-
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
EĞİTİM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
EĞİTİM FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNİN KİŞİLERARASI PROBLEM
ÇÖZME BECERİLERİ VE YÖNELİMLERİ İLE FONKSİYONEL OLMAYAN
TUTUMLARI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ
Hasret TOPAL
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ADANA / 2011
-
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
EĞİTİM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
EĞİTİM FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNİN KİŞİLERARASI PROBLEM
ÇÖZME BECERİLERİ VE YÖNELİMLERİ İLE FONKSİYONEL OLMAYAN
TUTUMLARI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ
Hasret TOPAL
Danışman: Prof. Dr. Banu YAZGAN İNANÇ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ADANA / 2011
-
Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü
Müdürlüğüne,
Bu çalışma jürimiz tarafından Eğitim Bilimleri Anabilim Dalında
YÜKSEK
LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir.
Başkan: Prof. Dr. Banu YAZGAN İNANÇ
(Danışman)
Üye: Yrd. Doç. Dr. E. Ercüment YERLİKAYA
Üye: Yrd. Doç. Dr. Filiz YURTAL
ONAY
Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim elemanlarına ait
olduklarını onaylarım
….../….../2011
Prof. Dr. Azmi YALÇIN
Enstitü Müdürü
Not: Bu tezde kullanılan özgün ve başka kaynaktan yapılan
bildirişlerin, çizelge, şekil
ve fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı, 5846 Sayılı
Fikir ve Sanat Eserleri
Kanunu’ndaki hükümlere tabidir.
-
iii
ÖZET
EĞİTİM FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNİN KİŞİLERARASI PROBLEM
ÇÖZME BECERİLERİ VE YÖNELİMLERİ İLE FONKSİYONEL OLMAYAN
TUTUMLARI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ
Hasret TOPAL
Yüksek Lisans Tezi, Eğitim Bilimleri Anabilim Dalı
Danışman: Prof. Dr. Banu YAZGAN İNANÇ
Eylül 2011, 94 sayfa
Bu araştırmada, eğitim fakültesi öğrencilerinin kişilerarası
problem çözme
becerileri ve yönelimleri ile fonksiyonel olmayan tutumları
arasındaki ilişkiyi ve bu iki
değişkenin cinsiyet, okunan bölüm, anne-baba öğrenim düzeyi ve
yaşamın çoğunun
geçirildiği yerleşim birimine göre değişip değişmediğini
incelemek amaçlanmıştır.
Araştırma, Çukurova Üniversitesi’nin 2010-2011 eğitim-öğretim
yılında, eğitim
fakültesine devam eden 517 öğrenci ile gerçekleştirilmiştir.
Araştırmanın bağımlı
değişkenlerinden kişilerarası problem çözme becerilerini ölçmek
amacıyla
“Kişilerarası Problem Çözme Envanteri” (Çam ve Tümkaya, 2006)
kullanılmıştır.
Araştırmanın diğer değişkeni olan fonksiyonel olmayan tutumlara
ilişkin veriler
“Fonksiyonel Olmayan Tutumlar Ölçeği” (Weissman ve Beck, 1978)
ile öğrencilerin
kişisel bilgileri ise araştırmacı tarafından oluşturulan
“Kişisel Bilgi Formu” ile
toplanmıştır. Verilerin analizinde Pearson Korelasyon Katsayısı,
Bağımsız Gruplar t
Testi ve tek yönlü varyans analizi kullanılmıştır.
Araştırma bulguları öğrencilerin kişilerarası problem çözme
yaklaşımlarından
probleme olumsuz yaklaşma, kendine güvensizlik ve sorumluluk
almama ile
fonksiyonel olmayan tutumlar arasında pozitif yönde anlamlı bir
ilişki bulunduğunu
göstermiştir. Kişilerarası problem çözme yaklaşımlarından
ısrarcı-sebatkar yaklaşım ve
yapıcı problem çözme ile fonksiyonel olmayan tutumlar arasında
ise anlamlı bir ilişki
bulunamamıştır.
-
iv
Araştırmada kız öğrencilerin probleme olumsuz yaklaşma ve
sorumluluk
almama yaklaşımını erkek öğrencilere göre daha yüksek düzeyde
kullandıkları
bulunmuştur. Fonksiyonel olmayan tutum düzeyi ise cinsiyetlere
göre anlamlı bir fark
göstermemektedir. Bölümlere göre kişilerarası problem çözme
becerileri arasında
farklılık bulunmazken, fonksiyonel olmayan tutum düzeyi en düşük
olan bölümün
Psikolojik Danışma ve Rehberlik olduğu bulunmuştur. Yaşamın
çoğunun geçirildiği
yerleşim birimine göre fonksiyonel olmayan tutum düzeyleri
arasında anlamlı bir fark
bulunamamıştır. Ancak yaşamının çoğunu büyükşehirde geçiren
öğrencilerin ısrarcı-
sebatkar yaklaşımı köyde yaşayan öğrencilere göre daha yüksek
düzeyde kullandıkları
bulunmuştur. Anne-baba öğrenim düzeyi bakımından ise
öğrencilerin kişilerarası
problem çözme becerileri ve fonksiyonel olmayan tutum
düzeylerinde anlamlı bir fark
bulunamamıştır.
Anahtar Kelimeler: Kişilerarası problem çözme becerileri,
fonksiyonel olmayan
tutumlar.
-
v
ABSTRACT
ANALYSIS OF THE RELATIONSHIP OF INTERPERSONAL PROBLEM
SOLVING SKILLS AND ORIENTATION IN CONNECTION WITH
DYSFUNCTIONAL ATTITUDES IN THE FACULTY OF EDUCATION
Hasret TOPAL
Master’s Thesis, Department of Education
Thesis Advisor: Prof. Dr. Banu YAZGAN İNANÇ
September 2011, 94 pages
In this study, it was aimed to investigate the relationship of
interpersonal problem
solving skills and orienation in connection with dysfunctional
attitudes of college
students in terms of gender, department, education level of
parents and living place.
The sample of the study consisted of 517 students from faculty
of education at
Çukurova University in 2010 and 2011. The dependent variable of
the study,
interpersonal problem solving skills, was measured by means of
“Interpersonal Problem
Solving Inventory” (Çam ve Tümkaya, 2006). The data related to
the dysfunctional
attitudes, the other dependent variable of the study, were
gathered by means of
“Dysfunctional Attitudes Scale” (Weissman ve Beck, 1978) and
lastly, the data related
to the personal information of the students were gathered by
means of “Personal
Information Form”, designed by the researcher. Pearson
Correlation Coefficient,
Independent Samples t Test and one-way ANOVA were used in
analyzing the data.
Research findings suggest that there was a positive and
meaningful relationship
between approaching problems in a negative way, lack of
self-confidence,
unwillingness to take responsibility and dysfunctional attitudes
of students. But there
was no meaningful relationship between insistent-persevering
approach, constructive
problem solving and dysfunctional attitudes.
-
vi
The results of the study indicated that female students’ level
of approaching
problems in a negative way and unwillingness to take
responsibility was meaningfully
higher than male students’. However, there was no meaningful
difference in the level
of dysfunctional attitudes of the students in terms of their
gender. No meaningful
difference was found in interpersonal problem solving skills of
students in terms of
their departments wheras the level of dysfuncitonal attitudes of
students in
psychological counseling and guidance department was found to be
the least. There
was no meaningful difference in the level of dysfunctional
attitudes among students in
terms of their living place. However, the students who lived in
big cities used insistent-
persevering approach more than the students who lived in small
towns. Lastly, there
was no meaningful difference in interpersonal problem solving
skills and dysfunctional
attitudes of students in terms of education level of their
parents.
Keywords: Interpersonal problem solving skills, dysfunctional
attitudes.
-
vii
Sevgili Anneme ve Babama…
-
viii
ÖNSÖZ
Eğitim fakültesi öğrencilerinin kişilerarası problem çözme
becerileri ve
yönelimleri ile fonksiyonel olmayan tutumları arasındaki
ilişkinin incelenmesini
amaçlayan bu çalışmamı, birçok kişinin değerli katkıları ve
destekleri ile
gerçekleştirdim.
Araştırma süreci boyunca yardım ve desteğini aldığım tez
danışmanım Prof. Dr.
Banu YAZGAN İNANÇ’a; tezimle ilgili geribildirimleri için jüri
üyesi Doç. Dr. Filiz
YURTAL’a; yardımlarını ve güleryüzünü esirgemeyen, sağduyusu ve
yapıcı
geribildirimleriyle ufkumu genişleten, jüri üyesi olarak tezimi
inceleyip gerekli
düzeltmeler hakkında beni yönlendiren hocam Yrd. Doç. Dr. E.
Ercüment
YERLİKAYA’ya teşekkür ederim. Veri toplama aşamasında yardımcı
olan değerli
öğretim üyelerine, araştırmaya katılarak amacına ulaşmasını
sağlayan öğrencilere,
araştırmada kullanılan dökümanların basımındaki yardımları için
Mehmet GİRİŞ ve
çalışanlarına teşekkür ederim.
Tanıştığımız günden beri hep yanımda olan, sıkıntılarımı ve
sevinçlerimi
paylaşan, karamsarlığa kapıldığım anlarda moralimi yükselten, bu
zorlu maratonda
beni yalnız bırakmayıp değerli fikirleriyle katkıda bulunan yol
arkadaşlarım Fatma
ALTUNKOL, Gökçe AĞBAŞ, Bekir AVCI ve Asuman ÖKÇÜN’e gönülden
teşekkürlerimi sunuyorum.
Bana olan inanç ve desteklerini her zaman hissettiğim, sevgi,
ilgi ve
fedakarlıkları ile beni bugünlere getiren annem Asiye TOPAL,
babam Cafer TOPAL
ve kardeşim Hazal TOPAL’a sonsuz teşekkürler. İyi ki
hayatımdasınız…
Hasret TOPAL
Eylül, 2011
-
ix
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖZET……………………………………………………………….…………….…….iii
ABSTRACT……………………………….………………………….…….….……….v
ÖNSÖZ……………………………………………………………….….……………viii
TABLOLAR LİSTESİ……………………….………………….…….…….….……xiii
ŞEKİLLER LİSTESİ……………………………………………………........…....…xv
EKLER LİSTESİ……………………………………………………….......….…......xvi
BÖLÜM I
GİRİŞ
1.1. Problem………………………………………………………..….….…………......1
1.2. Araştırmanın Amacı………………………………………………….……….....….7
1.3. Araştırmanın Gerekçesi ve Önemi…………………………………….….….…..…8
1.4. Varsayımlar……………………………………………………………………......10
1.5. Sınırlılıklar………………………………………………………….…………...…10
1.6. Tanımlar…………………………………………………………….…...........…....10
BÖLÜM II
KURAMSAL AÇIKLAMALAR VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR
2.1. Kuramsal Açıklamalar………………………………………….……..…......…...12
2.1.1. Problem ve Problem Çözme
..................................................…..……....…12
2.1.2. Kişilerarası Problem Çözme
Süreci………………………….…....….…...15
2.1.2.1. Sosyal Problem Çözme Kuramı……….………………..….…..…15
2.1.2.2. Öz Yeterlik Algısı ve Problem Çözme
İlişkisi………..……...…...20
2.1.3. Fonksiyonel Olmayan Tutumlar ………….…………………..…….……..20
2.1.3.1. Beck’in Bilişsel Terapi
Yaklaşımı……………………..….…...….21
2.2. İlgili Araştırmalar…………………………………………………..………....….27
-
x
BÖLÜM III
YÖNTEM
3.1. Araştırma Modeli………………………………………………..………...…...…..39
3.2. Evren ve Örneklem..…………………………………………………….…………39
3.3. Veri Toplama Araçları ………………………..…………………….………...…...41
3.3.1. Kişilerarası Problem Çözme
Envanteri………………………………...…...41
3.3.2. Fonksiyonel Olmayan Tutumlar
Ölçeği………………………….….….…..43
3.3.3. Kişisel Bilgi Formu……………………………………………….….……..44
3.4. Verilerin Toplanması………………………………………………………...…….44
3.5. Verilerin Analizi……………………………………………………………......….44
BÖLÜM IV
BULGULAR
4.1. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Kişilerarası Problem Çözme
Becerileri ve
Yönelimlerine İlişkin Bulgular……………………………………..………….…..46
4.1.1. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Cinsiyetlerine Göre
Kişilerarası Problem Çözme Envanteri Puanlarına İlişkin
Bulgular……..…46
4.1.2. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Bölümlerine Göre
Kişilerarası Problem Çözme Envanteri Puanlarına İlişkin
Bulgular………..47
4.1.3. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Yaşamlarının Çoğunu
Geçirdikleri Yere
Göre Kişilerarası Problem Çözme Envanteri Puanlarına İlişkin
Bulgular….49
4.1.4. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Anne-Baba Öğrenim
Düzeyine
Göre Kişilerarası Problem Çözme Envanteri Puanlarına İlişkin
Bulgular.…52
4.2. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Fonksiyonel Olmayan
Tutumlarına İlişkin
Bulgular…………………………………………………………..……….……….57
4.2.1. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Cinsiyetlerine Göre
Fonksiyonel Olmayan Tutumlar Ölçeği Puanlarına İlişkin
Bulgular…..…...57
4.2.2. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Bölümlerine Göre
Fonksiyonel Olmayan Tutumlar Ölçeği Puanlarına İlişkin
Bulgular…….…57
4.2.3. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Yaşamlarının Çoğunu
Geçirdikleri Yere
Göre Fonksiyonel Olmayan Tutumlar Ölçeği Puanlarına İlişkin
Bulgular…58
4.2.4. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Anne-Baba Öğrenim
Düzeyine
-
xi
Göre Kişilerarası Problem Çözme Envanteri Puanlarına İlişkin
Bulgular….60
4.3. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Kişilerarası Problem Çözme
Becerileri ve
Yönelimleri ile Fonksiyonel Olmayan Tutumları Arasındaki
İlişki……………….62
BÖLÜM V
TARTIŞMA VE YORUM
5.1. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Kişilerarası Problem Çözme
Becerileri ve
Yönelimlerine İlişkin Bulguların
Yorumu……………….…………………..…....64
5.1.1. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Cinsiyete Göre
Kişilerarası Problem
Çözme Becerileri ve Yönelimlerine İlişkin Bulguların
Yorumu……………64
5.1.2. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Bölüme Göre
Kişilerarası
Problem Çözme Becerileri ve Yönelimlerine İlişkin Bulguların
Yorumu….65
5.1.3. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Yaşamlarının Çoğunu
Geçirdikleri Yere
Göre Kişilerarası Problem Çözme Becerileri ve Yönelimlerine
İlişkin
Bulguların Yorumu……………………………………………….…………66
5.1.4. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Anne-Baba Öğrenim
Düzeylerine Göre
Kişilerarası Problem Çözme Becerileri ve Yönelimlerine
İlişkin
Bulguların Yorumu………………………………………………….……..67
5.2. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Fonksiyonel Olmayan
Tutumlarına
İlişkin Bulguların Yorumu………………………………………………...……….68
5.2.1. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Cinsiyete Göre
Fonksiyonel Olmayan
Tutumlarına İlişkin Bulguların
Yorumu………………………….…...…......68
5.2.2. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Bölüme Göre
Fonksiyonel Olmayan Tutumlarına İlişkin Bulguların
Yorumu……....……69
5.2.3. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Yaşamlarının Çoğunu
Geçirdikleri
Yere Göre Fonksiyonel Olmayan Tutumlarına İlişkin Bulguların
Yorumu...70
5.2.4. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Anne-Baba Öğrenim
Düzeylerine Göre
Fonksiyonel Olmayan Tutumlarına İlişkin Bulguların
Yorumu………....…71
5.3. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Kişilerarası Problem Çözme
Becerileri ve
Yönelimleri ile Fonksiyonel Olmayan Tutumları Arasındaki
İlişkinin Yorumu.…71
-
xii
BÖLÜM VI
SONUÇ VE ÖNERİLER
6.1. Sonuç…………………………………………..………………….….…………..74
6.2. Öneriler……………………………...………………………………….………...75
6.2.1. Uygulamaya Yönelik Öneriler……………………...…………….………..75
6.2.2. Araştırmaya Yönelik Öneriler…………………..………………….………75
KAYNAKÇA……………………………………..……………….…..……….….….77
EKLER………….…………………………………………………….….….….……87
ÖZGEÇMİŞ………………………………………………………….….……….…..94
-
xiii
TABLOLAR LİSTESİ
Sayfa
Tablo 1. Öğrencilerin Cinsiyet, Yaş ve Bölüm Değişkenlerine Göre
Dağılımı.…...…40
Tablo 2. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Cinsiyetlerine Göre
KPÇE Puanlarına İlişkin
Bağımsız Gruplar t Testi Sonuçları………………….………………..….......46
Tablo 3. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Bölümlerine Göre KPÇE
Puanlarına İlişkin
Betimsel Değerler………………………………….…………………..…..…47
Tablo 4. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Bölümlerine Göre KPÇE
Puanlarına İlişkin
Tek Yönlü Varyans Analizi Sonuçları………………………………….….…49
Tablo 5. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Yaşamlarının Çoğunu
Geçirdikleri
Yere Göre KPÇE Puanlarına İlişkin Betimsel
Değerler…………….……..…50
Tablo 6. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Yaşamlarının Çoğunu
Geçirdikleri
Yere Göre KPÇE Puanlarına İlişkin Tek Yönlü Varyans Analizi
Sonuçları...51
Tablo 7. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Anne Öğrenim Düzeyine
Göre Yere Göre
KPÇE Puanlarına İlişkin Betimsel Değerler…………………………………52
Tablo 8. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Anne Öğrenim Düzeyine
Göre Yere Göre
KPÇE Puanlarına İlişkin Tek Yönlü Varyans Analizi
Sonuçları……………54
Tablo 9. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Baba Öğrenim Düzeyine
Göre Yere Göre
KPÇE Puanlarına İlişkin Betimsel
Değerler………………..……………......55
Tablo 10. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Baba Öğrenim Düzeyine
Göre
Göre KPÇE Puanlarına İlişkin Tek Yönlü Varyans Analizi
Sonuçları…..…56
Tablo 11. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Cinsiyetlerine Göre
FOTÖ Puanlarına İlişkin
Bağımsız Gruplar t Testi Sonuçları…………………………….……..….…57
Tablo 12. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Bölümlerine Göre FOTÖ
Puanlarına İlişkin
Betimsel Değerler……………………………………………………..….…57
Tablo 13. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Bölümlerine Göre FOTÖ
Puanlarına İlişkin
Tek Yönlü Varyans Analizi Sonuçları……………………………..….…….58
Tablo 14. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Yaşamlarının Çoğunu
Geçirdikleri Yere
Göre FOTÖ Puanlarına Ilişkin Betimsel
Değerler……………………….....59
Tablo 15. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Yaşamlarının Çoğunu
Geçirdikleri Yere
Göre FOTÖ Puanlarına İlişkin Tek Yönlü Varyans Analizi
Sonuçları...……59
Tablo 16. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Anne Öğrenim Düzeyine
Göre FOTÖ
Puanlarına İlişkin Betimsel Değerler………………….………………….…60
-
xiv
Tablo-17. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Anne Öğrenim Düzeyine
Göre FOTÖ
Puanlarına İlişkin Tek Yönlü Varyans Analizi
Sonuçları…………..……...60
Tablo-18. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Baba Öğrenim Düzeyine
Göre FOTÖ
Puanlarına İlişkin Betimsel Değerler………………………….....……...…61
Tablo-19. Eğitim Fakültesi Öğrencilerinin Anne Öğrenim Düzeyine
Göre FOTÖ
Puanlarına İlişkin Tek Yönlü Varyans Analizi
Sonuçları……………....….61
Tablo-20. Kişilerarası Problem Çözme Becerileri ve Yönelimleri
İle
Fonksiyonel Olmayan Tutumlar Arasındaki
İlişki……..................…...…...62
-
xv
ŞEKİLLER LİSTESİ
Sayfa
Şekil 1. D’Zurilla ve Diğerlerinin Beş Boyutlu Modeline Dayalı
Sosyal Problem Çözme
Sürecinin Şematik
Gösterimi…………….……………..........................……....19
Şekil 2. Bilişsel Model……………………………………………………………...….24
-
xvi
EKLER LİSTESİ
Sayfa
EK 1. Kişisel Bilgi Formu…………………………………………………..….….…..87
EK 2. Kişilerarası Problem Çözme
Envanteri………………………................………88
EK 3. Fonksiyonel Olmayan Tutumlar
Ölçeği………………………………..……….91
-
BÖLÜM I
GİRİŞ
1.1. Problem
Birey yaşamının belli dönemlerinde, değişik biçimlerde küçük
veya büyük birçok
problemle karşı karşıya kalır. Problemlere verilen tepkiler ise
kişiden kişiye farklılaşır.
Aynı problemi birçok kişi farklı şekillerde çözme girişiminde
bulunur ve bazıları
başarılı olurken bazıları başarısız olur. Problem dendiğinde
aklımıza yalnız matematik
alanındaki problemler gelmez. Yaşam bir dizi problemin çözümünü
gerektirir.
Problem, bireyin varmak istediği bir amaca ulaşmasına ket vuran
engeller var olduğu
zaman ortaya çıkar (Cüceloğlu, 2004).
“Problem, kişinin şu anda içinde bulunduğu durum ile olmasını
istediği durum
arasındaki farktır”(Nezu, Nezu ve D’Zurilla, 2007, s.4). Bu
fark, birey hedeflerine
ulaşmaya çalışırken yolları kapatan çok çeşitli engellerin
varlığı nedeniyle bir
“problem” olarak ifade edilir. Bu tanıma göre, aynı durum bir
kişi için problem
olabilirken başka bir kişi için problem olmayabilir. Bir kişi
için bir durumun problem
olarak görülmesinin nedenleri şunlardır:
• Yenilik ya da alışılmamışlık (“Ne yapacağımdan emin
değilim.”)
• Zorluk (“ Bu çok karmaşık.”)
• Çelişkili hedefler (“Hangisini seçeceğimi bilmiyorum.”)
• Beceri eksikliği (“Bunu yapamam, çünkü nasıl yapıldığını
bilmiyorum.”)
• Kaynak eksikliği (“Bununla ilgilenmek için yeterli vaktim
yok.”)
• Belirsizlik (“Neler oluyor?”)
• Duygusal sıkıntılar (“Bir şey yapmamayı tercih ediyorum, çünkü
deneyip
başarısız olmaktan korkuyorum”.) (Nezu ve diğerleri, 2007).
D’Zurilla, Nezu ve Maydeu-Olivares (2004) problem çözmeyi birey,
çift ya da bir
grubun gündelik hayatta karşılaştıkları problemlere etkili
çözümler bulmak için
girişimde bulundukları kendilerinin oluşturdukları
bilişsel-davranışsal bir süreç olarak
tanımlar. Bu bilişsel-davranışsal süreç belli bir problem için
olası etkili çözüm yollarını
-
2
ortaya çıkarır ve çeşitli çözüm yolları arasından en etkili
çözümün seçilme olasılığını
artırır.
Problem çözme bir başka deyişle, kişinin isteğine en etkili
şekilde ulaşabileceği yolu
bulmasına yardımcı olabilecek bir süreçtir (Bedell ve Lennox,
1997). Bu süreç, kişinin
problemle karşılaşmasından, onu çözüme kavuşturmasına kadar
uzanan bir süreci
kapsamaktadır. Westen (1999), söz konusu süreci üç aşamada
tanımlamaktadır:
1. Başlangıç durumu (problemle karşılaşma): Kişi bu aşamada bir
problemle
karşılaşmıştır ve kendine özgü tepkiler vermektedir. Problemin
zor veya
kolay olup olmadığı ile ilgili değerlendirme yapmaktadır. Bu ilk
aşamada
birey sadece bir problemle karşılaşmıştır. Bu aşamada kişinin
problemi
algılayıp algılayamaması kritiktir. Çünkü bazı kimseler gerçekte
bir
problemle karşılaşsa bile bunu değişik nedenlerle
algılayamayabilir,
görmeyebilirler. Görseler bile bilinç düzeyinde sorunun
varlığını kabul
etmeyebilirler. Kişinin sorunla karşılaştığı ilk anda onu
algılayabilmesi ve
benim bir problemim var diyebilmesi önemlidir.
2. İşlem durumu (problemi çözmek için işlemlerde bulunma): Kişi
yaşadığı
problemi ortadan kaldırmak veya istediği şekilde çözüm
bulabilmek için
girişimde bulunur. Problemle mücadele etme tarzı onu çözüme ya
da daha
çok karmaşaya götürebilir. Kişi burada problemi çözmek, problem
durumu
ortadan kaldırmak ve arzuladığı şeye veya duruma ulaşabilmek
için birtakım
işlemlerde bulunur. Bu işlemlerin neler olduğu problemin türü ve
doğasına
bağlıdır.
3. İstenen duruma ulaşma (problemin ortadan kalkması): Kişi
karşılaştığı
problemi doğru yöntem ve stratejiler kullanarak çözmeyi
başarmıştır. Artık
ortada bir problem yoktur. Burada kişi, problem durumu
ortadan
kaldıracağına inandığı işlemleri yapmıştır. Arzulanan duruma
ulaşıp
ulaşmayacağı kişinin doğru işlemleri seçip seçmediğine bağlıdır.
Birey yeni
problem durumları çözmek veya çözüme kavuşturmak için yeni
sulara
yelken açmaya hazırdır. Bu süreç yaşam boyu sürüp
gidecektir.
Bireyin yaşantısında karşılaştığı problem alanlarından biri de
kişiler arasında
yaşanan problemlerdir. “Kişilerarası problem, etkileşimde
bulunan taraflardan en az
-
3
birinin, mevcut etkileşim biçimi ile ideal etkileşim biçimi
arasındaki farkı algıladığı, bu
fark yüzünden gerginlik hissettiği, gerginliği ortadan kaldırmak
için girişimlerde
bulunduğu, ancak girişimlerinin engellendiği durum”(Öğülmüş,
2006, s.9) olarak
tanımlanmaktadır. Bu durumda kişilerarası problem çözme, bireyin
kişilerarası
ilişkilerde yaşadığı mevcut durum ile ulaşmak istediği durum
arasındaki farkın
algılandığı ve bunun yol açtığı gerginliği ortadan kaldırmaya
yönelik çabaları içeren
bilişsel ve davranışsal bir süreç olarak ifade edilebilir
(Öğülmüş, 2006).
Bingham (2004), problem çözme sürecinin yaratıcı düşünme, zeka,
duygular, irade
ve eyleme geçme, ihtiyaç, amaç, değer, beceri, alışkanlık
(geçmiş deneyimler) ve
tutumlar gibi etmenlerden etkilendiğini öne sürmektedir. Bu
etmenlerden özellikle
kişisel algı, geçmiş yaşantılar ve onlara verilen anlam
sonucunda oluşmaktadır. Buna
göre bir kimsenin bir problem karşısında neyi algıladığı onun
problemi ne şekilde
çözdüğünü de etkileyebilmektedir. Genellikle problem durumundaki
ilk algılama
gerçeğin kendisi olamamaktadır. Problem çözme süreci, kişinin
sahip olduğu “kişisel
algıları”ndan etkilenmektedir.
Heppner, Witty ve Dixon (2004) kendini etkili problem çözücü
olarak algılayan
bireylerin özelliklerini şu şekilde sıralamışlardır: a) Bu
bireyler akılcı olmayan inançlara
ve işlevsel olmayan düşüncelere daha az sahiptirler. Başarılı
problem çözme
performanslarını yetenek ve çabalarına, kişisel problemlerinin
sebebini ise çaba
eksikliğine bağlamaktadırlar. Çözümü değişime olan güçlü
istekleri olarak
görmektedirler. Tüm bunlar problem çözme sürecindeki ısrarlarını
artırmaktadır. b)
Kendileri hakkında daha az olumsuz düşünceye sahiptirler.
Problemleri çözmede daha
istekli ve ısrarcıdırlar, problemlerle mücadele ederken
hazlarını erteleyebilirler. Problem
çözmede başarılı olma beklentilerine sahiptirler, zayıf
performanslarından sonra daha
zor ve karmaşık görevleri denemeye hazırdırlar. Sonuç olarak
kendini etkili problem
çözücü olarak algılayanların, psikolojik olarak daha sağlıklı
oldukları söylenebilir. Bu
kişiler problemlerle daha etkili biçimde başa çıkabilmektedirler
(Heppner, Witty ve
Dixon, 2004). Ayrıca kendisini problem çözmede yeterli olarak
algılayanların
kişilerarası ilişkilerde daha girişken oldukları, daha olumlu
benlik algısına sahip
oldukları ve akademik yönden daha uygun çalışma yöntemleri ve
durumları
sergiledikleri görülmektedir (Şahin, Şahin ve Heppner,
1993).
-
4
Etkili problem çözmenin iyimserlik, umut, yüksek öz-saygı ve
kendine güven,
fiziksel ve duygusal sağlık ve güçlü bir yaşam doyumu ile
ilişkili olduğu bulunmuştur
(Nezu ve diğerleri, 2007). Etkili problem çözen bireyler
problemleri tehdit yerine
olumlu gelişim için fırsat olarak görürler, zorlukların
üstesinden etkili şekilde
gelebileceklerine ilişkin kendilerine güvenirler, problemlerden
kaçınmak yerine
problemleri çözmek için dikkatli, planlı ve sistematik bir tutum
benimserler. Bu etkili
problem çözme becerileri bireylerin, hayatın zorluklarına daha
başarılı bir şekilde uyum
sağlama olasılıklarını arttırır (Nezu ve diğerleri, 2007).
Kişinin yaşamdaki problemler ve bu problemleri çözme konusundaki
kişisel
yetenekleri ile ilgili inançlarını, değerlendirmelerini ve
duygularını yansıtan görece
kalıcı bilişsel-duyuşsal şemaları içeren süreç, D’Zurilla, Nezu
ve Maydeu-Olivares
(2004) tarafından probleme yönelim olarak adlandırılmaktadır.
Bireyler bir problemle
karşılaştığında çeşitli tepkilerde bulunmaktadır. Bireyin
kendisi ve sorunlarla ilgili
bilişlerini, tutumlarını ve inançlarını içeren probleme yönelim,
bireylerin probleme
hangi yönde tepki vereceğini belirler (D’Zurilla, Nezu ve
Maydeu-Olivares, 2004).
Bireyin probleme yönelimi olumlu veya olumsuz olabilmektedir.
Probleme olumlu
yönelim kavramı, kişinin sorunlar karşısında olumlu bir tutum
içerisinde olduğunu ifade
etmek için kullanılır. Problemlere olumlu tutumla yönelen
insanlar; problemleri
olduğunda onları doğru bir biçimde algılayabilir ve göz ardı
etmez; problemlerini
yaşamın bir parçası olarak görür, problemlerinin nedenlerini
doğru kaynaklara
atfedebilir, problemi faydalanılacak, olumlu bir şey olarak
algılar, problemlerin
çözülebilir olduğuna, yaşamda karşılaştığı problemleri
çözebilmek için yeteneklerinin
yeterli olduğuna inanır, problemlerin başarıyla çözülmesinin
çaba ve zaman
gerektirdiğinin bilincinde, problemleri çözme konusunda
kararlıdır (D’Zurilla ve
diğerleri, 2004).
Probleme olumsuz yönelen kişiler ise sorunlar karşısında
işlevsel olmayan,
olumsuz tutumlara sahiptir. Probleme olumsuz yönelen bireyler
problemlerin
nedenlerini ya kendilerine ya da başkalarına atfeder. Problemler
ortaya çıktığında
onları göremez veya görmezden gelir, problemleri birer tehdit
olarak algılar.
Problemlerin çözümünün çok zor olduğu yönünde bir inançları
vardır, problemlerin
çözümü konusunda kendi yetenek ve becerileri hakkında şüpheleri
vardır, problemler
-
5
ortaya çıktığında kendini kolayca hüsrana uğramış ve tedirgin
hisseder (D’Zurilla ve
diğerleri, 2004).
Kendilerini etkisiz problem çözücü olarak algılayan bireyler a)
çoğunlukla
problemlerin birdenbire ortadan kalkacağına inanmak isterler b)
duygusal odaklı başa
çıkma stratejilerini daha çok kullanırlar c) zorlu kişilerarası
karşılaşmalarda daha fazla
duygusal uyarılma ve yoğun duygulanım yaşarlar d) yardım almadan
üstesinden
gelemeyecekleri duygusal problemlerle daha fazla karşılaşırlar
(Heppner, Witty ve
Dixon, 2004).
Probleme olumsuz yönelim, problem çözme literatüründe üzerinde
en çok durulan
kavramlardan biridir. Bunun sebebi, probleme olumsuz yönelimin
psikolojik
uyumsuzluk göstergeleriyle olan güçlü ilişkisidir. Probleme
olumsuz yönelim,
akademik başarısızlık (Saracaloğlu, Serin ve Bozkurt, 2002;
Kurtyılmaz, 2005; Derin,
2006), depresyon (Eskin, Ertekin, Harlak ve Dereboy, 2008;
Ergin, 2009), intihar
(D’Zurilla, Chang, Nottingham ve Faccini, 1998), stres (Bell ve
D’Zurilla, 2009; Nezu,
Nezu ve D’Zurilla, 2007) ve anksiyete (D’Zurilla ve diğerleri,
2004) gibi uyumsuzluk
göstergeleriyle yakından ilişkilidir.
Ellis ve Dryden’a (1997) göre insanın yaptığı yorumlama ve
değerlendirmelerin
altında akılcı ve akılcı olmayan inançların karışımından oluşan,
bireyin “inanç sistemi”
yatar. Nesnel gerçeklikle uyumlu olmaya eğilimli olan akılcı
inançlar ve
değerlendirmeler, koşullara bağlı ve göreceli bir şekilde ifade
edilirler, kişinin
değerlilik duygularını ve amaca yönelik eylemlerini arttırırlar.
Akılcı olmayan inançlar
ise genellikle gerçekliğin çarpıtılmasıdırlar, koşulsuz ve
mutlak bir şekilde ifade
edilirler ve uygunsuz duygulara yol açarlar, çoğu kez de hedefe
ulaşmayı engellerler.
Beck (1976) ise problemlerin yanlış öncüller ve yanlış
kavramsallaştırmalardan
hareketle gerçeğin belirli biçimlerde çarpıtılmasından
kaynaklandığını ifade eder. Bu
çarpıtmaların temelini, kişinin gelişimi boyunca aldığı hatalı
öğrenmeler
oluşturmaktadır. Kişi, önceki tecrübelerin uygunsuz ve yetersiz
olması yüzünden,
diğerlerinin davranışlarından yanlış anlamlar çıkarabilir.
Bilişsel terapi modeli üç temel bilişsel yapı olan otomatik
düşünceler, ara inançlar
ve temel inançların üzerinde durur (Beck, 2001). Otomatik
düşünceler, kişinin zihninde
-
6
otomatik olarak beliren kısa düşüncelerdir. Bireyler bu
düşüncenin farkında değildir;
ancak bu düşünceleri takip eden duygusal durumun farkındadır. Bu
düşünceler hiç
eleştirilmeden doğru olarak kabul edilir. Çok hızlı ve
örtüktürler. Sözcükler ya da
imajlar şeklinde ortaya çıkabilirler. Yüzeyde ortaya çıkan bu
düşünceler daha kalıcı
olan bilişsel olgularla, yani inançlarımızla ilgilidir. Ara
inançlar ve temel inançlar
olmak üzere iki tür inanç vardır. Ara inançlar kişinin kendisi,
diğerleri ve kişisel
yaşantısı ile ilgili kural, tutum ve varsayımlardır. Bu
inançların gelişimi temel inançlar
tarafından etkilenmektedir. Bireyin herhangi bir durumu nasıl
algıladığını
etkilemektedir. Temel inançlar ise en derinde olan zihinsel yapı
taşlarıdır. Bu inançlar
kişinin kendisine ve diğerlerine yönelik geliştirilmektedir.
Çocuk, kendisi için önemli
insanlarla etkileştikçe bu inançlar gelişmeye başlar.
Araştırmalar akılcı olmayan inançlar, fonksiyonel olmayan
tutumlar, fonksiyonel
olmayan tutumlar sonucu oluşan bilişsel çarpıtmalar ve otomatik
düşüncelere sahip
olan kişilerin uyum düzeylerinin düşük olduğunu ve bu kişilerin
problem çözmede
kendilerini yetersiz olarak algıladıklarını göstermektedir
(Heppner, Reeder ve Larsonn,
1983; Hisli, 1990; Tümkaya ve İflazoğlu, 2000; Güven, 2005;
Ağır, 2007; Çapari ve
Gökçakan, 2008).
Özetle probleme olumsuz yönelen, kendini problem çözmede
yetersiz olarak
algılayan bireyler psikolojik uyum sorunları yaşamakta,
algılamaları ise akılcı olmayan
inançları, fonksiyonel olmayan tutumları, bilişsel çarpıtmaları
ve otomatik
düşüncelerinden etkilenmektedir.
Fonksiyonel olmayan tutumlarla ilgili yurtdışında yapılan
araştırmalar, fonksiyonel
olmayan tutumlar ile depresyon ilişkisi üzerine yoğunlaşmış ve
çalışmalar genellikle
depresif bireylerle yürütülmüştür (Wilbert ve Rupert, 1986;
Roberts, Gotlib ve Kassel,
1996; Francis, Charlton ve Power, 1995; Dykman ve Johll, 1998;
Kahler, Brown,
Strong, Lloyd-Richardson ve Niaura, 2003; Liu, 2003; Tam ve
Wong, 2007; Beevers,
Meyer, Strong, Pilkonis ve Miller 2007; Lee ve Hankin, 2009;
You, Merritt ve Conner,
2009). Ülkemizde ise fonksiyonel olmayan tutumlar ile ilgili
araştırmalar genellikle
fonksiyonel olmayan tutumların azaltılmasında
bilişsel-davranışçı müdahalelerin
etkisini incelemeye yöneliktir (Duy, 2003; Uçan Şimşek, 2003;
Aracı, 2007). Problem
çözme becerileri ile fonksiyonel olmayan tutumlar arasındaki
ilişkiyi, Hisli (1990)’nin
-
7
liseli ergenlerle yaptığı araştırma dışında inceleyen herhangi
bir çalışmaya
rastlanmamıştır. Bu sınırlılıklar göz önünde bulundurularak
araştırmada kişilerarası
problem çözme becerileri ile fonksiyonel olmayan tutumlar
arasındaki ilişkinin
incelenmesi uygun görülmüştür. Araştırma kapsamında eğitim
fakültesinde öğrenimine
devam eden, öğretmenliğe aday öğrencilerle çalışılmıştır. Tüm bu
açıklamalardan yola
çıkılarak bu araştırmanın problem cümlesi şu şekilde ifade
edilebilir: “Eğitim fakültesi
öğrencilerinin kişilerarası problem çözme becerileri ve
yönelimleri ile fonksiyonel
olmayan tutumları arasında anlamlı bir ilişki var mıdır?”
1.2.Araştırmanın Amacı
Bu araştırmanın amacı, eğitim fakültesinde okumakta olan son
sınıf öğrencilerinin
kişilerarası problem çözme becerileri ve yönelimleri ile
fonksiyonel olmayan tutumları
arasındaki ilişkiyi incelemektir. Bu amaç doğrultusunda üç ana
soruya cevap aranmıştır:
1. Eğitim fakültesi öğrencilerinin kişilerarası problem çözme
becerileri ve yönelimleri cinsiyet, bölüm, anne-baba öğrenim
düzeyi, yaşamın çoğunun
geçirildiği yere göre anlamlı bir biçimde farklılaşmakta
mıdır?
2. Eğitim fakültesi öğrencilerinin fonksiyonel olmayan tutumları
cinsiyet, bölüm, anne-baba öğrenim durumu, yaşamın çoğunun
geçirildiği yere göre
anlamlı bir biçimde farklılaşmakta mıdır?
3. Eğitim fakültesi öğrencilerinin kişilerarası problem çözme
becerileri ve yönelimleri ile fonksiyonel olmayan tutumları
arasında anlamlı bir ilişki var
mıdır?
Bu ana sorulara ilişkin alt amaçlar ise şunlardır:
1. Eğitim fakültesi öğrencilerinin kişilerarası problem çözme
becerileri ve yönelimleri cinsiyetlerine göre anlamlı bir biçimde
farklılaşmakta mıdır?
2. Eğitim fakültesi öğrencilerinin kişilerarası problem çözme
becerileri ve
yönelimleri bölümlerine göre anlamlı bir biçimde farklılaşmakta
mıdır?
3. Eğitim fakültesi öğrencilerinin kişilerarası problem çözme
becerileri ve yönelimleri anne-baba öğrenim düzeyine göre anlamlı
bir biçimde
farklılaşmakta mıdır?
-
8
4. Eğitim fakültesi öğrencilerinin kişilerarası problem çözme
becerileri ve
yönelimleri yaşamın çoğunun geçirildiği yere göre anlamlı bir
biçimde
farklılaşmakta mıdır?
5. Eğitim fakültesi öğrencilerinin fonksiyonel olmayan tutumları
cinsiyetlerine göre anlamlı bir biçimde farklılaşmakta mıdır?
6. Eğitim fakültesi öğrencilerinin fonksiyonel olmayan tutumları
bölümlerine göre anlamlı bir biçimde farklılaşmakta mıdır?
7. Eğitim fakültesi öğrencilerinin fonksiyonel olmayan tutumları
anne-baba öğrenim düzeyine göre anlamlı bir biçimde farklılaşmakta
mıdır?
8. Eğitim fakültesi öğrencilerinin fonksiyonel olmayan tutumları
yaşamın çoğunun geçirildiği yere göre anlamlı bir biçimde
farklılaşmakta mıdır?
1.3. Araştırmanın Gerekçesi ve Önemi
İnsan sosyal bir varlıktır ve çevresindeki bireylerle sürekli
etkileşim halindedir.
Evde, okulda, iş yerinde ve daha pek çok sosyal ortamda bir
araya gelen bireylerin
etkileşim halinde olduğu sürece çeşitli zamanlarda kişilerarası
problemlerle karşılaşması
doğaldır. Önemli olan kişilerarası problemleri uygun şekilde
çözebilmektir. Bunun için
de bazı becerilere sahip olmak gerekir. Kişilerarası problem
çözme becerileri
öğrenilebilir becerilerdir. Bu becerileri küçük yaştan itibaren
aile bireylerimiz,
arkadaşlarımız ve öğretmenlerimiz gibi yakın çevremizdeki diğer
insanları
gözlemleyerek öğrenmeye başlarız. Evimizden sonra en çok zaman
geçirdiğimiz
ortamlardan birisi okul, ailemiz dışında en çok gördüğümüz
kişiler ise okuldaki
arkadaşlarımız ve öğretmenlerimizdir. Öğretmenler bizi
öğrenimimizin her
kademesinde farklı biçimlerde etkilemektedirler.
Öğretmenlerin iyi bir model olma, nitelikli öğrenci yetiştirme
gibi özelliklere sahip
olmaları beklenir. Çelikten, Şanal ve Yeni (2005), etkili bir
öğretmende bulunması arzu
edilen özellikler arasında olaylar karşısında dayanıklı olma,
sorunlardan yakınmak
yerine çözüm bulucu olma, düşünce ve davranışlarıyla öğrencilere
model olma ve
arabulucu olmanın yer aldığını belirtmektedir. Öğretmenler,
eğitim sisteminin en temel
öğesidir. Bir ülkenin kalkınmasında, nitelikli insan gücünün
yetiştirilmesinde,
toplumdaki huzur ve sosyal barışın sağlanmasında, bireylerin
sosyalleşmesi ve topluma
hazırlanmasında öğretmenler başrolü oynamaktadır (Çelikten ve
diğerleri, 2005).
-
9
Eğitimin genel amacı bireyleri bedensel, zihinsel, ahlaki ve
duygusal bakımdan
dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş bir kişiliğe, hür ve
bilimsel düşünme gücüne, geniş
bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, yapıcı,
yaratıcı ve verimli kişiler
olarak yetiştirmektir (Milli Eğitim Temel Kanunu, 1973). Tüm
eğitim kurumlarının en
önemli amaçlarından birisi ise öğrencilerde problem çözme
becerilerini geliştirmektir.
Problem çözme becerilerine sahip bireyler toplumsal yaşama ve
değişimlere uyum
sağlayabilir, başarılı ve bağımsız olabilirler. Eğitimin
amaçlarına ulaşılmasını
sağlayacak kişiler ise öğretmenlerdir.
Öğretmenler öğrencilere model olarak, onlarda etkili
kişilerarası problem çözme
becerilerinin oluşumuna katkı sağlayabilir. Çoğu öğrenci kendi
başına etkili öğrenme ve
problem çözme stratejileri geliştiremez, fakat model alma ve
öğretmenlerden açık
yönergeler alarak stratejilere ilişkin beceriler kazanabilir
(Weinstein ve Mayer, 1986; Akt.,
Polat, 2008). Ancak, öğretmenin öğrencilere bu becerileri
kazandırabilecek yeterliliğe
sahip olması gerekmektedir. Bu sebeple gelecekte öğretmen
adaylarının kişilerarası
problem çözme becerilerinin saptanması, bu becerileri etkileyen
faktörlerin araştırılması
ve bu becerilerin öğrencilere kazandırılması önemlidir.
Bu araştırma kapsamında eğitim fakültesi son sınıf
öğrencilerinin kişilerarası
problem çözme becerileri ve yönelimleri ile fonksiyonel olmayan
tutumlar arasındaki
ilişki incelenmiştir. Öğretmen adaylarının problem çözme
becerilerinin, akılcı olmayan
inançlar, bilişsel çarpıtmalar ve otomatik düşünceler ile
ilişkisini inceleyen
araştırmalarda, problem çözme becerisi ile bu değişkenler
arasında negatif yönde
anlamlı ilişkiler olduğu görülmüştür (Tümkaya ve İflazoğlu,
2000; Ağır, 2007; Çapari
ve Gökçakan, 2008). Fonksiyonel olmayan tutumlar ile
kişilerarası problem çözme
becerileri arasındaki ilişkiyi inceleyen bir araştırmaya ise
rastlanmamıştır. Bu bağlamda
kişilerarası problem çözme becerileri ile fonksiyonel olmayan
tutumların ilişkisinin
incelenmesinin literatüre güncel veri sağlayacağı, psikolojik
uyum açısından ek bulgular
oluşturacağı ve bundan sonra yapılacak çalışmalara katkıda
bulunacağı
düşünülmektedir. Ayrıca araştırma bulgularının kişilerarası
problem çözme
becerilerinin kazandırılmasına yönelik programların
hazırlanmasına katkıda bulunması
beklenmektedir.
-
10
1.4. Varsayımlar
• Bu araştırmada katılımcıların ölçekleri içtenlikle
cevapladıkları, geçerli ve
güvenilir bilgilere ulaşıldığı varsayılmıştır.
• Araştırma evreninden alınan örneklemin evreni temsil edecek
yeterlilikte
olduğu varsayılmıştır.
1.5.Sınırlılıklar
• Bu araştırma Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde
okumakta olan
son sınıf öğrencileriyle sınırlıdır.
• Bu araştırma Kişilerarası Problem Çözme Envanteri ve
Fonksiyonel
Olmayan Tutumlar Ölçeği’nin ölçtüğü niteliklerle sınırlıdır.
1.6. Tanımlar
Kişilerarası Problem : “Etkileşimde bulunan taraflardan en az
birinin, mevcut
etkileşim biçimi ile ideal etkileşim biçimi arasındaki farkı
algıladığı, bu fark yüzünden
gerginlik hissettiği, gerginliği ortadan kaldırmak için
girişimlerde bulunduğu, ancak
girişimlerinin engellendiği bir durumdur”(Öğülmüş, 2006,
s.9).
Problem Çözme: Gündelik hayatta karşılaşılan spesifik problem
durumları
karşısında bireylerin etkili çözümü bulmak üzere kendilerince
yönetilen bilişsel-
davranışsal bir süreçtir (D’Zurilla ve diğerleri, 2004).
Kişilerarası Problem Çözme Becerileri ve Yönelimleri:
Kişilerarası Problem
Çözme Envanteri’nin (Çam ve Tümkaya, 2006) probleme olumsuz
yaklaşma (POY),
yapıcı problem çözme (YPÇ), kendine güvensizlik (KG), sorumluluk
almama (SA) ve
ısrarcı-sebatkar yaklaşım (I-SY) alt ölçeklerinden alınan
puanları ifade eder.
Fonksiyonel Olmayan Tutumlar: Bireyin kendisinin ve diğer
insanların
davranışları, başlarına gelen şeyler ve yaşantıyla ilgili
çocukluk döneminden başlayıp
yaşam boyu gelişen, kalıcı hale gelmiş kuralları ve
beklentileridir (Beck, 2001). Bu
-
11
çalışmada Fonksiyonel Olmayan Tutumlar Ölçeği’nden (Hisli Şahin
ve Şahin, 1992)
alınan puanlar fonksiyonel olmayan tutumları ifade
etmektedir.
-
12
BÖLÜM II
KURAMSAL AÇIKLAMALAR VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR
2.1. Kuramsal Açıklamalar
Bu bölümde kişilerarası problem çözme ve fonksiyonel olmayan
tutumlar ile ilgili
kuramsal açıklamalara ve ilgili araştırmalara yer
verilmiştir.
2.1.1. Problem ve Problem Çözme
Problem, sağlıklı bir işlevsellik için bireyden tepki
gerektiren, ancak kişinin
karşılaştığı engeller yüzünden o an için etkili tepkinin
verilemediği günlük yaşamla
ilgili bir durum veya iş olarak tanımlanabilir. Bireyin
karşılaştığı engeller çevresel
olabildiği gibi bireyin kendisiyle ilgili de olabilir. Bu
engeller problem yaratan durumun
yeniliği, belirsizlik, tahmin edilememe, çatışan uyarıcı
istekleri, beceri eksiklikleri ya da
kaynak eksikliği olabilir (D’Zurilla ve diğerleri, 2004).
Problem kavramı ile ilgili tanımlar incelendiğinde problem
içeren bir durumun
özellikleri; a) mevcut durumla olması gereken durum arasında
farkın olması, b) kişinin
bu farkı fark etmesi ya da algılaması, c) algılanan farkın
kişide gerginliğe yol açması, d)
kişinin gerginliği ortadan kaldırmak amacıyla girişimde
bulunması, e) kişinin gerginliği
ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerinin engellenmesi olarak
özetlenebilir (Öğülmüş,
2006).
Problemler uzun süreli, kısa süreli, basit veya karmaşık
olabilir. Duygusal,
ekonomik ve bedensel problemler vardır. Bu farklı problem
türleri birbirleri içine
karışarak büyük karmaşık problemler haline dönüşebilirler
(Cüceloğlu, 2004).
İnsanların gündelik yaşamda karşılaştıkları problemleri dört
grupta toplayabiliriz:
1. Kişisel Problemler: Sağlık ile ilgili, davranışsal ve
duygusal problemler kişisel problemlerdendir. Kişisel problemler
belki de insanların karşılaştığı
en yaygın problemlerden biridir. Bu tür problemleri aşmak,
çözmek ya da
etkilerini azaltabilmek için birey çaba göstermektedir. Bireyin
söz konusu
-
13
çabalarının başarılı olması sonucu uyumu artmaktadır. Ancak bu
çabalar
yetersiz veya başarısız olduğu zaman kişisel problemlerin hem
etkileri hem
de şiddeti artmaktadır.
2. Kişisel Olmayan Problemler: Bu gruptaki problemler genellikle
iyi tanımlandıkları için, çözümleri görece daha kolay olmaktadır.
Örneğin
maddi sıkıntı, arabanın bozulması, evde yağın veya tüp gazın
bitmesi gibi
problemler bu kategoride değerlendirilmektedir.
3. Kişilerarası Problemler: İnsan ilişkileri hem
mutluluklarımızın hem de mutsuzluklarımızın kaynağıdır. Onun için
yaşamda karşılaşılan en yaygın
problemlerden birisi de kişilerarası ilişkilerden
kaynaklananlardır. Diğer
insanlarla olan ilişkilerin yol açtığı problemler kişisel
sıkıntıların ortaya
çıkmasına yol açabilir.
4. Toplumsal Problemler: Herkes, içinde yaşadığı toplumun
problemleriyle
zaman zaman karşılaşmaktadır. Örneğin hepimizin gündelik
yaşamda
karşılaştığımız trafik problemleri, anlaşmazlıklar, siyasetteki
problemler,
eğitim problemleri gibi konular toplumsal problemler
kategorisinde ele
alınmaktadır. Toplumsal problemler, hem ruhsal hem de sosyal
olarak bireyi
etkilemektedir. Ancak toplumsal problemlerin ele alınması ve
çözümü uzun
bir zaman dilimi gerektirir. Doğası gereği bu tür problemlerin
çözümü
kişisel değildir (Eskin, 2009).
Problem çözme kavramı ile ilgili araştırmalar tarihsel bakımdan
incelendiğinde, ilk
olarak 1950’ler ve 1960’larda, temel bilimlerde laboratuar
ortamında karşılaşılan
problemlere odaklanıldığı görülmektedir. 1960’lar ve 1970’lerde
ise Shure, Spivack ve
arkadaşları doğrudan psikolojik uyuma odaklanan uygulamalı
problem çözme ile ilgili
araştırmalar yürütmüşlerdir (Shure, 1982). Shure ve Spivack,
probleme duyarlılık,
alternatif çözümler düşünme, nedensel düşünme ve araç-amaç
doğrultusunda düşünme
gibi kişilerarası durumlarda bilişsel problem çözme becerilerine
dayalı araştırmalara
öncülük etmişlerdir (Heppner, Witty ve Dixon, 2004).
Uygulamalı problem çözmenin kavramsallaştırılmasına dair yapılan
en önemli
çalışmalardan biri D’Zurilla ve Goldfried (1971)’in beş aşamalı
problem çözme
modelidir. Bu aşamalar genel yönelim, problemin tanımlanması ve
formüle edilmesi,
seçeneklerin oluşturulması, karar verme ve değerlendirme olarak
sıralanmaktadır.
-
14
Uygulamalı problem çözmenin belirgin biçimde
kavramsallaştırılması ve aşamalara
ayrılması araştırmacıların farklı problem çözme aktiviteleri
oluşturmalarına izin
vermiştir. Bu durum sadece bu aktivitelerin rolünün
araştırılmasını kolaylaştırmamış,
aynı zamanda ve daha da önemlisi depresyon gibi bir dizi
psikolojik problem için
önlemler almaya odaklanan çeşitli özel becerilerin
tanımlanmasına da yardımcı
olmuştur (Heppner, Witty ve Dixon, 2004).
1970’ler ve 1980’lerde ise araştırmacılar bireylerin kendi
yeteneklerini nasıl
değerlendirdikleriyle ilgilenmeye başlamışlardır. Bu dönemde
yapılan araştırmalar üst-
biliş kavramından etkilenerek yapılmıştır. Üst-biliş kavramı,
bir bireyin bilişsel
becerilerinin etkili bir biçimde kullanımını sağlayan süreçlerin
farkında olmasını ifade
eder (Heppner ve diğerleri, 2004). En önemlisi 1981 yılında
Butler ve Meichenbaum,
üst-biliş değişkenlerini problem çözme literatürüne entegre
etmişlerdir. Araştırmacılar
kişinin kendi problem çözme becerilerine ilişkin algısının
sadece problem çözme
performansını etkilemekle kalmayıp aynı zamanda problem çözme
sürecini de
etkilediğini belirtmişlerdir. Bandura (1986) ise sıkıntılı
durumlara verilen güdüsel,
davranışsal, düşünsel ve duygusal tepkilerin öz-yeterlik
algısından etkilendiğini
belirtmiştir.
Butler ve Meichenbaum’un kişinin problem çözme becerilerine
ilişkin algısının
problem çözme performansını etkilediğine yönelik görüşleriyle
tutarlı olacak biçimde
Heppner ve Peterson (1982), bireylerin problem çözme becerileri
algılarını ölçmek
amacıyla Problem Çözme Envanteri’ni geliştirmişlerdir.
Araştırmacılar başta, en yaygın
olarak tanımlanan genel yönelim, problemin tanımlanması ve
formüle edilmesi,
seçeneklerin oluşturulması, karar verme ve değerlendirme
aşamalarından oluşan
problem çözme modelini ölçmek amacıyla bir problem çözme
envanteri geliştirmek
istemişlerdir. Ancak yaptıkları faktör analizi sonuçları bu beş
aşamalı modeli
desteklememiştir. Bunun yerine maddeler problem çözme güveni,
kaçıngan yaklaşım ve
kişisel kontrol olmak üzere üç faktör altında toplanmıştır
(Heppner, Witty ve Dixon,
2004).
Problem çözme Heppner ve Krauskopf (1987) tarafından, kişinin
kendisi ve çevresi
kaynaklı gereklilik ve zorluklara uyum sağlayabilmesi için
gerekli olan bilişsel ve
duyuşsal işlemler silsilesi ve davranışsal tepkiler olarak
tanımlanmaktadır. Yazarlar
-
15
karar verme işinden çok bir baş etme süreci olarak gördükleri
problem çözmeyi aynı
zamanda üç unsurun etkileşimi olarak görmektedirler. Buna göre
problem çözme;
sorunun özellikleri, kişinin sorun çözme basamaklarını kullanıp
kullanamaması ve
sorunu çözecek kişinin kişisel özelliklerinin etkileşimi olarak
ele alınmaktadır.
2.1.2. Kişilerarası Problem Çözme Süreci
2.1.2.1. Sosyal Problem Çözme Kuramı
Sosyal problem çözme kavramı, gerçek yaşamda ortaya çıkan
problem çözme
durumlarını karşılayan bir kavramdır. Sosyal problem çözme, D’
Zurilla ve Nezu
tarafından gündelik hayatta karşılaşılan problem durumları
karşısında bireylerin
uyumsal ya da etkili yolları keşfetmeleri ya da bulmalarına
dönük olan kişi odaklı
bilişsel davranışsal süreçler olarak tanımlanmıştır (D’ Zurilla,
1986; D’ Zurilla ve Nezu,
1982). Bu bakış açısına göre sosyal problem çözme, aslında
kişinin çok sayıdaki stres
verici durumla etkili bir biçimde başa çıkma becerisini
arttırıcı bilinçli, gerçekçi, çaba
gerektiren, hedef yönelimli başa çıkma sürecidir (D’Zurilla ve
Chang, 1995).
Sosyal problem çözme terimi gerçek dünya ya da doğal çevredeki
problemleri
çözme sürecine atıf yapar. “Sosyal” kelimesi problem çözmeyi
herhangi bir tip problem
çeşidi olarak sınırlandırmak anlamına gelmez. Bu sadece kişinin
gerçek hayattaki sosyal
çevreye uyum sağlamasını kapsayan problem çözme süreci ile
ilgilenildiğini belirtmek
için kullanılmıştır. Bu yüzden sosyal problem çözme modeli, bir
kişiyi etkileyen
kişilerarası olmayan problemler (örneğin yetersiz mali durum,
çalınan eşya), kişisel ya
da kişilerarası problemler (örn, evlilik içindeki çatışmalar,
ailevi tartışmalar), bunların
yanı sıra daha büyük toplumsal problemler (örneğin suç işleme,
ırkçılık) gibi tüm
problem türleri ile ilgilenir (D’Zurilla ve diğerleri,
2004).
D’Zurilla ve Goldfried (1971) tarafından tanımlanan ve D’Zurilla
ve Nezu (1982,
1990) tarafından geliştirilip düzenlenen problem çözme
modelinde, sosyal problem
çözme becerisinin probleme yönelim ve problem çözme tarzı olmak
üzere iki genel
boyuttan oluştuğu görülmüştür (D’Zurilla ve diğerleri,
2004).
Probleme yönelim, yaşamdaki problemler ve bu problemleri çözme
konusundaki
kişisel yetenekleri hakkında kişinin inançları,
değerlendirmeleri ve duygularını yansıtan
-
16
görece kalıcı bilişsel-duyuşsal şemaları içeren bir biliş ötesi
süreç olarak
tanımlanmaktadır. Bu sürecin sosyal problem çözmede önemli bir
güdüsel işleve hizmet
ettiğine inanılır (D’Zurilla ve diğerleri, 2004). Probleme
yönelim, dünyayı izlediğimiz
özellikle yaşamdaki problemlerimize dikkatle baktığımız bir
gözlük gibidir. Probleme
yönelim bir başka deyişle bir kişinin yaşamdaki problemler ve bu
problemleri çözme
yeteneği hakkında genel olarak nasıl düşündüğünü ve hissettiğini
yansıtan, yapıcı ya da
işlevsel olmayan bir dizi bilişsel-duygusal şemaları içeren
güdüsel bir süreçtir. Bu
düşünceler ve duygular bizim problem çözme çabamız üzerinde
olduğu kadar duygusal
ve fiziksel iyi olma halimiz üzerinde de önemli bir etkiye
sahiptir. Biri olumlu diğeri
olumsuz olmak üzere iki tür problem yönelimi mevcuttur
(D’Zurilla ve Chang, 1995;
D’Zurilla ve Nezu, 2007).
Probleme olumlu yönelim, daha çok başarılı problem çözme ile
ilgilidir.
Problemlere olumlu yönelen kişiler:
• Problemleri bir meydan okuma olarak görürler.
• Problemlerin çözülebilir olduğuna inanırlar (iyimserlik).
• Problemleri başarıyla çözebileceklerine dair kişisel
yetenekleri olduğuna
inanırlar (problem çözmede öz-yeterlik)
• Başarılı bir şekilde problem çözmenin zaman aldığına ve
çaba
gerektirdiğine inanırlar.
• Problemlerden kaçmak yerine onları çözmeye çalışırlar
(D’Zurilla ve
diğerleri, 2004; D’Zurilla ve Nezu, 2007).
Probleme olumsuz yönelim ise daha çok başarısız problem çözme
ile ilgilidir.
Problemlere olumsuz yönelen kişiler:
• Problemi, psikolojik, sosyal ya da ekonomik bakımdan iyilik
durumlarına
karşı önemli bir tehdit olarak görürler.
• Problemleri başarılı bir şekilde çözebileceklerine ilişkin
kişisel yetenekleri
konusunda şüphelidirler (düşük öz-yeterlik).
-
17
• Problemlerle karşılaştıklarında kendilerini kolayca mutsuz ve
engellenmiş
hissederler (düşük engellenme toleransı) (D’Zurilla ve
diğerleri, 2004;
D’Zurilla ve Nezu, 2007).
Problem çözme tarzları akılcı problem çözme tarzı,
dürtüsel/dikkatsiz tarz ve
kaçınan tarz olmak üzere üç boyuttan oluşmaktadır (D’Zurilla,
Nezu ve Maydeu-
Olivares, 2004; D’Zurilla ve Nezu, 2007).
Akılcı problem çözme, akılcı, planlı ve sistematik uygulamalarla
etkili problem
çözme becerileri olarak tanımlanan yapıcı bir problem çözme
tarzıdır. Akılcı problem
çözme becerilerine güçlü bir şekilde sahip olan insanlar bir
problemle karşılaştıklarında
bir çeşit bilimsel yöntem izlerler; dikkatli ve akılcı bir
muhakeme ile çeşitli çözüm
yollarını düşünürler. Bu kişiler bir problem hakkındaki
gerçekleri ve bilgileri bir araya
getirmeye eğilimlidirler, engelleri doğru bir şekilde
tanımlarlar, problemin çözümüne
dair gerçekçi hedefler oluştururlar, engellerin üstesinden
gelmek için çeşitli çözüm
seçenekleri üretirler, çeşitli seçenekleri problem çözümünün
lehinde ve aleyhinde olmak
üzere karşılaştırırlar. Bu kar-zarar analizine göre etkili bir
çözüm planı tasarlarlar ve
planın gerçek hayattaki sonuçlarını inceleyip gözlemleyerek
planı dikkatli bir şekilde
uygularlar.
Bu model dört temel problem çözme becerisi öne sürmektedir:
a. Problemi tanımlama ve biçimlendirme
b. Alternatif çözümler oluşturma
c. Karar verme
d. Çözümü uygulama ve değerlendirme.
Problem tanımlamada, problemi çözen kişi problem hakkında mümkün
olduğunca
belirgin ve somut bilgiler toplayarak problemi anlamaya ve
açıklığa kavuşturmaya
çalışır. İstek ve engellerin neler olduğunu tanımlar ve
problemin çözülmesi için
gerçekçi hedefler oluşturur. (örn: içinde bulunulan durumdan
daha iyi bir duruma
doğru değişmek, durumu kabul etmek ya da yaşadığı duygusal
sıkıntıyı en aza
indirmeye çalışmak gibi). Alternatif çözümler oluşturmada, kişi
problemi çözmek için
belirlediği hedeflere odaklanır ve bilinen ya da orijinal
çözümleri içeren mümkün
-
18
olduğunca fazla olası çözüm yolları oluşturmaya çalışır. Karar
vermede, kişi farklı
çözümlerin sonuçları hakkında öngörüde bulunur. Alternatif
çözümleri değerlendirip
birbiriyle karşılaştırarak en etkili çözüme karar verir. Son
aşama olan çözümü uygulama
ve değerlendirmede ise kişi seçtiği çözümü günlük yaşamındaki
problem yaratan
durumlara uyguladıktan sonra çözümün sonuçlarını dikkatlice
gözler ve değerlendirir
(D’Zurilla, Nezu ve Maydeu-Olivares, 2004; D’Zurilla ve Nezu,
2007).
Dürtüsel/ dikkatsiz tarz, işlevsel olmayan bir problem çözme
tarzıdır. Bu tarzı
kullanan kişiler problem çözme strateji ve tekniklerini kısıtlı,
dürtüsel, dikkatsiz, aceleci
ve eksik olarak kullanırlar. Bu tarza sahip kişiler sadece
birkaç çözüm seçeneğini
dikkate alırlar ve sıklıkla akıllarına ilk gelen çözümü dürtüsel
olarak uygularlar. Bunun
yanı sıra bu kişiler alternatif çözümleri ve çözümlerin
sonuçlarını hızlı, dikkatsiz ve
sistematik olmayan bir şekilde gözden geçirirler. Ayrıca
uyguladıkları çözümü
değerlendirirken dikkatsizce davranıp değerlendirmede yetersiz
kalırlar (D’Zurilla,
Nezu ve Maydeu-Olivares, 2004).
Kaçınan tarz, etkisiz problem çözme tarzlarından bir diğeridir.
Bu tarza sahip
kişilerde erteleme, edilgenlik ya da durgunluk ve bağımlılık
davranışları görülmektedir.
Kaçınan tarza sahip kişiler problemlerle yüzleşip onlarla baş
etmek yerine,
problemlerden kaçınmayı tercih ederler. Bu kişiler problemin
çözümünü mümkün
olduğunca ertelerler. Problemlerin kendi kendine çözülmesini
beklerler. Problemleri
çözme sorumluluğunu almayarak bu sorumluluğu başkalarının
üzerine yüklemeye
çalışırlar. Problemlerden kaçınmaya yönelik eğilimlerinden
ötürü, bu bireyler genellikle
stresli olaylarla baş etmede etkisiz kalırlar (D’Zurilla, Nezu
ve Maydeu-Olivares, 2004;
D’Zurilla ve Nezu, 2007).
Sosyal problem çözme modeli Şekil 1’de gösterilmiştir. Yapıcı ya
da etkili problem
çözme, olumlu sonuçlar üreten akılcı problem çözme tarzını
kolaylaştıran probleme
olumlu yönelim süreci olarak resmedilmiştir. İşlevsel olmayan ya
da etkisiz problem
çözme ise olumsuz sonuçlara yol açan dürtüsel/dikkatsiz ya da
kaçınan tarzın
oluşumuna katkıda bulunan probleme olumsuz yönelim süreci olarak
gösterilmiştir.
-
19
Başa Dön
PROBLEME
YÖNELİM
PROBLEM ÇÖZME TARZI
İŞLEVSEL
(YAPICI) Olumsuz
İŞLEVSEL
OLMAYAN
Olumlu
Şekil 1. D’Zurilla ve diğerlerinin beş boyutlu modeline dayalı
sosyal problem çözme
sürecinin şematik gösterimi (D’Zurilla, Nezu ve Maydeu-Olivares,
2004, s.17)
2.1.2.2. Öz Yeterlik Algısı ve Problem Çözme İlişkisi
Bir problem durumla karşılaşıldığında bireyin problemle ilişkili
olarak kendini nasıl
algıladığı, bireyin o probleme yaklaşım tarzını belirlemektedir
(D’Zurilla ve diğerleri,
2004). Kişinin belli bir performansı meydana getirebilmesi için
gerekli etkinlikleri
Probleme Olumlu Yönelim
Probleme Olumsuz Yönelim
Akılcı Problem Çözme
Dürtüsel /Dikkatsiz Tarz
Kaçınan Tarz
Sonuçlar
Vazgeç
Problem Çözmenin
Sonlandırılması
-
20
düzenleyip başarılı bir şekilde yapma kapasitesine ilişkin
algısı Bandura (1986)
tarafından öz yeterlik algısı olarak tanımlanmıştır.
Bandura (1986)’ya göre öz yeterlik algısı başarılı
performanslar, dolaylı yaşantılar,
sözel ikna ile fizyolojik ve duygusal durumlardan edinilen
bilgilere dayalıdır. Bireyin
geçmişteki başarılı performansları öz yeterlik algısının
artmasına yardımcı olurken,
başarısız deneyimleri öz yeterlik algısını düşürmektedir.
Bireyin kendisiyle benzer
özelliklere sahip kişilerin başarılı ya da başarısız
performanslarını gözlemesi de öz
yeterlik algısını olumlu ya da olumsuz yönde etkilemektedir.
Bunun yanısıra bireyin
başarılı olacağına ya da başaramayacağına ilişkin diğer
insanların destekleyici ya da
cesaret verici ifadeleri, bireyin kendi yaşadığı deneyimler
kadar etkili olmasa da, öz
yeterlik algısını azaltıcı ya da artırıcı etkide bulunabilir.
Kişilerin yüksek düzeyde kaygı
ve stres yaşamaları da öz yeterlik algısını düşürebilmektedir.
Bireyler stresli durumlarda
bedenlerindeki tepkileri yetersizlik belirtisi olarak
algılayabilirler (Bandura, 1977,
1986).
Öz yeterlik algısı yüksek olan bireyler, belirli bir hedefe
ulaşmada ya da
problemleriyle başa çıkma çabalarında kararlı ve ısrarcı
olmaktadırlar. Düşük öz
yeterlik algısına sahip bireyler ise başaramayacaklarını
düşündükleri zor işleri
yapmaktan kaçınmakta, bu yönde çaba göstermemekte ve çabuk
vazgeçme eğiliminde
olmaktadırlar (Bandura, 1986).
2.1.3. Fonksiyonel Olmayan Tutumlar
Fonksiyonel olmayan tutumlar kavramı ilk olarak Beck (1979)
tarafından
depresyondaki bilişsel süreçleri açıklamak amacıyla kullanılmaya
başlanmıştır. Beck’e
(1979) göre depresyonun gelişiminde bireyin sahip olduğu
bilişlerin, inançların,
tutumların önemli bir yeri vardır. Erken çocukluk döneminden
başlayarak aile içi ve
yakın ilişkilerle biçimlenen fonksiyonel olmayan tutumlar, bir
tetikleyici olayla aktif
hale gelerek depresyonun gelişimine katkıda bulunurlar.
Bu kısımda Beck’in Bilişsel Terapi yaklaşımı ve fonksiyonel
olmayan tutumlar
kavramının bu yaklaşımdaki konumuna dair açıklamalara yer
verilmiştir.
-
21
2.1.3.1. Beck’in Bilişsel Terapi Yaklaşımı
Beck (1963, 1967), depresyonla ilgili araştırmalarının sonucunda
bilişsel terapi
yaklaşımını geliştirmiştir. Depresyondaki danışanlarla ilgili
gözlemleri, onların belirli
yaşam olaylarıyla ilgili yorumlarında olumsuz bir yanlılık
içinde olduklarını ve bunun
da bilişsel bozukluklara sebep olduğunu ortaya koymuştur
(Akt.Corey, 2005).
Bilişsel terapi yaklaşımının felsefi temelleri Stoacı
filozoflara dayanmaktadır.
Cicero, Seneca, Epictetus ve Marcus Aurelius gibi düşünürler
bilişsel bakış açılarına
sahiptirler. Epictetus: “İnsanlar olaylardan değil, olaylara
ilişkin bakış açılarından ötürü
rahatsızlık yaşarlar” demiştir. Stoacıların yanı sıra Taozim ve
Budizm gibi doğu
felsefeleri de insanların duygularının düşüncelerine dayalı
olduğunu vurgulamıştır
(Akt.Beck, Rush, Shaw ve Emery, 1979).
Bilişsel terapi başlıca iki ilkeye dayanır:
1. Bilişlerimiz (düşüncelerimiz), duygularımızı ve
davranışlarımızı belirler.
2. Nasıl davrandığımız, düşüncelerimiz ve duygularımız üzerinde
güçlü
birtakım etkiler gösterir (Wright, Basco ve Thanse, 2006).
Bilişsel terapi yaklaşımının temel varsayımı duygusal bir olayın
veya rahatsızlığın
nedenini anlamak için bireyin üzücü olaya veya düşünce akışına
tepkisinin bilişsel
içeriği üzerinde odaklanmak gerektiğidir (Corey, 2005). Bilişsel
terapi yaklaşımının
diğer varsayımları ise şunlardır:
1. Algı ve yaşantı, genel anlamda muhakemeye ve içebakışa dayalı
verilerden
oluşan etkin süreçlerdir.
2. Bireyin bilişleri, içsel ve dışsal uyaranların bir sentezini
sunar.
3. Bireyin bir olaya ilişkin değerlendirmesi genellikle sahip
olduğu bilişlerde
(düşünceler ve görsel imgeler) anlam bulur.
4. Bu bilişler bireyin kendisine, dünyasına, geçmişine ve
geleceğine dair
kurgusunu yansıtan bilinç akışını oluşturur.
5. Bireyin sahip olduğu temel bilişsel yapıların içeriğindeki
değişimler, bireyin
duygu durumunu ve davranış örüntüsünü belirler.
-
22
6. Psikolojik terapi yoluyla birey sahip olduğu bilişsel
çarpıtmaların farkına
varabilir. Fonksiyonel olmayan bu yapıların düzeltilmesi klinik
iyileşmeyi
sağlar (Beck, Rush, Shaw ve Emery, 1979).
Beck ve arkadaşları (1979) başlıca üç bilişsel işlem düzeyi
tanımlamışlardır. Bunlar
otomatik düşünceler, ara inançlar ve temel inançlardır. Bu üç
grup bilişi iç içe geçmiş
üç daire şeklinde düşünürsek en yüzeyde otomatik düşünceler,
daha sonra ara inançlar
ve en çekirdekte de temel inançlar yer alır.
Otomatik düşünceler, kendiliğinden ve otomatik olarak zihinde
beliren çok kısa ve
hızlı düşüncelerdir. Birey genellikle bu düşüncelerin farkında
değildir. Farkında olduğu
şey, düşünceleri takip eden duygusal durumdur. Bu düşünceler hiç
eleştirmeden doğru
olarak kabul edilir. Sözcükler ya da imajlar şeklinde ortaya
çıkabilirler (Beck, 2001).
Otomatik düşünceler genellikle olumsuzluk içerir, kısa
cümlelerle ifade edilirler (Beck,
1995).
Her gün aklımızdan geçen düşüncelerin çoğu, bilinç düzeyinin
altında bilişsel işlem
gören düşüncelerdir. Bu otomatik düşünceler, kişiye özel ya da
üzerinde konuşulmamış
olan ve yaşam olaylarını anlamlandırmaya çalışırken birden
beliriveren düşüncelerdir.
Otomatik düşüncelerin bilinç öncesinde olduklarından da söz
edilmiştir; çünkü bunlar,
özel bir çaba gösterilirse bilinç düzeyine getirilebilirler,
dolayısıyla tanınabilir ve
anlaşılabilirler (Beck, 1995).
En yüzeyde yer alan, yaşanan ana ve duruma özgü olan otomatik
düşüncelerin
altında kişinin dile getirmemekle birlikte inanmakta olduğu ara
inançları yer alır. Ara
inançlar kişinin kendisi, diğerleri ve kişisel yaşantısı ile
ilgili kural, tutum ve
varsayımlardır. Bu inançlar bireyin herhangi bir durumu nasıl
algıladığını
etkilemektedir. Bunları, bir anlamda, bireyin kendisinin ve
diğer insanların davranışları,
başlarına gelen şeyler ve yaşantıyla ilgili kalıcı hale gelmiş
kuralları ve beklentileri
olarak görebiliriz. Doğal olarak normal koşullarda bireylerin
zaten onlara göre
yaşadıkları ve inandıkları bu beklenti ve kurallarını sözcüğe
dökmelerine gerek yoktur
(Beck, 2001).
-
23
Ara inançlar doğrudan yaşantılardan (örneğin fikrini
söylediğinde kızılması),
gözlemlerden (fikrini açıklayan birine kızıldığını görme) ya da
diğerlerinden alınan
bilgilerle öğrenilenlerden (“İnsanlara fikrini söylersen
kızarlar” denmesi)
kaynaklanırlar. Çoğu zaman koşul cümleleri ile ifade edilirler.
Örnekteki gibi bilgilere
maruz kalan bir kişide “İnsanlara fikrimi söylersem kızarlar”
şeklinde bir inancın
gelişmesi gibi. İnançlar ve sayıtlılar duruma göre kişinin
uyumunu bozucu ya da işlevsiz
olabilirler (Beck, 1995).
Fonksiyonel olmayan tutumlar çocukluk döneminden başlayıp yaşam
boyu gelişen
oldukça değişmez ve kalıcı özelliktedirler. Bireyin ne yaparsa
yapsın kendini iyi
hissedebilmesi için başkalarının onayının gerektiğine inanması,
kendisini başarılı
sayabilmek için her alanda başarılı olma zorunluluğunu
hissetmesi ya da yaşamda her
şeyin kontrol edilebileceğine inanması fonksiyonel olmayan
tutumlara örnek olarak
verilebilir. Fonksiyonel olmayan tutumlar gerçekçi değildir;
katıdır ve uçlarda
genellenmiştir; kişinin gerçek performansını ortaya koymasını
engeller; aşırı, uç
duygulara neden olur ve yaşanan günlük deneyimlerle değişmezler
(Beck ve diğerleri,
1979).
Bireyin en derinde olan zihinsel yapı taşları temel inançlardır.
Temel inançlar,
bireyin kişisel ve çevresel bilgiyi nasıl düzenleyeceğini
belirleyen; bireyin kendisi,
diğerleri ve dünyayla ilgili temel varsayımlarını içeren, geçmiş
yaşantı ve deneyimler
sonucunda oluşmuş bilişsel yapılardır. Yaşamın erken
dönemlerindeki kişisel
deneyimler ve çevredeki önemli insanlarla yapılan özdeşimlerle
oluşan temel inançlar,
yaşamın daha ileri yıllarındaki benzer deneyimler ve
öğrenmelerle pekişir. Bu inançlar
kişinin kendisine ve diğerlerine yönelik geliştirilmektedir.
Aşırı genelleyicidirler ve
değişime karşı dirençlidirler. Kişilik denen duygusal ve
davranışsal örüntüler yaşamla
ve kendilikle ilgili bu tür inançlardan oluşur. Temel inançlar
“Yetersizim”,
“Sevilmiyorum” gibi koşulsuz mutlak önermeler biçimindedir.
Yetersizlik temel
inançları “çaresizim, güçsüzüm, kontrolü yitirdim, zayıfım,
incinebilirim, tuzağa
düşürülmüş gibi hissediyorum” şeklinde ifade edilmektedir.
Sevilmeme temel inançları
ise “sevilecek birisi değilim, çekici değilim, değersizim,
sevilmek için yeterince iyi
değilim, reddedilmeye mahkumum” şeklinde ifadelerle ortaya
çıkmaktadır ( Beck,
1995; Beck, 2001).
-
24
Temel inançlar, ara inançların gelişmesine neden olurlar. Ara
inançlar, çoğu zaman
dile getirilemeyen fonksiyonel olmayan tutumlar, kurallar ve
varsayımlardır. Bu
inançlar kişinin söz konusu durumu nasıl gördüğünü etkiler; bu
da nasıl düşündüğünü,
ne hissettiğini ve nasıl davrandığını etkiler. Beck’in (1995)
bilişsel modelinin şematik
gösterimi Şekil.2’de sunulmuştur.
“Yetersizim.” “Eğer bir şeyi tam olarak anlayamıyorsam, o zaman
aptalım demektir.” “Bu çok ağır bir kitap. Kitabı okumak Hiçbir
zaman bu kitabı anlamayacağım.” Üzüntü Kitabı kapatma Midede
ağırlık
Şekil 2. Bilişsel model (Beck, 1995, s.18)
Bilişsel yaklaşıma göre, depresyonun oluşumunda bilişsel üçlü,
şemalar ve bilişsel
hatalardan oluşan üç kavram söz konusudur. Bilişsel üçlü,
kişinin kendisine, geleceğine
ve yaşantılarına yönelik başlıca üç bilişsel öğeden
oluşmaktadır. Kişi kendini kusurlu,
yetersiz, hasta ya da muhtaç durumda görür. Bu eksikliklerinden
ötürü de değersiz
olduğunu düşünür. Dolayısıyla kişi kendini sürekli olarak
küçümsemeye eğilimlidir.
Ara İnanç
Otomatik Düşünceler Olay
Fizyolojik
Tepkiler
Duygusal
Davranışsal
Temel İnanç
-
25
Bununla birlikte kişi kendi yaşantısını genellikle olumsuz bir
biçimde değerlendirir.
Dünyayı yaşam amaçlarına ulaşmasının önünde aşılamaz engeller
bulunan, mutsuzluk
dolu bir yer olarak algılar. Ayrıca geleceğe baktığında sahip
olduğu problemlerin
azalmadan devam edeceğini düşünür ve gelecekle ilgili
planlarında başarısız olacağı
beklentisi içindedir (Beck ve diğerleri, 1979).
Depresyonun oluşumunda yeri olan bir diğer kavram şemalardır.
Şema kavramı,
depresif bireyin yaşamındaki olumlu öğelere rağmen niçin acı,
ıstırap veren, kendini
başarısız kılan tutumları sürdürmeye devam ettiğini açıklamak
için kullanılır. Bir olay
birçok uyarıcı barındırır. Birey özellikle bazı uyarıcıları
seçer, bir örüntü içinde onları
birleştirir ve olayı kavramsallaştırır. Her ne kadar farklı
bireyler aynı olayı farklı
şekillerde kavramsallaştırsa da, benzer olaylara benzer
davranımlarda bulunurlar.
Oldukça kalıcı bilişsel örüntüler belli olaylara ilişkin
yorumların sürekliliğini sağlar.
Şema kavramı bu kalıcı bilişsel örüntüleri tanımlamak için
kullanılmaktadır (Beck,
Rush, Shaw ve Emery, 1979). Şemalar, zihindeki bilişsel
yapılardır. Bu yapıların içeriği
ise temel inançlardan oluşmaktadır (Beck, 1995). Şemalar,
bilginin yorumlanması ve
problemlerin çözülmesinde bir rehber görevi gören bilişsel
planlar olarak düşünülebilir
(Rafaeli, Bernstein ve Young, 2011). Birey özgül bir durumla
karşılaştığında olaya
ilişkin şema etkin hale gelir. Böylece şema, bireyin
karşılaştığı uyarıcının seçimine,
ayrıştırılmasına ve kodlanmasına temel oluşturur. Sahip olunan
şemanın türü farklı
yaşantıların nasıl yapılandırılacağını belirler. Bir şema uzun
yıllar boyunca edilgen,
örtük bir biçimde bireyin bilişlerinde kalabilir. Ancak birey
özgül, kritik bir yaşantı ile
karşılaştığında hemen etkin hale gelebilir (Beck ve diğerleri,
1979).
Bilişsel terapi yaklaşımının önemli kavramlarından bir diğeri
ise bilişsel hatalardır.
Bilişsel yapıda yer alan işlevsiz inançlar bireyin düşüncesini
biçimlendirirler ve
psikopatolojiye özgü bilişsel hatalara yol açarlar. Bilişsel
hataları, bilgiyi işleme
sürecindeki özgün yanlılıklar veya eğilimler olarak görebiliriz.
Bilişsel hatalar bilginin
hatalı işlenmesi sonucunda duruma uygun olmayan ve duygusal
sıkıntıya yol açan
otomatik düşüncelere yol açarlar. Bir diğer deyişle, duruma
uygun olmayan olumsuz
otomatik düşüncelerde görülen özelliklerin sınıflandırılmasıyla
çeşitli bilişsel çarpıtma
kategorileri ortaya çıkar. Bunlar değişen ölçülerde bütün
insanlarda görülmekle birlikte,
ruhsal rahatsızlıklarda veya kişilik bozukluğu olan bireylerde
daha sık ve sistematik
biçimde ortaya çıkar (Beck ve diğerleri, 1979). Bilişsel hatalar
şunlardır:
-
26
1. Keyfi Çıkarsama: Ulaşılan sonucu destekleyecek delilin
olmadığı ya da
delilin ulaşılan sonucun tersi olduğu durumlarda özgül bir sonuç
çıkarma
sürecine işaret eder. Dayandığı bir gerekçe yoktur. Kişilerarası
ilişkilerinde
problem yaşayan bir bireyin çözüm için ne kadar çaba harcasa
harcasın
problemi çözemeyeceğini düşünmesi, keyfi çıkarsamaya örnek
verilebilir.
Bu örnekte kişi henüz problemini çözmeye girişmeden başarısız
olacağına
dair bir inanç içerisindedir.
2. Seçici Algılama: Olayın daha önemli olan öğelerinin göz ardı
edilerek, içerikten çıkarılan bir olaya odaklanılması ve olayın bu
seçilmiş ayrıntıya
dayalı olarak adlandırılmasıdır. Bu bilişsel hatada birey olayın
tamamını
görmeye çalışmak yerine olumsuz bir ayrıntı üzerinde
odaklaşmaktadır.
Örneğin bireyin kişilerarası problem çözmede başarılı olsa da,
bir kere
yaşadığı başarısızlığa odaklanarak kendini etkisiz bir problem
çözücü olarak
algılaması seçici algılama hatasını yaptığının
göstergesidir.
3. Aşırı Genelleme: Bireyin bir olaydan yola çıkarak, olay
hakkında bir sonuca ulaşması ve ulaştığı bu sonucu olayla ilişkili
ya da ilişkisiz diğer
olaylara genellemesidir. Örneğin aşırı genelleme bilişsel
hatasını kullanan,
kişilerarası problemlere olumsuz yaklaşan birey bir problem
yaşadığında
“Her kötü şey beni bulur.” diye düşünebilir.
4. Aşırı Büyütme ve Küçültme: Olumlu olayların öneminin
azımsanması, buna karşılık olumsuz olayların olduklarından daha
abartılı şekilde
algılanması ve yaşanmasıdır. Kişinin kişilerarası ilişkilerinde
küçük bir
problem yaşadığında bu durumu hayatın sonu gibi algılaması bu
tür bilişsel
hataya örnektir.
5. Kişiselleştirme: Bireyin dışsal bir olayı, olayla herhangi
bir ilişkisi olmadığı halde kendisiyle ilişkilendirmesidir. Bu
hatada birey olayın farklı
nedenleri olabileceğini hiç dikkate almadan, olayın olumsuz
sonuçlarından
kendini sorumlu tutar. Kişilerarası bir problem yaşadığında
bireyin hemen
kendini suçlaması kişiselleştirme hatasına örnek
verilebilir.
6. Katı, İki Kutuplu Düşünce: Bu düşünce kendini bütün
yaşantıları
mükemmel ya da kusurlu, başarılı ya da başarısız gibi iki zıt
uçtan birine
yerleştirme şeklinde gösterir. Birey herhangi bir durumu bir
süreç üzerinde
değerlendirmek yerine sadece iki kategoride ele alır. Örneğin
birey ya
-
27
mükemmel bir problem çözücüdür, ya da problemleri çözmeyle
ilgili hiçbir
başarısı yoktur (Beck ve diğerleri, 1979; Beck, 2001).
Beck (1976), bilişsel terapinin en geniş anlamıyla, hatalı
düşünceleri düzelterek
psikolojik sıkıntıları bastıran yaklaşımların tümü olduğunu
ifade eder. Ona göre işlevsel
olmayan duygu ve davranışları değiştirmenin en doğrudan yolu,
yanlış ve işlevsel
olmayan düşünme biçimini değiştirmektir. Bilişsel terapist,
danışanlara bozuk ve
işlevsel olmayan bilişleri nasıl tanımlayabileceklerini
değerlendirme süreci aracılığıyla
öğretir. İşbirliğine dayalı bir çaba sonucunda, danışanlar kendi
düşüncelerini gerçekte
meydana gelen olaylardan ayırt etmeyi öğrenirler. Bilişin
duygular, davranışlar ve hatta
çevresel olaylar üzerindeki etkisini öğrenirler. Danışanlara
kendi düşünce ve
varsayımlarını, özellikle de olumsuz otomatik düşüncelerini
tanımaları, gözlemlemeleri
ve takip etmeleri öğretilir.
2.2. İlgili Araştırmalar
Problem çözme becerisinin cinsiyet, öğrenim görülen bölüm,
anne-baba öğrenim
düzeyi ve yerleşim yeri değişkenleri ile ilişkisinin incelendiği
birçok araştırma
mevcuttur. Özellikle cinsiyet değişkeninin problem çözme
becerisini inceleyen
araştırmalarda önemli bir yerinin olduğu görülmektedir.
Heppner, Hibel, Neal, Weinstein ve Rabinowitz (1985), problem
çözme algısını
etkileyen kişisel etkenleri incelemişlerdir. Çalışmalarında
problem çözme becerisi
algısını ölçmek için Problem Çözme Envanteri (P