Top Banner
İstanbul 2014
77

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

May 13, 2023

Download

Documents

Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

İstanbul 2014

Page 2: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

Yıl: 15 [Ocak-Haziran 2014] Sayı: 33

ISSN 1302-3543

Bu dergi uluslararası ve ulusal veri indeksleri tarafından taranmaktadır

hakemli bir dergidir / is a refereed journal

Yazıların ilmî ve hukukî sorumluluğu yazarlarına aittir. Dergimizde yayımlanan yazılar, elektronik veya yazılı bir ortama izinsiz olarak aktarılamaz ve çoğaltılamaz.

Yurt İçi Abonelik: 40 TL | Yurt Dışı Abonelik: 50 Euro | Kurumsal: 50 TL

İmtiyaz Sahibi/PublisherAziz Mahmud Hüdâyi Vakfı İktisadi İşletmesi adına Dr. Adem Ergül

Editör/EditorProf. Dr. Süleyman Derin

Yayın Kurulu/Editorial BoardProf. Dr. Ethem Cebecioğlu Prof. Dr. H. Kâmil YılmazProf. Dr. Mustafa KaraProf. Dr. Mustafa TahralıProf. Dr. Necdet TosunProf. Dr. Sâfi ArpaguşYrd. Doç. Dr. Ali NamlıYrd. Doç. Dr. M. Nedim Tan Arş. Gör. Ercan Alkan

S. Yazı İşleri Müdürü/Managing EditorYusuf Ünal

Grafik Tasarım/Graphic DesignSüleyman Serin

Kapaktaki Hat/Cover CalligraphySuud MevlevîMeded Yâ Hazreti Mevlânâ Kaddesallâhu sirrahu’l-a’lâ

İletişim Bilgileri/Contact InformationKüçük Çamlıca Mah. Çilehane yolu Cad. No: 12 Üsküdar-İSTANBULTelefon/Telephone+90 (216) 428 39 60+90 (555) 405 34 35Faks/Fax +90 (216) 327 75 83e-posta/[email protected] sayfası/web pagewww.tasavvufdergisi.net

Baskı-Cilt/Printing HouseErkam Matbaası İkitelli Org. San. Sit. Turgut Özal Cad. No: 117/4 İkitelli – İstanbul Tel: 0 212 671 07 00

Danışma Kurulu/Advisory BoardProf. Dr. Arif NaushahiProf. Dr. Arthur F. BuehlerProf. Dr. Dilaver GürerProf. Dr. Hamid AlgarProf. Dr. Himmet Konur Prof. Dr. İlhan KutluerProf. Dr. Kadir Özköse Prof. Dr. M. Erol Kılıç Prof. Dr. Mustafa Aşkar Prof. Dr. Mustafa ÇiçeklerProf. Dr. Mustafa UzunProf. Dr. Ramazan MusluProf. Dr. Reşat ÖngörenProf. Dr. S. Hayri BolayProf. Dr. Süleyman UludağYrd. Doç. Dr. Veysel Akkaya

Sayı Hakemleri/Referees on This IssueProf. Dr. Bahattin DARTMAProf. Dr. Dilaver GÜRERProf. Dr. Mustafa AŞKARProf. Dr. Ömer ÇELİKProf. Dr. Süleyman ULUDAĞProf. Dr. Zafer ERGİNLİDoç. Dr. Dilaver SelviDoç. Dr. Mustafa ÇAKMAKLIOĞLUDoç. Dr. Salih ÇİFTDoç. Dr. Tahir ULUÇYrd. Doç. Dr. Derya ÇAKIR BAŞYrd. Doç. Dr. Muharrem VAROLYrd. Doç. Dr. Sezai KÜÇÜKÖğ. Gör. İsmail ERİŞ

Page 3: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

İÇİNDEKİLER

Editör’den ........................................................................................ VII

Makaleler

Tefsîru’l-Ceylânî’nin Abdülkādir Geylânî’ye Nisbeti Meselesi

Orkhan MUSAKHANOV - Necdet TOSUN ...........................................1-16

Galata Mevlevîhânesi Örneğinde İstanbul Mevlevîliğinin

Kültürel Hayata Etkisi

Safi ARPAGUŞ ...................................................................................... 17-37

İşârî Tefsirin Kabul Şartları Bağlamında Cemâl-i Halvetî’nin Kısa Sûrelere Getirdiği Yorumlar

Mehmet YILDIZ .....................................................................................39-56

Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi ve Arûsiyye Tarîkatı

Mustafa Salim GÜVEN .......................................................................... 57-94

Tercüme

Ahmed Fârûkî Sirhindî: Yeni Bir Değerlendirme

Arthur F. BUEHLER (trc. Mehmet ATALAY) ................................... 95-118

Şîa’da Bir Şazelî İzi

William CHITTICK (trc. Ahmet Murat ÖZEL) .............................. 119-122

Araştırma Notları

Tasavvuf Mûsikîsinden İki Salât

Mehmet Nuri UYGUN .....................................................................123-128

Page 4: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

Abdülhakim Arvâsî ve Tasavvuf Anlayışı

Nuran ÇETİN ...................................................................................129-150

Metin Neşri

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler

M. Nedim TAN .................................................................................151-223

Miralay Mehmed Sâdık Bey’in Fütûhât-ı Mekkiyye’nin 148. Bâbı Tercümesi

Zeynep Şeyma ÖZKAN ....................................................................225-247

Kitap Değerlendirmeleri

Açıklamalı Eski Harfli Türkçe Matbû Tasavvuf Kitapları Bibliyografyası ...................................................249-250

Muharrem Varol, Islahat Siyaset Tarikat: Bektaşiliğin İlgası Sonrasında Os-manlı Devleti’nin Tarikat Politikaları (1826-1866)

Fatma Sena YÖNLÜER .....................................................................251-257

Beşir Ayvazoğlu, Yunus Ne Hoş Demişsin

Ekrem SAKAR ...................................................................................259-262

Mustafa Altunkaya, Bahru’l-Ulûm Tefsirinin (Ali Semerkandî) Tasavvufî Açıdan İncelenmesi

Öncel DEMİRDAŞ ............................................................................263-266

Page 5: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

Metin Neşri

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den

Yaptığı Tercümeler

M. Nedim TAN*

Sûfîlerin öne çıkan niteliklerinden biri bilgi ve gerçekliğe nasılsa öylece ulaşmayı mümkün görmeleri, hattâ bunun ilâhî bir taleb olduğunu kabûl etmeleridir. Bu yüzden tasavvuf târihi, bir bilgi kaynağı olarak keşf ve müşâhedenin farklı devirlerde çeşitli tavırlarla kendini dışavuruşunun sa-yısız örneğine sâhiptir. Bilmek, bulmak ve olmak şeklinde ifâde edilen bir ilerleyiş vardır ve bu süreç tüm kābiliyetleri kuşattığından pek çok insânî unsur tasavvuf bünyesinde kendine yer bulur. Bu unsurlar içerisinde sûfîlerin dilin imkânlarını büyük bir konu çeşitliliğiyle buluşturarak orta-ya koydukları eserler her zaman için dikkate değer bir yekün oluştururlar. İbnü’l-Arabî (ö. 638/1240) ve Abdülkerîm el-Cîlî (ö. 832/1428) gibi sûfî müellifler tasavvufî bilgi ve gerçeklik anlayışının yetkin kalemlerinden sa-yılmaları sebebiyle onlara âit metinler halefleri tarafından merak ve hür-metle okunmuş, ilgili okumalar çeşitli hacimlerdeki tercümeleri sonuç ver-miştir. Biz bu literatüre bir örnek olarak Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in önce hayâtı ve çevresi hakkında ulaştığımız bilgileri aktaracak, ardından İbnü’l-Arabî ve Abdülkerîm el-Cîlî’nin metinlerine dönük tercüme faali-yetleri üzerinde durup bu tercümelerden üçünün çeviri yazısını sunacağız.

Mukayyid İsmâil Hakkı Efendi’nin (ö. 1335/1919)1 oğlu olarak 1287/1870-

1 Hâdimli Mehmed Vehbi Efendi’nin (1862-1949) kayınpederi ve Nakşbendî şeyhi Hacı Him-met Efendi’nin (ö. 1279/1862) damâdı olan İsmâil Hakkı Efendi, Ziyâ Paşa’nın (1829-1880) Konya valiliği sırasında nüfus dâiresi kâtipliği yapmasından ötürü “mukayyid” unvânıyla tanınmıştır. Uzlete meyilli ve ibâdete düşkün bir kimse olarak târif edilen, ancak ilmî mu-hitleri de tâkip eden İsmâil Hakkı Efendi hattatlık yaparak sülüs, nesih ve ta’lik yazmış, pek çok risâleyi herhangi bir çıkar gözetmeksizin istinsâh etmiştir. Bk. Mehmet Ali Uz, Konya Âlimleri ve Velîleri, Konya: Şems Yay., 2004, s. 340. Uz’un çalışmasının içeriği http://konya-

* Yrd. Doç. Dr., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ([email protected])

Page 6: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

152

M. Nedim TAN

1871 yılında Konya’nın Şems-i Tebrîzî mahallesinde dünyâya gelen Topçuzâde Mehmed Ârif Bey, Hacı Habib mahallesindeki Taş Mektep’te ilk tahsilini ve berâberinde hâfızlığı tamamladıktan sonra Rüşdiye Mektebi’ne devâm et-miş, bu esnâda Konya’nın ünlü hattatlarından Özdemirî Medresesi müderrisi Başaralızâde İbrâhim Hakkı Efendi’den (ö. 1309/1893) hat meşk ederek sülüs, nesih ve ta’lik icâzetleri almıştır. Nitekim 1307/1889 yılında II. Abdülhamid’in fermânı ile tâmir edilen Alâeddin Câmii duvarındaki yazılar kendisine âittir.2 1891 yılında İstanbul’a gelen ve başta Fatih Medresesi’ndeki halkalar olmak üzere pek çok ilmî meclise iştirâk eden Ârif Bey, Dârülfünûn İlâhiyât şûbesinden de iyi derece ile mezun olduktan sonra ilgili imtihanları başarı ile geçerek Dârüşşafaka, Kuleli Askerî İdâdîsi, Nişantaşı, Galatasaray, Adana ve Konya Sultânîlerinde Arapça ve Farsça öğretmenliği yapmaya başlamıştır. Ârif Bey’in, öğretmenliğin yanı sıra dönemin sosyal-siyâsî meseleleriyle de ilgili olduğu, belli çevrelerle temas kurarak dernek ve yayın faaliyetleri içerisinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim onun II. Meşrûtiyet döneminde kurulan Cem’iyyet-i İlmiyye-i İslâmiyye’nin üyeleri arasında yer alması, ayrıca bu topluluğun yayın organı olan Beyânü’l-Hak’ta yazılarının çıkması bu türlü faaliyetleri hakkında fi-kir vericidir.3 Meselâ Beyânü’l-Hak’ta neşredilen bir yazısında Buchner’in Madde ve Kuvvet adıyla tercüme edilen eserine karşı Harputîzâde Hoca Mustafa Efen-di tarafından kaleme alınan Red ve İsbât isimli reddiyeyi4 över ve herkesin bu kitaptan birer tâne edinip dikkatle okumasını tavsiye eder.5 Derginin edebiyat

ninalimvehocalari.konyacami.com/ adresinden taranabilmektedir. Biz Ârif Bey hakkındaki ilk bilgilere Mehmet Ali Uz’un bu çalışması vâsıtasıyla ulaştık ve onun sunduğu bilgileri hem kendisinin atıf yaptığı kaynaklara giderek hem de farklı bilgilere ulaşarak zenginleştirmeye çalıştık. Elbette arşiv belgeleri ve sicil kayıtlarına uzanacak bir çalışmayla Ârif Bey hakkında daha kapsamlı bilgilere ulaşılabilecektir.

2 Alâeddin Câmii’nin doğudaki kapısından girildiğinde görülen “yâ müfettiha’l-ebvâb iftah lenâ hayre’l-bâb” yazılı sülüs levhanın altında كتب هذه الخطوط محمد عارف بن إسماعيل أفندى غفر اهلل كتب minârenin önünden avluya açılan kapının sağındaki “çift vav” altında ise , له ولوالديه ١٣٠٨ له ولوالديه ketebeleri vardır. Bu جميعه حافظ عارف بن إسماعيل حقى أفندى القنوى العارف بطوبجى زاده غفر اهللهbilgiler 1890 yılı îtibâriyle Ârif Bey’in hâfız ve hattat olarak tanındığını göstermektedir. Bk. İbrahim Hakkı Konyalı, Âbideleri ve Kitâbeleri ile Konya Tarihi, Konya: Yeni Kitap Basımevi, 1964, s. 306.

3 Uz, Konya Âlimleri ve Velîleri, s. 397; Mehmet Ferit Uğur, “Muallim Mehmet Arif”, Konya Hal-kevi Aylık Kültür Dergisi, sayı: 39, 1942, s. 63-64; Veli Sabri Uyar, “Hattatlar Armağanı”, Konya Halkevi Aylık Kültür Dergisi, sayı: 93-94, 1946, s. 24-25.

4 Eser hakkında bk. Harputîzâde Hacı Mustafa Efendi, Red ve İsbât, haz. İ. Hakkı Kaynak, Kon-ya: Çizgi Kitabevi, 2014.

5 “Bir Tavsiye-i Mühimme”, Beyânü’l-Hak, sayı: 161, 17 Cemâziyelâhir 1330 [3 Haziran 1912],

Page 7: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

153

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

kısmında yer alan bir diğer yazısında Ramazan ayının insana kazandırdığı ulvî mâhiyeti ve ibâdetin insana yüklediği değeri belâgatli bir üslupla dile getirmeye çalışır.6 Kahvehâneleri konu edinen bir yazısında ise hem Meşrûtiyet öncesinde-ki sosyal sıkıntıları hem de serbest zamânın şer’an yerilmiş uğraşlara göre değil ahlâken kişiyi yücelten unsurlara göre düzenlenmesi gerektiğini anlatır.7

Ârif Bey, Cem’iyyet-i İlmiyye-i İslâmiyye faaliyetleri berâberinde Şûrâ-yı Evkaf âzâlığı yapmış, 1918’de İstanbul’un işgal edilmesi sebebiyle kısa bir dönem Konya’ya dönerek burada İnhisarlar Dâiresi muhâkemât mü-dürlüğünde bulunmuş, Ankara hükümetinin teşekkülüyle birlikte önce Şer’iyye Vekâleti’nde sonra Diyânet Riyâseti’nde sicil ve memûrîn müdür-lüğü vazîfesine atanmış, yeniden İstanbul’a geldiğinde ise Darüşşafaka Lisesi’nde kütüphâne müdürlüğü görevini üstlenmiştir. 1935 sonrasında Konya’ya dönen ve Şerâfeddin Câmii ile Kapı Câmii’nde vaazlar veren Ârif Bey hiç evlenmemiş olup uzun süre çektiği kalb rahatsızlığı sebebiyle 1 Şubat 1942’de vefât ederek Musallâ Mezarlığı’na defnedilmiştir.8 Kendisi-ni yakından tanıyan ve bir başka yazarın “Mehmed Ârif hocamıza ahlâkı

s. 2844. Yazının sonunda “Mekâtib-i i’dâdiyye Arabî muallimlerinden ve Dârülfünûn İlâhiyat şu’besi me’zûnlarından Mehmed Ârif” künyesi vardır. Beyânü’l-Hak’ın ilgili sayılarına sureli.mkutup.gov.tr adresinden ulaştık.

6 “Vedâ’-ı Ramazân”, Beyânü’l-Hak, sayı: 4, 30 Ramazan 1326 [26 Ekim 1908], s. 63-64. Ya-zının sonunda “Cem’iyyet-i İlmiyye Efrâdından Mehmed Ârif” künyesi vardır. Ârif Bey bu yazısını “Bayram” başlıklı şu şiirle bitirmiştir:

Bir vakt-i meserretin ân-ı hulûlüdür Müjde, sıyâmın işte nişân-ı kabûlüdür Mü’min sürûr-ı îd ile lebrîz-i ibtihâc Lehv u lu’b ile kesb-i neşâta yok ihtiyâc Ey Hâlık-ı zemîn ü semâ Rabb-i Zü’l-celâl Sen ümmet-i Muhammed’e gösterme hiç melâl Her türlü mes’adetle mübeşşer kıl anları Geçsin kemâl-i izz ile devr ü zamânları

7 “Mezbaha-i Ahlâkiyyeler yâhud Kahvehâneler”, Beyânü’l-Hak, sayı: 19, 12 Muharrem 1327 [3 Şubat 1909], s. 433-435. Ârif Bey yazısında Abdullah Ensârî Herevî’ye atfedilen bir nasîhate de yer verir: “Meşâhir-i evliyâullâhdan Şeyh Abdullah Ensârî hazretlerinin Nesâyih ve Münâcât ismindeki risâle-i âliye-i ahlâkiyyesinde, ،آیینه نظر کن بامدادی که برخیزی در ای درویش، buyuruluyor ki Türkçesi, ‘Ey اگر رویت خوبست کار زشت مکن، و اگر زشتست دو کار زشت بهم جمع مکنdervîş! Sabahleyin kalktığında âyîneye bak. Eğer yüzün güzelse fenâ işleri irtikâb etme; ve eğer çirkinse iki fenâlığı bir yerde cem’ etme.’ demektir.”

8 Uz, Konya Âlimleri ve Velîleri, s. 397-398; Uğur, “Muallim Mehmet Arif”, s. 63-64; Uyar, “Hat-tatlar Armağanı”, s. 24-25.

Page 8: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

154

M. Nedim TAN

pek benzerdi” diye nitelediği9 Konya maârif müdürlerinden Mehmet Ferit Uğur (1880-1942), Ârif Bey’in vefâtı üzerine kaleme aldığı yazıda onun kişiliğini şöyle anlatır:

“Muallimlikle iftihâr eden Bay Ârif üç şark dilinin inceliklerine, derinlikleri-ne vâkıf idi. Arapça ve Farsçayı bir Mekkeli ve bir Şîrazlı bilgin gibi fesâhat ve belâgatle konuşabiliyordu. İstanbul’da çok oturduğu cihetle oranın şîvesini tamâmen almış ve fesâhate merâkı dolayısıyla kelimeleri lugat kitaplarında-ki yazılışlarına göre söylemeyi îtiyad edinmişti. Binâenaleyh huzûrunda biri bir kelimeyi mahallî lehçeye veyâ bugünün kabûlüne göre telaffuz etse bir münâsebet düşürerek onu tashîhe çalışırdı. İfâdesi açık ve sesinin tonu tatlı olduğundan herkes onu seve seve dinlerdi. Hâfızası gāyet kuvvetli idi. Kırk elli sene evvel bizzat şâhidi olduğu vak’alar ile işittiği hikâyeleri noksansız, kusur-suz nakledebiliyordu.10 Meclisinden sıkılmak hâtıra gelmezdi. Onun meclisi dâimâ neş’eli, safâlı bir sohbet meclisi idi. Hocamızda taklid kābiliyeti de fazla olduğundan îcâbında bir milletin sözlerini, seslerini, tavır ve edâlarını aynen canlandırabiliyordu. Bununla berâber vakarına sâhipti. Olur olmaz yerde otur-maz, her dâvete icâbet etmez ve herkesle senli benli konuşmazdı. Haysiyetine, şerefine halel verecek en ufak söz ve hareketten münfail olur ve derhal kar-şılığını verirdi. Efkârının hudûdu genişti. Ham sofulara, riyâkâr vâizlere çok kızardı... Merhûm İstanbul’u çok iyi tanıyordu. Son kırk elli sene içinde yetiş-miş ulemâyı, şuarâyı, meşâyihi, hattatları, nakkaşları bize tatlı tatlı anlatırdı.”11

9 Muvaffak S. Onat, “Muallim Mehmet Ârif ve Muallim Mehmet Ferit’e Dâir Birkaç Hâtıra”, Konya Halkevi Aylık Kültür Dergisi, sayı: 40, 1942, s. 24.

10 Ârif Bey’in hâfıza kuvvetiyle ilgili bir diğer hâtıra şöyledir: “Cem’iyyet-i İslâmiyye’de bir top-lantı yapılır. Bu toplantıda Rum Patriği de bir konuşma yapar, fakat kimse bir şey anlamaz. Ârif Bey bir bahâne ile bu toplantıyı erteler. Mehmed Ârif Bey, bu bir hafta içerisinde Rumca-yı öğrendiği gibi, Rum kāmûsunu da ezberler. İkinci toplantıda Ârif Bey, Rumca bir konuşma yapar ve patriğe cevap verir.” Uz, Konya Âlimleri ve Velîleri, s. 397.

11 Uğur, “Muallim Mehmet Arif”, s. 63-64. Muvaffak S. Onat, Ferit Uğur’a ilâveten şu hâtıralarını nakleder: “Son derece nâzik, fevkalâde mütevâzi ve pek ziyâde bilgiye mâlikti... Dâimâ neş’eli bir meclis yaratırdı. Dînî bahisleri ve şiir hakkında konuşmayı bilhassa severdi. Arapça ve Farsçaya fevkalâde vukūfu vardı. İngilizceyi de bilirdi. Bir gün kendisine ‘hads’ keli-mesinin bâzen hadis, bâzen de hades gibi kullanıldığını, acabâ hangisinin doğru olduğunu sormuştum. Tam elli dakika bilâ-fâsıla hads ‘intuition’ kelimesini, bütün iştikākları ve bü-tün kullanma şekilleri ile birlikte îzah etti. Bu arada sekiz muhtelif şiir okuyarak metinler dâhilinde dahi bu kelimenin istîmâl tarzını gösterdiğini ve otuz kadar müştak kelime yazdığı-nı hatırlarım. Ciddî ve pek vakur olmakla berâber, ince ve zarif nükteler, kinâyeler ve târizler dahi yapardı. Son derece kibardı, söyleyeceği hakîkatleri bile belki kırılan bulunur diye tatlı bir remizle ifâdeye çalışırdı. Bir gece bir arkadaşın evinde toplanmış, üstaddan ‘marace’l-bahreyn’ sûresinin tefsîrini ricâ etmiştik. Büyük bir tevâzu ve memnûniyetle ricâmızı kabûl etti; ve hiç sıkmayan, bilakis sürükleyen bir edâ ile bir buçuk saat kadar söyledi. Şark ve

Page 9: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

155

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

Babasının Nakşbendî şeyhlerinden Hacı Himmet Efendi’ye dâmat oluşun-dan hareketle Ârif Bey’in tasavvuf kültürünü yakından tanıdığı düşünülebilir-se de onun bu yöndeki kabullerini farklı bir mertebeye ulaştıran Ahmed Amiş Efendi (1807-1920) ile karşılaşmasıdır. Osman Nûri Ergin’in (1883-1961) ta-nıklığına göre Ârif Bey, idâdî ve sultânîlerdeki öğretmenliğini sürdürürken bâzı seçkin kimselerin çocuklarına özel dersler vermekteydi. Bunlar arasında II. Abdülhamid’in kâtiblerinden olan ve Ahmed er-Rifâî’nin el-Burhânü’l-müeyyed ile Mecâlisü’s-seniyye’sini Türkçeye kazandıran Kudsîzâde Halepli Kadri Bey’in12 oğlu da vardır. Bir gün çocukta rastlanan ve anlam verilemeyen bâzı sıkıntıların kalkması için duâ talebiyle Ahmed Amiş Efendi’nin huzûruna gönderilen Ârif Bey, karşılaştığı muâmelenin ve duyduğu sözlerin sıra dışı tabîatı sebebiyle bâzı kabulleri sarsıldığından galeyâna gelerek tepki gösterir. Bu tepkisine karşılık Amiş Efendi’nin gāyet sâkin bir şekilde “vaktin gelince sen de anlarsın” deme-sinden etkilenen Ârif Bey’in o olaydan sonraki hayâtı farklı bir tasavvufî neşve üzere devâm eder. Bu değişikliği Ergin şöyle anlatmaktadır:

“İşte bu Ârif Efendi, zamanla tasavvufa da sülûk ederek, Ahmet Amiş Efendi’nin irtihallerinden sonra yerine türbedâr olan Mehmed Efendi’ye intisâb etmiş ve diğer mutasavvıflarla düşüp kalkmaya başlamıştır... Sonraları Şeyh-i Ekber’in Tuhfetü’s-sefere ilâ hazreti’l-berere’sini ve yine bu muharririn vahdet-i vücûdun ta kendisini gösteren عينها وهو شياء األ أوجد من vecîzesini şerh ve vahdet-i سبحان vücûd nazariyesini îzâh etmek üzere, Salâhaddin Uşşâkî tarafından Arapça yazılmış olan Miftâhu’l-vücûd ilâ nihâyeti’l-maksûd adındaki risâleyi Türkçeye çevirmiş, Abdülkerim Cîlî’nin el-İnsânü’l-kâmil’inden rûh bahsini tercüme et-miştir. Benim ricâm üzerine, yine Muhyiddîn İbn Arabî’nin en meşhur eser-lerinden olan Ankāu muğrib’i de Türkçeye çevirmeye başlamış ve on sekiz sa-

garb din adamlarının ve filozoflarının aynı mevzû üzerindeki fikirlerini söyleyerek, mukābil ve mütekābil tenkidlere işâret ederek sûreyi şerh ve tefsîr etti. Sonunda ise bize söylediği cümleler şu oldu: ‘Bu yaptığım tefsîr dokuz-on kademe daha derinleştirilerek yapılabilir. Be-nim sizlere yaptığım îzah birinci kademedir. Üçüncü kademeden îzâha benim salâhiyet ve kudretim yetişmez. İkinci dereceden îzah için ise sizin bir parça karbonat almanız lâzımdır.’ Muhterem hocamız bu sûretle, biraz daha derinleşirsem siz anlayamaz ve hazmedemezsiniz dememiş, karbonata ihtiyaç hâsıl olur diye remzî bir ifâde kullanmıştı. O, târizlerinde de zarif ve remzî idi; kinâyeli konuşmayı pek severdi.” Onat, “Muallim Mehmet Ârif ve Muallim Mehmet Ferit’e Dâir Birkaç Hâtıra”, s. 23-24.

12 Tercüme ettiği kitapların künyeleri: el-Burhânü’l-müeyyed li-sâhibi meddi’l-yed, trc. Kudsîzâde Kadrî Efendi [Mâbeyn-i hümâyûn-ı cenâb-ı mülûkâne ikinci kâtibi], Matbaa-i Tersâne-i Âmire, 1303/1886; Mecâlis-i Hazret-i İmâm Rifâî, trc. Kadrî [Kâtib-i Sânî-yi Cenâb-ı Şehriyârî], İstanbul: Ma’lûmât Matbaası, 1313/1896. Bu zât hakkında bk. Mehmed Süreyyâ Bey, Sicill-i Osmânî yâhud Tezkîre-i Meşâhîr-i Osmâniyye, İstanbul: Matbaa-i Âmire, 1311/1893, IV, 56.

Page 10: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

156

M. Nedim TAN

hifesini bitirmişti. İstanbul’u terketmesi üzerine tercümeye devam edemedi. Kendi el yazısı ile olan bu tercümeler husûsî kütüphânemdedir.”13

Mehmed Ârif Bey’in tasavvufî muhîti hakkındaki diğer bir tanıklık ise son dönem sûfîlerinden ve Ârif Bey’in tercümelerinin müstensihle-rinden olan Ahmet Sâdık Yivlik’e (ö. 2002) âittir. Ahmet Sâdık Efendi, Darüşşafaka’da okurken okul kütüphânesinin müdürü ve muhtemelen artık tasavvuf halkalarının müdâvimi olan Ârif Bey kendisinin sorumlu-luğunu üstlenmiştir. Ârif Bey, Yivlik’i önce Abdühakîm Arvâsî’ye teslim etme niyetiyle Eyüp Kaşgarî Dergâhı’na götürür, ancak zuhûrât bu niyetin gerçekleşmemesi yönünde olunca bu defa onu alıp Tâhir Ağa Dergâhı’na getirerek Ali Behçet Efendi’ye teslim eder. Ahmet Sâdık Yivlik, bu vesîleliği dolayısıyla ömür boyu Ârif Bey’e hayır duâda bulunduğunu söylemiştir.14 Yivlik, bir başka sohbetinde Ârif Bey’in havas ilmiyle meşgul olduğunu ve hattâ kendisinin de bu yönde bir meyil taşıdığını, fakat aldığı îkaz sebebiyle işin kitâbî vechesini ilerletmediğini anlatmıştır. Bu kayda göre muhteme-len Ârif Bey’in havas ilmi ya da tasavvufun sırlı mevzûalarına dâir tercüme ettiği başka metinler bulunmakta ve metinler ilgili tekkenin kitaplığında ya da o halkadan çıkmış kimselerin elinde muhâfaza edilmektedir.15

Ulaşabildiğimiz kadarıyla ve Osman Nûri Ergin’in de işâret ettiği üzere Mehmed Ârif Bey, İbnü’l-Arabî’ye atfedilen Tuhfetü’s-sefere isimli risâleyi tamâmen, İbnü’l-Arabî’ye âit olan Ankāu muğrib’in dörtte birlik kısmı-nı, Abdülkerîm el-Cîlî’nin el-İnsânü’l-kâmil’inin “rûh diye isimlendirilen melek”le alâkalı elli birinci bâbını ve bâzı tasarruflarla Abdullah Salâhî Uşşâkî’nin Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’ini Türkçeye tercüme etmiştir. Tercü-melerin -ulaşabildiğimiz kadarıyla- kütüphânelerde rastlanan künyeleri ve muhtevâları şöyledir:

Tuhfetü’s-sefere ilâ hazreti’l-berere tercümesi: Ârif Bey, İbnü’l-Arabî’ye atfedilen ancak günümüzde Ebu’l-Fazl Muhammed b. Abdülhamid el-Bistâmî isimli XV. yüzyıl sûfîlerinden bir müellife âit olduğu anlaşılan16

13 Osman Ergin, Balıkesirli Abdülaziz Mecdî Tolun-Hayâtı ve Şahsiyeti, İstanbul: Kenan Basımevi, 1942, s. 159-160.

14 Yetkin İlker Jandar, “Kâmil Mürşid Nasıl Bulunur, Vasfı Nelerdir?”, http://www.dunyabizim.com [9 Ocak 2013].

15 Yetkin İlker Jandar, “Hâlini Saklamaya Azamî Gayret Gösterirdi”, http://www.dunyabizim.com [7 Nisan 2013].

16 İlgili görüşler, eserin nüshaları, neşirleri ve diğer tercümeleri hakkında bk. İbn Arabî, Tuhfetü’s-sefere-Hakikat Yolcularına Rehber, trc. Hüseyin Şemsi Ergüneş, haz. M. Nedim Tan,

Page 11: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

157

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

bu risâlenin tercümesini muhtemelen 1353 Ramazan’ında, yâni Aralık 1934’te tamamlamıştır.17 Nitekim eserin takdîm sayfasında şöyle der:

“Tuhfetü’s-sefere ilâ hazreti’l-berere nâmıyla mevsûm olan bu kitâb-ı kıymetdâr, Hazret-i Şeyhu’l-Ekber Muhyiddîn-i Arabî et-Tâî el-Hâtimî el-Endelüsî (kaddesallâhu sırrahû) efendimizin müsterşidîne bir hediye ve irşâd-ı girânbahâsı olup o sultân-ı iklîm-i irfânın bir himmet-i kerîmesini niyâz eme-liyle tarafımdan maa’l-acz ve’t-taksîr tercüme edilmiştir. Fî 5 Ramazan 1353 [12 Aralık 1934] Ve ene’l-müftekir ilâ lutfi Rabbihi’l-muktedir Mehmed Ârif ibn İsmâîl el-Konevî afallâhu annâ ve an cemîi’l-müslimîn.”18

Ârif Bey bu tercümesinde eserin Mekteb-i Sanâyî Matbaası tarafın-dan 1300/1883 yapılan neşrini esas almış; kalbin perdeye bürünmesi, zikrullâhın mâsivâya âit yükü azaltması, mürşid-i kâmilin lüzûmu, fenâ ve bekā, feth-i mübîn, ism-i celâl, Allah’ın bir sûret üzere tecellîsi, açlık ve tecerrüd, vuslat gibi konularda metni tavzîh eden şerhler düşmüştür. Bu îzahlarının yanı sıra âyetlere ve hadislere verdiği meâller, ayrıca her türlü Arapça ibâreyi i’râbına uygun olarak yazması ve belâgatli bir üslupla Türk-çeye aktarması tercümesini kıymetlendiren hususlar arasındadır.19

Ankāu muğrib tercümesi: Bu tercüme yukarıda iktibâs ettiğimiz üzere Osman Nûri Ergin’in ricâsıyla yapılmış olup Ergin’in ifâdesine göre Ârif Bey’in Konya’ya dönmesiyle yarım kalmıştır.20 Tercümenin biri Ârif Bey’in hattı, diğeri ise muhtemelen Ergin’in el yazısı olan iki nüshası vardır.21

İstanbul: İz Yay., 2011, s. 11-29.17 Ulaşılabilen nüshaları: Süleymâniye Ktp., Tâhir Ağa Tekkesi, no: 610; Süleymâniye Ktp., Yaz-

ma Bağışlar, no: 6598, vr. 2a-28b; Atatürk Ktp., Osman Ergin, no: 952, vr. 1a-25b. Yazı ka-rakterleri dikkate alındığında Tâhir Ağa Tekkesi ve Osman Ergin nüshalarının müellif hattı olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Ergin, yukarıda iktibas ettiğimiz üzere kendisindeki metin-lerin müellif nüshası olduğunu söylemiştir.

18 Bu takdim yalnızca Tâhir Ağa Tekkesi nüshasının başında mevcut olup nüshanın sonunda “temyîz eden Ahmed Sâdık İskilibî” kaydı bulunmaktadır. Bu kayıttaki ismin yukarıda sözü-nü ettiğimiz Ahmet Sâdık Yivlik olması kuvvetle muhtemeldir.

19 Ârif Bey’in bu tercümedeki katkılarını Hüseyin Şemsi Ergüneş’in üslûbuyla mukāyeseli ola-rak görmek için bk. Tuhfetü’s-sefere-Hakikat Yolcularına Rehber, s. 34-37, 47-49, 55, 68-69, 73, 78-79, 83-87.

20 Ergin, Balıkesirli Abdülaziz Mecdî Tolun, s. 160. Burada Ergin, “on sekiz sahifesini bitirmişti” derken eserin Matbaa-i Rahmâniyye’nin (Mısır) 1353/1934’te yaptığı neşri esas almaktadır.

21 Atatürk Ktp., Osman Ergin, no: 1700; Atatürk Ktp., Osman Ergin, no: 1829, vr. 1b-20b. İkinci nüsha Abdülaziz Mecdî Tolun’un Kitâbü’l-Ma’rife ve Tecelliyât tercümeleriyle bir arada olup katalogda mütercimi meçhul gösterilmiştir. İki nüsha arasında Arapça ibârelerin harekeleri dışında herhangi bir farklılık yoktur.

Page 12: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

158

M. Nedim TAN

Nüshalarda görülen Sırr-ı Mektûm-ı Mahtûm başlığı Ankāu muğrib mukad-dimesindeki el-viâu’l-mahtûm ale’s-sırri’l-mektûm ibâresiyle ilgilidir. Metin bu hâliyle eserin ilk faslının birkaç beyit hâricinde tam bir tercümesidir. Ârif Bey tercümeyi yaparken metne bağlı kalmış, herhangi bir ibâreyi at-lamamış ve kendi eklediği açıklamalar için “li-mütercimihî” kaydını belirt-meyi ihmâl etmemiştir. Nüshayı değerli kılan bir diğer husus, Ârif Bey’in metin inşâsı bakımından Osman Ergin’in atıf yaptığı matbû nüshanın dışına çıkması ve bugünkü çalışmalarla karşılaştırıldığında gāyet isâbetli tercihlerde bulunmasıdır.22 Bu durum Ârif Bey’in elinde Ankāu muğrib’in bir şerhinin var olup olmadığını tespite imkân vermemekle birlikte onun muhtemelen bâzı yazma nüshaları gördüğünü ya da bu eseri sohbetlerine konu eden bir muhît içinde olduğunu göstermektedir. Görebildiğimiz ka-darıyla Ârif Bey’in tercümesine yakın zamanlarda tasavvufî çevreler ilgi göstermiş, metin sâdeleştirme maksatlı bâzı tasarruflarla ve bir kısım çe-viri yazı noksanlıklarıyla birlikte yayınlanmıştır.23

Ankāu muğrib -her ne kadar şifâhî kültürde ve belli bir çevreye yönelik yayınlarda yer yer sözünün geçtiği görülse de- Türkçe literatürde öne çık-mış ve müstakil değerlendirmelere konu edilmiş bir eser değildir. Dolayı-sıyla Ârif Bey’in bu tercümesi literatür açısından büyük değer taşımaktadır. Çünkü eser ihtivâ ettiği mevzûlar ve anlatım üslûbu dolayısıyla velâyetin

22 Tercümeyi neşre hazırlarken metni eserin şu baskılarıyla karşılaştırdık: İbnü’l-Arabî, “Ankāu muğrib fî ma’rifeti hatmi’l-evliyâ ve şemsi’l-mağrib”, Resâilu İbn Arabî, tahk. Said Abdülfet-tah, Beyrut: Müessesetü’l-intişâri’l-Arabî, 2001, IV, 85-162; İbnü’l-Arabî, Kitâbu hatmi’l-velâye: Ankāu muğrib, tahk. K. Mahmud Abbâs, Dımaşk: Dârü’l-Medâ li’s-Sekāfe, 2004. Ancak Ârif Bey’in metni, tahkîk değeri taşımayan bu neşirlerle değil Elmore’un çalışmasındaki me-tin inşâsıyla uyuşmaktadır. Dolayısıyla Ankā metni ile ilgili bir okuma yâhut karşılaştırmanın artık Arap dünyâsında yapılan neşirlerle yetinilerek değil Elmore’un çalışması merkeze konu-larak yapılması gerektiği söylenmelidir. Bk. Gerald T. Elmore, Islamic Sainthood in the Fullness of Time: Ibn al-Arabi’s book of the Fabulous Gryphon, Leiden: Brill, 1999.

23 Metni günümüz diline çevirme denemesi için bk. http://ismailhakkialtuntas.com/2012/05/15/sirr-i-mektum-u-mahtum-uzeri-muhurlenmis-gizli-sirlar/. Osman Ergin, no: 1829 nüshasına dayanan ve mütercim adı anılmayan bu metinde çeşitli tasarruflarda bulunulmuş olup eserin orijinal metniyle karşılaştırma yapılmamasından kaynaklanan bâzı okuma ve anlamlandırma hatâları vardır. Metni Ankāu muğrib olarak değil Tedbirât-ı İlâhiyye’nin bir devâmı olarak sunan, yer yer çeviri yazı yönü öne çıkmakla birlikte yaklaşık dörtte birlik kısmın noksan olduğu bir neşir denemesi için bk. Bursalı Mehmed Tâhir-Salâhî Uşşâkî, İbn Arabî Hazretleri, haz. T. Galip Seratlı, Konya: Kardelen Yay., 2011, s. 109-132. Kitap içinde bu bölüm “Hazret-i Muhyiddin Arabî Efendimizin Tedbîrât-ı İlâhiyye kitabına ilâve açıklamaları” başlığıyla verilmiş, müterci-min kimliği ve esas alınan nüsha hakkında herhangi bir bilgi verilmemiştir.

Page 13: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

159

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

mânevî ya da dikey târihine ilişkin doğrudan bilgiler içeren “sırlı” bir me-tin olarak kabûl edilmiş, tarîkat kültürüne mâl oluşu da bu “sırlı” kimliği üzerinden gerçekleşmiştir.24 Ankāu muğrib’in bu yönüyle tanınmasında, ricâlü’l-gaybın mertebeleri ve tasarrufları, velâyetin dünyâ üzerindeki dev-releri ve merkezî temsilcileri gibi konularda İbnü’l-Arabî’nin alışılmışın dı-şında bir tarz benimseyerek mânevî otorite arayışını tahkîm eden bir üs-lup kullanmasının büyük payı vardır. Kriz dönemlerinde harâretlenen ve çeşitli iddiâlar eşliğinde tekrar tekrar üretilen gündemleri İbnü’l-Arabî’nin Ankāu muğrib ve benzeri eserlerindeki muhtevâ ile delillendirmek ya da meşrûlaştırmak arzusu, eserin tasavvuf târihindeki fikrî süreklilik açısın-dan durduğu yerin tespit edilememesini sonuç vermiştir.25 Ârif Bey’in ter-cümesi kısmen de olsa esere nüfûz açısından farklı sâiklerin ve gündem-lerin önünü alan, muhâtabını doğrudan İbnü’l-Arabî’nin dünyâsına ileten bir mâhiyettedir. Ancak Ankāu muğrib, -İbnü’l-Arabî’nin geçmişte tarîkat kültürünün beklentilerine, günümüzde ise bâzı dindarlık tiplerinin gün-demlerine ilhâm oluşundaki hareket noktalarını tanımak mühimse de- her şeyden önce Endülüs’te şekillenen tasavvufî meseleler çerçevesinde anlaşılması gereken ve ihtivâ ettiği bütün unsurlar Fütûhât ile mukāyeseli olarak ele alınmayı bekleyen bir metindir. Biz de Ârif Bey’in tercümesi-ne düştüğümüz açıklayıcı dipnotlarda eserin bu yönünü sunmaya gayret ederek özellikle Türkçe literatürü öne çıkardık ve Elmore’dan farklı ola-rak Fütûhât ile Dîvân’a atıflar yapmak sûretiyle eserin İbnü’l-Arabî’nin külliyâtıyla irtibâtını kısmen de olsa göstermeye çalıştık.

el-İnsanü’l-kâmil’in “rûh” bahsinin tercümesi:26 Abdülkerîm el-Cîlî, tasavvufî tavrını “hakîkat-i Muhammediyye”nin anlatılmasına tahsis etmiş ve bütün eserlerini bu merkez etrâfında toplamış bir sûfîdir.27 el-İnsânü’l-kâmil’in rûh hakkındaki bâbı da “hakîkat-i Muhammediyye”nin bir vechi olarak rûh ve insân-ı kâmille alâkalı temel fikirleri ve tecrübeleri yansıtır. Ârif Bey, Cîlî’nin remizlerle ve zamirlerle örülü metnini -meselâ Abdülaziz Mecdî Efendi’nin yaptığı gibi- mümkün olduğunca kısa cümlelerle çevirme-

24 Bu algının en bilinen örnekleri olarak Pîr Ali Aksarâyî (ö. 945/1539), Karabaş Velî (ö. 1097/1686) ve Niyâzî-i Mısrî’nin (ö. 1105/1694) mertebelerine dâir Ankāu muğrib’den bulu-nan işâretler için bk. Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ, II, 471; IV, 31-32; V, 85.

25 Elmore, Islamic Sainthood in the Fullness of Time, s. 3-12.26 Ulaşabildiğimiz nüshası: Atatürk Ktp., Osman Ergin, no: 952, vr. 27b-36b.27 Bu tespit için bk. Abdullah Kartal, Abdülkerîm Cîlî-Hayâtı, Eserleri, Tasavvuf Felsefesi, İstan-

bul: İnsan Yay., 2003, s. 35-36.

Page 14: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

160

M. Nedim TAN

yi tercîh etmemiş, kendi üslûbunu asıl metne yansıtarak Cîlî’nin ihâtasını gözeten bir tercüme ortaya koymuştur.28 Metnin akışından eserin Bulak baskısının esas alındığı düşünülebilir, ancak Ârif Bey’in elinde farklı nüs-haların bulunması da uzak ihtimâl değildir. Rûh hakkında suâlin mâhiyeti, Allah’ın celâl ve cemâli, rüyâ ile ahlâmın farkı, Hakk’ın huzûrunda takı-nılması gereken edebler, bilinenlerin dışında bâzı ilâhî isimlerin varlığı, Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanmaya dâir rivâyetin farklı vecihleri, kutbiyyet ve hurûf-ı âliyât gibi meselelerde Ârif Bey tarafından metin üzerinde dü-şünüldüğünü ya da sohbet meclislerinde okunduğunu gösteren îzahlar eklenmiştir. Dikkatli bir okuyucu bu bâbın tercümesinde İbnü’l-Arabî’den ve İbnü’l-Fârız’dan izler bulacak, tarîkat kültürüne mâl olan bâzı fikirlerin îzâhıyla karşılaşacaktır.

Miftâhu’l-vücûd ilâ nihâyeti’l-maksûd: Nüshada29 bu isimle kaydedilmiş olan eser, Abdullah Salâhî Uşşâkî’nin (ö. 1197/1782) Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher fî tevcîhi kelâmi’ş-Şeyhi’l-ekber adlı risâlesinin tercümesi olup, İbnü’l-Arabî’nin çeşitli tartışmalara sebep olan “eşyâyı îcâd eden Zât’ı tesbîh ede-rim ki O, eşyânın aynıdır” meâlindeki شياء وهو عينها sözünün سبحان من أوجد األte’vîli hakkındadır. Ârif Bey bu tercüme için yazdığı girizgâhta şöyle söyler:

ة بأمر حضرت شيخ الوحيد والمرشد الفريد في زمانه بهجت افف سالة المهم ترجمت هذه الر

د عارف إبن إسماعيل تعالى وأسكنه في جنانه، وأنا المفتقر إلى لطف ربه القدير محم رحمه اهلله

له ولوالديه، آمين. القنوي غفر اهلله

[Ben, Rabb-i kadîrin lutfuna muhtaçlığının farkında olan Mehmed Ârif b. İsmâil el-Konevî (Allah onu ve ebeveynini bağışlasın); bu mühim risâleyi, kendi devrinde emsâli az bulunur bir mürşid olan ârif-i yegâne Behcet Efendi’nin (Allah ona rahmetiyle muâmele etsin ve cennetin yüce mertebelerine yerleştirsin) emriyle tercüme ettim.]

Bu girizgâhta Tâhir Ağa Tekkesi’nin son şeyhi ve pek çok tarîkatı şah-sında cem’etmiş olan Ali Behcet Efendi’den (1860-1935) merhûm sıfatıyla söz edilmesi tercümenin en erken 1935 yılında yapıldığını göstermektedir. Ayrıca bu satırlar, Ârif Bey ile Behcet Efendi’nin arasındaki münâsebetin bir te’yidi olup onun İstanbul’daki son yıllarında münâsebeti sürdürdüğü sûfî muhitlere dâir fikir vermektedir. Ârif Bey, Miftâhu’l-vücûd metninde diğer

28 Ârif Bey’in üslup farkını diğer tercümelerle karşılaştırmak için hazırladığımız neşrin ilk pa-ragrafına eklediğimiz dipnota bakılabilir.

29 Ulaşabildiğimiz nüshası: Atatürk Ktp., Osman Ergin, no: 952, vr. 38a-50a.

Page 15: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

161

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

tercümelerinden farklı olarak yer yer meâlen ya da muhtasar sayılabilecek bir üslup benimsemiş, bu yüzden bâzı cümleleri orijinal metinle karşılaştırıl-dığında muğlak sayılabilecek bir anlatım ortaya koymuştur. Rastlanan bâzı muğlak kısımların esas alınan nüsha ile alâkalı olduğunu düşünerek metni hazırlarken önce Salâhî Efendi’nin ilgili risâlesinin tahkîkine başvurduk,30 ardından elimizdeki metni son dönem sûfîlerinden Mehmet Hazmi Tura’nın (1882-1960) tercümesi31 ile karşılaştırdık.32 Miftâhu’l-vücûd, yalnızca reddi-yelere ve müdâfaalara konu olmuş bir ibârenin şerhi olması dolayısıyla değil, aynı zamanda vahdet-i vücûdun esaslarından biri üzerinde durması sebebiy-le dikkatle okunması ve atıflarının izi sürülmesi gereken bir metindir.

Mehmed Ârif Bey, tercüme üslûbundan anlaşılacağı üzere temel aldığı metinlerdeki edebî seviyeyi yansıtmaya önem veren ve tasavvufî neşve ile dönem İstanbul’undaki eski edebiyat çevrelerinin dil zevkini içiçe katan bir mütercimdir. Hangi türden olursa olsun bütün Arapça ibâreleri harekele-reyerek yazmaya çalışması, bâzen i’râb vecihlerini bâzen de mefhum bakı-mından îzâha muhtaç kısımlarını belirten açıklayıcı ilâvelerde bulunması ve metne sözü edilen mânâların tahakkukunu murâd eden duâlar eklemesi onun yaptığı tercümelere verdiği emeğin göstergesidir. Esas alınan metin-deki îzah gerektiren kısımlar Ârif Bey tarafından yalnızca düşülen dipnotlar yoluyla değil, tercüme içerisinde bâzen kavram genişletme yoluyla bâzen de ara cümleler eklenmek sûretiyle ikmâl edilmiştir. Mehmed Ârif Bey’in bu tercümeleri, İbnü’l-Arabî’nin mîrâsına yakınlaşma adına bir değer olmasının yanı sıra tekkelerin kapandığı bir dönemde, 1930’lu yılların İstanbul’unda bâzı sûfî muhitlerin içine girdiği fikrî çabaların bir göstergesi niteliğindedir. Temennîmiz Mehmed Ârif Bey’in -eğer varsa- diğer tercümelerinin yâhud tasavvuf muhtevâlı yazılarının gün yüzüne çıkmasıdır.

30 Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’in tahkikli metni için bk. Semih Ceyhan, Abdullah Salâhî Uşşâkî’nin Vücûd Risâleleri, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), MÜSBE, İstanbul 1998, s. 1-12 (Arap-ça metin kısmı).

31 Osman Türer-Cengiz Gündoğdu, “Salâhaddîn-i Uşşâkî’nin Vahdet-i Vücûd’la Alâkalı İki Risâlesinin Arapkirli Hazmî Tarafından Yapılan Tercümesi”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araş-tırma Dergisi, sayı: 23, 2009, s. 601-639.

32 Ârif Bey’in bu tercümesi, T. Galip Seratlı tarafından Ahmet Sâdık Yivlik istinsâhı esas alınarak bâzı tasarruflarla birlikte neşredilmiştir. Bk. Bursalı Mehmed Tâhir-Salâhî Uşşâkî, İbn Arabî Hazretleri, s. 133-158. Esas aldığımız nüshanın iki yerinde satır atlamadan kaynaklanan ek-siklikleri bu yayından istifâde ile tamamladık ancak bu yayında da -meselâ s. 137, 142, 146-147, 153’te görüleceği üzere- bâzı satır ve cümle eksikliklerinin mevcûdiyeti sözkonusudur.

Page 16: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations
Page 17: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

Sırr-ı Mektûm-ı Mahtûm Tercümesi

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey

Page 18: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations
Page 19: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

165

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

Sırr-ı Mektûm-ı Mahtûm Tercümesi

بسم اهلله الرحمن الرحيمSırr-ı mektûmu muhtevî ve üzerine mühr-i ilâhî vurulan zarf.

İmâmü’l-evliyâ, ârif billâh, Ebû Abdullah Muhammed bin Alî bin Muham-med ibnü’l-Arabî et-Tâî el-Hâtimî el-Endelüsî, Şeyh-i Ekber Muhyiddîn (kaddesallâhu sırrahu’l-azîz bi-Muhammedin ve âlihî) diyor ki:

حمدت إلهي والمقام عظيم فأبدى سرورا والفؤاد كظيم Yâ Rab! Sana arz-ı şükrân ettim, makām-ı celâletin pek büyüktür. Yâ Rab! Bu şükrân meserret-i mahsûsa izhâr, fuâdım da onu hazm etti.

وما عجبي من فرحتي حين قورنت بترحة قلب حل فيه عظيمKüdûret-i kalbiyye ile berâber takrîb ettirildikte Zât-ı azîmü’ş-şân’ın kalbe sığmasından mütehassıl ferah ve sürûra taaccüb etmedim.

ولكنني من كشف بحر وجوده عجبت لقلبي والحقائق هيمFakat hakāyık şeb-i yeldâ-yı amâda mestûr olduğu hâlde kalbimde bahr-i vücûd-i ilâhînin keşfine hayrette kaldım.

كذاك الذي أبدا من النور ظاهرا على سدف األجسام ليس يقيمNûr-ı mahz olan Hak uzaktan görülen hayâl gibi ecsâmı ikāme ve idâme etmeyen bir nûr izhâr etti.

وما عجبي من نور جسمي وإنما عجبت لنور القلب كيف يريمEnvâr-ı cismiyyeme şaşmıyorum da yalnız envâr-ı kalbiyyenin nasıl temâyül ve ikāmet ettiğine şaşıyorum.

يه عليه مقيم فإن كان عن كشف ومشهد رؤية فنور تجلEğer bu nûr-ı mütemâyil keşfden zâhir ve meşhed-i rü’yetten nebeân edi-yorsa o hâlde nûr-ı tecellî-i ilâhî o kalbde mukîmdir.

تفطنت فاسبر علة األمر يا فتى فهل رأي خلق بالعليم عليمDediğimi anladınsa ey delikanlı, işin esâsını tedkîk ve tecrübe eyle! Acabâ halkın re’yi ve fikri, alîm olan zâtı bilebilir mi? [2]33

33 Metin içinde gösterdiğimiz sayfa numaraları bu risâlede Atatürk Ktp., Osman Ergin, no: 1700 nüshasına âittir.

Page 20: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

166

M. Nedim TAN

ات عن نيل علمنا به عند فصلي والفصال قديم تعالى وجود الذAhadiyyet-i zâtiyye, bizim ondan ayrı bulunduğumuz zaman ilmimizin kendisine ittisâlinden münezzeh olduğu gibi, bu adem-i ittisâl kadîm ve ezelîdir.

ففراقان ربي قد أتاني مخبرا بتعيين ختم األولياء كريمRab Teâlâ’nın resûl-i kerîmi hatm-i evliyâyı ta’yîn ile, ya’ni âhir zamânda Îsâ bin Meryem’in nüzûlü ve Deccâl’i katlini ve bunlar da nübüvvet hük-müyle değil de velâyet hükmüyle olacağını, bana haber vermiştir.

فقلت وسر البيت صف لي مقامه فقال حكيما يصطفيه حكيم Ben rûhâniyyet-i risâlete “esrâr-ı Beytü’l-harâm hakkı için bana o hatmin makāmını tavsîf ve beyân eyle” dediğimde “o bir hakîmdir, hakîm olan Al-lah onu intihâb ve ıstıfâ etmiştir” cevâbını verdi.

فقلت يراه الختم فاشتد قائال إذا ما رآه الختم ليس يدومZât-ı akdese, “onu hatm olan görebilir” dediğimde şiddet ibrâz ederek cevâb verdi: “Hatm-i hakîkîden mâadâsının gördüğü devâm etmez” dedi.34

فقلت وهل يبقى له الوقت عندما يراه نعم واألمر فيه جسيمHatm-i velâyet onu gördüğü zaman “zamân-ı zuhûruna vakit var mıdır?” demiştim. Cevâben “evet vakit vardır ve hatm-i hakîkî hakkındaki iş çok cesîmdir” dedi.

وللختم سر لم يزل كل عارف إليه إذا يسري عليه يحومHatmin mühim bir sırrı vardır ki ârif billâh olan her velî-yi kâmil ona vâkıf

34 “Cenâb-ı Muhyiddîn’in hatm-i velâyet ya’ni Îsâ aleyhisselâm hazretlerini görebilmek husûsundaki temenniyâtına ‘henüz ona çok vakit vardır, sen göremeyeceksin, keşf ü şühûd âlemindeki rü’yetin hâricde devâm etmez’ cevâbı verilmiştir. Cenâb-ı Muhyiddîn’in keşfi şüb-hesiz keşf-i hakîkîdir, keşf-i hayâlî değildir. Yalnız hatmin zamânı istikbâle ta’lîk edilmiştir. Hazret-i Şeyh bu temennîyi Fütûhât’ında evvelâ beyân etmiş ve ondan sonra yazdığı anlaşılan bu eserinde de rü’yetine niyâzmend olmuşsa da zamânı müsâid olmamıştır.” (li-mütercimihî) Mehmed Ârif Bey’in beytin muhtevâsına getirdiği bu îzah her ne kadar eserlerin te’lif târihi îtibarıyla kesin bir bilgi içermese de dile getirilen mânânın farklı bir vechesini göstermek-tedir. Bu îzâhı krş. Elmore, Islamic Sainthood in the Fullness of Time, s. 230. Hatmü’l-evliyâ meselesinin risâle boyunca kazandığı anlamlar ve İbnü’l-Arabî’nin diğer eserleri bağlamın-da bulduğu genişliğin bir tahlîli için bk. Michel (Ali) Chodkiewicz, el-Velâye ve’n-nübüvve inde’ş-Şeyhi’l-Ekber Muhyiddîn ibnü’l-Arabî, trc. Ahmed et-Tayyib, Merâkeş: Dârü’l-kubbeti’z-zerkā, [ts.], s. 113-140; İsmâil Fennî Ertuğrul, Vahdet-i Vücûd ve Muhyiddîn-i Arabî, İstanbul: Matbaa-i Orhaniye, 1928, s. 176-181.

Page 21: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

167

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

ve nâfiz olursa onun mihveri etrâfında devreder.

رمذي بختمه ولم يبده والقلب منه سليم أشار إليه التMuhaddis-i şehîr Hakîm Tirmizî onun ömr-i dünyâ ve silsile-i velâyetin hatmi olduğuna işâret etmiş ve fakat izhâr etmemiş olduğundan kalbler o hatmi ma’rifetten selîm ya’ni hâlî kalmıştır.35

يق في وقت كونه وشمس سماء الغرب منه عديم د وما ناله الصCenâb-ı Sıddîk bile sıddîkıyet makāmında bulunduğu zamanda hatmi bilmeye nâil olmadığından semâ-yı mağribin şems-i tâbânı onun tarafın-dan görülmemiştir. Çünkü hatm Cenâb-ı Sıddîk’e müreccahdır; sebebi de kendisinde hem nübüvvet hem de velâyet vardır, ya’ni Îsâ ibn Meryem (aleyhimesselâm)dır. [3]

مذاقا ولكن الفؤاد مشاهد إلى كل ما يبديه وهو كتومCenâb-ı Sıddîk zevken idrâk etmemiş, fakat hatmin kendisi ketûm olduğu hâlde izhâr ettiği her âsârı kalben müşâhede etmiştir.36

هر وهي نجوم يغار على األسرار أن تلحق الثرى وإن تمتطيها الزSafâ-yı esrârını gubâr-âlûd olmaktan kıskanır. Şâyed kendisine bir lem’a mün’akis olsa o da lemeât-ı kevâkib olabilir.

فإن أبدروا أو أشمسوا فوق عرشه وكان لهم عند المقام لزومBu esrârın bâlâ-yı arşında bir bedr-i tâbân veyâ şems-i rahşân zuhûr etse, makām-ı hatmde onlara telâzum ve iltisâk etmişlerdir.

فربتما يبدوا عليهم شهودها فمنهم نجوم للهدى ورجوم Ba’zen ashâb-ı esrâra o esrârı müşâhede zuhûr eder ki o esrârın bir kısmı rehber-i hidâyet-i râfia, kısm-ı dîgeri de efkâr ve akāid-i fâsideye recm-i

35 Hakîm Tirmizî’nin bu mesele hakkındaki fikirleri için bk. Hatmu’l-evliyâ-Velîliğin Sonu, trc. Salih Çift, İstanbul: İnsan Yay. 2006, s. 65-80, 93-96, 117-122, 173-174. İbnü’l-Arabî’nin Hakîm Tirmizî tarafından yöneltilen suallere verdiği cevaplar hakkında bk. Fütûhât-ı Mekkiy-ye, III. 61-207 (73. bâb) [trc. VI, 207-429; VII, 15-89]. Velâyet mertebeleri ve hatmü’l-velâye konusuna dâir muhatasar bilgi için bk. Ahmed Avni Konuk, Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, I, 210-215.

36 İbnü’l-Arabî bu vurguyu Fütûhât’ta da tekrâr edecektir: I, 280-281 (24. bâb) [trc. II, 79-81]. Hakîm Tirmizî’nin konuya dâir beyânları hakkında bk. Hatmu’l-evliyâ-Velîliğin Sonu, s. 191-199. İbnü’l-Arabî’nin sıddıkîyet makāmı ve Hz. Ebûbekir hakkındaki îzahları için bk. Fütûhât-ı Mekkiyye, I, 170-171 (5. bâb) [trc. I, 311-312]; III, 136-137, 195 (73. bâb) [trc. VI, 361-366; VII, 49].

Page 22: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

168

M. Nedim TAN

şeyâtîn-âsâ birer mâniadır.37

يها عليه عميم فسبحان من أخفى عن العين ذاته ونور تجلAhadiyyet-i zâtiyyesini nazar-ı cismânîden ihfâ eden zât-ı akdesi tenzîh ve takdîs ederim. Maa-zâlik o zât-ı bahtın envâr-ı tecelliyâtı kalb-i zîhayâta umûmîdir.

نا وكيف يرى طيب الحياة سقيم ولكنه المرمود ال يدرك السFakat şebîre-çeşm olan kimse ziyâya yaklaşamaz. Saâdet ve huzûr-ı hayâtı hasta olan nerede görecektir?

فأشخاصنا خمس وخمس وخمسة عليهم ترى أمر الوجود يقوم Kendilerine nasb-ı nazar-ı dikkat ettiğimiz şahsiyetlerimiz on beş kısma münkasimdir ki hâdisât ve mevcûdât-ı kâinâtın bunlarla kıyâmını görüyo-ruz. Bunlar: Resûl, nebî, âlim, velî, mü’min-i ümmî; ve aktâb, evtâd, vüzerâ, havâss-ı abdâl, nukabâ; ve müslim, kâfir, tâbi’, lâ-tâbi’, âsîden ibârettirler.38

ومن قال إن األربعين نهاية لهم فهو قول يرتضيه كليم Ricâl-i erbaînin adedleri aded-i nihâîdir; ve bu kavl ile hükmedenler bu hükme rızâ-dâde olmuş olan müttefiklerdir.

وإن شئت أخبر عن ثمان وال تزد طريقتهم فرد إليه قويم Arzu edersen sekiz tânesini ta’dâd et ve fazla söyleme ki bunlar; rusül, enbiyâ, ulemâ, aktâb, evtâd, havâss-ı abdâl, nukabâdır ve tarîkatları birdir.

فسبعتهم في األرض ال يجهلونها وثامنهم عند النجوم لزيم Bâlâdaki sekiz adedden yedi tânesi herkesçe ma’lûmdur. Fakat sekizincisi burûk-ı tecelliyyât-ı rabbâniyyede mülâzim ve müdâvimdir ki o, makām-ı hatmdir. [4]

37 Bu beyitte; والبحر البر ظلمات في بها لتهتدوا النجوم لكم جعل الذي O, sâyelerinde kara ve denizin“ وهو karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye sizin için yıldızları yaratandır.” (En’âm 6/97) ve وعالمات Daha nice alâmetler vücûda getirdi, yıldızla da insanlar yollarını bulurlar.” (Nahl“ وبالنجم هم يهتدون16/16) âyetleri ile ثاقب فأتبعه شهاب الخطفة من خطف Ancak onlardan birisi (mele-i a’lâdan) bir“ إال parça söz çalmayı başarırsa, hemen onun ardından aydınlatıcı ve delip geçen bir ateş atılır” (Sâffât 37/10) ve وشهبا شديدا حرسا ملئت فوجدناها ماء الس لمسنا ,Biz semâya ulaşmak istedik“ (Cin 72/8) وأنا fakat onu kuvvetli bekçiler ve yakıcı ışıklarla dolu bulduk” âyetlerine işâret vardır. Bk. Elmore, Islamic Sainthood in the Fullness of Time, s. 231.

38 Bu beyitteki beş rakamına ilişkin görüşler için bk. Elmore, Islamic Sainthood in the Fullness of Time, s. 4-7, 232.

Page 23: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

169

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

مان ودالها على ذاك مدلول الكروم يقوم فعند فناء خاء الزÖmr-i dünyâ âhir ve fenâ-pezîr olduğunda güzerân-ı ezmânın delâlet etti-ği hâdisât ve hatm kāim olacaktır.39

ل عليم بتدبير األمور حليم بعة األعالم والناس غف مع السCümle-i semâniyeden yedi aded meşâhîr ile halk hengâme-i gaflette pûyân iken zuhûr edecek ve hilm ü sükûnetle tedbîr-i umûra vâkıf olacaktır.

وضة الخضراء اسم عداته وصاحبها بالمؤمنين رحيم وفي الرRavza-i hadrâ ya’ni Dımaşk’ta hatmin düşmanları ya’ni Deccâl bulunacak-tır. Fakat ravza-i hadrâya mâlik olan zât ki hatmdir, mü’minlere rahîm ve şefîktir.

ويختص بالتدبير من دون غيره إذا فاح زهر أو يهب نسيم Bir iş yapmak istediği veyâ bir emr-i ma’nevî aldığında yukarıdaki beşer-den hiçbirine müftekir olmayarak tedbîr-i umûr ile mümtâz olur.

عاوي أو يكيد زنيم تراه إذا ناواه في األمر جاهل كثير الدCâhil ona bir iş husûsunda mürâcaat ettiği zaman sen o hatmi kesîrü’d-daâvî veyâ muhâsım gibi görürsün.

عراض عنه وقلبه غيور على األمر العزيز زعيم فظاهره اإلZâhiren onu câhilden rûgerdân ve müteneffir görürsün ammâ kalb-i pâki kıymetdâr ve hâkim olan vazîfe-i mevdûasına zâmindir.

إذا ما بقى من يومه نصف ساعة إلى ساعة أخرى وحل صريمHatmin ömründen yarım sâat bile kalsa ondan diğer sâate kadar mutlakā o ukdeyi hal ve kat’edecektir. Ya’ni Îsâ gelecektir ki hatm odur, çünkü zamân-ı nüzûlü ömr-i dünyânın ve silsile-i evliyânın hitâmıdır; bunun için hatm denmiştir.

فيهتز غصن العدل بعد سكوته ويحيى نبات األرض وهو هشيمHatmin zuhûruyla şecere-i adâletin ağsânı ihtizâza başlar ve arz üzerinde bereketi temsîl eden a’şâb ve nebâtât kurumuşken hayât-ı tâze bulur.

39 Bu beyitte zikredilen harflerin ebced değeri etrâfındaki tartışmalar için bk. Elmore, Islamic Sainthood in the Fullness of Time, s. 233. Mehmed Ârif Bey tercümesine ilgili görüşleri yansıt-mamayı tercîh etmiştir.

Page 24: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

170

M. Nedim TAN

شرقا ومغربا وشخص إمام المؤمنين رميم ويظهر عدل اهللهİmâmü’l-mü’minînin cismâniyyet-i sûriyyesi topraklarda tahallül ettiği hâlde yine adl-i ilâhî şarkan ve garben zuhûr ve intişâr edecektir. [5]

وثم صالة الحق تترى على الذي به لم أزل في حالتي أهيمİşte burada ya’ni hâtime-i kârda Allâh’ın peyâpey salâtı kendisine hayat ve memâtımda âşık olduğum zât-ı Hazret-i Risâlet’e olsun. Âmîn.40

Kitâbın mebdeinde başlayan ve burada hitâm bulan manzûmede Cenâb-ı Şeyh-i Ekber Seyyidinâ Îsâ (aleyhisselâm)ın gelmesini ve zamân-ı nüzûlünü ve hatm ismiyle geleceğini ve maiyyetindeki muâvinleri kısmen işâret ve kısmen sarâhatle beyân ve ifâde buyurmuş ve bundan sonra yine ufak bir manzûmesiyle ve bir tavsiyesiyle bu kitâbı yazmaktan maksad ne ise ona intikāl edeceklerini îzâh etmişlerdir. Kaddesallâhu sırrahû ve efâza aleynâ birrahû, âmîn. (li-mütercimihî)

Hak Teâlâ’ya arzedilen hamd ü senâ-yı mütekaddim ve Sultân-ı enbiyâ (sallallâhu aleyhi ve âlihî ve sellem) Efendimiz’e takdîm edilen ve hamd ile hitâm-pezîr olan salâttan sonra:

فدبر أيها الحبر اللبيب أمورا قالها الفطن المصيبEy fâzıl-ı âkıl! Re’y-i sâibe sâhib olan fetânetkârın bu umûr-ı mühimme hakkında söylediklerini tedebbür ve tefekkür eyle.

ق ما رمى لك من معان حواها لفظه العذب العجيب وحقElfâz-ı latîfe ve âcibenin ihtivâ ettiği ve sana beyân edilen maânî-yi münîfeyi tahkîk et.

وال تنظره في األكوان تشقى ويتعب جسمك الفذ الغريبSırf ma’nâya âid olan o şeye nazar-ı kevnî ile bakma ki yolu yanılırsın ve bu bâbda münferid ve garîb kalan cismin yorulmuş olur.

إذا ما كنت نسختها فمالي أروم البعد والمعنى قريبO umûr-ı ma’neviyye ve maânî-i acîbenin bir nüsha-i zîhayâtı olursan, ya’ni letâif-i rabbâniyye hâlinde telattuf edersen uzaklara gitmeye lüzûm görmem, çünkü ma’nâ karîbdir.41

40 Bu şiir İbnü’l-Arabî’nin Dîvân’ında da yer alır. Krş. Dîvânu İbn Arabî, tahk. Nevâf el-Cerrâh, Beyrut: Dâru Sâdır, 1999, s. 409-411.

41 Şiiri krş. Dîvânu İbn Arabî, s. 45.

Page 25: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

171

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

:Bu kitâbı yazmaktan maksadımı beyân تبيين الغرض من هذا الكتاب

Bundan evvel Tedbîrâtü’l-ilâhiyye fî ıslâhi’l-memleketi’l-insâniyye ismindeki kitâb-ı rûhânî ve inşâ’-i rabbânîyi te’lîf etmiş ve onda insanın âlem-i kebîrden münselih bir âlem-i sagîr olduğunu söylemiştim.42 Kevn nâmıyla olan bu âlem-i ekberde zuhûr eden her şeyin bu ayn-ı sâbit-i asgarda bulunduğunu da yazmıştım. Fakat bu kitâbda insanın ale’l-ıtlâk âleme müşâbehetine dâir bir şey söylemedim. Yalnız onun hilâfet ve tedbîr cihetleriyle âleme mukābil olduğunu ve âleme nazaran onun vücûdundaki [6] kâtib, vezîr, kādı-yı âdil, umenâ, ve sadakāt ya’ni erbâbına verilecek maâşât üzerine me’mûr olan âmiller vâlîler; ve kuvve-i âkıle ile kuvve-i hevâiyye ya’ni hayvâniyyet-i nefsiyye arasında cereyân edecek harbin müsebbiblerini, ve a’dâya sûret-i mukābeleyi, ve ne zaman düşmanların tekābül edeceklerini ve nusret-i kat’iyyenin sûret-i zuhûrunu anlattım; ve insanı bunlara bir emîr-i müdeb-bir kılarak bir de mülk ve memleket inşâ ettim; ve avâliminin bir kısmında hayât bir kısmında da memâtı beyân ederek maksadı ikmâl ettim; ve kalbin-de emrâz-ı ma’neviyye olanların nasıl emîn olacaklarını bildirdim.43

Kezâlik bu insandaki esrârı ba’zan îzâh ve ba’zı noktalarda ihfâ etme-

42 Tedbîrât, İbnü’l-Arabî’nin 598/1201’de Endülüs’ü nihâî olarak terketmesinden önce yazdığı eserlerdendir. Ankāu muğrib de Tedbîrât’taki muhtevânın bir tamamlayıcısı ve genişleticisi olarak te’lif edilmiştir. Bk. Mustafa Tahralı, “Tedbîrât-ı İlâhiyye Hakkında”, Tedbîrât-ı İlâhiyye Tercüme ve Şerhi, İstanbul: İz Yay., 1992, s. XVI; Claude Addas, İbn Arabî-Kibrît-i Ahmer’in Pe-şinde, trc. Atilla Ataman, İstanbul: Gelenek Yay., 2003, s. 141-142; Elmore, Islamic Sainthood in the Fullness of Time, s. 237-241.

43 Tedbîrât’ın, bâb başlıklarından tâkip edilebilecek olan bu muhtevâsına dâir Ahmed Avni Konuk’un şerhine yazdığı takdim yazısında Mustafa Tahralı şöyle demektedir: “İbn Arabî ise kitabında hem devlet yönetimini, hem ferdin kemâl yönünde kendini terbiyesini ve hem de kutb-ı âlem, halîfetullah ve insân-ı kâmilin varlık âlemindeki tedbîr ve tasarrufunu göz önünde bulundurmuş, böylece şer’î ve mânevî siyâset anlayışını gāyet veciz ve kısa ifâdelerle ortaya koymuştur. Kitap dikkatle okununca görülmektedir ki, sâlikin mânevî kemâli elde et-mek icin göstereceği gayret ile devlet başkanının halkını yönetmek husûsunda gösterecegi gayret arasında bir tekābül ve paralellik vardır. Âlem-i sagîr (mikrokozmoz) ile âlem-i kebîr (makrokozmoz) arasındaki tekābül anlayışı, tasavvufî düşüncede olduğu gibi, eski felsefede de mevcuttur. Âfâk ve enfüs arasında her yönden olduğu kabûl edilen bu ilgi, paralellik ve benzerlik ancak yüksek bir irfân ve ince bir dikkatle muhtelif sâhalara tatbik edilebilir. İbn Arabî işte bu tekābülü siyâset konusu ve terimleri içinde ele alarak kitabında işlemekte, insan vücûdu ve kuvvelerini bir melikin ülke ve teb’asına benzeterek, beden ülkesinin nasıl yönetil-mesi gerektiğini anlatmaktadır. Bu benzetme yalnız devlet ve insan arasında yapılmamıştır. Bütün kâinât, yâni varlık âlemi de bir ülkedir. Şu halde İbn Arabî devlet ile ilgili kavramları varlık âlemini ve insanı göz önünde bulundurarak kullanacaktır.” Tahralı, “Tedbîrât-ı İlâhiyye Hakkında”, s. XVII-XVIII.

Page 26: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

172

M. Nedim TAN

yi niyyet ettiğim gibi bu nüsha-i sagîre-i insâniyye ve neş’e-i rûhâniyyede beyt-i nübüvvet-i makāmiyye ve tîniyyeye mensûb olan makām-ı mehdîyi ve hatm-i evliyâ ve tâbi’-i asfiyânın nerede bulunacağını da söyledim. Çünkü insandaki makām-ı mehdî ve hatm-i evliyâ makāmlarını anlamaya ihtiyâç hâdisât-ı kevniyyeye muzâhât ve müşâbehetinden daha kuvvetli ve gāyet müekkeddir. Bununla berâber bu gibi hakāyıkı hazret-i sultânda tasrîh etmeleri havfıyla düşman şerrinden ve şeytânın iğfâlinden ve niy-yet etmediğim şeyleri bana isnâd etmelerinden ve müşrif-i helâk olmaktan çekindim de şâhı ferz ile setrettim, maksadım da bu cismâniyeti sıyânettir.

Sonra Rabbimin nezd-i ilâhîsindeki esrârdan bana tevdî’ ettiği şeyi gör-düm; ve onu ibrâz husûsunda kendisine tevekkül ettim; ve bu kitâbı yukarı-da geçen iki mühim makāmı ma’rifet için yazdım. Maa-zâlik bu mes’ele hak-kında ne söylersem mutlakā bütün avâlimi zikrederim; bundan maksad da dinleyenlerce bildiği ve düşündüğü âlem-i kebîr hakkında işin anlaşılması-dır. Sonra o âlemi insanın kendisinde mevcûd olduğu hâlde bilmediği esrâr-ı mevdûasıyla teşbîh ve temsîl eylerim. Bütün te’lîfâtımda ve bilhassa bu fen-de yazdığım şeylerdeki fikrim âlem-i ekvânda zuhûr eden şeyleri söylemek değil de bu ayn-ı insânîde ve şahs-ı âdemîde mevcûd olan esrârı anlatmaktır.

Ey âkıl! Nazarını hakîkate yaklaştır. Ve ey gāfil! Uyan! Âhirette sultân-ı âdil veyâ pâdişâh-ı câir ve zâlim yâhud bir âlim veyâ hâir olmak fâide verir mi? Hayır birâder! Vallâhi müfîd olmaz. Senden sana olan sultâna bakarak ve aklını kendine muktedâ-bih yapıp ondan zâhir ve bâtınındaki âdâb-ı şer’iyyeyi taleb edip evvel ve âhirini ıslâh etmek üzere ona bîat etmelisin! Nazar ve fikrini böyle yapmadıkça mahvolursun; ve halk ile meşgūl olmak-tan yüz çevirirsen necâta mâlik olur ve bu temellüke kesb-i iktidâr edersin. [7] Çünkü (Sallallâhu aleyhi ve âlihî ve sellem) Efendimiz bütün ümmeti-

ne hitâb ederek44 ته كم مسئول عن رعي كم راع وكل Her birerleriniz çobandır ve her] كل

birerleriniz elinin altındakinden mes’uldür.]45 demiştir; ve herkesin nefsin-de olan emâneti isbât etmiş ve onu âlem-i gayb ve hissinde matlûb-ı Hak

44 “Bu hadîs-i şerîfde herkes âile ve evlâd ve ahfâdının müdîr-i mürebbîsi olup onların dînî, dünyevî, ahlâkî, ictimâî terbiyelerinden mes’ûl oldukları beyân buyurulmaktadır.” (li-mütercimihî)

45 Buhârî, “Cum’a”, 11; Müslim, “İmâret”, 5. İbnü’l-Arabî’nin hadis hakkındaki îzahları için bk. Fütûhât-ı Mekkiyye, I, 446 (60. bâb) [trc. II, 395-396]; V, 273 (345. bâb) [trc. XII, 62]; VII, 8 (404. bâb) [trc. XIV, 352]; VII, 110 (460. bâb) [trc. XV, 206]; VIII, 77 (559. bâb) [trc. XVII, 251].

Page 27: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

173

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

kılmıştır. İş bu had üzerine olup ahde vefâyı da va’d etmiş olunca tarîk-i necâtta taksîr ile en aşağı dereceye kanâat etmemiz için bize bir sebeb yok-tur ve böyle bir hareket kâr-ı akıl değildir.

Gerek bu kitâbım gerek âsâr-ı sâiremde havâdis-i ekvâna âid söylediğim şeylerde fikrim bu sözümü dinleyenlere bu hakîkati ismâ’ ve isbât etmek ve insanda olana misliyle mukābele etmekten ibârettir. Bunun için hâricden kat’-ı nazarla çeşm-i dikkatimizi vesîle-i necâtımız olan zâtımıza çevirerek cismânî veyâ rûhânî makāmâtımızın bize verdiği isti’dâd hasebiyle bu neş’e-i insâniyye içinde bütün külliyetimizle yürümeliyiz. Azîz birâder! Bütün âsârımda tarîk-i necâtı mülâhaza etmeyerek zâtımdan zuhûr eden şeyleri gelişi güzel yazıyorum gibi bir tevehhümden sakınmanı temennî ederim.

فما أبالي إذا نفسي تساعدني على النجاة بمن قد فاز أو هلكاNefsim mazhar-ı necât olmak üzere bana müsâadekâr davranırsa, necât bulmuş veyâ helâk olmuş olan kimselere hiç de mübâlât etmem.

فانظر إلى ملكك األدنى إليك تجد في كل شخص على أجزائه ملكاSana gāyet yakın olan iklîm-i vücûduna dikkat et! Herkeste de bütün eczâ-yı vücûduna birer hükümdâr göreceksin.

وزنه بالعدل شرعا كل أودية واسلك به خلقه من حيث ما سلكاVücûdunu ve eczâsını her vâdîde âdilâne bir sûrette mîzân-ı şer’ ile vezn et! Ba’dehû kābiliyyet-i halkıyyesine göre sülûk ettiği yere sevk et!

وال تكن ماردا تسعى لمفسدة في ملك ذاتك لكن فيه كن ملكاİklîm-i bedeninde icrâ-yı mefsedete uğraşır bir âsî olma da belki onun her cüz’ünde bir hâkim-i âdil ol.46

Ben maksûd-ı aslîyi âlem-i ekberden söylüyor ve bunu bir kışr olarak yazıyor ve insandan buna mukābil olan ciheti de lübb olmak üzere beyân ediyorum. Buna sebeb de yukarıda evvelce dinleyenlerce mechûl olan hakîkatin tebyîn ve tahkîk etmesini arzudan ibârettir. [8] Şâyed sâmiin feh-mi ben bunu söylemeden evvel matlûb olan noktaya vâsıl ve nâfiz olsa onun hayâtını bir sâat bile düşünmeyi hâtırıma bile getirmez ve semâ-yı ma’rifette rahşân olan bârika-i ma’nâya urûc etmezdim. Ancak bu maânî ve ifâdâtı, takrîbe misâl ve tehzîb-i rûh ve fikre mecâl olarak beyân ettim ki efkâr-ı kābileye bir meydân-ı cevelân açılsın. İnşâallahu teâlâ bu kitâbımda sadef-

46 Şiiri krş. Dîvânu İbn Arabî, s. 335-336.

Page 28: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

174

M. Nedim TAN

lerden zuhûr eden incilere ve revâyıh-ı tayyibenin intişârına dâir Cenâb-ı Hakk’ın erbâb-ı îmâna ve ehl-i irfâna vaz’ ve nasbettiği emsâli, habâle-i sâid ve tuhfe-i kāsıd ve ibret-i lebîb ve mulâtafe-i habîb olarak beyân edeceğim.

ة مفتاح الحج فمن ذلك العبارات إشارات في أصداف فيه لليء بحر طامس وبحري غاطس

ة. وإيضاح المحجBu bahis bir bahr-i mevvâc-ı hâlik ve bir gavvâs-ı mütehâlik olup ibâre

sadefleri içinde ma’nevî ve işârî inciler vardır ki delâil ve berâhînin miftâhı ve câdde-i istikāmetin yakîn ve îzâhı bu bahistedir.

Beytullâhi’l-atîk’e vâsıl olmak isteyen ve birçok uzun ve derin vâdîleri kat’eden kāsıd vatanını ve ahibbâsını terk etmeli, dostlarından ve ehl ü evlâdından ayrıl-malı, kalbinde herkesten tevahhuş etmeli, nihâyet mîkāta vâsıl olmalı ve vakte esîr olmaktan çıkmalı, muhîtinden tecerrüd etmeli, terkîbinden bisâtına hurûc etmeli, Arafât’ta kendini çağıran Allah’ına (telbiye) “lebbeyk Allâhümme leb-beyk” demeli, evvelce zihninde topladığı emelleri tamâmen unutmalı; işte o za-man yüksek bir tepeye urûc eder ve kendisine alem-i hidâyet görünür ve harem-i ilâhîye dâhil olur, hacerü’l-esvedi takbîl ve telsîm eder, ahd ü mîsâk-ı ezelîyi tezekkür eder ve Ka’be’si (Ka’be-i kalbi) etrâfında tavâf eder, kendi zuhûr ve neş’etini ihâta ve idrâk eder. İşte bu sûretlerle merâtib-i vücûdunun menâsikinde mesâlik-i ma’lûme üzerine yol alır. Bu gidişiyle âlem-i ma’nâyı tecâvüz ederek hacc-ı ma’nevî ile vakfe-gîr-i terakkî olursa her vech ile şâyân-ı tebrîk olan hâcı budur. Eğer erbâb-ı mütâlaaya seâmet ve bıkkınlık vermeyecek olsaydı, bütün menâsik-i haccı sonuna kadar ta’rîf ve beyân ederdim.47 Bu kitâbımda ilk beyâna tasaddî ettiğim mes’ele-i mühimme hacca âid olan nüktedir. Çünkü haccın ma’nâsı vâhid ve ferd olan Rab Teâlâ’ya kasd ve teveccühtür. Bu kasd ise esrârı tâlib olan her sâlikin birinci makāmıdır ve maksad-ı vusûlün mukaddemesi-dir. Bu kitâbda size birtakım esrârı îzâh etmek ve onun semâ-yı mürtefiinden bârân-ı ma’rifeti yağdırmak istiyorum. Bunun içindir ki size evvelâ kasdı48 îzâh ettim ve onu kasd-ı şer’î [9] ve makām-ı cem’î kıldım. Kasd eğer ta’rîfim vech ile olursa bu sülûk, vusûlün bidâyetidir. Artık bunun nihâyetini tasavvur etmelisin ki ne mertebedir? Maamâfîh mertebe-i nihâyeye vuslat kime müyesser olmuş-tur? قدره حق قدروا اهلله [.Hakk’ın kadrini hakkıyla takdîr etmediler] (En’âm 6/91) وما

47 İbnü’l-Arabî’nin hac menâsikine dâir bu sözleri ve Fütûhât’taki beyânları için bk. Fütûhât-ı Mekkiyye, II, 419-558 (72. bâb) [trc. V, 235-VI, 99]; M. Mustafa Çakmaklıoğlu, İbn Arabî’ye Göre İbâdetlerin Mânevî Yorumları, İstanbul: İnsan Yay., 2011, 308-372.

48 “Kasd, niyyet-i sahîha ve kat’iyye ile Hakk’a bi’l-külliyye teveccühten ibârettir.” (li-mütercimihî)

Page 29: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

175

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

Kulak ver ve cem’e hâzır ol!

أقول وروح القدس ينفث في النفس بأن وجود الحق في العدد الخمسMakām-ı Cibrîliyyet, nefs-i nâtıkama hayât-ı ebediyye nefh ederken ben de başlıyor; ve diyorum ki vücûd-ı Hak aded-i hamsde ya’ni aded-i hurûfu beş olan ism-i celâli zikirdedir.

أيا كعبة األشهاد يا حرم القدس ويا زمزم المال زم على النفس Ey kendisine dâhil olanların nâil-i emn ü emân oldukları harem-i ilâhî! Ey âmâl-i kudsiyyenin her derde devâ olan mâ-i ilâhîsi, ya’ni zemzemi! Fey-zinle nefs-i nâtıkamı imlâ eyle de,

ر بالتحقيق من دنس اللبس سرى البيت نحو البيت يبغي وصاله وطهtâlib-i vuslat olarak harem-serâ-yı Hudâ’ya müteveccihen ve mahfiyyen giden ve vâsıl-ı mertebe-i tahkîk olarak çirkâb-ı tabîat istîlâsından kurtu-lanlara ilhâk eyle.

جس ر وقد دلني الوادي على سفر الر فيا حسرتي يوما ببطن محسHarem-i ilâhî kurbundaki batn-ı Muhassir’e49 mütehassirim ki o vâdî ercâs-ı nefsiyyeye karşı seferber olmayı bana ta’lîm etti.

عت بالجرعاء كأس ندامة على مشهد قد كان مني باألمس تجرBen de Cer’â50 ismindeki mevki’de mâzîdeki âsâm ve maâsîye bir zehrâbe-i nedâmeti içtim, ya’ni tevbe-i nasûh ettim.

مس وما خفت بالخيف ارتحالي وإنما أخاف على ذا النفس من ظلمة الرVe Hayf mevkiinde51 irtihâl ederim diye telâş etmedim, fakat kendime gayriyet zulmeti istîlâ etmesinden çok korktum.

49 Muhassir, Mina ile Müzdelife arasındaki bir vâdinin adı olup hac menâsiki îfâ edilirken bu vâdiden geçilir. İbnü’l-Arabî Fütûhât’ında bu vâdiden geçme fiilini çeşitli şekillerde îzah eder. Meselâ Bk. Fütûhât-ı Mekkiyye, II, 483 (72. bâb) [trc. V, 374]; III, 164 (73. bâb) [trc. VI, 419-420]; V, 319 (302. bâb) [trc. X, 362].

50 Cer’â, “kum tepesi ya da taşlık içermeyen kumluk alan” demektir (Kāmûs Tercümesi, II, 556). Ancak burada muhtemelen bir sonraki beyitte işâret edilen Mescid-i Hayf’ın yer aldığı ya da onu çevreleyen bölgeye atıf vardır. Bk. Elmore, Islamic Sainthood in the Fullness of Time, s. 251.

51 Hayf mevkii Hz. Peygamber’in (s.a.) Vedâ haccında otağ kurduğu ve cemaatle namaz kıldığı yerdir. Daha sonra buraya bir mescid yapılmış ve Mescid-i Hayf adıyla anılmıştır. Bk. Nebi Bozkurt, “Mescid-i Hayf”, DİA, XXIX, 277-278. İbnü’l-Arabî’nin bu mescide atfı için bk. Fütûhât-ı Mekkiyye, II, 437-438 (72. bâb) [trc. V, 276-277].

Page 30: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

176

M. Nedim TAN

لفى وألحق بالجنس اج أعملت ناقتي ألنعم بالز لمزدلف الحجBa’dehû cinsime iltihâk etmek ve kurbiyyet-i ilâhiyye ile ni’met-dîde ol-mak arzusuyla vâsıta-i nakliyye ve seferiyyemi hüccâcın Müzdelife’si için hazırladım.

جمعت بجمع بين غيبىي وشاهدي بنورين لم أشهد به رتبة النفس Âlem-i gayb ve âlem-i şehâdeti ya’ni ekber ve asgar iki âlemi bir makām-ı cem’ ile ve iki nûr-i kudsî ile öyle topladım ki o makāmda mertebe-i nefsiy-yeden hiçbir eser görmedim.

قتها فانظره بالطرد والعكس خلعت األماني عندما كنت في المنى وطوMinâ’da bulunduğum zaman ise bütün emelleri ve arzuları çıkarıp attım ve onları zincîr-bend ettim de bak ne yerlere mazhar-ı nümüv ve bereket oldum. [10]

حى حصيت عدو الجهل فارتد في النكس ففي الجمرات الغر في رونق الضDahve-i kübrâda52 müstelzim-i şerâfet olan cemerâtı îfâ ettiğimde düşmen-i cehli taşa tuttum da derhâl tersyüzüne döndü.

فا عن حقيقتي فما أنا من عرب فصاح وال فرس صفيت على حكم الصHakîkat-i insâniyyeme dâir Safâ’nın verdiği te’sîrât ile bir Arabî-yi fasîh ve Fârisî-yi Derî olmadığım hâlde iktisâb-ı safâ ettim. Çünkü bu makām müşâhede-i cemâl ve istiğrâk-ı hâl makāmı idi.

كن اليماني ألن في اســــــتالم اليماني اليمن في جنة القدس ركنت إلى الرBa’dehû rükn-i yemânîye temâyül ettim, çünkü o sâha-i tenezzühdeki istilâmda bir yümn-i azîm var idi.

أقمت أناجي بالمقام مهيمنا تعالى عن التحديد بالفصل والجنسSonra makām-ı İbrâhîm’de hudûd-ı mantıkiyye ve beyân, mâhiyet ve cin-siyet gibi ta’yîn ve tahdîdden münezzeh ve nigehbânım olan Rabbime münâcât ettim de,

د من نكث العهود لذي اللمس تسو فشاهدته في بيعة الحجر الذي nakz-ı ahd ü mîsâk eden ellerin temâsından kararmış olan hacerü’l-esvede bîat ve istilâm ânında kalbimle Rabbimi müşâhede ettim.

52 Dahve, kuşluk vakti demektir; burada Arafât vakfesinin ardından îfâ edilen menâsikin nurla-rına atıf yapılmaktadır.

Page 31: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

177

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

مان وال يمسي علي فال يغدوا الز وبالحجن حجوت الوجود وكونه Hacûn53 mevkiinde vücûd-ı zâhirîye galebe ettim. Rabbimin beni ihâtası zamânı mahv etti de ne akşam kaldı ne sabâh!

تشاهده بين المهابة واألنس وفي عرفات قال لي تعرف الذي Vakfe-gîr-i Arafât olduğumda, “üns ve mehâbet ve havf ve recâ aralarında müşâhede edip durduğun Rabbini şimdi tanıdın mı?” hitâbı vârid oldu.

ات والهمس بسيري بين الجهر للذ ا قضيت الحج أعلمت منشدا فلمHaccı kazâ ettiğimde sırran ve alâniyeten, cehren ve hufyeten Rabbime seyr ü seferim bana nazmen bildirildi.

رها أرواح أفكاره الخرس تسي سفينة إحساسي ركبت فلم تزل O zaman Hak’tan başkasının muttali’ olamayacağı birçok efkâr-ı mah-fiyye ervâhının54 mütemâdiyen sevk ve idâde ettiği sefîne-i ihtisâsâtıma bindim.

نس بسيف النهى من جل عن رتبة اإل ا عدت بحر الوجود وعاينت فلمBu sefîne-i kalb bahr-i cismâniyyeti ve deryâ-yı vücûdu geçip de seyf-i iz’ân ve îkān ile rütbe-i ins ü beşeriyyetten münezzeh ve ecell ü ekrem olan Rabb-i kerîmini görünce,

ل فهذا الفتح فوق جنى الغرس يت طائعا تأم دعاني به عبدي فلبArafât’ta Rabbim beni “abdî” diye çağırdı. Ben de bi’t-tav’ ve’r-rızâ “leb-beyk Rabbî” dedim. İşte bu feyz-i azîm ve feth-i mübînin idrâkât-ı akliyye

53 Hacûn, Mekke’nin en eski kabristanı olan Cennetü’l-muallâ’nın bir ismidir. Mehmed Ârif Bey, neşirlerin tümünde ve Elmore’un çalışmasında Kâbe’nin bir kısmı sayılan “hicr-i İsmâîl”e at-fen بالحجر şeklinde kaydedilmiş olan ifâdeyi بالحجن şeklinde okumakta ve anlamlandırmakta-dır. Bir görüşe göre Mekke ile Mina arasındaki bölgenin Hacûn ile Mina arasındaki kısmına Ebtah denilmiş, Ebtah veyâ Bathâ Mekke’nin isimlerinden biri olduğu için Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib Ebu’l-Bathâ künyesi ile anılmıştır. Bk. Salim Öğüt, “Ebtah”, DİA, X, 82-83. İbnü’l-Arabî Fütûhât’ta Hacûn mevkiini şöyle anar:

ب والمختبى وفينا المقام فأكرم به وفينا المحصوفينا الحجون ففاخر به وفينا كداء وفينا كدى

“Makām bizdedir, ona ikram et! (Mekke ile Mina arasında olan ve Hz. Âdem’in buraya in-dirildiği kabûl edilen) Muhassab ve civârı bizdedir. Hacûn bizdedir, onunla iftihâr et! (Hz. Peygamber’in Vedâ haccı esnâsında ikāmet ettiği bölgedeki) Kedâ ve Küdâ dağları bizdedir!” Fütûhât-ı Mekkiyye, II, 556 (72. bâb) [trc. VI, 94].

54 Ervâh, burada rûhun değil “rüzgar” anlamındaki rîhin çoğuludur.

Page 32: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

178

M. Nedim TAN

fevkinde olduğunu düşün! [11]

ح عيني فانطلقت من الحبس فعاينت موجودا بال عين مبصر وسرO zaman basarla değil basîretle vücûd-ı Hakk’ı ayânen gördüm ve basar-ı beşeriyyetim ıtlâk edildi de mahbûsiyyet-i cismiyyeden rehâ buldum.

فكنت كموسى حين قال لربه أريد أرى ذاتا تعالت عن الجنسVe vâdî-yi mukaddeste mücâneset-i beşeriyyeden tamâmen münezzeh Hak Teâlâ’ya “Yâ Rabbi! Zâtını görmek isterim!” diyen Mûsâ gibi oldum.

اسيات جالله وغيب موسى فاختفى العرش في الكرسي فدك الجبال الرMûsâ’nın bu talebini müteâkib zuhûr eden tecellî-yi zâtî cibâl-i müstekar-rayı dümdüz ediverdi, Mûsâ da görünmez oldu; ve arş-ı beşeriyyet olan akıl ve idrâk, mevkib-i celâl ve cemâl-i ilâhî olan kürsî-yi kalbde nûr-ı tecellî ile muhtefî oldu.

مس حى فانهد من لمحة الش اش أراد تمتعا بشمس الض وكنت كخفİşte o zaman ben de gündüz güneşinden istifâde etmek isteyen (şebîre) yarasanın lemeât-ı hurşîdden yığılakalıp da,

فال ذاته أبقى وال أدرك المنى وغودر في األموات جسما بال نفس mevcûdiyeti kalmadığı gibi maksadına da vâsıl olamayıp emvât arasına terk edilen kālıb-ı bî-rûh gibi oldum.

ولكنني أدعى على القرب والنوى بال كيف بالفضل الكريم وبالعرس Fakat sonra kurbete ve vech-i Hakk’a ve fazl-ı kerîm-i ilâhî ile üns ve ülfete da’vet edildim.55

Maksadı bu tarîke sülûk etmiş olmayan ve yukarıda beyân edilen erkân-ı hac ile hac etmeyen ve yaptığı hac sahîh olmadığı hâlde müşâhede isteyen “hazretü’l-eyn”dedir.56 Birâder! Gel sen bu mesleke sâlik ol ve “er-refîk, er-refîk” diye nidâ et! Bi’n-netîce infisâlsiz olarak matlûbuna ittisâl edersin ve bilâ-ittisâl ondan infisâl edersin; ve zılâlin57 Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretle-

55 Şiiri krş. Dîvânu İbn Arabî, s. 249-251.56 “Hazretü’l-eyn: Taleb ve taharrî-yi mekân âlemi olup mekândan münezzeh olan ahadiyyet-i

zâtiyye bu hazrette bulunamaz.” (li-mütercimihî)57 “Zılâl: Hak’ta fenâ-yı küllî ile fânî olanların bu fedâ-yı nefslerine bedel atiyye-i sübhâniyye ve

fazl-ı ilâhî olarak her yerde isbât-ı vücûd etmek isti’dâdını hâiz bir cismâniyyet-i latîfe ihsân buyurulur ki ona latîfe-i rabbâniyye denir. Zılâlden maksad da odur, çünkü o cismâniyyet-i

Page 33: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

179

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

rine rûz u şeb secde-güzâr-ı ta’zîm olur, vesselâm.

مين بإشراق صبح مبين وح األ ل الر İşte bu mertebeden subh-i mübînin ومن ذلك تنز

işrâk ve iltimâıyla rûhu’l-emîn nüzûl eder. [12] Sabâhu’l-hayr cüyûş-i ley-liyyeyi hezîmete uğratıp da üzerine sevâbık-ı hayl ya’ni sâfinâtü’l-ciyâd olan küheylânlarla hücûm ve dâire-i ayn ve isimde cisim ve resim husûle getirip esâret-i kiyâniyyesinden onu âzâd ve hıfz ve sıyânet ridâsını ilbâs ve müşâhede-i ayn atıyyesiyle eyniyyesinin her cihetinde dilşâd edince, ya’ni her cihetten kendisine şühûd müyesser olunca; işte bu sırada bana ehl-i Tebrîz’den azîz ve hakîmin kuvvet ve devletiyle idâre-i lisân eden ve eşrât-ı sâât esrârından temyîz ve tefrîkin sukūtunu inkâr eden bir zât, bu-nun ya’ni eşrât-ı sââtin alâim ve hakāyıkını ve şemsin garbdan tulûuna dâir işârâtını ve maksadının rûhâniyetini ve mezhebini ve tevbe kapısı-nın kapanmasını ve sagāir ve kebâirin alâ-hâlihâ kalmasını ve dâbbetü’l-arzın nefhasını ve Cenâb-ı Mesîh’in nüzûlünü ve vâsi’ bir sahrâda ordunun hasfını ya’ni gark olmasını ve melhame-i kübrânın sûret-i cereyânını ve muktezâ-yı sünnet-i risâlet üzerine tekbîr ve tehlîl ile medîne-i kübrânın fethini ve bunun süyûf-ı kātıa ve sinân-ı câriha ile olmasını ve ravza-i hadrâ ya’ni Dımaşk’ta hatm-i velâyet ve sırr-ı nübüvvet ve tarîkat-ı beyzâsını ve kendi makāmından dîger bir makāma sûret-i nüzûlünü sordu; ve bunlarla kendisine bir şeref-i âlî ve ekmelin iktisâb-ı sıhhat ettiğini ve yorulmak bil-meyen Deccâl’i ve katlettiği kimselerin tekrâr hayât bulduğunu suâl etti. Ve bana dedi ki: Neş’e-i insâniyyede bu kâinâtın esrârı nerededir? Çünkü ben seni kendi şeytânıma şihâb-ı rasad ya’ni kuvve-i dâfia-i muhrika kıla-rak, bana ta’lîm olunduğun şey ile bir tarîk-i rüşd ve sedâd ta’lîm ederek sana ittibâı arzu ediyorum. Ben de ona cevâben dedim ki: Nerede senin genç arkadaşınla yol erzâkın? Ve yiyecek olarak aldığınız balık sana tarîk-i bahri ittihâz etti mi? Cevâben dedi ki: Eğer o balık bana bir tarîk-i bahri ittihâz etmeseydi ben bir sebeb ve vesîle bulamazdım. Eğer genç arkada-şım ve yoldaşım olmasaydı gıdâyı hâmil olmazdım. Ben de ona dedim ki o karîben senin makāmına lâhık olur da sen teahhur edersin ve bu hâlin vukūunda artık sen kabre medfûn olursun. Sonra ona dedim ki balığı unu-tursan onu taleb ederek izinin üzerine dönersin ve o zaman hakîkatinden haberdâr olursun. [13] Bu sözüm üzerine cevâb verdi de dedi ki: Bunların

latîfe ubûdiyyet-i dâime hâlindendir. الذين هم على صالتهم دائمون (Meâric 70/23) [Onlar namazla-rında dâim olan kimselerdir.] اللههم اجعلنا منهم“ (li-mütercimihî)

Page 34: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

180

M. Nedim TAN

hepsi olmuştur ve ilmini bu ekvândan alan yorulmuştur. Ben kendisine benim sâhib-i ilm ve sâhib-i rahmet olduğumu Rabbim sana tebşîr etmiş midir? Öyle ise işte ben sana diyorum ki: Sen demevî ve galîz bir adam-sın; ben bir ayn ve hakîkatim, sen ise el’ân keyf ü kem hâlindesin. Sen kendi mülkünde reîs ve âlem-i şehâdetin mahbesinde mescûnsun. Ben âlem-i melekûtumda bir şey’-i nefîsim ve kābiliyet-i dâvûdiyye ile sâhib-i san’at-ı lebûsum.58 Bu söz üzerine bana dedi ki: Ben sana teveccüh ederek gelmişim, bana tarîk-i rüşdü ta’lîm eyle. Ben de ona: “Sen benimle birlikte olursan tahammül edemezsin. Çünkü haberdâr olmadığın şeye karşı nasıl sabr edeceksin? [إنك لن تستطيع معي صبرا، وكيف تصبر على ما لم تحط به خبرا] (Kehf 18/67-68)” O da cevâbında: “İnşâallâh beni her emrine mutî’ ve sâbir bula-caksın [صابرا وال أعصي لك أمرا deyince, ben son ”(Kehf 18/69) [ستجدني إن شاء اهللهsöz olarak “bana tâbi’ olursan sana hakîkatini haber vermediğim hâdiseye dâir benden hiçbir şey sorma [بعتني فال تسألني عن شيء حتى أحدث لك منه ذكرا [فإن ات(Kehf 18/70)” dedim.

وترحال حال بعد حال -Bir mahalden diğer mahalle intikālden son وصف

ra, ba’dehû ben ona dedim ki: Hazretim! Şeyhûhetinizin envârını Hak sıyânet etsin, metâ’-ı gaybiyyetinizi üzerinizde hıfz etsin! Hikâyemi size ta’rîf etmek isterim ki mesken-i müzeyyenime sizin için vâsıta-i irtikā olsun ki inkârınızın azalması ve tarafınızdan vukūa gelecek i’tizârınızın müstahsen görülmesi me’mûldür. Bu masûn ve mahfûz olan esrâra dâir mülâhaza-i envârdan vukū’ bulan suâliniz her zaman ifşâsı el vermeyen ve nefha-i takrîr ve beyâna ba’s ve ihyâsı sahîh olmayan bir şeydir, nerede kaldı ki âlem-i inkârda anlaşılsın. Çünkü buna âid olan haber çok büyük ve bunu münkir olanın şeytânı çok elîmdir. Bu hakîkate dâir sorduğunuz şeylerden bir kısmına henüz urûc etmedim ve o hakîkati bu makāmdan mutâlebe etmedim. Esbâbı da sülûk ettiğim yol ve talebinde münferid kal-

58 Buradaki “san’at-ı lebûs” tâbiri Hz. Dâvûd’la ilgili şu âyetten mülhemdir: لبوس صنعة وعلمناه Biz Dâvûd’a sizi savaşın şiddeti ve silahların darbesinden koruması için zırh“ لكم لتحصنكم من بأسكمyapma sanatını öğrettik.” (Enbiyâ 21/80) İbnü’l-Arabî, ârifin velâyet semâsına yükselmesi se-bebiyle hiçbir kayıtla kayıtlanamayacağını ve onun her tecellî ile bir başka sûret kazanacağını “san’at-ı lebûs” olarak ifâde etmiştir. Nitekim Fütûhât’ında ve Tecelliyât’ında yer alan bir beyti şöyledir:

ا بؤسها ا نعيمها وإم ألبس لكل حالة لبوسها إم “Ni’metlerle dolu olsun yâhut türlü kötülüklerle; o her hâl için münâsip olan kıyâfete bü-

rünür.” Fütûhât, VIII, 174 (559. bâb) [trc. XVIII, 72]; et-Tecelliyâtü’l-ilâhiyye, tahk. Osman Yahyâ, Tahran: Merkez-i Neşr-i Dânişgâhî, 1988, s. 302.

Page 35: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

181

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

dığım makām, makām-ı ferdâniyyet-i ahadiyye ve nefy-i kesret-i adediy-yedir ki bununla ekvâna urûc el vermez ve ayniyetle tahakkuk etmedikçe kabûl edilmez. Hâdisât-ı kevniyyeye himmetim taalluk etmeyince, sözle-rim de ona yaklaşıp onunla tezeyyün etmeyince veche-i hakîkatim Hak Sübhânehû ve Teâlâ olmuştur ve beni mülâhaza-i cihetten tenzîh etmiştir. Artık ben eyniyeti müşâhede etmez bir hâle geldim, nerede kaldı ki kâinâtı rü’yet edeyim. [14]

:Hikmet-âşinâ bir âlimden hikmet-i ta’lîm bahsi حكمة تعليم من عالم حكيم

Yukarıda beyân edilen esrârdan sonra suâli îrâd eden kimsede âsâr-ı inkârın zuhûrunu görünce, bir muallim-i nâsihin i’râzı gibi kendisinden rûgerdân oldum ve yed-i kudretinde makālîd-i zemîn ü âsumânı tutup duran Rabbime yüzümü döndürdüm. Bu i’râzın sebebi de onu bağlayıp bırakmayacak olan bir makāmdır ki onun için münkir ve câhili bulundu-ğu kapıyı kapayıverdim; ve bu mesdûdiyet onun kulağına söz gidecek bir makāmda temekkün ve hakāyık-ı cem’e dâir hakîkatle tahakkuk edince-ye kadar devâm edecektir. Artık bundan sonra Rabbime “lebbeyk Rabbî” diyerek ve Zât-ı Akdes’ine münâcât ederek kalktım. Rabbim de bana bî-pâyân niam-i ilâhiyyesini hazırladı ve suâli îrâd ve cevâbında i’râz edene de serâir-i hikemiyyesini ismâ’ etti, gûyâ ki ben ona ta’lîmi hiç de kasdet-memişim. Hak Sübhânehû hazretleri bir kulunu sonradan sâhib-i ilm ve hikmet kılmak isteyince bizzât muallimi olur. Ma’lûmdur ki hâneye ka-pıdan girilir ve hükümdârânın huzûrlarına ancak perdedârlarının izniyle girilebilir. İşte bu hâdise üzerine ben de esrârı apâşikâr olarak izhâr ettim de kalbi bundan dolayı meserret-yâb-ı safâ oldu; ve esrâr-ı fikriyyesi âlem-i cismâniyette serbâzâne seyâhate başladı; ve sultân-ı dehası kalbi üzerine istivâ etti. Artık bundan sonra nûru nâr ve karârı bevâr oldu.

İşte hakîm-i mutlak, sıfatı bu sûretlr mütekâmil bir zât ile muâhede-i Hakk’a başlar ve bilcümle halktan i’râz ederse makāmı ona galebe eder, ve bü-tün evhâmdan munkatı’ olur, ve cismâniyetten çıkar; ve o zaman istislâm-ı tâm ile müsteslim olur, ve kalbine bir nükte konar, ve zât-ı Hakk’ı ma’rifete onu sevk eder. İşte bu hikmetten dolayı ondan evvelce i’râz etmiştim, ba’dehû kendi hakkında öğrenmesini muvâfık bulduğum ba’zı şeyleri inşâd ve ibâha ettim. Çünkü sülûk ki rehrev-i râh-ı Hak olup Allah’ına vuslattır, Hak Teâlâ’nın câzibe ve dâiyesiyle ve kuluna olan ihsân ve hediyesiyle oldu-ğundan onu sülûkün her vâdîsinde bîdâr etmesi ve muhâfazası me’mûldür.

ا تملكه لمح وتلوين لم قلبي بذكرك مسرور ومحزون

Page 36: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

182

M. Nedim TAN

Kalbimi lemehât ve enzâr-ı ilâhî ve televvünât-ı kevniyye temellük edeli seni zikr ile veyâ senin zikrinle hem mesrûr hem de mahzûndur. [15]

ا تملكه وجد وتكوين لم ته فلو رقت في سماء الكشف همKalbe vecd ve istiğrâk ve tekvînî hâller galebe ettiğinde onun himmeti âsumân-ı mükâşefeye doğru irtikā etseydi ne kadar tekemmül ederdi?

يظفر به فهو بين الخلق مسكين بيل فلم لكنه حاد عن قصد السFakat o, tarîk-i sedâddan meyl ve i’râz ettiğinden semâ-yı mükâşefeye irtikāya zafer-yâb olamadı da beyne’l-halâyık dûçâr-ı meskenet oldu.

أصحى بها وهو مغبوط ومفتون حتى دعته من األشواق داعية Nihâyet muhabbetin eşvâk-ı hurûşânından bir dâiye onu da’vet etti de meftûn olduğu hâlde sezâvâr-ı gıbta olarak ayıldı.

ت لها نحو قلبي سحبه الجون هم وأبرقت في نواحي الجو بارقة Kalbin nevâhîsinde bir bârika-i inâyet parlayınca o bârika kalbim etrâfındaki siyah bulutların inkişâfına i’tinâ etti.

والبرق مختطف والماء مسنون يح ذارية حب سارية والر فالسBulutlar sârî, rüzgârlar da savurucu; berk ânî olarak hatf eder, sular da insibâb ve cereyân eder.

ين أرض الجسوم وفاح الهند والص وأخرجت كل ما تحويه من حسن Arz-ı cismâniyyet muhtevî olduğu mehâsine dâir ne var ise meydâna koy-muş ve Hind ve Çin’in revâyıh ve fevâyıhı meydâna çıkmıştır.

Yukarıdaki mühim suâlleri îrâd eden sâil ahvâlinin evsâfını işitip ken-di sırrında muhtefî olan büdûr-ı irfânı kendi hâlesi dâiresinde gamâm-âlûd olunca zâtında muhtefî olan şeyden uyandı; ve o umûr-ı mahfiyye-nin maânîsine dâir bir nebze izhâr ettim; ve onu cân kulağıyla dinler ve mülâhaza-i nefsiyyesinden çıkmış gördüm. Artık ona mevcûdiyetimi sarf ettim, o da beyân ettiğim şeyde fenâ-pezîr oldu ve inşâd ettiğim nazma dâir atşân olduğunu ve daha ziyâdeye talebkâr olduğunu bildirdi de ben de fazlasıyla söylemeye başladım.

ار تزيين إال وفيها من النو فما ترى فوق أرض الجسم مرقبة İklîm-i cismâniyyetin fevkinde olan merâsıdın kâffesinde envâr-ı sübhâ-niyyeden mutlak bir nûr ve bir zînet vardır.

Page 37: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

183

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

رائر معلوم وموزون وفي الس فكلما الح في األجسام من بدع Ecsâm-ı insâniyyeye lâyıh ve zâhir olan ne kadar bedâyi’-i ma’rifet var ise bunlar serâirde ma’lûm ve mevzûn şeylerdir. [16]

ين بكل وجه من التزيين ضن والقلب يلتذ في تقليب مشهده Kalb-i insânî mahall-i müşâhedesindeki takallübâtında dâimâ lezzet-yâb-ı safâ olur; o mahallerin tezyînâtının her cihetinde bir husûsiyet vardır.

ريح من الغرب باألسرار مشحون والجسم فلك ببحر الجود يزعجه Cismâniyyet-i insâniyye bahr-i cûd-i ilâhîde bir sefînedir ki esrâr ile meşhûn olarak mağribden esen bir rîh onu temevvücât ile sevk etmekte-dir.

ريعة محفوظ وميمون ريح الش ره وراكب الفلك ما دامت تسيO gemiye râkib olanlar, bâd-ı şerîat-ı muhammediyye onu sevk ve idâre ettikçe dâimâ mahfûz ve meymûn ve mübârektir.

وفيه للمل العلوي تأمين ئيس إلى التوحيد مقدمه ألقى الرNezâret-i Hak’ta seyreden bu felek-i vücûdun baş tarafını, kaptan tevhîde bırakmıştır. Bu felek-i vücûdda avâlim-i ulviyyeden te’mînât vardır.

يجري وما فيه تحريك وتسكين وق تزعجه فلو تراه وريح الشBâd-ı eşvâkın fülk-i vücûdu sevk etmekte olduğunu görsen de yine hareket ve sükûn olmayarak yürüyüp gidiyor.

نار ونور وطين فيه مسنون نسان مودعة إن األوائل في اإلBu bütün evâil ya’ni envâr-ı ilm ve ma’rifet ve nîrân-ı hikmet ve tîniyyet-i lezice59 tamâmen insana mevdû’dur.

وبين ربي مفروض ومسنون وأودع الوصل ما بيني على كثب Benimle Rabbim arasında bir kurbiyyet-i mefrûzayı, bu fülk-i vücûd sebeb-i visâl olarak bana tevdî’ eyledi.

قت موصول وممنون إذا تحق من خلقي ومن خلقي ر باهللهفالس

İşte benim hilkat ve mizâc ve tabîatımdaki esrâr Hak ile kāimdir. Sen bun-

59 Burada lezice ya da lezce sıfatı ile insan bedeninin aslî unsuru sayılan toprağın balçık kıvâmındaki hâli kastedilmektedir. Kelime, “bir şeyin yapışkan, esnemeye elverişli ve biçim verilmeye uygun oluşu” anlamına gelir. Bk. Mütercim Âsım Efendi, Kāmûs Tercümesi, I, 436.

Page 38: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

184

M. Nedim TAN

da tahakkuk edersen hem muttasıl hem munkatı’ olmuş olursun.

ياسين فإن قلب كتاب اهلله يقول إني قلب الحق فاعتبروا

علي من دهره في نشأتي حين من بعد ما قد أتى من قبل نفخته

ين وال اللعين الذي ينكيه تن ال يعرف الملك المعصوم ما سببي

ين أخفان عن علمه في عينه الط ا تسترت عن صلصال مملكتي لم

غيم العمى وأنا في الغيب مخزون فكان يحجبه عني وعن صفتي

يمشي الهوينا وفي أعطافه لين فعندما قمت فيه صار مفتخرا

عدن وغازله حور بها عين ا سرى القلب للعلى وجار على لم

ين ا مضى عن هواه القرض والد لم غض الجفون ولم يثن العنان لها

م والنون اللوح والقلم والعال فعندما قام فوق العرش بايعه

له فويق استواء الحق تمكين فلو تراه وقد أخفى حقيقته

له على ظهر ذاك الكون تعيين فإن تجلى إلى كون بحكمته يقول للكائنات في الورى كونوا60 فال يزال لمزج الملقيات به

في كل كون فذاك القلب مغبون فكل قلب سها عن سر حكمته Esrâr-ı hikemiyyesinden gāfil kalmış olan her kalb mükevvenâtın her mer-tebesinde tamâmen mağbûndur, aldanmıştır.

ين مالم يكن فيك يرموك وصف له إذا فاعلم بأنك ال تدري اإلNefsine karşı Yermük ve Sıffîn muhârebeleri yapılmadıkça sen kat’iyyen Allâh’ını bilmeyeceksin.

تمت فأنت على التقليد مسجون فاعرف إلهك من قبل الممات فإن Ölmeden evvel Rabbini bil! Şâyed böyle taklîd ile gidecek olursan mutlak mahbûs ve mescûnsun.

ون ه فيك العال والد علما تنز فإن تجليت في شرق ومشهده Kalbin bütün meşârık ve meşâhidinde ilmen tecellî ve inkişâf edersen o zaman ulvî ve süflî gibi farklar senden uzaklaşır.

60 Bu beyitler Mehmed Ârif Bey tarafından tercüme edilmemiş ve harekesiz bir şekilde yazıla-rak bırakılmıştır. Onun üslûbunu ve önceliklerini sürdürememe endîşesiyle biz de beyitleri çevirmeksizin yalnızca harekeleyerek bıraktık.

Page 39: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

185

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

من التكاليف تقبيح وتحسين والح في كل ما تخفي وتظهره Senin tekâlîf-i ilâhiyyede gizli ve âşikâr olarak bildiğin hüsn ve kubh gibi şeylerin hakāyıkı sana lâyıh olur. [18]

تظهره فهو عن األغيار مكنون فيك وال فافهم فديتك سر اهللهSana canım kurbân olsun! Esrâr-ı ilâhiyyenin kendinde olduğunu anla da ağyârdan mestûr olan o esrârı ehli olmayana keşf etme.

ر ميت بقلب الحر مدفونفالس وغر عليه وصنه ما حييت به

Bu âlemde berhayât oldukça onu sıyânet eyle. Çünkü sır denen şey’-i mektûm hür olan kimsenin kalbinde defnolunmuş bir şeydir.61

Muhâtab kalbin müntehâsını işitip umûr-ı gaybiyyeyi idrâk şeref-i âlîsine mazhar ve vâkıf olarak bu memleket-i insâniyyenin sıfât ve esrâr-ı rûhâniyyeye dâir ihtivâ ettiği şeyleri görünce diz üstü gelip zulmet-i cismâniyyesinden çıktı da dedi ki: Ben sırrı ketm ederim, onun için işin hakîkatini beyân eyle. Çünkü إن عبادي ليس لك عليهم سلطان (Hicr 15/42) [Se-nin bana muzâf olan kullarım üzerinde hüküm ve nüfûzun cârî değildir.]62 inâyet-i ezeliyyesiyle inkâr isti’dâdı zâil oldu; şeytân da tard ve teb’îd edil-di. Binâenaleyh bana haberi vasf ve beyân eyle; artık ben islâm oldum ve beni ta’lîm eyle; çünkü ben öğrenebileceğim. Cevâben dedim ki: Ben dâimâ bu meşhed-i ulvî ve makām-ı âlîde mütemâdiyen bulunuyorum. Emr-i ilmî fikrimde yerleşip fâtiha-i kitâbullâhın bütün mefâtîhi husûle gelinceye ka-dar bu ikāmet devâm edecektir. Bu ulûm-ı ilâhiyyeyi tahsîl ve bu ma’lûmât ile ittisâf ederek Rabbim beni ilerlemeye hazırlayıp bu ma’lûmâtın tafsîlini reşh edince anladım ki Hak benim âlem-i şehâdete rücûumu istiyor. Ben de bu hâl üzerinde ibkā edilmek ve daha ziyâde ihsân edilmek şartıyla kabûl ettim. Çünkü vücûdun nihâyetine kat’î bir delîl olmadığı gibi hiçbir ferd de bu nihâyetle tahakkuk etmemiştir. Hak Teâlâ diyor ki: لهم ما يشاءون Ehl-i cennet orada diledikleri her şey olduğu gibi yine] (Kāf 50/35) فيها ولدينا مزيدorada nezdimizde bir de cennetü’l-mezîd vardır.]63 Bu makāmda sâlike mülk-i

61 Şiiri krş. Dîvânu İbn Arabî, s. 447-448.

lafz-ı şerîfindeki ‘ibâd’ın Hakk’a muzâf olan ve kemâl-i kurbiyyet peydâ eden zevât إن عبادي“ 62olduğu, عبادي terkîb-i izâfîsinden müstebân olmaktadır. İşte nefsini Hakk’a izâfe eden bu ricâl üzerinde şeytânın hüküm ve saltanatı yoktur. Onun için İblîs’e karşı ليس لك عليهم سلطان den-miştir ki ‘senin bana muzâf olan kullarım üzerinde hüküm ve nüfûzun cârî değildir’ demek-tir.” (li-mütercimihî)

ehl-i cennet orada diledikleri her şey olduğu gibi yine orada nezdimizde bir de‘ لهم ما يشاءون فيها” 63

Page 40: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

186

M. Nedim TAN

vücûdunda nüfûz-ı irâde kuvveti ve himmetin idrâk edemeyeceği bir ziyâde husûle gelir. Nüfûz-ı irâde kuvveti أن يأتي بالفتح (Mâide 5/52) فعسى اهلله[Belki Allah bir fetih vücûda getirir.] âyetinde beyân buyurulmuştur. Lâkin uhûd-ı ilâhiyyeye vefâ şartıyladır. Emr-i velâyeti itmâmdaki ziyâde de أو عنده من ile bildirilmiştir. [19] [.Yâhud nezdinden bir emir] (Mâide 5/52) أمر Bu âlem-i telfîke refîk-i a’lâdan müfârakat etmeksizin çekildiğimde yolda bana tekmîl-i havâdis-i kevniyye mülâkî oldu. Bu cihetle vücûd-ı Hakk’a delîl olan havâdis-i enniyye ve âtiye gördüklerimi tanıdığım gibi kâinât-ı ulviyye ve süfliyyeye dâir bulduklarımı tamâmen bildim. Binâenaleyh ben şu dakîkadan mevt-i sûrî zamânına ve bu rücû’-ı meşhediyyede ya’ni âlem-i şehâdete rücûumda mülk-i cismâniyyetten iftirâkım hengâmına kadar bu ahadiyet sıfatındayım.

د بثالثة أنوار وأغطية أسرار İşte bu akîde-i ومن ذلك هدهد أمين جاء بنبأ يقين، وقد تجسsâfiyeden Hüdhüd-i emîn-i Süleymânî selâmetle haber-i kat’îyi getirmiş ve bu haber envâr-ı selâse ve perde-i esrâr ile cesediyet peydâ etmiştir. İşte bu cesediyet peydâ eden perde-i esrârın ufkundan bana ilk selâmı veren ve ba’zı ahlâkını izhâr eden perde-pûş-i istitâr olan kevkeb-i ufûldür ki kamer-i münîri hidâyet-i müşrıka hullesinden tulû’ etmiştir ve bana bu envâr-ı selâseden her birinin hakîkatini vermiş ve tarîkat ve meslekini îzâh etmiştir. Bundan sonra da bunlara bütün zulmetleri incilâ-pezîr eden ve hâne-i kalbi tenvîr ve her türlü nokta-i sevdâyı ve lekeleri izâle eden nûr-ı ezher ve şems-i ekber müteâkiben zuhûr etmiştir ki bu da tecellî-i misâlî ve nûr-ı irsâlîdir. Ba’dehû bu zuhûruyla bana selâm vermiş ve sonra ecel-i müsemmâya kadar mağrib-i muammâda ufûl etmiştir. Ecel-i müsemmâ yaklaşıp gelince nûr-ı hidâyetle garb tarafından tulû’ etmiştir ki işte bu şems-i tevcîh ve makām-ı tenzîhdir. Bunun ufûlüyle iştirâk zâil olur ve ukde-i işrâk çözülür, şikâr olmaktan kurtulur ve hiyel ve desâis mürtefi’ olur. Bu ufûl iki kısımdır, fakat erbâb-ı basîrete göredir. Birisi; eğer ufûlü ufûl-i kalbî yapabilirse onun sâhibi avâlim-i gaybiyyesinde Hak’tan bir nûr-i hidâyet üzerindedir, ربه من نور على O Rabbinden] (Zümer 39/22) فهو bir nûr üzeredir.] sırrına mazhardır. Yalnız onun turâbiyyet-i cismâniyyesi kalmış ve kendisi için nûrun alâ nûr, ve sürûr vârid ale’s-sürûr olmuştur.

cennetü’l-mezîd vardır’ demektir ki işte orası sırf müşâhede-i cemâl makāmı olarak Sultân-ı enbiyâya ve onda ifnâ-yı zât eden küberâ ve cülesâ ve kurenâ-yı muhammediyyeye tahsîs edilmiştir. Bu cennetü’l-mezîd merâtib-i semâniye-i cinânın en refîi ve en müntehâsı olup sekizinci cennet budur. عليه وآله وسلم فيها د صلى اهلله نا محم Âmîn.” (li-mütercimihî) اللههم احشرنا مع نبي

Page 41: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

187

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

Şâyed bu şems-i tâbânın ufûlünde mazhar, muzlim ve ziyâdan hâlî olur-sa o zât sıfât-ı beşeriyyesinden muarrâ olmuş ve zât-ı akdesiyyet bahrin-de müstağrak ve sıfât-ı ma’neviyye libâsından mütecerrid olmuştur. Bu esrâr-ı refîanın ne kadar latîf ve arzu edilen bu zevk-i azîmin ne kadar ahlâ ve eşhâ olduğuna dikkat etmelidir. Makām-ı akdesîde bu nûr-ı şemsî ile müddet-i medîde kaldım ve senelerce eyyâm ve leyâlîde Rabbime münâcât ettim. Bu hâlin imâmet-i muhammediyye-i külliyyenin bir cüz’ü ve bir zerresi olduğuna dâir Rabbim bana alâmât ve âsârını îzâh etti. Anlayan anlasın, anlamayan kapıyı çalsın ve devâm etsin. Bu tecellî-i misâlî-yi nûrî, ufûlünden mukaddem sâbit oldukça onda bulunan serâirde tahakkuk et-tim ve Hak Teâlâ’nın yed-i kudretindeki esrârı anladım.

تسنيم ومزاجه مختوم رحيق ذلك -Hitâmı misk ve mizâcı şarâb-ı hoş ومن güvâr-ı tesnîm olan bâde-i sâfî-yi ma’rifet işte bundan nebeân etmiştir. [20] Doksan beşinci senenin [595/1199] son gününün nısfı dâhil olup şems-i hakîkatten zulmet-i sehâb sıyrılıncaya kadar ben yukarıda söyle-diğim hâl-i rücû’da ve halkca meşhûr ve sütre-i envâr içinde mestûr olan ilimlerimle berâber idim. Bu bâde-i sâfînin misk ile hatm olunmuş, ya’ni mühürlenmiş ve mevâdd-ı mahlûlesinin şarâb-ı tesnîm olması kendisinin hem tâbi’, hem metbû’, hem sâmi’, hem mesmû’ olmasındandır ki buna dâir karîben bir işâret ve va’d ü vaîd gelecektir. Sene-i mezkûra tamâmen dâhil olup da üç ay daha geçince bu şems-i mağribiyyeden iftirâkım ve onu karâbet-i yesribiyyeye terk ettiğim zamânda hatm-i zamân rahîk-i sâfîsi ile bana mülâkî oldu ve tesnîmin mizâc-ı tarîkatı ve sünen ü âdâbı olduğunu îzâh etti. Ben de derhâl imâmet-i ihâtiyye-i külliyyede mastabe-i sıdk ve istikāmette evliyâ-yı ilâhiyyenin hatmini müşâhede ettim. Bana ta’rîfini ve esrâr-ı makāmını anlattı. Dest-i feyz-i himmetini takbîle me’mûr ol-dum ve kendisini Sıddîk ve Fârûk’a takarrüb etmiş, sâdık-ı masdûk olan Sultân-ı enbiyâ (sallallâhu aleyhi ve âlihî ve sellem) Efendimiz’in evâmir ve sünen-i seniyyesine kemâl-i ittibâ’ ve vakf-gûş-i inkıyâd etmek sûretiyle iktisâb-ı kurbiyyet etmiş buldum ki livâ-yı takaddümü bir menşûr ve iki mührü de nûrun alâ nûr idi ve bu mecma’da zuhûr ve galebe de onundu, orada bundan mâadâsı sahte libâs telebbüs etmiş gibiydi. Şems-i beytiyye, o da benim gibi hatmin elini öptü, ben de gözümün kuyruğuyla ona bakın-ca hatm bana “bu da benim ehlimdir” dedi. Ba’dehû hatm ile müştâkāne mükâmeleye başladık ve kendisiyle kadîm ve hâdise dâir bir hayli şeyler konuştuk. Sâkî-i meclis ise şarâb-ı hoş-güvâr-ı sohbete teşvîk ve tergîb ve serîr-i imâmetin sâkından, ayağından başlıyor, hatm ise bana neşvekârâne

Page 42: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

188

M. Nedim TAN

bir temâyül gösteriyor ve âşıkāne gazellerle bana gazelhân oluyor ve di-yordu ki: “Aman beni ridâ-yı ketm ile setr eyle, işte ben hatmim. Benden sonra velî ve velî-yi ahdim yoktur. Gaybûbetimle bütün devletler nâbûd olur; en sonrakiler en evvelkilere iltihâk eder.”

فظن خيرا وال تسئل عن الخبر ا لست أذكره وكان ما كان ممİşte bu mecma’da zikrini arzu etmediğim ve ketmini pek lüzûmlu gördü-ğüm şeyler konuşuldu; yalnız hüsn-i zann et ve haber sorma!64

Kulûb-ı müştâkân şemsin esrârını anlamak için münâcâta başlayıp şems-i hakîkat-ı gaybiyye maşrık-ı envârından tulû’ ederek, meclis-i ün-sümüzde haddini ve kemâlini bularak Ebu’l-Abbâs el-Hızr ve nezdindeki refîkiyle girince anladığım hakāyık-ı ma’rifetle çekildim. O zaman hiçbir nükte-i nâdire kalmamıştı ki hazretimin kapısında vârid ve sâdır olma-mış olsun. Şâyed bu alınan hakāyıkı ketm husûsundaki ahd ve def’edilen dahîl-i ifşâ olmasaydı o sırrın evsâf ve mebânîsini size behemehâl ifşâ ede-cektim. Fakat yine onu bir hicâb-ı rakîk arkasından size anlatırım. Her kim anlamaya cür’et eder de sütresini kaldırırsa bu sırrı görmüş ve anlamış ola-caktır. Şems-i mağribimiz hakkında da yine böyle yaparak onu sütre-i [21] kalbimiz arkasından hicâb-ı gaybîmizde size izhâr edeceğim. Keşf-i ulvî ve azm-i kavî sâhibi olan kalbimi açar ve nihâyet orada Rabbimin şems-i aha-diyyetini müşâhede eder. İfşâ-yı hakāyıkın sâfinâtü’l-ciyâdı olan taleb-i hakîkî küheylânına rükûb eder ve lâhık olursa ve her kim onun sırtından inerek ketm-i hakāyık esb-i mutîine binerse maksadına zafer-yâb olur ve bize iltihâk eder. Yalnız benim yaptığım veyâ benden evvel yapanlar gibi remz-i hafî ile ve maânîyi muammâ ve lügazda dercetmek sûretiyle hare-ket etmesi şarttır.

البدور على تور الس وإرخاء المذكور م المتقد البحر ذلك Mukaddemen beyân ومن edilen bihâr-ı maânîden lem’a-nisâr-ı kevn olan bedr-i münevverlere per-de çekmek ameliyesi bundan neş’et etmiştir. Mîlâd-ı Nebî-yi efham olan şehr-i Rebîü’l-evvel girince Hak Teâlâ ve Tekaddes üzerimizde ilkā buyur-duğu vahiy ya’ni vâridât-ı kalbiyye-i sahîhayı bir resûl-i ilhâm olarak gön-derdi ki bu resûl-i ilhâm kendisinden bize vârid olan hitâb-ı Rabbânîdir. Ba’dehû bu ilhâm-ı sübhânî ve hitâb-ı Rabbânîye bütün semerât-ı latîfesi

64 Bu beyit Abbâsî şâirlerinden İbnü’l-Mu’tez’e (ö. 296/908) âit olup Gazzâlî’nin el-Munkız’da yer vermesi sebebiyle tasavvuf târihinde darb-ı mesel hâline gelmiştir. Bk. İmam Gazzâlî, el-Munkız mine’l-dalâl-Hakîkat Arayışı, tahk. Abdürrezzak Tek, Bursa: Emin Yay., 2013, s. 45, 71.

Page 43: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

189

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

kemâle gelmiş olan bir bostân-ı lutfunda bir mübeşşire-i nûrâniyye (rü’yâ-yı sâdıka)yı da terdîf etti. İşte bu mübeşşirede bu kitâb-ı meknûn ve sırr-ı masûn ve mahzûnun vaz’-ı sahâif edilmesini bana emrederek bu sahâife mevdû’ olan hakāyıka da Kitâbü’l-keşf ve’l-ketm fî ma’rifeti’l-halîfeti ve’l-hatm ismini verdi. Bu verilen alâmet ve nişân hakkında Mâlikü’l-memâlik’e mürâcaat ettim ve tevakkuf emrini aldım. Sonra bana yine teveccüh edip ayrılmadı ve mahall-i akdesi ihzâr ve tefrîş ederek nüzûl buyurdu da o haz-rette ya’ni o huzûrda dedi ki: “Ben bu kitâb-ı hakāyıka Sidretü’l-münhtehâ ve sırru’l-enbiyâ fî ma’rifeti’l-halîfeti ve hatmi’l-evliyâ ismini verdim” deyince ben de cevâb verdim ki: “Ben nefsimde böyle bir isim vermenize bir nükte buldum. Yalnız acele etme ve beni bağteten muâhaza ve muâteb etme.” Bu sözüme, “seni muâhezeden istihyâ ederim” dedi, ben de “Rabbim Teâlâ hazretleri hem imâte hem de ihyâ eder” dedim. Vaktâki cum’a günü oldu, hatîb de minber üzerinde kulûb-ı evliyâ ve ibâdullâhı Hakk’a da’vete başladı, o sırada kurb-i hazret-i ilâhiyyeden uzanan dest-i cezb-i ilâhînin berd-i latîfini hissettim ve gaflet-i beşeriyyeyi def’e medâr olan kelimât-ı rabbâniyyeyi telakkî ettim de birtakım alâmetlerin vürûdu üzerine kalbde birçok dâiyeler husûle geldi ve o zaman makām-ı akdesden bir hitâb-ı en-fes vârid olup da dedi ki: “Ey Ankā-yı Muğrib nâm ve unvânıyla meserret-yâb-ı selâmet ve necât olan hatîb-i mağrib!”65

65 Tercüme Ankāu muğrib’in ilk faslının sonunda yer alan bu hitâbla bitmektedir. Osman Ergin’in girişte aktardığımız kaydına göre Ârif Bey’in 1935’ten sonra Konya’ya dönmesi ter-cümenin âkıbeti hakkında net bir bilgi elde edilememesine sebep olmuştur.

Page 44: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations
Page 45: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

el-İnsânü’l-kâmil’in Rûh Bahsinin Tercümesi

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey

Page 46: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations
Page 47: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

193

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

el-İnsânü’l-kâmil’in Rûh Bahsinin Tercümesi

بسم اهلله الرحمن الرحيم[27b] Rûh, ıstılâhât-ı sûfiyyede mahlûkātın kendisiyle kāim ve vücûd-pezîr olduğu melek olup “hakîkat-i muhammediyye” nâmıyla tevsîm edilmiş-tir. Cenâb-ı Hak bu meleğe zât-ı akdesine hâs olan nazar-ı ilâhîsiyle na-zar ederek onu nûr-ı zâtından ve bütün mükevvenâtı da onun nûrundan halk ile kendisini avâlime nisbetle mir’ât-ı müşâhede ve mahall-i nazar-ı ilâhîsi kılmıştır. Bu melek-i azîmin esmâ-i müteaddidesinden biri de “emrullâh”dır. Bu melek bilcümle mevcûdâtın en şereflisi ve mekânet ve menzilet i’tibâriyle en a’lâ ve râfiidir ki fevkinde hiçbir melek yoktur. Bu rûh, seyyidü’l-mukarrebîn ve efdalü’l-mükerremîn olarak vücûd-pezîr olmuş ve Rab Teâlâ dâire-i mevcûdâtı bununla tedvîr ederek kendisini âlem-i mahlûkātın kutbu ve medâr-ı istinâdı kılmıştır. Hak Teâlâ’nın halk ve îcâd ettiği her mevcûda müteveccih, rûhun nîm-nigâh ile baktığı bir vech-i hâssı vardır.66

66 Ârif Bey’in tercüme üslûbunu göstermek için bu paragrafın önce aslını aktarıp ardından La’lîzâde Abdülbâkî (ö. 1159/1746), Ali Urfî Efendi (ö. 1305/1887) ve Abdülaziz Mecdî Tolun’un (1865-1941) tercümelerine yer vereceğiz:

هذا إلى تعالى اهلله نظر دية، المحم والحقيقة به المخلوق بالحق وفية الص اصطالح في ى المسم هو الملك هذا أن اعلم ، وهو الملك بما نظر به إلى نفسه، فخلقه من نوره و خلق العالم منه، و جعله محل نظره من العالم، ومن أسمائه أمر اهلله عليه رحي مين، أدار اهلله بين وأفضل المكر د المقر أشرف الموجودات وأعالها مكانة وأسماها منزلة ليس فوقه ملك، وهو سي

تعالى وجه خاص به يلحظه. الموجودات وجعله قطب فلك المخلوقات، له مع كل شيء خلقه اهلله

La’lîzâde Abdülbâkî Tercümesi: “Ma’lûm ola ki bu melek ıstılâh-ı sûfiyyede el-hakku’l-mahlûk tesmiye olunur ve hakîkat-i muhammediyye tesmiye olunur. Hak Sübhânehû bu meleğe na-zar eyledi kendi nefsine nazar ettiği gibi; ve bu meleği nûrundan halk eyledi; ve âlemi bu me-lekten halk eyledi; ve âlemden mahall-i nazarı kıldı; ve bu meleğin esmâsındandır emrullâh; eşref-i mevcûdâttır; ve mekâneten a’lâ-yı mevcûdât ve menzileten esmâ-i mevcûdâttır. Leyse fevkahû melekün, hüve seyyidü’l-mukarrabîn ve efdalü’l-mükerremîndir. Hak Sübhânehû ve Teâlâ cümle mevcûdât rahâsını bunun üzerine idâre eyleyip bunu kutb-ı felek-i mahlûkāt kıldı; ve bu melek için halkullâhdan her şey ile vech-i hâs vardır, onunla lahz ve nazar eder.” (Atatürk Ktp., Osman Ergin, no: 492, vr. 130a).

Ali Urfî Tercümesi: “Rûh ile tesmiye kılınan melek beyânındadır. Mahlûkiyeti bi’l-hak olmak münâsebetiyle sûfiyye indinde bu melek Hak ve hakîkat-i muhammediyye ismiyle tesmiye kılındı. Allah Teâlâ hazretleri bu meleğe nazar etmesi, nefsiyle olan nazar iledir; ve o meleği halk edip onun nûrundan âlemi îcâd eyledi; ve âlemden nazarullâh onu kıldı. Bu meleğin ismi emrullâhdır; bu isim mevcûdâtın eşrefi ve esmâ merâtibinin a’lâsıdır. Bu meleğin fevkinde melek olmaz. Seyyid-i mukarrabîn ve efdal-i mükerremîndir.” (Atatürk Ktp., Osman Ergin, no: 830, vr. 57b).

Abdülaziz Mecdî Tolun Tercümesi: “Ma’lûm olsun ki, bu melek, sûfiyye ıstılâhında hakk-ı

Page 48: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

194

M. Nedim TAN

Rûhun mertebe-i refîasından tenezzülü yoktur, onu Hak Teâlâ halk ettiği derece-i ulviyyede muhâfaza etmektedir. Rûhun “suver-i semâniye” nâmıyla sekiz sûreti [28a] vardır ki bunlara “hamele-i arş” denir. Arşî ve ferşî, ulvî ve unsurî bütün melâike-i mevcûde bunun feyz-i nazarından vücûda gelmiş olup bu melâikenin rûha olan münâsebetleri, deniz katre-lerinin bahr ile münâsebetleri; ve hamele-i arş-ı berîn olan melâike-i mu-azzamanın rûh-ı insânî ile olan münâsebetleri, vücûd-ı insânînin medâr-ı kıyâmı olan sekiz aded kuvve-i kudsiyyenin insâna nisbetleri gibidir ki bu sekiz kuvvet akıl, vehim, fikir, hayâl, musavvire, hâfıza, müdrike ve nefs-den ibârettir.

Bu melek-i kerîmin âlem-i ufkî, âlem-i ceberûtî, âlem-i ulvî, âlem-i melekûtî, âlem-i mülkî gibi avâlimin her birinde te’mînât ve sıyânet-i nazarîsi vardır ki taraf-ı Bârî ve kıbel-i ilâhîden kendisine bahşedilmiş bir imtiyâz-ı azîmdir. Bu melek-i celîl bütün kemâl ve kemâlâtıyla ve tamâmiyetiyle hakîkat-i muhammediyyede zuhûr etmiş ve hakîkat-i mu-hammediyye buna mazhar-ı etemm ve ekmel olmuştur. Bundan dolayıdır ki Seyyidü’l-vücûd (sallallâhu aleyhi ve âlihî ve sellem) Efendimiz Seyyidü’l-beşer olmuş ve bu siyâdet-i âlem-gîr ile Hak Teâlâ zât-ı muhammediyyesine

beyân-ı imtinân etmiş ve Kur’ân-ı Kerîm’inde أمرنا من إليك روحا أوحينا وكذلك يمان ولكن جعلناه نورا نهدي به من نشاء من عبادنا وإنك لتهدي ما كنت تدري ما الكتاب وال اإلمستقيم صراط -âyet-i kerîmesiyle bu imtinânı beyân etmiş (Şûrâ 42/52) إلى tir ki meâl-i münîf [28b] ve fehvâ-yı latîfi: “Senin zât-ı akdesine emrimin mümessili olan bu rûhun vücûhundan bir vech-i kâmil vahyettik ki sen bu atâdan evvel kitâb ve îmânı tamâmen bilmiyordun. Fakat o rûhu, sana kul-larımızdan dilediklerimizi mazhar-ı hidâyet ettiğimiz bir nûr olarak verdik. Sen de behemehâl lutuf ile sırât-ı müstakîme delâlet edeceksin” demektir.

Bu melek-i azîmin “emrullâh” ismiyle tevsîm edilmiş olduğuna Kur’ân-ı Kerîm’de rûh hakkındaki أمر ربي من ile işâret edilmiştir; bu (İsrâ 17/85) من

mahlûk ve hakîkat-i muhammediyye tesmiye olunan melektir. Cenâb-ı Hak, bu meleğe kendi nefsine nazar ettiği gibi nazar etmiştir ve onu kendi nûrundan yaratmış ve âlemi ondan yarat-mıştır. O melek, Allâh’ın âlemden mahall-i nazarıdır. Emrullâh, bu meleğin esâmîsindendir. Bu melek, mevcûdâtın eşrefi, mekânet ve kudret i’tibâriyle a’lâsı, menzil ve derece i’tibâriyle mevcûdâtın en yükseğidir. Bunun fevkinde de melek yoktur. Bu melek seyyidü’l-mukarrabîn ve efdalü’l-mükerremîndir. Cenâb-ı Hak, mevcûdâtın değirmenini bu melek üzerinde devret-tirmiştir ve o meleği mahlûkât feleğinin kutbu eylemiştir. Cenâb-ı Hakk’ın halk ettiği her şey ile berâber o meleğin vech-i hâssı olup, o melek o vech-i hâs ile o şeye bakar.” İnsân-ı Kâmil, haz. Selçuk Eraydın-Ekrem Demirli-Abdullah Kartal, İstanbul: İz Yay., 2002, s. 278.

Page 49: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

195

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

ربي ”Rabbimin emrinin mümessili olan rûhun vecihlerinden bir vecih“ أمر demektir. Bu rûhâ âid olan suâlden bir nükte-i latîfe vardır, o da Seyyidü’l-vücûd (sallallâhu aleyhi ve âlihî ve sellem) Efendimiz’den Yahûdîlerin rûhâ âid olan suâlleri وح sûretinde [.Sana rûhu sorarlar] (İsrâ 17/85) ويسألونك عن الرmutlak olup bir kayd-ı vasfî veyâ izâfî ile mukayyed olmadığından, cevâbının da ربي أمر من وح الر sûretinde mutlak olması ve “emrin vücûhundan bir قل vecihdir” denmesi lâzım gelmiştir. Şâyed, “rûh-ı Muhammedî”nin hakîkati nedir tarzında bir kayd-ı67 vasfî ve izâfî ile [29a] sorulsaydı tabîî cevâbı da ona göre olurdu. Çünki rûh-ı Seyyidü’l-enâm’a dâir olan beyânât-ı ilâhiyyede çok şâyân-ı dikkat noktalar vardır. Ez-ân cümle, وكذلك أوحينا إليك أمرنا من Senin zât-ı akdesine emrimin mümessili olan bu] (Şûrâ 42/52) روحا rûhun vücûhundan bir vech-i kâmil vahyettik.] âyet-i kerîmesinde “rûh” keli-mesini nekre olarak görüyoruz ki o vechin celâlet ve azametine delâlet eder ve sonundaki tenvîn ta’zîmi ifâde eder; ve bu ta’zîmât,

Bu kadar ni’met-i bî-minnet-i RabAhmed’in şânına ta’zîm idi hep

beyitiyle ifâde edilir.68 ذلك يوم مجموع له الناس (Hûd 11/103) [O, bütün insanla-rın bir arada toplanmış olacakları bir gündür.] âyetindeki “yevm” kelimesinin tenkîri de o günün azametini bildirir. Bir de روحا من أمرنا [Emrimin mümessili olan bu rûhun vücûhundan bir vech-i kâmil] dedi. أمرنا إليك من .demedi أوحينا Çünki vücûddan maksûd zât-ı Muhammedî’dir ve heykel-i insânîden mak-sad da rûhtur. Sonra أمرنا ,zarfı ki üst tarafındaki rûhun sıfatı oluyor من bundaki “emr”i de zâtına izâfe ederek îrâdı da ayrı bir te’kîd-i mühimdir ve bu te’kîdlerin kâffesi şân-ı celîl-i Mustafâ’ya âiddir.

İşte rûh isminde emrullâh olan bu melek-i muazzamı Hak Sübhânehû ve Teâlâ zât-ı ahadiyyetine mir’ât-ı müşâhede-i zât olarak halkettiğin-den zâtıyla bundan başka bir şeyde zuhûr etmez. Diğer mahlûkātındaki zuhûru yalnız sıfâtıyladır, zâtıyla değildir. İşte bu melek, dünyâ ve âhiret, cennet ve nâr, kesîb ve a’râfın kutb-ı yegânesi ve medâr-ı hâssı olduğu için hakîkat-ı ilâhiyye ilmullâhda [29b] mevcûd cemî’-i eşyâ ile mahlûkātta bu rûhun ber-vech-i mahsûs bulunmasını iktizâ etmiştir ki o mahlûkun

67 “Böyle bir kayd-ı vasfî veyâ izâfî ve bilhassa bir cümle-i haberiyye ile soruş, sorulan şeyin mâhiyetinden sormak demek olacak ve mâhiyete dâir olan cevâb da hadd-i tâm ile cevâb olması lâzım gelecekti ve muktezâ-yı belâgat de bu idi.” (li-mütercimihî)

68 Bu beyit Mehmed Ârif Bey’in metne katkısıdır.

Page 50: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

196

M. Nedim TAN

feleki ya’ni mevcûdiyeti o veche doğru devr eder; o vech, onun kutbu-dur. Bu melek-i a’zam insân-ı kâmilden başka hiçbir ferde ma’lûm ola-maz. İşte velî-yi kâmil bunu bilince cemî’-i eşyâyı da bilmiş ve bu ilmin kendisinde tahakkukunda bu melek-i azîme niyâbeten o velî-yi kâmil de mevcûdâtın medârı bir kutb-ı celîl olmuş olur. Onun içindir ki kutbiyet-i hakîkiyye asâleten rûhundur. Bundan mâadâsının kutbiyeti vekâlettir, âriyettir; bunu iyi bilmelisin. Binâenaleyh Kur’ân-ı Mübîn’deki, يقوم يوم الحق اليوم ذلك وقال صوابا حمن الر له أذن من إال مون يتكل ال ا والمالئكة صف وح ’Nebe) الر78/38) Meâl-i münîfi: “Kıyâmette o melek, ya’ni rûh devlet-i ilâhiyyede kāim ve bilcümle melâike de hizmetinde safbeste-i ta’zîm olup da kendisi, ya’ni rûh ubûdiyyet-i Hak’da dâim ve sâbit olarak Allah’ın kendisine olan emr-i ilâhîsi vech ile o hazret-i ilâhiyyede mutasarrıf olduğunda melâike-i sâire tekellüm edemezler. Yalnız Rahmân ve Rahîm’in me’zûniyet verdiği rûh Hak ile mükâleme eder; Hak Teâlâ hazretleri de onu tasvîb ve tasdîk eder. İşte o gün, bütün hakāyıkın yevm-i bürûz ve zuhûrudur.” demektir. [30a] Hazret-i ilâhiyye ya’ni huzûr-ı Hak’ta rûhdan başkası kelâma me’zûn olamaz, melâike-i sâire için yalnız bir tek kelimeye imkân vardır, fazla-sına tâkatleri yoktur ve bast-ı kelâm bunlar için mümkin değildir. Hak Teâlâ’dan ilk telakkî-i emr edecek olan bu melek olup bu da diğer melâikeye tevcîh eder ki onlar cündullâhdır. Rab Teâlâ avâlimden bir âlemde emrini infâz etmek istediğinde o emri îfâya münâsib bir melek halkeder ve rûh onu gönderir, o da me’mûr olduğu vazîfeyi ber-vech-i emr îfâ eder. Ne kadar mukarrabîn melâike var ise kâffesi bu rûhdan halkolunmuşlardır. İsrâfîl, Cebrâîl, Mîkâîl ve Azrâîl ve bunların fevkinde olup “nûn” ismiyle mevsûm olan melek ki levh-i mahfûzun altında kāimdir; ve “kalem” is-mindeki melek bahs-i mahsûsunda görülecektir; ve kürsî altında kāim olup “müdebbir” ismiyle ve imâm-ı mübîn altında kāim olup “mufassıl” ismiyle mevsûm olan ve “illiyyûn” nâmını alan bu zevât-ı mukarrabînin kâffesi rûhun tecelliyât-ı nazariyyesinden mahlûk olan melâike-i izâmdır ki bunların hiçbiri Cenâb-ı Âdem’e secde ile me’mûr olmayanlardandır. Şâyed Âdem’e secde ile mükellef olaydılar zürriyyet-i ebü’l-beşerden her-kes bunları tanıyabilirdi. Çünki Âdem’e secde eden melâikenin kâffesi rü’yâ âleminde uyuyan kimseye gösterilen emsâl-i ilâhiyye ile sûret-nümâ-yı [30b] beşeriyyet olarak kendilerini gösteriyorlar. İşte bu sûretlerin hepsi Allâh’ın melekleridir. Rü’yâyı tasvîre me’mûr olan meleğin bunlara verdiği emir vech ile ve beyân-ı misâl ile ta’yîn-i eşkâl ve ta’rîf-i hâl ediyorlar. Bu sebebden dolayı ki ba’zen uykuda insan cemâdâttan birinin kendisine söz

Page 51: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

197

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

söylediğini görüyor. Şâyed o cemâd bir rûh-ı musavver olmasaydı tabîî ko-nuşamazdı. Nebî-yi zîşân (sallallâhu aleyhi ve âlihî ve sellem) Efendimiz’in “Rü’yâ-yı sâdıka Allah’tan bir vahiydir” meâlindeki من وحي ادقة الص ؤيا الر إن ,nutk-ı şerîfi69 bu beyânı te’yîd eder. Çünki o rü’yâyı mutlak bir melek اهللemr-i mahsûs ile inzâl ve tefhîm eder; ve diğer bir hadîs-i şerîfinde ؤيا إن الرة ادقة جزء من ستة وأربعين جزأ من النبو -buyurmuştur ki70 “rü’yâ-yı eczâ-yı nübüv الصvetin kırk altı cüz’ünden biridir” demektir.

İblîs-i habîs Cenâb-ı Âdem’e secde ile me’mûr olanlardan iken secde et-mediğinden bilcümle şeyâtîne reîs oldu ki şeyâtîn-i sâire ondan mütevellid netâicden ibârettir; ve bunlar elvâh-ı menâmiyyeyi tasvîre me’mûr olmuş-lardır. Bu cihetle melâikenin tasvîr ettikleri rü’yâ-yı sâdıka ve şeyâtîn tara-fından tasvîr edilenler de rü’yâ-yı kâzibe olmuştur.71 Hulâsa-i kelâm âlîn ve illiyyîn nâmındaki melâik hazarâtı Âdem’e secde ile me’mûr olmayanlardan bulunduklar için ebnâ-yı beşerden [31a] yalnız ilâhiyyûn (o da bir atıyye-i ilâhiyye olarak) bu melâikeyi ma’rifete vâsıl olmuşlardır. Bu ma’rifet, bu tanıyış ahkâm-ı âdemiyyetten ve ednâs-ı tabîatten tamâmen tasaffî ve ta-tahhurdan sonra husûle gelebilir ki bu ahkâm ve ednâsa ma’nâ-yı beşe-riyyet nâmı verilir. Hak Teâlâ ve Tekaddes hazretlerinin kavl-i ilâhîsinde İblîs’e olan hitâb şeklindeki itâbda görmüyor musun? لما تسجد أن منعك ما العالين من كنت أم أستكبرت بيدي -buyurulmuştur ki72 fehvâ (Sâd 38/75) خلقت yı latîfi, “Ey İblîs! Celâl ve cemâle mazhar olarak iki elimle halkettiğim Âdem’e secdeden seni men’eden nedir? Sen melâike-i illiyyûndan olmadı-ğın hâlde izhâr-ı kibr ve nahvet ettin.” [31b] Hazret-i İmâm Muhyiddînü’l-Arabî (kaddesellâhu sırrahû ve efâza aleynâ birrahû) hazretleri Fütûhât-ı Mekkiyye’sinde bu ma’nâyı beyân etmiş;73 ve fakat melâike-i âliyenin hangi zevât olduğunu ta’yîn ve tasrîh etmemiş ve beyân ettiği ma’nâya yukarıda-ki âyet-i kerîme ile istidlâl etmiştir. Umûr-ı ma’lûmedendir ki cenâb tara-

69 Buhârî, “Ta’bîr”, 4; Müslim, “Rü’yâ”, 2.70 Buhârî, “Ta’bîr”, 4; Müslim, “Rü’yâ”, 1.71 “Rü’yâ-yı sâdıka Hak tarafından mülhem olan hakāyık ve maânî olup buna rü’yâ dendiği gibi,

rü’yâ-yı kâzibe de tasvîrât-ı şeytâniyye olduğundan ona da hulum denmektedir. اهلله من ؤيا الريطان الش من -hadîs-i şerîfi [Buhârî, “Ta’bîr”, 4; Müslim, “Rü’yâ”, 4] bu hakîkati beyân et والحلم mektedir.” (li-mütercimihî)

72 ” بيدي خلقت cümle-i celîlesindeki iki elden murâd Hakk’ın ef’âl-i ilâhîsinin kâinâtta ve لما hâdisât üzerindeki zuhûruna nazaran ef’âl-i cemâliyye ve ef’âl-i celâliyyesi demek olup esmâ-i ilâhiyyenin bir kısmı esmâ-i celâliyye kısm-ı dîğeri de esmâ-i cemâliyyedir, iki yed-i kudret bunlardan kinâyedir.” (li-mütercimihî)

73 İlgili kısım için bk. Fütûhât-ı Mekkiyye, VI, 3-15 (361. bâb) [trc. XII, 357-379].

Page 52: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

198

M. Nedim TAN

fından îrâd buyurulan hitâbı suâl ma’nâsına hamletmek sahîh olamaz. Bu hitâb-ı celîl, ya nefy ya isbât, ya înâs veyâ îhâş ma’nâlarınadır. Binâenaleyh منه kelimesindeki hemze-i istifhâmiyye, İblîs’in أستكبرت (Sâd 38/76) أنا خير [Ben Âdem’den hayırlıyım.] iddiâsının delâletiyle isbâtı müfîd olup أستكبرت ma’nâsına العالين من كنت -de nefy ma’nâsınadır. Şu hâlde ma’nâ أم deki أم yı âyet لدم جود بالس يؤمروا لم الذين العالين من Sen secde ile emrolunmayan] لست âlîn kısmından değilsin.] demek olur. Bast ve înâs ma’nâsını mübeyyin olan istifhâma gelince bu da بيمينك يا موسى -Ey Mûsâ! Elin] (Tâhâ 20/17) وما تلك deki nedir?] cümle-i istifhâmiyyesindeki ما gibidir. Bu cihetle Cenâb-ı Mûsâ (aleyhisselâm) أ عليها وأهش بها على غنمي ولي فيها مآرب أخرى Tâhâ) هي عصاي أتوك20/18) tafsîlâtıyla74 cevâb vermiştir. Çünki Cenâb-ı Mûsâ’ca anlaşılmış-tır ki Rabb-i zü’l-menn Mûsâ’dan bu yolda cevâb vermesini istiyor. Böyle olmasaydı, verilmesi lâzım gelen cevâb عصاي .dan [32a] ibâret olurdu هي Âyetin mazmûnuna gelince: “Bu, bana tahsîs edilen bir asâdır, iktizâ eder-se buna tevekkü’ ve istinâd ederim ve koyunlarıma yaprak silkelerim, daha benim için bunda başkaca metâlib vardır.” demektir. İşte ehlullâh olan mevkib-i celâl-i ilâhî musâhiblerinin huzûr-ı Hak’taki edebleri bu yoldadır, ya’ni bir kelimeden ibârettir; ve buna “edeb maallah” denir. Cenâb-ı Hak bunu okuyup da mûcibiyle hareket etmekliğin için insân-ı kâmilde sana göstermiştir. Defter-i ehl-i saâdete kaydolunup onların edebiyle müteed-dib olmaya himmet etmelisin.75

Sefîne-i tibyânımız deryâ-yı beyânda bizi buralara kadar sevk ederek sâhile yaklaştırmıştı. Şimdi tekrâr rûh ismiyle müsemmâ melek hakkında-ki ta’bîrât-ı mahsûsa bahrinin enginlerine dönüyoruz.

Ma’lûm olmalıdır ki rûhun vecihleri adedince bir hayli esâmîsi vardır ki kalem-i a’lâ, rûh-ı Muhammed (sallallâhu aleyhi ve âlihî ve sellem), [32b] akl-ı evvel, ve fer’in aslıyla tesmiyesi kabîlinden olarak rûh-ı ilâhî bu kabîldendir. Yoksa Hazret-i İlâhî’de bu meleğin ismi yalnız rûhdur. Bu münâsebetle kendi hakkında bir bâb-ı mahsûs teşkîl ettik. Şâyed bu me-lekte mevcûd olan acâib ve garâibe dâir ahvâli şerh ve îzâh etmemiz lâzım gelse cildlerce kitâb yazmamız îcâb ederdi. Ba’zı hazarât-ı ilâhiyyede rûh ile ictimâ’ ederek tanıştık, o beni tanıdı ve selâm verdi. Fakat heybetinden

74 “Devlet-i ilâhiyye hazretinde, ya’ni saltanat-ı ilâhiyye huzûrunda bir kelimeden ziyâde söyle-meye tâkat yoktur. Fakat suâl bast ve înâs için olduğundan Hazret-i Kelîmullah tafsîlen cevâb arzetmiştir.” (li-mütercimihî)

عليه وآله وسلم، آمين. 75 د صلى اهلله بين بآداب محم هم اجعلنا من المتأد (li-mütercimihî) الله

Page 53: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

199

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

az kalsın eriyor ve hüsn ü ânından fenâ-pezîr oluyordum. Bana lutf ile ta-hiyye ve harâret-i âşıkāne ve nîrân-ı müştâkānemi söndürmek için piyâle-i üns ve ülfeti idâre ettikten sonra bast-ı kelâma müsâade edince, kendisi-ne mekânet ve ta’rîf-i mâhiyet ve hazretinden ve istinâdgâhından, ve asıl ile fer’i ve hey’et ve nev’i ve sıfat ve ismi ve hîle ve resminden sordum. Bu cevâbı verdi: Hitâb ettiğin mes’ele ve arzu ettiğin sırr-ı azîm, azîzü’l-merâm, azîmü’l-makāmdır; sarâhaten ifşâsı câiz olmaz ve kinâye ve telvîh ile anlaşılmaz. Ben de kendisine, kinâye ve telvîh ile beyân buyurunuz, inâyet-i rabbâniyye ile umarım ki anlarım dedim. O da cevâbında: Ben öyle bir mahdûmum ki pederi kendisinin oğludur; öyle bir şarâb-ı tahûrum ki çubuğu [33a] onun fıçısıdır. Ben aslını doğurmuş bir fer’im ve kavsı kendi-sinin nâveki olan bir sehmim. Beni doğuran vâlidelerle birleştim ve onları nikâh etmek için nâmzed kıldım ve nişânladım; fakat onlar beni nikâh etti-ler. Usûl ve esâsâtın zâhirinde yürüdüm; ve mahsûl-i sûretinde göründüm. Mâhiyet ve hakîkatime haberi ifşâ ettim; ve hissiyâtım dâiresinde yürü-düm. Her şekilde görünen emânât-ı heyûlâyı hâmil oldum. Evlâ-yı üvel ile mevsûf olan hazreti itkān ve takviye ettim. Bu makāmda kendimi bütün müvelledâtın peder-i büzürgvârı, çocukların ve büyüklerin vâlidesi buldum. İşte hazret ve emânet demek bu demektir. Ammâ hadd ü ta’rîfim ve ulüvv-i menzilet ve mekânetim budur ki ben hakîkat-i sâbitemle ilmullâhda bir ayn-ı meşhûd olunca âlem-i gaybda mevcûd hükmünde bulundum.

İşbu hükm-i kat’îyi bilmek ve âlem-i emr-i mahkûm cânibinde bunu müşâhede etmek isteyince bu gibi isimlerle76 hâl-i yakazada iken ken-dimden geçmiş bir hâlde ubûdiyet ettim. Hak Sübhânehû ve Teâlâ beni îkāz etti ve kendi ismiyle [33b] yemîn ederek من خاب وقد اها زك من أفلح قد اها Kalbini tathîr eden halâsa vâsıl, desîse ve hîle yapan] (Şems 91/9-10) دسhüsrâna dâhil olur.] mazmûn-ı münîfiyle hükmetti. Kısmete hâzır olup bana verilen ism-i şerîfi te’hîr edince hakîkat-i muhammediyye lisân-ı hazret-i resûliyye ile beni tezkiye edip صورته على آدم اهلله Allah Âdem’i] خلق kendi sûreti üzere yaratmıştır.]77 dedi. Bu hakîkatte reyb ve gümân olmadı-ğı gibi başkaca diyecek bir söz de yoktur; ve Âdem benim mezâhirimden bir mazhardan başka bir şey değildir. Zâhirim i’tibâriyle kendisini halîfe

76 “‘Bu gibi isimlerle’ ibâresiyle, mezkûr olması lâzım gelen esâmî-i ilâhiyye Hazret-i Seyyid tarafından ketmedilmiş olan esmâ-i mektûmedendir. Bunları ancak o makāmın ehli olan ilâhiyyûn bilirler. Demek ki esmâ-i gaybiyyedendir, ifşâsı ehlinden başkasına câiz değildir. Rabbim bizlere de ehliyet ihsân etsin, âmîn.” (li-mütercimihî)

77 Buhârî, “İsti’zân”, 1; Müslim, “Birr”, 32.

Page 54: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

200

M. Nedim TAN

olarak ikāme ettim. O zaman anladım ki Rabbim beni murâd ve matlûb ve ibâdından maksûd kıldı. Bir de o idrâk ânında makām-ı a’zamdan bir hitâb-ı ekrem vârid oldu ki; sen eflâk-i cemâlin kendi üzerinde devretti-ği kutbsun; ve bedr-i kemâlin kendisinden ziyâ aldığı hurşîd-i tâbân ve şems-i ziyâ-feşânsın! Enmûzeci kendisi için vücûda getirdiğim ve Hind ve Selmâ isimleri ile kinâyeten beyân edilen halka-i bâb-ı [34a] matlûbu kendi sebebiyle ihkâm ve tersîn ettiğim yâhud izzet ve esmâ kendisiyle hüveydâ olan sensin! Ey sâhib-i evsâf-ı aliyye ve nuût-ı tâhire ve zekiyye! Her şey sensin! Cemâl, seni dehşet-nümâ-yı ahvâl etmesin; celâl de ra’şe-endâz-ı hâl etmesin. Kendindeki ihâta ve istîâb-ı kemâli istib’âd etme. Çünki sen bir nokta-i merkeziyyesin ve o bir dâire-i seniyyedir. O bir libâs-ı fâhir, sen ise lâbis-i zâhirsin. O zaman rûh makām-ı a’zamdan aldığı bu hitâb-ı ek-rem hitâmında dedi ki: Eyyühe’s-seyyidü’l-kebîr ve’l-allâmü’l-habîr! Zât-ı akdesinden havl ve kuvvetinin te’yîdiyle ismet ve sıyânet isterim. Bana leâlî-yi hikmet-i ilâhiyye ve bahr-i rahmet-i sübhâniyyenden haber ver ki benim âb-ı letâfetimden başka o sadefde in’ikād etmiş bir dürr-i girân-mâye yok iken bahr-i rahmetindeki o derârî-yi hikmetin sadefini benden başka kıldın ve netâic-i a’mâlimi benden başka bir isim ile tevsîm ettin; ve hâssaten bu mes’ele başlı başına böyle ketm ve ihfâ olundu ve hadîdinde be’s ve şiddet görülmedi. Makām-ı a’zam, hitâb-ı ekremiyle cevâb verdi ki: Hak Teâlâ ve Tekaddes zâtını tanıtmak için esmâ ve sıfatıyla tecellî etmek isteyince bu esmâ ve sıfâtını temeyyüz etmiş olan mezâhir ve zevâhirde ve câzibe-i ma’neviyye sâhibi olan bevâtında ibrâz ve izhâr eyledi ki bunlar merâtib-i ilâhiyyede incilâ-pezîr [34b] olan mevcûdât-ı zâtiyye-i münce-liyedir. Eğer bu hakāyık-ı meknûze sarâhaten ve bir lisân-ı ıtlâk ile söy-lenmesi lâzım gelse merâtib perde-i mechûliyette âdetâ gayr-ı mevcûd ve niseb ve izâfât mefkūd olur. Bunun sebebi insan başkasını mürşid olarak müşâhede ederse ondan hayır ve saâdetini mûcib olacak ahvâl ve evsâfı istîâb eder ve ona ittibâ’ kolay olur; ve bu ittibâ’ ile kudret ve istitâatı de-recesinde alacağı feyzi alır. İşte bu hikmet-i celîleye mebnîdir ki Hak Teâlâ hazretleri insanlara kendi cinslerinden olarak rusül-i kirâm (aleyhimü’s-salât ve’s-selâm)ı, Cenâb-ı Hakk’ın esmâ-i hüsnâ ve sıfât-ı ulyâsının tercümân-ı hakîkîsi olan kitâb-ı mübîn ve hitâb-ı metîniyle göndermiştir. Bu irsâlden maksûd-ı ilâhî zât-ı Hakk’ın idrâk-i beşerden müteâlî olduğu bilinmek içindir. Zâtını yine kendisinden başkası hakk-ı ma’rifetle bile-mez. Bu mühimmeye binâendir ki Seyyidü’l-evvâh olan İmâmü’l-enbiyâ (sallallâhu aleyhi ve âlihî ve sellem) Efendimiz “Ahlâk-ı ilâhiyye ile tahal-

Page 55: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

201

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

luka sa’y ve himmet edin” meâl-i münîfinde olarak78 اهلل بأخالق قوا -bu تخلyurmuştur.79 Bundan maksûd olan hikmet-i aliyye ve saâdet-i celiyye ve kemâlât-ı seniyye heyâkil-i insâniyyeye mevdû’ olan esrâr-ı ilâhiyyenin ahlâk-ı azîme sâyesinde zuhûru ve azamet-i rabbâniyyenin incilâ-sâz-ı basîret olması ve mertebe-i rahmâniyye hak ve istihkākının [35a] anlaşıl-masıdır. Bu gibi hukūk-ı ilâhiyyenin hasr ve ta’dâd hasebiyle anlaşılma-sına yol yoktur. Nasılki a’dâdada nihâyet yok, bu a’dâd-ı ma’rifet ondan daha çoktur. Bu sâhanın azameti husûsunda zât-ı ilâhî حق قدره وما قدروا اهلله(En’âm 6/91) [Hakk’ın kadrini hakkıyla takdîr etmediler.] buyurmuştur. İşte leâlî-yi hikmet ve bahr-i rahmet ve bunu muhît olan sadefin senden baş-ka olmasındaki ledünniyet budur ki bu sadefin derûnunda mün’akid olan dürr-i girân-mâye senin âb-ı tînetin ve isti’dâd-ı fıtratından başka bir şey değildir. Buraya kadar görülen mütâlaât ve serdedilen beyânât, ümmü’l-kitâbda işâret edilen ehlinden başkalarının zirve-i hikmet ve fasl-ı hitâba irtikā etmemişler için lübbü’l-elbâb üzerine çekilen kuşûr-ı gubârâttır. Senden zuhûr eden a’mâl ve ibâdât ve tevhîd ve tââtın senden başka bir isim ile tevsîmi hayır ve saâdetini istîâb içindir. Bu mes’ele-i mühimme-nin [35b] mektûmiyeti ise def’aten deryâ-yı vahdette müstağrak olmaya tâkat-i beşeriyyenin adem-i kifâyet ve tahammülüdür. Çünki ukūl-i beşer vahdet-i zâtiyyeyi olduğu gibi idrâkten âciz ve kāsırdır ve kaydından devr ve infikâk edecek çâre ve mahal yoktur. İşte bu cümel-i mesrûde kuşûr-ı gubârât ve kubûr-ı işârâttır ki bunları vech-i Hakk’a nikāb ve ehli olmaya-na hicâb kıldık. Zevâhirde görülüp bevâtında istinâr ve bu veche sütre olan ebkâr-ı maânî ve efkâr-ı mebânîye âid hitâbımı idrâk ettinse sana el verir. Maamâfîh bu umûr-ı menkûse tavr-ı aklın hâricinde olduğu için beşerî fik-ret giriftâr-ı hayrettir vesselâm.

Hazret-i Seyyid ve velî-yi eyyid Abdülkerîm el-Cîlî diyor ki: Ziyâ-yı fehm ve iktidârın rûhumda zuhûruna ve ism-i a’zamın fecr-i sâdıkının basîretimde tulûuna kadar rûh-ı a’zamın iskā ettiği hakāyıkı susadıkça kana kana mütemâdiyen içiyorken bir de bir kumru-i nağam-efzâ istitâr ettiği

78 Abdülkerim el-Kuşeyrî, Tasavvuf İlmine Dâir Kuşeyrî Risâlesi, trc. Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergâh Yay., 2008, s. 268.

79 “Bu hadîs-i şerîfde قوا emrinin tefa’ul sınıfından olan bir fiil ile îrâdı, o sınıfa intikāl eden تخلfiillerde dâimâ iltizâm-ı külfet ma’nâsının mündemic olmasına mebnîdir. Bunun için قوا تخلnun tercüme-i hakîkiyyesi ‘birçok külfetler iltizâmıyla mücâhede-i nefsiyyede bulunarak ahlâk-ı ilâhiyye ile tahalluka çalışınız’ demektir ki nefse galebenin müşkilâtını gösterir bir nükte-i belâgattir.” (li-mütercimihî)

Page 56: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

202

M. Nedim TAN

lâne-i aşk ve muhabbetinden nağme-perdâz olarak “rûh” ism-i akdesiyle tevsîm edilen melekden beyâna ve tercüme-i hâlini isbâta başladı da dedi ki:

ات د لها في حسنها طلعات الكل معنى الوصف وهي الذ خوHüsn-i âlem-bahâsındaki zuhûrât için cânân nâmına âşıkāne temâyül eyle. Her şey O’nun ma’nâ-yı evsâfıdır, o ise zât-ı mutlaktır. [36a]

ثبات هي روح أشباح الجمال وإنها نفي ولكن بعدها اإلO cânân, ashâb-ı cemâlin rûhudur; mebde’-i hubb-i tevhîdde menfî ve gayr-ı mer’î, fakat sonra isbât ile meşhûddur.

حتها وكنيت عنها أنها الهندات هي صورة الحسن التي لوO, sana izhâr ettiğim hüsn-i hakîkînin sûretidir ki, ondan aşkın mahall-i zuhûru olan sâhibe-i cemâl ile sana kinâye ettim.

وهي المعاني الباطنات حقيقة عن حسنكم لكن لها ظهراتO cânân hakîkatte maânî-yi bâtıne, fakat sizin hüsnünüzden olan ma’nâdır. Fakat onun birçok zuhûrâtı vardır.

كل العوالم تحت مركز قطبها هي جمعهم وهمو80 لها أشتاتBütün avâlim onun merkez-i kutbiyyeti altındadır. Merkeziyyet-i kutbiy-ye81 avâlimin cemî’-i sûreti, onlar da bu cem’in eştâtı ve suver-i mütefer-rikasıdır.

كنيت بحق إنها لحقيقة خلق اإلله وأنها الكلماتBunlar birer hakîkattir, fakat kinâyeten bildirilmiştir. Hallâk-ı ezel halk etmiş ve bunlar birer kelimelerden 82 ibârettir. [36b]

فقدت قديما ثم أحدثها الذي يمضي ويفعل ما اقتضته صفاتBunlar evvelce gayr-ı mevcûd idiler, sonra kendilerini zât-ı Hak vücûda ge-tirdi ki; O, emrini infâz ve sıfâtının muktezeyâtını dâimâ icrâ eder.

ا تعين ذاتها ظهرت بأحكام لها لهجات لكنها لمFakat o kelimâtın zevâtı taayyün edince, kendilerinde muhtelif lehceler

80 “Buradaki هم zamîrinin sonundaki zammede işbâ’ vardır ve vezin için همو şeklindedir.” (li-mütercimihî)

81 “Merkeziyyet-i kutbiyye âlem-i esmâ ve sıfât olup avâlimin hakāyıkını câmi’dir; eşkâl-i avâlim de bunun suver-i müteferrikasıdır.” (li-mütercimihî)

نزلنا في سطور سافالة” 82 mazmûnunca a’yân-ı sâbitenin levh-i mahfûz nâmıyla لقد كنا حروفا عاليات * mezkûr olan ilm-i ilâhîden suver-i sâbitelerinin sutûr-ı sâfilât hükmünde olan eşbâh-ı fâniyelerine tenezzüllerinden kinâyedir.” (li-mütercimihî)

Page 57: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

203

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

bulunan birtakım ahkâm ile zuhûra getirilmişlerdir.

فقدت وقد لبست ثياب جمالها تزهو بحسن دونه الحسنات Mefkūd iken cemâl-i sıfâtı telebbüs ettiler ve bütün hüsn ü ânların fevkin-de bir hüsn-i âlem-ârâ ile zuhûr ettiler.

نعدام وال لها لحقات وتقول إن وجودها ال مسبق باالSen de hükmedersin ki bu mevcûdâtın hâl-i ademde nazâiri olmadığı gibi bunlara mülhak olanların da nazarları yoktur.

ات تحقيقات وأنت تشاهد وصفها بكمالها عينا وحق الذSen bunların evsâfını kemâliyle ve aynen müşâhede ediyorsun ve hakk-ı zât ise mütehakkıktır.

İnsân-ı Kâmil’in rûh bahsine âid olan fasl-ı mühimmin tercümesi burada avn-i Hak ile hitâm-pezîr olmuştur.

Page 58: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations
Page 59: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

Miftâhu’l-vücûd ilâ nihâyeti’l-maksûd

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey

Page 60: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations
Page 61: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

207

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

Miftâhu’l-vücûd ilâ nihâyeti’l-maksûd

بسم اهلله الرحمن الرحيم[38a] Bu kitâb-ı güzîn Şeyh-i hakîkî-bîn Salâhî Abdullah hazretlerinin bir eser-i hakîkat-rehberidir ki Şeyh-i Ekber ve esrâr-ı hakāyıka mazhar Muhyiddîn-i Arabî (kaddesallâhu sırrahû) Efendimizin ba’zı cühelâ-yı ulemâ arasında bir hayli i’tirâzâta sebeb olan ve maa-zâlik mahz-ı hakîkat olan bir nutk-ı âlîsini teşrîh ve îzâh için yazılmıştır.

İşbu eser mürşid-i âlî-himmet Behcet Efendi hazretleri tarafından berâ-yı tercüme âcizlerine emir ve tevdî’ buyurulmuştur. Ben de nefsimden havl ve kuvveti tecrîd ederek Şeyh-i Ekber’in füyûzât-ı rûhâniyye ve Cenâb-ı Salâhî’nin imdâd-ı rûhânîsinden istiâne ile mütevekkilen alallâhi’l-kerîm tercümesine başladım. Ve minallâhi’t-tevfîk ve’l-iâne.

جت الذي ال يعزب عنه شيء في أرضه وسماواته، سبحان من تجلى لذاته بذاته وتمو [بسم اهلله

أمواج بحر صفاته وتعينت منها أعيان موجداته، وصيرها مظاهر كماالته، وأفضل صلواته على مرآة ذاته وواسطة بين مخلوقاته وعلى آله الذين هم الهداة بدالئل آياته.]83

Zemîn ü âsumânda ihâta-i aliyye-i ilâhiyyesinden hiçbir şey gāib olma-yan Allâmü’l-guyûb ve Settârü’l-uyûb hazretlerinin ism-i ilâhîsiyle baş-ladım. Zâtına yine zâtıyla tecellî ve emvâc-ı bihâr-ı sıfâtı temevvüc eden zât-ı akdesi [38b] takdîs ederim ki bu temevvücât-ı sıfâtıyyeden a’yân-ı mevcûdât vücûd-pezîr olmuş ve bunları kemâlât-ı rabbâniyyesine mahall-i zuhûr kılmıştır. Ve salavât ve tahiyyâtın efdali mir’ât-ı zât-ı ilâhî ve bil-cümle mahlûkāt arasında vâsıta-i feyz-i nâmütenâhî olan zât-ı kudsî-yi Muhammedî’ye ve âyât-ı nübüvvetiyle delâil-i hidâyet olan ehl-i beyt-i Ahmedî’ye olsun.

ه المعين يعجز إدراك بسر سنا اهلله ين قد يخ محي الد [فقد جرى بين المحبين أن بعض أقوال الش

شياء وهو عينها.« يعجز أكثر مزية العقل المستبين حتى اليكاد يبين سيما قوله: »سبحان من أوجد األ

يجاز، وفي ظاهره نوع شطح عند أكثر علماء الحجاز العارفين، فقلت هذا الكالم مجمل في غاية اإل

83 Ârif Bey, Salâhî Efendi’nin bu risâlesini tercüme ederken yer yer birebir ve gāyet muhkem bir üslup ortaya koyarken, bâzen de yan cümleleri dikkate almayan özetleyici bir tavrı benimser. Risâlenin hamdele ve salvele kısmının tercümesi ilk, tâkip eden paragraf ise ikinci tavra ör-nektir. Bu yüzden bir karşılaştırma imkânı vermesi için bu iki paragrafın asıllarını eklemeyi uygun gördük.

Page 62: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

208

M. Nedim TAN

فراز، وهو يحتاج إلى توجيه ضافات واإل يراز، وباطنه مشعر بحقيقة التوحيد بإسقاط اإل وم والش والر

ن هذا الكالم مبني على وحدة الوجود.] حتى يتبين الحقيقة من المجاز ويظهر الحق ويمتاز، أل

Amma ba’d; ba’zı ihvân ve muhibbîn arasında Hazret-i Şeyh-i Ekber’in bir kısım sözlerini ukūl-i zâhire anlamaktan âciz kalmış ve bilhassa سبحان شياء وهو عينها Eşyâya bahr-i cûd-ı vücûdunun feyzinden vücûd veren] من أوجد األZât-ı Bârî’yi takdîs ederim ki o bahr-i cûd hakkında feyezân eden feyz-i sârî eşyâda zâhir olan emvâcın aynıdır.]84 nutkunda ekser urefâ-yı ehlullâh da dûçâr-ı hayret olmuşlardır. Ben cevâben diyorum ki: Hazret-i Şeyh’in bu sözünde derece-i nihâyede îcâz ve ihtisâr vardır. Zâhiren ulemâ-yı Hicâz ve Rûm ve Şîrâz nezdinde şathiyât kabîlinden addedilmekle berâber cihet-i bâtınesi i’tibâriyle hakîkat-i tevhîdi ve iskāt-ı izâfâtı iş’âr etmektedir. Bu söz cidden bir tevcîh ve te’vîle muhtâcdır tâ ki hakîkat mecâzdan ayrılsın. Çünkü bu vahdet-i vücûd üzerine mübtenîdir.85

Ma’lûm olmalıdır ki vücûdiyye ya’ni vahdet-i vücûdu iddiâ edenler iki sınıftır. Biri zenâdıka, ya’ni akāid-i ehl-i sünnete muhâlefet eden [39a] zın-

84 İbnü’l-Arabî’nin bu sözü Fütûhât’ta yer alır. Bk. Fütûhât-ı Mekkiyye, IV, 133 (198. bâb) [trc. IX, 140]. Ancak ibâre hem Fütûhât’ta hem de sonraki dönem metinlerinde سبحان من أوجد şek-liyle değil daha çok سبحان من أظهر şekliyle yer almıştır. Bu değişiklikte muhtemelen Fütûhât’ın عدمه عدم عن شياء األ أوجد الذي هلله Hamdin her türlüsü, eşyâyı ademin ademinden îcâd eden] الحمد Allâh’adır.] şeklinde başlayan ilk cümlesinin payı vardır. Nitekim bu cümle Abdullah Bosnevî (ö. 1054/1644) tarafından Enfesü’l-vâridât fî şerhi evveli’l-Fütûhât adıyla şerhedilmiştir. Yine İbnü’l-Arabî’nin Dîvân’ında yer alan şu beyit de bu mânâyı ifâde eder:

شياء من عدم ومن ثبوت وجود غير مختصر سبحان من أوجد األ “Eşyâyı ademden ve vücûdun sübût mertebesinden, muhtasar değil gāyet muhît bir şekilde var

eden Allah’ı tenzîh ederim!” Dîvânu İbn Arabî, s. 219. İbnü’l-Arabî’nin bu sözü etrâfında cereyân eden tartışmalar hakkında bk. Ertuğrul, Vahdet-i Vücûd ve Muhyiddîn-i Arabî, s. 185-190.

85 Üslup farkını göstermesi açısından, bu kısmın Hazmi Tura tarafından yapılan tercümesini aktarıyoruz. Tura’nın üslûbu metnin tüm unsurlarını yansıtma gayretinin güzel bir örneği-dir: “Ma’lûm ola ki, Cenâb-ı Şeyh Muhyiddîn (kaddesenâllâhu bi-sırrıhi’l-muîn) hazretlerinin akvâl-i aliyyelerinden ba’zılarının nüket ve mezâyasının idraki, kendisinden beyân-ı sahîh ile ifâde-i ma’nâ mümkin olamayacak derecede her bir akl-ı müstebîn ve vakkādı dûçâr-ı acz ü hayret eylediği gibi; شياء وهو عينها -kavli de, ekser-i arifîni ilkā-yı vâdî-i acz ü hay سبحان من أوجد األret eylemiş ve eylemekte bulunmuş olmakla, kendi kendime dedim ki: Şu kelâm, mücmel ve gāyetü’l-gāye mûcizdir. Bu kelâmın zâhirinde ekser-i ulemâ-i Hicâz ve ukalâ-yı Rûm ve Şîrâz’a göre bir nevi’ şatah ve adem-i mübâlât mevcûd ise de, fakat bâtını ifrâz ve iskāt-ı izâfât ile hakîkat-ı tevhîdi müş’irdir. Binâenaleyh, hakîkat mecâzdan ayrılmak ve hak zâhir ve mümtâz olmak için, bu kelâmın bir tevcîh-i zâhire ihtiyâcı derkârdır. Zîrâ Şeyh’in şu kelâmı, vahdet-i vücüd üzerine mebnî ve müessesdir.” Türer-Gündoğu, “Salâhaddîn-i Uşşâkî’nin Vahdet-i Vücûd’la Alâkalı İki Risâlesinin Arapkirli Hazmî Tarafından Yapılan Tercümesi”, s. 606.

Page 63: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

209

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

dıklar, diğeri muvahhidlerdir, ya’ni sâdât-ı sûfiyye hazarâtıdır ki bunların ehl-i sünnet akîdesine mugāyir hiçbir akîde ve fikirleri yoktur. Vahdet-i vücûda kāil olan ve cehele-i gāfilînden bulunan zenâdıka-i mülhidîn zan-nediyorlar ki: “Hak Teâlâ müstakillen mevcûd olmadığı gibi âlem-i ervâh ve ecsâmdan da ayrı değildir; belki o bütün avâlimin mecmûundan ibâret olup bu avâlim ilâhdır, zât-ı ilâhî de bu avâlimin zâtıdır, bundan başka bir vücûd ve mevcûd yoktur; ve Cenâb-ı Hakk’ın efrâd ve zerrât-ı avâlime nis-beti küllî-yi tabiînin efrâdına nisbeti gibidir.”86 Bu fikir ve i’tikād, sarîh bir küfürdür ve şirktir. Hak Teâlâ ise bu gibi âsâr-ı şirkten tamâmen münez-zeh ve müteâlîdir.

Sâdât-ı sûfiyye ve ârif billâh olan ehlullâhdan vahdet-i vücûda kāil olan-larına gelince, onlar hiçbir vech ile bu ma’nâ-yı fâsid üzerinde değildirler. Onların tevhîdden maksadları tevhîd-i zâtî olup bu da iskāt-ı izâfâtdan ve kadîmi hadîsden tefrîk ve ifrâzdan ibârettir. Çünkü vücûd-ı vâcibin şems ve ziyâ-yı tecellîsi tulû’ ve zuhûr edince mümkinâtın nücûma şebîh olan vücûd-ı ârızî-yi izâfîsi galebe-i ziyâ-yı şems-i hakîkatle ufûl eder ve gayr-ı mer’î olur. Çünkü bu nücûmun vücûd-ı ârızîsi mevcûdiyyet-i mecâziyyeden başka bir şey değildir. Nasılki bunun bir misâli tulû’-i şems esnâsında [39b] kevâkibde müşâhede edilir.

Bize bir suâl vârid olarak dendi ki: “Bu husûsda fikirlerin anlayabile-ceği bir mertebede ba’zı iş’ârâtda bulunman mümkün müdür?” Cevâben Allâmu’l-guyûb hazretlerinden istiâne ve sâhib-i kelâmın meded ve iânesiyle “iş’âr ve tevcîh mümkündür” dedim.

Tevcîh: شياء أوجد )أمواج( األ ya’ni eşyâya bahr-i cûd-ı vücûdunun سبحان من feyzinden vücûd veren Zât-ı Bârî’yi takdîs ederim ki, وهو o bahr-i cûd hakkında feyezân eden feyz-i sârî, عينها eşyâda zâhir olan emvâcın aynı-dır. Çünkü o bahr-i feyyâz taayyünü i’tibâriyle emvâcın aynıdır; ve bahr-i mezkûrun zuhûru külliyet ve cüz’iyetten kat’-ı nazarla o mevcelerdendir. Zîrâ külliyet ve cüz’iyet bahr ile emvâcı arasında tasavvur edilemez. Zîrâ bahr kendi emvâcından mürekkeb olmadığı gibi gayrı da değildir. Kezâlik mevceler de esnâ-yı taayyün ve taaddüdünde bahrin aynı olmadığı gibi ondan başka da bir şey değildir. Taaddüd-i ervâh da dâimî ve lâ-yezâldir. Âyet-i kerîmede أبدا فيها -Orada ebedî ve dâimî kala] (Mâide 5/119) خالدين

86 Bu fikir etrâfındaki tartışmalar hakkında bk. Vahdet-i Vücûd ve İbn Arabî, s. 79. İsmâil Fennî Bey’in cümleleriyle: “Küllî-yi tabîî, tabîatta ya’ni hâric-i zihinde mevcûd efrâdı olan mefhûm-ı küllîdir, ‘hayvân’ gibi.”

Page 64: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

210

M. Nedim TAN

caklardır.] buyurulmuştur. İşte buna mübtenîdir ki عينها ibâresinden وهو tevehhüm edilen mahzûr-ı mevhûm lâzım gelmez. Çünki عينها sözündeki ayniyetten Hak Teâlâ’nın hüviyyet-i zâtiyyesi i’tibâriyle halk ettiği eşyânın aynıdır gibi ba’zı zihinlere tebâdür eden ma’nâ kasdedilmiş [40a] değildir. Belki buradaki ayniyetten maksûd olan şey gayr mukābili olan ma’nâdır. Bu i’tibâr ile وهو عينها dan anlaşılan ma’nâ “o bahr-i cûd-ı Hak’tan feyezân eden feyz emvâc-ı eşyânın aynıdır” demek olur. Zîrâ Vâcibü’l-vücûd haz-retleri mümkinâtın vücûdunu ifâza etmiş ve o vücûdda müessir olmuş-tur. Sıfât-ı kadîmesi de sıfât-ı hâdiseye ifâza etmiş ve onda ittisâl ve infisâl mülâhaza edilmeyerek müessir olmuştur. Kendisine hiçbir şey ittisâl et-meyen ve onda hiçbir şey infisâl etmeyen zât-ı kudsîsini takdîs ederim! Âlem bir müfîz-i müessire muhtâc ve o müessirin îcâd-ı kâinâtta Hak Teâlâ’dan mâadâsının olması apâşikâr bir şirktir. يشركون ا عم وتعالى سبحانه (Yûnus 10/18) [O, eş tutmakta oldukları her şeyden münezzehtir.]

Vâcibü’l-vücûd’un vücûdumuza ifâza-i mevcûdiyyet etmesi ve sıfâtının ittisâl ve infisâl olmamak şartıyla sıfâtımıza ifâza-i vücûd etmesi kendi-sine bir nakîsa vermez. Çünkü vücûd-ı ilâhî mevcûdiyetimize muhâliftir. Görmüyor musun ki vücûd-i kadîm-i ilâhî cevher, cisim ve araz87 değildir. Ezelî, ebedî, lem-yezel ve lâ-yezâldir. [40b] Vücûdumuz ise hâdis, mukay-yed ve zıll-i hayâl gibi ma’rûz-ı fenâ ve serîü’z-zevâldir. Mevlânâ Abdurrah-man Câmî (kuddise sırruhu’s-sâmî) hazretlerinin buyurdukları gibi:

أو عكوس في المرايا أو ظالل كل ما في الكون وهم أو خيال

الل ال تكن حيران في تيه الض وى شمس الهدى الح في ظل الس

چیست عالم موج بحر ال یزال كيست آدم عكس نور لم يزل

موج را چون باشد از بحر انفصال عکس را کی باشد از نور انقطاع

چون دویی اینجا محالست و محال عین نور و بحر دان این عکس موج

حال می باید چه سود از قیل و قال گفت و گو تا چند جامی لب ببند

Tercümesi: “Bütün kâinâttaki mevcûdât vehm u hayâl yâhud âyînelerde görülen akisler veyâ gölgelerden ibârettir. Hak’tan başka olan eşyâda hurşîd-i hüdâ lâyıh ve zâhir olmuştur; başka bir zan ve akîde ile sahrâ-yı dalâlette sergerdân olup kalma. Âdem kimdir? Aks-i nûr-i lem-yezeldir;

87 “[Cevher], bir hayyizi işgāl eden veyâ mekâna muhtâc olan; [cisim], mürekkeb olan; [araz], başka bir vücûd ile kāim olan yâhud bizzât kāim olmayan şeydir.” (li-mütercimihî)

Page 65: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

211

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

âlem nedir? Mevc-i bahr-i lâ-yezâldir. Aksin nûrdan inkıtâı nasıl olur? Dal-ga denizden nasıl ayrılır? Mevcin bu aksini nûr ve bahrin aynı bilmelisin; vahdete münâfî olan ikilik bu makāmda muhâl ender muhâldir. [41a] Bu kîl ü kāl ne vakte kadar ey Câmî, artık sus! Buna hâl lâzımdır, kîl ü kālden ne fâide vardır?”88

تعالى Hak Teâlâ’nın sıfâtı sıfâtımıza nisbetle kezâlik hiçbir şeye وصفاته benzemediği gibi hiç bir şey de O’na benzemez. ميع البصير ليس كمثله شيء وهو الس(Şûra 42/11) [O’nun aslâ bir benzeri yoktur; O hakkıyla gören ve işitendir.] Şâyed “dalgalar denizin aynıdır” denirse o zaman yukarıdaki tevehhüm edilen mahzûr lâzım gelir. Çünkü “dalgalar denizin aynıdır” iddiâsı kesret, taaddüd, tebeddül ve tagayyür gibi hâdisin levâzımından olan şeyleri iktizâ eder ki Rab Teâlâ bu gibi şeylerden tamâmen münezzeh ve müteâlîdir.

Eğer “deniz mevcelerin aynıdır” dense evvelki fikre göre olur. Ya’ni عينها ذلك ,olarak وهو عين وهو ببالك خطر ما vahdet-i ilâhiyye husûsunda“ كل hâtıra gelen her şey onun aynıdır”; binâenaleyh deniz de dalgalarının aynıdır demek olur. Çünkü Hudâ her şeyle berâberdir. Ve نجوى من يكون ما أين معهم هو إال أكثر وال ذلك من أدنى وال سادسهم هو إال خمسة وال رابعهم هو إال ثالثة .âyet-i kerîmesi de bu ma’nâya delâlet etmektedir (Mücâdele 58/7) ما كانواMa’nâsı: “Gizlice konuşan üç kişi (yalnız kendilerinden ibâret) değil mut-lak Cenâb-ı Hak onların dördüncüsüdür; kezâlik beş değil onların altıncısı behemehâl Cenâb-ı Hak’tır. (Ve kezâlik) bundan az ve çok ne olursa ve nerede bulunsalar [41b] Hak Teâlâ kendileriyle berâberdir.” demektir. İşte bu maiyyetle de kayyûmiyet-i ilâhiyye tahakkuk etmiş olur.

İkinci fikre göre ki عينه ليس mevceler bahrin aynı değildir” demek“ وهو olur ve buna nazaran ه عن ذلك -ya’ni “zât-ı ilâhî hakkın كل ما خطر ببالك وهو منزda hâtıra ne gelirse O ondan münezzehtir”. Nasılki haberde vâriddir: كان اهلل -Hak mevcûddur, O’nunla berâber hiçbir şey yoktur”89 de“ ولم يكن معه شيءmektir. Bu bâbda Seyyidü’t-tâife Cüneyd-i Bağdâdî (kaddesallâhu sırrahû) diyor ki الن على ما عليه كان “el’ân da bulunduğu hâldedir”. Çünkü “kâne” ke-limesi devâm ve istimrâra mevzû’dur. Şâyed وهو مع كل شيء[Hak her şey ile berâberdir.] ile وليس معه شيء [Hak ile berâber hiçbir şey mevcûd değildir.] cüm-lelerini bilâ-tenâkuz ve yakînî bir idrâk ile anladınsa ma’rifetullâha bilâ-teâruz zafer buldun.

88 Abdurrahmân Câmî, Dîvân-ı Câmî, tahk. A’lâhân Efsahzâd, Tahran: Mîrâs-ı Mektûb, 1999, I, 550-551.

89 Buhârî, “Bed’u’l-halk”, 1; “Tevhîd”, 20.

Page 66: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

212

M. Nedim TAN

Mütekellimîn ve ulemâ-yı akāid mîzânıyla bu kelâmı tevcîh etmek de mümkündür ki bu bâbdaki tedkîkāt ve tevcîhât ehl-i şerîat nezdinde de teslîm olunmuştur. Mütekellimînin vücûdu ta’rîf hakkındaki sözleri şöyledir: Ma’lûmdur ki vücûdun vücûdât-ı kesîre arasında müşterek bir mefhûmu vardır ki bu mefhûm-ı vâhid ba’zen tekessür eder ve eşyâya izâfetle hisselere ayrılır. Bu mefhûm eşyânın zevâtından hâric ve zih-nen onlar üzerine zâiddir.90 Fakat bu ziyâde eşyânın külliyetini tasavvur zamânındadır. Ba’zılarınca da zihnen ve hâricen zâiddir.91

Sadruddîn [42a] Konevî (kaddesallâhu sırrahû) hazretleri bir eserinin dokuzuncu tenbîhinde diyor ki: “Ma’lûmdur ki vücûd birdir; ve fakat onun zuhûru vardır ve o bütün avâlimdir; butûnu da vardır, o da esmâdır. Bir de bu avâlimle esmâyı câmi’ ve aralarını fasleden bir berzah vardır ki butûn zuhûrdan ve zuhûr butûndan temeyyüz etmesi içindir. İşte bu berzah insân-ı kâmildir, ya’ni zât-ı akdes-i Muhammedî (sallallâhu aleyhi ve âlihî ve sellem) Efendimiz’dir. Binâenaleyh zuhûr butûnun âyînesi ve butûn da zuhûrun mir’âtı olup bunların arasında bulunan berzah da cem’an ve tafsîlen her ikisinin mir’âtıdır.” (İntehâ)92

Şu hâlde vücûd-ı vâcibden gelen feyz vücûd-ı mümkinin aynı olmuştur diye yukarıda söylediğimiz şey bu maksada mebnîdir. Binâenaleyh [vâcibin vücûdiyeti mümkinâtın vücûduna ifâza-i mevcûdiyet ve imdâd eder. Çün-

90 Hazmi Tura bu konuyu şöyle açıklar: “‘Nefsü’l-emr’ ile ‘hâriç’ beyninde umûm ve husûs-ı mutlak vardır. Hâriçte mevcûd olan her şey, nefsü’l-emrde de mevcûddur; fakat her nefsü’l-emrde mevcûd olan hâriçte mevcûd değildir. Kezâlik nefsü’l-emr ile ‘mâ fi’z-zât’ arasında -mülâhaza-i kevâzibin imkânına binâen- umûm ve husûs min-vechin vardır: Beş adedinin zevciyetini mülâhaza gibi ki, zihinde mevcûddur fakat nefsü’l-emrde mevcûd değildir ki, bu-nun emsâline ‘zihnî farazî’ tesmiye kılınır; ve dört adedinin zevciyeti gibi hem zihinde hem de nefsü’l-emrde mevcûddur, buna da ‘zihnî hakîkî’ derler.” Türer-Gündoğdu, “Salâhaddîn-i Uşşâkî’nin Vahdet-i Vücûd’la Alâkalı İki Risâlesinin Arapkirli Hazmî Tarafından Yapılan Ter-cümesi”, s. 610.

91 Hazmi Tura’nın konu hakkındaki açıklaması şöyledir: “Denildi ki; vücûd-ı mutlak, mütekellimînin ittifâkına göre zât üzerine zâiddir. Ammâ vücûd-ı hass, Eş’arî’den mâada, mütekellimîn indinde vücûd-ı mutlak gibi yine zât üzerine zâiddir. Fakat Eş’arî diyor ki, vücûd-ı hâs, mutlakā mâhiyetin aynıdır. İster vücûd-ı vâcibde olsun, isterse vücûd-ı müm-kinde olsun. Ammâ hükemâ, vücûd-ı hâssın vâcibde mâhiyetin aynı, mümkinde ise mâhiyet üzerine zâid olduğuna kāildirler.” Türer-Gündoğdu, agm, s. 610.

92 Sadreddin Konevî, Tercüme ve Metn-i Mir’âtü’l-ârifîn, tahk. M. Hâcevî, Tahran: İntişârât-ı Mevlâ, 1387hş./2008, s. 37 [Âriflerin Aynası-Mir’âtü’l-ârifîn, trc. D. Gürer-B. Güçlü-A. Çoban, İstanbul: Gelenek Yay., 2010, s. 35].

Page 67: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

213

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

kü mümkinâtın hadd-i zâtında müstakil bir]93 mevcûdiyeti yoktur. Olma-sı lâzım gelse bizzât vâcib olmasını iktizâ ederdi. Artık pek âşikârdır ki mümkinâtın mevcûdiyette istiklâlinin ma’dûmiyeti sebebiyle vücûdu an-cak vâcibin vücûduyla kāimdir, bizzât kāim değildir. وجهه إال هالك شيء كل (Kasas 28/88) âyet-i kerîmesi de bunu nâtıktır. Ma’nâ-yı münîfi: “Zât-ı Hak’tan başka bütün mevcûdât hadd-i zâtında helâk olmuştur” demektir. [Sa’düddîn Teftazânî Şerhu’l-Akāid’de diyor ki: “Mümkinâtın kâffesi hadd-i zâtında helâk olmuştur.”94 Demek]95 vücûd-ı mümkinât, vücûd-ı vâcibe na-zaran adem menzilesindedir. Ebû Hâmid Gazzâlî (rahimehullâh) bu meb-hasde diyor ki: “Bilcümle eşyâ zâtı i’tibâriyle adem-i mahzdan başka bir şey değildir ve bu cihetle ma’dûmdur.”96 Onların mevcûdiyetleri, kıyâmlarını irâde eden mûcidi [42b] sebebiyledir Binâenaleyh cemî’-i eşyâ zâtına naza-ran ma’dûm ve Hakk’ın îcâdına nazaran mevcûddur. (İntehâ.)

Mümkinâtın varlığı refîü’d-derecât olan Hakk’ın varlığından ifâza edi-len âriyet bir vücûd-ı ârızîdir. Vücûd-ı ârızî ise hadd-i zâtında müstakil de-ğildir. Çünkü mümkin ya’ni sonradan vücûda getirilen bir şey kendisine o vücûd verilmezden evvel mevcûd olmadığından bi’t-tabi’ ma’dûm olmasını ve vücûd-ı ârızî verildikten sonra o vücûd ile mevcûd olmasını iktizâ eder. Şu hâlde bir mümkinin zâtında müstakil bir vücûdu yoktur. Binâen-alâ-zâlik her mümkinin vücûd ile ittisâfından mukaddem ma’dûm olduğu gibi vücûd-ı ârızîye ittisâlinde de hakîkatte hâlik ve ma’dûm olduğu sâbit ol-muştur. Bu hakîkati وقد خلقتك من قبل ولم تك شيئا (Meryem 19/9) kavl-i celîli de te’yîd ediyor. Ma’nâ-yı münîfi: “Evvelce hiçbir şey değilken ben seni halk ettim.” Çünkü bütün kâinâtın mevcûdiyeti feyz ve cûd zât-ı ilâhîsine hâs olan Vâcibü’l-vücûd’a istinâd ile kāimdir. Öyle ise bu mevcûdâtın o feyz-i sârîden bir lahza infikâkı tasavvur olunsa o anda mahv ve ma’dûm olur. Bu cihetle Şeyh-i Ekber (kaddesallâu sırrahû) hazretleri demişlerdir

93 Esas aldığımız nüshada muhtemelen satır atlanması sebebiyle parantez içindeki cümle yok-tur. Seratlı neşrinden hareketle ilâve edildi. Krş. İbn Arabî Hazretleri, s. 142.

ذاته] 94 حد هالك في فهو ممكن شيء :Sa’düddîn Teftazânî, Şerhu’l-akāid, haz. T. H. Alp, İstanbul [كل Rıhle Kitap, 2011, s. 236-237 (Arapça metin kısmı: s. 72).

95 Parantez içindeki kısım Seratlı neşrinden hareketle ilâve edildi. Krş. İbn Arabî Hazretleri, s. 143.

العدم] 96 إال ذواتها من شياء لل -el-Maznûnu’s-sagîr-el-Ecvibetü’l-Gazzâliyye fi’l-mesâili’l“ [ليس uhreviyye”, Mecmûatu resâili’l-İmâm el-Gazzâlî, Kāhire: el-Mektebetü’t-Tevfîkiyye, [ts.], s. 386 [İki Madnun, trc. Sâbit Ünal, İzmir İlahiyat Fak. Yay., 1988, s. 95]. Gazzâlî’nin bu meâldeki cümleleri için ayrıca bk. Ertuğrul, Vahdet-i Vücûd ve Muhyiddîn-i Arabî, s. 107-111.

Page 68: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

214

M. Nedim TAN

ki: “A’yân râyiha-i vücûdu istişmâm eden eşyâ olup97 bunlar vücûd-ı Hak ile kisve-pûş-ı vücûd olarak âlem-i emrden âlem-i halk ve îcâda nakledil-mişlerdir. [43a] رب العالمين مر تبارك اهلله Emr ü takdîr“ (A’râf 7/54) أال له الخلق واألve halk u îcâd Allah’a hâsdır; kâinâtın mûcid ve mürebbîsi olan Allah âlî ve münezzehdir.” demektir.

Rasadu’l-maârif sâhibi98 demiştir ki: “İmkâniyetin lâzım-ı gayr-ı mufârıkı adem-i hakîkîdir. Çünkü mümkin esâs i’tibâriyle kendisinde ârızî bir varlık bulunan adem-i aslîdir. Şu hâlde adem mümkinin lâzımı ve zâtının muktezâsıdır. ‘Mümkinin zâtı varlık ve yokluğunu iktizâ etme-yen şeydir’ diye söylenen fikrin tarafdârânının maksadları; mümkin kendi varlık veyâ yokluğunun illet ve sebebi olamaz, çünkü yaratılış kābiliyeti bu fikrin tarafdârlarınca kabûl edilen kānûn îcâbı bunu iktizâ etmektedir, bununla berâber adem-i aslî sebebiyeti iktizâ etmediğinden başka bir şe-yin vücûduna da muktezî olamaz. Belki kendisinde vücûd ve ademe sebeb olamamak kâfîdir. Binâenaleyh ademe de illet olamaz.”

Hakîm Tirmizî’ye cevâb olan doksan yedinci suâlde deniyor ki: كل شيء bu âyet-i kerîme “Zât-ı Hak’tan mâadâ cemî’-i (Kasas 28/88) هالك إال وجههeşyâ mahvolmuştur” demektir. Bunun tafsîlinde deniyor ki: “Kendisine şey ismi verilen hâlikdir, isterse mahall-i zuhûr olsun; ondan da her olan şey, mahall-i zuhûrunun şey olması i’tibâriyle o şey’iyetin aynı, ya’ni vücûd

97 Burada Mehmed Ârif Bey, İbnü’l-Arabî’nin Fusûs’un İdris fassında söylediği ت رائحة عيان ما شم األ-ibâresini alışılmışın dışında bir üslupla tercüme etmektedir. İlgili kaynakların nere الوجودdeyse tümünde ibâre “a’yân-ı sâbite varlık kokusu koklamamıştır” mânâsıyla ele alınır; bu-nunla ilâhî ilimlerin sûretleri sayılan a’yân-ı sâbitenin hâriçte bir varlığının olmadığı, ancak hâriçte varlığı bulunmayan a’yân-ı sâbitenin vücûd ile adem arasında sübûtî bir merhaleyi ifâde ettiği ve dolayısıyla eşyâ ile Hak arasında bir berzah olduğu anlatılmak istenir. Ârif Bey ise ibâreyi “a’yân-ı sâbite varlık kokusunu koklayan şeylerdir” şeklinde anlamlandırır ki ken-disinin ilgili kaynaklardan habersiz olduğunu söylemek mümkün değildir. Burada vahdet-i vücûdla alâkalı metinlerin sıklıkla atıf yaptığı هواء تحته وما هواء فوقه ما عماء في hadîsinin كان mânâsına benzer bir durum var gibidir. Yâni hadîsi, ما harfine verilecek anlama göre “altında ve üstünde hava bulunmayan amâ’da idi” şeklinde de, “altında ve üstünde hava olan amâ’da idi” şeklinde de tercüme etmek mümkündür. Ârif Bey ت رائحة الوجود عيان ما شم ما ibâresinde األharfini olumsuzluk edatı olarak değil de ism-i mevsûl olarak kabûl etmesi dolayısıyla ibâreyi böyle tercüme etmiş olmalıdır. Bu durum, kendisi için muhtemelen bilinçli bir tercih olsa da literatür açısından münferit sayılabilecek bir örnektir.

98 Bir astronom ve sûfî olan Ebû Zeynî Îsâ b. Ya’kūb el-Harrânî el-İmâdî’ye âit olan Rasadü’l-maârif li-ma’rifeti’l-avârif, Salâhî’nin sıkça kullandığı ancak bildiğimiz kadarıyla hakkında herhangi bir çalışma yapılmamış bir eserdir. Muhtevâsı hakkında bilgi için bk. Ceyhan, Ab-dullah Salâhî Uşşâkî’nin Vücûd Risâleleri, s. 60-61.

Page 69: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

215

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

ile ittisâfı hâlinde ademle ittisâfı gibi hâlikdir. Çünkü adem mümkin için [43b] zâtîdir ki hakîkat-i zâtiyyesi ma’dûm olmak demektir. Eşyâ muktezâ-yı zâtî olarak birtakım umûru iktizâ ederse o eşyânın zevâli muhâl olur; ve mâdemki eşyâda böyle bir iktizâ kābiliyeti yoktur, şu hâlde vücûd ile ittisâf etsin, etmesin adem hükmünü bundan izâle ihtimâli yoktur. Ahadiyyet-i zâtiyye vücûd-ı ezelî ve ebedîye müstehak olduğundan hakk-ı ilâhîde adem muhâldir, nasıl ki mümkinât kendi zâtından dolayı ademe müstehak ol-duğundan bunların da vücûdu muhâldir. İşte bu esbâbdan dolayı mazhar i’tibâr edilmiştir.”99 Bu bahs-i mühim iyi bir sûrette tedebbür ve tefekkür edilirse rüşd ve kiyâset tahakkuk eder ve mes’ele anlaşılır. Yoksa,

فاطلب وليا مرشدا كن منصفا مسترشدا

Ya’ni: “Munsıf ve anlamaya tâlib ol! Bunun için de sâhib-i velâyet bir mür-şid taharrî eyle!” demektir.

Ale’l-ıtlâk vâhid olan vücûd-i Bârî hadd-i zâtında tekessür ve taaddüd etmez; nasıl ki ziyâ-yı şems birçok büyût ve mesâkin-i mahdûde ve mukay-yedeye girmekle tekessür etmediği gibi, mukayyed de değildir. Hâlbuki bu büyût ve mesâkinin zevâyâsına varıncaya kadar mün’akis olan ziyâ, ziyâ-yı şemsin gayrı olmadığı gibi aynı da değildir. Çünkü şemsin ziyâ-yı mutlakı ne kendisinde dâhil ne de ondan hâriç değildir. Fakat o büyût ve mesâkinin zevâyâsına varıncaya kadar giren ve taaddüd eden ziyâ-yı mün’akis, ittisâl ve infisâl olmamak şartıyla o büyût ve mesâkinin zevâyâsına [44a] kadar ifâza-i ziyâ etmesi i’tibâriyle ziyâ-yı mutlak-ı şemsin aynıdır. Ma’lûmdur ki ittisâl ve infisâl ancak yekdîğerine mübâyin ve mütegāyir olan iki şey arasında tasavvur olunur. Bir şey kendisine mübâyin olmayan diğer şey-den infisâl etmezse ondan ayrı bir şey değil onun aynı olmuş olur. Bun-dan dolayı da ziyâ-yı şemsin eşyâ-yı hasîseye in’ikasıyla şemsin zâtına bir nakîsa gelmez. Buna mübtenî olarak Hazret-i Şeyh berâ-yı tenbîh سبحان demiştir ki bu mahall-i tenzîhdedir. Çünkü tesbîh,100 Hak Teâlâ’yı من أوجدnekāyıs-ı kevniyyeden tenzîh etmektir. Hazret-i Şeyh أوجد من ile سبحان demek istiyor ki feyz-i vücûdun mevcûdât-ı kevniyyeye taalluku kendisi-ni taaddüd ettirmediği gibi onu takyîd ve tenkîs de etmez. Çünkü zât-ı

99 Krş. Fütûhât-ı Mekkiyye, III, 139 (73. bâb) [trc. VI, 386-387].100 “Tesbîh lafzının isti’mâli örf-i lugatte teb’îd ma’nâsına olup ehl-i tevhîd ıstılâhında zât-ı

Hakk’ı lâyık olmayan ahvâl-i beşeriyye ve evsâf-ı kevniyyeden zihnen ve i’tikāden uzak bilmek demektir ki Beyzâvî merhûmun بحمدك ح نسب âyeti tefsîrindeki (Bakara 2/30) ونحن tedkîkātı cümlesindendir.” (li-mütercimihî)

Page 70: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

216

M. Nedim TAN

Bârî imkâna âid nekāyısden münezzeh ve ekvâna [lâzım olan kemâlâttan da mukaddestir; ve bu tenzîhi محيط شيء بكل إنه kavl-i (Fussilet 41/54) أال kerîm-i sübhânîsi]101 te’yîd eder. Ma’nâsı: “Allah’ın bütün mevcûdâtı muhît olduğunu bilmelisin.” Vücûd-ı ilâhînin cemî’-i eşyâyı ihâtası yalnız hakāyık-ı eşyâya hüviyyet-i sâriyenin sereyânından ibâret olup muhît, zarf muhât da mazrûf olacak sûrette bir zarfiyet ve mazrûfiyet i’tibâriyle değil-dir.102 [44b] ا كبيرا Hak Teâlâ böyle zarfiyet nakîsasından تعالى اهلله عن ذلك علوtamâmen münezzehdir.

Cenâb-ı Şeyh-i Ekber diyor ki:103 İbârenin zâhirinden bilâ-zarûret udûl ederek âyet-i kerîmeyi te’vîl ile “ihâtadan maksad ilm-i ilâhîsinin ihâtasıdır, zâtının ihâtası değildir” dersen, ilm-i ilâhî zâtından başka olma-dığı gibi ondan ayrı da değildir. Şu hâlde te’vîlde fâide yoktur. Şâyed bunu vehm-i kāsırınla104 düşünerek “zât-ı ilâhî ilminin gayrıdır ve ilim zâtından intişâr ederek bütün eşyâyı ihâta eder, yoksa zâtı değil” dersen, bu fikir çok büyük bir hatâ-yı fâhiştir. Çünkü bu fikre göre zât-ı Hak sıfâtından başka olup bir mahall-i muayyende mütehayyiz olması lâzım gelir. Ya’ni zâtıyla bütün avâlimi ihâta etmemiş olsa kendisine muayyen bir cihet iktizâ eder. Şân-ı ilâhî ise cihât ve hudûd gibi şeylerden münezzeh ve berîdir.105 Bunu da حمن على العرش استوى لو دليتم بحبل لهبط على âyet-i kerîmesiyle (Tâhâ 20/5) الر -hadîs-i şerîfi106 te’yîd eder. Ma’nâ-yı âyet: “Cenâb-ı Hak arşı ihâta etmiş اهللهtir.” Mefhûm-ı hadîs ise: “Bir ip uzatacak olsanız doğruca Allah’a nüzûl eder.” demektir. İşte bu iki işâretten müstebân olmuştur ki Cenâb-ı Hak ulvî, süflî, semâvî ve arzî bütün kâinâtı zâtıyla ve ilmiyle ihâta etmiştir; ve “zemîn ü âsumânda hiçbir şey ilm-i ilâhîsinde gāib olmamıştır [ال يعزب عنه ماوات وال في األرض ة في الس .(Sebe’ 34/3) ”[مثقال ذر

Cenâb-ı Şeyh-i Ekber [45a] (kaddesallâhu sırrahû) hazretleri Fütûhât’ında “Aliyy” ism-i şerîfinde107 ماوات حمن على العرش استوى، له ما في الس الر

101 Esas aldığımız nüshada ve Seratlı neşrinde noksan olan bu kısmı Hazmi Tura’nın tercümesinden ilâve ettik.

102 “Ve maa zâlik fîhi mâ fîhi.” (li-mütercimihî)103 Bu ifâde muhtemelen Ârif Bey’in esas aldığı nüshadan kaynaklanmaktadır, çünkü cümleler

İbnü’l-Arâbî’ye değil Salâhî Efendi’ye âittir.104 “Fehm-i kāsırınla olması lâzımdır.” (li-mütercimihî)105 İsmâil Fennî’nin bu kısma atfı ve tercümesi için bk. Vahdet-i Vücûd ve Muhyiddîn-i Arabî, s.

47, 133, 247.106 Tirmizî, “Tefsîr”, 57.107 Bu iktibâsı krş. Fütûhât-ı Mekkiyye, VIII, 357 (558. Bâb) [trc. XVI, 339-340].

Page 71: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

217

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

الثرى تحت وما بينهما وما األرض في âyet-i kerîmesinde diyor (Tâhâ 20/5-6) وما ki: Şeyhimiz Ebu’l-Abbâs el-Uryebî108 العرش .âyetinde tevakkuf ederdi على Sonra .ماوات وما في األرض الخ -fii استوى diye okurdu ve bunda استوى له ما في السlini ثبت ma’nâsına hamlederdi. Buna göre âyetin ma’nâsı: “Cenâb-ı Hak arş üzerindedir, yerde gökte ve bunların arasında ve yerin altında ne var ise onun mülkü olduğu sâbittir.” demek olur. Allah’tan mâadâ mevcûdât hep O’nun arşıdır ve kendisinin kulûb-ı ârifînde ulüvv-i kadr ü menzileti vardır ve bu tefsîre nazaran Hak Teâlâ’daki ulüvv mutlak olup hiçbir kayd ile mu-kayyed değildir. Şimdi haber-i sıdk ile ve îmân ile sâbit olan ulüvv-i mekân mes’elesi kalmıştır ki âlim billâh olan ulemânın tarîk-i tecellî-i sûrîden vukū’ bulan beyânâtının delîli de Cenâb-ı Hak istîlâsından dolayı بكل إنه محيط cümle-i celîlesidir. Zât-ı ilâhîsini tenezzülât-ı (Fussilet 51/44) شيء rabbâniyyesiyle vasf edince109 artık bu nüzûl nisbet-i ulüvve aynen delîldir. Çünkü على العرش kavl-i kerîminde vakfedilip de semâya nüzûl-i ilâhîsi vasf u beyân edilmemiş olsa istivâ ve istîlâ hakkındaki ulüvv tahakkuk etmez-di. Hâlbuki “zât-ı Bârî semâda ilâh-ı hakîkî olduğu gibi arzda da yine ilâh O’dur”. ماء إله وفي األرض إله âyeti de bunu te’yîd (Fussilet 43/84) وهو الذي في السetmekte ve kezâlik [45b] وهو معكم أين ما كنتم (Hadîd 57/4) [Nerede olursanız olunuz, O sizinle berâberdir.] lafz-ı celîli de müeyyeddir. İşte bu tenezzülât-ı ilâhiyyesiyle had ve mikdâr zuhûr etmiş ve hangi sûrette tecellî ve kimlere nüzûl ve tedellî (takarrüb) etmekte olduğu bu tenezzülât ile bilinmiştir. Binâenaleyh ulüvv-i ilâhîsi umûmî ve takarrübü muhakkaktır. Bu hakîkati bilip de Hakk’a duâ ve istiğfâr ile sâil olanlar mazhar-ı saâdettirler.

Evhâm ihtilât etmiş olan akıldan “eşyâ-yı kevniyye Hak Teâlâ’nın bir kısmıdır ve bir cüz’üdür” tarzında fehme zuhûr eden halîta-i vehmiyye akl-ı selîm ve müstakîmin kıyâsâtı cümlesinden değil belki böyle bir fikir ve vehm-i sakîm ve akîmin kıyâsâtındandır. Çünkü külliyet ve cüz’iyet ci-

108 Nisbesi Ureynî ve Ureybî şeklinde de yazılan bu zâtın İbnü’l-Arabî’nin hayâtında yeri için bk. Addas, İbnü’l-Arabî -Kibrît-i Ahmer’in Peşinde, s. 65-66, 73-79.

109 Hazmi Tura konuya dâir şu açıklamada bulunur: “Hz. Şeyh’in nüzûl ta’bîrinden murâd-ı âlîleri, Buhârî’de zikrolunan şu hadîs-i şerîfin mefhûmudur: ماء ينزل ربنا تبارك وتعالى كل ليلة إلى السنيا حين يبقى ثلث الليل الخر يقول: من يدعوني، فأستجيب له من يسألني فأعطيه، من يستغفرني فأغفر له Ma’nâ-yı الدhadîs: Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ hazretleri her gece, gecenin son sülüsü (üçte biri) kaldığı zaman dünyâ göğüne tenezzül eder de, ‘Bana duâ eden kim vardır ki, duâsına icâbet edeyim, benden isteyen kimdir ki, mes’ûlünü i’tâ edeyim, mağfiret taleb eden kimdir ki, ben onu mağfiret edeyim!’ buyururlar. [Buhârî, “Teheccüd”, 14; Müslim, “Müsâfirîn”, 24]” Türer-Gündoğdu, agm, s. 614.

Page 72: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

218

M. Nedim TAN

hetlerinden kat’-ı nazar edilerek iş düşünülecek olursa eşyânın bir cüz’-i ilâhî olmasının imkânsızlığı müstebân olur. Bununla berâber külliyet ve cüz’iyet havâdisin avârızı cümlesindendir. Vâcib Teâlâ hazretlerinin vücûd-i ilâhîsi ise havâdise tamâmen muhâliftir. Çünkü “küll” kelimesi lugatte ma’nânın mecmûunun ismidir, fakat lafzı birdir. Cüz’e gelince o da bir cismin kendisinden terekküb ettiği mâdde demektir. Hudâvend-i celîl ise bu gibi şeylerden münezzeh ve berîdir. “Küll” kelimesi ıstılâhât-ı sûfiyyede bütün esmâyı câmi’ olan Hakk’ın hazret-i ahadiyyeti i’tibâriyle Hak Teâlâ’nın ism-i şerîfidir. İşte bu cihetle zâtı sebebiyle ahad ve esmâ-i ilâhiyyesi i’tibâriyle külldür [ات كل باألسماء -ve işte bu nokta-i nazar 110[أحد بالذdan Hak Teâlâ’ya “küll” demişlerdir. Fakat eşyâ-yı kevniyyenin ayn-ı Hak olması ma’nâsına olarak Rab Teâlâ’ya “küll” denmez; çünkü evvel, [46a] sonra, küll, ba’z gibi cihâtı ve zamân ve mekânı, cüz’iyet ve külliyeti bil-diren avârızdan berîdir. Şu hâlde müessir eserinin aynı olmak lâzım gelir; hâlbuki Hak Teâlâ gayrıdır. Zîrâ bir şeyde te’sîrini gösteren bir illet ya’ni bir sebeb müessirin “illet-i fâiliyye” nâmıyla ma’lûlden hâriç olması lâzım geldiğinde “müessir eserin aynı olamaz” dersen, cevâb veririz ki; evet, bu söz lâzımu’t-teslîmdir, fakat illet-i fâiliyye ve ma’lûl, ya’ni eserle müessir her ikisi de hâdis olmak şartıyladır. Maa-zâlik bu sözün müsellem olmasın-da biraz da nazar vardır. Zîrâ çekirdek ağacın vücûdunda müessir olmakla berâber ağaçtan hâriç değildir. Şâyed müessir ve illet-i fâiliyye hâdis olma-yıp kadîm olur ve ma’lûl hâdis olursa iddiânız olan “eser müessirin aynı ola-maz” kāidesinin taht-ı hükmüne girmez. Zîrâ Vâcibü’l-vücûd’un feyzi ya’ni müessir-i kadîm eserden tamâmen hâriç olsa birçok vech ile fesâd zâhir olur. Bir kere müessir eserden hâriç olsa Hakk’ın eşyâyı ihâtası ma’nâsız olmak lâzım geldiği gibi ta’tîl ve tahdîd ve “Biz insana habl-i verîdinden daha yakınız” (Kāf 50/16) kavl-i kerîminin de nakîzi lâzım gelir. Hiç şübhe yok ki “habl-i verîd” de eczâ-yı cesed cümlesindendir. Hak Teâlâ hakîkat-i insâniyyeye ve eczâ-yı bedeniyyeye ondan daha yakın olursa o cesedden nasıl hâriç olur? ونحن أقرب إليه من حبل الوريد âyet-i kerîmesindeki نحن kelimesi de ilim ma’nâsına değildir. Şâyed o zamîr-i cem’i [46b] ilim ma’nâsına te’vîl edersen ilim de Hak Teâlâ’dan gayrı değildir ve O’ndan infisâl edemez. Şu hâlde te’vîlin ne fâidesi olur? Hak Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’inde فثم تولوا فأينما عليم واسع اهلله إن اهلله ya’ni “Hangi tarafa teveccüh edilse (Bakara 2/115) وجه

110 Bu ibâre Fusûs’un İsmâîl fassının ilk cümlesidir. Bk. Konuk, Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, II, 137.

Page 73: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

219

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

zât-ı Hak ve vech-i ilâhî oradadır. Allah’ın ismi afv ü mağfireti gibi vâsi’ ve ef ’âl-i ibâdına vâkıf ve muttali’dir.” demektir. Vâsi’ ism-i şerîfi bir ismullâh olduğundan te’vîl ihtimâlinden çok uzaktır.

Muhakkıkîn “vech” kelimesinde demişlerdir ki “bir şeyin vechi o şeyin zâtı demektir”. Ta’rîfât-ı Seyyid’de deniyor ki: “Vech-i Hak eşyânın ken-disiyle tahakkuk ya’ni iktisâb-ı hakîkat ettiği şeydir, çünkü zât-ı Hak ile eşyâda hakîkat vücûda gelir ki işte اهلل وجه فثم تولوا kavl-i şerîfindeki فأينما işâret de budur; ve bu işâret cemî’-i eşyâya vücûd veren ve onları ikāme eden aynü’l-Hak Teâlâ ve Tekaddes’tir. Bir hakîkat-i mühimmedir ki Hakk’ın kayyûmiyetini111 eşyâda müşâhede eden, işte o, vech-i Hakk’ı her şeyde gören kimsedir.”112

Hak Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’inde diyor ki: تبصرون ال ولكن منكم إليه أقرب ونحن (Vâkıa 56/85) Ma’nâ-yı münîfi: “Hâl-i ihtizârda olan o kimseye biz siz-den daha yakınız, fakat siz görmüyorsunuz” demektir. Sence de umûr-ı ma’lûmedendir ki ilim göz ile görülen eşyâ-yı mahsûseden değildir.113 Şâyed األبصار تدركه ,kavl-i kerîmi mûcibince zât-ı Hak da böyledir (En’âm 6/103) ال ya’ni [47a] “gözler kendisini göremez” dersen biz cevâb veririz ki bu âyet-i kerîmede cevâz-ı rü’yete mâni’ yoktur. Çünkü “el-ebsâr” kavl-i şerîfindeki lâm-ı ta’rîf istiğrâk için olunca, o zaman ya “selb-i umûm”114 yâhud “umûm-ı selb”115 ifâde eder. Selb-i umûm ifâde ederse Hak Teâlâ’yı ba’zı ebsârın göre-bilmesinin câiz olmasına mâni’ yoktur. Umûm-ı selb olursa o zaman idrâk, ihâta ma’nâsını [47b] ifâde eder. Çünkü idrâk hem ihâta hem rü’yette isti’mâl

111 “Kayyûm, kıyâm mâddesinden müştak olan bir sıfat-ı mübâlağa olup bunun ma’nâsı, ‘bütün mükevvenâtı her ân ve zamân kabza-i kudretinde sımsıkı tutup duran Allah’ demektir. Bu bir zevk-i ilmî ile zevk edilir ve basîretle müşâhede edilirse vech-i Hakk’ı müşâhede de mümkün olur. Müşâhede ile rü’yet arasında fark-ı azîm vardır. Maamâfîh bu bir ta’rîf-i ilmîsidir; bunun bir de zevken müşâhedesi olur. Rabbim bizi de bununla nasîbedâr ve vâyedâr-ı zevk ve mesâr etsin. Âmîn.” (li-mütercimihî)

112 [،﴾ يء حقا، إذ ال حقيقة لشيء إال به تعالى، وهو المشار إليه بقوله تعالى: ﴿فأينما تولوا فثم وجه اهلله : هو ما به الش وجه الحق

Seyyid [.وهو عين الحق المقيم لجميع األشياء، فمن رأى قيومية الحق للشياء فهو الذي يرى وجه الحق في كل شيء

Şerif Cürcânî, Kitâbü’t-Ta’rîfât, tahk. M. A. el-Mar’aşlî, Beyrut: Dârü’n-Nefâis, 2003, s. 345.113 İsmâil Fennî’nin bu kısma atfı için bk. Vahdet-i Vücûd ve Muhyiddîn-i Arabî, s. 44.114 “Selb-i umûm, bir selbiyye-i külliyye olup bunun nakîzi mûcibe-i cüz’iyye olur. Şu hâlde selb-i

umûm demek ‘her göz göremez, fakat ba’zı göz görebilir’ demektir ki görüşteki umûmiyeti selb ile husûsîleştirmektir.” (li-mütercimihî)

115 “Umûm-ı selb ise ‘hiçbir göz göremez’ demek olur. Burada rü’yeti tamâmen selb etmek demektir.” (li-mütercimihî)

Page 74: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

220

M. Nedim TAN

edilir. Buna mebnîdir ki ihâtayı selb ve nefy etmek bilâ-ihâta rü’yetin cevâzına mâni’ değildir. Bu âyeti müteâkib olan diğer âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak di-yor ki: قد جاءكم بصائر من ربكم فمن أبصر فلنفسه ومن عمي فعليها وما أنا عليكم بحفيظ (En’âm 6/104) Ma’nâ-yı şerîfi: “Hak’tan size birçok basîret ve hüccetler gelmiştir. Hakk’ı görüp bâtıldan temyîz edenlerin nef’ ve sâadeti kendilerine ve görüp temyîz etmeyenlerin zararı da yine kendilerine âiddir. Ben size muhâfız ve nigehbân değil bir teblîğ me’mûruyum.” demektir. Bu âyet-i kerîme Seyyidü’l-vücûd (sallallâhu aleyhi ve âlihî ve sellem) Efendimiz’in bu hadîs-i şerîfini te’yîd eder ki: البدر ليلة القمر ترون كما ربكم سترون -hadîs-i şerîfidir.116 Fehvâ إنكم yı latîfi: “Siz Rabbinizi bedr-i tâm gecesinde kameri gördüğünüz gibi göre-ceksiniz.” demektir. Diğer bir hadîs-i şerîfte de ورداء عدن جنة يتجلى في تعالى إنه buyurulmuştur117 ki “Hak Teâlâ cennet-i adnda perde-i kibriyâ الكبرياء على وجههvech-i ilâhîsinde olarak tecellî edecektir” demektir. Binâenaleyh bu akvâl-i celîleden zâhirde hakîkat-i rü’yetin ne olduğunda tahakkuk eden mezâhirde de şühûd ile nâil-i fevz olur. Rabbim cümlemizi tarîk-i ünsüne irşâd etsin ve gözlerimizle dîde-i kalbimizi, basîretlerimizle kendisini görecek ve şühûd-ı zuhûruna kābiliyetdâr olacak sûrette tenvîr etsin. Âmîn! [48a]

Hulâsâ deryâ-yı cûd-ı Hak’tan coşan feyz-i sârî taalluk ettiği eser, o fey-ze mahall-i zuhûr olmak şartıyla, derece-i isti’dâdına göre o eserin aynıdır. Fakat o feyzin zuhûr ettiği mazhar ya’ni mahall-i zuhûr, zâhir olan şeyin aynı değildir, ya’ni “mazhar, zâhirin aynı değildir”. Çünkü o mazharın iki ci-heti vardır ki; biri kendisinde gayriyet zuhûr eden şahsiyyet-i mukayyede ve müteayyinesidir, diğeri de kendisiyle kıyâm-ı mevcûdât kāim olan vücûd-ı mutlaktır. İşte bu cihetten kendisinde gayriyet ile ta’bîr edilemez; “zâhir ayn-ı mazhardır”; fakat mazhardan zuhûru i’tibâriyle. Şu hâlde çekirdeğin ağaçta müessir olduğu gibi o feyz-i kudsî de mazharda müessirdir. İşte bu vücûd-ı mutlakın feyzi olması dolayısıyla vücûd-ı mutlakın aynı olmadığı gibi gayrı da değildir. Kezâlik o feyze mazhar olan ve mahall-i zuhûr olan mazhar, kendisinden zuhûr eden feyzin aynı olmayınca vücûd-ı mutlakın ale’l-ıtlâk nasıl aynı olur? Artık tedebbür ve tefekkür etmelisin. Beyit:

إن كنت ذا فهم زكي فاعتبر يكفيك هذا للمنى يا معتبر

“Ey ibret-bîn olan insan! Bu sözler maksada vusûl için sana el verir. Eğer fehm ve zekâ sâhibi isen ibret al!” demektir. Evhâm ve vesâvisle

116 Buhârî, “Mevâkîtu’s-salât”, 16; Müslim, “Mesâcid”, 37.117 Müslim, “Îmân”, 80; Tirmizî, “Sıfatü’l-cenne”, 3.

Page 75: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

221

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

ihtilât etmiş olan aklın muvâzenesiyle bu matlûb-ı mühimden bahs etme! Çünkü bu mebhas Allâmü’l-guyûb olan Hudâvend-i âlemin tavr-ı [48b] ahlâmın çok fevkinde olan hikem-i ilâhîsi menbaındandır ve ancak şühûd ve i’lâm ile tahakkuk eder. Hikmet ve kelâmın tasdîk-i mîzânıyla tasavvur olunmaz. Zîrâ evhâmın kefe-i mîzânı bu mes’eleyi ihâta edemez ve ehl-i mantıkın mutâbakat, tazammun ve iltizâm hadleriyle tetâbuk etmez.

İmâm-ı A’zam (rahimehullâh)ın bir dehrî ile münâzarasındaki zecr ve men’i de bu fikrimizi te’yîd eder ki şu sûretle vukū’ bulmuştur: Dehrî İmâm’a demiş ki “Allah mevcûd [mu]dur?”, o da “evet” demiş. Dehrî buna cevâben “her mevcûdun bir hayyizi, bir mekânı vardır [binâenaleyh Hakk’ın mekânı neresidir?]” deyince İmâm “sende de rûh var [mı]dır?” demiş. O da tasdîk edince “onun yeri neresidir?” diye sormuş ve dehrî mülzem olmuştur. Bundan sonra İmâm bir mikdâr süt getirterek “bun-da yağ vardır, fakat neresindedir, muayyen bir mahalli var mıdır?” de-miş, dehrî de susmuştur. Bundan sonra Ebû Hanîfe hazretleri Allah Teâlâ’nın hiçbir hayyiz ve hiçbir mekân-ı muayyende mahdûd ve mu-kayyed olmayarak mevcûd olduğunu söylemekle bu tabîî ve mâddî herîfi ilzâm etmiştir.

İşte bu hâdise de fikrimizi te’yîd ediyor ki vücûd-ı Bârî Teâlâ şânuhû hazretleri cemî’-i eşyâyı hulûl ve ittisâl ve infisâl bulunmamak şartıy-la ihâta etmiştir. Bunun içindir ki ihâta-i ilâhiyye yukarıda söylendiği gibi hakāyık-ı eşyâya hüviyyet-i sâriyenin sereyânıyla olduğundan bü-tün mevcûdât-ı kevniyye vech-i Hak’tan başka bir şey olmadığı gibi aynı da değildir. Rab zü’l-celâl hazretleri [49a] vücûd-ı ilâhîsinin feyz-i cûdundan, olanları vücûda getirmiştir. Zât-ı ilâhîsi onlarda dâhil olmadı-ğı gibi hâriç de değildir; ve fi’l-hakîka bu sereyân duhûl ve hurûcu iktizâ etmez. Çünkü gerek duhûl ve gerek hurûc gibi hâller su ve ibrik gibi hulûl ve mücâveret şeklinde ve gül ve râyihası gibi arazın cevhere olan havl-i sereyânîsinde bulunabilir. Feyz-i cûd-i ilâhî ise cevher olmadığı gibi araz da değildir. Binâenaleyh hâlliyet, mahalliyet gibi şeyler tasav-vur olunamaz. Vücûd-ı Bârî halk ettiği eşyâda dâhil olmadığı gibi ondan hâriç de olmadığı hakkında fikirden iki nakîzin irtifâı geleceği tarzın-da i’tirâz edilirse cevâben derim ki: Ankā-yı lâhûtun luâb-ı ankebût ile şikâr edilemeyeceğini evvelce söylememiş miydim? [Bu sâha-i hakîkatte mevcûdiyeti luâb-ı ankebûta benzeyen kıyâs-ı mantıkîye mürâcaatla,] “Hak Teâlâ Hay’dır” dediğimizde hayy olan şeyin ya müteharrik veyâ sâkin olması lâzım gelir. Fakat Cenâb-ı Bârî müteharrik olmadığı gibi

Page 76: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

222

M. Nedim TAN

sâkin de değildir. Çünkü hareket iki zamân ve mekânda olacağı gibi sükûn da iki zamân ve bir mekânda olur. Cenâb-ı Hak ise zamân ve mekândan münezzehtir. Binâenaleyh zât-ı Hak’ta iki nakîzin mürte-fi’ olması ve ictimâ’ları nasıl cereyân eder? [İctimâ’-ı nakîzeyn dediğin kıyâs da böyledir.] Bir ârif billâhın “Allâh’ı ne ile bildin?” suâline cevâben “ezdâdı cem’ etmesiyle” dediği gibi118 bu kavl-i celîli de okumuştur: هو ل والخر والظاهر والباطن Evvel O’dur ve Âhir O’dur ve Zâhir] (Hadîd 57/3) األوO’dur ve Bâtın O’dur.] [49b] [Bu âyet-i celîle muktezâsınca Cenâb-ı Hak “câmiu’z-zıddeyn” oluyor.] Çünkü Hallâk-ı âlemin üzerinden zaman geçmediği için evveliyeti âhiriyetinin, âhiriyeti de evveliyetinin aynıdır; ve O bâtında zâhir ve zâhirde bâtındır. Ân-ı vâhidde bir cihette iki zıd ictimâ’ etmiş olduğundan hikmet ve kelâm mîzânıyla kıyâs-ı evhâm cârî olmaz.119

Ey tâlib-i mes’ûd! Nücûm-ı müşâhedenin üzerinden sehâb-pâre-i hudûdu kaldırabilirsen o zaman metâli’-i kuyûddan şems-i vücûd işrâk eder. Hudâvend-i âlem teâlâ ve tekaddes buyurmuştur ki: وأشرقت األرض بنور Mürşid-i âlem olan [.Arz, Rabbinin nûruyla ziyâlandı] (Zümer 39/69) ربهاAllah’tan Reşîd isminin envâr-ı tecelliyâtıyla dîde-i basîretimizden pûşîde-i kesîfi ve gıtâ-yı şedîdi kaldırıp فكشفنا عنك غطاءك فبصرك اليوم حديد (Kāf 50/22) [İşte senden perdeni kaldırıp açtık, artık bugün senin gözün keskindir.] hitâbına muhâtab etmesini ve -Hangi tarafa tevec] (Bakara 2/115) فأينما تولوا فثم وجه اهللهcüh edilse zât-ı Hak ve vech-i ilâhî oradadır.] mantûk-ı celîlince âyîne-i kes-rette vech-i ferdiyyeti görmemiz için tevfîkini terfîk etmesini ومن كان في هذه سبيال وأضل أعمى الخرة في فهو ,Kim bu dünyâda kör olursa o] (İsrâ 17/72) أعمى âhiretde de kördür; hattâ onun yolu daha da sapmıştır.] derd-i bî-devâsına ve amâ-yı cehâlet belâsına giriftâr etmemesini niyâz ederiz. وهو الحق يقول واهللهبيل [.Allah hakkı söyler ve O, doğru yola irşâd buyurur] (Ahzâb 33/4) يهدي الس

في الكامل الحي الص اهلله عبد جال الر أحقر مؤلفه يد عن الكمال حد إلى المقال تسويد بلغ

ال لسنة ١١٨٢ من هجرة من ظهر منه به الوبال والناقص في الكمال في يوم الخامس من شهر شو

إليه الكمال.

118 Ebû Saîd el-Harrâz’a (ö. 277/890) âit bu söz İbnü’l-Arabî tarafından Fusûs’un İdris fassında ve Fütûhât’ın çeşitli yerlerinde aktarılır. Bk. Konuk, Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, II, 12-14.

119 Ârif Bey, bu kısımdaki üç beyti tercüme etmemiştir. Hazmi Tura’nın tercümesinde yer alan bu beyitler için bk. Türer-Gündoğdu, agm, s. 618-620. Ayrıca bu kısımda köşeli parantez içinde yer alan ifâdeler Hazmi Tura’nın tercümesinden hareketle eklenmiştir.

Page 77: Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Ankāu muğrib, el-İnsânü’l-kâmil ve Miftâhu’l-vücûdi’l-eşher’den Yaptığı Tercümeler [Topcuzāde Mehmed Ārif Bey and his translations

223

Topçuzâde Mehmed Ârif Bey’in Yaptığı Tercümeleri

[Şu makālin, ya’ni şu risâlenin tesvîdi, nâkısu’l-kemal, kâmilü’l-vebâl, makāl-i mezkûrün müevvili, ahkaru’r-ricâl Abdullah es-Salâhî yediyle, hicret-i nebeviyye-nin bin yüz seksen ikinci senesi, şehr-i Şevvâl’inin beşinci günü [12 Şubat 1769] hadd-i kemâle bâliğ olmuştur.]120

120 Ferâğ kaydının tercümesini Hazmi Tura’dan aktardık. Bk. Türer-Gündoğdu, s. 621. Esas aldığımız metinde müellifin bu ferâğ kaydını tâkiben Ârif Bey’in tercümeye esas aldığı nüshanın kâtibine âit şu satırlar vardır: “Bu risâle-i mergūbeyi Medîne-i tâhire hastahânesinde cerrâh Fâzıl Mustafa Hulûsî Efendi yedindeki nüshadan hicret-i nebeviyye (aleyhi efdalu’s-salât ve ekmelü’t-tahiyye)den 1320 senesi Şevvâl’inin yedinci gününe [24 Nisan 1893] müsâdif olan günde istinsâh ettim. Ve’l-müstensih Hâfız Mustafa el-Beypazârî mevliden sümme’l-Medenî mevtınen.”