vina Gülverdiyeva ANBUL ŞEHIR UNIVERSITESI | UNI 315 ULUSLARARASI ÖĞRENCILER IÇIN Türkçe Türler Defteri 0
Elvina GülverdiyevaİSTANBUL ŞEHIR UNIVERSITESI | UNI 315 ULUSLARARASI ÖĞRENCILER IÇIN TÜRKÇE 5
Türkçe Türler Defteri
0
Elvina GülverdiyevaİSTANBUL ŞEHIR UNIVERSITESI | UNI 315 ULUSLARARASI ÖĞRENCILER IÇIN TÜRKÇE 5
Elvina Gülverdiyeva
213072785
Siyaset Bilimi ve Uluslararası
İlişkiler
UNI 315 ULUSLARARASI ÖĞRENCİLER İÇİN
TÜRKÇE 5
FİNAL ÖDEVİ
1
28 Mayıs 2015
İçindekiler
Giriş 3
Deneme- “Babası onu okula gönder” 4
Tiyatro değerlendirme yazısı 9
Müze gezi yazısı 13
Röportaj 17
2
Giriş
“Uluslararası Öğrenciler için
Türkçe 5” dersi için ödev olarak
hazırlamış olduğum “Türkçe Türler
Defteri” deneme yazısından, izlemiş
olduğum tiyatro oyunu hakkındakı
değerlendirme yazısından, müze gezisi
hakkındakı yazıdan ve röportajdan
oluşuyor. “Türkçe Türler Defteri”
hazırlanma süreci bilgilendirici,
öğretici, geziler zamanı ise yeteri
kadar eğlenceli geçti. Bu süreçte bize
böyle zevkli bir ödev verdiği için
4
Şebnem Graf hocama, benimle tiyatro
oyununu beraber izleyen, müze
ziyaretine benimle beraber giden ve
röportaj teklifimi kabul eden
arkadaşlarıma teşekkür ederim.
Elvina
Gülverdiyeva
Deneme
Konu: Eğitim.
Sınırlandırılması: Kızların okullaşmasının önündeki geleneğe bağlıengeller.
5
Amaç: Kızların okullaşmasının önündekigeleneğe bağlı engellere çözüm önerileri.
Bakış açısı: Bilgilendirici, eleştirel.
Anadüşünce: Kızlarını okula göndermeyen aileler bilgilendirilmelidir.
Yan düşünceler: Erken yaşta evliliğin sonuçları konusunda aileler bilgilendirilemlidir.
Ailenin erkek bireylerikızların okutulması konusunda bilinçlendirilmelidir.
Öğretmenler, din görevlileri gibi insanlardan oluşan ikna komiteleri oluşturulmalıdır.
6
BABASI ONU OKULA
GÖNDER
“Kadın olmak zor” seslerinin
duyulduğu bir toplumda kız çocuğu
olmak da en az o kadar zor, emin olun.
Cahiliye dönemindeki gibi diri diri
gömmüyorlar belki kız çocuklarını, ama
çocukluklarını alıyorlar ellerinden.
Okula başlama zamanı geldiğinde,
aileleri okula bile göndermiyor, okuma
haklarını ellerinden alıyorlar. Bugün
Türkiye’de 650.000 kız çocuğu farklı
7
sebeplerden dolayı okula gidemiyor.
Ben bu yazımda sadece “Kız çocuğu da
okula gider mi?” diyen zihinlerin
okula göndermediği kızlardan
bahsedeceğim.
Okullaşmanın önünde birçok engel
var, evet. Okulun uzak olması ve bunun
benzeri diğer sebeplerden dolayı okula
gidemeyen kız çocuklarımız var. Bu
sorunlara bir şekilde çözüm bulunur,
zor gibi görünse de imkansız değil.
Peki, gelenek ve zihniyetten dolayı
okula gidemeyen kız çocuklarının
8
sorunlarını nasıl çözeceğiz? Zannımca
en zoru da bu.
Okula gidemeyen kız çocukları
“çocuk gelin” oluyorlar. Okula
göndermedikleri yetmiyormuş gibi, bir
de üstüne üstlük evlendiriyorlar kız
çocuklarını. Buna çözüm olarak,
ailelerin bilgilendirilmesi
gerektiğini düşünüyorum, ister erken
yaşta evliliğin zararları olsun,
isterse de bunun hukuki boyutları
hakkında. “Haydi kızlar okula” veya
“Baba beni okula gönder” demekle ne o
babalar kızlarını okula gönderir, ne 9
de kızlarımız okullu olur. Geleneğe
bağlı engelleri yine gelenekle
kaldırmak gerek. Müftüler, imamlar, ya
da köy veya kasaba muhtarları
konuşmalı bu babalarla. Toplum
baskısını azaltmak için sadece kız
babalarıyla değil, yerleşkedeki bütün
erkeklerle konuşulmalı. Anladıkları,
sözlerine güvenebilecek insanlar
yapmalı bu konuşmayı. Önemli olan
erkeklerdeki kız çocuk hatta kadınlık
algısının sadece kadınlık vasıflarını
yapması yeterli olmasından ibaret olan
zihniyeti değiştirmektir ve bu durum
10
sadece kızların eğitimi ya da okullu
olmasıyla değil toplumdaki erkekleri
de eğiterek mümkün olacaktır.
Kızını okutmayan baba doktora
gittikleri zaman hanımını kadın
doktorun muayene etmesini
istiyor.Kadınlara kamusal alanda ne
kadar ihtiyaç olduğu hoş bir dille
anlatılmalı babalara. Elimizden gelen
bu değil, daha fazlası. Gelin, daha
fazlasını yapalım. Kızlarımız okullu,
aydın ve bilinçli olsunlar.
11
Tiyatro değerlendirme
yazısı
Kozyatağı Kültür Merkezi’ne bilet
almaya gittiğimde aklımda ne bir oyun
vardı, ne de güncel programdan
haberdardım. Bu sebeple, afişi
dikkatimi en çok çeken oyuna bilet
almaya karar verdim. Sadece afişi
güzel diye seçmiş olduğum bu
gösterinin içeriği ne kadar güzeldi,
işte bundan habersizdim.
13
“Üstü kalsın” tek perdelik bir
gösteri. Eğer hem tiyatro, hem de şiir
diyorsanız, “Üstü kalsın”ı seversiniz.
Tiyatro oyuncusu Hakan Gerçek, Cemal
Süreya’yı canlandırıyor sahnede. Daha
oyun başlamadan sahneyi inceliyorum
ben. Bir çalışma masası var sahnede,
üzerinde kağıtlar, defterler,
kalemler, bir bardak rakı ve sigara.
Rakı ve sigara gibi simgeler hemen
dikkatimi çekiyor.Çalışma masasının
arkasında askılık duruyor. Sahnenin
izleyicilere göre sağ tarafında ise
iki bavul var.
14
Sahne daha da karanlık oluyor,
Hakan Gerçek sahneye geliyor ve “Üstü
kalsın” şiirini okuyor Cemal
Süreya’nın. Şiirlere eşlik eden
müziklerin ustalıkla ve zevkle
seçildiği belli, müzikler şiirlerin
melodiye uyarlanmış hali gibi geliyor
kulağa. Gösteri şiir ve düzyazı
okumalarıyla büyülemeye devam ederken,
dikkatimi çeken birkaç noktayı
belirtmek istiyorum. Birincisi,
sahneyi izlerken ben sahnede bir
oyuncu görmüyorum, Cemal Süreya’yı
görüyorum sanki. Oyuncu rolünü iyi
15
oynuyor ve okuduğu şiirlerdenki
hisleri izleyicilere düzgün bir
şekilde iletebiliyor. Sigara yakıyor,
rakısını yudumluyor ve sanki şiirleri
ezberlememiş de şiirlerle beraber
doğmuş gibi okuyor onları. İkincisi,
şiir okumaya devam ederken sahnenin
solundaki bavulu açıyor ve bavulun
içerisinden büyük beden kıyafetler
çıkıyor. Kıyafetleri sabırla askıya
asıyor oyuncu, şiir okumaya devam
ederek ve sabırla. Bir izleyici olarak
bavul ve büyük beden kıyafetlerin ne
anlama geldiğini düşünmeye başlıyorum
16
hemen. Aklıma ilk gelen bizim hayatta
bir yolcu olduğumuz ve hayatın bize
büyük gelebileceği fikri oluyor
nedense. Çünkü bavul hep yolculuğu
simgeler benim düşüncemde. Şiir ve
düzyazılarla devam eden oyun “Üstü
kalsın” şiiriyle bitiyor, aynı
başladığı gibi.
Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
17
Müze gezi yazısı
Bakü’de yaşadığım yıllarda müzeye, sergilere sıkça giderdim.
Türkiye’ye geldikten sonra tabiri caiz
ise turistlerin gezdiği müzelerden
başka bir yere gitmemiştim.
İnternetten araştırdıktan sonra Modern
Sanat Müzesine gitmeye karar verdik.
Tek gezmeyi sevmediğim için
üniversitede beraber eğitim aldığımız
bir arkadaşımla beraber gittim. Müzeye
ulaşım kolay, Karaköy’den tramvayla
Tophane’ye geçebilirsiniz. Müze
19
Perşembe günleri bilet için ücret
almıyor. Buna rağmen, beklediğimden
daha az sayıda insan vardı.
Müzede “Gecmiş ve gelecek” ve
“Ressam ve resim” adlı sergiler vardı.
Gezmeye başladık. Geometrik
şekillerden oluşan ve gerçekten farklı
diyebileceğimiz sergilenen eserler
büyülüyor ziyaretçileri. Havada asılı
duran piyano, sol taraftan bakınca
kare şeklinde görünen ama sağdan
bakınca yuvarlak olan ışık saçan bir
eseri bunlara örnek verebilirim.
20
Müzede sergilenen eserlerin yanına
veya altına açıklamalarını yazmışlar,
ama ben önce kendim fikir yürütüp
sonra yazılanı okumayı daha çok
severim. “Ressam ve resim” sergisinde
de karşısında uzun süre durup
düşündüğüm bir eserden bahsedeyim
size. Beyaz bir arkaplan ve bir erkek
kadın gibi giyinmiş. Erkeğin yüzü pek
görünmüyor ve sadece kollarının
kabalığından erkek olduğu anlaşılıyor.
Beyaz olan arkaplanda ise kan var.
Taner Ceylan’ın “Uzun Süreli Ödünç”
adını verdiği bu eser tuval üzerine
21
yağlıboya ile çizilmiş. Açıkça
söylemem gerekiyor ki, ben ilk
gördüğümde bünün bir çizim olduğunu
düşünmemiştim, fotoğraf makinesi ile
çekilmiş gibi idi. Sonradan yazıları
okuduğum zaman ressamın foto-gerçekçi
üslubunu en iyi uygulayan ressamlardan
birisi olduğunu öğrendim. Ressam resmi
Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem
Sultan’dan esinlenerek yapmış ve
eserin ismi Kanuni’nin oğlu Şehzade
Mustafa’yı öldürttüğü 1553 yılına
gönderme yapıyor. Resimdeki kan
iktidar, güc ve şiddeti yansıtıyor.
22
Resimdeki kişinin yüzünü örten tül,
iktidarın kendini örtülü bir şiddetle
besleyişini sembolize eder.
Eğer müzeye gidecekseniz, siz de
benim gibi önce esere kendiniz
yorumlarınızı yapın, sonra ressamın
açıklamasını okuyun. Emin olun,
geziniz daha güzel geçecektir.
23
Röportaj
İlk röportaj deneyimimi de bu ödev
sayesinde edinmiş oldum. “Kardeş
olmak” başlığını altında yapmış
olduğum röportaj, konuya bağlı bir
röportajdı. Önceden hazırlamış olduğum
soruları üç farklı arkadaşıma sordum.
Ecmel Ertaş’a kaç kardeş olduklarını
sorduğumda bir ablasını olduğunu,
İbrahim Musa Ünal bir abisi ve bir
erkek kardeşi olduğunu, Sare Kılıç ise
evin tek çoçuğu olduğunu söyledi.
25
Öncelikle, Ecmel Ertaş’a bir
ablasının olmasının avantaj ve
dezavantajlarını sorduğumda, her iki
durumla da karşılaştığını söyledi. Ama
daha çok ablasının olması onun için
hep yararlı olmuş. Ecmel, “bir ablam
olduğu için şükrediyorum” dedi. Ablası
Ecmel’in başı sıkışınca gidebileceği
tek kapı ve onun yolgöstericisi. Abisi
veya erkek kardeşi olmasını isteyip
istemediğini sorduğumda, Ecmel,
“metropol şehirde kendimi güvende
hissedebilmem için abim olmasını
isterdim” dedi.
26
İbrahim Musa Ünal’a bir abisinin
olmasının ona neler kattığını sorduğum
zaman, “abim benim rehberim oldu, o
benim için aynı zamanda bir arkadaş”
dedi. Bir sıkıntısı olduğunda
arayacağı ilk insanın abisi olduğunu
ve aynı zamanda abisinden
öğrendiklerini kardeşine öğrettiğini
söyledi. İbrahime kız kardeşi olmasını
isteyip istemediğini sorduğuma,
“farklı deneyim olurdu, ama hayatına
çok karışırdım, o yüzden istememek
daha iyi” dedi.
27
Sare Kılıç tek çocuk olmanın hem
avantajlarını hem dezavantajlarını
görmüş. Tek çocuk olduğu için evde
zamanını geçirecek kimsesi olmuyor ama
aynı zamanda da tek çocuk olduğu için
anne ve babası her zaman sadece Sare
hakkında düşünüyor. Sare, “tek çocuk
olmak gözde çocuk olmak demektir” dedi
ve tek çocuk olduğu için kendini
şanslı hissetiğini bildirdi. Bir
kardeşi olmasını isteyip istemediği
sorduğumda, “kardeşim olmasını
isterdim” dedi.
28