Top Banner
32

Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

Jan 29, 2016

Download

Documents

Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı
Page 2: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

1 |U ç N . k t a

İÇİNDEKİLER

BİZ, KISACA.

AHLÂKSIZLIĞIN, KENDİSİ ÖLÜMÜN ÖZGÜRLÜĞÜ

OLDUĞUNDA, AHLÂKSIZLIĞIN ANISINDAKİ ÖLÜM

SESSİZLİĞİ NE BÜYÜKTÜR! AŞK, AHLÂKSIZLIK İÇİNDE

NE BÜYÜKTÜR! AHLÂKSIZLIK AŞK İÇİNDE…

BATAILLE

Page 3: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

2 |U ç N . k t a

İLETİŞİM [email protected]

BLOGGER ucnoktafanzin.blogspot.com

Page 4: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

3 |U ç N . k t a

Olağan

Adam, kendini aşağı çeken yokuşun başından yürürken temkinli dav-

ranıyor ve merdivenleri tercih ediyor. Aşağı doğru birkaç adım atarken

saydırdığı küfürleri bir duyan var mı diye sağı solu kolaçan etmeden du-

ramıyor, bunun ahlâki yanı değil onu rahatsız eden; yalnızca insanların bu

küfürleri duymasına karşın, hâlâ yaşamalarının mantıksızlığını ayrımsa-

mak istiyor. Merdivenden sıkılmış, yolun ortasına yöneliyor. Tüm dünya-

nın hâkimi gibi yürümeye devam ediyor; izlediği yalnızca parmak uçları

ve o parmak uçlarının ulaşmaya çalıştığı bir ‘son nokta’. Karşıdan gelen

arabanın sesini dinlerken köşeye çekiliyor ve o sırada sekiz-on adım öte-

deki kediyi izliyor. Kediye yaklaştıkça ne kadar da bakımsız, zayıf ve sah-

te bir ifadeye sahip olduğunu görüyor. Kedileri sevmesine karşın, gene de

bu kedide mide bulantısı yaratan şeyleri duyumsuyor.

−Amına koyduğumun kedisi!

Aracın sesi yükseliyor. Kedi hiçbir şeyin ayırdında değil. O sırada

adama dikkatle bakıyor ve kendine yaklaşmasını bekliyor kaçmak için.

Adam yaklaşıyor. Otomobil yaklaşıyor. Adam yolun köşesine çekildiğinde

kedi, o an adam ona doğru koşmak üzereymiş gibi irkiliveriyor ve sonra

adamın niyetinin bu olmadığını anlayarak yolunu tamamlamaya karar ve-

riyor. O sırada beklenmedik bir hızla gelen araç kediyi acımasızca ezerken,

kediden çıkan ses adamın üzerine sıçrayan kandan daha baskın ve sarsıcı

oluyor. Herhangi bir canlının son nefesini vermeden önce çıkardığı ses,

haykırmayla karışık bir inilti, belki bir rica tonlaması ya da bir sitem gibi.

En içten sitemi can verirken ediyor kedi. Tanrıya bir sitem olmalı:

−Böyle ölmemeliydim.

Aracın içindekiler bir kediyi öldürdüklerinin farkındalar ve gülü-

şüyorlar; gene de adamdan çekindikleri için hızlanarak yola devam edi-

yorlar. Adam öfkeden kıpkırmızı kesilmiş gözlerini, ağzının kenarındaki

Page 5: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

4 |U ç N . k t a

kedi kanını bileğiyle silerken bile şoför ve arkadaşlarından ayırmaksızın

bağırıyor:

−Hay siktiğimin bebeleri, sıçtınız gömleğin içine!

Araç yüksek sesli müziğin sesiyle birlikte yokuşu tırmanıyor ve

otomobilin içinden hiçkimse arkasına bakmıyor bile.

Adam birkaç saniye önce kedi kanına boyanan gömleğini silmekle

silmemek arasında kararsız. Kedinin barsaklarının dışarı fırlamış haline

bakıyor. Yolun ortasında kedinin tüm iç organları özenle sergileniyormuş-

casına duruyor. Etrafında çember oluşturan kan lekeleri, kediyi belki de

ilk kez bir merkeze oturtuyor. Bu kedinin daha önce biri tarafından sevil-

miş olması olanaksız. Adam hangi küfürü edeceğini şaşırıyor. Kedinin is-

tençsiz ayak hareketine bakarken diğer yandan, gömleğini yeni sünnet ol-

muş bir çocuğun entarisini tutmasına benzer bir özenle tutarak, bu kez da-

ha hızlı adımlarla eve doğru yürüyor. Kedinin başına üşüşen diğer sokak

kedileri az önce olan olayı değerlendiriyormuşcasına birbirlerine bakıyor

ve adamın da anlamadığı bir dilde tartışıyorlar.

Adam eve vardığında, içeriden yükselen müzik sesine tekrar sinir-

leniyor.

−Şurada beni sikseler duymayacak kancık karı!

Anahtarını çıkardığında, artık tutmaktan yorulduğu kanlı gömlek,

yeniden vücuduna yapışıyor ve adamın yüzündeki tiksindirici ifade daha

da yoğunlaşıyor.

Eve girdiğinde müziğin dışında bir sesin daha olduğunu ayrımsıyor

ansızın. Koridorun diğer ucundan, yatak odasından geldiğini düşünüyor,

hızlı adımlarla oraya girdiğinde kimsenin olmadığını görmek bir an için

onu rahatlatsa da sesin kaynağına hâlâ ulaşamadığını anladığında tekrar

içine kuşkulanıyor. Belli belirsiz, sanki kendi kendine sayıklarcasına

“Havin?” diye sesleniyor. Duyan yok. Koridorun sonuna doğru yürüdü-

ğünde mutfaktaki masaya yüzükoyun uzanmış sevgilisini, Havin’i görü-

yor. İki elini duvara yapıştırmış ve arkasında kan-ter içinde bir adam.

Uzun süredir kondisyonlu olduğu Havin’in zevk dolu inlemelerinden ve

adamın aynı süratle Havin’in içine girip çıkmasından öylesine belli ki,

adam bu enfes tabloyu hayranlıkla izlerken buluyor kendini bir an. Şaşkın

ifadesinin yerini yoğun bir öfke alan adam “Şimdi siktim belanızı!” diye

haykırdığında Havin sıçrarcasına sağına, adama doğru bakıyor ve kedinin

Page 6: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

5 |U ç N . k t a

ezildiği an çıkardığı sese benzer bir ses çıkarıyor. Havin’in yorgun düşmüş

fakat hâlâ istençli vücudu, dimdik göğüsleri ve adamla şimdiye dek hiç

denemediği pozisyon adamı kısa bir süreliğine kıskandırıyor ve Havin’in

kaslı sevgilisine dönüp bağırıyor:

−Ayhan bu ulan! Öz kardeşimle bir de! Öz kardeşim lan, öz!

Havin’in ağzından tek bir söz çıkmıyor, ayak bileklerine kadar

indirdiği külodunu çekip eteğini düzeltirken Ayhan çaresiz, adamın ona

yaklaşmasını bekliyor. Gözbebekleri büyümüş, penisi hala aynı sertlikte –

adamınkinden hayli büyük, kımıldayacak hiçbir yeri yok ve Havin onu

itip köşeye çekildiğinde Ayhan adamın bakışlarından gözlerini alamıyor:

−Abi…

Ayhan sözünü bitiremeden, adam mutfak tezgâhındaki bıçağı almaya

yöneliyor. Ayhan bıçağı kendine alamayacağını kabullenip, daha seri bir

hamleyle tezgâhın yanındaki, İngiliz anahtarına benzer uzun saplı ve

çelikten et döveceğini kaptığı gibi savunmaya geçiyor. Adam onları sevi-

şirken gördüğü ilk andaki belli belirsiz küfürlere devam ederken Ayhan’ın

üzerine atlayıveriyor. Ayhan bıçakla üzerine gelen bu adama et dövece-

ğiyle esaslı bir tokat yapıştırıyor ve adam yere yığılıveriyor. Başta

ayırdında olmadan yaptığı bu hamle Ayhan’ın neredeyse hoşuna gitmiş

olmalı; darbeleri yineliyor ve bu kez kafatasına indirdiği darbeleri et

döveceğinin tırtıklı tarafıyla sürdürüyor. Adamın kafatasından

omuriliğine dek açılan yarığa hayran hayran bakıyor. Bir heykeli izler gibi,

merakla ve heyecanla bakıyor. Az önceki öfkeli adam gitmiş ve yerine

bütünüyle arınmış, tüm günahları affedilmiş bir adam gelmiş. Nefes

nefese kalan Ayhan, kolları yorulduğundan, diz çökmüş vaziyette adamın

beynini inceler gibi dikkatle izliyor eserini.

Havin adamın cansız bedeninin önünde, saçlarına yapışan beyin parça-

larını ve sevgilisinin yüzüne sıçrayan kan lekelerini silmeye eğildiğinde

Ayhan, kadına kayıtsızca soruyor:

−Duşa girelim mi?

Havin cevap vermeksizin Ayhan’ın yüzüne bakıyor. Sevişmeden önce

çektikleri tozun etkisinden çıkamadığını anlayan Ayhan soruyu yinele-

miyor. Havin doğrulup, adamın cansız bedenini ayağıyla köşeye ittikten

sonra yere uzanıyor ve külodunu indirip Ayhan’a bakıyor. Öncekinden

çok daha sert bir hamleyle üzerine atlayan Ayhan, Havin’in eteğini parça-

Page 7: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

6 |U ç N . k t a

lara ayırmak ister gibi çekiştiriyor ve Havin’in içine girdiğinde Havin’in

çıkardığı ses gene kedinin sesiyle aynı. Bir yandan belli belirsiz

sayıklıyorsa da Ayhan’ın bu sayıklamaları anlaması mümkün değil.

Çünkü o da bu kez, önceki sessiz adamı unutturmak ister gibi haykırıyor.

Havin’in inlemeleri, Ayhan’ın üzerinde gidip gelmesiyle daha de yük-

selerek bir çığlık halini alıyor. Havin’in belini kavradığı gibi yüzükoyun

yere uzatıyor. Havin yüzüstü uzandığı zeminde kalçasını yukarı kaldırıp

içine almayı beklediği penisi eliyle yokluyor. Terden ve spermden kay-

ganlaşmış penisi kalçasının üzerinden vajinasına kadar sürttürerek aşağı

indiriyor. Ayhan bir eliyle kalçasına bastırırken diğer eliyle de ensesinden

kavrıyor Havin’in. Yalnızca boğulurken çıkabilecek bir sesle “devam et,”

diyebiliyor Havin. Ayhan o an becerdiği kadının kim olduğunun ayır-

dında bile değil gibi ensesine bastırmaya devam ediyor. Cevabını, tekrar

sertleşmiş penisini Havin’in vajinasına sertçe yerleştirerek veriyor sanki.

Havin düşecekmiş gibi iki eliyle yeri avuçlamaya çalışıyor. Tırnaklarını

geçirdiği zeminden Ayhan’ı irkilten çızırtılar çıkarıyor. Ayhan hızlanarak

gidip gelmeye devam ediyor Havin’in içinde. Havin’in sesini bastırır-

casına, salyalar saçarak haykırıyor ve kalçasını kavradığı elini Havin’in

saçlarına dolayıp, üzerine daha baskın bir şekilde yükleniyor. Zemini

sarsabilecek bir hızla gidip gelmeleri, Havin’in sessizliğiyle beraber hare-

ketsizliğinin ayırdına varmasını da engelliyor. Ayhan boşalırken gürleyen

bir aslanı andıran sesle beraber gergin vücudunu Havin’in üzerine bıra-

kıyor. Nefes alışını dengelemeye çalışırken Havin’in nefes almadığını,

vücudunun kendini çoktan yere bıraktığını fark ediyor. İrkilir gibi kendini

köşeye atıp sesleniyor:

−Havin, iyi misin? Uyan lan sürtük! Öldün mü lan, öldün mü anasını

sikeyim. Havin?

Ayağa kalkıp koridora yöneliyor hızla. Kapı aralığından arkasındaki iki

cansız bedeni izlerken buluyor kendini. Beyni dağılmış bir adam ve

boğularak öldürülmüş bir kadına, Havin’e, ağabeyinin karısına bakıyor.

Kalbi öncekinden daha hızlı atmaya başlıyor. Mutfağın kapısını kapatıp

salona doğru hızlı adımlarla yürüyor. Televizyonun yanındaki müzik

setini kapatıyor ve karşısında duran tekli koltuğa oturup başını ellerinin

arasına almış şekilde yerdeki halının şekillerini izliyor. Ter damlalarının

oluşturduğu çizgiye gözü kayan Ayhan, aklına gelen bu yeni fikri nere-

Page 8: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

7 |U ç N . k t a

deyse mutlulukla karşılayarak banyoya doğru yürüyor ve duşakabine

girip buz gibi suyla vücudunu temizlemeye koyuluyor. Ağabeyinin şam-

puanıyla başını şampuanlıyor, Havin’in kesesini alıp koltuk altlarını ve

penisini siliyor. Suyu kapatmadan banyodan dışarı çıkıp yatak odasına

doğru yürüyor. Ağabeyinin gardrobundan birkaç parça kıyafet ve bir

havlu çıkarıyor. Kurulanıp giyiniyor. Ağabeyinin yeni aldığı ayakkabıyı

ayağına geçirip dışarı çıkıyor. Kapıyı kapatmadan çıktığı için banyoda

suyun sesi apatmanın içine kadar geliyor. Evden uzaklaştığını suyun

sesinden uzaklaşırken ayrımsayabiliyor.

Evin önüne çıktığında derin bir nefes alıp hangi taraftan gitmesi

gerektiğini kestirmeye çalışıyor. Birkaç dakika boyunca iki yönü de tar-

tıyor gözünde. Yokuşun orta yerindeki evden aşağı doğru yollanmaya

karar verdiğinde aşağıdan gelen polis aracını görüyor. Aniden yokuşun

başına doğru yönelip koşmaya başlıyor. O an, kaçmaya çalıştığı aracın

onun peşinden gelmediğini anladığında yokuşun neredeyse başına gelmiş

oluyor. Yokuşun başından hızla aşağı, onun olduğu yöne doğru gelen

ambulansı görememesine karşın, oldukça rahatsız edici siren sesinin onu

ayıltmasıyla birlikte geriye doğru savruluyor. O sırada ambulans karşısına

çıkıyor ve sanki av aracının farlarına yakalanmış küçük bir tavşan gibi

hareketsizce aracı izliyor. Ambulansın şoförü Ayhan’ı görse de fren yap-

maya fırsat bulamadan, üzerinden geçiveriyor. Birkaç metre ilerde duran

ambulanstan aşağı inen görevli yerde yatan Ayhan’a bir bakış attıktan

sonra aracın ön tamponunu kontrol etmeye başlıyor. Köşede duran yaşlıca

bir adam görevliye uzaktan laf atıyor:

−Tampon gitmiş, daha da iflâh olmaz.

Ali C. Yoksuz

Page 9: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

8 |U ç N . k t a

Çizim: Ayşegül Ç.

Page 10: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

9 |U ç N . k t a

Ben Lovi

Saatte elli kilometre hızla koşabildiğime inanmamaları umrumda değil.

Bunu günde üç-dört hatta bazen beş kez yapıp, her seferinde dün-

yanın farklı bir şehrini gezdiğime inanmamaları ise, hiç umrumda değil.

Kaldı ki umurum da bende değil.

Aslında, -de hâlinin anlamsızlığından tüm bu karmaşa. Olay akışının

temel noktası; “-değil”. Bulunma hallerindeki bu debeleniş, ustan ırak.

Bende genel olarak her şey; “değil”. Anlaşılması ve anlatılması gereken

tam anlamıyla bu.

Adım Lovi. Lovi Lazcada çil demektir. Evet çillidir yüzüm. Saçlarımın

kızılı parladıkça, çillerim de parlar. Kimisi bunun kutsal bir görüntü oldu-

ğunu düşünüyor. Para almadan gülümsediklerim mesela. Benim için gül-

menin ücreti peşin alınmalıdır. Devamı ise müşteri memnuniyeti diyelim.

Henüz ödeme yapmayan olmadı, sanırım işimde iyiyim. Ve iş ile gerçek

gülüş asla karıştırılmamalıdır. Kurallarımda çok katıyım.

Babaannem bir Laz kızıymış ve adımın Lazca olmasını istemiş. Onun

adı da, verimli toprak anlamına gelen Nzeli imiş. Bana adımı bağışladığı

gün, tam da o anda dikivermiş nalları. Bu benim devamı seller misâli gele-

cek olan uğursuzluk yolumun ilk adımıdır. Kim hayatına babaanne katili

olarak başlama ayrıcalığına sahiptir ki?

Ben hep koştum. Her yeni isimde, her yeni pis nefeste, her izde, her

lekede. Şehirlerce, yollarca, yıllarca. Hiç durmadan. Yüzüme değen hiçbir

Page 11: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

10 |U ç N . k t a

nefesi hatırlamam, çünkü ben hiç orda yoktum. Ya başka dağlarda, ya

başka sokak aralarında. Ama hep başkalarda

İşin ücretini başkaları belirler. Racon böyledir, ben ve benim gibiler

de hizmet ederiz bu ağ tutmuş racona. Etimizle, derimizle, bizim olup

da bizim olmayan her şeyimizle. Yabancı gelmemiş olmalı. Nazarımda

her yer artık birer alternatif kerhâne, arz ve talep edenler anlaşır ve

kalanlar hizmet sunar. Toplumun en âlâ pezevenk olduğunu

koşullarım sırasında keşfettim meselâ. Fiyat biçer, etiket koyar,

kuralları yapıştırır ve pazarlar sizi. Ve ben durmaksızın koşarım. Ah

bilseniz ne güzel şehirdir Cenova…

Bir defasında, marketten aldığım ten çorap için ödeme yaptığım beş

Lira kâğıt paranın peşinden, bir gün içinde tam dört şehir dolaştım. Be-

nim kâinatımda koşarak her yere yetişebilirsiniz ve hız yalnızca bir

histir. Zaman bir salınımdır. Hâkimiyet durağanlıkta, hüküm saydam-

lıktadır. Beş Liranın dolaşım şeklini ve niteliklerini araştırmak için çıktı-

ğınız bir keşifte, dünyanın zaman algısındaki günlük bir sürede, tüm

şehirler dolaşılabilir. Ama yerin altındaki şehirlere gitmek de varsa se-

yirde, fiziksel ve kimyasal koşulların değiştiğini vurgulamakta fayda

var. Bu da yabancı gelmiş olmamalı. Yerin altı, üstünden her kâinatta

büyüktür. Ve karanlık, damarlarda kandan hızlı ilerleyen tek şey.

Ben Lovi. Lakabım ışıktır. Karanlıkta dahi olsa, parlar çillerim. Bu

durum odamın ziyaretçi sayısında değişime yol açar. Sürekli aynı ziyaret-

çilerim vardır mesela, yenilerin parlak çillere alışması zaman aldığından

olsa gerek. Ben koşuya karanlıkta çıkarım hep. Doğal karanlığı sağlayama-

dığımda, perdeler yetişir imdadıma.

Ben Lovi. Toplumun adlandırmasına göre nâmım orospudur. Bu

durum başıma gelen en kötü şey değil. Hiçbir ahlâk itelemesi gücen-

dirmez beni. Çünkü koşullarım sırasındaki keşiflerimden biri de ahlâkın

ahlâksızlığı olmuştur. Karanlıkta ahlâk uyur, ben koşarım. Ekseriyetle,

tüm kılcal damarlara ve dokulara.

Ben Lovi. Kuyruğunu yutmuş yılanım. Soru içinde cevap, cevap içinde

soruyum. Başıma gelen en kötü şey yaftalar değildir çünkü başka şey-

lerdir. Ben Lovi. Koşarken, kendi insanı tarafından katledilmiş insanlara,

kendi devleti tarafından soyulmuş, paramparça edilmiş, gömülmüş çocuk-

lara şahit olmuş Lovi. Tüm bu vahşetin ahlâk ve toplum itelemeleriyle

Page 12: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

11 |U ç N . k t a

gerçekleştirildiğini gören, tutsak insanoğlunun acısına tanık Lovi. Vahşeti

günah ve ahlâksızlık saymayan zihniyet tarafından bedenini hür kullan-

dığı için infaz edilmek istenen, tüm ‘karşıdakini ve var olan bütün kaynak-

ları tüket’ çılgınlığı karşısında sade ve sadece kendi bedenini tüketme

tercihinde bulunmuş orospu Lovi.

Ben koşarım. Her şehri avucumun içi gibi bilir, hızı hissederek keser,

kendi içimdeki çamur nehrinde hareler yaratırım. Ve ben bilirim. Ben

bilirim ki, orospuluk var olan düzen içerisinde şerefli bir meslek sayılır.

Göndere, ne bayrak, ne din, ne politika, ne geçmişin büyük liderlerinden

birinin flamasını çekmeden kendi bedenini çekmektir.

Ben Lovi. Saatte elli kilometre hızla koşabildiğime inanmamaları

umurumda değil. Değil. Çünkü ben parlarım, gülümsediğimde para

almadığımda hele. Ah ne güzeldir şehirler ve çocuklara gülümsemek

karşılık beklemden. Ne güzeldir renkli basamaklar, ne güzeldir

Amsterdam…

Nur An

Page 13: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

12 |U ç N . k t a

Page 14: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

13 |U ç N . k t a

Wagner Gibi Geldi

Dalgalar çok yüksek ve ben yüzmeyi öğrendiğim için kendimle gurur

duyacak yaştayım. Hatta yaşımın bana kattığı hayalcilikten mi, karam tam

randımanlı çalışmadığından mıdır ne, üstünde durduğumuz şeyin (alla-

hım lütfen gemi olsun) şekli sürekli değişiyor. Neyse ki tayfanın bana

aldırdığı yok. Hepsi saatlerdir sağa sola yağdırdığım manasız emirlerin

tesirindeler.

−Sen uzun boylu güverteyi cilala. Sen arkadaki kısa olan yelkenler

alabanda, ortanca dağmat git bana mutfaktan uzunca bir şey getir, gümüş

takımları parlatılmadı mı hâlâ…

Hiçkimse, ben dahi bir allahın kulu ne olduğunu anlayabilmiş değil

ama demin dediğim gibi dalgalar çok büyük. İnsanı korkudan uysallaş-

tırıyor. Uysallığımızı da ayaklarımızın bastığı, hayatlarımızı bağladığımız

koca gövdenin süngerden oluşunun tedirginliği süslüyor. Gemiyi yönet-

mek bu kadar zor olmamalı, hayatın akışı kendiliğinden olmalı, beş yaşın-

da bir çocuğun rüyasında Wagner çalmamalı. Ama çalıyor. Fonda.

−Kaptan (aslında babam kaptan) Kaptan batıyoruz. Balonu terk edip

filikalara gitmeliyiz.

Ulan filika dediğin geminin küçüğü; gemiyi batıran fırtınadan filikaya

kaçılır mı? Hayatın sunduğu seçenekleri sikeyim. İşin içinden çıka-

mayalım diye yaşıyoruz.

Page 15: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

14 |U ç N . k t a

−Hayır sersemler, sizi gidi kokuşmuş korkak deniz sıçanları. Ben ne

dersem o olacak. Sen çapa mayna, gözlüklü, halatlar vira, biriniz bana dür-

bünümü getirin. Herkes iş başına. O beyaz balığı bulmadan dönmek yok.

Atarım ulan hepinizi bu yaşlı okyanusa.

Sesimin desibeli Wagner’in desteğiyle tayfamda uyarıcı, denizde afyon

etkisi yaptı. İlahi bir senkronizasyona tutulan adamlar gemiyi düze getir-

di, rüzgârı arkaladı ve rotayı önümüze aldı. Dalgalar Musanın değneğini

yemiş gibi yol veriyordu.

Hemen direğe fırlayıp bastım cilayı tayfaya: “Sizler şu an şu koca yaşlı

domuzu dize getirdiniz. Dizginlemekle kalmayıp köpek ettiniz ulan, siz

var ya siz ağzına sıçtınız fırtınanın, amına koydunuz tayfunun lan, helal

lan!”

−Kaptan?!!

−Adamlık müessesesi bu güne dek böyle şanlı, böyle başarılı, böyle-

sine kodum mu oturtup ve heeeyt deyince…

−Kaptan??!!

−Ne o kara mı?

−Ee bana teşekkür yok mu genç denizci?

Babam her hikâyenin tamam olması için illa ki bir kadına ihtiyacı oldu-

ğunu söylerdi. Tahmin ettiğiniz gibi arkamda bir kadın vardı ve yanlış

zamanda, yanlış yerde ortaya çıkmıştı (sonradan hayatıma girecek kadın-

larla ilgili bütün sorunlarsa benden kaynaklandı. Bakınız: bundan sonra

yazacağım hikâye). Kadın gitmeliydi. Ben niye gemideydim. Bu nasıl rüya

lan!

Gök karardı, deniz köpürdü, elle tutulan her şey ters yüz oldu. Tüm

tayfa po sırasına geçip, “lanet, lanet” diye bağırıp denize atladı. Direk-

lerimize yıldırımlar düştü, çevremizi saracak köpekbalığı sürüsünün ilk

yüzgeçleri ufaktan gözükmeye başladı, kadın soyunup kanatlarını takıp

beni terk etti. Aklıma gelen tek şey ise eksik ateri kasetlerimi Atilla’nın

almış olabileceğiydi. Durum böyle olunca Tarkan’ı yutamayan dev

ahtapot gibi gelip beni asrdı ve anason kokulu denize çekti.

Hava yok. Gram oksijen yok. Sadece buram buram anason. Deniz yok.

Nefes yok. Gemi zaten gitti. Zaten bisküvidendi. Ve karşımda babam.

−Ali kalk.

Page 16: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

15 |U ç N . k t a

Ağzı yüzü kan, ağlamış. Kafası gözü şişmiş. Sarhoş kafayla bisikletten

düşmüş eve gelirken.

Babam değil ama babam yaşında başka bir adam yaklaşık şöyle bir şey

demişti (bunu aslında ben de söylemiş olabilirim): İnsan yapama-

yacaklarını görüp kendi sınırlarının sert duvarlarına çarpıp sersemlediği

zaman olgunlaşır. Yapamayacaklarının bilcine vardığında.

Babam o gün iki şişe rakı içip bisiklete binmeyeceğini öğrenmiş, “ne

olacan lan büyüyünce” diye sordu.

−Doktor, dedim. Aslında itfaiyeci olmak istiyordum ama babam o

haldeyken su hortumu bir işimize yaramazdı.

−Siktir git yal lan yatağına, dedi.

O gün annem evden gitti. Tabi ki ben doktor olamadım.

Hikâyemdeki kadın da henüz ortaya çıkmadı. Daha yirmi yıl vardı

ortaya çıkmasına. Çıkıp rakı içmemize. Pisi pisine vedalaşıp bir daha hiç

görüşemeyecek olmamıza.

Kamuran Sertdüş

Page 17: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

16 |U ç N . k t a

Page 18: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

17 |U ç N . k t a

Nekromantik

Her defasında dişlerimi fırçalıyordun, inkâr etme biliyordum. Dudak-

larımdan tiksiniyordun, dilimden, dişlerimden, ağzımdan, tüm bede-

nimden. Beni hissetmekten nefret ediyordun. Her defasında duşa giriyor-

dun, benden arınmak istiyordun, teninde bıraktığım parmak izlerinden.

Sana bakmamdan nefret ediyordun, yanağındaki gamzeye dokunmam-

dan, boynuna öpücükler kondurmamdan, saçlarını okşamamdan. Beni

görmeye tahammül edemiyodun. Yüzünü öteye çevirdiğinde aynayı

görüyordun ve aynada ikimiz, birbiri içinde kaybolan iki beden. Gözlerini

kapıyordun. Görmeye dayanamıyordun. Her defasında camdan dışarı

bakardın, biliyordum. tek beri biliyordum, nefret ediyordun. Az önce

bakışlarını benden kaçırmana izin vermeden, hallettim her şeyi. Sen tekrar

camdan bakmadan önce. Dişlerini fırçalamadan, duş almadan önce.

Ellerim nasin boynunda akan yaşamı durdurana kadar devam ediyordu

her şey. O an anladım beni ne kadar sevdiğini. Bana öyle yumuşak bir

aşkla bakıyordun ki. Küvetin içinde ıslak, çırılçıplak. Gözlerinde büyümüş

Page 19: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

18 |U ç N . k t a

aşkla, belki böyle öğrenmiştin büyümeyi. Sana hiç kızmadım, seni öyle

sevdim ki…

Elimde sönmeye başlayan sigarayla yanına sokuluyorum şimdi. Hisset

beni. Buz gibi küvet, soğumaya başlayan sen. Boynun istemsizce bana

dönüyor, yanına sokulunca. Kendi isteğinde bana bakıyordun. Gamzene

ne oldu? Yok mu artık? Dikkatli bakınca görüyorum, bir öpücük kondu-

ruyorum ona. Artık cansız olan boynunu okşuyorum. Öyle narin, öyle

ince ki, öyle kırılgan. İçimde bir şeyler uyanıyor, içimde hoş olmayan bir

şey var, bana kızmana neden olacak bir şey. Sana sahip olmak istiyorum,

bana bakarken gözlerin. Morarmaya başlayan dudaklarına dokunuyorum

dudaklarımla, ağzımı gezdiriyorum tüm bedeninde, bir parça yaşam

bulmak için. Oysa biliyorum, son nefesinle akıp gitti küvetin giderinden

yaşamın. Olsun bana bakıyorsun ya, hâlâ bakıyorsun. Görmek istiyorsun

beni. Sana izin vereceğim, hiç merak etme. Her şey için özür dilersin

benden. Seni severim yine. Hâlâ kaygansın ve hala sıcak. Çok güzelsin.

İçine doğmayacak çocuklarımı bırakıyorum. Ölü doğan tohumlar. Bey-

hude bir çabayla, canlı bir yumurta aramaya çalışıyorlar. Umurumda

değil. Kendimden tiksiniyor, seni seviyorum. Tanrım kendimi görmeye

dayanamıyorum! Ağzım, gözlerim, yüzüm iğrenç! Ellerim titriyor. Ayna,

sana bakamıyorum. Bir şeyler yapmalıyım…

Yüzümü çeviriyorum ona, artık çok soğuk. Vücudu, dudakları, yüzü,

bakışları bile. Her şeyi ısıtmak için yapmam gereken şeyi yapıyorum.

Kesiyorum hayatla olan bağımı. Kırmızı bir ölüm sızıyor bileklerimden

küvete. Onun bedenine, benim bedenimden. Bu onu canlandıracak. Elimi

uzatıyorum, gözlerini kapıyorum. Gözkapakları kızıla boyanıyor. Biraz-

dan uyanacak derin uykusundan. Bedenim titriyor, üşüyorum. Yüzümü

yüzüne yaklaştırıyorum. Son nefesim küvetin giderinden akıp gidiyor

ruhumla beraber. Ölüyken kendime biraz da olsa tahammül

edebiliyorum…

Ve yeni bir hayat doğuyor. Arsız bir sperm, yumurtaya ulaşıyor. İki ölümden

can uyanıyor. Kırmızı ve sıcak, hiç doğmayacak. Yaşamı bilmeden ölümü görüyor.

Burak Albayrak

Page 20: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

19 |U ç N . k t a

Kir

Uykusunda onu izlerken ağlıyordum. Üzüldüğüm için değil hâlbuki.

Küçükken annemi pek göremezdim. Çalışıp babamın boşluğunu da dol-

durması gerekirdi. Ayda bir kereye mahsus tatlı alırdı bana. O uyurken,

küçükken yediğim o tatlının kokusu gelirdi burnuma. Uyurken izlerdim.

İzlerken ağlardım. Benim için bu kadar kıymetli bir şey daha olabileceğini

düşünmemiştim hiç. Kısa süre önce hiçbir şey yokken hayatımda, bu gün

bu hâlde ağlıyor olmam hiç doğru değil. Ama yanlış olması benim için bir

anlam ifade etmiyordu.

Yaratıcılık kisvesi altında insanları kandırmaya yönelik hareketler para

kazanmamı sağlıyordu. Evet, bir reklam şirketinde çalışıyordum ve

bununla gurur duymuyordum. Geçimimi sağlamak için bir işte çalışmak

zorunda olduğum aşikârdı ve diplomasına sahip olduğum okul insanları

kandırmayı öğretmekten başka bir işe yaramıyordu. İşim gereği insanları

dış görünüşümle etkilemek, halkla ilişkilere hâkim olmak ve fazlasıyla

insan tanımak zorundaydım. İlk izlenimin önemli olduğu bu dünyada bir

insanı etkileyebilmek, sahip olmanız gereken ilk vasıftı. Yıl içinde onlarca

reklam tasarlıyor, hayata geçmesini sağlıyordum. Başarılı olduğumu bir-

çok ağızdan duymak mümkündü benim için. Başarı böyle bir şeydi çünkü.

İnsanları kandırmak bir başarıydı.

Kirli dünyada tanıdığım temiz yüz: Ece. Yeni reklam yıldızımız. Uzun

boylu, esmer ve uzun saçlı. Gözler anlatır insanı derler ya. Gözleri dün-

Page 21: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

20 |U ç N . k t a

yaları temsil ediyordu. Gülüşündeki etkileyicilik, marka olabilecek kadar

güçlüydü. Adına ‘reklam yıldızı’ denen kişilerle pek uzun süreli olmazdı

ilişkimiz. Bu yüzden beni bu denli derinden etkileyen insanla tanışmak

için pek vaktim yoktu. Durum değerlendirmesinden sonra ilk adımı at-

mıştım.

Mevkiim sayesinde kolaylıkla tanışma fırsatı bulmuştum. Fakat karak-

teristik özelliklerim nedeniyle hiç kolay olmamıştı gözlerinin içindeki

dünyalardan birinde yaşamak istediğimi söylemek. İşim gereği yalan söy-

lerken ne kadar rahatsam, duygularımı ifade ederkenki dürüstlüğüm bir o

kadar kasvetli oluyor. Tek başıma altından kalkamayacağım için etrafım-

dakilerden öneriler almaya başlamıştım. Zaman daralıyordu.

Çokça tavsiye aldıktan sonra derdimi anlatmak için lüks bir restoranda

iki kişilik rezervasyon yaptırmam ve Ece’yi benimle yemek yemeye ikna

etmem gerekiyordu. Bunun için okulda öğrendiğim birçok bilgiyi kullan-

mak zorunda kaldım. Kandırdığım için gurur duymasam da, yemeğin so-

nunda Ece’nin benimle bir şeyler yaşamayı denemek istemesini öğrenmiş

olmam, aslında kandırmaya değil de kandırılmaya attığım bir ‘ilk

adım’mış. Başarı işte buydu; sadece benim farkına varmam biraz zaman

almıştı.

Uzun vakitler geçirirdik. Şiirler okudum. Gözlerinin içine bakardım.

Sarılırdım. Uzun uzun sarılırdım. Hiç konuşmadan. Nefes alıp verişini

dinlerdim. Sıkılırdı bundan. Ben hayatımın sonunun bu hâldeyken gel-

mesini çok istedim. Çok çabuk kaptırmıştım kendimi ona. Ben koşu-

yordum. O sadece bekliyordu. Aldırış etmiyordum buna. Geceleri onu

izler ve ağlardım.

−Karnım ağrıyor.

−Az önce yedik yemeği, Doymadın mı ki?

−Karnım tok olmasına tok da, sana doyamamışımdır belki.

Yetişkin insanların ilişki süreesini fazlasıyla aşmıştık. Postmodern

insanlarların ilişkisi iki aydan fazla sürmezdi. Yetişkin insanların iliş-

kilerindeki büyün hataları tekrarlamıştık. Sîneye çekmek zor gelse de vaz-

geçebilecek kadar, hatta bunu aklıma getirebilecek kadar dahi güçlü değil-

dim.

O güçlüydü!

Page 22: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

21 |U ç N . k t a

Ufak yalanlarla başlamıştı. Yalanın boyutu ve rengi değiştikçe zedele-

nen ilişki, yıkılmaya yüz tutmuştu neredeyse. Kabullenemiyordum. Bir

kadın tarafından yaşatılacak tüm acıyı yaşamış, tüm zorluklara katlanmak

zorunda bırakılmıştım. Aldatılmıştım. Yarı yolda bırakılmıştım. Sevil-

mediğimi işitmişti kulaklarım. Peki, bu benim duygularımı değiştirmeli

miydi. Vazgeçmek mi gerekiyordu bu sevgiden? Yaşattığı onca şeye karşın

tüm duygularımı inkâr edip sevmiyorum mu demeliydim? Tüm hayatım

boyunca tekrarladığım hatayı yeniden mi yapmalıydım?

Hayır. Yalan söyleyemezdim. Bunu kendime yapamazdım.

Nedendir bilmem, o da bırakamıyordu beni. Ayrılmıyordu bir yere.

Kullanmayı seviyordu beni. Farkında olsam bile karşı koyamıyordum.

−Gidelim, dedim ona. Her şeyi ve herkesi bırakalım geride. Sadece

gidelim.

Gelemiyorum demek ne kadar zor geldiyse artık; düşüncesini ifade

ediş tarzı bile hayli heves kırıcıydı:

−Benim hayatım senden ibaret değil, biraz saygılı ol lütfen.

−Tekrarlamayalım aynı hataları, dedim ona. Bu bir hastalıksa eğer,

tedavi edelim, dedim.

Sonuç beklentimin üstünde olmadı:

−Benim karakterim bu demek ki. Değişmeyi düşünmüyorum.

Bırakmak istedim. Onu bırakmak istedim. Sırf bu yüzden kendimden

nefret ettiğim anlar oldu. Belki bir imtihandı bu yaşananlar benim için.

Gerçekten onu hak edip etmediğimi görmemi sağlayacak bir imtihandı.

Belki de kendimi kandırıyordum sadece. Dönem dönem farklı yüzlerini

gördüm onun. Beni sevdiğini söylüyordu bir yüzü. “Daha iyisini bulur-

sam, bırakıp giderim,” diyordu öteki yüzü. Hangisinin gerçek olduğunu

bilmesem de seviyordum. Sadece seviyordum.

Her şey bir anda gelişmişti. Hayatıma girişi, bana yaşattıkları ve ben-

den gidişi. Peki, bu neyi değiştirecekti? Ben yaşamaya devam ettikçe

gitmesinin etkisi yalnızca ‘özlem’ olacaktı. Güneş, ikimizin üzerine birden

doğacaktı her seferinde. O bunun farkında olmasa da tarafımdan sevilerek

uykuya dalacaktı.

Yine de inkâr edilemeyecek seviyede kötü zamanlardı.

Parçalanmıştım. Her parçam ayrı yerlerde acı çekiyordu. Mutlu olmayı

hak etmiştim artık. sarılmayı, uyurken onu izlemeyi ve onu izlerken ağla-

Page 23: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

22 |U ç N . k t a

mayı fazlasıyla hak etmiştim. Ne yazık ki hak etmek yeterli değildi. Bir

başkası ona sarılacaktı. Bense, sadece gözlerimi kapadığım zamanlarda

canlanan bir hayalin içinden bakabilecektim onunla gökyüzüne...

Böyle düşündükten tam yedi yıl, on bir ay, dört gün sonra karşıma,

Kadıköy-Beşiktaş iskelesinde çıkıvermişti. O beni fark etmemişti ama ben

farkındaydım onun. O dönmüştü ve bu tesadüf olmak için fazlasıyla uç bir

durumdu. Beni fark etmesini sağlamam güç oldu biraz. Görür görmez

gözleri yoldu. Yanıma geldi:

−Saçların ağarmış.

−Neredeyse sekiz sene geçti.

Aslında tam tarihi biliyordum. Fakat söylemeyerek, bir an kendimi

ağırdan sattığım konusunda, kendimi bile kandırmıştım.

−Hiç değişmedin değil mi. Kalbin hâlâ aynı hızda atıyor olmalı.

−Bazı şeyleri değiştmeye gücü yetmiyor sekiz senenin.

Birer kahve içmek için oturduk. Sekiz yıl içinde başından geçenleri

anlatmasını beklerken, beni terk ettiği günün hemen ertesinde, her şeyin

farkına vardığını söyledi. Geri dönecek yüzü olmadığı için ve geri dönerse

daha çok üzüleceğinden korktuğu için böyle bir şey yapmadığını söyledi.

O an ayağa kalkıp, tokadı patlatacaktım. Sadece:

−Keşke gelseydin. Daha fazla zarar verilebilecek durumda değildim,

diyebildim.

Sonuçta her tokat surata atılmıyordu. Değişmişti. Farklı bakıyordu

bana. Benim ona baktığım gibi değildi. Hayat belirtisi artıyordu yüzünde.

−Gittiğinden beri gülümseyemiyorum.

−Gittiğimden beri gülmek istemiyorum.

Başıma gelen onca şeyden, onca acıdan sonra bunların doğru olmadığı

ortadaydı. Ama inkâr edilemez seviyede seviyordum.

Tüm olanlara, tüm yaşattıklarına rağmen, kalbim hâlâ onun için çarpı-

yordu. Farkındaydım ve bunu reddedemezdim. Sadece bir gece gelip be-

nimle birlikte uyumasını istedim.

Hâlâ o uyurken, ben onu izleyip ağlıyordum. Fakat bu kez uyanmıştı.

−Neyin var, niye ağlıyorsun?

−Özür dilerim. Uyandıracak kadar yüksek sesli olduğunu fark ede-

medim.

−Sese uyanmadım zaten.

Page 24: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

23 |U ç N . k t a

Bu verdiği cevap beni sevdiğini, artık beni sevdiğini gösteriyordu.

Hiçbir zaman inançlı birisi olmadım. Fakat bu yaşadıklarımdan sonra

inandığım tek şey, insanın sevmekten vazgeçmediğinde her şeyi kazana-

bileceğiydi.

−İşte bu yüzden bu kadar geç evlendim.

−Baba iyi de bu bahsettiğin kadın annem değil.

−Evet.

−Peki, neden anlattın bunu bana.

−Hayat her zaman istediklerimizi vermez bize. Anneni kaybedeli üç

sene oluyor. Bu bahsettiklerimden sonra hayata bağlanmam zor oldu.

Annen karşıma çıkmasaydı, beni bu yaşadıklarımdan sonra hayata

bağlamasaydı eğer, şu anda, burada sana bunları anlatmak yerine, çok

farklı bir yerde, çok daha kötü bir durumda olabilirdim.

‘Kazanmak’ fiilinin ifade ettiği şey, her zaman aynı değildir.

−Annemle nasıl tanıştınız peki?

−O da başka bir ‘hikâye’. Başka bir zaman da onu anlatırım.

−İyi geceler babacığım.

−İyi geceler kızım…

Ufkum Ç.

Page 25: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

24 |U ç N . k t a

Page 26: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

25 |U ç N . k t a

Boş Oda

birinin nefesi var,

bomboş odamda...

birisi kıpırdanıyor,

hışırtısı geliyor.

ekmek atıyor balkona,

kargalar balkona geliyor.

ve bu boş odada

gerçekten, benden başkası var!

teybe kaset koyuyor,

-hep neşeli-

neşesi korkutuyor.

başımda dikilip izliyor,

gözleri korkutuyor.

kan kokuyor, birinin bacaklarından sızan

bileklerinin inceliği korkutuyor

Page 27: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

26 |U ç N . k t a

uyumam lazım, korkuyorum

ondan da kendimden de...

şiir okuyorum ona

belki korkutmaz,

olmuyor!

şiir yazıyorum ona

belki korkutmaz,

olmuyor!

saçlarını da toplamıyor

sinir ediyor beni; saçlarının kıvrımları

-hiç böyle demezdim-, korkuyorum!

banyoya gireyim diyorum, korkuyorum

çığlığı tenimi boyarsa diye!

Êzman Anuşavan Laşer

Page 28: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

27 |U ç N . k t a

yoksulluk biter, yalnızlık başlar

bana hep aynı sokakları verdiniz

aynı hediyelik eşyaları dükkanların

yolcu bekleyen otobüsleri durakların

sizler hep aynı sokaklardan geçtiniz

bana da aynı sokakları verdiniz

almadım, iyi mi ettim, kötü mü?

bana hep aynı sokakları verdiniz

aynı insanları da beraberinizde getirdiniz

oysa asıl yoksulluk burada başlıyordu

insanlara yoksulduk ve sokaklara

bana hep aynı sokakları verdiniz

aynı bekleyişleri sokak lambaları ışığında

aynı bağırtıları küçük esnafların

sizler hep aynı sokaklardan geçtiniz

bana da aynı sokakları verdiniz

almadım, iyi mi ettim, kötü mü?

bana hep aynı sokakları verdiniz

aynı seslerini koydunuz kulaklarıma insanların

aynı bakışları astınız gözbebeklerime

aynı kelimelerini taktınız dilime merhabaların

sizler bana hep aynı sokakları verdiniz

oysa asıl yoksulluk burada başladı

almadım, yoksulluk bitti, yalnızlık başladı

Zelal Pelin

Page 29: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

28 |U ç N . k t a

Sus Us Ve Yalnızlık

rakseden dilberler ile savaşarak devirdim düşmanlarımı

sesiz bir ıslık yankılandı tüm ülkede..

furuh içinde sıyırdım kırbacımı rüzgara

nem kaptı buluttan dokunamadım bir süre...

cellata emanet ettiğim düşümden geriye

sadece``

sus..

us..

ve yalnızlık kaldı benim ile

düellolar kazandım kentin en soylularından

sadece öfkem kaldı geriye mataramda tek içimlik abıhayat

işte bu yüzden asiliğim tanrıya

sevişirken dokunamayışım bu yüzden

tanrının kadınlarına...

Sidikli Ruhlar Atölyesi

Page 30: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

29 |U ç N . k t a

Kör Gözüme İşerken

betim ile...

tüm uyarıcılar ile...

biraz üşüdüm.

kör kütük tabutum

taht ile barut,

kör topal cennet.

kurdeşen döken kabuslarım...

kumda batan ayetlerimi yak!

esefle kınıyorum kendimi.

düşündüm de şafağı görmeden

kır dilimi

kır köprücük kemiklerimi

eşref-i evkat gerek

bu tiyatro ölümden serin

çocuk.

tok karnımı parmaklarım;

kustu ölü tohumlar.

külden ceninlerin elinden beslendi umutlar...

kilden hudut

kaç kurşunu göğüsler

velhasıl kelam dikişler ile ilişki deyim

çeltik mühendisi

yaktı

yandı

yalvardı...

Page 31: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

30 |U ç N . k t a

uzun bir sessizlik

sesi kesik kelime grupları

gruplaşmış güdü kafiyeleri

kahvesi fincanını yadırgamış

başım celladını

uykular gözümü

gözüm önünü

önüm yarını

yarın beni

ben beni

ben hayata şeker kattım kar amacı gütmeden kestim şarap nehirlerini

düşlerimde düşündüklerime ben bile inanmadım

-inan

+inanmadım.

"gabriel"

Page 32: Uç Nokta Fanzin Eylül 2013 Sayısı

31 |U ç N . k t a