Top Banner
31.03.2021 Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi’nde 1915[1] https://azadalik.com/2015/10/02/turkluk-ethosu-ve-sucluluk-sorunu-mesele-dergisinde-19151/ 1/11 Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi’nde 1915[1] by umuttumay Umut Tümay Arslan* Yüzüncü yılında 1915’e bakan dergiler üzerine Azad Alik’in hazırladığı bu yazı dizisinin temel derdi şu: “1915’i konuşmak, ama nasıl?” Konuşmanın nasılını dert ediyor olmak, inkardan yüzleşmeye giden doğrusal ve belki de doğru bir yol olmadığını da varsayıyor, –inkarın sadece devlet politikasından ibaret olmadığını, sadece “faşistlerin”, “fanatik milliyetçilerin”, “cahillerin” ve “gericilerin” işi olmadığını da. 1915’i konuşma çerçeveleri üzerine konuşmaya başlamanın, inkar ve yüzleşmenin pek de birbirinin karşıtı olarak karşımıza çıkmadığını görmemize imkan vereceğini düşünüyorum. 1915’i, yeniden anlatılmayı bekleyen ham bir tarihsel malzeme olarak kavramak da, asla ulaşamayacağımız bir tarihsel nesne, gizemli bir hakikat olarak ele almak da dilsel, tarihsel, politik özneler olarak değil, nötr bir biçimde konuşuyor olduğumuz yanılsamasını tekrar tekrar yeniden üretiyor. İlki, Ermeni Soykırımı’nı ham bir tarihsel malzeme olarak kavramak, dolayısıyla onun olgusallığına vurgudan ibaret bir konuşma çerçevesi, üzerine konuşuyor olduğumuz sürecin, çifte ortadan kaldırma süreci olduğunu görmüyor; sadece Ermenilerin yok edilmesi değil, aynı zamanda bu yok edişin izlerinin silinmesi sürecini: İnkar sürecini. 1915’i geçmiş zaman olarak şimdinin çerçevesine olduğu gibi geri getirdiğine inanan bir konuşma, izlerin ortadan kaldırılma sürecini, sessizlikle geçen, inkarı sürdürdüğümüz onca zamanın izini dışarda bıraktığı ölçüde, 1915’in bir zamanlar, bir kereliğine, bir kesinti olarak düşünülmesini, konuşmanın geçmişin cellatları ve kurbanlarını konuşmaktan ibaret olduğu yanılsamasını, biz-şimdi-konuşanlar olarak bu tarihin dışında durabildiğimiz bir dünyada yaşıyor olduğumuz yanılsamasını da pekiştiriyor. İkincisi, yani, Ermeni Soykırımı’nı erişimimize kapalı bir tarihsel nesne olarak ele almak, onu bir türlü ulaşamadığımız gizemli bir hakikat olarak konuşma çerçevesinin içine almak, sadece çifte-ortadan kaldırma sürecine karşı körleştirmiyor bizi, ama aynı zamanda 1915 üzerine konuşurken (tarihsel-) özne pozisyonlarını işgal ettiğimiz, sıfırdan konuşmaya başlayamayacağımız gerçeğini tanımıyor. O halde 1915’i şimdide konuşuyor olduğumuzu, Ermenilerin mallarına el konulması, Ermeni kültürünün izlerinin yok edilmesi, sessizlik ve inkarla geçen yüzyılın ardından konuşuyor olduğumuzu, aradan geçen zamanın şiddetini silerek konuşamayacağımızı bilerek başlamalıyız tefekküre. Bu, kim olarak konuştuğumuzun ayırdına varmamız, yani kendi (tarihsel-) öznelliğimizin izlerini silen bir konuşmanın infilak etmesi, imkansızlaşması anlamına gelecek. Öyle sanıyorum, yukarıda bahsettiğim iki boyut, –çifte-ortadan kaldırma sürecinin bir parçası olduğumuzu kabullenerek konuşmak zorunluluğu ve bizi kurmuş olan tarihsel öznelliğimizi, hangi kuşağın mirasçısı olduğumuzu üstlenme sorumluluğu– 1915’i hangi ethosun içinde düşündüğümüzü de belirliyor. Şu temsil edilemezlik ya da anlatılamazlık bahsini burada açma ihtiyacı duyuyorum. Biz, çifte- ortadan kaldırmanın mirasçısı kuşaklar için 1915’in konuşulamazlığı, yaşanan dehşetin ve şiddetin [2] [3]
11

Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi'nde 1915

May 16, 2023

Download

Documents

mehmet elcan
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi'nde 1915

31.03.2021 Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi’nde 1915[1]

https://azadalik.com/2015/10/02/turkluk-ethosu-ve-sucluluk-sorunu-mesele-dergisinde-19151/ 1/11

Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi’nde1915[1]

by umuttumay

Umut Tümay Arslan*Yüzüncü yılında 1915’e bakan dergiler üzerine Azad Alik’in hazırladığı bu yazı dizisinin temel derdi şu:“1915’i konuşmak, ama nasıl?” Konuşmanın nasılını dert ediyor olmak, inkardan yüzleşmeye gidendoğrusal ve belki de doğru bir yol olmadığını da varsayıyor, –inkarın sadece devlet politikasından ibaretolmadığını, sadece “faşistlerin”, “fanatik milliyetçilerin”, “cahillerin” ve “gericilerin” işi olmadığını da.1915’i konuşma çerçeveleri üzerine konuşmaya başlamanın, inkar ve yüzleşmenin pek de birbirininkarşıtı olarak karşımıza çıkmadığını görmemize imkan vereceğini düşünüyorum.

1915’i, yeniden anlatılmayı bekleyen ham bir tarihsel malzeme olarak kavramak da, aslaulaşamayacağımız bir tarihsel nesne, gizemli bir hakikat olarak ele almak da dilsel, tarihsel, politiközneler olarak değil, nötr bir biçimde konuşuyor olduğumuz yanılsamasını tekrar tekrar yenidenüretiyor. İlki, Ermeni Soykırımı’nı ham bir tarihsel malzeme olarak kavramak, dolayısıyla onunolgusallığına vurgudan ibaret bir konuşma çerçevesi, üzerine konuşuyor olduğumuz sürecin, çifteortadan kaldırma süreci olduğunu görmüyor; sadece Ermenilerin yok edilmesi değil, aynı zamanda buyok edişin izlerinin silinmesi sürecini: İnkar sürecini. 1915’i geçmiş zaman olarak şimdinin çerçevesineolduğu gibi geri getirdiğine inanan bir konuşma, izlerin ortadan kaldırılma sürecini, sessizlikle geçen,inkarı sürdürdüğümüz onca zamanın izini dışarda bıraktığı ölçüde, 1915’in bir zamanlar, bir kereliğine,bir kesinti olarak düşünülmesini, konuşmanın geçmişin cellatları ve kurbanlarını konuşmaktan ibaretolduğu yanılsamasını, biz-şimdi-konuşanlar olarak bu tarihin dışında durabildiğimiz bir dünyada yaşıyorolduğumuz yanılsamasını da pekiştiriyor. İkincisi, yani, Ermeni Soykırımı’nı erişimimize kapalı birtarihsel nesne olarak ele almak, onu bir türlü ulaşamadığımız gizemli bir hakikat olarak konuşmaçerçevesinin içine almak, sadece çifte-ortadan kaldırma sürecine karşı körleştirmiyor bizi, ama aynızamanda 1915 üzerine konuşurken (tarihsel-) özne pozisyonlarını işgal ettiğimiz, sıfırdan konuşmayabaşlayamayacağımız gerçeğini tanımıyor.

O halde 1915’i şimdide konuşuyor olduğumuzu, Ermenilerin mallarına el konulması, Ermeni kültürününizlerinin yok edilmesi, sessizlik ve inkarla geçen yüzyılın ardından konuşuyor olduğumuzu, aradangeçen zamanın şiddetini silerek konuşamayacağımızı bilerek başlamalıyız tefekküre. Bu, kim olarakkonuştuğumuzun ayırdına varmamız, yani kendi (tarihsel-) öznelliğimizin izlerini silen bir konuşmanıninfilak etmesi, imkansızlaşması anlamına gelecek.

Öyle sanıyorum, yukarıda bahsettiğim iki boyut, –çifte-ortadan kaldırma sürecinin bir parçasıolduğumuzu kabullenerek konuşmak zorunluluğu ve bizi kurmuş olan tarihsel öznelliğimizi, hangikuşağın mirasçısı olduğumuzu üstlenme sorumluluğu– 1915’i hangi ethosun içinde düşündüğümüzü debelirliyor. Şu temsil edilemezlik ya da anlatılamazlık bahsini burada açma ihtiyacı duyuyorum. Biz, çifte-ortadan kaldırmanın mirasçısı kuşaklar için 1915’in konuşulamazlığı, yaşanan dehşetin ve şiddetin

[2]

[3]

Page 2: Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi'nde 1915

31.03.2021 Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi’nde 1915[1]

https://azadalik.com/2015/10/02/turkluk-ethosu-ve-sucluluk-sorunu-mesele-dergisinde-19151/ 2/11

konuşulamazlığı ile ilgili değildir. Kendimizi kurbanların yerine koymadan, o pozisyonu ele geçirmedenkonuşabilmeyi başaramamamızla ilişkilidir. 1915, kendimizi fail olarak görmediğimiz, kendi suçumuz vesorumluluğumuz üzerine düşünmeye zorlanmadığımız bir konuşma çerçevesi içinde konuşulamazolandır. Dolayısıyla konuşulamazlık, dehşeti ve dehşetin izlerinin silinmesini üreten kültürümüzün suçortaklığıyla ilişkilidir, –kültür-dışı bir kötülük falan değil tam aksine ilerleme ve aydınlanmanın işbaşındaolduğu, bakışımızı belirli bir ethos[4] ve habitusla kuran dil ve kültürün suç ortaklığıyla.Konuşulamazlık, dehşeti üretmiş, izlerini silmiş bu aynı dil ve kültürün içinde kalarak konuşulamazlıktır,ebedi olarak elimizden kaçan mistik bir hakikatin konuşulamazlığı değil. İnsanlığımıza ve vicdanımızagüvenerek konuşamayacağımızdır. Dostluk ve kardeşlik çağrısıyla konuşamayacağımızdır. Biz,kendimizi soykırımın faillerinden “daha medeni” görenler, sorumluluğumuz ya da suç ortaklığımızüzerine düşünmediğimizde, 1915 konuşulamazdır.

Nisan sayısında Ermeni soykırımına dair yazı ve söyleşilere yer veren Mesele’yi değerlendirirken benimderdim de yukarıda ifade etmeye çalıştığım iki boyutla ilgili olacak: Halen çifte-ortadan kaldırmasürecinin bir parçası olduğumuzu kabullenerek konuşmak zorunluluğu, diğer bir deyişle, “1915’i şimdidekonuşuyor olmamızın siyasi adalet açısından anlamı nedir” sorusunu kendimize sorma zorunluluğu veneyin mirasçısı olduğumuzu öncelikle üstlenme sorumluluğu. Kendi adıma, bu tarihsel öznelliktenkurtulmanın yani özgürleşmenin ancak bu kaderi üstlenmekle mümkün olacağına inanıyorum.

Mesele dergisinin Nisan 2015 sayısı iki söyleşi ve bir yazıyla sayfalarını Ermeni Soykırımı’na ayırmıştı.Derginin web sayfasında dosya kararı ve tanıtımı şöyle yapılmış:

Mesele kitap dergisi 100. sayısında kapağına Ermeni Soykırımı’nın 100. yılını taşıdı. Yüz yıl içindeErmeni halkının dili, kültürü başta olmak üzere varlığına dair ne varsa hemen hepsi bu topraklardansilinmek üzere her şey yapıldı. Soykırımla yüzleşme konusu ise daima reddedildi. Reddedilmediğizamanlarda bile ya görmezden gelindi ya da ertelendi. Toplumsal bir kabul sağlanamadı. Bu sayınındosyası Ermeni Soykırımı’nın ve günümüzde büyük felaketle yüzleşmenin koordinatlarını ele alıyor.Aynı zamanda Mesele’nin de 100. sayısı olan bu sayının kapağında soykırımı simgeleyen mormenekşeler bulunuyor.

Bir hatırlatma ve düzeltme: Ermeni Soykırımı’nın 100. yılı için seçilen çiçek, mor menekşe değil,myosotis (unutma beni çiçeği) idi. Çiçeğin siyah merkezi, geçmişi, 1915 soykırımının acılarını; açık mor(eflatun) yaprakları, bugünü, soykırımın 100. Yıl anısında birlikte duran Ermenilerin dayanışmasını;çiçeğin beş yaprağı, geleceği, soykırımdan sağ kalanların yeni bir yuva bulduğu beş kıtayı, yapraklarınkoyu mor (eflatun) rengi Ermeni kimliğinin kalbinde yer alan ruhbanlığı; ortasındaki sarı bölüm isesonsuzluğu, Ermeni Soykırımı Anıtının on iki sarı sütununu, güneş, ışık, yaratıcılık ve umudu temsilediyor ve hatırlatıyordu.

Bu düzeltmeyi ve hatırlatmayı yapmak, unutma beni çiçeğinden üretilen sembolün her bir ayrıntısınıyazmak istedim; çünkü buradaki özensizliğin sadece unutma beni çiçeğini mor menekşe sanmaktan veböyle devam etmekten ibaret olmadığını, sembolün her bir ayrıntısına ve bu ayrıntıların anlamınagözlerimizi ve kulaklarımızı açmamanın da inkarla bir ilişkisi olduğunu düşünüyorum. “Çiçeğin adının neönemi var, soykırımı anıyoruz” diyerek geçiştiremeyiz. Hülasa, çiçeğin adı ve sembolün her bir ayrıntısı,

[5]

[6]

Page 3: Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi'nde 1915

31.03.2021 Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi’nde 1915[1]

https://azadalik.com/2015/10/02/turkluk-ethosu-ve-sucluluk-sorunu-mesele-dergisinde-19151/ 3/11

yukarıda ifade ettiğim gibi Ermeni Soykırımı’nı hangi tarihsel öznelliğin mirasçısı olarak andığımızı dabize hatırlatıyor olmalı.

1915’i kim olarak konuştuğumuzun ya da hatırladığımızın önemi, tarihsel öznelliğimizin izlerini silmedenkonuşma zorunluluğu, Mesele’nin sayıyı tanıtan editoryal yazısında bir kez daha bir mesele olarakkarşımıza çıkıyor. Yazının başlangıcından bir kaç paragraf:

Nisan 2015 “büyük felaket”in 100’üncü yılı “Soykırım”ın üzerinden bir asır geçmiş olsa da,Osmanlı’nın mirasçısı AKP ile İttihatçı CHP eşyayı adıyla çağırmaktan, soykırımla yüzleşmekten çokuzaklar. Ortak devlet refleksiyle hareket ediyor, resmi ideolojinin çatısı altında buluşuyorlar.

100 yıl içinde Ermeni halkının dili, kültürü başta olmak üzere varlığına dair ne varsa hemen hepsi butopraklardan silinmek üzere her şey yapıldı. Yüz yıl önce, kadim Anadolu halklarından Ermeniler,milyonlarla sayılacak bir nüfusu temsil ederken bugün 60-70 bin kişi kalmış, bir dini cemaat halinedönüştürülmüştür.

Neden? Niçin? Hangi hakla bütün bunlar yapılabildi?

Büyük felaket ya da soykırım adlandırmalarının tırnak içinde kullanımlarındaki kafa karışıklığı,Türkiye’deki Ermeniler hakkında “60-70 bin kişi kalmış, bir dini cemaate dönüştürülmüş” ifadelerininyaslandığı arka plan ve bütün ifadelerdeki edilgen fiiller hangi tarihsel öznellik içinden konuşuluyorolduğunu dolaysızca görebileceğimiz örnekler olduğu için onları bir yana bırakarak daha dolayımlıolanlarla ilgili olarak şunu söylemeliyim: 1915’i bu çerçevede, yani bizim dışımızdakilerin, başkalarınınfaillikleriyle (Osmanlı mirasçısı AKP ve İttihatçı CHP) konuşmaya başlamak, çifte-ortadan kaldırmasürecinin bir parçası oluşumuza dair bir konuşmayı baştan dışarıda bırakıyor, yanı sıra yüzleşmesigerekenleri de kendinin, “biz”in dışına atıyor. “Kapısını sol liberalizme de ulusalcı solculuğa da kapalıtutan bir politik kitap dergisi” olarak kendini tarif eden Mesele (tesadüf şu ki soykırımın yüzüncü yılıMesele’nin de 100. sayısıyla çakışmış), “100’üncü yıl vesilesiyle Ermeni soykırımıyla sayfalarımızaracılılığıyla yüzleşiyoruz” diyor, lakin yüzleşmesi gerekenler en başından Mesele’nin pozisyonudışında duranlar olarak ortaya konuyor. Yukarıda da söylemeye çalıştığım gibi, çerçevesi böyle çizilenbir konuşma, kendinden hoşnut bir tefekkürden ibaret kalıyor maalesef. Oysa 100. Sayıda inkarsöyleminin kendi sayfalarında, kimi zaman kendi politik pozisyonlarında yankılandığı yerlere ve anlaradair kendi üzerine düşünerek ve dönerek yüzleşme çabası sahici bir mütalaa olmaz mıydı?

Mesele’nin yüzüncü yılı anma sayısında konuyla ilgili bir yazı ve iki söyleşi var. Şöhret Baltaş’ın “24Nisan 1915: 100 yıllık inkâr” başlıklı yazısıyla açılıyor dosya. Agos genel yayın yönetmeni YetvartDanzikyan’la konuşan Yunus Öztürk’ün söyleşisinin başlığı: “Artık inkâra son verilmeli.” Osmanlı’yıMüslümanlaştırmak kitabının yazarı Y. Doğan Çetinkaya’yla Barış Çatal’ın gerçekleştirdiği söyleşininbaşlığı ise, “İnkarın önemli nedenlerinden biri 1915’in toplumsal karakteri.”

Şöhret Baltaş’ın yazısının yukarıda açıklamaya çalıştığım ethos bağlamında iki sorunu, bir de yazınınkendine has bir etik sorunu var. Yazının kendine has etik sorunu şu: Ermenilere yönelen ve adım adımbüyüyen, 1890’lardan başlayıp 1915’e giden şiddetin ve dehşetin bir anlatısını kuruyor yazı. Lakin bunuyaparken kimlerden yararlandığını, hangi kaynaklara başvurduğunu yazmıyor. Verilen bilgilerin, ne

[7]

Page 4: Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi'nde 1915

31.03.2021 Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi’nde 1915[1]

https://azadalik.com/2015/10/02/turkluk-ethosu-ve-sucluluk-sorunu-mesele-dergisinde-19151/ 4/11

olduğunu öğrenmemizin elbette önemi var, yazı bu anlamda bir kapı açıyor okuyucusu için; ama hiçbirkaynak verilmemesi hem bu konunun çeşitli veçheleri üzerine daha önce yazmış olanların emeklerininhakkını vermemek hem de dehşetin izlerinin silinmesi sürecinde, inkar sürecinde yazmaya,konuşmaya, geçmişe doğru tanıklık etmeye çağıranların isimlerinin anonim hale getirilemezliğini kabuletmemek anlamına geliyor. Şu da var: Bazı olayları merak edip daha fazla okumak isteyenler için metinkendisi, kendi evreni dışında başka bir yer sunmuyor okuyucuya. Nasıl anlatıyorsa öyle ve o kadar.

Yazının bu sorunu, diğer iki sorunla da ilişkili düşünülebilir. Bu sorunlardan ilki, 1915’i nereden bakarsakbakalım dolayımsızca anlatabileceğimiz, onu bir tarih anlatısı içine sıkıştırabileceğimiz yanılsaması,diğeri ise, 2015’te 1915’i konuşuyor oluşumuz, dolayısıyla aradan geçen zamanın izini, dehşetinizlerinin silinmesi sürecini idrak etmemiş olmak. Bu konuşma çerçevesi, yani 1915’i bugün olduğu gibianlatabileceğine duyulan bu inanç ve tümgüçlülük, halihazırdaki ethosu sarsmıyor; çünkü bizi tarihselözne yapan vicdanımıza ve insanlığımıza yatırımla kendimizi fail olarak görebileceğimiz bir tefekkürezorlamıyor. Gören topluluk, tanıklık eden topluluk olma olasılığını kaybetmiş olmamız, dolayısıylakörlüğümüzü hesaba katarak konuşmamız, bugünden geriye dönük olarak tanıklığı inşa etmeyeçabalıyor oluşumuz bu konuşma çerçevesinin bütünüyle dışında.

Baltaş’ın yazısında kurduğu tarih anlatısı Adana katliamı ile başlıyor. Zabel Yesayan’ın hayatı buradamerkeze alınıyor. Divan-ı harp mahkemelerini, faillerin cezasız kalışını, altı Ermeni’nin idam edilmesi vesoruşturma heyetinde bulunan Hagop Babikyan’ın şüpheli bir biçimde ölü bulunmasını, 1894-96 yıllarıarasında 100 bin Ermeni’nin öldürüldüğünü, 500 bin Ermeni’nin ise sefalet ve açlığa terk edildiğini,1896 Osmanlı Bankası işgalini, 10 eylemcinin öldürülmesini, İstanbul’da Ermeniler aleyhine çıkangösterilerde 6000 Ermeni’nin hayatını kaybettiğini aktarıyor Baltaş, nereden aktardığını belirtmeden.Uzun bir zaman dilimini ham bir malzemeymişçesine kavrayan ve içine sığdırmaya çalışan bu katliam,gasp ve imha anlatısı, sadece olan biteni ardı ardına yığarak iletilemez kıldığı için değil, aynı zamandasorgulanması gereken bazı cümleler ve kalıplar içerdiği için de 1915’i konuşabileceğimiz yeni bir ethoskuramıyor. İki örnek:

İktidar, şehirlerde Müslüman Türkleri, Anadolu’da ise Müslüman Kürtleri harekete geçiriyordu.Anadolu’nun birçok şehrinde, namazdan sonra işitilen borazan sesi katliamın başlangıcını, akşamadoğru işitilen borazan sesiyse bitişini haber veriyordu. Müslüman yığınlar için ‘gavurların katli vacipti’ve onlara ‘yedi Ermeni öldürene cennetin kapısının açılacağı’ söyleniyordu.

8 Ekim 1895’te Trabzon’da öğle namazından sonra duyulan borazan sesi ile olaylar başlıyor, saatüçe kadar sokaklarda yakalanan Ermenilerin hepsi katlediliyor, Ermenilere ait dükkânlardaki mallaryağmalanıyordu. Aynı yıl Gümüşhane’de, Erzurum’da, Bitlis’te, Siirt’te, Malatya’da, Diyarbakır’da,Sivas’ta, Amasya’da, Urfa’da, Mersin’de, Adana’da, Tarsus’ta, Çorum’da, Yozgat’ta, Kayseri’de,Muş’ta, Maraş’ta Ermeniler katledildi, ev ve dükkânları yağmalandı, zorla Müslümanlaştırmauygulandı, canlarını kurtaran kadın ve çocuklar açlık ve sefalet içinde kafileler halinde yollaradöküldü.

En az 300 bin kişinin öldüğü bu katliamlarda aynı zamanda büyük maddi varlıklar, HıristiyanlardanMüslümanlara geçmiş oldu. Köylerde Kürt aşiretleri, Ermeni arazilerine el koydular, şehirlerde ise buzenginlik Müslüman Türklerin eline geçti.

[8]

Page 5: Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi'nde 1915

31.03.2021 Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi’nde 1915[1]

https://azadalik.com/2015/10/02/turkluk-ethosu-ve-sucluluk-sorunu-mesele-dergisinde-19151/ 5/11

“Şehirlerde Müslüman Türkler, Anadolu’da ise Müslüman Kürtler”, “Köylerde Kürt Aşiretleri” gibikalıplara, şehri Türklerle, Anadolu ve köyü Kürtlerle özdeş kılan bakışa da dikkat çekmek isterim. 1915’isadece geçmişte ne olup bittiğini konuşmaktan ibaret gören, ne olup bittiğini dolayımsızcakonuşabileceği konusunda kendine bütünüyle güvenli bir pozisyonu neden problematize etmemizgerektiğini bir kez daha gösteriyor bu durum. Önce dehşetin izlerinin silinmesi süreci çerçeve dışındakalıyor, sonra geçmiş, bakışımızın kimi zaman Kürt coğrafyasındaki dehşete kaymasıylasınırlandırılıyor, hatta bazen Anadolu bütünüyle Kürtlükle özdeş tanımlanıyor. Foça’da Rumlara yönelenşiddeti anlatarak başlayan şu satırlar mesela:

1914 Haziran’ında İzmir Foça’da yaşanan kıyım, yeni ortaya çıkan belgelerle bu dönemin utançlarıarasına eklendi. Balkan Savaşı sonrasında İzmir, Çeşme, Bergama ve Foça’da gayrimüslimlerekarşı oluşan tepkiyi kullanan ve İttihat hükümetince organize edilen çeteler bu kesimleri göçezorlayan saldırılar düzenlediler. Buralardaki Rum halkı, panik halinde yerlerini terk edip Yunanistan’akaçmaya çalışırken Foça ve İngiliz Adası’nda olaylar katliama dönüştü. Eski Foça’ya sığınarakoradan teknelerle Yunan adalarına geçmeye çalışan Rumlar, Teşkilat-ı Mahsusa’ya bağlı çetelertarafından yapılan gece baskınıyla evlerinden fırladılar. Kıyıya koşup sandallarla kaçmaya çalışanama araç bulamadığı için öldürülen ve evleri yağmalanan Rumlardan sağ kalanlar, daha sonra Foçaaçıklarındaki bir Fransız gemisinin arabuluculuğu ile kurtarıldı.

Aynı yıllarda Mezopotamya’da ve Anadolu’da yaşayan Süryaniler de zorla göç ettirildi veöldürüldüler. Toplam ölü sayısının yaklaşık 300 bin olduğu tahmin ediliyor.

Sadece Diyarbakır’da, Birinci Dünya Savaşı’ndan önce ve sonraki nüfus hareketlerine bakmak bileTürk ve Müslüman olmayanlara yöneltilen politikaların canlı kanıtıdır. Diyarbakır’da 1914’e kadarErmeni nüfus 73 bin iken, 1918’de bu rakam 3 bine; Süryanilerin nüfusu ise 100 binden 27 binedüşmüştü.

Baltaş yazısında mülkiyet ve servet gaspından da söz ediyor. Çifte-ortadan kaldırmanın ikinci boyutunuele almaya, böylelikle 1915’i konuşmaya imkan verebilecek bu mesele, yazıda, Cumhuriyet’in bu izlerinsilinmesi sürecinde faillerin mirasçısı oluşuna dair örneklerle derinleşmiyor, edilgen ve genel cümlelerdeifade buluyor: “Mülkiyet ve servetin gaspı imha politikasının doğrudan bir parçasıdır. Bu anlamda,gayrimüslimlere ait on binlerce ev, tarla, bahçe gibi taşınmaz maldan kumaş ve çiğit pamuk gibi taşınırmallara kadar tüm varlıklara, bir ulusal sermaye yaratılması için el konmuştur. Kilise, manastır, okul gibikamusal binalar da devlete ait olmuş, bu mekânlar hapishane ya da karakol gibi yapılaradönüştürülmüştür.”

Baltaş’ın yazısında bütün bu dehşetin dayandırıldığı neden ise sınıf devleti olacak: “Sınıf ve ulus/dinesasına dayalı devlet, her zaman egemen olanın ötekileştirdiği kesimlere karşı yürüttüğü sindirme,baskı ve imha politikaları ile el ele yürür. Ve gerektiği zaman, dünyanın en “demokratik” sınıf devleti de,imha operasyonundan kaçınmaz.” Soykırımı bu büyük nedenle düşünmek, yazının yukarıda ifadeetmeye çalıştığım problemlerini bir kez daha görünür kılıyor bana kalırsa: Ötekinin, başkasının failliği veşiddeti üzerine konuşmak, kendimizi olan bitenin dışında konumlandırmak, kendi suç ortaklığımız ya dasorumluluğumuz üzerine tefekkür etmeden geçmişte yaşananları dolayımsızca aktarabileceğimizinancıyla soykırımı konuşmaya çalışmak.

Page 6: Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi'nde 1915

31.03.2021 Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi’nde 1915[1]

https://azadalik.com/2015/10/02/turkluk-ethosu-ve-sucluluk-sorunu-mesele-dergisinde-19151/ 6/11

Dosyada yer alan Yunus Öztürk’ün Yetvart Danzikyan ile söyleşisi de hem editoryal yazıya hem deŞöhret Baltaş’ın yazısına dair ifade etmeye çalıştığım sorunları içeriyor. Söyleşinin girişinde Agos’utanıtan şu satırlar, soykırımı ve inkarı konuşabilmemiz için gereken (tarihsel-) farkı tanımak bir yana,benzerliğe yaslanmayı tercih ediyor. Bu konuşma çerçevesi ise inkar sürecinin bir parçası olduğunuüstlenerek yüzleşen bir konuşmayı kısmen dışarıda bıraktığı gibi Hrant Dink’in öldürülmesine gidensüreçte Agos’un ve Hrant Dink’in yalnızlığa terk edilmişliğini cesaret olarak görme körlüğüne nedenoluyor:

Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in yetimhaneden alınmış bir Ermeni kızı olduğunuaçıklayarak, Türk burjuva devletinin dayandığı ırkçı-milliyetçi paradigmaya darbe vurmuş,nihayetinde Hrant Dink’in ölümüne giden süreci göze alabilmiş ve göğüsleme cesareti göstermiş birgazete.

AKP iktidarı karşısında laik ve solda olan; halkların kardeşliğine inanan bir gazete.

Söyleşide Danzikyan’ın Ermeni soykırımını pozitivist ve rasyonalist olarak tanımladığı yerler, soykırımımedenilik-gayrimedenilik, insanlık-gayriinsanilik, kültür-kültürdışılık karşıtlıkları üzerinden okuyanethosu yerinden ettiği için bilhassa önemli:

İttihat ve Terakki içinde yer alan doktorların örneğin Dr. Bahattin Şakir, Dr. Nazım’ın konuşmalarındaErmeni meselesini bünyenin içindeki bir ur olarak görüyorlar ve bu uru temizleme gibi bir operasyonyapıyorlar. Bu sadece lafta kalmıyor; icraata baktığımızda da istatistik biliminden yararlanıyorlar,Ermeni nüfusun demografisini değiştirmeye yönelik bilimsel çabaları var, hangi bölgelerde Ermeninüfus yüzde 2 olmalı, hangi bölgelerde yüzde 5, yüzde 10 gibi hesaplamalar yapılıyor.

Bu yüzden öncesiyle ve tabii ki sonrasıyla tarif edilemez bir trajediyle karşı karşıya olduğumuzuanlamalıyız.

Osmanlı devletinin her tarafında, Doğu Anadolu’dan Suriye çöllerine kadar bir altüst oluştan,katliamlardan, çığrından çıkmış gelişmelerden söz ediyoruz.

Bu kıyımın, sadece coğrafyayı Ermenilerden arındırma meselesi olmadığını, aynı zamanda 16 Mayıs1915 tarihli Emval-i metruke yönetmeliği ile ekonomiyi millileştirme, Türkleştirme operasyonu daolduğunu ifade eden Danzikyan, soykırımın faillerinin vali, kaymakam ve milletvekili pozisyonlarınagetirilmeleri üzerinden İttihat Terakki ve Cumhuriyet arasındaki sürekliliğe, 1915, Varlık Vergisi ve 6-7Eylül olayları üzerinden de ekonomiyi Türkleştirme-Millileştirme politikasındaki sürekliliğe dikkat çekiyor.

Çifte-ortadan kaldırmayı anlatan süreklilik, dehşetin izlerinin silinmesi sürecini tarif etmemize,tanımlamamıza imkan verebilecekken, Öztürk’ün sorusu konuşma çerçevesini yenidenkonuşulamazlığa kaydırıyor: “Ermeni toplumunun bendeki izlenimi Agos’a, Hrant’a kadar siyasi olarakdaha muhafazakar ve sağ eğilimli olduğuna dair… Ne dersin?”

Söyleşinin ve bence derginin de esas sorularından biri olması gereken soruyu neyse ki sonda soruyorÖztürk: “1915’i idrak ve ikrar etme konusunda genel olarak solun durumunu nasıl görüyorsun?”Danzikyan’ın cevabı:

Page 7: Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi'nde 1915

31.03.2021 Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi’nde 1915[1]

https://azadalik.com/2015/10/02/turkluk-ethosu-ve-sucluluk-sorunu-mesele-dergisinde-19151/ 7/11

Ermeni meselesine sahip çıkan, idrak edip ikrar eden sol siyasetler her zaman oldu ve bugün de var.Fakat şunu mesela anlamakta zorlanıyoruz: 1915 anmaları için Taksim’e gidiyoruz, 200, 300 bazenbin kişi oluyoruz. Faşistler bile gelmiyor. Bir sol grup geliyor her yıl, “Ermeni sorunu emperyalizminoyunudur” diyerek gidiyorlar. İronik bir tesadüf herhalde, 24 Nisan’ın bir gün öncesinde veyasonrasında 1 Mayıs toplantıları oluyor. 1 Mayıs tertip komitesinde yer alıyorlar ve diğer sol gruplar dabundan hiçbir rahatsızlık duymuyorlar. Siz iki gün evvel soykırım anmasını protesto etmeyegitmiştiniz, sosyalistlikle bu uyuşuyor mu, diye sormuyor. 1 Mayıs komitesi içinde faaliyetlerinisürdürüyorlar. Bunu anlamakta biz zorlanıyoruz.

Genel olarak baktığımızda son 5-10 yılda yaşananların sol üzerinde öğretici bir yanı oldu. Hrant’ınyapıp ettikleri sebebiyle öldürülmesinin sol içinde ciddi bir etkisi olduğunu düşünüyorum.

Hrant o kadar yaralayıcı bir biçimde öldürüldü ki, Ermeni soykırımına tarafsız kalan sol bile artıktepkisiz kalamadı. Ermeni ve solcu biri olarak Hrant’ın bizim çağımızda öldürülmesini çok acı vericibuluyorum.

Danzikyan’ın solun inkarcı yapılanmalara dair kayıtsızlığıyla ilgili saptamaları, rasyonalist ve pozitivistbir anlayışın ürettiği dehşet olarak Ermeni Soykırımı ile Cumhuriyet arasındaki sürekliliği takip etmeyedavet eden kavrayışı ve Şöhret Baltaş’ın yazısının bu sürekliliği ifade eden kimi satırları (İttihat veTerakki’nin Anadolu’yu Müslümanlaştırma/Türkleştirme politikasını toplum mühendisliği olarakçerçevelediği ya da aktardığı yerler ya da 1890’larda başlayan kıyımla Hrant Dink, Sevag Şahin Balıkçı,Maritsa Küçük cinayetleri arasında kurduğu süreklilik) dışında, Mesele’nin soykırımın olgusallığınayönelik vurgudan inkarla yüzleşmeye doğru inen bir derinleşmeyi sağladığını söylemek mümkün değil.Artık inkara son verilmeli, peki ama biz bu inkarın neresindeyiz? İnkarın toplumsal karakteri önemli,peki ama biz bu toplumsal karakterin neresindeyiz?

Suçluluk bilinci 

1915’i konuşmanın nasılını Mesele’nin yüzüncü yıl anma dosyası üzerinden tartışırken yukarıda tekrartekrar Türklük ethosu içinde kalmaya devam ederek hatırlama, anma ve tanıklığı geriye dönük olarakinşa etme çabalarının 1915’i konuşulamaz bırakacağını ya da yeniden-unutmayı inşa etmenin, dehşetinizlerini, tanıklığı şimdide silmenin bir parçası olabileceğini de vurgulamaya çalıştım.

Türklük ethosunu ancak kat ederek geride bırakabileceğimizi düşünüyorum. Bu da, halihazırdabakışımızda var olan ethosu ve habitusu fark etmek, bazı şeyleri görürken bazı şeyleri göremediğimizinayırdına varmak, kısaca bizi tarihsel özneler olarak kuran ve görünmezleşen bu ethosu, kötü ötekiyle,başkasının şiddetiyle, “yeterince uygarlaşmamışlarla”, “bazı barbarlarla”, “ilkel kötülükle”, “kültür-dışı,müstesna canavarlıklar ve zalimliklerle” ilgili değil, bizle, bütün sıradanlığıyla kültürümüze içkinkötülükle ilişkili olarak düşünmeyi gerektiriyor. Çağdaşlık ilkesinin ve aydınlanmanın işbaşında olduğu,kitlesel katliam ve imha için plan programın yapıldığı bir dönemde uygulandı soykırım. Dehşetinizlerinin silinme sürecinin kültür politikası olduğu, en ince zevklerin olduğu alanlarda ve tarihyazımlarında bizi var eden inkar kültürü içinde de devam etti. Bu yüzden, 1915’i konuşma çerçeveleriiçinde mükerrer biçimde karşımıza çıkan yorumlayıcı repertuarı fark edebilme ve terk etme imkanınınasıl yaratacağımızın esas mesele olduğuna inanıyorum. Bu yorumlayıcı repertuar, kimi zaman

[9]

Page 8: Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi'nde 1915

31.03.2021 Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi’nde 1915[1]

https://azadalik.com/2015/10/02/turkluk-ethosu-ve-sucluluk-sorunu-mesele-dergisinde-19151/ 8/11

yüzeyde kimi zaman ise daha dipte hareket eden inkarcı söylem stratejileriyle işliyor. En çok tekraredenler şunlar: “Kardeşlik ve dostluktan yana olmak”, “barış içinde birlikte yaşamak”, “toplumsal barışısağlamak”, “barış ve kardeşlikten yana olmak”, “acıları paylaşmanın insanlığın ve medeniyetin gereğioluşu.” Nötr gibi görünen bu çerçevelerin tarihsel asimetriyi devam ettirdiğini, kimi zamansa adalettalebini görünmez ve duyulmaz kılarak sessizliğe mahkum ettiğini artık söylemeye gerek var mıbilmiyorum. Ama şunu eklemek isterim: Soykırımı üreten bizim insanlığımız ve medeniyetimizdir.Dolayısıyla bu aynı insanlığa ve medeniyete inanarak, böyle bütünlüklü bir dilimiz halen varmış gibikonuşmaya devam edemeyiz.

Şöhret Baltaş’ın yazısından iki örnek vererek açıklamak isterim. Şu satırlar Zabel Yesayan ile ilgili:

Her şeye rağmen Zabel, kardeşlikte ısrar eden bir dilden vazgeçmedi, yazılarında Anadolu’nun birarada yaşama kültürünü vurguladı. Ancak sonra her şey Zabel’in korktuğu yönde ilerledi.

Aynı yazıdan şu satırlar ise Hrant Dink’le ilgili:

Hrant ise bu devletin ideolojisiyle beslenen toplumsal dokunun önyargılarını kırmayı umut ediyor vebu amaçla Agos adında Türkçe ve Ermenice bir gazete çıkarmaya başlıyordu. YazılarındaTürkiye’deki bütün etnik toplulukların barış içinde yaşaması gerektiğini savunan Hrant, bir yandan daErmeni diasporasına da önyargılarından kurtulma çağrısı yapıyordu.

Hrant, etrafında örülen nefret çemberi büyürken çaresizce barıştan ve kardeşlikten yana olduğunuanlatmaya çalışıyordu.

Zabel Yesayan Adana Katliamına rağmen eşit vatandaşlığın kurulabileceği inancını kaybetmemişti;çünkü Marc Nichanian’ın sarsıcı bir biçimde tartıştığı üzere, felaketin bir anlamı, bütün bu ölümlerin biranlamı olmalıydı, çünkü yas tutmak hala mümkündü. 1915 soykırımı, bu imkanı ortadan kaldırmıştır.Yüzyıl farkla iki Ermeni aydınını eşitlik, kardeşlik mesajları vermelerini öne çıkararak anmanın inkarıdevam ettirmek anlamına gelmesinin nedeni de burada saklı. Eşitlik ve kardeşlik imkanının şiddetleortadan kaldırıldığı bir kültürün içinde yaşarken biz, tarihsel asimetrinin failleri ve mirasçısı olanlar, busözleri kendi ahlaki arka planımız haline getiremeyiz. Bu, dipten-derinden inkarcı söylemi devamettirdiğimizi gösterir, “Ermeni diasporasına da önyargılarından kurtulma çağrısı” ifadesi ise yüzeyden.Sahiden yüzleşmek istiyorsak, “Hrant Dink’in etrafında örülen nefret çemberinin” büyümesinde,yalnızlaşmasında kendi payımızı, kendi kültürümüzün payını konuşmaya başlayalım, onun “çaresizcebarıştan ve kardeşlikten yana olduğunu anlatmaya çalışması”nı değil. Araya soykırımın girdiği yüzyılfarkla bu iki aydını, konuşma çerçevemiz içine aynı kavramlarla, “kardeşlik ve barış çağrılarındanvazgeçmemeleri” ile alıyorsak, onları böyle yan yana getirebiliyorsak, dehşetin izlerini silmeye devametmiş olmuyor muyuz? Başka türlü konuşma çerçevemiz içine giremiyorlar; zira ancak bu konuşmaşekli Türklük ethosuna hiç dokunmadan konuşmayı mümkün kılıyor. Dehşetin izlerini saklayan hersıfırdan başlama talebinin, şimdinin bünyesindeki geçmişi reddettiğini, hesapların kapatıldığı, adaletinsağlandığı bir toplumda yaşadığımız yanılsamasını yarattığını kabul edelim. Dehşeti bünyesindetaşımış kültürle suç ortaklığımızı göz ardı ederek dehşeti anlatmanın ya da bu suç ortaklığı üzerine hiçdüşünmeden yolumuza devam etmenin imkansız olduğunu da.

[10]

[11]

Page 9: Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi'nde 1915

31.03.2021 Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi’nde 1915[1]

https://azadalik.com/2015/10/02/turkluk-ethosu-ve-sucluluk-sorunu-mesele-dergisinde-19151/ 9/11

Karl Jaspers 1946’da yazdığı Suçluluk Sorunu’nda Almanların kendilerini neden suçlu ve sorumluhissetmeleri gerektiğini yazıyordu, uzun uzun, kat kat. “Biz Almanlar, hepimiz, suçluluk sorununu net birbiçimde kavramakla yükümlüyüz” diyor, bu yükümlülüğün insanlık haysiyetiyle ilişkisini vurguluyor,suçluluk sorununun “başkalarının bize yönelttiği bir sorudan ziyade, bizim kendimize yönelttiğimiz birsoru” (54) olduğunu ifade ederek barışma, eşitlik, kardeşlik gibi bu soruyu öteleyecek kavramlarıöncelikle dışarıda bırakıyordu. Almanların bu soruya verecekleri cevap kendi başlarına olmalıydı.Siyasal sorumluluklarını ve kolektif suçlarını kendi başlarına üstlenmeliydiler (109-110). Elbette biryüzleşme ve farkındalık rehberi hazırlamak niyetinde değildir Jaspers, hangi ethosun mirasçısıolduğumuzun izini sürer; kolektif suçumuzu üstlenerek özgürleşmenin yollarını arar: “Arınma herkes içinaynı şey değildir. Herkes kendi yolunu tutar. Kimse başkasının hangi yolu tutacağını öngöremez ve onadoğru yolu gösteremez. Genel düşünceler, yalnızca insanların dikkatlerini çekebilir ya da belki onlarıuyandırabilir” (147-8). “Ama arınma olmadan özgürlük olmaz” da diyecek ve ekleyecektir. Maneviarınmayla suçluluk bilincinde ne kadar derine inebildiğimizi bize yönelik ahlaki saldırılar karşısındatavrımıza bakarak anlayabiliriz. Suçluluk bilincinden yoksunluk durumunda, her saldırıya karşı birsaldırıyla, savunmayla –inkar meselesi devreye giriyor burada— cevap veririz. Oysa suçluluk bilinci, dikkafalılığımızı ve kibrimizi eritip götürmüştür. Bütün bir varoluş bilincini dönüşüme uğratacak bir suçlulukbilincinden söz eder Jaspers (149). Suçluluk bilinci, batmış bir diken olduğu için kişinin öz-bilinci yeni birbiçim almaya zorlanır:

Arınmak bizi özgürleştirir. İnsan kendi varoluşunun kılavuzluğunda hesaplanamayacak kadar ilerigidebilse de olayların akışı kimsenin elinde değildir. Belirsizlik varlığını sürdürdüğü ve yeni ve dahabüyük bir felaketin yaşanması olasılık dahilinde bulunduğu için, suçluluk bilincinde yaşanandönüşümün tali sonucu asla varoluşun yeni bir kısmetle ödüllendirilmesi olmadığı için, yalnızcaarınma aracılığıyla bizi bekleyen şeylere hazır olmak üzere özgürleşebiliriz (150).

Jaspers’ın sözünü ettiği arınmak, elbette vicdani arınmak değildir; insanlığa, gelecek güzel günleresığınmak hele hiç değildir. Düpedüz kaderimizi üstlenmek, suç ortaklığımızı kabul etmektir.Varoluşumuz bundan sonra yeni bir kısmetle ödüllendirilmeyecektir. Özgürleşmek ise, bizi bekleyenşeylere hazır olmaktan başka bir şey değildir.

“Bizim payımıza düşen tevazu ve haddimizi bilmektir,” diyerek bitirir Jaspers (151). Bizim için de,Türklük ethosundan özgürleşebilmek için de, iyi bir başlangıç olsa gerek.

*Umut Tümay Arslan, Mimar Sinan  Güzel Sanatlar Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü

Yazıya katkılarından dolayı Özgür Sevgi Göral ve Ayda Erbal’a teşekkür ederim.

Soykırımın olgusallığına dair vurgunun bir başına yetmezliğini, şimdinin bünyesindeki geçmişbahsini, Wendy Brown’un şu sözleri çok iyi anlatıyor: “Yahudi Soykırımı, kuşkusuz yaşandı, fakat yolaçtığı ayrıntılı dökümü, altmış sene sonra, soykırımın ardından gelen tarihsel dönemde, dünyanın farklıyerlerinde, farklı şekillerde yaşayan insanlar için bu soykırımın ne anlama geldiği hakkında hiçbir şeyanlatmaz bize. Bu nedenle, Yahudi Soykırımının maddeselliğine veya olgusallığına yapılan vurgu,Yahudi Soykırımının şimdi’de nasıl yaşadığı sorusu için, bu vurgunun karşıtı olduğu iddia edilen görüşkadar şüpheli bir konumdadır… Geçmişin şimdi ile, bu ikisinin de gelecek ile ilişkisi karmaşık bir siyasi

[11]

[1]

[2]

Page 10: Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi'nde 1915

31.03.2021 Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi’nde 1915[1]

https://azadalik.com/2015/10/02/turkluk-ethosu-ve-sucluluk-sorunu-mesele-dergisinde-19151/ 10/11

mesele olduğundan, ne olgularla ne de doğrulukla çözümlenebilir. Sömürgeci tarihler post-sömürgecişimdi’yi açıktan açığa kapladığı için, post-sömürgeci çizgideki araştırmacılar bunu pekala kavrıyorolmakla birlikte, metropollerin hegemonyacı tarih yazımının, nesnelliği hala tarihsel ve siyasi bir kurtuluşbiçimi olarak sunması hayli ironiktir.” Tarihten Çıkan Siyaset, çev. Emine Ayhan, İstanbul: Metis, 2010,s. 174.

Bu kavramı Jacques Ranciere’in Shoah filmi üzerine şu yazdıklarından alıyorum: “Bu film etrafındatemsil edilemezle ya da temsil yasağıyla ilgili bir yığın söylem dolaşmakta. Peki ama bu film hangianlamda bir ‘temsil edilmez’e tanıklık etmektedir? Film soykırım olgusunun sanatsal sunuma gelmezolduğunu, olgunun sanatsal bir eşdeğerinin yapılamaz olduğunu öne sürmez. Yalnızca, bu eşdeğerincellatların ve kurbanların kurgusal olarak ete bürünmesiyle verilebileceğini yadsır. Zira, temsil edilecekolan, cellatlar ile kurbanlar değil, bir çifte ortadan kaldırma sürecidir: Yahudilerin ortadan kaldırılması veortadan kaldırılmalarının izlerinin ortadan kaldırılması. Bu tamamıyla temsil edilebilirdir. Yalnızca,geçmişi ‘yeniden yaşatarak’ ikinci ortadan kaldırmayı temsil etmekten vazgeçen kurgu formunda temsiledilemez. Filmin ilk kışkırtıcı cümlesinin ilan ettiği gibi, özgül bir dramatik eylem formunda temsiledilebilir: ‘Olay (l’action) günümüzde başlar…’ Olmuş olan ve kendisinden geriye hiçbir şey kalmamışolan ancak burada ve şimdi başlayan bir kurguyla temsil edilebilir. Olmuş olan hakkında burada veşimdi söylenilen sözün bu yerde maddi olarak burada olan ve olmayan gerçeklikle yüzleştirilmesiyoluyla temsil edilebilir” Jacques Ranciere, Görüntülerin Yazgısı Duyuların Paylaşımı, çev. Aziz UfukKılıç, İstanbul: Versus, 2008, s. 128.

[4] Ethos’u “Türklük ethos”u olarak aşağıda tekrar tekrar kullanacağım. Bu kavramsallaştırmayabaşvurmamın muhtelif sebepleri var. Öncelikle, Türklüğü bir toplumsal iktidar biçimi olarak ele alıyorum.Kendini farklı siyasi söylemler içinde sürekli yineleyen, öznelerini üreten, öznelerinin konuşurken kendiözerkliklerine inançları itibariyle de görünmezleşen, sırra kadem basmayı başaran, kısaca öznelerinitekrar tekrar kendine döndürmeyi başaran bir toplumsal bir iktidar biçimi olarak. (Bu konuda zihin açıcıbir yazı: Özgür Sevgi Göral, Türklüğe Övgünün Sonu Gelebilir mi?https://tr.boell.org/tr/2014/01/01/perspectives-sayi-7). Buna ek olarak, toplumsal iktidarı, sadece politikdeğil psişik tabiyet olarak da düşünmekten yanayım. Diğer bir deyişle, toplumsal iktidarı, sadece baskıyapan, boyun eğmeye zorlayan, özneye dışsal gibi görünen bir iktidar kavrayışla değil, bizatihi özneninöznelliğini kuran psişik bir biçim olarak da ele alan Judith Butler’ın yaklaşımını (İktidarın Psişik Yaşamı,Ayrıntı, 2005) esas alıyorum, çünkü bu tartışma vicdan dediğimiz şeyin tıpkı sevgi, barış gibi imkansızevrenselliğini ufuk açıcı bir biçimde izah etmeye imkan veriyor. Vicdanın kendiliğindenliğine, kendisesimizin özerkliğine inancımızın düpedüz toplumsal iktidarı yinelemenin, psişik tabiyete geri dönüşünhas unsuru oluşunu fark edebilecek bir tefekkürün önünü açıyor (Bu konuda bir çalışma için bkz. MaziKabrinin Hortlakları: Türklük, Melankoli ve Sinema, Metis, 2010). Judith Butler’ın psişik tabiyet analizi,sadece öznelliğin oluşum koşullarını, tarihselliğini göstermek değil aynı zamanda toplumsal iktidarakarşı dönüşünün izlerini sürmektir de. Burada psikanalizden devralınan güçlü bir hat vardır. O da şu:Özne, kendi özerkliğine, vicdanının kendiliğindenliğine olan inancı gerçeklikle ağır ağır değiş tokuşedilmelidir. Kısaca, özne sesinin en başından bir başka yerden ödünç alındığını kabul etmelidir. Hülasa,devraldığımız, bizi “biz” yapmış, kendi masumiyetimize bizi inandırmış kültürle yine kendimasumiyetimize inanmaya devam ederek 1915’i konuşamayız. Lakin bu masumiyete bizi inandırmışethosu ve habitusu infilak ettirerek, yeni bir ethosla konuşabiliriz. Elbette buradaki ethos, etiği ötekiyle

[3]

Page 11: Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi'nde 1915

31.03.2021 Türklük Ethosu ve Suçluluk Sorunu: Mesele Dergisi’nde 1915[1]

https://azadalik.com/2015/10/02/turkluk-ethosu-ve-sucluluk-sorunu-mesele-dergisinde-19151/ 11/11

ilgili bir meseleymiş gibi gören, ötekine saygılı olmak, hoşgörü, dostluk, iyilik ve insanlık gibi değerleresanki insanlığa karşı işlenmiş bu suçlarla ilgili olarak payımız olamazmış gibi yaparak devam edebilenbir etik değildir artık. Mazeretsizce ve bütünüyle sorumlu olarak kendi üzerine düşünen, kendi vicdanınaasgari bir mesafeyle bakabilen, bu yönüyle kendiliği boydan boya kat eden, kendinden memnuniyeti,kendi vicdanına ve masumiyetine duyulan inancı terk etmeye çabalayan bir ethostur.

Pierre Bourdieu’nün habitus kavramını “tarihin, inkar edilen bir tarih olarak doğaya dönüşmesi”şeklinde tarif etmesinden yola çıkarak Talin Suciyan, bu “doğaya dönüşme” bahsini çok haklı olaraksıradanlaşma olarak da ele alır. Buradan yola çıkarak, sıradanlaşmayı şöyle açıklayacaktır: “20 KuraAskerlik, Vatandaş Türkçe Konuş, Trakya Pogromu, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül Pogromu gibi uygulama vesaldırıların; sadece ve öncelikle konjonktürel, dönemin siyasi gelişmelerinin ve dalgalanmalarının birsonucu değil, kurumsallaşmış ve toplumsallaşmış, inkar edilen bir tarihin gündelik hayatı kurmuşolmasıyla belirginleşen bir habitus meselesi, tam olarak soykırım sonrası inkar habitusu olduğunu iddiaediyorum.” Talin Suciyan, “Dört nesil: Kurtarılamayan son”, Toplum ve Bilim, sayı: 132, s. 133.

[5]