çalışmada soğuk pres çörek otu yağı üretimi yapan üreticilerin, çöpe atmak üzere oldukları atık çörek otu
posaları değerlendirilerek karanlık fermantasyon yöntemi ile hidrojen üretim potansiyeli araştırılmıştır.
Atık çörek otunun, biyolojik hidrojen üretim potansiyelini belirlemek amacıyla 120 mL hacimli laboratuvar
ölçekli kesikli reaktörler tercih edilmiştir. Bu reaktörlerde, alışma evresi tamamlanmış olan sürekli beslemeli
reaktörlerden alınmış aşı (çamur) kullanılmıştır. Ön işlem uygulanmış atık çörek otuna, dekoksiyon ekstraksiyon
yöntemi uygulanarak ekstrakt sıvısı ile çalışılmıştır. Reaktör hacminin dörtte birinde gaz toplanacak şekilde; atık
veya atık ekstrakt sıvısı, aşı (çamur) ve iz elementler (Fang, Li, & Zhang, 2006) kesikli reaktörlere eklenerek 4-5
dakika süre ile azot gazıyla oksijenin ortam içerisinden uzaklaştırılması amaçlanmıştır. 37 0C'de çalkalayıcı
inkübatör aracılığıyla reaktörlerin karışması sağlanmıştır. Atığa ön işlem uygulanmış ve uygulanmamış olmasına göre farklı organik yükleme oranları ve pH 6.0'da çalışılmıştır. Ön işlem uygulanmayan atığın denendiği
çalışmada, iz elementler arıtılmamış musluk suyunda çözünerek reaktöre eklenmiştir. Ön işlem uygulanmış
(ekstrakte edilmiş) atığın denendiği çalışmada ise iz elementler ekstrakt sıvısında çözünerek reaktöre eklenmiştir.
Bu çalışmada, bütün reaktörlerde kurulumu takip eden ilk saatlerde metan ve hidrojen üretimi olmaması bakterilerin ortama alışmasını göstermektedir. Literatürdeki çalışmalarda fazla veya yetersiz organik madde
miktarının hidrojen üretimini olumsuz etkileyeceği bildirilmiştir. Grafiklerden görüldüğü üzere; ön işlem
uygulanmamış atık ve ön işlem uygulanmış atık (ekstrakt sıvısı) çalışmasında organik madde miktarı arttıkça
hidrojen üretimi artmıştır.
Hidrojen üretim yöntemlerinden biri olan karanlık fermantasyon yöntemi ile; atıklar veya atıksular kullanılarak
hidrojen üretimi daha ekonomik duruma getirilebilir. Kesikli reaktörlerde iz element miktarları, pH ve sıcaklık
değerleri aynı tutulup sadece organik madde (ön işlemli ve ön işlemsiz) miktarı değiştirilerek atık çörek otunun
biyolojik hidrojen üretim potansiyeli araştırılmıştır. Bütün reaktörlerde pH 6.0'da biyohidrojen üretimi olduğu
tespit edilmiştir. Ön işlem uygulanmamış atığın, ön işlem uygulanmış atık ekstraktından daha iyi hidrojen üretim
potansiyeline sahip olduğu belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: BİYOHİDROJEN, ATIK, ÇÖREK OTU, KESİKLİ REAKTÖR.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
244
ORGANİK VE İNORGANİK GÜBRE UYGULAMALARININ HİDROPONİK ARPA
(HORDEUM VULGARE L. CONV. DİSTİCHON) ÇİMİ MİNERAL MADDE İÇERİKLERİ
ÜZERİNE ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Tarim
Muhammet KARAŞAHİN1,
1Selçuk Üniversitesi,
Bu çalışma organik ve inorganik gübre uygulamalarının hidroponik arpa (Hordeum vulgare L. conv. distichon)
çimi mineral madde içerikleri üzerine etkilerini belirlemek amacıyla yürütülmüştür.
Araştırma sonuçlarına göre gübre uygulamaları K içerikleri dışında tüm mineral madde (N, P,Ca, Mg, Fe, Cu,
Mn, Zn ve Na) içerikleri üzerine istatistiki olarak etkili olmuş en yüksek değerler her üç (O, İ ve O+İ)
uygulamalardan elde edilmiştir.
Hidroponik arpa çimi, yem rasyonunda Ca:P ve K:(Ca+Mg) oranları dengelenerek yer almalıdır. İnorganik
gübrelerin insan ve çevre sağlığı üzerine olumsuz etkileri dikkate alındığında organik gübre uygulaması tavsiye
edilebilir niteliktedir.
ANAHTAR KELİMELER: ARPA ÇİMİ, GÜBRELEME, HİDROPONİK, MİNERAL MADDE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
245
OTOPARK TOZ ÖRNEKLERİNDE PAH SEVİYELERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Sözel Bildiri / Cevre
Demet ARSLANBAŞ1, Hepsen Bahar AKYILDIZ1, cansu KARAGÖZ KANDEMİR1,
1Kocaeli Üniversitesi,
Bu çalışmada Kocaeli’nin trafik ve nüfus açısından yoğun bir bölgesinde yeralan yarı açık çok katlı bir
otoparktan toz örnekleri alınmış ve Polisiklik Aromatik Hidrokarbon (PAH) seviyeleri farklı 2 boyut için
değerlendirilmiştir
6 katlı bu otoparkın her bir katından kompozit olarak alınan numunler ön işlemlerden geçirilerek 16 hedef PAH
bileşiği (Absolute standarts)Naftalin (Nap), Asenaftelen (Acy), Asenaften (Ace), Floren (Flue), Fenantren (Phe),
Antrasen (Ant), Floranten (Flt), Piren (Pyr), Benzo[a]antrasen (BaA), Krisen (Chr), Benzo[b]floranten (BbF),
Benzo[k]floranten (BkF), Benzo[a]piren (BaP), Dibenzo[a,h]antrasen (DahA), Benzo[g,h,i]perilen (BgP) ve
İndeno[1,2,3-cd]piren (Ind) GC-MS cihazında analiz edilmiştir. Analiz sonuçlarında 61 µm boyutundaki toz
örnekleri için 6 kattan elde edilen PAH sonuçları 1584,01 ng/g ile 22583,45 ng/g arasında değişmekte iken 243
µm boyutundaki toz örneklerinde elde edilen en düşük sonuç 719,78 ng/g en yüksek sonuç ise 24583,30 ng/g
olarak tespit edilmiştir.
Baskın olarak 61 mikron boyutundaki tozlarda daha yüksek PAH değerlerine rastlanmıştır. Araçların yolda seyir
halinde bulunduklarından daha uzun süreleri park halinde geçirdikleri ve otoparkta geçirilen sürelerin uzunluğu
dikkate alındığında elde edilen yüksek kirletici konsantrasyonları otoparkların trafik kaynaklı kirletriciler
açısından araştırılması gereken önemli içortamlardan biri olduğu göstermektedir.
ANAHTAR KELİMELER: PAH, OTOPARK, İÇORTAM KİRLİLİĞİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
246
P MADDESİ VE ANTAGONİSTLERİNİN FARELERDE LOKOMOTOR AKTİVİTE
ÜZERİNE OLAN ETKİLERİNİN İNCELENMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Osman KUKULA1,
1Ondokuzmayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı,
Bu çalışmada amacımız P maddesi ve diğer taşikinin reseptör agonist-antagonistleri ile kapsaisinin lokomotor
aktivite ile ilişkisini araştırmaktı. Aynı zamanda taşikinin reseptörü ve lokomotor aktivite ilişkisi araştırıldı.
Ondokuzmayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalında 28 grup fare oluşturularak deneyler
yapıldı. Deneyler, UgoBasile 7430 (Varese, Italy) model lokomotor aktivite kafesi ile gerçekleştirildi.
Lokomotor aktivite kafesine fareler teker teker konarak lokomotor aktiviteleri ölçüldü. İlaçlar tek başlarına ve
değişik doz grupları şeklinde kombine verildi.
NK1 agonisti olan P maddesi, düşük dozda anlamlı bir değişiklik yapmazken (p›0.05); yüksek dozlarda doza
bağlı olarak anlamlı bir artış meydana getirmiştir (p‹0.05). Kapsaisin tek başına lokomotor aktivitede anlamlı bir
değişiklik meydana getirmemiştir (p›0.05). Ancak kapsaisin, P maddesi ile kombine verildiğinde anlamlı olarak
lokomotor aktiviteyi artırmıştır (p‹0.05). Bu bize kapsaisinin P maddesinin etkinliğini artırdığını gösterir. NK1
antagonisti olan L-703,606 tek başına verildiğinde; 1 mg/kg.lık dozda anlamlı bir değişiklik gözlenmezken
(p›0.05); 3,5 mg/kg.lık dozda lokomotor aktivitede anlamlı olarak azalma meydana geldi (p‹0.05). NK1 agonisti
ve NK1 antagonisti birlikte verildiğinde, P maddesi dozu arttıkça antagonistin azalttığı lokomotor aktiviteyi artırmaktadır. NK2 agonisti tek başına verilirse lokomotor aktivitede anlamlı bir değişiklik meydana
gelmemiştir(p›0.05). NK2 antagonisti L-659,877 tek başına verildiğinde de lokomotor aktivitede anlamlı bir
değişiklik meydana gelmemiştir (p›0.05).
Lokomotor sistem, birçok sinir sistemi yolaklarıyla ilişki halindedir. Taşikinin reseptör agonist ve antagonistlerinin lokomotor aktivite üzerindeki etkileri, henüz araştırma safhasındadır. İleride belki, parkinson
hastalığı gibi bazı motor sistem hastalıklarına karşı kullanılabileceklerdir.
ANAHTAR KELİMELER: TAŞİKİNİN RESEPTÖRLERİ, P MADDESİ, LOKOMOTOR AKTİVİTE,
FARE, AKTİVİTE KAFESİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
247
PAMUK ELYAF'ININ PET'DEN ELDE EDİLEN BİR BİRLEŞTİRME BİLEŞENİ İLE
BOYANMASI.
Sözel Bildiri / Cevre
Fatih EYDURAN1,
1ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ KİMYA BÖLÜMÜ,
Atık PET şişe, çevre kirliliğini yaratan bir malzemedir. Bundan dolayı, PET'den elde edilen yararlı malzemeleri
hedefleyen çalışmalar önemlidir. Azo boyarmaddeleri, tekstil dışında biyolojik, elektronik gibi çeşitli
disiplinlerde de kullanım alanı bulmaktadır. Pamuk liflerinin, PET'ten elde edilmiş ve pamuk liflerine bağlanmış
olan tereftalodiazid (TPDA) aracılığıyla bir reaktif azo boyarmadde ile boyanması amaçlanmıştır.
PET şişe, PET şişenin kimyasal parçalanma ürünü olarak elde edilen TPDH'in diazotizasyon reaksiyonu
kullanılarak kolaylıkla PTDA yapısına dönüştürülür. Açil azitlerin ısı etkisiyle karşılık gelen izosiyanatlara ve
izosiyanatların da alkollerle karbamatlara dönüştüğü bilinmektedir. TPDA azid ve pamuk R0- (ROH) gruplarının
karbamat oluşturması ile pamuğa bağlanabilir (TPDA-cott). Aynı şekilde reaktif azo boyarmadde TPDA-
cott’dan bağlanabilir. Üç ayrı pamuk ilave edilmiş sulu NaOH çözeltileri 15 dakika kaynatılır. İki çözeltiye sırasıyla TPDH ev TPDA eklenir ve 15 dakika daha kaynatılır. Daha sonra tüm karışımlara reaktif boyarmadde
ilave edilir ve 5 dakika bekletilir. Boyanmış pamuklar suyla yıkanır ve kurutulur.
Bu çalışma, PET şişeden elde edilen TPDA'nın pamuk liflerine bağlandığını görmek için gerçekleştirilmiştir. Bu
boyama yöntemi tekstil ön işlem süreçlerine yakındır. Hem pamuğun hem de TPDH-pamuğun reaktif azo boyası ile solgun olarak boyanması, TDPA'nın pamuğa bağlı olduğuna işaret etmektedir. Boyanmış bütün pamuklar,
HCI ve NaOH çözeltisinde solma göstermemiştir.
PET şişeden elde edilen TPDA, reaktif boyarmadde ile pamuk liflerinin pamuğa göre daha fazla boyanmasını
sağlamıştır. Bu çalışma, PET'ten elde edilen kimyasal yapıların kullanımını arttırmaya katkıda bulunma
potansiyeline sahip olduğu için, sistematik olarak yeniden çalışılmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: PET, AZİD, BOYAMA, AZO BOYARMADDE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
248
PAMUK SOLGUNLUK HASTALIK ETMENİ VERTİCİLLİUM DAHLİAE KLEB.’DA
MİKOVİRAL DSRNA’NIN TANILANMASI
Sözel Bildiri / Tarim
Deniz Kübra BALCI1, Serap AÇIKGÖZ1,
1ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ BİTKİ KORUMA BÖLÜMÜ,
Aydın-Söke ve Koçarlı ilçelerinde solgunluk belirtisi gösteren pamuk bitkilerinden elde edilen V. dahliae
izolatlarında saptanmış olan mikoviral dsRNA’nın RT-PCR ile tanılanması amaçlanmıştır
Pamuk solgunluğu pamuk üretimi yapılan her yerde önemli verim kayıplarına neden olan önemli bir hastalıktır.
Hastalığın toprak kaynaklı bir fungus olması ve kimyasal mücadelesinin olmayışı hastalık ile mücadeleyi
zorlaştırmaktadır. Bu nedenle Verticillium solgunluğuna karşı üzerinde durulan mücadele yöntemlerinden biri de
biyolojik mücadeledir (Al-Rawahi ve Hancock, 1998). Çin’de pamuktaki Verticillium dahliae izolatlarında
belirlenen dört segmentli Chrysoviridae familyasına ait Verticillium dahliae chrysovirus 1 (VdCV1) ve iki
segmentli Partitiviridae familyasına ait Verticillium dahliae partitivirus 1 (VdPV1) mikovirüslerinin gen dizileri
NCBI GenBank veri tabanına aktarmış, ancak bu mikovirüsler için herhangi bir primer tasarlanmamıştır. Pamuktaki V. dahliae izolatında belirlenen VdPV1 mikovirüsü ile Türkiye-Kahramanmaraş'da zeytinde VdPV1-
ol olarak adlandırılmış olan mikovirüsün genom dizilimlerinin benzer olduğu belirlenmiştir. Ülkemizde pamukta
saptanan V. dahliae ‘a ait mikovirüs dsRNA’nın tanılamasına yönelik bir literatüre rastlanmamıştır. Bu nedenle
çalışmada, Aydın-Söke ve Koçarlı ilçelerinde solgunluk belirtisi gösteren pamuk bitkilerinden elde edilen V.
dahliae izolatlarında saptanmış olan mikoviral dsRNA’nın RT-PCR ile tanılanması amaçlanmıştır. dsRNA
mikovirüsünün tanılanmasında zeytindeki VdPV1-ol mikovirüsü için tasarlanan spesifik dört primer çifti
kullanılmıştır. Sonuçta kullandığımız bu primerler ile pamuktaki V. dahliae dsRNA mikovirüsünün
tanılanamayacağı saptanmıştır. Bunun üzerine mikovirüsün belirlenmesi için RT-PCR yöntemi bu kez random
hexzamer primeri kullanılarak tekrarlanmıştır. . Ancak bu primer de pamuktaki V. dahliae dsRNA
mikovirüsünün tanılanmasında sonuç vermemiştir
Aydın/Türkiye ilinde pamuktaki V. dahliae da belirlenen dsRNA mikovirüsünün tanılanabilmesi için sekans
analizi yapılıp primer sentezi gerçekleştirilmelidir.
ANAHTAR KELİMELER: VERTİCİLLİUM DAHLİAE, DSRNA, MİKOVİRÜS, RT-PCR
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
249
PAMUKTA ÇOK YÖNLÜ DAYANIKLILIK ISLAHININ ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Tarim
Sergül ÇOPUL1,
1PAMUK ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ ,
Bu derleme makalesi, pamukta çok yönlü dayanıklılık (MAR) ıslahı yöntemi ve bu ıslah yönteminin; pamukta
önemli verim kayıplarına neden olan bitki patojenleri ve zararlılar ile kuraklık, erkencilik, kütlü pamuk verimi ve
lif kalitesi üzerine olan etkilerini ve bu etkiler ile ilgili yapılan çalışmaları araştırmak için yazılmıştır.
Zararlılara, patojenlere ve stres faktörlerine karşı dayanıklılık seviyelerinin yükseltilmesine paralel olarak verim,
lif ve tohum kalitesinde de artış sağlanması amaçlanmaktadır. Sadece birkaç zararlı, patojen ya da stres faktörüne
karşı dayanıklı pamukların geliştirilmesi, sürdürülebilir tarım için yeterli değildir. Bitkileri etkileyen zararlı
böcekler, bitki patojenleri ve abiyotik stres faktörleri arasındaki etkileşim, abiyotik stres faktörlerine karşı
tolerant ve birçok zararlı türüne karşı dayanıklı bitki çeşitlerinin geliştirilmesi için ıslah çalışmalarının
gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Dayanıklı çeşitler, kolay uygulanabilmesi, diğer yöntemlere oranla ekonomik ve sonucunun daha güvenilir
olması ve diğer mücadele yöntemleri ile uyumu gibi olumlu özellikleri ile başarılı bir entegre zararlı yönetimi
sisteminin en önemli unsurudur. Dayanıklı çeşitler, başarılı bir zararlı kontrolü için birçok uygulama ya da
yüksek oranda pestisit uygulaması gerektirmez. Bunun sonucunda, üretim maliyeti ve riski azalmakta ve üründen
elde edilen kazanç artmaktadır. Diğer kontrol stratejileri ile birlikte uyum içinde kullanılan genetik
dayanıklılığın, zararlılar karşısında benzer sorunların yönetilmesinde yardımcı bir rol oynamaktadır. Bu nedenle,
çok yönlü dayanıklılık ıslahını esas alan ıslah programlarının ülkemizde daha yaygın bir şekilde uygulanması
gerekmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: PAMUK, ÇOK YÖNLÜ DAYANIKLILIK, PAMUK HASTALIKLARI VE
ZARARLILARI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
250
PATATES SANAYİSİNİN ARITMA TESİSİ ÇIKIŞ SULARINDAN BİYOPLASTİK ELDESİ
VE YÜKSEK HİDROSTATİK BASINÇ ALTINDAKİ DAVRANIŞ REJİMİNİN TESPİTİ
Sözel Bildiri / Gida
GULSUN AKDEMİR EVRENDILEK1, Nurullah BULUT1, Sibel UZUNER1,
1Bolu Abant Izzet Baysal Universitesi,
Günümüzde yaygın bir şekilde kullanılan plastik ambalajlar doğada hemen parçalanamadığı için uzun vadede
çevresel sorunlara neden olmaktadır. Bu durum plastik kullanımının azaltlmasını ve/veya plastiklere alternatif
doğada hızlı bozunabilen biyoplastik ambalajların kullanımını gerektirmektedir. Plastik gıda ambalajları plastik
ambalajların önemli bir hacmini oluşturmakta olup, bu ambalajların ikamesi için farklı hammadeler kullanılarak
yenilebilir ambalajların ve/veya biyoplastiklerin üretimi önem kazanmaktadır. Bu nedenle çalışma kapsamında patates fabrikası arıtma tesisi çıkış sularından biyoplastik gıda ambalajı (biyopolimer) üretimi, üretilen
bioplastiğin özelliklerinin tespiti ve biyopolimerin yüksek hidrostatik basınç (YHB) gıda işlemi (prosesi)
altındaki davranışı incelenmiştir
Sonuçlar uygulanan basıncın biopolimerin özelliklerinde değişime yol açtığını ve uygulanan kuvvet ve uzamanın
uygulanan basınç, proses süresi ve kekik uçucu yağına bağlı olarak değiştiğini göstermektedir.
Elde edilen biyopolimerin gıda kaplamada kullanım olanakları araştırılmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: BİYOPOLİMER, YENİLEBİLİR AMBALAJ, YÜKSEK HİDROSTATİK
BASINÇ, ANTİMİKROBİYEL AKTİVİTE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
251
PESTİSİTLERİN TOPRAK KİRLİLİĞİ VE GİDERİLME YÖNTEMLERİ
Sözel Bildiri / Tarim
Zeliha ŞİMŞEK1, Cafer TURGUT1,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi,
Pestisitler tarımda yoğun olarak kullanılmaktadır. Uygulandıktan, sonra hedef organizmanın dışında toprağa,
suya ve havaya karışmaktadır. Pestistlerin en önemli kirletici olduğu alanlar topraklardır ve toprakların
temizlenmesinde kullanılan en önemli yöntemler ise fitoremediasyon ve biyoremediasyon olarak
kullanılmaktadır fakat bir pestisitin giderilmesi için yeterli yöntemler bulunmamaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: PESTİSİT KİRLİLİĞİ, BİYOREMEDİASYON, FİTOREMEDİASYON
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
252
PESTİSİTLERİN ÜREME SİSTEMİ ÜZERİNE ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Saglik
Dilek SAĞIR1, Derya ŞAHİN1,
1Sinop Üniversitesi,
Bu çalışmada literatür taramasına dayalı olarak pestisitlerin üreme sistemi üzerine etkilerini açıklamak ve pestisit
kullanımı açısından toplumun farkındalığını artırmak amaçlanmıştır.
Artan nüfus ile birlikte üretilen gıda maddeleri insanlara yetmemeye başlamış bu nedenle de elde edilen ürün
miktarını artırabilmek için tarımda yaygın bir şekilde pestisit kullanılmaya başlanmıştır. Pestisitlerin kullanımı
ile hedeflenen üretim sağlanmakla beraber kontrolsüz ve bilinçsiz pestisit kullanımı beraberinde ciddi sağlık
sorunlarını da getirmiştir. Bu sağlık sorunlarından biri dünyada ve ülkemizde görülme oranı giderek artan
infertilitedir. Pestisitler üreme sisteminin yapı ve fonksiyonlarına hasar vererek hem erkek hem de kadınlarda
infertiliteye neden olmaktadır.
Pestisitlerin dişi ve erkek üreme sistemi üzerine etkileri ile ilgili literatürde pek çok çalışma bulunmaktadır.
Yapılan deneysel çalışmalarda pestisitlerin dolaylı veya doğrudan testis dokusu üzerinde etkileri gösterilmiş ve
bu etkinin özellikle spermatogenez sırasında gelişmekte olan germ hücreleri üzerinde ortaya çıktığı belirtilmiştir.
Pestisitlerin dişilerde hormon sentezi, hormon salınımı, hormunun taşınması, hormonun resptörü tanıması ve
bağlanması gibi hormonal döngünün birçok aşamasını etkileyerek, hormonal dengeyi bozduğu bildirilmiştir.
Ayrıca pestisitlerin ovaryumlardaki lipit, protein ve kolesterol seviyelerini azalttığını, ovaryumların
fonksiyonunu bozduğunu gösteren pek çok deneysel çalışma literatürde mevcuttur.
Pesitisitlerin hem dişi hem de erkek üreme sistemi üzerindeki bu olumsuz etkileri her iki cinsiyette de üreme
problemlerini beraberinde getirmektedir. Bu nedenle pestisitlerin kullanımı sırasında insanlara ve çevreye
verebileceği zararı önlemek veya en aza indirmek için önlemler alınmalıdır. Evlerde, bahçelerde ve tarımda
yalnızca gerekli olduğu durumlarda doğru ilaç, doğru doz ve doğru zamanda kullanılması konusunda toplum
bilgilendirilmelidir.
ANAHTAR KELİMELER: PESTİSİT, ÜREME SİSTEMİ, SAĞLIK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
253
PEYNİRALTI SUYU PROTEİNLERİNİN BİYOAKTİF PEPTİT ÜRETİMİNDE
DEĞERLENDİRİLMESİ
Sözel Bildiri / Gida
NİHAN SAĞCAN1, TUNCAY GÜMÜŞ1, OSMAN SAĞDIÇ2,
1TEKİRDAĞ NAMIK KEMAL ÜNİVERSİTESİ, 2YILDIZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışmanın amacı peyniraltı suyunun farklı şekilde değerlendirilerek ülke ekonomisine ve sağlık sektörüne
katkı sağlayacak doğal biyoaktif peptit eldesinde kullanımını araştırmaktır.
Peynir üretimi sırasında kullanılan her 10kg sütten, sütün kalitesine bağlı olarak 8-9 kg peynir altı suyu(PAS)
elde edilmektedir. Dünya çapında bir yılda üretilen ortalama 100 milyon ton PAS’ın yaklaşık %47’si çevreye
bırakılmaktadır. Bu ürün yüksek biyokimyasal oksijen gereksinimine sahip olduğundan çevreye atık olarak
verildiğinde, çevre ve canlılar için tehdit oluşturmaktadır. Oysa sütteki proteinlerin yaklaşık %20’sini oluşturan
serum proteinleri peyniraltı suyuna geçtiğinden bu ürün değerli bir üründür ve gıda sektöründe çeşitli alanlarda
değerlendirilmektedir. Bu alanlara bir yenisi katılarak peyniraltı suyu proteinleri biyoaktif peptitlerin üretiminde
de değerli bir kaynak oluşturabilir. Biyoaktif peptidler, gıdadaki protein moleküllerinin içerisinde inaktif olarak bulunan, ancak gıdanın tüketilmesiyle beraber sindirim sisteminde parçalanması, gıdaların fermentasyona
uğraması veya enzimatik hidrolizi sonucu oluşan ve insan sağlığı üzerinde pozitif etkiye sahip olan spesifik
protein fragmentleridir.
PAS proteinlerinden biyoaktif peptit üretimi enzimatik hidroliz veya mikrobiyal fermentasyon olmak üzere iki farklı yolla gerçekleştirilebilir. Bu metotlarla peyniraltı suyundaki α-laktalbumin, β-laktoglobulin, serum
albümini ve immunoglobulinlerden serofin, laktoferroksin, α-laktorfin, β-laktorfin, albutensin, β- laktotensin gibi
biyoaktif peptitler elde edilir. Bu biyoaktif peptitler ACE inhibisyonu, antimikrobiyal etki, antioksidan aktivite,
bağışlıklık düzenleyici aktivite, opioid aktivite ve antikanserojenik etki gibi çeşitli fonksiyonlara sahiptirler.
Enzimatik hidroliz metodu daha çok tercih edilen bir metot olup genellikle pepsin, tripsin ve kimotripsin
proteolitik enzimleri kullanılır. Mikrobiyal fermentasyonla da proteinler farklı bölgelerden parçalandıkları için
farklı biyoaktif özelliklere sahip yüksek miktarda peptit oluşturulabilir. Bu yollarla elde edilen protein
hidrolizatları düşük molekül ağırlıklı peptitlerden yüksek molekül ağırlıklı proteinlere ve peptit kümelerine kadar
farklı çeşitte bileşenler içerebildiğinden uygun tekniklerle fraksiyonlara ayrılıp saflaştırılması gerekmektedir. Bu
aşamada ise genellikle membran filtrasyon ve kromatografik teknikler kullanılır. Ultrafiltrasyon, nanofiltrasyon,
ters osmoz sıkça kullanılan membran temelli biyoaktif peptit ayırma yöntemleridir. Kromatografik metotlar ise ters faz, iyon değişim, boyut ayrım ve afinite kromatografisidir. Böylelikle özel biyoaktiviteye ve istenen
faydaya yönelik saf peptitler elde edilmesi mümkündür.
Peynir üretiminde atık olarak ortaya çıkan ve önemli çevre sorunlarına yol açan peyniraltı suyundan çeşitli
biyoaktif özelliklere sahip peptitler üretilerek hem sağlık alanında kullanılabilecek hem de ülke ekonomisine
katkı sağlayabilecek doğal bir fonksiyonel kaynak elde edilmesi mümkündür.
ANAHTAR KELİMELER: PEYNİRALTI SUYU, BİYOAKTİF PEPTİT, PROTEİN HİDROLİZATLARI,
SAFLAŞTIRMA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
254
PEYNİRALTI SUYU VE TÜRKİYE’DE DEĞERLENDİRİLMESİ
Sözel Bildiri / Gida
Aslı AKPINAR1, Oktay YERLİKAYA2, Ecem AKAN2, Harun Raşit UYSAL2,
1Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, 2Ege Üniversitesi, Ziraat
Fakültesi, Süt Teknolojisi Bölümü,
Bu çalışmada pek çok besin öğesi açısından oldukça zengin olan peynir altı suyunun özellikleri ve Türkiye’de
değerlendirilme durumundan bahsedilecektir.
Sütün peynir mayası veya organik asitle pıhtılaştırılmasından ve peynirin esasını oluşturan pıhtının alınmasından
sonra, geri kalan yeşilimsi sarı renkteki kısım peyniraltı suyu olarak adlandırılmaktadır. Peynir üretiminin bir
yan ürünü olarak sıklıkla atık olarak atılsa veya hayvan yiyeceği olarak kullanılsa da, peyniraltı suyu zengin
bileşim öğeleri nedeniyle yeni gıda ürünlerinin üretiminde de kullanılabilmektedir. Peyniraltı suyunun özellikleri
ve bileşimi peynir üretim teknolojisine ve peynir üretiminde kullanılan sütün kalitesine bağlı olarak değişim
göstermektedir. Bu çalışmada pek çok besin öğesi açısından oldukça zengin olan peynir altı suyunun özellikleri
ve Türkiye’de değerlendirilme durumundan bahsedilecektir.
Sütün peynir mayası veya organik asitle pıhtılaştırılmasından ve peynirin esasını oluşturan pıhtının alınmasından
sonra, geri kalan yeşilimsi sarı renkteki kısım peyniraltı suyu olarak adlandırılmaktadır. Peynir üretiminin bir
yan ürünü olarak sıklıkla atık olarak atılsa veya hayvan yiyeceği olarak kullanılsa da, peyniraltı suyu zengin
bileşim öğeleri nedeniyle yeni gıda ürünlerinin üretiminde de kullanılabilmektedir.
Peyniraltı suyunun özellikleri ve bileşimi peynir üretim teknolojisine ve peynir üretiminde kullanılan sütün
kalitesine bağlı olarak değişim göstermektedir.
ANAHTAR KELİMELER: PEYNİRALTI SUYU, SÜTÇÜLÜK ARTIKLARI, LAKTOZ, PEYNİR
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
255
PİROKSİKAMIN KARACİĞER, BÖBREK VE AKCİĞER DOKULARI ÜZERİNE
ETKİSİNİN HİSTOLOJİK OLARAK İNCELENMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Dilek BAYRAM1, Meltem ÖZGÖÇMEN1,
1Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp. Fak. Histoloji Ve Embriyoloji A.D.,
Amaç: Non-steroid antiinflamatuar ilaçlar genellikle ağrı ve inflamasyonun olduğu yerdeki akut ve kronik
durumun tedavisinde kullanılırlar. Piroksikam analjezik ve antipiretik özelliklere de sahip bir antiinflamatuvar
ajandır. Çalışmamızda sık kullanılan NSAİİ’dan olan, etken maddesi piroksikam olan ilaçların dokular (KC,
BÖB, AC) üzerindeki etkilerini histolojik olarak gözlemlemeyi amaçladık.
Materyal- Metod: Çalışmamızda kullanılan 15 adet sıçan 3 eşit gruba ayrıldı; Grup I ( Kontrol 0,25 ml % 09
Nacl Serum Fizyolojik), Grup II ( 0,250 mg./kg/gün piroksikam), Grup III ( 0,500 mg./kg/gün piroksikam) ve
kullanılacak ilaçlar intramusküler olarak 5 gün boyunca uygulandı.
Bulgular: Deney sonunda grup I’e ait dokuların histolojik değerlendirilmesinde normal bulgulara rastlandı. Grup
II karaciğer dokusunda portal alanda mononükleer hücre infiltrasyonları, bazı hepatositlerde granüler
dejenerasyon, piknotik çekirdekler, parankimde hemorojik alanlar gözlenirken grup III’te grup II’deki
dejenerasyonlara ilaveten sinüzoidal konjesyon, portalalanda bağ dokusu artışı gözlendi. Grup II böbrek
dokusunda akut inflamatuar hücre infiltrasyonları, atropik gromerüller, hidropik dejenerasyon, vasküler
konjesyon görülürken, grup III’ te grup II’deki dejenerasyonlara ilaveten hemorojik alanlar gözlendi. Grup II akciğer dokusunda perivasküler akut inflamatuar hücre infiltrasyonları, vasküler konjesyon gözlenirken, grup III’
te akciğer dokusunda intraalveolar septumda kalınlaşma, alveolar konjesyon, bağ dokusu artışı, yağ hücresi
hiperplazisi gözlendi
Sonuç: Non-steroid antiinflamatuar ilaçlar hastalıklarda yaygın olarak kullanılmakta fakat hastalığın olası etkilerini hafifletmiş olurken, bu ilaçların yan etkileri hastalara uzun vadede daha sıkıntılı durumlar
oluşturabilmektedirler. Pirosikam bu ilaçların etken maddesinden bir tanesidir. Çalışmamızda piroksikamın;
karaciğer, böbrek ve akciğer dokusunda oluşturduğu hasarları histolojik olarak gözlemledik. Bu anlamda
çalışmamız ileride devam edeceğimiz deneylerimizin ilk basamağını oluşturmaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: PİROKSİKAM, KARACİĞER, BÖBREK, AKCİĞER, HİSTOKİMYA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
256
PİYASADAKİ NATURAL SIZMA VE RİVİERA TİPİ ZEYTİNYAĞLARIN GÜVENLİ VE
KALİTELİ GIDA AÇISINDAN İNCELENMESİ
Sözel Bildiri / Gida
Zeynep Tuğba AKBULUT1, Ahmet Levent İNANÇ1,
1KAHRAMANMARAŞ ŞÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışmada, 10 farklı gıda satış yerinde perakende olarak satışa sunulan, farklı üretici firmalara ait 7 adet
natürel sızma ve 15 adet riviera tipi zeytinyağı numunesinin yağ asit kompozisyonları, trans yağ asitleri, sterol
(kolesterol, brassikasterol, kampesterol, stigmasterol, toplam β-sitosterol ve ∆7-stigmastenol) miktarları,
ultraviyole ışığında 232 ve 270 nm’deki özgül soğurma değerleri, peroksit miktarları ve serbest yağ asit içerikleri
incelenmiştir.
Tüm örneklerde belirlenen % yağ asit kompozisyonları; Miristik asit (C14:0) %0,01-0,57, Palmitik asit (C16:0)
%4,83-21,5, Palmitoleik asit (C16:1) %0,2-1,77, Heptadekanoik/margarik asit (C17:0) %0,01-0,3,
Heptadesenoik/margoleik asit (C17:1) %0,01-0,3, Stearik asit (C18:0) %0,52-3,28, Oleik asit (C18:1) %15,98-
74,07, Linoleik asit (C18:2) %7,74-57,81, Linolenik asit (C18:3) %0,21-7,5, Araşidik asit (C20:0) %0,08-0,59, Gadoleik/eikosenoik asit (C20:1) % 0,06-1,28, Behenik asit (C22:0) %0,09-0,54, Lignoserik asit (C24:0) %0,05-
0,2 arasında bulunmuştur. Serbest asitlik (%oleik asit cinsinden) ve peroksit (meq aktif O2/kg yağ) değerlerinin
natürel sızma zeytinyağları için sırasıyla; 0,1-2,11 ve 0,5-13,1, ve riviera zeytinyağları için ise 0,14-0,95 ve 1,9-
9,67 aralığında olduğu belirlenmiştir. 232 nm’deki özgül soğurma değerleri natürel sızma zeytinyağları için
2,15-3,82 ve riviera zeytinyağları için 2,63-3,52 aralığındadır. 270 nm’deki özgül soğurma değerleri ise sırasıyla
0,18-1,42 ve 0,58-1,58 aralığında olduğu tespit edilmiştir. Riviera zeytinyağlarının toplam trans yağ asitleri
ağırlıkça (%0,02-1,72) natürel sızma zeytinyağlarınkinden (%0,02-0,268) yüksek çıkmıştır. Natürel sızma
zeytinyağlarında toplam sterol içerisinde kolesterol ve brassikasterol tespit edilmezken, bir riviera zeytinyağı
örneğinde kolesterol (%0.14) ve beş örnekte brassikasterol (%0.09-7.12) bulunmuştur. Eritroidol ve uvaol dokuz
örnekte (ikisi natürel sızma, yedisi riviera zeytinyağında); ∆7-stigmastenol 18 örnekte (altısı natürel sızma, on
ikisi riviera zeytinyağında) tespit edilmiş, diğer sterollere (kampesterol, stigmasterol, toplam β-sitosterol) bütün
örneklerde rastlanılmıştır.
Türk Gıda Kodeksine göre değerlendirildiğinde, natürel sızma zeytinyağlarının yaklaşık %43’nün özgül soğurma
değerleri, yağ asit komposizyonu, trans yağ asitleri, kampesterol, toplam β-sitosterol, ∆7-stigmastenol veya
serbest asitlik değerleri bakımından uygun bulunmamıştır. Riviera zeytinyağı örneklerinin yaklaşık %47’sinin analiz sonuçları, yukarıdaki kalite kriterlerine (serbest asitlik hariç) uygunsuz olarak belirlenmiştir. Sonuç olarak
tüm zeytinyağı örneklerinin % 46’sının standartlarda verilen limitler dışında olduğu tespit edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: ZEYTİNYAĞ, YAĞ ASİT KOMPOSİZYONU, STEROL, PEROKSİT,
SERBEST ASİTLİK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
257
PHTHALATE LEVELS İN AGRİCULTURAL SOİLS OF PLASTİC COVERED
GREENHOUSES
Sözel Bildiri /Çevre
Berkay Umut Yesildagli1*, Tugba Ayaz1, Mihriban Yilmaz Civan1
1Kocaeli University, Department of Environmental Engineering, Umuttepe Campus, 41380, Kocaeli, Turkey
Abstract
Phthalates are a group of artificially synthesized organic compounds that are widely used in consumer products,
food packaging, medical products as well as used additives or plasticizer in polyvinyl acetates, polyvinyl
chloride to improve flexibility and resistance of plastic products. The main objective of this study is to analyze
the phthalate levels in agricultural soils of greenhouses covered with plastic and glass materials from two
different seasons. 10 soil samples from each glass and plastic covered greenhouses were collected from two
different seasons.
Among 20 greenhouses the lowest total phthalate concentration acquired out of all greenhouses is 37.196 ng/g
dry soil and the highest concentration is 2981 ng/g dry soil, meanwhile the median value of the data set is
400.228 ng/g dry soil. DEHP showed the highest concentration among other phthalate congeners with median
value of 205.606 ng/g dry soil, followed by DnBP with 30.316 ng/g dry soil, DiBP with 21.64 ng/g dry soil and
DnOP with 13.38 ng/g dry soil. These 4 congeners were the most dominant phthalates in terms of total
concentration of 13 phthalate congeners analyzed in this study.
The reason behind DnBP and DiBP levels are high in both sampling seasons could be they evaporated to the
greenhouse environment from plastic cover material. Meanwhile, DEHP concentrations were not significantly
changed among the soil samples collected from winter season. The results show that the sources of DEHP
concentrations show that the source of DEHP might be released from the plastic ropes and irrigation hoses used
in the greenhouses for various purposes.
Keywords: Phthalic acid esters (PAEs), soil pollution, greenhouse soil, seasonal variation
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
258
POLİ(PURPLAD) İLE MODİFİYE EDİLMİŞ KALEM GRAFİT ELEKTRODA DAYALI
FENİTROTHİONUN VOLTAMETRİK ANALİZİ
Sözel Bildiri / Cevre
Mert SOYSAL1,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi,
Çalışmamızda kullanılan fenitrothion, tüm dünyada tarımsal zararlılara karşı yaygın olarak kullanılan bir
organofosfat insektisitidir. Fenitrothion, böcekler üzerinde çok yüksek bir etkiye sahip olmasına rağmen, memeli
ve hızlı biyolojik dönüşüm için düşük biyolojik toksisitesi nedeniyle yaygın olarak kullanılmaktadır.
Elektropolimerizasyon, polimer film modifiye elektrotları hazırlamak için iyi bir yaklaşımdır. Farklı
elektropolimerizasyon koşulları sayesinde, tarama potansiyeli aralığı, monomer konsantrasyonu, çözücünün iletkenliği ve pH değeri, iletken filmlerin farklı özellikleri ve fonksiyonları elde edilebilir. Bu çalışmada
fenitrothion insektisitinin voltametrik tayini, purplad ile modifiye edilmiş tek kullanımlık kalem grafit
elektrotları kullanılarak gerçekleştirilmiştir.
Fenitrothion analizinde, kromatografik tekniklere geçerli bir alternatif olarak purplad modifiye kalem grafit elektrotların uygulanabilirliği test edilmiştir. Bir dizi deneysel parametre (pH, döngü sayısı, tarama hızı, FNT
konsantrasyonu) optimize edilmiş ve bu kantitatif deneylerde diferansiyel puls voltametrisi kullanılmıştır. Tayin
sınırı (LOD) ve kantitatif ölçüm sınırı (LOQ) sırasıyla 25.40 µM ve 76.97 µM olarak tespit edildi. 25 µM FNT
pik akımının beş tekrarlı ölçümü,% 2.6 bağıl standart sapma göstermiştir. Önerilen elektrokimyasal modifiye
elektrotun kullanılabilirliğini kanıtlamak için, gerçek örneklerde fenitrothion analizi yapılmıştır. Gerçek örnek
olarak, elma suyu ve musluk suyu seçilmiştir. Elektrokimyasal koşullarda optimize edilmiş modifiye elektrotlar
kullanılarak elma suyu ve musluk suyu numunelerinde sırasıyla % 92.99 ve% 98.46 (n: 5) fenitrothion geri
kazanımı sağlanmıştır.
Bu çalışmada, ilk defa kalem grafit elektrotların yüzeyine purplad polimer film başarılı bir şekilde kaplanmıştır.
Ayrıca, purplad filmin optimal elektropolimerizasyon koşulları incelenmiştir. Diferansiyel puls voltametrik
teknik kullanılarak, farklı derişimlerdeki fenitrothion yükseltgenmesi incelenmiş ve 5 - 200 µM derişim
aralığında doğrusallık saptanarak tayin limiti 25.40 µM olarak bulunmuştur. Elde edilen sonuçlara göre, önerilen
purplad modifiye edilmiş elektrotların gerçek numunelerde kullanılabilirliği test edilerek başarılı bir geri
kazanım elde edildi.
ANAHTAR KELİMELER: PURPALD, ELEKTROPOLİMERİZASYON, FENİTROTHİON, SENSOR,
KALEM GRAFİT ELEKTROT
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
259
POLİSTREN NANOKÜRELERİNİN BRACHİONUS PLİCATİLİS ÜZERİNDE AKUT
TOKSİKOLOJİK ETKİSİ
Sözel Bildiri / Cevre
Ahmet Ali BERBER1, İbrahim UYSAL1, Kemal TEMEL1, Hüseyin AKSOY2,
1ÇANAKKALE ONSEKİZ MART ÜNİVERSİTESİ, 2SAKARYA UNİVERSİTESİ,
Nanoplastikler, boyu 100nm’den küçük olan plastik parçacıklarıdır. Günümüzde plastiklerin parçalanması
neticesi oluşan nanoplastiklerin adının “kirletici” olarak bilinmesi pek de yaygın değildir. Özellikle renksiz,
şeffaf veya nano/mikro boyuta kadar parçalanmış olan plastikler su kaynaklarında görünmez çöpleri oluşturarak
ciddi bir görünmez tehlike haline dönüşebilmektedir. Plastiklerin sucul ekosistemde bulunan canlılar tarafından
yutulması plastiklerin besin zincirine girmesini sağlar. Hayvanlar tarafından yutulduklarında yalancı bir tokluk hissi yaratarak kilo kaybına, sindirim ve gelişim bozukluğuna veya canlının dolu bir mideye rağmen açlıktan
ölmesine neden olabilir.
Bu çalışmada da dünya genelinde en yaygın kullanılan plastiklerden olan polistrenin, 50 nm çaplarındaki
nanotaneciklerinin Brachionus plicatilis üzerindeki akut toksisitesi değerlendirilmiştir. Çalışmamızda ROTOXKIT MTM (Microbiotest Inc.- 9030 Mariakerke, Gent, Belgium) kullanılmıştır. Brachionus plicatilis ile
24 saatlik akut toksikolojisinin incelendiği bu mikrobiyotest ASTM Standart Kılavuzu E1440-91'e bağlıdır.
Standart deniz suyunun hazırlayarak yapıldığı çalışmada önce satın alınan rotifer yumurtaları kuluçka evresine
sokuldu ve daha sonra elde edilen 24 saatten küçük yavrular ile 5 birey/uygulama konsantrasyonu olacak şekilde
kültür işlemi yapıldı. Kontrol grubu da dahil olmak üzere 6 tekrar ile çalışma tamamlandı.
Rotiferler ile yapılan toksikoloji testlerinin çoğu lethal testler olup beslenme olmaksızın 24 ya da 48 saatlik
uygulama ile LC50 değerinin hesaplanması amaçlanmaktadır. Brachionus cinsi ya da diğer rotifer
biyodeneylerinde akut ve kronik olarak iki şekilde deney tasarımı yapılabilir. Akut toksisite testinde sonuçlar 1-2
günlük verilere göre, kronik toksisite testinde de 5 günlük verilere göre değerlendirilebilir.
Yapılan bu çalışmada polietilen mikrokürelerinin 24 saatlik maruziyeti ile LC50 değeri probit analizi yapılarak
belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: NANOPLASTİK, POLİSTREN, BRACHİONUS, TOKSİSİTE, LC50
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
260
POLİSTREN NANOPLASTİKLERİNİN DAPHNIA MAGNA ÜZERİNDE GENOTOKSİK
ETKİSİ
Sözel Bildiri / Cevre
Ahmet Ali BERBER1,
1ÇANAKKALE ONSEKİZ MART ÜNİVERSİTESİ,
Nanoplastikler boyu 100nm’den küçük olan plastik parçacıklarıdır. Günümüzde plastiklerin parçalanması
neticesi oluşan nanoplastikler adının “kirletici” olarak bilinmesi pek de yaygın değildir. Özellikle renksiz, şeffaf
veya mikro/nano boyuta kadar parçalanmış olan plastikler su kaynaklarında görünmez çöpleri oluşturarak ciddi
bir tehlike haline dönüşebilmektedir. Çalışmamızda uygulama maddesi olarak kullanılan polistren nanoküreleri
Polysciences Inc.( Badener Str. 13, 69493 Hirschberg an der Bergstrasse, Germany) firmasından tedarik
edilmiştir.
10 adet 24 saatten küçük Daphnialar 100 mL’lik petrilere yerleştirilir ve 24 saat boyunca polistren
nanokürelerine maruz bırakılır. Süre sonunda hemolenf tüm organizmanın homozenizasyonuyla elde edilir. Bu
esnada buffer olarak 1ml PBS, 20 mM EDTA ve %10 DMSO çözeltisi kullanılır. Homojenizasyonu takiben 150 µl örnek eşit miktardaki low melting agar (0,65%) ile karıştırılarak daha önceden agar (0,65%) ile kaplanmış
lamlar üzerine yayılır ve lamelle kapatılır. Kapatılan lamlar 20-25 dak. +40C’de bekletilir. Süre sonunda lameller
kaldırılır ve preparatlar lysing solüsyonu (2.5 M NaCl, 100 mM Na2EDTA, 10 mM Tris–HCl, 1% Triton X-100
and 10% DMSO, pH 10) içerisinde ile +40C’de minimum 1 saat bekletilir. Lysisden sonra lamlar elektroforez
tankında bulunan tampon (300 mM NaOH, 1 mM EDTA, pH=13) içerisine konulur ve burada 20 dakika
bekletilir. Süre sonunda 20 dakika 30 V 300 mA’de yürütülür. Elektroforezden sonra lamlar, nötralizasyon
tamponu (0.4 M Tris, pH=7.5) ile 5 dakika +4 0C’de muamele edilir (Nötralizasyon işlemi 2 kez tekrarlanır).
İşlemler sonunda her bir lama 50 µl EtBr eklenerek üzerine lamel kapatılır ve 15 dakika +4 0C’de bekletildikten
sonra floresan mikroskop altında inceleme yapılır.
Elde edilen sonuçlara göre polistren nanoküreleri kuyruk uzunluğunu ve kuyruk momentini en küçük
konsantrasyonlar hariç tüm konsantrasyonlarda; kuyruk yoğunluğunu da tüm uygulama konsantrasyonlarında
kontrole göre istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde artırmıştır. Bu artışlar doza bağlı olarak anlamlı
korelasyonlar göstermişlerdir.
Plastiklerin üretim eğilimleri, kullanım şekilleri ve değişen demografik veriler neticesinde, sucul ortamlarda
plastik kirliliğine bağlı olarak nano/mikroplastiklerin görülme sıklığının artacak olması kuşkusuz ki büyük bir
endişeye yol açmaktadır. Nanoplastikler konusunda yapılacak olan çalışmaların artırılması ve insanların
plastik/mikroplastik konusunda bilinçlendirilmesi için daha fazla gayret göstermek mecburi hale gelmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: NANOPLASTİK, GENOTOKSİSİTE, POLİSTREN, DNA, KOMET
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
261
POSTMENAPOZAL DÖNEMDE KADINLARDA CİNSEL SAĞLIK YÖNETİMİ
Sözel Bildiri / Saglik
FUNDA ÇİTİL CANBAY1, SİBEL ŞEKER1,
1AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ,
Bu derleme, postmenopozal dönemde kadınlarda cinsel sağlık yönetimi konusunun önemini literatür bilgileriyle
vurgulamak amacıyla yapıldı.
Bu derlemenin kuramsal içeriğini oluştururken; konuyla ilgili Türkçe ve İngilizce olarak yayınlanan derlemeler,
sistematik araştırmalar ve doğum ve kadın sağlığı kitapları incelendi.
Cinsellik, kadın yaşamında önemli bir yaşam deneyimidir. Cinsellik kadın yaşam dönemlerini farklı şekillerde etkiler. Postmenapozal dönemde kadın sağlığında bazı değişiklikler (vajinal kuruluk, vajinal atrofi, disparonomi,
libidoda bozulma gibi.) olur. Bu durum postmenapozal dönemdeki kadının cinsel yaşamını olumsuz etkilemesine
neden olabilir. Ülkemiz ve dünya genelinde postmenapozal dönemdeki kadınların erkeklere göre, fetal yaşamdan
itibaren yaşlılık yaşam dönemleri boyunca özellikle cinsel sağlıkla ilgili daha dezavantajlı grup oldukları
görülmektedir. Özellikle postmenapozal dönem boyunca cinsel fonksiyon bozukluklarının arttığı ve yaşam
kalitelerinin olumsuz etkilendiği görülmektedir. Postmenapozal dönemdeki kadınlara kadınlara sağlık bakımı ile
birlikte cinsel sağlık hizmetleri kapsamında gerekli danışmanlığın verilmesi kadınların bu olumsuz durumla başa
çıkmaları konusunda onları cesaretlendirecektir.
Kadınlarda yaşın artması ile de özellikle menapoz sonrası dönem süresinde cinsel ilişki doyumu ve sıklığında
azalmalar görülebilir. Bununla beraber kadınlardaki bazı sağlık sorunları da menapoz sonrası cinsel işlev
bozukluklarına yol açabilir. Bu bağlamda, ebe ve hemşireler, postmenapozal dönemdeki kadınlara yönelik
bakımı planlamada, menopoz ve sonrasındaki sağlık bakımını sürdürme konularında güncel bilgilerden
yararlanarak, kadınlara gerekli bakım ve danışmanlık hizmetlerini vermelidir.
ANAHTAR KELİMELER: CİNSEL YAŞAM, KADIN, MENAPOZ, POSTMENAPOZ, SAĞLIK.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
262
POTENTİAL OF MANGO POST HARVEST DİSEASE MANAGEMENT İN PAKİSTAN
Sözel Bildiri / Tarim
Rehman ABDUL REHMAN1, Alam MUHAMMAD WAQAR ALAM2, Malik AMAN ULLAH MALİK3,
Muhammad MUHAMMAD AMİN4, Khizar KHİZAR RAZZAQ5, Saira SAİRA MEHBOOB6,
1Department Of Plant Pathology University Of Agriculture Faisalabad, 2Institute Of Agricultural Sciences,
University Of Punjab Lahore, 3Postharvest Research And Training Centre, Institute Of Horticultural Sciences,
University Of Agriculture, Faisalabad 38040, Pakistan, 4Mian Muhammad Nawaz Sharif Agriculture University
Multan, 5Department Of Plant Pathology, University Of Agriculture, Faisalabad 38040, Pakistan, 6Plant
Pathology Research Institute, AARI, Faisalabad,
Pakistan-Avustralya Tarım Sektörü Bağlantıları Programı (ASLP) Mango değer zinciri projesi kapsamında,
mango hasat sonrası hastalıklar kontrolünün çeşitli yönleri üzerinde kapsamlı bir araştırma çalışması yapılmıştır.
Bir çalışmada, düşük hastalık baskısı olan meyve bahçelerinin potansiyeli, uluslararası pazarlara ihracat için
meyve tedarikinde değerlendirildi.
Meyve ve çevre koşulları altındaki meyveler üzerine yapılan araştırmalar, kök çürüklüğünün en yaygın hastalık
olduğunu ve vücut çürüğü, Alternaria çürüklüğü olduğunu göstermiştir. Olgunlaşma sırasında ortaya çıkan
ilişkili patojenler izole edilmiş ve Lasiodiplodia theobromae, Phomopsis mangiferae, Colletotrichum gloeosporioides, A. alternata ve Botrytis cinerea ve Aspergillus niger olarak tanımlanmıştır. Bu patojenlerin
konidyaları, taze mango meyveleri üzerinde yapay olarak aşılanmış, bunlar daha sonra 35 gün boyunca soğuk
hava deposuna yerleştirilmiş veya 21 gün boyunca oda sıcaklığında saklanmıştır. Ortam sıcaklığında maksimum
ortalama hastalık şiddeti, L. theobromae (% 35.38), ardından P. mangiferae (% 25.40), Colletotrichum
gloeosporioides (% 20.24) ve Botrytis cinerea (% 19.00) ile ilişkili hastalık ile ilişkiliydi. Buna karşılık, soğuk
depolanma sırasında, Phomopsis mangiferae (% 36.55) en çok hastalıkla ilişkilidir, bunu L. theobromae (%
31.17), C. gloeosporioides (% 20.03) ve Botrytis cinerea (% 12.25) izlemiştir. Farklı fungisitlerin etkinliği
(Cabriotop® ai metiram kompleksi & pyraclostrobin; Nativo® ai trifloxystrobin ve tebuconazole; Scholar® ai
fludioxonil; Tecto® ai thiabendazole, Amistar® ai azoxystrobin ve Sportak® ai prochloraz) ve bitki ekstreleri
(Cichorium intybus, Peganum) Farklı konsantrasyonlarda harmala, Syzgium aromaticum, Moringa oleifera,
Coriandrum sativum ve Cinnamomum zeylanicum) zehirli gıda tekniği ile in vitro olarak değerlendirilmiştir.
Sonuçlar, Nativo ve Moringa'nın test edilen patojenlere karşı önemli bir antifungal aktivite olduğunu gösterdi.
Fungisitlerin ön ve hasat sonrası uygulamaları test edilmiştir. Hasat sonrası sıcak su fungisidal tedavisi, dört
haftalık soğuk depolamanın (13 ° C), Nativo'nun (0.3 g / L) en iyi hastalık kontrolünü verdiğini, ancak
istatistiksel olarak Scholar (0.6 ml / L) ve Sportak (0.5 ml) ile eşit olduğunu gösterdi. / L). Başka bir çalışmada,
ön ve hasat sonrası fungisit tedavileri karşılaştırıldı. Scholar (0.6 ml / L) ile hasat öncesi tedavi, 4 haftalık soğuk saklama sırasında (11 + 1 ° C;% 80-85 RH) maksimum SER hastalığı kontrolü verdi. Hasat sonrası tedaviler
arasında, Nativo (HWT) (0.3 g / L) en iyi kontrolü verdi, bunu kontrol ile karşılaştırıldığında Sportak izledi.
ANAHTAR KELİMELER: MANGİFERA İNDİCA, POST HARVEST, STEM END ROT,
TRİFLOXYSTROBİN & TEBUCONAZOLE, PLANT EXTRACTS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
263
PREDATÖR BİR DENİZ SALYANGOZUNUN (HEXAPLEX TRUNCULUS) TÜKETİM
DAVRANIŞLARI: ÇİFT KABUKLU AVIN (MYTILUS GALLOPROVINCIALIS)
KÜMELENME DAVRANIŞININ ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Mehmet GÜLER1, Aynur LÖK2,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Ziraat Fakültesi Su Ürünleri Mühendisliği Bölümü, 2Ege Üniversitesi Su
Ürünleri Fakültesi Yetiştiricilik Bölümü,
Madya, Hexaplex trunculus, predatör deniz salyangozlarını barındıran Muricidae ailesinin Akdeniz kıyılarında
geniş yayılım gösteren türlerindendir. Madya predatör davranışları sebebi ile özellikle Akdeniz midyesi olmak
üzere, çift kabuklu yetiştiricilik alanlarında istenmeyen bir tür olarak belirlenmiştir. Bu çalışmada madyanın
Akdeniz midyesi üzerine predatör davranışları araştırılmıştır. Madya ve Akdeniz midyesi av-avcı ilişkileri daha
önce hem laboratuvarda hem de sahada incelenmiştir fakat bu çalışma ile midyenin savunma mekanizmalarından
biri olarak kabul edilen kümelenme davranışı da değerlendirmeye alınmıştır.
Bir seri deneme ile farklı boy midyelerin kümelenme davranışlarının etkileri laboratuvar şartlarında gözlenmiştir.
ilk denemelerde büyük ve küçük boy gruplarındaki midyeler madyalara farklı gruplarda kümelenmemiş olarak
verilmiş, sonraki denemelerde ise yine büyük ve küçük iki farklı boy grubu midye bu sefer kümelenmiş olarak
madyalara verilmiş, denemelerin sonuçları karşılaştırılmıştır.
İlk denemelerde madya kümelenmemiş olarak verilmiş büyük ve küçük midyeleri kolaylıkla tüketmiştir. Sonraki
denemelerde de madyalar kümelenmiş halde verilen farklı boylardaki midyeleri tüketebilmişlerdir. Küçük
midyelerde tüketim miktarları, kümelenmiş grup için kümelenmemiş olanlara göre daha düşük bulunmuştur
(p<0,05). Büyük midyeler için ise kümelenme davranışının tüketim miktarına anlamlı düzeyde bir etkisi
saptanmamıştır (p>0,05).
Bu çalışmanın sonuçlarından da görülebileceği üzere madya, farklı boylardaki avlarını yüksek başarı oranları ile
tüketebilmektedir. Bunun yanı sıra avının savunma mekanizmalarından biri olan kümelenme davranışının
fonksiyonunu özellikle büyük midyeler için etkisiz kılan bir saldırı mekanizmasına sahiptir. Etkili tüketim
davranışları ve daha önceden rapor edilmiş olan avının bol bulunduğu bölgelerde popülasyonun hızlı şekilde
artma özellikleri ile birlikte bakıldığında çift kabuklu yetiştiriciliği için alan ve kültür metodu seçiminde
mevcudiyeti göz önünde bulundurulmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: AV-AVCI İLİŞKİLERİ, KÜMELENME DAVRANIŞI, MİDYE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
264
PROBİYOTİK MİKROORGANİZMALARIN KRONİK HASTALIKLARI TEDAVİ EDİCİ
ROLÜ
Sözel Bildiri / Gida
BURCU ÖZEL1, Halil İbrahim KAYA2,
1Pamukkale Üniversitesi Çal MeslekYüksekokulu Gıda İşleme Bölümü, 2Pamukkale Üniversitesi Mühendislik
Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü,
Probiyotik mikroorganizmaların kronik hastalıkların tedavisindeki rolü hakkında bilgi vermek
Probiyotikler, yeterli miktarda alındığı zaman konak üzerinde sağlığa yararlı etkiler sağlayan yaşayan
mikroorganizmalardır. Üzerinde en çok çalışılan ve kullanılan probiyotik grubu Lactobacillus ve
Bifidobacterium cinsine ait türlerdir. Probiyotikler laktik asit, asetik asit ve propiyonik asit üretip bağırsak
pH’sını düşürür, patojen bakterilerin üremesini baskılar ve bağırsak florasında dengeyi sağlarlar. Son yıllarda
yapılan çalışmalarda probiyotik bakterilerin çeşitli kronik hastalıkların riskini azalttığı ve önlediği gözlenmiştir.
Yapılan randomize kontrollü çalışmalarda probiyotiklerin rotavirüs ve antibiyotik ile ilişkili diyarelerin
önlenmesi veya belirtilerinin hafifletilmesi, laktoz intoleransı belirti ve bulgularının azaltılması, safra asitlerinin
dekonjugasyonu yolu ile vücutta hipokolesterolemik etki oluşturulması, Helicobacter pylori ve diğer birçok
intestinal patojenlerin inhibisyonu gibi birçok kronik rahatsızlıklarda terapötik ajan olarak kullanılabileceğini
ortaya koymuştur. Ayrıca probiyotik kullananlarda iştah hissini düzenleyen leptin hormonunda ve obezite ile
ilişkili olan bağırsak bakterilerinin konsantrasyonunda azalma olduğu tespit edilmiş, insülin direncini
yavaşlatmasından dolayı da diyabet hastalığının tedavisinde de kullanılabileceği önerilmiştir.
Diğer yandan probiyotiklerin kardiyovasküler hastalık riskini hidroksi metil glutaril coA redüktaz üretimi ile
azalttıkları, immün sistemini destekleyici rollerinden dolayı da kanserli hücrelerin gelişimine engel oldukları da
bilinmektedir. Probiyotiklerin söz konusu kronik hastalıklar üzerindeki kanıtlanmış veya olası faydalarının, probiyotiklerin güvenirliği de göz önünde bulundurulduğunda, bu hastalıklara sahip bireylere sağlık
uzmanlarınca önerilmesi hastalıkların tedavisine destek sağlayabilceği kaçınılmazdır.
ANAHTAR KELİMELER: PROBİYOTİKLER, TERAPÖTİK AJAN, KRONİK HASTALIKLAR
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
265
PROPOLİSTEKİ FENOLİK İÇERİKLERE COĞRAFİ ORİJİNİN ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Gida
Hatice KALKAN YILDIRIM1, Ezgi DÜNDAR2, Erhan CANBAY3, Hikmet MEHMEDOV3, Eser Y.
SÖZMEN3,
1Ege Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, Bornova, 35100 İzmir, 21Ege Üniversitesi,
Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, Bornova, 35100 İzmir, 3Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi,
Biyokimya Bölümü, Bornova, 35100 İzmir,
Propolis, bal arıları tarafından üretilen doğal bir üründür. Antimikrobiyal, antiseptik, antibakteriyel,
antienflamatuar ve antimutagenik özelliklerin yanı sıra antioksidan etkileri vardır. Bu önemli sağlıklı özelliklerin
çoğu propoliste bulunan fenolik içeriğe dayanır. Propolis bölgesi ve preparatlarının teknikleri fenolik içerik türü
ve konsantrasyonları için kritik öneme sahiptir. Bu çalışmanın amacı, kullanılan proplisin coğrafi kökenleri ile
fenolik formlardaki fenol grubu bileşiklerinin de dahil olduğu fenolik içerikleri arasındaki ilişkiyi belirlemektir.
Bu amaçla UPLC MS / MS sistemi olarak hassas bir teknik kullanıldı.
Farklı bölgelerden propolis örnekleri temin edildi. (Türkiye: Ankara ve Sivas, Azerbaycan: Batabat Yaylası).
Analizden önce tüm örnekler farklı tekniklerle uygulamaya tabi tutuldu. Ekstraksiyonlarının sonunda örneklere
20 dakika boyunca santrifüjleme işlemi uygulandı. Elde edilen sıvı örnekler analizlerde kullanılmak üzere +4°C’de depolandı ve UPLC MS / MS sistemi ile analiz edildi. Dış standart olarak, asetonitril (ACN) kullanarak,
1 mg / ml stok çözeltiler (kateşol, kafeik asit, kamferol, ferulik asit, epikateşin, quarsetin, mirisetin, rutin, malik
asit, 4-hidroksi benziok asit, salisilik asit, trans-sinamik asit, gentisik asit, prokatekuik asit, para-kumarik asit,
vanilik asit, etil ferulat, DMA kafeik asit, CAPE, kateşin, klorogenik asit, elagik asit, siyanidin, naringenin,
delfinidin) hazırlandı.
Sonuçlar, propolisteki fenolik bileşiklerinin türü ve konsantrasyonlarını açısından propolis coğrafi orijinin
önemli olduğu ortaya çıkmıştır.
Çalışma, antosiyaninler, flavanoller, flavonoller, fenolik asitler ve bunların farklı orjinli Türkiye ve Azerbaycan kıyaslamalı izomerleri dahil olmak üzere propolisteki fenolik bileşiklerinin değerlendirilmesi olarak ilk çalışma
niteliği taşımaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: ANAHTAR KELİMELER: PROPOLİS, COĞRAFİ ORİJİN, UPLC MS / MS
SİSTEMİ, FENOLİK BİLEŞİKLER, EKSTRAKSİYON
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
266
PSİKOBİYOTİK BAKTERİLER
Sözel Bildiri / Gida
Ömer ŞİMŞEK1,
1Pamukkale Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü,
Ruhsal rahatsızlıklarda etkili olan psikobiyotik bakteriler hakkında bilgi vermek
Ruhsal hastalıklarda sağlığa yararlı olduğu düşünülen probiyotiklere psikobiyotik mikroorganizmalar
denilmektedir. Konakçısının bağırsak sistemine yerleşerek mikrobiyal dengeyi iyileştiren ve yararlı faaliyette
bulunan canlı mikroorganizmalar olan psikobiyotiklerin, insan gastrointestinal sisteminde bulunmasıyla patojen
mikroorganizmaların gelişimini inhibe ettiği, ürettikleri metabolitler ve nöropeptitler sayesinde de beyin
fizyolojisi ve insan psikolojisi üzerinde etkili olduğu bir çok araştırma ile ortaya konulmuştur. Ayrıca; yapılan
klinik gözlemlerden elde edilen sonuçlara göre depresyon mekanizmasının bağırsak bakterilerinin sayısı ile
yakından ilişkili olduğu görülmüş, günlük hayatta karşılaşılan stres, anksiyete gibi ruhsal bozuklukların bağırsak
mikrobiyotasında yer alan laktik asit bakterilerinin sayılarındaki azalma ile ilişkili olduğu bulunmuştur.
Obezite, diyabet gibi metabolik rahatsızlıkların, şizofreni, anksiyete ve otizm gibi nöropsikiyatrik bozuklukların
psikobiyotik mikroorganizmalarca üretilen ve bağırsak-beyin ekseninde önemli rolü olan gama-aminobutirik asit
ve serotonin gibi nöroaktif maddeler ile önlenebildiği yapılan klinik çalışmaları ile desteklenmiştir. Örneğin;
Lactobacillus ve Bifidobacteria türleri monosodyum glutamattan gama-amino-butirik asit sentezlerken,
Escherichia, Bacilllus ve Saccharomyces türleri nörepinefrin, Candida, Streptococcus, Enterococcus türleri
serotonin, Bacillus ve Serracia türleri dopamin üretmektedir.
Bifidobacterium infantis’in oral yoldan verildiği farelerde plazma triptofan düzeylerinde artış görülürken;
Lactobacillus acidophilus ile beyin sapındaki kanabinoid reseptörlerin ekspresyonu artırılmıştır. İnsan sağlığı
üzerindeki önemli etkileri ile söz konusu psikobiyotik mikroorganizmaların önümüzdeki yıllarda nörobilim
alanında yapılacak araştırmaların odağını oluşturacağı açıktır.
ANAHTAR KELİMELER: PSİKOBİYOTİK, PROBİYOTİK, NÖROLOJİ, YARARLI
MİKROORGANİZMALAR
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
267
QUALITY CHARACTERISTICS OF CHILI PEPPER EXTRACT NANOEMULSIONS
STABILIZED BY BIOPOLYMERS
Sözel Bildiri / Gida
Pelin POÇAN1, Elif AKBAŞ2, Mecit Halil ÖZTOP1,
1Orta Doğu Teknik Üniversitesi, 2İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü,
In this study the goal is to produce biopolymer coated capsaicin nanoemulsions that were stabilized by
biopolymers.
The chili pepper extract also known as oleoresin capsicum and main source of capsaicin, has significance in food
and pharmaceutical industries due to its antioxidant and antimicrobial activities. In this work, oleoresin capsicum
nanoemulsions were prepared using 2% oleoresin capsicum and two different types of surfactants (lecithin and
sucrose mono palmitate (SMP) at pH 7.4. To determine the effect of biopolymers on the formation of emulsions,
1% alginate and 0.5% whey protein isolate (WPI) were added to the formulations. Effect of pre-heating on
emulsions were also investigated. For characterization, mean particle size, turbidity, T2 (spin-spin relaxation
time), color, encapsulation efficiency and zeta potentials were measured. Results showed that, SMP-WPI emulsions had the smallest mean particle size (35 nm) whereas lecithin-WPI emulsions had the largest particle
size. The highest zeta potential values were found for the pre-heated lecithin-WPI emulsions (-17.8 mV)
indicating higher stability compared to the other emulsions. Encapsulation efficiencies of all emulsions were
found as nearly 70%.
ANAHTAR KELİMELER: CAPSAICIN, NANOEMULSIONS, BIOPOLYMER, WHEY PROTEIN
ISOLATE (WPI), ALGINATE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
268
RECENT TRENDS AND OPPORTUNİTİES İN NON-CHEMİCAL WEED CONTROL
Sözel Bildiri / Tarim
Khawar JABRAN1,
1Duzce University,
Application of herbicides have provided sustainable weed control for more than 60 years. However, recently the
efficacy of chemical weed control is being questioned due to several reasons. The most important among these
are the evolution of herbicide resistance in weeds, detrimental impacts of herbicides on the animals, the humans
and other living entities, and contamination of the soil and water environments. Owing to these facts, the
researchers in the discipline of agricultural sciences are focusing to develop sustainable non-chemical weed
control techniques.
In our research work, the non-chemical weed control methods such as mulches were found to provide effective
control of some noxious weeds. Moreover, some of the crop cultivars found more suppressive against weeds
than the others. Non-chemical weed control if developed effectively could provide sustainable weed control and
help to solve environmental pollution and other problems arising due to misuse of herbicides.
Although the classical non-chemical techniques such crop rotation and tillage are still important and effective,
weed control could be more effective if these were combined with novel techniques such as robotic weed
control, electrical systems, electromagnetic fields and lasers.
ANAHTAR KELİMELER: WEEDS, MULCHES, CULTİVARS, SUSTAİNABİLİTY
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
269
REKREASYONEL OLANAKLARA YÖNELİK KULLANICI BEKLENTİLERİNİN
İRDELENMESİ, AYDIN KENTİ ÖRNEĞİ
Sözel Bildiri / Cevre
Bülent DENİZ1, Çiğdem KILIÇASLAN1, Fulya KOŞAN1,
1AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ,
Rekreasyon en genel tanımıyla, insanların fiziksel ve ruhsal bütünlüğünü geri kazanmak için isteyerek yaptıkları
aktivitelerdir. Rekreasyonel aktiviteler bireylerin serbest zamanlarında sosyalleşmelerine, çevreleri ile olumlu
ilişkiler kurmalarına ve kendilerini geliştirmelerine olanak sağlar. Araştırmanın amacı, Aydın kenti ve yakın
çevresinde mevcut rekreasyonel faaliyetleri belirlemek, kentlilerin beklentilerini ölçmek ve olası rekreasyonel
faaliyetler için öneriler sunmaktır.
Araştırma kapsamında, yaygın olarak tercih edilen rekreasyonel aktiviteler belirlenmiş ve tanımlanmıştır. Aydın
kentinin nüfusu ve sosyal yapısı göz önünde bulundurularak kentlilerin rekreasyonel aktivitelere yönelik
beklentilerini ölçmek amacıyla anket çalışması yürütülmüştür. Anket çalışması ve arazi gözlemlerinden elde
edilen veriler yardımıyla mevcut aktivitelerin yeterliliği ve olası aktivitelere yönelik beklentiler
değerlendirilmiştir.
Araştırma sonucunda, Aydın kenti ve yakın çevresinde mevcut rekreasyonel aktivite türleri belirlenmiş, ancak bu
alanların, bireylerin gereksinimlerini yeterince karşılamadığı görülmüştür. Yapılan anket sonucunda kentlilerin
farklı rekreasyonel aktivite gereksinimlerine yönelik öneriler geliştirilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: REKREASYON, REKREASYONEL AKTİVİTE, KULLANICI
BEKLENTİLERİ, AYDIN, TÜRKİYE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
270
RESURRECTİON PLANT: A POSSİBLE SOLUTİON TO RİSİNG DROUGHT THREAT
Sözel Bildiri / Tarim
Faizan ALİ1, Akhtar HAMEED1, Abdul REHMAN1,
1UNİVERSİTY OF AGRİCULTURE, FAİSALABAD, PAKİSTAN,
A possible solution to imminent global threat of drought catastrophe
Resurrection Plant: A possible solution to rising drought threat Faizan Ali1 , Akhtar Hameed1 and Abdul
Rehman1 1. Department Of Plant Pathology, University Of Agriculture, Faisalabad, Pakistan. Corresponding
Author Email: [email protected] Plants are of key importance to us due to great dependency of
human race on plants. Since the beginning of the 21st century the rapid industrialization has triggered an
anomaly of climate change resulting in to increased global temperatures, heat waves and massive droughts.
Droughts are a huge threat for plants, most of the plant activities from minerals transport to temperature
maintenance to photosynthesis are completely dependent on water and any long drought have severe impact on
plants and ultimately global food chain. Resurrection plants are a group of plants capable of surviving massive
droughts as they have the ability to lose most of their cellular water and remain in a dormant condition for weeks
to months. Once watered after the drought the plants grow to their normal state and restart their normal growth.
Understanding this special mechanism from its genomic, proteomic, and metabolomic basis of this unique phenomenon and later integrating this to our major food crops with the help of modern molecular breeding tools
will help us in battle against droughts and prevent an imminent threat to mankind. Keywords: Plants, Drought,
Resurrection Plants, Molecular Breeding, Metabolomic
ANAHTAR KELİMELER: PLANTS, DROUGHT, RESURRECTİON PLANTS, MOLECULAR
BREEDİNG, METABOLOMİC
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
271
ROMATOİD ARTRİT TANILI HASTALARDA SERUM D VİTAMİN DÜZEYİ İLE UYKU
KALİTESİ ARASINDAKİ İLİŞKİ
Sözel Bildiri / Saglik
Gökhan SARGIN1, Taşkın ŞENTÜRK1,
1Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Romatoloji Bilim Dalı,
Romatoid artrit (RA), sinovyal inflamasyon ile karakterize kronik, otoimmün, inflamatuvar, sistemik bir
hastalıktır. RA'da kötü uyku kalitesi önemli bir sorun olup beceri, aktivite ve yaşam kalitesinde azalmaya neden
olmaktadır. D vitamin eksikliğinin uyku parametreleri üzerine negatif etkisi ve SLE'li hastalarda global uyku
kalite indeks skoru ile bağımsız ilişkisi vardır. Bizim, bu çalışmadaki amacımız, RA'lı hastalarda serum D
vitamin düzeyi ile uyku kalitesi arasındaki ilişkinin araştırılmasıdır.
Çalışmaya 2010 ACR-EULAR sınıflandırma kriterlerine göre RA tanısı konulan 72 hasta (6 erkek, 66 kadın)
dahil edildi. D vitamin düzeyi <20 ng/mL eksiklik, 21-29 ng/mL arasında yetersizlik ve >30 ng/mL yeterli olarak
kabul edildi. Hastalık aktivitesinin değerlendirilmesi için DAS-28 skoru ve uyku kalitesinin değerlendirilmesi
için Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi kullanıldı. Global skoru≥5 olan hastalar uyku kalitesi kötü olarak kabul edildi. Veriler için SPSS 18.0 ve analiz için Student-t, Mean Whitney U ve Spearman testleri kullanıldı. p<0.05
istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Hastaların %41,7’sinde uyku kalitesi kötüydü. Yaş ve DAS-28 skoru; uyku kalitesi kötü olan hastalarda uyku
kalitesi iyi olanlara göre anlamlı düzeyde yüksekti (sırasıyla, p=0,004, p=0,02). Her iki grup arasında cinsiyet, anti-CCP ve Rf düzeyleri açısından anlamlı farklılık yoktu. D vitamin düzeyleri 24 hastada yeterli, 33 hastada
eksik ve 15 hastada yetersizdi. Kötü uyku kalitesi olan RA hastalarında ortalama serum D vitamini düzeyi
17.6±7.3 ng/mL idi. Uyku kalitesi iyi olan hastalarda bu oran 30,8±17,0 ng/mL idi. İyi ve kötü uyku kalitesi olan
hastalarda D vitamini düzeyleri açısından anlamlı farklılık vardı. RA hastalarında uyku kalitesi ile serum D
vitamin düzeyi arasında negatif korelasyon vardı (r=-0,518, p<0,001).
Yüksek hastalık aktivitesi ve ileri yaş RA hastalarında uyku kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Düşük D
vitamin düzeyleri de uyku kalitesini olumsuz etkilemektedir. Bu nedenle uyku kalitesi bozuk olan RA
hastalarında serum D vitamin düzeyleri kontrol edilmelidir. Ayrıca, fonksiyonel bozukluğu önlemek ve uyku
kalitesini düzeltmek için hem RA hem de D vitamin eksikliğinin tanısı konulmalı, tedavi edilmeli ve hastalık
aktivitesi azaltılmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: ROMATOİD ARTRİT, UYKU KALİTESİ, VİTAMİN D DÜZEYİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
272
RUH SAĞLIĞI HEMŞİRELİĞİNDE BİR KAVRAM OLARAK ÇEVRE DUYARLILIĞI
Sözel Bildiri / Saglik
HATİCE ÖNER1,
1AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK FAKÜLTESİ,
Bu yazıda ruh sağlığı hemşireliğinde çevre kavramının nasıl ele alındığı irdelenerek, çevre ve ruh sağlığı
ilişkisinin önemine dikkat çekilerek ruh sağlığının geliştirilmesinde bütüncül bakış açısıyla çevre duyarlılığının
nasıl geliştireceği açıklanacaktır.
Ruh sağlığı hemşireliği sadece ruhsal yönden hasta olan bireylere yönelik değil aynı zamanda birey ve toplumun
ruh sağlığını korumaya yönelik bakım aktivitelerini de kapsaması bakımından önemli bir alandır. Ruh sağlığı
kavramında insan, biyo psikososyal bütünlük içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Ruh sağlığı hemşireliğinde
çevre kavramı insan psikolojisini etkilemesi bağlamında çok önemli olmasına karşın sınırlı düzeyde ele
alınmıştır. Ruh sağlığı hemşireliğinde, çevre kavramı ile terapötik ortam, psikososyal ortam kavramlarının daha
çok öne çıktığı görülmektedir. Oysa ruh sağlığını içinde bulunduğumuz eko sistem, çevrede yer alan tüm
unsurlar fazlasıyla etki etmektedir. Çevre ve ekosistemdeki değişimler, sadece biyokimyasal dengemizde değil
aynı zamanda ruh sağlığımız üzerinde çok büyük etkiler bırakabilmektedir. Bu yazıda yukarıda değinilen
kavramlar ilgili literatür bağlamında incelenmiş ve çevre duyarlılığının ruhsal boyutunu geliştirmeye yönelik
önerilerde bulunulmuştur.
ANAHTAR KELİMELER: RUH SAĞLIĞI, RUH SAĞLIĞI HEMŞİRELİĞİ, ÇEVRE DUYARLILIĞI,
ÇEVRE VE RUH SAĞLIĞI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
273
RURAL FOOD FİSH PRODUCTİON İMPROVEMENT STRATEGİES İN LOWER REACH
OF AMUDARYA RİVER, SOUTHERN ARAL SEA REGİON UNDER CONDİTİONS OF
CHANGİNG CLİMATE AND İNCREASİNG WATER SALİNİZATİON
Sözel Bildiri / Saglik
Bakhtiyor KARİMOV1, Uwe WALLER2, Michael MATTHİES3,
1TASHKENT İNSTİTUTE OF İRRİGATİON AND AGRİCULTURAL MECHANİZATİON ENGİNEERS. 39
Kari Niyazov Str., Tashkent 100000 Uzbekistan, 2University Of Applied Sciences, School Of Engineering.
Goebenstraße 40, 66117 Saarbruecken, Germany, 3Institute of Environmental Systems Research, University of
Osnabrueck. D-49069 Osnabrueck, Germany,
Main research questions of present investigations were: a) analyses of capture fisheries and aquaculture (FA)
sector in lower reach of Amudarya River (LRA) under conditions of changing climate (CC) and increasing water
salinization (WS); b) development of rural food fish production improvement strategies to mitigate the impacts
of CC and increasing WS.
ANAHTAR KELİMELER: CLİMATE CHANGE, SALİNİZATİON, FİSHERİES, AQUACULTURE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
274
SABAHÇIL VE AKŞAMCIL BİREYLERDE BAZI ANTROPOMETRİK ÖLÇÜMLERİN
KIYASLANMASI
Sözel Bildiri / Saglik
Yasemin ÇAKIR1, Neşe TOKTAŞ2, Efsun KARABUDAK1,
1Gazi Üniversitesi, 2Akdeniz Üniversitesi,
Bu çalışmanın amacı sabahçıl ve akşamcıl kronotipe sahip bireylerin bazı antropometrik ölçümlerinin ve bu
ölçümlerle ilişkili sağlık risklerinin kıyaslanmasıdır.
Tanımlayıcı ve kesitsel nitelikte olan çalışmaya Ankara ilinde yaşayan ve yaş ortalaması 26.1±9.48 yıl olan 193
erkek (%34.2) ve 372 kadın (%65.8) olmak üzere toplam 565 gönüllü birey katılmıştır. Çalışmada katılımcıların
sosyodemografik özelliklerinin (yaş, cinsiyet, eğitim, çalışma ve medeni durum) sorgulandığı ve kronotipin
belirlenmesine yönelik bir ölçeğin bulunduğu anket formu ile 24 saatlik besin tüketim kayıt formu araştırmacılar
tarafından yüz yüze görüşme tekniği ile uygulanmıştır. Bireylerin bazı antropometrik ölçümleri (vücut ağırlığı,
boy uzunluğu, bel ve boyun çevresi) araştırmacılar tarafından standartlara uygun şekilde alınmıştır. Elde edilen
veriler SPSS 22.0 paket programı kullanılarak analiz edilmiştir. Çalışmaya katılan sabahçıl bireylerin vücut ağırlıkları, bel ve boyun çevreleri ile BKİ değerleri akşamcıl bireylerden daha fazladır (p<0.05). Akşamcıl
bireylerde normal BKİ’ye sahip olanların, sabahçıl tipte hafif şişman ve şişman grubunda yer alanların oranı
daha fazladır (p<0.05). Akşamcıl bireylerde bel çevresine göre vücut ağırlığı ile ilişkili sağlık riski düşük iken
sabahçıl tipte çok yüksek riske sahip olanların oranı daha fazladır (p<0.05). Bel/boy değerine göre sabahçıl
bireyler, akşamcıl bireylerden daha yüksek sağlık riskine sahiptir (p<0.05). Sabahçıl ve akşamcıl bireyler
arasında boyun çevresine göre şişmanlık riski açısından anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05).
Çalışmaya katılan akşamcıl bireylerin antropometrik ölçümler açısından sağlık risklerinin daha düşük olmasına
rağmen ilerleyen dönemlerde çeşitli faktörlerin etkisiyle vücut ağırlığı kaybı tedavilerine fizyolojik olarak direnç
gösterebilecekleri ve çeşitli sağlık sorunlarına daha eğilimli olabilecekleri unutulmamalıdır. Bu konuda
mekanizmaların netleştirilebilmesi amacıyla uzun dönem takipli fizyolojik çalışmaların yapılmasının faydalı
olacağı düşünülmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: KRONOTİP, SABAHÇILLIK, AKŞAMCILIK, ANTROPOMETRİK
ÖLÇÜMLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
275
SAĞLIK VE HASTALIK DURUMUNDA MİKROBİYOTA VE İNSAN VÜCUDU İLE
ETKİLEŞİMİ
Sözel Bildiri / Saglik
Safaa ALTWEİSH1, Hatice Kübra YILDIZ1, Hasibe VURAL1,
1Necmettin Erbakan Üniversitsi, Meram Tip Fakületsi, Tibbi Biyolojiö Anabilim Dali,
İnsan vücudu çok sayıda bakteri, virüs mantar ve protozoa gibi birçok mikroorganizmayı barındırmaktadır. Bu
mikroorganizmalara genel olarak mikrobiyota adı verilmektedir. İnsan vücudunda yer alan hücre sayısı ile
kıyaslandığında mikrobiyotanın çok daha fazla sayıda oldukları görülmüştür, yaklaşık 10 katı. Mikrobiyotanın
sahip olduğu genetik bilgi olarak tanımlanan mikrobiyomun ise insan genomunun yaklaşık 100 katı kadar bilgi
içerdiği gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı insan mikrobiyotası ile organizma arasındaki etkileşimin yer aldığı
çalışmaların derlenmesidir.
Mikrobiyota, immün sistem regülasyonu, besinlerin sindirimi ve bununla ilişkili olarak B12 ve K vitaminleri gibi
önemli bileşenlerin organizmaya kazandırılması, ksenobiyotik materyallerin metabolizması vs. gibi birçok
fonksiyona sahiptir. Alınan besinler ve ilaçlar, çevre ile olan ilişki, hamilelik dönemi, yaş gibi pek çok etken
mikrobiyota çeşitliliğini etkilemektedir.
Yapılan çalışmalar göstermiştir ki mikrobiyota çeşitliliğindeki eksiklik tip 1 diyabet, romatizma, eklem
bölgelerindeki enfeksiyonlar ve kas kaybı gibi otoimmün hastalıklar ile K vitamini eksikliğine bağlı olarak
gelişen kan pıhtılaşması bozuklukları ve B12 vitamini eksikliği sonucu gelişen sinirsel ileti bozuklukları gibi pek çok durumla ilişkilidir. Ayrıca kanser, hafıza Bozuklukları, depresyon ve strese yatkınlık, otizm, Alzheimer gibi
çok sayıda patolojik durumun da mikrobiyota ile ilişkisi tespit edilmiştir.
İnsan sağlığı ile mikrobiyota arasındaki bu ilişki ‘İnsan Mikrobiyota Projesi’nin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu
projenin iki temel amacı vardır. Bunlar insan vücudunda yaşayan mikrobiyal komünitenin taksonomik analizi ve bu mikrobiyal genomların toplu genetik potansiyellerinin analizidir. Bu projeden elde edilecek sonuçlar ile
mikrobiyotanın gelecekte bir çok hastalığın tedavisi ya da önlenmesinin kullanılabileceği ön görülmektedir
ANAHTAR KELİMELER: MİKROBİYOTA, MİKROBİYOM, OTOİMMÜN HASTALIKLAR, BAĞIRSAK
MİKROBİYOTRESİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
276
SAĞLIKLI VE SÜRDÜRÜLEBİLİR TAVUK ÜRETİMİNDE KİNOA’NIN ALTERNATİF
YEM OLARAK KULLANIMI
Sözel Bildiri / Tarim
ESRA BALGAY1, AHMET ÖNDER ÜSTÜNDAĞ2, YAKUP ONUR KOCA1,
1AD.Ü. ZİRAAT FAKÜLTESİ TARLA BİTKİLERİ BÖLÜMÜ, 2AD.Ü. ZİRAAT FAKÜLTESİ ZOOTEKNİ
BÖLÜMÜ,
Mısır ve soya tavuk üretimi için oldukça önemli yem kaynaklarıdır ve ülkemizde yüksek oranda dışa bağımlı
durumdadır. Buna ek olarak, bu iki bitki dünyada en önemli GDO üretimi yapılan bitkileri oluşturmaktadır. Bu
durum, yeni alternatif yem kaynaklarının ortaya konmasını gerektirmiştir.
Mısır ve soya tavuk üretimi için oldukça önemli yem kaynaklarıdır ve ülkemizde yüksek oranda dışa bağımlı
durumdadır. Buna ek olarak, bu iki bitki dünyada en önemli GDO üretimi yapılan bitkileri oluşturmaktadır. Bu
durum, yeni alternatif yem kaynaklarının ortaya konmasını gerektirmiştir. Bu amaçla, Adnan Menderes
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü Kanatlı Ünitesinde yapılan çalışmada, alternatif yem kaynağı
olarak kinoanın kanatlı performansı üzerine etkileri araştırılmıştır. Çalışmada, 48 adet günlük yaşta broiler civcivi kontrol, %25 kinoa ve %50 kinoa olmak üzere 3 deneme grubuna ayrılmıştır. Hayvanlar bireysel
bölmelere konmuş ve ad libitum besleme yapılmıştır. Deneme 42 gün sürmüştür. Deneme sonunda bütün
hayvanlar kesilerek sıcak ve soğuk karkas ağırlıkları ile karaciğer ağırlıkları belirlenmiştir. Canlı ağırlıklar
bakımından gruplar arasında istatistiksel olarak fark bulunmamıştır. Canlı ağırlık artışı, yem tüketimi ve yemden
yararlanma oranı, karkas ağırlığı ve karaciğer ağırlığı bakımından %25 kinoalı yemle beslenen hayvanlarda diğer
gruplara göre daha iyi sonuçlar elde edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: KİNOA, ALTERNATİF YEM KAYNAĞI, TAVUK, PERFORMANS, KARKAS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
277
SAMANLı SU TUTUCU (AQUASORB) POLİMERİN MıSıR VE SOYANıN FİDE GELİŞİMİ
ÜZERİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Ahmet MURAT1, Erdem GÜLÜMSER2, Medine DOĞRUSÖZ1, Uğur BAŞARAN1, Hanife MUT2,
1Bozok Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, 2Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, Ziraat Ve
Doğa Bilimleri Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü,
Bu çalışmada, Samanlı Süper Absorban Polimerin (Su tutucu) mısır ve soya bitkilerinin gelişimleri üzerine
etkileri incelenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: MıSıR, SOYA, POLİMER, FİDE.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
278
SAMSUN BÖLGESİNDE ÇELTİKLERDE APHELENCHOİDES BESSEYİ
(APHELENCHİDA;APHELENCHOİDİDAE)’NİN POPÜLASYON YOĞUNLUĞU
Sözel Bildiri / Tarim
Fatma Dolunay ERDOĞUŞ1, Emre EVLİCE1, Gökhan YATKIN1, Mürşide YAĞCI1,
1ZİRAİ MÜCADELE MERKEZ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ,
Dünya genelinde 119 ülkede yetiştirilen çeltik, 740.9 milyon tonluk üretimiyle dünyada sırasıyla mısır ve
buğdaydan sonra en çok yetiştirilen üçüncü tahıl bitkisi durumundadır. En önemli taşınma yolunun bulaşık
tohumlar olması, kavuzda belirti göstermemesi nedeniyle önemli bir karantina etmeni olan Aphelenchoides
besseyi (Çeltik beyaz uç nematodu) karantina listelerinde en çok yer alan 2. nematod durumunda olmasına karşın
çeltik üretimi yapılan pek çok ülkede tespit edilmiştir. Tohum kaynaklı bir zararlı olan etmen çeltikte verim kaybına, pirinçte renk değişimlerine ve çatlamalara neden olarak kalite kaybına neden olmaktadır. Türkiye’de ilk
kez 1995 yılında İpsala (Edirne) ve Gönen (Balıkesir)’de saptanmış A. besseyi ülkemiz karantina
yönetmeliğinde sınırlı alanlarda bulunan zararlılar listesinde yer almaktadır. Bu çalışma kapsamında ülkemiz
çeltik üretiminin %15’inin karşılandığı Samsun ili çeltik üretim alanlarında A. besseyi’nin yaygınlık durumu ve
popülasyon yoğunluğu ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Bu amaçla 2016 yılında hasat sonrası tohumluk olarak kullanmak istenen partilerden alınarak A. besseyi
açısından analiz edilmek üzere gönderilen 102 adet örnek çalışmaya dahil edilmiştir. Bu amaçla her bir örnekten
100 tane 5 tekerrürlü olarak ISTA’ya göre analize tabi tutulmuştur. Ekstraksiyon işlemi sonucunda elde edilen
nematodların mikroskop altında sayımı yapılmış ve sonuçlar istatistiki olarak değerlendirilmiştir. Çalışma
sonucunda örneklerin %32.3’ü A. besseyi ile bulaşık bulunmuştur. Bulaşık bulunan örneklerde nematod
yoğunluğu açısından önemli farklılıklar belirlenmiştir (P<0.01). Çalışmalar sonucunda örneklerde bulunan
ortalama nematod yoğunluğu 36.96± 57.34 (0-256) birey/100 tane olarak belirlenmiştir. En yoğun bulunma
oranları ise sırasıyla; 191,40±72,44(68-256), 171,80±79,51(72-254), 130,80±37,74(77-179), 130,20±60,84(49-
198) ve 128,60±27,50(95-162) birey/100 tohum olarak belirlenmiştir.
Elde edilen A. besseyi popülasyon yoğunluklarının ekonomik zarar eşiğinin (300 nematod/100 tohum) altında
olduğu belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: ÇELTİK, APHELENCHOİDES BESSEYİ, SAMSUN, NEMATOD
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
279
SAOS-2 OSTEOSARKOMA HÜCRE HATTİNDA BAİCALEİN’İN WNT/Β-KATENİN
YOLAĞİNA VE MİR-25 İFADESİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Saglik
Esra ÖRENLİLİ YAYLAGÜL1, Celal ÜLGER1,
1ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ,
Osteosarkoma, en sık karşılaşılan primer kemik kanseri olup sıklıkla çocuklarda ve ergenlerde yüksek oranda
ortaya çıkmaktadır. Bir flavonoid olan baicalein, biyolojik ve farmasötik etkilerini geniş bir yelpazede
göstermektedir ve bunların arasında güçlü anti-tümör aktivitesi son yıllarda büyük ilgi görmektedir.
MikroRNA’lar, insan kanserlerinin başlatılması ve ilerlemesinde değişiklikler içeren küçük düzenleyici
RNA’ların bir sınıfını oluşturmaktadır. Son zamanlarda mikroRNA-25 (miR-25)’in insan kanserlerinde birçok
kritik süreçte yer aldığı bulunmuştur.
Bu çalışmada osteosarkoma hücre hattı Saos-2’de baicaleinin ve miR-25’in Wnt/β-katenin sinyal yolağı üzerine
etkisi araştırılmıştır. Hücre canlılığı saptanmış, Wnt/β-katenin sinyal yolağı ile ilişkili β-katenin, GSK-3β ve
Axin2 mRNA ve protein ifadeleri belirlenmiştir.
Saos-2 hücrelerinde baicalein IC50 değeri 35 µM olarak bulunmuştur. Baicaleinin doza bağlı olarak Saos-2
hücrelerinde proliferasyonu inhibe ettiği ve aynı zamanda miR-25 ifadesini artırdığı saptanmıştır. Baicalein
uygulaması ve miR-25 mimik tranfeksiyonu β-katenin ve Axin2 ifadelerinde düşüş meydana getirirken, GSK-3β
ifadesi artmıştır. Anti-miR-25 uygulaması GSK-3β ifadesini düşürürken, β-katenin ve Axin2 ifadelerinde artış
meydana getirmiştir.
Bu bulgular, baicaleinin Wnt/β-katenin yolağı ile ilgili genleri miR-25 ifadesini düzenleyerek hedef alabileceğini
ve osteosarkoma tedavisi için potansiyel bir Wnt/β-katenin yolağı inhibitörü olabileceğini göstermektedir.
ANAHTAR KELİMELER: MİKRORNA, MİR-25, OSTEOSARKOMA, BAİCALEİN, WNT/Β-KATENİN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
280
SICAK STRESİ ALTINDAKİ SÜT İNEKLERİNE RUMEN TAMPONLAYICI İLAVESİNİN
SÜT VERİMİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Hulusi AKÇAY1,
1Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Zootekni Bölümü,
Sıcak stresi tropik ve subtropik iklim koşullarının egemen olduğu bölgelerde çiftlik hayvanlarının bireysel
verimleri üzerinde ciddiye alınması gereken olumsuz etkileri oluşturan önemli faktörlerden birisidir. Sıcak
koşullarda süt inekleri, kendileri için zorlaşan çevre faktörleri ile mücadele edebilmek ve özellikle vücut
sıcaklıklarını regüle edebilmek için terleme ve solunumlarının artması, ayakta daha uzun süre kalarak
vücutlarındaki ısıyı yayma çabaları gibi birçok fizyolojik korunma stratejileri geliştirirler. Bu çalışmada, sıcak stresi altındaki süt ineklerinin vücutlarından kaybettikleri mineralleri dikkate alarak hazırlanmış karışımın süt
verimi üzerine etkileri araştırılmıştır.
Çalışmada 12 baş laktasyondaki süt ineğinin Haziran-Eylül 2017 tarihleri arasındaki günlük süt verimleri
değerlendirilmiş, karışımın süt verimi üzerine olan etkisi gözlenmiştir. İlk 16 gün boyunca sürüye hiçbir şekilde tampon karışım verilmemiş, takip eden 63 gün süresince de karışım rasyona ek olarak (on-top) 250 g/gün iki
öğün şeklinde ilave edilmiştir. Deneme toplam 79 gün sürmüştür.
Tampon karışımın kullanılmadığı ilk döneme ilişkin süt verim ortalaması 24,38 ± 3,50 litre olarak belirlenirken,
tampon karışımın kullanıldığı dönemde %3,6 yağa göre düzeltilmiş süt verimi 25,72 ± 3,65 litre olarak tespit edilmiş ve istatistiksel olarak bu fark önemli bulunmuştur (p<0,01). Deneme süresince tespit edilen en düşük ve
en yüksek süt artışları sırasıyla -0,99 ile +2,77 litre olarak belirlenirken, süt verimindeki ortalama artış +1,34
litre/gün olarak kaydedilmiştir.
Sonuç olarak, sıcak stresi altındaki süt ineklerinin beslenmelerinde tampon etkili karışımların kullanılmasının süt
veriminin sürdürülebilirliği açısından etkileri bir kez daha görülmüştür.
ANAHTAR KELİMELER: SICAK STRESİ, TAMPON ETKİLİ MADDE, SÜT İNEKLERİNİN
BESLENMESİ, SÜT VERİMİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
281
THE EFFECTS OF TEMPERATURE AND TIME ON 3-MCPD-E, G-E AND DIFFERENT
PROPERTIES OF HAZELNUT OIL DURING DEEP-FAT FRYING
Özge Deniz ARSLAN1, Ezgi SABANCI1, Şule DURMUŞ1, Melike CESUR1,, Aslı YILDIRIM1,
Aslı YORULMAZ1, 3
1AYDIN ADNAN MENDERES UNİVERSİTY
The objective of the current study was to evaluate the effect of frying time (3 and 6 minutes) and temperature
(170°C and 190°C) on 3-MCPD esters (3-MCPD-E), glycidyl esters (G-E) and various properties of hazelnut oil
during deep-fat frying. Deep-fat frying was performed for 3 consecutive days. Both the frying oils and the fat
extracted from potatoes were analyzed in terms of the contents of 3-MCPD and glycidyl esters, after every 4th
and 8th hours of frying, according to a method based on alkaline transesterification, DGF C VI 18 (10). The
effect of frying was assessed by determining the changes in the content of total polar compounds, free fatty
acids, specific extinctions at 232 and 270 nm, photometric color index, oxidative stability (expressed as
induction time), fatty acid composition and iodine value.
Results of the study demonstrated that 3-MCPD-E and G-E were readily decomposed under repeated deep-fat
frying conditions. Moreover at 190°C, both the 3-MCPD-E and G-E were transferred from frying oil to fried
potato chips, which may pose health concern due to toxicity of these compounds. The frying temperature
significantly affected the content of free fatty acids, total polar compounds, K232 and K270 values as well as
iodine value. Non-treated hazelnut oil showed a typical fatty acid composition, but frying led to an increase of
palmitic acid and a general decrease of linolenic acid.
Considering the results, it can be implicitly concluded that there is a fundamental role of frying time and
temperature on the contents of 3-MCPD-E and G-E under repeated frying conditions considering hazelnut oil.
There is an urgent need for the development of mitigation strategies of these process contaminants.
KEYWORDS: 3-MCPD ESTERS, DEEP-FAT FRYING, GLYCIDYL ESTERS, HAZELNUT OIL
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
282
SIÇANLARDA L-NAME İLE OLUŞTURULAN HİPERTANSİYON MODELİNDE FİZİKSEL
EGZERSİZİN ADRENOMEDÜLLİN DÜZEYİNE ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Saglik
Ece KOÇ YILDIRIMa, Esra ÖRENLİLİ YAYLAGÜLb, Mehmet KAYAc
a Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Fizyoloji AD., Aydın, TÜRKİYE
b Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, Aydın, TÜRKİYE
c Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Zootekni AD., Aydın, TÜRKİYE
Bu çalışmada sıçanlarda nitrik oksit sentaz inhibitörü olan L-NAME ile oluşturulan hipertansiyon modelinde 6
haftalık fiziksel egzersizin hipertansiyon üzerindeki etkilerinin ADM mRNA düzeyi ve oksidatif değişkenler
yönünden incelenmesi amaçlandı.
Çalışmada kullanılan 26 adet erkek Sprague Dawley sıçanlar normotansif, normotansif+egzersiz, hipertansif ve
hipertansif+egzersiz olmak üzere dört gruba ayrıldı. Hipertansiyon L-NAME (60 mg/kg/oral) indüksiyonu ile
oluşturuldu. İndüksiyonu takiben egzersiz ve hipertansif+egzersiz gruplarındaki sıçanlara 6 hafta boyunca yüzme
egzersizi uygulandı. Çalışma sonunda doku örnekleri (adren, böbrek, torasik aorta) alındı.
6 haftalık deney süresince L-NAME grubunun sistolik ve diyastolik basınçları kontrol, egzersiz ve L-
NAME+egzersiz gruplarına göre belirgin olarak artış gösterdi. 6 hafta sonunda egzersiz, L-NAME+egzersiz
grubunda yüksek kan basıncını tamamıyla normale çevirdi. Hipertansif grupta damarda ADM mRNA düzeyi
diğer gruplardan daha yüksek bulundu (P<0,001). Böbrekte ise, L-NAME+egzersiz grubunda ADM mRNA ekspresyonu daha yüksekti (P<0,001). Böbrek süperoksit dismutaz konsantrasyonu L-NAME uygulananlarda
(P<0,001) daha düşük bulundu. L-NAME, lipit peroksidasyonunu damarda egzersiz grubuna, adrende ise kontrol
ve L-NAME+egzersiz gruplarına göre artırdı (P<0,05).
Veriler değerlendirildiğinde, 6 hafta boyunca uygulanan fiziksel egzersiz kan basıncını normale döndürdü. Ancak adren hariç böbrek ve torasik aortada L-NAME’e bağlı olarak şekillenen oksidatif hasara karşı koruyucu
bir etki sergilemedi. Sonuç olarak, 6 hafta sonunda uygulanan egzersizin kan basıncını normale çevirmede
böbrek adrenomedüllin ekspresyonundaki artışın etkili olabildiği düşünülmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: ADRENOMEDÜLLİN, L-NAME, HİPERTANSYİON, FİZİKSEL EGZERSİZ,
OKSİDATİF STRES
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
283
SIĞ GÖLLERDE TROFİK SEVİYENİN BELİRLENMESİ, ULUABAT GÖLÜ ÖRNEĞİ
Sözel Bildiri / Cevre
SAADET HACISALİHOĞLU1, FEZA KARAER2,
1BURSA TEKNİK ÜNİVERSİTESİ, 2ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ,
Ötrofikasyon; su ortamında birincil üretimin aşırı artması şeklinde tanımlanabilir. Ötrofikasyon biyolojik bir olay
olarak besin elementleri, güneş radyasyonu ve derinlikle değişimi, su sıcaklığı, fitoplankton yapısı gibi
faktörlerin etkisinde ortaya çıkan bir su kalitesi problemidir. Bir su ortamının ötrofikasyon açısından ele alınması
aşamasında en önemli adımlardan biri trofik seviyesinin doğru bir şekilde tespit edilmesidir. Göllerin trofik
seviyelerinin belirlenmesi amacıyla kullanılan temel parametreler, Toplam fosfor, Toplam azot, Klorofil-a ve
Seki diski derinliğidir. Çalışmanın amacı, Uluabat Gölü’nde ötrofikasyona sebep olan temel kirletici
parametrelerin bir yıl boyunca izlenmesi, gölün trofik seviyesinin karakterize edilmesi ve ArcGIS 10.1 yazılımı
kullanılarak gölde trofik seviye dağılımının görselleştirilmesidir.
Toplam fosfor, toplam azot, klorofil-a ve seki diski derinliği parametreleri, gölde belirlenen 8 örnekleme
noktasında, Ağustos 2013’den Temmuz 2014’e kadar aylık olarak izlenmiştir. Elde edilen sonuçlar Carlson’un
(1977) belirlemiş olduğu Trofik Seviye İndeksi (TSI) ile karşılaştırılmış ve gölün trofik karakteri belirlenmiştir.
GIS yazılımı kullanılarak da trofik durumun mevsimsel ve mekânsal dağılımları analiz edilmiştir. Bulgular incelendiğinde Uluabat Gölü’nün ötrofik-hiperötrofik seviyelerde değişim gösterdiği tespit edilmiştir. GIS
yardımı ile mevsimsel değişimi değerlendirildiğinde ise özellikle ilkbahar ve yaz mevsimlerinde, toplam azot ve
seki derinliği parametreleri açısından hiperötrofik seviyeler ölçülmüştür. Kirletici girişlerinin yoğun olduğu
Akçalar Dere, tarımsal sulamadan dönen drenaj sularını toplayan Atabay ve Karaoğlan pompa istasyonlarının
bulunduğu bölgelerde yoğun kirlilik gözlenmiştir.
Değerlendirmeler sonucunda, evsel ve endüstriyel atık su deşarjları ve tarımsal faaliyetlerin gölde aşırı besin
maddesi girişine sebep oldukları, bu durumun da ötrofikasyon ile sonuçlandığı tespit edilmiştir. Noktasal ve
yayılı kaynaklardan göle gelen azot ve fosfor yükleri mutlaka sınırlandırılmalıdır. Ayrıca tarımsal faaliyetlerde
aşırı kimyasal gübre ve pestisit kullanımı önlenmelidir. Su ve sediment kalitesi rutin analizler ile izlenmelidir.
Bu çalışma, göllerde ötrofikasyonu önlenme stratejilerinin geliştirilmesine katkıda bulunacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: ÖTROFİKASYON, ULUABAT GÖLÜ, BESİN MADDESİ.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
284
SİLİFKE YEREL KOŞULLARINDA MUZ SERASI YAPIMI VE ÖNEMİ
Sözel Bildiri / Tarim
Aşkın BAHAR1, Levent SON2,
1Selçuk Üniversitesi, Silifke-Taşucu Meslek Yüksekokulu, 2Mersin Üniversitesi, Silifke Uygulamalı Teknoloji ve
İşletmecilik Yüksekokulu,
Türkiye’de muz üretimi yoğun olarak Akdeniz Bölgesinde subtropik iklim özelliği gösteren kıyı alanlarda
yapılmaktadır. Bu çalışma, son yıllarda örtü altı muz yetiştiriciliğinin çok hızlı geliştiği Silifke yöresinde
yapılmıştır. Çalışmayla Silifke yöresinde yerel muz seralarının yapım maliyetinin ortaya konulması
amaçlanmıştır. Örtü altı muz yetiştiriciliğinde ilk kurulum maliyetleri çok fazladır. Buna karşılık yüksek getirisi
nedeniyle üreticiler örtü altı yetiştiriciliğini tercih etmektedirler. Türkiye’de subtropik bölgelerde don olaylarına
dayanım açısından erkenci üretim yapılması, meyve kalitesi ve verimin yüksek olmasından dolayı örtü altında
muz üretiminden açıkta yapılan üretime göre daha iyi sonuç elde edilmiştir. Silifke’de açık alanda muz yetiştiriciliği kuvvetli yerel rüzgarlar nedeniyle yapılamamaktadır. Başlangıçta sebze seraları içerisinde muz
yetiştiriciliği denenmiş, fakat istenilen verim ve kalite elde edilememiştir. 2015 yılında muzun getirisinin fazla
olması nedeniyle yerel koşullarda yüksek muz seraları imal edilmeye başlanarak muz yetiştiriciliğine
başlanmıştır. Bu imal edilen seralar ticari firmalara yaptırılan seralara göre rüzgar yükü hesaplanarak
yapıldığından dolayı daha sağlam olmaktadır. Ayrıca bu seraları yerel imalatçılar yaptığı için işçilik daha az ve
ucuz olmaktadır. Silifke’de 2018 yılının Haziran ayında 1 m2 sera alanı maliyeti ticari firmalarda 20-25 Euro,
yerel işletmelerde ise en fazla 10-12 Euro olmaktadır. Yerel seraların maliyetinin düşük olması ve iç piyasada
muzun talep görmesi nedeniyle Silifke’de örtü altında muz yetiştiriciliği her geçen gün artış göstermektedir.
ANAHTAR KELİMELER: SİLİFKE, MUZ, SERA, KONSTRÜKSİYON, ÖRTÜ ALTI YETİŞTİRİCİLİK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
285
SOLANUM LYCOPERSİCUM’DA MOLEKÜLER-NEMATOT VİROİD PARASİTİSM
İLİŞKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Pakize GÖK GÜLER1, Refik BOZBUGA1,
1Biological Control Research Institute, Adana, Turkey,
Kök ur nematodları olarak adlandırılan Meloidogyne cinsine ait bitki paraziti nematodlar birçok bitkide ürün
kaybına neden olmaktadır. Meloidogyne incognita, Meloidygne cinsine ait nematot türleri içerisinde en fazla
zarar veren türdür. Tek sarmallı RNA yapısında olan viroidler de birçok bitki türünde hastalıklara neden
olmaktadır. Çalışmamızda yer alan Citrus exocortis viroid (CEVd), Hop stunt viroid (HpSVd) ve Potato spindle
tuber viroid (PSTVd) birçok bitki türü için ciddi ürün kayıplarına neden olan bir etmendir. Nematodlar, virodlerlerin de içinde olduğu birçok organizmayla ilişkilidir. Nematot ve viroid birlikteyken bitkilerde büyük
zararlar meydana getirebilmektedirler. Ancak, bu her iki patojenin bitkilere olan etkisi tam olarak
anlaşılamamıştır. Bu nedenle, bu çalışma nematot ve viroidin domates bitkisine (Solanum lycopersicum) olan
etkisinin moleküler ve klasik çalışmalarla belirlenmiştir.
Bu amaçla, bitkiler Meloidogyne incognita + CEVd, M. incognita+ PSTVd, M. incognita+ HpSVd, M.
incognita, PSTVd, HpSVd, CEVd ile bulaştırılmıştır ve infekte edilmemiş bitkiler kontrol olarak kullanılmıştır.
Domates bitkilerinde mekanik inokulasyondan 21 gün sonra RNA ektraksiyonu ve yarı universal primerler ile
RT-PCR çalışmaları yapılmıştır.
Sonuçlar olarak, M. incognita + CEVd, M. incognita+ PSTVd, M. incognita+ HpSVd, PSTVd, HpSVd, CEVd,
kontrol ve sadece nematot uygulamaları, RT-PCR çalışmaları ile paralel sonuçlar göstermiştir. Deneme sonunda,
nematot ve viroid bulaştırılan bitkilerde bitki gelişim parametrelerinden bitki yaş ve kuru ağırlığı bitki boyu, kök
boğazı çapında azalma görülmüştür.
Bu sonuçlardan M. incognita ile viroid kombinasyonlarının (PSTVd, HpSVd, CEVd) domates bitkisine öldürücü
etkisinin olabileceği ve ileriki çalışmalarda viroid nematot ilişkisine daha fazla önem verilmesi gerektiği kanısına
varılmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: MOLEKÜLER TANI, MELODİOGYNE İNCOGNİTA, CİTRUS EXOCORTİS
VİROİD, HOP STUNT VİROİD, POTATO SPİNDLE TUBER VİROİD
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
286
STATUS AND İDENTİFİCATİON OF FUNGAL PATHOGENS ASSOCİATED WİTH
BLACK FOOT DİSEASE OF WİNE YOUNG GRAPEVİNES İN TEKİRDAĞ
Sözel Bildiri / Tarim
Nurdan GÜNGÖR SAVAŞ1, Davut Soner AKGÜL2, Hakan HECE3, Esra ALBAZ1,
1Manisa Bağcılık Araştırma Enstitüsü, 2Adana Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma
Bölümü, 3Tekirdağ Şarap Fabrikası,
Bağlarda görülen Kara bacak hastalığına, tüm dünyada önemli ekonomik kayıplara yol açan Campylocarpon,
Cylindrocarpon, Cylindrocladiella ve Ilyonectria cinslerine ait çeşitli fungal türler neden olmaktadır. Kara bacak
hastalığı, genç asma kurumalarının kompleksi (GAK) ile Petri hastalığının bir parçası olan asma gövde
hastalıklarından birisidir. Bu çalışma, Tekirdağ'daki kara bacak hastalığı ile ilişkili fungal türleri tanımlamada ve
tanılamadaki ilk çalışmayı temsil etmektedir.
Tekirdağ'daki şaraplık bağ bölgesi Şarkköy kasabasında yapılan survey çalışmasında, yaprak semptomlarını
içeren ve semptomatik bağlardan yapılan izolasyonlarda araştırmaya alınan 26 bağın 8 (%30)'de
Cylindrocarpon/Ilyonectria spp. izole elde edilmiştir. Şaraplık bağlarda karabacak hastalığının yaygınlık oranı 2014 yılında %20,49, 2015 yılında %5.74 iken, 2016 ve 2017 yıllarında aynı bağlarda sırasıyla %0,03 ve %0,07
yaygınlık oranları saptanmıştır. Örneklerin geri kalanında, kara bacak hastalığı etmenlerinin asmalarda Petri ve
Botryospheriacea hastalıkları ile ilişkili fungal taksonla birlikte var olduğu bulunmuştur. Morfolojik
karakterizasyonu, rDNA'nın iç ara bölgesinin (ITS4-5.8S-ITS5) DNA analizleri ve β-tubulin bir kısmı ve
translasyon uzama faktörü 1-α genlerinin ile birlikte Tekirdağ'daki genç asmalarda kurumalar meydana getiren,
Ilyonectria liriodendri ve Ilyonectria macrodidyma adlı 2 farklı kara bacak etmeni tespit edilmiştir.
Patojenite çalışmaları, iki türün, SO4 anacında yüksek derecede virülans olduğunu göstermiştir. Genel olarak, I.
liriodendri, Vitis vinifera ‘Chardonnay’ ve anaç SO4'te giriş yaptığında en tehlikeli tür olduğu belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: YOUNG GRAPEVİNES, BLACK FOOT DİSEASE, FUNGİ, MOLECULAR
İDENTİFİCATİON
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
287
STREPTOCOCCUS PYOGENES SUŞLARINDA BAZI VİRULANS FAKTÖRLERİN
TARANMASI VE ERIC-PCR TİPLENDİRMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Mustafa Berk DABANCA1, Zeynep ERDEM AYNUR1, Erman ORYAŞIN1, Bülent BOZDOĞAN1, Gamze
BAŞBÜLBÜL1,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi,
Streptococcus pyogenes çeşitli enfeksiyonlara sebep olan Gram pozitif bir bakteridir. Bu enfeksiyonlarının yanı
sıra streptokokkal toksik şok sendromu (STSS) ve sepsise de neden olmaktadır. Bu ciddi enfeksiyonlara sebep
olması nedeniyle S.pyogenesin virulans faktörlerinin belirlenmesi oldukça önemlidir.
Bu çalışmamızda 3 farklı ilden izole edilen 94 S.pyogenes suşunun kromozomal kalıtımlı virulans faktörleri
tarandı ve ERIC-PCR (Enterobacterial Repetitive Intergenic Consensus Polymerase Chain Reaction) ile
tiplendirmesi yapıldı. Virulans faktör taramaları sdaB, speG ve speJ genlerine spesifik primerler ile yapılmıştır.
sdaB (streptodornase B) bir DNazdır ve S.pyogenes suşlarının neredeyse tamamında rastlanmaktadır. speG ve
speJ ise birer süper antijen geni olup STSS’ye sebep olmaktadırlar.
Çalışma sonucunda koleksiyondaki virulans gen varlığının sdaB ve speG genleri açısından literatürdeki
çalışmalarla korelasyon gösterdiği tespit edilmiştir. Buna ek olarak speJ geni varlığı bakımından
koleksiyonumuz, diğer araştırmacılar tarafından yapılan çalışmalara oranla, oldukça düşük yüzdede olduğu
görülmüştür. ERIC-PCR sonucunda 36 farklı grup tespit edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: STREPTOCOCCUS PYOGENES, VİRÜLANS,ERIC-PCR
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
288
STRES VE BESLENME İLİŞKİSİ
Sözel Bildiri / Saglik
Nazmi SAVAŞ1,
1Adnan Menderes Üniversitesi,
Bu derlemenin yazılmasındaki amaç; çağımızın son derece önemli hastalıklarından biri olarak kabul edilen
stresin, bireyleri etkileme durumunu, bireylerin vücutlarında meydana getirdiği değişiklikleri, sebep olduğu
hastalıklar üzerindeki etkisini ve bu faktörün kişilerin beslenme durumlarını nasıl etkilediğini açıklamak ve
bireylerin stresli durumlarda nasıl beslendiğini inceleyip sağlıklı seçimlerle nasıl beslenmeleri gerektiğini
anlatmaktır.
Literatür araştırmaları çeşitli veri tabanlarından incelenmiş olup çalışmaya dahil edilmiştir ve bireylerin çoğu,
stresli durumlar esnasında yüksek kalorili (şekerli ve yağlı) gıda (fast food vb.) alımlarının arttığını bunun da
muhtemelen bir kendi kendine rahatlama biçimi olduğunu bildirmektedirler. Mutluluk esnasında ise, kalorisi
yüksek gıdalara nazaran daha az lezzetli olan kurutulmuş meyveler diyette tercih edilmektedir. Son zamanlarda
yapılan prospektif çalışmalarda, kronik stres ile metabolik sendrom (MetS) hastalık belirtileri arasında pozitif bir
ilişki gösterilmiştir. Kronik stres, abdominal yağ depolarının oluşmasına yol açan yüksek kalorili yiyeceklerin
tüketilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bununla birlikte, stresin nedenleri çözülmediğinde, bireyde zararlı döngü devam ederek insülin direnci, çeşitli beslenme bozuklukları ve obezite ile sonuçlanabilmektedir. Bu kısır
stres döngüsünü kırmak, birçok bireyde obezite için geçerli bir tedavi seçeneğini ortaya çıkarabilmektedir.
Diyetin değiştirilmesi ve besin alımının sıklığında meydana gelecek değişiklikler, stres yönetiminin
yürütülmesine yardımcı olabilmektedir. Kaliteli beslenebilmek ve sağlıklı, düzgün yemek seçebilmek stres yönetimde son derece önemlidir. Gıdalar ise, sağlıklı bir metabolizma için hayati bir önem taşımakta olup önemli
stres korunması sağlamaktadır. Ve sağlıklı bir diyet, bağışıklık sistemini iyileştirerek ve kan basıncını
dengeleyerek stresin etkisine karşı koyabilmektedir.
Sonuç olarak, kişiler stresli durumlarında genelde yüksek kalorili, enerjisi yüksek (şekerli ve yağlı) gıdaları daha fazla tercih etmekte olup, aşırı yeme eğilimi göstermektedirler ve daha çok sağlıksız yiyecekleri tercih
etmektedirler. Bu besinler, stres tepkisini arttıran kimyasal maddeler de ihtiva etmektedirler. Bu nedenle, bu
sağlıksız besinlerin yerine çeşitli bitki çayları, meyve ve sebze gibi antioksidan bakımından zengin gıdalar
tüketilebilir. Beslenme programları kişiye özel düzenlenerek, bireyin sağlıklı beslenmesi sağlanmalı; strese karşı
gösterilen tepkilerin düzenlenmesi ve genel sağlık üzerinde bireyin kontrolünün artırılabilmesi amaçlanmalıdır.
Sağlıklı beslenme programları (tüm besin ögelerini içeren), beslenme ve diyet uzmanları/diyetisyenler tarafından
hazırlanmalıdır. Stresin biyolojik belirleyicilerini ölçen gelecekteki çalışmalar, stres-beslenme ilişkisinin altında
yatan fizyolojik mekanizmayı ve stresin iştahı kontrol eden nörotransmitter ve hormonlarla nasıl bağlantılı
olabileceğini daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: BESLENME, İNSAN VÜCUDU, KATABOLİZMA, STRES FAKTÖRÜ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
289
SU KALİTESİ VE KENTLEŞME ARASINDAKİ İLİŞKİYE HALK SAĞLIĞI AÇISINDAN
BİR BAKIŞ : ORTA ANADOLU'DAN ALTINAPA HAVZASI ÖRNEĞİ
Sözel Bildiri / Saglik
Hasibe VURAL1, Çiğdem ÇİFTÇİ2, Hatice Kübra YILDIZ1, Esra ÇELEN3,
1NECMETTİN ERBAKAN ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ TIBBİ BİYOLOJİ ANABİLİM
DALI, 2NECMETTİN ERBAKAN ÜNİVERSİTESİ MÜHENDİSLİK VE MİMARLIK FAKÜLTESİ/ŞEHİR VE BÖLGE PLANLAMA ANABİLİM DALI, 3KONYA GIDA TARIM ÜNİVERSİTESİ TARIM VE DOĞA
BİLİMLERİ FAKÜLTESİ/NECMETTİN ERBAKAN ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ TIBBİ
BİYOLOJİ ANABİLİM DALI,
Arazi kullanım kararları, arazi kullanım planlarında su akışını ve su kalitesini etkileyerek, havzadaki doğal
işlevlere olumlu veya olumsuz etki eder. Bu anketin amacı, nehir havzasındaki arazi kullanımının örnek havza
yerleşim yerlerinde sosyo-ekonomik yaşam tarzına etkisini ortaya koymaktır. Altınapa, sadece doğal bir nehir
havzası olmakla kalmayıp, aynı zamanda Altınapa Barajı ile Konya Büyükşehirine tatlı su sağlamaktadır. Bu
nedenle, Altınapa havzasındaki suyun kalitesi, doğal mikroflora açısından ve patojenik mikroorganizmaların
kontaminasyonunun varlığına veya yokluğuna göre değerlendirilecektir.
Bu çalışmada, Altınapa Baraj havzasındaki Küçükmuhsine yöre halkı tarafından aktif olarak kullanılan derenin
yüzey, derin ve kıyı kısımlarından alınan numuneler Necmettin Erbakan Üniversitesi Biyoloji Bölümü
Laboratuarı'nda Membran Filtre Yöntemi ile fekal koliform bakteriler açısından incelenmiştir. Örnekler uygun
koşullarda alındıktan sonra koliform gibi bakterilerin varlığı, kanalizasyon kontaminasyonu ve patojenlerin olup
olmadığını belirlemek için kontrol edilmiştir.
Çevresel ve doğal kaynak kullanım bilgisi fiziksel, kimyasal ve bakteriyolojik deney sonuçları ile sentezlenerek
su drenaj havzasının sürdürülebilir kullanımının göstergelerinden biri olan sosyo-ekonomik bileşenler, sahada
yapılan anketler ve resmi kurumlardan toplanan bilgiler ile çözüm önerileri sunuldu. Ayrıca klorlanmamış suda
bakteriler ve virüsler gibi mikroorganizmalarda artış olduğu tespit edildi.
Hem kuraklık hem de kirlilik tehdidiyle karşı karşıya kalan ve Konya'nın büyük içme suyu ihtiyacını karşılayan
Altinapa havzasının korunması, bölge halkının sağlığı için büyük önem taşımaktadır. Havza ortamının doğal
biyolojik çeşitliliğinin korunması ve ekolojik dengenin sağlanması, ekosistemi tehdit eden insan etkilerini doğal
olarak ortadan kaldırmak için özellikle önemlidir. Ayrıca, havza ortamının düzenli kontrolü, insan ve hayvan
kirliliğinin erken tespiti için ve havza sularının içme suyu olarak kullanılmasını sağlamak için çok önemlidir. Bu
nedenle, şehir şebeke suyu kullanımdan önce klorlanmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: NEHİR HAVZASI, ARAZİ KULLANIMI, HAVZA PLANLAMASI, HAVZA
YÖNETİMİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
290
SU STRESİ VE BİTKİLERDE SU STRESİNE BAĞLI FİZYOLOJİK DEĞİŞİMLER
Sözel Bildiri / Tarim
SEDA ERDOĞAN BAYRAM1,
1EGE ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ,
Bu çalışmada vejetatif gelişim sürecinde kuraklık stresine karşı bitkilerin geliştirmiş oldukları fizyolojik
tepkileri, süreç içindeki metabolik olayları ve etki süreleri irdelenerek alanda yapılmış önemli çalışmalar referans
alınarak tartışılmıştır.
Bitkiler stres etkeni olarak algıladıkları abiyotik tüm çevresel faktörlere karşı geri dönüşümlü veya geri
dönüşümsüz birçok cevaplar geliştirerek hayatta kalmaya çalışırlar. Geliştirilen cevaplar stres faktörünün
boyutlarına, bitkinin genetik ve ontojenik özelliklerine göre değişir. Özellikle hücresel düzeyde oksidatif
zararlanmalara yol açan kuraklık stresi, kurak ve yarı kurak bölgelerde verimi etkileyen önemli bir faktör olarak
karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle, mevcut su kaynaklarının tarımda etkin kullanımı, bu kaynakların
sürdürebilirliğinin sağlanması, bitki ıslah yöntemleri ile kuraklığa dayanıklı çeşitlerin geliştirilmesi gibi
çalışmalar önemli hale gelmiştir. Bu bağlamda; farklı bitki türlerinin farklı stres koşullarına verdikleri cevaplara
bağlı olarak üretim ve sulama programlarının düzenlenmesi, biyoteknolojik yöntemlerle kuraklığa dayanıklı ve
su kullanım etkinliği yüksek yeni çeşitlerin geliştirilmesi, gelecekte gıda temini konusunda karşılaşılabilecek
olası sorunlara karşı alınacak önlemler için oldukça önemlidir.
ANAHTAR KELİMELER: SU STRESİ, FİZYOLOJİ, BİTKİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
291
SU ÜRÜNLERİ YETİŞTİRİCİLİĞİNDE ALTERNATİF PROTEİN KAYNAĞI OLARAK
BÖCEKLER
Sözel Bildiri / Tarim
Deniz Devrim TOSUN1,
1İstanbul Üniversitesi Su Bilimleri Fakültesi,
Bu derlemenin amacı, su ürünleri yetiştiriciliğinde ihtiyaç duyulan hayvansal protein ihtiyacının
karşılanabileceği alternatif kaynakların incelenmesidir.
Gelişmekte olan ülkelerde şehirleşme ve gelir artışı dünya çapında gıda ihtiyacında değişikliklere neden
olmaktadır. Gelecekte insanların hayvansal proteine olan ihtiyaçları nedeniyle, dünyada kanatlı ve su ürünleri
üretiminin artması beklenmektedir. Hızla artan nüfus ve tükenen kaynaklarımız gıda konusunda ön yargılarımızı
ve alışkanlıklarımızı değiştirmemiz gerektiğini göstermektedir. Tahıl ve proteince zengin yemlere olan talep et
tüketimiyle yakından ilişkilidir. Üretilen her bir kilogram yüksek kaliteli hayvansal protein için 6 kg bitkisel
protein kullanılmaktadır. Hayvan yemi endüstrisi mevcut tahıl ürünlerine ve doğal balık stoklarına dayalı üretim
yapmaktadır. Rekabet nedeniyle ham madde fiyatlarından artışlar ve yem bileşenlerinde eksiklikler ortaya çıkmaktadır. Özellikle balık ununa olan talep artışı bu hammaddenin fiyatını hızlı bir şekilde yükselterek küçük
üreticilerin balık ununa ulaşımını engellemektedir. Su ürünleri ve çiftlik hayvanlarının üretimine olan ihtiyacın
artışına paralel olarak ortaya çıkan protein ihtiyacı bilim insanlarını alternatif, sürdürülebilir ve ekonomik
kaynakların arayışına yöneltmiştir.
Böcekler, kanatlı hayvanlar ve çoğu balıklar için doğal yem kaynaklarıdır. FAO, hayvan yemi kaynakları
listesinde siyah sinek larvaları (Hermetia illucens), ev sineği kurtçukları, çekirge, cırcır böceği, yemek kurtları
(Tenebrio molitor), ipek böceği larvalarından oluşan böceklerin hayvan beslemede kullanıldığını bildirmektedir.
Böceklerin geleneksel et üretim kaynaklarına göre önemli avantajları vardır. Diğer çiftlik hayvanlarına kıyasla
daha yüksek yemden yararlanma oranlarına sahiplerdir. Bir kg et üretimi için böcekler, sığır ve domuzlara
kıyasla atmosfere çok daha küçük miktarlarda sera gazı ve amonyak bırakmaktadırlar ve bu özellikleri ile
ekolojik bir protein kaynağıdırlar. Böcek yetiştirme, organik atıklar seçilerek minimal maliyetle yapılabilmekte
ve biyo-atıkları dönüştürerek ziraat endüstrisine bir değer katmaktadır.
Proteince zengin böcekler, yemlerde protein katkılarının maliyetini azaltmak için önemli bir alternatif kaynak
olarak ortaya çıkmaktadır. Esansiyel aminoasit, yağ, vitamin ve mineral içeriklerinin zengin olması bu canlıları
önemli ham maddeler arasına sokmaktadır. Protein kalitesi bakımından incelendiklerinde günümüzde yem ham
maddesi olarak sıkça kullanılan soya ve balık ununun kalitesine benzer oldukları bilinmektedir. Sindirilebilirlik
oranları (%87-90) çok yüksektir. Fosfor, demir, çinko, bakır, manganez ve selenyum gibi mineraller açısından
oldukça zengin içeriğe sahiptirler. Böcekler, ilerleyen yıllarda direk veya dolaylı olarak gıda ve yem kaynağı
olarak kullanım olanağı bulacaklardır
ANAHTAR KELİMELER: SU ÜRÜNLERİ YETİŞTİRİCİLİĞİ, BÖCEK, PROTEİN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
292
SUBKÜTAN YOLLA ENJEKSİYON UYGULAMALARINA İLİŞKİN DÜZENLENEN
EĞİTİMİN HEMŞİRELERİN BİLGİ DÜZEYİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Saglik
Emel TUĞRUL1,
1ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ HEMŞİRELİK FAKÜLTESİ,
Bu araştırma, hemşirelerin subkütan enjeksiyon uygulamaları ile ilgili bilgi düzeylerini saptamak ve verilen
eğitimin bilgi düzeylerine etkisini belirlemek için planlanmıştır.
Yöntem: Çalışma ön-test son-test karşılaştırmalı yarı deneysel tiptedir. Araştırmaya 4 Temmuz 2018 tarihinde
bir üniversite hastanesinin farklı kliniklerinde çalışan 20 hemşire katıldı. Katılımcılara subkütan yolla enjeksiyon
uygulamaları konusunda eğitim verilerek eğitim öncesi ve sonrası subkütan enjeksiyon konusunda hazırlanmış
soru formu uygulandı. Veriler, yüzdelik ve ki-kare testi kullanılarak değerlendirildi.
Hemşirelerin günlük uyguladıkları subkütan enjeksiyon sayısının 1- 10 arasında değiştiği ve %95’inin subkütan
enjeksiyon bölgelerinden sadece kolu kullandıkları saptandı. Subkütan enjeksiyon uygulamalarına ilişkin verilen
eğitimin ön-test ve son-test sonuçlarına bakıldığında; bölgeler arası rotasyon, hava kilidi tekniğinin kullanımı,
subkütan enjeksiyon uygulamalarında aspirasyon, ilacı vermeden önce dokuyu bırakma, enjeksiyon sonrasında
masaj uygulama konularında son testte doğru cevap sayılarında anlamlı artışlar olduğu belirlendi (p<0.001).
Gerçekleştirilen subkütan yolla enjeksiyon uygulamaları eğitim programının hemşirelerin bilgi düzeylerini
artırdığı saptandı. Hemşirelere düzenli aralıklarla bu konuda eğitim verilmesinin yararlı olacağı belirlendi.
ANAHTAR KELİMELER: SUBKÜTAN ENJEKSİYON, EĞİTİM, HEMŞİRE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
293
SUCUL AKIMLARDAN TOKSİK METALLERİN GİDERİMİ İÇİN BİTKİLERİN
KULLANIMI
Sözel Bildiri / Cevre
İlknur ŞENTÜRK1, NUR SENA EYCEYURT1,
1SİVAS CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışmada bitkisel arıtım yöntemleri ile özellikle de sucul bitkiler ile yüzeysel sulardan ve endüstriyel
atıksulardan ağır metal giderimi anlatılacaktır. Çalışmada fitoremediasyonda kullanılan arıtım mekanizması, ağır
metal arıtım potansiyeli, kullanılan makrofit türleri ve uygulama örnekleri üzerinde durulacak, ağır metallerin
daha düşük maliyetle ve doğal olarak arıtımı konusunda bitkisel arıtımın rolü incelenecektir.
Farklı toksisitede metaller içeren arıtılamayan atık suların su yapılarına deşarjı sadece sucul ekosisteme değil
insan sağlığına da ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Ağır metal kirliliği, bulunduğu havzanın çevresinde veya
içinde yaşayan tüm canlılara zarar verdiği gibi, çeşitli türlerin ve biyolojik toplulukların yok olmasına da ortam
hazırlar. Organik moleküller aksine, inatçı ve bozulmaya dayanıklı olduklarından iyileştirici faaliyetler
gerekmektedir. Bu nedenle evsel ve endüstriyel atıksular içindeki ağır metal kirliliğinin, su yapılarına deşarjından önce mutlaka giderilmesi gerekir. Bu amaçla kullanılan fiziksel ve kimyasal metotlar hem çok pahalı
hem de ikincil atık oluşturduğu için biyolojik arıtım teknolojileri araştırılmaktadır. Fitoremediasyon, bitkilerle
arıtım, son yıllarda oldukça sık kullanılmaya başlayan yeşil bir teknolojidir. Yerinde uygulanabilme, düşük
maliyet, ikincil atık oluşturmama, birden fazla ağır metal ile kirlenmiş sucul ortamın iyileştirilmesinde
kullanılabilme gibi olumlu özelliklerinden dolayı tercih edilmektedir. Ağır metalleri akümüle etme özelliğine
sahip sucul bitkilerle, su yapıları içinde bulunan ağır metallerin bitki bünyesine alınması sağlanır. Yüksek metal
biyoakümülasyonu gösteren sucul bitkiler (makrofitler) ile endüstriyel atıksulardan metal giderimi için de iyi
sonuçlar alındığı literatür taraması sonucunda gözlenmiştir. Fitoremediasyon teknolojisi kullanılarak sanayi
bölgelerinde düşük maliyetle etkin bir arıtım sistemi kurulup ağır metalden arındırılmış sular doğal ortama deşarj
edilebilir.
Sucul makrofitler kullanılarak yapılan fitoremediasyon yeni bir ekolojik alan olmakla birlikte büyük bir
potansiyele sahiptir. Özellikle de Salvinia türleri ile ağır metal akümülasyonu literatürde iyi sonuçlar vermiştir.
Bunun yanında Cr ve Al gibi ağır metallerin yüksek konsantrasyonlarını da tolere edebilir. Salvinia natans multi
(çoklu)-metal çözeltisinden Cd, Cu, Pb, Cr, Fe, Ni, Co, Mn ve Zn gibi metalleri akümüle edebilmektedir. Bu
sucul bitkiler tarafından akümüle edilen ilgi çekici metaller, çoğunlukla mikronütrientler ya da ağır metallerdir
(Fe, Mn, Cu, Ni, Co, Zn, Cd, Ti, Ba, Pb).
Etkili ve verimli bir teknoloji olan fitoremediasyonun sucul ortamlardaki toksik metallerin arıtılması amacıyla
kullanımı yaygınlaştırılmalı, bu konudaki çalışmalara hız verilmelidir. Böylece halihazırda kullanılan kimyasal
teknolojilerden kaynaklı ekonomik kayıplar da önlenmiş olacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: BİTKİSEL ARITIM, MAKROFİT, SUCUL SİSTEM, TOKSİK METALLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
294
SUDA ERİYEN VİTAMİNLERİN KEMİK SAĞLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Saglik
Gizem HELVACI1, Fatma KARTAL2, Nurcan YABANCI AYHAN3,
1Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme Ve Diyetetik Bölümü , 2Gümüşhane
University, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme Ve Diyetetik Bölümü , 3Ankara University, Sağlık Bilimleri
Fakültesi, Beslenme Ve Diyetetik Bölümü ,
Bu derleme, suda eriyen vitaminlerin kemik sağlığı üzerine etkilerini inceleyen çalışmaların sonuçlarını
değerlendirmek amacıyla hazırlanmıştır.
Osteoporoz, kemik kütlesinin azalması ve kemik dokusunun mikromimarisinde bozulma neticesinde kemik
kırılganlığının artmasıyla karakterize olan, dünya çapında önemli bir halk sağlığı sorunu haline gelmiş sistemik
bir iskelet hastalığıdır. D vitamini ve kalsiyum osteoporozun önlenmesinde olumlu etkileri olduğu kabul edilen
başlıca besin öğeleridir. Ancak yapılan çalışmalarda, suda eriyen vitaminlerden olan C ve B grubu vitaminlerinin
de kemik sağlığı ve dolayısıyla osteoporozun önlenmesinde etkili olduğu gösterilmiştir. B6, B12 ve folat hem
homosistein metabolizmasında yer alarak hem de homosisteinden bağımsız olarak kemik sağlığını
etkilemektedir. Yüksek homosistein düzeyleri osteoklast aktivitesinin, osteoporoz ve kırık riskinin artmasıyla
ilişkili bulunmuştur. C vitamini ise kemiğin organik yapısını oluşturan tip 1 kollojenin sentezi ve kollojenin çapraz bağlarının oluşması için gereklidir. Aynı zamanda antioksidan özelliğinden dolayı osteoporozun
patogenezinde rolü olan oksidatif stresi azaltmaktadır. Sonuç olarak, kemik homeostazisinin korunması için suda
eriyen vitaminlerin de yeterli alınması gerekmektedir. B grubu ve C vitaminleri sınırlı depolanan ve fazlası
idrarla atılan vitaminlerdir. Bu yüzden, bu vitaminlerin eksikliğinin, kemik sağlığını bozucu etkilerinden
korunmak için günlük diyette yeterli olarak alınmaları gerekmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: VİTAMİN, KEMİK SAĞLIĞI, OSTEOPOROZ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
295
SÜRDÜRÜLEBİLİR MEYVE ÜRETİMİ İÇİN BAHÇE ZEMİN YÖNETİMİNDE FARKLI
ALTERNATİFLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ: DOĞAL YABANCI OTLARIN
KORUNMASI, YABANİ ÇİÇEK VE ÇİM EKİMİ
Sözel Bildiri / Tarim
ERSİN ATAY1, AYŞE NİLGÜN ATAY2,
1MEHMET AKİF ERSOY ÜNİVERSİTESİ, 2TAGEM MEYVECİLİK ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ,
Bahçe zemin yönetimi sistemleri, meyve ağaçları, böcekler, küçük memeliler, toprak ve su kaynakları üzerinde
önemli bir etkiye sahiptir.
Bahçe zemin yönetimi sistemleri planlanırken, sıra aralarını ve sıra üzerlerini ayrı ayrı ele almak gerekmektedir.
Sıra üzeri zemin yönetimi bu çalışmanın kapsamı içerisinde değildir. Ekolojik sürdürülebilirlik açısından, bahçe
zemininde bulunan doğal yabancı otların tamamen ortadan kaldırılması ideal bir uygulama değildir. Sıra
aralarına ekilen çim bitkileri, bahçede doğal yabancı ot türlerini baskı altına alabilirler. Bunun için üreticiler genellikle mavi yumak (Festuca ovina L.) gibi kurağa ve soğuğa toleranslı, daha az biçim isteyen, doğal yabancı
otlara nazaran ağaçlarla daha az rekabet eden çim bitkilerinin uygun tür ve çeşitleri tercih etmektedirler. Sıra
aralarına yabani çiçeklerin ekilmesi ise, doğal düşmanları ve özellikle de tozlayıcı böcekleri (bal arıları gibi)
bahçeye çekebilmek açısından önemli potansiyele sahiptir. Bununla birlikte meyve bahçelerinde doğal faydalı
böceklere ev sahipliği yapan doğal yabancı otlar, biyoçeşitlilik ve biyokontrol açısından bazı avantajlara sahiptir.
Bu derlemede özellikle elma (Malus domestica Borkh.) ve kiraz (Prunus avium L.) için farklı bahçe zemin
yönetim sistemleri üzerinde durulmuştur. Ayrıca sürdürülebilir bir meyve üretimini teşvik etmek açısından
güncel bulgulara ve bu bulguların elma ve kiraz bahçelerine nasıl uygulanabileceğine de odaklanılmıştır. Doğaya
dost sürdürülebilir uygulamalar ve bir meyve bahçesini oluşturan birbirine bağlı sistemler arasındaki karmaşık
ilişkiler incelenebilirse üreticilere ve tüketicilere önemli faydalar sağlanabilecektir.
ANAHTAR KELİMELER: MALUS DOMESTİCA, PRUNUS AVİUM, ÇİM TESİSİ, ÇOK YILLIK
ÇİMLER, ÇİM REKABETİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
296
SÜRDÜRÜLEBİLİR TÜKETİM VE ÇEVRE BİLİNCİ
Sözel Bildiri / Tarim
Şule TURHAN1, Dilek UĞURLU1, Lale YILDIZ1,
1Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi,
Özellikle gelişmiş ülkelerde son yıllarda tüketim düzeyinin sürekli yükselmesi, doğal kaynakların tükenme
tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu ortaya çıkararak, tüketimin çevresel etkilerinin sorgulanmasını gerektirmiş ve
var olan tüketim davranışlarının sürdürülebilir tüketim davranışlarına dönüştürülmesi sık sık dile getirilmiştir. Bu
çalışmada sürdürülebilir tüketim, tüketici yaşamındaki rolü ve çevre ilişkisi üzerinde durulmaya çalışılmıştır.
Günümüzde tüketimin ve üretimin hızla artması sonucu ortaya çıkan küresel ısınma, iklim değişiklikleri vb.
çevresel sorunlar, “sürdürülebilirlik” ve “verimlilik” kavramlarını gündeme getirmektedir. Buna göre,
“verimlilik” kavramının artık sadece çıktılarla girdiler arasında oransal bir kavram olmaktan çok; “çevreye saygı
ve sürdürülebilirlik” esaslarını da içermesi gerekmektedir. Bu çerçevede, gelinen noktada kural, koşul, sınır
tanımadan bilinçsizce yapılan tüketimi karşılayabilmek için yapılacak olan üretimin sürdürülebilir olması
gerekmektedir.
Bugün Dünya’da gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaygın bir şekilde kabul gören sürdürülebilirlik
anlayışının, yanlış uygulamaları önleyerek kaynaklar ve çevre üzerindeki olumsuz etkileri azaltacağı
düşünülmektedir. Bu yaklaşım ile kaynakların bir yaşam döngüsünün olduğu kabul edilmektedir. Sanayi
devrimiyle başlayan ve küreselleşmeyle gelişerek yaygınlaşan olağanüstü tüketim ve üretim süreci sonucu
karbon salınımı %31’lik bir artış göstermiştir. Küresel ısınmanın başlıca sorumlusu olarak gösterilen, sera
etkisine yol açan gazların oluşumuna neden olan ve fosil yakıtların kullanımıyla atmosfere yayılan karbondioksit (CO2) salınımının bireyin ve şirketlerin doğrudan veya kullandığı ürünlerin üretimi açısından enerji kullanımıyla
dünyaya bıraktıkları zarar anlamına gelmektedir. Ekolojik Ayak İzi, gıda, konut, ulaşım, ürünler, hizmetler gibi
tüketim kategorilerine göre sınıflandırıldığında, tüketim biçiminin Ayak İzi’ne etkisi hesaplanabilir. Örneğin,
kişisel tüketime bağlı Ekolojik Ayak İzi’nde gıdanın payı %52’dir (kişi başı 1,18 kha). Tüketiciler, günlük
hayatlarındaki seçimleriyle gezegenin sınırlı doğal sermayesine yönelik talebi azaltabilirler. İş dünyası
sürdürülebilir üretim uygulamalarıyla yeni fırsatlar yakalayabilir. Hükümetler ise, sürdürülebilirliğe geçişi
hızlandırmak için ekonomik ve sosyal tedbirleri uygulamaya geçirebilir, sağlayacağı teşviklerle değişime ivme
katabilir.
Sürdürülebilir tüketim anlayışı, gündelik yaşamda bilinçli tüketiciler yaratarak yaşam döngüsünün
devamlılığının sağlanmasına katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Tüketici öncelikle kendi çıkarı ve refahını
düşünecek, çevreyi korumayı düşünmeyecektir. Sürdürülebilir tüketici davranışının yaygınlaşması için; bu
konuda akademik çevrenin bilimsel altyapıyı hazırlaması, iş dünyasının çeşitli uygulamaları uygulamaya
koyması ya da koymayı taahhüt etmesi, politik karar organlarının gerekli yasal düzenlemeleri yapması ve
toplumu oluşturan bireylerin de tüketici davranışlarını sürdürülebilir tüketime doğru dönüştürmeye çabalaması
gerekmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK, VERİMLİLİK, SÜRDÜRÜLEBİLİR TÜKETİM,
ÇEVRE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
297
SÜS BİTKİLERİNDE GENETİK MODİFİKASYON
Sözel Bildiri / Tarim
Yekbun ALP1, Nalan TÜRKOĞLU2, Ezelhan ŞELEM2,
1Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Bahçe Bitkileri Ana Bilim Dalı, 65080 Van,
Türkiye, 2Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, 65080 Van, Türkiye ,
Genetik modifikasyon birçok bahçe bitkisinin gelişimine katkıda bulunmasının yanı sıra aynı zamanda süs
bitkilerinde yer alan bazı türlerin gelişimi için de kullanılmıştır. İsteğe uygun olarak düzenlenen
modifikasyonlarla yeni çeşitlerin geliştirilmesi süs bitkilerinin en önemli amaçlarından bir tanesidir.
Süs bitkisi ıslahçılarının arzuladığı modifikasyonların başında renk, koku, hastalık ve zararlılara karşı dayanım,
hasat sonrası vazo ömrü ve bazı stres koşullarına dayanım gibi özellikler gelmektedir.
Arzulanan bu özelliklerin elde edilmesinde genetik modifikasyon büyük önem arz etmektedir.
Bu derlemede birçok yetiştirici tarafından arzulanan bu özelliklerle ilgili yapılmış olan çalışmalar ve süs bitkileri için büyük önem taşıyan genetik modifikasyonun çevre üzerindeki olası etkilerinden ve gelecekteki
beklentilerinden bahsedilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: GENETİK MODİFİKASYON,KOKU, RENK, SÜS BİTKİLERİ.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
298
SÜT İLE HAZIRLANAN KAHVALTILIK GEVREK ÜRÜNLERİNE TAKVİYE EDİLEN
FOLİK ASİTİN BİYOERİŞİLEBİLİRLİĞİNİN BELİRLENMESİ.
Sözel Bildiri / Beslenme
Mustafa YAMAN1,
1İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi, Beslenme Ve Diyetetik Bölümü,
Yapılan klinik çalışmalara göre nöral tüp defektlerinin önlenmesi, kardiyovasküler hastalıklar ve kolon kanseri
riskinin azaltılmasında yeterli folat alımının etkili olduğu bilinmektedir. Doğal gıdalarda en çok folatın 5-
metiltetrahidrofolat (5-CH3-H4folat) formu bulunurken, takviye edilmiş gıdalarda ise sentetik folik asit formu
bulunur. Süt ve süt ürünlerinde belirli miktarda folat binding protein (FBP) bulunmaktadır ve sütte bulunan
doğal folatları bağlayarak ince bağırsak ortamına kadar sindirimin zararlı etkilerinden koruyarak ince bağırsakta yararlanabilmemiz üzere serbest bırakmaktadır. FBP, 5-CH3-H4 folata göre, folik asite karşı daha yüksek bir
afiniteye sahiptir. ve gastrik geçiş sonrası FBP'ye bağlanma derecesi 5-CH3-H4 folattan daha yüksektir. Yapılan
çalışmalara göre FBP’nin bağlanma derecesi 5-CH3-H4 folat içeren süt ürünleri ile karşılaştırıldığında; folik asit
takviyeli süt ürünlerinde daha yüksek bulunmuştur. Bu çalışma, FBP'nin folik asite bağlanma özelliklerini
araştırmak için gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmanın amacı; ülkemizde süt ile tüketilen kahvaltılık gevrek
ürünlerine takviye edilmiş folik asidin biyoerişilebilirliğinin in vitro gastrointestinal sistem ile incelenerek
belirlenmesidir
Sindirim öncesinde tüm ürünlerin analizi yapılarak gerçek folik asit değerleri belirlenmiştir.Daha sonra, in vitro
sindirim(ağız,mide, ince bağırdak) sonucunda biyoerişilebilir folik asit miktarları belirlenmiştir
Elde edilen bulgulara göre, biyoerişilebilir folik asit miktarlarında ciddi oranlarda(%40-60) düşüş olmuştur.
Folik asit takviyeli çeşitli kahvaltılık gevrek örneklerimizin süt ile hazırlandığında in vitro gastrointestinal sistem
ile analizi sonucunda, bu ürünlere takviye edilmiş olan folik asidin biyoerişilebilirliğinin oldukça düşük olduğu
görülmüştür.
ANAHTAR KELİMELER: FOLİK ASİT, BİYOERİŞİLEBİLİRLİK, SÜT
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
299
SÜT SERUM PROTEİNLERİNİN SAĞLIK VE BESLENME YÖNÜNDEN ÖNEMİ
Sözel Bildiri / Gida
Nazife ÜRKER1, Filiz YILDIZ-AKGÜL2, Asuman GÜRSEL-KRAL3,
1Tarım Ve Orman Bakanlığı, 2Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, 3Ankara Üniversitesi,
Süt Endüstrisinin en büyük atıklarından olan peyniraltı suyu ve ürünleri günümüzde gıda endüstrisinden
kozmetik uygulamalara kadar değişen geniş bir yelpazede kullanım alanına sahiptir. Teknolojideki gelişmelere
bağlı olarak, peyniraltı suyunda mevcut olan proteinlerin ayrıştırılması ve özelliklerinin daha ayrıntılı olarak
incelenmesi mümkün olmakta, dolayısıyla bileşiminde yer alan unsurların bilinen özelliklerine her geçen gün
yenileri eklenmektedir. Bu derlemede, peyniraltı suyunda yer alan proteinlerin insan sağlığı ve beslenmesi ile
ilgili bazı özellikleri ortaya konmaya çalışılmıştır.
Biyolojik değeri yüksek olan serum proteinleri gıda ürünlerinin üretiminde besin değerini artırmak ve yapısal
özellikleri geliştirmek amacıyla kullanılabilmektedir. Serum proteinlerinin ayrıştırılması ve/veya hidrolizi ile
elde edilen biyolojik aktiviteye sahip protein ve peptit fraksiyonları fonksiyonel gıdaların üretiminde
kullanılabilir. Bu fraksiyonların üretimi, fonksiyonel ürün gelişiminde kullanımları ve sağlığa olumlu etkileri
konularındaki araştırmalar sonucunda serum proteinlerinin önemi daha da artmaktadır. Son yıllarda serum
proteinlerinin insan sağlığı üzerine olumlu etkileri ile ilgili araştırma ve yayınların sayısı günden güne artmaktadır. Peyniraltı suyu (serum) proteinlerinin antibakteriyel, antiviral, antikarsinojenik, antioksidan,
kolesterol düşürücü ve diğer sağlığa faydalarının bilimsel olarak ortaya konmasıyla peyniraltı suyu proteinleri
gıda formülasyonlarının vazgeçilmez girdilerinden olacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: SERUM PROTEİNLERİ, TERAPÖTİK ETKİ, SAĞLIK, BESLENME
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
300
SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİNDE MİKOTOKSİNLER
Sözel Bildiri / Gida
Özge GÖKÇE1, Ahmet KÜÇÜKÇETİN1, Oğuz GÜRSOY2,
1Akdeniz Üniversitesi, 2Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi,
Mikotoksinler belirli çevre koşullarında bazı küfler tarafından gıdalarda üretilen, toksik sekonder metabolitler
olarak tanımlanmaktadırlar. Dünya genelinde, ekonomik ve toksikolojik bakımdan özellikle Aspergillus,
Penicillium, Fusarium ve Alternaria cinslerine ait türler tarafından üretilen Aflatoksin M1 (AFM1), Aflatoksin
M2 (AFM2), Aflatoksin B1 (AFB1), Okratoksin A (OTA), Zearalenon (ZEN), Fumonisin (Fumonisin B1),
Trikotesen [T-2 Toksin, Deoksinivalenol (DON)] mikotoksinleri üzerinde durulmaktadır. Gıda ve yemlerde
mikotoksinler iz miktarda (μg/L, mg/L) meydana gelmekte; fakat tüketildiklerinde insanlarda ve hayvanlarda
çok çeşitli sağlık sorunlarına (karsinojenik, mutajenik, bağışıklık sistemini baskılayıcı) yol açabilmektedirler.
Mikotoksinler süt ve süt ürünlerinde doğrudan ve/veya dolaylı bulaşmaya bağlı olarak iki farklı yolla bulunabilmektedir. Mikotoksin analizlerinde kromatografik temelli (HPLC, LC/MS-MS) ve immünokimyasal
temelli (ELISA) yöntemler kullanılmaktadır. Süt ve ürünlerinde yaygın olarak bulunabilen mikotoksinlerin insan
sağlığına olumsuz etkilerinden ve ekonomik kayıplara neden olmasından dolayı, mikotoksin analizlerinin
sürekliliği ve yasal olarak kabul edilen sınırları aşan mikotoksinli ürünlerin tüketilmesinin önlenmesine büyük
önem verilmelidir. Mikotoksinlerin doğru ve kesin sonuç veren ölçümlerine yönelik metotlar geliştirilmeye
devam edilmelidir. Bu çalışmada süt ve süt ürünlerinde bulunabilen mikotoksinler ve mikotoksin analiz
yöntemleri ile ilgili bilgiler derlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: SÜT, MİKOTOKSİN, ANALİZ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
301
TAM KAT ROTATOR CUF YIRTIKLARINDA ARTROSKOPİK CERRAHİ TEDAVİYE
OSTEOPROZ VE YAPILAN ANESTEZİ ÇEŞİTİNİN ETKİSİ VAR MIDIR?
Sözel Bildiri / Saglik
Kenan ÖZLER1,
1BEYŞEHİR DEVLET HASTANESİ ,
AMAÇ: Rotator manşet hastalıklarında uygulanan cerrahi tedavinin etkinliğinde osteoporozun ve uygulanan
anestezi çeşidinin etkisi olup olmadığını belirlemek.
YÖNETİM: 2016-2018 yılları arasında ortopedi polikliniğine başvuran Fizik muayene ve MR ile tespit edilmiş
tam kat rotator cuf yırtığı olan hastaları dahil ettik. Hastalarımıza cerrahi tedavinin etkinliğini değerlendirmek
amacı ile ameliyat öncesinde ve sonrasında 3-8 ay aralığında UCLA ve CONTAST skorlamalarını yaptık.
Hastalarımıza ameliyattan 1 yıl önce ve ameliyattan 3 ay sonrasında KMD ölçümleri yapıldı. Ameliyat esnasında
anestezinin önerisi doğrultusunda interskalen blok ve genel anestezi uygulandı. Tüm hastalara ameliyatta şezlong
pozisyonu verildi. Ameliyat sırasında artroskopik olarak sütur ancor kullanıldı ve subakromiyal dekompresyon
(akromiyoplasti) uygulandı. Ameliyat sonrası 3-6 ay aralığında rehabilitasyon uygulandı.
BULGULAR: Rotator cuff yırtığı olan 21 bayan ve 14 erkek hasta çalışmaya alındı. Hastaların yaşları arasında
herhangi bir fark yoktu (p=0.474). Bayan hastalarda sırası ile Preoperatif UCLA skoru 13,52 ± 3,57, postoperatif
UCLA skoru 29,71 ± 2,45, preoperatif CONSTANT skoru 28,05 ± 5,98 ve postoperatif CONSTANT skoru
75,86 ± 6,59 ve erkek hastada Preoperatif UCLA skoru 17,00 ± 3,96, postoperatif UCLA skoru 33,71 ± 1,89, preoperatif CONSTANT skoru 32,86 ± 4,68 ve postoperatif CONSTANT skoru 87,93 ± 5,70 idi. Bayan
hastalarda Preoperatif UCLA skoru, postoperatif UCLA skoru, preoperatif CONSTANT skoru ve postoperatif
CONSTANT skoru erkek hastalara göre anlamlı olarak düşüktü (p=0,011, p=<0,001, p=0,016 ve p<0,001).
Bayan ve erkek hastaların KMD de osteoporoz ve osteopeni oranları farklı değildi. Ayrıca gruplar arasında
interscalen brakial plexusus blok anestezisi oranı aynı idi.
SONUÇ: Tam yırtığı olan bayan osteporotik hastalarda preoperatif ve postoperatif omuz eklemindeki
fonksiyonel değerlendirmenin erkek hastalara ve KMD skoru normal olan bayan hastalara göre anlamlı olarak
sonuçlarının kötü olduğunu belirledik. İnterscalen brakial plexusus blok anestezisi ve genel anestezi ameliyat
sonuçlarını değiştirmemektedir.
ANAHTAR KELİMELER: ROTATOR CUF YIRTILMASI, UCLA SKORU, CONTAST SKORU, KEMİK
MİNERAL DANSİTESİ.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
302
TARIM MAKİNELERİ PROGRAMI 2015 YILI ÖNLİSANS ATLASI GENEL
BİLGİLERİNİN TANIMLANMASI
Sözel Bildiri / Tarim
Hüseyin Nail AKGÜL1,
1AYDIN Adnan Menderes Üniversitesi Köşk Meslek Yüksekokulu Gıda Teknolojisi Programı,
Meslek Yüksek Okullarının Tarım Makineleri Programının ülke genelindeki durumunun belirlenmesi amacıyla
2015 yılında Tarım Makineleri Programını seçen öğrencilerin bilgilerine bu proje kapsamında yer verilmiştir. Bu
amaç doğrultusunda, “YÖKSİS ÖNLİSANS ATLASI” nın 2015 yılı verileri kullanılmıştır. Yöksis önlisans
atlası’nda bulunan veriler üniversite bazlı olup ülke genelini içeren bilgiler bulunmamaktadır. Öğrenci
bilgilerinde; Sınavsız Geçiş Kontenjanı; YGS Kontenjanı; Okul Birincisi Kontenjanı; Toplam Kontenjan, Sınavsız Geçiş Kontenjanına Yerleşen, YGS Kontenjanına Yerleşen, Okul Birincisi Kontenjanına Yerleşen,
Toplam Yerleşen, Sınavsız Geçiş ile Yerleşen, YGS ile Yerleşen, Boş Kalan Kontenjan, İlk Yerleşme Oranı,
Yerleşip Kayıt Yaptırmayan, Ek Yerleşen, Sınavsız Geçiş Kontenjanına Yerleşen Son Kişinin OBP puanı, YGS
Puanı ile Yerleşen Son Kişinin Yerleştirme Puanı, Başarı Sırası ve diploma notu bulunmaktadır.
Araştırmada elde edilen veriler incelendiğinde tarım makineleri programının toplam kontenjan sayısı 487 olup
bunun 328’i sınavsız geçiş, 145’i YGS ve 14’i okul birincisi kontenjanı oluşturmaktadır.
Sınavsız geçiş kontenjanının tamamı yerleşmişken, YGS kontenjanının %100’ü yerleşmiş ancak okul birincisi
kontenjanından kimse yerleşmemiştir. İlk yerleştirme oranı %96,26 olmuştur. Yerleşip kayıt yaptırmayan öğrencilerle bu oran %77,21’e düşmüştür. Ancak ek yerleştirmeler ile bu oran %98,77’i bulmuştur. Sınavsız
geçiş kontenjanıyla yerleşen son kişilerinin (OBP) puanı ortalaması 318,87 dir. YGS-1 Puanı ile yerleşen son
kişilerin puanı ortalaması 174,36 ve başarı sırası ortalaması 1.337.134 dür. Sınavsız kontenjanla yerleşen son kişi
diploma notu 63,79 iken YGS kontenjanıyla yerleşen son kişi diploma notu 59,68 dir.
ANAHTAR KELİMELER: TARIM MAKİNELERİ, GENEL, ÖNLİSANS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
303
TARIMDA AR-GE VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
Sözel Bildiri / Tarim
LALE YILDIZ1, ŞULE TURHAN1, DİLEK UĞURLU1,
1ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ,
TARIMSAL ÜRETİMİN ARTTIRILMASI VE SÜRDÜRÜLEBİLİR OLMASI, ANCAK VE ANCAK
BİLİMSEL YÖNTEMLERLE GELİŞTİRİLMİŞ YENİ TEKNOLOJİLERİN KULLANILMASIYLA
MÜMKÜN OLMAKTADIR. TARIMSAL KARLILIĞI ARTTIRARAK ÇİFTÇİNİN REFAH SEVİYESİNİ
YÜKSELTMEK, ÜLKE EKONOMİSİNE KATKI YARATMAK,TARIMDA DÜNYA ÜLKELERİ İLE
REKABET EDEBİLMEK, GIDA GÜVENCESİNİ VE GIDA GÜVENLİĞİNİ SAĞLAMAK İÇİN AR-GE
YAPMAK BİR ZORUNLULUKTUR.
ANAHTAR KELİMELER: TARIM, AR-GE, SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
304
TARIMSAL ATIKLARIN VE GIDA KAYNAKLI BİYOKÜTLENİN YENİLENEBİLİR
ENERJİ KAYNAĞI OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ
Sözel Bildiri / Gida
TUĞÇE TÜRKOĞLU1, SAFİYE NUR DİRİM1,
1EGE ÜNİVERSİTESİ / GIDA MÜHENDİSLİĞİ,
Sürdürülebilirlik, enerji ihtiyacı ve yenilenebilir enerjiye yönelim son günlerde giderek artmaktadır. Bu
kapsamda, özellikle gelişmekte olan ülkeler için sahip oldukları yenilenebilir kaynakların gündeme getirilmesi
ve dönüşüm teknolojileri ile değerlendirilmesi gerekmektedir. Biyokütle, yenilenebilir enerji kaynakları arasında
en kolay temin edilebilen ve yüksek kapasitelerde değerlendirilebilen bir enerji türüdür. Biyokütlenin verimli bir
şekilde işlenerek biyoetanol ve biyodizel gibi enerjilere çevrilmesi amacıyla biyokimyasal, fizikokimyasal ve termokimyasal dönüşüm teknolojileri uygulanmaktadır. Doğal olarak yetişen kaynakların yanında özel
yetiştiricilik ürünleri, proses atıkları ve yan ürünleri gibi neredeyse her alandan hammaddeler biyokütle olarak
kullanılabilmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde büyük ölçeklerde tarımsal atıklar ve gıda proses atıkları
meydana gelmektedir. Bu atıklar başta biyoetanol ve biyodizel üretimine uygun kimyasal kompozisyonları
olması nedeniyle biyokütle amaçlı değerlendirmeye uygun hammadde kaynağı oluşturmaktadır. Bu çalışma ile,
Dünya ve Türkiye’de enerji ihtiyacının ortaya konması, biyokütleye dair bilgi sağlanması, tarımsal atıklar ve
gıda kaynaklı biyokütle potansiyeline sahip hammaddelerin tanınması ve biyokütlenin enerjiye işlenmesinde
kullanılan dönüşüm teknolojilerine dair bilgi vermek amaçlanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: YENİLENEBİLİR ENERJİ, BİYOKÜTLE, BİYOKÜTLE ENERJİSİ,
TARIMSAL ATIKLAR, DÖNÜŞÜM TEKNOLOJİLERİ.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
305
TEKSTİL ENDÜSTRİSİ ATIKSULARININ MİKROALG KÜLTÜRÜNDE KULLANIMI
Sözel Bildiri / Cevre
Kemal ŞİMŞEK1, Göknur ŞİŞMAN AYDIN1,
1EGE ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışmanın amacı, tekstil endüstrisi atıksularının mikroalg biyokütle eldesinde kullanılabilirliğinin
araştırılmasıdır. Tekstil, dünyada çok büyük miktarda temiz suyun kullanıldığı tek endüstriyel sektördür ve
proses suyunun büyük bir kısmı atık su olarak deşarj edilmektedir. Bu nedenle, çalışmada kullanılan tekstil
atıksuyu, arıtıma tesisinin iki farklı noktasından (aktif çamur çıkış, çıkış) alınan örneklerle ile yapılmıştır.
Denemeler kesikli kültür sisteminde, 5 L'lik şişelerde 3 tekrarlı olarak gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada, tatlı su
mikroalgleri Oocystis solitaria (Wittrock in Wittrock & Nordstedt, 1879) ve Nitzschia umbonata (Ehrenberg
Lange-Bertalot, 1978) türleri kullanılmıştır. Klorofil-a ve b tabanlı mikroalg büyümesi ve spesifik büyüme
hızlarındaki değişim incelenmiştir.
Elde edilen sonuçlara göre; her iki mikroalg türü de tekstil endüstrisi atıksuyuna iyi adapte olmuş ve en yüksek
büyüme hızına iki mikroalg de çıkış suyu denemesinde ulaşmıştır. Chl a tabanlı büyüme hızları, O. solitaria için
3,44±1,96 gün-1 ve N.umbonata için 2,06±1,36 gün-1 olarak hesaplanmıştır.
Sonuç olarak, O. solitaria ve N. umbellata'nın tekstil endüstrisi atıksuların biyoremediasyon işlemlerinde
kullanılabileceği gösterilmiştir. Ayrıca, tekstil endüstrisi atıksularının mikroalg biyokütlesi elde etmek için
kullanılabileceği gösterilmiştir. Elde edilen bu sonuç, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kaynak yönetimi için
oldukça önemlidir.
ANAHTAR KELİMELER: TEKSTİL, ATIKSU,MİKROALG, BİYOKÜTLE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
306
THE BREEDING OF WALNUT VARIETY FOR TOLERANCE TO BACTERIAL BLIGHT
(XANTHOMONAS ARBORICOLA PV. JUGLANDIS) BY CROSSING
Sözel Bildiri / Tarim
Yaşar AKÇA1, Hasan FURKAN TOPÇU1, Hatice ÖZAKTAN2, Sebahattin YILMAZ3,
1University Of Gaziosmanpaşa, Faculty Of Agriculture, Department Of Horticulture , 2University OF Ege,
Faculty Of Agriculture, Department Of Plant Protection, 3University Of Ahi Evran, Faculty Of Agriculture, Department Of Horticulture ,
Xanthomonas arboricola pv. juglandis (Xaj) is the most important bacterial disease of Juglans species especially
Juglans regia L. The aim of the study is to select the new walnut genotypes with tolerance to Xaj by cross
breeding.
In GOÜ walnut variety breeding program, the following controlled crosses were made to found the new walnut
genotypes with tolerant to Xaj, late leafing and lateral bud fruitfulness and high nut quality. Different 273 F1
genotypes were gently sprayed with a suspension of bacteria adjusted to approximately 108 cfu/ml of distilled
water in leafing time. Payne variety was used as a reference to determine the success of Xaj inoculation. Infected leaves were rated for disease 14, 21 and 30 days after inoculation, using a 0 to 4 severity scale, based on the
number, size and distribution of lesions on the leaves. There were variations among F1 genotypes in response to
Xaj. The highest susceptibility scale value was determined in Payne cv (4). F1 genotypes obtained from the
crossing combination of Pedroתen-2 (2,33); Fernetteתen-1 (2,4); Pedro×Maraş-18 (2,5); Fernorתen-2 (2,72)
were medium susceptibility. Also, the lowest susceptibility scale value were determined in crossing combination
of Fernor×Pedro (0,75); Chandler× Howard (1,08); Franquette×Chandler (1,16); Chandler×Fernor (1,2). The
positive correlation was determined between leafing time and tolerance to Xaj.
In the research, F1 plants with a scale of 1 to 2 were selected as promising. These F1 plants will be inoculated
with Xaj next year again.
ANAHTAR KELİMELER: WALNUT, XANTHOMONAS ARBORICOLA PV. JUGLANDIS, VARIETY
BREEDING.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
307
THE EFFECT OF HALOPERİDOL-İNDUCED WİTHDRAWAL SYNDROME İN
İNTENSİVE CARE UNİT ON VENTİLATİON
Sözel Bildiri / Saglik
Yasin TİRE1, Aydın MERMER1,
1S.B. ÜNİVERSİTESİ KONYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ,
Withdrawal syndrome is a common finding in alcohol, narcotic and antipsychotic use. After long-term
antipsychotic use, muscle contractions and bronchospasm due to withdrawal syndrome can be seen in patients
after drug withdrawal.In this case report, we aimed to present a case of contraction and respiratory distress after
a haloperidol infusion in order to distinguish it from the mechanical ventilator.
An 86-year-old male patient was admitted to the intensive care unit because of the necessity of mechanical
ventilation from the palliative care unit with signs of respiratory distress due to pneumonia and low oxygen
saturation findings (SPO2: 72%). A cerebrovascular event that occurred about 2 months ago. Noninvasive
ventilation was initiated after the diagnosis of pneumonia (Figure 1). Haloperidol infusion (5 mg / 24 h) was
started by the psychiatric department due to increased patient delirium and non-invasive ventilation incompatibility. İnvasive mechanical ventilation on Intensive care unit day 3 was started as arterial blood gas
pO2 low value (52,4 mmHg), the continuation of infiltration areas on chest X-ray (Figure 2). From the 4th day of
intensive care unit, there was a visible decrease in pneumonic infiltrations on both sides of the patient's chest
radiographs. (Figure 3) Significant muscle contractions and bronchospasm occurred in the patient, within one
hour of stopping the haloperidol infusion. An increase in the infiltration area was observed in the chest X-ray
taken from the previous chart (Figure 4) After a consultation with the psychiatric department indicated that these
contractions and bronchospasm might be a haloperidol withdrawal syndrome, the patient restarted the
haloperidol infusion and the patient was sedated again within one hour. This event was continued 2 times, on the
8th and 11th days (Figure 5,6). The patient died on the 15th day due to renal insufficiency and heart failure.
İn our case, haloperidol withdrawal syndrome occurred with muscle contraction and bronchospasm with the
psychiatric department.
In conclusion, in the critical care unit, patients may have contraction and bronchospasm due to withdrawal
syndrome when the Haloperidol infusion is stopped. We would like to share with our colleagues that this may
lead to even worse respiratory parameters.
ANAHTAR KELİMELER: WİTHDRAWAL SYNDROME, HALOPERİDOL,VENTİLATİON, İNTENSİVE
CARE UNİT
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
308
THE EFFECT OF HIGH DOSES OF CELTIS TOURNEFORTII FRUIT ON RAT BLOOD
BIOCHEMICAL AND HEMATOLOGICAL PARAMETERS
Sözel Bildiri / Saglik
Mehmet Ali TEMİZ1, Atilla TEMUR2, Yusuf AKGEYİK3,
1Karamaoğlu Mehmetbey University, Vocational School Of Technical Sciences, Programme Of Medicinal And
Aromatic Plants, 2Yuzuncu Yil University, Faculty Of Education, Department Of Science, 3Yuzuncu Yil University, Institute Of Educational Science, Department Of Sciences,
Phytochemicals have various metabolic effects including antihyperglycemic, antihyperlipidemic, antimicrobial,
and antioxidant, etc. Therefore, recently the use of medicinal and aromatic plants has become attractive. Celtis
tournefortii (Ct) known as the oriental hackberry is a wild edible plant. Ct fruits were consumed for the treatment of diarrhea, dysentery, and ulcer. This study aims to investigate the effect of high doses of Celtis tournefortii
fruit on blood biochemical and hematological parameters on rats’ model.
In this research, 24 Wistar albino rats were divided into four groups (Control, Ct-600, Ct-1200, Ct-2400 dose
groups) (n=6). Ct extract was administrated single dose orally 600, 1200, and 2400 mg/kg bw to rats, separately. Control group was given orally single dose physiological saline. Serum enzymes (AST, ALT, LDH, and ALP)
and complete blood count (hemogram analysis) were performed on rats’ blood. The differences between the
groups were analyzed using one-way ANOVA followed by the Tukey test.
The ALT level significantly decreased in the Ct-1200 dose group compared to the Control and Ct-600 groups (p<0.05). The AST level was significantly higher in the 600 and 2400 mg/kg dose group than the Control group
(p<0.05). It was found that ALP level was lowest in the 1200 and 2400 mg/kg dose groups. According to
hematological analysis, RBC, HGB and HCT levels which are related to erythrocyte were positively affected by
increasing in the Ct-1200 and Ct-2400 dose groups. Thrombocytopenia remarkably developed in the 600 dose
groups. However, thrombocytosis improved in the 1200 dose group. In white blood cells, WBC level showed an
increase in the Ct-600 and Ct-2400 groups. LY%, MO%, BA%, NE%, and EOS% levels were statistically
unaffected although they varied depending on the dose.
The prophylactic and therapeutic use of Ct at high doses as a medicinal plant appears to have no biochemical and
hematologic side effects on blood parameters. Based on these findings, it has been concluded that high doses of
Celtis tournefortii fruit may be non-toxic and safe. Acknowledgements: This research was supported by the
Yuzuncu Yil University Scientific Research Projects Foundation (grant number FYL-2016-5479) This study was
approved by Yuzuncu Yil University Animal Researches Local Ethic Committee (no. 2016/07).
ANAHTAR KELİMELER: CELTIS TOURNEFORTII, HIGH DOSE, AST, ALT, HEMATOLOGY
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
309
THE EFFECTS OF SMOKING ON ANTERIOR SEGMENT, RETINAL AND VASCULAR
PARAMETERS OF THE EYE
Sözel Bildiri / Saglik
Mustafa DOĞAN1, Mehmet Cem SABANER1, Mehmet Akif EROL1, Eren ACAR2, Dudu ATAK2,
Bilgehan ÇİÇEK2, Hilal Selcen GÜRBÜZ2, Mouth HASAN2, Necat Çağatay SEZER2,
1Afyon Kocatepe Üniversitesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı, 2Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi,
To determine the acute and long-term changes of smoking on the eye
Material and Method: The study involved 30 healthy non-smokers and 30 healthy smokers in Afyon Kocatepe
University Hospital Ophthalmology Clinic from Jan-Feb 2018. Anterior chamber depth (ACD), central corneal
thickness (CCT), iridocorneal angle (ICA), limbus-limbus distance (LLD), central macular thickness (CMT),
choroidal thickness (CT) and retinal vascular analysis [central retinal artery equivalent (CRAE), central retinal
vein equivalent (CRVE), and artery-to-vein ratio (AVR)] were measured and examined that baseline
measurements in non-smokers, baseline measurements in smokers followed by smoking at 5, 30, 60, 120, and
180 minutes. In the groups of baseline values, consecutive measurements were statistically compared with the
baseline values within the smoking group.
Results: The mean age of the 30 smoker healthy volunteers taken in the study of 60 eyes of 15 men and 15
women was 28.40 ± 4.03 years and the mean age of 30 non-smoker healthy volunteers taken in the study of 60
eyes of 15 men and 15 women was 27.33 ± 3.93 (p = 0.145). Mean year of smoking was 11,85 ± 2,09 package/year. There was no statistically significant difference between two groups in parameters of baseline
measurements (p> 0.05). In smokers; at 5th, 30th and 60th minutes in CT, CRAE, and CRVE, a statistically
significant decrease were detected according to the baseline measurement. No statistically significant changing
was found in other measurement parameters.
The results of this study showed that acute smoking changed retinal vessel diameters and choroidal thickness.
ANAHTAR KELİMELER: SMOKING, RETINA, VESSEL, EYE, ANTERIOR SEGMENT
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
310
THE UPTAKE MODELLING OF DDT AND ITS METABOLITES FROM THE SOIL IN
TURKEY
Sözel Bildiri / Tarim
SERHAN MERMER1, CAFER TURGUT2,
1OREGON STATE UNIVERSITY, 2ADNAN MENDERES UNIVERSITY,
DDT (dichloro-diphenyl-trichloroethane) has been extensively used to control malaria during World War II as
well as the other agricultural pests. DDT persists in the environment and accumulates in many living organisms.
In addition, the degradation products of DDT, which have also a similar chemical structure, could pose the same
risk to the environment. Measuring those compounds in the environment could be challenging and costs money
and time. This study presents the uptake levels of DDT and its metabolites by crop-specific models in soil
samples.
Crop-specific modeling results show that p,p’ DDT, o,p’ DDE, p,p’ DDE accumulated significantly in soils,
followed by leafy vegetables in soil, roots, and potato. The highest concentration levels for p,p’ DDT (3.0 x 10-
3), o,p’ DDE (6.0 x 10-4), and p,p’ DDE (2.0 x 10-4) were found in soil. The concentrations found in leafy
vegetables in soil, roots, and potato were lower than the concentrations in soil.
The crop-specific model results indicated DDT and its metabolites in the soil can be taken in specific plant parts
including roots, potato, and leafy vegetables more than the other parts. In addition, further models are needed to
evaluate risk assessment of those compounds to human health and the environment.
ANAHTAR KELİMELER:
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
311
THE UTİLİZATİON OF TREATED DOMESTİC WASTEWATER İN THE İRRİGABLE OF
THE ALFALFA PLANT: A PROJECT
Sözel Bildiri / Cevre
Burcak BOZKURT1, Aysegul PALA2, İsmail HİDAYAT3, Güneş KURSUN4,
1Environmental Engineer, Mare Çevre Danışmanlık Müh. Tic. Ltd. Şti., Izmir, Turkey, 2Environmental Research
And Application Center (CEVMER), Dokuz Eylül University, Izmir, Turkey, 3Dokuz Eylül University, Department Of Environmental Engineering, Izmir, Turkey, 4Dokuz Eylül University, The Graduate School Of
Natural And Applied Sciences, Izmir, Turkey,
The increasement of the population, high concentration of the pollutants in the underground and surface water,
limited water resources and drought force people to find sustainable water resources. Treated wastewater able to be an alternative and sustainable water resource. It is possible to reuse treated wastewater by using advanced
treatment technologies. It is also preventing the wastewater from polluting the environment.
For this reason, the survey includes the potential benefits and uses of treated wastewaters, the risks that may
arise during use and national legislation on reuse. Recycling of treated wastewater is possible with tertiary treatment systems. Tertiary treatment systems consist of Multilayer Sand Filter (MMF), Microfiltration (MF),
Ultrafiltration (UF), Nanofiltration (NF) and Reverse Osmosis (RO). In this project, the usage of 20 m3 / day
capacity of the summer residential’s wastewater in Urla District of İzmir Province is designed to be used in the
alfalfa plant’s irrigation system. After the grid, the equilibrium pool, the sequential cut-off reactor, the ultraviolet
disinfection unit, domestic wastewater is taken to the clean water tank. The treated water was pressurized with a
hydrophobic tank from the clean water tank and passed through the ultrafiltration system and sent to the
irrigation network. When the quality of irrigation water is determined, Technical Standards for Wastewater
Treatment Facilities (20 March 2010 issue: 27527 Official Gazette) were refined in accordance with the
irrigation water reclamation criteria of the treated wastewater in Annex 7 and standards were provided.
FAO Penman-Monteith Evapotranspiration equation was used for determination of irrigation water requirement
and the monthly water consumption values of the alfalfa plant already calculated. The meteorological data
(precipitation, temperature, wind speed and sunshine duration) of the Urla District used in the calculations were
obtained from the CLIMWAT Program. Treated wastewater to irrigate crops and water flow starting from the
need for land area of about 3 acres is made design and irrigation systems have been found.
ANAHTAR KELİMELER: IRRİGATİON, ALFALFA PLANT, WASTEWATER MANAGEMENT,
SUSTAİNABİLİTY
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
312
THE UTİLİZATİON OF WASTEWATER BY EVALUATİNG THE RECENT REGULATİON
OF İRRİGATİON İN TURKEY: A CASE STUDY
Sözel Bildiri / Cevre
Ismail HİDAYAT1, Aysegul PALA2, Güneş KURSUN3,
1Dokuz Eylül University, Department Of Environmental Engineering, Izmir, Turkey, 2Environmental Research
And Application Center (CEVMER), Dokuz Eylül University, Izmir, Turkey, 3Dokuz Eylül University, The Graduate School Of Natural And Applied Sciences, Izmir, Turkey,
Treated wastewater is a source that can be used sustainably to complete the water needs. It can be utilized for
agriculture activities, such as irrigation. The water consumption that used for irrigation in Turkey will be around
64% on 2023 . While 61.6% of treated wastewater is discharged into the sea, and other is discharged into other
water bodies .
The use of treated wastewater for irrigation can help to improve the efficiency of using water and economically.
Utilization of treated wastewater for irrigation in Turkey is a solution to reduce the use of conventional water
(blue water). The utilization of treated wastewater will be able to increase the production of the plants, because it
contains nutrients that can give a good impact for plant growth .
The evaluation of the Turkish Government's regulation of the use of treated wastewater for agriculture activities
is essential. The data from the wastewater treatment plants in Manisa showed about the underground water
qualities and the effluent of treated wastewater. The analyzation showed that the quality is completed the requirements accordance to the government’s regulation but for the management process should examine in
details. The regulations by the government about management process have impact in the control of the
wastewater itself accordance to the standards already given.
ANAHTAR KELİMELER: TURKEY, MANİSA, WATER QUALİTY, WASTEWATER, İRRİGATİON
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
313
THİAKLOPRİT’İN ARTHROSPİRA PLATENSİS GOMONT (CYANOBACTERİA,
CYANOPHYCEAE)’İN GELİŞİMİ VE ANTİOKSİDAN PARAMETRELERİ ÜZERİNE
ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Cevre
Hatice TUNCA1, Tuğba ONGUN SEVİNDİK1, Ali DOĞRU1, Feray KÖÇKAR2,
1Sakarya Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü, Sakarya, 2Balıkesir Üniversitesi, Fen Edebiyat
Fakültesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Balıkesir,
Pestisitlerin her geçen gün artan kullanımı sucul ekosistemleri tehdit etmektedir. Toksik stresin bir sonucu olarak
sucul komunitenin tür kompozisyonunun değişmesi, akuatik ekosistemin yapısını ve fonksiyonunu etkiler. Bu
nedenle sucul ekosistemde alglerin pestisitlere olan tepkilerinin belirlemek ve pestisitlerin bu ekosistemler
üzerindeki etkilerini anlamak önemlidir. Yapılan bir çok çalışma pestisit kontaminasyonu nedeniyle oluşan sucul
organizmalardaki zararın araştırılmasını amaçlamıştır. Bu çalışmada, Thiakloprit’in Arthrospira platensis
üzerindeki etkisinin anlaşılması amacıyla klorofil-a miktarı, OD 560 ve antioksidan parametrelerindeki (toplam
SOD, APOD, GR, Prolin, MDA ve H2O2) değişimler belirlenmiştir.
Thiakloprit etkisine maruz bırakılan A. platensis kültürlerinde OD560 absorbansında ve klorofil-a içeriğinde
pestisit seviyelerinin artmasına bağlı olarak 7 gün boyunca istatistiksel olarak anlamlı azalmalar olmuştur
(p<0.05). Thiakloprit etkisine maruz bırakılan A. platensis kültüründe SOD enzim aktivitesinde ve serbest prolin
miktarında 75 µg mL-1 konsantrasyonda istatiksel olarak kontrole göre anlamlı artış gözlenmiştir (p<0,05).
Diğer taraftan APOD enzim aktivitesi sadece 35 µg mL-1 Thiakloprit konsantrasyonunda anlamlı olarak
artmıştır (p<0,05). GR enzim aktivitesinde 15, 25 ve 35 µg mL-1 konsantrasyonlarda kontrole göre artma
gözlenirken (p<0,05); 75 µg mL-1 konsantrasyonda ise bir azalma olmuştur (p <0,05). A. platensis hücrelerinin
H2O2 miktarında 15 µg mL-1 konsantrasyonda kontrole göre anlamlı olarak azalmıştır (p<0,05) fakat 45 ve 75
µg mL-1 konsantrasyonlarında anlamlı bir artış olmuştur (p<0,05). MDA miktarı kontrole göre anlamlı değişim
göstermemiştir (p>0,05).
Araştırmalarımıza göre Thiakloprit Arthrospira platensis Gomont üzerinde ilk kez bu çalışmada uygulanmıştır.
OD560 değeri ve klorofil-a miktarının zaman ve doza bağlı olarak azalmasını göz önünde bulundurduğumuzda
A. platensis gelişiminin, bu çalışmada kullanılan Thiakloprit konsantrasyonlarından etkilendiği sonucuna ulaşabiliriz. Diğer önemli bir sonuç ise bu çalışmada kullanılan yüksek Thiakloprit konsantrasyonlarının A.
platensis üzerinde oksidatif stres oluşturmasıdır. Pestisitlerin uygulanması esnasında bu çalışmada kullanılan
konsantrasyonların dikkate alınması, pestisit kirliliğini önlemek için bir basamak olabilir.
ANAHTAR KELİMELER: THİAKLOPRİT, A. PLATENSİS, ANTİOKSİDAN, SOD, GR, APOD, MDA,
H2O2
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
314
TIBBİ VE AROMATİK HYSOPPUS OFFİCİNALİS L. BİTKİSİNİN NOD VE SÜRGÜN
KÜLTÜRLERİNE BİTKİ BÜYÜME DÜZENLEYİCİLERİN ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Tarim
Burcu ÇETİN1, Elif KURT SADIK1,
1KÜTAHYA DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ, FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ, BİYOLOJİ BÖLÜMÜ,
Bu çalışmada, bitki büyüme düzenleyicilerin, aromatik ve tıbbi bir bitki olan Hyssopus officinalis L.’nin in vitro
mikroçoğaltımı üzerine etkisi araştırılmıştır.
Nod ve sürgün ucu eksplantları in vitro ortamda çimlendirilmiş steril tohumlardan izole edilmiştir. Eksplantlar
yalnızca 1 - 2 - 3 mg/L Benzil amino pürin (BAP) ve 1 - 2 - 3 mg/L BAP ile 0.1 - 0.5 - 1 mg/L Naftalen asetik
asit (NAA) ve Indol bütirik asit (IBA) kombinasyonlarını içeren 21 farklı Murashige ve Skoog (MS) ortamında
kültüre alınmışlardır. Elde edilen sürgünler kök oluşum çalışmaları için 0.5 - 1 mg/L IBA ve NAA bitki büyüme
düzenleyicilerini içeren ½ MS ve MS besin ortamlarına aktarılmışlardır
Sürgün ucu eksplantlarından en uzun sürgünler 1 mg/L içeren MS besin ortamlarında (1.84 ± 0.08 cm), en fazla
yaprak oluşumu 1 mg/L BAP ve 1 mg/L BAP + 1 mg/L NAA içeren MS besin ortamlarında, sırasıyla 16±2.1 ve
15.76±2.95 adet olarak belirlenmiştir. Nod eksplantlarından elde edilen sürgünlerdeki en fazla yaprak oluşumu 3
mg/L BAP içeren MS besin ortamında 18.63 adet olarak tespit edilmiştir En yüksek köklenme yüzdesi 1 mg/L
NAA içeren MS ortamında % 78.3 olarak belirlenmiştir.
Bu çalışma sonucunda tıbbi ve aromatik Hyssopus officinalis bitkisinin in vitro koşullarda mikroçoğaltımı için
gerekli olan bitki büyüme düzenleyiciler belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: BİTKİ BÜYÜME DÜZENLEYİCİLER, HYSSOPUS OFFİCİNALİS L., İN
VİTRO, MİKROÇOĞALTIM, TIBBİ VE AROMATİK BİTKİ.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
315
TIBIALARDAKİ FORAMEN NUTRICIUM'LARIN YERLEŞİMİ
Sözel Bildiri / Saglik
Ahmet DURSUN1, Yadigar KASTAMONİ YAŞAR1,
1SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ANATOMİ AD
Foramen nutricium lokasyonunun anlaşılması, kırık tedavisi gibi belirli ameliyatlarda yararlı olabilir. Vasküler
kemik greftlerinde, arteriyel kaynak osteoblastlar ve osteositler için gereklidir.
Bu çalışma Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı'ndan elde edilen her iki
cinsiyetten 45 erişkin kuru tibia üzerinde gerçekleştirilmiştir.
Çalışmada 45 tibiada 48 foramen nutricium gösterilmiştir. Foramen nutricium yerleşimi incelendiğinde olguların yaklaşık % 56.25’inde tibianın üst 1/3’ünde, % 25'inde orta 1/3’ünde ve % 18,75'inde ise üst ve orta 1/3
bölümlerinin birlişim hattında gözlenmiştir. Tibianın alt 1/3 kısmında foramen nutricium görülmemiştir.
Foramen nutricium’un tibianın posterior yüzünde medial ve lateral yüzlerine göre daha fazla bulunduğu tespit
edilmiştir. Tibiada çift foramen nutricium nadirdir. Çalışmamızda üç tibiada çift foramen nutricium görülmüştür.
Foramen nutricium linea musculi solei’ye göre değerlendirildiğinde, olguların % 91.11’inde bu çizginin
lateralinde, % 8,89 ise çizginin üzerinde bulunmuştur.
Mikrovasküler kemik transferi gibi teknikler daha popüler hale geldikçe, etkilenen kemik yapılarının dolaşımını
sürdürmesi için foramen nutricium’ların anatomik olarak lokayonunun bilinmesi daha da önemli hale gelmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: TIBIA, FORAMEN NUTRICIUM, LINEA MUSCULİ SOLEI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
316
TİP II DİYABETLİLERDE OSA RİSKİ VE RİSK FAKTÖRLERİ
Sözel Bildiri / Saglik
Yıldız DENAT1, Zeynep GÜNEŞ1,
1Adnan Menderes Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi,
Tip 2 diyabetli hastaların %83’ünde tanımlanmamış solunumsal bir uyku bozukluğu olan obstrüktif uyku apne
(OSA) yakınması olduğu tahmin edilmektedir. Araştırma yetişkin Tip 2 diyabetli hastalarda uyku apne riski ve
risk faktörleri arasındaki ilişkiyi belirlemek amacıyla yapıldı.
Araştırma kesitsel tipte analitik bir çalışma olup araştırmanın örneklemini 01/03/2016 ile 15/07/2016 tarihleri
arasında Devlet Hastanesi Diyabet polikliniğinde tip 2 diyabet tanısı ile izlenen, 18 yaş ve üzerinde olan, bilişsel
yeterliliğe sahip, Türkçe konuşabilen, çalışmaya katılmaya kabul eden 228 hasta oluşturdu. Araştırmada veriler,
“Hasta Bilgi Formu”, hastalarda uyku apnesi riskinin değerlendirildiği “Berlin Formu” ile toplandı.
Çalışmada hastaların ortalama 10.93±7.30 yıldır diyabet hastası olduğu, %47.4’ünün insülin tedavisi aldığı ve
%89.5’inin ailesinde uyku apnesi öyküsü bulunmadığı saptanmıştır. Çalışmaya katılan hastaların %58.8’inin
yüksek riske sahip olduğu, erkek cinsiyetinin, kadın cinsiyetine göre OSA riski 4 kat yükselttiği (OR= 12.351;
Cl=3.450 – 44.218; p=0.000), Beden Kitle İndeksindeki bir birimlik artış OSA riskini 1.1 kat fazla arttırdığı
(OR= 1.194; Cl=1.079 – 1.322; p=0.001) saptanmıştır. Hipertansiyona sahip olma durumu ise OSA riskini 5 kat
arttırmakta olup (OR= 5.962; Cl=1.887 – 18.839; p=0.002) ESS olanlarda OSA riski 11.2 kat daha yüksek (OR=
11.232; Cl=1.092-115.535; p=0.042) olarak saptanmıştır.
Araştırmamız sonucunda tip 2 diyabetli hastalarda erkek olma, yüksek beden kitle indeksine sahip olma,
hipertansiyona sahip olma ve uyku sırasında nefes durması deneyimlemenin OSA riskini arttıran önemli bir
etmen olduğu belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: OBSTÜRİKTİF UYKU APNESİ, DİYABET, HEMŞİRELİK BAKIMI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
317
TOHUM: GENETİKTEKİ GELİSMELERİN SÜRDÜRÜLEBİLİR TARİM YOLUNDAKİ
KİSA BİR HİKAYESİ
Sözel Bildiri / Tarim
Burcin DILCI1,
1Mas SEEDS,
Günümüz tarim zorluklarinda tohum sektörünün katkilarini sunmak.
Tohum çok uzun bir tarihe sahiptir. Yabani bitkilerden tarla bitkilerine gecise ilk adım atilisi doğal seleksiyonla
baslamistir. Tarihin ilk çiftçi-islahcilari temelde günümüzün modern islahcilarinin yaptıkları isi yapmaktaydi:
tüketime daha uygun, daha verimli, daha kolay hasat edilebilen, daha sağlıklı bitkileri secip istenmeyenleri
elimine ettiler. Bugün, bitki islahcilarinin bu seçim sürecinde moleküler marker gibi daha gelişmiş islah
yöntemleri kullanmaktadir. "Tohum" ticari bir işletme haline geldikçe, çoğu mahsulün verimi istikrarlı bir
şekilde artmistir. Ancak bugün küresel ısınma ve çevresel strese karşı direnç gibi daha büyük zorluklarla karşı
karşıyayız. Dünya nüfusunun artması ve doğal kaynakların aşırı kullanımıyla birlikte, tohum şirketlerinin
sürdürülebilir ve karlı bir tarımdaki rolü ne olacak?
ANAHTAR KELİMELER: TOHUM, HİBRİT, HETEROSİS, TARİM, İSLAH
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
318
TOPLUM RUH SAĞLIĞI MERKEZİNE KAYITLI HASTALARIN MERKEZDEN
YARARLANMALARINI ETKİLEYEN FAKTÖRLER
Sözel Bildiri / Sağlık
Mesude Keskin1, Prof. Dr. Fatma Demirkıran2
1 Adnan Menderes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği AD,
Toplum Ruh Sağlığı Hemşireliği Yüksek Lisans Öğrencisi
2 Adnan Menderes Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Öğretim Üyesi
Toplum Ruh Sağlığı Merkezleri, belli bir coğrafi alanda yaşayan ağır ruhsal hastalığı olan hastaları merkezde
kayıt altında almak, gezici ekiplerle düzenli takip, tedavi ve rehabilitasyonlarını sağlayarak topluma yeniden
kazandırmak amacıyla açılmıştır. Damgalanma, Olumsuz inançlar ve geleneksellik, toplumsal önyargılar,
sosyoekonomik nedenler, aile desteğinin olmaması, utanç, içgörü yetersizliği, ulaşım sorunu gibi faktörler kronik
psikiyatri hastalarının Toplum Ruh Sağlığı Merkezlerine devam etmelerine engel olmaktadır. Bu merkezlerin
işlevselliğinin arttırılması için gerekli olan fiziki düzenlemeler yapılarak, merkezde aktif çalışan meslek
gruplarının nitelik ve sayısal olarak arttırılması önem kazanmaktadır. Hastaların merkezlere devam etmesinin
artırılması multisektörel bir işbirliğini gerektirmektedir.
Kalıcı belirtilerle devam eden kronik ruhsal bozuklukların kişinin yaşamında oluşturduğu olumsuzluklar bireyi
toplumdan ve dış gerçeklerden soyutlayarak izole ve verimsiz bir yaşama sürükleyebilmektedir. Kronik ruhsal
bozuklukların bireye, aileye ve topluma, sonuç olarak da insanlığa olumsuz bir maliyeti vardır. Kronik ruhsal
bozukluğu olan bireyler hastanelerde tedavi olduktan sonra ilaç ve tedavi uyumları sağlanamadığı için toplum
içinde bireysel ve sosyal işlevlerini yerine getirememektedir. Bu hastalara sadece tedavi hizmetlerinin sunulması
ve bunların da ilaç tedavisiyle sınırlı kalmasının yeterli olmadığı kabul edilmektedir. Bu nedenle, Toplum
Temelli Ruh Sağlığı Hizmet Modelinin çekirdeğini oluşturan Toplum Ruh Sağlığı Merkezlerinin açılması çok
önemli bir gelişmedir.
Toplum Ruh Sağlığı Merkezlerinde, Toplum Ruh Sağlığı Hemşiresinin rolü ve işlevleri önemlidir. Hizmetin
niteliğini arttırmak amacı ile bu merkezlerde çalışacak olan hemşirelerin psikiyatri hemşireliği alanında
deneyimli ve bu alanda uzmanlaşmış hemşirelerden seçilmesi verilen hizmetlerin kalitesini artıracak, hastaların
bu merkezlere devamlarını olumlu yönde etkileyecektir.
ANAHTAR KELİMELER: PSİKİYATRİ HEMŞİRELİĞİ, TOPLUM RUH SAĞLIĞI, PSİKİYATRİK
REHABİLİTASYON, RUHSAL SAĞLIK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
319
TOPRAĞIN ÖNEMİ VE GAP'TA HARRAN OVASI'NDA YANLIŞ TOPRAK KULLANIMI
Sözel Bildiri / Tarim
Ali Rıza ÖZTÜRKMEN1,
1Harran Üniversitesi, Şanlıurfa ,
GAP alanında enerji, sosyal, sağlık ve tarımsal alanlarda olumlu yatırım ve geri kazanımlar olurken, diğer
yandan da topraklar yeteneklerine göre kullanılmadığından verimlerini kaybetmektedir. Bölgede uygulanmaması
sonucu tarım toprakları üzerinde yapılaşmalar ve yanlış kullanımlar hızla devam etmektedir. Kısaca önemli
harcamaların yapıldığı GAP alanında özellikle tarımsal alanda özel tarım politikaları oluşturulmalı ve
izlenmelidir.
GAP Projesi kapsamında büyük kısmı tamamlanmış olan Harran Ovası önemli deneyimdir. Sulu tarımın
başlatılacağı diğer ovalardan da aynı sorunun yaşanmaması için sulama öncesi alt yapının ona göre yapılması,
eğitim çalışmalarının başlatılması, ürün deseni planlarının yapılarak çiftçilerin yönlendirilmesinde yarar
bulunmaktadır. Aksi takdirde Harran Ovası'ndaki bazı olumsuzluklar diğer ovalardan da yaşanabilir.
GAP alanında enerji, sosyal, sağlık ve tarımsal alanlarda olumlu yatırım ve geri kazanımlar olurken, diğer
yandan da topraklar yeteneklerine göre kullanılmadığından verimlerini kaybetmektedir.
Bölgede uygulanmaması sonucu tarım toprakları üzerinde yapılaşmalar ve yanlış kullanımlar hızla devam
etmektedir. Kısaca önemli harcamaların yapıldığı GAP alanında özellikle tarımsal alanda özel tarım politikaları
oluşturulmalı ve izlenmelidir.
ANAHTAR KELİMELER: GAP PROJESİ, TOPRAK, EKONOMİ, SULAMA.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
320
TOPRAKSIZ KÜLTÜRDE KULLANILAN FARKLI MATERYALLERİN ÇİLEK
BİTKİSİNİN GELİŞMESİ VE BESLENMESİ ÜZERİNE ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Tarim
Saime SEFEROĞLU1, Neslihan KELEŞ, 1, Hatice ACAR 1, Oğuz BATMAZ 1, Sinan COŞKUN, 1, H.
Güner SEFEROĞLU 2,
1ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ TOPRAK BİLİMİ VE BİTKİ BESLEME
BÖLÜMÜ, 2ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ BAHÇE BİTKİLERİ BÖLÜMÜ,
Topraksız Tarımda Türkiye ve Aydın için önemli bir bitki olan çileğin yetiştiriciliği konusunda yapılan bir
çalışmadır. Bu çalışma ile topraksız ortamda yetiştiricilkte hangi ortamın daha uygun olduğu belirlenecektir.
ANAHTAR KELİMELER: TOPRAKSIZ KÜLTÜR, FARKLI ORTAMLAR, ÇİLEK, BESLENME
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
321
TUZ STRESİ KOŞULLARINDA BAKLANIN ANTİOKSİDAN AKTİVİTESİ ÜZERİNE
YAPRAKTAN SİLİKON UYGULAMASININ ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
İlkay YAVAŞ1, Özlem Sultan ASLANTÜRK2, Tülay AŞKIN ÇELİK2,
1Adnan Menderes Üniversitesi, Koçarlı MYO, Bitkisel Ve Hayvansal Üretim Bölümü, 2Aydın Adnan Menderes
Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü,
Bu çalışmada, tuz stresi altındaki bakla bitkilerine silikon uygulamasının bitkinin antioksidan aktivitesi üzerine
olan etkisi araştırılmış ve bitkinin fitokimyasal madde içeriği analiz edilmiştir.
Kontrol, tuz, silikon ve tuzlu+silikon ile ayrı ayrı muamele edilen bakla bitkilerinin her bir grubu için yapılan
fitokimyasal tarama sonuçları, bitkinin toprak üstü kısımlarında fenollerin, tanenlerin, antrokinonların ve
saponinlerin mevcut olduğunu, alkaloidler ve flavonoidlerin ise bulunmadığını göstermiştir.DPPH radikali
biyolojik bir radikal olmamasına rağmen, antioksidanların serbest radikal giderme aktivitelerinin tayini için
kabul görmüş bir indikatördür. DPPH çözeltisi mor’dur ve antioksidan bir bileşikle etkileştiğinde yapısı
değişerek sarı renkli yeni bir bileşik haline gelir. Bu renk değişikliğinin derecesi, antioksidanın konsantrasyonu ile orantılıdır (Wojdylo ve ark., 2007; Chen ve ark., 2010). Kontrol, tuz, silikon ve tuz+silikon ile muamele
edilen bakla bitkilerinden elde edilen metanol ekstrelerinin DPPH serbest radikal süpürme, H2O2 süpürme and
metal şelatlama aktivitelerine ilişkin sonuçlar Tablo 2’de yer almaktadır. Çalışmanın sonuçları, tuz ve
tuz+silikon ile muamele edilen bakla bitkilerinden elde edilen metanol ekstrelerinin tüm gruplarda ve
konsantrasyonlarda askorbik asitten (%85.85) daha yüksek oranda radikal süpürücü aktiviteye sahip olduğunu
göstermiştir.
Bu çalışmanın sonuçları, tuz ve tuz+silikon ile muamele edilen bakla bitkilerinden elde edilen metanol
ekstrelerinde bulunan fitokimyasalların serbest radikal süpürme özelliğine sahip olduğunu ve DPPH radikali ile
reaksiyona girebildiğini göstermiştir. Ekstreler arasında istatistikî bakımdan anlamlı bir farklılık olmaması tuz ve
tuz+silikon muamelesinin, bakla bitkisinin fitokimyasal içeriği ve antioksidan aktivitesi üzerinde değiştirici bir
etkiye sahip olmadığını göstermiştir. Bizim çalışmamızda, sadece antioksidan aktivite değerlendirildiği için, tuz
ve tuz+silikon uygulamasının bakla bitkisinin antioksidan enzim aktiviteleri üzerindeki etkisinin de ayrıca
çalışılması uygun olacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: ANTİOKSİDAN AKTİVİTE, BAKLA, FİTOKİMYASAL TARAMA, SİLİKON,
TUZLULUK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
322
TUZ STRESİNİN FARKLI CEVİZ ANAÇLARINDA MİNERAL ELEMENTLERİN
BİRİKİMİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
UMUT ŞAHİN1, YAŞAR AKÇA1,
1GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ BAHÇE BİTKİLERİ BÖLÜMÜ,
Walnut is among fruit species that are sensitive to soil salinity and salinity of irrigation water. This study was
conducted to determine the effects of salt stress on the accumulation of macro and micro elements in different
walnut rootstocks.
Two-old year grafted Chandler plants onto seedling rootstocks of Juglans sieoboldiana L., Juglans nigra L. and
Paradox were used. The different four irrigation water salinity (T0=0,3 dS/m-control, T1=1,5 dS/m, T2=3 dS/m,
T3=5 dS/m) were used to determine the salt tolerance levels of walnut rootstocks. The experiment was designed
by factorial design in randomized blocks. Sodium bicarbonate , magnesium chloride and calcium chloride salts
were used as salt sources. SIW Salinity Appraisal Laboratory Set was used for preparing saline waters. In order
to determine the stress intensity of salt application, leaf macro and micro element contents (N,P,K, Ca, Mg, Na, Cl, Cu, Fe, Mn, Zn) and chlorophyll content were investigated. Leaf analyses were carried out on two leaf
samples collected at the beginning of the growth season and end of July.
Depending on the increased salt stress concentration, K, Ca, Mg, Na, and Cl content of leaf increased. N, Fe,
Ca/Na, K/Na and Zn content of leaf decreased. Depending on the increased salt stress concentration chlorophyll content decreased. The Na content (ppm) of T3 salt level were determined in Juglans nigra, Paradox and Juglans
sieoboldiana 140,78 196,81 and 340,91 respectively. Also, Cl content (ppm) of T3 level were observed 0,88,
0,99 and 0,91, Ca/Na values were found as 0,43, 0,27 and 0,14; K/Na values were calculated 0,24, 012 and 0,10
respectively. There was no statistically significant difference between rootstocks content of total chlorophyll
content.
It has been reported that the plant types that absorb less sodium and chlorine ions are more tolerant to salt stress.
The maximum accumulation of Na was observed in leafs of Juglans sieoboldiana L., and maximum
accumulation of Cl was found in Paradox. The important differences were found between three rootstocks in leaf
Na content, But there was no statistically significant difference between rootstocks content of leaf Cl.
ANAHTAR KELİMELER: CEVİZ, ANAÇ, TUZ STRESİ, KLOROFİL İÇERİĞİ MAKRO VE MİKRO
ELEMENTLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
323
TÜKETİCİLERİN GELENEKSEL PEYNİR İÇİN ÖDEME İSTEKLİLİĞİ: TULUM PEYNİRİ
ÜZERİNE BİR SAHA ÇALIŞMASI
Sözel Bildiri / Tarim
Hakan ADANACIOĞLU1, Ferit ÇOBANOĞLU2, Halil İbrahim YILMAZ2,
1Tarım Ekonomisi Bölümü/Ziraat Fakültesi/Ege Üniversitesi, 2Tarım Ekonomisi Bölümü/Ziraat Fakültesi/Adnan
Menderes Üniversitesi,
Geleneksel peynir için potansiyel bir pazar olmasına rağmen, tüketicilerin geleneksel peynirler için ne kadar
ödemek istedikleri hakkında çok az şey bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı, tüketicilerin geleneksel peynirler
için ödeme istekliliğini (WTP) belirlemektir. Bu çalışmada, tüketicilerin geleneksel peynirler için ödeme
istekliliği (WTP), Türkiye'nin geleneksel peynirlerinden biri olan Tulum peynir örneğiyle incelenmiştir. Tulum
peyniri, geleneksel olarak çiğ sütden üretilen, işlenmiş ve keçi otu olan yaşlı bir Türk peyniridir.
Araştırmanın verileri, İzmir'de yaşayan tüketicilerle yüz yüze görüşülerek elde edilmiştir. Tobit regresyon
modeli, tüketicilerin tulum peyniri için ne kadar ödemeye hazır olduklarının ortalama değerini tahmin etmek için
kullanılmıştır. Bu yöntem, fiyat, tüketim sıklığı, satın alma yeri ve diğer sosyo-ekonomik özelliklerin tulum
peyniri tüketimine etkisini ortaya konmuştur.
Talep modellerine uygun olarak tulum peyniri tüketim miktarına fiyat negatif etkiye, hanehalkı birey sayısı, yaş,
tüketim sıklığı tulum peyniri tüketim miktarı üzerinde pozitif etkiye sahiptir. Erkekler kadınlara göre daha fazla
tulum peyniri tüketmektedir.
Bu çalışmada, bu değişkenlerin ödeme istekliliği üzerindeki marjinal etkileri de hesaplanmıştır. Araştırmaya
katılanların geleneksel işlenmiş tulum peynirlerini geleneksel işlenmiş tulum peynirleri üzerinden satın almak
için ortalama% 15 daha fazla ödemeye istekli oldukları bulunmuştur.
ANAHTAR KELİMELER: TÜKETİCİ, ÖDEME İSTEKLİLİĞİ, PEYNİR, GELENEKSEL
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
324
TÜRKİYE’DE HEMŞİRELİK İMAJI
Sözel Bildiri / Saglik
Sevil OLĞUN1, Gülengün TÜRK1,
1Adnan Menderes Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi,
Toplumun, hemşirelerin ve hemşirelik öğrencilerinin hemşirelik imajı hakkındaki görüşlerini belirlemek
Hemşirelik imajı hem meslek üyelerini hem de meslek adaylarını etkileyen toplum tarafından farklı
sterotiplemelerin yapıldığı konulardan biridir. Toplumda hemşireler genellikle hastanın tansiyonunu ölçen, kan
alan, ilaç uygulayan, doktorun söylediklerini yapan, otoriter, kadınlara özgü bir meslek olarak bilinmektedir.
Hemşireler ise mesleki statülerini düşük, toplum tarafından hak ettiği saygıya sahip olmayan, orta düzeyde
mesleki imaj algısına sahip bir meslek olarak görmektedir. Hemşirelerin bir kısmı kendini tıbbın yardımcısı, bir
kısmı ise hemşirelik bakım uzmanı olarak algılamaktadır. Hemşirelik bölümü öğrencileri ise hemşireliği toplum
tarafından değer verilen, toplumda önemli bir statüye sahip, hastalara bakım veren, doktorlara yardım eden bir
meslek olarak algılamakta ve hemşirelerin meslek imajını orta düzeyde görmektedir.
Sonuç olarak toplumda hemşirelik imajının geçmişten günümüze doğru olumlu yönde değişim gösterdiği ve
toplumun, hemşirelerin ve öğrenci hemşirelerin hemşirelik imajı algısının orta düzeyde olduğu söylenebilir.
ANAHTAR KELİMELER: HEMŞİRELİK, İMAJ, TOPLUM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
325
TÜRKİYE’DE TESCİLLİ BAZI PAMUK ÇEŞİTLERİNİN (GOSSYPİUM HİRSUTUM L.)
FİDE KÖK ÇÜRÜKLÜĞÜ HASTALIĞINA KARŞI REAKSİYONLARININ BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Tarim
Ali Can SEVER1, Adem BARDAK1, Oktay ERDOĞAN2,
1Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü, 2Nevşehir Hacı
Bektaş Veli Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Biyosistem Mühendisliği Bölümü,
Çalışmada, Türkiye’de tescilli bazı pamuk çeşitlerinin fide kök çürüklüğü hastalık etmenlerine karşı in vivo’da
reaksiyonlarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla, 20 adet upland pamuk çeşidi (ACALA MAXXA-
Rhizoctonia solani’ye duyarlı; ACALA ROYALE-R. solani’ye dayanıklı ve LACHATA-Fusarium spp.’ye
duyarlı)’nin R. solani, Fusarium spp. ve R. solani+Fusarium spp.’ye karşı reaksiyonlarını belirlemek için iklim
odasında tesadüf parselleri deneme deseninde 4 tekerrürlü deneme yürütülmüştür.
R. solani ve Fusarium spp.’ye karşı en yüksek çıkış sırasıyla fungisitsizde STN468 ve PG2018 (%90);
SEZENER76 ve İPEK607 (%90), fungisitlide GAIA (%100), BA440 (%97.50); JULIA ve ADN712 (%97.50)
çeşitlerinde belirlenmiştir. R. solani’ye karşı en düşük çıkış öncesi çökerten fungisitsizde STN468 ve PG2018 (%10), fungisitlide GAIA (%0) ve BA440 (%2.50) çeşitlerinde tespit edilmiştir. R. solani ve R. solani+Fusarium
spp.’ye karşı en düşük çıkış sonrası çökerten sırasıyla fungisitsizde ACALA ROYALE (%52.46;%54.17) ve
GAIA (%52.78), fungisitlide ACALA ROYALE (%39.44;%37.78) çeşitlerinde saptanmıştır. R. solani ve R.
solani+Fusarium spp.’ye karşı en düşük hipokotil hastalık indeksi değeri sırasıyla fungisitsizde ACALA
ROYALE (1.67;1.74), fungisitlide ACALA ROYALE (1.55;1.54), GAIA ve ADN712 (1.65), STN468 ve
JULIA (1.71)’da bulunmuştur. Fusarium spp.’ye karşı en düşük çıkış öncesi çökerten sırasıyla fungisitsizde
SEZENER76, İPEK607, ACALA ROYALE (%10); en düşük çıkış sonrası çökerten ise ACALA ROYALE
(%54.48)’de belirlenmiştir. Fusarium spp.’ye karşı en düşük hipokotil hastalık indeksi değeri fungisitsizde
ACALA ROYALE (1.78) çeşidinde saptanmıştır.
Sonuç olarak, GAIA ve STN468, SEZENER76, İPEK607 ve ACALA ROYALE R. solani ve Fusarium spp.’ye
karşı çıkış öncesi çökerten, çıkış sonrası çökerten ve hipokotil hastalık indeksinde ilk sırada yer almıştır.
ACALA ROYALE ve STN468 R. solani+Fusarium spp.’ye karşı çıkış sonrası çökerten ve hipokotil hastalık
indeksi değerlerinde ön plana çıkmıştır. Bununla birlikte, denemedeki aynı çeşitler ile tarla denemelerinin
yürütülmesi gerekmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: PAMUK, FİDE KÖK ÇÜRÜKLÜĞÜ, ÇIKIŞ ÖNCESİ ÇÖKERTEN, ÇIKIŞ
SONRASI ÇÖKERTEN, HİPOKOTİL HASTALIK İNDEKSİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
326
TÜRKİYE’DEKİ TARIM ALANLARIN DEĞİŞİMİ
Sözel Bildiri / Tarim
Hüseyin SARI1, Orhan YÜKSEL1,
1Namık Kemal Üniversitesi,
Yerleşik toplum düzeninin ortaya çıkmasıyla birlikte başlayan tarım, çok eski dönemlerden beri insanoğlunun
başlıca geçim faaliyeti olarak şekillenmiştir. Ancak gıda temini ve canlıların yaşam alanı olarak işlev gören tarım
alanlarında gerçekleştirilen tarımsal faaliyetler, günümüze yakın dönemde yapılan bazı yanlış uygulamalarla
ciddi bir biçimde yara almıştır. Resmi verilere göre Türkiye’de her yıl ortalama 1.8 milyon dekar tarım alanını
kaybetmektedir. Gün geçtikçe artan bu kayıp, yakın gelecekte gıda konusunda önemli problemlerinde ortaya
çıkmasına yol açabilir. Bu çalışmada Türkiye’deki tarım alanlarında son yıllarda görülen değişimlerin
irdelenmesi amaçlanmıştır. Böylece tarım toprakları politikasının temel kuralı olarak değerlendirilen bilgi
kaynaklı bir yönetim biçimine ait veri altlığının oluşturulması hedeflenmiştir.
Karşılaştırmalı kartografik yöntemler eşliğinde CBS teknikleriyle uygulandığı çalışmada, TUİK tarafından
yayınlaşmış istatistik verilerden ve Copernicus Land Monitoring Services sisteminden çekilen tarım alanları
verisinden yararlanılmıştır. Çalışma sonucunda Türkiye’deki tarım alanlarının son 17 yılda (2001-2017) 2975
bin hektar oranında azaldığı tespit edilmiştir. Bu azalma mekânsal olarak özellikle büyük şehirsel alanların
çevresindeki tarım alanlarında gerçekleşmiştir.
Dolayısıyla tarım alanlarını ilgilendiren tüm uygulamalarda 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı
Kanununda belirtildiği şekilde hayata geçirildiği taktirde daha güvenilir yarınlara adım atabiliriz.
ANAHTAR KELİMELER: TOPRAK, TÜRKİYE, ARAZİ KULANIMI, TARIM ALANLARI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
327
PAH LEVELS İN STREET DUST OF HEAVİLY INDUSTRİALİZED CİTY İN
TURKEY
Tugba Ayaz1*, Berkay Umut Yesildagli1, Mihriban Yilmaz Civan1
1Kocaeli University, Department of Environmental Engineering, Umuttepe Campus, 41380, Kocaeli, Turkey
Abstract
Polyaromatic hydrocarbons (PAH) were collected in 11 different points of industry, urban, road and rural sites of
Kocaeli in summer season (August). 16 PAH defined by the United States Environmental Protection Agency
(USEPA) as “priority pollutants” were measured in two diffrerent size with GC MS system.
PAH levels have changed drastically in different functional areas. The highest value measured PAH isomers
were Fluoranthene + Pyrene with a median value as 16.9 ng/g dust at 63 µm and 20.61 ng/g dust at 63-100 µm.
Fluoranthene and Pyrene represent the sources of combustion and are measured at high levels in industrial areas.
In dust samples at a particle size of 63-100 µm, the amount of PAH was generally measured at higher levels than
that of 63 µm.
The total 16 PAHs (Σ16PAHs) concentration of dust having 63-100 µm particle size were between 980.20 ng g-1
and 1610.21 ng g-1 in industrial sites (P9, P10 – K9, K10), 493.51 ng g-1 and 1424.73 ng g-1 in urban sites (P2, P3
and P6- K2, K3 and K6), 1707 ng g-1 and 3119 ng g-1 in road sites (P4, P5, P11 and K4, K5, K11), 694 ng g-1 and
1588.4 ng g-1 in rural sites (P1, P8 and K1, K8), 38 ng g-1 and 48.4 ng g-1 in suburban site. The highest level of
Σ16PAHs were detected in P10 point (Dilovası) in both sizes.
Keywords: Kocaeli, polyaromatic hydrocarbons (PAH), street dust, particle size
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
328
TÜRKİYE'DE YETİŞEN BRASSİCA NAPUS SUBSP. OLEİFERA TOHUMLARINDAN
PROTEİN İZOLASYON YÖNTEMLERİNİN KIYASLANMASI
Sözel Bildiri / Saglik
Meltem DOYKUN1, Esra ÇELEN2, Hasibe VURAL3,
1Selçuk Üniversitesi, 2Konya Gıda Ve Tarım Üniversitesi, 3Necmettin Erbakan Üniversitesi,
Kanola (Brassica napus L.) Cruciferae'nın en önemli üyelerinden bir tanesidir. Bitkisel yağların önemli bir
kaynağı olan B. napus soyadan sonraki ikinci en büyük yağlık tohumdur. Türkiye'de kanolanın, yazlık ve kışlık
olmak üzere iki fizyolojik periyodu vardır. Fenilalanin amonyum liyaz (PAL) enzimi, flavonoid
biyosentezindeki ana ürünlerden bir tanesidir. Bu çalışmanın temel amacı, Brassica napus subsp. oleifera
tohumlarından protein izolasyonu yöntemlerinin karşılaştırılmasıdır. Bunun yanı sıra, bu tohumlardaki PAL
enzim aktiviteleri ve sinamik asit miktarlarının belirlenmesi amaçlanmıştır.
Bu çalışmada, Brassica napus subsp.'e ait olan Türkiye'de yetişen dört farklı kışlık kanola türü kullanılmıştır. Bu
türler Orkan, Bristol, California ve Eurol türleridir. Bu kanola türlerinden, dört farklı metod kullanılarak protein
izolasyonu yapılmış ve SDS-PAGE yöntemi ile proteinler analiz edilmiştir. Kimyasal bir yöntem olan PAL enzim aktivite testi ile PAL enzim aktiviteleri ölçülmüştür. Ayrıca, kanola tohumlarının metanol
ekstraktlarındaki sinamik asit miktarı Yüksek Performanslı Sıvı Kromatografisi (HPLC) yöntemi ile
incelenmiştir. Sinamik asit PAL enziminin bir ürünü olduğundan, sinamik asit miktarı da PAL enzim aktivitesini
vermektedir.
Protein izolasyon metodları arasında, en yüksek protein miktarları TCA metodu ile elde edilmiştir. En fazla
protein miktarı Orkan türünde belirlenmiştir. En yüksek PAL enzim aktiviteleri ise Eurol ve California türlerinde
görülmüştür. HPLC sonuçlarına göre, Eurol türündeki sinamik asit miktarının en yüksek olduğu bulunmuştur.
Kanola proteininin biyoaktif bileşenleri, doğal bileşenler arasında ilgi çeken kaynaklardandır. Kanola türlerinden protein izolasyonu ve tanımlanması, ekonomik ve bilimsel değere sahiptir. Dolayısıyla bu yağ tohumlarından
protein izolasyonu büyük önem taşımaktadır. PAL enzimi fenolik bileşiklerin sentezinde anahtar role sahip bir
enzimdir. Flavonoid biyosentezi, PAL enziminin fenilalanin amino asidini sinamik aside çevirmesiyle başlar. Bu
yüzden, sinamik asid miktarı PAL enzim aktivitesini göstermektedir.
ANAHTAR KELİMELER: KANOLA, PROTEİN İZOLASYONU, SİNAMİK ASİT, PAL, HPLC
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
329
TÜRKİYE'DE YETİŞTİRİLEN BAZI ÇELTİK ÇEŞİTLERİNİN TANE KALİTESİNİN
BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Tarim
Hasan AKAY1, İsmail SEZER1, Zeki MUT2, Özge Doğanay ERBAŞ KÖSE2,
1Ondokuzmayıs Üniversitesi , 2Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi,
Türkiye'de yetiştirilen bazı çeltik çeşitlerinin tane kalite parametrelerinin belirlemek, amacıyla 12 çeltik çeşidi
(Baldo, Barone CL, Cammoe, Efe, Furia CL, Luna CL, Meco, Polo, Osmancık-97, Ronaldo, Vasco, Yatkın)
kullanılarak fiziksel, kimyasal ve pişme özellikleri yönünden analiz edilmiştir.
Araştırma tesadüf parseller deneme desenine göre 3 tekrar olarak 2018 yılında Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü Çeltik Analiz laboratuvarında yürütülmüştür. Araştırma da 12 örnekte 10
tane farklı analiz yapılmıştır.
Yapılan bu analizlerden bazılarında, pirinç bin dane ağırlığı 23.42-32.66 g, pirinç tane uzunlukları 5.29-7.32
mm, pirinç uzunluk/genişlik oranı % 2.03 – 2.45, tane uzama oranı % 1.41 – 2.18, amiloz içerik miktarı % 16.87
– 21.72, pişme süresi 17:29:40 – 25:18:20 dk olarak tespit edilmiştir.
Türk gıda kodeksi pirinç tebliğine göre incelenen çeşitlerden Barone CL, Cammeo ve Baldo Uzun Taneli Tip A
sınıfında, geriye kalan çeşitlerden Furia CL haricindekiler ise Uzun Taneli Tip C sınıfına girmiştir. Pirinç
Tebliğinde çeşitlerin birbirine karıştırılması yasaklanmasına rağmen, aynı sınıftaki çeşitler birbiriyle
karıştırılmaktadır. Bundan dolayı, pirinçte tane şekli, pişirme süresi, su alma kapasitesi gibi özellikler pirinç
pilavının lezzeti ve aromasını önemli derecede etkilemektedir.
ANAHTAR KELİMELER: ÇELTİK, PİRİNÇ, KALİTE, AMİLAZ, PİŞME SÜRESİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
330
ULUABAT GÖLÜ’NDE COĞRAFİ BİLGİ SİSTEMİ (GIS) ANALİZİNİN UYGULAMALARI
Sözel Bildiri / Cevre
SAADET HACISALİHOĞLU1, FEZA KARAER2, ERTUĞRUL AKSOY2,
1BURSA TEKNİK ÜNİVERSİTESİ, 2ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ,
Uluabat Gölü, balık, kuş ve sucul bitki zenginliği nedeniyle Bursa için olduğu kadar ülkemiz için de önemli bir
göldür. Bu özellikleri nedeniyle RAMSAR ve Yaşayan Göller Ağı tarafından tanınmış uluslararası öneme sahip
sulak alanlardan birisidir. Ancak göl sahip olduğu konumu nedeniyle, doğal ve antropojenik baskı unsurları
tarafından tehdit altındadır. Çalışmada, Uluabat Gölü’nün su ve sediment kalitesinin araştırılması ve Coğrafi
Bilgi Sistemleri (GIS) analizi kullanılarak, yoğun kirliliğe maruz kalmış noktaların belirlenmesi amaçlanmıştır.
GIS yazılımı kullanılarak çeşitli su ve sediment kalitesi parametrelerinin mekansal dağılımları hazırlanmış ve
analiz edilmiştir. Sıcaklık, pH, elektriksel iletkenlik, çözünmüş oksijen, askıda katı madde, alkalinite, kimyasal
oksijen ihtiyacı, toplam azot, toplam fosfor, klorofil-a parametreleri, gölde belirlenen 16 örnekleme noktasında,
Ağustos 2013’den Temmuz 2014’e kadar aylık olarak izlenmiştir. Aynı zamanda, göl sedimentinde belirlenen 10
noktada pH, toplam azot, toplam fosfor, organik madde ve su içeriği izlenmiştir. Veriler Ters Mesafe Ağırlıklı
yöntem kullanılarak ArcGIS 10.1 yazılımında haritalandırılmıştır. 1., 5. ve 8. örneklem noktalarında yoğun
kirlilik gözlenmiştir. Ayrıca, göl havzasında tarımsal sulamadan dönen drenaj sularını toplayan üç adet pompa istasyonu bulunmaktadır. Bu pompa istasyonları, göle yakın yerleşim alanlarının ve fabrikaların bir kısmının atık
sularını drenaj kanallarına, son olarak da Uluabat Gölü’ne tahliye etmektedir. Bu nedenle bu bölgelerde daha
yoğun kirlilik gözlenmiştir. Çalışmada su kalitesi, ülkemizde yürürlükte olan Su Kirliliği Kontrol
Yönetmeliği’ne göre değerlendirilmiştir. Ancak ülkemizde sediment kalite standardının olmaması uluslar arası
standartlara yönlendirmiştir. Bu standartlara göre Uluabat Gölü 4. sınıf çok kirli su kalitesinde olduğu tespit
edilmiştir.
Değerlendirmeler sonucunda mevsimsel faktörler, evsel-endüstriyel deşarjlar ve tarımsal faaliyetlerin gölde
meydana gelen kirlilikte etkili oldukları görülmüştür. Göl suyunun fiziksel ve kimyasal özellikleri, insan
faaliyetleri ve besin yüklerine göre değişmiştir. Uluslar arası platformlarda ekolojik önemi vurgulanan Uluabat
Gölü, kirliliğe maruz kalmıştır. Gölde kirliliğin önlenebilmesi için, su ve sediment kalitesinin düzenli aralıklarla
izlenmesi ve kirleticilerin kontrol edilmesi gerekmektedir. Göl havzasında sorumlu tüm kurumların katılımcı
yaklaşımıyla birlikte bilimsel ve teknik çalışmalar yapılmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: ULUABAT GÖLÜ, GIS, SU KALİTESİ, SEDİMENT KALİTESİ.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
331
UTILIZATION OF RHIZOBACTERIA AND SPENT MUSHROOM COMPOST FOR THE
MANAGEMENT OF BACTERIAL WILT OF POTATO
Sözel Bildiri / Tarim
Raees AHMED1, Adeela ALTAF1, Muhammad INAM-UL-HAQ1,
1PMAS-Arid Agriculture University, Rawalpindi,
Potato (Solanum tuberosum L.) is fourth most important staple food in the world after wheat (Triticum aestivum
L.), rice (Oryza sativa L.) and maize (Zea mays L.). In Pakistan, potato crop is cultivated over an area of 159.4
thousand hectares with 3491.7 thousand tons production. Ralstonia solanacearum causing bacterial wilt is a
major threat to potato production. Management through biocontrol agents is one of the best methods that can
replace synthetic chemical based formulations. In current study combine effect of antagonist rhizobacteria as biocontrol agent and spent mushroom compost as biofertilizer were tested against bacterial wilt disease
pathogen.
Potato plant samples infected with R. solanacearum and rhizobacteria were collected from potato growing fields
in Rawalpindi. Out of twenty tested antagonistic rhizobacterial isolates, only three viz., Rh10, Rh12 and Rh 15 showed maximum inhibitory effect against R. solanacearum. In another experiment different combinations of
treatments containing rhizobacteria alone or combined with fresh and spent mushroom composts were also tested
against the bacterial wilt pathogen under laboratory conditions. Combination of rhizobacteria along with
weathered compost (T5) reduced the disease incidence to 15.92% when compared against 77.81% in control
after six weeks. Significant increase in plant height up to 41.83cm was also observed as compared to control viz.,
35.5cm. Similarly, T2 (only fresh compost), T3 (containing fresh compost along with rhizobacteria) and T4
(rhizobacteria along with weathered compost) also showed better results as compared to against control (T0)
where there was no application of rhizobacteria and compost. Application of rhizobacterial along with spent
mushroom compost can significantly reduce the disease incidence along with the improvement in plant growth
parameters.
ANAHTAR KELİMELER: POTATO; SPENT MUSHROOM COMPOST; BİO-CONTROL
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
332
ÜÇ ENDEMİK LATHYRUS L. TÜRÜNÜN MORFOLOJİK, MOLEKÜLER VE
ELEMENTEL ÖZELLİKLERİ
Sözel Bildiri / Tarim
Bekir YILDIRIM1, Ayşe Gül MUTLU2, Hasan GENÇ3, Yasin ARSLAN4, Ali KIYAK2, Diğdem TRAK5,
1Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Burdur Gıda Tarım Ve Hayvancılık Meslek Yüksekokulu, Bitkisel Ve
Hayvansal Üretim Bölümü, Burdur, Türkiye, 2Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Moleküler Biyoloji Ve Genetik Bölümü, Burdur, Türkiye, 3Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Eğitim
Fakültesi, Matematik Ve Fen Bilimleri Eğitimi Bölümü, Burdur, Türkiye, 4Burdur Mehmet Akif Ersoy
Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Nanobilim Ve Nanoteknoloji Bölümü, Burdur, Türkiye, 5Burdur Mehmet
Akif Ersoy Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Kimya Bölümü, Burdur, Türkiye,
Lathyrus L. Fabaceae (Leguminosae) familyasından bir bitki cinsidir. Bu çalışmanın amacı morfolojik açıdan
benzer 3 endemik Lathyrus L. türünün (Cicercula seksiyonunda bulunan L. phaselitanus Hub.-Mor. & Davis ve
L. lycicus Boiss., Lathyrus seksiyonunda bulunan L. belinensis N. Maxted & D. J. Goyder) morfolojik ve
genetik özellikleri ile kimyasal kompozisyonlarının ortaya konulmasıdır.
Bu türlerin morfolojik bakımdan gövde şekli, bitki yüksekliği, yaprakçık sayısı, yaprakçık uzunluğu, yaprakçık
genişliği, stipül şekli, stipül uzunluğu, stipül genişliği, meyve uzunluğu, meyve genişliği, meyve şekli, çiçek
sayısı ve standart özellikleri belirlenmiştir. Kloroplast intergenic spacer trnH-psbA kullanılarak türler arasındaki
filogenetik ilişki ortaya konulmuştur. Ayrıca alevli atomik absorpsiyon spektrometre (FAAS) ile bu türlerin
tohumlarındaki Ni, Fe, Cu, Cd, Cr, Mn, Mg, Zn, Na ve K elementlerinin konsantrasyonları da belirlenmiştir.
Morfolojik özellikleri bakımından benzer olan üç tür üzerinde yapılan morfolojik, genetik ve kimyasal
çalışmalar bu türlerin taksonomik olarak birbirine yakın olduğunu göstermiştir. Özellikle daha önce farklı
seksiyonlara yerleştirilmiş olan L. belinensis ve L. lycicus türlerinin genetik benzerlik oranı % 99 olarak
belirlenmiştir. Bu sonuçlara göre Lathyrus seksiyonunda yer alan L. belinensis türünün Cicercula seksiyonunda
bulunan L. lycicus ve L. phaselitanus ile aynı seksiyonda yer alması gerektiği kanaatine ulaşılmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: LATHYRUS L., CPDNA, TRNH-PSBA, FİLOGENETİK İLİŞKİ, ENDEMİK,
TÜRKİYE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
333
ÜLKEMİZDE PARENTERAL BESLEMEDE HEMŞİRELİK UYGULAMALARI: BİR
LİTERATÜR İNCELEMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Nurdan GEZER1, Ezgi TEMEL1,
1AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ,
Ülkemizde parenteral beslenmeye yönelik yapılan hemşirelik araştırmalarının niteliksel ve niceliksel
incelenmesini yapmak ve yapılacak yeni çalışmalarda literatüre katkı sağlamaktır.
Adnan Menderes Üniversitesinin abone elektronik veri tabanları, ULAKBİM (Ulusal Akademik Ağ ve Bilgi
Merkezi), Google Akademik online tarandı. Tarama sonucunda 1998-2018 yılları arasında yayınlanan parenteral
beslenmeyle ilişkili biri yüksek lisans tez çalışması olmak üzere toplamda beş çalışmaya ulaşıldı. Ulaşılan
çalışmalar Amerikan Parenteral ve Enteral Beslenme Derneği (ASPEN), Avrupa Enteral ve Parenteral Beslenme
Derneği’ nin (ESPEN) ve literatürde yer alan kanıt temelli uygulamalar göz önüne alınarak değerlendirildi
Belirlenen anahtar kelimeler girilerek ulaşılan biri yüksek lisans tezi olmak üzere toplamda beş adet çalışmaya
rastlanmıştır. Çalışmaların tümünün tanımlayıcı tipte olduğu belirlenmiştir. Deneysel/yarı deneysel ve kalitatif
çalışmaya rastlanmamıştır. Çalışmalarda hemşirelerin çoğunun parenteral beslenmenin bir komplikasyonu olarak
karşımıza çıkan flebitin belirti ve bulgularını tanıdığını, flebiti takip etmesi gerektiğini bildiği, kateter çıkış
yerinde enfeksiyon belirtisi veya bulgusu olması durumunda kültür alma gerekliliğini, parenteral beslenmede
infüzyonun sonlandırılma şeklini, parenteral besleme yapılan hastalarda takip edilmesi gereken parametreleri bildikleri görülmüştür. Buna karşılık hemşirelerin, parenteral beslemenin yapıldığı hattan ilaç uygulaması
yaptıklarını ve bu hatların endikasyon dışı kullanımlarının olduğunu, beslenme taraması yapma konusunda bilgi
sahibi olmadıkları, parenteral beslenmenin periferik ya da santral yolla verilmesinde hangi kritere göre karar
verildiği konusunda bilgi eksiği olduğu görülmektedir. Taranan çalışmalarda rehberlerce yayınlanan parenteral
beslenme solüsyonlarının karıştırılması ve PB solüsyonlarına ek olarak omega üç yağ asitlerinden
Eikozapentaenoik Asit (EPA), Dokozahekzaenoik Asit (DHA) ve zeytinyağı kullanımının etkilerine ilişkin bir
bulguya rastlanmamıştır.
Hemşirelerin, parenteral beslenme konusunda güncel kanıta dayalı bilgilerinin belirlenmesi, bilgi eksikliklerinin
planlanacak eğitimlerle giderilmesi ve kanıta dayalı uygulama bilgisini kliniğe entegre etmesi, uygulamaların
yazılı prosedürler şeklinde gösterilmesi, uygulamalara yönelik literatür bilgilerinin güncellenmesi, hemşirelere
uyum programları düzenlenerek uygulamalı gösterilmesi önerilebilir.
ANAHTAR KELİMELER: PARENTERAL BESLENME, HEMŞİRELİK, LİTERATÜR İNCELEME.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
334
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN BAZI FONKSİYONEL GIDALARA YÖNELİK BİLGİ
DÜZEYİ, TUTUM VE YAKLAŞIMLARI
Sözel Bildiri / Tarim
Ferit ÇOBANOĞLU1, Renan TUNALIOĞLU1, Sıdıka BOZKIRAN1, Halil İbrahim YILMAZ1,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü,
Fonksiyonel gıdalar, vücudun temel besin ihtiyaçlarını karşılamasının yanında, insan fizyolojisi ve metabolik
fonksiyonları üzerinde ilave faydalar sağlayan, böylelikle hastalıklardan korunmada ve daha sağlıklı bir yaşama
ulaşmada etkinlik gösterebilen gıda ve/veya gıda bileşenleri olarak tanımlanabilmektedir. Bu çalışmada, Aydın
Adnan Menderes Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü, Sağlık Bilimleri Fakültesi
Beslenme ve Diyetetik Bölümü ve Ziraat Fakültesinin farklı bölümlerinden, çoğunluğu birinci ve dördüncü sınıf öğrencilerden oluşan 512 öğrenci ile anket çalışması yapılarak, bu bireylerin bazı fonksiyonel gıdalara yönelik
bilgi düzeyi, tutum ve yaklaşımları ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Bu amaçla, esas olarak öğrencilere ait kişisel bilgilerden oluşan temel tanımlayıcı istatistikler, fonksiyonel
gıdalardan haberdar olma, fonksiyonel gıda tanımlarına katılma durumu, bazı fonksiyonel gıdaları tüketim durumuna ilişkin yaklaşımları ve fonksiyonel gıdalarla ilgili yargılara katılma durumunu ortaya koyan ifadeler
üzerinde yoğunlaşılmıştır. Çalışmada kullanılan değişkenler nitel ve nicel türden olduğundan; öğrenciler
arasındaki homojen alt grupların belirlenmesi amacıyla, veri madenciliği alanında, büyük verilerin işlenmesinde
yaygın olarak kullanılan, çok değişkenli analiz tekniklerinden İki Aşamalı Kümeleme Analizinin uygulanması
uygun görülmüştür.
Çalışma sonucunda, elde edilen kümelerin kalitesi değerlendirilmiştir. Sonuç olarak, birinci sınıf öğrencilerinin
fonksiyonel gıdalara yönelik bilgilerinin olmadığı fakat farkındalıklarının olduğu, son sınıf öğrencilerinin ise
belirli seviyede bilgiye sahip olmaları ile birlikte farkındalıklarının da arttığı ancak bu farkındalık düzeyinin
yeterli olmadığı belirlenmiştir.
Çoklu disiplinli yaklaşımlar ile söz konusu farkındalık düzeyinin arttırılabileceği öngörülmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: FONKSİYONEL GIDA, FARKINDALIK, İKİ AŞAMALI KÜMELEME
ANALİZİ, BENZERLİK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
335
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN ÖĞRETİME YÖNELİK DUYUŞSAL FARKINDALIK
DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
SELVİNAZ SAÇAN1, Eyüp KAPÇI2, İsmail Berat UZUN2,
1ADÜ,
Bu araştırma çocuk gelişimi bölümü öğrencilerinin duyuşsal farkındalık düzeylerinin belirlenmesi amacı ile
yapılmıştır.
Tanımlayıcı türde olan araştırmanın evrenini, Adnan Menderes Üniversitesi Söke Sağlık Y.O. Çocuk Gelişimi
Bölümü ile Selçuk Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Gelişimi Bölümü 3. ve 4. Sınıf öğrencilerinin
tümü, örneklemini ise çalışma için gönüllü olan 248 öğrenci oluşturmuştur. Araştırma verileri Nisan-Mayıs 2018
tarihleri arasında toplanmıştır. Verilerin toplanmasında; araştırmacılar tarafından oluşturulan demografik bilgi
formu, Öğretime Yönelik Duyuşsal Farkındalık Ölçeği kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı
istatistikler, t-testi, anova kullanılmış ve istatistiksel anlamlılık düzeyi olarak p<0,05 kabul edilmiştir.
Öğrencilerin yarıdan çoğunun kız olduğu (%91.1), çoğunluğunun annesinin (%43.5), ve babasının (31.9) ilkokul
düzeyinde eğitime sahip olduğu bulunmuştur. Yarıdan fazlasının annesi çalışmamakla birlikte (%79.4), çoğunun
babası emeklidir (%36.8). Öğrencilerin yaş ortalamaları 21.64±.92’dir. Yarıdan fazlası 3. Sınıf (%52.8) ve
GANO ortalamaları 3.00-3.49 (% 73) arasındadır. Öğrencilerin öğretime yönelik duyuşsal farkındalık
ölçeğinden aldıkları toplam puan ortalamalarının 140.82 olduğu, öğretime yönelik duyuşsal farkındalık
düzeylerinin ise %58.9’nun yüksek, %22.2’sinin çok yüksek olduğu bulunmuştur.
Öğrencilerin öğretime yönelik duyuşsal farkındalık düzeylerinin yüksek olduğu bulunmuştur.
ANAHTAR KELİMELER: ÜNİVERSİTE, ÖĞRENCİ, ÇOCUK GELİŞİMİ, ÖĞRETİM, DUYUŞSAL
FARKINDALIK.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
336
ÜZÜM ÇEKİRDEĞİ EKSTRAKTININ SAĞLIK ÜZERİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Saglik
Hatice Gül ATEŞ1, Ayşe Demet KARAMAN1, Serdal ÖĞÜT1,
1AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ,
Bu derlemenin amacı üzüm çekirdeği ekstraktının çeşitli hastalıklar üzerindeki olumlu etkilerini araştırmaktadır.
Araştırma kapsamında ulusal ve uluslararası indeksler taranmıştır. Üzüm çekirdeği ve üzüm çekirdeğinin sağlık
üzerindeki etkileri üzerine yapılan araştırmalar derlenmiştir.
Üzüm meyvesinin önemli biyolojik aktivitelerinden antosiyanidin, flavonoidler ve resveratrol sorumludur. Üzüm
çekirdeği ekstraktı antioksidan ve serbest radikal süpürücü aktiviteler gösteren oligomerikproantasiyanidinler içerir.Buna bağlı olarak bir araştırma sonucunda 100 veya 250 mg/kg dozlarında üzüm çekirdeği ekstraktının 12
hafta boyunca uygulanması HD (yüksek yağlı diyet) fareleri sinir liflerinin kaybından korumuştur. Üzüm
çekirdeğindeki polifenoller esas olarak gallik asit ve monomerik flavan-3-ols kateşin ve epikateşindir. Bu
polifenolik bileşikler dislipidemi ve kardiyovasküler hastalıklarda koruyucu etkilerine dayanan dikkate değer bir
ilgi düzeyini ortaya çıkarmıştır.
Vitis vinifera (üzüm) dünya çapında en çok tüketilen meyvelerden biridir. Vitisvinifera çoğu kendi tohumlarında
bulunan zengin polifenol içeriği nedeniyle çok çeşitli farmakolojik aktivitelere sahiptir. Üzüm çekirdeği
ekstraktı, güçlü antioksidanlar olan ve birçok sağlık teşvik edici etkisini uyaran proantosiyanidinler gibi
flavonoidleri içerir. Üzüm çekirdeği ekstraktı, antioksidatif, antiinflamatuar ve ek olarak kardiyoprotektif,
hepatoprotektif ve nöroprotektif etkileri olan geniş bir farmakolojik ve sağlığı iyileştirici etkilere sahiptir.
ANAHTAR KELİMELER: BESLENME, SAĞLIK, ÜZÜM ÇEKİRDEĞİ EKSTRAKTI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
337
VALPROİK ASİT UYGULAMASININ EMBRİYO İMPLANTASYON BÖLGESİNDE
VASOAKTİF İNTESTİNAL PEPTİD VE SİKLOOKSİJENAZ-2 AKTİVİTESİ ÜZERİNE
ETKİSİ
Sözel Bildiri / Saglik
Seren Gülşen GÜRGEN1, Oya SAYIN2,
1Manisa Celal Bayar Üniversitesi, 2Dokuz Eylül Üniversitesi,
Antiepileptik ilaç valproik asitin (VPA) uzun dönem kullanımının kadınlarda embriyo implantasyonunu
etkilediği ve dolayısıyla üreme bozukluklarına neden olduğu bilinmektedir. Çalışmamızın amacı VPA uygulanan ratlarda embriyo implantasyonunda siklooksijenaz-2 (COX-2) ve vasoaktif intestinal peptid (VIP) moleküllerinin
preimplantasyon ve implantasyon peryotlarında dağılımının araştırılmasıdır.
40 dişi Wistar albino rat 2 gruba ayrıldı (n=20). Grup 1’e 3 ay boyunca 2 doz saline solüsyon uygulandı, grup
2’ye ise iki doz 300 mg/kg/gün VPA uygulandı. Vajinal plag kontrolü yapılan dişi ratlar 1 gece erkek ratlarla kafeste çiftleştirildi. Çiftleşme günü sıfırıncı gün kabul edilerek 5. ve 7. günlerde ratlar sakrifiye edildi.
Çıkartılan implantasyon bölgelerine rutin histolojik yöntemden sonra immunohistokimya boyası uygulandı.
İmmunohistokimya sonuçlarına göre, kontrol grubunda COX-2 desidua, embriyo ve bez epiteli bölgelerinde yoğun boyanırken, lümen epitelinde zayıf gözlendi. VIP ise bez epteli ve sekonder desidual zonda kuvvetli iken,
primer desidual zon ve embriyo trofoektoderm hücrelerinde çok zayıf tespit edildi. VPA grubunda ise, embriyo
trofoektoderminde, desiduada ve uterus lümen epitelinde negatiften zayıfa değişen bir ekspresyon belirlendi.
COX-2’ın üreme sürecindeki çok sayıda aşamada özellikle embryo implantasyonunda önemli rol oynadığı
bilinmektedir. VIP ise trofoblastlar tarafından üretilir ve maternal immün cevabı yönetir.
Gebelik sürecinde VPA’nın kullanımı COX-2 ve VIP’in ekspresyonunu olumsuz yönde etkileyerek embriyo
implantasyonunu ve dolayısıyla gebeliği başarısızlıkla sonuçlandırabilir.
ANAHTAR KELİMELER: EMBRİYO İMPLANTASYON, VALPROİK ASİT, VIP, COX-2
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
338
VAN GÖLÜ (TÜRKİYE) HALOMONAS SP. VE H. CAMPİSALİS’İN İZOLASYONU,
TANILANMASI VE BÜYÜMESİ ÜZERİNE AS(V) VE AS(III)’İN ETKİSİ
Sözel Bildiri / Cevre
ESRA ERSOY ÖMEROĞLU1, ASLI BAYER1, İSMAİL KARABOZ1,
1EGE ÜNİVERSİTESİ, FEN FAKÜLTESİ, BİYOLOJİ BÖLÜMÜ, TEMEL VE ENDÜSTRİYEL
MİKROBİYOLOJİ ANABİLİM DALI,
Arsenik dünyanın birçok bölgesindeki su kaynaklarının kontaminasyonundan sorumludur ve insan sağlığı
açısından ciddi riskler oluşturmaktadır. Halk sağlığı üzerindeki tehtidin boyutlarının büyümesi dolayısıyla,
arseniğin biyoremediasyonu ve dolayısıyla arsenik dirençli bakterilerin izolasyonu ve metabolizmalarının
belirlenmesi elzem hale gelmeye başlamıştır.
Van Gölü’nün dünyanın en büyük sodalı gölü olması ve şimdiye kadar arsenik dirençli bakterilerin izole edildiği
kaynaklarla benzer özelliklere sahip olması ve aynı zamanda literatürde bu bağlamda bir boşluk olmasından
dolayı, arsenik dirençli bakteri eldesi için izolasyon kaynağı olarak seçilmiştir. Bu nedenle bu çalışmada, Van
Gölü’nde bulunan anaerobic olarak arsenat redükleyen ve arsenit oksitleyen bakterilerin izolasyonu; moleküler karakterizasyonu ve arsenat [As(V)] ve arsenitin [As(III)] bakteriyal büyüme üzerine etkisinin belirlenerek,
arseniğin mikrobiyal remediasyonunda kullanılabilme potansiyelinin ön verilerinin ortaya çıkarılması
amaçlanmıştır.
Sonbahar ve kış mevsiminde gerçekleştirilen örnekleme sonucunda, Hungate tekniği kullanılarak elde edilmiş olan 50 arsenik dirençli izolattan temsilci olarak 3’ü seçilmiş ve çalışmalara bu izolatlarla devam edilmiştir.
Sonuç olarak; Van Gölü’nün standartların çok üstünde arsenik içerdiği ve mevsimsel değişimlerin arsenik
miktarı üzerinde etkili olduğu belirlenmiştir. 16S rRNA gen bölgesine dayalı olarak gerçekleştirilen moleküler
tanılama sonucunda, suşların Halomonas campisalis (4-S-1-1 B ve 1-WS-5 (1)) ve Halomonas sp. (3-S-1-K) ile
%99-%100 oranında benzerlik gösterdiği tespit edilmiştir. Arsenik dirençli suşların generasyon sürelerinin; Luria
Bertani ortamında 42 ila 79.8 dakika, As(V) içeren ortamda 42 ila 106 dakika ve As(III) içeren ortamda ise 77.4
ila 232 dakika arasında oldukları belirlenmiştir.
Besi ortamında As(V) ve As(III)’in bulunması sonucunda, suşların generasyon sürelerinin değişkenlik gösterdiği
ve generasyon süresinin uzaması ile genel olarak bakteriyal büyümeyi olumsuz yönde etkilediği ortaya çıkmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: VAN GÖLÜ, HALOMONAS SP., HALOMONAS CAMPİSALİS, ARSENAT,
ARSENİT.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
339
VENTİLATÖR İLİŞKİLİ PNÖMONİNİN ÖNLENMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Duygu ASPALI1, Gülengün TÜRK1,
1Adnan Menderes Üniversitesi,
Bu derlemede ventilatör ilişkili pnömoninin önlenmesinde literatürde yer alan güncel hemşirelik girişimleri
açıklanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: VİP, ÖNLEME, HEMŞİRELİK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
340
VİKTORYA MAVİSİ BOYAR MADDESİNİN ENDÜSTRİYEL ATIKLAR KULLANILARAK
ADSORPSİYON İLE GİDERİLMESİNİN İNCELENMESİ
Sözel Bildiri / Cevre
YASEMİN İŞLEK COŞKUN1, NUR AKSUNER1, JALE YANIK1,
1EGE ÜNİVERSİTESİ,
Zımpara kâğıdı atıkları 500 °C ve 800 °C’de ısıl işlemden geçtikten sonra Viktorya mavisi boyar maddesinin
sulu çözeltiden giderilmesinde kullanılmıştır. pH, adsorban dozu ve temas süresinin giderme verimine etkisi
incelenmiştir. İzoterm çalışmaları için Langmuir, Freundlich ve Dubinin-Radushkevich modelleri incelenmiştir.
Viktorya mavisinin adsorpsiyonunun Langmuir izotermine uyduğu bulunmuştur. Termodinamik çalışmalara
göre adsorpsiyonun SW500 için endotermik ve SW800 için ekzotermik olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca kinetik
modeller de incelenmiştir. Adsorpsiyonun yalancı ikinci derece kinetik modele uyduğu bulunmuştur.
ANAHTAR KELİMELER: ADSORPSİYON, VİKTORYA MAVİSİ, KİNETİK, TERMODİNAMİK,
İZOTERM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
341
VİSSERAL LEİSHMANİASİSLİ KÖPEKLERDE VİTAMİN D, KALSİYUM, FOSFOR VE
ALKALEN FOSFATAZ DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Murat ARI1, Ayşegül BİLDİK2, Sema ERTUĞ3,
1Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı, 2Adnan Menderes Üniversitesi Veteriner
Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı, 3Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalı,
Leishmaniasis, dünyanın en ihmal edilen hastalıkları arasında yer almakta olup, toplam 98 ülkede endemik
olduğu, 350 milyon insanın risk altında olduğu ve yılda 2 milyon yeni vaka tahmini olduğu Dünya Sağlık Örgütü
(WHO) tarafından bildirilmiştir. Leishmaniasisin mortalite ve morbiditesi, her sene endişe verici bir şekilde artış
eğilimi göstermektedir (1). Çalışmada leishmaniasisli köpeklerde kemik metabolizmasının ve buna bağlı olarak 25-OH-D3, kalsiyum, fosfat ve alkalen fosfataz (ALP) değerlerinin sağlıklı köpeklere göre nasıl bir değişim
gösterdiğinin belirlemesi amaçlanmıştır.
Çalışmaya IFA testi ile 1/64 ve üzeri titrelerde seropozitifliği saptanan 20 adet leishmaniasisli ve kontrol grubu
olarak seronegatifliği belirlenen 20 adet 4 ile 6 yaşları arasındaki erkek köpek serumları dahil edildi. Serumdaki kalsiyum miktarı glyoxal-bis metodu ile, fosfat miktarı ise kalay klorid metodu ile tayin edildi. Serumlarda 25-
OH-D3 seviyesi ticari kit (25-Hydroxy Vitamin D EIA, ımmunodiagnostic Systems Ltd., Boldon, UK) ile
ölçüldü. Alkalen fosfataz seviyesi Quantitative Determination of Alkaline Phosphatase (ALP) IVD, Spinreact®,
İspanya) ticari kiti ile belirlendi. Elde edilen verilerin istatistiksel analizi amacıyla SPSS (for Windows Release
11.5 Standart Version Copyright © SpssInc. 1989-2001) hazır paket programı kullanıldı. Mann Whitney U Testi
kullanılarak önem analizleri yapıldı.
Leishmaniasisli ve kontrol grubu köpeklerin serum Ca seviyeleri (ortalama) sırasıyla 3,38 mg/100 ml ve 8
mg/100 ml olarak bulunmuş ve istatistiksel olarak iki grup arasında anlamlı bir fark olduğu görülmüştür
(p<0.05). Fosfor seviyeleri sırasıyla (ortalama) 3,01 mg/100 ml ve 2,19 mg/100 ml olarak tespit edilmiş ve iki
grup arasında düzeyinde bir fark bulunmuştur(p<0.05). Serum 25-OH-D3 düzeyleri sırasıyla 51,89 nmol/L ve
70,01 nmol/L olarak saptanmış ve istatistiksel olarak iki grup arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır (p>0.05).
Serum ALP seviyeleri (ortalama) sırasıyla 137,1 U/L ve 104,5 U/L olarak saptanmış ve istatistiksel olarak iki
grup arasında anlamlı bir fark olduğu görülmüştür (p<0.05)
Sonuçlar genel olarak değerlendirildiğinde; ALP düzeyindeki yükseliş, hipokalsemi ve hiperfosfatemi bulguları
kemik metabolizması üzerine olumsuz etkileri olabileceğini düşündürmektedir. Hipotezin kabul veya red
edilebilmesi için daha fazla hayvan sayısı ile yapılacak; parathormon düzeyi ve kemik mineral yoğunluğunun da
ölçüleceği ileri araştırmaların yapılması gerektiği kanısındayız.
ANAHTAR KELİMELER: LEİSHMANİASİS, VİTAMİN D, KALSİYUM, FOSFAT, ALKALEN
FOSFATAZ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
342
YAPRAKTAN FARKLI GÜBRE UYGULAMALARININ KARNABAHAR (BRASSİCA
OLERACEA L.) GELİŞİMİ ÜZERİNE ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Tarim
Mustafa Ali KAPTAN1, Huriye SARI1,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi,
Benzer konsantrasyonlarda şelatlı ve şelatsız Fe, Mn, Cu, Zn içeren ticari yaprak gübrelerinin karnabahar
bitkisinin bazı verimlilik unsurları üzerine olası etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır.
Çalışma, 2016-2017 sezonunda kontrollü şartlarda saksı denemesi şeklinde 3 tekerrürlü olarak yürütülmüştür.
Deneme konusu olarak iki inorganik (şelatsız) ve iki organik (şelatlı) olmak üzere dört farklı yaprak gübresi
seçilmiştir.
Elde edilen sonuçlara göre, tüm yapraktan gübre uygulamaları kontrole göre incelenen özellikleri olumlu
anlamda etkilediği belirlenmiştir. Değişik şelatlayıcı maddelerin etkisinin farklı olduğu gözlenmiştir. Bitkisel
kökenli “Fenolik asit/Lignin Polikarboksilat” ile şelatlanmış “Fert-iz Combi” ticari isimli gübre uygulaması tüm
bitkiler içerisinde iz elementlerin miktarları açısından en iyi sonuçları verdiği tespit edilmiştir. Kuru ağırlık
bakımından ise en iyi sonuç “Macro Combi” ticari isimli şelatsız gübre uygulamasından elde edilmiştir.
Yapılan değerlendirmeler sonucunda, yapraktan mikro besin elementlerinin uygulanmasında verilen gübrenin
şelatlı olup olmaması, karnabahar bitkisinin ihtiyaç duyduğu mikro besin elementlerinin noksanlık şiddetine
bağlı olduğu söylenebilir.
ANAHTAR KELİMELER: ŞELAT, ŞELATLAYICI MADDE, YAPRAK GÜBRESİ, BİTKİ MİKRO BESİN
ELEMENTLERİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
343
YAŞAYAN ALAN: PRUSİAS AD HYPİUM ANTİK KENTİNDE BİTKİ TÜRLERİ VE
ETKİLERİ
Sözel Bildiri / Tarim
ONUR CAN ULUTAŞ1, ALPEREN HALİLOĞLU1, ALPEREN BALCI1, ARİF EMRE SAZAK1, SAFA
ÇELİK1, İBRAHİM İSPAHA1, Ayşe Yazlık1,
1DÜZCE ÜNİVERSİTESİ,
Arkeolojik alanlar bağlı bulundukları dönemin izlerini yansıtması sebebi ile geçmişten günümüze bir bağ niteliği
taşır. “Yaşayan alan” olarak değerlendirilebilen arkeolojik alanların sürdürülebilirliği için pek çok önlem
alınmasına rağmen, bu alanlarda bulunan bitki türleri ve bu türlerin etkileri (riskler) hakkında yeterli bilgi
bulunmamaktadır. Bu çalışmada Düzce’nin 8 km kuzeyinde Konuralp Mahallesi sınırları içinde yer alan ve bilinen tarihi MÖ III yy'a kadar dayanan Prusias ad Hypium antik kentin I. derece sit alanında yürütülmektedir.
Bu alanın merkezinde yer alan “Prusias ad Hypium antik kent tiyatrosu” 100 m uzunluğu, 74 m genişliği ve
yaklaşık 10000 kişi kapasitesi ile kentin zenginliğini gösteren en önemli kalıntıdır. Tiyatro alanının (250 d) en az
%1’ini temsil edecek şekilde tesadüfî örnekleme yöntemine göre; kuzey, güney, doğu ve batı yönlerine doğru
atılan çerçeveler (1 m2) ile otsu bitki tür ve yoğunlukları belirlenmekte ve ilgili türlerin etkileri
değerlendirilmektedir.
Ön değerlendirme sonuçlarına göre; dokuz farklı familyadan 28 yabancı ot türü tespit edilmiştir. Bu türler en
fazla Fabaceae familyasına bağlı olup bunu Lamiaceae familyası takip etmektedir.
Sonuçlara göre çevreye duyarlı ve antik kent alanın dokusuna zarar vermeyecek mücadele yöntemleri
önerilebilecektir. Prusias ad Hypium antik kent alanında, yabancı ot türlerinin belirlenmesi konusu ilk kez bu
çalışma ile ele alınmaktadır. Bu sebeple sonuçlar; bilime katkı, bitki türlerinin arkeolojik alanlar hakkında bilgi
vermesi durumu dikkate alındığında yapılacak diğer bilimsel çalışmalara ve antik kentin tanıtımına farklı bir
bakış açısıyla da kaynak sağlayabilir.
ANAHTAR KELİMELER: BİTKİ, ETKİ, PRUSİAS AD HYPİUM, DÜZCE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
344
YAŞLI BİREYLERDE ARI SÜTÜNÜN SAĞLIĞA ETKİSİ
Sözel Bildiri / Saglik
Rukuye AYLAZ1, Gülsen GÜNEŞ1, Semiramis KARLIDAĞ1,
1İnönü Üniversitesi,
Bu araştırmada yaşlı bireylerde arı sütünün sağlığa etkisi ve arasındaki ilişki kapsamında uluslararası ve ulusal
literatürün gözden geçirilmesini amaçlamıştır.
İnsan hayatının yaşam dönemlerinden biri olarak “yaşlılık” genel olarak 65 yaş ve sonrası dönem olarak kabul
edilmektedir. Yaşlılık; hayatın diğer evreleri gibi doğal, kaçınılmaz ve tüm insanlar için geçerli olan bir
durumdur. Yaşlılık; bireyin kalıtımsal özelliklerine, beslenme alışkanlıklarına, çevre koşullarına ve kültürel
özelliklerine bağlı olarak erken veya geç, sorunlu veya az sorunlu yaşanabilmektedir. Yaşlılık tanımları farklı
olsa da yaşlılık sorunlarla dolu bir dönemi ifade eder. Yaşlıların birbiri ile iç içe geçmiş çok sayıda sorunu
bulunmaktadır. Yaşlıların en önemli sorunlarının başında sağlık sorunları gelmektedir. Yaşlıların hastalıkların
önlenmesi ve risklerin azaltılmasında çeşitli besin maddeleri önerilmektedir. Bunlardan bir tanesi de arı sütüdür.
Arı sütü (Royal Jelly); arıların kraliçe arı ve larva beslemede kullandıkları ve arı ürünleri arasında besin
maddelerince zengin olan, 6 ile 15 günlük işçi arıların “alt çene ve boğaz bezlerinden salgılan maddedir.
Arı sütü insan sağlığı üzerine pozitif etkileri olan bir arı ürünü ve fonksiyonel besindir. Arı sütünün biyolojik
aktivitesini yağ asitleri, proteinler, peptidler ve fenolikler gibi bileşiklere borçlu olduğu ileri sürülmektedir. Arı
sütünün yaşlı sağlığı üzerinde olumlu etkileri olduğu belirlenmiştir. Birçok ülkede arı sütü, içerdiği hayati
maddeler nedeniyle, insan ömrünü uzatan, sağlıklı ve dinç kalmasını sağlayan özel bir gıda olarak kabul
edilmiştir.
Yaşlılarda yaşlanmayı geciktirdiği, bağışıklık sistemini güçlendirdiği, kolestrolü düşürdüğü, diyabete bağlı veya
diğer nedenlere bağlı oluşan yaraların iyileşmesini hızlandırdığı, antidiyabetik etkisinin olduğu ve antitümoral
özelliğe sahip olduğu belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: YAŞLANMA, ARI SÜTÜ, YAŞLILARDA SAĞLIK SORUNLARI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
345
YATAN ÇOCUK HASTALARDA İLAÇ ZEHİRLENMELERİNİN RETROSPEKTİF
İNCELENMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Osman KUKULA1,
1Ondokuzmayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı,
Çocukluk çağında görülen zehirlenmeler dünyada ve ülkemizde sık karşılaşılan, bir halk sağlığı problemidir. İlaç
zehirlenmesi hemen müdahale edilmezse eğer kalıcı hasarlara neden olur ya da ölüme kadar gidebilen sonuçlara
yol açabilir. Bu çalışmada çocuk servisinde yatırılarak izlenen ilaç zehirlenme olguları araştırıldı ve ilaç
zehirlenmelerini önleyebilmek için hangi önlemlerin alınabileceği hedeflenmiştir.
Yatırılarak izlenen çocuk hastalar içerisinde kayıtlarına ulaşılabilen 1 Ocak 2016- 31 Aralık 2017 tarihleri
arasındaki 128 ilaçla zehirlenme olgusunun dosyası retrospektif olarak incelendi. Olgular, zehirlenme olgularının
yaş gruplarına ve cinsiyete göre dağılımları, zehirlenme etkeni olan ilaçların dağılımları, zehirlenme ile başvuru
arasında geçen süre, hastalara uygulanan tedaviler gibi parametreler açısından değerlendirildi. Çalışmaya
Ondokuzmayıs Üniversitesi Klinik Araştırmalar Etik Kurulu tarafından 2018/322 no ile etik onay alındı.
Verilerin değerlendirilmesinde SPSS paket programı ve tanımlayıcı istatistikler kullanıldı.
Yatarak tedavi gören çocukların % 52.34’ü (n=67) kız, % 47.66’sı (n= 61) erkek idi. Yaşa göre dağılımda; %
45.31’i (n=58) 0-3 yaş, % 21.09’u (n=27) 14-16 yaş, % 15.63’ü (n=20) 4-6 yaş, % 14.06’sı (n=18) 11-13 yaş ve
% 3.91’i (n= 5) 7-10 yaş aralığında saptandı. Zehirlenme etkeni ilaç dağılımlarında ise; % 25.78’inde (n=33) analjezik ilaçlar, % 22.66’sında (n=29) antipiretik ilaçlar, % 14.06’sında (n= 18) antidepresan ilaçlar, %
11.72’sinde (n=15) antihipertansif ilaçlar, % 9.38’inde (n=12) antibiyotikler, % 6.25’inde (n=8) antasitler, %
3.91’inde (n=5) antihistaminikler, % 6.25’inde (n=8) diğer ilaçlar olarak etken olarak bulunmuştur.
Çocuklar zaman zaman evlerde yalnız kalabilmektedir. Büyüklerini taklit ekmek isteyebilmektedirler. Bu da zehirlenme oranlarını artırabilmektedir. İlaç üreticileri buna karşı önlemler geliştirebilir. İlaç kutularının
çocukların açamayacağı şekilde planlanması sağlanabilir. İlaçların üretimi aşamasında en çok zehirlenme etkeni
olan ilaçlar gözönünde bulundurulmak suretiyle bununla ilgili bazı önlemler alınabilir. Ailelere bu konu
hakkında detaylı eğitim programları düzenlenebilir. Konuyla ilgili prospektif araştırmalar planlanabilir. İlaç
zehirlenmesi ile ilgili ölümlerin ve sakatlanmaların azaltılması bu şekilde sağlanabilir.
ANAHTAR KELİMELER: ZEHİRLENME, ÇOCUK, İLAÇ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
346
YAYGIN FİĞ (VİCİA SATİVA L.) TOHUMLARININ ÇİMLENME VE FİDE ÇIKIŞ
PERFORMANSLARININ İYİLEŞTİRİLMESİ ÜZERİNE ARAŞTIRMALAR
Sözel Bildiri / Tarim
AHMET ESEN ÇELEN1, ADEM GÖKÇÖL2,
1EGE ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ TARLA BİTKİLERİ BÖLÜMÜ, 2EGE ÜNİVERSİTESİ
TOHUM TEKNOLOJİSİ UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ,
yaygın fiğ tohumlarında düzensiz, geç ve düşük oranda gerçekleşen çimlenme sorununun çözümüne yönelik
olarak ön çimlendirme (osmopriming), film kaplama ve bunların kombinasyonlarının çimlenme gücü ve çıkış
gücü oranları ve zamanlarına etkisinin araştırılması
ANAHTAR KELİMELER: YAYGIN FİĞ, PRİMİNG, POLİMER KAPLAMA, KNO3, GA3
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
347
YENİ KEŞFEDİLEN PROBİYOTİK BİR ÜRÜN:ARI EKMEĞİ (PERGA)
Sözel Bildiri / Saglik
Sibel SİLİCİ1,
1Erciyes Üniversitesi,
Probiyotikler, belirli sınırlarda tüketildiğinde konakçı sağlığı üzerine olumlu etkiler sağlayan gıda katkıları
olarak tanımlanmaktadır. Probiyotikleirn insan sağlığı üzerinde oluşturduğu etkilerin en çok araştırıldığı
mikroorganizma grubu laktik asit bakterileridir. Laktik asit bakterileri içeren doğal ürünlerin probiyotik etkileri
üzerine çalışmalar giderek artmaktadır. Bu nedenle bu çalışmada yeni keşfedilen probiyotik bir üründen
bahsedilmiştir.
Bal arısı ürünleri arasında en çok bilineni baldır. Oysa bal dışında, arı poleni, arı ekmeği (perga), arı sütü,
apilarnil gibi çok sayıda arı ürünü vardır. Bu ürünler hem sağlıklı beslenme hem de apiterapi uygulamalarında
sıkça gündeme gelmektedir. Besin toplayan işçi arılar tarafından çiçeklerden toplanan polen, arının arka
bacaklarında bulunan polen sepetçiğine basılarak kovana getirilmekte ve tükürük enzimleri katılmaktadır. Polen
petek gözüne boşaltıldıktan sonra bozulmayı önlemek için arılarca az miktarda nektar, bal ve balmumu
karışımıyla kapatılmaktadır. Bu karışım farklı enzim, mikroorganizma, nem ve sıcaklığın etkisiyle kimyasal
değişikliğe maruz kalmakta ve arı ekmeği adını almaktadır.
Bilimsel araştırmalar arı ekmeğinde oluşan fermantasyon neticesinde laktik asit bakterileri ve bifidobakterilerin
ürediğini göstermektedir. Bu çalışmada arı ekmeğinin probiyotik özelliği tartışılmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: BAL ARISI, PERGA, ARI EKMEĞİ, POLEN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
348
YENİDOĞAN YOĞUN BAKIM ÜNİTELERİNDE İPUCU TEMELLİ BAKIM
Sözel Bildiri / Saglik
Sibel Serap CEYLAN1,
1Pamukkale Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi ,
Bu derlemede ipucu temelli bakım hakkında temel bilgiler açıklanacaktır.
Gelişen teknoloji ile Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitelerinde kalan bebeklerin yaşam süresi artmıştır. Ancak
yoğun bakım ortamından, tıbbi tedaviden ve hastalığın doğasından kaynaklanan durumlar bebekler üzerinde
olumsuz etkiye sahiptir. Bebeğin büyüme ve gelişmesini desteklemek, kolaylaştırmak ve geliştirmek amacıyla
yoğun bakımda çevre düzenlemesi yaparak beyin ve nörolojik gelişimi zarar görmemesi sağlanabilir.
Yenidoğana verilen bakımın ve yoğun bakım ortamının yenidoğanın bireysel gereksinimlerine uygun
düzenlenmesi bebeğin fizyolojik dengesini güçlendirir ve beyin gelişimini olumlu yönde etkiler. Bu
girişimlerden birisi de ipucu temelli bakımdır.
ANAHTAR KELİMELER: BAKIM, HEMŞİRE, YENİDOĞAN YOĞUN BAKIM, YENİDOĞAN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
349
YUMURTA TÜKETİMİ VE KORONER ARTER HASTALIĞININ YAYGINLIĞI
ARASINDAKİ İLİŞKİ
Sözel Bildiri / Saglik
Fatih SIRIKEN1, Çağdaş AKGÜLLÜ2, İmran KURT ÖMÜRLÜ3,
1Adnan Menderes Üniversitesi Araştırma Hastanesi Diyet Bölümü, 2Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kardiyoloji Bölümü, 3Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Bölümü,
Bu çalışmada , 50-70 yaşları arasında 200 hastada yumurta tüketimi ile koroner arter hastalığının yaygınlığını
gösteren Gensini Skoru arasında ki ilişkiyi incelenmiştir.
Çalışma kesitsel ve ileriye dönük bir tasarım ile tek merkezde gerçekleştirildi. 200 ardışık hastaya (131 erkek [%
65.5], 69 kadın [%34.5], ortalama yaş 57±9) beslenme tüketim sıklığı anketi uygulandı (FFQ). Bir kardiyolog
tarafından her bir hastanın anjiyografik verileri incelenerek koroner aterosklerozunun yaygınlığını
değerlendirmek üzere Gensini Skoru (GS) hesaplandı.
Hastaların % 44’ünün beden kütle indeksi (BKİ) üçüncü kategoride (≥30 kg/m2), yalnızca %17.5’ininki ise ilk
kategorideydi (BKİ <25 kg/m2). Popülasyonun eğitim seviyesi belirgin olarak düşüktü, % 78’i altı yıldan daha
az eğitim almıştı. Gensini Skorlarının mediyanı 21.25 (7–44.75) (25–75 persentil), yumurta tüketimi ve
Gensinini Skoru arasında zayıf fakat anlamlı ilişki bulundu (r=-0.165, p=0.020).
Literatürlerde yumurta tüketimi ve CAD arasındaki ilişki hakkında tartışmalı veriler bulunmakta, bununla
birlikte biz yumurta tüketimi ve Gensini Skoru arasında zayıf fakat anlamlı bir negatif korelasyon bulduk.
ANAHTAR KELİMELER: YUMURTA,KORENER ARTER HASTALIĞI,GENSİNİ SKORU
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
350
YUMURTAYA VERİLEN BİSFENOL A (BPA)’ NIN BÖBREK GELİŞİMİ ÜZERİNE
ETKİLERİNİN HİSTOLOJİK VE HİSTOMETRİK OLARAK İNCELENMESİ
Sözel Bildiri / Saglik
Banu KANDİL1, Emrah SUR2, Füsun ERHAN3, 2,
1ANKARA ÜNİVERSİTESİ VETERİNER FAKÜLTESİ, 2SELÇUK ÜNİVERSİTESİ VETERİNER
FAKÜLTESİ, 3CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ VETERİNER FAKÜLTESİ,
Endokrin bozucu kimyasal bir madde olan Bisfenol A (BPA)’ nın canlılar üzerinde östrojenik, mutajenik ve
teratojenik etkilere sahip olduğu bildirilmektedir. Bu çalışmada döllü tavuk yumurtasına enjekte edilen BPA’ nın
böbrek gelişimi üzerindeki etkileri incelendi.
Bu amaçla Isa Brown ırkı yumurtacı tavuklara ait 310 adet döllü yumurta kontol, taşıyıcı, 50, 100 ve 250
µg/yumurta BPA olarak 5 gruba ayrıldı. Her grup için belirlenen 100 μl hacmindeki test solüsyonu
inkübasyondan önce yumurta sarısına enjekte edildi. Kuluçka çıkışı her gruptan 6‘şar adet civcivin böbrek
dokusu alınarak % 10’ luk formaldehit solüsyonunda tespit edildi. Dokular rutin histolojik metotlarla takip
edilerek parafinde bloklandı. Parafin bloklardan alınan 6 μm kalınlığındaki kesitler Crossmon’ un üçlü boyası ile
boyandı ve böbrek dokusunun lobusmedius bölümündeki korpuskulum renis çapları ölçüldü.
Sonuçlar istatistiksel olarak değerlendirildiğinde kontrol, 50 ve 100 µg/yumurta BPA grupları arasında bir
farklılık tespit edilemezken; 250 µg/yumurta BPA grubuna ait verilerin diğer gruplardan yüksek olduğu görüldü
(p<0,05). Bununla birlikte deney gruplarında özellikle 250 µg/yumurta BPA grubunda glomeruluslarda ve tubul yapılarında gelişim geriliği gözlenirken, Bowman aralığının genişlediği ve mezengiyal hücrelerin artmış olduğu
dikkati çekti.
Sonuç olarak yumurtaya verilen BPA’ nın uygulanan doza bağlı olarak böbrek gelişimi üzerine olumsuz
etkilerinin olduğu gözlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: BPA, KANATLI EMBRİYO, BÖBREK, KORPUSKULUM RENİS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
351
ZEYTİN BUDAMA ARTIKLARININ VERMİKOMPOST OLARAK
DEĞERLENDİRİLMESİ: MAKRO ELEMENTLER
Sözel Bildiri / Tarim
KORKMAZ BELLİTÜRK1, SELÇUK GÖÇMEZ2, M. CÜNEYT BAĞDATLI3, SEVİM TURAN4, Özlem
ÜSTÜNDAĞ2,
1NAMIK KEMAL ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ, TOPRAK BİLİMİ VE BİTKİ BESLEME
BÖLÜMÜ, 2ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ, ZİRAAT FAKÜLTESİ, TOPRAK BİLİMİ VE BİTKİ
BESLEME BÖLÜMÜ, 3NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ, MÜHENDİSLİK VE
MİMARLIK FAKÜLTESİ, BİYOSİSTEM MÜHENDİSLİĞİ, 4T.C. GIDA, TARIM VE HAYVANCILIK
BAKANLIĞI, ZEYTİNCİLİK ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ,
In this project, one of the aims of laboratory study is vermicompost making from olive pruning waste for better
nutrient utilization. Vermicomposting is the most suitable technique for transforming organic waste into usable
agricultural amendments.
In this research, vermicompost (worm manure) was prepared under laboratory conditions in from olive pruning (B) and cow manure (G) with earthworms (S) and without earthworms. The feed stocks were analyzed
individually and mixed with and without earthworms (B, BS, G, GS; BG and BGS). As the earthworm species,
the epigeic species (Eisenia fetida L.), which is the composting function, was used.
All treatments were replicated three times under laboratory conditions. Total nitrogen, P, K, Ca, Mg, pH, EC and organic matter analyses were carried out on samples from each treatment 30, 60, 90 and 180 incubation days.
According to the results, final C/N ratios of the treatments with earthworms (BS and GS) were lower than
without earthworms (B and G) except close to the beginning of the experiment after 30 days of incubation.
The average total inorganic N values on the other sampling days were sufficient except for earthworm treatment GS on 30 days of the incubation. On the other hand, P were poor in the GS, BS and BGS treatments K and Ca
were adequate. When the application * period interaction was taken into consideration, the common effect of
different period and applications on pH, EC, organic matter, C, N, C/N, K, Ca and Mg amounts (except P) were
significant (p<0.01) statistically. The importance of waste management and remediation of soil will especially
increase in future with the recognition of vermicompost studies.
ANAHTAR KELİMELER: VERMİKOMPOST, ZEYTİN BUDAMA ARTIKLARI, ORGANİK ATIK,
TOPRAK, EİSENİA FETİDA L.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
352
ZEYTİN TARIM ÜRÜNÜ İSE ZEYTİNYAĞINA GIDA ÜRÜNÜ DİYEBİLİRMİYİZ?
Sözel Bildiri / Tarim
RENAN TUNALIOĞLU1, MÜCAHİT TAHA ÖZKAYA2, ATİLLA TOTOŞ3, ASLI YORULMAZ4,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Ziraat Fakültesi, 2Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi, 3Butik Zeytin
Zeytinyağı Üreticileri Derneği, 4Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Mühendislik Fakültesi,
Bu çalışmada yeryüzündeki en muhteşem ağaçlardan biri olan zeytin ağacı ve ürünleri ele alınmıştır. Öncelikle
zeytinin dünya ve Türkiye tarımındaki yeri ve ana ürünü olan zeytinyağının insan sağlığı açısından önemi
değerlendirilmiş sonrasında zeytinden zeytinyağı elde edilmesi sırasında açığa çıkan karasuyun ise çevresel bir
tehdit unsuru olup olmaması tartışılmıştır. Bu bağlamda önemli bir tarım ürünü sağlık ve çevre boyutu ile
incelenmiştir.
Bu çalışmanın tarım açısından önemini vurgulamak açısından Uluslararası Zeytin Konseyi istatistikleri farklı bir
şekilde değerlendirilmiştir. Diğer yandan dünyada üretilen zeytinyağının üretiminin aslında toplam bitkisel yağ
üretiminin %1,5'u olduğu ve tüketiminin %75'inin nüfusu yaklaşık 500 milyon olan 10 ülke tarafından yapıldığı
tartışılacaktır. 3 bin yıl ömre sahip ve her türlü toprak ve iklim şartlarında yetiştirilebilen zeytin ağacının
üretimini sınırlandıran en önemli faktörün -7 C sıcaklık ve taban suyu olduğu incelenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: ÖLMEZ AĞAÇ, ANTİOKSİDAN, SAĞLIKLI YAŞAM, ORGANİK ATIK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
353
ZIMPARA KAĞIDI ATIKLARI KULLANILARAK SULU ÇÖZELTİLERDEN BAKIR(II)
İYONLARININ UZAKLAŞTIRILMASI
Sözel Bildiri / Cevre
CEREN GÜDÜCÜ1, Nur AKSUNER1, Jale YANIK1,
1Ege Üniversitesi,
Sulu çözeltilerde bulunan Cu(II) iyonlarını atık ürünler kullanarak giderilmesi hedeflenmiştir. Bu amaçla,
zımpara kağıdı atıkları kalsinasyon ve karbonizasyon işleminden sonra Cu(II) iyonlarının gideriminde adsorban
olarak kullanılmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: BAKIR, ADSORPSİYON, ALEVLİ ATOMİK ABSORPSİYON
SPEKTROMETRESİ, ZIMPARA KAĞIDI.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
354
ZİHİNSEL ENGELLİ ÇOCUĞU OLAN ANNELERİN BAKIM YÜKÜ VE İLİŞKİLİ
FAKTÖRLER
Sözel Bildiri / Saglik
Havva Hamide AYBAR1, Fatma DEMİRKIRAN2,
1Adnan Menderes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Ruh Sağlığı Ve Hastalıkları Hemşireliği AD, Toplum
Ruh Sağlığı Hemşireliği Yüksek Lisans, 2Adnan Menderes Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi,
Bu çalışmanın amacı, zihinsel engelli çocuğu olan annelerin bakım yükü ve ilişkili faktörleri incelemektir.
Engellilik tüm dünyada ve ülkemizde en önemli sağlık sorunlarından birisidir. Dünyada bir milyar insan farklı
engel türlerinden dolayı toplumsal yaşama uyum sağlamada sorun yaşamaktadır. Ülkemizde de sekiz buçuk
milyon kişi engelleri nedeniyle güçlüklerle karşılaşmaktadır. Engelli nüfusun en büyük bölümünü zihinsel
engelli grup oluşturmaktadır. Engelliliğin nedenleri incelendiğinde neredeyse tamamına yakınının önlenebilir
nitelikte olduğu görülmektedir. Bu nedenle engelliliğin önlenmesi önemli bir konudur. Zihinsel engellilik,
çocuğun yeterlikleri ile çevrenin istekleri arasındaki etkileşimin bir sonucu olarak ortaya çıkan bir tür yetersizlik
durumudur. Zihinsel engelli bireyler, işlevlerde ve uyumsal becerilerdeki sınırlılıklar nedeniyle daima özel eğitime ihtiyaç duymaktadırlar. Zihinsel yetersizlikleri olan çocuğun aile yaşamına getirdiği bakım yükünden en
fazla etkilenen kişi ise çocuğa birinci dereceden bakım veren annelerdir. Yapılan tüm bilimsel çalışmalar zihinsel
engelli çocuğa sahip annelerin çeşitli ruhsal sorunlar yaşadığını göstermektedir. Zihinsel engelli çocuğa sahip
annelerin büyük bir çoğunluğunda kaygı, depresyon, umutsuzluk, evlilik ilişkilerinde bozulma ve kişisel
uyumlarında azalma görülmektedir.
Bu nedenle zihinsel engeli olan çocuğa sahip aileler özelinde verilecek olan destek hizmetleri, annelerin bakım
yükünü azaltmasının yanı sıra çocukların aldıkları bakım ve desteğinin de artmasını sağlayacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: ENGELLİLİK, ZİHİNSEL ENGEL, BAKIM YÜKÜ, PSİKİYATRİ
HEMŞİRELİĞİ.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
355
SÜT SIĞIRLARINDA BOVİNE ADENOVİRUSUN VİROLOJİK VE SEROLOJİK OLARAK
ARAŞTIRILMASI
Sözel Bildiri / Saglik
B. Taylan KOÇ1, T. Çiğdem OĞUZOĞLU2,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Viroloji Anabilim Dalı, 09016, Aydın,
Turkey, 2Ankara Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Viroloji Anabilim Dalı, 06110, Ankara, Turkey ,
Sığır Adenovirusları (BAdV) tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye'nin de birçok bölgesinde sığırcılık
işletmelerinde görülen; subklinik veya hafif klinik bulgularla seyreden, immunsupressif viral ajanlardır. BAdV;
genellikle sığırların solunum sistemine etki eder ve bağışıklık sistemini baskıladığından dolayı sekonder
bakteriyel komplikasyonlara yatkınlık ortaya çıkabilmektedir. Bu durum; verim kayıplarına ve medikal harcamalarda artışa neden olmakta, özellikle bakteriyel enfeksiyonlar ile klinik tablo ağırlaştığından ötürü
Adenovirus enfeksiyonunun maskelendiği olgular ortaya çıkmaktadır.
Bu pilot çalışmada, Sığır Adenovirus enfeksiyonunun serolojik ve virolojik yönden araştırılması amacıyla, Orta
Anadolu Bölgesi'nde Kırşehir ilinde yer alan ticari bir süt sığırcılığı işletmesinden gönderilen 66 kan örneği rastgele seçildi. Virolojik araştırma için moleküler teknikler kullanılmış olup, serolojik tetkikler BAdV-1 suşu
kullanılarak virus nötralizasyon testi (VNT) ile yapılmıştır. Bu çalışmada, virolojik yönden herhangi bir
pozitiflik elde edilemezken, 66 örnekten 58'inde (%87,87), 1:20 - 1:80 arasında değişen oranda BAdV-1
nötralizan antikoru varlığı saptanmıştır. Bu sonuç; örnekleme yapılan süt sığırcılığı işletmesinde BAV
enfeksiyonunun var olduğu ve subklinik olarak seyrettiği şeklinde yorumlanmıştır
Süt sığırcılığı işletmelerinde BAdV enfeksiyonu varlığı ve yaygınlığının, klinik bulgu varlığında yapılacak
örneklemelerden (swap örnekleri) antijenik olarak araştırılması ve elde edilecek pozitifliklerin moleküler
çalışmalar ile karakterizasyonunun yapılması tarafımızdan önerilmektedir. Böylelikle ülkemizde sirküle olan
BAdV tiplerinin aydınlatılabilmesi sayesinde, bu enfeksiyondan korunmada kullanılacak aşıların önerilmesi
mümkün olabilecektir.
ANAHTAR KELİMELER: SIĞIR ADENOVİRUS, MOLEKÜLER TANI, SEROLOJİK ARAŞTIRMA,
NÖTRALİZASYON TESTİ, SOLUNUM YOLU ENFEKSİYONU
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
356
AMELİYATHANEDE ATIK GÜVENLİĞİ
Sözel Bildiri / Saglik
Sultan ÖZKAN1,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi,
Tıbbi atıkların büyük bir kısmı cerrahi birimlerde oluşmaktadır. Oransal olarak küçük bir alanı temsil etmesine
rağmen ameliyathaneler toplam hastane atıklarının yaklaşık % 20-33 ünü oluşturmaktadır. Ameliyathanelerde
kullanılan bazı ürünler ve malzemeler çevreyi olumsuz etkilemektedir. Atıklar insanlara zarar vermeleri, maddi
olarak yük getirmeleri yanında işleyişi de kötü etkileyen unsurlardır.
Ameliyathanelerde güvenli, sağlıklı ve verimli çalışma ortamlarının oluşturulması, hizmet alan ve hizmet
sunanların güvenliğinin sağlanması için her tür tehlike ve olası risklerin gözden geçirilmesi, önem derecelerine
göre önceliklerin belirlenip bertaraf etmek üzere risklere yönelik strateji ve planların geliştirilmesi, uygulanması
ve düzenli aralıklarla değerlendirilmesi gerekir.
Hastanelerin çevreye zararlı etkilerini azaltmak için öncelikle ameliyathanelerden başlanmalıdır. En çok
malzeme kullanan ve fazla miktarda atık üreten birimler olarak ameliyathanelerin çevresel zararı büyüktür.
Güvenli bir atık yönetimi için bireysel çabalar gerekli fakat yeterli olmayacaktır. Mutlaka kurumsal destek
alınması ve bir bütçe ayrılması şarttır.
ANAHTAR KELİMELER: AMELİYATHANELER, ATIK GÜVENLİĞİ, İŞ SAĞLIĞI GÜVENLİĞİ, ATIK
YÖNETİMİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
357
SOĞUĞA MARUZ KALMANIN TENEBRİO MOLİTOR’ÜN PUP ÇIKIŞ ORANI VE
MORFOLOJİSİNE ETKİSİ
Sözel Bildiri / Tarim
Evrim SÖNMEZ1, Yeşim KOÇ1,
1Sinop Üniversitesi,
Bu çalışmadaki amaç farklı sürelerde soğuğa maruz kalan Tenebrio molitor’ün pup çıkış oranı ve erginlerin
morfolojik yapıları araştırmaktır.
Denemeler sıcaklığı 27±2 ᵒC, nisbi nemi %60±5 ve devamlı karanlık fotoperiyot şartları olan laboratuvarda
yapıldı. T. molitor larva ve erginleri için besin olarak un ve kepekli un kullanıldı. Deneme kültürlerinde oluşan
puplar ilk oluştukları gün alındı +4 C’de 3 ve 10 gün bekletildi. Bekleme süresi biten gruplar denemenin
gerçekleştiği laboratuvar ortamına getirildi. Petriler her gün gözlenerek puplardan ergin oluşumu takip edildi.
Açılmayan bütün puplar kaydedilerek pup çıkış oranı belirlendi. Tüm soğuk uygulamalarında oluşan erginlerin
morfolojik yapılarında herhangi bir değişiklik olup olmadığı gözlendi. Morfolojik yapılarında bozukluk olanlar
kaydedildi. Denemeler her bir soğuk uygulaması için üç kere tekrar edildi. Her bir denemede 15 böcek, toplamda
her bir soğuk uygulaması için 45 (n=45) böcek kullanılarak ortalama veriler elde edildi. Morfolojik yapıdaki
değişim, kanat yapılarının bozuk olması, hiç olmaması ya da güdük şekilde olmasıdır.
Denemeler sonucunda, soğukta bekleme süresi arttıkça morfolojik yapıdaki bozukluğun arttığı görüldü. 3 gün
soğuğa maruz kalanlarda morfolojik bozukluk yüzdesi 13.36±0.75 olurken, 10 gün bekletilenlerde % 35.53±1.48
tespit edildi. İstatistiksel açıdan veriler arasındaki fark önemlidir. Pup çıkış oranı 3 gün ve 10 gün bekletilenler benzer bulundu. 3 gün bekletilenlerde % 77.90±1.90 iken, 10 gün bekletilenlerde ise % 75.60±1.12 oldu. Veriler
arasındaki fark istatistiksel olarak önemsiz bulundu.
ANAHTAR KELİMELER: TENEBRİO MOLİTOR, PUP ÇIKIŞ ORANI, MORFOLOJİK BOZUKLUK,
SOĞUĞA MARUZ KALMA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
358
POSTER BİLDİRİLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
359
AKDENİZ İKLİM KUŞAĞINDA MAKARNALIK BUĞDAY (TRİTİCUM DURUM DESF.)
ÇEŞİTLERİNİN ANTİOKSİDAN ÖZELLİKLERİ
Poster Bildiri / Tarim
Gülşah DEĞİRMENCİ1, Ali YİĞİT2, Osman EREKUL2,
1Tarım Kredi Kooperatifi, 2Adnan Menderes Üniversitesi,
Dünya çapında en fazla üretilen ve tüketilen buğday bitkisi ve tahıllar antioksidan içerikleri nedeniyle insan
sağlığına önemli düzeyde faydalı katkıları bulunmaktadır. Tahıl tanelerinde büyük oranda perikarp tabakasında
bulunan fenolik bileşikler kepeğin gıda ürünlerine katılması sonucu beslenme açısından faydalı diyet lifi
oluşturmaktadır.
Bu çalışma 2013-2014 yılı buğday üretim sezonunda Adnan Menderes Üniversitesi Ziraat Fakültesi Araştırma ve
Uygulama Çiftliği deneme arazilerinde yürütülmüştür. Tesadüf blokları deneme desine göre yürütülen denemede
9 farklı makarnalık buğday çeşidinin (Şölen, Turabi, Ege, Çeşit 1252, Tüten, Gap, Yaren, Alatay, Kızıltan)
Aydın ekolojik koşullarında tanede toplam fenol ve antioksidan özelliklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu
amaçla yapılan çalışmada toplan fenol içeriği Folin Ciocalteu, antioksidan aktivite içeriğiDPPH yöntemine göre
tespit edilmiştir.
Elde edilen sonuçlara göre; incelenen çeşitler arasında istatiksel anlamda önemli (p<0.01) farklılıklar tespit
edilmiştir. Makarnalık buğday çeşitlerinde toplam fenol içeriği 221.63 ile 386.37 µg GAE/g değerleri arasında,
toplam antioksidan aktivite değerleri ise %15.15 ile %22.17 (DPPH inhibisyon) arasında değişmiştir.
Tüm çeşitlerin antioksidan ve fenol içerikleri incelendiğinde Kızıltan çeşidinin hem toplam fenol hem de
antioksidan aktivite bakımından en yüksek değer elde etmiştir. Bu nedenle makarnalık buğday örneklerinde
antioksidan özelliklerinin çeşide bağlı olarak değiştiği sonucuna ulaşılmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: MAKARNALIK BUĞDAY, ANTİOKSİDAN, FENOL, DPPH
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
360
AMARANTHUS RETROFLEXUS L.; TÜRKİYEDE TARIMSAL ARAZİLERİN BELALI
YABANCI OTU
Poster Bildiri / Tarim
Hülya ÖLÇER FOOTITT1, Emeti KÖSE1, Tarıq ALMOUSA1,
1Kütahya Dumlupınar Üniversitesi,
Amaranthus cinsi 70 tür içerir ve bunlardan 14 tanesi Türkiye’de yayılış gösterir. Bu türlerden biri olan
Amaranthus retroflexus L. Türkiye’de ve dünyada ekonomik açıdan en önemli yabancı ottur. Tür Avrupa ve
Türkiye’ ye Kuzey Amerika’dan 1800’ lerde yayılmıştır. A. retroflexus monoik tek yıllık bir bitkidir, pekçok
herbisite karşı direnç gösterir ve bitki başına milyonlarca tohum üretir. Olgun tohumlar dormant olarak çevreye
yayılır. Olgun tohumların dormansi seviyesi ana bitkinin maruz kaldığı çevre koşulları ve aynı zamanda çevreye yayılımından sonra toprak tohum bankasındaki çevre koşulları tarafından etkilenir. Tohumların toprakta 40 yıla
kadar canlı kalabildiği rapor edilmiştir. Bu çalışmanın amacı A. retroflexus’ un biyolojik karakterlerini
özetlemek, literatürden ve tarafımızdan yapılan arazi çalışmalarından elde edilen verilere dayanarak Türkiye’de
günümüzdeki coğrafi dağılımını ortaya koymaktır.
ANAHTAR KELİMELER: AMARANTH, DORMANSİ, KIRMIZI KÖKLÜ TİLKİ KUYRUĞU, YABANCI
OT
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
361
ANIZ YAKMANIN ÇEVRESEL ETKİLERİ VE ANIZIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Poster Bildiri / Tarim
ÖZGE DOĞANAY ERBAŞ KÖSE1, ZEKİ MUT2, HASAN AKAY3,
1Yozgat Bozok Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü, Yozgat , 2Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi,
Ziraat Ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Bilecik, 3Ondokuz Mayıs Üniversitesi Bafra Meslek
Yüksekokulu, Samsun ,
Anız, tahılların yaprak, sap ve başakları hasat edildikten sonra toprakta geriye kalan kök ve sap kısımlarına
verilen isimdir. Anız bir sezonda hasat edilen toplam tahıl biyomasının % 50 ile 70’ini oluşturur. Çabuk ve
masrafsız yok edilmesi, bazı yabancı ot, hastalık ve zararlıların azaltılması, toprak işlemede kolaylık sağlanması,
ikinci ürün yetiştirmek için zaman tasarrufu sağlaması ve düşük maliyetle tohum yatağının hazırlanması gibi
nedenler çiftçiyi anız yakmaya teşvik etmektedir. Fakat anızın yakılması çeşitli canlıların ölümüne, toprakta
organik madde kaybına, toprak yapısının bozulmasına, yararlı mikroorganizmaların yok olmasına, hava kirliliğine, yangınlara, toprak erozyonuna ve bazı hastalıklara (astım, bronşit vs.) neden olmaktadır. Kışı ahırda
geçiren hayvanlar için önemli yem kaynağı olan anızın yakılması yerine, hayvanlar için altlık, toprağa
karıştırılarak organik gübre, yakacak ve kâğıt sanayi gibi birçok farklı alanda kullanılması teşvik edilmelidir.
ANAHTAR KELİMELER: ANIZ, ORGANİK MADDE, TOPRAK, MİKRO-ORGANİZMA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
362
ANTAGONİSTİC POTENTİAL OF BACİLLUS SPP. ASSOCİATED WİTH POTATO
RHİZOSPHERE FOR CONTROLLİNG PECTOBACTERİUM BASED İNFECTİONS İN
POTATO
Poster Bildiri / Saglik
Sohaib SARFRAZ1, Shahbaz TALİB SAHİ1, Abdul REHMAN1, Nasir AHMAD RAJPUT1, Muhammad
WAQAR ALAM2, Akhtar HAMEED1, Kashif RİAZ1,
1University Of Agriculture Faisalabad, 2University Of Punjab, Lahore,
To find out efficient Quorum quenching bacteria from rhizosphere as a Bio-control agent
ANAHTAR KELİMELER: QUORUM QUENCHİNG; BİOSENSOR; N-ACYL-HOMOSERİNE LACTONE;
BACİLLUS CEREUS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
363
ANTİDİYABETİK İLAÇ OLAN METFORMİN’İN GENOTOKSİK ETKİSİNİN İN VİTRO
İNSAN LENFOSİTLERİNDE KROMOZOMAL ANORMALLİK TESTİ İLE
DEĞERLENDİRİLMESİ
Poster Bildiri / Saglik
Deniz YÜZBAŞIOĞLU1, Jalank H. MAHMOUD1, Sevcan MAMUR2, Fatma ÜNAL1,
1Biyoloji Bölümü, Fen Fakültesi, Gazi Üniversitesi, 06500, Ankara, Türkiye, 2Yaşam Bilimleri Uygulama Ve
Araştırma Merkezi, Gazi Üniversitesi, 06830, Ankara, Türkiye,
Metformin (MET), tip 2 diabetes mellituslu hastaların tedavisinde yaygın olarak kullanılan hipoglisemik bir
ilaçtır. Hepatik glukoz salınımını önlemek ve doku insülin duyarlılığını arttırmak için kullanılır. Bazı çalışmalar,
MET'in antiapoptotik, antikanser ve antioksidan aktiviteleri gibi birçok biyolojik etkiye sahip olduğunu ortaya
koymuştur. Ancak MET'in genotoksisitesi hakkında yeterli çalışma bulunmamaktadır. Bu nedenle, bu çalışmanın
amacı, MET'in insan lenfositlerinde potansiyel genotoksik etkisini kromozomal anormallik (KA) testi ile
değerlendirmektir.
MET'in 12.5, 25, 50, 75, 100 ve 125 µg/mL'lik konsantrasyonları kullanılmıştır. Ayrıca, bir negatif ve pozitif
kontrol (Mitomisin-C, 0.20 µg/mL) bulundurulmuştur.
MET’in 24 saatlik uygulamada, insan lenfositlerinde kromozomal anormallik (KA) frekansını etkilemediği
belirlenmiştir. Ancak 48 saatlik muamele süresinde, KA frekansını ve KA/hücre’yı kontrole göre anlamlı
düzeyde artırmıştır (12.5 µg/mL hariç). En yaygın görülen anormallik kromatid kırığıdır (% 64.29).
Sonuç olarak, MET’in insan lenfositlerinde sadece uzun süreli muamelede KA frekansını etkilediği
belirlenmiştir (12.5 µg/mL hariç). Bununla birlikte daha detaylı in vitro ve in vivo çalışmalar da yapılmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: METFORMİN, ANTİDİYABETİK İLAÇ, KROMOZOMAL ANORMALLİK,
İNSAN LENFOSİTLERİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
364
ANTİFUNGAL ÖZELLİKLERE SAHİP LAKTİK ASİT BAKTERİLERİ KULLANILARAK
BEYAZ EKMEKTE KÜFLENMENİN ENGELLENMESİ VE RAF ÖMRÜNÜN
UZATILMASI
Poster Bildiri / Gida
Hilal KILMANOĞLU1, Zühal ALKAY1, M. Zeki DURAK1,
1Yıldız Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği,
Bu çalışmanın amacı, 12 farklı LAB suşlarının antifungal aktivitesi belirlemek ve antifungal özelliğe sahip
bakteriler ile beyaz ekşi hamur ekmeği hazırlayıp, küflenmenin engellenmesi ve raf ömrünün uzatılmasını
sağlamaktır.
İn vitro antifungal analiz sonucunda 6 bakterinin antifungal aktiviteye sahip olduğu belirlenmiş ve aralarından
iki laktik asit bakterisi ile maya starteri olarak HM3 (S.pastorium) kullanılarak üç farklı ekşi hamur
hazırlanmıştır. Daha sonra bu ekşi hamurlardan ekmek yapılarak, kontrollü küflendirilmesi takip edilmiş ve L.
brevis- L.plantarum ile hazırlanan ekmekte en iyi sonuçlar elde edilmiştir.
Sonuç olarak, bazı laktik asit bakterilerinin, ekmekte biyo koruyucu olarak küf gelişimini engelleyici fonksiyon
gösterdiği tespit edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: EKŞİ HAMUR, LAB, ANTİFUNGAL AKTİVİTE, BEYAZ EKMEK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
365
ARI SÜTÜNÜN BAL VE ÇOCUK SAĞLIĞINA ETKİLERİ
Poster Bildiri / Saglik
Gülsen GÜNEŞ1, Semiramis KARLIDAĞ2, Rukuye AYLAZ2,
1İnönü Üniversitesi, 2İnönü Üniversitesi,
Bu çalışmada, balın, arı sütünün çocuk sağlığıyla ilgili mümkün olabilecek etkilerini literatürden inceleyerek
sunmak amaçlanmıştır.
Bilimsel veri tabanlarında “Royal jelly, health, child health, arı sütü, çocuk sağlığı, sağlık” kelimeleri ile tarama
yapılmıştır. Çocuk sağlığıyla ilgili olan arı sütünün içeriği, büyüme gelişmeye etkisi, antibakteriyel etkisi,
gastrointestinal ve dermatolojik etkisiyle ilgili olan makalelerden hazırlanmış derleme niteliğinde bir çalışmadır.
Arı sütü, işçi bal arılarının mandibular ve hipofaringeal bezlerinden salgıladıkları bir sekresyondur. Kuru
ağırlığının yaklaşık yarısı proteindir. Arı sütü, mineraller, vitaminler açısından zengin, besleyici bir salgıdır.
Karbonhidratlar ve proteinle, çok fazla mineral ve vitamin vardır. Özellikle kalsiyum ve demir, riboflavin,
niasin, tiyaminden zengindir. Arı sütü bu zengin içeriğiyle çocuklarda büyüme ve gelişmeye etkisi olabileceği
düşülmektedir.
Arı sütünde bulunan 10-hidroksi-2-dekenoik (10-HDA), büyüme sürecinde önemli biyolojik role sahiptir. Arı
sütünden izole edilen saflaştırılmış Royalisinin Gram pozitiflere karşı güçlü bir antibakteriyel aktivitesi
bildirilmiştir. 10-HDA, melanogenezisi inhibe etmek için bir aday olarak önerilmiştir, bu nedenle arı sütünün
cildi koruyucu kozmetik cilt bakım ürünlerinde kullanılabileceği ve özellikle çocuklarda görülen dermatitlerde
de arı sütünün etkisi olduğu bildirilmiştir. Bal, yara matriksindeki plazminojeni aktive ederek, aynı zamanda da
antibakteriyel etkisiyle yara iyileşmesine etki etmektedir. Balın gastrointestinal sistemde de olumlu etkileri tespit edilmiştir. Balın özellikle infantil gastroenteritlerde, standart elektrolit oral rehidrasyon solüsyonu (ORS)
içindeki glikozun yerini aldığı gösterilmiştir. Ayrıca bal, gastroenteritli hastaların iyileşme süresini azaltmıştır,
çünkü baldaki yüksek şeker içeriği, bağırsakta elektrolit ve su geri emilimini artırır.
Sonuç olarak; bal ve arı sütünün çocuk sağlığını ilgilendiren ve olumlu etkileyen özellikleri vardır. Arı sütü, zengin içeriği ile çocuklarda büyüme gelişmeye katkı sağlayabilir. Özellikle antibakteriyel etkisi ile çocuklarda
solunum yolu enfeksiyonları ve gastroenteritlerde iyileşmeyi hızlandırabilir. Bu konularda çocuklarda daha ileri
çalışmalar yapılmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: ARI SÜTÜ, BAL, SAĞLIK, ÇOCUK SAĞLIĞI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
366
ASSESSMENT OF THE IMPACT OF DOMESTIC SEWAGE TREATMENT PLANTS ON
ENVIRONMENT. CASE STUDY OF POLISH RURAL MUNICIPALITY
Poster Bildiri / Gida
Monika PAWLİTA-POSMYK1, Małgorzata WZOREK1,
1Politechnika Opolska,
In Poland domestic solutions for sewage treatment, e.g. septic tanks or domestic sewage treatment plants are
becoming more and more popular among homeowners where there is no possibility of connection to the
traditional sewage system. The operation of domestic sewage treatment plants should guarantee the protection of
natural environment and the parameters should be compliant with the standards specified by law. The tests were
conducted in randomly selected 10 households with the same system of sewage treatment located in 9 countryside locations within one rural municipality to evaluate the impact of domestic biological sewage
treatment plants on environment.
The basic physicochemical parameters, i.e. total suspension, CODCr and BOD5 were monitored in the treated
sewage according to standards.
The obtained results for total suspension, CODCr, BOD5 are within the scope of permissible values specified by
the Regulation of the Polish Minister of Environment. The results prove the each of the analysed domestic
biological sewage treatment plants is operated in the correct manner. Users of domestic sewage treatment plants
observe the guidelines determined by the manufacturer who forbids, e.g. throwing solid elements and those which do not decompose easily, e.g. kitchen waste (e.g. bones, peelings), paints and solvents, etc. into sewage
system inside flats and directly into treatment tanks. New sewage is regularly drained to the treatment plant and
the commune residents do not apply excessive amounts of detergents, which could disturb the operation of the
treatment plant.
The conducted analyses of treated sewage from domestic sewage treatment plants prove that this solution is safe
for the environment.
ANAHTAR KELİMELER: DOMESTİC BİOLOGİCAL SEWAGE TREATMENT PLANTS, RURAL
AREA, TREATED SEWAGE, PHYSİCOCHEMİCAL PARAMETERS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
367
AVOKADO YAPRAK EKSTRELERİNİN SU ÜRÜNLERİNDE DOĞAL YEM KATKISI
OLARAK KULLANIM POTANSİYELİNİN ARAŞTIRILMASI
Poster Bildiri / Tarim
Meltem AŞAN-ÖZÜSAĞLAM1, Ayşe YAVUZ1,
1Aksaray Üniversitesi,
Avokado (Persea americana Mill.), herdem yeşil ve tropikal Amerika kökenli olup günümüzde dünyanın tropik
ve subtropik bölgeleri boyunca geniş bir alanda tarımı yapılmaktadır. Türkiye’de avokado bitkisi 1970’lerin
başlarından itibaren yetiştirilmektedir. Ülkemiz avokado tarımı için uygun ekolojiye sahiptir. Avokado
yaprakları doğal bir katkı olarak geleneksel ilaçlarda kullanılmaktadır. Avokado yaprak ekstreleri üzerine
yapılan çalışmalarda, diüretik, analjezik, antiinflamatuvar, antioksidan, antimikrobiyal, tansiyon düşürücü, şeker düşürücü, ishal, boğaz ağrısı ve kanama tedavisi ve anti- Helicobacter pylori özellikleri gibi aktivitelere sahip
olduğu belirtilmiştir. Bakteriyel enfeksiyonlar su ürünlerinde balık ölümlerinin en büyük nedenlerinden biri
olarak düşünülmektedir. Ancak, literatürde, balık patojenlerine karşı avokado yaprak ekstrelerinin antimikrobiyal
aktivitesi üzerine çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada, avokado yaprak ekstrelerinin (etanol, metanol, su,
aseton, n-hekzan ve diklorometan) alternatif doğal antimikrobiyal yem katkı kaynağı olarak kullanım
potansiyelini belirlemek amacıyla balık patojenlerine karşı antimikrobiyal aktivitesi araştırılmıştır.
Ekstrelerin antimikrobiyal aktivitesi disk difüzyon ve mikrodilüsyon yöntemleri ile yedi bakteriyel patojene karşı
belirlenmiştir. Yersinia ruckeri, Lactococcus garvieae, Vibrio alginolyticus, Vibrio anguillarum (M1 and A4
suşları, iki farklı çiftlikten), Streptococcus agalactiae Pasteur Institute 55118 ve Aeromonas hydrophila ATCC
19570 test bakterileri olarak kullanılmıştır. Disk difüzyon yöntemi sonuçları, en yüksek iki inhibisyon
aktivitesinin etanol ve aseton yaprak ekstrelerinde 18.65 mm ve 18.04 mm zon çapları ile V. alginolyticus’a karşı
tespit edilmiştir. Etanol ekstresi, S. agalactiae üzerinde en düşük aktivite (9.84 mm) göstermiştir. Test
mikroorganizmaları için ekstrelerin minimal bakterisidal konsantrasyon (MBC) değerleri 10 - 40 µg/µl arasında
değişiklik göstermiştir.
Sonuçlar, avokado yaprak ekstrelerinin doğal koruyucu kaynağı olabileceğini ve yem katkısı olarak su
ürünlerinde kullanılma potansiyeli bulunduğunu göstermiştir.
ANAHTAR KELİMELER: PERSEA AMERICANA, BALIK PATOJENİ, ANTİBAKTERİYEL, EKSTRE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
368
AYDIN BÖLGESİNDE TESPİT EDİLEN SİVRİSİNEK TÜRLERİ
Poster Bildiri / Cevre
FATMA BURSALI1, Fatih Mehmet ŞİMŞEK1,
1ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ,
Sivrisinekler (Culicidae: Diptera) tıbbi ve ekonomik açıdan en önemli böcek familyalarından biri olarak kabul
edilmekte olup, dünya genelinde 39 cinse bağlı 3500 den fazla türü kapsamaktadır. Araştırma alanı olarak
belirlenmiş olan Aydın İli, coğrafi konumu, iklimsel, hidrojeolojik ve ekolojik özellikleri nedeniyle sivrisinekler
için uygun koşulları içermektedir. Bu nedenle araştırma alanının sivrisinek türlerinin tespit edilmesi ve türlerin
dağılımlarının ortaya konulması bu araştırmanın temel amacı olarak belirlenmiştir.
Larva - pupa örnekleri, göl, gölet, akarsu atık su çukurları gibi doğal ya da yapay, kalıcı ya da geçici, kırsal ya da
kentsel sivrisinek üreme alanlarından standart larva kepçeleri ve larva pipetleri ile toplanmıştır. Ergin
sivrisinekler, CDC ışık tuzakları, yumurtlama tuzakları, insanlı ve hayvanlı cibinlik tuzakları kullanılarak
yakalanmıştır. Elde edilen örnekler morfolojik ve moleküler sistematik yöntemlerle teşhis edilmiştir.
Projenin alanının üreme habitatlarında yapılan örnekleme çalışmalarında araştırma genelinde 255 habitattan
Aedes vexans, An. claviger, An. hyrcanus, An. sacharovi, An. superpictus, An. plumbesus, Culex hortensis, Cx.
mimeticus, Cx. laticinctus, Cx. pipiens, Cx. theileri, Culiseta annulata, Cs. longiareolata, Ochlerotatus caspius,
Oc. zammitii ve Uranotaenia ungiuculata türlerinin larva-pupa örneklemeleri yapılmıştır. Ergin örneklemeleri
kapsamında kullanılan yöntemlerden ışık tuzakları 125 lokalitede kullanılmış ve Aedes vexans, An. claviger, An.
hyrcanus, An. sacharovi, An. superpictus, Culex hortensis, Cx. laticinctus, Cx. pipiens, Cx. theileri, Cs.
longiareolata, Ochlerotatus caspius ve Oc. zammitii türleri tespit edilmiştir. İnsan tuzaklarıyla yapılan çalışmalar sadece belirli lokalitelerde gerçekleştirilebilmiş olup, yoğun olarak anthropofilik eğilimli türlerden Cx. theileri,
Oc. caspius ve Oc. zammitii türleri yakalanmıştır. Araştırma alanı kapsamında yapılan bu çalışmalar sonucunda
farklı alt bölgelerde yoğunlukları değişmekle birlikte Aedes vexans, An. claviger, An. hyrcanus, An. sacharovi,
An. superpictus, An. plumbesus, Culex hortensis, Cx. mimeticus, Cx. laticinctus, Cx. pipiens, Cx. theileri,
Culiseta annulata, Cs. longiareolata, Ochlerotatus caspius, Oc. zammitii, Oc. pulchritarsis ve Uranotaenia
ungiuculata olmak üzere 17 sivrisinek türünün tespiti yapılmıştır.
1. Araştırma alanında ülkemizin en önemli sıtma vektörü olan An. sacharovi türü ile birlikte sıtma vektörlüğü
yapabilen An. claviger ve An. superpictus türleri birçok lokalitede örneklenmiştir. 2. Ülkemizde kentsel
bölgelerde yapılan sivrisinek mücadelelerinde en çok çaba gerektiren tür olan Cx. pipiens’in hemen hemen her
alanımızda yoğun olarak tespiti yapılmıştır. 3. Araştırma alanının sahil hattında yoğun olarak örneklenen Oc.
zammitii türüne yönelik özel mücadele planlamaları yapılmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: SİVRİSİNEK, VEKTÖR, AYDIN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
369
AYDIN İLİNDE ZEYTİNYAĞI ÜRETİMİ ATIKLARINDAN ENERJİ ÜRETİMİ
Poster Bildiri / Saglik
Hasan Hüseyin ÖZTÜRK1, Cengiz KARACA2, Nusret MUTLU3, Bülent AYHAN4, Ümran ATAY5,
1ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ, 2MUSTAFA KEMAL ÜNİVERSİTESİ, 3GAP Bölge Kalkınma İdaresi
Başkanlığı, 4Adana Zirai Üretim İşletmesi Tarımsal Yayım Ve Hizmetiçi Eğitim Merkezi Müd, 5GAP
TARIMSAL ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ,
Bu çalışmada, Aydın ilindeki zeytinyağı üretim işletmelerinden arta kalan prina miktarı ve ısıl değerleri ilçelere
göre belirlenmiş, grafik ve haritalanarak incelenmiştir. Zeytinyağı üretim atıklarının enerji üretimi amacıyla
değerlendirilmesi için gerekli önerilerde bulunulmuştur. Aydın ilinde zeytinyağı üretim artıklarının enerji üretim
potansiyeline dikkate çekilerek, farkındalık yaratılması amaçlanmıştır.
Zeytinyağı üretim atıkları, zeytinyağı üretim endüstrisinin en önemli sorunlarından birisidir. Isıl değerleri yüksek
olan bu atıklar, enerji üretimi amacıyla değerlendirilebilir.
Aydın ilinde 2015 yılı verilerine göre, toplam 422 968 dekar alanda toplam 13 325 137 yağlık zeytin ağacı
bulunmaktadır. İlde yağlık zeytin üretimi 2015 yılı için toplam 120 154 tondur. Aydın illinde yağlık zeytin
verimi, ilçelere göre değişmekle birlikte, il ortalaması 13.53 kg’dır. Aydın ilinde, 2015 yılı Kasım ayı itibariyle,
toplam 179 adet zeytinyağı üretim işletmesi bulunmaktadır. İldeki toplam 17 ilçenin toplam atık miktarı yılda 90
070 ton düzeyindedir. Bu değerdeki atıkların toplam ısıl değeri ise 1 863 556 GJ değerine karşılık gelmektedir.
Ekonomik, sosyal ve çevresel sürdürülebilirlik bakımından, pirina ile çalışan bileşik ısı ve güç üretim
(kojenerasyon) sistemleri Aydın ilinin gelişmesi için etkin bir enerji üretim sistemi olarak gözükmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: AYDIN, ZEYTİN YAĞI ÜRETİMİ, PRİNA, ENERJİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
370
BADEM AĞAÇLARINDA BULUNAN THYSANOPTERA TAKIMINA AİT TÜRLER
Poster Bildiri / Tarim
Mehmet Fatih TOLGA1, Zeynep YOLDAŞ2,
1Zirai Mücadele Araştırma Esnt. Md. Bornova, İZMİR, 2Ege Üni. Ziraat Fak. Bitki Koruma Bölümü, Bornova,
İZMİR,
Türkiye’nin iklim özelliklerinin uygunluğu ile kuruyemiş taleplerinin artması sonucu büyük alanların
ağaçlandırılması amacıyla badem yetiştiriciliği artış göstermektedir. Ege Bölgesinde badem üretiminin en fazla
olduğu iller Manisa ve Muğla illeridir. Bu çalışmada badem üretiminin Ege Bölgesinde en fazla olduğu
Muğla’nın Datça, Fethiye, Seydikemer ve Manisa’nın Akhisar, Kula ilçelerinde badem ağaçlarında bulunan
böcek türlerin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Sürvey çalışmaları, 2014–2016 yıllarında ocak–kasım ayları arasında sürgün alma, darbe, göz ile inceleme gibi
yöntemler kullanılarak yürütülmüştür. Toplanan thrips örnekleri %70’lik alkol içinde bekletilerek muhafaza
edilmiştir. Çalışmanın yürütüldüğü ilçelerde Thysanoptera takımına bağlı Aeolothripidae familyasına ait
Aeolothrips collaris Priesner, Aeolothrips gloriosus Bagnall, Aeolothrips intermedius Bagnall, Aeolothrips
priesneri Knechtel, Phlaeothripidae familyasında ait Haplothrips distinguendus (Uzel) Haplothrips reuteri
(Karny), Thripidae familyasında ait Taeniothrips inconsequens (Uzel), Thrips angusticeps Uzel, Thrips major
Uzel, Thrips meridionalis (Priesner), Thrips tabaci Lindeman türleri saptanmıştır.
Saptanan bu türlerden H. distinguendus, H. reuteri, T. inconsequens, T. major, T. meridionalis, T. tabaci’nin
badem alanlarında beslendiği ilk defa bu çalışma ile ortaya konulmuştur. Tüm ilçelerden alınan çiçek örnekleri
içinde ve üzerinde thrips türlerinin nimf ve erginleri yakalanmıştır. Mikroskop altında incelenen bitki örneklerinin çiçek sapı ve çiçek tablası doku içinden T. inconsequens’in nimflerinin çıkış yaptığı, ilk çıkan
bireylerin hareketli ve çiçek içine geçiş yaptığı görülmüştür. Datça ilçesinde A. gloriosus, Fethiye ve Seydikemer
ilçelerinde T. major, T. meridionalis, Akhisar ilçesinde A. gloriosus, A. intermedius, A. priesneri, H.
distinguendus, H. reuteri, T. angusticeps, Kula ilçesinde A. collaris, A. priesneri türleri belirlenmiştir. T.
inconsequens ve T. tabaci ise tüm ilçelerden toplanan çiçekler içinde saptanmıştır. A. collaris, A. gloriosus, A.
intermedius türleri avcı türler olarak tespit edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: THYSANOPTERA, AEOLOTHRİPİDAE, PHLAEOTHRİPİDAE, THRİPİDAE,
BADEM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
371
BAĞDA YAPRAKPİRELERİ [ASYMMETRASCA DECEDENS (PAOLİ) VE EMPOASCA
DECİPİENS PAOLİ (HOMOPTERA: CİCCADELLİDAE)]’ İN MÜCADELESİ VE
YAŞANAN SORUNLAR
Poster Bildiri / Tarim
Esra ALBAZ1, Nurdan GÜNGÖR SAVAŞ1,
1Manisa Bağcılık Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü,
Bağda mücadeleyi gerektirecek pek çok zararlı bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi de son yıllarda yüksek
popülasyonlarda görülen özellikle salamuralık yaprak yetiştiriciliği yapan üreticiler açısından önemli ekonomik kayıplara neden olan yaprakpireleri (Asymmetrasca decedens (Paoli) ve Empoasca decipiens Paoli (Homoptera:
Ciccadellidae)’dir. Bu türlerin baskı altına alınmasında doğal düşmanlar yeterince etkili olamamakta,
popülasyonların yoğun olduğu dönemde insektisit uygulamalarına ihtiyaç duyulmaktadır. Türkiye’de bağ
alanlarında yaprakpiresi türleri ve bağın fenolojisine bağlı olarak popülasyon değişimleri, üretimi yapılan
çeşitlerde veya denenen genotiplerin, yaprakpirelerine karşı reaksiyonu konusunda oldukça sınırlı bilgiler
bulunmaktadır.
Manisa Bağcılık Araştırma Enstitüsü Manisa Merkez ve Alaşehir Sultani Çekirdeksiz deneme parsellerinde
yürütülen popülasyon takibi ve uygulanan mücadele yöntemleri ile doğru zamanda doğru yöntemlerle mücadele
edilmediği taktirde popülasyon seviyelerinin çok yükseldiği ve mücadelenin zorlaştığı tespit edilmiştir. Aynı
zamanda zararlıya karşı kimyasal mücadele de ruhsatlı etkili maddenin olmayışı ve uygulanan farklı pestisitlerin
oluşturduğu kalıntı sorunları zararlıyla mücadele de sorunlara neden olmaktadır.
Hazırlanan bu çalışmada çiftçi düzeyinde yaşanılan sorunlar ele alınmış ve uygulanan bazı insektisitlerin
etkinlikleri incelenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: ASMA, YAPRAKPİRELERİ, POPÜLASYON DEĞİŞİMLERİ, MÜCADELE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
372
BAKLAGİLLER ÖNEMLİ ANTİOKSİDAN KAYNAĞI MIDIR?
Poster Bildiri / Tarim
MERVE BEZMEN1, HATİCE BOZOĞLU2,
1ONDOIKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ, 2ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ
ZİRAAT FAKÜLTESİ TBB,
Bu çalışma, bitkiler alemi içerisinde büyük bir grubu oluşturan ve beslenmede önemli bir yere sahip olan protein
bitkileri baklagillerin yapılmış çalışmalar incelenerek antioksidan kaynağı olarak kullanılıp kullanılamayacağı ile
ilgilidir.
Baklagiller, yüksek protein, sindirilebilen/sindirilemeyen karbonhidratlar, polifenoller gibi değerli besin
karakteristiği ve düşük maliyeti nedeniyle tüketici tarafından tercih edilen gıdalardır. Tohumlarının
bulundurduğu dirençli nişasta, lif; sindirilemeyen lifler nedeniyle tokluk kan şekerini yavaş arttırdığını gösteren
bilimsel çalışmalar bulunmaktadır. Bununla birlikte, sağlık üzerine olumlu etkileri olan, doğal antioksidan ve
biyoaktif karbonhidratlar gibi fitokimyasalları bünyesinde barındırmaktadır. Türkiye'nin başlıca üreticilerinden
olduğu mercimek, yüksek protein miktarının yanında, çeşitli biyoaktif bileşenler de bulundurmaktadır. Nohut da
mercimek gibi protein ve diyet lifi açısından zengin bir baklagildir ve serbest halde biochanin gibi isoflavonları
ve ona bağlı bileşikleri diğer bileşenlere oranla daha fazla bulundurmaktadır. Bunların yabani türlerinde yapılan
çalışmalarda, yüksek fenolik içeriğe ve antioksidan aktivitesine rastlanmıştır.
Baklagillerin birçoğunun orjin merkezinin ülkemiz olması ve mutfak kültüründeki yerini de dikkate aldığımızda
diyetlerimizde, tarımsal faydaları nedeniyle tarımı sistemlerimizde vazgeçmememiz gereken ve üzerinde
araştırmalara yapılması gereken bitkilerdir.
ANAHTAR KELİMELER: BAKLAGİL, ANTİOKSİDAN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
373
BAKTERİYEL VAJİNOZİS TEDAVİSİNDE PROBİYOTİK KULLANIMI
Poster Bildiri / Beslenme
Duygu KAYA BİLECENOĞLU1, Esma ANIL2,
1Adnan Menderes Üniversitesi, 2AYDIN KADIN DOĞUM VE ÇOCUK HASTALIKLARI HASTANESİ,
Bu derlemenin amacı, probiyotiklerin bakteriyel vajinozis tedavisindeki yeri ve nükslerin önlenmesindeki
etkinliğini araştırmaktır.
Vajinal mikrobiyota sağlıklı bir vajinal durumun sürdürülmesinde ve sonuç olarak ürogenital enfeksiyonların
önlenmesinde son derece önemli bir role sahiptir. Cinsel bulaşmadan kaynaklanan ürogenital enfeksiyonlar,
maya vajiniti ve bakteriyel vajinozisten etkilenen kadınların sayısı her yıl artmakta ve önemli bir tıbbi sorun
olmaya devam etmektedir. Ürogenital enfeksiyonlar antibiyotik kullanılarak tedavi edilir. Antimikrobiyal tedavi
genellikle bu enfeksiyonların giderilmesinde etkili olmakla birlikte, hala yüksek bir yineleme insidansı
mevcuttur. Bu durum bilim dünyasını alternatif tedavi yöntemlerini araştırmaya yöneltmiş ve probiyotiklerin
çeşitli ürogenital enfeksiyonların tedavisinde ve önlenmesinde oldukça etkili olduğu bulunmuştur. Günümüzde
Lactobacillus başta olmak üzere probiyotiklerin, çeşitli antibakteriyel bileşiklerin üretimini sağladığı ve farklı
mekanizmalar yoluyla potansiyel patojenlere karşı kritik bir savunma hattı oluşturduğu bilinmektedir.
Kadınlarda vajinal mikrobiyota enfeksiyon riskini artıran çeşitli fizyolojik faktörlerden sıklıkla etkilenmekte ve
bunun sonucunda gerek üreme gerekse gebelik ve bebek sağlığı üzerinde olumlu ve olumsuz sonuçları
olmaktadır. Sağlıklı bir kadının vajinal florasında Lactobaciller baskın cinslerdir. Laktobasil probiyotikler,
patojenlerin büyümesini engeller ve vajinal sağlığın korunmasına izin veren doğal antimikrobiyal maddeler
üretir. Mikrobiyotadaki denge faydalı bakteriler yönünde bozulup patojen mikroorganizmalarda artış meydana gelirse bakteriyel vajinozis başta olmak üzere çeşitli ürogenital enfeksiyonlar görülür. Son yıllarda yapılan pek
çok çalışma göstermiştir ki; ürogenital enfeksiyonları önlemek ve hatta tedavi etmek için probiyotiklerin
kullanımı antibiyotik tedavisine mükemmel bir alternatiftir.
Sonuç olarak lactobacillus probiyotiklerinin kullanımı, yaygın görülen BV gibi ürogenital enfeksiyonların tedavisi ve tekrarının önlenmesinde umut verici ve güvenli, yan etkisiz bir seçim olduğu, bilimsel çalışmalarla
desteklenmektedir. Bununla birlikte, Lactobacillus rhamnosus suşlarının hastalara uygulanmasının, vajinal
mikrobiyotada uzun süreli kalıcı fizyolojik denge sağlanmasında etkili olup olmadığını belirlemek için, daha
uzun süren klinik deneylere ihtiyaç vardır. Yine de kadınlara probiyotik gıdaları tüketmelerini önermek sadece
BV'yi tedavi etmek için değil, aynı zamanda probiyotiklerin diğer sağlık yararlarından da faydalanılması
açısından katkı sağlayacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: BAKTERİYEL VAJİNOZİS, PROBİYOTİK. LACTOBACİLLUS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
374
BALIK VE BALIK ÜRÜNLERİNDE BULUNAN ÖNEMLİ GIDA KAYNAKLI PATOJENLER
Poster Bildiri / Gida
Dilek KESKİN1, Birsen KIRIM2,
1Adnan Menderes Universitesi Kosk Meslek Yüksekokulu Aydin, TURKİYE, 2Adnan Menderes Universitesi,
Ziraat Fakültesi, Su Ürünleri Bölümü,
Bu derlemede, balık ve balık ürünlerinde yaygın olarak kullanılan bakteriyel patojenler hakkındaki son bilgileri
sunduk.
Balık, hayvansal ürünler arasında oldukça besin değeri yüksek bir gıdadır. Balık ve balık ürünleri, özellikle çiğ
veya az pişmiş balık ve balık ürünleri tüketildiğinde, insanlarda görülen hastalıklarla ilişkilidir. Balıklarda insan
patojeni bakteriler de dahil olmak üzere farklı bakteri türlerinin varlığı, kontamine suyla ve sedimentle teması
veya bakterilerle kontamine yemlerle balıkların beslenmesine bağlanabilir. Bu nedenle, balıklarda tespit edilen
bakteriler, sucul ortamların hijyeni ve güvenliğini yansıtmaktadır.
Kontamine çiğ et ve balık, gıda kaynaklı hastalıkların oluşmasına zemin hazırlar. Balık derisinde bulunan
bakterilerin, kontamine suda bulunanlarla genellikle aynı olduğu kabul edilir. Bu bakteriler ise şunlardır;
Aeromonas (Aeromonas hydrophila, A. caviae, A. jandaei, A. veronii, A. bestiarum, A. schubertii,), Proteus
spp., Flexibacter spp., Moraxella spp., Providencia spp., Psychrobacter spp., Pseudomonas fluorescens,
Escherichia coli, Micrococcus luteus, Acinetobacter johnsonii, Alcaligenes piechaudii, Enterobacter aerogenes,
ve Vibrio fluvialis’dir.
Balık genellikle Clostridium botulinum, Salmonella,., Yersinia spp. Listeria monocytogenes ve çevredeki suyun
mikroflorasını yansıtan Vibrio spp. gibi gıda kaynaklı patojenlerle kontamine olur. Balıkların doğal yaşam
alanlarının kirlenmesi sadece balık stoklarının sağlığını etkilemez, aynı zamanda balık ve balık ürünleri insan
patojenik bakterilerin potansiyel kaynağı olarak halk sağlığınıda etkiler. Bu derlemede, akuatik ortamlar, Vibrio
spp., Yersinia spp., patojen Salmonella serovars, Listeria monocytogenes ve Clostridium botulinum'a neden olan
insan gıda kaynaklı hastalıklarla ilgili beş farlı bakteri türünün özelliklerini tartıştık.
ANAHTAR KELİMELER: : BALIK, GIDA KAYNAKLI, BAKTERİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
375
BAZI DAYANIKLILIK TEŞVİK EDİCİ KİMYASALLARIN İN VİTRO KOŞULLARDA
PHOMA TRACHEİPHİLA (KANC. & GHİK.) ÜZERİNE ETKİLERİ
Poster Bildiri / Tarim
Selda KOZAK ÖZDEMİR1, Ali ERKILIÇ1,
1Çukurova Üniversitesi,
Phoma trachephila (Kanc. & Ghik.)’nın neden olduğu uçkurutan (Mal secco), Akdeniz bölgesinde limon
yetiştiriciliği yapılan alanlarda limon ağaçlarının en önemli hastalığıdır (Anonymous, 2007). Bu patojenin
ülkemizde de benzer şekilde limonlarda ağaç ve verim kayıplarına neden olduğu bildirilmiştir (Akteke, 1979;
Dinç ve ark., 1980; Erkılıç ve Çınar, 1988). Phoma tracheiphila’ya karşı herhangi bir kimyasal mücadele
yapılamamaktadır. Bu sorun hastalığın yayılışında en önemli etken olmaktadır. Bu bağlamda, bitkilerde dayanıklılık teşvik edici özelliği bilinen Acibenzolor S-Methyl (ASM), DL-ß-amino-n-butyric asit (BABA),
Fosetyl- Al ve Salisilik asit (SA) kimyasallarının in vitro ortamda Phoma tracheiphila’nın miseliyal gelişimine
olan etkilerinin belirlenmesi amacıyla bir çalışma yürütülmüştür. Çalışmada bu kimyasalların 0, 100, 200, 300,
400, 500, 600, 700, 800, 900, 1000 ppm konsantrasyonları denenmiştir.
Elde edilen verilere göre, ASM uygulaması Phoma tracheiphila’nın miseliyal gelişimini %2 ve %21,6 arasında
değişen oranlarda azaltmıştır. Engelleyici etkinin artan dozlarla birlikte doğru orantılı olarak arttığı görülmüştür.
BABA uygulaması ise, sadece 900 ve 1000 ppm dozlarında sırasıyla % 17,6 ve %20,3 oranlarında patojenin
gelişimini engellemiştir. Fosetyl- Al, çalışmada kullanılan dayanıklılık teşvik ediciler arasında en etkili kimyasal
olarak bulunmuştur. Patojen üzerindeki azaltıcı etkisi 100 ppm konsantrasyonda bile % 70,3 olmuştur. Bu
kimyasal, 600 ppm’ den sonra patojenin gelişimini tamamen durdurmuştur. Çalışmada kullanılan diğer bir
dayanıklılık teşvik edici olan SA, farklı konsantrasyonlarda istatistiksel olarak farklı etkiler göstermiştir. Bu etki
%6,1 ile%51,9 arasında değişen oranlarda ölçülmüştür.
Sonuç olarak, in vitro koşullarda Fosetyl – Al uygulamasının Phoma tracheiphila üzerindeki etkisi başarılı olarak
bulunmuştur. Bu kimyasalın, limon bahçelerinde kültürel önlemler ile birlikte entegre olarak uygulanmasının
Uçkurutan hastalığının önlenmesinde olumlu sonuçlar doğuracağı görülmüştür.
ANAHTAR KELİMELER: PHOMA TRACHEİPHİLA, ACİBENZOLAR S-METHYL (ASM), DL-B-
AMİNO-N-BUTRYİC ASİT (BABA),FOSETYL- AL, SALİSİLİK ASİT (SA)
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
376
BAZI DYTİSCİDAE (COLEOPTERA) TÜRLERİNDE AĞIR ELEMENT
KONTAMİNASYONU
Poster Bildiri / Cevre
ZEYNEP AYDOĞAN1, MUSTAFA CEMAL DARILMAZ2, ÜMİT İNCEKARA1, ALİ GÜROL1,
1ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ, 2AKSARAY ÜNİVERSİTESİ,
Bir ortamdaki ağır element seviyesi bölgeden bölgeye, türden türe değişebilir. Antropojenik aktiviteler ve
ortamın doğal yapısı bir çevrenin element miktarını oluşturur. Genellikle insan aktiviteleri, bazen de doğal
olaylar bu seviyeyi etkileyebilir. Bu çalışmanın amacı, Afyon (Çayıryazı Gölü) ve Aydın (Azap Gölü) illerinden
toplanan iki farklı Ditiscid türünde ağır element birikim seviyesini araştırmak, bu elde edilen değerlere
antropojenik katkının olup olmadığını değerlendirmek.
İki farklı ditiscid türü (Cybister tripunctatus (Olivier 1795) ve Colymbetes fuscus (Linnaeus 1758)) çalışma
alanından toplandı. Elde edilen bu ditiscid türlerindeki ağır element miktarı Enerji Ayrışımlı X ışını Flouresan
Spektrometresi (EDXRF) ile ölçüldü. Her iki türde de 16 element farklı konsantrasyonlarda ölçüldü. Colymbetes
fuscus 16 ağır elementi Cybister tripunctatus türüne göre daha yüksek konsantrasyonda biriktirdi. Dolayısıyla
Azap gölü Çayıryazı gölüne göre daha fazla kirlidir.
Bu çalışmada Colymbetes fuscus 16 ağır elementi Cybister tripunctatus türüne göre daha yüksek
konsantrasyonda biriktirdi. Bu böcekte yüksek konsantrasyonda element birikimi besin zinciri ve nihayetinde
insan için risk oluşturmaktadır. Azap gölü Çayıryazı gölüne göre daha fazla kirli olduğu sonucuna varılabilir. Muhtemel kirliliğe ilaveten çalışma alanının jeolojik durumu pH, tuzluluk gibi fiziksel durumu da göz önünde
bulundurulmalıdır. Azap gölü sahip olduğu balık türleri geçici ve sürekli kuş türleri ve böcek türleri ile zengin
bir çeşitliliğe sahiptir. Zengin biyoçeşitliliğe sahip olması nedeniyle bu göl koruma altına alınmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: AĞIR ELEMENT, DYTİSCİDAE, EKOSİSTEM SAĞLIĞI, İNSAN ETKİSİ.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
377
BESLENME VE GIDA ENDÜSTRİSİ ALANLARINDA NANOTEKNOLOJİK
UYGULAMALAR
Poster Bildiri / Saglik
Reyhan İRKİN1, TR35140 2,
1İzmir Demokrasi Üniversitesi,
Nanoteknoloji; atomik ve moleküler skalada maddelerin çalışılmasıdır. Aynı zamanda en az bir karakteristik
boyutunun nanometre düzeyinde ölçülerek maddenin atomik ve moleküler skalada kontrolü anlamına
gelmektedir. Skala 1 ile 100 nm boyutlarında değişmekte, mekanikten sağlık alanına dek yeni araç ve tekniklerin
geliştirilmesini kapsamaktadır. Gıda takviyeleri için nanoteknoloji uygulaması diğer alışılagelmiş yöntemlerden
daha fazla önem taşımaktadır, çünkü besin maddeleri boyutlarından ötürü insan hücreleri içerisinde daha kolay reaktif hale gelmektedirler. Yeni ürün gelişimi ve uygulamaları için nanoteknoloji uygulaması endüstriyel
sektörler için iyi bir potansiyeldir.
Gıda zincirinin farklı aşamalarında, beslenme ve sağlığa destek sağlamak bakımından, yeni gıda
formülasyonlarını oluşturmak ve üretim, işleme sırasında gıdaların mikrobiyal kalitesinin geliştirilmesi bakımından nanoteknolojik uygulamalar önem taşımaktadır. Meyve, sebze, tahıllar ve balıklar temel beslenme
açısından temel bileşikler içermektedirler, örneğin domateslerde likopen, balıklarda omega-3 yağ asitleri ve
tahıllarda çözünebilir lif kaynakları bulunmaktadır. Özel koşullar altında üretim sırasında fonksiyonel bileşikler
ile zenginleştirme teknikleri de bu alanda göze çarpmaktadır, örneğin; β-karotence zenginleştirilmiş pirinç,
vitamince zenginleştirilmiş brokoli ve soya fasülyesi gibi.
Nanogıdaların geliştirilmesi ile kalite, güvenilirlik ve besin değerlerinde artış ile birlikte maliyetler
azalabilecektir. Bu derlemede beslenme ve gıda endüstirisi alanlarında nanoteknolojik uygulamalardan
bahsedilecektir.
ANAHTAR KELİMELER: NANOTEKNOLOJİ, BESLENME, DOĞAL BİLEŞİKLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
378
BİBER ÇEŞİTLERİNDE OSMOPRIMING (%1’LİK KNO3) UYGULAMASININ GÜÇ
TESTLERİNDEKİ PERFORMANSLARINA ETKİSİ
Poster Bildiri / Tarim
BURCU BEGÜM KENANOĞLU1, EMİNE SEDA KOPTUR1,
1UŞAK ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışmada, biber (Capsicum annuum L.) türüne ait depolanmış farklı çeşitlerde osmopriming uygulamasının
güç testlerindeki performanslarına etkisini belirlemek amacıyla Uşak Üniversitesi Ziraat ve Doğa Bilimleri
Fakültesine ait araştırma laboratuarında 2017-2018 yılları arasında yürütülmüştür.
Çorbacı, Çarliston, Kandil dolma ve Yağlık çeşitlerinde çimlenme oranı ve zamanı, hızlı yaşlandırma (HYT,
41ºC, 24 ve 72 saat, %100 nispi nem), kontrollü bozulma (KBT, 45ºC, %18 ve 24 nem, 24 ve 72 saat),
elektriksel kondaktivite testi (24, 48 ve 72 saat) ve fide çıkış testi (25 0C’de 21 gün) uygulanmıştır. HYT ve
KBT’nin sonuçları farklı priming uygulamaları ile çeşitlere göre değişen sonuçlar göstermiştir. %1 'lik KNO3
tuz solüsyonu ile 25 C 0’de 6,12 ve 24 saat süre ile yapılan osmopriming uygulamaları depolanmış ve güç
testleri ile fizyolojik olarak zorlanmış tohumlarda farklı etkiler yaratmıştır. Biber çeşitlerine ait tohum partilerimizde 24 saat KNO3 tuz solüsyonları ile priming, kontrollü bozulma uygulamasında %18 ve %24 nem
seviyesine getirilen tohumlarda toplam çimlenme oranı en yüksek çarliston ve kandil dolma çeşitlerinde elde
edilmiştir
Genel olarak çeşitleri karşılaştırdığımızda Çorbacı en yüksek, Yağlık ise en düşük canlılığı göstermiştir. Yapılan priming uygulamaları ile güç testi sonuçları yükselmiş, anormalite azalmıştır. Sonuç olarak yaşlı biber
tohumlarının yapılan priming ve güç test uygulamaları ile canlılık ve fide performansları belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: BİBER, OSMOPRİMİNG, GÜÇ TESTLERİ, FİDE KALİTESİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
379
BİR YERALTI KAPALI OTOPARK’INDA PCB SEVİYELERİNİN BELİRLENMESİ
Poster Bildiri / Gida
Hepsen Bahar AKYILDIZ1, Demet ARSLANBAŞ2,
1Kocaeli Üniversitesi , 2Kocaeli Üniversitesi ,
Otoparklar modernlesen dunyayla birlikte sehirlerin planlanmasında önemli bir yer almakta ve ozellikle trafik
kaynaklı kirlilik gostergesi olarak önem kazanmaktadır. Poliklorlu bifeniller, atık veya halen kullanılmakta olan
malzemelerden doğaya salınmaktadır. En önemli özellikleri doğada kolay bozunmadığından kalıcı olmalarıdır ve
insan sağlığı üzerine çok ciddi etkileri bulunmaktadır.Bu calısmada amaç 3 katlı kapalı otoparktan alınan toz
orneklerinde PCB kirletici seviyeleri belirlemektir.
Her katından kompozit olarak alınan ornekler temizleme ve on zenginlestirme islemlerinden gecirilerek GC-MS
cihazında analiz edilmistir. Temizleme işlemi ile hazır hale getirilen örnekler , PCB izomer derişimlerinin
belirlenmesi amacıyla EI modu olan GC-MS (Agilent Technologies 5977A-7890B) kütle spektrometre cihazında
analiz edilmiştir. Cihazda DB-5HT kapiler kolon (15 m × 0,25mm i.d., 0,10 μm film kalınlığı, J&W Scientific)
kullanılmıştır. Cihazın PCB izomerleri için kalibrasyonu 15 hedef PCB mix karışımı (Accusstandard) 2,2’,5-
TriCB (PCB 18), 2,2,3’-TriCB (PCB 20), 2,4,4’-TriCB (PCB 28), 2,4’,5-TriCB (PCB 31), 2,2’,3,5’-TetraCB
(PCB 44), 2,2’,5,5’-TetraCB (PCB 52), 2,2’,4,5,5’-PentaCB (PCB 101), 2,3,3,’4,4’-PentaCB (PCB 105), 2,2’,3,4, 4’, 5’- PentaCB (PCB 118), 2,3',4,4',5 -PentaCB (PCB 138), 2,2’,3,4’,5’,6-HexaCB (PCB 149),
2,2’,4,4’,5,5’-HexaCB (PCB 153), 2,2’,3,3’,4,4’,5-HexaCB (PCB 170), 2,2’,3,4,4’,5,5’-HeptaCB (PCB 180),
2,2’,3,3’,4,4,5,5’-OctaCB (PCB 194), ve geri kazanım (recovery) ve surrogate stadandartları için hazırlanmış
kalibrasyon çözelti karışımları ile yapılmıştır.
15 PCB izomerleri için toplam ortalama konsantrasyonlar 21,27 ng/g ile 52,19 ng/g arasında değişmektedir. PCB
28'in diğer PCB kirleticilerine göre 10 kat daha fazla çıktığı gözlemlenmiştir.
Otoparklardan elde edilen PCB sonuçları literatürden elde edilen yol tozu sonuçlarına göre yüksek
seviyelerdedir. Yollar bütün yönleri açık ve hava hareketlerinden etkilenen noktalar olduğundan kapalı bir ortama göre birikim daha az olmaktadır. Ayrıca Türkiye'de özellikle kamyonlarda kullanılan atık yağlardan elde
edilen mazotların yüksek PCB içerdiği daha önce yapılan çalışmalarda ortaya konmuştur. Bu çalışmada elde
edilen PCB konsantrasyonları da bu kaynakla ilişkilendirilebilir. Tüm bu veriler dikkate alındığında otopark
PCB değerlerinin yüksek olması beklenen bir durumdur.
ANAHTAR KELİMELER: OTOPARK, İÇORTAM,PCB
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
380
BİRA ATIĞINDAN LAKTOBASİLLUS PENTOSUS İLE LAKTİK ASİT ÜRETİMİ
Poster Bildiri / Gida
Aşkın Ece KESER1, Hatice KALKAN YILDIRIM1, Sakine AYHAN1,
1Ege Üniversitesi,
Laktik asit,farklı maddelerden glikozun hidrolizasyonu ile kimyasal yolla üretilebilmektedir. Genellikle bu
reaksiyonlar yüksek sıcaklık gibi ekstrem koşullar gerektirir ve çevresel problemlere neden olmaktadır. Bu
nedenle, biyodönüşüm ile daha düşük maliyet ve çevre dostu yöntemler ile üretimi teşvik edilmesi çok
önemlidir. Bu çalışmada, Laktobasillus pentosus ile bira mayşe atığından laktik asit üretimi değerlendirilmiştir.
Başlangıçta, kompleks bileşiklerin hidrolizi için, bira mayşe atığı %1,25 sülfirik asit (1:8 g/g) katı/sıvı oranı ile
seyreltildi. Biyodönüşüm Laktobasillus pentosus O157, Laktobasillus pentosus O18, Laktobasillus pentosus O19
gibi farklı suşlarla gerçekleştirilmiştir. En iyi fermantasyon koşulları olarak, pH 6.0; 96 saat/31 C ve %20 ksiloz
konsantrasyonuna olarak belirlenmiştir.
En yüksek laktik asit konsantrasyonu (22.4 g/L) Laktobasillus pentosus O18 ile fermantasyonun ikinci gününde
en yüksek verim %13,80 olarak üretildiği belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: BİRA ATIĞI, BİYODÖNÜŞÜM, LAKTİK ASİT, LAKTOBASİLLUS
PENTOSUS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
381
BİTKİSEL KÖKENLİ YEM KATKI MADDELERİNİN BAZI AKVARYUM BALIKLARININ
RENKLENMESİ ÜZERİNE ETKİLERİ
Poster Bildiri / Tarim
Onur KARADAL1, Derya GÜROY2,
1İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi, Yetiştiricilik Bölümü, 35620, Çiğli, İzmir,
Türkiye, 2Yalova Üniversitesi, Armutlu Meslek Yüksekokulu, Gıda İşleme Bölümü, 77500, Armutlu, Yalova, Türkiye,
Bu çalışmada, yemlerde kullanılan bitkisel kökenli doğal renklendiricilerin akvaryum balıklarının renklenmesi
üzerine olan etkileri sunulmuştur.
Akvaryum konusu genel anlamda bir hobi şeklinde ifade edilmesine rağmen dünyanın birçok ülkesinde önemli
bir sektör haline gelmiştir. Böylece, dünyanın hemen hemen tüm ülkelerini kapsayan büyük bir ithalat ve ihracat
mekanizması gelişmiştir. Renklenme, akvaryum balıklarındaki önemli fiziksel ve pazarlama parametrelerden
biridir. Balıklarda pigmentasyon, vücutlarına aldıkları besinler vasıtasıyla gerçekleşmekte olup, ürünün pazar
değerini arttıran unsurların başında gelmektedir. Yemsel yağ düzeyi, vitaminler, katkı maddeleri, akvaryum/tank renkleri, genetik faktörler, balık boyutu ve tür farklılıkları, balıklarda renklenmeyi etkileyen faktörler olarak
sıralanabilir. Yetiştiriciliği yapılan balık türlerinin renklenmesi, genelde yemlere ilave edilen sentetik ve doğal
renklendiriciler ile sağlanmaktadır. Balık yemlerinde renklendirme amacıyla sentetik olan astaksantin ve
kantaksantin gibi ürünlerin yanı sıra doğal bazı bitki türleri de yemlere katılarak kullanılmaktadır.
Doğada bulunan birçok tıbbi ve aromatik bitkinin, balık türlerinin sağlık parametreleri, üreme verimliliği,
büyüme performansı, deri rengi, vb. gibi fiziksel ve kimyasal koşulları üzerinde olumlu etkileri vardır. Doğal
olarak karotenoid kaynağı olan bitki türleri akvaryum balıklarının rengini iyileştirmektedir. Daha önce yapılan
çalışmalarda, Solanaceae, Asteraceae, Salviniaceae, Rosaceae, Bixaceae, Fabaceae ve Malvaceae gibi farklı
aromatik bitki ailelerinin bazı üyeleri egzotik balıkların renklenme özelliklerini geliştirmek için kullanılmıştır.
Kırmızı biberin (Capsicum annuum) sarı prenses (Labidochromis caeruleus), kadife çiçeğinin (Tagetes erecta)
kırmızı kılıçkuyruk (Xiphophorus helleri), azolanın (Azolla sp.) kırmızı plati (Xiphophorus maculatus), gül
yapraklarının (Rosa sp.) cüce gurami (Colisa lalia), anatto (Bixa orellana), şark yoncası (Medicago sativa) ve
kerkede bitkisinin (Hibiscus sabdariffa) japon balıkları (Carassius auratus) üzerine etkilerini araştıran bazı
uygulamalı çalışmalar yürütülmüştür.
Sonuç olarak, bitkisel kökenli pigment kaynaklarının akvaryum balıklarında renklenme üzerinde olumlu etkileri
olduğu söylenebilir.
ANAHTAR KELİMELER: PİGMENTASYON, KAROTENOİD, KATKI MADDESİ, AKVARYUM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
382
BİYOFİLM YAPıSı İLE MÜCADELEDE EDNA’NıN KULLANıMı
Poster Bildiri / Saglik
Burak GÜNEŞ1, Nefise AKÇELİK1, Mustafa AKÇELİK2,
1Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitüsü, 2Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü,
Mikroorganizmalar kendi ürettikleri hücre dışı polimerik bileşenlerle (EPS) kendilerine bir ortam oluştururlar ve
bu ortama gömülü halde yaşayabilirler. Bu şekilde bakterilerin abiyotik veya biyotik yüzeylere, kendi
oluşturdukları polimerik bileşenlerle tutunması sonucu oluşturdukları mikrobiyal topluluklara “biyofilm” denir.
Hücre dışı polimerik bileşenler sadece mikroorganizmaların biyotik ve abiyotik yüzeylere tutunarak biyofilm
yapılarını olgunlaştırmasında değil, aynı zamanda mikroorganizma topluluğunun besin iletiminde, atık
boşaltımında ve biyofilm yapılarının ve dolayısı ile mikroorganizmaların çevreden gelen mekanik ve kimyasal
streslere karşı korunmasında da etkin rol oynarlar. Çevresel stres faktörleri; mekanik ve kimyasal stresler,
radyasyon, antibiyotikler, metalik katyonlar, dezenfektanlar ve konak immün sistemi elemanları olabilmektedir. Böylesine organize, dayanıklı ve güçlü bir yapı olan biyofilmler; başta insan, hayvan ve çevre sağlığı olmak
üzere çok faklı tıbbi ve endüstriyel alanlarda çok ciddi sorunlara yol açmaktadır. Bu nedenle biyofilm oluşturma
yeteneğindeki mikroorganizmalarla mücadelede sürekli yeni yollar aranmakta ve bu mücadelede kullanılacak
ajanların çevre ve insan sağlığına olan zararının en düşük düzeye indirilmesine çalışılmaktadır. Yapılan
incelemeler sonucunda, hücre dışı DNA'nın (eDNA), biyofilm matrisinde bol miktarda bulunduğu
gözlemlenmiştir ve genetik bilgi taşımasının dışında önemli bir fonksiyonu olmayan bir hücre lizizi ürünü
olduğu varsayılmıştır. İlerleyen zamanlarda yapılan çalışmalar eDNA'nın birçok fonksiyona sahip olabileceğini
göstermiştir. eDNA’nın biyofilm yapısının kararlığında önemli bir rolünün olduğunun belirlenmesinin ardından
insan sağlığını tehdit eden biyofilm yapısı ile mücadelede hedef haline gelmiştir. Bu çalışmada eDNA hakkında
genel bilgiler ve biyofilm yapısı ile mücadelede nasıl hedef alındığı hakkında genel bilgiler yer almaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: BİYOFİLM, EDNA, DİRENÇ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
383
BORİK ASİT UYGULANMIŞ YEŞİL ÇAYLA MUAMELE EDİLEN MCF-7
HÜCRELERİNDE HSP 70 VE HSP 90’IN ANLATIMLARI ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA
Poster Bildiri / Saglik
Işıl SEZEKLER1, Melike ERSÖZ2, Ayşe KARATUĞ KAÇAR3, Zeynep Mine COŞKUN2,
1Marmara Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, İstanbul, 2İstanbul Bilim Üniversitesi, Fen
Edebiyat Fakültesi, Moleküler Biyoloji Ve Genetik Bölümü, İstanbul, 3İstanbul Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, İstanbul,
Kadınlarda görülen en yaygın kanser tiplerinden biri meme kanseridir. Yeşil çay (YÇ) medikal bir bitki olarak
yaygın bir kullanıma sahiptir. YÇ ve bileşenlerinin önemli anti-kanser özellikleri vardır. Borik asit bitki büyüme
ve gelişiminde temel element olan borun bir formudur. Borik asidin anti-proliferatif etki göstererek bazı kanser türlerinin riskini azaltıldığı bildirilmiştir. Çalışmanın amacı farklı konsantrasyonlarda borik asit uygulanan
YÇ’nin MCF-7 hücrelerinde ısı şoku proteini (Hsp) 70 ve Hsp 90 üzerine etkilerini incelemektir.
YÇ’nin yetiştirildiği toprağa 0 mg/m2, 100 mg/m2, 300 mg/m2 ve 500 mg/m2 borik asit sodyum tetraborat
tamponu içerisinde uygulandı. YÇ yaprakları toplandı, kurutuldu ve 40 dakika boyunca 80° C'de suda demlendi. Sitotoksisite MTT yöntemi ile analiz edildi. Hazırlanan YÇ ekstraktları (250 μg/ml) MCF-7 hücrelerine
uygulandı. Hsp 70 ve Hsp 90'ın mRNA ekspresyonları qRT-PZR ile Hsp 70 ve Hsp 90 protein seviyeleri
Western Blotting yöntemi ile saptandı.
100 ve 500 mg/m2 borik asit uygulanan YÇ ekstraktları MCF-7 hücrelerinde Hsp 90 mRNA ekspresyonunu, borik asit içermeyen YÇ ekstraktına göre arttırdı (sırasıyla p <0.05 ve p <0.01). Fakat borik asit uygulanmış YÇ
ekstraklarının ve borik asit içermeyen YÇ ekstraktının MCF-7 hücrelerindeki her iki protein seviyeleri arasında
herhangi bir değişiklik yoktu.
Bulgularımıza göre, MCF-7 hücrelerinde Hsp 70 ve Hsp 90'ın protein ekspresyonları, borik asit uygulanmış ve
uygulanmamış YÇ ekstraktları ile muamele sonucunda değişim göstermedi.
ANAHTAR KELİMELER: MCF-7 HÜCRE SOYU, ISI ŞOK PROTEİNLERİ, YEŞİL ÇAY, BORİK ASİT,
SİTOTOKSİSİTE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
384
BORİK ASİTİN VİBİRNUM TİNUS L. (CAPRİFOLİACEAE)' NİN IN VITRO POLEN TÜP
UZAMASI ÜZERİNE ETKİSİ
Poster Bildiri / Tarim
GAMZE KURTULUŞ1, ASLIHAN ÇETİNBAŞ GENÇ1, FATMA YANIK1, FİLİZ VARDAR1,
1MARMARA ÜNİVERSİTESİ,
Borik asit polen çimlenmesi ve polen tüpü uzamasında önemli rol oynamasına rağmen yüksek
konsantrasyonlarda tüp uzamasını inhibe edebilmektedir. Bu çalışmanın amacı Vibirnum tinus' ta polen tüpü
uzamasında farklı borik asit konsantrasyonlarının etkilerini incelemektir.
Polenler farklı konsantrasyonlarda borik asit (% 0.0, % 0.05 , % 0.1, % 0.2, % 0.3) ve % 20' lik sukroz içeren
Brewbaker çimlenme ortamında oda sıcaklığında çimlendirilmiştir. Polen tüp uzunlukları 1., 2. ve 3. saatte
ölçülmüştür. Düşük borik asit konsantrasyonu polen tüp uzamasını teşvik etmiştir. En uzun polen tüpleri % 0.1'
lik grupta gözlenmiştir. Ancak yüksek konsantrasyon polen tüp uzamasını inhibe etmiştir. 1. saatten sonra tüp
anormallikleri görülmüş ve anormalliklerin sayısı 2. ve 3. saatin sonunda artış göstermiştir. En az tüp anormalliği
tüm uygulama saatlerinde % 0.1' lik grupta gözlenmiştir. Ayrıca % 0.2 ve 0.3'lük gruplarda özellikle 3. saatin
sonunda çok sayıda kalloz tıpa gözlenmiştir.
Yüksek borik asit konsantrasyonu Vibirnum tinus' da polen tüp uzamasını inhibe etmiş ve polen tüplerinde
anormalliklere neden olmuştur.
ANAHTAR KELİMELER: BORİK ASİT, POLEN, POLEN TÜPÜ, VİBİRNUM TİNUS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
385
CALRETİCULİN GENİ KULLANARAK MELOİDOGYNE TÜRLERİNDE MOLEKÜLER
FİLOGENETİĞİ
Poster Bildiri / Tarim
Refik BOZBUGA1, Pakize GÖK GÜLER1, Halil TOKTAY2, Mustafa IMREN3,
1Biological Control Research Institute, Adana, Turkey, 2Ömer Halisdemir University, Faculty Of Agriculture
And Technologies, Department Of Plant Production And Technologies, Nigde, Turkey, 33Abant Izzet Baysal University, Faculty Of Agriculture And Natural Sciences, Plant Protection Department, Nigde, Turkey,
Bitki paraziti nematodlar içerisinde yer alan, Meloidogyne cinsi içerisinde bulunan kök ur nematodları en önemli
bitki paraziti türleri olup birçok bitki grubunda zarar oluşturmaktadırlar. Calreticulin çok fonksiyonlu bir protein
olup birçok hayvan paraziti ve bitki paraziti nematotlarının da içinde olduğu parazitizimde, bağışıklıkta, üreme ve patojenisitede önemli roller oynamaktadır. Dünyada yüzden fazla Meloidogyne türü belirlenmiş
durumdayken, Türkiye’de çok az Meloidogyne türü belirlenmiştir. Bu türlerin genetik benzerliklerinin analizi
önem taşımakta olup bu türler arasındaki benzerlik analizlerinde Calreticulin geni de kullanılabilmektedir. Ancak
bu benzerlik tam olarak anlaşılamamıştır. Bu amaçla, Meloidogyne türleri arasındaki akrabalık analizi için
calreticulin geni kullanılmıştır.
Gen sekansları NCBI’de var olan datalardan alınmıştır. Dendogramlar bu dataların Mega 7 programında
Maksimum Likelihood yönteminin kullanılmasıyla oluşturulmuştur.
Çalışma sonucunda, Meloidogyne hispanica, M. arenaria and M. javanica türlerinin ileri ve birbirleri ile benzer yapıya sahip oldukları belirlenmiştir. M. graminicola, M. hapla ve M. entrolobii’nin ise ilkel türler oldukları
belirlenmiştir.
Çalışma sonucundaki veriler ilerideki yapılacak genetik akrabalık çalışmalarına katkıda bulunabilecektir.
ANAHTAR KELİMELER: MELOİDOGYNE, CALRETİCULİN GENE, MOLECULAR PHYLOGENY
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
386
COLİFORM GRUBU, HETEROFERMENTATİF BACTERİLRİN NEDEN OLDUĞU ERKEN
ŞİŞME PROBLEMLERİNİN TANIMLANMASI VE ÇÖZÜMÜ İÇİN ÖNERİLER
Poster Bildiri / Gida
Ufuk EREN VAPUR1,
1Nİişantaşı Üniversitesi, Gastronomi Ve Mutfak Sanatları Bölümü, İstanbul, Türkiye,
Erken şişme , peynirin işlenmesi ve olgunlaşma sırasında ortaya çıkabilecek ciddi mikroorganizmaların sebep
olduğu bir kusurdur ve süt endüstrisi üzerinde de ekonomik bir etkiye sahip olmaya devam etmektedir. Süt ve
üretim sürecinde peynire bulaşan koliform bakteriler, özellikle Enterobacter türleri, sütte ve taze peynirde
asitliğin çok yavaş geliştiği hallerde gaz üretirler. Oluşan bu gazlar peynirin iç bölümlerinde birikir. Belirli
derecede esnek olan teleme gazın oluşturduğu basınca direnç gösterir ancak basınç arttıkça direnç azalır ve gaz kitleyi delerek uzaklaşır ve peynirde gözlerin oluşmasına sebep olur. Gaz peynirlerde deliklere, çatlaklara,
yarıklara veya çatlaklara neden olur. Bu açıklıkların büyüklüğü ve doğası üzerine üretilen gazın hacmi ve türü
(CO2 veya H2; H2 özellikle peynirde düşük çözünürlük özelliği), peynir dokusu gibi özelliklerin ve sıcaklığa
bağlı gazın peynir içindeki çözünürlüğünün ve oluşan basınçın pıhtı üzerindeki etkisinden etkilenir. Koliformlar,
mayalar veya laktik asit bakterileri nedeniyle oluşan erken gaz oluşum kusurunu (24-48 saat) önlemek için
alınması gerekli önlemler ise sağım ve peynir üretimi sırasında uygun hijyen uygulamalarına başvurmak, sütün
pastörizasyonunu, post pastörizasyon uygulamaları ile kontaminasyonunu önlenmesi, aktif starter kültürlerin
kullanımını ve koruyucunun kullanımını içerir. Bu nedenle son yıllarda sunulan peynirde özellikle beyaz peynir,
yarı sert peyniri ve sert peynirlerde, bu sorunun nedenlerine ve bunu önlemek için alınacak önlemlere bakmakta
yarar vardır. Bu makalede böyle bir sorun ele alınmak istenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: ERKEN ŞİŞME, SERT -YARI SERT PEYNİR, BEYAZ PEYNİR
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
387
COMPARATIVE MICROMORPHOLOGICAL INVESTIGATION OF SPECIES OF GENUS
POLYGALA L., GROWING ON THE TERRITORY OF THE NORTHERN CAUCASUS (P.
ALPİCOLA RUPR. AND P. CAUCASİCA L.)
Poster Bildiri / Tarim
İRİNA TELİTSYNA1, Valeria SHVANOVA2, Mihail GALKİN1, Fatima SEREBRYANAYA1, Elena
BEZRODNOVA1, Ludmila ELİSEEVA1, Yulia SOROMİTKO1,
1PYATİGORSK MEDİCAL PHARMACEUTİCAL İNSTİTUTE, PYATİGORSK, RUSSİA, 2Botanical institute
of V. L. Komarov, St. Petersburg, Russia,
On the territory of Caucasus about 27-30 species of genus of Polygala L. are distributed, for the Northern
Caucasus we can find about 9 species. The aim of our research is studying of anatomical structure of two most
common species of genus in the North Caucasus: P.alpicola and P. caucasica.
The material for this investigation was brought by F. K. Serebryanaya during expedition across Bezengi rift. Using the method of serial cross-sections of a stem and of research of epidermis of a leaf, we find out the
following anatomical features of the stem and leaf structure of spices researched. Storage parenchymatic cells of
the stem of P. caucasica consists of alive thin-sided rectangular extended cells; the layer is much more thinner,
than P. alpicola. Pericycle is represented by fibers as whole ring, organized cells are polymorphic, thick-sided,
there is a tendention of increasing of thickness of the side from below to upper level P. caucasica's pericycle is
located as a whole ring, which is cut by cells of reserving parenchyma, tissue is tight, organized cells are thick-
sided, which are set in 2 layers principally. Phloem parenchym of P. alpicola is represented by thin-sided
parenchymatic cells, which are friable, at the same time as P. caucasica's cells of phloem parenchym are much
more large, rectangular and tight situated. P. alpicola's pith consists of large organized thin-sided oval and round
cells. There is a cavity in the centre, filled with air, the size of this cavity is getting smaller from below to upper
level. There is no cavity in the inflorescence zone. The investigation of leaf epidermis in P. caucasica has curved anticlinal cell walls of epidermal cells, almost rectangular type, in comparison with round cells of P. alpicola
with evident curved sides.
To the conclusion, this anatomical features of structure of vegetative organs of P. alpicola and P. caucasica, as
well as a situation of storage parenchyms, structure of pericycle and phloem parenchym, pith structure,
epidermal cells, all this above represents a great interest in systematics of Polygala species.
ANAHTAR KELİMELER: POLYGALA, PERİCYCLE, PARENCHYM, EPİDERMAL, PHLOEM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
388
ÇİLEKTE SİYAH KÖK ÇÜRÜKLÜĞÜ ETMENİ RHİZOCTONİA SOLANİ' YE KARŞI
BAZI FUNGİSİTLERİN ETKİLERİ
Poster Bildiri / Tarim
Selda KOZAK ÖZDEMİR1, Aysel Zübeyde ERDEVİL2, İrem KARATOP2, Sıddıka UYSAL2,
1Çukurova Üniversitesi,
Rhizoctonia solani Kühn., çilekte siyah kök çürüklüğüne neden toprak kökenli bir patojendir. Bu patojenin,
dünya çapında geniş alanlarda yapılan çilek üretimini tehdit ettiği ve ekonomik kayıplara neden olduğu
bildirilmiştir. (Matsumoto ve Yoshi, 2006; Manici ve Bonora, 2007; Fang et al, 2011). Patojenin geniş bir
konukçu dizisine sahip olması ve toprak kaynaklı olması ise mücadelesinde zorluk yaratmaktadır. Bu çalışmada
farklı kimyasalların Rhizoctonia solani’nin miseliyal gelişimi üzerindeki etkileri değerlendirilmiştir. Bu amaçla, in vitro koşullarda Fludioxonil+Metalaxyl-M, Thiram, Propineb, Tolclophos- methyl, Fludioxonil etkili
maddelerini içeren fungisitlerin 0,1,5,10,25,50 ve 100 ppm konsantrasyonları kullanılmıştır.
Tolclophos-methyl, 1 ppm dozda %91,2 etkinlik gösterirken; 5 ppm dozdan itibaren patojenin miseliyal
gelişimini tamamen durdurmuştur. Rhizoctonia solani üzerindeki etkinliklerine bakıldığında, bu kimyasalı, Fludioxonil takip etmiştir; 1 ppm dozda % 60,9 olarak ölçülen engelleyici etkisi, takip eden dozlarda % 100’e
ulaşmıştır. Çalışmada kullanılan bir diğer kimyasal olan Fludioxonil+Metalaxyl-M ise, 1 ppm’den itibaren
patojen üzerinde etkili olmaya başlamış (%49,2) ve 25 ppm dozundan sonra patojenin miseliyal gelişimini
tamamen durdurmuştur. Thiram uygulamasında ise engelleyici etki, artan dozlarla birlikte kademeli olarak
artmış ve 100 ppm dozda %100 etki seviyesine ulaşmıştır. Propineb etkili maddesi, patojen üzerinde % 24,1 ile
89,8 oranları arasında etkide bulunmuş; fakat diğer etkili maddelerden farklı olarak hiçbir dozunda Rhizoctonia
solani’nin gelişimini tamamen engelleyememiştir.
Bu çalışmada diğer etkili maddeler içerisinde Tolclophos-methyl en düşük konsantrasyonda bile en yüksek etkiyi
göstermesi nedeniyle en başarılı etkili madde olarak bulunmuştur. Propineb ise en yüksek konsantrasyon olan
100 ppm’de dahi miseliyal gelişimi engelleyememiş ve en düşük etkinlik gösteren etkili madde olmuştur. Sonuç
olarak, çeşitli mücadele yöntemleriyle birlikte Tolclophos-methyl içeren kimyasalların kullanımının çilekte siyah
kök çürüklüğü etmeni olan Rhizoctonia solani’ye karşı mücadelede etkin bir başarı sağlayacağı görülmüştür.
ANAHTAR KELİMELER: RHİZOCTONİA SOLANİ, TOLCLOPHOS- METHYL, FLUDİOXONİL
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
389
ÇİMLENME EVRESİNDE KURAĞA TOLERANT YONCA (MEDİCAGO SATİVA L.)
GENOTİPLERİNİN TESPİTİNDE IN-VİTRO ŞARTLARIN BELİRLENMESİ
Poster Bildiri / Tarim
SELÇUK ÇETİN1, ÇAĞLAR KAYA1, UĞUR SARI1, İSKENDER TİRYAKİ1,
1ÇANAKKALE ONSEKİZ MART ÜNİVERSİTESİ,
Kuraklık dünya genelinde tarımsal üretimi tehdit eden en önemli abiyotik stres faktörlerinin başında gelmektedir.
Uzun ömürlü çok yıllık bir baklagil bitkisi olan yonca (Medicago sativa) ılıman iklim kuşağının en önemli yem
bitkilerinden biridir. Gelişimini tamamlamış bitki, derin kök sistemi sayesinde genel olarak kurağa tolerantlık
göstermektedir. Ancak, yonca özellikle çimlenme ve erken fide evreleri ile biçim sonrası oluşabilecek kuraklık
stresinden büyük oranda etkilenmektir. Farklı bitki türlerinde yapılan çalışmalar, kontrollü şartlarda polyethylene glycol (PEG) kimyasalının bitkilerde kuraklık stresinin oluşturulmasında başarılı bir şekilde kullanılabileceğini
göstermiştir. Bu çalışmanın amacı in vitro şartlarda sukrozlu ya da sukrozsuz yarı kuvvetli MS besi ortamına
ilave edilen farklı PEG konsantrasyonlarının yonca tohumlarında meydana getireceği kuraklık stresinin
etkiniliğini belirlemektir.
Bu amaçla yüzey sterilizasyonu yapılan Bilensoy-80 çeşidi tohumları farklı konsantrasyonlarda (%0, %10, %20,
%30, %35 ve %40) PEG içeren, 5 g/L sukroz bulunan ya da bulunmayan yarı kuvvetli MS ortamına tohum ekim
kanallarına ekilmiştir. Çalışmada 96x21 mm ölçülerinde steril tek kullanımlık plastik petriler kullanılmış olup
ekim sonrası etrafı 3M mikropor bant ile sarılmıştır. Olası dormansinin kırılması ve homojen çimlenmenin
sağlanabilmesi amacıyla petriler 48 saat karanlıkta 4°C’de ve 48 saat karanlıkta 25±0.5°C’de dikey konumda
bekletilmiştir. Petriler devamında dik konumda 25±0.5°C’de 18 saat ışık (350 µmol m-2 s-1 )/karanlık
döngüsüne sahip olan bitki büyütme odasında 5 gün süreyle çimlenmeye bırakılmıştır. Tohumların çimlenme
homojenite ve kök büyüme durumları tespit edilmiştir.
Besi ortamına ilave edilen sükrozun homojen çimlenmenin sağlanabilmesi için mutlak gerekli olduğu tespit
edilmiştir.
Sonuçlar kuraklık stresinin etkin bir şekilde oluşturulabilmesi ve kurağa tolerant yonca genotiplerinin tespiti için
%35’lik PEG konsantrasyonun sükroz varlığında başarılı bir şekilde kullanılabileceğini göstermiştir. Bu çalışma
TÜBİTAK 116O417 no’lu proje ile desteklenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: YAYGIN YONCA, TOHUM, PEG, KURAKLIK, TOLERANT.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
390
ÇÖLYAK HASTALIĞI İLE MÜCADELEDE GLUTEN INTOLERANSINA ALTERNATİF
YAKLAŞIMLAR
Poster Bildiri / Saglik
Esra Selin DAVARCIOĞLU1,
1Bolu Belediyesi/Veteriner İşleri ,
Glutensiz diyet, ince bağırsaktaki villus atrofisini ve neden olduğu semptomları önlemektedir. Ayrıca, glutensiz
diyet kötü huylu tümörler gibi ileri komplikasyonlarında önlenmesine yardımcı olur. Faydalarının yanı sıra, uzun
süreli glutensiz diyet önemli problemler ile ilişkilendirilebilir. Diyet tedavisi pahalı olduğu gibi uygulanabilirliği
zor olup sosyal hayatın kısıtlanmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, gluten intoleransında mücadelede alternatif
tedavilerin araştırılması amaçlanmıştır
Çölyak hastalığı ince bağırsak sindirimini etkileyen kalıtsal otoimmun bir hastalıktır. Çölyak hastaları buğday,
çavdar ve arpada bulunan bir protein olan gluteni tükettiklerinde, immun sistemin cevabı olarak ince bağırsaklar
etkilenmekte ve vücut tarafından önemli besinlerin emilimi inhibe olmaktadır. Çölyak hastalığının tanısı
konulmadığında veya tedavi edilmediğinde, diğer otoimmun hastalıkların gelişiminin yanında osteoporez, infertilite , nörolojik durumlar ve nadiren de olsa kanser tetiklenebilir. Çölyak hastalığının ve buğday
duyarlılığının tedavisinin tek çözüm yolu ömür boyu glutensiz diyettir. En son tedavi uygulamalarında yiyecek
ve içeceklerde sadece 20 ppm’den az gluten içeriğine izin verilmektedir. Glutensiz diyet, ince bağırsaktaki villus
atrofisini ve neden olduğu semptomları önlemektedir. Ayrıca, glutensiz diyet kötü huylu tümörler gibi ileri
komplikasyonlarında önlenmesine yardımcı olur. Faydalarının yanı sıra, uzun süreli glutensiz diyet önemli
problemler ile ilişkilendirilebilir. Diyet tedavisi pahalı olduğu gibi uygulanabilirliği zor olup sosyal hayatın
kısıtlanmasına neden olmaktadır. Bu nedenle, gluten intoleransında mücadelede enzim ilave tedavisi, probiyotik
bakteriler ile detoksifikasyon, polimerik bağlayıcılar, modifiye buğday türleri, geçirgenlik inhibitörleri, lenfosit
blokajı ve biyolojik ürünler, adaptif immun cevabın baskılanması gibi alternatif yaklaşımlar gündeme gelmiştir.
Çölyak hastalığının patogenezinin iyi anlaşılması araştırmacılara hastalığının tedavisinde alternatif stratejiler
sunma imkanı sağlamıştır.
ANAHTAR KELİMELER: ÇÖLYAK HASTALIĞI, GLUTEN, GLİADİN,GLUTENSİZ DİYET ,TEDAVİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
391
ÇÖREKOTU (NİGELLA SATİVA L.) GENOTİPLERİNDE ZİGOTİK TOHUM
TASLAKLARININ KÜLTÜRÜ İLE ISLAH HATLARININ OLUŞTURULMASI
Poster Bildiri / Tarim
Hüseyin UYSAL1, Emre SEVİNDİK1,
1AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışma gerek tıbbi gerekse gıda sanayii açısından önemli bir bitki olan Çörekotu genotiplerinde melez
embriyoları içeren zigotik tohum taslaklarının kültürü ile ıslah hatlarının oluşturulması amacıyla yapılmıştır. Bu
amaçla bitki materyali olarak Samsun, Denizli, Isparta ve Mersin illerindeki üreticilerden temin edilen çörekotu
genotipleri ve Çameli çörekotu çeşidi kullanılmıştır.
Bitkiler sera koşullarında yetiştirilmiş olup çiçeklenme döneminde yarı diallel melezleme yöntemine göre
melezlemeler yapılmış ve melez kapsülün gelişme durumuna bağlı olarak melezlemeden sonraki 10-12. günde
kapsüller hasat edilerek laboratuvara getirilmiş ve burada sterilizasyona tabi tutulmuştur. Sterilizasyon amacıyla
kapsüller önce %70’lik etil alkol ile 30 sn muamele edilmiş ve sonrasında %10’luk çamaşır suyu (ACE marka)
ile 10 dakika muamele edilerek arkasından steril su ile 3-5 kez yıkanmıştır. Sonrasında tohum taslakları steril kabin içerisinde izole edilerek kültüre alınmıştır. Kültüre alma işlemi her bir kapsül için ayrı ayrı petri/petriler
kullanılması şeklinde yapılmıştır. Her bir petriye 20±5 tohum taslağı olacak şekilde ekim yapılmıştır. Tohum
taslaklarının kültürü amacıyla LS2.5 ve M5519 (+Sigma Aldrich) (10 gr sucrose) besi ortamları kullanılmıştır.
Embriyolardan gelişen bitkiciklerin/kallusların rejenerasyonu amacıyla MSD4 besi ortamından yararlanılmıştır.
Araştırma Sonunda toplam 140 adet çiçek tomurcuğunda melezleme yapılmış olup bunlardan 123 tanesi başarıya
ulaşmış ve melezlemedeki başarı oranı %87.86 olarak gerçekleşmiştir. Elde edilen melez kapsüllerden 2904 adet
LS2,5 besi ortamında ve 3526 adet M5519 besi ortamında olmak üzere toplam 6430 adet tohum taslağı kültüre
alınmıştır. LS2,5 besi ortamında kültüre alınan tohum taslaklarından 148 adet kallus elde edilmiş ve kallus
oluşturma oranı %5.10 olarak gerçekleşmiştir. Ancak elde edilen bu kalluslardan bitki rejenerasyonu
sağlanamamıştır. M5519 besi ortamında kültüre alınan tohum taslaklarından ise toplam 60 adet bitki elde edilmiş
ve bitki oluşturma oranı %1.70 olarak gerçekleşmiştir. Elde edilen bu bitkilerden 54 adedi gelişerek saksıya
aktarılmış ve 41 adet bitki olgunlaşarak hasat edilmiş ve bir gen havuzu oluşturulmuştur.
Sonuç olarak Çörekotunda etkin bir ıslah programı için embriyo kültürü veya tohum taslağı kültürünün
kullanılabileceği ancak bitkinin doku kültürüne uyumunun zayıf olduğu söylenebilir. Özellikle kallustan bitki
rejenerasyonu konusunda ciddi problemler bulunmaktadır. Çörekotunda embriyo veya tohum taslağı kültürü için
farklı besi ortamları denenerek başarı oranı arttırılabilir. Bu çalışma ADÜ, BAP birimi tarafından
desteklenmiştir. Proje No: ZRF-15043.
ANAHTAR KELİMELER: ÇÖREKOTU, NİGELLA SATİVA, EMBRİYO KÜLTÜRÜ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
392
DİFFERENCES İN RELEASE OF HEAVY METALS FROM WASTE İN VARİOUS
LEACHİNG CONDİTİONS
Poster Bildiri / Saglik
Anna KRÓL1, Kamila MİZERNA1,
1OPOLE UNİVERSİTY OF TECHNOLOGY,
THE AİM OF THİS PAPER İS DİSCUSSİON OF PROBLEMS OF HEAVY METALS RELEASE FROM
İNDUSTRİAL WASTE İNTO THE ENVİRONMENT AND PRESENTATİON OF THE İMPACT OF
DİFFERENT FACTORS ON HEAVY METALS LEACHİNG ON THE EXAMPLE OF METALLURGİCAL
SLAG.
The tested waste contained mainly: copper (101023 mg/kg), lead (87410 mg/kg) and zinc (61076 mg/kg). The
lowest concentrations of Ni, Zn, Pb and Cu were obtained in the tank test. It can be observed that the conditions
of leaching process in the tank did not cause release of heavy metals at high levels, despite the long duration of
the study (64 days). Nickel was analysed under detection limit in the tank test. The concentration of chromium
was the lowest in the batch test. All elements were leached in the highest level in the maximum availability leaching test. A very large difference in leaching is in case of copper. 1666 times higher concentration of this
element was obtained in maximum availability leaching test than in batch test and 10447 times higher than in the
tank test. The high concentration of heavy metals was obtained in test where it was applied the various
influencing factors, i.e.: fragmentation of material, mixing, lowering the pH of leachant.
The slag was characterized by a low release of contaminants from monolithic form in the tank test. As it was
presented in the study, the waste was characterized by various tendency to leaching contaminants due to changes
in leaching conditions and in the grain size and shape of waste. The highest concentrations of heavy metals were
obtained in the maximum availability leaching test which is based on extreme leaching condition. Research of
release of heavy metals from waste by several leaching methods allow us to assess the leaching behaviour in
different waste exposure conditions. It is also possible the proper determination and prediction of heavy metals
leaching taking into account the impact of many factors and processes (the pH of environment, amount of
rainwater, landfilling duration). Both the structure, type and method of potential waste management decide on
the method to assessment the process of leaching of contaminants.
ANAHTAR KELİMELER: HEAVY METALS, LEACHİNG, WASTE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
393
DOĞU AKDENİZ BÖLGESİNDE YER ALAN OSMANİYE İLİ BAHÇE İLÇESİNDE
YETİŞTİRİLEN İNCİR (FİCUS CARİCA L.) GENOTİPLERİNİN SELEKSİYON YOLUYLA
SEÇİMİ
Poster Bildiri / Tarim
Burcu YILDIZ1, Mürüvvet ILGIN1,
1KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışmanın amacı, Doğu Akdeniz Bölgesinde yer alan Osmaniye ili Bahçe ilçesine farklı bölgelerden getirilen
genotiplerden yörenin ekolojik koşullarına uyum potansiyeli yüksek olan ümitvar genotiplerin seçilmesidir. Çalışmada belirlenen 12 genotipin ağaç ve yaprak özellikleri incelenip meyvelerinde pomolojik analizler
yapılmıştır.
Yapılan incelemelerde yapraklanma başlangıcı mart ayı başında gerçekleşmiş ve yapraklardaki lop sayısı 3-12
arasında değişmiştir. Sadece iki genotipte 1-3 arası dip sürgünü görülmüştür. Seçilen genotip ve çeşitlerin büyük bir kısmı Temmuz ayı içinde olgunlaşmaya başlamış ve olgunlaşma yoğunluğu Ağustos ayı içinde artmıştır. En
erken meyve olgunlaşması haziran başında 80-1, en geç meyve olgunlaşması ağustos sonu eylül başında 80-4
genotipinde olmuştur. Yapılan pomolojik ölçümler sonucunda seçilen genotiplerin meyve ağırlığı 21.37 g dan
111.69 g a, meyve eni 36.05 mm den 71.04 mm ye, meyve boyu 31.83 mm den 59.12 mm ye kadar değişmiştir.
Ölçümler sonucunda meyve ağırlığı ve meyve boyu bakımından en iri 80-8 genotipi olmuştur. Elde edilen veriler
ışığında 80-1,80-4 ve 80-8 genotipleri gerek iç tüketim gerekse dış pazar potansiyeli yüksek bulunmuştur.
ANAHTAR KELİMELER: İNCİR SELEKSİYONU, İNCİR, MEYVE KALİTESİ, OSMANİYE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
394
DÜZCE ÜNİVERSİTESİ KONURALP YERLEŞKESİNDE BİTKİ TÜRLERİ VE ETKİLERİ
Poster Bildiri / Tarim
Mehmet KAVAK1, Esra AŞKIN1, Ayşenur AYDOĞDU1, Nida KÜLCÜOĞLU1, Ömer KUŞKAPAN1,
Furkan KOVANKAYA1, Emrecan DEMİRTAŞ1, Ayşe Yazlık 1,
1Düzce Üniversitesi,
Yüksek insan nüfusunu barındıran ve geniş yaşam alanları olarak tanımlanan üniversite kampus alanlarında
bulunan bitki türlerinin belirlenmesi, gerek ilgili alanın biyolojik çeşitliliğinin gerekse türlerin doğrudan/dolaylı
etkilerinin tespit edilmesi adına önem taşır. Bu durum dikkate alınarak yürütülen çalışma da temel amaç;
Düzce’nin 8 km kuzeyinde yer alan ve yaklaşık 275 dönüm yeşil alana sahip Düzce Üniversitesi Konuralp
merkez yerleşkesinde bulunan otsu bitki türlerinin belirlemesi ve bu türlerin başta insan sağlığı (alerji,
zehirlenme, deri yanmaları..vb) olmak üzere doğrudan / dolaylı etkilerinin değerlendirilmesidir. Düzce
Üniversitesi kampus yeşil alanının en az %1’ini temsil edecek şekilde tesadüfi olarak yapılan örneklemelerde; bitki türleri belirlenmekte, türlerin rastlanma sıklığı ve yoğunluğunun hesaplanması için veriler survey kartlarına
işlenmekte ve ayrıca teşhis çalışmaları için bitkilere ait herbaryum örnekleri alınmaktadır.
Ön değerlendirme sonuçlarına göre; çalışma alanında sekiz farklı familyadan 38 bitki türü tespit edilmiştir. En
fazla tür sayısı ise sırasıyla Poaceae ve Asteraceae familyalarında belirlenmiştir.
Çalışma sonunda, yüksek etkili türlere karşı önlem alma ve gerekli hallerde de bu bitkiler ile nasıl mücadele
edilebileceğine yönelik çevreye duyarlı yöntem/yöntemler önerilecektir. Düzce Üniversitesi Konuralp
yerleşkesinde bitki türlerinin belirlenmesi konusu ilk kez bu çalışma ile ele alındığından sonuçlar bilime katkı,
dolayısıyla bilimsel çalışmalara kaynak da sağlayacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: BİTKİ, ETKİ, DÜZCE ÜNİVERSİTESİ, KAMPÜS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
395
EGE BÖLGESİNDE YETİŞEN CİTRUS TÜRLERİNİN KLOROPLAST (CPDNA) TRNL-F
DİZİLERİNE DAYALI FİLOGENETİK İLİŞKİSİNİN BELİRLENMESİ
Poster Bildiri / Tarim
Emre SEVİNDİK1, Kübra YALÇIN1,
1ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ, ZİRAAT FAKÜLTES, TARIMSAL BİYOTEKNOLOJİ BÖLÜMÜ,
Bu çalışmada, Ege bölgesinde yetişen Citrus türleri arasında filogenetik ilişkinin belirlenmesi, kloroplast
(cpDNA) trnL-F sekanslarına dayalı olarak gerçekleştirilmiştir.
Citrus türleri Ege bölgesinin farklı illerinden toplanmış ve laboratuvara getirilmiştir. Genomik DNA’lar taze ve
yeşil yapraklardan izole edilmiştir. Kloroplast trnL-F bölgesi için trne ve trnf primerleri kullanılmıştır. Daha
sonra elde edilen DNA dizileri, BioEdit 7.0.4.1 ve FinchTV programları kullanılarak düzeltilmiştir. Hem
filogenetik analiz hem de genetik uzaklıkların tespiti için MEGA 6.0 programı kullanılmıştır. Citrus türleri
arasındaki filogenetik ilişkileri belirlemek için maksimum likelood ağacı oluşturulmuştur. Ortalama nükleotid
bileşimi % 33.8 timin, % 20.9 sitozin ,% 27.9 adenin ve % 17.4 guanin olarak tespit edilmiştir. trnL-F dizilerine
dayalı genetik mesafe yöntemi MEGA 6.0 programı ile gerçekleştirilmiştir. En düşük mesafe 0.000 en yüksek mesafe 0.003 tespit edilmiştir. MEGA 6.0 programı kullanılarak elde edilen filogenetik ağaç iki büyük kladdan
oluşmuştur.
Sonuç olarak, trnL-F bölgesine dayalı olarak yapılan filogenetik ağaçlar, Citrus üzerine önceden yapılan
moleküler çalışmalar ile kıyaslanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: CİTRUS, CPDNA, TRNL-F, FİLOGENETİK, TÜRKİYE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
396
EGZERSİZ ŞİDDETİ, RABDOMİYOLİZ VE VÜCUT GELİŞTİRME
Poster Bildiri / Saglik
İbrahim Kubilay TÜRKAY1,
1MEHMET AKİF ERSOY ÜNİVERSİTESİ BEDEN EĞİTİM VE SPOR Y.OKULU,
Bu derleme egzersiz şiddetinin önemini, egzersiz şiddetine bağlı olarak ortaya çıkabilecek “ Rabdomiyoliz”
rahatsızlık durumunu ve vücut geliştirme sporunun bu durum ile bağlantısını hem egzersiz yapan bireylere hem
de özellikle bu dal ile uğraşan bireylere ışık tutmak ve bilgilendirmek amacı ile yapılmıştır.
Egzersiz bir amaca uygun olarak planlanmış, tekrarlı olarak yapılan fiziksel aktivitedir. Son zamanlarda
egzersizin organizmaya olan etkileri konusunda yapılan bilimsel çalışma sayısında belirgin bir artış göze
çarpmaktadır. Özellikle bilimsel çalışmaların başında düzenli egzersizin biyokimyasal değerlere yönelik etkisi
gelmektedir. Çalışmalarda yapılan egzersizin yöntemine, şiddetine, süresine bireyin fiziksel uygunluk düzeyine
bağlı olarak biyokimyasal değerlerde farklılıkların olduğu vurgulanmaktadır. Hafiften orta düzeye doğru olan
egzersizin bağışıklık sistemi fonksiyonları üzerine olumlu etkileri olurken şiddetli, uzun süreli egzersizler
bağışıklık sistemini baskılar. Genel olarak bağışıklık sistemine olumlu katkı sağlayan egzersizin süresinin 60
dakikadan az olması ve hafiften orta şiddete doğru (<%60 VO2 maks) yapılması önerilmektedir. Body building;
Türkçe açılımı ile “Vücut inşa etme, beden inşa etme, kütle inşa etme anlamına gelir. Body building kaslarımızı ve iskelet sistemimizin kuvvetini geliştirmek için önemli bir spor dalıdır. Ayrıca büyük sağlık örgütleri açısından
da sağlık ve fiziksel uygunluğu arttırmada, atletik kapasiteyi yükseltmede bununla birlikte ortopediye yönelik
sakatlanmaları önlemede ve iyileştirmede önem taşımaktadır. Rabdomiyoliz, kas hücrelerinin yıkımı sonucu
intraselüler materyallerin sistemik dolaşıma katılması sonucu akut böbrek yetmezliği ve hiperpotaseminin yanı
sıra, elektrolit denge bozuklukları, kompartman sendromu, dissemine intravasküler koagülasyon, periferik
nöropatiye yol açabilen ciddi bir klinik tablodur (Koçer ve ark., 2016). Rabdomiyoliz, Fleisher tarafından 1881
yılında kas egzersizleri sonrası görülen hemoglobinüri olarak tanımlandı.
Sonuç olarak sağlığımızı korumak amacı ile yapmaya çalıştığımız egzersiz ya da fiziksel aktivitenin şiddetinin
ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Egzersizin şiddeti yüksek ve ilk kez yapılıyor ise elektrolit kaybına sebep
olan ve böbrek yetmezliğine kadar götüren vakalar ile karşılaşma riskimiz yüksektir. Özelikle yapılan
araştırmalarda atlerde, bisikletçilerde ve son zamanlarda hızla yayılan vücut geliştirme spor dalıyla uğraşan
sporseverlerde bu risk daha fazla tespit edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: EGZERSİZ ŞİDDETİ, RABDOMİYOLİZ, VÜCUT GELİŞTİRME
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
397
EKOLOJİ TEMELLİ DOĞA EĞİTİMLERİNİN ENGELLİ GENÇLERİN SOSYAL
BECERİLERİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Poster Bildiri / Cevre
Emre KUZUGÜDENLİ1, Ayhan AKYOL1, Canpolat KAYA1, Hüseyin GÖKTAŞ1,
1ISPARTA UYGULAMALI BİLİMLER ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışmanın amacı ekoloji temelli doğa eğitimlerinin bedensel yetersizliği olan bireylerin sosyal becerilerinin
gelişimi üzerindeki etkisini incelemektir. Bu kapsamda, Isparta’da yaşayan 15 ortopedik engelli gence mesleki
ve doğa eğitimleri verilmiştir. Mesleki eğitim kapsamında seramik ve ahşaptan oyuncak yapımı doğa eğitimi
kapsamında ise Isparta’nın doğal alanlarında gözlem araç-gereçlerinin kullanımı, kampçılık tekniği, bitkilerin
dünyası, yaban hayatı, kayaçlar ve taşlar, böceklerin dünyası, ekoloji ve gökyüzü gözlemleri faaliyetleri yapılmıştır. Etkinliğin toplam süresi 72 saat olup etkinlikler Gölcük Gölü Tabiat Parkı, Ayazmana mesireliği,
Boyalı sulak alanı, Yeşilada (Eğirdir), SDÜ Botanik parkı, herbaryum, entomoloji müzesi ve yaban hayatı
müzesinde gerçekleştirilmiştir.
Gerçekleştirilen bu araştırmada veri toplama aracı olarak 20 soruluk sosyal beceri anketi kullanılmıştır. Anket içerisinde işbirliği, atılganlık ve kendini kontrol, diğerlerine yardım etme, eşyalarını paylaşma, kurallara ve
yönergelere uyma, bilgi isteme, kendini tanıtma ve diğerlerine tepki verme, öfke kontrolü, anlaşmazlık
durumunda uzlaşma sağlama ve uygun şekilde tepki verme konularında sorular yer almaktadır. Yapılan
anketlerin değerlendirilmesi neticesinde eğitime katılan gençlerin işbirliği, öfke kontrolü, kendini tanıtma ve
diğerlerine tepki verme ve diğerlerine yardım etme konularında istatistiksel olarak anlamlı şekilde gelişim
gösterdikleri tespit edilmiştir.
Ekoloji temelli doğa eğitimlerinin engelli gençlerin sosyal gelişimleri üzerinde olumlu etki sağladığı belirlenmiş
olup bu eğitimlerin yaygınlaştırılması önerilmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: EKOLOJİ TEMELLİ DOĞA EĞİTİMİ, SOSYAL BECERİ, ORTOPEDİK
ENGELLİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
398
EMÜLSİFİYE ET ÜRÜNLERİNDE GIDA GÜVENLİĞİ
Poster Bildiri / Gida
Yüksel BAYRAM1, Enes Furkan ÇULHA2, Atahan Cercis ATLİ3,
1Pamukkale Üniversitesi- Çal Meslek Yüksekokulu, 2Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi- Veterinerlik
Fakültesi, 3İbrahim Ethem İlaç,
Gıda güvenliği, gıdalarda olabilecek fiziksel, kimyasal, mikrobiyolojik ve her türlü oluşabilecek zararların
önlenebilmesi için alınan tedbirler bütünü olarak tanımlanabilir. Güvenli gıda üretimi; hammadde temininden,
üretim, işleme, ambalajlama, depolama ve dağıtıma kadar olan gıda üretim zincirindeki tüm aşamaları
içermektedir. Emülsifiye et ürünleri hammadde kalitesi, kullanılan gıda katkı maddeleri ve işleme tekniği
bakımından tağşişe son derece yatkın bir alandır. Bu çalışmada emülsifiye et ürünlerinin üretiminde gıda
güvenliği ile ilgili uyulması gereken bazı hususlar ele alınmıştır.
Türkiye’de kırmızı et ve et ürünleri sanayiinde gıda güvenliğinin sağlanabilmesi için birincil üretim aşaması
olan; hayvanın yediği yemden, hayvan hastalıkları, hayvanlara uygulanan tedaviler ve ilaçlar, kesimhaneye kadar
olan tüm aşamaların kontrol edilmesi ve kayıt altına alınması gerekmektedir.
Gıda üretimi yapan işletmelerin gıda güvenliğine uygun üretim yapması için öncelikle hijyenik kurallara uygun
ortamlarda veteriner hekim kontrolünde kesim yapılmalıdır. Tebliğde izin verilen etlerin ve uygun görülen katkı
maddelerinin izin verilen dozlarda tekniğine uygun bir şekilde kullanılması gerekmektedir. Ürün, etiket bilgileri
içeriğe uygun olarak, ambalajlama yapılıp, soğuk zincir bozulmayacak şekilde muhafaza edilip taşınmalıdır.
Satış koşulları da teknik ve hijyenik özellikleri ile üründe bozulmaya yol açmamalıdır. Ancak, yapılan bazı
denetimlerde mikrobiyolojik açıdan uygun olmayan kalitede etlerin kullanılması veya izin verilmeyen katkı maddelerinin izin verilen dozların üzerinde kullanımı, uygun olmayan koşullarda üretim gibi yönetmeliğe aykırı
durumlar tespit edilebilmektedir.
Günümüzde sağlıklı gıdalara olan talep giderek artmaktadır. Güvenli gıda üretimi insan sağlığını doğrudan
etkilemektedir. Bu yüzden tüm ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de tüketici haklarının korunması için gıda güvenliğiyle ilgili yasal düzenlemelere gidilmiştir. Standartlara uygun sağlıklı gıdaların üretimi için, üreticilerin
bilinçlendirilmesi, denetimlerin artırılması ve daha ciddi yaptırımların uygulanması gerekmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: GIDA GÜVENLİĞİ, EMÜLSİFİYE ET ÜRÜNLERİ, SAĞLIKLI GIDA,
BESLENME
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
399
EŞKİNA BALIĞI (SCİAENA UMBRA) SOLUNGAÇ DOKUSUNDAN KATALAZ
ENZİMİNİN KISMİ SAFLAŞTIRILMASI, KARAKTERİZASYONU VE BAZI AĞIR
METALLERİN İNHİBİSYON KİNETİĞİNİN İNCELENMESİ
Poster Bildiri / Tarim
Celaleddin Emre YÜKSEL1, Gürkan BİLİR1, Ömer TAŞ1, Ahmet Can OLCAY1, Deniz EKİNCİ1,
1Ondokuz Mayıs Üniversitesi,
Katalaz, oksijene maruz kalan hemen hemen bütün canlılarda bulunan, yaygın bir enzim. Hidrojen peroksiti su
ve oksijene ayırır. Katalaz enzimi H2O2'yi ayıran bir enzimdir. Bu çalışmada katalaz enzimi eşkina balığının solungaç dokusundan kısmı olarak saflaştırılmıştır, karakterizasyonu yapılmıştır ve bazı ağır metallerin etkisine
bakılmıştır.
Eşkina balığı solungaç dokusu için en yüksek aktivite 60-70% amonyum sülfat aralığında bulunmuştur.
Karakterizasyon çalışmaları ile kısmen saflaştırılmış enzim değerleri optimum iyonik güç için 200mM optimum substrat konsantrasyonu için 2.4mM ve optimum pH için 7.5 olarak belirlenmiştir. Ek olarak doğada bulunan
bazı ağır metaller (Ag, Mg, Ni, Cd, Cr, Fe, Cu, Zn) enzim aktivitesi üzerindeki inhibitör etkileri araştırılmıştır.
Test edilen tüm ağır metaller enzim aktivitesi üzerinde inhibe edici etkileri sahiptir ve ilgili ağır metaller için I50
değerleri sırası ile 0.2mM 0,2mM, 0.3mM, 0,3mM, 0,12mM, 0,04mM, 0,15mM, 0,15mM olarak belirlenmiştir.
Hidrojen peroksit, birçok normal metabolik sürecin zararlı bir yan ürünüdür; Hücrelere ve dokulara zarar
vermemek için, hızlıca diğer, daha az tehlikeli maddelere dönüştürülmelidir. Bu amaçla, katalaz hidrojen
peroksitin daha az reaktif gaz halindeki oksijen ve su moleküllerine ayrışmasını hızla katalizlemek için hücreler
tarafından sıklıkla kullanılır. Katalaz, hücrede antioksidan savunma sisteminde önemli bir enzimdir. Bu
çalışmada katalaz enziminin metal iyonları tarafından inhibe olduğu bulunmuştur. Sonuç olarak çalışmamızda
katalaz enzimi, kahverengi maegrandan amonyum sülfatla kısmen saflaştırılmış, bazı kinetik özellikler
belirlenmiş ve çeşitli ağır metallerin enzim aktivitesi üzerindeki etkileri belirlenmiştir. Katalaz enzimi
organizmanın H2O2 oranını kontrol eder, katalazı engelleyen bu metallerin kullanımı çok dikkatli ve kontrollü
olmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: KATALAZ, AĞIR METAL, EŞKİNA, İNHİBİSYON, SOLUNGAÇ,
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
400
F7 GENERASYONUNDA PAMUK (GOSSYPİUM HİRSUTUM L.) DÖL SIRALARININ
KURAKLIK STRESİNE KARŞI TEPKİLERİNİN BELİRLENMESİ
Poster Bildiri / Tarim
HÜSEYİN BAŞAL1, Hatice Kübra GÖREN 1, Talih GÜRBÜZ1,
1AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışmanın amaçları: 1. F7 generasyonunda tek bitki döl sıralarının su stresine karşı tepkilerinin
karşılaştırılması, 2. Kısıtlı sulama koşullarında su stresine (kuraklığa) dayanıklı/tolerant tek bitkilerin seçilerek
bir sonraki generasyona (F8) aktarılması. 3. Kısıtlı ve tam sulama koşullarında verim ve lif kalite özellikleri
bakımından üstün hatların saptanması.
Bu çalışma, F7 generasyonunda pamuk (Gossypium hirsutum L.) döl sıralarının su stresine tepkilerini belirlemek
amacıyla 2017 yılında Adnan Menderes Üniversitesi Ziraat Fakültesi deneme alanında damlama sulama
yönteminin uygulandığı tam (% 100) ve kısıtlı sulama (% 50) koşullarında yürütülmüştür. Çalışma, pamuk döl
sıraları tekerrürsüz, kontrol çeşitler (Gloria, Karizma, Claudia, Carla ve Candia) dört tekerrürlü birer sıra ve sıra
uzunluğu 12 m olacak şekilde Augmented deneme deseninde kurulmuştur.
Tam (% 100) sulama koşullarında lif uzunluğu ve lif kopma dayanıklılığı, kısıtlı sulama (% 50) koşullarında
yürütülen çalışmada ise koza kütlü ağırlığı, çırçır randımanı, lif kopma dayanıklılığı ve lif inceliği (Mic.) dışında
kalan tüm özellikler bakımından pamuk genotipleri arasındaki farklılığın önemli olduğu tespit edilmiştir.
Elde edilen verilerin analiz ve değerlendirilmesi sonucunda; tam sulama koşullarında ST-373 x Ş-2000 (hat no:
59), ST-373 x Ş-2000 (hat no: 123), Carmen x DPL-90 (hat no: 42), BA-308 x Ş-2000 (hat no: 37) ve ST-373 x
Ş-2000 (hat no: 84) pamuk döl sıralarının verim ve lif kalite özellikleri bakımından öne çıktığı tespit edilmiştir.
Kısıtlı sulama koşullarında ise Nazilli-503 x Tamcot-22 (hat no: 71), BA-308 x Nazilli-503 (hat no: 80), ST-373
x Carmen (hat no: 87), ST-373 x Carmen (hat no: 88), Ş-2000 x Tamcot-22 (hat no: 52) ve Ş-2000 x Tamcot-22
(hat no: 51) melez döl sıralarının su stresine dayanıklı veya tolerant olduğu saptanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: PAMUK, (GOSSYPİUM HİRSUTUM L.), VERİM, MELEZ POPULASYONU,
SU STRESİNE TOLERANT
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
401
FARKLI KÖKLENDİRME ORTAMLARININ YAYGIN YONCANIN (MEDİCAGO SATİVA
L.) KLONAL ÇOĞALTIMI ÜZERİNE ETKİLERİ
Poster Bildiri / Tarim
Emine BUDAKLI ÇARPICI1, Uğur BİLGİLİ1, Şeymanur Hilal MUCUK1, Feride BULUT1,
1ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ,
Bu araştırma farklı köklendirme ortamlarının (perlit, torf ve perlit-torf karışımı) yaygın yoncanın klonal
çoğaltımı üzerine etkilerini belirlemek amacıyla 2017 yılında Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri
Bölümü cam serasında yürütülmüştür.
Araştırmada bitki materyali olarak Prosementi yonca çeşidi kullanılmıştır. Denemede bitki boyu, kök uzunluğu,
gövde çapı, gövde ve kök yaş ağırlığı, gövde ve kök kuru ağırlıkları ile köklenme oranı gibi özellikler
incelenmiştir.
Araştırma sonuçlarına göre; köklendirme ortamları incelenen tüm özellikleri etkilemiştir. Köklendirmenin 15.
gününde en uzun bitki boyu (11,02 cm) ve kök uzunluğu (3,54 cm), en yüksek gövde çapı (1,33 mm), gövde yaş
ağırlığı (190,77 mg), kök yaş ağırlığı (33,70 mg), gövde kuru ağırlığı (36,33 mg), kök kuru ağırlığı (2,80 mg) ve
köklenme oranı (% 90) perlit köklendirme ortamından elde edilmiştir. Ayrıca, torf köklendirme ortamında en
düşük köklenme oranı tespit edilmiştir.
En yüksek bitki boyu, kök uzunluğu, gövde çapı, gövde ve kök yaş ağırlığı, gövde ve kök kuru ağırlığı ile
köklenme oranı perlit köklendirme ortamından elde edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: YONCA, KLON, PERLİT, TORF, KÖKLENME ORANI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
402
FARKLI KURUTMA TEKNİKLERİNİN LİMON KABUĞU TOZUNUN DUYUSAL
ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE ETKİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Poster Bildiri / Gida
Yeliz TEKGÜL1, Taner BAYSAL2,
1Adnan Menderes Üniversitesi, 2Ege Üniversitesi,
Kurutma, meyve sebze endüstrisinde yaygın olarak kullanılan bir prosestir. Ancak kurutma, ürün kalitesini
olumsuz yönde etkileyecek bazı reaksiyonları hızlandırıcı etki göstermektedir. Kurutmada kullanılan yöntem ve
kurutma koşulları son ürünün kimyasal ve duyusal özelliklerini etkilemektedir.Bu çalışmada tüketicilerin
beğenilerini değerlendirmek amacıyla farklı teknikler (açık hava, tepsili kurutucu, mikrodalga, vakumlu
mikrodalga, vakumlu infrared, liyofilizatör) ile kurutulan limon kabuklarına puanlama testi (Altuğ ve Elmacı, 2005) uygulanmış panelistlerin ürünleri doku, koku ve genel beğeni özellikleri açısından puanlamaları
istenmiştir.
Sonuçlar Duncan testi ile %95 güven aralığında değerlendirilmiştir. Dondurularak kurutulan kabuk tozları renk
açısından en çok beğenilirken açık hava ve tepsili kurutucuda kurutulan örnekler en az beğeni görmüştür. Kurutma tekniklerinin puanlama testinde yer alan doku parametresi üzerine etkisi istatistiksel açıdan önemli
bulunmuştur. Panelistlerce yapılan değerlendirmede mikrodalgada kurutulan ürünler koku açısından fazla puan
almıştır. Açık hava ve vakumlu mikrodalgada kurutulan ürünler genel beğeni açısından en az puan alırken
mikrodalga ve liyofilizatörde kurutulan örnekler en fazla puan almıştır.
Bir gıdanın lezzetini oluşturan tat ve aroma, gıdaların kalite yönünden ve tüketici tarafından kabul edilebilirliğini
belirleyen önemli duyusal etkenlerdir. Kurutmada kullanılan yöntem ve kurutma koşulları son ürünün duyusal
özelliklerini etkilemektedir.
ANAHTAR KELİMELER: LİMON, KURUTMA, DUYUSAL ANALİZ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
403
FARKLI PROTEİN ORANLARINDAKİ EKMEKLİK BUĞDAY GENOTİPLERİNİN
KALİTE ÖZELLİKLERİ
Poster Bildiri / Tarim
Seydi AYDOĞAN1, Mehmet ŞAHİN1, Aysun GÖÇMEN AKÇACIK1, Berat DEMİR1, Sümeyra
HAMZAOĞLU1, Enes YAKIŞIR1,
1Bahri Dağdaş Uluslararası Tarımsal Araştırma Enstitüsü,
Bu çalışma 2016-2017 yılında sulu ve kuru şartlarda ön verim, verim ve bölge verim denemelerinde bulunan
farklı protein oranlarındaki ekmeklik buğday genotiplerinin kalite özelliklerindeki değişimi belirlemek amacıyla
yürütülmüştür.
Bu çalışmada genotipler bin tane ağırlığı, hektolitre, protein oranı, Zeleny sedimentation, Miksograf gelişme
süresi, miksograf pik yüksekliği ve genişliği, Farinograf gelişme süresi ve su absorbsiyon değeri ve ekmek hacmi
yönünden karşılaştırılmışlardır. Denemede 221 genotip protein oranlarına göre (10-11%, 11-12, 12-13, 13-14
and 14-15 ) gruplandırılmışlardır.
Sonuç olarak %10-11 proteine sahip olan genotipler yüksek bin tane ağırlığı vermiştir. bu genotipler, düşük
zeleny sedimantasyon, skc sertlik, miksograf pik yüksekliği ve skala değeri, gelişme süresi, pik genişliği,
farinograf su absorbsiyonu ve düşük ekmek hacmi vermişlerdir. Zeleny sedimantasyon değeri, skc sertlik değeri,
miksograf gelişme süresi, pik genişliği ve pik yüksekliği, farinograf su absorbsiyonu ve ekmek hacmi; protein
oranı %14-15 olan genotiplerde yüksek bulunmuştur. Sonuç olarak reolojik değerler farklı protein oranlarına ve
bin tane ağırlığına göre değişmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: EKMEKLİK BUĞDAY, PROTEİN ORANI, KALİTE ÖZELLİKLERİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
404
FARKLI SICAKLIKLARDA DEPOLANAN ÇAM KOZALAĞI REÇELİNİN
HİDROKSİMETİLFURFURAL VE BAZI BİYOAKTİF BİLEŞİKLERİNDEKİ DEĞİŞİM
Poster Bildiri / Gida
Derya ATALAY1, Nur YEŞİLYURT1, Hande Selen ERGE1,
1BOLU ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ,
Çam, hep yeşil kalabilen Pinaceae familyasına ait, ülkemizde yaygın bulunan bir ağaçtır. Çam tohumları,
kozalağının içinde bulunmaktadır. Kozalak, Dünya genelinde özellikle selüloz ve kağıt endüstrisinde kullanmak
için yüksek miktarlarda üretilmektedir. Çam kozalağı ekstraktlarının yüksek antibakteriyel, antitümör, antiviral
ve antioksidan aktivite özelliklerine sahip olduğu bilinmektedir. Bu özellikler, çam kozalağından ekstrakte edilen
polisakkaritler, lignin-benzeri bileşikler, esansiyel yağlar ve aromatik bileşiklerden kaynaklanmaktadır. Bolu’da geleneksel bir ürün olan çam kozalağı reçeli, yıkanmış yeşil karaçam kozalaklarının su ve şeker ilavesi ile 68
°Bx değerine ulaşana kadar pişirilmesi ile üretilmektedir.
Bu araştırmada, 25º, 35º ve 45 ºC’de depolanan çam kozalağı reçellerinin spektrofotometrik yöntemler
kullanılarak hidroksimetilfurfural, toplam fenolik ve toplam flavonoid madde içeriği araştırılmıştır. Depolama
süreleri 25 ºC ve 35 ºC’ de depolanan örnekler için 8 ay; 45 ºC’ de depolanan örnekler için ise 4 aydır.
Örneklerin başlangıç HMF içeriği 1.7 mg kg-1’dır ve bu değer 25º, 35º ve 45 ºC’de depolama sonrasında
sırasıyla 4.2 mg kg-1, 7.2 mg kg-1 ve 62 mg kg-1’ a çıkmıştır. Çam kozalağı reçeli örneklerinin başlangıç
toplam fenolik ve toplam flavonoid miktarları sırasıyla, 345 mg GAE (Gallik asit eşdeğeri) kg-1 ve 521 mg KE (Kateşin eşdeğeri) kg-1 bulunmuştur. Depolama sonrasında, örneklerin toplam fenolik madde içeriği en az 1.25
kat artış gösterirken, toplam flavonoid madde içeriği en az 1.49 kat artış göstermektedir.
Çam kozalağı reçellerinde depolama boyunca toplam fenolik ve toplam flavonoid madde içeriğindeki değişim
sıfırıncı derece kinetik modele uygunken, HMF miktarındaki değişimin birinci derece reaksiyon kinetiğine uygun olduğu belirlenmiştir. Örneklerin HMF, toplam fenolik ve toplam flavonoid madde içeriğindeki artışa ait
aktivasyon enerjileri sırasıyla 75.68 kJ moL-1, 47.51 kJ moL-1ve 95.7 kJ moL-1 olarak hesaplanmıştır. Bu
sonuçlara göre; toplam flavonoid ısıya en duyarlı bileşenler olarak bulunmuştur.
ANAHTAR KELİMELER: ÇAM KOZALAĞI REÇELİ, HMF, DEPOLAMA, REAKSİYON KİNETİĞİ,
FENOLİKLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
405
FENİLKETONÜRİ (PKU) VE ÇÖLYAK HASTALARI İÇİN ÜRETİLEN BİSKÜVİLERİN
BAZI KİMYASAL ÖZELLİKLERİ
Poster Bildiri / Gida
Özen PARLAK1, Ayşe Neslihan DÜNDAR1,
1Bursa Teknik Üniversitesi,
Bu araştırmanın amacı fenilketonüri (PKU) ve çölyak hastalarının rahatça tüketebileceği gluten içermeyen,
düşük proteinli bisküvi üretimini araştırmak ve kullanılan kıvam artıcının (ksantan gam) bisküvi kalitesi üzerine
etkisini belirlemektir.
Fenilketonüri (PKU) ve çölyak hastaları için ksantan gam (0,1 g) ve mısır nişastası kullanarak sade (KS), kuru
üzümlü (KK), kuş üzümlü (KU), hurmalı (KH) ve elma+tarçınlı (KE) olmak üzere 5 çeşit bisküvi yapılmış ve
yapılan bisküvilerin bazı kimyasal özellikleri (nem, kül, ham protein, yağ, fenilalanin, diyet lif, karbonhidrat ve
enerji miktarları) incelenmiştir. Bisküvilerin nem değerleri incelendiğinde, en yüksek değer KK bisküvisinde, en
düşük değer ise KS bisküvisinde tespit edilmiştir. Kül değerleri incelendiğinde ise en yüksek KU olduğu
belirlenmiştir. Bisküvilerin ham protein değerleri incelendiğinde, en düşük değer KS bisküvisinde olduğu görülmüştür. Bununla beraber eklenen kuru meyveler ham protein değerini artırmıştır. Bisküvilerde yağ
oranlarına bakıldığında ise, en yüksek değerin KS olduğu gözlemlenmiştir. Amino asit analizinde fenilalanin
miktarına bakılmış ve en düşük değer KS bisküvisinde bulunmuştur. Diyet lif aynı şekilde en düşük KS
bisküvisinde gözlenirken en yüksek değer, en yüksek diyet lif içeriğine sahip hurma veya elmanın ilave edildiği
hurmalı (KH) ve elma tarçınlı (KE) bisküvilerde görülmüştür. Karbonhidrat miktarları incelendiğinde ise en
yüksek değerin KK, KU, KH olduğu görülmüştür. Enerji değeri incelendiğinde ise en yüksek değerin yağ içeriği
de en yüksek olan KS’de olduğu gözlemlenmiştir
Elde edilen bisküvilerin, kimyasal analiz sonuçları hastalar için uygun bulunmuştur. Herkes tarafından sevilerek
tüketilen bisküvilerde, çölyak ve PKU gibi düşük proteinli beslenmesi gereken bireyler tarafından da rahatlıkla
tüketilebilecek seviyede protein içeriğine ulaşılmıştır. Özellikle PKU hastaları için önemli olan fenilalanin
miktarı uygun bulunmuştur. Üretilen bisküviler sayesinde ürün çeşitliliğinin artırılabileceği vurgulanmıştır. İthal
olarak alınan gıdalara eş ürünler üretilebileceği gösterilerek, ülke ekonomisine destek sağlanabileceği
düşünülmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: ÇÖLYAK, FENİLKETONÜRİ, PKU, BİSKÜVİ, KIVAM ARTIRICI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
406
FENOLİK BİLEŞİKLERİN NİTRİK OKSİT RADİKAL İNHİBİSYONU ÜZERİNE ETKİSİ
Poster Bildiri / Gida
EMİNE OKUMUŞ1, EMRE BAKKALBAŞI1,
1VAN YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ MÜHENDİSLİK FAKÜLTESİ GIDA MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜMÜ,
Fenolik bileşiklerin nitrik oksit radikalinin inhibisyonu üzerine etkisinin belirlenmesidir.
Nitrik oksit (NO), çok sayıda memeli hücresinde ve dokusunda konstitütif ve uyarılabilir formda bulunan nitrik
oksit sentazı (cNOS ve iNOS) ile L-arginin'den üretilen bir diyatomik serbest radikaldir. İndüklenebilir nitrik
oksit sentaz (iNOS), nitrik oksit üretiminden sorumlu bir anahtar enzimdir ve oksidatif stres ve inflamasyonun
gelişmesinde önemlidir. Nitrik oksit radikallerinin üretimi, dokular için toksiktir ve vasküler zarara sebep
olmaktadır. NO radikalinin kronik ekspresyonu, juvenil diyabet, multipl skleroz, artrit ve ülseratif kolit dahil
olmak üzere çeşitli kanser türleri ve inflamatuar rahatsızlıklarla ilişkilidir. NO'nun toksisitesi, yüksek oranda
reaktif peroksinitrit anyonunu (ONOO-) oluşturan süperoksit radikali ile reaksiyona girdiğinde büyük ölçüde
artış göstermektedir. Son yıllarda, fitokimyasalların gösterdikleri sitoprotektif ve nöro-koruyucu etkilerine karşı
ilgi giderek artmıştır. Çeşitli fitokimyasal bileşenler, özellikle tanenler, flavonoidler, fenilpropanoidler ve fenolik
asitler gibi polifenollerin, antioksidan ve serbest radikal süpürücü etkiden sorumlu olduğu bilinmektedir.
Polifenoller, serbest radikalleri temizlemede, lipit peroksidasyonunun ve metal şelasyonunun inhibisyonunda esas olarak antioksidan aktivitelerine dayandırılan çeşitli biyolojik etkilere sahiptir. Oksijen türevli serbest
radikalleri söndürerek elektronları verme, redoks-aktif metalleri şelatlama ve lipoksijenaz inhibisyonu sayesinde
sağlığın korunmasında önemli bir rol oynamaktadırlar. Bu çalışmada, fenolik bileşiklerin nitrik oksit radikalinin
inhibisyonu üzerine etkisi incelenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: NİTRİK OKSİT RADİKALİ, FENOLİK BİLEŞENLER, ANTİOKSİDAN
AKTİVİTE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
407
FERMENTASYON İLE BAKLİYATLARDA BİYOAKTİF PEPTİTLERİN ÜRETİMİ VE
ANTİNUTRÜSYONEL FAKTORLERİN AZALIMI
Poster Bildiri / Gida
BURCU ÇABUK1, MICHAEL NICKERSON2,
1ALANYA HAMDULLAH EMİN PAŞA ÜNİVERSİTESİ, 2UNIVERSITY OF SASKATCHEWAN,
Bakliyatlar, 77.64 milyon tonluk üretim miktarı ile tahıllardan sonra gelen en önemli ikinci gıdadır. Bakliyatlar
zengin ve ucuz protein kaynağı olmakla beraber, mikro besinler, fenolik bileşikleri içerirler ve beslenmede
büyük bir rol oynarlar. Gelişmekte olan ülkelerde bakliyat ana protein kaynağı olarak kullanılmaktadır. Bununla
birlikte, içeriğindeki antinutrisyonel faktörler ve enzim (ACE) inhibitörleri nedeniyle yapılarındaki proteinler
düşük sindirilebilirliğe sahiptir ve bu kullanımlarını kısıtlayan önemli husulardan biridir. Bu nedenle, tüketilmeden önce bu faktörlerin tamamen ortadan kaldırılmasını veya azaltılmasını amaçlayan yöntemler geniş
çapta incelenmiştir. Bu yöntemler arasında, bakliyatların besin kalitesinin iyileştirilmesinde fermantasyon işlemi
dikkat çekmektedir. Ayrıca, fermantasyon biyoaktif bileşiklerin üretimi ve artan vitamin ve mineral
konsantrasyonu gibi çeşitli avantajlar sunmaktadır. Bu amaçla bu araştırmanın amacı, fermantasyonunun
bakliyatların besleyici nitelikleri ve antinutrisyonel faktörlerin miktarı üzerindeki etkisine genel bir bakış
sağlamaktır.
Bakliyatlarda biyoaktif peptitlerin oluşumu ve fermantasyon sırasında proteolizin bir sonucu olarak antioksidan
seviyelerinin arttırılması çeşitli araştırmacılar tarafından bildirilmiştir. Örneğin, fermente soya fasulyesi
ürünlerinden oluşan biyoaktif peptitler, anti-hipertansif ve anti-tümör ve anti-diyabetik özellikler göstermiştir.
Ayrıca, bakliyatların fermantasyonu sonucunda antioksidan ve antihipertansif özellikler gösteren suda çözünür
peptit fraksiyonları üretilmiştir. Fenolik bileşikler, proteinleri sindirim sırasında enzim etkisine karşı daha az
duyarlı hale getirir. Örneğin bir çalışmada bezelye unu toplam fenolik içeriğinin 24 saat fermantasyon sonrasında
artış gösterdiği gözlemlenmiştir. Ayrıca, başka bir çalışmada, mayalanmanın soya fasulyesi ununda bulunan
toplam fenolik seviyelerin ~% 200 oranında arttırdığı sonucuna varılmıştır.
Fermentasyon, çözünürlüğü, emülsifiye edici ve köpürme özelliklerini arttırmak gibi protein özelliklerinin
modifikasyonunda ve biyoaktif peptitler üretiminde önemli rol oynayan en eski ve en basit biyoteknolojik
süreçlerden biridir. Bu nedenle, gıdaların özellikle bakliyatların fermantasyonu, besleyiciliği arttırmanın ötesinde
gıdaya farklı seviyelerde işlevsellik ekleme fırsatı sunmaktadır. Yakın gelecekte, hem gıda ürünleri hem de
diyetler, toplumumuzun özel ve çeşitli sağlık ihtiyaçlarını karşılamak için fermantasyon yoluyla şekillenecektir.
ANAHTAR KELİMELER: FERMANTASYON,ANTİNUTRÜSYONEL BİLEŞİKLER, BAKLİYATLAR
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
408
FERMENTE ACILI SALGAM SUYU (ŞALGAM) İÇECEĞİNİN ULTRASONİKASYON İLE
PROSESİ
Poster Bildiri / Gida
Ceren ATEŞ1, Gulsun AKDEMIR EVRENDILEK1, Sibel UZUNER1, 14280 3,
1Bolu Abant Izzet Baysal Universitesi,
Şalgam (fermente şalgam içeceği) çoğunlukla geleneksel metodlarla ve laktik asit fermantasyonu ile üretilen
geleneksel bir üründür. Geleneksel şalgam acılı olarak üretilmektedir ve raf ömrünü uzatmak ve tadını
iyileştirmek için tuz eklenmektedir. Yüksek tuz konsantrasyonuna rağmen şalgam kısa raf ömrüne sahiptir ve raf
ömrünü uzatmak için tüketiciler tarafından tercih edilmeyen sodyum benzoat eklenmektedir. Dolayısıyla
şalgamın fiziksel ve duyusal özelliklerini olumsuz yönde etkilemeden raf ömrünü uzatacak alternatif proses teknolojilerine ihtiyaç duyulmaktadır. Çalışma kapsamında şalgamın ultrasonikasyon ile prosesi ve proses
parametrelerinin fiziksel ve duyusal özelliklerindeki değişim ve mikrobiyel inaktivasyon üzerine etkileri
araştırılmıştır.
Farklı proses parametreleri altında proses edilen örneklerde fiziksel özelliklerde görülen değişimin proses parametrelerine bağlı olarak değiştiği görülmüştür. Duyusal özelliklerde önemli bir değişim gözlenmezken, artan
proses süresi, sıcaklık ve amplütüdün mikrobiyel inaktivasyonu arttırdığı gözlenmiştir.
Ultrasonikasyonun şalgamın raf ömrü üzerindeki etkileri de araştırılmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: ULTRASONİKASYON, ŞALGAM, MİKROBİYEL İNAKTİVASYON,
KALİTE ÖZELLİKLERİ, DUYUSAL ÖZELLİKLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
409
FICUS CARICA YAPRAK N-HEKZAN ÖZÜTLERİNİN ANTİMİKROBİYAL ETKİSİ
Poster Bildiri / Saglik
Hilal CAN1, Sima YILMAZ1, Betül KARA1, Olcay BOYACIOĞLU1,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, Aydın, TÜRKİYE,
Aydın'da yetişen dünyaca ünlü Türk inciri, yaprak ve lateksiyle çeşitli hastalıkların tedavisinde geleneksel bir
ilaç olarak tıbbi amaçlar için kullanılmaktadır. Çalışmalar, incir yaprağının antioksidan, antiviral, antidiyabetik,
antimikrobiyal ve antikanser etkilerinin olduğunu göstermiştir. Bu çalışmanın amacı, Aydın'da en yaygın olarak
yetiştirilen iki incir çeşidinin (Sarı Lop ve Aydın Siyahı) yapraklarından elde edillen n-hekzan özütlerinin
antimikrobiyal etkilerini incelemektir.
2017 yazında toplanan incir yaprakları bir hafta boyunca oda sıcaklığında gölgede kurutulup ufalanmıştır.
Manuel soxhlet ve yarı otomatik soxhlet yöntemleri ile, kurutulmuş incir yapraklarının n-hekzan özütleri elde
edilip özütler n-hekzan veya aseton içinde 100 mg/ml dozunda hazırlanmıştır. Özütlerin antimikrobiyal
aktiviteleri disk difüzyon ve agar kuyu difüzyon yöntemleriyle Escherichia coli ATCC 35218 ve Bacillus cereus
ATCC 11778 üzerinde 37°C’de 24 saat inkübasyon sonunda incelenmiştir. Negatif kontrol olarak çözgen, pozitif
kontrol olarak gentamisin kullanılmıştır.
N-hekzan içinde uygulanan özütler disk difüzyon denemelerinde herhangi bir inhibisyon zonu oluşturmamıştır.
Aseton içinde hazırlanan özütlerde ise inhibisyon zonları gözlemlenmesine rağmen negatif (aseton) diskin
etrafında oluşan zon daha büyük olmuştur. Gentamisin kontrolü 21 mm’ye kadar zon oluşturmuştur. Agar kuyu
difüzyon denemeleri de aynı sonuçları vermiştir.
Uçucu bir çözgen olan n-hekzanın inkübasyon sırasında uçması sonucu hidrofobik özütün etkinlik gösteremediği
düşünülmüştür. Çözgen olarak asetonun kullanılması nispeten daha olumlu olmasına rağmen yine sonuç
alınamamıştır. Sonuç olarak incir yaprağı n-hekzan özütlerinin 100 mg/ml dozda bakteriler üzerinde
antimikrobiyal aktivitesi tespit edilemedi. Ekstraksiyon çözgeni n-hekzan yerine soxhlet ekstraksiyon
aşamasında daha hidrofilik maddelerin özütlenmesini sağlayacak etanol, metanol gibi farklı çözgenlerin
kullanılması antimikrobiyal etkinin görülmesine yardımcı olabilecektir.
ANAHTAR KELİMELER: FICUS CARICA, YAPRAK EKSTRAKTI, SOXHLET EKSTRAKSİYONU,
ANTİMİKROBİYAL AKTİVİTE, DİSK DİFÜZYON METODU
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
410
GIDA İLE TEMAS EDEN MALZEMELER KONTROLLERİNDE KULLANILAN
ANALİTİK METOTLAR İÇİN VALİDASYON PROSEDÜRLERİ
Poster Bildiri / Gida
Adnan Fatih DAĞDELEN1, Semra ÇAVUŞ2, Esma KORKMAZ2, Ayşe DAĞDELEN2,
1Bursa Teknik Üniversitesi Gıda Mühendisliği Bölümü, 2Bursa Gıda Ve Yem Kontrol Merkez Araştırma
Enstitüsü,
Gıda ile temas eden malzemelerin (GTEM) yapılarında yer alan ve/veya üretimleri sırasında ilave edilen
maddeler gıdalara geçebildiği için, bu malzemelerin gıda kalitesi/güvenliği üzerine etkilerinin belirlenmesi ve bu
malzemelerden kaynaklanan sağlık risklerinin tanımlanması tüketici haklarının korunması açısından zorunludur.
Bu madde geçişlerinin laboratuvarlar tarafından kontrol edilmesinde analitik metotlar kullanılmaktadır. Kullanılacak bu analitik metotların yaptırım, uyumluluk ve risk değerlendirme amaçlı kullanılabilmesi için
analiz sonuçlarının kalitesinin temin edilmesi bir zorunluluktur. Bunun içinde ortak prosedürlere göre
onaylanmış, tanımlı performans kriterlerini karşılayan ve izlenebilirliği olan geçerli metotlar ve kalite güvence
sistemi kullanılmalıdır. Gıda ile temasta bulunan malzemelerin imalat süreçlerinde çok sayıda madde
kullanılmakta olup ve her biri için standart test yöntemleri hazırlamak mümkün değildir. Bu nedenle analizlerde
kullanılacak rutin ve referans metotlar için uygun performans kriterlerine sahip validasyon çalışmalarının
yapılması gerekmektedir. Bu çalışma ile GTEM kontrollerinde kullanılacak analitik metotlar için validasyon
prosedürleri hakkında bilgi verilecektir.
ANAHTAR KELİMELER: GIDA İLE TEMAS EDEN MALZEMELER, ANALİZ, VALİDASYON
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
411
GIDA MİKROBİYOLOJİSİNDE YENİ NESİL DİZİLEME (NGS)
Poster Bildiri / Gida
Seda ALTUNTAS1, Volkan ALTUNTAS1,
1Bursa Teknik Üniversitesi,
Bu çalışmada NGS teknolojilerinin gıda mikrobiyolojisi alanındaki uygulamaları ve literatür çalışmalarının
verilmesi amaçlanmıştır.
Gıda mikrobiyolojisinde DNA/RNA temelli metodolojiler geleneksel yöntemlerdeki kısıtlar sebebiyle çağımızda
kaçınılmaz hale gelmiştir. Moleküler teknikler, mikrobiyel toplulukların hızlı ve hassas bir şekilde
tanımlanmasını ve sayılmasını sağlar. Bu tekniklerin çoğunda, mikrobiyel DNA/RNA ekstrakte edilir ve daha
sonra polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) içinde amplifiye edilir. Sonraki aşamada, agaroz jeli üzerinde yürütülen
fragmanlar, sadece bu mikroorganizmanın yokluğu / varlığı olarak ortaya çıkan sonucu göstermektedir. Ancak,
bir sonraki adımı oluşturan baz dizisini bilmek(sekanslama) inanılmaz derecede kapsamlı bir bilgi sağlar.
İlk (Sanger ve Maxam-Gilbert) dizileme yöntemlerinden sonra, yeni nesil dizileme (NGS) olarak adlandırılan
yeni bir yaklaşım geliştirildi. NGS, daha önce PCR ile amplifiye edilen bir veya daha fazla DNA fragmanından
sonra dizilen geleneksel dizileme yöntemlerine göre bir devrim olarak nitelendirilir. Bu İleri teknoloji sayesinde,
gıda matrislerindeki veya ekipmanlarındaki tüm mikrobiyal topluluk, yüksek verimli NGS teknikleriyle
karakterize edilebilir. NGS teknolojileri, ürünlerin mikrobiyolojik açıdan izlenebilirliğini, halk sağlığına yönelik
tehditleri belirlememizi ve raf ömrü içerisinde hangi mikroorganizma kontaminasyonunun ürünün bozulmasına
neden olduğunu belirleyerek karşı önlemler tasarlamamızı sağlayabilir
Yaygın kullanım için NGS teknolojileri hala pahalı olsa da, artan teknolojik gelişim sayesinde maliyetlerin
düşürülmesi ile bu teknolojilerin gıda sanayi alanlarında kullanılması mümkün hale gelecektir. Böylelikle açlık,
gıda atıkları, salgın gibi evrensel sorunlara çözüm bulabileceğiz.
ANAHTAR KELİMELER: SANGER DİZİLEME YÖNTEMİ, GIDA MİKROBİYOLOJİSİ, YENİ NESİL
DİZİLEME, MOLEKÜLER TEKNİKLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
412
GIDA ÜRETİM AŞAMALARININ METAL-MİNERAL DÜZEYİ ÜZERİNE ETKİSİ: KARA
ÜZÜM PEKMEZİ
Poster Bildiri / Gida
AYNUR ZEYREK1,
1EDGE ÖZEL GIDA KONTROL VE ARAŞTIRMA LABORATUVARI,
Çalışmamızda gıda üretim aşamalarının metal-mineral düzeyi üzerine etkisinin tespiti amaçlanmış olup gıda
örneği olarak evde de üretimi yapılan üzüm pekmezinin bakır, demir, çinko, kalay, arsenik ve kurşun
değerlerindeki değişimin incelenmesi hedeflenmiştir.
Ege Bölgesi halka açık satış yerlerinden alınan ve metal-mineral içeriği bilinen üzüm örneklerinden hazırlanan
pekmez, analize alınarak hammadde ve son ürün değerleri kıyaslanmıştır. Sonuçlar incelendiğinde üretim
sonunda elde edilen üzüm pekmezinin metal-mineral içeriğinin artış gösterdiği tespit edilmiştir. Gıda işleme
aşaması olan kaynatma prosesinin metal-mineral konsantrasyonu üzerindeki etkisinin incelenmesi
hedeflenmiştir. Temin edilen ve sonucu bilinen üzüm pekmezi örneğine belli konsantrasyonda bakır
zenginleştirmesi yapılmış, su banyosunda bekletilmiş ve tekrar analize alınmıştır.
Bağcılık dünyada en yaygın tarımsal üretim faaliyetlerinden birisidir. Bu faaliyetin ürünü olan üzümden elde
edilen pekmez, hemen hemen yurdumuzun her yerinde üretilmekle birlikte kırsal bölgelerde daha yaygın olup
çok eski geçmişe sahiptir. Pekmez, enerji (kalori) değerinin yüksek oluşunun yanı sıra mineral maddeler
bakımından da zengin bir gıda maddesidir. Türkiye’de pekmez çok eski zamanlardan beri ve büyük miktarlarda üretildiği halde üretim tekniği çok fazla değişmemiştir. Çeşitli şekillerde çıkarılan şıra pekmez toprağı veya
kalsiyum karbonat ilavesi ile bir taşım kaynatılmakta ve bir süre beklendikten sonra süzülerek kazanlarda açık
alev üzerinde koyulaştırılmaktadır. Üretim sırasında kullanılan malzeme ve ekipmanlar pekmezde metal-mineral
bulaşanına sebep olabilmektedir. Bu metal-mineral fazla alımının insan sağlığı açısından risk teşkil ettiği dikkate
alınmalıdır. Ürünün kuru madde içeriği ile birlikte metal içeriğinin de artış gösterdiği gözlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: METAL-MİNERAL, PEKMEZ, KARA ÜZÜM PEKMEZİ, GIDA İŞLEME
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
413
GUT İNTERNET ARAMALARINDA SEZONSAL VARYASYON: BİR EKOLOJİK
ÇALIŞMA
Poster Bildiri / Saglik
Sinan KARDEŞ1,
1İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Tıbbi Ekoloji Ve Hidroklimatoloji,
Çeşitli sonuç türleri ve birbirinden farklı çalışma tasarımları olan bazı çalışmalar, gutun sezonsallığını
incelemişine rağmen, gutun sezonsallığı internet verileri kullanılarak incelenmemiştir. Son yıllarda, bu yenilikçi
yöntem sağlık durumlarının sezonsallığını inceleyen çalışmalarda sıklıkla kullanılmaktadır. Bu çalışmada,
Google Trends verileri kullanılarak internette gut aranmasında populasyon düzeyinde bir sezonsallık olup
olmadığının incelenmesi amaçlanmaktadır.
Google Trends gut (gout) için sağlık kategorisi kullanılarak 1 Ocak 2004’ten 31 Aralık 2017’ye kadar Birleşik
Devletler, Birleşik Krallık, Kanada, İrlanda, Avustralya ve Yeni Zelanda’da arandı.
Kosinor analizinde, Birleşik Devletler(p < 0.001), Birleşik Krallık (p < 0.001), Kanada (p < 0.001), İrlanda (p <
0.001), Avustralya (p < 0.001) ve Yeni Zelanda’da (p < 0.001) gutun rölatif arama hacminde istatistiksel
anlamlı, geç ilkbahar/ erken yaz aylarında zirve yapan ve geç sonbahar/erken kış aylarında dip yapan sezonsal
varyasyon tespit edildi. Bu zirve ve dipler, kuzey ve güney yarı küre ülkelerinde 6 ay aralıklıydı.
İnternet arama sorgu verilerinden elde edilen kanıt çizgisi, gutta geç ilkbahar/ erken yaz aylarında zirve yapan ve
geç sonbahar/erken kış aylarında dip yapan bir sezonsal varyasyon göstermiştir.
ANAHTAR KELİMELER: ÇEVRESEL FAKTÖRLER, EKOLOJİ, GOOGLE TRENDS, GUT,
SEZONSALLIK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
414
HATAY İLİ BİBER ÜRETİM ALANLARINDA VİRÜSLERİN BELİRLENMESİ
Poster Bildiri / Tarim
Pelin KELEŞ ÖZTÜRK1, Saadettin BALOĞLU2,
1Biyolojik Mücadele Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, 2Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma
Bölümü,
Hatay ili merkez, Samandağ ve İskenderun ilçelerinde daha çok kendi yerel populasyonları olan kurutmalık
kırmızı biber yetiştiriciliği yapılmaktadır. Bu çalışma kapsamında 2014-2015 yıllarında Hatay il sınırları
içerisinde açıkta biber üretilen alanlarda survey çalışması yapılmıştır. Bu alanlardan virüs belirtisi gösteren
toplam 408 adet biber örneği toplanmıştır.
Toplanan biber örneklerinde virüslerin varlığı double antibody sandwich enzyme-linked immunosorbent assay
(DAS-ELISA) ve reverse transcription polymerase chain reaction (RT-PCR) yöntemi kullanılarak belirlenmiştir.
Toplanan 408 adet örneğin 218 adeti çeşitli virüslerle tekli ve karışık enfeksiyon şeklinde bulunmuştur. Toplanan
örneklerin virüs etmenleri ile bulaşıklık oranı ortalama %53.4 olarak belirlenmiştir.
Belirlenen virüsler tekli enfeksiyon oranına göre değerlendirildiğinde yaygınlıkta ilk sırayı %28.5 oranı ile
Cucumber mosaic virus (CMV) ve Potato Y virus (PVY) alırken bunu sırasıyla %24.5 ile Tobacco etch virus
(TEV), %9.8 ile Pepper veinal mottle virus (PVMV), %3.3 ile Pepper mottle virus (PepMoV), %2.7 ile Pepper
mild mottle virus (PMMoV), %1.3 ile Tomato spotted wilt virus (TSWV), %0.8 ile Tobacco mosaic virus
(TMV), %0.4 ile Tomato mosaic virus (ToMV) izlemiş ve en düşük bulunma oranı ise %0.2 ile Alfalfa mosaic
virus (AMV) için belirlenmiştir. Söz konusu virüs enfeksiyonları hem verimi düşürmekte hem de kalite
kayıplarına neden olmaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: BİBER, HATAY, VİRÜS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
415
HAYVANSAL ÜRETİMİN ÇEVRESEL VE EKONOMİK SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ
Poster Bildiri / Tarim
EZGİ AYDIN1, ZARİFE SUZAN TANELİ1, ELA ATIŞ2, YARKIN AKYÜZ2, H.ECE SALALI2,
1Ege Üniversitesi, Yüksek Lisans Öğrencisi, 2Ege Üniversitesi, Ziraat Fak., Tarım Ekonomisi Bölümü,
Geçmişten günümüze tüketilen sütün protein, mineral ve vitaminler açısından zengin bir besin kaynağı
olduğunun kanıtlanması süte olan talebi de artırmış, bu talebe bağlı olarak da süt hayvancılığı tarımda stratejik
bir sektör olmuştur. Sektörün ana ürünü olan süt üretiminin çevresel ve ekonomik etkilerini incelemek, daha
verimli, kaliteli, hayvan refahına uygun ve sürdürülebilir bir üretim için objektif bakış açısı sunmak bu
çalışmanın ana amacını oluşturmaktadır.
Bu amaçla; 2013 yılı TÜİK verilerine göre Türkiye’de süt üretimi açısından 756483 ton süt üretimi ile ikinci
sırada yer alan İzmir ilinden, Tire ilçesinde yöreyi temsil eden büyük, orta ve küçük ölçeklerdeki konvansiyonel
işletmeler ile organik süt hayvancılığı faaliyetinde bulunan seçilmiş büyük ölçekli bir işletme ile yüz yüze
görüşmeler yapılarak veriler derlenmiştir.
İşletmelerin, ekonomik ve çevresel sürdürülebilirlikleri ile hayvan refahı durumları belirlenen göstergelere göre
derinlemesine karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Gerçek verilere ve gözlemlere dayanarak işletmelerin mevcut
durumlarını ortaya koyan bu çalışmada, tespit edilen eksikliklere yönelik çözüm önerileri getirilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: HAYVANSAL ÜRETİM, SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK, ORGANİK SÜT
HAYVANCILIĞI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
416
HT-29 İNSAN KOLOREKTAL KANSER HÜCRE HATTINDA EMODİN’İN MİR-25
İFADESİNE ETKİSİ
Poster Bildiri / Saglik
İlkem CEYLAN1, Celal ÜLGER1,
1Adnan Menderes Üniversitesi,
Doğal bir antrokinon olan ve rhubarb bitkisinden izole edilen emodinin kolorektal kanser hücre hattı HT-29’da
hücre proliferasyon ve apoptoza etkisi hedeflenmiştir. Ayrıca HT29 da emodinin miRNA-25 ifadesine etkisinin
belirlenmesi amaçlanmıştır.
HT29 hücrelerinde emodinin AP50 değeri 55µM olarak belirlenmiştir. Emodin uygulaması miR-25 ifadesini
arttırmakta ve survivin gen ifadesini baskılamaktadır. MiR-25 inhibitör uygulaması ile survivin gen ifadesi
artmıştır.
Emodin ve miR-25 ifadesinin ilişkilendirildiği kanser gelişimi ve tedavisi ile ilgili mekanizmalardan birisi
apoptozdur. HO/PI boyama yöntemiyle yapılan uygulama sonucunda elde edilen verilerden emodinin artan
konsantrasyonlarda apoptozu indüklediği göstermiştir. Gen ifadesini düzenlendiği bilinen miRNA’ların kanser
hücrelerindeki seviyelerinin normal hücrelerle karşılaştırılması kanserin tanı, takip ve tedavisinde önemli
olmuştur. Pek çok çalışmada miRNA’ların apoptoz ve hücre büyümesi düzenlenmesinde rol aldığını
göstermiştir. Çalışmada proliferasyon ve apoptoz deneyleri sonucunda belirlenen emodin dozunun miR-25
ifadesine etkisine bakılmıştır ve sonuçta miR-25 ifadesinin zamana bağlı olarak arttığı görülmüştür. Emodin uygulaması sonrasında miR-25 ifadesinde elde ettiğimiz artış, proliferasyon ve apoptoz sonuçları, emodinin
hücre çoğalması ya da apoptoz üzerinde etkili olabileceğini göstermiştir. Survivin, apoptoz proteinlerinin
inhibitörlerinden ilk olarak bulunandır ve kanser hücrelerinde ifade olur ve survivin gen ifadesindeki artış bazı
kanserler için bir belirteç olduğu öngörülmektedir. HT-29 hücrelerine yaptığımız emodin uygulamasında
survivin ifadesinin azaldığı, anti-miR-25 uygulaması yapılan hücrelerde ise survivin gen ifadesinin arttığı
bulunmuştur. Çalışmamızda emodin uygulaması ve miR-25 ifadesi baskılanması ile ortaya çıkan survivin
ifadesindeki değişim, emodinin miR-25 ifadesi artışı ile survivin ifadesini düşürdüğü böylece hücrelerin
apoptoza girişinde etkili olduğu fikrini vermektedir. Not: Bu çalışma Adnan Menderes Üniversitesi Bilimsel
Araştırma Projeleri FEF-15020 no’lu proje ile desteklenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: KANSER, MİR-25, EMODİN, HT-29, SURVİVİN, APOPTOZ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
417
HUZUREVİNDE KALAN YAŞLI BIREYLERİN BESLENME DURUMLARININ VE DİYET
KALİTELERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Poster Bildiri / Saglik
Yasemin ÇAKIR1, Efsun KARABUDAK1,
1Gazi Üniversitesi,
Yeterli ve dengeli beslenme, yaşlılıkla ilişkili hastalıkların önlenmesi, geciktirilmesi ve tedavi edilmesi açısından
önemlidir. Bu çalışmanın amacı huzurevinde kalan 65 yaş ve üstü bireylerin beslenme durumları ve diyet
kalitelerinin değerlendirilmesidir.
Çalışmaya 21’i (%37.5) erkek, 35’i (%62.5) kadın olmak üzere toplam 56 birey katılmıştır. Araştırmacı
tarafından bireylere anket formu uygulanmış, antropometrik ölçümleri (vücut ağırlıkları, boy uzunlukları, bel ve
kalça çevreleri) alınmıştır. Bireylerin günlük enerji ve besin ögesi alımları bir günü hafta sonuna denk gelecek
şekilde ardışık 3 günlük besin tüketim kaydıyla sorgulanmıştır. Bireylerin diyet kaliteleri elde edilen toplam
Sağlıklı Yeme İndeksi(SYİ)-2010 puanlarına göre <51 kötü, 51-80 geliştirilmeli, ≥81 iyi olmak üzere 3
kategoride değerlendirilmiştir. Bel çevreleri ve bel/kalça değerleri WHO sınıflamaları, bel/boy değerleri Ashwell sınıflamasına göre değerlendirilmiştir. Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalamaları 77.2±7.50 yıldır. Bireylerin
ortalama BKİ değerleri 29.0±6.06kg/m2’dir. Bel çevrelerine göre katılımcıların %60.7’sinin, bel/kalça
değerlerine göre %82.1’inin sağlık riskinin yüksek, bel/boy değerlerine göre ise %64.3’ü tedavi gerektiren
grupta yer almaktadır. Bireylerin günlük enerjinin karbonhidrat, protein ve yağdan gelen yüzdelerinin
ortalamaları sırasıyla %50.1±7.59, %14.6±2.46, %35.3±6.65’tir. Bununla birlikte bireylerin büyük çoğunluğu
protein, niasin, demir ve bakırı günlük alınması gereken düzeyleri karşılarken, posa, diğer vitamin ve mineralleri
yeterli alanların sayısı ise daha azdır. SYİ puanlarına göre katılımcıların %10.7’sinin diyet kaliteleri kötüyken
%89.3’ünün geliştirilmesi gerekmektedir. Erkek bireylerin %90.5’inin, kadınların %88.6’sının diyet kalitelerinin
geliştirilmesi gerekirken, diyet kalitesi kötü olan erkek ve kadınların oranı sırasıyla %9.5 ve %11.4’tür.
Yaşlı bireylerin vücut ağırlıkları ile ilişkili hastalık risklerinin yüksek olmasıyla birlikte besin ögesi alım
düzeylerinin de yetersiz olduğu, diyet kalitelerinin geliştirilmesi gerektiği veya kötü olduğu saptanmıştır.
Yaşlılıkta meydana gelen fizyolojik değişiklikler de göz önüne alınarak bireylerin beslenme durumlarının
düzenlenmesi sağlık problemlerini önlemek açısından önemlidir.
ANAHTAR KELİMELER: YAŞLI, BESLENME DURUMU, ANTROPOMETRİK ÖLÇÜMLER,
SAĞLIKLI YEME İNDEKSİ (SYİ-2010)
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
418
ISIL İŞLEMLE KAZEİN MİSELLERİNİN DİSSOZİASYONU
Poster Bildiri / Gida
Selda BULCA1,
1Adnan Menderes Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü,
Çalışmanın amacı saf kazein çözeltisinin (serum proteinsiz) farklı sıcaklık ve tutma süresindeki dissoziasyonunu
araştırmaktır.
Bunun için, yağsız sütten serum proteinlerinin ayrılması mikrofiltrasyon/diyafiltrasyonun ultrafiltrasyonla
combine edilmesi ile gerçekleştirilmiştir. Elde edilen serum proteinsiz kazein çözeltisi 120-145°C arasında farklı
sürelerde ısıtıldı. Isıl işlem sonrasında kazein çözeltileri 100.000 x g, 20°C'de 60 dakika santrifüjlenlenmiştir.
Isıtılmış kazein çözeltilerinin serum fazındaki protein kosantrasyonu dissosiyasyonun ne kadar olduğunu tespit
etmek için olarak analiz edilmiştir. Isıl işlemin yoğunluğuna ve uygulama süresine bağlı olarak serum fazındaki
kazein misellerinin konsantrasyonunun arttığı saptanmıştır. Protein konsantrasyonunun %0.3'den %0.85'e
yükseldiği belirlenmiştir. Hız sabitlerinin logaritması ve mutlak sıcaklığın karşılıklı değerleri arasında doğrusal
bir bağlantı olduğu tespit edilmiştir. Aktivasyon enerjisinin 113.9 kJ/mol değeriyle kimyasal reaksiyonların
meydana geldiği bölgede olduğu saptanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: DİSSOZİASYON, MEMBRAN SEPARASYON, UHT ISIL İŞLEM, SERUM
PROTEİNSİZ KAZEİN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
419
İNSAN BESLENMESİNDE DİYETSEL PROTEİN KAYNAĞI OLARAK YENİLEBİLİR
BÖCEKLER
Poster Bildiri / Beslenme
Farih SIRIKEN1, Belgin SIRIKEN2,
1Adnan Menderes Üniversitesi,Araştırma Hastanesi,Diyet Bölümü, 2Samsun Ondokuz Mayıs
Universitesi,Veteriner Fakültesi,Su Ürünleri Hastalıkları Bölümü,
Dünya nüfusu ve kişi başına düşen milli gelirdeki artışla birlikte, hayvansal, proteinli gıdaya olan talebin artması
beklenmektedir. Geleneksel ve halihazırda mevcut olan bir gıda kaynağı olarak yenilebilir böcekler, yetersiz gıda
arzı sorunu ve bunun sonucunda yetersiz beslenme ve sağlık sorunları ile karşı karşıya kalan toplumlar için
çözümün bir parçası olabilir.
Protein tüketimi, obezite ve yaşa bağlı kas kaybı (örneğin, sarkopeni) gibi mevcut halk sağlığı sorunlarını
yönetmede önemli bir rol oynar.Böcekler, gıda proteinine yönelik küresel talepleri karşılamada yardımcı
olabilecek ve böylece de küresel gıda güvenliğine katkıda bulunabilecek alternatif bir protein kaynağı olarak
önerilmiştir.Son zamanlarda, özellikle Kuzey Amerika ve Avrupa'da, yenilebilir böceklerin çevresel ve ekonomik olarak kitlesel üretiminde ilgi artışı olmuştur.Böcek tozları, unlar, protein çubukları, makarnalar,
hamburgerler, külçeler ve sürüler gibi yenilebilir böcekler ve böcek bazlı gıda ürünleri tüketiciler için piyasada
mevcuttur.Bununla birlikte, protein içeriği, mevcut vazgeçilmez amino asit( IAA) içeriği ve sindirilebilirliği
açısından tanımlanan böcek türevli proteinlerin protein kalitesi hakkındaki veriler, insanlarda protein ve amino
asit gereksinimlerini karşılama potansiyellerini daha iyi değerlendirmek için gereklidir.Mevcut bilgilerin
çoğunluğu yabani popülasyonlardan toplanan böceklerden gelir.Bununla birlikte yenilebilirböceklerin amino asit
ve protein içerikleri kısmen beslenme veya beslenme standardizasyonlarının olmaması, analiz sırasında yeralan
gelişim evresi böcek toplama yerinin mevsimi ve işlem öncesi prosedür nedeniyle oldukça değişkenlik gösterir.
Türlerine göre düzenlenmiş çeşitli yenebilir böcekler ve kuru maddesinin bir yüzdesi olarak ifade edilen protein
içeriği (Rumpold and Schluter,2013) sırasıyla şöyledir. Blattodea(%65) ,Coleoptera(%45) ,Diptera(%55)
,Hemiptera(%50) ,Hymenoptera(%50), Isoptera(%45), Lepidoptera(%55) , Odonata(%58) ,Orthoptera(%60)
,yumurta(%50) ,süt(inek,pastörize)(%35), Kırmızı et(%55), soyafasulyesi(50). Colepotera, Hymenoptera,
Isoptera,and Orthoptera türlerinden alınan böceklerin ortalam leucine içerikleri sırasıyla 77.0 ( 37.4–129.5), 79.2
( 69.7–93.0), 81.2 ( 73.0–90.6), and 75.6 ( 42.5–100) mg/g.En yüksek lösine sahip olan bu türler, aynı zamanda
vazgeçilmez amino asit (IAA) içeriği ile sindirim sonrası postprandiyal olarak kas proteini sentez uyarma kapasitesi ölçülmelidir.Böceklerdeki kitin bileşimi ve miktarı, türlere ve gelişim aşamasına göre değişir.
Referanslar, böceklerin ortalama kitin içeriğinin% 1,2-% 10 olduğunu açıklamaktadır.
Her ne kadar böcek bazlı gıda ürünleri (örneğin, böcek tozları, unlar, protein çubukları, makarnalar,
hamburgerler) piyasada mevcut olsa da, protein içeriği, aminoasit bileşimi ve sindirilebilirliği hakkında şu anda sınırlı veriler mevcuttur.Yenilebilir böcekler açlık sorunları ve sonraki yetersiz beslenmeler için stratejik bir
çözüm olabilir.
ANAHTAR KELİMELER: YENİLEBİLİR BÖCEK,DİYETSEL PROTEİN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
420
KAHRAMANMARAŞ VE PAZARCIK LOKASYONLARINDA SİİRT ÇEŞİDİ
ANTEPFISTIĞININ (PİSTACİA VERA L.) FENOLOJİK GÖZLEM VE İÇ MEYVE
GELİŞİM ÖZELLİKLERİNİN İNCELENMESİ
Poster Bildiri / Tarim
Ahmet Tuncay KARPUZOĞLU1, Yusuf NİKPEYMA1,
1KAHRAMANMARAŞ SÜTÇÜ İMAM ÜNİVERSİTESİ,
Siirt çeşidi yerli antepfıstığı çeşitlerimiz arasında meyve iriliği yönünden dünya standartlarına uygun, çıtlama
oranının yüksek, erken meyveye yatma ve periyodisiteye eğiliminin düşük olması nedeniyle öne çıkan bir ticari çeşidimizdir. Bu çalışma 2018 yılında Kahramanmaraş ve Pazarcık lokasyonlarında yürütülmüştür. Çalışmada
fenolojik gözlemler (tomurcuk patlaması, çiçeklenme başlangıcı, tam çiçeklenme, yapraklanma başlangıcı ve
çiçeklenme sonu) yapılmış ve ayrıca Haziran - Temmuz aylarında yaklaşık 15 gün arayla 4 kez olmak üzere (1
Haziran, 14 Haziran, 1 Temmuz ve 19 Temmuz) meyve ölçümleri yapılmıştır. Yapılan bu gözlemler ile
bölgelerin çiçeklenme dönemleri ve iç meyve doldurma oranlarının ortaya çıkartılması amaçlanmıştır.
Fenolojik gözlemler sonucunda Kahramanmaraş lokasyonunda tomurcukların 27 Mart tarihinde patladığı,
çiçeklenme başlangıcının 5 Nisan, tam çiçeklenme tarihinin 9 Nisan, yapraklanma başlangıcının 10 Nisan ve
çiçeklenme sonunun 12 Nisan olduğu belirlenmiştir. Pazarcık lokasyonunda ise tomurcuk patlamasının 25 Mart,
çiçeklenme başlangıcının 1 Nisan, tam çiçeklenmenin 5 Nisan, yapraklanma başlangıcının 6 Nisan ve
çiçeklenme sonunun 8 Nisan olduğu gözlemlenmiştir. Yapılan birinci (1 Haziran) ve ikinci (14 Haziran) meyve
ölçümlerinde embriyonun henüz gelişmeye başlamadığı, üçüncü (1 Temmuz) meyve ölçümlerinde ise
embriyonun kısmen gelişmeye başlamasıyla randımanın Kahramanmaraş’ta %10.45, Pazarcık’da %13.61
olduğu, dördüncü (19 Temmuz) meyve ölçümlerinde ise randımanın Kahramanmaraş’ta % 29.97’ye, Pazarcık’ta
%30.26’ya yükseldiği belirlenmiştir.
Çalışma sonunda Pazarcık lokasyonun Kahramanmaraş lokasyonuna göre çiçeklenme yönünden daha erkenci
olmasına rağmen, randıman olarak önemli bir farka sahip olmadığı saptanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: ANTEP FISTIĞI, SİİRT ÇEŞİDİ, FENOLOJİ, İÇ MEYVE GELİŞİMİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
421
KANOLA (BRASSİCA NAPUS L.) BİTKİSİNDE KURAKLIK STRESİ İLE İLİŞKİLİ
TRANSKRİPSİYON FAKTÖRLERİNİN PROFİLLENMESİ
Poster Bildiri / Tarim
Ebru DERELLİ TÜFEKÇİ1, Hussein Abdullah Ahmed AHMED2, Güray AKDOĞAN3, Serkan
URABEY3,
1Çankırı Karatekin Üniversitesi, Yapraklı Meslek Yüksekokulu, 2Uşak Üniversitesi, Ziraat Ve Doğa Bilimleri
Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, 3Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü,
Kanola (Brassica napus L., AACC, 2n=38) hem önemli bir yağ bitkisi, hem de başlıca ekonomik bitkilerden
birisidir. Kuraklık, bitki gelişimini ve verimliliğini etkileyen en ciddi çevresel streslerden biridir. Kuraklık temel
olarak osmotik stres kısıtlamalarından kaynaklanan fotosentetik düşüş ve besin alımının engellenmesine bağlı olarak bitki büyümesini ve gelişimini sınırlar. Kuraklık stresi, Brassica napus L. verimliliğin etkileyen başlıca
abiyotik faktörlerden biridir. Bitkiler, stres koşullarıyla baş etmek için çeşitli mekanizmalara sahiptir. Bunlardan
birisi olan transkripsiyon faktörleri (TF'ler), bir genin promotör veya enhancer (hızlandırıcı) bölgesine bağlanma
yoluyla gen ifadesinin düzenlenmesini sağlayan moleküllerdir. TF'ler artan/azalan gen ifadesini bir veya daha
fazla DNA bağlama alanına sahip modüler bir yapı ile düzenlemektedir. Bu çalışmada, in siliko analizler
vasıtasıyla Brassica napus L. bitkisi yaprak ve kök dokularında kuraklık stresine yanıtda yer alan transkripsiyon
faktörlerinin araştırılması amaçlanmıştır.
Kuraklık stresindeki karmaşık sinyal yolu ağını değerlendirmek için, TF'lerin profillerini kök ve yaprakta
karşılaştırdık. Kuraklık stresine yanıtda; kök dokusunda MYB, basic helix-loop-helix (bHLH), C2H2,
AP2/EREBP ve NAC TF’ler ön plana çıkarken, yaprak dokusunda WRKY, bZIP, MYB, NAC and AP2/EREBP
TF’ler ön plana çıkmıştır. TF’ler, kuraklık stresi altında kök ve yaprak dokularında farklı ekspresyon profilleri
sergilemiştir.
Bu sonuçlar, kanola bitkisinde su eksikliği hakkında daha iyi bir anlayış sağlar ve kuraklığa yanıt veren TF'lerin
sayısındaki artış toleranslı kanola çeşitlerinin moleküler ıslahına katkıda bulunur.
ANAHTAR KELİMELER: BRASSİCA NAPUS, KURAKLIK, TRANSKRİPSİYON FAKTÖR,
TRANSKRİPTOM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
422
KARABAŞ OTU (LAVANDULA STOECHAS) VE SAĞLIK ÜZERİNE ETKİLERİ
Poster Bildiri / Gida
Yüksel BAYRAM1, Çiğdem ELGİN KARABACAK1,
1Çal Meslek Yüksekokulu,
Ballıbabagiller (Lamiaceae) familyasına ait olan Karabaş otu (Lavandula stoechas), 30–100 cm büyüklüğe kadar
erişen, kuraklığa dayanıklı, çok yıllık bir bitki türüdür. Uzun, tüylü 1–4 cm boyunda yapraklara sahip olan
bitkinin, 10–30 cm uzunluğundaki ince yapraksız saplar üzerinde 2–3 cm uzunluğunda pembe-mor çiçekler
bulunmaktadır. Her çiçekte, 4–8 mm uzunluğunda taç yaprak görülmektedir. Ülkemizde çoğunlukla Batı
Anadolu bölgelerinde, maki ve orman altı yerlerde doğal olarak yetişmekte olup, Mart-Haziran aylarında
çiçeklenmektedir.
Kullanımı çok eskilere kadar dayanan lavantanın bir türü olan karabaş otu ülkemizde Yalancı Lavanta, Kargan,
Keşiş otu, Fransız Lavantası gibi isimlerle de bilinmektedir.
Analjezik ve antioksidan etkilere sahip olan karabaş otunun taze veya kurutulmuş çiçekleri, öksürük kesici,
balgam söktürücü, diüretik, nevralji (baş ağrısı), sinir bozukluğu, uykusuzluk, kalp ve damar hastalıklarına karşı
koruyucu, tümör gelişimini yavaşlatıcı, bağışıklık sistemini güçlendirici, hipertansiyon ve iltihaplı yaraların
iyileştirilmesi gibi rahatsızlıklara karşı yardımcı tedavi edici olarak tüketilmektedir. Ayrıca içeriğindeki bazı
etken maddelerin etkisiyle sigara bırakmaya yardımcı olduğu belirtilmektedir. Bu bitki, çay veya çiçeklerinden
elde edilen uçucu yağ olarak kullanılmaktadır.
Sağlık üzerine pek çok faydaları olan aromatik bitkilere olan ilgi tüm dünya da her geçen gün artmakta ve
bunlarla ilgili yapılan çalışmalar önem arz etmektedir. Karabaş otu gibi aromatik bitkilerin yenilebilen
çiçeklerinden beslenme ve sağlık açısından yarar sağlamak amacıyla, bu gibi bitkilerin sadece çay olarak değil
aynı zamanda yeni fonksiyonel ürünler geliştirmede kullanılabileceği ve bu konuda yapılan araştırmaların
artırılmasının önemli olduğu öngörülmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: KARABAŞOTU, FRANSIZ LAVANTASI, AROMATİK BİTKİLER, TIBBİ
BİTKİLER, SAĞLIK, BESLENME
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
423
KARAYAKA VE BAFRA KOYUNLARINDA SÜT VERİMİ İLE İLİŞKİLİ BAZI
MİKROSATELLİT LOKUSLARIN ARAŞTIRILMASI
Poster Bildiri / Tarim
MERVE BUDAK1, LEVENT MERCAN1,
1ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ,
Günümüzde önemli bir endüstri haline gelmiş olan hayvancılık, insan gelişmesinin yapı taşlarından olan
hayvansal proteinin başlıca kaynağı olarak ülkelerin tarım sektörü içinde önemli bir yere sahiptir. Hayvancılık
sektörü içerisinde küçükbaş hayvan yetiştiriciliğinin bir dalı olan koyun yetiştiriciliği ülkemiz ekonomisine
önemli oranda katkı sağlamaktadır. Koyun ve keçilerin evcilleştirilmesi sürecinde en çok önem verilen
özelliklerinden biri de süt verimidir. Koyunlarda süt üretimi hem yavrunun yeterli beslenebilmesi hem de özellikle koyun sütünden üretilen bazı değerli gıda ürünlerine işlenebilmesinden dolayı yetiştiriciler için oldukça
önemlidir. Süt verimini etkileyen faktörlerin başında hayvanın genetik yapısı gelmektedir. Koyunların genotipik
yapılarının bilinen markörler bakımından süt verimine uygun olup olmadığının moleküler olarak belirlenmesi
içinde bulundukları populasyonların ıslah kapasitelerinin belirlenebilmesi için önemli bir kriterdir. Bu çalışmada
Karayaka ve Bafra koyunlarında süt verimi ile ilişkili olduğu bildirilen bazı mikrosatellit lokuslarının allelik
varyasyonlarının karşılaştırmalı olarak incelenmesi amaçlanmıştır.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi Döner Sermaye İşletmesi Hayvancılık Biriminde bulunan 2 farklı
genotipe sahip toplam 56 koyundan DNA izolasyonu amacıyla kan örneği alınmıştır. Populasyonların süt verim
özellikleri bakımından allelik varyasyonları; BM143, BM4311, MCM53, BM4621 ve JMP1 mikrosatellit
lokuslarında incelenmiştir. Bu lokusların polimorfizm bilgi içeriği (PIC) değerleri sırasıyla; 0.853, 0.927, 0.932,
0.950 ve 0.929 olarak bulunmuştur. En çok allel BM4621 (30), en az allel ise BM143 (14) mikrosatelit
lokusunda tespit edilmiştir.
Elde edilen ilk bulgular çalışılan populasyonlarda yüksek süt verimi ile ilgili olduğu bildirilen allellerin
bulunduğunu ortaya koymuştur. Populasyondaki allelik zenginliğin yüksek olması süt verimi ile ilişki olan
alleller bakımından her iki genotipin de bir örneklikten uzak olduğunu göstermektedir. Moleküler genotipleme
çalışmaları daha çok hayvanda ve daha fazla lokusta yapılmalı, elde edilen sonuçlardan ıslah amaçlı yapılan
çiftleştirme programlarında yararlanılmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: KARAYAKA KOYUNU, BAFRA KOYUNU, SÜT VERİMİ,
MİKROSATELLİT MARKÖRLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
424
KARBON AYAK İZİNİ AZALTIN SAĞLIĞA BİR ADIM ATIN
Poster Bildiri / Saglik
Ayşe GÜLEŞÇİ1, Refika ÖZER1, Feyza DERELİ1,
1İzmir Katip Çelebi Üniversitesi ,
İnsanoğlu yaşamı boyunca gerçekleştirdiği tüketim ve üretim faaliyetleri nedeniyle dünyada bir iz bırakır.
Karbon ayak izi, insan faaliyetlerinin doğrudan veya dolaylı olarak sebep olduğu birikimli sera gazı
salınımlarının toplamını ifade etmektedir. Tüketilen gıdalar, giysiler, dayanıklı ve dayanıksız bütün tüketim
malları, ısınma ve ulaşım için kullanılan kaynakları ve tüm bunların neden olduğu atıklar düşünüldüğünde bu
izin pek de küçük olmadığı görülmektedir. Ekolojik ayak izi kavramından türeyen karbon ayak izi iklim
değişikliği, çevre kirliliği ve insan etkisi ile yakından ilişkili bir kavramdır. Gıdadan ulaşıma, ısınmadan
aydınlanmaya kadar geniş bir alanı kapsayan karbon ayak izi, bireylerin oluşturdukları tabloyu daha net
anlayabilmeleri açısından belirli parametreler altında incelenmektedir. Bu parametreler, karbon ayak izinin hesaplanmasında, ülkelerin sosyoekonomik ve sosyokültürel durumlarına göre değişiklik gösterebilmektedir.
Son 200 yılda dünya nüfusu 6 kat artarken insan gereksinimleri ve üretim faaliyetlerinde kullanılan enerji
tüketimi 37 kat, CO2 salınımı ise 21 kat artmıştır. Bugün insanın doğal kaynakları tüketme hızı, doğanın kendini
yenileme hızının %50’sini geçmiş durumdadır. Artan karbon ayak izi miktarı çevre kirliliğinin yanında insan
sağlığını olumsuz etkilemektedir. Asit yağmurları, kükürt bileşikleri, metan gazları gibi başlıca unsurlar hava
kalitesini bozarak hava kaynaklı enfeksiyonlara ve alerjik rahatsızlıklara yol açmakta, ağır metaller, karbon ve
azot bileşikleri sık sık havadan solunum yoluyla organizmaya girerek akciğer, burun, ağız, deri ve sindirim
sistemi yoluyla dolaşım sistemine katılarak kan, kemik iliği, dalak ve lenf sistemi üzerinde zararlı etkiler
oluşturmaktadır. Dünyada başta gelen ölümcül sağlık riskleri arasında, metabolik riskler, beslenmeye bağlı
riskler, sigara kullanımı ve sonrasında çevresel dengenin bozulmasıyla oluşan riskler yer almaktadır. İngiltere’de
her yüz kişiden 8’i, ABD’de 6’sı, Birleşik Arap Emirliklerinde ve Türkiye’de ise 13’ü çevre kirliliği nedeniyle
ölmektedir. Çevre kirliliği, şimdiki ve gelecek nesillerin sağlığını ve hayat kalitesini etkileyen ciddi bir halk sağlığı sorunudur. Bireysel karbon ayak izinin belirlenmesi ve azaltılması sorunların çözümünde atılacak
adımlardan ilkidir.
ANAHTAR KELİMELER: KARBON AYAK İZİ, ÇEVRE KİRLİLİĞİ, SAĞLIK, HASTALIK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
425
KEMİK SAĞLIĞI İÇİN EGZERSİZ
Poster Bildiri / Saglik
Gizem HELVACI1, Fatma KARTAL2,
1Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme Ve Diyetetik Bölümü , 2Gümüşhane
University, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme Ve Diyetetik Bölümü ,
Bu çalışma, egzersizin kemik sağlığı üzerindeki etkileri hakkında bilinenlere ve mevcut verilere genel bir bakış
sağlamak amacıyla hazırlanmış bir derlemedir.
Sedanter yaşamın, kemik sağlığını olumsuz etkileyen faktörlerden biri olduğu iyi bilinmektedir. Düzenli fiziksel
aktivite ise yaşamın her döneminde kemik sağlığını ve kalitesini olumlu etkilemektedir. Çocukluk döneminde
kemik kütlesinde artışı ve kemik geometrisinin optimizasyonunu desteklemekte; yetişkinlik döneminde kemik
sağlığının sürdürülmesi ve korunmasını sağlamakta; yaşlılık döneminde kemik kütlesinin ve gücünün kaybını
hafifletmekte buna bağlı olarak da kırık riskini en aza indirmektedir. Kemik sağlığını güçlendirmeyi hedefleyen
egzersiz programlarının kemik mineral yoğunluğu ve kemik geometrisi üzerine olumlu etkilerinin olduğu birçok
çalışmada doğrulanmıştır. Bununla birlikte, orta veya şiddetli yoğunluktaki uzun süreli egzersiz, serum total ve
iyonize kalsiyum düzeylerini düşürerek paratiroid hormon sekresyonunu tetikleyebilmektedir. Paratiroid
hormonunun (PTH) artması sonucu kemik demineralizasyonu yoluyla serum iyonize kalsiyum düzeyleri dengelenmektedir. Dolayısıyla şiddetli ve uzun süreli egzersiz boyunca terle kalsiyum kaybedilmesi kemik
homeostazisini bozabilmektedir. Sonuç olarak, egzersiz yoğunluğu ve süresine bağlı olarak kemik sağlığı olumlu
veya olumsuz etkilenebilmektedir. Bu yüzden güçlü kemikler için egzersiz programının iyi ayarlanması
gerekmektedir. Ağır egzersiz programı uygulamak isteyen veya uygulamak zorunda olan sporcuların ise
paratiroid hormonun kemik üzerindeki katabolik etkilerinden korunmaları için egzersiz öncesi ve süresince
kalsiyumdan zengin içecekleri tüketmeleri önerilmektedir. Ancak, terle kaybedilen kalsiyumu dengeleyerek
kemik sağlığının bozulmasını önlemek için alınması gereken kalsiyum miktarına ilişkin veriler yetersizdir ve
ileri çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: EGZERSİZ, OSTEOPOROZ, KALSİYUM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
426
KEMİK SAĞLIĞINA SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİNİN ETKİSİ
Poster Bildiri / Beslenme
Ayşe Deniz ÇARDAK1,
1Adnan Menderes Üniversitesi,
Kemik sağlığını korumada süt ve süt ürünlerinin öneminin anlaşılması.
Dünyada en yaygın görülen iskelet sistemi hastalığı olan osteoporoz, kemiklerin zayıflamasına ve kırılmaya
yatkın hale gelmesine neden olmaktadır. Kemik yoğunluğunun azaldığı ve kemik kalitesinin bozulduğu bu
hastalık çoğu kez sessizce ilerlemekte ve kemik kırıklarının oluşmasıyla fark edilmektedir. Osteoporozun 50
yaşın üzerindeki kadın ve erkeklerde görülme sıklığı sırasıyla %33 ve %20 olarak bildirilmektedir. Günümüzde
200 milyondan fazla insanın osteoporotik olduğu tahmin edilmektedir. Birçok hastalıkta olduğu gibi
osteoporozun oluşumunda da genetik yatkınlık önemli olup, hormonlar, uygun olmayan beslenme tarzı, sigara ve
aşırı alkol kullanımı, fiziksel aktivite eksikliği, kemik sağlığını olumsuz etkileyen çeşitli hastalıklar ile kullanılan
bazı ilaçlar osteoporozun ortaya çıkmasında rol oynamaktadır. Kemikler ve iskelet doğumdan ergenliğin sonuna
kadar sürekli gelişir ve büyür, erken erişkin dönemde veya 20’li yaşlarda maksimum güce ulaşır. 50 yaş sonrası
erkeklerde ve menapozal kadınlarda kemik dengesi negatif olmakta ve iskeletin bütün kısımlarından kemik kaybı
gerçekleşmektedir. Yapılan çalışmalar özellikle erken yaşta (çocukluk ve adölasan dönem) alınan kalsiyumun osteoporoza karşı koruyucu etkisi olduğunu, ileri yaşta alınan kalsiyumun da erken yaş kadar olmasa da
osteoporoza karşı kısmi koruyucu etkisi olduğunu göstermektedir. Birçok besin öğesi (kalsiyum, D vitamini, K
vitamini, fitoöstorejenler, sindirilemeyen oligasakkaritler vb.) kemik sağlığı üzerine pozitif etki sağladığından
beslenme ile yaşam boyu kemik sağlığını korumaya yönelik önlem almak ve sürdürmek mümkündür. Bu
çalışmada kemik sağlığı üzerine özellikle süt ve ürünlerinin etkileri üzerine yapılan çalışmaların sonuçları
derlenecektir.
ANAHTAR KELİMELER: OSTEOPOROZ, SÜT ÜRÜNLERİ, KALSİYUM, D VİTAMİNİ, K VİTAMİNİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
427
KOLİSTİN DİRENÇLİ KLEBSİELLA PNEUMONİAE ŞUŞLARINDA TİGESİKLİN
DUYARLILIĞININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Poster Bildiri / Saglik
Erbey CİHAN1, Özge Nur YILMAZ1, Sarhan SAKARYA2,
1Adnan Menderes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi
Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,
Klebsiella pneumoniae spp. pneumoniae, sıklıkla hastane kaynaklı enfeksiyonlara neden olan bakteridir.Son
yıllarda geniş spektrumlu beta laktamaz (GSBL) oluşturan ve karbapenemaz üreten K. pneumoniae spp.
pneumoniae sayısı çok ciddi artış göstermiştir. Söz konusu etkenlerin dirençli suşlarında terapötik amaçla
kolistin ve tigesiklin kullanilmaktadir. Çalışmamızda çeşitli hasta örneklerinden (kan, idrar, balgam, trakeal aspirat, yara) izole edilen kolistin direncine sahip K. pneumoniae spp. pneumoniae’de tigesikline duyarlılığının
belirlenmesi amaçlanmıştır.
Çalışmada Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Enfeksiyon Hastalıkları Laboratuvar’ında 1 Ocak 2018-1
Ağustos 2018 arasında gelen klinik örneklerden izole edilen K. pneumoniae spp. pneumoniae etkenlerinden, kolistin direnci olduğu belirlenen şuşlar (n=23) kullanılmıştır. İzolatlardan 8’i idrar (%34,78) ,1’i balgam
(%4,34) , 5’i kan kültürü (%21,73) , 6’sı trakeal aspirat (%26,08) ve 3’ü yara yeri kültüründen (%13,04) izole
edilmiştir. Klinik örneklerin tanısı ve kolistin duyarlılığının belirlenmesi Vitek-2 (Biomerieux) ile yapılmıştır.
Şuşların tigesiklin duyarlılığının belirlenmesinde ise, Etest, disk difüzyon ve Vitek-2 sistemi kullanılmıştır.
Tigesiklin disk difüzyon ve Etest değerlendirmeleri, plaklar 37°C’de 24 saat inkübe edilmesinden sonra
yapılmıştır. Etest ile bulunan minimum inhibitör konsantrasyon (MİK) değerleri ve disk difüzyon testinde zon
çaplarının değerlendirmeleri FDA antibiyotik duyarlılık kriterlerine göre yapılmıştır.
İncelenen örnekler içerisinde kolistin dirençli K. pneumoniae spp. pneumoniae etkenleri tigesikline karşı %30,43
duyarlı, %60,86 orta duyarlı ve %8,69 dirençli bulunmuştur.
Çalışma sonucunda kolistin dirençli K. pneumoniae spp. pneumoniae şuşlarına karşı tigesiklin önemli bir tedavi
seçeneği olmaktadır. Ancak laboratuvar analizleri ve uygulanan tedavinin birlikte değerlendirileceği çalışmalara
gereksinim duyulmaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: KOLİSTİN , TİGESİKLİN , K.PNEUMONİAE SPP. PNEUMONİAE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
428
KONVEKSİYONEL YÖNTEM İLE KURUTULMUŞ BEYAZ ŞAPKALI MANTARLARIN
(AGARICUS BISPORUS) YAPISAL DEĞİŞİMLERİNİN İNCELENMESİ
Poster Bildiri / Gida
Derya ATALAY1, Hande Selen ERGE1,
1BOLU ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ,
Mantarlar kendine özgü tadı ve tekstüründen dolayı insan beslenmesinde oldukça ilgi görmektedir. Ayrıca,
mantarlar karbonhidrat, protein, lif, mineraller ve fenolik asitler gibi biyolojik olarak aktif bileşiklerce zengindir.
Mantarlar oldukça hassastırlar ve raf ömürleri hasattan sonra yaklaşık 24 saattir. Gıdaları korumak için
kullanılan yöntemlerden olan kurutma, gıdanın güvenilir depolama seviyesine kadar nem içeriğini düşüren en
yaygın işlemlerden birisidir.
Bu çalışmada da, sıcak hava kurutucuda kurutulan (50º, 60º ve 70 ºC) beyaz şapkalı mantar (Agaricus bisporus)
dilimlerinin (2, 4 ve 6 mm) rehidrasyon oranı ve tekstür profili (sertlik, sakızımsılık, elastikiyet, iç yapışkanlık
ve çiğnenebilirlik) gibi yapısal özellikleri incelenmiştir.
Bu araştırmada, analiz sonuçlarının değerlendirilmesinde yanıt yüzey yöntemi kullanılmıştır. Tüm yanıtlar için
karesel modelin uygun olduğu belirlenmiştir. Sıcaklık artıkça, örneklerin rehidrasyon oranı azalmıştır (P<0.05).
Düşük sıcaklıkta kurutulan örneklere kıyasla yüksek sıcaklıkta kurutulan örneklerde tekstrün daha sert olduğu
bulunmuştur.
Nümerik optimizasyon sonucunda, sıcak hava kurutucu için optimum koşullar 50 ºC 2 mm olarak
önerilmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: KURUTMA, TEKSTÜR, BEYAZ ŞAPKALI MANTAR, REHİDRASYON
ORANI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
429
KONYA İLİNDEKİ BAZI HASTANELERDEN İZOLE EDİLEN K.PNEUMONIAE’LERİN
TAKİP EDİLDİKLERİ SERVİS VEYA POLİKLİNİKLERE GÖRE DAĞILIMLARI
Poster Bildiri / Saglik
İHSAN OBALI1, AHMET UYSAL2, EMİNE ARSLAN1,
1Selçuk Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, KONYA, TÜRKİYE, 2Selçuk Üniversitesi, Sağlık
Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Tıbbi Laboratuvar Bölümü, KONYA, TÜRKİYE,
Bu çalışmada, Konya ilindeki bazı hastanelerde Klebsiella pneumoniae (K. pneumoniae) suşlarının izole
edildikleri poliklinik ve servislere göre dağılımlarının belirlenmesi amaçlanmıştır.
Çalışma materyali olan Klebsiella pneumoniae suşları, Konya ilinde, Kamu hastaneleri ve bazı özel hastanelerin
mikrobiyoloji laboratuvarlarından, Ocak- Ağustos 2017 tarihleri arasında çeşitli klinik örneklerden (idrar, kan,
yara vb.) izole edilmiştir. Vitek II (bioMerieux, Fransa )identifikasyon kartları ile tanımlanan 192 K.
pneumoniae suşunun doğrulaması laboratuvarda yapılmıştır. Bütün suşların hangi servis ve poliklinikten alındığı
hakkındaki klinik bilgileri tablo halinde sunularak değerlendirilmiştir.
Tüm hastanelerden toplanan 192 K. pneumoniae örneğinin 58’i 12 farklı polikliniğe 134’ü ise 16 farklı servise
aittir. Hastanelerden elde edilen 134 K. pneumoniae suşu, 16 farklı servise ve bunların alt ünitelerindeki
servislere aittir. İzole edilen K. pneumoniae suşlarının kadın erkek dağılımına bakıldığında ise, 12farklı
poliklinikten elde edilen 58 suşun 26’sının kadın hastalara 32’sinin erkek hastalara ait olduğu görülmüştür.
Konya’daki çalışılan hastanelerin, poliklinik dağılımına bakıldığında en fazla K. pneumoniae suşunun, Eğitim
Araştırma Hastanesinin Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Polikliniği’nden, Medicana Hastanesi’nin Üroloji
Polikliniği’nden, Beyhekim Devlet Hastanesinin Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniği servislerinden elde
edilen örneklerden izole edildiği görülmüştür. Hastanelerdeki K. pneumoniae suşlarının, servis dağılımına
bakıldığında en fazla örnek Medicana Hastanesi’nin genel yoğun bakım servisinden, Eğitim Araştırma Hastanesi’nin Çocuk (Pediatri) servisinden, Beyhekim Devlet Hastanesinin Dahiliye Servisinden elde edilen
örneklerden izole edildiği görülmüştür. Tüm hastanelerden alınan numunelerden izole edilen, K. pneumoniae
suşlarının servislere göre sayılarına bakıldığında, en çok yoğun bakım servislerinde ve servislerindeki cinsiyet
dağılımına bakıldığında ise, kadın hastalardan izole edildiği belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: K.PNEUMONIAE, SERVİS, POLİKLİNİK, DAĞILIM, KONYA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
430
KOZMETİK ÜRÜNLERDE KORUYUCU MADDE KULLANIMI VE KORUYUCU
ETKİNLİK TESTLERİ
Poster Bildiri / Saglik
ENGİN KILIÇ1, Furkan YILMAZ1,
1ERZİNCAN BİNALİ YILDIRIM ÜNİVERSİTESİ, ECZACILIK FAKÜLTESİ,
Bu makalenin amacı, 460 miyar dolarlık kozmetik sektöründe kullanılan koruyucu maddeler ve bu maddelerin
mikroorganizma kontaminasyon derecesini belirleyen CHALLENGE TEST çeşitlerini ve önemini belirtmektir.
Kozmetik; vucüdun belirli kısımlarına uygulanan tek veya temel amacı bu kısımları temizlemek, koku vermek,
görünümünü değiştirmek ve/veya vücut kokularını düzeltmek ve/veya korumak veya iyi bir durumda tutmak
olan bütün preparatlar veya maddeler olarak tanımlanmaktadır. Kozmetiklerde mikroorganizma kontaminasyonu
tüketici sağlığı açısından önemli risk meydana getirmektedir. Mikrobiyal üremeye engel olmak amacıyla
ürünlere koruyucu olarak bilinen asitlerin, alkollerin, biguanidlerin, holojenlerin, organik merküriallerin,
aldehitlerin, fenoliklerin ve kuarterner amonyum-bileşiklerin eklenmesi öngörülmektedir. Ancak ürüne ilave
edilecek olan bu koruyucu maddelerin formülasyondaki diğer maddelerle uyumlu ve geniş spektrumlu olmaları, kullanıcı üzerine alerjik, toksik ya da tahriş edici etkilerinin olmaması gerekmektedir. 2005 tarihli Türk
Kozmetik Kanunu’na göre, piyasaya sunulan kozmetik ürünlerin güvenlik değerlendirmesinin kullanımına
sunuldukları hedef kitlenin sağlığı açısından yapılma zorunluluğu bulunmaktadır. Kozmetik ürünlerin güvenlilik
değerlendirilmesi, ülkelere göre farklılık arz etse de temel esası aynı olan antimikrobiyal koruyucu etkinlik testi
ile yapılmaktadır. Biz bu makalede kozmetiklerde kullanılan koruyucu maddeler ve antimikrobiyal koruyucu
etkinlik testinin nasıl yapıldığını literatür ışında tartıştık.
ANAHTAR KELİMELER: KOZMETİK, KORUYUCU MJADDE, CHALLENGE TESTİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
431
KURUTULMUŞ GIDALARDAN SAKKAROFİLİK FUNGUSLARIN İZOLASYON VE
İDENTİFİKASYONU
Poster Bildiri / Beslenme
Yiğit TERZİ1, Füsun UÇAR1, Gülhan TUNÇ1,
1Ege Üniversitesi,
Günümüz tarım ve gıda üretiminin en büyük problemlerinden birisi mikrobiyal kontaminasyondan kaynaklanan
bozulmalardır. Bozulmalara neden olan funguslar birçok ekstrem çevresel koşullar(ph, sıcaklık,su aktivitesi,
osmatik basınç) altında üreyebilmektedir. Mikroorganizmaların hayati fonksiyonları yerine getirebilmesi için
serbest haldeki suya ulaşabilmesi gerekmektedir. Çözünen madde (tuz, şeker, gliserol vb.) veya iyon miktarı
arttıkça ortamdaki serbest su miktarı azalmaktadır. Gıda kontaminasyonuna neden olan birçok mikroorganizma ortamdaki serbest su sayesinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Su aktivitesi 0.0 ile 1.0 arasında değişen değerler
halinde ifade edilmektedir. Çeşitli şekerleri ve çözünebilen diğer maddeleri içermeyen distile suyun su aktivitesi
1.0’dır. Tamamen kuru, yani su içermeyen bir gıda maddesinin aw değeri ise 0.0’dır. Çoğu mikroorganizma 0.85
aW değeri altındaki su aktivitesi değerinde yaşayamamaktadır. Fakat düşük su aktivitelerinde yaşamlarını
sürdürebilen ve kserofilik olarak adlandırılan mikroorganizmalar bulunmaktadır. Kurutulmuş birçok gıda su
aktivitesi bakımından düşük olduğu için çoğu mikroorganizma bu ortamda gelişememektedir. Kurutulmuş
gıdalar gibi bu zorlu ortama adapte olabilen funguslar bulunmaktadır. Ayrıca bu funguslar çeşitli mikotoksinler
üreterek insan sağlığını da tehdit etmektedir Bu çalışmanın amacı, düşük su aktivitesine sahip kurutulmuş
gıdalardan kserofilik fungusların izolasyonu ve moleküler biyolojik yöntemlerle identifikasyonunu
gerçekleştirmektir.
izolasyonlar su aktivisi düşük selektif ortamlar(DG18 ve %60 glikozlu malt ektrakt agar) kullanılarak
yapılmıştır. Kserofilik fungus izolasyonunda örnek olarak: çikolata, kurutulmuş balık, erişte,kurutulmuş üzüm,
ekmek gibi su aktivitesi düşük gıdalar kullanılmıştır. Saflaştırılan fungus izolatlarının makraskobik incelemeleri
yapıldıktan sonra moleküler biyolojik yöntemlerden biri olan ITS(Internal transcribed spacer) gen bölgesi
kullanılarak genus ve tür düzeyinde identifiye edilmişlerdir. Sonuç olarak 18 fungus türü elde saptanmıştır. Bu
fungus türlerinin üreyebildikleri minimum su aktivitite değerleri de ayrıca test edilmiştir.
Çalışmanın sonucunda Aspergillus, Wickerhamomyces, Debaryomyces, Cladosporium, Pichia,
Zygosaccharomyces, Penicillium genusuna ait türler elde edilmiştir. İdentifiye edilen bütün türler çoğu
mikroorganizmanın yaşamsal faaliyet gösteremeyeceği yüksek glikoz oranında(%60) üreyebildiklerinden tüm
türler sakkarofilik olarak değerlendirilmişlerdir.
İzole edilen türlerin gıda ve insan sağlığını tehdit eden çeşitli mikotoksinleri üretebilen türler olmasından dolayı
tehlike arz etmektedir. Bundan dolayı kurutulmuş gıdalarda da mikroorganizma(bakteri, fungus) taramalarının
yapılması bu çalışma ile önerilmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: FUNGUS, KSEROFİLİK, SU AKTİVİTESİ, KURU GIDA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
432
KUZEY IRAK’TA DOĞAL OLARAK YETİŞEN NERGİSLER
Poster Bildiri / Tarim
Nalan TÜRKOĞLU1, Ezelhan ŞELEM1, Yekbun ALP2, Sokar Salah JALAL2,
1Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, 65080 Van, Türkiye , 2Van Yüzüncü
Yıl Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Bahçe Bitkileri Ana Bilim Dalı, 65080 Van, Türkiye,
Süs bitkileri sektöründe özellikle kesme çiçek yetiştiriciliğinde önem taşıyan nergisler hem ülkemizde hem de
Kuzey Irak’ta büyük öneme sahiptir. Kuzey Irak’ta doğal olarak yetişen nergislerin kültüre alınması ve
yetiştiriciliğine yönelik herhangi bir bilimsel çalışmanın olmaması dolayısıyla bu potansiyelin araştırılması
büyük önem arz etmektedir.
Çalışma materyalini Kuzey Irak’tan getirtilen nergisler oluşturmaktadır.
Laboratuara getirilen nergislerin morfolojik özellikleri kayıt altına alınmış olup beyaz-sarı nergislerin renk
özelliklerinin karşılaştırılmaları yapılmıştır.
Yapılan çalışmalar sonucunda Irak'ın kuzeyinde sadece bir türün yaygın olduğu ve bu türün beyaz ve sarı renkte
olan Narcissus poeticus L. olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca Süleymaniye ve Chamchamal kentinden toplanan
nergislerin çiçek sapı, gövde, petal eni ve boyu, gövde çapı ve çiçek sapı ölçümlerinin karşılaştırmaları yapılmış
olup aralarında farklılıklar olduğu tespit edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: KUZEY IRAK, NARCİSSUS POETİCUS L., NERGİS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
433
KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ, TARIM VE BİYOTEKNOLOJİ
Poster Bildiri / Tarim
Emine Dilşat YEĞENOĞLU1, Şenay AYDIN1,
1Manisa Celal Bayar Universitesi Alaşehir Myo,
Bu çalışmada, küresel iklim değişikliği, küresel iklim değişikliğinin tarımsal üretime etkileri ile bu etkilere karşı
alınacak önlemler içerisinde biyoteknolojinin rolüyle ilgili bazı araştırmalar derlenerek verilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ, TARIMSAL ÜRETİM, GIDA GÜVENLİĞİ,
BİYOTEKNOLOJİ, TARIMSAL BİYOTEKNOLOJİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
434
LATHYRUS EGIRDIRICUS H.GENC & A.SAHİN VE LATHYRUS TEFENNICUS H. GENÇ
& A. ŞAHİN TÜRLERİNİN TOHUM KİMYASI
Poster Bildiri / Tarim
Bekir YILDIRIM1, Yasin ARSLAN2, Diğdem TRAK3, Hasan GENÇ4, Erdal KENDÜZLER3,
1Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Burdur Gıda Tarım Ve Hayvancılık Meslek Yüksekokulu, Bitkisel Ve
Hayvansal Üretim Bölümü, Burdur, Türkiye, 2Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Nanobilim Ve Nanoteknoloji Bölümü, Burdur, Türkiye, 3Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Fen Edebiyat
Fakültesi, Kimya Bölümü, Burdur, Türkiye, 4Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Eğitim Fakültesi,
Matematik Ve Fen Bilimleri Eğitimi Bölümü, Burdur, Türkiye,
Lathyrus L. (Mürdümük) Fabaceae (Leguminosae) familyasından bir bitki cinsi olup Türkiye’de tür, alt tür ve
varyete seviyesinde 77 takson ile temsil edilmektedir. Bunlardan 25 takson endemiktir. Cinsin bazı türleri insan
gıdası veya yem bitkisi olarak kullanılmakta ve tarımı yapılmaktadır. Lathyrus egirdiricus H.Genc & A.Sahin
and Lathyrus tefennicus H. Genç & A. Şahin son yıllarda yapılmış bilimsel çalışmalarla Lathyrus cinsine
eklenmiş endemik taksonlardır. Bu çalışmanın amacı iki endemik Lathyrus türünün kimyasal
kompozisyonlarının araştırılmasıdır.
Çalışmamızda bu iki taksonun tohumlarında bulunan Cd, Cr, Ni, Cu, Mn, Zn, Fe, Ca, Mg, Na ve K
elementlerinin miktarları tayin edilmiştir. Laboratuvar çalışmalarında örneklerin çözünürleştirilmesi için
mikrodalga fırın kullanılmış ve element konsantrasyonları Atomik Absorpsiyon Spektrometre ile belirlenmiştir.
Bu yöntemin doğruluğu, sertifikalı referans malzemenin (EnviroMAT Contaminated Soil) analizi ile
doğrulanmıştır. Tüm sonuçlarda güven seviyesi %95’tir.
Her iki Lathyrus taksonunun tohumlarının elementel kompozisyonları arasında farklılıklar vardır. Element
konsantrasyonlarının farklı düzeylerde çıkması bu sonuçların bitki taksonomisinde kullanılabileceği düşüncesini
güçlendirmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: KİMYASAL KOMPOZİSYON, ELEMENTLER, LATHYRUS EGIRDIRICUS,
LATHYRUS TEFENNICUS, TÜRKİYE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
435
LUPİN UNU İKAMESİNİN EKMEĞİN BAZI KALİTE ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE ETKİSİ
Poster Bildiri / Gida
Kübra TULUK1, Burak ALTINEL1,
1Ege Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü,
Lupin unu, sahip olduğu yüksek orandaki protein ve diyet lifi içeriğinden dolayı, fırıncılık ürünlerinin besin
kalitesi açısından zenginleştirme uygulamalarında ideal bir bileşendir ve fonksiyonel bir gıda olarak son
zamanlarda uluslararası alanda ilgi odağı olmuştur. Genellikle buğday unu ikamesi olarak kullanılmaktadır.
Literatür verileri incelendiğinde; lupin unu ikamesinin ekmeğin kalite özellikleri üzerine etkilerini araştırmak
amacıyla yapılan çok az sayıda çalışma mevcuttur. Bu nedenle bu çalışma kapsamında, ekmeklik buğday ununa
%10, 20 ve 30 oranlarında ikame edilen lupin ununun ekmek kalitesi üzerine etkileri belirlenmiş ve
değerlendirilmiştir.
En yüksek spesifik hacim değerine sahip örnek kontrol örneği olarak belirlenirken; lupin ununun ikame oranı
arttıkça ekmeklerin spesifik hacim değerlerinin istatistiksel bakımdan önemli derecede azaldığı
belirlenmiştir(P<0.05). Lupin unu gluten proteinleri içermediği için, ekmek üretiminde buğday unu ile ikame
edilen lupin unu oranı arttıkça ; toplam un kütlesindeki gluten proteinlerinin oranı da azalmış ve buna bağlı
olarak lupin unu içeren hamurların gluten ağ yapısı zayıflamış, hamurun gaz tutma kapasitesi azalmış ve sonunda düşük hacimli ekmek elde edilmiştir. Lupin unu ikame oranı arttıkça, ekmeklerin pişme kaybı değerleri,
kontrol örneğine kıyasla istatistiksel bakımdan önemli derecede azalmış ve nem miktarları ise istatistiksel
bakımdan önemli derecede artmıştır(P<0.05). Bununla birlikte; % 30 lupin unu ikameli ekmek, en düşük pişme
kaybı ve en yüksek nem miktarına sahip örnek olmuştur. Lupin unu, buğday ununa kıyasla yüksek oranda
protein ve diyet lifi içerdiği için; buğday ununa lupin unu ikamesi; özellikle toplam kütledeki diyet lifi miktarı
arttığı için hamurun su kaldırma kapasitesini arttırmıştır. Bu nedenle; lupin unu ikame oranı arttıkça, ekmeklerin
nem miktarları azalmış ve pişme kaybı değerleri artmıştır.
Sonuçlar genel olarak değerlendirildiğinde, lupin ununda bulunan diyet lifi ve proteinlerin,ekmek hacmi ve
spesifik hacim gibi ekmeğin kalite karakteristiklerini olumsuz etkilediğini söylemek mümkündür. Ancak;
buğday ununa lupin unu ikame edilmesi; ekmeğin beslenme ve sağlık açısından değerini arttırmıştır. Bu çalışma;
lupin ununun ekmek üretiminde endüstriyel ölçekli kullanılabilirliği hakkında bilgi sahibi olunmasına katkı
sağlayacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: LUPİN UNU, EKMEK ÜRETİMİ, SPESİFİK HACİM, UN İKAMESİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
436
MAMUNLARIN (UPOGEBIID) YUVALANMA ÖZELLİKLERİ
Poster Bildiri / Tarim
Aysun KÜÇÜKDERMENCİ1, Aynur LÖK1, Ali KIRTIK1, Evrim KURTAY1, Altan LÖK1, Filiz
ÖZTEKİN1,
1Ege Üniversitesi,
Özet Bentik canlıların çeşitli türleri yumuşak dip yapısı sahip sedimentte çukur kazarak yaşarlar. Bu yuva
kazıcılardan olan mamunların yuvalanmalarının nedeni sadece predatörlerden korunmak için değil, beslenme,
kabuk değiştirme, üreme içindir ve bu yapılanmanın bölgesel ekosistemde yaşamsal bir önemi vardır . Yuva
duvarlarının yüzeyi 1mm kalınlığında ve kahverengidir. Yuvalarının duvarlarının sabit kalması mxp 3
(maxilliped 3), P2 (pereipod 2), P3 (pereipod 3) de bulunan tegumental salgı bezlerinden salgılanan mukusla
sağlanmaktadır. Yuvalardan sadece geceleri beslenmek için çıkan çamur karideslerinin dişileri yumurta
taşıdıkları için erkeklere göre zamanlarının çoğunu bu yuvalarda geçirirler. Yuvaların şekiller türlere göre değişmekle birlikte U veya Y şeklinde olup Y şekilli olanların sap kısmı 2m ye kadar sedimentin içine kadar
gider. Upogebia major, Upogebia pusilla, Upogebia omissa gibi türler dikey olarak yuva kazarken, Upogebia
deltaura, Biffarius arenosus ise hem yatay hemde dikey yuva kazarlar. Yuva derinlikleri 150cm den daha azdır
ve yuvaların boy ve derinlikleri arasında pozitif bir ilişki vardır. Yuvaların yapısı sedimentin yapısı çamur ise
basit ve derin, kum ise daha karmaşık ve sığdır. Mamunlar yuvanın içinde dönüş yapmak için bazı yerleri daha
geniş yapmaktadırlar. Yuvalar her zaman tek bir birey içindir ve yuvalar üst üstte gelselerde hiçbir zaman
çakışmazlar. Yuvalar yapıldıktan sonra uzun süre yapıları aynı şekilde kalır. Teşekkür: Bu çalışma 116O646
nolu Proje ile Tübitak tarafından desteklenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: MAMUN, UPOGEBİİD, YUVALANMA ÖZELLİKLERİ, SEDİMENT
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
437
MANİSA- SARIGÖL İLÇESİNDE ÜRETİCİLERİN PESTİSİT KULLANIMI KONUSUNDA
ANKET SONUÇLARI
Poster Bildiri / Tarim
Mehmet ERDİL1, , Osman TİRYAKİ
1ÇANAKKALE ONSEKİZ MART ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ BİTKİ KORUMA BÖLÜMÜ,
Günümüzde teknolojik gelişmelerine paralel olarak pestisit kullanımı gittikce artmaktadır. Bilinçsiz pestisit
kullanımı tarımsal ürünlerde kalıntı riski ve çevresel risk oluşturmaktadır. Bu araştırma Manisa İlinin Sarıgöl
İlçesinde çiftçilerin pestisit kulanımındaki tutum ve davranışlarına ve pestisit seçimindeki bilgi düzeyine ile
çevresel duyarlılıklarının araştırılmasına odaklıdır.
Anket uygulanacak üretici sayısı, Sarıgöl nüfusuna göre ‘Oran Ortalamalarına Dayalı Basit Tesadüfi Örnekleme’
metoduyla hesaplanmış, 384 üretici ile görüşülüp anket çalışması yapılmıştır.
Üreticilerin, % 49.7’si ilkokul mezunu, % 27.3 45-54 yaş aralıgında, % 31.8’i 21-30 yıl çiftçilik deneyimi
olduğu belirlenmiştir. Üreticilerin % 97.9’u hastalık ve zararlılar ile kimyasal mücadeleyi tercih ettiğini, %
44.6’sı sulama suyu ile yabancıot ve hastalık geldiğini, % 65.6’sı ilaçlamalarını akşam saatinde yaptıklarını, %
69.9’u hastalık ve zararlı görülmediği zaman ilaçlama yapmadığını, % 78.1’i son ilaçlama ile hasat arası süreye
dikkat etiğini, % 42.4’ü ilaçlama zamanını belirlemede Zirai İlaç Bayilerinden bilgi aldığını, % 62.8’i ilaçlarını
Zirai İlaç Bayilerinden temin etiğini, % 79.9’u ilaçlarda önerilen dozu uyguladığı, % 60.4’ü ilaçlama ile hasat
arası sürenin kalıntıya etki edebileceğini, % 43’ü MRL kavramını bildiğini belirtmişlerdir. Ayrıca çevresel duyarlılık anlamında üreticilerin % 12.5’i boşalan ilaç kutularını çevreye attıklarını, % 51.1’i artan ilaç ve ilaçlı
suyu bahçede bir kenara dökdüklerini belirtmişlerdir.
Sonuç olarak, çoğu çiftçi pestisit kalıntılarına dikkat etmektedir. Bunun nedeni, ilçede üretilen ürünlerin ihraç
edilmesi ve ihraç edilen mallar için pestisit kalıntılarının önemli olmasıdır.
ANAHTAR KELİMELER: SARIGÖL, PESTİSİT KULLANIM DENEYİMİ, BİLGİ, ÇEVRESEL TUTUM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
438
MAŞ FASULYESİ [VİGNA RADİATA (L.) WİLCZEK] TOHUMLARININ
ÇİMLENMESİNDE FARKLI TUZ KONSANTRASYONLARININ ETKİSİ
Poster Bildiri / Tarim
SİMRU BAŞ1, HÜSEYİN ÇANCI1, MEHMET BİLGEN1,
1AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ,
Çalışma ML-267 maş fasulyesi genotipinin tohumlarının farklı tuz konsantrasyonlarında çimlenme ve fide
dönemi özelliklerini belirlemek amacıyla yürütülmüştür.
Çalışmada 0, 50, 100, 150 ve 200 mM tuz (NaCl) konsantrasyonları ve farklı bekletme süreleri (0, 2, 4 saat)
uygulanarak oda sıcaklığı koşullarında çıkan bitki sayıları, kök uzunluğu, sürgün uzunluğu ve kök kuru ağırlığı
özellikleri belirlenmiştir.
Ölçülen özellikler dikkate alındığında ML-267 maş fasulyesi genotipinde tuz konsantrasyonu ve bekletme
süresinin artmasıyla çimlenmenin olumsuz etkilendiği görülmüştür.
ANAHTAR KELİMELER: MAŞ FASULYESİ, VİGNA RADİATA, TOHUM, TUZ, ÇİMLENME
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
439
MAYDANOZDA STEMPHYLIUM YAPRAK LEKESİ (STEMPHYLIUM VESİCARIUM)
HASTALIĞININ TÜRKİYE’DE İLK TESPİTİ
Poster Bildiri / Tarim
TİJEN TAŞKIN1, GÜLCAN YIKILMAZSOY1,
1ZİRAİ MÜCADELE ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ BORNOVA-İZMİR,
Maydanoz hem taze tüketilen bir sebze olarak hem de garnitür olarak kullanım için yetiştirilmektedir. Yıl
boyunca maydanoz üretimine uygun ekolojik şartlara sahip olan İzmir, Türkiye'de önemli bir maydanoz
üreticisidir. 2013-2015 üretim sezonlarında İzmir'deki maydanoz tarlalarında daha önceleri bilinmeyen hastalık
sorunları yaşanmış, kalite kaybı olmuş ve verim azalmıştır. Hastalığın en önemli belirtileri yapraklarda lekeler,
yeşil aksamda yanıklık ve bitkilerde sararmalar olmuştur. Bu çalışmanın amacı, maydanozdaki bu yeni sorununun nedenini saptamak, hastalık etmenini teşhis etmek, sorunların derecesini anlamak ve hastalıklı
bitkilerin örneklerini elde etmektir.
Bu hastalıkta başlangıç belirtisi olarak 2-3 mm çapında dairesel oval şekilli klorotik yaprak lekeleri oluşur.
Hastalık ilerledikçe lekeler 5-8 mm çapında dairesel-oval şekilli klorotik sınırla çevrili taba-açık kahve renkli olur. Bu çalışmada hastalık belirtisi olan yaprak parçaları %1’lik sodyum hipoklorit (NaOCl) yüzey
dezenfeksiyonu yapılmış ve iki kere destile sudan geçirildikten sonra su agar (WA) bulunan petrilere konmuştur.
7 gün 24± 1°C de inkube edilmiştir. Morfolojik bulgulara göre etmen, Stemphylium vesicarium olarak
belirlenmiştir. İzolatlar maydanoz yapraklarına inokule edildiğinde tarlada görülene benzer şekilde belirtiler
oluşturmuş ve aynı fungus test bitkilerinden izole edilerek Koch postulatı tamamlanmıştır.
Stemphylium yaprak lekesinin, İzmir’de maydanoz yapraklarında yeni bir sorun olduğu ortaya konmuştur.
Hastalık şiddetli olduğunda yaprak lekeleri birleşir ve zamanla klorotik ve yaşlanma belirtileri görüldükten sonra
kuruyarak yaprak ölümü gerçekleşir. Yaprak sapında dar uzun kahverengi lezyonlar bulunur. Maydanoz hasat
edildiğinde alt kısımlarda kalan yaşlı yapraklar bitkilerde daha ağır hastalık belirtilerini oluşturur. Hastalık hasat
sonrasında gelişen bitkilerde ortaya çıkar. Bildiğimiz kadarıyla, bu Türkiye'de maydanozda Stemphylium
vesicarium'un neden olduğu yaprak lekesi hastalığının ilk kayıttır. S. vesicarium için bir konukçu olarak
maydanozun tanımlanması daha önceki araştırmalarla tutarlıdır. Bu hastalık ABD'de ve ayrıca Avustralya'da
maydanozda bildirilmiştir (Koike ve ark. 2013; Persley ve ark., 2010).
ANAHTAR KELİMELER: STEMPHYLIUM VESICARIUM, MAYDANOZ, YAPRAK LEKESİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
440
MEYVE FİDANLIK ALANLARINDA YABANCI OT TÜRLERİ VE ETKİLERİ: DÜZCE
MERKEZ İLÇE ÖRNEĞİ
Poster Bildiri / Tarim
ERCAN ÇÖPOĞLU1, MEHMET AYDIN BAYKUŞ1, AHMET ÖZÇELİK1, BARIŞ TEMBELO1,
MUSTAFA YİĞİT1, VOLKAN AYDINLI1, BERAT ALBAYRAK1, Ayşe YAZLIK2,
1DÜZCE ÜNİVERSİTESİ, 2 DÜZCE ÜNİVERSİTESİ,
Meyve üreticiliğinin temelini oluşturan meyve fidancılığının sürdürülebilirliliği için hastalık ve zararlılarla
bulaşık olmayan sertifikalı meyve fidanlarının kullanılması önemlidir. Ancak sertifikalı fidan üreticiliğinde en
temel sorunlardan biri olan yabancı ot türlerinin ve bunların doğrudan/dolaylı (rekabet, allelopati, hastalık ve
zararlılara konukçuluk.. vb.) etkilerinin tespiti ve buna göre önlemler alınması gereklidir. Bu çalışma ile Düzce Merkez ilçe sınırları içerisinde, sertifikalı meyve fidanı üretimi yapan üç meyve fidanlığında bulunan yabancı ot
türleri ve bu türlerin etkileri belirlenmektedir. Yabani ot türlerinin sayımı, alanın büyüklüğünü göz önünde
bulundurarak, fidanlığın genelini temsil edecek şekilde, tesadüfi olarak atılan 1 m2'lik bir çerçeve kullanılarak
yapılmaktadır.
Ön değerlendirme sonuçlarına göre; ayva fidanlık alanında yedi farklı familyadan 27 yabancı ot türü tespit
edilmiştir. Bu türler en fazla Asteraceae familyasına bağlı olup bunu Poaceae familyası takip etmektedir.
Çalışma sonucunda; yabancı ot türlerinin sahip oldukları etkiler dikkate alınarak, üreticilerin doğrudan
kullanabileceği, çevreye duyarlı mücadele yöntemleri önerilecektir. Sonuçlar ayrıca; Düzce Merkez ilçe sınırlarında bulunan meyve fidanlıklarında yabancı ot türlerinin belirlenmesi konusunda ilk çalışma olacağından,
bilimsel çalışmalara kaynak sağlayabilir.
ANAHTAR KELİMELER: YABANCI OT, ETKİ, MEYVE FİDANLIĞI, FİDANLIK, SERTİFİKA, DÜZCE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
441
MEYVE SUYU TOZU ÜRETİMİ: KÖPÜK KURUTMA
Poster Bildiri / Gida
GÜLŞAH ÇALIŞKAN KOÇ1, SAFİYE NUR DİRİM2,
1GASTRONOMİ VE MUTFAK SANATLARI BÖLÜMÜ, ALANYA HAMDULLAH EMİN PAŞA
ÜNİVERSİTESİ, 2GIDA MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜMÜ, EE ÜNİVERSİTESİ,
Bu derlemenin amacı, köpük kurutma işlem koşullarının (köpürtme ve kurutma yöntemi vb.) meyve suyu
tozlarının fiziksel, kimyasal ve toz ürün özellikleri üzerindeki etkisini incelemek, köpük kurutma yöntemini
diğer kurutma yöntemleriyle kıyaslamak ve çeşitli meyve sularının kurutulmasında köpük kurutma tekniğinin
uygulanabilirliğini incelemektir.
Kurutma işlemi, depolama için hassas meyve sularının stabilitesi arttırılarak toz forma dönüştürülmesinde
kullanılan bir yöntemdir. Meyve suları toz forma dönüştürülerek ekonomik potansiyeli arttırılmakta, taşıma
giderleri azaltılmakta (hacim ve ağırlık azalması) ve ayrıca elde edilen tozlar gıda renk maddesi ya da farklı gıda
formülasyonlarında katkı maddesi olarak kullanılabilmektedir. Ticari uygulamalarda, meyve suyu tozlarının
eldesinde tambur, dondurarak ya da püskürtmeli kurutucular kullanılmaktadır. Köpük kurutma tekniği bu
yöntemlere kıyasla, gıda tozlarının eldesinde kullanılabilecek ekonomik ve alternatif bir yöntemdir. Köpük
kurutma tekniğinin diğer kurutma yöntemlerinden farkı; hammaddenin fiziksel yapısının hücre duvarını kırarak ve havayla birleştirilerek değiştirilmesidir. Bu yöntem, meyve sularına köpürtme ajanı ilavesiyle (yumurta
albümini, peynir altı suyu tozu, guar köpürtme albümini vb.) kararlı yapıda köpük oluşumu, köpük stabilizatörü
ilavesiyle (karboksi metil selüloz, selüloz gam vb.) veya sade olarak köpürtülmesi (ya da dövülmesi) ve farklı
klasik hava akımlı ve ısıtmalı kurutma yöntemleriyle kurutulması aşamalarından oluşmaktadır. Köpük kurutma
tekniği geniş yüzey alanı ve hızlı kuruma nedeniyle maliyeti düşük bir işlemdir. Düşük düzeyde ısı
uygulamasından dolayı renk, lezzet ve besin değerleri yüksek, daha az yapışkan, akış özellikleri yüksek ve su
içinde kolayca rehidre olan çözünebilir toz ürün eldesine olanak verir. Optimum koşullara ulaşmak için
köpürtme yöntemi, ajanı ve süresi, köpürtme stabilizatörü, ve uygun kurutma yöntemi ve koşullarının dikkatlice
seçilmesi gerekmektedir. Literatürde, domates, Hint hurması, kiraz, elma ve ananas suyunun köpük kurutma
tekniği ile kurutulduğu çalışmalar mevcuttur.
ANAHTAR KELİMELER: KÖPÜK KURUTMA, MEYVE SUYU TOZU, İŞLEM KOŞULLARı, TOZ
ÖZELLİKLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
442
MİKROBİYOTA VE OBEZİTE İLİŞKİSİ
Poster Bildiri / Saglik
Büşra BAŞAKCI1, Dide KILIÇALP KILINÇ1,
1Adnan Menderes Üniversitesi,
GİRİŞ-AMAÇ İnsan vücudundaki hologenomik gen havuzunun büyük bir bölümünü oluşturan
mikroorganizmalar bir organ gibi işlev gören mikrobiyotayı oluşturur. Özellikle bağırsak mikrobiyotasında
bulunan yararlı ve zararlı mikroorganizmalarının kompozisyonunun bozulmasıyla alerji, çölyak, otizm, obezite,
diyabet, hipertansiyon, metabolik sendrom, kolorektal kanser başta olmak üzere pek çok hastalık meydana gelir.
Bu çalışma mikrobiyota ile obezite ilişkisini incelemek amacıyla yapılmıştır.
YÖNTEM Araştırma literatür taraması olup Google Scholar, PubMed, Clinical Key veri tabanında 2009-2018
yılları arasında yayınlanan makaleler incelenerek yapılmıştır. Taramada mikrobiyota, mikrobiyota ve obezite,
intestinal mikrobiyota kelimeleri ve bu kelimelerin ingilizceleri kullanılmıştır.
TARTIŞMA-SONUÇLAR Çalışmada incelenen makalelerde bağırsak mikrobiyotası beslenme şekli, antibiyotik
kullanımı, doğum şekli, gebelik yaşı ve çevre gibi pek çok faktörden etkilenmektedir. Obez bireylerin
mikrobiyotalarının incelendiği çalışmalarda bakteri kolonizasyonundaki Firmicutes ve Actinobacteria bakterileri
sayısı artarken Bacterioidetes, Lactobacillus ve Bifidobakterium bakterilerinin sayısının azaldığı bulgusuna
varıldığı görülmüştür. Bu gözlemlerin yanında bireylerde obezite oluşmadan önce obez tip bağırsak florasının
oluşması; ardından immünolojik ve davranışsal değişikliklerin meydana gelmesi obezite ile bağırsak
mikrobiyotası arasında bir ilişki olabileceğini göstermektedir. Obezite ile mikrobiyota arasında ilişki olduğuna
dair bazı hipotezler ortaya atılmakla birlikte bu ilişki tam olarak bilinmemektedir. Obezitenin, mikrobiyota kolonizasyonun değiştirilmesi ile düzeltilebileceği düşünülse de bu konuda daha fazla çalışmaya ihtiyaç
duyulmaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: MİKROBİYOTA, MİKROBİYOTA VE OBEZİTE, BAĞIRSAK
MİKROBİYOTASI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
443
MOLECULAR ASSOCİATİON OF NEMATODE TRANSMİTS VİRUS İNTERACTİONS
USİNG RİBOSOMAL RNA GENE
Poster Bildiri / Tarim
Pakize GOK GULER1, Refik BOZBUGA1,
1Biological Control Research Institute, Adana, Turkey,
Longidorid and trichodorid nematodes transmit primarily nepo and tobra viruses. These virus vector nematodes
mainly located in Europe and North America. Both parasite, virus and nematode, cause immense amount of
damage to their hosts. For understanding, the genetic relationship among those parasites is important in terms of
controlling nematodes and preventing the infection of viruses. To understand the genetic relations, the ribosomal
RNA gene can be used. However, the genetic relationship of these nematodes and viruses has not been fully understood. Therefore, this study was aimed to understand the genetic relations between nematodes and virus as
parasites using ribosomal RNA gene. In this study, seven Longidorus, eight Xiphinema nematode species and an
outgroup, Caenorhabditis elegans, were analysed using ribosomal RNA gene by maximum likelihood method. In
addition, nematode transmitted 12 viruses were analysed using molecular phylogenetic analysis by Maximum
Likelihood method. The nucleotide sequences of nematode and viruses were taken from the existed data in the
National Centre for Biotechnology Information. The sequences of parasites were analysed using molecular
phylogenetic analysis in the Mega 7.0.26 program.
Results revealed that Arabis mosaic virus and Grapevine fanleaf virus were located in the clade IV and they are
the most advance species based on the distance for common ancestor. Tomato black ring virus, Tobacco ringspot
virus and Artichoke Italian latent virus were primitive species. As nematode, Longidorus arthensis was found as
the most primitive nematode, whilst Xiphinema Californicum, X. Rivesi and X. diversicaudatum were found to
be most advance virus transmit nematode species.
In general, Longidorus species were found to most primitive compare to Xiphinema species according to the
large ribosomal subunit ribosomal RNA gene in molecular phylogenetic analysis.
ANAHTAR KELİMELER: PARASİTE, NEMATODE, VİRUS, RİBOSOMAL RNA GENE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
444
MOLECULAR PHYLOGENY OF HUMAN AND PHYTO NEMATODE-PARASİTES USİNG
RİBOSOMAL RNA GENE
Poster Bildiri / Saglik
Refik BOZBUGA1, Pakize GOK GULER1,
1Biological Control Research Institute, Adana, Turkey,
Nematodes, a worm like structure within the phylum of Nematoda, are most profuse multicellular organism
around the globe. They may occur as parasites in human and animal that many researches have been focussed on
parasitic forms of nematodes due their economic importance of medical, veterinary and food importance. Human
and phyto nematode parasites cause immense amount of damage to their hosts. For understanding, the genetic
relationship among those parasites is crucially important in terms of controlling those nematodes. Ribosomal ribonucleic acid (rRNA) is the RNA component of the ribosome, and is essential for protein synthesis in all
living organisms. To understand the genetic relations, the ribosomal RNA gene can be used. However, the
genetic relationship among of these nematodes has not been fully understood. Therefore, this study was aimed to
understand the genetic relations between human and phyto nematodes as parasites using ribosomal RNA gene.
To do this, most common and damages six human nematode parasites and twelve phyto parasites, and a modal
nematode, Caenorhabditis elegans, as an outgroup, were analysed using molecular phylogenetic analysis by
Maximum Likelihood method. The genomic information, the nucleotide sequence of nematodes, was taken from
the existed data in the National Center for Biotechnology Information. The 19 nucleotide sequences of parasites
were analysed using molecular phylogenetic analysis in the Mega 7.0.26 program.
Results revealed that human and phyto nematodes were aggregated in four clades. Both human (Ascaris
lumbricoides, Trichuris trichiura) and phyto (Bursaphelenchus xylophilus, Aphelenchoides besseyi) parasites
were located in the clade IV and they are most advance species. Other human and phyto parasites were found as
mix within the clade III and I apart from the clade II.
In conclusion, human parasite such as Ascaris lumbricoides, Trichuris trichiura are closely related to some phyto
nematode-parasites that may relate to common ancestor based on ribosomal RNA gene.
ANAHTAR KELİMELER:
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
445
MOLECULAR STUDİES OF WORMWOOD SECTİON OF ABROTANUM
Poster Bildiri / Tarim
Edward MACHS1, Aleksandr KOROBKOV1, Ramazan MURTAZALİEV2, Violetta KOTSERUBA1,
1Komarov Botanical Institute, Russian Academy Of Sciences, St. Petersburg, Russia, 2Mountain Botanical
Garden Of The Dagestan Scientific Center Of The Russian Academy Of Sciences, Makhachkala, Russia,
Tha aim was to solve a number of issues of taxonomy and phylogeny, we conducted a comparative molecular
study of samples of the Abrotanum section of the genus Artemisia, represented in the floras of Russia and
neighboring countries. Comparative morphological, karyological and molecular-phylogenetic analysis of 96
samples of different geographical origin of the section Abrotanum of the genus Artemisia was carried out. Issues
of taxonomic status of some species and geographical races are discussed.
The genus Artemisia L. is one of the largest in the family Asteraceae and has about 450 species in the world
flora. Wormwood is distributed mainly in the temperate regions of Eurasia, North America, in mountainous
North Africa. Single species are found in South America and in South-East Asia, and only one species is
represented in South Africa. Section Abrothanum has about 35 species, the distribution of which completely
coincides with the geographical area of the genus Artemisia as a whole. In the Russian classifications on the
basis of morphological features the genus Artemisia is divided into three subgenus: Artemisia, Dracunculus and Seriphidium. A sample of A. gmelinii subsp. scheludjakovae is combined into a separate network with a sample
of A. macrantha, while two samples of A. gmelinii are located on the A. tanacetifolia - A. freiniana. Separate
networks form the species A. adamsii, A. keiskeana, A. australis, A. schmidtiana, A. obtusiloba, A. abrotanum.
Three samples of A. pontica were so different among themselves and with other species that they did not enter
any network. The second large network of 9 haplotypes includes species of A. flava, A. comata, A. furcata, A.
pseudofurcata, A. trifurcata, A. globularia, A. scopulorum, and A. patersonii. Entering this network A. comata,
A. scopulorum and A. patersonii is a mystery and will require additional research. Isolation of intraspecific
forms in A. abrotanum, A. armeniaca, A. latifolia, and A.gmelinii is confirmed by molecular data.
On the basis of molecular phylogenetic analysis it is assumed that significant genetic differences in samples
classified as same species could be related with hybridization processes.
ANAHTAR KELİMELER: ARTEMİSİA, TAXONOMY, PHYLOGENY, GENOSYSTEMATİCS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
446
MUĞLA İLİ MARUL ALANLARINDA SORUN OLAN YABANCI OTLAR VE BUNLARIN
KİMYASAL MÜCADELESİ
Poster Bildiri / Tarim
Arif DEMİRCİ1, Gürsel KARACA2,
1Seydikemer Ziraat Odası, 2Isparta Uygulamalı Bilimler Üniversitesi ,
Marul (Lactuca sativa L.), Asteraceae familyasından geniş yapraklı ve tek yıllık bir sebzedir. Marul üretiminde
hastalık ve zararlılar yanında yabancı otlar da verimi olumsuz etkileyen faktörler arasındadır. Yabancı otlar hem
kültür bitkisiyle besin, su ve ışık rekabetine girerek onun gelişimini engellemekte, hem de hastalık ve zararlıları
üzerinde barındırarak dolaylı bir zarar da oluşturmaktadır. Ayrıca yabancı otlanma bakım ve hasat işlemlerini de
zorlaştırmaktadır. Bu çalışmanın birinci amacı, Muğla ilinde marul yetiştirilen alanlarda bulunan yabancı otların belirlenmesidir. Ayrıca iki farklı alanda yürütülen tarla denemeleri ile söz konusu yabancı otlarla mücadelede
kullanılabilecek bir herbisitin saptanması da amaçlanmıştır.
Bu amaçlarla ilişkili olarak öncelikle ilde marul üretiminin yaygın olarak yapıldığı Dalaman, Fethiye, Köyceğiz,
Marmaris, Menteşe, Milas, Seydikemer, Ula ve Yatağan ilçelerinde ekiliş alanları dikkate alınarak belirlenen sayılardaki rastgele seçilen marul alanlarında bulunan yabancı otlar belirlenerek bunların yaygınlık ve rastlama
sıklıkları il geneli ve ilçeler bazında hesaplanmıştır. Daha sonra Fethiye ilçesinde iki farklı lokasyonda tesadüf
blokları deneme desenine göre 3 tekerrürlü olarak kurulan tarla denemeleri ile marulda ruhsatlı olmayan 915 g/l
s-Metolachlor + 45 g/l Benoxacor ve %60 Benfluralin aktif maddeli iki herbisitin marul alanlarındaki yabancı
otlara karşı etkinlikleri incelenmiştir.
Muğla ili marul alanlarında yapılan sörvey çalışmaları sonucunda rastlama sıklıkları %100 olan en yaygın
yabancı ot türleri; kanyaş (Sorghum halepense), topalak (Cyperus rotundus), semizotu (Portulaca oleracea) ve
sirken (Chenopodium album) olarak belirlenmiştir. Bunlardan kanyaş, topalak ve semizotunun il bazındaki
yoğunlukları sırasıyla; metrekarede 10.76, 12.57 ve 10.55 olarak hesaplanırken, sirken 0.3 ile oldukça düşük
yoğunlukta bulunmuştur. Herbisit denemelerinde ise, kontrol parselleriyle kıyaslandığında, her iki herbisitin
yabancı otları baskıladığı, özellikle ruhsatlı oldukları darıcan ve sirken sayılarını önemli oranda azalttıkları
belirlenmiştir. Herbisitlerin marul bitkisinin gelişimi üzerinde de herhangi bir olumsuz etkilerinin olmadığı
gözlenmiştir.
Muğla ili marul ekiliş alanlarında en yaygın yabancı ot türleri kanyaş, topalak ve sirken olarak belirlenmiştir.
Denemede ele alınan her iki herbisitin de söz konusu yabancı otlarla mücadelede etkili olabileceği ortaya
konulmuştur.
ANAHTAR KELİMELER: LACTUCA SATİVA L, YABANCI OT, S-METOLACHLOR, BENFLURALİN,
SURVEY
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
447
NUTRİGENOMİKLER VE KANSER İLİŞKİSİ
Poster Bildiri / Saglik
NAZMİ SAVAŞ1,
1Adnan Menderes Üniversitesi,
Burada sunulan araştırmadaki amaç, genomik yaklaşımların ortaya çıkardığı nutrigenomik etkiler bağlamında,
çeşitli doğal bileşikler ve besin maddelerinin kanserdeki rollerinin tartışılmasıdır.
Literatür araştırmaları çeşitli veri tabanlarından incelenmiş olup çalışmaya dahil edilmiştir ve sadece sağlıklı
fitokimyasalları tüketmek de kanserin önlenmesinde yeterli değildir. Bu bileşiklerin doğal formlarına sahip gıda
maddeleri, ancak maksimum düzeydeki antitümör etkiyi sağlayabilir. Sorun, biyolojik etkilere ulaşmak için
gerekli olan yüksek konsantrasyondaki fitokimyasallar ile ilgilidir, sorun doğal kaynaklardan elde edilmesinin
hala zor olmasıdır. Dahası, bazı çalışmalar bazı doğal bileşiklerin rolünün de hala sorgulanabilir olduğunu
göstermektedir. Bazı diğer çalışmalar da, sağlığı geliştirici gıdaların biyolojik etkilerinin, tek bir bileşenle ilgili
değil, daha çok ilgili gıda ürünlerinde bulunan biyoaktif bileşiklerin karışımlarıyla ortaya çıkan kompleks,
sıklıkla sinerjik etkilerle ilişkili olabileceğine işaret etmektedir.
Besin bileşenleri muhtemelen insanlardaki kanser riskinin ana belirleyicileridir. Genetik polimorfizmler,
absorpsiyon ve metabolizmayı etkileyerek diyet bileşenlerine verilecek tepkilerin değişmesine neden olmaktadır.
Epigenetik olaylar ise DNA metilasyon kalıplarındaki değişikliklere neden olabilir ve böylece gıda bileşenlerine
yanıt olarak modifiye edilebilen genel gen ifadesini etkilemektedir. Birçok farklı diyet bileşeni de, post-
translasyonel olayları etkiler ve varyasyonların en azından bir kısmını oluşturabilmektedir. Diyet
alışkanlıklarının değişmesi, kanser riskini azaltmak için potansiyel olarak etkili bir yaklaşımdır. Kansere bağlı belirli bir gıda veya biyoaktif bileşenin biyolojik etkilerinin değerlendirilmesi ve besin-besin etkileşimleri,
genetiğin bir fonksiyonu olarak bireysel yatkınlığın tahmini, diyet müdahalelerinin yararlanıcılarını
değerlendirmek için önemli bir unsurdur. Diyet, hem kanser gelişim riskini artırmak için hem de en aza
indirgemek için önemli bir faktördür fakat belirleyici tek faktör de değildir. Tümör oluşum sürecini
tetikleyebilecek çeşitli risk faktörleri de vardır. Çevresel sorunlar, virüsler, sigara, fazla alkol bu sürece katkıda
bulunan faktörlerdir ve kanser önlemede de kullanılması gereken önemli stratejik noktalardır.
Sonuç olarak, kanser tedavisinde nutrigenomiklerin önemli rollere sahip olduğu oldukça açıktır. Bununla birlikte
kanser tedavisinde nutrigenomiği uygulamak için hala çok sayıda translasyonel araştırmaya ihtiyaç
duyulmaktadır. Özellikle klinik olarak etkili diyet protokolleri geliştirmek ve özel koşullar için ek formüllerin
yanı sıra fayda ölçütlerini belirlemek ve bu etkinliği izlemek için biyolojik belirteçler geliştirmek en önemli
faktörlerdir. Nutrigenomik, kanser yönetimine yeni bir yaklaşım önermekte; buna karşılık kanser tedavisi de
nutrigenomik uygulamalar için kritik bir alan oluşturmaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: DOĞAL BİLEŞENLER, KANSER, NUTRİGENOMİKLER
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
448
NÜTRİSYONEL GENOMİK: BESİNLERİN GENOM İLE ETKİLEŞİMİ
Poster Bildiri / Saglik
Hatice Kübra YILDIZ1, Safaa AL-TWEISH1, Hasibe VURAL1,
1NECMETTİN ERBAKAN ÜNİVERSİTESİ MERAM TIP FAKÜLTESİ TIBBİ BİYOLOJİ ANABİLİM DALI,
Beslenme, hayatı devam ettirmek amacıyla organizmanın ihtiyaç duyduğu besinlerin vücuda alınması olarak
tanımlanır. Son yıllarda yapılan araştırmalar beslenmenin çok daha geniş boyutta etkilerinin olduğunu
göstermiştir. Özellikle omik teknolojilerinin gelişmesi ve uygulama alanlarının genişlemesi ile birlikte besin
bileşenlerinin organizma üzerindeki etkileri her geçen gün biraz daha aydınlatılmaktadır. Bu çalışmanın amacı
nütrigenetik ve nütrigenomik alandaki son yıllarda elde edilen gelişmelerin derlenmesidir.
Latince ‘-ome’ ekinden türeyen ve eklendiği kelimeye ‘tümü, bütünü’ anlamı katan ‘omik’ terimi, ilk kez Hans
Winkler tarafından ‘genome’ kelimesinden türetilmiştir. 2000’li yıllarda da genomiğin öncülük ettiği omik
teknolojileri sonraki yıllarda transkriptomik, proteomik, metabolomik, nutrigenomik, farmakogenomik vs. gibi
pek çok alanda çalışılmaya başlanmıştır. Özellikle bireysel tıbba yönelik tedavilerin geliştirilmesinde
nutrigenomik, genomik-proteomik-metabolomik üçgenini kapsamaktadır.
Yapılan araştırmalar insan genomu ve beslenme arasında bir etkileşimin olduğunu göstermektedir. Özellikle
insan genom projesinin tamamlanmasından sonra besinleri oluşturan biyoaktif maddelerin insan genomu ile olan
etkileşimini araştırmaya yönelik çalışmalara ağırlık verilmiştir. Böylece nütrisyonel genomik terimi altında
değerlendirilen nütrigenomik ve nütrigenetik alandaki gelişmeler ile birlikte beslenmenin sağlık üzerine olan
etkisi fark edilmiş ve bu alanda yapılan araştırmalar da hız kazanmıştır. Her ne kadar günümüzde uygulanması
karmaşık olsa da elde edilen veriler gelecekte beslenme müdahaleleri ile hastalıkların önlenebileceği ve/veya
zararlarının azaltılabileceği ya da tedavilerinin yapılabileceğini ön görmektedir.
Bu çalışmada dünya genelinde prevelansı oldukça yüksek olan ve ciddi ölüm nedenleri arasında ilk sıralarda yer
alan diyet ile ilişkili hastalıklardan kanser, diyabet, obezite ve metabolik sendrom gibi birçok patolojik durumla
alakalı deneysel araştırmalar, derlemeler vs. gibi güncel araştırmalara da yer verilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: NÜTRİSYONEL GENOMİK, NUTRİGENOMİK, NUTRİGENETİK,
BESLENME
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
449
ORGANİK KİRLETİCİLERİN KİLLİ TOPRAKLARDAKİ ADSORPSİYON
ÇALIŞMALARINDA TOPRAK SU İÇERİĞİNİN ROLÜNÜN İNCELENMESİ
Poster Bildiri / Cevre
Derya AYRAL-ÇINAR1,
1Bursa Teknik Üniversitesi,
Toprak kirlenmesinin oluşturacağı riskler, kirleticinin yeraltındaki akıbetine bağlıdır ve adsorpsiyon, bu akıbeti
etkileyen önemli süreçlerdendir. Kirleticinin adsorpsiyonu, toprak ve kirletici arasındaki etkileşim tarafından
belirlenir ve bu etkileşim reaktif ve hidrofilik yüzeylere sahip kil minerali içeren topraklar için daha kritiktir. Kil
yüzeylerinin davranışları ortamın hidrasyon seviyesine bağlı olduğundan, kil içeren topraklarda adsorpsiyon,
sadece toprağın organik madde ve kil içeriğiyle değil, aynı ortamın hidrasyon seviyesiyle de ilişkilidir Bu derlemede, organik kirleticilerin kil içeren topraklardaki adsorpsiyonu incelenmiş ve adsorpsiyon ölçüm
metotlarının toprağın hidrasyon seviyesini dikkate alıp almadığı araştırılmıştır.
Klorlu organik bileşikler, pestisitler, herbisitler, aromatik hidrokarbonlar ve antibiyotikler gibi organik
kirleticilerin adsorpsiyonunun ölçüldüğü killi toprak numunelerinin üç farklı şekilde kullanıldığı görülmüştür: İncelenen çalışmaların %36’sında, kurutulmuş toprağın üzerine organik kirletici çözeltisi eklendiği metot
kısmında belirtilmiştir. Çalışmaların %20’sinde toprak, önce elektrolit çözeltisiyle dengelenmiş, sonra üzerine
organik kirletici çözeltisinin eklenmiştir. Çalışmaların %44’lük büyük kısmında ise organik kirletici çözeltisi
eklenmeden önce toprağın başlangıç hidrasyon seviyesinin ne olduğu belirtilmemiştir. Literatürdeki
çalışmalardan yalnız birinde, değişen nem oranlarında (%0-90) montmorillonit kili üzerinde organik bileşen
adsorpsiyonu ölçülmüştür.
Toprak numunelerinin başlangıçtaki hidrasyon durumu, kil minerali yüzeylerinin ne kadarının su molekülleri
tarafından kullanılmış olduğunu belirlediğinden, organik kirletici adsorpsiyonunu da önemli ölçüde etkiler.
Dolayısıyla, toprağın başlangıç hidrasyon seviyesinin bilinmediği durumlarda, yüzeyin ne kadarının organik
kirletici adsorpsiyonu için uygun olduğu belli olmamaktadır. Farklı nem seviyelerinde organik madde
adsorpsiyon ölçümünün yapıldığı çalışmada, nem %0’dan %55’e yükseldiğinde adsorpsiyonunun %90 azaldığı,
nem oranı %55’ten %90’a çıkarsa, adsorpsiyonun %80 azaldığı saptanmıştır.
Bu değerlendirme, çoğu adsorpsiyon çalışmasının toprağın başlangıç hidrasyon seviyesini tanımlamadığını
göstermiştir. Farklı hidrasyon seviyelerinde adsorpsiyon ölçümü yapmış araştırmanın gösterdiği üzere, hidrasyon
seviyesi arttıkça organik madde adsorpsiyonunun azalması beklenmektedir. Dolayısıyla, eğer suya doygun
olmayan toprak numunelerinin adsorpsiyon parametreleri, suya doygun yeraltı tabakalarında kirletici taşınımı
modellerinde kullanılırsa, organik madde adsorpsiyonu beklenenden az olabileceği için hesap hatalarına yol
açma riski bulunmaktadır. Ayrıca, kil minerallerinin yapısı organik kirleticilere maruz kaldığında
değişebilmektedir, fakat bu değişimin adsorpsiyon üzerine etkisini inceleyen bir çalışmaya rastlanmamıştır. Literatürde eksik olan bir diğer nokta ise, adsorbatın farklı kimyasal yapılarda maddeler içeren bir atık karışımı
formunda olduğu durumlardır. Özellikle atık sahalarında, bu karışımın organik kirleticilerin adsorpsiyonuna,
dolayısıyla yeraltındaki akıbetine etkisi de araştırılmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: KİL, ORGANİK KİRLETİCİ, ADSORPSİYON, AKIBET, ATIK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
450
OSMANİYE İLİNDE AÇIK ALANDA YETİŞTİRİLEN BİBERLERDE BAZI VİRÜSLERİN
VARLIĞI VE DAĞILIMI
Poster Bildiri / Tarim
Pelin KELEŞ ÖZTÜRK1, Saadettin BALOĞLU2,
1Biyolojik Mücadele Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü, 2Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma
Bölümü,
Bu çalışma 2014 ve 2015 yıllarında Osmaniye il ve ilçelerinde açıkta biber yetiştiriciliği yapılan alanlarda
yürütülmüştür. Toplam 6841 dekar alanda survey çalışması yapılmış ve virüs belirtisi gösteren 95 adet biber
örneği toplanmıştır. Bu örneklerde biber yetiştiriciliğinde sorun olan Alfalfa mosaic virus (AMV), Chilli veinal
mottle virus (ChiVMV), Cucumber mosaic virus (CMV), Pepper mild mottle virus (PMMoV), Pepper mottle virus (PepMoV), Pepper veinal mottle virus (PVMV), Potato X virus (PVX), Potato Y virus (PVY), Tobacco
etch virus (TEV), Tobacco mosaic virus (TMV), Tomato mosaic virus (ToMV), Tomato spotted wilt virus
(TSWV) ve Tomato yellow leaf curl virus (TYLCV) etmenleri araştırılmıştır.
Toplanan biber örneklerinde bu virüslerin varlığı double antibody sandwich enzyme-linked immunosorbent assay (DAS-ELISA) ve reverse transcription polymerase chain reaction (RT-PCR) yöntemi kullanılarak
belirlenmiştir. Yapılan analizler sonucunda 95 adet biber örneğinin 79 adeti 9 farklı virüs ile tekli, ikili ve çoklu
enfeksiyon şeklinde bulunmuştur.
Ayrıca bu biber örneklerinde virüslerin bulunma oranı %83.2 olarak belirlenmiştir. Virüslerin bulunma oranları tekli olarak değerlendirildiğinde en yaygın bulunan virüs %47.6 ile CMV olmuştur. Bunu %12.6 ile PVMV,
%10.5 ile TEV, %9.8 ile PVY, %4.9 ile PepMoV, AMV ve ToMV, %2.8 ile TMV ve %2.1 ile TSWV izlemiştir.
ANAHTAR KELİMELER: OSMANİYE, BİBER, VİRÜS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
451
OSMOPRIMING (%1’LİK CACL2) UYGULAMASININ BİBER TOHUMLARININ GÜÇ
TESTLERİNDEKİ PERFORMANSLARINA ETKİSİ
Poster Bildiri / Tarim
BURCU BEGÜM KENANOĞLU1, EMİNE SEDA KOPTUR1,
1UŞAK ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışmada, biber (Capsicum annuum L.) türüne ait depolanmış farklı çeşitlerde osmopriming uygulamasının
güç testlerindeki performanslarına etkisini belirlemek amacıyla Uşak Üniversitesi Ziraat ve Doğa Bilimleri
Fakültesine ait araştırma laboratuarında 2017-2018 yılları arasında yürütülmüştür.
Çorbacı, Çarliston, Kandil dolma ve Yağlık çeşitlerinde çimlenme oranı ve zamanı, hızlı yaşlandırma (HYT,
41ºC, 24 ve 72 saat, %100 nispi nem), kontrollü bozulma (KBT, 45ºC, %18 ve 24 nem, 24 ve 72 saat),
elektriksel kondaktivite testi (24, 48 ve 72 saat) ve fide çıkış testi (25 0C’de 21 gün) uygulanmıştır. HYT ve
KBT’nin sonuçları farklı priming uygulamaları ile çeşitlere göre değişen sonuçlar göstermiştir. %1 'lik CaCl2 tuz
solüsyonu ile 25 C 0’de 6,12 ve 24 saat süre ile yapılan osmopriming uygulamaları depolanmış ve güç testleri ile
fizyolojik olarak zorlanmış tohumlarda farklı etkiler yaratmıştır. Elektriksel kondaktivite testinin 24 saat sonuçlarına göre; 12 saatlik ön çimlendirme grubunda en yüksek değeri çorbacı çeşidi gösterirken en düşük
değeri kandil dolma çeşidinde gözlemlenmiştir. Özellikle Çorbacı çeşidinde 24-48-72 saatlik ölçümlerde
artışların fazla olduğu görülmüştür. Ön çimlendirme uygulanmış tohumlarda CaCl2 tuz solüsyonu
uygulamasında en yüksek EC değerleri elde edilmiştir
Genel olarak çeşitleri karşılaştırdığımızda Çorbacı en yüksek, Yağlık ise en düşük canlılığı göstermiştir. Yapılan
priming uygulamaları ile güç testi sonuçları yükselmiş, anormalite azalmıştır. Sonuç olarak yaşlı biber
tohumlarının yapılan priming ve güç test uygulamaları ile canlılık ve fide performansları belirlenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: BİBER, OSMOPRİMİNG, GÜÇ TESTLERİ, FİDE KALİTESİ, İNORGANİK
TUZ SOLÜSYONU
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
452
OSYRİS ALBA MEYVESİ YENİLMESİNE AİT BİR VAKA
Poster Bildiri / Saglik
Babajide Emmanuel OLADAPO1, Francisco Jose LOPES JUNIOR2, Buket DEMİRCİ1,
1ADNAN MENDERES UNIVERSİTESİ, 2ADNAN MENDERES UNİVERSİTESİ,
Osyris Alba yenilmesini takip eden 10 yaşında bir vakayı bildirmek ve bitki zehirlenmeleri konusunda
farkındalıkları arttırmak.
Fiziksel ve yaşam bulguları muayene edildi. 10 yaşındaki çocukta, bilinmeyen meyvenin yenilmesinden yaklaşık
2 saat sonra baş dönmesi, terleme ve kusma mevcuttu.
Daha ötedeki fiziksel bakısında, baş dönmesinin bilinmeyen meyveyi yedikten 30 dakika sonra başladığı, ardısıra 3 kez kustuğu öğrenildi. Herhangi bir ateş, diyare ve kzarıklık tanımlanmadı ancak, kan basıncı 90/60
mmHg idi. Takip sürecinden sonra, çocuk taburcu edildi.
Bu vakada, Osyris Alba yenilmesi sonrası kusma, daha ötedeki ciddi klinik tablo gelişmesini bir derecede önlemiş olmalı. Bitkilere olan artan ilgi, çocukları yanlış yönlendirmekte ve topluma benzer bitki zehirlenme
vakalarının önlenmesi için daha fazla eğitim verilmelidir.
ANAHTAR KELİMELER: BİLİNMEYEN MEYVELERİN YENİLMESİ, FİTOTERAPİ, FİTOVİJİLANS,
MORCAK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
453
PAKİSTAN'DAKİ GRAFİKLERİN BAZI ÇEKİÇLERİNİN OLUŞTURULMASI VE
BİTKİSEL TEMEL YAĞLARI ARASINDAKİ BIO YÖNETİMİNİN MORFOLOJEN
MOLEKÜLER KARAKTERİZASYONU
Poster Bildiri / Tarim
GULSHAN IRSHAD1, Salman GHUFFAR1, Farah NAZ1, Inam UL HAQUE1, Amir BASHİR1,
1PMAS Arid Agriculture University Rawalpindi Plant Pathology ,
Bu çalışma, Mucor sp'nin morfo-moleküler tanımını belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Pakistan'da ve
farklı bitkisel uçucu yağlar yoluyla biyo yönetiminde.
Özellikle üzüm hasadının hasat sonrası hasadının (Vitis vinifera) hasat sonrası hasadı, özellikle Mucor sp.
üzümlerin pazar değerini en aza indirmekten sorumludur. Pakgsn'ın Punjab ilinin Attock bölgesinde bulunan beş
farklı meyve pazarından yirmi iki izolat toparlandı. Morfolojik karakterizasyon sırasında açık kükürt sarıdan
beyaza, kabarık, hızlı büyüyen koloniler gözlenmiştir. Sporangiophores genişliği 6.5 ila 10.5 ranm arasındaydı; sporangia, sarı-turuncu sporangiosporları içeren alt globoza globose olmuştur. Moleküler karakterizasyon için,
iki patojenik izolatın dahili transkripsiyonlu aralayıcı (ITS1, 5.8s ve ITS2) bölgeleri ITS1 ve ITS4 primerleri
kullanılarak amplifiye edildi. Dizi karşılaştırması, daha önce rapor edilen M. fragilis izolatları ile% 98-100
genetik homoloji (Erişim no. KX550076 ve KY290546) ortaya çıkarmıştır. Bunlar arasında, M. fragilis'e karşı
beş bitki esans yağının in vitro değerlendirilmesi. % 0.01 konsantrasyonda kekik yağı, kontrol (8.0 cm) ile
karşılaştırıldığında 25 ± 2 ° C'de inkübasyondan 3 gün sonra minimum misel radyal büyümesini (3.6 cm)
gösterdi. Kekik (Eo) ayrıca antimikrobiyal bileşiklerin varlığı için değerlendirildi. Standart protokoller kullanan
terpenoidler, alkaloidler, fenolikler ve saponinler ve tüm bileşiklerin varlığı için pozitif bulundu. Çürüyen
yüzdesinin belirlenmesi için meyve suyundaki (% 0,1) konsantrasyonda kekik yağı uygulanması sırasında. Elde
edilen sonuç, M. fragilis'in neden olduğu 6 güne kadar saklanan demetlerde% 9,53 oranında bozulma olduğunu
gösterdi ve kontrol% 71.34 olarak hesaplandı. Tüm görünümde tutulması, M. Fragilis üzerinde iyi bir inhibitör etkiye sahip kekik yağı, üzümlerin ticari olarak raf ömrünün korunması ve uzatılması için potansiyel bir aday
olabilir.
Morfo-moleküler identifikasyon ve Patojenite testleri, Pakistan'da üzüm salkımına neden olan Mucor fragilisin
doğrulanması için güvenilir araçlardır ve Kekik yağı bu majör fungal patojenin yönetiminde maksimum sonuç
göstermiştir.
ANAHTAR KELİMELER: PAKİSTAN, BİTKİ UÇUCU YAĞ, MUCOR FRAGİLİS, BUNCH ROT
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
454
PİGMENTASYON KAYNAĞI OLARAK PANCAR KÖKÜ KIRMIZISI (BETA VULGARİS
RUBA-E162) VE KINANIN (LAWSONİA İNERMİS) PORTAKAL ÇİKLET (MAYLANDİA
ESTHAREA) ÜZERİNDE RENKLENDİRME ETKİLERİ
Poster Bildiri / Tarim
Asena Gül ÜNVER1, Sevim HAMZAÇEBİ1, Melikşah Dilcan AKPINAR1,
1İzmir Katip Çelebi Üniversitesi,
Akvaryum balıklarındaki en önemli özellik renklerinin canlılığıdır. Renklerin yapay ortamda sabit kalabilmesi bi
hayli zordur. Renk değişimlerini engellemek ve renkleri sabit tutmak için akvaryum balıklarında diğer yemlere kıyasla değişik olarak formüle edilmiş balık yemleri kullanılmaktadır. Bu yemler içerdikleri katkı maddelerinden
dolayı diğer yemlerden daha pahalıdır. Balıklarda renklenmeyi sağlamak için yem içerisine astaksantin adı
verilen renklendirici katkı maddesi kullanılmaktadır. Astaksantinin piyasa değerinin yüksek olması yemin
fiyatını da yükseltmektedir. Bu çalışmanın amacı, gıda sektöründe kullanılan ve astaksantine göre daha ucuz
olan pancar kökü kırmızısı ve kına maddesinin akvaryum balıklarının yeminde kullanılmasıyla, istenilen
renklenmenin sağlanmasıdır.
Çalışmada 190 adet portakal çiklet balığı (Maylandia estharea), 50 gün boyunca 4 farklı yem grubu ile
beslenmiştir. Denemenin başında ve sonunda tüm gruplardan örnek alınarak spektrofotometrik ve kolorimetrik
yöntemle ölçümleri yapılmış, total karotenoid, CIA L, a ve b değerlerine bakılmıştır. Deneme bitiminden 120
gün sonra -20 °C’de dondurulmuş balıklardan spektrofotmetrik yöntem ile tekrar ölçüm yapılmış ve total
karotenoid kayıpları incelenmiştir. Gruplar AK, AA, AI ve AP olarak adlandırılmıştır. AK grubu karotenoid
ilavesiz yem ile beslenen, AA grubu 50 mg/kg karotenoid içeren astaksantin ilaveli yem ile beslenen, AP grubu
50 mg/kg karotenoid içeren pancar kökü kırmızısı ilaveli yem ile beslenen, AI grubu ise 50 mg/kg karotenoid
içeren kına ilaveli yem ile beslenen grup olarak adlandırılmıştır.
Denemenin sonunda FCR oranı en yüksek olan grup AA, en düşük olan grup ise AK olarak tespit edilmiştir. En
yüksek SGR oranı AP, en düşük SGR oranı ise AA grubunda görülmüştür. Spektrofotometrik ölçümlerde en
yüksek total karotenoid birikimi AI (11,37±2,76), en düşük birikim ise AK (5,62±062) grubunda saptanmıştır.
Kolorimetrik ölçümlerde ise CIA L değerine göre parlaklığı en fazla artan grup yine AI grubu, koyuluğu en fazla
artan grup ise AP grubu olmuştur. CIA a değerlerine göre kırmızılığı en çok artan grup AA, en az artan grup ise AP grubu olarak tespit edilmiştir. CIA b değerlerinde ise benzer şekilde sonuçlar elde edilmiştir. 120 gün
boyunca -20 °C’de bekletilen örneklerde ise total karotenoid kaybı en fazla AI, en az kayıp ise AP grubunda
görülmüştür (p>0,05).
ANAHTAR KELİMELER: MAYLANDİA ESTHAREA, ASTAKSANTİN, PANCAR KÖKÜ KIRMIZISI,
KINA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
455
PREEKLAMSİ VE FOLİK ASİT
Poster Bildiri / Saglik
Fatma KARTAL1, Gizem HELVACI2,
1Gümüşhane Üniversitesi , 2Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi,
Preeklampsinin gelişiminde folik asit eksiliğinin etkisini araştıran çalışmaları derlemek ve gebelerde morbidite
ve mortaliteye neden olan bu sendromun tedavisinde folik asitin rolünü belirlemektir.
Preeklampsi gebeliğin 20. haftasından sonra görülen hipertansiyon ve proteinüri gelişimiyle ortaya çıkan bir
hamilelik sendromudur. İlk gebeliklerin %2-8’inde görülür, endüstrileşmiş ülkelerde gebelikle ilgili ölümlerin
nedenleri arasında ikinci sırada yer alır ve maternal ölümlerin yaklaşık üçte birini oluşturur. Preeklamptik
gebelerde normal gebelere göre daha yüksek homosistein düzeylerine rastlanılmıştır. Serum homosistein
konsantrasyonlarının artması kardiyovasküler hastalıkların gelişimi için bağımsız bir risk faktörüdür.
Preeklampsi ileriki yaşamda artmış hipertansiyon, iskemik kalp hastalığı ve serebrovasküler olay riski ile
ilişkilidir. Ayrıca fetal büyüme kısıtlaması, düşük doğum ağırlığı, preterm doğum, solunum güçlüğü sendromu
ile de ilişkilidir. Folik asit, baklagiller, yeşil yapraklı sebzeler ve bazı meyvelerde doğal olarak blunan, DNA
sentezi ve hücre büyümesinde görevli bir B grubu vitamini olup, homosistein metabolizması için gereklidir.
Folik asitin plazma konsantrasyonlarındaki azalma homosistein seviyelerini arttırır. Dolayısıyla, folik asit takviyesiyle hiperhomosisteinemi düzeltilebilir. Ayrıca folik asit gebelikte nöral tüp defekti ve megaloblastik
anemiye karşı koruyucu olması gibi başka birçok yararlı etkiye sahiptir. Folik asitin tüm bu koruyucu etkileri
düşünüldüğünde, hem gebelikten iki ila üç ay önce hem de sonra kullanılması tavsiye edilmelidir. Folik asitin
preeklampsi üzerine etkisini tam olarak anlayabilmek ve en iyi şekilde iyileştirebilmek için kullanılması gereken
optimal dozu ve süreyi açıklığa kavuşturmak amacıyla daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.
ANAHTAR KELİMELER: PREEKLAMPSİ, FOLİK ASİT, HOMOSİSTEİN
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
456
PROBİYOTİK MİKROORGANİZMALARIN KRONİK HASTALIKLARI TEDAVİ EDİCİ
ROLÜ
Poster Bildiri / Gida
Burcu ÖZEL1, Halil İbrahim KAYA2, Ömer ŞİMŞEK2, Hüseyin ERTEN3,
1Pamukkale Üniversitesi Çal MeslekYüksekokulu Gıda İşleme Bölümü, 2Pamukkale Üniversitesi Mühendislik
Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü, 3Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü,
Bu derleme bildiride probiyotik mikroorganizmaların kronik hastalıklardaki tedavi edici rolünün öneminden
bahsedilmektedir.
Probiyotikler, yeterli miktarda alındığı zaman konak üzerinde sağlığa yararlı etkiler sağlayan yaşayan
mikroorganizmalardır. Üzerinde en çok çalışılan ve kullanılan probiyotik grubu Lactobacillus ve
Bifidobacterium cinsine ait türlerdir. Probiyotikler laktik asit, asetik asit ve propiyonik asit üretip bağırsak
pH’sını düşürür, patojen bakterilerin üremesini baskılar ve bağırsak florasında dengeyi sağlarlar. Son yıllarda
yapılan çalışmalarda probiyotik bakterilerin çeşitli kronik hastalıkların riskini azalttığı ve önlediği gözlenmiştir.
Yapılan randomize kontrollü çalışmalarda probiyotiklerin rotavirüs ve antibiyotik ile ilişkili diyarelerin önlenmesi veya belirtilerinin hafifletilmesi, laktoz intoleransı belirti ve bulgularının azaltılması, safra asitlerinin
dekonjugasyonu yolu ile vücutta hipokolesterolemik etki oluşturulması, Helicobacter pylori ve diğer birçok
intestinal patojenlerin inhibisyonu gibi birçok kronik rahatsızlıklarda terapötik ajan olarak kullanılabileceğini
ortaya koymuştur. Ayrıca probiyotik kullananlarda iştah hissini düzenleyen leptin hormonunda ve obezite ile
ilişkili olan bağırsak bakterilerinin konsantrasyonunda azalma olduğu tespit edilmiş, insülin direncini
yavaşlatmasından dolayı da diyabet hastalığının tedavisinde de kullanılabileceği önerilmiştir. Diğer yandan
probiyotiklerin kardiyovasküler hastalık riskini hidroksi metil glutaril coA redüktaz üretimi ile azalttıkları,
immün sistemini destekleyici rollerinden dolayı da kanserli hücrelerin gelişimine engel oldukları da
bilinmektedir.
Probiyotiklerin söz konusu kronik hastalıklar üzerindeki kanıtlanmış veya olası faydalarının, probiyotiklerin
güvenirliği de göz önünde bulundurulduğunda, bu hastalıklara sahip bireylere sağlık uzmanlarınca önerilmesi
hastalıkların tedavisine destek sağlayabilceği kaçınılmazdır.
ANAHTAR KELİMELER: PROBİYOTİKLER, TERAPÖTİK AJAN, KRONİK HASTALIKLAR
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
457
PRUNUS CERASİFERA CV. ‘’PİSSARDİİ NİGRA’’ YAPRAKLARININ ANTİOKSİDAN VE
ANTİMİKROBİYAL AKTİVİTESİNİN BELİRLENMESİ
Poster Bildiri / Saglik
MEHMET AYTAR1, RUKİYE YAVAŞER1, MUSTAFA BERK DABANCA1, GAMZE BAŞBÜLBÜL1,
1AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ,
Bu çalışmada süs eriğinin yaprak ekstraktlarının antioksidan ve antimikrobiyal aktivitesinin araştırılması
amaçlanmıştır.
Total fenolik bileşik tayini ve DPPH Radikal Süpürücü Aktivite Tayini (DPPH) yapılmıştır. Yaprak
ekstraktlarının 41 bakteri 1 maya üzerinde doza bağlı antimikrobiyal aktivitesine bakılmıştır. 33 bakteri üzerinde
elde edilen yaprak özütlerinin antimikrobiyal aktivitesi olduğu tespit edilmiştir.
Sonuç olarak, çalışmamızda kullanılan süs eriği yaprak ekstraktlarının bakterileri inhibe edici etkisinin olduğu,
fenolik bileşik içeriği ve antioksidan aktivitesinin yüksek olduğu tespit edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: PRUNUS CERASİFERA, ANTİMİKROBİYAL, ANTİOKSİDAN, FENOLİK,
BAKTERİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
458
PSİKOBİYOTİK BAKTERİLER
Poster Bildiri / Gida
Burcu ÖZEL1, Halil İbrahim KAYA2, Ömer ŞİMŞEK2, Hüseyin ERTEN3,
1Pamukkale Üniversitesi Çal MeslekYüksekokulu Gıda İşleme Bölümü, 2Pamukkale Üniversitesi Mühendislik
Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü, 3Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü,
Bu derleme bildiride psikobiyotik bakterilerin sağlık üzerine olumlu etkilerinin özetlenmesi amaçlanmıştır.
Ruhsal hastalıklarda sağlığa yararlı olduğu düşünülen probiyotiklere psikobiyotik mikroorganizmalar
denilmektedir. Konakçısının bağırsak sistemine yerleşerek mikrobiyal dengeyi iyileştiren ve yararlı faaliyette
bulunan canlı mikroorganizmalar olan psikobiyotiklerin, insan gastrointestinal sisteminde bulunmasıyla patojen
mikroorganizmaların gelişimini inhibe ettiği, ürettikleri metabolitler ve nöropeptitler sayesinde de beyin
fizyolojisi ve insan psikolojisi üzerinde etkili olduğu bir çok araştırma ile ortaya konulmuştur. Ayrıca; yapılan
klinik gözlemlerden elde edilen sonuçlara göre depresyon mekanizmasının bağırsak bakterilerinin sayısı ile
yakından ilişkili olduğu görülmüş, günlük hayatta karşılaşılan stres, anksiyete gibi ruhsal bozuklukların bağırsak
mikrobiyotasında yer alan laktik asit bakterilerinin sayılarındaki azalma ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Obezite,
diyabet gibi metabolik rahatsızlıkların, şizofreni, anksiyete ve otizm gibi nöropsikiyatrik bozuklukların
psikobiyotik mikroorganizmalarca üretilen ve bağırsak-beyin ekseninde önemli rolü olan gama-aminobutirik asit ve serotonin gibi nöroaktif maddeler ile önlenebildiği yapılan klinik çalışmaları ile desteklenmiştir. Örneğin;
Lactobacillus ve Bifidobacteria türleri monosodyum glutamattan gama-amino-butirik asit sentezlerken,
Escherichia, Bacilllus ve Saccharomyces türleri nörepinefrin, Candida, Streptococcus, Enterococcus türleri
serotonin, Bacillus ve Serracia türleri dopamin üretmektedir. Bifidobacterium infantis’in oral yoldan verildiği
farelerde plazma triptofan düzeylerinde artış görülürken; Lactobacillus acidophilus ile beyin sapındaki
kanabinoid reseptörlerin ekspresyonu artırılmıştır.
İnsan sağlığı üzerindeki önemli etkileri ile söz konusu psikobiyotik mikroorganizmaların önümüzdeki yıllarda
nörobilim alanında yapılacak araştırmaların odağını oluşturacağı açıktır.
ANAHTAR KELİMELER: PSİKOBİYOTİK, PROBİYOTİK, NÖROLOJİ, YARARLI
MİKROORGANİZMALAR
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
459
RE-İZOLASYON İLE SİTOPHİLUS ORYZAE’YE PATOJENİTE BAKIMINDAN YEREL
BİR BEAUVERİA BASSİANA İZOLATINDAKİ VARYASYON
Poster Bildiri / Tarim
Huriye Yasemin KORKMAZ1, Mehmet Kubilay ER2,
1Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Türkoğlu Meslek Yüksek Okulu, Bitki Koruma Programı,
Kahramanmaraş, Türkiye, 2Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, Kahramanmaraş, Türkiye,
Daha önceki bir çalışma sonuçlarına göre depolanmış tahıl zararlısı coleopterlere yüksek patojenite gösteren 1-1
nolu Beauveria bassiana izolatında Sitophilus oryzae erginlerine patojenite bakımından varyasyonu belirlemek
amacı ile çalışma yürütülmüştür. Konukçudan tekrar izolasyon ile enfeksiyona neden olan funguslar arasındaki
varyasyon belirlenmiştir.
Testler için içerisinde 40 gr buğday bulunan santrifüj tüpleri içerisine 1000 ppm fungus sporu eklenmiş ve
üçüncü günden itibaren gün aşırı olarak ölümler takip edilmiştir. Ölümlerin kısa sürede en fazla olduğu tüplerde
ölen bireyler seçilmiş, ayrı ayrı nem çemberlerine alınarak sporulasyon yapması sağlanmış, ve bu bireylerden
tekrar fungus izolasyonu yapılmıştır. Testler 252C sıcaklık, %655 nispi nemde, karanlık koşullarda ve 8 tekerrürlü olarak kurulmuştur. B. bassiana 1-1 nolu izolatına dair sekiz yeni hat elde edilmiştir. Fungusun
patojenitesindeki değişimi belirlemek amacıyla 500 ve 1000 ppm konsantrasyonlarda S. oryzae erginlerine
yeniden test edilmiştir. Bu testler aynı koşullarda üç tekerrürlü olarak yürütülmüştür.
Re-izolasyon denemesi ile elde edilen fungus sporları ile 500 ppm konsantrasyonda muamele edilen S. oryzae erginlerinin yedinci gün ölüm oranları %16.0 ile %30.0 arasında değişirken, en yüksek ölüm oranını (%30) 1-1-7
izolatı vermiştir. Ondördüncü günde ise ölüm oranları %38.0 ile %75 arasında olup en yüksek ölüm oranını (%
75) 1-1-2 izolatı vermiştir. 1000 ppm konsantrasyonda muamele edilen S. oryzae erginlerinin yedinci gün ölüm
oranları % 21.0 ile % 40.0 arasında değişirken en yüksek ölüm oranını (% 40.0) 1-1-7 izolatı vermiştir. 14.
günde ölüm oranları %48.0 ile %82.7 arasında değişmiş en yüksek ölüm oranını (%82.7) 1-1-6 izolatı vermiştir.
500ppm konsantrasyonda 14 gün sonunda elde edilen ölüm oranları 1-1 izolatı sonucundan yüksek bulunmuştur
(%50.0). Ancak 1000ppm konsantrasyondaki ölüm oranları aynı konsantrasyonda 1-1 izolatı sonuçları ile
farklılık göstermemiştir (7. ve 14. gün için %53.3 ve %80.3).
Çalışma sonuçları, bir izolat kültürü içerisinde konukçuya fungus patojenitesi bakımından önemli farkların
bulunduğunu ortaya koymuştur. Özellikle patojenite bakımından geniş varyasyon içeren izolatlardan etkinliği
daha yüksek olan hatların elde edilebileceği ve mikrobiyal mücadele etmeni geliştirme bakımından önemli
olduğu sonucuna varılmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: COLEOPTERA, MİKROBİYAL MÜCADELE, BEAUVERİA BASSİANA, RE-
İZOLASYON
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
460
RESVERATROLÜN KARDİYOVASKÜLER KORUYUCU ETKİLERİ
Poster Bildiri / Saglik
Seren Gülşen GÜRGEN1, Oya SAYIN2,
1Manisa Celal Bayar Üniversitesi, 2Dokuz Eylül Üniversitesi,
Resveratrol (3,5,4'-trihidroksi-trans-stilben); polygonum cuspidatum, üzüm, fıstık, çilek ve kırmızı şarapta
bulunan stilben ailesine ait polifenolik bir bileşiktir. Resveratrol; antiinflamatuar, antioksidan, anti-apoptotik,
sitoprotektif, anti-kanser ve kardiyoprotektif etkilere sahip bir moleküldür.
Resveratrol; hiperglisemi ve hiperinsülineminin azaltılması, kalp ve endotel fonksiyonunun korunması,
trombosit adezyonunun sınırlandırılması, trombosit agregasyonunun baskılanması, koroner vazorelaksasyonun
arttırılması ve hatta aritminin azaltılması, iskemi-reperfüzyon hasarın önlenmesi, düşük yoğunluklu lipoproteinin
inhibisyonu, antioksidan aktivite, nitrik oksit (NO) üretiminin aktivasyonu, miyokard enfarktüs alanının
azaltılması, apoptotik kardiyomiyosit sayısının azaltılması gibi çeşitli faydalı etkiler göstermektedir. Son
yıllarda, resveratrolün peri-infarkt miyokarda da pro-anjiyogenik etkileri olduğu bulunmuştur. Son çalışmalarda,
resveratrolün kardiyovasküler sistemi koruyucu etkilerini birçok hedeflerle etkileşime girerek ve kardiyovasküler
risk parametrelerini azaltarak gösterdiği bildirilmektedir. Özetle, resveratrolün kardiyovasküler sistemi koruyucu
özelliği; antioksidan etkisi, oksidatif stresi azaltması, anti-inflamatuar etkisi, sitoprotektif etkisi ve pro-anjiyogenez etkisi ile ilişkilidir. Bu derlemede son yıllarda yapılan çalışmalarda, resveratrolün kardiyovasküler
etkileri ve bu etkilerin mekanizmaları rapor edilmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: RESVERATROL, KARDİYOVASKÜLER SİSTEM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
461
RİSK MANAGEMENT OF ESCHERİCHİA COLİ O157: H7 IN FOOD
Poster Bildiri / Tarim
Nalan TURGUT1,
1ADNAN MENDERES ÜNİVERSİYESİ, AYDIN/TÜRKİYE,
.
ANAHTAR KELİMELER: ESCHERİCHİA COLİ, FOOD,HEALTH
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
462
RUTACEAE FAMİLYASINDAKİ GC-MS ÇALIŞMALARI
Poster Bildiri / Tarim
Pelin ÇAMOĞLU1, Zeynel DALKILIÇ1,
1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi,
Bu derlemenin amacı son yıllarda turunçgiller ailesinde GC-MS ile yapılan araştırmaların incelenmesidir.
Gaz kromatografisi (GC) karışımdaki bileşenleri ayırmayı sağlarken, kütle spektrometresi (MS) her bir bileşenin
yapısal olarak tanımlanmasını sağlar. Sistem taşıyıcı gaz, örnek enjeksiyonu, kromatografik fırın, kolon,
dedektör ve kaydedici olmak üzere 6 bölümden oluşur. Detaylı gıda analizleri, yağ analizleri, petrol analizleri ve
ilaç sektörünün kalitatif ve kantitatif analizlerinde kolaylıkla kullanılır. Hızlı oluşu, ayırma gücünün yüksekliği,
nitel-nicel analiz yapabilmesi ve hassasiyetin yüksekliği gibi önemli avantajları vardır. GC-MS ile belirlenen
bileşikler terpenler, aldehitler, alkoloidler, esterler ve ketonlardır. Dünyada ticari açıdan en çok üretilen meyveler
turunçgillerdir. Yapılan çalışmalarda limon kabuklarında limonen (%72.5–%76.4), mirsen, neral; yapraklarında
ise β-pinen, mirsen ve neril asetat bulunmuştur. Şadokta yaprakta (%86.2) ve kabukta (%93.4) ana bileşen olarak
limonen tespit edilmiştir. Kamkatta ana bileşen limonen (%96.5), altıntopta sabinen (%42.5), mandarin (%51) ve
portakal kabuklarında (%86.5) limonen olmuştur. Turunçgillerde GC-MS ile yapılan araştırmalar sonucunda
çoğu türlerde uçucu ana bileşeni olarak limonen tespit edilmiştir. Limonen turunçgillerin kabuğundaki ana
maddedir.
ANAHTAR KELİMELER: ALTINTOP, KAMKAT, LİMON, MANDARİN,PORTAKAL, GAZ
KROMATOGRAFİSİ-KÜTLE SPEKTROMETRESİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
463
SIĞIR SÜTÜNDEKİ KAZEİN VARYANTLARININ SAĞLIK ÜZERİNE ETKİLERİ
Poster Bildiri / Saglik
MERVE İLHAN1, F.HÜMEYRA YERLİKAYA AYDEMİR1,
1Necmettin Erbakan Üniversitesi,Meram Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya A.D,
Bu derlemenin amacı sığır sütündeki kazein varyantlarının insan sağlığı üzerine etkilerini açıklamaktır.
Gelişmiş ülkelerde en çok tüketilen süt kaynağı sığır sütüdür. Bir ineğin sütü litre başına ortalama 32 gram
protein içerir. Bu proteinlerin de yaklaşık % 80’ini kazein, % 20’sini de whey proteini oluşturur. Kazeinler α, β
ve κ formlar olmak üzere alt sınıfa ayrılmıştır. β-kazeinin de A1 ve A2 β-kazein olarak iki farklı tipi vardır. Bu
iki β-kazein türlerini birbiririnden ayıran sadece bir amino asittir. A1 β-kazein proteininin 67. pozisyonunda
histidin aminoasiti (His67) bulunurken A2 β-kazein de ise aynı pozisyonda prolin aminoasiti (Pro67) bulunur.
His67 mutasyonu safkan Asya ve Afrika sığırlarında yoktur ancak Avrupa’da en eski sığır türünden modern sığır
türüne kadar His67 mutasyonu söz konusudur. A1 proteini proteolitik sindirime hassastır ve sindirim ürünü
olarak beta-kazomorfin-7 (BKM-7) ortaya çıkmaktadır. BKM'ler hem in vitro hem de hayvan çalışmalarında
doğrudan m-opioid reseptör agonist aktivitesi sergiler. Bu reseptörler çoğunlukla hem merkezi sinir sisteminde
hem de periferik sinir sisteminde ve aynı zamanda m-opioid reseptörü tarafından düzenlenen kanal alanında
bulunur. Opioid aktivitesinin bozulması bir hücrenin oksidasyon durumunu değiştirebilir. Epidemiyolojik kanıtlar, A1 β-kazein süt tüketiminin, tip 1 diyabet, koroner kalp hastalığı, arterioskleroz, ani bebek ölümü
sendromu, otizm, şizofreni gibi hastalıklar için bir risk faktörü olduğunu göstermektedir. Ancak yüksek seviyede
A2 β-kazein varyantı içeren süt tüketen popülasyonlar, daha düşük kardiyovasküler hastalık ve tip 1 diyabet
insidansına sahiptir. İnsan gastrointestinal sistemi ve tüm organizma ile BCM7 etkileşimlerinin kapsamını ve
doğasını doğrulamak için yeterli çalışmalar mevcut değildir. Bu yüzden ithal sığır sütlerinin insan sağlığına
etkisi hakkında daha derin bir araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: SIĞIR SÜTÜ, A1 Β KAZEİN, OPİOİD
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
464
SİVAS İLİNDE TIBBİ ATIK YÖNETİMİ
Poster Bildiri / Cevre
İlknur ŞENTÜRK1,
1SİVAS CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ,
Sağlık kuruluşlarının faaliyetleri sırasında üretilen atıklar diğer atıklardan daha fazla oranda yaralanma riski ve
daha yüksek enfeksiyon riski taşırlar. Tıbbi atıklardan İlk başta sağlık çalışanlarının ve hastaların etkileneceği
kuşkusuzdur. Ayrıca bu atıkları toplayan personel ve bertarafında çalışan personel de risk altında olan gruplardır.
Bertarafı ile ilgili sorunlarda ve kirlilik durumunda halk da risk altında kalmaktadır. Bu çalışmada Sivas İli
hastane ve diğer sağlık kuruluşlarında oluşan tıbbi atık miktarları, tıbbi atıkların geçici depolama, taşınma ve
bertaraf yöntemleri incelenmiştir.
Sivas ili şimdiki ve gelecek nüfus projeksiyonu göz önünde tutularak oluşacak tıbbi atığın miktarı ve bertaraf
maliyetleri ortaya konulmuştur. 2017 yılı TÜİK verilerine göre 621301 olan Sivas İli nüfusunun 2025 yılında
612535 kişiye düşmesi beklenmektedir. Ayrıca 2007-2017 yıllarını da kapsayarak, 0-15, 15-25, 25-35, 35-45,
45-üzeri yaş aralıkları belirlenmiştir. Sırasıyla 0-15, 15-25 ve 25-35 yaş aralığındaki nüfus sayısında azalma
oluyor iken, 35-45 yaş aralığındaki nüfus ile 45 ve üzerindeki yaş aralığındaki nüfus miktarının bu süreçte arttığı
tespit edilmiştir (TÜİK). Bu yaş grubunun daha fazla sağlık hizmetine ihtiyaç duyması ortaya çıkan tıbbi atık miktarının artmasında etkili olacaktır. Sivas İlinde 2013 yılı Mart ayı itibari ile faaliyete geçen ve günlük 14 ton
tıbbi atığı sterilize edebilecek kapasitede sterilizasyon tesisi kurulmuştur. Atıklar sterilize edildikten sonra
zararsız hale getirilerek düzenli depolama sahasında bertaraf edilmektedir. 2015 yılında günde ortalama olarak
2,04 ton tıbbi atık sterilizasyon tesisinde sterilize edilmiştir. Sağlık kuruluşları, ürettikleri atıkların toplanması,
taşınması, sterilizasyonu ve bertarafı için gereken harcamaları, bertaraf edene ödemekle yükümlüdürler. Bu
nedenle atık miktarı arttıkça ödenecek ücret de artmaktadır. Bu kalemde oluşacak maliyetleri azaltmak için
doğru bir atık yönetim politikasının oluşturulması ekonomik ve çevresel açıdan oldukça önemlidir.
Araştırma kapsamında Aile Sağlığı Merkezleri hariç, il merkezinde bulunan özel ve devlet hastaneleri, üniversite
hastanesi, ağız ve diş sağlığı hastaneleri, nüfusa göre en küçük ve en büyük ilçe merkezleri ve baz ölçekte
ilçelerin tıbbi atık miktarları incelenmiştir. Sivas, göç veren kentlerden biri olması ve nüfusun azalma
göstermesine rağmen, bu oran tıbbi atık miktarına yansımadığı tam aksine tıbbi atık miktarının arttığı
görülmektedir. Çalışma kapsamında bu durumun nedenleri irdelenerek tüm iller için önemli bir problem teşkil
eden tıbbi atıkların yönetimi konusunda önerilerde bulunulmuştur.
ANAHTAR KELİMELER: ATIK YÖNETİMİ, SİVAS, STERİLİZASYON, TIBBİ ATIK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
465
SU KİRLİLİĞİ YÖNETİMİNDE YENİ YAKLAŞIMLAR
Poster Bildiri / Tarim
Nalan TURGUT1,
1ADNAN MENDERES ÜNİVERSİYESİ, AYDIN/TÜRKİYE,
Su yaşamsal vücut olaylarının sürdürülebilmesi için vazgeçilmez bir maddedir. Vücudumuzda çeşitli yaş
gruplarına göre farklılıklar göstermekle birlikte ortalama % 62-67 oranında su vardır. Gıda maddelerinin ve
artıklarının çözelti şekline dönüştürülmesi, bunların vücutta kullanıp atılması suya bağlıdır. Dünyada ve
ülkemizde hala temiz su probleminin yaşandığı bir gerçektir Kaynağından kullanım aşamasına kadar en kolay
kirlenen madde de sudur ve su kirliliği insan sağlığının da büyük oranda tehlikeye düşmesine neden olmaktadır.
Su kirliliği genelde fiziksel kirlilik, evsel kirlenme, radyoaktif kirlenme, kimyasal kirlenme ve mikrobiyal
kirlenme şeklinde olmaktadır. Suların depolandığı yerlerde daha fazla bulaşıklık kaynağının olduğu ve ayrıca
suların uzun süre havayla temasının arttığı durumlarda bulaşıklığın arttığı görülmektedir. Günümüzde tüketimi son derece artan polikarbonat damacana sularında ise kullanılan pompalar sayesinde kontaminasyonun oluştuğu
veya arttığı yapılan çalışmalarla da desteklenmektedir. Konuyla ilgili çözüm yolları değerlendirildiğinde suyun
kirlilikten korunması (depolama, taşıma ve kullanma kurallarına uygunluk), kritik noktaların bilinmesi, insan ve
hayvansal atıklardan kaynaklanan kirliliğin engellenmesi, suyun devamlı olarak dezenfekte edilmesi, olabilecek
en iyi kaliteye sahip su kaynağının kullanılması ve korunması, indikatör bakterilerin yeterliliği sayılabilir. Ayrıca
problemin çözümünde multidisipliner bir çalışmanın gerekliliği de şarttır. Örneğin; halk sağlığı, epidemiyoloji,
hijyen önlemleri, ziraat, beslenme gibi konular bir bütün altında değerlendirilmeli ve sonuca ulaşılmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: SU,KİRLİLİK,ÇEVRE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
466
SU ÜRÜNLERİ YETİŞTİRİCİLİĞİNDE ANESTEZİK MADDE OLARAK KULLANILAN
BİTKİSEL ESANSİYEL YAĞLARIN ANTİBAKTERİYEL ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE
YAPILMIŞ ÖNCEKİ ÇALIŞMALAR
Poster Bildiri / Tarim
Ulviye KARACALAR1, Erkan CAN2, Şafak SEYHANEYILDIZ CAN3, Volkan KIZAK4,
1Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Yetiştiricilik Bölümü Hastalıklar Anabilim Dalı, 2Munzur Üniversitesi
Su Ürünleri Fakültesi Yetiştiricilik Bölümü, 3Munzur Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Biyomühendislik
Bölümü, 4Munzur Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Yetiştiricilik Bölümü ,
Sentetik kimyasalların bitki kökenli biyoaktif özellikler taşiyan doğal ürünlerle değiştirilmesi, endüstrinin
giderek artan bir ilgisi ile karşı karşıyadır. Bu doğal ürünlerin ortaçağdan beri özellikle bakterisidal, virusidal,
fungusidal, antiparazitik, insektisidal, tıbbi ve kozmetik amaçlı olarak geniş oranda kullanımı, günümüzde dünya
ticaretine ve bariz bir şekilde bilimsel çalışmalara konu olmaktadır. Özellikle bitkilerden elde edilen esansiyel
yağların spesifik olarak diyet içeriklerinde kullanımları sonrasında antistres, antioksidan vb özellikler
göstermeleri, bu konuyla ilgili son yirmi yılda yapılan birçok araştırmanın önemini gittikçe arttırmıştır. Son
zamanlarda su ürünleri yetiştiriciliğinde de kullanılan bitkisel esansiyel yağlar, üretimde direnci arttırmak,
hastalıkları ve salgınları önlemek ve dolayısıyla hayvan refahını iyileştirerek üretimi arttırmaya yönelik
değerlendirmelerde modülatör olarak kullanılmaktadır.
Son yıllarda bitkisel esansiyel yağların diyet içeriklerinde katkı maddesi olarak araştırılması ve bazı bitki ve
yosun özlerinin balık patojenlerini inhibe etme özelliği olduğu yapılan çalışmalarla belgelenmiştir. Genel olarak
esansiyel yağların patojenlere, komensal bakterilerden çok daha fazla aktivite gösterdiği, bağırsaktaki bazı
bakteri gruplarını inhibe ederken yararlı bakterileri de geliştirdikleri çoğu araştırmayla belirlenmiştir. Bununla
birlikte, esansiyel yağların sucul türlerdeki uygulamaları ve balık sağlığında besin takviyesi olarak potansiyel
yararları üzerine bilgiler daha çok yeni ve sınırlı sayıdadır. Su ürünleri yetiştiriciliğinde kimyasallar, hastalık problemlerinin sağaltımında ve tedavide geniş bir şekilde kullanılır. Ancak deniz mahsullerinin kimyasal
kalıntılardan dolayı insan sağlığına ilişkin olumsuz etkileri, tıbbi ve aromatik bitkilerden elde edilen esansiyel
yağların ve ekstraktların kullanımını ön plana çıkarmış ve doğal terapötikleri daha önemli hale getirmiştir.
Özellikle antibakterisid, antiparazitik, antifungistik ve anestezik gibi birçok etkiye sahip olan esansiyel yağların,
sucul patojenlere karşı da inhibe edici miktarlarının spesifik olarak ortaya konulması ve etkinliklerinin
belirlenmesi için yapılacak olan yeni araştırmalar, insan ve hayvan sağlığı bakımından büyük önem
arzetmektedir. Bu çalışmada da esansiyel yağların antibakteriyel aktiviteleriyle ilgili son yıllarda yapılan
araştırma sonuçları derlenmeye çalışılmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: BİTKİSEL ESANSİYEL YAĞ,ANTİBAKTERİYEL,SU
ÜRÜNLERİ,ANESTEZİK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
467
SUBAKROMİAL IMPINGEMENT SENDROMUNDA DOKUZ DELİKLİ PEG TESTİNİN
GEÇERLİK VE GÜVENİLİRLİK ÇALIŞMASI
Poster Bildiri / Saglik
GİZEM PEKEN AVCI1, SELDA BAŞAR1,
1FİZYOTERAPİ VE REHABİLİTASYON BÖLÜMÜ, GAZİ ÜNİVERSİTESİ, ANKARA,
Subakromial İmpingement Sendromu (SIS) omuz ekleminde ağrılı ark ve fonksiyon kayıplarının görüldüğü bir
sorundur. Klinik ortamda bu hastaların fonksiyonel durumunu objektif olarak değerlendiren, uygulaması kolay,
performansa dayalı test sayısı sınırlıdır. Bu çalışma SIS'li hastalarda üst ekstremitenin fonksiyonelliğini objektif
değerlendirebilmek için Dokuz Delikli Peg Testi(DDPT)'nin geçerlik ve güvenirliğini araştırmak amacıyla
planlanmıştır.
Çalışmaya Gölcük Necati Çelik Devlet Hastanesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Kliniği'nde klinik muayene ve
manyetik rezonans görüntüleme sonuçlarına göre SIS tanısı koyulan 36 hasta (ortalama yaş: 50,9 ± 4,8 yıl,
ortalama boy: 165,4 ± 4,9 cm) dahil edildi. Katılımcıların demografik bilgileri kaydedildikten sonra eklem
hareket açıklığı ve kas kuvveti ölçümleri yapıldı. DDPT ve FIT-HaNSA protokolü uygulandı. Hasta sırt destekli ve kendisine uygun sandalyede ayakları yerle temas halinde otururken DDPT masaya yerleştirilerek uygulandı.
Ayrıca Disabilities of The Arm, Shoulder and Hand Questionnaire (DASH), Shoulder Pain and Disability Index
(SPADI), Constant&Murley Skorlaması ve Kısa Form-36 (SF-36) ölçekleri uygulandı. Tekrar test 3 gün sonra
yapıldı. Geçerlik ve güvenirlik için Cronbach’s Alpha ve ICC değerleri kullanıldı.
DDPT’nin test ve tekrar testi arasındaki uyum incelendiğinde çok kuvvetli uyum görüldü(ICC=0,958). FIT-
HaNSA ortalama skoru ile DDPT arasında negatif yönlü anlamlı korelasyon bulundu (rho: -0.614, p<0.001).
DDPT ile DASH, SPADI, Constant&Murley ve SF-36 anketleri arasında anlamlı ilişki görülmedi(p>0,05).
DDPT ile horizontal adduksiyon eklem hareket açıklığı ölçümü arasında negatif yönlü iyi derecede istatistiksel
olarak anlamlı korelasyon bulunmaktadır (rho: -0,467, p:0,004). DDPT ile eksternal rotasyon kuvvet ölçümü
arasında negatif yönlü iyi derecede, internal rotasyon kuvvet ölçümü arasında negatif yönlü zayıf derecede
istatistiksel olarak anlamlı korelasyon bulunmaktadır(rho: -0,427, p: 0,009; rho:-0,329, p:0,050).
FIT-HaNSA protokolü SIS tanılı hastalar için fonksiyonel değerlendirmede geçerli bir test olmasına rağmen
klinikte geniş yer kaplaması, kendisine özgü ekipmanı olması, 5'er dakikadan 3 ayrı görevden oluşması ve bu
görevlerin hastaya hatasız yaptırılmasının gerekliliği klinik açıdan kullanılabilirliğini zorlaştırmaktadır. Ancak
DDPT birçok klinikte kullanılan basit, edinilmesi ve uygulaması kolay bir testtir. DDPT’nin standart pozisyonun
ve modifiye ederek uygulanan 1. pozisyonunun klinikte alternatif olarak uygulanabileceği öngörülmektedir. Bu
konuda daha geniş kapsamlı çalışmanın yapılması planlanmaktadır.
ANAHTAR KELİMELER: İMPİNGEMENT, DOKUZ DELİKLİ PEG TEST, FIT-HANSA, FONKSİYON
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
468
SULU ÇÖZELTİLERDEN METİLEN MAVİ GİDERİMİNDE CİTRUS AURANTIUM
TOZLARININ KULLANIMI
Poster Bildiri / Cevre
Gamze AKGÜL1, Merve ÖZKALELİ1, Ayça ERDEM1,
1Akdeniz Üniversitesi,
Bu çalışmada, kurutulmuş ve toz haline getirilmiş Citrus aurantium kabukları (CAP) ve atıkları, sulu
çözeltilerden metilen mavisini giderim için kullanılmıştır. Kesikli sistemde farklı pH (2 - 10), CAP dozu (0,5 - 2
g/L), başlangıç boya konsantrasyonu (10 - 100 mg/L) ve temas süresi uygulanarak adsorpsiyon testleri
yapılmıştır. Biyosorpsiyon kinetiği modellenmiş ve denge modeli Langmur ve Freundlich izotermlerine göre
analiz edilmiştir. Test edilen biyosorbentler BET ve zeta potansiyel ölçümü ile karakterize edilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: ADSORPSİYON, BİYOSORBENT, CİTRUS AURANTİUM KABUĞU,
METİLEN MAVİSİ GİDERİMİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
469
SURVEILLANCE OF BACTERIAL CANKER OF STONE FRUITS IN PUNJAB AND
KHYBER PAKHTUNKHWA PROVINCES OF PAKISTAN
Poster Bildiri / Tarim
Raees AHMED1, Muhammad İNAM UL HAQ1,
1PMAS-Arid Agriculture University, Rawalpindi,
Among various bacterial diseases, bacterial canker on stone fruits cause major losses and prevent farmers from
realizing the potential yield of stone fruits worldwide which has been studied wieldy in different countries.
However, in Pakistan, there was no work done on the disease of stone fruits and for the first time, the present
study was carried out on bacterial canker disease of stone fruits. The present study was aimed to investigate the
current status of bacterial canker in stone fruit growing areas of Punjab and KPK provinces of Pakistan. Incidence and prevalence of bacterial canker disease was calculated after a two-year extensive survey of Punjab
(Attock, Rawalpindi, and Khushab) and KPK (Peshawar, Nowshera, Abbottabad, Mansehra, and Swat) in 2015
and 2016.
100 % disease prevalence was found in all the visited districts of Punjab and KPK. Disease incidence varies in all the visited districts but highest disease incidence in peach and apricot orchards in Punjab was in Murree that
was 66 and 54 % in 2015 while it was increased to 71 and 56 % in 2016 respectively. while in plum orchards
highest disease incidence was in Soan valley (54 %), it was also increased (57 %) in 2016. Similarly, in KPK
province the highest disease incidence in peach and apricot was in Swat i.e., 69% and 72% in 2015, next year it
was also increased to 75 and 67% respectively. In plum orchards, the highest disease incidence was in Nowshera
that was 67% in 2015 and 71% in 2016.
It is concluded that bacterial canker disease is an emerging threat for stone fruit growers in two provinces of
Pakistan. Disease incidence was increased in 2nd year and it is recommended that proper quarantine measures
must be adopted to limit the diseases.
ANAHTAR KELİMELER: PEACH, PLUM, APRİCOT, İNCİDENCE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
470
SÜLÜKLERİN GENEL BİYOLOJİSİ VE ALTERNATİF TIPTA KULLANIMI
Poster Bildiri / Saglik
Birsen KIRIM1, Dilek KESKİN2, Mehmet GÜLER1, Sema MİDİLLİ1, Ebru YILMAZ1, Deniz ÇOBAN1,
Ant Yıleri KEMER1,
1Adnan Menderes Üniv. Ziraat Fak. Su Ürünleri Müh. Böl., 2Adnan Menderes Üniv. Köşk MYO,
Geleneksel ve tamamlayıcı tıp yöntemlerinde sülük tedavisinin tanıtılması amaçlanmaktadır.
Herhangi Tedavide sülük kullanılmasına tıbbi sülük tedavisi veya hirudoterapi denir. Sülüğün tükürük salgısı
antikoagulatif, antiagregan ve vazodilatatör bileşenler ihtiva eder. Tıbbi sülük tarafından salgılanan tükürük,
hirudin, hiyalüronidaz, kalin, destabilaz, eglin ve bdellin dahil olmak üzere 100'den fazla biyoaktif madde içerir.
Geleneksel tıp ile yeniden sağlık alanında önem kazanan sülük, ekonomik öneme sahip bir su ürünüdür. İnsan
tedavisinde kullanılan sülükler, tıbbi amaçlar için onaylanmış özel sülük yetiştirme çiftliklerinden alınmalıdır.
Böylece hastalarda güvenli sülükler kullanarak karşılaşılacak risklerden korunmaya gidilmelidir. Günümüzde
sülük tedavisi Rusya, ABD, Kanada, Avustralya, Fransa, Almanya, Hollanda ve ülkemizde olmak üzere tedavi
amaçlı olarak çeşitli klinik durumlarda apse, artrit, glokom, myasthenia gravis, dental tedaviler, hematom,
tromboz, gangrene gidişin önlenmesi ve diğer çeşitli damar bozukluklarında ve tıbbi tedaviye yardımcı olarak
kardioloji, jinekoloji, üroloji, cerrahi, travmatoloji, stomatoloji, oftalmoloji başta olmak üzere çeşitli kliniklerde
kullanılmaktadır.
Sülükler, doğada yaygın olarak bulunmaları, hastalar tarafından kolaylıkla ulaşılabilmeleri ve sağlık sektöründe
uygulama kolaylığı nedeniyle önemlidir. Karşılaşılabilecek istenmeyen etkileri önlemek için tedavi mutlaka
uygun hastada, yetkili bir hekimin uygun klinik değerlendirmesi sonrası, gerek görüldüğü takdirde uygulanmalı
ve izlenmelidir.
ANAHTAR KELİMELER: SÜLÜK, SÜLÜK TEDAVİSİ, ALTERNATİF TIP.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
471
SÜLÜNESLERİN (SOLEN MARGINATUS) YAŞAM ALANLARINDA SEDİMENT
YAPILARI
Poster Bildiri / Tarim
Aynur LOK1, Evrim KURTAY1, Ali KIRTIK1, Aysun KÜÇÜKDERMENCİ1, Altan LÖK1, Filiz
ÖZTEKİN1,
1Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi,
Bu çalışmada sülüneslerin yoğun olarak toplandığı İzmir Körfezi Tuzla kıyılarından sediment örnekleri alınarak
incelenmiştir.
Solen marginatus Solenidae familyası içerisinde yer alan önemli çift kabuklu türlerinden birisidir. Türkiye
kıyılarından olta yemi olarak kullanılması nedeniyle toplanmasına karşın diğer ülkelerde insan gıdası olarak
kullanılmaktadır. Sülünesler bentik organizmalar olup kendilerini sediment içine gömerler. Bu çalışmada
sülüneslerin yoğun olarak toplandığı İzmir Körfezi Tuzla kıyılarından sediment örnekleri alınarak incelenmiştir.
Sediment örnekleri laboratuvara getirilmiş ve ağırlıkları sabit kalana kadar 50-60 C⁰ etüv içerisinde
kurutulmuştur. Örneklerin bir kısmı 550 C⁰’de yakılarak sediment içindeki organik madde miktarı belirlenmiştir.
Kurumuş sediment örnekleri Wentworth şeması dikkate alınarak farklı göz açıklığına sahip (2000µm, 1000 µm,
500 µm, 250 µm, 125 µm, 63 µm) eleklerden elenerek sınıflama işlemi gerçekleştirilmiştir. Wentworth şemasına
göre tane boyut sınıflaması yapılmıştır. Elemeler ve sınıflama sonrasında sediment yapısının ince kum
özelliğinde olduğu tespit edilmiştir. Organik madde miktarı inorganik madde miktarından düşük olduğu
saptanmıştır.
ANAHTAR KELİMELER: İZMİR KÖRFEZİ, SÜLÜNES, SOLEN MARGİNATUS, SEDİMENT
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
472
TARıM ATıKLARıNDAN MUSİLAJ ELDESİ
Poster Bildiri / Gida
GÜLŞAH ÇALIŞAN KOÇ1,
1GASTRONOMİ VE MUTFAK SANATLARI BÖLÜMÜ, ALANYA HAMDULLAH EMİN PAŞA
ÜNİVERSİTESİ,
Bu derlemenin amacı, balkabağı kabuğu ve çekirdeği, ayva çekirdeği, semiz otu gibi polisakkaritlerce zengin
tarmsal atıklardan musilaj eldesinin, elde edilen extraktrın kurutulması ve toz ürünün klarifikasyon, emülsifiye,
kaplama, jel oluşturma ve kurutma ajanı olarak kullanım olanaklarının araştırılmasıdır.
Sürdürülebilir hammaddeler olan tarım atıkları, ayrıca gıda katkısı (renk ve lezzet ajanı, antioxidan etki,
musilaj), hayvan yemi, kimyasal, yakıt vb. üretiminde kullanılan değerli bir kaynaktır. Musilajlar doğada çokça
bulundukları, güvenli ve ekonomik oldukları için popüler bitki bileşikleridirler ve gıda, famasötik, tekstil, boya,
kağıt yapımı ve kozmetik sanayiinde emülsifiye, bağlama, kaplama vb. ajanı olarak çeşitli kullanım alanları
bulunmaktadır. Musilajlar, genellikle gelişmiş bitkilerde, deniz yosunlarında, küflerde ve diğer mikrobiyal
kaynaklarda bulunmaktadır ve polisakkarit ya da bir ya da daha fazla monosakarit içeren kompleks karbonhidrat
veya türevleridir. Musilajlar rizozomlarda, köklerde ve çekirdek endospemlerinde bulunmakta ve başlıca enerji
kaynağı olarak görev yapmaktadırlar. Musilajlar (yüksek molekül ağırlıklı, yapışkan ve gamsı madde), polisakkaritlerden su ile sabit sıcaklıkta muamele sonucunda elde edilmektedir. Ayrıca, musilajların eldesinde
organik solventlerin (aseton, etanol vb.) kullanıldığı çeşitli çalışmalar literatürde mevcuttur. Elde edilen ekstrakt
püskürtmeli veya dondurarak kurutucu kullanılarak toz forma dönüştürülerek, tablet formülasyonunda, filmlerde,
çevreye olası bulaşmanın azaltılması (herbisitlerin emilmesini genişleterek hareketliliğini azaltmakta)
klarifikasyon, emülsifiye ajanı, kaplama, jel oluşturma ve süspansiyon ajanı olarak kullanılabilmektedir. Ayrıca,
musilajlar su tutma, viskoziteyi arttırma ve tazeliği koruma özelliklerinden dolayı ekmek, kek gibi unlu
mamüllerde yağ ilamesi olarak kullanılabilmektedir. Literatürde, chia tohumu, keten tohumu, Cassia Obtustifolia
tohumu, Hibiscus esculenta kabuğu, ayva çekirdeği, bamya, aloe vera, ıspanak, semiz otu vb. gibi bitkilerden
musiaj eldesi ile ilgili çalışmalar mevcuttur.
ANAHTAR KELİMELER: TARıM ATıĞı, MUSİLAJ, POLİSAKKARİT, BALKABAĞı, AYVA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
473
TARIM MAKİNELERİ ÖNLİSANS PROGRAMINA SINAVSIZ YERLEŞEN
ÖĞRENCİLERİN 2015 YILI TERCİH EĞİLİMLERİNİN İRDELENMESİ
Poster Bildiri / Tarim
Hüseyin Nail AKGÜL1,
1AYDIN Adnan Menderes Üniversitesi Köşk Meslek Yüksekokulu Gıda Teknolojisi Programı,
Meslek liselerindeki öğrencilere verilen haklardan olan sınavsız geçişle üniversiteye kayıt önemli bir olaydır.
Ancak ülkemiz tarım makineleri öğrencilerinin sınavsız geçiş eğilimleri hakkında yapılmış araştırma sayısı çok
fazla değildir. Bu yüzden bu çalışma kapsamında YÖKSİS ÖNLİSANS ATLASI”nın 2015 yılı verileri
kullanılarak tarım makineleri programına sınavsız yerleşen öğrencilerin tercih eğilimleri bilgilerine yer
verilmiştir. Sınavsız yerleşen öğrencilerin tercih eğilimleri; genel, üniversite türleri, üniversiteler, iller, aynı veya farklı program tercihleri, programları (meslekler) kapsamaktadır Ancak yöksis önlisans atlası’nda bulunan
veriler üniversite bazlı olup ülke genelini içeren bilgiler bulunmamaktadır.
Araştırmada elde edilen veriler incelendiğinde; sınavsız yerleşenlerin toplam tercih hakkı ortalaması 821,14 dir
(her bir öğrencinin 30 tercih hakkı bulunmaktadır).
Kullanılan tercih ortalaması 337,93 iken boş bırakılan tercih ortalaması 483,21’dir. Yerleşenler ortalama 12,64
tercih yapmışlardır. Yerleşenler tercih formlarında ortalama 320 devlet üniversitesi tercih etmişken vakıf
üniversitesini tercih ortalaması 5,22 dir. Yerleşenlerin tarım makineleri programı tercih ortalamaları 50 iken
farklı programları tercih ortalamaları 284,64 dür. Lisans tercih ortalamaları 8,4’dir. Sınavsız yerleşen öğrenciler tercih formlarında en fazla Uludağ üniversitesini tercih etmişlerdir. İkinci sırada Ege üniversitesi tercih
etmişlerken, üçüncü sırada Çukurova üniversitesini tercih etmişlerdir. Sınavsız yerleşenler en fazla Makine
(%26,93) programını seçmişlerdir. İkinci sırada Tarım Makinelerini (%15,08) ve üçüncü olarak otomotiv
teknolojisi (%12,68) programını tercih etmişlerdir.
ANAHTAR KELİMELER: TARIM MAKİNELERİ, ÖĞRENCİ, ÖNLİSANS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
474
TARIMSAL SAVAŞIMDA PESTİSİT KULLANIMININ İNSAN VE ÇEVRE SAĞLIĞI
AÇISINDAN ÖNEMİ
Poster Bildiri / Tarim
Esra ALBAZ1, Nurda GÜNGÖR SAVAŞ1,
1Manisa Bağcılık Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü,
Tarımsal üretimde sorun olan hastalık, zararlı ve yabancı otların olumsuz etkilerinden ekonomik olarak
korunabilmek için tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de entegre zararlı yönetimi ilkeleri çerçevesinde pestisit
kullanımı halen vazgeçilmez unsurlardandır. Çünkü pestisit kullanılarak yapılan kimyasal savaşım bilinçli ve
kontrollü bir biçimde uygulandığında, diğer yöntemlere oranla daha yüksek etkinlik sağlamakta ve daha hızlı
sonuç vermektedir. Ancak pestisit kullanılırken, hem ürünün hastalık, zararlı ve yabancı otlara karşı korunması
hem de insan ve çevreye olumsuz etkileri bir arada değerlendirilmelidir.
Tarımsal üretimde sorun olan hastalık, zararlı ve yabancı otların olumsuz etkilerinden ekonomik olarak
korunabilmek için tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de entegre zararlı yönetimi ilkeleri çerçevesinde pestisit
kullanımı halen vazgeçilmez unsurlardandır. Çünkü pestisit kullanılarak yapılan kimyasal savaşım bilinçli ve kontrollü bir biçimde uygulandığında, diğer yöntemlere oranla daha yüksek etkinlik sağlamakta ve daha hızlı
sonuç vermektedir. Ancak pestisit kullanılırken, hem ürünün hastalık, zararlı ve yabancı otlara karşı korunması
hem de insan ve çevreye olumsuz etkileri bir arada değerlendirilmelidir.
Gelişmiş ülkelerde, günümüz modern tarımında zararlı etmenlerle mücadelede tüm mücadele yöntemlerinin tek bir program içerisinde uygulandığı Entregre zararlı yönetimi (Integrated Pest Management, IPM) anlayışı
benimsenmektedir. IPM kalite ve kantiteyi arttırıdığı gibi bir yandan da gıda güvenliği sağlanmakta ve ekosistem
ile insan sağlığı olumsuz etkilenmemektedir.
Bu çalışmada, pestisitlerin avantaj ile dezavantajları, Türkiye ve Dünya’da pestisit kullanım miktarları, pestisitlerin insan ve çevre sağlığı açısından oluşturduğu riskler ve pestisitlerin bu etkilerine karşı gelişmiş
ülkelerin aldığı önlemler ve yapılan çalışmalar değerlendirilmiştir
ANAHTAR KELİMELER: PESTİSİT, IPM, İNSAN VE ÇEVRE SAĞLIĞI
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
475
TARIMSAL TOPRAKLARDAKİ FUNGUSLARIN BELİRLENMESİNE YÖNELİK ÖN
ÇALIŞMA
Poster Bildiri / Tarim
Suat SEZEN1, Nilgün POYRAZ2, Mehmet Burçin MUTLU1,
1Eskişehir Teknik Üniversitesi, 2Kütahya Dumlupınar Üniversitesi,
Çalışmada tarım arazisi olarak kullanılan bir tarladan farklı zamanlarda örnekleme yapılarak kültür bağımlı ve
moleküler metodlarla fungal populasyonun belirlenmesi amaçlanmıştır.
Bu amaçla funguslar seri dilüsyon ve yayma plak metodu kullanılarak izole edilmiştir. İzolasyon için Malt
Extract Agar (MEA) ve Potato Dextrose Agar (PDA) kullanılmıştır. Fungusların tanımlama ve karakterizasyonu
morfolojik ve moleküler metodlar kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Tanımlama için funguslara özel ticari kit ile
DNA ekstraksiyonu yapılmış, ardından elde edilen saf ve kaliteli DNA’dan ITS bölgesi spesifik primerler
kullanılarak PCR amplifikasyonu gerçekleştirilmiştir. Bu aşamanın sonrasında çoğaltılan spesifik bölge
dizilenmiş ve BLAST programı ile analiz edilmiştir.
2 farklı besiyerinden toplamda 18 farklı fungus kolonisi izole edilerek saflaştırılmıştır. Saflaştırılan fungus
örneklerinden DNA ekstraksiyonu başarıyla gerçekleştirilmiştir.DNA'lardan tanımlama amacıyla ITS bölgesi
spesifik PCR kurulmuş ve ürünler dizilenerek tanımlama gerçekleştirilmiştir. Tanımlanan izolatlardan dominant
cins olarak Penicillium izole edilmiş ve tanımlanmıştır. Ayrıca Rhizopus ve Acremonium cinsleri de
belirlenmiştir.
Çalışma sonucunda moleküler yöntemler kullanılarak elde edilen sonuçlardan tarım yapılan topraklarda farklı
fungus gruplarının bulunabileceği belirlenmiştir. Bu ön çalışmada olduğu gibi tarım arazisi olarak kullanılan
topraklardan fungal çeşitliliğin araştırılması endüstriyel ve diğer biyoteknolojik uygulamalarda kullanımın
artmasını sağlayacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: TARIMSAL TOPRAKLAR, FUNGUS, ITS, PENİCİLLİUM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
476
THE EFFECT OF CELTIS TOURNEFORTII FRUIT ON SERUM COPPER AND
ELECTROLYTE BALANCE AGAINST COPPER EXPOSURE IN RATS
Poster Bildiri / Saglik
Mehmet Ali TEMİZ1, Atilla TEMUR2, Yusuf AKGEYİK3,
1Karamaoğlu Mehmetbey University, Vocational School Of Technical Sciences, Programme Of Medicinal And
Aromatic Plants, 2Yuzuncu Yil University, Faculty Of Education, Department Of Science, 3Yuzuncu Yil University, Institute Of Educational Science, Department Of Sciences,
Metal toxicity is caused by the accumulation of certain metals in the body due to exposure through food, water,
industrial chemicals, or other sources. The Tolerable Upper Intake Level for adults is 10 mg/day, a value based
on protection from liver damage as the critical adverse effect. Medicinal plants contain important curative phytochemicals which have various metabolic effects. Therefore, recently the use of medicinal plants has
nutraceutically become attractive. Celtis tournefortii (Ct) fruit is consumed for the treatment of diarrhea,
dysentery, and ulcer. This study aims to investigate the effect of Celtis tournefortii (Ct) on amount of serum
copper against copper exposure in rats.
In this research, 32 Wistar albino rats were divided into four groups (Control, Copper, Copper+Ct and Ct groups)
(n=8). Copper was administered i.p 10 mg/kg bw as CuSO4 to rats twice a week for 28 days. Ct extract was
administered orally 10 mg/kg bw to rats every day for 28 days. The amount of serum copper was analyzed by
atomic absorption spectroscopy (AAS). The electrolyte levels were assayed using an auto-analyzer. The
differences between the groups were analyzed using one-way ANOVA followed by the Tukey test.
The amount of serum copper significantly increased in the CS group compared to the Control group (p<0.05).
However, the amount of serum copper significantly decreased in the CS+Ct and Ct treatment groups compared
to the Copper group (p<0.05). The lowest amount of serum copper was found in the Ct group. According to the
electrolyte, although, Na+ and Cl- levels increased CS group, they significantly decreased BS+Ct group.
Furthermore, hyperkalemia was observed in the CS group. In addition, although, body weight of the rats in the
CS+Ct group decreased until the second week, it increased after the second week.
Treatment with Ct attenuated the increase in serum copper and electrolyte levels which are marker of renal
damage. The therapeutic use of Ct might have nephroprotective effect in copper-induced acute renal failure. The
possible mechanisms could be the antioxidant, anti-inflammatory, vasodilatory and diuretic activity of its
phytochemical constituents. This study was approved by Yuzuncu Yil University Animal Researches Local
Ethic Committee (no. 2016/07).
ANAHTAR KELİMELER: CELTIS TOURNEFORTII COPPER, ELECTROLYTE BALANCE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
477
TOPRAKSIZ RULO ÇİM
Poster Bildiri / Tarim
Muhammet KARAŞAHİN1,
1Selçuk Üniversitesi,
Topraksız rulo çim üretim teknikleri, avantaj ve dezavantajları ile ilgili detaylı derleme çalışmasının
yapılmasıdır.
Topraksız rulo çim üretiminde geleneksel rulo çime göre daha hızlı üretim yapılabilmektedir. Aynı zamanda
tarla şartlarında üretilen rulo çimde kökler kesilerek hasat yapıldığı için bitkiler şoka girerken topraksız rulo
çimde bu olumsuzluk yaşanmamakta böylece kalite yönünden önemli artışlar sağlanmaktadır.
Toprakta üretilen rulo çim ile topraksız rulo çim ağırlıkları arasında 24 kat fark bulunmaktadır. Bütün bunlarla
tarla şartlarında üretilen rulo çim üretimine göre topraksız rulo çim üretiminde ciddi üretim avantajı
sağlanabilmektedir.
Topraksız rulo çim üretimi ile ilgili ülkemizde yeterli bilimsel çalışmanın olmaması araştırmanın özgün yönünü
oluşturmaktadır. Ayrıca araştırma ile elde edilecek bilimsel veriler bu alanda çalışanlar için önemli katkı
sağlayacaktır.
ANAHTAR KELİMELER: HİDROPONİK, KALİTE, RULO ÇİM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
478
TÜRKİYE – SURİYE SINIRINDAKİ MAYINLI ALANLARIN TOPRAKLARININ
DEĞERLENDİRİLMESİ
Poster Bildiri / Tarim
Ali Rıza ÖZTÜRKMEN1,
1Harran Üniversitesi, Şanlıurfa ,
Yaklaşık 60 yıldan bu yana güvenlik amacı dışında kullanılmayan bu arazilerde mayın temizliği öncesi tarımsal
gücü, doğal ve kültürel potansiyelinin bilinmesi ve ekonomiye kazandırılması hedeflenmektedir.
Şanlıurfa, Mardin, Kilis, Hatay, Gaziantep, Şırnak illerini kapsayan alanda iki Kıbrıs büyüklüğünde tarım arazisi
mayınlardan dolayı atıl durumda bulunmaktadır. Yıllarca kullanılmamış arazilerdeki bu mayınların temizlenmesi
halinde organik tarım için uygun bir alan olaşabilecektir.
Yapılan çalışmada 6 ilin içerdiği mayınlı alanın 23.347 ha olduğu, % 75'lik bölümü olan 17.517 hektarlık bir
bölümünün işlemeli tarıma uygun olduğu belirlenmiştir. Bu alanın % 1,3'i I. sınıf, % 29,4'ü II. sınıf, % 29,4'ü III.
sınıf iken ,% 15'lik bölümünün de IV. sınıf olduğu görülmüştür. İşlemeli alanlar dışında kalan kısmın % 8,9'u VI.
sınıf, % 13,1'i VII. sınıf ve % 2,8'i ise VIII. sınıftır.
Bu alanların kullanımını sınırlayan faktörler yüzeydeki bazalt kayalıkları, eğim ve yetersiz toprak derinliğidir.
ANAHTAR KELİMELER: GAP BÖLGESİ, ŞANLIURFA, ORGANİK TARIM, MAYIN.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
479
TÜRKİYEDE BAKLAGİL TOHUMLARININ KALİTESİ NASIL ARTIRILIR?
Poster Bildiri / Tarim
FİLİZ PARÇA1, YAKUP ONUR KOCA1, AYDIN ÜNAY1,
1ADÜ Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü,
Dünya Gıda ve Tarım Organizasyonu (FAO), dünya üzerinde yüzü aşkın ülkede aralarında bezelye, siyah
fasulye, nohut, roma fasulyesi, fasulye ve mercimek vb. gibilerinde bulunduğu irili ufaklı yaklaşık 15 baklagil
türünün yetiştirildiğini bildirmiştir. Benzer şekilde baklagiller özellikle de fasulye, bezelye ve mercimek Türk
Mutfağında oldukça popülerdir ve ülkemizde bunlarla birçok yemek yapılmaktadır. Bu sebeple baklagillerde
tane kalitesi, üretici için onları daha pahalıya satabilsinler diye çok önemlidir. Dahası tane kalitesi insan sağlığı
için de önemlidir ve yüksek besin oranına ve yüksek mineral içeriği kadar folat ve diğer B vitaminlerine de
sahiptir. Yüksek protein ve lif oranı ile özellikle de obeziteye bağlı olarak oluşan hastalıkları azaltır. Sonuç
olarak, biz ülkemizdeki bazı tarımsal uygulamaların ve böcekler, hastalıklar, yabancı otlar gibi bazı biyotik faktörlerin baklagil kalite kriterlerin üzerine etkilerini göstermek için bu çalışmayı hazırladık. Bunun yanında biz
baklagil tane kalitesinin yükseltilmesi için bazı önerilerde de bulunduk.
ANAHTAR KELİMELER: FASULYE, NOHUT, MERCİMEK, TOHUM KALİTESİ, SAĞLIKLI YAŞAM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
480
ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ ARASINDA HİPERTANSİYON SIKLIĞININ
DEĞERLENDİRİLMESİ
Poster Bildiri / Saglik
İbrahim UYSAL1, Kemal TEMEL1, Emine SEVİNÇ POSTACI1, Ahmet Ali BERBER1, Mehtap
OKDEMİR1,
1Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi,
Kalp ve damar hastalıklarının en önemli risk faktörlerinden biri olan hipertasiyonun günümüzde çocukluk
çağında obezitenin artmasıyla birlikte görülme sıklığı yükselmektedir. Yapılan çalışmada genç nüfusta (15-29
yaş) hipertansiyon sıklığı, alışkanlıklar ve genetik yatkınlığın görülme sıklığı üzerindeki etkilerinin
değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Çalışma 17-29 yaş arası 424 gönüllü öğrenci üzerinde gerçekleştirilmiştir. Kan basıncı değerleri, en az beş
dakikalık dinlenmeden sonra sağ koldan sfingoma¬nometre ile ölçülmüştür. Kan basıncı ≥140/90 mmHg
üzerinde olan bireyler “hipertansiyonu var” olarak kabul edilmişlerdir. Hipertansiyon varlığı, alışkanlıklar,
genetik yatkınlık ve fiziksel özellikleri arasındaki ilişki düzeylerini belirlemek amacıyla aralarındaki korelasyona ve dağılımlarının değerlendirilmesi için tanımlayıcı istatistiksel yöntemler paket programlar kullanılarak
değerlendirilmiştir.
Hipertansiyon sıklığı erkeklerde %7.6, kadınlarda %2.1 ve toplamda %9.1 olarak bulunmuştur. Grubun yaş
ortalaması 21.3, vücut kitle indeksi ortalaması 22.36 kg/m2, kan basıncı ortalamaları 117.2 / 74.3 mmHg olarak hesaplanmıştır. Hipertansiyon varlığı ve vücut kitle indeksi arasında poztif yönlü bir ilişki tespit edilmiştir (r:
,164, p:0.001). Hipertansiyon varlığı ile Sigara kullanımı, alkol kullanımı, düzenli egzersiz ve kalıtsal
yatkınlıkları arasında anlamlı bir ilişki tespit edilememiştir.
15-29 yaş arası üniversite öğrencileri arasında fazla hazır gıda tükettimi, fazla tuz tüketimi ve düzenli egzersiz yapma alışkanlığının düşük olması gibi faktörlerle obezite ile birlikte hipertasiyon görülme sıklığı da
artmaktadır. Araştırma sonuçlarında anlamlı bir ilişki bulunamamış olsada genç nüfusta sigara-alkol kullanımı,
hızır gıda tüketimi, aşırı tuz tüketimi gibi etmenlerin artmasının vasküler sistem üzerindeki etkilerinin ileriki
yaşlarda ortaya çıkabileceği düşünülmektedir. Üniversite öğrencilerine yönelik hipertansiyon hakkında
farkındalık oluşturacak etkinliklerin arttırılması gerektiği önerilmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: HİPERTANSİYON, GÖRÜLME SıKLıĞı, GENÇ NÜFUS, OBEZİTE
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
481
VÜCUT GELİŞTİRME SPORUNDA EN ÇOK UYGULANAN ANTRENMAN SİSTEMLERİ
Poster Bildiri / Saglik
İbrahim Kubilay TÜRKAY1,
1MEHMET AKİF ERSOY ÜNİVERSİTESİ BEDEN EĞİTİM VE SPOR ÖĞRETİMİ,
Bu derlemenin temel amacı vücut geliştirme sporunda daha iyi sonuçlar alabilmek, vücudumuza uygun en iyi
antrenman programını hazırlayabilmek, fiziksel uygunluğumuzun daha iyi seviyeye çıkmasını sağlamak için
bilimsel olarak verilmiş vücut geliştirme antrenman sistemlerini aktarabilmektir.
Özet Body building; Türkçe açılımı ile “Vücut inşa etme, beden inşa etme, kütle inşa etme anlamına gelir. Body
building Kaslarımızı ve iskelet sistemimizin kuvvetini geliştirmek için önemli bir spor dalıdır. Ayrıca büyük
sağlık örgütleri açısından da sağlık ve fiziksel uygunluğu arttırmada, atletik kapasiteyi yükseltmede bununla
birlikte ortopediye yönelik sakatlanmaları önlemede ve iyileştirmede önem taşımaktadır. Vücut geliştirme
antrenmanları vücut yapımıza uyumlu ve bilinçli olarak hazırlanırsa, kaslarımızı kuvvetlendirir, kalp-damar
sistemimizin dayanıklılığını artırır, yüksek tansiyon, şeker hastalığı riskini azaltır, yürümedeki bozukluklarını
düzelterek düşme riskini azaltır, yaşam kalitemizi ve iş görebilme kapasitemizi artırır ayrıca psikoloji üzerinde
olumlu etkileri vardır. Bu derlemenin temel amacı vücut geliştirme sporunda daha iyi sonuçlar alabilmek,
vücudumuza uygun en iyi antrenman programını hazırlayabilmek, fiziksel uygunluğumuzun daha iyi seviyeye çıkmasını sağlamak için bilimsel olarak verilmiş vücut geliştirme antrenman sistemlerini aktarabilmektir.
Anahtar kelimeler: Vücut geliştirme, Spor, Antrenman sistemleri
Yapılan yüzden fazla araştırma sonuçlarına göre; bir ay ile 24 aylık zaman zarfı diliminde ortalama uygulanan
antrenmanlar sonucunda ortalama güç artışının ilk kez antrenman yapmaya başlayan bireylerde %40, bunun bir üst seviyesinde %20, düzenli antrenman yapanlarda %16, üst düzeyde %10, ve elit sporcularda %2 seviyesinde
gerçekleştiği ispatlanmıştır. Tabiki bu başarıların gerçekleşebilmesi için yaptığımız antrenmanın tarzı, biçimi,
amacı, kurgulaması çok önemlidir. Yapılacak antrenmanın içeriği bireyin sportif performansına, hastalık
durumuna, yarışma takvimine, vücut yapısına, uğraştığı sporun özelliklerine göre ayarlanmalıdır.
Antrenmanlarda önce hareketin yapılışları, doğru tekniği öğretilmeli ondan sonra vücut yük altına girmelidir,
çalışmalarda nefes alma ve verme teknikleri doğru yapılmalıdır. Programlara başlamadan önce mutlaka sağlık
kontrolünden geçilmelidir. Antrenmanlar esnasında göğüs çevresinde ağrı, baskı hissedilirse, baş dönmesi veya
bayılma durumu ile karşılaşılırsa, eklemlerde aşırı ağrı olursa antrenmanlara ara verilmeli ve bir sağlık kuruşuna
başvurulmalıdır.
ANAHTAR KELİMELER: VÜCUT GELİŞTİRME, SPOR, ANTRENMAN SİSTEMLERİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
482
YAVRU RATLARDA PRENATAL, LAKTASYON VE ERKEN POSTNATAL DÖNEMDE
HOMOSALATE (HMS) VE 2-ETHYLHEXYL 4-DİMETHYLAMİNOBENZOATE (OD-
PABA) NIN ENDOKRİN BOZUCU ETKİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Poster Bildiri / Saglik
Meltem EROL1, Oya ERCAN2, Özlem BOSTAN GAYRET1, Pembegül GÜNEŞ3, Özgül YİĞİT1, Ayşegül
GÜNEŞ4, İsmet ÇOK5,
1Sağlık Bilimleri Üniversitesi Bağcılar Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Çocuk Kliniği, İstanbul,
Türkiye, 2İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Endokrinoloji, İstanbul,
Türkiye, 3Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Haydarpaşa Numune Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Patoloji, İstanbul,
Türkiye, 4Sağlık Bilimleri Üniversitesi Bağcılar Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya, İstanbul,
Türkiye, 5Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Toksikoloji Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye,
Homosalate (HMS), 2-ethylhexyl 4-dimethylaminobenzoate (OD-PABA) yaygın olarak kullanılan aktif içerikli
UV filtreleridir.Bu çalışmada ratlarda puberte,laktasyon ve erken infant döneminde dermal yolla HMS, OD-
PABA ya maruz kalmanın üreme sistemi, tiroid fonksiyonları ve puberte gelişimi üzerine etkileri
değerlendirilmiştir.
HMS ve OD-PABA parafin solüsyonu içinde ratların sırtında traş edilmiş alana 2mgr/cm2 dozunda uygulandı.
Çalışmanın sonunda tiroid bezleri, uterus, testisler, prostat bezi ve vezikülo seminalisler çıkarılarak tartıldı.
Üreme organları histolojik olarak değerlendirildi. Serum hormon düzeyleri ölçüldü.
Prenatal dönemde uygulamaya maruz kalan gruptaki dişi ratlarda tiroksin (T4) düzeyleri artarken (p <0.05);
tiroid ağırlıkları, üreme organı ağırlıkları ve gonadal hormon düzeylerinin değişmediği görüldü. Erkek ratlarda
testosteron seviyelerinin azaldığı (p <0.05), ancak tiroid ağırlıkları, T4 düzeyleri, prostat ve testis ağırlıklarının
değişmediği görüldü. Laktasyon döneminde uygulamaya maruz kalan dişi ratların tiroid bezi ağırlıkları artarken
(p <0.05), T4, gonadal hormon düzeyleri ve üreme organı ağırlıkları değişmedi. Erkek ratlarda tiroid bezi
ağırlıkları, T4 düzeyleri, üreme organı ağırlıkları ve gonadal hormon düzeyleri değişmedi. İnfant döneminde ise
uygulamaya maruz kalan dişi ratlarda tiroit bezi ağırlıkları artarken (p <0.05) T4 düzeyleri, gonadal hormon
düzeyleri ve üreme organı ağırlıkları etkilenmemiştir.Uygulamaya maruz kalan erkek ratlarda T4 düzeyleri
artmış (p <0.05), ancak tiroid ve üreme organı ağırlıkları, gonadal hormon düzeyleri etkilenmemiştir. Organ
histopatolojileri tüm gruplarda etkilenmemiştir.
Güneş koruyucular olan HMS ve OD-PABA ya prenatal, laktasyon ve erken bebeklik döneminde dermal yolla
maruz kalmanın, ldişi ve erkek yavru ratlarda tiroid fonksiyonları ve pubertal gelişim üzerine endokrin bozucu
etkileri olmadığı görülmüştür.
ANAHTAR KELİMELER: ENDOKRİN BOZUCULAR, RAT, PUBERTE GELİŞİMİ, HMS, OD-PABA
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
483
YENİDOĞAN BANYOSU: YENİDOĞAN HEMŞİRELERİ İÇİN ÖNERİLER
Poster Bildiri / Saglik
Sibel Serap CEYLAN1,
1Pamukkale Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi,
Bu derlemede bebek banyosu yöntemlerinin yenidoğan üzerine etkileri incelenmiştir.
Bebek banyosunda amaç; vücut sıvılarını ve kirlerini vücuttan uzaklaştırarak enfeksiyonları önlemek ve cilt
bütünlüğünü korumaktır. Bebek banyosu yöntemleri silme banyo, küvette banyo, duş şeklinde banyo ve
sarmalama banyodur. Ancak bebek banyosu zararsız bir uygulama değildir. Yapılan çalışmalarda; banyonun
bebeklerin kalp ve solunum hızında artma/azalmaya, oksijen satürasyonunda geçici azalmaya, hipotermi gibi
yaşamsal bulgularda bozulmaya neden olduğu bildirilmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: BANYO, HEMŞİRELİK BAKIMI, YENİDOĞAN, YENİDOĞAN YOĞUN
BAKIM
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
484
YENİDOĞAN KALIN BAĞIRSAĞINDA METOKLOPRAMİD ETKİLERİNİN NİTRİK
OKSİT SENTAZ ENZİMLERİ İLE DEĞERLENDİRİLMESİ
Poster Bildiri / Saglik
Oya SAYIN1, Seren Gülşen GÜRGEN2,
11 Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Hizmetleri MYO,Biyokimya Bölümü, 2Celal Bayar Üniversitesi Sağlık
Hizmetleri MYO, Histoloji Ve Embriyoloji Bölümü, Manisa,
Klinikte Metoklopramid bulantı, kusma ve son yıllarda laktasyon döneminde yaygın olarak kullanılan
hiperprolaktinemi etkili anti-emetik ilaçtır. Metoklopramid’in Annede yorgunluk, baş ağrısı, anksiyete, intestinal
bozukluklar ve özellikle depresyon ve ekstrapiramidal yan etkilere (%1) yol açtığı gözlenmiştir.
Metoklopramid’in emzirme döneminde kullanılmasının yeni doğanda neden olabileceği yan etkilerle ilgili literatürde moleküler düzeyde herhangi bir çalışma bulunmamaktadır. Çalışmamızda Metoklopramid’in
yenidoğan kalın bağırsak dokularında neden olabileceği etkileri indüklenebilir nitrik oksit sentaz (iNOS) ve
nöronal nitrik oksit sentaz (nNOS) enzimleri ile değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Çalışmada 18 adet dişi Wistar-albino genç erişkin yeni doğum yapmış sıçanlar yavruları ile birlikte 3 gruba ayrıldı. 1.Grup: Sağlıklı kontrol, 2.Grup: Metoklopramid düşük doz uygulanan grup (10 mg/kg 21 gün, günde 2
doz, ip), 3.Grup: Metoklopramid yüksek doz uygulanan grup (50 mg/kg 21 gün, günde 2 doz, ip). Deney
laktasyon dönemi boyunca devam etti ve 21 gün sonunda yavruların kalın bağırsak
dokularındaimmunohistokimyasal boyama ile iNOS ve nNOS ile değerlendirildi.
iNOS ile boyanmış kontrol grubunun kalın bağırsak myenterik pleksuslarında zayıf ekspresyon gözlenirken,
düşük doz ve yüksek doz gruplarında zayıftan ortaya değişen reaksiyon izlendi. nNOS boyamasında kontrol
grubunda kalın bağırsağın myenterik pleksuslarında orta, düşük ve yüksek doz gruplarında ise kuvvetli
immunoreaksiyon tespit edildi.
Metoklopramidin yenidoğan myenterik pleksusularında iNOS ve nNOS ekspresyonlarını arttırması intestinal
huzursuzluklara ve bağırsak motilitesinin bozulmasına neden olabileceğini düşündürdü
ANAHTAR KELİMELER: METOKLOPRAMİD, KALIN BAĞIRSAK, İNOS, NNOS
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
485
YEREL BEAUVERİA BASSİANA İZOLATININ DEPOLANMIŞ TAHIL ZARARLISI ÜÇ
COLEOPTERE ETKİNLİĞİ: KONSANTRASYON-ÖLÜM İLİŞKİSİ
Poster Bildiri / Tarim
Huriye Yasemin KORKMAZ1, Mehmet Kubilay ER2,
1Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Türkoğlu Meslek Yüksek Okulu, Bitki Koruma Programı,
Kahramanmaraş, Türkiye., 2Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, Kahramanmaraş, Türkiye,
Daha önceki bir çalışma ile üç depo zararlısı coleopter (Rhyzopertha dominica, Sitophilus oryzae ve
Oryzaephilus surinamensis) üzerinde yüksek etkinliğe sahip olan 1-1 numaralı yerel Beauveria bassiana izolatı
ile bu üç zararlı arasındaki konsantrasyon-ölüm ilişkilerinin ortaya konulması amaçlanmıştır.
Düzeneklerde, içerisinde 40 gr buğday bulunan santrifüj tüpleri içerisine fungus sporları 5 farklı
konsantrasyonda (100, 250, 500, 1000 ppm) uygulanmış ve zararlılara ait 20 şer ergin tüplere bırakılmıştır.
Kontrol uygulamaları için ise içerisinde fungus sporu bulunmayan düzenekler kullanılmıştır. Tüm testler 252C
sıcaklık % 655 nispi nemde, karanlık koşullarda ve 4 tekerrürlü olarak kurulmuştur. Ölüm oranları 7. ve 14.
günlerde değerlendirilmiştir.
Tüm testlerde, 7 ve 14 günlük inkübasyon süresi sonunda farklı konsantrasyonlarda ölüm oranları arasında
istatistiksel olarak farklılıklar olduğu görülmüştür. S. oryzae için; 7. günde 1000 ppm ve 750 ppm spor
konsantrasyonundaki ölüm oranlarının 500 ppm hariç diğer konsantrasyonlardan daha yüksek olduğu
bulunmuştur. 14. günde 1000 ppm spor konsantrasyonu istatistiksel olarak daha etkili bulunmuştur. R. dominica
için; 7. günde 1000 ppm spor konsantrasyonu 750 ppm spor konsantrasyonu hariç diğer konsantrasyonlardan
daha etkili bulunmuştur. 14. günde 1000 ppm ve 750 ppm spor konsantrasyonları diğer konsantrasyon uygulamalarından daha etkili bulunmuştur. O. surinamensis için; 7 günde 100 ppm spor konsantrasyonundaki
öüm oranları tüm konsantrasyonlardan istatistiksel olarak düşük bulunmuş, diğer konsantrasyonlar arasında ise
istatistiksel bir fark bulunmamıştır. 14 günde 1000 ppm, 750 ppm ve 500ppm spor konsantrasyonlarındaki ölüm
oranları arasında bir fark bulunmamış istatistiksel olarak 250 ppm ve 100 ppm uygulamalarından daha etkili
bulunmuştur.
Konsantrasyon-ölüm testlerinin sonuçlarına göre S. oryzae için 1000 ppm spor konsantrasyonu, R. dominica için
750 ve 1000 ppm ve O. surinamensis için 500, 750 ve 1000 ppm, diğer konsantrasyonlardan daha yüksek oranda
ölümlere neden olmuştur. Her üç böcek türü için de ölüm oranlarının konsantrasyona bağlı olarak arttığı veya
azaldığı ortaya konulmuştur.
ANAHTAR KELİMELER: COLEOPTERA, MİKROBİYAL MÜCADELE, BEAUVERİA BASSİANA,
KONSANTRASYON-ÖLÜM İLİŞKİSİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
486
YEŞİL ALANLARIN İYİLEŞTİRİCİ GÜCÜ
Poster Bildiri / Saglik
Zuhal EMLEK SERT1, Aslı KALKIM1, Sevcan TOPÇU1,
1Ege Üniversitesi ,
Kentsel alanlarda yaşayan insanların sayısının artması, daha fazla insanın daha az yeşil alan miktarına sahip
konut ortamlarında yaşama ihtimaliyle karşı karşıya olduğu anlamına gelmektedir. Kentsel yaşam tarzı fiziksel
aktivite düzeylerinin azalması, sosyal ve psikolojik tüketimin artması, kronik stres gibi bir takım olumsuz
sonuçlara neden olmaktadır.
Lunduguist (2000)’e göre dünya efsanelerinde bahçe; acı ve keder içinde olan insanların dinlenmek, korunmak
ve kendilerini iyileştirmek için bir sığınak olarak seçtikleri güvenilir yerler olarak tarif edilmektedir. Parklar,
bahçeler, oyun alanları, doğal ve yeşil alanlar ile etkileşim; psikolojik rahatlama, stresi azaltma, suç işleme
davranışını azaltma, sosyal uyumu teşvik etme, fiziksel aktiviteyi destekleme, iyileşmeyi hızlandırma,
çocuklarda dikkat eksikliği sorunu azaltma gibi insanlar için çeşitli zihinsel, fiziksel ve sosyal faydalar
sunmaktadır. Tüm bu yararlı etkileri ile toplumdaki morbidite ve mortalite oranları azaltılabilmektedir. Yeşil
alanların insan yaşamındaki önemini ortaya koyan birçok araştırma mevcuttur.
Hollanda'da yapılan epidemiyolojik bir çalışma, bol yeşil alana sahip mahalle sakinlerinin, genel sağlıklarının
olumlu yönde etkilediğini göstermiştir. Takano, Nakamura ve Watanabe (2002) tarafından yapılan kohort tipi
çalışmanın sonuçları, bol yürünebilir yeşil alana sahip bir mahallede yaşamanın daha düşük bir ölüm riski ile
ilişkili olduğunu göstermiştir. Tyrväinen, Ojala, Korpela, Lanki, Tsunetsugu ve Kagawa (2014)nın
çalışmalarından elde edilen bulgulara göre, doğa alanlarına yapılan kısa süreli ziyaretlerin bile, algılanan stresi azaltma üzerine olumlu etkileri olduğunu göstermiştir. Bir başka çalışmada ise; doğal ortamda yapılan fiziksel
aktivitenin diğer ortamlarda yapılan fiziksel aktiviteden daha fazla psikolojik ve fizyolojik faydaya sahip olduğu
belirlenmiştir (Pretty, Peacock, Sellens ve Griffin, 2005). Japonya'daki çalışmalar, 70 yaşın üzerindeki bireylerde
beş yıllık sağ kalım oranının, yürüme için daha fazla alana ve oturma yerlerine sahip olma ve ağaçlıklı
sokakların bireylerin yakınlarında yer alması ile olumlu bir ilişki olduğunu göstermiştir. Vılleneuve, Jerrett, Su,
Burnett, Chen, Wheeler ve Goldberg (2012)in Kanada'da yaklaşık 575.000 yetişkin üzerinde yaptıkları bir kohort
çalışması sonucunda, artan yeşil alanın mortalite oranlarında azalmaya neden olduğunu bulmuştur.
Kanıtlar kentlerdeki yeşil alanların sağlık için birçok faydasının olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, tüm
bireylerin yeşil alana yeterli erişiminin olması son derece önemlidir.
ANAHTAR KELİMELER: YEŞİL ALAN, PARKLAR, BAHÇELER, SAĞLIK
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
487
YONCA (MEDİCAGO SATİVA L.)’DA IN VİTRO ÇALIŞMALAR İÇİN ETKİN TOHUM
STERİLİZASYON YÖNTEMİNİN BELİRLENMESİ
Poster Bildiri / Tarim
ÇAĞLAR KAYA1, SELÇUK ÇETİN1, UĞUR SARI1, İSKENDER TİRYAKİ1,
1ÇANAKKALE ONSEKİZ MART ÜNİVERSİTESİ,
In vitro çalışmalarda kullanılacak etkin bir sterilizasyon yöntemi bitki materyalinin sadece yüzeyini değil aynı
zamanda bitki materyali içerisinde yer alan olası enfeksiyon kaynaklarına karşı da etkin sterilizasyon sağlaması
gerekmektedir. Genelde in vitro çalışmalarda yaygın olarak kullanılan yüzey sterilizasyon yöntemleri başarılı bir
şekilde kullanılabilirken, özellikle tarla kaynaklı tohum içi patojen bulaşmalara karşı aynı yöntemlerin yeterince
etkin olmadığı görülmektedir. Bu çalışma Bilensoy-80 yonca (Medicago sativa L.) tohumlarında, var olduğu tespit edilen tohum içi fungal patojenlere karşı etkin tohum sterilizasyon yönteminin belirlenmesi amacıyla
yürütülmüştür.
Çalışmada yonca tohumları farklı konsantrasyonlarda EtOH (%70, 100), HCl (0.5 ml/100 ml), HgCl2 (0.2 g/100
ml) ve NaOCl (%50, 75, 100) kimyasalları ile farklı sürelerde (5, 10 ve 20 dakika) ve farklı kombinasyonlar olacak şekilde muamele edilmiştir. Her bir sterilizasyon uygulamasının ardından sterilize edilen tohumlar, tohum
ekim kanalları açılan yarı kuvvetli MS besi ortamında çimlenmeye bırakılmıştır. Olası dormansinin kırılması ve
homojen çimlenmenin sağlanabilmesi amacıyla petriler 48 saat karanlıkta 4°C’de dikey konumda bekletilmiştir..
Petriler devamında dik konumda 25±0.5°C’de 18 saat ışık (350 µmol m-2 s-1 )/karanlık döngüsüne sahip olan
bitki büyütme dolabında 5 gün süreyle çimlenmeye bırakılmıştır.
Tohum yüzey sterilizasyonu için geliştirilen farklı yöntemler içerisinde besiyerinde oluşan kontaminasyon
oluşumları dikkate alındığında en az kontaminasyon oluşumu 10 dakika saf EtOH, 20 dakika HgCI2 + HCI
karışım ile muamele edilen tohumlardan elde edilmiştir.
Çalışma sonuçları farklı etmenler ile tarla şartlarında kontamine olan yonca tohumlarının in vitro şartlarda
kullanılmasını sağlayacak yeni sterilizasyon tekniklerinin denenmesine ihtiyaç olduğunu göstermiştir. Bu
çalışma TÜBİTAK 116O417 no’lu proje ile desteklenmiştir.
ANAHTAR KELİMELER: YONCA, IN VİTRO, STERİLİZASYON, KONTAMİNASYON, TOHUM.
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
488
ZENGİNLEŞTİRİLMİŞ VE GÜÇLENDİRİLMİŞ GIDALARIN SAĞLIK ÜZERİNE ÖNEMİ
VE ÇEŞİTLİ ÜLKELERDE UYGULANMASI
Poster Bildiri / Saglik
Fadime KAHYAOĞLU1, Buket DEMİRCİ2,
1Avrasya Üniversitesi, Tıbbi Hizmetler ve Teknikler Bölümü, Patoloji Laboratuvar Teknikleri, 2Adnan Menderes
Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilimdalı,
Geçmişte ve günümüzde halk sağlığı sorunlarının çoğunun altında doğru beslenememe yatmaktadır. Bu
sorunların çözümü için bireysel ve toplumsal önlemler alınması gerekmektedir. Toplumsal düzeyde alınan
önlemler ulusal ya da uluslar arası platformlarda farklılık gösterebilmektedir. Alınan uluslararası önlemler
arasında, özellikle anne sütü ile beslenme sıklığının artırılması örnek verilebilir. Bunu takiben, beslenme eğitimi programları, beslenme açısından riskli ve duyarlı olan gruplara yönelik özel eğitim ve müdahale programlarının
yaygınlaştırılması ile toplumda görülme sıklığı yüksek olan beslenme sorunlarının çözümü için besin
zenginleştirilmesi ya da besin güçlendirilmesi uygulamaları da yer almaktadır.
Besin zenginleştirme ve güçlendirme işlemleri FDA (Gıda ve İlaç İdaresi) tarafından kontrol altında uygulanmakta olup 1900’ lü yıllarda başlamıştır; bu yıllarda ilk olarak eklenen besin öğelerinin başında iyot
(tuz) ve D vitamini (süt) gelmektedir. Derlememizde, tüm dünyada yaygın olarak uygulanan besin
zenginleştirme ve güçlendirme işlemlerinin önemi ve uygulama yollarının bazı örneklerle gösterimi
amaçlanmıştır.
WHO (Dünya Sağlık Örgütü), Pubmed, Sağlık Bakanlığı, gibi bilimsel sitelere ulaşılarak, “fortified”,
“enriched”, “food”, ‘‘micronutrients’’, ‘‘supplement’’, ‘‘fortified bread’’, “gıda takviyeleri”, ‘‘zenginleştirilmiş
gıda’’ kelimeleri ile konu hakkındaki raporlara ve bilimsel literatürlere ulaşılmıştır. Bu doğrultuda günümüzde
uygulanan, sağlığa olumlu etkisi için gıdalara eklenebilecek Destek/Katkı maddelerinin beklenen faydası ve
ülkelere göre kanunla düzenlenen Destek/Katkı maddeleri tablolar halinde hazırlanmıştır.
Bu tür uygulamalar, koruyucu hekimlik yönünden oldukça önemlidir. Böylece, önlenebilecek hastalıklar
engellenerek daha sağlıklı bir toplum yaratılmaya çalışılır. Pek çok ülkede devlet tarafından kontrol edilir ve
hatta uygulama zorunluluğu vardır. Kontrol edilmediğinde, yetersiz ilave sağlık otoritelerini yanıltabilir. Öte
taraftan, gıdalarımıza yeterince katıldığı halde, toplumda hali hazırda mevcut sorun olan vitamin/mineral
suiistimali ile birlikte fazla mineral/vitamin maruziyetine neden olabilir. Alkol ve şeker gibi zararlı olabilecek
maddedeler vitamin takviyesi, toplum algısını bozarak, bu ürünlerin artık zaralı olmadığı konusunda inanç
geliştirebilir. Bu derlemenin, ülkemizde besin güçlendirme ve zenginleştirme çalışmaları ile diğer ülkelerin
karşılaştırılmasına fayda sağlayacağını düşünmekteyiz.
ANAHTAR KELİMELER: Güçlendirilmiş gıdalar, Zenginleştirilmiş gıdalar, Mikronütrisyen, Malnütrisyon,
Destek gıdalar
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
489
PROSTAT KANSERİ HASTALARINDA APOPTOZ İLİŞKİLİ KASPAZ-3 GENİNDE
GENETİK POLİMORFİZM
Poster Bildiri / Saglik
Esra ÇELEN1, Ebru AVCI2, Hasibe VURAL2,
1Konya Gıda Ve Tarım Üniversitesi, 2Necmettin Erbakan Üniversitesi,
Prostat kanseri, erkeklerde mortalitesi en yüksek olan ikinci kanser türüdür. Özellikle endüstrileşmiş ülkelerde
yaygın olarak görülmektedir. Programlanmış hücre ölümü olarak da adlandırılan apoptoz olayı, kanser gelişimi
ve malignansisinde önemli bir rol oynamaktadır. Kanser gelişimi boyunca çok az oranda görülmektedir. Kaspaz-
3, iç ve dış apoptotik yolaklarda görev alan bir kazpaz enzimidir. Bu çalışmada, prostat kanseri hastalarında
kaspaz-3 geninde potansiyel polimorfizmlerin incelenmesi amaçlanmıştır.
TNM evreleri N0-N2, grade skorları 5-9 olan parafine gömülü biyopsi materyallerinden DNA izolasyonu
gerçekleştirilmiştir. 45 hasta ve 10 sağlıklı kontrol bireyde, kaspaz-3 geninin ekzon 2, ekzon 3, ekzon 4, ekzon 5,
ekzon 6, ekzon 7 ve ekzon 8'de gerçekleşmesi olası polimorfizmler, PCR'a dayalı HRM (yüksek çözünürlüklü
erime analizi) ile incelenmiştir.
PCR'a dayalı HRM sonuçlarına göre kaspaz-3 geninin 4. ekzonunda 2 hastada mutasyon tespit edilmiştir. Ekzon
2,3,5,6,7 ve 8'de ise hiçbir hastada mutasyona rastlanmamıştır. Elde edilen sonuçlarda istatistiksel olarak
anlamlılık bulunamamıştır.
Çalışmamızın sonuçları, apoptotik bir gen olan kaspaz-3 geni mutasyonlarının, prostat kanser gelişimi sürecinde
kısmen etkin bir onkogen olabileceğini, prostat kanserinde potansiyel bir biyobelirteç olabileceğini
düşündürmektedir.
ANAHTAR KELİMELER: APOPTOZ, KASPAZ-3, HRM, PROSTAT KANSERİ
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
490
SIĞIR SÜTÜNDEKİ KAZEİN VARYANTLARININ SAĞLIK ÜZERİNE ETKİLERİ
Merve İLHAN1,2, F.Hümeyra YERLİKAYA AYDEMİR1
1 Necmettin Erbakan Üniversitesi,Meram Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya A.D., Konya,TÜRKİYE
2 Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji A.D., Konya,TÜRKİYE
Özet
Bu derlemenin amacı sığır sütündeki kazein varyantlarının insan sağlığı üzerine etkilerini açıklamaktır. Gelişmiş
ülkelerde en çok tüketilen süt kaynağı sığır sütüdür. Bir ineğin sütü litre başına ortalama 32 gram protein içerir.
Bu proteinlerin de yaklaşık % 80’ini kazein, % 20’sini de whey proteini oluşturur. Kazeinler α, β ve κ formlar
olmak üzere alt sınıfa ayrılmıştır. β-kazeinin de A1 ve A2 β-kazein olarak iki farklı tipi vardır. Bu iki β-kazein
türlerini birbiririnden ayıran sadece bir amino asittir. A1 β-kazein proteininin 67. pozisyonunda histidin
aminoasiti (His67) bulunurken A2 β-kazein de ise aynı pozisyonda prolin aminoasiti (Pro67) bulunur. His67
mutasyonu safkan Asya ve Afrika sığırlarında yoktur ancak Avrupa’da en eski sığır türünden modern sığır
türüne kadar His67 mutasyonu söz konusudur. A1 proteini proteolitik sindirime hassastır ve sindirim ürünü
olarak beta-kazomorfin-7 (BKM-7) ortaya çıkmaktadır. BKM'ler hem in vitro hem de hayvan çalışmalarında
doğrudan m-opioid reseptör agonist aktivitesi sergiler. Bu reseptörler çoğunlukla hem merkezi sinir sisteminde
hem de periferik sinir sisteminde ve aynı zamanda m-opioid reseptörü tarafından düzenlenen kanal alanında
bulunur. Opioid aktivitesinin bozulması bir hücrenin oksidasyon durumunu değiştirebilir. Epidemiyolojik
kanıtlar, A1 β-kazein süt tüketiminin, tip 1 diyabet, koroner kalp hastalığı, arterioskleroz, ani bebek ölümü
sendromu, otizm, şizofreni gibi hastalıklar için bir risk faktörü olduğunu göstermektedir. Ancak yüksek seviyede
A2 β-kazein varyantı içeren süt tüketen popülasyonlar, daha düşük kardiyovasküler hastalık ve tip 1 diyabet
insidansına sahiptir. İnsan gastrointestinal sistemi ve tüm organizma ile BCM7 etkileşimlerinin kapsamını ve
doğasını doğrulamak için yeterli çalışmalar mevcut değildir. Bu yüzden ithal sığır sütlerinin insan sağlığına
etkisi hakkında daha derin bir araştırmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Anahtar kelimeler: Sığır sütü, A1 β kazein, opioid
Uluslararası Tarım, Çevre ve Sağlık Kongresi / 26-28 Ekim 2018 , Aydın
International Agriculture, Environment and Health Congress / 26-28 October 2018 , Aydın
491
HEALTH EFFECTS OF CASEİN VARİANTS İN CATTLE MİLK
Merve İLHAN1,2, F.Hümeyra YERLİKAYA AYDEMİR1
1 Necmettin Erbakan University,Meram Medical Faculty, Department of Medical Biochemistry, Konya,
TURKEY
2 Necmettin Erbakan University, Meram Medical Faculty, Department of Medical Biology, Konya, TURKEY
Abstract
The purpose of this review is to explain the effects of casein variants in the cattle milk on human health. In
developed countries the most consumed dairy source is cattle milk. A cow’s milk contains about 32 gram protein
per liter. Of these proteins, about % 80 is constituted casein and % 20 is constituted by whey protein. The caseins
are subclassified as α, β and κ forms. There are two different types of β-casein: A1 and A2. It is just one amino
acid that separates two β-casein species from each other. While histidine amino acid (His67) is found at position
67 of the A1 β-casein protein, proline amino acid (Pro67) is found at the same position of A2 β-casein. The
His67 mutation is absent in purebred Asian and African cattle, but the His67 mutation is the case in America and
Europe, from the oldest cattle breed to the modern cattle breed. A1 protein is sensitive to proteolytic digestion
and beta-casomorpfin-7 (BCM-7) emerges as a digestive product. BCMs exhibit direct m-opioid receptor agonist
activity both in vitro and in animal studies. These receptors are mostly found in both in central nervous system
and peripheral nervous system as well as the duct area regulated by m-opioid receptor. Disruption of opioid
activity can alter the oxidation state of a cell. Epidemiological evidences demonstrates that A1 β-casein milk
consumption is a risk factor for diseases such as type 1 diabetes, coronary heart disease, atherosclerosis, sudden
infant death syndrome, autism and schizophrenia. However populations consumed milk with high-level A2 β-
casein variants have a lower incidence of cardiovascular disease and type 1 diabetes. There are not enough
studies to confirm the extent and nature of BCM-7 interaction with the human gastrointestinal system and whole
organism. Therefore, a deeper investigations is needed on the effect of milk derive imported cattle on human
health.
Keywords: Cattle milk, A1 β-casein, opioid