Top Banner
T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI ADANA ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİNDE SANAYİLEŞME VE DİN İLİŞKİLERİ Yakub Ömer YANBAY YÜKSEK LİSANS TEZİ ADANA -2009
247

T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

Jan 31, 2020

Download

Documents

dariahiddleston
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

T.C.

ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI

ADANA ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİNDE SANAYİLEŞME VE DİN

İLİŞKİLERİ

Yakub Ömer YANBAY

YÜKSEK LİSANS TEZİ

ADANA -2009

Page 2: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

T.C.

ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI

ADANA ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİNDE SANAYİLEŞME VE DİN

İLİŞKİLERİ

Yakub Ömer YANBAY

Danışman, Yrd. Doç. Dr. Abdullah ALPEREN

YÜKSEK LİSANS TEZİ

ADANA -2009

Page 3: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne,

Bu çalışma, jürimiz tarafından Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalında YÜKSEK

LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir.

Başkan, Yrd. Doç. Dr. Abdullah ALPEREN

(Danışman)

Üye, Doç. Dr. Asım YAPICI Üye, Yrd. Doç. Dr. Hayri KAPLAN ONAY Yukarıdaki imzaların, adı geçen öğretim elemanlarına ait olduklarını onaylarım.

…/…/2009

Prof. Dr. Nihat KÜÇÜKSAVAŞ

Enstitü Müdürü

NOT, Bu tezde kullanılan özgün ve başka kaynaktan yapılan bildirişlerin, çizelge, şekil

ve fotoğrafların kaynak gösterilmeden kullanımı, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri

Kanunu’ndaki hükümlere tabidir

Page 4: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

i

ÖZET

ADANA ORGANİZE SANAYİ BÖLGESİNDE SANAYİLEŞME VE DİN

İLİŞKİLERİ

Yakub Ömer YANBAY

Yüksek Lisans Tezi, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı

Danışman: Yrd. Doç. Dr. Abdullah ALPEREN

Ocak 2009, 231 Sayfa

Bu çalışma ile sanayileşme ve din ilişkileri bağlamında işçi dindarlığı Adana

Organize Sanayi Bölgesi örneğinde açıklanmaya çalışıldı. Bu bağlamda ilk olarak

çalışmaya ilişkin olarak kuramsal yapı üzerinde duruldu. Bu çerçevede sosyal

tabakalaşma içerisinde işçiler Karl Marx, Max Weber ve Emile Durkheim’in kuramsal

çerçeveleriyle değerlendirildi. Sanayileşme, toplumsal tabakalaşma ve din ilişkisi

açıklanmaya çalışıldı. Daha sonra araştırma ve yöntemle ilgili bilgiler sunularak işçilere

uygulanan anket çalışmasının sonuçları değerlendirilerek varsayımlar ve hipotezler

ışığında ulaşılan sonuçlar açıklanmaya çalışıldı.

Anahtar Kelimeler: İşçi Sınıfı, Toplumsal Tabakalaşma, Sanayileşme, Din, Dindarlık,

Din ve Toplum, İşçi Dindarlığı

Page 5: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

ii

ABSTRACT

THE RELATIONSHIP BETWEEN INDUSTRIALIZATION AND RELIGION IN

ADANA ORGANIZED INDUSTRIAL ZONE

Yakub Ömer YANBAY

Master Degree Thesis, The Department of Philosophical and Religious Sciences

Supervisor: Yrd. Doç. Dr. Abdullah ALPEREN

January 2009, 231 Pages

In this study, we tried to explainthe religionship of the workers in the context of

ındustrializm and religion. For this, firstly, we reviewed the artifical background. In this

perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max

Weber and Emile Durkheim’s theories. We tried to explain the relationship between

social classes, İndustrialization and religion. After that, the information aboutthe

method and the study were given. Then we evaluated the questoonaries that have been

applied to the workers and arguedthe results in the context of the theories.

Keywords: Worker Class, Social Class, Industrialization, Religion, Religionship,

Religion and Social, Worker Believing Style

Page 6: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

iii

ÖNSÖZ

Sanayileşme ve din ilişkisini işçilerden yola çıkarak araştırdığımız bu çalışma,

alanındaki dini yaşayış gerçeklerini ortaya çıkarma amacını gerçekleştirme idealini

taşımaktadır.

Batı toplumlarında başlayan sanayileşme sürecinin diğer etkenlerle birlikte daha

önce rastlanmayan bir dönüşüme yol açması ve bunun etkilerinin tüm dünyayı sarması

sonucunda ortaya çıkan durum sosyolojik olarak analiz edilmeye başlanmış ve bu analiz

belirli kuramsal çerçevelerle sunulmuştur.

Sanayileşmenin ortaya çıkardığı değişim ve dönüşümün etkilerinin sosyal

hayatın her yanını kapladığı ve geleneksel hayatın tüm alanlarına müdahale ettiği

gerçeğiyle karşı karşıya bulunmaktayız. Modernleşme yoluyla kendisini sosyal olarak

ifade eden sanayileşmenin bu bağlamda, farklı kültürlerde algılanması, ifade edilmesi

ve sonuçlarının değerlendirilmesi farklılaşmaktadır. Batı toplumlarının gelişme süreci

içerisinde ortaya çıkan sanayileşmenin kültürel temellerini bu toplumların dayandığı

dini-dünya görüşleriyle ifade etmenin ortaya çıkaracağı sorunların mevcudiyetinin

yanında günümüzde sanayi olgusunun aldığı durum özellikle sonuçları bağlamında

sosyologlar tarafından değerlendirilmekte ve sanayileşmenin her ne kadar Batı’da

başlayan bir süreç olsa da evrenselleşmesi ve ortaya çıkardığı problemlerin ekolojiden

bireye bireyden topluma uzanan bir düzlemde cereyan etmesi nedeniyle, farklı

branşlarda ki bilim insanları değişik saiklerle olaya eğilerek çözüm üretmeye

çalışmışlardır.

Bu noktada sanayileşmenin sadece ekonomik bir problem olarak

algılanmamasının yanında sanayi toplumu olma yolunda ortaya çıkan problemlere de

sadece batı ideolojisinin ürünü ve diğer toplumların meselesi değil şeklinde bakılması

da doğru değildir. Ayrıca sanayi devriminin nedenlerini ve sonuçlarını tek bir kültürel

bağlamla ifade etmenin problemleri daha da zorlaştıracağı ortadadır.

Sanayileşmenin kültürel temellerini batıyla özdeşleştirmenin ortaya çıkardığı

problemlerin başında benzerlikleri yakalama sorunu var olmakta öte yandan tarihsel

sürecin özellikle bu yönde tek bir bakış açısıyla farklılaşmanın alabildiğine mevcut

olduğu dünyamıza aktarılma süreciyle karşı karşıya kalmaktayız.

Çağdaş sanayi toplumları, süreci kendi dinamikleriyle işletmeye ve çözmeye

çalışırken dünyanın geri kalanı özellikle sanayileşme yolunda olanlar bu süreci aktarma

Page 7: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

iv

çabasına girmekte ve tam da bu noktada toplumsal hayatın dinamiklerinde olumlu-

olumsuz farklılaşmalar ortaya çıkmaktadır. Ama her halükarda değişimin sancılı

olmadan gerçekleşmediği bir sürecin var olmadığı dünyamızda böylesine farklı bir

durumun meydana getirdiği dönüşümün etkisi muhakkak ki şiddetli olacaktır. Fakat

süreç içerisinde durumun daha sağlıklı değerlendirilmesiyle problemler ve çözüm

yollarına dair üretkenlikler daha mantıklı ve uygulanabilir şekilde ortaya çıkacaktır.

Sanayileşmenin kültürel temellerinin yanında bir de toplumsal sistemde ortaya

çıkardığı toplumsal işbölümüne bağlı olarak beliren statülerde farklılaşmıştır.

Toplumsal tabakalaşmanın yeni görünümlerini ifade eden bu statülerin, rollerde ortaya

çıkardığı dönüşümlerin yanında daha önce görülmeyen kesimleri de hayatımıza

sokmuştur. Sanayileşme ile birlikte artan nüfusun ihtiyacını karşılamak, modern

kentlere sanayileşmenin sebep ve sonucu olarak yığılan kitleleri donatmak ve

modernleşme çabalarını görünür hale getirmek için kurulan fabrika sisteminin çarkı

yeni bir sınıf olarak çıkan, çıkmaya çalışan veya çıkamayan işçilerin doğuşuna neden

olduğunu görmekteyiz. Fabrika sisteminin kentlerde yaygınlaşmasıyla birlikte insanlar

toplumsal hareketliliğin yönünü buralara çevirmiş ve modernleşme projesinin

problemleri de ciddi boyutlarda kentlileri sarsmaya başlamıştır. Bu noktada

mahrumiyetin pençesinde çırpınan ve kentin yükünü taşımaya zorlanan işçilerin

bilinçlenme süreci ve hak arayışı farklı düzlemlerde cereyan eden mücadelelerle

belirgin bir harekete dönüşmüştür. Araştırmamızda bu hareketlerin ideolojik

boyutlarının yanında insani ve toplumsal alanda kendini görünür kılmanın emellerini

taşımalarına dair değerlendirmeleri çeşitli bağlamlarda ifade edilen açıklamalarla

belirlemekteyiz.

Bunun yanında işçilerin toplumsal tabakalaşma da mevcut konumlarının

farklılaşmasıyla birlikte işçi sınıfına dair öngörülerin değiştiğini ve ortaya çıkan çok

değişik düzlemdeki statülerle birlikte farklılaşmanın yön değiştirdiğini, yine toplumsal

hareketlenmenin baskın bir öğesi olarak ortaya çıkan işçi sınıfının fabrika sisteminin

dışında da değişik alanlarda daha farklı koşullarda temsil edildiğini, öte yandan işçi

sınıfı hareketlerinin yeni toplumsal hareketlerle birlikte bağlam değiştirdiğini veya

birçok işçinin aynı zamanda kendisi için sınıf bilincini aşarak ortaya çıkan çağdaş

hareketlenmelerin ve işçiler için sivil olarak tabir edebileceğimiz yapılanmaların içinde

yer aldığını belirlemekteyiz.

Sonuçta toplumsal hayatın döngüsünü tek bir boyutta değerlendirmelerin

sakıncalarının işçilerin kendi yapısal farklılaşmalarının yanında varlıklarını ifade

Page 8: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

v

ettikleri pratiklerde de ortaya çıkan dönüşümlerin özellikle post-modern eğilimlerin

veya farklı bakış açısıyla post-endüstriyel ilerlemenin görünümlerinde dahi mevcut

olduğunu ifade edebiliriz. Bu noktada zamanın hangi süreçleri tersine çevirdiğini ve

ulaşılan durumun toplumsal statülerde ne gibi yeni rolleri beraberinde getirdiğini doğru

okuyabilmek en büyük problemimiz olarak karşımızda durmaktadır.

Bu problemlerin çözümünde ortaya çıkan görüşlerin ideolojik, kültürel ve dinî

yansımaları olmakta ve bunların etkisi toplumsal alanda görülmektedir. Toplumumuzun

kendi tarihsel sürecinin dinî geleneksel boyutu ortaya çıkan bu süreci değerlendirme de

hâlâ başat bir rol oynamakta ve genel olarak küreselleşmenin kültürel boyutlarından da

etkilenerek kendisini konumlandırmaya devam etmektedir. Özellikle modernleşmenin

seküler boyutunun en çok etkilediği sınıf olarak ifade edilen işçilerin Türk toplum

yapısının dinamiklerini kendi bütünsel varlıkları içerisinde barındırmaya devam

etmeleri ve bunun yansımalarını toplumsal alanda ki temayülleriyle belirlemeleri

gözlenen bir durum olmaktadır. Sürecin değişkenlerin gücüne bağlı olarak farklı

boyutlarda kültürlerarası bir düzleme kayıp kaymayacağı veya Türk işçilerinin

kendilerini tanımlama ve tanıtmada varoluşlarında ki kültürel kodlarını sunmaya devam

edip-etmeyeceklerinin işaretleri aslında bu araştırmada da ifade edilen öngörülerle

açıklığa kavuşmaktadır. Bu öngörülerin çerçevesi bilimsel sınırları aşmamak çabasının

bir ürünü olarak değerlendirilmelidir.

Araştırmamız Giriş dâhil üç bölüm, Sonuç ve Kaynakça’dan oluşmaktadır.

Birinci Bölüm’de toplumsal tabakalaşma konusu işçi sınıfı bağlamında farklı

kuramsal çerçeveler değerlendirilerek sunulmaya çalışılmıştır. Ayrıca toplumsal

tabakalaşmanın sanayileşme ve dinle ilgili olan boyutları analiz edilmiştir.

Ayrıca din ve sanayileşme ilişkisi ayrıntılı olarak analiz edilmiştir. Din,

dindarlık, boyutları ve tipolojileri açıklanmaya çalışılmış, din ve toplum ilişkileri

sosyolojik ve din sosyolojik bakış açısıyla incelenmiş ve sonunda da sanayileşme

açıklanarak din ve toplumla ilişkisi farklı tipolojilerde ki görünümleriyle

aydınlatılmıştır. Sanayi ve sanayileşmenin sosyolojik olarak ne anlama geldiği ve din

sosyolojik bağlamda değerlendirilmesi bu bölümde yer almıştır.

İkinci Bölüm’de ise araştırmanın konusu, bakış açısı ve problem ortaya

konularak kapsam ve sınırlılıklara değinilmiştir. Ayrıca uygulanan yöntem ve teknikler

belirtilmiş ve araştırmayla ilgili olarak veri toplanması ve değerlendirilmesi süreci

kısaca ifade edilmiştir. Araştırmanın varsayımları ve hipotezleri belirlenerek bu

çalışmanın amacı da aydınlığa kavuşturulmuştur.

Page 9: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

vi

Üçüncü Bölüm’de ise işçiler üzerine yaptığımız ampirik çalışmamızın bulguları

verilmiştir. Çalışmanın bulguları yorumlarıyla birlikte sunulmuş ve bulgularla ilgili

açıklamalar yapılmıştır. Sonuçta ise araştırmanın varsayım ve hipotezlerinden yola

çıkılarak değerlendirmeler yapılmıştır. Bu değerlendirmeler çalışmanın bulguları

ışığında diğer benzer çalışmalarda göz önünde bulundurularak yapılmıştır.

Son olarak sanayileşme ve din ilişkisini işçiler bağlamında incelediğimiz bu

eserin ortaya çıkması yorucu bir çabayla gerçekleşmiş ve bu çabaya çok değerli

insanların katkıları olmuştur. Öncelikle çalışmanın hazırlanması bir okuma sürecinin

sonunda gerçekleşmiştir. Bu süreç kıymetli hocam ve tez danışmanım Yrd. Doç. Dr.

Abdullah ALPEREN ve benimle birlikte verimli bir çalışma gerçekleştiren Murat

ÇELİK’le beraber geçmiştir. Hem hocam hem de arkadaşıma destek ve katkılarından

dolayı teşekkür etmek isterim. Çalışmanın anket ve istatistikle ilgili yönü başta olmak

üzere çeşitli vesilelerle yardım ve desteğini gördüğüm hocam Doç. Dr. Asım YAPICI

ve yine desteklerinden dolayı hocalarım Doç. Dr. Hasan KAYIKLIK ve Yrd. Doç. Dr.

Hayri KAPLAN’a da teşekkür ederim. Bu çalışmanın maddi ve manevi destekçileri çok

değerli eşim Buşra Nur’a, aileme, gönlümde yaşayan büyüklerime ve arkadaşlarıma da

müteşekkir olduğumu belirtmek isterim.

Page 10: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

vii

İÇİNDEKİLER

ÖZET ............................................................................................................................ i

ABSTRACT................................................................................................................. ii

ÖNSÖZ ....................................................................................................................... iii

TABLOLAR LİSTESİ ................................................................................................ x

GİRİŞ

I. BÖLÜM

KURAMSAL ÇERÇEVE

1.1 Toplumsal Tabakalaşma .......................................................................................... 6

1.1.1. Toplumsal Tabakalaşma ve İşçi Sınıfı ........................................................... 6

1.1.2. Kast Sistemi .................................................................................................. 8

1.1.3. Feodal Sistem ............................................................................................... 9

1.1.4. Sosyal Sınıflar ............................................................................................. 11

1.1.5. Sınıf Kuramları ........................................................................................... 11

1.1.6. Marksizm ve Çatışma Kuramı ..................................................................... 13

1.1.7. Max Weber ve Uzlaşma Teorisi .................................................................. 19

1.1.8. Emile Durkheim ve Toplumsal İşbölümü .................................................... 21

1.2. Toplumsal Tabakalaşma ve Din ............................................................................ 28

1.3. Toplumsal Tabakalaşma ve Sanayileşme .............................................................. 35

1.4. Sanayileşme ......................................................................................................... 39

1.4.1. Sanayi Nedir?............................................................................................. 39

1.4.2. Sanayileşme ve Modernleşme .................................................................... 41

1.5. Din ve Sanayileşme .............................................................................................. 52

1.5.1. Din ve Sanayileşme İlişkisi ........................................................................ 52

1.5.2. Sosyolojik Bakımdan Din .......................................................................... 52

1.5.3. Dindarlık Nedir? ........................................................................................ 61

1.5.4. Dindarlığın Boyutları ................................................................................. 62

Page 11: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

viii

1.5.5. Dindarlık Tipolojileri ................................................................................. 65

1.5.6. Din ve Toplum ........................................................................................... 69

1.5.7. Dinin Toplumsal Görünümleri ................................................................... 75

1.5.7.1. Geleneksel Toplumlarda Din ......................................................... 75

1.5.7.2. Modern Sanayi Toplumlarında Din................................................ 78

II. BÖLÜM

ARAŞTIRMA VE YÖNTEM

2.1. Araştırmada Temel Bakış Açısı ............................................................................ 84

2.2. Problem ................................................................................................................ 87

2.3. Araştırmanın Varsayımları ................................................................................... 88

2.4. Araştırmanın Hipotezleri ...................................................................................... 91

2.5. Evren ve Örneklem ............................................................................................... 93

2.6. Veri Toplama Teknikleri ve Verilerin Değerlendirilmesi ...................................... 94

2.7. Araştırmanın Sınırlılıkları ..................................................................................... 95

2.8. Tanımlar ............................................................................................................... 95

2.8.1. Fabrika ....................................................................................................... 95

2.8.2. Fabrika İşçisi .............................................................................................. 96

III. BÖLÜM

ARAŞTIRMANIN BULGU, DEĞERLENDİRME VE YORUMLARI

3.1. Araştırmaya Katılanların Demografik Özellikleri ................................................. 98

3.2. Araştırmaya Katılanların Öznel Gelir Algıları .................................................... 109

3.3. Araştırmaya Katılanların Öznel Kimlik Algıları ................................................. 112

3.4. Araştırmaya Katılanların Öznel Dindarlık Algıları .............................................. 115

3.5. Araştırmaya Katılanların Dine Verdikleri Önem ................................................. 120

3.6. Araştırmaya katılanların Dini Bilgi Durumları .................................................... 128

3.7. Araştırmaya Katılanların Halk İnançları İle İlgili Durumları ............................... 133

3.8. Araştırmaya Katılanların İnsanî ve Sosyal İlişkilerine Bakışları .......................... 139

3.9. Araştırmaya Katılanların Dinî İnançla İlgili Durumları ....................................... 144

Page 12: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

ix

3.10. Araştırmaya Katılanların İbadetle İlgili Durumları ............................................ 161

3.11. Araştırmaya Katılanların Dinin Etkisini Hissetme Durumları............................ 191

IV.BÖLÜM

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME .......................................................................... 206

KAYNAKÇA ........................................................................................................... 217

EK ............................................................................................................................ 226

ÖZGEÇMİŞ………………………………………………………………………….231

Page 13: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

x

TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1. Örneklem Grubunun Cinsiyete Göre Dağılımı ................................................... 98

Tablo 2. Örneklem Grubunun Yaşa Göre Dağılımı .......................................................... 99

Tablo 3. Örneklem Grubunun Medeni Haline Göre Dağılımı ........................................ 100

Tablo 4. Örneklem Grubunun Öğrenim Durumuna Göre Dağılımı ................................ 101

Tablo 5. Örneklem Grubunun Mesleki Statüsüne Göre Dağılımı ................................... 102

Tablo 6. Örneklem Grubunun İşkoluna Göre Dağılımı .................................................. 104

Tablo 7. Örneklem Grubunun Çalışma Yılına Göre Dağılımı ........................................ 105

Tablo 8. Örneklem Grubunun Günlük Çalışma Süresine Göre Dağılımı ........................ 106

Tablo 9. Örneklem Grubunun İş Memnuniyetine Göre Dağılımı ................................... 106

Tablo 10. Günlük Çalışma Süresine Göre İş Memnuniyeti Durumu (Ki-kare) ............... 107

Tablo 11. Örneklem Grubunun Mesleğini Tercih Etme Sebebine Göre Dağılımı ........... 108

Tablo 12. Örneklem Gurubunun Gelir Düzeyine Göre Dağılımı .................................... 109

Tablo 13. Cinsiyete Göre Öznel Kimlik Algısı (Ki-kare) ............................................... 112

Tablo 14. Cinsiyete Göre Öznel Dindarlık Algısı (Ki-kare) ........................................... 116

Tablo 15. Yaşa Göre Öznel Dindarlık Algısı (Ki-kare) .................................................. 117

Tablo 16. Gelire Göre Öznel Dindarlık Algısı (Ki-kare) ................................................ 118

Tablo 17. Mesleki Statüye Göre Öznel Dindarlık Algısı (Ki-kare) ................................. 119

Tablo 18. Öğrenim Durumuna Göre Öznel Dindarlık Algısı (Ki-kare) .......................... 120

Tablo 19. Cinsiyete Göre Din-Önem Düşüncesi (Ki-kare) ............................................. 121

Tablo 20. Gelire Göre Din-Önem Düşüncesi (Ki-kare) .................................................. 121

Tablo 21. Yaşa Göre Din-Önem Düşüncesi (Ki-kare) .................................................... 122

Tablo 22. Mesleki Statüye Göre Din-Önem Düşüncesi (Ki-kare) .................................. 123

Tablo 23. Öğrenim Durumuna Göre Din-Önem Düşüncesi (Ki-kare) ............................ 123

Tablo 24. Öznel Dindarlık Algısı Bağlamında Din-Önem Düşüncesi (Ki-kare) ............. 124

Tablo 25. Örneklem Grubunun Din-Önem Düşüncesinin Sebebine Göre Dağılımı ........ 125

Tablo 26. Cinsiyete Göre Dini Bilgi Yeterlilik Durumu (Ki-kare) ................................. 128

Tablo 27. Öğrenim Durumuna Göre Dini Bilgi Yeterlilik Durumu (Ki-kare) ................. 129

Tablo 28. Örneklem Grubunun Dini Bilgi Kaynağına Göre Dağılımı ............................ 130

Tablo 29. Örneklem Grubunun Dini Problemlerine Çözüm Arama Mercisi ................... 132

Tablo 30. Cinsiyet Bağımsız Değişkeni ile Popüler İnanç Durumu ................................ 134

Tablo 31. Dini Bilgi Yeterlilik Bağımsız Değişkeni ile Popüler İnanç Durumu .............. 135

Tablo 32. Cinsiyete Göre Kabir ve Türbe Ziyareti (Ki-kare) .......................................... 136

Page 14: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

xi

Tablo 33. Öğrenim Durumuna Göre Kabir ve Türbe Ziyareti (Ki-kare) ......................... 137

Tablo 34. Örneklem Grubunun Kabir ve Türbe Ziyaret Sebebine Göre Dağılımı ........... 138

Tablo 35. Cinsiyete Göre İnsanî ve Sosyal İlişkiye Bakış (Ki-kare) ............................... 140

Tablo 36. Günlük Çalışma Süresine Göre Sosyal İlişkiye Bakış (Ki- kare) .................... 141

Tablo 37. Gelire Göre İnsanî ve Sosyal İlişkiye Bakış (Ki-kare) .................................... 142

Tablo 38. İş Memnuniyetine Göre İnsanî ve Sosyal İlişkiye Bakış (Ki-kare) ................. 143

Tablo 39. Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun Cinsiyete Göre Analizi (t-testi) .................. 149

Tablo 40. Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun Medeni Hale Göre Analizi (t-testi) ............. 150

Tablo 41. Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun Yaşa Göre Analizi (t-testi) ......................... 151

Tablo 42. Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun Öğrenim Durumuna Göre Analizi (t-testi) .. 152

Tablo 43. Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun Gelire Göre Analizi (t-testi) ....................... 153

Tablo 44. Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun Mesleki Statüye Göre Analizi (t-testi) ........ 154

Tablo 45. Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun İşkoluna Göre Analizi (Tek Yönlü ANOVA)

....................................................................................................................... 154

Tablo 46. Öznel Kimlik Algısına Göre İnanç Boyutu (Tek Yönlü ANOVA) ................. 157

Tablo 47. Öznel Dindarlık Algısına Göre İnanç Boyutu (Tek Yönlü ANOVA) ............. 158

Tablo 48. Dine Önem Verme Düşüncesine Göre İnanç Boyutu (Tek Yönlü ANOVA) .. 159

Tablo 49. Çalışma Yılına Göre İnanç Boyutu (Tek Yönlü ANOVA) ............................. 160

Tablo 50. Cinsiyete Göre İbadetleri Yerine Getirme Durumu (Ki-kare) ......................... 162

Tablo 51. Cinsiyete Göre Namaz Kılma Durumu (Ki-kare) ........................................... 163

Tablo 52. Cinsiyete Göre Oruç Tutma Durumu (Ki-kare) .............................................. 164

Tablo 53. Cinsiyete Göre Zekât Verme Durumu (Ki-kare) ............................................ 165

Tablo 54. Cinsiyete Göre Hac İbadeti Durumu (Ki-kare) ............................................... 166

Tablo 55. Cinsiyete Göre Kutsal Gün ve Geceleri Değerlendirme Durumu (Ki-kare) .... 167

Tablo 56. Cinsiyete Göre Nafile İbadet Durumu (Ki-kare) ............................................ 168

Tablo 57. Cinsiyete Göre Dinsel Yayınları İzleme Durumu (Ki-kare)............................ 169

Tablo 58. Cinsiyete Göre Dinsel Yayınları Okuma Durumu (Ki-kare) ........................... 170

Tablo 59. Cinsiyete Göre Cenaze Merasimlerine Katılma Durumu (Ki-kare) ................ 171

Tablo 60. Cinsiyete Göre Mevlit, Hatim Gibi Dinsel Programlara Katılma Durumu

(Ki-kare) ....................................................................................................... 171

Tablo 61. Cinsiyete Göre Kur’an-ı Kerim Okuma Durumu (Ki-kare) ............................ 172

Tablo 62. Cinsiyete Göre Dua Etme Durumu (Ki-kare) ................................................. 173

Tablo 63. Cinsiyete Göre Kurban İbadeti Durumu (Ki-kare) ......................................... 174

Tablo 64. Cinsiyete Göre İbadetleri Yapmak İçin Camiye Gitme Durumu (Ki-kare) ..... 175

Page 15: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

xii

Tablo 65. Cinsiyete Göre Dindarlığın İbadet Boyutunun Analizi (t-testi) ....................... 176

Tablo 66. Medeni Hale Göre Dindarlığın İbadet Boyutunun Analizi (t-testi) ................. 178

Tablo 67. Gelir Durumuna Göre Dindarlığın İbadet Boyutunun Analizi (t-testi) ............ 179

Tablo 68. Yaşa Göre Dindarlığın İbadet Boyutunun Analizi (t-testi) ............................. 181

Tablo 69. Mesleki Statüye Göre Dindarlığın İbadet Boyutunun Analizi (t-testi) ............ 182

Tablo 70. Öğrenim Durumuna Göre Dindarlığın İbadet Boyutunun Analizi (t-testi) ...... 182

Tablo 71. Çalışma Yılına Göre Dindarlığın İbadet Boyutu (Tek Yönlü ANOVA) ......... 183

Tablo 72. İşkoluna Göre Dindarlığın İbadet Boyutu (Tek Yönlü ANOVA) ................... 184

Tablo 73. Öznel Kimlik Algısına Göre Dindarlığın İbadet Boyutu (Tek Yönlü ANOVA)

..................................................................................................................... 185

Tablo 74. Öznel Dindarlık Algısına Göre Dindarlığın İbadet Boyutun (Tek Yönlü

ANOVA) ...................................................................................................... 186

Tablo 75. Dine Önem Verme Düşüncesine Göre Dindarlığın İbadet Boyutu (Tek Yönlü

ANOVA) ...................................................................................................... 188

Tablo 76. Dinî Bilgi Yeterlilik Bağlamında Dinsel Yayınları Okuma Durumu (Ki-kare)

....................................................................................................................... 189

Tablo 77. Dini Bilgi Yeterliliğine Göre Kur’an-ı Kerim Okuma Durumu (Ki-kare) ....... 190

Tablo 78. Cinsiyete Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (t-testi)............................... 191

Tablo 79. Medeni Hale Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (t-testi) ......................... 192

Tablo 80. Yaşa Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (t-testi) ..................................... 192

Tablo 81. Gelir Durumuna Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (t-testi) .................... 193

Tablo 82. İşkoluna Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (Tek Yönlü ANOVA) ......... 194

Tablo 83. Öznel Kimlik Algısına Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (Tek Yönlü

ANOVA) ...................................................................................................... 195

Tablo 84. Öznel Kimlik Algısına Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (Tek Yönlü

ANOVA) ...................................................................................................... 196

Tablo 85. Dine Önem Verme Düşüncesine Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (Tek

Yönlü ANOVA) ............................................................................................ 197

Tablo 86. Mesleki Statü Durumuna Göre Dinin Etkisini Hissetme (t-testi) .................... 198

Tablo 87. Öğrenim Durumu Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (Tek Yönlü ANOVA)

..................................................................................................................... 199

Tablo 88. Çalışma Yılına Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (Tek Yönlü ANOVA)

..................................................................................................................... 200

Tablo 89. Dini Bilgi Yeterliliğine Göre Dinin Etkisini Hissetme (Tek Yönlü ANOVA) 200

Page 16: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

xiii

Tablo 90. Cinsiyete Göre Müslüman Olmayanlara Kız Verme Durumu (Ki-kare) ......... 201

Tablo 91. Cinsiyete Göre Müslüman Olmayan Biriyle Evlenmenin Onun Müslüman

Olmasına Bağlanması Durumu (Ki-kare) ........................................................ 202

Tablo 92. Cinsiyete Göre Hıristiyanlar Tarafından Kurban Edilen Bir Hayvanın Etini

Yeme Durumu (Ki-kare) ............................................................................... 203

Tablo 93. İşçilerimizin Yardımlaşmaya Verdikleri Önem Durumu ................................ 204

Tablo 94. Cinsiyete Göre Yardımlaşma Durumunun Analizi (t-testi) ............................. 204

Tablo 95. Cinsiyete Göre Sıkıntı Altında Kalanlar İçin Üzülme Durumu (t-testi) .......... 205

Page 17: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

GİRİŞ

İnsana dair çalışma yapmanın zorluğunu hissetmemek mümkün değildir.

İnsanlığın tarihsel olarak geçirdiği değişimin ve dönüşümün ortaya çıkardığı mevcut

zamanı değerlendirmenin insana yüklediği sorumluluğun ağırlığı doğrulara ulaşma

çabasından kaynaklanmaktadır. İnsan tarihsel süreci farklı açılardan okuyabilir ve

sonuçta insana, yaşamını gerçekleştirdiği topluma ve toplumsal mekânı doğaya dair

kendi argümanlarını hakikat penceresinden aktarabilir. Bu pencerelerin mekânı benliğin

ve toplumun kuramsal özünden bir bakış sunar mı bilemiyoruz ama bildiğimiz hakikatin

özü bu benliğin sırlı dünyasından çok uzaklara ait bir cevher gibi gözükmesidir.

İnsanlığın parçalanmış veya bölünmüş örüntülerini hangi açıdan

değerlendirdiğimiz gerçekten çok büyük önem arz etmektedir. Takdir edilmelidir ki

bilimsel çabaların insani ve toplumsal vicdana yansımaları devrin kuruluşuna öncülük

edebilmektedir. İnsanlık tarihinin süreci bir de bu açıdan değerlendirilmelidir. Eğer

sürece tek bir bakış açısını sunarak o noktadan hakikat ve bilincini insanlara yaşam

felsefesi olarak göstermeye çalışırsak Edward Said’in Marx’a yönelttiği şu eleştiriye

ulaşırız, “O insanlar acı çekmez- onlar doğuludur” (Said, 1995, 155) İnsanlık tarihi bu

bağlamdan sunulan anlayışlarla, baskın grupların kendi hissettikleri acı, sıkıntı ve

yabancılaşma gibi şeyleri, onlara tabi grupların hissetmediğini söyledikleri –ve buna

gerçekten inandıkları!- örneklerle doludur (Nichols & Suğur, 2005, 59).

Araştırmamız bu değerlendirmelerin ışığında sosyolojik bağlamda çalışma,

emek ve üretim sürecinin aktörlerine bakmaktadır. Bu aktörlerin çalışma sürecinin

değerlendirilmesi sosyolojide farklı bağlamlarda gerçekleşmiştir. Durkheim bu durumu

toplumsal işbölümü ve toplumsal dayanışma bakımından değerlendirirken Weber için

ise önemli olan belli rasyonalist formların gelişmesi ve kapitalizmin kökeninde dinin

(yani Kalvinizmin) oynadığı roldür. Marx çalışma hayatına ve işçilere sermaye ile

emeğin, “sömürü ve sınıf bilincinin” oluşumu açısından önem vermekte iken kuramsal

çerçevelerde dinin değerlendirilmesi süreçte kendisine biçilen statü ve rollerde ortaya

konulan farklılaşmayla ortaya çıkmaktadır. Ortaya çıkan değerlendirmelerin meydana

getirdiği yapılanmaların sadece çıktığı bağlam ve değerlendirmelerin yerine göre

kendisini bağlayan düzleminden yayılma gösteren bir eğilemle küresel çapta

gerginliklere yol açması özellikle çalışma hayatının emektarlarını toplumsal alanda

varlık tartışmalarının içerisinde, kendilerini sunma noktasında, mücadele meydanına

Page 18: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

2

atılma mecburiyetine sürüklemiştir. Küresel arenada cereyan eden fikri ve kuramsal

mücadeleleri aşan ve yer yer varoluş mücadelesi olarak sunulan bu bakış açısının din

sosyolojisi açısından ifade ettiği anlamı sorgulamaktayız.

Öncelikle işçilere bakış açılarının farklılaşmasının kaynağında tarihsel sürecin

okunmasında ki kuramsal yanlılığı görmekteyiz. Binaenaleyh bu sürecin ortaya

çıkmasında bu kuramların katkısını görmemekteyiz. Yine de her ne kadar insanlar belli

öngörülerle yola çıksalar da objektif değerlendirmelerin bu sürecin insani ve toplumsal

zihinlerde bulduğu karşılıkla ve katkılarla ileriye dönük olarak aşamalar katettiğini ve

kuramın, tarihsel olarak kendisini yerine göre yeniden üretse dahi artık aynı zaman

mefhumunu içermediği veya karşıt-zıt etki-tepkilerin çekim ve itim meydanında yeni

şekillere büründüğü hususu tam da ifade etmek istediğimiz nokta olmaktadır.

18. yüzyıl insanlık tarihinde yeni bir dönem açtı. Bu dönem modern çağın

başlangıcını ifade ediyordu. Bunun temelinde yer alan fabrikalar ve bütün ihtişamıyla

eskiden eşine rastlanmayan makineler ve ürettiği koca binalar insanları şaşkına

çevirmişti. Sürecin sancısı bütün ağırlığıyla milyonları sarıyordu. Taşımanın yük olarak

algılanmadığı bilakis hayatı kazanma olarak görüldüğü insani eylemin tarihsel süreci

yeni bir aşamadan daha geçecekti. Her ne kadar sancılı başlayan bir süreçte ortaya

çıksalar da bu emekçiler aydınlık geleceğin harcı olarak tarihte yerlerini alacaktı.

Kendilerini beş liraya hayatın yükünü taşımaya aday kılan şey toplumsal alanda ki

rollerini ortaya çıkaran statülerinde gizliydi bu insanların. Gerçekten orada çalışıyor

olmak sınıf bilincinin temellerini sarsıyordu ama nedense ekmek beş liranın altında

saklıydı. Sınıf bilinci doyan karınların üzerinde sis perdesi gibi duruyorsa da bu ifade

edilen diyalektiğin manevi alandaki anlamını bize sunmalıydı.

İş yaşamının değiştiğini ifade eden bir çağa girmiş bulunmaktayız. 21. yüzyıl

değişimin yeni bir boyuta evrildiğini ifade etse de sanayileşmenin temellerinde yer alan

anlamlar bu çağa taşındı ve çağın dili bunu yeniden üretme çabasına girdi. Her ne kadar

sanayi küreselleşen dünyanın kültür temellerini de makineleştirdiyse de yine de evrensel

dil makinenin ulaşamayacağı boyutları içerisinde barındırmaya devam edeceğe

benziyor.

Peki, insanın en temel boyutunu ifade eden din, bireysel ve toplumsal alandaki

ifadesini sanayileşmenin makineleştiren etkisinden kurtaran bir söylemle taşımaya

devam edebilecek mi yoksa o da sürecin en temel müdavimi haline mi gelecek. Bu soru

değişimin etkin gücünü ölçebilmek kadar zor bir içeriğe sahip olmakla birlikte yine de

kuramsal temellerin tekellerinde kendisini aletlerin altında mı bulacak. İşte bu noktayı

Page 19: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

3

farklı kültürel ve dinsel bağlamlarda ne kadar da değişik şekillerde okusak ta yine

insanın farklı boyutlarını sanayileşmenin makinevari söyleminden ve bu minvalde

üretilmiş nazariyelerinden kurtaracak öngörülere sahip olmaya muktedir

görünmekteyiz.

Sanayileşmenin ortaya çıktığı dönemde geliştirilen nazariyelerin modernleşme

yönünde ki etkisi bugün yeniden tartışılmakta ve farklılaşmaların etkisi ortaya çıkan

kuramsal çerçevelere de yansımaktadır. Özellikle işçiler üzerinden yürütülen kuramsal

tartışmaların heterojen yapı arz eden bu olguya bakışında yeni modeller geçerlilik

kazanmış ve işçilerin evrimci model de tanımlanmasının gerçekleşmediği

vurgulanmıştır.

Günümüzde sanayileşmenin sadece teknolojik ve ekonomik bir olay olmadığı ve

toplumun tüm kurumlarını değiştiren ve dönüştüren bir olgu olduğu görülmekte ve

bunun işçi kesiminde ortaya çıkan heterojen durumu açıklamakta oluşu durumun tahmin

edilen boyutları aşan yönlerini göz önüne almamızı gerektirmektedir. Modernleşmenin

seküler öngörülerinin bu farklılaşmayı göz önünde bulundurması gerekmekle beraber

olaya normatif yaklaşımların yönlendirme endişeleriyle birlikte bilimsel çerçeveleri

daralttığı ifade edilebilir. Tespit edilen durumun öngörülerin aksine çıkması ulaşılan

bilimsel noktaları da yıkması düşünülemez. Bu noktada işçi sınıfının çözümlenmesinde

işçi sınıfına biçilen rollerin farklılaşması veya toplumsal işbölümünün dayanışmanın

zıtlarını da içinde barındırması veya çalışmanın temellerinin dinsel eğilimlerden

kaynaklanıyor olmasının tek bir dine hasredilerek açıklanması günümüzde ulaşılan

noktanın gerisinde kalmakta ve yerel unsurların gücünün yanında insani eylemlerin

temelindeki faktörlerin net olarak tespit edilememesinde veya farklılaşmanın

dayanaklarını tek bir noktada düğümleme kolaycılığında görünmektedir. Bu hususta her

şeyin merkezi olarak belli bir bağlamın atıf noktası veya istenilen amaca ulaşmada

merkezi çıkış noktası olarak kullanılması adil bir bakış açısından bizleri uzaklaştırabilir.

Çalışma hayatının işçiler bağlamında değerlendirilmesi çok boyutlu bir problem

olarak karşımızda durmaktadır. Öncelikle işçilerin sanayileşmenin hangi boyutunda yer

aldıkları ve ardından toplumsal konuşlanmaları ve nihayetinde bilinçlenmiş bireylerden

oluşan bir toplum olmaları gibi problemler karşımızda durmaktadır. İşçilerin kültürel

algılamalarının temel yönlendirici güç olduğu bu süreçte sanayileşmenin temellerinden

soyutlanan din ve dindarlığın varlığı veya ifadesi de bu noktada farklı anlamlar

kazanacaktır.

Page 20: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

4

Fabrika sistemiyle birlikte ortaya çıkan işçi sınıfı sanayileşme sürecinin bir

parçası ve dolayısıyla modernleşmenin temel görünümlerini üzerlerinde taşıyan

örnekler olması değerlendirmelerin bağlamını ifade edecektir. Bu bağlamdan yola

çıkarsak, işçilerin günümüzde nasıl bir görünüm sergilediklerine dair algılamaların

etkisi özellikle dinsel olgularda kendisini göstermektedir.

Batı’da ortaya çıkan ve gelişen sanayileşme olgusunun ve toplumsal

sonuçlarının günümüzde küreselleştiğini ve etkilerinin aynı anda tüm dünyayı sardığını

ifade edebiliriz. Özellikle Batı kaynaklı olarak ortaya çıkan bu etkilerin kendi kültürünü

de tüm dünyaya taşımaya çalışması diğer kültürler üzerinde ciddi bir baskı oluşturmakta

dolayısıyla bu durum kültürel çatışmaların yanında uyum, entegrizm, adaptasyon ve

aynılaşma bağlamlarında değerlendirilmektedir. İşin diğer bir yanı ise bu algılamaların

toplumsal olarak gerçekleşme durumlarıdır. Bu noktada ulaşılan durum da küresel

yapının etkin olduğunu ve artık hiçbir toplumun kendisi olarak kalamadığını

gözlemlemekteyiz.

Sanayileşmeyle birlikte toplumsal hayatın olgularında ortaya çıkan değişimlere

bağlı olarak dini kurumlarında değiştiğini ve genel olarak zayıfladığını ifade etmeliyiz.

Bu durumun nasıl bir sonuca doğru gittiğine dair öngörülerin en önemlisi dinin zamanla

zayıflayıp kaybolacağına dair görüştür. Sanayileşmenin ortaya çıkaracağı rasyonel bakış

açısının sekülerleşme lehine ilerleyeceği ve sonuçta dinin toplumsal alandan

silineceğine dair ileri sürülen görüşlerin özellikle sanayi kesimi işçileri arasında

araştırılması önem kazanmaktadır. Bu noktada dinin modernleşmeyle birlikte ortaya

çıkan algılamalarının tarihsel köklerinin yansımalarını sadece sanayileşme olgusuyla

birlikte açıklamanın farklı toplumlarda ki etkisini göz ardı etmek anlamına gelebileceği

vurgulanmalıdır.

Bunun en temel argümanlarına sosyal hayatın farklı kesimlerinde gözlemlemek

mümkün olmakla birlikte dinî hayatın şiddet ve kesafetine yönelik değerlendirmeler her

zaman için farklılaşmaya devam etmektedir. Araştırmamızın sanayi kesimi işçilerine

yönelik olarak ortaya çıkardığı temel sonuçların dinin anlaşılması ve uygulanmasına

yönelik geleneksel vurgulamaları göz önüne sereceği ifade edilebilir.

Sanayi kesimi işçilerine yönelik olarak Batı’da yapılan çalışmaların sonuçları

genel olarak dine karşı ilgisizliği yansıtmakla birlikte dinin bireysel ve sosyal

görünümlerinin dinin ve toplumun farklılaşmasıyla birlikte bu kesime yönelik olarak ne

gibi değişik görünümleri bize sunacağı önem arz etmektedir. Bu noktada Türk

toplumunda yer alan işçilerin dinsel görünümlerinin anlaşılması önem arz etmektedir.

Page 21: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

5

Sanayileşme ile birlikte sosyo-kültürel tabaka ve çevrelerin din olayları

karşısında ki değişik tutumları bu sosyo-kültürel tabakaların oluşum ve gelişim

süreçleriyle dahi birlikte değerlendirilmiş ve özellikle fabrika işçilerinin toplumsal

tabaka içerisinde ki rol ve statüleri dinsel görünümlerine varana değin belirlenmiştir.

Her ne kadar fabrika işçilerinin sürecin başından itibaren dinsel görünümleri farklılaşsa

da bu kuramların olayın kapsamına dair duruşları da değişik görünümler arz etmiştir. Bu

noktada işçilerimizin dinsel görünümlerinin toplumsal tabakalaşma stratejilerine uygun

bir görünüm sergilemekte olup-olmadığı veya ifade edilen kuramların toplumsal tabaka

anlayışıyla uyuşup-uyuşmadığı da araştırmamız açısından önem arz etmektedir.

Araştırmamız toplumsal tabakalaşmanın görünümlerine kuramsal açıdan

yaklaşmakta ve özellikle sanayileşmenin ortaya çıkardığı görünümlerin ana eksenini

oluşturan işçilere dair farklı bakış açılarını sunmaktadır. Weber’den beri kuramsal

olarak çözümlenen farklı tabakalara karşılık gelen dinsel görünümlere dair bakış

açılarının işçi sınıfı veya tabakalaşmanın işçiler açısından görünümü noktasında

farklılaştığı bilinmektedir. Bu noktada işçi dindarlığına dair Türk toplumunda ki

görünümler ölçülmek istenmiştir. Batı’da her ne kadar işçiler dine karşı en ilgisiz kesim

olarak algılansa da Türk toplumunda bu algılamanın farklılaşabileceğini göstermek

amaçlanmıştır.

Bu çalışma işçi sınıfı, din ve dindarlık kavramlarına dair bakış açılarını

sunmakta ve bu noktada işçi sınıfı algılamalarını ve işçi sınıfının dinsel görünümünü

tartışmakta ve sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan dinî toplumsal görünümleri tipolojik

olarak açıklamaya çalışmaktadır. Özellikle Batı’da yapılan çalışmalarda kendilerine has

bir dindarlık görünümü sergilemeyen işçilerin Türk toplumunda ki görünümleri Adana

örneğinde belirlenmeye çalışılacaktır.

Çalışmanın uygulama ve bulgular kısmında ise dinsel hayatın boyutlarının

işçilerin farklı özelliklerinden oluşan değişkenlerle birlikte değerlendirilmesiyle ortaya

çıkan sonuçların anlamlı farklılaşmayı yansıtıp yansıtmayacağı ve işçilerin dinsel

görünümlerinin seviyesinin hangi boyutta olduğunu sunmak amacındayız.

Sonuçta işçi dindarlığının görünümleri, kuramsal bakış açılarının

değerlendirmeleri göz önünde bulundurularak kendi kültürel bağlamımızda

gösterilmeye çalışılmıştır.

Page 22: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

I. BÖLÜM

KURAMSAL ÇERÇEVE

1.1 Toplumsal Tabakalaşma

1.1.1. Toplumsal Tabakalaşma ve İşçi Sınıfı

Sanayileşme ve bilimsel devrimlerle ortaya çıkan Batı tarzı bilimsel

çözümlemelerin ilk devrelerinde yeni bir bilim dalı olarak ortaya çıkan sosyolojinin

kuramsal çerçevelerinin oluşumunda farklı sosyologların katkıları olmuştur. O dönemde

ortaya çıkan toplum çözümlemelerinde mevcut Batı toplumlarının durumu bu

sosyologların genel anlamda çıkış noktalarını oluşturmuştur. Ritzer bu noktayı sosyal

etkiyle açıklamakta ve kuramların oluşmasında “politik devrimleri, sanayi devrimi,

kapitalizmin ortaya çıkışı, sosyalizmin ortaya çıkışı, kentleşme, din olgusundaki

değişme, bilimin gelişmesi” gibi durumları belirlemektedir (Ritzer, 1983, 3).

Nitekim Marx’ın kuramsal bakış açısını oluştururken “örneklerini hep

İngiltere’den aldığını, çünkü incelediği hastalığın İngiltere’de en ilerlemiş olduğunu”

ifade etmesi ilginçtir (Sezen, 1990, 219). Sanayileşmeyi anlatırken ifade edeceğimiz

gibi işçi kesiminin o dönemde ifade edilen ülkede ki hali içler acısıdır ve hatta ülkenin

durumu içler acısıdır ve öyle ki milyonlarca insan açlıktan ölmekte ve hükümetin

çıkardığı yoksulluk yasası yeterli gelmemektedir (Hobsbawm, 2005, 73-89). Doğal

olarak Marx’ın kuramı da aynı sertlikte bir karşıt duruş sergilemiştir. Bizim için önemli

olan nokta şudur ki, çatışma kuramının işçi sınıfına uygulanışı ne ifade edecektir ve ne

gibi sonuçlar doğuracaktır? Bunun yansımalarının ülkemiz işçilerinde ne tür bir akis

bulduğu da önemlidir. Diğer bir noktada aşağıda açıklanacak olan tarihsel sürecin

doğurduğu bir toplumsal deneyimin kuramı olan Marksist teorinin dine bakış açısının

bizler için ifade ettiği anlamdır. Bu anlam inceleyeceğimiz işçiler üzerinde nasıl

gerçekleşmiştir bunu yorumlayacağız.

Yine Max Weber’in o dönemde ortaya çıkan sanayileşme hamlelerinden güç

alarak ortaya koyduğu teorinin din sosyolojisi açısından ifade ettiği anlam Marksizm’in

karşısındadır. Ayrıca dine toplumsal açıdan biçtiği rolde teorik olarak bize yol gösterici

olmasının yanında, gerçekten önemli olan ise işçi sınıfı bağlamında ortaya bir ideoloji

koymanın toplumsal anlamı teorik olarak nasıl reddedilebilir bunu göreceğiz.

Page 23: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

7

Ayrıca o dönemde Durkheim’in Rönesans ve Reform sürecinin dini kurumsal

olarak toplum hayatının dışına itmiş olmasının verdiği bir bakış açısıyla yeni bir seküler

anlam projesi yaratabilmek için dinin toplumsal konumunun kökenine inerek

araştırmasının yanında ortaya çıkan modern-aydınlanmış toplum çözümlemelerinde

hayatın karmaşıklaşmasına binaen işbölümünde ortaya çıkan değişim, dönüşüm ve

farklılaşmanın işçiler açısından ifade ettiği anlam fonksiyonel bir bakış açısıyla bize

yeni bir yol çizecektir. Bu bağlamda toplum da yeknesak bir düzen arz etmemektedir.

Toplumlarda ilk insanlardan bugüne ulaşan farklılaşmalardan kaynaklanan toplumsal

eşitsizliklerin yol açtığı tabakalaşma farklı şekillerde isimlendirilmiş ve

değerlendirilmiştir. Tüm bu noktaları da göz önünde bulundurarak tabakalaşma

kavramını ve onun anlaşılma biçimlerini tarihsel sürecinden başlayarak ve farklı

dinlerden ve toplumlardan örnekler vererek inceleyebiliriz.

Sosyolojide tabakalaşma terimi genellikle yapılaşmış toplumsal eşitsizlik

araştırmaları; yani, insan grupları arasında, toplumsal süreçlerle ilişkilerin maksat dışı

sonuçlarından kaynaklanan sistematik eşitsizlikleri inceleyen araştırmalar için

kullanılmaktadır (Marshall, 1999, 710). Tarihi süreç içerisinde toplumlarda gözlenen

farklılaşmalar genel anlamda bu sosyolojik kavram içerisinde değerlendirilmiştir. Fakat

burada terimin ifade ettiği anlama bakacak olursak toplum içerisinde mevcut olan

farklılaşmaların bir değer ifade edecek biçimde vurgulanmasını görmekteyiz.

İnsanlar arasındaki bir eşitsizlik sistemini ifade eden toplumsal tabakalaşma

arzulanan toplumsal ödüllere sahip olmada daha az veya daha çok paya sahip olmaya

dayanır. Bu ödüller servet, gelir, mesleki prestij, eğitim ve de servetin özel bir türü

olarak dinî olabilir. Bu noktada arzu edilen malların az olması ve bu nedenle toplumun

bütün üyelerinin nihai doyuma ulaşamamaları toplumsal tabakalaşma için şart olarak

gözükmektedir (Kehrer, 1996, 70-71).

Bir toplum veya grup içinde sosyal statü farklılaşmalarını ifade eden

(Türkdoğan, 2004, 398) tabakalaşma sert, bariz ve oturaklı veya aksine biraz gevşek ve

çalkantılı olabilir. Kişinin yeteneği, gücü ve becerikliliğinin ölçüt olduğu yerde,

sınıfların kararlılığı daha az bariz olmak eğilimindedir; fakat kriterin sülale veya doğum

olduğu yerde o, donmaya yüz tutar (Wach, 1995, 267).

Ayrıca tabakalaşma olgusunun, esas olarak, gerek “tabii”, gerekse “sosyal”

“eşitsizlik”lerin varlığına dayandığı görülmekte, yine zaman ve mekân itibariyle tüm

toplumlarda görülen, sayısı ve belirleyiciliği değişiklik arz eden çeşitli sosyal faktörlerin

Page 24: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

8

etkisiyle ortaya çıkan, nüfusun hiyerarşik bir tarzda farklılaşması olgusu da

kastedilmektedir (Aslantürk & Amman, 1999, 334-335).

1.1.2. Kast Sistemi

Özellikle dar anlamı ile bir Hindu tabakalaşma sistemi, daha geniş bir anlamda

kişileri farklı toplumsal düzeylerde donduran, hiyerarşik ve sosyal bir teşkilata işaret

eden “kast sistemi” bunun tipik örneğini oluşturmaktadır (Nottıngham, 1964, 47; Wach,

1995, 265; Aron, 1992, 17). Hindistan’daki kast sistemi organik bir “çoklu toplum”

oluşturur.(Sprott, 2002, 91). Şöyle ki “Kast, toplumda insanları ırk, etnisite gibi aidiyet

bağlarına veya toplumdaki unvan ve prestij ölçütlerine göre ayıran ve yine kişinin

içinde doğduğu bir durum(ascriptive) olarak algılanan bir sistemdir” (Sezal, 2002, 300).

Sonuçta bu ayrımın toplumsal yaşam içerisinde bir meslekî ayrım olarak görülmesi

yanında özellikle farklı kastlarda yer alan insanların yaşam biçimlerinde de

farklılaşmanın yer aldığını görüyoruz. Yine Hindu inanışında yer alan reenkarnasyon

inancının da kast sistemi içinde ki farklılaşmayı göz önünde bulunduran bir anlayışı

içinde barındırması da önem arz etmektedir. Şöyle ki bu inancın fatalist bir yaklaşımla

insanları, içinde bulundukları durumu tabi karşılar bir yoruma götürmesi hiyerarşik

düzenin devamı için olan bir zemini ifade etmektedir. Sonuçta Hint dininin belli başlı

özelliklerinden biri olarak kastların varlığı, ruh göçü inancıyla desteklenmesinin

yanında boyun eğme anlayışıyla da bütünleşmiştir.

Bu inancın toplumdaki yansıması Hindistan’a has bir durum ortaya

çıkarmaktadır. Hindistan, beslenme imkânları çok büyük değişiklikler gösteren bir

ülkedir. Toplum içinde, toprağın insana değişik beslenme imkânı tanımasının ifadesi de

kast sistemi olacaktır. Su boylarında doğan kimseler nasıl doğuştan Tanrı eliyle

avantajlı oluyorsa üst kastlarda doğanlarda öyle olacaklardır (Sezer, 1981, 49). Çünkü

doğumun doğal bir süreç değil, aynı zamanda doğaüstü güçlerce belirlenen bir süreç

olduğuna inanılıyordu (Erbaş, 2007, 132; Weber, 1998, 162).

Hint uygarlık modelinin teolojik dille ifadesi olan Brahmanizm, kast sistemi ile

içinde geliştiği toplumsal ve ekonomik düzeni ideoloji düzeyinde onaylarken kurulu

düzenin dini olarak görülmektedir. Bu arada Brahmanizm’in “kast dışı” olarak dışladığı

halkın Buddhizm’in kurduğu manastır yaşayışı içinde disiplin altına alınmasından,

kurulu düzenin hoşnut olduğunu görüyoruz. Böylece Buddhizm tarihte özel bir rol

oynayarak Hindistan toplumunda işsiz, üretici olmayan halkların toplumsal intiharlarına

Page 25: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

9

araç ödevini yüklenmiştir. Gerçekte Buddhizm “kast dışı” halkın sefaletine manevi bir

destek kazandırarak içinde yaşadıkları perişan durumun sürmesine yol açmakta ve bu

duruma dini bir açıklama getirerek “kast dışı” halkın kabullenmesine izin vermektedir

(Sezer, 1981, 52-55; Kehrer, 1996, 65).

Sosyal tabakalaşma sürecinin olduğu yerde, dini kavramlar, takva şekilleri ve

ibadet teşkilatı, sosyal şartların ve toplumsal değişikliklerin kendilerinde meydana

getirdikleri etkileri tezahür ettirebilirler ve bu sonuncular bir uyarıcı ve bir dini

saiklenmenin etkisinin varlığını tam olarak ortaya çıkarabilirler (Wach, 1995, 263)

derken Wach’da bu duruma işaret etmektedir.

Kısacası, Hind kast sistemi dinî inançlar temeli üzerine oturmuş bulunan bir

sosyal farklılaşma ve tabakalaşma örneğidir ve bu örnekte din, bir toplumsal farklılaşma

veya toplumsal farklılıkları meşrulaştırma fonksiyonu görmektedir (Günay, 2003, 323-

324; Kehrer, 1996, 64).

1.1.3. Feodal Sistem

Ortaçağ Avrupası’nda görülen feodal sistem de toplumsal tabakalaşmanın diğer

bir örneğini teşkil eder. Asiller, rahipler ve serflerden oluşan bu sistemde her bir grubun

hukuken tanınmış hakları görevleri ve imtiyazları vardır. Bunlar krallık tarafından

saptanan yazılı kanunlarla belirlenmektedir. En üstte krallık, monarşi ve asiller olmak

üzere, krallığa bağlı toprak sahipleri ve derebeyleri bulunur. Geleneksel tabakalaşma

sistemlerinin hepsinde görülen bir özellik olarak, hiyerarşinin en üst basamağında

toprak sahipliği sistemine paralel ancak bu sistemden ayrı olarak yer alanlar; Tanrı’nın

elçileri olarak kabul edilen din adamlarıdır. [Ortaçağda servetin üçte biri ruhban

sınıfının elinde bulunuyordu ve rahipler buralarda köylüleri toprağa bağlı köle olarak

çalıştırıyorlardı.] (Aron, 1992, 18). Son olarak ise büyük çoğunluğunu çalışan kulların

(serfs) oluşturduğu, ancak içinde bağımsız köylülerin, zanaatkârların, küçük ticaret

erbabının da bulunduğu avam tabaka gelir (Sezal, 2002, 301-302; Aslantürk & Amman,

1999, 341-342; Aron, 1992, 16).

Feodalizm’in Avrupa’nın Batı dışı halkların baskısına karşı kendisini korumak

için aldığı bir toplum biçimi olduğunu belirten Sezer, feodalizmin temelinde de belirli

toprak noktalarına yerleşmiş kalelerle korunan ufak üretim birimlerinin yer aldığını

ifade eder. Kölelik düzeninin iç çelişkilerinin feodalizmi hazırlayıcı nedenlerin doğuş

koşullarını çıkardığını kabul eden Sezer, kölelik düzeninin çıkmazlarının, mutlaka

Page 26: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

10

belirli bir tarihte Batı Avrupa’da olduğu gibi feodal bir biçimde de çözülmesini

gerektirmezdi, der. Şöyle ki Roma (Batı) üzerine yoğunlaşan barbar baskılarına karşı

kendi kişiliğini bir bütün olarak koruyamayınca kendini koruma içgüdüsüyle küçük

birimlere bölünmüştür. Siyasi güç de, barbar baskısı karşısında üretimin sürmesini

sağlayan, savunma üstünlükleri olan noktaları elinde tutan ve barbarlara karşı küçük

birimler halinde savaş imkânını ortaya çıkaran feodallerin elinde toplanmaktadır.

Serfliğin ise üretim birimleri dışında saldırılardan dolayı üretim yapamayan köylünün

savunulabilir bu alanlardaki toprağa bağlanmasıyla ortaya çıktığını görüyoruz. Serflerin

kölelerden farkı ise mülk olmakla birlikte artık mal olmamasında yatmaktadır. Bir

senyörden diğerine alınıp satılabilen serfler eğer üretici olarak devam etmek istiyorlarsa

toprağı terk edemezlerdi. Serflik zaten köleliğe benzeyen bir şekilde toprağa bağlılık

anlamına gelmektedir (Sezer, 1981, 123-125; Sprott, 2002, 90; Aslantürk & Amman,

1999, 341; Marshall, 1999, 650).

Krala karşı vergi ve asker vermekle yükümlü olan derebeyleri, kullarına toprağı

kullandırır ve onlardan belirlediği oranda vergi alır ve askerlik görevi isterdi (Sezal,

2002, 302).

Weberci terimlerle, feodalizm, geleneksel bir tahakküm tarzı bağlamında

karizmanın rutinleşmesinin bir örneğini temsil etmekteydi. Dolayısıyla iktidar, bir

fieflik sistemiyle desteklenmiş olarak patrimonyal şekilde örgütleniyor ve serflerin

toprağı işleme hakkı karşılığında lordlarına değişen oranlarda ve genellikle çok çeşitli

biçimlerde rant ödemeye zorlandıkları bir sömürü sistemine dayanıyordu. Weber’e göre,

sistemin iç dinamiğini kazandıran etken rant mücadeleleriydi (Marshall, 1999, 243).

Feodal dönemlerde özgür olmayan, bir anlamda özgür olanla karışır, ancak keyfi

bir hat çizer ve bunun üzerinden bakarsak, ya da bütün insanların yasa karşısında özgür

olduğu bir toplumu dikkate alırsak, kölelik görevlerinin varlığı veya yokluğuna değil,

kabul edilen veya hissedilen üstünlük ve aşağılık düşüncelerine dayanan bir

tabakalaşmayla karşılaşırız. Aslında eşitsizlik esas olarak ekonomik değil hukuksaldı ve

büyük servet farklılıklarına karşın, sadece gelire değil, yasal statüye dayanıyordu.

Siyasal haklar bir yana, medeni haklar bile herkes için eşit değildi ve sınıftan sınıfa

farklılık gösteriyordu. (Sprott, 2002, 90-92).

Page 27: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

11

1.1.4. Sosyal Sınıflar

Diğer tüm toplumsal tabakalanma sistemlerinden farklı olarak kişinin içinde

doğduğu mevkiyi/statüyü değiştirebilme özelliğine sahip olduğu, bunu da kendi

yetenekleri ve kazanımları ile yapabileceği için (Aron, 1992, 17) değişime ve

dinamizme en açık sistem olarak tanımlanır. Sosyal sınıf, genel olarak ekonomik

kaynaklara aynı uzaklıkta veya yakınlıkta olan, bu ortaklığında üyelerinin siyasi ve

toplumsal yaşam tarzlarını, tercihlerini belirleyen büyük bir topluluk kesiti olarak

tanımlayabiliriz (Sezal, 2002, 303).

1.1.5. Sınıf Kuramları

Toplumsal tabakalaşmanın tarihi süreç içerisinde devam eden bir eşitsizlik

örneği olduğu ve sürecin farklı bakış açılarıyla ve farklı çıkış noktaları sağlayan kültürel

dinamiklerden ve/veya ideolojik perspektiften değerlendirilmeye tabi tutulduğuna şahit

oluyoruz.

Sosyal tabakalaşmanın daima bir eşitsizlik halinin ifadesi olduğu üst tabakalara

gidildikçe insanların alt tabakalarda bulunanlara göre daha fazla hak sahibi olduğu veya

bazı haklardan daha fazla yararlandığı görülmektedir (Aron, 1992, 5).

Şurası bir gerçek ki bütün toplumlarda bazı gruplar, zenginlik, saygınlık ve güç

gibi maddi ve maddi olmayan değerli mallara sahip olma konusunda sistemli olarak

dışlanırlar (Erbaş, 2007, 131).

Basit teknoloji ve üretim sistemine sahip olan toplumlardan başlayan eşitsizliğin,

farklılaşmanın, üretim vasıtalarının alabildiğine çeşitlendiği günümüz toplumuna

uzanan tarihinde farklı boyutlar ve özellikler sergilediğine şahit olmaktayız.

Eşitsizliğin boyutlarının toplumlarda değişik ölçülerde olmasının yanında aynı

şekilde işleyişinde farklılaştığına şahit olmaktayız. Mesela bütün ortaçağ Avrupası’nı

feodal sistem içerisinde ileriye dönük olarak evrilen bir yapı içerisinde görmemiz tek

boyutlu bir bakış açısının sakıncasını taşıyorsa aynı şekilde Hint Toplumu’nun tümünü

de sadece kast sisteminin katı, geçirgen olmayan bir genellemesi içerisinde

değerlendirmemiz de mümkün olmasa gerektir. F. Braudel’in XI. İle XV. yy. arasını

sadece “Feodalizm” ile ifade etmenin yanlışlığına dikkat çekmesi ve “tek bir sistem

değil de sistemler; tek bir hiyerarşi değil, hiyerarşiler; tek bir üretim tarzı değil, üretim

tarzları; tek bir kültür değil, kültürler, bilinçlenmeler, diller, yaşama sanatları. Her şey

çoğul hale getirilmelidir” (Aslantürk & Amman, 1999, 342), sözünün önemli olduğunu

Page 28: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

12

düşünüyoruz. Özellikle de bu bakış açısının günümüzde ifade ettiği anlamın, Lenski’nin

ifadesiyle Modern sanayi toplumlarında çok boyutlu çözümlemeye duyulan gereksinime

uyarlanması, çoğulculuğu daha çok içerecektir (Poloma, 1993, 136).

Bu noktada aynı toplum içerisinde yaşayan insanlar arasındaki etkilenmeleri göz

ardı etmemekle birlikte mesela J. Wach’ın Hint kast sisteminden etkilenen

Müslümanların Hindistan’da iki tabakaya (Şerif zatlar, Ajlat zatlar) ayrıldığını

söylemesi ve bunu direk o sistemin devamı içerisinde değerlendirmesi yanlış anlamalara

meydan verebilmektedir (Wach, 1995, 270).

Genel anlamda bakış açısının önemini vurgulayan bu değerlendirmeden sonra

sınıf tartışmalarında da görüleceği gibi sınıf tanımlamalarının ve çeşitli değişkenlere

göre belirlenen sınıf yapılarının farklı bölge, deneyim ve dönem içerisinde bulunan

sosyologlar tarafından özellikle konunun ideolojik boyutdan da etkilenmesiyle

farklılıklar arz ettiğini belirtmemiz gerekir.

Modern zamanlar da, geleneksel ve değişmez kastların yerine daha esnek

zümrelerin geçtiği görülmektedir. Aslında süreç içerisinde en katı toplumsal yapılar bile

yeteneklilerden faydalanmak ister, alt kastta doğup ve gerekli becerilere sahip olanların

sistemi zorladığı görülmüştür. Genel anlamda, objektif veya sübjektif olarak sülale,

meşguliyet benzerliği, zenginlik, eğitim, yaşam biçimi, kavramlar ve duygular, tutumlar

ve davranışlar tarafından karakterize edilen sınıflar ilk önce Batı’da gelişmişlerdir

(Wach, 1995, 270).

“Sınıf” kavramı, ilk kez 19. yy’da Fransız devrimi sonrasında oluşan kargaşa

ortamında ve sanayinin ilerlemesi ile Avrupa toplumunda oluşmaya başlayan yeni

gruplaşmalar onucunda ortaya çıktı. Aslında Wallerstain’in ifadesiyle bu kavram

Yunanlılar zamanında biliniyordu ve 18. yüzyıl Avrupa toplumsal düşüncesinde ve

Fransız Devrimi’nden sonra yazılan eserlerde yeniden ortaya çıktı (Wallerstain, 2007,

141). Nitekim Marx’da, “sınıflar” kavramını ilk kez kendisinin keşfetmemiş olduğunu

ifade ederek bu kavramın ortaya atılışının Fransız tarihçisi Guizot tarafından

gerçekleştirildiğini söyler. Marx’ın çalışmalarını takip eden yıllarda, siyasal bir nitelik

taşımayan akademik sosyolojinin gelişmesiyle sınıf kavramı politik anlamından

soyutlanarak da kullanılmaya başlandı. İçerdiği sosyal bilinç ya da siyasal saflaşma

anlamından uzaklaşarak, üretim süreci içerisinde birbirine benzer roller oynayan

herhangi bir grup anlamı kazandı. Üretim sürecinde yapılan iş ya da mesleki gruplaşma,

bu süreçte alınacak konumun genel bir ölçeği haline geldi (Birnbaum, 2002, 14-15).

Page 29: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

13

Modern toplumların başlangıcında 1789 Fransız İhtilâlinin prensiplerinin

neticesi olarak hukuki sınıf ve asalet farklarının kalkması ve sanayi inkılâbının

ekonomik sonuçları sınıf ayrımının da muhtevasını değiştirmiştir.

Bu büyük değişim, sosyal ayrımdaki sertliği azaltmıştır. Ayrım belirli hukuk

kaidelerine, bir siyasi teşkilata hatta dini prensiplere dayanır olmaktan çıkınca, bizzat

ekonomik hayatın kendisi gibi daha yumuşak, daha kararsız bir özellik almış; sosyal

sınıflar arasındaki sınırlar daha belirsiz, bir sınıftan diğerine geçmek daha kolay hale

gelmiştir (Laroque, 1969, 23-25; Sezen, 1990, 26).

Aslında toplumsal sınıflar kesinlikle ekonomik işbölümünün farklılaşmasından

kaynaklanıyor ve onu pekiştiriyor olmakla beraber, iş ilişkileri gibi ekonomik ilişkilerle

direkt olarak sınırlanamaz. Sınıflar, ana babaların çocuklarını nasıl yetiştirdiklerinden

dinsel tutumlara kadar yaşamın bütün alanlarına ilişkin davranışları şekillendirir.

Toplumsal sınıf bu yönüyle işten daha kapsamlı bir şeydir. Hem resmi ve akademik

çözümlemelerde hem de popüler düşüncede on binlerce mesleğin hepsi bir sınıfa

indirgenebilir; çünkü Marx’ın belirttiği gibi “üretim araçlarıyla olan ilişki” çerçevesinde

bazıları işçi bazıları da sahip olarak ortak bir vaziyet alırlar. Yani sınıflar sadece

gözlemcinin kurguları değildir ve sınıflara ait insanlar normalde bu gerçekliğin

bilincindedir (Erbaş, 2007, 140; Öğütle & Çeğin, 2007, 20).

Genel bir gözlem olarak, yirminci yüzyıldan başlayarak Batı dünyasının belli

başlı kapitalist toplumları, asıl olarak, en dikkate değer biçimde kentsel ücretli

emekçiler ile kapitalist girişimciler arasındaki ekonomik sınıf bölünmelerine göre

örgütlemişlerdir. Toplumsal tabakalaşmanın kültürel (hayat tarzları) ve hukuksal-politik

(statü) yönleri, politik ve sosyal olarak, üretim araçlarına sahip olanlar ile emek gücü

sağlayanlar arasındaki temel bölünmeden daha az önemli olmuştur (Turner, 2001, 58).

Bu sınıf değerlendirmelerinin açtığı kuramsal farklılaşmaların toplumsal hayatın

farklı cephelerini aydınlattığını (Wallace & Wolf, 2004, 16) düşünerek kuramsal bakış

açılarına geçebiliriz.

1.1.6. Marksizm ve Çatışma Kuramı

Sınıf kavramı Marksist gelenekte esas olarak sınıf çatışması ve değişme

analizlerinin içeriğine yerleştirilmişti. Sınıf, hem sermaye ve emeğin zıt çıkarlarıyla

oluşmuş toplumsal gerilimlerin yapısal kaynaklarına, hem de bu gerilimlerle

eklemlenen toplumsal kategorilere (bilinçlilik ve örgütlenmenin değişen oranlarına)

Page 30: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

14

işaret eder. (Erbaş, 2007, 36). Marx’a göre sınıf, hangi cemiyette olursa olsun, mertebeli

olarak mevcut bulunan grupları ifade eder ve sosyal sınıfların kaynağı da istihsal

organizasyonunda bulunabilir. Ayrıca bu sosyal sınıf kendi şuuruna varır, diğer sosyal

gruplarla münasebetinde ve onlarla mücadele içinde kendi birliğini fark eder. Marx’ın

doktrininin ikinci cephesi ise tarih felsefesidir; merkezinde sınıf kavramı bulunan bu

felsefeye göre her cemiyet, istihsal vasıtalarına sahip olan, siyasi hâkimiyeti elinde

bulunduran ve diğerlerini istismar eden bir hâkim sınıfa sahiptir. Sonuçta kapitalist

cemiyet geliştiği ölçüde çeşitli sosyal guruplar iki esas sınıf etrafında kutuplaşırsa,

burjuvazi ile proleterya arasında mücadele olacaktır ve bütün iş bu iki gruptan birini

tercih etme meselesinden ibarettir (Aron, 1992, 51-68).

Marx insanlık tarihinin sınıf mücadeleleri tarihinden ibaret bulunduğunu söyler

(Fındıkoğlu, 1975, 71, 379). Her cemiyet üretim güçleri ve üretim ilişkilerinin neticesi

olarak ortaya çıkan sınıflar halinde organize olmuştur (Aron, 1992, 7-50; Wallace &

Wolf, 2004, 97; Aron, 1994, 109; Türkdoğan, 2004, 399). Yalnız sınıf, hiçbir zaman tek

bir homojen birlik değil, tam tersine, benzer bir işlevi, değerleri, özlemleri ve çıkarları

paylaşan bir gruplar yani fraksiyonlar kümesidir (Swingewood, 1998, 112). Aslında

Marx, sınıfı daha genel anlamda ekonomik olarak, mülkiyet ile olan ilişkileri birbirine

benzeyen insanlardan oluşan ve bu açıdan da ya mülk sahibi olmayan ya da aynı mülk

tipine sahip olan insanlar olarak tarif etmektedir (Wallace & Wolf, 2004, 97-98; Aron,

1992, 8).

Marx 1946’da yazdığı Alman İdeolojisi’nde insanlık tarihini ifade ettiğimiz

bağlamda kapsayan dört ayrı toplum biçimini saptamıştı, ilkel komünizm, antik ya da

köleci toplum, feodalizm ve kapitalizm. Marx, bu toplum biçimlerinin birbirlerini ne

şekilde izlediklerini de araştırmıştır ve her toplum biçiminde, mülkiyete egemen olan

ideolojilerin üretici güçlerin gelişmesine dayattığı sınırlamalar yüzünden yavaş yavaş

bir takım çelişkiler ortaya çıktığına dikkat çekmiştir. Bu çelişkiler tüm toplumlarda

(komünist toplum hariç) işbölümü örgütlenmesiyle yaratılan sınıflar arasında ortaya

çıkan artı değer -Bir ürün üretilirken onun üretiminde yer alan bütün öğelerin payı

çıkarıldıktan sonra geriye kalan şeydir (Ozankaya, 1976, 135). Artı değer olanağını ise,

işçinin kendini geçindirme değerinin(zaruri emek) normal şartlarda, çalışılan saat

toplamından daha fazla zamanda üretilmesi gerekliliğidir (Marshall, 1999, 184). Marx

mülkiyet esasına dayalı olarak kapitalist toplumları da burjuvazi ve proleterya olarak

tanımladığı iki sınıflı bir toplum modeli içerisinde düşünerek insanlığın esas tabiatını

gerçekleştireceği bir komünist ütopyaya doğru evrimleştiği bir tarih kuramı

Page 31: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

15

geliştirmiştir (Marshall, 1999, 478; Swingewood, 1998, 109-110; Wallace & Wolf,

2004, 94-185).

Marx’ın sınıf kuramı, görüldüğü gibi, yalnızca toplumsal yapı kuramı değil aynı

zamanda da değişim kuramıdır (Wallace & Wolf, 2004, 97). Nitekim Marx’ın kapitalist

toplumlar için “sermayenin büyümesi ve proleteryadaki artış aynı sürecin –zıt olsa bile-

birbirine bağlı sonuçları olarak görünmektedir” (Munck, 1995, 53) ifadesi de sürecin

devam ettiğine ve işçi sınıfının oluşumuna dair belirlemesine işaret olarak görülebilir.

Marx bir sosyal sınıftan bahsedebilmek için ifade edilen hususların haricinde

kendi birliklerinin şuuruna vararak kendisini diğer sınıflara karşı yürüteceği bir

mücadele alanında gören bir anlayışın olması gerektiğini savunur (Aron, 1992, 52-53).

Herhangi bir sosyal kategorinin sınıf sayılabilmesi için bu kategorideki

insanların sadece üretim vasıtaları bakımından aynı durumda bulunması (objektif sınıf

mevkii) yetmez, aynı zamanda bu grubun kendini başka gruplardan ayrı tutması ve

onlarla zıt menfaat ilişkileri içinde olduğunu bilmesi (sübjektif sınıf şuuru) da gerekir

(Aron,1992, 8).

Burada ifade edilen kendinde sınıf ile kendisi için sınıf ayrımı, Marksist

literatürdeki diğer adıyla sınıf yapısı ile sınıf oluşumu arasındaki ayrıma tekabül

etmektedir. Bu hususta Wright şunu ifade eder: ”Klasik Marksizm’de genel olarak sınıf

yapısı ile sınıf oluşumu arasındaki ilişkinin görece sorunsuz olduğu düşünüldü. Bilhassa

işçi sınıfı analizinde, yapısal olarak tanımlanan proleterya ile mücadele içindeki kolektif

bir aktör olarak proleterya arasında birebir ilişki olduğu varsayıldı çoğu zaman. İşçi

sınıfının kendinde sınıftan (yapısal olarak belirlenmiş sınıftan) kendisi için sınıfa

(kolektif mücadeleye girişmiş sınıfa) dönüşmesi, pürüzsüz ve sorunsuz bir süreç

olmayabilecekse de kaçınılmaz bir süreçti.”

Bu belirlenimciliğe karşı çıkan Wright: ”Sınıf yapısı, tek bir sınıf oluşumu

modeli doğurmaz; daha ziyade o, farklı türlerdeki sınıf oluşumlarına temel olan

olasılıkları belirler” der (Wright, 1998, 29).

Sonuçta Marx’a göre; kendisi için olan sınıf, devrimci bir parti olarak politik

örgütlenmesini gerçekleştirerek kapitalist sistemin çöküşüne yol açacaktı. Görüldüğü

gibi Marx, sınıf ilişkilerinin kültürel, ideolojik ve eğitsel özelliklerinin önemini kabul

etmekle birlikte, kapitalist toplumun ekonomik örgütlenmesine ve sınıfların ekonomik

açıdan tanımlanmasına özel bir önem atfetmiştir. Bu noktada da Marx, genelde, sınıf

içindeki statü farklılaşmalarını önemsiz, geçici ya da ekonomik açıdan üretilmiş olarak

ele aldı (Turner, 2001, 64).

Page 32: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

16

Hâlbuki günümüzde emek genel kategorisinin, emek hizmetlerini satanların

piyasa durumlarındaki değişmeleri ve sahip oldukları yaşam fırsatlarını yansıtamayacak

kadar geniş kapsamlı olduğunu görmekteyiz. Sınıf çatışmasının merkezkaç güçlerinin

bütün ara tabakaları ya bir tarafa ya da diğerine itmesiyle burjuvazi ile proleterya

arasındaki boşluğun giderek daralması durumu ortaya çıkmamaktadır.

Ayrıca diğer açıdan modern korporasyonların ortaya çıkışı ve mülkiyet ile

denetimin birbirinden ayrılışından sonra artık ayrı bir kapitalist girişimciler sınıfının

varolmadığı şeklinde görüşlerde vardır. Bu gelişmenin kendisi –en iyi Burnham ve

Dahrendorf’un yapıtlarında ortaya konduğu gibi- sınıf egemenliğinin temel gerçeği

olarak mülkiyet haklarının alınmasına karşı menajeryel (yönetsel) otoriteyi çıkaran

çeşitli kuramların üretilmesine esin kaynağı oldu (Bottomore & Nisbet, 2002, 601).

Marksist çatışma kuramına yöneltilen eleştirilerin özellikle işçi sınıfının

günümüzde aldığı konumlanmaya yönelik olmasının yanında Marksist felsefenin işçi

sınıfına biçtiği kıymet hükümlerine yönelik olduğunu da görüyoruz.

Marx’ın özellikle Hegel’in felsefesinden yola çıkarak ekonomik merkezli

uyarlaması olan yabancılaşma kavramı da sosyolojisinde değerlendirilmeye değer.

Yabancılaşma kapitalizmin toplumsal ve iktisadi düzenlemelerine içkin olan nesnel bir

durumdur (Marshall, 1999, 798). Şöyle ki; Marx, sınıf toplumunun sömürü ve yapay

bilinçliliği beslemekten başka, bu toplumun ekonomik hayatının yapısının

yabancılaşmayı yarattığına inanır. İş bölümü, özel mülkiyet kurumu ve ticari ilişkilerin

bütün nakit para bağlantıları, insanları yalnız ürettiklerine ve üretim işine karşı değil,

kendilerine ve arkadaşlarına karşı da yabancılaştırır (Wallace & Wolf, 2004, 104;

Kızılçelik, 1994, 307-308).

Emek gücü insanlığı -“tür olma”yı- tanımlar; bu şekilde ihtiyaçların karşılanması

insanların yetilerini ve potansiyelini geliştirir. Fakat üretimin tüm biçimleri

“nesneleşme”yle sonuçlanır ve insanlar bu süreçte, kendi yaratıcı yeteneklerinin somut

ürünleri olan, ancak yaratıcılarından fiilen ayrılmaya başlayan malları imal ederler.

Yabancılaşma, işte insanlığın türsel varlığıyla nesneleşmesinin kapitalizmde büründüğü

çarpık biçimidir (Marshall, 1999, 798). Görüldüğü gibi; emeğin kendisi gibi, emeğin

yabancılaşması da, Marx için, sadece düşünsel ya da tinsel alanda değil, insanın fiziksel

varoluş ve maddi üretim dünyasında yer alan bir süreçtir. “Yabancılaşmış emek”, bazı

insanlara başkalarının zorladıkları bir çalışma, özgür yaratıcı etkinliğe karşıt olarak

“zoraki emek”tir; ayrıca, işçi tarafından onunla üretilenlere, başkalarınca, yani “üretim

sisteminin efendileri”nce el konulan emek türüdür (Bottomore & Nisbet, 2002, 131).

Page 33: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

17

Marksist çatışma kuramında işçi sınıfı ise bu noktada “insanlığı yitirtiyor olma”nın

bilincindedir ve bu sorunun üstesinden gelmenin yollarını arayan tek sınıftır. İşçi sınıfı,

deyim yerindeyse, meta’nın kendine yabancılaşmasıdır, fakat kendine yabancılaşarak

bir eleştirel devrimci bilinç, bir sınıf bilinci geliştirir (Löwith, 1999, 161).

Bottomore tarafından aktarılan Marx’ın şu sözüyle çatışma kuramının temel

bakış açısının alt yapı ve üst yapı bağlamında cereyan ettiğini ve sonucun ise kaçınılmaz

bir sonuç gibi sunulduğunu görüyoruz. Öyle ki kuramın insana bakış açısı da,

gördüğümüz gibi, insanın kurtuluşu, yabancılaşma gibi hümanist kavramların bu

düzlemde ifade edilen yorumlarında bilinçli insan öznesini özellikle kitlesel katılımlı bir

varlık anlayışıyla kendisine dayanak yapıyor. “Yaptıkları toplumsal üretimde insanlar

kaçınılmaz ve iradelerinden bağımsız belirli ilişkilere girerler: Bu üretim ilişkileri,

onların maddi üretim güçlerinin gelişmesinin belirli bir aşamasına karşılıktır. Bu üretim

ilişkilerinin tümü, toplumun ekonomik yapısını, yani belirli toplumsal bilinç

biçimlerinin karşılık olduğu ve yasal ve siyasal üst yapıların yükseldiği gerçek temeli

oluşturur. Maddi yaşamın üretim tarzı, yaşamın toplumsal, yasal ve tinsel süreçlerinin

genel niteliğini belirler… Gelişmelerinin belirli bir aşamasında, toplumdaki maddi

üretim güçleri varolan üretim ilişkileriyle ya da –aynı şeyin yasa diliyle anlatımından

başka bir şey olamayan- o zamana dek içinde işledikleri mülkiyet ilişkileriyle

çatışırlar… O zaman bir toplumsal devrim dönemi başlar” (Bottomore & Nisbet, 2002,

132). Bu toplumsal devrim döneminin mantığı işçi sınıfının insanında kendisini gösterir.

Çünkü ücretli işçi, iş gücünü satan ve kahramanlaştıran ve böylece de kişiselleştirilmiş

bir meta olmasıyla burjuva toplumunun anatomisi haline gelir. Sonuçta savunacağı özel

bir çıkarı olmayan evrensel bir katman olarak, işçi sınıfının kendini özgürleştirmesiyle,

özel kapitalist ekonomi ve özel mülkiyetle birlikte, insan varoluşunun niteliklerinin

temel öğelerini oluşturan özel tarz da sona ermektedir. Bu sorun, evrensel insan

topluluğunda, tüm üyelerin katıldığı toplumsal ekonomi ve toplumsal mülkiyetle aşılır.

Burjuva bireyinin saf bağımsızlığı, yerel toplumun en küçük formlar topluluğu, ya da

bireyler arasındaki dolaysız ilişkiler olmayan, ama kamu yaşamının topluluğu

durumunda olan toplumun en ileri aşamada sahip olduğu olumlu özgürlükle yer

değiştirir (Löwith, 1999, 163).

Genel anlamda Marx’ın bu çözümlemelerine eleştiriler gelmiştir. Marx dinin

felsefi eleştirisini üstlenir, sonra politik eleştirisini daha sonra da felsefeyi, politikayı ve

tüm diğer ideolojileri. Tabi ki onun bu eleştirilerinde temel çıkış noktasının ekonomi

oluşu birçok açıdan dinin ve farklı birçok ideolojinin insana bakış açısını

Page 34: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

18

yaralamaktadır. Ama sosyolojinin içerisinde kuramsal bir bakış açısı olarak görülen

Marksizm’in özellikle işçi sınıfını içerisine soktuğu tarihi bir etken unsur anlayışıyla

belirlenen yapısıyla mücadele meydanı birçok düzlemde taraftar bulmuştur. Dini açıdan

soyutlanan işçi sınıfı kendisine verilen ve Marx’ta ifadesini bulan ideoloji tarafından

desteklenmeye devam etmekle birlikte özellikle Marx’ın kendi döneminde zamanının

ruhunu aksettiren bir yapılanmayı günümüzde pek mümkün görmemekteyiz. Kuramsal

açıdan işçi sınıfının tarihî konumunu aksettirmekle birlikte özellikle temelde insan

öngörüsünden başlayarak dine biçtiği rol haksız bir durum arz etmektedir. İşçi sınıfının

toplumsal konumunu iyileştirmeye yönelik olarak yaptığı ezenler ve ezilenler

bağlamındaki mücadele vurgusu sadece ekonomik bir çıkış noktasıyla sağlanmamalıydı.

Ayrıca kültürü ve ideolojiyi ekonomik altyapının bir yansıması olarak gören Marx’a

karşın çağdaş toplumbilimciler genellikle üst yapının kendi başına aynı önemde

olduğunu düşünürler. Nitekim Avrupa’da ki birçok Yeni-Marx’çı da, kültürel

faktörlerin, sınıf eşitsizliğini sürdürmekte ve gizil olarak devrimsel değişimi yaratmakta

bağımsız bir rol oynadığına inanmaktadırlar (Wallace & Wolf, 2004, 105; Hamilton,

2001, 95-97). Diğer açıdan Marx’ın sınıf mücadelelerinin sonucunu bir kâhin gibi

belirlemesi de önemlidir. Aron’un da ifade ettiği gibi bu gerçekleşmemiştir. Özellikle

Rusya uygulaması bunun örneğini oluşturmaktadır (Aron, 1997).

Toplumun bir yüzü çatışma diğeri ise işbirliği olan bir madalyona benzeten

Dahrendorf ise, Marx’ı reddederken, ondokuzuncu yüzyıldan bu yana sanayi

toplumlarında ortaya çıkan değişmelerden kimini ele alır. İlk olarak sermayenin

ayrışması yani, üretim araçlarının mülkiyeti ve onlar üzerindeki kontrolün aynı

bireylerde olmayışı, sermayenin mülkiyetini ve kontrolünü elinde tutan burjuvazinin

belirlenmesini zorlaştırmaktadır. İkinci olarak emeğin parçalanması yani, proleteryanın

homojen olmayışı, sınıfsal bir devrimin gerçekleşmesine engel olmaktadır. Son olarak

ta yeni orta sınıfın ortaya çıkışı da öngörüldüğü gibi onları proleteryaya yaklaştırmamış

aksine ayrıştırmıştır. Bu noktada Dahrendorf toplumsal eşitliğin yaygınlaşması ve

toplumsal hareketliliğin artışının çağdaş kapitalist toplumlarda devrimlerin

mayalanmasına engel olduğu görüşündedir.

Dahrendorf sınıfların ortaya çıkmasında hükmetme ve hükmedilmenin ortaya

çıkardığı otorite ilişkilerinden bahseder ve sınıf yapısının da üretim araçlarını

mülkiyetinden daha çok otoriteye dayandığını söyler. Sonuçta çabalar toplumsal

çatışmayı bastırmak yerine, onu etkin bir kurumsallaştırma sayesinde düzenleme

yönünde yoğunlaştırılmalıdır. Çünkü Dahrendorf’a göre de çatışma toplumdan

Page 35: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

19

silinemez ve toplumsal yapının değişimi ve gelişimi için işlevseldir. Önemli olan

çatışmanın, bastırılmak yerine etkin bir kurumsallaştırma ile düzenlenmesidir (Poloma,

1993, 116-126; Aslantürk & Amman, 1999, 343).

1.1.7. Max Weber ve Uzlaşma Teorisi

Tek yanlı nedensellik ilkesini benimseyen Marksizm’e karşı, çeşitli ekonomi

olaylarıyla diğer toplumsal olaylar arasındaki ilişkilerin çok daha karmaşık olduğunu

gösteren Weber, gerçeğin bir öğesinin, gerçeğin öteki yönlerinin onlardan etkilenmeden

belirleyicisi olarak değerlendirilmesini reddeder. Bu nokta da Weber, ilk olarak bilimsel

nedenlerle Marksizm’e karşı çıkar; “sıkı ekonomik indirgemecilik, bizatihi ekonomik

olgu konusunda bile hiçbir açıdan sorunu kavramaya yetmez” (Freund, 2002, 187-188).

Açıkçası Weber’in özellikle “Kapitalizmin Ruhu ve Protestan Ahlakı” adlı eseri Parsons

tarafından Marksizm karşısında bir kontratak olarak yorumlanmıştır. Weber’in bu

konuda Marksizm’in tarihsel yapıdaki maddi unsurların anlaşılmasına katkıda

bulunduğunu da belirtmeliyiz (Weber, 1964, XX).

Max Weber, sosyolojik ve ekonomik materyalizmin tek yanlı peşin

tasavvurlarına karşı duranların ilki olmuş ve o, “bir dini tutumun karakteristik

özelliğinin, sadece bir sosyal tabakanın tasviri olarak tezahür eden toplumsal

durumunun fonksiyonu olabileceği ve buna göre bu tutumun yalnızca onun “ideolojik”

anlatımı veya maddi ve manevi menfaatlerinin yansıması olacağı” şeklindeki bir

açıklamayı şiddetle reddetmiştir (Wach, 1995, 35).

Weber’in, Marx’tan farklı olarak tarihî materyalizmi reddetmeye ve dinlerin,

altyapısı üretim ilişkileri tarafından belirlenmiş bir toplumun üstyapısı olduğunu

belirtmek yerine ekonomik davranışı dinlerle açıklamaya çalıştığı söylenmiştir

(Hamilton, 2001, 164-165). Marksist söylemde, ekonomi doğrudan doğruya bir üst yapı

kurumu olan inancı biçimlendirmektedir. Marx insandaki psiko-spiritüel güdüleri de

üretim ilişkilerinin etkisine bağlı ele aldığından, her türlü “ideal”, spiritüel verileri

somut yaşam ilişkileriyle açıkladığından, önsel olarak inanç boyutunu reddetmektedir

(Karagöz, 2003, 193-194). İnsan hayatını düzenlemeyi, insan hayatı da toplumsal

düzlemde cereyan ettiği için toplumsal hayatı dönüştürmeyi, toplumsal hayatta doğa

örgüsü içerisinde gerçekleştiği için doğaya çeki düzen vermeyi amaçlayan Marksist

söylem toplumun yapısını yalnızca kısmen özerk sayması –ayrıca kısmen insanın doğal

çevresiyle, daha doğrusu maddi çevresiyle değişen ilişkisinin sonucu olarak görmesi-

Page 36: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

20

nedeniyle dinsel inancın mevcut yapısını bireylerle gruplar arasında yapılanmış bir

ilişkinin doğrudan bir yansıması olarak görmez, fakat spesifik etkileşim sürecinden

doğmuş olarak görür. İnsanın çevreyle ilişkisi öyle bir şeydir ki, onu kendi

ihtiyaçlarının hizmetine sokma çabası belirli grup yapıları –özellikle ekonomik üretime

dayanan yapıları- yaratır. Dolayısıyla dinin ortaya çıktığı şartları yaratan da üretim

sürecinin doğası ve üretim sürecine katılan başlıca gruplar (Sosyo-ekonomik sınıflar)

arasındaki ilişkilerdir. Sosyalizm öncesi bir toplumda insanlar kendi üretimlerinin hem

araçlarına hem de sonuçlarına oldukları gibi birbirlerine de yabancı bir ilişkide dururlar.

Böylesine yaygın bir yabancılaşma içinde dinsel inançlar ve pratikler yükselmeye

devam eder. Bunlar, insanın kaderi üzerindeki denetim eksikliğinden kaynaklanan genel

duyguyu karşılarlar; dinin sürmesi de hem geniş kapsamlı yabancılaşmanın bir işaretidir

hem de toplumsal yapıdaki dengesizlikler ve eşitsizliklerin devam etmesini sağlayan bir

“afyon”dur.

Görüldüğü gibi Marksistler dini, insanın teorik olarak yetkin olduğu

toplumsallıktan mahrum olduğu kabul edilen bir durumda bir telafi mekanizması olarak

görürler. Böylece din, insanları Marksistin yetersiz saydığı ilişkiler etrafında

bütünleştirir. Sonuçta dinin zorunlu bulunması ölçüsünce, insanın tamamlanmamış

olduğu ve insan ilişkilerinin toplumsallığının da yetersiz olacağı iddia edilmiştir

(Robertson, 1996, 127-128).

Weber, dinin kültürel sistemler içinde “yaratıcı yenilik“ kaynağı olabileceği

koşulları göstermiştir. Nitekim Weber, çeşitli toplumlardaki insan davranışlarının bu

insanların varoluş konusundaki genel anlayışları çerçevesinde anlaşılabilir olduğunu;

dinsel dogmaların ve bunların yorumlarının dünyanın bu görüşünün ayrılmaz parçası

olduğunu, bireylerin ve grupların davranışlarını ve özellikle ekonomik davranışlarını

anlamak için bunları anlamak gerektiğini kanıtlamak istemiştir. Öte yandan Max

Weber, dinsel anlayışların ekonomik davranışların gerçekten bir belirleyicisi olduğunu

ve bu bakımdan toplumların ekonomik değişimlerinin nedenlerinden biri olduğunu

göstermek istemiştir (Aron, 1994, 359, 367).

Aslında Weber, Marx’ın insan davranışının arkasında, bilinmese bile, çok zaman

ekonomik çıkarlar olduğu görüşüne karşı değildir. Ancak, ekonomik nitelikleri

toplumsal yapının ve insanın hayattaki şanslarının tek ve en önemli belirleyici etkeni

olarak tanımlamasında Marx’ın yanıldığına inanır. Ona göre, insanın dini, eğitimi ya da

politik grubu, onun için bir başarı ve erk kaynağı olabilir.

Page 37: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

21

Ayrıca rasyonel bürokrasi kavramını Marx’ın “sınıf mücadelesi” kavramının

karşısına diken Weber, Marx’ın sınıf kategorisine dayanacak yerde, hepsi de insanların

hayatında az çok önemli olan, topluluk örgütlenmesinde ve çatışmada odak noktası

olarak hizmet gören “sınıflar, statü grupları ve partiler” arasında ayrım yapmıştır.

Weber bir sınıf ile Marx’ın tanımına göre, ister mülkiyet ya da pazarlanabilen beceriler

olsun, ekonomik hayatta aynı mevkiyi paylaşan insanları kastetmektedir. Bir parti,

“hukuken birleşmiş bir topluluk içerisinde, aktif üyelerine ideal veya maddi faydalar

temin için liderlerine güç sağlamak üzere” var olan bir topluluktur. Son olarak,

Weber’in “bir kimsenin bulunduğu yer” (stande) terimi karşılığında tercümede

kullanılan statü grupları, ekonomik mevkilerine göre değil, genellikle ortak bir eğitime

sahip olarak paylaştıkları hayat biçimi veya tevarüs edilmiş olan aristokrasi gibi doğuma

ve aileye bağlı saygınlığa dayalıdır (Wallace & Wolf, 2004, 88).

Genel olarak Weber’in bütün nedensel düşüncesi olasılık ya da şans terimleriyle

açıklanır. Çünkü sosyolojinin nedensel ilişkilerini kısmi ve olası ilişkiler olarak anlar.

Şöyle ki gerçeğin belirli bir parçası, bir başka parçayı olası ya da kuşkulu kılar. Din

konusunda bile, dinin toplumsal süreç içerisinde başka şeylere indirgenemeyen

bağımsız bir değişken olup olmaması değil, yaygın toplumsal norm sisteminin dinî ve

ekonomik unsurlarının tesir sahalarını önemli görmüştür (Aron, 1994, 359,367; Kehrer,

1996, 75).

Weber, sınıfın toplumsal değişimle tarihsel bir ilişki içinde olduğu görüşünü de

(toplumsal gelişmenin tarihsel açıdan zorunlu nesnel yasaları bulunduğu anlayışını)

benimsemiyordu. Dolayısıyla bilincin yapısı, kesinlikle, şimdiki zamanda, ampirik

piyasa koşulları içinde şekillenmişti ve Weber’in sosyolojisinin “kendisi için sınıf”

(kendi tarihsel çıkarlarının tamamen bilincinde olan sınıf) gibi nosyonlara aldırış

etmediği apaçıktı (Swingewood, 1998, 221).

1.1.8. Emile Durkheim ve Toplumsal İşbölümü

“İnsani tutkular, sadece saygı duydukları manevi bir güç önünde dururlar. Bu tür

bir otorite olmayınca en kuvvetlinin sözü geçer ve gizli ya da açık savaş durumu

zorunlu olarak sürüp gider… Ekonomik işlevler bir zamanlar ikinci derecede rol

oynarken şimdi birinci sıradadırlar. Askeri, idari, dinî işlevlerin önemleri onların

yanında giderek azalmaktadır. Sadece bilimsel işlevler önem konusunda onlarla

yarışacak durumdadır. Ancak bugün bilim de uygulamaya, yani büyük ölçüde ekonomik

Page 38: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

22

uğraşlara hizmet edebildiği ölçüde saygınlık sahibidir. Bu yüzden toplumlarımızın esas

olarak sanayi toplumu olduğu ya da olacağı hiç de nedensiz olmadan söylenebilmiştir.

Toplumsal hayatın bütününde böyle bir yer tutan bir etkinlik biçimindeki düzensizlik

elbette çok derin sorunlar yaratır. Genel bir moral bozukluğunun kaynağı özellikle

budur” (Aron, 1994, 225). Toplumsal işbölümü kitabına bu önsözle başlayan Durkheim,

evrenselleştirici ahlaki normların toplumsal gerçekliği ifade eden ana unsurlar olduğunu

belirleyerek özellikle de toplumsal ve kültürel yaşamın ekonomik güçlerin basit

türevlerini oluşturduğu, toplumsal değişimin maddi koşulların otomatik ürünü olduğu

doğrultusundaki Marksist teze karşıt olarak, “Başlangıçta her şey dinseldir” diye

yazıyordu. Nitekim toplumsal yaşam bunu aşan bir şeydir; dinsel değerler ve fikirler

üstünde yükselen evrensel ön kabullerden oluşan bir ahlaki yapıdır (Swingewood, 1998,

139). Öyle ki dinin tözünü, kökenini bireysel imanda, inançta veya bir tanrıyla olan

bağlantıda bulmayan Durkheim, dini –yani kutsal olanı- toplumdan ayrı düşünmemekte

ve aynı şekilde toplumu dinin diğer yüzü olarak görmektedir (Nisbet, 2002, 126-127).

Sanayi toplumunu ifade ettiğimiz anlayıştan yoksun gören Durkheim’in onda

mevcut olan derin sorunların çözümünde kendi sosyolojik yöntemini çıkış noktası

olarak benimsemesini, toplumsal işbölümünde ortaya koyacağımız temel amacını

göstermesi bakımından da önemsemekteyiz. Metodolojik olarak baktığımızda,

toplumsal süreci yorumlama da tarihsel metodun ince ince işlenerek belli bir kuramsal

amaca binaen yorumlanmasının işbölümü çözümlemelerinde de mevcut olduğu

görülmektedir. Nitekim daha baştan ifade etmek gerekirse Durkheim, işbölümünün

“gerçek” işlevinin “iki ya da daha fazla insan arasında bir dayanışma duygusu

yaratmak” olduğunu söyler (Swingewood, 1998, 140).

Daha açık bir ifadeyle Durkheim’de toplumsal dünya, ahlaki bir varlık olarak

görülmekte ve bu dünyanın yapısı, örgütlenmesi akılcı düşünceyle kavranabilmektedir.

Durkheim’in bu düşüncesi Dinsel Yaşamın İlkel Biçimleri adlı eserinde

belirginleşmektedir. Orada ki anlayış toplumun kendi kendini yeniden doğurduğu,

dönemsel toplumsal kaynaşmaların, yoğun toplumsal etkileşim esnasında kutsal-olanı

kendiliğinden yeniden yarattığı ve böylece toplumsal örgütlenmeyi yeniden inşa ettiği

şeklindedir.

Aslında Durkheim’in amacına dönük olarak baktığımızda bu düşüncesini daha

açık ve net bir biçimde de ifade ettiğini görmekteyiz. Şöyle ki, toplumsal yaşamın iki zıt

eylem biçiminin olduğunu öne sürmektedir: Ekonomik yaşam ve dinî yaşam. Ekonomik

yaşam donuk ve tek düzedir; “genel olarak orta derecede bir yoğunluğu vardır” ve

Page 39: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

23

toplumsal cemaate güç uygularlar. Merkezden uzak bir yaşamın tekdüze, soluk ve

donuk hale gelmesine yol açan törensel ve dramatik bir nedenle bir araya gelen

cemaatin doğurduğu dinî yaşam tamamen farklı türden bir duygudur, Bu bir festivaldir,

bir coşkunluk dönemidir. Uyarma yönündeki kollektif duygular taşkınlığa varıp

yücelirler; içinde yaşadığımız dünya olağanüstü bir dünyaya dönüşür ve burada

bireylerarası sınırlar ortadan kalkar, dayanışma giderek güçlenir ve bu süreç içinde

birbiriyle çelişen davranışlar bile meydana gelebilir (Durkheim, 2005, 262; Tiryakian,

2002, 233).

Durkheim ekonomik etkinliği sanayi toplumu olan çağdaş toplumların özelliği

olarak düşünür. Anlaşılan o ki ekonominin örgütlenmesi toplumun bütünü üzerinde

kesin bir etki yapmalıdır. Ama toplumsal istikrarın koşulu olan istem birliği, bireysel

çıkarların rekabeti ya da bu çıkarlar arasında önceden uyum sağlamakla yaratılamaz.

Toplum da ekonomik öznelerin sözde akılcı davranışları ile açıklanamaz.

Toplumsal sorun önce ekonomik sorun değildir; özellikle düşünce birliği yani

çatışmaları yatıştıran, bencillikleri frenleyen ve barışı koruyan bireylerde ortak duygular

sorunudur. Söz konusu olan bireyi topluluğun bir üyesi yapmak, toplu yaşam için

zorunlu olan ödevler, yasaklar ve zorunluluklara saygıyı kafasına iyice yerleştirmektir.

Eskiden bütün toplumlarda ekonomik işlevler maddi ve manevi güçlere bağlıydı.

Maddi güçlerin özü, askeri ya da feodal, manevi güçlerin ise dinseldir. Bugün çağdaş

sanayi toplumlarında ekonomik işlevler kendi kendilerine bırakılmışlardır, ne

düzenlenirler, ne de ahlaka uygunluk bakımından yükseltilirler. Bu noktada özellikle

eski güçlerin ekonomik işlevlerin gerekli düzenlemelerine uyum sağlayamadığını

görünce, bu ekonomik işlevlerin kendi kendilerine bırakılmaları gerektiğini ve bunların

bir güce bağımlı olmaya gereksinimleri olmadığını düşünenlerin yanıldığını belirleyen

Durkheim, ekonomik işlevlerin bir güce, hem siyasal hem de ahlakî olması gereken bir

güce bağlı olmaya gereksinimleri olduğunu göstermeye çalışır (Aron, 1994, 262-267).

Görüleceği üzere ekonomik etkinliklerde ortaya çıkan anarşik durumun veya

toplumsal anomi şeklinde ifade edilen çözülmelerin ve kargaşanın temelinde özellikle

günümüz sanayi toplumlarının yeni bir sosyolojik değerlendirmeye tabi tutularak ortaya

konulan çözümlerin ancak ahlaki boyutta gerçekleşmesiyle toplumsal hayatın düzeninin

sağlanacağına olan inanç her zaman vurgulanmaktadır.

Durkheim’in toplumsal dayanışma bağlamında incelediği işbölümünün temel

amacının bu sonuçta görülebileceğini belirterek devam edebiliriz.

Page 40: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

24

Nitekim Durkheim’e göre işbölümünün asıl etkisi onun ahlaki sonuçlarında

görülür; yani, bireysel egoizmi, acımasızlığı ve yetkiyi kısıtlaması gereken toplumun

temeldeki dayanışması üzerinde yaptığı etkidir (Marshall, 2003, 357; Swingewood,

1998, 140).

Diğer açıdan ise, bireyin toplumla ilişkisinde bireyin ve toplumun konumunun

bilimsel açıdan izahının spekülatif yollardan ayrılmasına dair yapılan bir çözümlemenin

özellikle toplumsal farklılaşmanın işçi sınıfı bağlamında ortaya çıkardığı işçi ve

toplumsal konumuna dair yapılan hem bireysel hem de sınıfsal konum dayatmalarına

karşılık olarak ortaya konulmaya çalışılan farklı bir sosyolojik perspektifin işlevsel

olabileceğini görmekteyiz.

Özellikle Durkheim’in temel çıkış noktalarından birisi şudur ki; bireyciliğin

yüce yasa haline geldiği bir toplumda ortak bilince yeterince geniş bir içerik ve yeterli

bir otorite verilmesi noktasıdır. Bu amacını özellikle işbölümü çözümlemesinde ortaya

koyduğu dayanışma halindeki bir toplumun sonuçta olabileceği durum hakkındaki

öngörülerinde ifade edilmektedir. Çünkü özellikle “sivil din” anlayışında da

vurgulamak istediği ana noktanın ulaşılan toplumsal süreçte toplum bütünlüğünün yeni

bir hayat anlayışıyla sağlanması çabaları öne çıkmaktadır. Bu bağlamda toplumsal

hayatın yeni görünümleri geleneksel birlikteliği yıkmadan ama mevcut durumda

çözülmeye yol açan ahlakî buhranlara sürüklenmeden nasıl aşılacaktır. Veya toplumsal

hayatın fotoğrafı hangi bakış açısıyla çekilecektir ki bu bakış açısı bilimsellikten ilham

alan akılcılıkla ortaya konulmalı ki, kollektif hayatın parçası olan bireyler yukarıda da

ifade edildiği gibi bilime gereken önemi veren ve çözümlemelerinde birincil sıraya

yerleştiren bir anlayışa ulaşmışlardır. Zaten yukarıda ifade ettiğimiz gibi işbölümünün

asıl işlevine olan vurguyu kitabının sonunda görmekteyiz. Durkheim kitabını: “Kısacası

büyük bir değişikliğe uğrayan toplumların ahlakı henüz tam olarak kurulamamıştır.

Ruhlarımızı derin bir boşluk sarmaktadır. Bu durum karşısında bizlere düşen ödev, bu

yeni ahlakın yönünü belirtmektir. Biz de zaten bunu denedik” (Kösemihal, 2002, 185).

Bu noktayı vurguladıktan sonra işbölümünün başlangıçtan günümüze hangi toplumsal

tiplere tekabül ettiğine ve nasıl bir yapı ortaya koyduğuna bakabiliriz.

Öncelikle Durkheim işbölümü bağlamında ifade etmemiz gereken toplumsal

dayanışmayı iki farklı sosyal tipte incelemektedir. İlk tip, geçmişteki toplumlar siyasal

örgütlenmeden yoksun olan “biçimsiz” toplumlardır ve oradan oraya gezinen akraba

topluluklarından kentlerde yaşayan gruplara kadar uzanırlar; ikinci tip, siyasal

örgütlenme veya devlet ile tanımlanmaktadır ve bu toplum tipi kentlerde ortaya çıkıp

Page 41: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

25

son nokta olan büyük çağdaş uluslara kadar uzanmaktadır. Her iki toplum tipi farklı bir

toplumsal dayanışma biçimi taşımaktadır, Biri zihinlerin benzerliğine ve fikirler ile

duygular birliğine, öbürü ise işlevlerin farklılaşmasına ve işbölümüne dayanır. Yine

ikincisinde toplumsal yapı, ileri düzeyde bir karşılıklı bağımlılık, sanayinin gelişmesi,

yüksek nüfus oranı, ahlaki ve maddi yoğunlukla karakterize edilmiştir. İlkinin etkisi

altında bireyler, deyim yerindeyse, kitlenin içerisinde erirler, öbüründe ise her bir

bireyin bütünün refahı için başkalarının yaptığı özel katkılara bağımlı olan kendi eylem

alanları vardır. Durkheim ilkini “mekanik”, ikincisini “organik” olarak adlandırmıştır

(Tiryakian, 2002, 204; Marshall, 2003, 357; Kösemihal, 2002, 182-184).

Her ne kadar biri ilkel, öbürü modern toplumlarda hâkim olsa da bunu analitik

bir ayrım olarak ele alınması gerektiğini belirten Durkheim, toplum ne kadar küçük

olursa, benzerlikler farklılıklardan daha fazla olacağını ve bireylerin zihninin birbirine

benzeyeceğini vurgulamaktadır. Aynı şekilde (hem nüfus, hem toplumsal bağlar

bakımından) toplum genişledikçe bireyler arasındaki kıt kaynaklar uğruna rekabet artar,

hayatta kalmak için önemli olan toplumsal farklılaşma da o aranda gerekli olur ve

böylece “işbölümü toplumsal dengenin en temel koşulu haline gelir.” Toplumsal

dayanışmanın dönüşümlerinin ve tüm tarihin ardında yatan temel faktör, o halde,

“toplumların hacim ve yoğunluklarının aynı anda büyümesidir” (Tiryakian, 2002, 205;

Aron, 1994, 255).

Günümüzde toplumsal benzerlik aracılığıyla sağlanan dayanışmanın yerini,

farklılıkla ve toplumsal bağların kuvvetlendirilmesiyle sağlanan dayanışma almıştır.

Birey artık bütünüyle kollektif bilincin kıskacında değildir, daha fazla bireysellik ve

kişilik sergilemektedir. Bu durumda, “kollektifin, orada özel işlevlerin –

düzenleyemediği işlevlerin- yerleştirilebilmesi için, bireysel bilincin bir öğesine açık

yer bırakması” zorunlu olmaktadır. Bu bölge ne kadar geniş olursa, bu dayanışmadan

kaynaklanan birlik de o kadar güçlü olur… Tek tek herkes, iş daha fazla bölündükçe,

topluma çok daha kesin bir biçimde bağımlı hale gelir; öbür yandan, her birinin faaliyeti

de daha fazla uzmanlaşmayla birlikte çok daha kişisel olmaktadır. Kısaca işin

bölünmesi, normal olarak, toplumsal dayanışma, toplumsal karşılıklılık ve ortak ahlaki

değerleri yaratmakta, bunlar da sanayinin ve genel olarak toplum yaşamının çeşitli

bölümlerini düzenlemektedir (Swingewood, 1998, 141-143; Aron, 1994, 263).

Görüldüğü gibi Durkheim’in iddiasına göre, modern toplumlar, inançların ve

değerlerin bireyselliği öne çıkardığı, tek tek bireylerin uzmanlaşmalarını özendiren ve

kurumlar içindeki faaliyetleri farklılaştıran organik dayanışmanın gelişmesini

Page 42: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

26

gerektirmişti. İktisadi işbölümü böyle bir yaşam tarzının kıvılcımını yakmış olabilirdi,

oysa düzenden yoksun olan piyasa bireysel arzuların önündeki kısıtlamaları gevşetiyor,

toplumsal güvenin kurulmasının temellerini yıkıyor ve işbölümünde anormal biçimler

üretiyordu. Durkheim’in anomi olarak vurguladığı husus ve ayrıca sınıf ve siyasal

çatışma kavramlarıyla birlikte anılan mecburi işbölümünün kaynağı budur. İşte bu

noktada organik dayanışma buna uygun bir eğitim sistemini, miras hukukunda ve diğer

adil olmayan sözleşmelerde kısıtlamalar getirilmesini, kişilerin mesleki ve endüstriyel

yaşamla bütünleşmelerini sağlayacak ara kurumların oluşturulmasını gerektirecektir

(Marshall, 1999, 358; Aron, 1994, 262-263; Swingewood, 1998, 144-145).

Organik dayanışmanın bozulduğu durumları “anormal biçimlere” bağlayan

Durkheim, özellikle yaşamda düzensizliğin en belirgin biçimde görüldüğü alan olan

ticaret ve sanayiye dikkat çekmiştir. Nitekim o anormal kavramını, öz olarak modern

sanayi için, ekonomik kriz ve sınıfsal çatışmada örneklenen işbölümünün kapitalist

biçimleri için kullanmaktadır. Böylece Durkheim, toplumsal eşitsizliğin anormal

biçiminin başlıca kaynağını bu şekilde saptıyor, “dışsal eşitsizlik”in, toplumsal statüyle

uyum içinde hareket etmeyi sağlayan doğal yeteneği artık harekete geçiremediği için,

organik dayanışmayı tehdit etmek gibi bir sonuç doğurduğunu düşünüyordu. Hâlbuki

ona göre, normal üretim tarzı, bir kurumda her çalışanın işinin işlevsel düzeyde

koordine edilip birliğin sağlanmış olduğu bir biçimdi.

Bu noktada Durkheim, sınıf çatışması ile sanayideki krizlerden, organik

dayanışmanın yerini alan anomik bir işbölümünün sorumlu olduğunu belirlemektedir

(Swingewood, 1998, 144; Aron, 1994, 263).

Aslında Durkheim organik dayanışmanın egemen olduğu her çağdaş toplumun

dağılma ve anomi tehlikesi taşıdığını kabul eder. Fakat işçi sınıfının çatışmaları

bağlamında günümüz toplumunun temel öğesi olarak, hatta tarihsel gelişmenin gücü

olarak sınıf mücadelesini kabul etmez.

Görüldüğü gibi Durkheim’e göre bu çatışma, çağdaş toplumun düzeltilmesi

gereken örgütsüzlüğünün ya da kısmi bir anominin kanıtıdır. Hiç de tamamen farklı

toplumsal ya da ekonomik bir rejime geçişin habercisi değildir.

Durkheim’e göre buradaki toplumsal sorun hiçbir zaman ekonomik reformlarla

çözüme kavuşturulamaz. Bu hususta o daha da ileri giderek özellikle işçilere tanınacak

hakların, işçilerin isteklerini azaltmayacağını aksine yeni isteklere kapı açacağını

vurgulamakta bunu da isteklerde sınırın olmamasıyla açıklamakta ve eğer sorun bu

şekilde çözülecekse onu çözülemez ilan etmek daha iyi bir iştir demektedir. Fakat bu

Page 43: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

27

husus belki onun toplumsal ve ahlaki otoriteye olan vurgusunu pekiştirmek amacını

taşısa da kabul edilebilir bir durum olarak gözükmemektedir. Sonuçta her halükarda

toplumsal dayanışmayı yıpratıcı bu işçi isteklerinin toplumsal ve ahlaki otorite altında

ezilmesi gerekmektedir. Fakat bu noktada Durkheim, toplumsal ve ahlaka uygun

nitelikli reformların zorunluluğuna inanmaktadır (Aron, 1994, 263-267).

Sonuç olarak işçi sınıfı bağlamında ortaya çıkan tartışmaların temelinde işçilerin

içinde bulunduğu şartların nasıl değerlendirileceğine dair farklı bilimsel bakış açılarının

var olduğunu görmekteyiz. Durkheim’in özellikle toplumsal dayanışmaya olan eğilimi

işçilerin mevcut durumlarına rıza göstermelerinin toplumsal düzenin devamı

hususundaki önemine olan vurgusu, onun işbölümünün onları böyle bir konuma

sürüklemesi sonucunda ortaya çıkan yeni duruma bir adaptasyon mantığına sahip

olmaları konusundaki yönlendirmelerini içermektedir. Çünkü toplumsal düzenin devamı

için gereken şey çoğunluğun durumundan memnun olması ve daha fazlasına haklarının

olup olmadığına inanıp inanmamalarıdır. Burada bunu sağlayacak şey bellidir, Ortak

bilincin ortaya çıkardığı ahlak. Tabii ki Durkheim için ahlak toplumsal bir olgudur

(Tiryakian, 2002, 230). Karşılıklı ilişki içinde toplumun belirlediği ahlak normatif

yaşamın ana unsuru olarak bu problemde de düzenin toplum lehine olarak devamını

sağlayacaktır.

Böylece tekrar başta vurguladığımız noktaya dönecek olursak işbölümünün asıl

amacı ahlaki olarak ortaya çıkmakta ve bizde işçileri bu bağlamda değerlendirmek

durumunda kalmaktayız. Fakat burada ahlakın toplumla birlikte genişler nitelikte oluşu

ve kuramsal düzenlemeleri ne olursa olsun ve hangi gelişme aşamasında olursa olsun,

toplumsal düzenin gerçek bir ahlaki olgu olarak ifade edilmesi bize değişik toplumlarda

farklı ahlakilik ve ahlaki olmayan tanımlamalarını ortaya koyacaktır.

Batı toplumlarının tarihsel süreçteki ahlaki farklılaşmalarında sanayileşmenin

ortaya çıkardığı dönüşümün, özellikle sanayileşmenin temel motoru olan işçilerin

toplumsal durumlarına olan bakış açılarındaki eğilime yansımasını yönetecek olan bir

bakış açısıyla karşı karşıya bulunmaktayız. Bu noktada özellikle kendi toplumsal

hayatlarının ürünleri olan işçilerin ahlaki bakış açılarının da farklı toplumlarda

değişiklik arz edeceğini göz önünde bulundurarak kendi durumumuzu değerlendirmek

için sanayileşme sürecini iyi okumamız gerekmektedir. Fakat her halükarda işçiler

toplumsal düzenin içerisinde sömürü ağının parçası olarak mevcut ahlaki normları

reddedecek bir Marksist konumda olmadıkları bilakis toplumsal gövdenin gerçekliğini

oluşturan ilişkilere sahip olarak mevcut yapıya olan katkılarının sadece üretim ilişkileri

Page 44: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

28

olmadığının bilincinde olan bir düzlemde bulundukları bilinciyle kendilerini tarih

önünde gerçekleştirecek inanca sahip midirler?

Aslında Türk toplumu bağlamında işçilerin ahlaki bağlamlarını oluşturan temel

argümanlar, toplumsal harcın temel dinamiklerini oluşturan ilkelerdir. Bu noktada

bireyciliği net olarak yaşamayan bizlerin ve ayrıca özellikle Weber’in vurguladığı

bireysel gelişime olan ahlaki-dini katkılara olan eğilimin bizde ki algılanışının farklı bir

süreçte gerçekleşiyor oluşu da bu noktada işbölümünün ortaya çıkardığı dayanışmanın

dinamiklerini farklı okumamız gerektiğine dair bir bakış açısı oluşturmaktadır. Yani

Durkheim’in ahlak normlarına olan vurgusu ilke olarak organik dayanışmanın temelini

ve sonucunu oluşturacak bir açıklamayı tezimizde de gerçekleştirecektir.

1.2. Toplumsal Tabakalaşma ve Din

Toplumsal gerçekliklerin asli öğelerinden olan dini fenomenler, sosyal

tabakalaşma, ekonomik davranış, toplumsal değişme gibi tezahürlerle birlikte tüm

toplumsal sistemin birer parçası durumundadırlar.

Toplumsal hayatta mevcut olan olguların yorumlanması ve bu bağlamda

ilişkilerin çözümlenmesi sosyolojik analizle mümkün olmaktadır. Bu bağlamda

toplumsal tabakalaşma din ilişkisinden tezimiz açısından ne anladığımız kuramsal bakış

açımıza ışık tutacaktır.

Toplumda ortaya çıkan bir takım farklılaşma ve tabakalaşmanın mevcudiyeti

toplumsal bir realitedir. İşçi dindarlığını incelediğimiz bu tezimizde işçilerin farklı bir

tabaka ve farklılaşma sergilediğini görmekteyiz. Her ne kadar işçilerin tabakalaşma

olgusu sınıf, statü veya toplumsal işbölümünün her ne konumda olurlarsa olsunlar

kendilerine yüklediği anlama bakma noktasında değişik bakış açılarıyla yorumlanıyor

olsa da sonuçta bu kesiminde kendilerine has bir yapısal durum sergiledikleri ve bu

bağlamda dindarlıklarının boyutu ve türü noktasında veya farklı bir bilinç sergileyip

sergilemedikleri konularında din sosyolojik bir değerlendirmeye tabi tutulmaları

bilimsel bir gereklilik olarak karşımızda durmaktadır.

Bilindiği gibi toplumsal hayattaki bir takım farklılaşma ve tabakalaşmalar,

toplumun dini hayatına da yansımakta, bu farklılığa paralel olarak toplumun dini

hayatında da farklılaşmalar ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple toplumsal farklılaşmaya

paralel olarak toplumun dini hayatında farklı dindarlık tipleri oluşmaktadır (Arslan,

2004, 85). Bu bağlamda işçilerin kendilerine özgü farklı bir dindarlık biçimi sergileyip

Page 45: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

29

sergilemedikleri tezimizin sonucunda ortaya çıkacaktır. Fakat kuramsal olarak din ve

tabakalaşma realitelerinin toplumsal alanda karşılıklı duruşlarını farklı yönlerden

incelememiz çalışmamızı yararlı kılacaktır.

Öncelikle sosyal tabakalaşmanın insanlar arası eşitsizlik sistemi olduğunu, bu

sistemin arzu edilen toplumsal ödüllere sahip olmada daha az ya da daha fazla paya

sahip olmaya dayandığını ve bu ödüllerinde; servet, gelir, mesleki saygınlık, eğitim ve

de servetin özel bir türü olarak dini bilgi gibi -ayrı ayrı veya terkip içinde ortaya

çıkabilirler- çeşitli biçimlerde ortaya çıktığını belirlemiştik.

Bu noktada tarihsel süreç içerisinde ortaya çıkan farklı dinlere mensup

toplumların farklı tabakalaşma türleri sergilediğini görmekteyiz. Tabakalaşmanın çok

bariz bir biçimde görüldüğü toplumlardan esnek tabakalaşmaya sahip toplumlara

uzanan değişik çizgilerin hemen hemen hepsinde içinde bulunulan duruma dair dini

meşrulaştırmaların özellikle toplumsal bütünlüğü sağlamada veya dinin bir afyon olma

işlevini sürdürmede ne kadar etkin olduğu şüphe götürmez bir gerçek olarak karşımızda

durmaktadır. Özellikle günümüzde, toplumsal işbölümünün artmasına bağlı olarak

meslekî faaliyetler alanındaki ayrılıklar da kendilerini daha güçlü hissettirdiklerinden,

artık ilkel toplumlardaki gibi tabiî cinsiyet ve yaş farklılıklarının ötesinde kesin sosyal

statü farklılıkları toplumu çeşitli kategorilere bölmekte, bu durum karşısında ise gayri

mütecanis bir toplumdaki sosyal bütünleşmeyi sağlamak ihtiyacı kendini daha da

kuvvetle hissettirmektedir (Günay, 2003, 323). Tam da burada dine yüklenen fonksiyon

veya dinin toplumsal bütünleştirici işlevi devamlı vurgulanan bir nokta olarak karşımıza

çıkmaktadır.

Yine toplumsal olanın Durkheim’in bakış açısıyla kendisini zorunlu olarak kabul

ettirmesi (Durkheim, 2004, 154-155), süreç içerisinde her ne kadar istisnaları olsa da

toplumların kendilerini oldukları gibi ifade etmede mevcut durumlarının kabulüyle yola

çıktıklarını bize göstermektedir. Özellikle toplum hayatında baskın olan sınıfların

ideoloji belirleme eğiliminin doğrusunun hep kendileri tarafından çizilmesi ve sömürü

mekanizmasının kurulması (Aron, 1997, 78) karşısında, bu baskının sonucu olarak sinik

durumu düşen tabakaların kabullenici eğilimleri sanki bu güçsüz tabakaların veya

sınıfların karakteristik bir duruşu gibi gözükmektedir. Dolayısıyla farklı şekillerde

sağlanan konsensüsle birlikte farklı bir toplum olma noktasına ulaşan bir yapıyla

karşılaşıyoruz ki zaten bunu sağlanan fikri çoğunlukta bu şekilde ifade etmektedir. Veya

kendilerini mevcut durumlarıyla kabullenen ve eylemsizlik durumuna geçen tabakaların

oluşturduğu bir yapı olarak toplumu görmekteyiz.

Page 46: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

30

Böylece her tabakalaşmanın temel özelliği olarak, mevcut farklılıkların

meşrulaştırılmasını görmekteyiz (Kehrer, 1996, 64). Bu meşrulaştırma meselesinin

toplumun dini sistemiyle veya toplumun dinden ne anladığıyla doğru orantılı olduğunu

özellikle belirgin örnek olan kast sistemiyle ifade etmiştik. Aslında eşitliği temel alan

dinlere mensup olan toplumlar da bile mevcut farklılaşmaların meşrulaştırılması

idealden yoksun bir bakış açısıyla sunulmakta ve bir şekilde yine toplumsal birliktelik

göz önünde bulundurularak dinin bütünleştirici fonksiyonu genel anlamda istisnaları

olmakla birlikte daha ağır basmaktadır. Yine de farklılaşmaların olmadığı bir toplum

özellikle mevcut dünyevi yapıda dinlerin işaret ettiği bir noktaya ulaşamayacak olsa

gerektir. Tabi bu arada farklılaşmaların yönü de dinlerin göz önünde bulundurduğu

temel hususlardan biridir. Özellikle hak ve adalet ölçülerinin yaşanılan hayatta temel

ahlaki ölçütler olarak vurgulanması elde edilen durumdan ziyade sürece vurgu yapsa

gerektir. Tabii ki ilkel dinlerden kompleks dinlere durumun değişim arz ettiğini ve

günümüze yansımalarıyla birlikte bunun devam ettiğini belirlemekteyiz.

Tarihsel süreç içerisinde tabakalaşması dini kriterlere dayanan toplumların daha

az olduğunu görmekteyiz. Bu anlayışta toplumun merkezi değerlerinin özellikle

tabakalaşma bağlamında din tarafından belirlenmesi söz konusudur. Tabi bu yapının

diğer bir veçheside tabakalaşmanın durumuna olan şu noktayı akla getirmektedir.

Tabakalaşma sert, bariz ve oturaklı veya aksine biraz gevşek ve çalkantılı olabilir.

Kişinin yeteneği, gücü ve becerikliliğinin kriter olduğu yerde, sınıfların kararlılığı daha

az bariz olmak eğilimindedir; fakat kriterin sülale veya doğum olduğu yerde o, donmaya

yüz tutuyor (Wach, 1995, 267). Bu bakış açılarıyla aslında tabakalaşmanın nasıl, ne

zaman ve ne şekilde dini kriterlere dayandığından ziyade mevcut durumunda dinin

tabaklaşmayla nasıl bir yapısal bağımlılığa ve bakış açılarında birlikteliğe sahip olduğu

göz önünde bulundurulsa gerektir.

Bu hususta şu ayrıntıyı kaçırmamak gerekir; dini niteliklere dayalı bir

tabakalaşma düzeni ile dini merciler yoluyla mevcut eşitsizlikleri savunma aynı şey

değildir. Aslında ilki diğerini gerektirir durumda ancak dinlerin farklılaşmasının farklı

toplumlarda aynı süreci gerçekleştireceğinden emin olamayız. Şöyle ki, sosyal

farklılaşmalardan etkilenen öncelikle objektif dindir. Bu da farklı toplumlarda sürecin

duruma göre değişeceğini ifade edebilir. Ayrıca diğer açıdan din tarafından belirlenen

her tabaka sisteminin de kast düzenine dönüşeceğini söylemek yanlış olur (Kehrer,

1996, 65).

Page 47: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

31

Dinî niteliklere dayalı bir tabakalaşmanın olmadığı tabakalaşmada dinin mevcut

sosyal farklılaşmaya tepkisinin mahiyeti tartışılmıştır. Özellikle mevcut statü

ilişkilerinde bir değişiklik yapmayı deneyerek sosyal değişmeyi sağlamak yerine, dinin

sosyal tabakalaşma için ahlakî temellendirmeler yapması görülen bir durumdur. Tabi bu

durumunun dinlerin ortaya çıkmalarının temel nedeni olduğunu iddia eden çatışma

kuramcılarının yanında bu durumu içerisinde bulunulan düzenin özellikle birey

açısından sosyal bir oluşumun anlamlandırılması ve aynı zamanda kendi statüsünün

tasdiki anlamına geldiğini ifade edenler de olmuştur. Fakat olayın diğer bir yönü ise

dinlerin içerisinde bulunulan durumu her zaman ve her şartta meşrulaştırıp ona anlam

kazandırmak için çeşitli argümanlar üretip üretmediği meselesidir. Nitekim tarihte

mevcut eşitsizlikleri kabullenmeyip sosyal hayatı değişime zorlayan dini hareketlere

rastlamaktayız. Süreç içerisinde, protestocu, reformcu, itizali veya mezhepçi grupların

gelişmesine meslekî, ekonomik ve sosyal grupların iddia ve isteklerinin cesaretlendirici

etkilerini de burada zikretmeliyiz. Karşıt olarak ise özellikle tabakalaşma sistemi

edinilmiş statüye dayanan toplumların, eşitsizliğin açıkça dinî bir meşruiyetini

tanıdıklarını görmekteyiz. Böylece insan, kendi dinî yaşantısı içerisinde, her

tabakalaşmada bulunan ahlakî tutarsızlıklarında dinî bir yorum kazanması

münasebetiyle mevcut durumu savunmayı öğrenir (Kehrer, 1996, 65-66; Wach, 1995,

295).

Olayın diğer bir yönü ise dinin kendisinin belirlenimi meselesidir. Aslında tarihi

maddecilerin dini sosyo-ekonomik sınıf farklılıklarıyla açıklamaları yanında Durkheim

tarafından toplumsal şartlardan hareketle dini ifade etmek arasında bir fark

görmemekteyiz. Her iki okumanın da insanî öngörüleri aşabilen bir bilimselliğe matuf

olarak değil de mevcut duruma peygamberane bir yön verme çabasının etkileri olarak

gözüktüğünü ifade etmeliyiz. Din toplumsal bir olgudur. Fakat metodolojik olarak

sadece bireysel bilinç durumlarını aşan toplumsal kaynaklı bir olgu (Durkheim, 2004,

222-223) değildir. Özellikle sosyolojik açıklama çabalarının ulaştığı sınırın vardığı

noktanın insan ve toplumu aşabilen yönleri olan bu realiteye (dine) (Günay, 2003, 338)

bu kadar kesin çizgi çizmek doğru olmasa gerek. Diğer yönden toplumun kutsalla

kurulan bağla belirlenen dini realitesi ve onun vasıf ve muhtevasının, içinden çıktığı ve

yaşadığı toplumsal statü ve sınıf farklılıklarının basit bir fonksiyonundan ibaret

olmayacağını belirten Weber, dinlerin farklı toplumsal statü, tabaka ve çevrelerden

kimselere hitap eden yönünü ifade ederken durumun Materyalistlerin ifade ettiği gibi

olmadığını ortaya koymaktadır. Weber’in düşüncesi Marksistlerin aksine burada bir

Page 48: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

32

zorunluluk görmemektedir. Şöyle ki zaten o, pek çok durumlarda ekonomik bakımdan

imtiyaz sahibi olan ve durumları gereğince kurtuluş ihtiyacını duymaya en az meyyal

bulunan tüm grupların dine, kendi durumlarını “meşrulaştıran” ve davranışlarının

gerekçesini temin eden bir güç olarak baktıklarını ifade etmiştir. Bununla birlikte

Weber, sosyal mülahazalar üzerine kurulmuş olan dinî programın demagojik, sistematik

ve şuurlu tipi ile bir dinî idealle bir sosyal grup arasında bulunabilen isteksiz, nazik ve

daha az belirlenmiş ilişkiler arasında bir fark gözetmenin yerinde olduğu kanaatindedir

(Wach, 1995, 295).

Dinin ve tabakalaşmanın bu karşılıklı durumlarından sonra hemen ilk anda

toplumsal farklılaşma ve tabakalaşmanın dini tecrübenin anlatımı üzerinde gayet net bir

etkisinin olduğunu fark ediyoruz (Wach, 1995, 293; Weber, 1996, 365). Yalnız Wach’ın

da belirttiği gibi bu etki subjektif din değil objektif din üzerinedir (Wach, 1995, 297;

Günay, 2003, 328) ve özellikle dinin anlaşılması ve yorumlanmasında söz konusudur

(Arslan, 2004, 89). Doğrudan doğruya ferdi ilgilendiren subjektif din toplumsal

farklılaşmadan etkilenmediği içindir ki, aynı devir ve aynı medeniyet içinde yaşayan iki

kişi sosyal mevki, meslek ve zenginlik bakımından farklı da olsalar, benzer dini

tecrübelere sahip olabilmektedirler. Çünkü temel bir hadise olarak dini tecrübe, oldukça

içten bir karaktere sahip bulunan bir birliğin esasını teşkil etmekte ve bütün insanlarda

müşterek olan düşünce, duygu ve heyecanlar tabakasını derinliğine delmek suretiyle

soy, meslek, zenginlik ve mevki bakımından oldukça farklı olan insanları dinî inanç

etrafında birleştirerek bütünleştirmekte, yekvücut hale getirmektedir (Wach, 1995, 292-

293; Günay, 2003, 327).

Ampirik deliller toplumsal sınıflar arasında dinsel münasebetler, stil ve pratik

konusunda önemli dinsel farkları vurgulamaktadır (Turner,1998, 249). Özellikle Weber,

farklı tabakalara farklı dindarlık tiplerinin karşılık geldiği üzerinde önemle durmuştur.

Tabi bu karşılıklı etkinin zorunlu olmadığını ifade eden Günay, “yine de toplumsal

tabakalaşmanın dini tutum ve davranışlar üzerinde belli bir etkisinin olduğunu önemle

belirtelim” demektedir (Günay, 2003, 329). Yine Weber’in “üstad dindarlığı”nın

tezahürünü, her şeyden önce dindar insanın içinden çıktığı sosyal tabakadan bağımsız

sayması bu hususu daha iyi açıklamaktadır. Bu noktada belli bir tabakaya mensubiyetin,

özel dini tutumlara denk düştüğünü tespit etmek de çok zordur (Kehrer, 1996, 29, 68).

Aslında her din başlangıçta içinde doğduğu toplumsal çevrenin kültürünün etkisi

altındadır. Bu bağlamda özellikle evrensel olmayan dinlerde bariz olarak zümreler ve

sınıflar akidenin biçimlenişinde etkin rol oynarken evrensel dinlerde durum

Page 49: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

33

farklılaşmaktadır. Bu dinlerin mensupları başlangıçta belirli toplumsal tabakalardan

gelmelerine rağmen toplumun her meslek ve tabakadan kesimleriyle aynı etkileşimde

bulunmaktadırlar. Max Weber’e göre de bir dinin vasıf ve muhtevası, onun karakteristik

temsilcisi olan toplumsal tabakaların ekonomik ve toplumsal menfaatlerine göre

teşekkül etmez. Çünkü ilkel dinlerin aksine evrensel dinler yayılma eğiliminde olduğu

için, bütün insanlığa hitap eder ve onlara hitap ederken mesleklerine veya toplumsal

tabakalarına göre sınıflandırmaz, bilakis onlara fert olarak hitap eder. Yine Weber bu

süreci ifade ederken “ekonomik ve siyasi olarak belirlenen toplumsal etkilerin, belli

koşullarda dini ahlak üzerinde ne kadar çok ağırlığı olursa olsun, asıl damgasını yine

dinsel kaynaklardan, en başta da o dinin açıklanan amaç ve vaatlerinin muhtevasından

almaktadır” der (Weber, 1996, 342-343).

Ancak diğer açıdan, sosyal tabakalaşma sürecinin olduğu yerde, dini kavramlar,

takva şekilleri ve ibadet teşkilatı, sosyal şartların ve toplumsal değişikliklerin

kendilerinde meydana getirdikleri etkileri ortaya çıkarabilirler ve bu sonuncular bir

uyarıcı ve bir dini saiklenmenin etkisinin varlığını tam bir şekilde açığa çıkarabilirler

(Wach, 1995, 263). Öyle ki zenginliğin, mesleğin ve sosyal mertebenin artan farkları

bile dini düşünce fiil ve teşkilatta mukabil değişiklikleri de desteklemektedirler (Wach,

1995, 153). Böylelikle sosyal ve kültürel farklılaşmanın ilerlediği günümüzde dini

anlatımın şekilleri de bununla doğru orantılı olarak çeşitlenmiştir.

Bu anlamda bugünün büyük dinlerinden hiçbirisi fakir sınıfla, zengin sınıfla, üst

sınıfla yahut işçi sınıfı ile sınırlanmış olmayıp farklı ekonomik, sosyal ve kültürel

gruplarına hitap edebilmek için yeni kavramlar, yeni uygulamalar ve yeni şekiller ortaya

koymuşlardır. Mesela Almanya’da ilk devrimcilerin hala muhafaza eder gibi

göründükleri tüm dini kavramlardan sıyrılmış sınıfsız bir toplum şeklindeki Marksist

düşünce, işçi dünyasının sayısız unsurlarını kazandı ve onları, mevcut toplumsal düzen

içerisinde yeniden bütünleştirmede oldukça ağır kalan devlet kilisesinden uzaklaştırdı.

Buna karşılık Roma Katolikliği, Katolik İşçilerin Hareketi gibi özel girişimler yahut

cemiyetlerin teşkiline müsaade etmiş ve hatta onları teşvik etmiştir. İslamiyet açısından

bakarsak, Hz. Muhammed’in tebliği doğrudan doğruya ve kudretli idi; ümmetin teolojik

normları ve ahlaki kuralları sıkı ve gayet güzel tespit edilmişlerdi. Böylelikle fiiliyatta

İslamiyet, çevrelerin ve şartların bütün bir çeşitliliğine adapte olabilecek esnekliğe sahip

olduğunu temel ilkeleri bağlamında ispat etmiştir. Ve böylece o, kendisi açısından

meşru olan tüm meslekî faaliyet şekillerini ve en geniş zenginlik ve mevki çeşitliliğini

içine alabilmiştir (Wach, 1995, 331-332).

Page 50: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

34

Zaten İslam dininin tarihsel süreç içerisindeki uygulamaları da bize batılı

anlamda bir sınıf oluşumuna örnekler vermez. Bu noktada İslam dininin yapısı göz

önünde bulundurulmalıdır. İslam dini, değişen sosyal ve kültürel şartlara ve farklara

uymada harikulade bir intibak kabiliyetine sahip olup, bu dinin akidesinin temelini

oluşturan “Tevhit” yani “Birlik” inancı en mükemmel ve ideal bir sosyal kaynaşma,

kenetlenme, birleşme ve bütünleşme prensibidir.

Profan bir süreçle gelişen batılı sınıfsal yapılar sekülerleşmenin ve dolayısıyla

dinî değerlerin içinin boşaltılması sonucu ortaya çıkan bu sınıf çatışmalarının yarattığı

dinî boşluğu doldurmak istememiş ve toplumu bu bağlamda birleştirecek farklı

argümanlar arama yolunu seçmiştir. Özellikle dinsel değerlerin farklı yapılara uyum

sağlama sürecine vurgu yapan ve bunu sınıf değil de statü farklılıklarının ortaya

çıkardığı anlamlar olarak algılanması gerektiğini ileri süren anlayışlar toplumsal

birlikteliğe farklılaşmış bir yön vermek istemişlerdir.

Bu noktada işçilerin Avrupa toplumundaki sınıf görüntüsü reddedilemeyecek bir

noktaya ulaştığında ve onlara nasyonal sosyalist devlet içerisinde kendi menfaatlerini

temsile yönelik olarak sadece profan prensiplerle hedef çizildiğinde işçilerinde kendileri

için bir tür dindarlığa sahip olabileceği fikri herhalde tutmamıştır. Ayrıca Marksist

eğilimin, belirli dini formları, özellikle doktriner formları, sosyo-ekonomik altyapının -

sınıflar arasındaki ilişkilerin- yansımaları veya tezahürleridir şeklindeki ciddi

muhalefeti de göz önünde bulundurulmalıdır.

Çünkü bu durum bir tür üst tabakanın, yönetici sınıfların Hıristiyanlığı, dindarlık

anlayışının da etkisinin sanayileşme sürecinde işçiler üzerinde sadece iş ahlakına

(çalışma etiği) olan vurgusu dolayısıyla (Bauman, 1999, 14) işçilerin kendilerine

yönelik bir dindarlık anlayışı sergilemelerine engel olmuştur. Nitekim dinî davranış

beklentilerinin yerine getirilmesi konusunda Avrupa’da yapılan bütün araştırmaların

verilerinden, meslek vasıtasıyla sahip olunan sosyal tabakalaşma ile dinî ilgi ve

davranışla ilgili tabakalaşma arasında sıkı ilişki olduğu sonucu çıkarılabilir. Bu

kriterlere göre kilise cemaatine en yabancılaşmış olanlar işçiler olarak gözükmektedir

(Kehrer, 1996, 60). Ayrıca Günay’da işçilerin şimdiye kadar kendilerine mahsus bir

dindarlık tarzı gösteremediklerini ve modern proleteryanın dine karşı ilgisiz olduğunu

ifade etmektedir (Günay, 2003, 332). Weber’de modern proleteryanın ayırt edici bir dini

pozisyona sahip olduğu ölçüde, bu, modern burjuvazinin geniş gruplarında ortak olan

dine karşı bir kayıtsızlık veya reddedişle karakterize edileceğini vurgulamıştır. Modern

proleterya için, kendi başarılarına güvenme duygusu yerini toplumsal faktörler,

Page 51: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

35

ekonomik konjonktür ve hukuk tarafından güvence altına alınan güç ilişkilerine

güvenme duygusuna bıraktı. Böylece dinî olan süreçleri reddeden proleteryanın

rasyonalizmi kolayca dinsel bir karaktere sahip olamaz ve kesinlikle kolayca bir din

meydana getiremez. Bundan dolayı, proleter rasyonalizmi alanında, dinin yerini başka

ideolojik vekiller almaktadır (Weber, 1998, 157).

Özellikle Marksist sınıf teorisyenlerinin dine karşı olan yanlış tutumunun etkisi

bunda her zaman için temel etken olmaya devam edeceğe benziyor. Bu konuda o kadar

ileri gidildi ki dinin sınıflaşma savaşının bir silahı olduğu ve savaştan sonra kılıç ve

zırhın bir köşeye indirildiği gibi bu savaş bittikten sonra dinin de müzeye kalkacağı

ifade edildi. Ayrıca Marx, alt yapı olarak belirlediği iktisadi bütün içinden tekniği

çıkarıp soyutlamış ve onda bazı metafizik güçler aramıştır (Erkal, 1995, 82). Yani

endüstriyi veya teknolojiyi bizzat kendisini besleyen bir güç merkezi olarak kabul etti.

Bu anlamda sosyal değişmeleri ise, üretim araçlarına bağımlı olarak gerçekleşen

değişmeler olarak açıkladı (Duran, 2002, 3). Hatta bu nokta da insanlık tarihinin gelişim

aşamaları bile bir zorunluluk gibi sunularak öyle inanmaya ve davranmaya bilimselliğin

aracı statüsüyle insanlar ikna edilmeye çalışıldı.

Sürecin siyasallaşmasının da durumun değişik görünümler almasına yardım

ettiğini söyleyebiliriz. Ama her halükarda emekçilerimiz emek sarf etmeye o günde bu

günde değişik siyasal yapılar altında da olsa devam etmektedir. İşçilerimizin ürettikleri

artı değerler farklı kalemlerde harcanmaya ve işçilik işçi statüsüyle varolmaya devam

etmektedir. Bu noktada insan olmanın değerlerinin, maddi savaşımların ötesinden bu

âleme aktarılarak kullanım alanı bulmaya çeşitli şekillerde işçilerimiz arasında da

devam etmekte olduğunu görüyoruz. Özellikle dinin sunumu ve anlaşılması noktasında

ki gerekli özenin ve dinin doğru anlaşılması ve uygulanması hususunda ki katkıların

gereği bu konuda daha da bir önem arz etmektedir.

Sonuçta bir sınıf veya statü bağlamında incelendiğinde toplumların sanayileşme

sürecinin ve geleneksel değerlerin sürece olan ahlaki katkısının işçi dindarlığına olan

etkisi yadsınamaz. Süreç Avrupa’da ve ülkemizde farklı geliştiği için

değerlendirmelerde bu noktada farklı sonuçlar ortaya koyabilecektir.

1.3. Toplumsal Tabakalaşma ve Sanayileşme

Sosyal tabakalaşmanın tarihsel sürecini inceledikten sonra özellikle sanayileşme

bağlamında ortaya çıkan yeni tabakalaşma türlerinin olduğunu görmekteyiz. Avrupa’da

Page 52: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

36

sanayileşmenin başladığı 18. ve 19. yüzyılda eski aristokrasi ve feodaliteye dayalı

tabakalaşmanın yıkıldığı belirtilmişti. Yeni sanayi burjuvazisinin ortaya çıkışı, büyük

bir işçi sınıfının oluşması, büro işçilerinden, memurlardan oluşan bir orta sınıfın

oluşması yeni gelişmelerdi (Freyer, 1954, 23-26).

Sanayi devriminden bu yana gerçekleştirilen ekonomik ve toplumsal gelişmenin

temelinde teknoloji kadar, bilim kadar önemli bir öğenin de yeni bir toplumsal

örgütlenme olduğunun gözden kaçırılmaması gerekir (Ayata, 1991, 211). Özellikle

değişen iş hayatının doğurduğu yeni sosyal yapının sanayi tipi organizasyonlarla farklı

bağlamlarda etkileşime yol açtığı görülmektedir. Böylece toplumda her yönü ile

farklılaşmakta “cemaat” hayatı yerine “cemiyet” hayatı geçmekte yine “kırsal” hayattan

“sanayi-kent” toplumuna geçiş söz konusu olmaktadır. Sonuçta sanayileşmeyle birlikte

ortaya çıkan yeni yapının ana unsurlarını sanayi işçi sınıfı oluşturmaktadır. İşte bu da o

güne kadar görülmemiş yeni bir sosyal tabakalaşmaya işaret etmektedir (Atalay, 983,

24; Eyüpoğlu, 1996, 61-62).

Bu çalkantılı dönemde siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmelere bağlı olarak

köylülerin vasıfsız işçi, küçük esnafında yarı vasıflı işçi olarak fabrikalara geçtiğini ve

böylece fabrikaların kurumsallaşmasını sağladığını görüyoruz (Mutioğlu, 1993, 96;

Atalay, 1983, 23). Bunun nedenini Aron, “bir sektörden diğer bir sektöre geçişin; yani

tarımdan endüstriye akışın sebebi, sanayi sektöründe nüfus başına düşen kazancın tarım

sektöründen fazla olması sebebiyle meydana gelmektedir” şeklinde açıklar (Aron, 1997,

116). Yine bu dönemde sanayi devriminin fabrika üretimini ön plana çıkarmasıyla

birlikte, mekanik üretimden geçimini sağlamakta zorlanan zanaatkârlarında bu yeni

işgücü pazarının içerisine çekilmesi söz konusudur (Güzel, 2008, 50-51; Aron, 1992,

19). Böylece sanayileşme, vasıflı işgücünü zanaat hayatından, vasıfsız işgücünü de

kırsal bölgelerden kentlere akın edenlerden devşirerek yepyeni bir sanayi işçi sınıfının

ortaya çıkmasını sağladı.

Bu noktada modernleşmenin temel itici gücünden olan eğitimin, sanayileşme

bağlamında gelişmesinin noktasında yeni organizasyonlarla birlikte yeni statüler de

oluşturduğunu görmekteyiz. Mesela, sanayi işyerinde, fabrikada mal sahibi, yönetici,

yüksek teknik elemanlar şeklinde üst sınıfı teşkil eden farklı “üst statüler” belirmiştir.

Orta seviyede, bazı teknik elemanlar, “beyaz yakalı” işçiler, ustabaşları vardır. Alt

seviyede ise, bütün diğer işçiler, “mavi yakalı” işçiler (ki, bunlar da vasıflı, yarı vasıflı,

vasıfsız veya kalifiye, düz işçi gibi gruplara ayrılır) yer alır. Bunların hepsinin birbiri

arasında farklı hayat şansları, eğitim, yaşayış stili, sağlık, güç bakımından farklılıklar

Page 53: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

37

mevcuttur. Şüphesiz, bunların oturdukları mahallelerde gelirlerine göre seçilecek, aynı

sınıf veya statüde olanların eş ve çocukları da yakın yaşayacak ve benzer kültür

oluşacaktır. Böylece “sınıf kültürü bir defa çıkmaya başlayınca bir nesilden diğerine

intikal edecektir”.

Sanayileşmeyle birlikte eski sınıflardan bazıları kaybolup, yeni sınıflar

doğarken, tabakalaşma da giriftlik göstermeye başlamıştır. Olaya Durkheim’in bakış

açısıyla bakarsak işbölümünün farklılaşmayı dolayısıyla hem faaliyet türüne (sanayi,

ziraat, hizmetler gibi), hem de sosyo ekonomik seviyelere (profesyonel, büro işçisi,

vasıflı işçi gibi) göre farklı dağılımları meydana getirdiğini görüyoruz. Yani toplum

karmaşık işbölümüne dayandığı için tabakalaşma da çok basamaklıdır (Atalay, 1983,

25, 39-40).

Sanayi toplumunda ki tabakalaşmanın anlamının yanında yapılan ayrımlarda

farklılaşmalar göstermektedir. Her sosyolog kendi kuramsal bakış açısıyla farklı

sınıflamalar yapmaktadır. Bu noktada ilmi çalışmalara, kalıplaşmış paradigmaların

hâkim olması (Kuhn, 1970, 10) her ne kadar konunun çetrefilleşmesine ve zor

anlaşılmasına neden oluyorsa da özellikle Marx ve kuramsal çerçevesi güçlü olan diğer

kuramcıların, kuramlarını temel bir ilkeye ve önermeye göre meydana getirdiklerini ve

bunu bir düşünce sistemi olarak sunduklarını (Mills, 1970, 33) görmekteyiz. Bu bakış

açısıyla tabakalaşmanın en keskin ve en sistemli sınıflamalarından birinin Marx’a ait

olduğunu görüyoruz.

Marx Kapital isimli eserinde, işgücünün sahipleri, sermaye ve toprak olmak

üzere üç genel toplumsal sınıf saptamakta, bunların kaynaklarının gelir, ücretler, kâr ve

toprak rantından oluştuğunu belirtmektedir. Bunlar “Kapitalist üretim tarzına dayalı

olan modern toplumun üç büyük sınıfı”dır (Swingewood, 1998, 111).

Tabi ki Marx’ın sınıf teorisinin sadece dikotomik olduğuna dair görüşüyle

çelişmektedir bu sınıflandırma ama daha bilimsel ve tarihi incelemelerinde kapitalizm

içerisinde sınıf oluşumunun ve yapısının karmaşıklığını vurgulamış ve basit iki sınıflı

modelin tarihsel bir olgu olduğunu iddia etmemişti. Örneğin Marx, kapitalizmin temel

eğiliminin, kendiliğinden sınıf kutuplaşmasına doğru ilerlemek değil, orta sınıfların,

özellikle de profesyonel gruplar gibi önemli “toplumsal işlevler”i yerine getirenlerin

çoğalması yönünde olduğunu, çünkü bu kesimlerin burjuva toplumunun varlığının

sürdürülmesinde ciddi roller üstlendiğini ileri sürer (Swingewood, 1998, 110-111).

Aynı şekilde Weber’de kapitalist üretim için yeni hizmet işlevlerinin oluşumuyla

ilişkili olarak gelişen yeni bir sınıfın yani ifade edilen “yeni orta sınıf”ın doğuşuna işaret

Page 54: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

38

etmiştir. Weber’e göre, bu profesyonel ve yarı profesyonel çalışanlar grubunun ortaya

çıkışı, kapitalist üretim ve dağıtımın artan ussallaşmasına yol açan kapitalist üretim

sistemlerinin giderek bürokratikleşmesiyle yakından ilişkiliydi (Turner, 2001, 66).

Weber ise farklı bir bakış açısıyla, ekonomik sınıflara, yani önemli bir miktarda

sermaye ve endüstriyel üretim veya ticari mal olarak ya da daha somut biçimde

kapitalin sahibi olanların oluşturduğu gruplara ek olarak, tarihsel gelişmeleri

etkileyecek biçimde hareket edebilecek başka gruplarında olmasının kaçınılmaz

olduğunu vurgulamakta ve sosyal statü grupları ile politik partileri bu bağlamda işaret

etmektedir. Görüldüğü gibi Weber, ekonomi kadar insanların sahip oldukları güç ve

saygınlığında önemine değinmekte, hatta bu iki olgunun, farklı bir tabakalaşma sistemi

yarattığını ileri sürmektedir. Bu analiz, farklı toplumsal yapıları çözümleyebilmemiz

açısından, ortak bir yaşam tarzı ve tüketim kalıbıyla nitelenen gerçek topluluklar olarak

statü gruplarını öne çıkarmasından ve gücün dağılımının, tabakalaşmada oynadığı rolü

göstermesi açısından önemlidir (Weber, 1996, 278-289; Güçer, 2005, 5-6).

Sanayileşmenin değişik varyasyonlarını temel alarak tabakalaşma kuramlarını

belirleyen sosyologlardan biriside Dahrendorf’dur. Üretim araçlarının mülkiyeti

bağlamından çıkarak meşru otoriteyi çıkış noktası yapan ve sanayi toplumlarında ortaya

çıkan değişmeleri de göz önünde bulunduran Dahrendorf, sermayenin ayrışması,

emeğin parçalanması ve yeni orta sınıfın ortaya çıkışını Marx’ın reddi için temel olarak

ele alırken yeni bir sınıf kuramı çerçevesinde çabaların, toplumsal çatışmayı bastırmak

yerine, onu etkin bir kurumsallaştırma sayesinde düzenleme yönünde yoğunlaşması

gereğini ifade etmiştir (Poloma, 1993, 115-127). Bu noktada Dahrendorf, toplumsal

yarılmanın birçok biçiminin sınıf çatışması kaynaklı olmadığını da vurgulamaktadır

(Clark & Lipset, 2007, 76) ki bu durum ortaya çıkan heterojen yapının doğallığına işaret

olarak ta yorumlanabilir.

Lenski ise karmaşık sanayi toplumlarının, tarımsal toplumlardan daha az katı

tabakalaştığını düşünür ve bireyler, sınıflar ve sınıf sistemleri dediği üç yapısal birimin

birbirleriyle kıt kaynaklar için verdikleri mücadeleye olan ilişkileri ile varolacağını

belirtir. Modern sanayi toplumlarında çok boyutlu çözümleme taraftarı olan Lenski, “bir

birey mal varlığı açısından orta sınıf, bir fabrikada çalışıyor olmasından dolayı işçi sınıfı

ve aynı zamanda siyah “kastı”nın da üyesi olabilir. Mülkiyet hiyerarşisindeki statüsüyle

birlikte yerine getirdiği başlıca rollerin tümü, hayatta istediği şeyleri elde etme şansını

etkiler ve onu özgül bir sınıfa yerleştirir. Bu kaynaklar arasındaki bağıntının el

vermemesi nedeniyle bir birey bir tek sınıfa yerleştirilemez. Bu bağlamda, teknolojik

Page 55: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

39

olarak ilkel toplumlardan gelişmiş toplumlara gidildikçe bu eğilimin daha bariz bir

şekilde ortaya çıkacağını belirtmek uygun düşecektir” (Poloma, 1993, 136). Sonuç

olarak Lenski tabakalaşma sistemi tablosunu, karşılıklı bağlılık ve bağımlılığın açık bir

yapısal işlevselci imajı içinde, “tekerlekler içinde tekerlekler sistemi” olarak

değerlendirir (Poloma, 1993, 137).

Bu ve benzeri görüşlerin sanayi toplumuna olan bakış açısının ötesinde, hizmet

sektöründeki büyüme, bilgi ve haber işleme sistemlerinin artan önemi, bilgisayarın

yükselen egemenliği ve emek gücü içindeki profesyonelleşmenin toplumsal önemi gibi

hususlar, bazı sosyologların post-endüstriyel bir topluma doğru gittiğimizi öne

sürmelerine yol açmıştır.

Bu bağlamda yirminci yüzyılın son on yıllarında, kitle tüketiminin daha ileri

gelişimi ve postmodern kültüre yönelik eğilimle ayrılmış bir başka sosyal ilişkiler

yapısına giriyor gibi görünüyoruz. Kültürel sistem içindeki geleneksel hiyerarşiler,

önceki herhangi bir döneme göre daha parçalanıyor ve değişiyor görünmektedir.

Kültürel alanın, ekonomik ve politik sistemlerle ilişkisi biraz kesilmiş olmakta ve

kültürel alan içindeki rekabetçi mücadele, bir kültürel işaretler ve hayat tarzları

ahenksizliği patlaması üretmektedir (Turner, 2001, 77, 102).

Sonuç olarak işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki klasik çatışma, yirminci yüzyılda

kentsel, endüstriyel işçi sınıfının görece çöküşü, sermaye sahipliğinde yeniden

yapılanma ve liberal demokratik bir çerçeve içinde formel yurttaşlık haklarının

genişlemesiyle ortadan kalkıyor görünmektedir. Sınıflar arasındaki yalın bölünmelerin

yerini, statü toplulukları ile statü bloklarının devletin himayesinde refah pastasından pay

kapmayı içeren çok daha karmaşık bir toplumsal yapı almıştır (Turner, 2001, 73). Bu

noktada ortaya çıkan yeni sosyal hareketlerin sebep ve saiklerinin de modern sanayi

toplumlarının içinde bulunduğu durumu açıklayıcı olduğu ifade edilebilir. Bu bağlamda

dinsel, ırksal, cinsel, çevresel ve diğer sivil hareketlerin daha bir önem kazandığını ve

klasik kuramların öngörülerini aşan bir düzlemde kendilerini sunduklarını görmekteyiz.

1.4. Sanayileşme

1.4.1. Sanayi Nedir?

Dilimizde Latince “Industria” kökünden gelen “Endüstri” ile Arapça “Sana’a”

kökünden gelen “Sanayi” eşanlamlı olarak kullanılan iki kavramdır. Latince’de

“Industria”nın sözlük anlamı maharet, hüner, marifettir. Arapça’dan dilimize geçen

Page 56: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

40

“Sanayi”nin sözlük anlamı ise bir şey yapmak, bir eser meydana koymak; bunun için

gerekli bilgiye, maharete, tecrübeye sahip olma; yapma, başarma azmine sahip olma; bir

işi başarılı sonuca ulaştırma gayretine malik olma anlamlarına gelmektedir( Efe, 1997,

43).

Sanayi için bugüne kadar üzerinde karar verilip anlaşılmış bir tanım olmamasına

karşın Türk Dil Kurumu sözlüğünde şu şekilde tarif edilmektedir: ”Hammaddeleri

yapılı bir hale sokmak için uygulanan eylemlerin ve eylemleri uygulamak için

kullanılan araçların tümüdür” (Ağakay, 1973, Sanayi maddesi).

Sanayi kavramının, çağdaş sosyologların çoğunluğu tarafından genel kabul

görebilen tanımlarından birisi şudur: “İnsanların çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak için

tabiattan aldıkları hammaddeleri çoğunlukla makine gücüne dayanan araç ve gereçlerle

üretme, biçim ve/veya bazı özelliklerini değiştirerek kullanma faaliyetidir” (Küçük,

1994, 12).

Wilbert Moore ise sanayiyi şu şekilde tanımlamaktadır: “Hammaddelerin cansız

enerji gücü ve kaynaklarına dayanan temel mekanik araçlarla ara mamullere ya da hazır

ürünlere dönüştürülmesidir” (Mutioğlu, 1993, 63). Moore burada, mevcut bir güç

sayesinde doğadan elde edilen “hammaddelerin” ya da “yarımamül” ürünlerin

makineler ve otomasyon ağı vasıtasıyla işlenerek, “yarımamul” ya da “mamul” haline

getirilmesi sürecini sanayi olarak isimlendirirken geçmişten farklı olarak sürecin

makineler vasıtasıyla mekanikleşmesine özel vurgu yapmaktadır.

Çelebi ise şöyle bir tanım öne sürmektedir: “Sanayi bireylerin kendilerinin veya

diğer bireylerin gereksinmelerini karşılamak için birbirleriyle işbirliği yaparak, bir

enerji kaynağından elde edilen güç yardımıyla bir veya birden çok alet(ler) kullanarak,

bilgi ve deneyimlerinin ışığında doğadan çıkardıkları hammaddeleri işleyip yarımamul

veya mamul ürünler haline getirmeleridir. Bu açıdan sanayi, ilk çağlardan günümüze

değin süregelen ve bilim ile tekniğin etkileşimi ile ortaya çıkan teknolojik ilerlemelere

paralel olarak gelişen bir faaliyetler dizisi olmaktadır (Çelebi, 1983, 1).

Sanayi başlıca dört öğeden oluşmaktadır: 1. Doğal kaynaklar: Hammadde ve

enerji kaynaklarıdır. 2. Emek: Nitelikli ve niteliksiz işgücüne bağlı olarak sanayinin

varlığı.

3. Sermaye: Mali kaynağı ifade eder. 4. Yönetim: Hammadde sermaye ilişkisinin

verimli olarak kullanımını sağlar (Küçük, 1994, 13). Aron ise sanayinin karakteristik

özellikleri olarak, üretimin toplumsal birimi olan ve seri üretim yapılan fabrikaya,

Page 57: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

41

üretim faktörleri arasındaki ilişkilerin özelliklerine ve ekonomik ve teknik rasyonaliteye

vurgu yapmıştır (Aron, 1997, 65-67).

Sonuç olarak burada geleneksel üretim tarzında olduğu gibi sadece “emeğin” ve

“insan ilişkilerinin” değil, “makinelerin”, “bilgisayarlı otomasyonun” ve günümüzde

bilgi ve iletişim aygıtlarının örgütlenmesinden bahsetmekte ve sürecin gelişmesinin baş

döndürücü bir hızla akmaya devam ettiğini vurgulamaktayız.

1.4.2. Sanayileşme ve Modernleşme

Teknoloji sahasında ilerlemenin ortaya çıkardığı yeni teknik dünya ve bu teknik

yeniliklerle kendine özgü bir biçime kavuşan “Sanayi Devrimi” ile birlikte meydana

gelen sosyal, dini, kültürel ve ekonomik değişmeler insanlık tarihinde eşine ender

rastlanan bir değişim ve dönüşüme işaret etmektedir. Sanayileşme olarak kabul edilen

bu değişime sadece ekonomik faktörlerin değil ama bu bağlamda ortaya çıkan

yeniliklerin diğer bütün toplumsal realiteleri dönüşüme uğratma potansiyel ve gücünü

elinde bulundurur bir durumda olmasıyla karşılaşmaktayız. Sosyolojinin büyük boy

kuramcılarının da, sanayileşmenin ortaya çıkardığı veya sanayileşmeyi doğuran

etkenleri analiz etme çabalarında ana mihver olarak kullandıkları husus sanayileşmenin

kendi içinde barındırdığı değişim ve farklılaştırma özelliğidir.

Öyle ki; sanayileşme bir taraftan işbölümü, zenginlik hiyerarşisi ve sosyal

sınıflar meydana getirirken diğer taraftan da toplumsal farklılaşmanın boyutlarını

değiştirmiştir (Aron, 1997, 73). Toplumsal işbölümünün artışına paralel olarak da, yeni

işkollarının ve mesleklerin ortaya çıkışına neden olmuş böylece toplumsal mobiliteyi

artırarak iletişimin ulaştığı noktayı günümüze ulaşan baş döndürücü boyutlarına

taşımıştır (Günay, 1986, 54). Böylece toplumsal ilişkilerde sosyal hayatın

aktifleşmesine dolayısıyla da statü farklılıklarının değerlendirilmesinde yeni ve farklı

anlayışların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Makinelerin yaygınlaşması ile yığın

üretimine geçilmesi sonucu işçi sınıfının oluşumu (Ozankaya, 1976, 364) ve böylece

farklılaşan sınıf ilişkilerinin belirginleşip yoğunlaşmasıyla ortaya çıkan karmaşık

ilişkilerin farklı değerlendirmelerine bu bağlamda şahit olmaktayız.

Halen yaşadığımız sanayileşme ve uygarlık hareketinin tarihteki benzeri

uygarlık ve endüstri atılımlarından farklı bir şekilde “Sanayi Devrimi” olarak

adlandırılmasının birinci nedeni; bu hareketin gerisinde bulunan duygunun ve maşeri

ruhun çok güçlü ve tabana yayılmış olması, ikincisi; sanayileşen toplumlardaki

Page 58: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

42

geleneksel dini ve sosyal kurumların fonksiyonel olmaktan çıkması, üçüncüsü;

sanayileşme hareketinin çok hızlı bir şekilde dünyayı etkisi altına alması, dördüncüsü;

bilimsel bilgiyi üretimde ve sanayide kullanma kapasitesinin yüksek olması, beşincisi;

çalışmanın başkaları tarafından tanımlanması, takdir edilmesi, şahsi bir ihtiyaç olmaktan

çıkartılması, bedeni bir eylem olmaktan öte araçlaştırılması, mekanikleştirilmesi,

müşterekleştirilmesi ve kutsallaştırılması, altıncı olarak da sanayinin, milletlerarası

hâkimiyet mücadelelerinin amaçlarını ve ilkelerini, değiştirdiği yapısal ve fonksiyonel

unsurlara bağlı olarak değiştirmesidir (Duran, 2002, 17-18).

Bu kadar büyük etkileri olan ve devrim olarak adlandırılan bu sürecin ne zaman

başladığı kesin olarak belirlenememektedir. Sanayi Devrimi, Britanya’da 18.yüzyılın

ikinci yarısından 19. yüzyılın ilk yarısına kadar olan dönemde gerçekleşen hızlı

toplumsal, iktisadi, demografik ve teknolojik değişiklikleri anlatmak üzere kullanılan

bir terimdir (Marshall, 1999, 632; Hobsbawm, 2005, 32-33). Bilindiği gibi, bugünkü

anlamda bir sanayinin doğuşu ve etkinlik göstermesi 19. yüzyıl Avrupa’sının bir

ürünüdür. Bu sebeple sanayi çağı 18. yüzyıl ile başlatılır. Freyer bu tarihi 1792 yılı

olarak vermektedir (Atalay, 1983, 20). Özellikle Batı Avrupa’da birkaç yüzyıldan beri

oluşmakta olan zihni gelişmenin sonucu sayılan büyük sanayi devrimi (Hobsbawm,

2005, 33; Turhan, 1969, 29) sadece makine tekniğinin doğup gelişmiş olmasıyla

belirlenmemektedir. Onun yanında, iktisadi yaşayış ve çalışma biçiminde, toplum ve

kültür yapısında meydana gelen köklü değişmeleri de belirtmek gerekir (Freyer, 1954,

5-8, 18-25; Hobsbawm, 2005, 32-36, 74).

Öyle ki bu çağın doğup ortaya çıktığı Batı Avrupa toplumlarında insanın değişik

varlık alanlarıyla bağlılıkta insanlar arası bağlanışlarını birkaç yüzyılda kökünden

değiştiren derin sarsılmalar, devrimler (Hümanizma, Reformasyon, Aydınlanma,

Liberalizm v. b.) sanayi çağının kaynağını teşkil etmiş; bu çağın insanlarına

“dinamizm” anlayışını adeta değişmez bir değer olarak vermiştir (Ayas, 1994, 9).

Sonuçta sanayileşme öncesinin gelenekleri, kaçınılmaz biçimde yükselen sanayi

toplumunda varlığını sürdürememiş ve yerini mevcut sürece bırakmıştır (Hobsbawm,

2005, 84).

Yeni dünya görüşü, insanlarda, çalışma ve kazanma hevesini artırmıştır. Üretim

ve imalat görülmedik bir gelişme safhasına girmiştir. Çalışma ve kazanma yollarını

aramaya koyulan insanlar, nispeten kısa bir zamanda, dünyanın o zamana değin

bilinmeyen bölgelerinden önemli bir kısmını bu yolda kullanmağa girişmişler, böylece,

bu faaliyetin merkezi durumunda olan Batı Avrupa ülkeleri aynı zamanda birer bilgi,

Page 59: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

43

servet ve refah merkezi durumuna gelmişlerdir. Gittikçe gelişen teknik rasyonellik

yardımıyla iktisadi rasyonellik ilerlemiş, rasyonalite toplum yaşamının bütün alanlarına

yayılıp bir yaşama ve davranış ilkesi olarak benimsenmiştir.

Çağın doğumunu hazırlayan ve bugüne kadar gelen süreç içinde, bilim tekniği

geliştirmiş, teknik de bilimin gelişmesine yardımcı olmuş; her ikisi birden, zihin ve

maddi kültür verilerini, özellikle iktisadi yaratma ve örgütlenme alanlarında görülen

gelişmeleri sağlamış, kültür ve yaşama seviyesi de buna bağlı olarak hızla yükselmiştir

(Ayas, 1994, 9; Atalay, 1983, 22).

Sosyoloji geleneğinde öteden beri ele alınan sanayileşme olgusu, doğal

kaynakların dönüştürülmesi ile yakından ilişkilidir. Doğayı en üstün kazanç sağlayacak

şekilde dönüştürmesinin sosyal fenomende ciddi bir birikim süreci olarak

değerlendirilmesi, sanayi devriminin diğer değişim süreçlerinden farklılığının temel

göstergesidir (Güzel, 2008, 87).

Bu bağlamdan yola çıkarak sanayileşmenin özünü, üretim için gerekli toplam

işgücünü azaltan kompleks makinelerin ve diğer araçların kullanılması şeklinde ifade

edebiliriz (Russell, 1979, 30). Bu da yoğun teknolojiye dayalı ve geniş çapta üretimle

sonuçlanmaktadır. Yani, fabrikalaşma bunun belirgin görüntüsüdür. Fabrika endüstri

devrimi ile şekillenirken, endüstri devriminin toplumsal etkileri de “fabrika ile daha da

somutlaşmıştır.” Bu iki süreç fabrikaların etkisinin sadece üretim süreci ile sınırlı

kalmamasına, toplumsal değişimi de kapsayacak kadar geniş bir alana yayılmasına yol

açmıştır (Güzel, 2008, 88). Ağır teknolojiye dayalı bu fabrikalar ise, çalışanların

fazlalığı, işbölümünün gelişmesi, üretimin büyüklüğü gibi ölçülerle ifade edilmektedir

(Atalay, 1983, 20). Burada ticari toplumun fabrika üretimine dönüşümünü ifade

etmekteyiz (Güzel, 2008, 95; Sarıöz Ete, 2002, 13). Fabrika üretimine dönüşümü ifade

eden sanayi devriminin belirleyiciliği ise “insan-insan ilişkisine göre şekillenen diğer

kurumların aksine insan-doğa ilişkisine göre şekillenmesinden ileri gelmektedir”

(Çelebi, 2001, 86-88).

Fabrikanın sosyal hareketliliğin artması, sermayenin daha geniş kesimlere

yayılarak merkezileşmesi, işgücü pazarlarının öneminin artması, kol gücüne dayalı

üretimden makine gücüne dayalı üretime geçilmesi, ücretli işgücünün yaygınlaşması,

nüfus hareketlerinin artması, yeni endüstri kasabalarının ortaya çıkması, modern pazar

ve endüstri örgütlerinin oluşumu gibi toplumsal sonuçları, büyük ölçüde üretimi tek çatı

altında toplayan girişimcinin makine üretimine geçmesinden kaynaklanmıştır

(Türkdoğan, 1981, 60). Yine de söz konusu toplumsal etkenlerden hiçbiri, geleneksel

Page 60: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

44

dönemdeki mevcut insan kümeleşmesini değiştirerek “proleteryayı” ortaya çıkarması

kadar etkili olamamıştır (Mardin, 1997, 28). Böylece toplumsal yaşamı geniş ölçüde

etkileyen fabrikaların sanayi devrimine ivme kazandıran ana unsurlar olduğunu ifade

etmekteyiz.

Yine bu bağlamda Theodorson’da sanayileşmeyi “güç üreten makinelerin ortaya

çıkması ve yaygınlaşması ile sonuçlanan üretim, ekonomi ve sosyal örgütlenme

yöntemlerinde ki köklü değişmeler ve bunun sonucunda fabrika sisteminin ortaya

çıkması sürecidir” şeklinde tarif etmektedir (Efe, 1997, 44).

Aslında sanayileşme daha geniş anlamda, tarımsal faaliyetlerin veya temelinde

küçük üreticiliğin yer aldığı (Hobsbawm, 2005, 28; Efe, 1997, 44) faaliyetlerin büyük

üretim faaliyetlerine dönüştürülmesinden ziyade modernleşme diye de adlandırılan daha

genel bir süreçle ilişkili olarak değerlendirilmektedir.

Böylece Fransız ihtilali ve sanayi devriminin gerekli kıldığı değişim süreci

“modernleşme”; dönem ise “modern dönem” şeklinde kavramsallaştırılmaktadır.

Modernliğin getirdiği değişim ise hem yaygınlık hem de yoğunluk açısından modern

öncesi değişim süreçlerinden farklıdır. Nitekim sanayi devriminin etkilerinin yukarıda

ifade ettiğimiz üretim süreci ile sınırlı kalmaması bu farklılığı açıkça ortaya

koymaktadır. Literatürün, sanayi devriminden önce sosyal yaşamın bu kadar

farklılaşmadığına dair dikkate değer sayıda örnekler sunması, sanayi devriminin

etkilerinin üretim sürecini aşarak (Güzel, 2008, 72) insan-toplum-doğa bağlamında

cereyan eden bütün süreçlerin öncüllerinden başlayarak sonuçlarına kadar olan her şeyi

farklılaştırması durumun bir göstergesidir.

Modernliğin farklılığı görüşü, büyük ölçüde onu oluşturan büyük dönüşümlerin

gerçekleştiği “toplumsal an”a dayanır. Bu toplumsal anın hazırlayıcısı özelde

aydınlanma çağı düşüncesinde belirginleşen ve büyük bilimsel devrimlerin kendisine

eşlik ettiği paradigma (Shayegan, 2002, 59) ve genelde, geçmişin otoriter yapılarını alt

üst etmenin verdiği devrimci ruhtur. Bu çerçevede modern yaşam biçimi, entelektüel,

siyasal, ekonomik ve kültürel alanlarda gerçekleşen dönüşümlerin etkileşimi aracılığıyla

ortaya çıkmıştır (Sarıöz Ete, 2002, 16). Bu bağlamda ortaya çıkan süreçte

sanayileşmenin itici gücü bu etkileşimleri güçlendirmiş ve süreç içerisinde

modernleşme projelerinde kaynak olarak kullanımında ortaya çıkan verilerin toplumsal

dönüşümdeki etkilerini belirgin hale getirmekle kalmamış, özellikle bu sürece katılmak

isteyen toplumların temel çıkış noktalarını oluşturmanın yanında idealleşen bir konuma

yükselerek bireyciliğin ve bireyselliğin onursal ruhlarına atıf yapan sonul görüşüyle

Page 61: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

45

(Wagner, 1996, 26) modernliğin, özgürlük ve özerkliği kentleşme ve demokratikleşme

süreçlerine olan şaşaalı bağlayışıyla kendisine sağlam bir yer edinmiştir.

Blumer de sanayileşme- modernleşme sürecini şöyle ifade etmektedir: “

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de sanayileşme, modernleşme çeşitlerinden biri

olarak değerlendirilir. Bu eğilim de endüstrileşme kavramının belirsizliğine yol

açmaktadır. Modernleşmenin gelişmiş dış dünyadan gelen “norm”, “standart” ve

“modeller” olarak değerlendirilmesinden yanayım… (Yine de) modernleşmenin halk

eğitimi, kanunlaşma, yeni tüketim eğilimleri, yeni ilgi alanları, yeni formel kurumlar,

yeni politik düşünceler gibi oldukça farklı anlamları vardır. Bu sayılan yenilikler, bir

bölgeye sanayileşmenin etkisiyle girer. Sanayileşme dış dünyanın etkilerini sanayileşen

bölgeye getirir. Kapılar, insanların değer verdikleri yeni norm, model ve üretimlere

ardına kadar açılır ve sosyal yaşamda da önemli değişmeler görülür. Yeni yaşam

şekilleri bölgeye sanayileşme süreci ile girdiği için “sanayileşme ile modernleşmenin

aynı şeyler” olduğu düşünülür (Blumer, 1990, 22).

Berman’da benzer şekilde sürecin içerisinde değişik unsurların karşılıklı

etkileşiminin bir bütün olarak ortaya çıkardığı yaşam biçiminin farklılaşmasına vurgusu

şöyledir: ”Fiziksel bilimlerde gerçekleşen, evrene ve onun içindeki yerimize dair

fikirlerimizi değiştiren büyük keşifler, bilimsel bilgiyi teknolojiye dönüştüren, yeni

insan ortamları yaratıp eskilerini ortadan kaldıran, hayatın tüm temposunu hızlandıran,

yeni tekelci iktidar ve sınıf mücadelesi biçimleri yaratan sanayileşme; milyonlarca

insanı atalarından kalma doğal çevrelerinden koparıp dünyanın başka bir yerinde yeni

hayatlara sürükleyen muazzam demografik altüst oluşlar; hızlı ve çoğu kez sarsıntılı

kentleşme; dinamik bir gelişme içinde birbirinden çok farklı insanları ve toplumları

birbirine bağlayan, kapsayan kitle iletişim sistemleri; yapı ve işleyiş açısından

bürokratik diye tanımlanan, her an güçlerini daha da artırmak için çabalayan ve giderek

güçlenen ulus devletler; siyasal ve ekonomik alandaki egemenlere karşı direnen, kendi

hayatları üzerinde biraz olsun denetim sağlayabilmek için çabalayan insanların kitlesel

toplumsal hareketleri; son olarak, tüm bu insanları ve kurumları biraraya getiren ve

yönlendiren, keskin dalgalanmalar içindeki kapitalist dünya pazarı” (Berman, 2001, 28).

Bu ifadelerden yola çıkarak modernleşmeyi, genellikle siyasal, ekonomik ve

kültürel görüntüleriyle birlikte tüm toplumsal yapının, gelişen teknolojiye bağlı kalarak

sanayileşmesinin etkileri olarak ele alabiliriz (Kongar, 1979, 249).

Süreci çift taraflı okuyarak bir taraftan bizlere, “serüven, güç, coşku, gelişme,

kendini ve dünyayı dönüştürme olanakları vaat eden,” diğer yandan da “sahip

Page 62: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

46

olduğumuz her şeyi, olduğumuz her şeyi yok etmekle tehdit eden bir ortam” yaratan

modernliği, “paradoksal bir birlik, bölünmüşlüğün birliği” olarak tanımlayan Berman,

Marx’ın kavramsallaştırmasına başvurarak, modern olmak; “katı olan her şeyin

buharlaşıp gittiği bir evrenin parçası olmaktır” demektedir. Kendi olumsuzlayıcı

düşüncesinin bu bağlamında modern hayatın “girdabı(nın) birçok kaynaktan beslene

geldiği”ne dikkat çekerek içerisinde sanayileşmenin de yer aldığı yukarıda ki hususları

ifade etmiştir (Berman, 2001, 11-31; Sevil, 1999, 18; Shayegan, 2002, 174).

Giddens’ın da ifadesinde vücut bulan, ”geleneklerin kalıntıları silindikçe,

toplumlar ne kadar çok sanayileşirlerse birbirine o kadar çok benzeyecekler” şeklindeki

görüşler sanayileşme ile modernleşme arasındaki yakın ilişkiye değinmektedir (Sevil,

1999, 54). Aynı şekilde Giddens modernleşmenin ilk olarak, dünyaya karşı belli

yerleşik tutumları insanın müdahalesiyle şekil almaya açık bir dünya fikrini, ikincisi,

ekonomik kurumların karmaşık bir bileşimini, özellikle sanayi üretimi ve pazar

ekonomisini, son olarak da, ulus-devlet ve kitle demokrasisi başta olmak üzere, belirli

siyasal kurumları göstermekte olduğunu vurgulamaktadır (Giddens, 2001, 81). Böylece

modernite, ekonomik, toplumsal ve siyasal boyutlarıyla son yüzyılların teknolojik

buluşlarıyla gündeme getirilen dünyanın dönüşümünü ifade etmektedir. “Bu aynı

zamanda insan bilinci düzeyinde inançları, değerleri ve hatta yaşamın duygusal yapısını

bile yerinden oynatan bir devrim de getirmiştir” (Poloma, 1993, 268).

Bu değerlendirmelerden sonra yalın bir süreç olmadığını gördüğümüz

modernleşmenin (Akgül, 2002, 63) temeline ekonomik gelişme kavramını koyduğumuz

zaman (Sevil, 1999, 41) değerlendirmelerimizin çıkış noktasında değer yargılı ve yönü

belirlenmiş olan bir kavrama ulaşmaktayız. Özellikle Batı toplumlarının sanayileşme

süreci ile girdikleri dönüşümün ortaya çıkardığı yeni durumun ifadesinde kullanılan

modernleşme bu anlamda toplumsal değişmenin özel bir yönünü yani batı toplumlarının

ulaştığı yönü ifade etmektedir.

Bu noktada modernleşme sadece bu ekonomik gelişme sonucunda ulaşılan

toplumsal duruma sahip olan batı toplumları için değil bu bağlamda üretilen ilerleme ve

gelişme süreçlerine aday olarak değerlendirilen toplumlar içinde geçerli olabilecek

süreci ifade etmektedir. Böylece modernleşme batılı toplum bilimciler tarafından bütün

gelişmekte olan toplumların, batı toplumlarına benzer merhaleleri geçireceklerine (Efe,

1997, 49) dair bir anlayışı da içerisinde barındırmaktadır.

Sosyologların değişim sürecine dair yapmış oldukları kavramsallaştırmaların

temelinde (Durkheim: Organik toplum ve mekanik toplum; Tönnies: Cemaat ve

Page 63: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

47

cemiyet; Marx: Kapitalist toplumdan sosyalist topluma; Weber: Kapitalist rasyonel

toplum) batı’nın vardığı noktalar göz önünde bulundurulmaktadır. Burada hedeflenen,

Batı’nın ulaştığı veya ulaşması gereken düzeydir (Sevil, 1999, 38). Demek ki teknoloji

olarak adlandırılan ve bu denli dillere düşmüş olan şeyin sadece makine ve fabrika

demek olmadığını, Batılı insanın bakışında ve bilincinde meydana gelen değişimin

doğrudan sonucu olduğunu görmekteyiz. Ne ki beraberinde teknolojiyi getiren bakıştaki

değişim yeni bir olgu değildir. 14. ve 15. yüzyıllarda dünyanın büyük uygarlıkları üç

aşağı beş yukarı aynı teknik düzeye sahipken, bu olgunun sadece Batı kültürünün içinde

gerçekleşmesinin nedeni de bu noktada önemlidir (Shayegan, 2005, 271).

Bu bağlamda geleneksel toplumdan modern topluma geçişi ifade eden

modernleşmenin hemen hemen daima eski usullerin yerini yeni ve daha etkin usullerin

alması veya tamamen yeni ürünlerin üretilmesi ve yeni yaşantı tarzlarının ortaya

çıkarılması anlamına gelmektedir. Doğal olarak bu süreç toplumsal değişmenin farklı

toplumlarda veya medeniyetlerde farklı biçimlerde ortaya çıkaracağı değişimleri göz

önünde bulundurmadan sadece batı tipi bir değişim ve dönüşümün anahtarı olarak

değerlendirilebilir.

Nitekim Wallerstain’de, değişmekte olan dünyayı belli sınırlara çekebilmek için

Batılı bilginlerin “gelişmeyi”, “Üçüncü Dünyayı” ve “modernleşmeyi” icat ettiklerini

vurgulamaktadır. Oysa ona göre “modernleşmekte olan bir dünyada değil, kapitalist bir

dünyada” yaşamaktayız (Wallerstain, 1995, 244-245).

Bu noktada Weber’in kuramının tarihsel gelişimi içerisinde Batı’nın bir ürünü

olan kapitalizme özel bir vurgu yapmalıyız. Gerçekte teknolojik rasyonalite bir Batı

olgusudur ve Çin’de, Hindistan’da ya da İslam dünyasında doğamazdı (Shayegan, 2002,

96). Bu noktada ortaya çıkan toplumun yorumu da kendi dinsel geleneğinden

devşirilmiş olacak ve diğer toplumlara “işte durum tam da benim izah ettiğim gibidir”

denilecekti. Bu hususta her ne kadar Bendix, tam anlamıyla modernleşmiş ve de

modernleşmek isteyen bir toplumun, geleneksel unsurlardan arınmış olduğu veya

olması gerektiği anlamsız bir soyutlamadan başka bir şey değildir (Bendix, 1983, 81-82)

dese de Weber, bugünkü sanayi toplumlarının ekonomik başarısının nedenini, Protestan

mezhebinin ahlaki değerleri olarak göstermektedir (Weber, 1997, 34; Lenski, 1962,

113-114).

Hâlbuki olayın “tarihsel rastlantılarla” açıklanamayacak çok farklı boyutları

vardır. Ayrıca sanayileşmenin yegâne unsurları sadece bilimsel devrimler veya coğrafi

keşiflerle ortaya çıkan hammadde ve pazar oluşumu da değildir. Yine sürece katkı

Page 64: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

48

yapan iktisadi ve toplumsal gelişmeler farklı yönlerden etkin olmuşlardır. Fakat

bunlarda sonuca dair kesin bildirimlerde bulunamamaktadır. Bu noktada Protestan

Reformu’nun da ne doğrudan doğruya, ne de dolaylı olarak –Protestanlığın neden

olduğu özel bir “kapitalist ruh” ya da iktisadi davranış biçimlerindeki başka bir

değişikliğin- Sanayi Devrimi’ne yol açtığı söylenebilir. Hatta bunlar, Sanayi

Devrimi’nin neden Fransa’da değil de, İngiltere’de gerçekleştiğini bile açıklayamaz. Bu

reform Sanayi Devrimi’nden iki yüzyıl önce meydana gelmiştir. Protestanlığa geçen

tüm bölgelerin sanayi devriminin öncüsü olduğu hiçbir zaman söylenemez ve –çok

belirgin bir örnek vermek gerekirse- Hollanda’nın Katolikliği sürdüren bölümü

(Belçika) Protestanlığa geçen bölümünden (Hollanda) daha önce sanayileşmiştir

(Hobsbawm, 2005, 35; Baykan, 1981, 138-139).

Bütün bu tartışmaların sonucunda modernleşmenin farklı bağlamlarda

sosyologlar tarafından tahlil ediliyor oluşunda kendi toplumsal durumlarına olan atıf

noktalarını ve görmek istedikleri toplumsal dünyanın çözümlenmesinin yanında anlam

arayışına olan bilimsel katkıyı sunma çabalarının ideolojik boyutlardaki yansımalarının

bilime olan etkilerini müşahade etmekteyiz. Bütün bu sürece rağmen gelişmekte olduğu

söylenen ülkelerin sanayileşme ve dolayısıyla modernleşme serüveninde, Batı

toplumlarının kendi yapısında anlamlı fonksiyonlar oluşturan kültürel unsurlarının

tarihsel tecrübeleriyle birleşerek ortaya çıkardığı teknoloji ve kurumlarının harfi harfine

ve metazori bir sistemle kendi toplumlarına kabul ettirmeye çalışmaları başarısızlığa

neden olmaktadır (Kaya, 1993, 22). Bu yetmezmiş gibi bir de modern uygarlığın

tüketim düzeyine en kestirme yollardan tırmanma kurnazlığı, bir saplantı olarak,

gelişme halindeki ülkeleri kültürden eğitime, siyasetten yönetime, iktisat ve maliye

politikalarına ve dış ilişkilere varıncaya kadar, her alanda kıskacına almıştır (Efe, 1997,

49). Gerçekte ise bütün toplumların kendine has kültürel yapı özellikleri vardır. Bununla

beraber, bütün medeniyetlerin oluşmasını gerçekleştiren, ampirik bilgi birikimini -ki

maddi kültürde ki ilerleme bunun sonucu olarak meydana gelebilmektedir- (Turhan,

!969, 317) kabul etmekteyiz. Yalnız göz önünde bulundurulması gereken önemli

hususlardan birisi de toplumların, tarihsel gelişim süreci içerisinde geliştirdikleri

manevi kültür unsurları da dinleri ile veya dinlerin yeni yorumlarıyla bir bütün halinde

ilişki içerisindedir (Kaya, 1993, 27). Bu ilişkinin farklılaşmasını göz önünde

bulundurarak sürecin tek yönlü ve düz çizgi halinde ve sadece din ve yansımaları

şeklinde değerlendirilemeyeceği açıktır.

Page 65: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

49

Bu noktada Batı uygarlığınca hava veya su kadar “doğal” olan kurallar ve algı

dayanaklarından farklı olan kural ve algı dayanaklarının diğer kültürlerde mevcut

olduğuna müşahidiz. Bu noktada her kültürün bireylerinde yöresel-merkezcilik vardır.

Eğer bir sosyolog kendi yöresel merkezci değerlerini çalışmalarında önde tutarak diğer

insanların yöresel-merkezciliğine kabul ettirmeye kalkışırsa, sonuç içinden çıkılmaz bir

karmaşıklık olur (Şerif, 1985, 24-28). Bu hususta sosyoloji toplum mühendisliği olarak

ifade edilmemelidir. Özellikle Comte’un düşüncesinde mevcut olan, “ artık; insanın

tarihsel süreçte edindiği ve günün bilimlerinin kazandırdığı kuramsal bütün bilgileri

birleştirerek dünyaya yeniden şekil vermek ve onu yeni bir düzene koymak gibi, insanın

uygulanımsal çabaları için yol göstericilik vazifesini sosyoloji yüklenecekti” (Çiftçi,

2002, 31) fikri yeni teoloji çabalarının bilimsel kılıfı gibi durmaktadır. Yine Weber’in

yapmak istediği de, “kapitalizmi, çağdaş batı dünyasının uygarlığı olarak anlamaya

çalışmak”tır. Weber’e göre “kapitalist eylemler, toplumlarda evrensel olan bir özellikten

ibarettir.” Kapitalizmin biçimsel tanımlaması da onun böyle düşündüğünü

göstermektedir, “Endüstriyel arz, özel talepleri gözetmeksizin, bir insan grubunun

ihtiyaçlarını girişimcilik yöntemlerini sağlıyorsa, orada kapitalizm var demektedir

(Sevil, 1999, 30-31).

Görüldüğü gibi modernliğin tarihsel süreci 17 yüzyıl Avrupa’sında başlayan ve

sonrasında hemen hemen bütün dünyayı etkisi altına alan toplumsal yaşam ve

örgütlenme biçimidir. Bu sürecin tanımlamalarına bakarak onu anlamaya çalışmak

sorunlarla doludur. Biz bütün bu algılama sorunlarının üzerinde yine modern

kelimesinin en yoğun olarak kullanıldığı alan olan endüstriyi görüyoruz.

Endüstrileşmenin devrimine sahip olan Batı toplumlarının teknik hegemonyalarının

kültürel boyutunu modernleşmenin farklı bağlamlarda ifade edilen kodlarında

aramaktayız. Bilindiği gibi endüstri devriminin inkişafı bu sürecin diğer toplumlar

tarafından içselleştirilmesiyle gerçekleşecek ve gerçek mecrasına yerelliğin

küreselleşme ideolojisi bağlamında kaybolmasıyla tek çizgi halinde ifade edilecek

insanlığın ilerleme ve evrim tarihine olan sıkı bağımlılığıyla ifade edilecektir. Nitekim

Eisenstadt modernleşmeyi “tarihsel olarak Batı Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da

geliştirilmiş olan toplumsal ve siyasal sistemlere doğru bir değişme süreci olarak

tanımlarken; Lerner’da “modernleşmenin batılılaşmak olduğunu…” söylerken batı

toplumlarını veri olarak çıkış noktası yapmışlardır (Kongar, 1999, 406). Bu bağlamda

Batı’da ortaya çıkan bütün bu tartışmaların yerel unsurlar tarafından merkeze olan atıfla

mı yoksa kendi yerelliği içinde mi değerlendirileceği yoğun tartışmalar içermektedir. Ve

Page 66: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

50

süreç farklı bakış açılarıyla ilerlemeye ama hep de modernizm bağlamında tartışılmaya

devam etmektedir.

Diğer açıdan modernliğin kendi içsel tanımlamalarında da içerdiği çelişkilerin

farklı kuramsal çıkış noktalarıyla değerlendirilmeye devam ettiğine şahit olmaktayız.

Yeni bir modernlik anlayışının tanımlanması gerektiğine inanan Touraine, eğer bunu

yapmazsak: ”Eski düzen’lerin yıkılışı ve sanayileşme sırasında yaşanmış olanlardan çok

daha şiddetli tufanlar yaşayacağız” diye uyarır (Touraine, 1994, 222). Touraine göre,

modernliği en iyi tanımlayan, ne teknik ilerlemeler ne de tüketicilerin giderek artan

bireyciliği değil, özgürlük talebi ve bu talebin insanı mutlak bir araca, bir nesneye ya da

bir yabancıya dönüştüren her şeye karşı kendini savunmasıdır (Touraine, 1994, 222). Ne

ki Touraine, modern olarak adlandırılması gerekenin, “geçmişi ve inançları silip atan bir

toplum değil, eskiyi yıkmaksızın moderne dönüştüren” ama dinin sadece -tanımını

yapmadığı bir- “vicdana çağrı” haline dönüştürüldüğü bir toplumsal yapıdan söz ederek

(Touraine, 1994, 354) aslında ulaşılmak istenen modern hedefe dair seleflerine bir katkı

yapmaktadır (Sezer, 1981, 14-15).

Olayın farklı bir boyutu da modern okumalara karşı çıkan post-modern

süreçlerin yarattığı travmadır. Gerçek bir büyü bozumuna yapısal unsurlardan

başlayarak aslında kendi temellerini de yıkan post modern söylemi ulaşılan kültürel

boyutun naifliğine vurgu yapması bakımından önemsemekteyiz. Çünkü bu söylemde

yapıbozum baskıcı olmayan bir “düzen” anlayışı sunar ve köklere inme anlamında

radikaldir (Rosenau, 2004, 232). Ve bunun modernliğin içerisinde çıkış noktasını

oluşturan özgür bireysel benliğin oluşturulması ve sonucunda Parsons’çu söylemle, bu

bireysel benliğin istikrarlı toplumsal sistem için toplumsal rol ve toplumsal bütünleşme

içerisinde eritilerek (Wagner, 1996, 224) örgütleyici modernliğin kendi toplumsal

kimliğimizin milliyet veya sınıf bilincine gönderme yapan etkin kitle olmanın

sonucunda ulaşılan noktada inşa edilen kitle kültürü olma sürecinin yıkılmasına yol

açan bir anlayışa yol açması da marjinal gruplara, kadınlara, batılı olmayan gruplara vs.

yeni açılımlar sunmaktadır. Fakat bu sürecin sonucunu kestirmek tam da olmasını

istediğimiz toplumsal erdemlerin bitmez tükenmez tartışmaların girdabında

temellendirilemeyen ama sadece yaşanan ve çıkan yeni yapısal anlayışın insani olmayan

bir noktaya bizleri sürüklemesi korkunç sonuçlar doğuracak bir durumdur.

Tarihsel akışımızı göz önünde bulundurduğumuzda sanayileşme ve

modernleşmenin çeşitli bağlamlarda tartışıldığına ve bir sonuca bağlanamadığına şahit

olmaktayız. Mesela Tütengil çalışmalarında az gelişmiş toplumların yapısal sorunlarının

Page 67: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

51

çözümü için “Batılılaşmayı” önerirken (Kongar, 1999, 406) Tanyol ise Batılılaşma

hareketinin Türkiye’de kapitalist bir modeli oluşturma çabaları olduğuna dikkati

çekerek, kapitalist modelin toplumsal yapımıza uymadığını ifade etmektedir (Kongar,

1999, 366). Diğer taraftan sanayileşme ve modernleşmenin ayrı süreçler olduğunu ifade

ederek sanayileşelim ama batılılaşmayalım düşüncelerinin yanında Batı’nın bütün

unsurlarının etkileşim içinde olduğunu ifade ederek sanayileşmenin yanında kültürel

unsurların sentezlenerek yapısal unsurlarımızın geliştirilmesi gerektiğini ifade eden

görüşlere de rastlamaktayız. Olayın bir diğer yönü ise toplumların bu süreçten azade

kalamayacağı özellikle küreselleşme bağlamında Batı’nın her türlü unsurlarının tüm

dünyayı sardığı olgusudur. Bu bağlamda Shayegan’ın batılılaşma ve kendine

yabancılaşma durumunda olduğunu iddia ettiği doğu toplumlarına ait olan betimlemesi

kayda değer bulunmaktadır. “Batılılaşma, batı uygarlığının gerçek niteliğinden habersiz

olmaktır. Bu bilgisizlik, durumun dış yüzünü özüyle karıştırmamıza, Batı uygarlığının

görünümlerini onun teknolojik ürünlerinin şaşırtıcı kullanışlılığıyla sınırlamamıza ve bu

ilerlemenin ardında cereyan eden düşünceden gafil olmamıza neden olmaktadır. Bu

gaflet ve bu uygarlığın itici düşüncesini o düşüncenin pratiğinden ayırt etmemek, bizim

deneyimimizin sadece uygulamalı bilimlerin kullanımı çerçevesinde gerçekleşmesine ve

söz konusu bilimlerin kaynağına yol bulamayışımıza neden olmaktadır. Bu müthiş çarkı

döndüren kaynakla irtibat kurmamız mümkün değildir. Çünkü onun ortaya çıkışına yola

açan değişimde bizim payımız yoktur. Biz onunla karşılaştığımızda bu büyük çark

çoktan harekete geçmiş ve bizi de dişlilerinin arasına almıştı. Batı düşüncesinin itici

kaynağına yol bulamayış, hayranlığa yol açar, bu hayranlık da zihinsel felce. Zihinsel

felçte yaratıcı güçlerimizi her alanda durdurarak düşünce yolumuzu tıkar. Bu düşünce

çıkmazı, düşüncenin muhtemelen kendisine açık olan iki yolda da, yani Batı

düşüncesinin itici gücü ve ulusal hatıranın kaynağıyla bağlantı yolunda seyretmesine

izin vermez. Batı düşünce dairesine yol bulmaktaki aczimiz, ulusal hatıramıza sırt

çevirmemiz ve o mirasa yabancılaşmamız, kelimenin tam anlamıyla ne İsa’ya ne de

Musa’ya yaranmamıza yol açar” (Shayegan, 2005, 19-20, 57-62).

Toplumlar kendi kültürlerinin farklılığını bu süreçte nasıl ortaya koyabilecektir.

Batı kültürünü kendi bağlamı içinde tanıyıp, ulusal hatırasının da kavramlarını yeniden

ifade edebilecek (Shayegan, 2005, 277) bir düşünce yapısı ortaya koyabilecek mi?

Böylece Türk Toplumunun da kendi tarihsel köklerini kültürel olarak devam ettirip

ettiremeyeceği de süreç içerisinde görülecektir. Bu tanımlamaların ve çözümlemelerin

ışığında geleneksel ve modern sanayi toplumlarında dinin nasıl bir görünüm arz ettiğine

Page 68: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

52

bakabiliriz. Bu görünümlerin işlevsel olarak yapacağımız analiz ve değerlendirmelerde

önem arz ettiğini ve bu değerlendirmelerin tipolojik olarak vurgulandığını belirtmeliyiz.

Bu noktada yapılacak olan analizlerin farklı tarihsel birikimde ve ulaşılan mevcut

görünümde farklılıklara gösterdiğini ve tipolojik analizlerin değişen oranlarda

farklılaşmış olarak ta bulunabileceğini ifade etmeliyiz.

1.5. Din ve Sanayileşme

1.5.1. Din ve Sanayileşme İlişkisi

Bu bölümde genel anlamda din ve sanayileşmenin karşılıklı etkileşimlerinin

teorik olarak incelenmesi amaçlanmaktadır. Din sosyolojisinin temel konularından

biriside din ve diğer ekonomik olayların karşılıklı ilişkilerinin, etki ve tepkilerinin

incelenmesidir. Ekonominin temel çıkış noktalarından birisini oluşturan sanayileşme,

geleneksel toplumsal hayata binaen günümüz toplum hayatında birçok önemli

farklılıklar meydana getirmiştir. Toplumsal farklılaşmanın ileri boyutlara ulaştığı

günümüz sanayi toplumlarında ve sanayileşen toplumlarda dininde bu değişim ve

dönüşümden etkileneceği aşikârdır. Bu noktada dinin nasıl anlaşıldığı ve yaşandığı

hususunda çok çeşitli kuramlar bağlamında araştırmalar yapılmış ve sanayileşmenin

dine etkisi toplumsal bağlamda gözlenmeye ve anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu

araştırmanın temel amaçlarından biriside din ve sanayileşmeyi bu bağlamda anlamaya

çalışmaktır. Çünkü sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan gelişmeler insanları geleneksel

bağlardan kopararak farklı çözümlemelere sürüklemiş ve bunun etkisi de tüm toplumsal

alanlarda hissedilmiştir. Öncelikle din nedir, dindarlık ne anlam ifade etmektedir, din ve

toplum ilişkileri nasıldır, modern toplumlarda din, sanayileşme, sanayileşme ve din

ilişkileri problemleri incelenecektir.

1.5.2. Sosyolojik Bakımdan Din

Din; insanın tutum ve davranışlarını, insanlar arası ilişkilerini, fert ve toplum

hayatını etkileyen ve belirleyen temel kurumlardan biridir. İnsan ve toplum hayatında

son derece önemli ve etkili bir kurum olması hasebiyle din, her devirde düşünürlerin,

sosyal bilimcilerin ilgi odağı olmuştur. Nitekim Durkheim’e göre din, bütün insan

toplumlarında karşılaştığımız evrensel sosyal bir fenomendir. Dolayısıyla sosyolojinin

ilgi alanında dinin olması yalnız hakkı değil, aynı zamanda görevidir (Köktaş, 1993,

11). Aynı zamanda insanları ve toplumları doğru anlamanın temel anahtarlarından birisi

Page 69: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

53

dindir. Dinin doğru anlaşılmasının toplumunda doğru anlaşılmasına bir katkısı olacağı

muhakkaktır. Çünkü din gerçek anlamını toplumla bize göstermektedir. Bu açıdan

öncelikle dinin ne anlama geldiği ifade edilmelidir.

Din, farklı dinî ve kültürel formlarda farklı anlaşılmış ve tarif edilmiştir. Nitekim

sosyal bilimcilerinde üzerinde hemfikir oldukları bir din tarifi ortaya çıkmamıştır.

Sosyolojisi açısından din kavramının tarifi özellikle bu ilmin ortaya çıkışıyla birlikte

kendi bakış açısıyla farklı bir anlam kazanmıştır. Aslında sosyolojide din, kendisi olmak

bakımından değil de, incelenen toplumsal boyutta ele alınan bir olgu olarak

araştırılmıştır. Bu bakımdan din bilimsel araştırma konusu olan sosyal bir gerçeklik

olarak ele alınmış (Kehrer, 1996, 7) ve dinin objektif toplumsal bir olgu olması göz

önünde bulundurulmuştur (Efe, 1997, 50). Sonuçta din sosyal bir fenomen olduğu

sürece incelenmiştir. Din sosyale tabi bir tezahürdür veya en azından sosyal bir öneme

sahiptir şeklinde anlaşıldığı gibi sosyal hayatın içerisinde din ve diğer sosyal olguların

birbirinden etkilenme düzeyleri veya dinin bağımlı-bağımsız değişken olarak

değerlendirilmesi ise farklılıklar arz etmiştir. Nitekim din gerek ilk ortaya çıktığı

dönemde gerekse daha sonraki tarihsel süreçte bir yandan mevcut sosyo-kültürel

yapıdan etkilenirken, bir yandan da bizzat bu yapıyı etkileyerek şekillenmekte; böylece

aynı dinsel inanış ve algılamalar farklı sosyo –kültürel ve coğrafi alanlarda farklı

anlamlara bürünebilmektedir (Zückerman, 2006, 68).

Bu bakımdan sosyal bilimcilerin görüş birliği içerisinde oldukları bir din tanımı

bulamamaktayız. Çünkü yeryüzünde sayılamayacak kadar çok dinî deneyim (Yıldırım,

1999, 27) ve tecrübenin yanında, objektif bir gerçeklik olarak toplumların bağlandıkları

inanç ve davranışlardan oluşan (objektif din) dinî sistemlerinde tarihsel süreç içerisinde

ve günümüzde farklılaşmasının çokluğunu da göz önünde bulundurarak ve yine bilim

adamlarının değişen paradikmatik duruşlarının ve farklı branşlarından dolayı oluşan

bakış açısı döngüsünün de bu hususta etkili olduğu kanaatini taşımaktayız. Bu nokta da

insani bakış açısının kültürel ve dinî süreçlerden etkilenen sübjektif ve objektif

yönlerinin bilim dünyasına etkisi yadsınamaz bir gerçektir. Çünkü insanların dinden ne

anladığı da en az dinin ne olduğu kadar önem arz etmektedir. Yeni bir din bilimi

metodolojisi oluşturma süreci içerisine giren batılı bilim adamlarının doğal olarak dinin

normatif gücünün şüpheli duruma düşmesi sürecinde dinin kendisini ifade ettiği bakış

açısından ayrılarak dinin kendilerince asıl anlamını keşif sürecine çıkmalarına şahit

olmaktayız. Öte yandan dinin evrenselliğinin, çeşitli şekillerde tezahür etmesi ve

heterojenliği, kapsamlı, yeterli ve özenli bir tanım bulmayı da güçleştirmektedir

Page 70: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

54

(Kehrer, 1996, 9). Bu bakımdan sosyolojik din tanımı belli bir dini değil de zaman ve

mekân itibariyle insanlar arasında her yerde ve devirde görülen ilahi olsun olmasın

bütün dinleri göz önüne almaktadır (Günay, 2006, 14).

Bu noktadan yola çıkarak özellikle metodolojik olarak ta tezimizin başında

toplumsal işbölümüne dair sosyolojik katkısıyla faydalandığımız Emile Durkheim’in

“Dini Hayatın İlkel Biçimleri” isimli eserinden dine bakış açısını ve tanımlayışını

çözümleyebiliriz. Durkheim, özellikle dinler söz konusu olduğunda tarihsel

çözümlemenin en iyi açıklama yolu olduğunu ifade ederken (Kehrer, 1996, 21, 141)

başlangıç noktası olarak dinlerin en ilkelini seçmiştir. “Çünkü ilkel dinler yalnızca dinin

kurucu unsurlarını ortaya çıkarmamıza izin vermekle kalmazlar; onların en büyük

faydaları da, dinin açıklanmasına yardım etmeleridir” der. Fakat burada özenle

vurgulanan hususta şu ki “din şu anda başlamıştır denilebilecek olan kesin bir an

yoktur.” (Durkheim, 2005, 24-25).

Dininde diğer beşeri kurumlar gibi eşyanın doğasında bir temelinin olduğunu

dolayısıyla yalana veya hataya dayanmayacağını ifade ederken Durkheim, “dinin açıkça

toplumsal bir şey” olduğunu genel bir sonuç olarak çıkarmıştır. Ayrıca insanın dinî

doğasının insanlığın temel ve daimi bir yönünü gösterdiğini vurgularken dinin bilim

öncesi düşüncenin bir ürünü olduğu şeklindeki evrimci teorinin özünü kesin olarak

çürütür. Böylece din toplumun yapısal bir elementi olarak görülür ve din sosyal bir

fenomen olduğu sürece toplum da dinî olarak ifade edilir (Durkheim, 2005, 18, 27;

Kehrer, 1996, 22; Topçu, 2006, 103-104).

Çünkü din sosyolojik olarak tabiatüstü, özerk ve toplumdan aşkın bir etkinlik

olmayıp insani bir eylem olarak görülmelidir. Böylece din, toplumların kendilerini

tanıma ve tanıtma aracıdır (Sezer, 1981, 32-34, 212). Sosyal gerçeklikler olarak tezahür

eden din incelenirken de dinî bir bakışın önceliğinden de hareket edilmez (Yıldırım,

1999, 31).

Durkheim tarafından ise din şu şekilde tarif edilmiştir: ”Kutsal şeylere ilişkin

inançlar ve pratiklerden oluşan birleşik bir sistem; kutsal şeyler, ayrı tutulan ve

yasaklanan şeyler; inançlar ve pratikler ise, benimseyenlerin tümünü biraraya getiren ve

kilise/cemaat diye isimlendirilen tek moral bir topluluk halinde biraraya getiren

öğelerdir” (Durkheim, 2005, 67; Kehrer, 1999, 21; Kösemihal, 2002, 191).

Din olayının nesnel karakterlerine dayanılarak yapılan bu tanımla “dinle hiç

ilgisi olmayan birtakım olaylara din demekten ve gerçek din olaylarının yanından

Page 71: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

55

geçildiği halde onları fark edememekten” kurtulmuş olunmaktadır (Kösemihal, 2002,

190).

Bu tanımda dikkat çeken önemli noktalardan biri de Durkheim tarafından kutsal

ve kutsal-dışı arasında yapılan ayrımdır. Aslında bu ayrım günümüzde ortaya çıkan

inanç temelli tartışmaların toplumsal boyutlarını belirlemede temel problem olarak ta

ortaya çıkmaktadır. Nitekim dinin özünü bu ayrıma dayandıran Durkheim’de kutsalın

sosyal menşeli olduğunu kabul ederek dinin özünü toplum kalıpları içerisine hapsetmek

suretiyle, dinin süjesini ve objesini birbirine karıştırma hatasına düşmekle itham

edilmiştir.

Durkheim’in tanrı kavramı hakkındaki görüşü de bu durumu ortaya

koymaktadır. Ona göre, insan, dinî bir duyguyla kendisini aşan bir varlık karşısında

korku ve ümit içinde beklerken, aslında Tanrı adı verilen evrenin ötesindeki bir varlık

karşısında değil, kendini çepeçevre saran “toplum realitesi” karşısında durmaktadır.

Dolayısıyla Tanrı fikri, toplumun yaptırım güç ve işlevini gösteren sembolden başka bir

şey değildir (Aydın, 1990, 172).

Bu noktada toplumsal yaşamı asıl itibariyle dinsel olarak ifade eden Durkheim,

dinsel seremonileri de toplumsal yaşamın kutlamaları olarak görmekte ve buna göre de

dinin toplumsal yaşam içerisinde kutsal şeylerle, yani varoluşun dindışı (profane)

zorunluluklarından ayrı olan şeylerle ilgilenmek zorunda olduğunu belirlemektedir

(Kehrer, 1996, 22, 121).

Burada bu durumun daha iyi anlaşılması için vurgulamamız gereken nokta da

şudur; özellikle Marksist eğilim, belirli dinî formları, özellikle doktriner formları,

sosyo-ekonomik altyapının -özellikle sınıflar arasındaki ilişkilerin- yansımaları veya

tezahürleri olarak açıklamaya çalışıyorlardı. Böylece Marksistler dini, insanın teorik

olarak yetkin olduğu toplumsallıktan mahrum olduğu kabul edilen bir durumda bir telafi

mekanizması olarak görürlerken; Durkheimciler ise dini tamamen bu toplumsallığın bir

ifadesi olarak görürler (Kehrer, 1996, 119, 128).

Sonuçta dine olan bu bakış açısının toplumsal olarak ifade ettiği fonksiyon

günümüz din sosyologları arasında temel tartışma noktalarından birini oluşturmuştur.

Özellikle Durkheim’in kutsal şeylerin toplumsal birliğin sembolü olduğunu vurgulaması

ve tüm dinleri aynı sınıfın türleri olarak aynı nesnel anlama sahip olup aynı işlevi yerine

getiriyor olarak belirlemesi fonksiyonel bir din anlayışına olan vurguyu göstermektedir.

Çünkü din sosyal bir fenomen olduğu ölçüde, toplumda dini bir fenomendir

anlayışından yola çıkan Durkheim modern toplumu dahi dinî olarak ifade ederken

Page 72: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

56

bunun millî ve politik sembollerde bulunabileceğini göstermiştir (Durkheim, 2005, 21;

Kehrer, 1996, 22; Günay, 2003, 226).

Daha açık bir ifadeyle dinin sosyal dayanışma, birlik ve bütünlüğü sağlayıcı bir

temel faktör ve aynı zamanda dinin bizzat insanın kendisini kuşatan kollektif sosyal

hayata bağımlılığının ve ona boyun eğişinin bir tezahürü olduğu konuları üzerinde

duran Durkheim; dinsel inanç ve etkinliği sosyal sistemlerin tümü için bir önkoşul –

insanları biraraya toplayan ve toplumun istikrarlı işleyişi için temel bilişsel, değersel ve

anlamlı düsturlar sağlayan başat bir güç- olarak görmeye yönelen fonksiyonalist

eğilimli sosyologları etkilemiştir (Kehrer, 1996, 115, 125).

Bu etkilenmelerin karşısında teorisinin özellikle bilgi sosyolojisi boyutundan

başlanarak eleştirildiğine de şahit oluyoruz. Özellikle dini kollektif şuurla açıklarken

bunun dışında bir takım etmenlere dayanması eleştirilmiştir. Şöyle ki zaman, mekân,

nedensellik kavramlarının kökeni hakkındaki açıklamalarında toplumsal etkenlerden

başka etkenlere başvurduğu görülür (Kösemihal, 2002, 194). Durkheim, bu

kategorilerin her birinin çok eski tarihlerden itibaren toplumun birey üzerindeki

egemenliği sonucunda ortaya çıktığını görmemiz gerektiğini savunur. Aklın ve

toplumun olağanüstü otoriteleri zihnin toplumsal boyutundan kaynaklanır. Bu boyut

akılda olan olağanüstü otoritenin kaynağı gibi gözükmekte ve bu otoritenin önerilerini

güvenle kabullenmemizi sağlamaktadır (Bottomore & Nisbet, 2002, 566; Durkheim,

2005, 35).

Gustav Mensching ise Durkheim’i, dini toplumun bir işlevi olarak gören

Comte’un pozitivizminden ilhamını alarak dinin özü ve başlangıcını tamamen akıl

yoluyla açıklamaya çalışmakla suçlamakta ve eleştirmektedir. Mensching’e göre dinin

tek yanlı ve sınırlı karakteri ile yapılacak bir din sosyolojisi, sosyolojik şartlardan

çıkarılacak olan dinin özünü de tamamen bozacaktır (Mensching, 1994, 1-3). Nitekim

Mircea Eliade’da dinin birey ve toplumla ilişkilerini salt işlevleri açısından ele almanın

indirgemecilik olduğunu ifade etmiştir (Günay, 2003, 223). Wach ise daha sert bir

eleştiriyle özellikle dinin sosyolojik yönlerini inceleyenlerin çalışmalarının, kendilerine

dinin tabiatı ve cevherini izaha yeteceğini hayal edenlerin aldandığını ifade ederek Marx

ve Comte felsefelerini ikaz ederken, Durkheim’in ise delilsiz olarak dinî süje ve dinin

objesinin ayniyeti hususunda peşin hükümlere sahip olmasını reddetmiştir. Bu noktada

Wach, kendi metodunu, dinle sosyal olaylar arasındaki karşılıklı pek çok ilişkilerin

incelenmesi sayesinde, dinin belki ilk rolü değil fakat şüphesiz esas rolünün daha iyi

Page 73: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

57

takdir edilmesine katkıda bulunacağını ümit ettiği şeklinde açıklamıştır (Wach, 1995,

27).

Ayrıca ifade edilmesi gereken bir başka hususta şudur ki özellikle çalışmasını

dini hayatın ortak temelini bulmaya (Durkheim, 2005, 22) hasreden Durkheim’in ilkel

addettiği dinlere yönelerek bu işlemi, gelişmiş addettiği ve ilkelden tek farkı biraz daha

karmaşıklaşmış olmalarına bağladığı günümüz evrensel dinlerine bir açıklama

getirmeğe çalışarak kendi sivil dinine bir atıf noktası bulmaya çalışması manidar

oluşudur. Çünkü Durkheim, ayinleri ve inanç ilkeleri bilim ötesi ve aynı zamanda

modern toplumun aksiyon temeli ve bütünleşme mekanizması olacak yeni bir dinin, bir

tür “sivil din”in (Rousseau) ortaya çıkacağına inanıyordu. Ona göre milli bayramlar,

politik olarak önemli olayların anılması, geleneksel Hıristiyan ayinlerinin yerine

geçecekti (Kehrer, 1996, 96; Tiryakian, 2002, 197; Turner, 1998, 246).

İlk dinlere başvurmamızın nedeni dini değerden düşürmek gibi bir amaca matuf

değil, aslında onlarda saygındırlar sadece aynı gereksinimlere karşılık verirler, aynı rolü

oynarlar, aynı nedenlere dayanırlar; ayrıca dinsel yaşamın doğasını göstermek ve

sonuçta irdelemek istediğimiz sorunu çözmeye de yardımcı olurlar (Durkheim, 2005,

19) gibi bir öncülle hareket eden Durkheim, gerçekten de bir ceninle olgunlaşmış bir

insanı aynı kategoriye koyuyor gibidir. Ayrıca inanç ve davranışların kökeninin ilkel

toplumlarda bulunabileceğini savunan Durkheim tek kökenli bir bakış açısını

savunmaktadır. Hâlbuki Giambatista Vico bu görüşe karşı çıkarak, inanç ve davranış

benzerliklerinin çok kökenlilikle (polygenesis) pekâlâ bağdaşabileceğini; bilakis her

yerde bu benzerliklerin insanların zihnine yerleşmiş bazı bilgi edinme ve saklama

yeteneklerine işaret ettiğini ve bu yeteneklerin aşağı yukarı aynı coğrafi, sosyal ya da

ekonomik uyarılarla karşı karşıya kalınca benzer sonuçlar doğurduğunu savunmuştu

(Bottomore & Nisbet, 2002, 562).

Sonuçta din, Durkheim ve onun yolundan gidenlerin öne sürdükleri gibi sosyal

hayatın basit bir salgısından ibaret değildir. Zira, yapısı ne olursa olsun her toplumda ve

insan ruhunda bir “yücelme ihtiyacı, transandantal ve ilahi âleme yönelme arzusu ve

eğilimi” mevcuttur ki, bunu sadece fert ya da toplum kalıpları içerisine sıkıştırılmış bir

kutsal kategorisiyle anlamaya ve açıklamaya çalışan her teşebbüsün başarısızlıkla

sonuçlanacağına şüphe yoktur (Günay, 2003, 223). Esasen, din, birey ve toplum

hayatında varoluşsal bir gerçekliğe sahip olmakla birlikte, bu gerçekliğin zamanı ve

mekânı aşan boyutuyla dini, sosyal hayatta ve özellikle maddi hayatta rastlanan olaylara

indirgemek tek yanlı bir bakış açısı olarak değerlendirilebilir. Bu noktada temelinde dini

Page 74: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

58

“daha müspet düşünce şekilleri karşısında silinip ortadan kalkmaya mahkûm, ilkel ve

büyüsel bir düşünce tarzı” olarak kabul eden A. Comte ve onun takipçisi pozitivistlerin

görüşü de yanıltıcı, yanlış çıkmıştır. Hâlbuki bugün anlaşılmıştır ki dinin gelecekte

varoluş ve yayılma imkânları konusunda, onun ifadelerinin mantıki statüsü değil,

değişen bir toplumda onun fonksiyonu karar verecektir (Kehrer, 1996, 10).

Din sosyologları kısaca, “korkutucu ve büyüleyici sır” olarak vasıflandırılan

“kutsalın tecrübesi” veya “yaşanması” şeklinde dini tanımlamaktadırlar. Rudolf Otto ve

M. Eliade’nin bu tariflerine Mensching’in, “Din kutsalla hayati bir karşılaşmadır”

sözüyle yaptığı katkıda güzeldir. Dinin bu şekilde anlaşılması dini tecrübenin objektif

özelliği üzerinde ısrar etmekte ve dinin çok boyutlu bir şekilde gerçekleşebileceğine

vurgu yapmaktadır (Günay, 2003, 225; Wach, 1995, 37; Sezen, 1990, 169; Yapıcı,

2007, 10; Kehrer, 1996, 10).

Dine dair yapılan bu özsel tanımın yanında bir de fonksiyonel bir din anlayışına

yönelik olarak yapılan bir tanım vardır. Bu meyanda J. M. Yinger’in “Din, bir halk

grubunun onun vasıtasıyla beşer hayatının temel problemlerine çözümler aradığı bir

inanç ve pratikler sistemidir” şeklindeki din tarifi önemlidir (Günay, 2003, 226; Yapıcı,

2007, 11; Kehrer, 1996, 10).

B. Malinowski ise dini, toplumsal grupların duygusal olarak taşıyamadıkları

gerilimli durumların çözümü olarak görmektedir (Kehrer, 1996, 99). Lane’nin ifadesiyle

gidişine uymak zorunda oldukları bir dünyada psikolojik bir denge kurmanın

yollarından biridir (Mardin, 2005, 30).

Bu tanımlarda din, bir dünyayı anlama ve kendini o dünyada belirli bir yere

yerleştirme modeli olarak fonksiyon görmektedir (Mardin, 2005, 30). Şöyle ki Berger’in

de belirttiği gibi her insan topluluğu bir dünya-kurma teşebbüsüdür. Bu teşebbüste yer

alan çeşitli olgu ve unsurlar arasında din özel bir yer işgal eder (Okumuş, 2003, 98). Bu

tür işlevselci tanım ve yaklaşımların tezimiz açısından ifade ettiği anlam önemlidir.

Özellikle ileride de vurgulanacağı gibi işçilerin din anlayışlarında göze çarpan

noktalardan birisi de onların dine, toplumun ve bireylerin hayatında yer alan temel

harçlardan birisi olarak bakmalarıdır. Bu noktada sanayileşmenin temel itici gücü olan

işçilerimizin dine bu anlamda kendilerini anlamlandırmada ve toplumsal birlikteliği

sağlamanın yanında ortak bir anlayış oluşturmada ortaya çıkan işlevine dikkat ettikleri

görülmüştür. Özellikle kendilerini tanımlamada sınıf bilinci ve diğer unsurlardan ziyade

genel anlamda Türk ve Müslüman kimliğine vurgu yapmaları dikkat çekicidir.

Page 75: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

59

Bunu özellikle vurgulamamızın nedeni ise Marx’ın din tanımının işçilerimize

farklı bir işlevsel bakış açısı sunmasıdır. Çünkü Marx dini, “kalpsiz bir dünyanın kalbi

ve halkın afyonu”(Marx, 1998, 120) olarak değerlendirirken dinin özüne değil, sosyo-

kültürel tabakalaşmayı meşrulaştırması ve hayal kırıklıkları, engellenmişlikler yaşayan

insanlara durumu kabullenebilme gücü vermesine atıf yapmaktadır (Yapıcı, 2007, 12-

13; Kehrer, 1996, 127-128). Nitekim Marx’tan öncede tarihi maddeciler dini iktisadi

hayatın basit bir fonksiyonu, bir “gölge olay”a (epiphenomene) indirgemişlerdi. Ayrıca

dini ilkel ya da geleneksel kültürlerin bir artığı ve dini hayatı bir kültür gecikmesine

indirgeyen ve öyle görenler de olmuştur (Günay, 2006, 19). Ayrıca Marx’ın dine bakış

açısının çok fantastik olduğunu da belirtmek gerekir. Anti Dühring’de dini şöyle ifade

etmiştir: ”Bütün dinler insanların gündelik hayatlarını kontrol eden dışsal güçlerin insan

beynindeki fantastik bir yansımasından başka bir şey değildir ki bu yansımada dünyevi

güçler doğaüstü güçlerin formunu varsayarlar. Başlangıçta sadece doğanın gizemli

güçlerini yansıtan fantastik figürler, bu noktada toplumsal nitelikler kazanır, tarihin

güçlerinin temsilcisi olur. Din, insanların kendilerine hükmeden doğal ve toplumsal

güçlere yabancı ilişkinin dolaysız, yani, duygusal formu var olmayı sürdürebilir.

Bununla birlikte insanlar, kendilerinin yarattığı ekonomik koşullar tarafından,

kendilerinin ürettikleri üretim araçları tarafından sanki bunlar yabancı güçlermiş gibi

yönetilirler. Dinin oluşumuna sebep olan bu yansıtıcı etkinliğin fiili temeli, böylece

varolmaya devam eder ve bununla da dinsel yansıma kendi varoluşunu devam ettirir. Bu

noktada sosyal güçleri toplumun idaresi altına sokmak önce zorunlu olan toplumsal bir

kanundur. Bu toplumsal kanun tamamlandığında, toplum, üretimin bütün araçlarını ele

almak ve onları planlı bir amaçta kullanmak suretiyle, kendini ve bütün üyelerini

kendileri tarafından üretilen fakat karşılarına direnilemeyen bir yabancı güç olarak çıkan

bütün üretim araçlarının esaretinden kurtulduğunda; böylece insan sadece talep etmeyip

aynı zamanda tanzim ettiğinde işte ancak o zaman hala dinde yansıyan bu yabancı güç

yok olacak ve onunla birlikte dinsel yansımanın kendiside yok olacak, çünkü basitçe,

geride yansıyacak bir şey kalmayacak” (Marx, 1998, 125-126).

Bu tür işlevselci tanımların her dini veya genel anlamda dinleri tam olarak

karşılamamasının yanında özellikle farklı tarihi dönemlerde dinin böyle bir fonksiyon

izlemek zorunluluğu altına sokulması gibi bir durumla da karşılaşabiliriz. Nitekim din

tarafından icra edilen fonksiyonlarda zamana ve mekâna göre değişmektedir (Yapıcı,

2007, 17). Ayrıca Wach’ın da ifade ettiği gibi din denen fenomeni toplum ile basit bir

fonksiyon içinde ele alamayacağımızı belirtmekte yarar vardır. Çünkü din pozitivist

Page 76: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

60

varsayımın aksine, yalnız zamana bağlı olmayıp, aynı zamanda insanın “ebedi” planına

da uygundur. Belli bir toplumsal yapı ve ekonomik düzenle de kaim değildir (Wach,

1995, 35). Özellikle araştırmamız esnasında dinin kaderci yorumlarının mevcut olanı

algılamaya zorlaması hususundaki din anlayışlarının varlığı yanında işçileri gerektiği

şartlarda çalıştırmamakla birlikte onlara dindar görünerek durumunu meşrulaştırmak

isteyen sermaye sahiplerine de bu bakış açısı teşmil edilebilir. Fakat bu ifade ettiğimiz

tanımın bütün bu algılamaların yanında dine bütüncül bir bakış açısıyla zıt olduğunu

ifade etmemiz gerekir.

Aynı şekilde özsel din anlayışlarının da insan hayatında çokta fark edilmeyecek

anlarda bile kutsal ayrımına zorluyor gibi görünmesinin yanında insanî olanı soyutlayıcı

bir tavra dair oluşu da işçiler tarafından çokta belirgin bir bakış açısına ulaşmamaktadır.

Özellikle deruni bilginin içsel bir dindarlıktan yola çıkılarak dünya hayatında yaşanması

anlamında bir dindarlık, ifade edilen özsel tanımla işçi kesimine çokta yansımamış

görünmektedir. Yine din algısının daha pratik anlaşılmaya çalışılması süreci, kutsal ve

karşıtlarına bölünmeyi zorlaştırmaktadır. Bu anlamda yapılan bu tanımlar belli

noktalarda tespit edilse de özellikle araştırmamız açısından kuşatıcı olmamaktadır.

Son olarak bu bakış açılarından sonra dinin özsel ve işlevsel bakış açılarıyla

tanımını yapanlar da olmuştur. Aslında konumuzun başında tartışmasını yaptığımız

Durkheim’in tanımı dine böyle bir bakış açısını da yansıtır. Yine bu minvalde en iyi

tanımlardan biriside Campiche ve arkadaşlarına aittir. Bu yazarlar dini; “tecrübe üstü

aşkın bir hakikatle bağlantılı olarak belirli bir toplumda bireysel ve sosyal hayatın

yapısal açıdan kararsız karakterine cevap verme kabilinden uyum, kimlik ve kolektif

tecrübenin ifadesi gibi çeşitli işlevlerden birini ya da bir kaçını gerçekleştiren, az ya da

çok organize edilmiş inançlar ve ameller toplamı” şeklinde tarif etmektedirler (Yapıcı,

2007; 15). Dinin varlığı aşan bir boyuttan neşet edişine vurgunun başlangıç noktası

olduğu bu tanımda birey ve toplum hayatındaki işlevinin de ameli olarak ortaya çıktığı

ifade edilmektedir. Özellikle dinin toplumsal görünümüne bakış atan bu tanımların

bağımsız bir bakış açısıyla kendi hareket tarzlarını belirlemek amacıyla sosyal

bilimciler tarafından yapıldığını görüyoruz. Böylece dini, ”insanların veya toplumların

takdis ettikleri birtakım değerler etrafında birleştikleri ve kendilerini ifade ederek bir

yaşam çizgisi oluşturdukları, bireysel ve toplumsal varlık alanı sunan sistemli yapı”

olarak ifade edebiliriz.

Görüldüğü gibi sosyolojik bakış açısıyla yapılan din tariflerinde insanlara ve

topluma dair vurgulamalarla ortaya çıkan kurum ifade edilmektedir. Şu halde insanların

Page 77: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

61

dinin objesi olması ve subjektif din yaşayışlarının objektifleşmesi dikkatlerimizi bu çift

yönlü anlaşılan ve sonucunda yaşanan dine çevirmektedir. Böylece dindarlığın

tezimizin ana mihverini oluşturması açısından ne ifade ettiğini, nasıl anlaşılıp

anlatıldığını tartışabiliriz.

1.5.3. Dindarlık Nedir?

Din kavramının tanımı hususunda yaptığımız tartışmaların farklılaşması

dindarlık kavramını tanımlama ve dindarlığı tezahürleri açısından sınıflandırmada da

karşımıza çıkmaktadır.

Dindarlık, yaşama ve hissetme yönüyle bireysel, tezahürleri açısından ise

toplumsal bir olgudur. Bu bakımdan dindarlık, bireysel yönüyle ne kadar sübjektif bir

karaktere sahip ise, sosyal yansımaları açısından da o kadar objektif ve gözlenebilir bir

özelliğe sahiptir (Taş, 2006; 175). Deruni tecrübenin anlaşılması, ancak onun objektif

anlatımının açıklanmasıyla mümkündür. Nitekim “Dinî” diye adlandırdığımız temel ve

gerçek tecrübe çeşitli şekillerde anlatımını bulmaya yahut objektifleşmeye eğilim

göstermektedir. Sonuçta ortaya çeşitli şekillere bürünerek çıkan bu dinî tecrübe

“yaşanan din” olarak tanımlayabileceğimiz dindarlığı ifade etmektedir (Wach, 1995, 38;

Günay, 2006, 22).

Günay dindarlığı; “kutsal olanın yahut onun özel bir formu olmak itibariyle belli

bir dinin muayyen bir zaman ve şartlarda belli bir kişi veya grup ya da toplum

tarafından yaşanması” şeklinde ifade etmektedir (Günay, 1996, 22).

Din sosyolojisi açısından ise yaşayan bir din, tabiatı icabı sosyal münasebetler

yaratmak ve gözetmek zorundadır (Wach, 1995, 54). Dolayısıyla ortaya çıkan ve

yaşanan dinin boyutları bu sosyal münasebetler içerisinde aranmalıdır. Bu açıdan

dindarlığın pratik bir bakış açısıyla toplumda dinî olarak ortaya konulan sosyal

davranışlarda aranması mümkün olmaktadır. Burada ki süreç dini tecrübenin hareketler,

sözler ve fiillerle ifadesinin gerekliliğini vurgulamaktadır. Çünkü sübjektif tecrübe

olarak din, somut bir atmosfer, bir tutum veya bir şekil halinde objektifleşmedikçe

gerçek üzerine etkide bulunamaz. Sırf şahsi olan bir din sübjektifliğin dışına çıkmaya

muvaffak olamaz. Anlaşılmış olmak ve toplumsal bir etki meydana getirmek için,

düşüncenin ve heyecanın çeşitli şekillerde ifade edilmesi gerekmektedir. Aynı

tecrübenin konusu olan iki arasında birliğin mevcut olabilmesi içinse bu tecrübenin

hareket, söz ve fiile dökülmesi lazımdır (Wach, 1995, 76).

Page 78: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

62

Her ne kadar genel anlamda dinin dindarlığın kaynağı olduğunu ifade ediyorsak

ta bu süreçte ortaya çıkacak olan değişmelerin etkisinin din ve dindarlığa yaklaşımlarda

bireysel ve toplumsal açıdan dönüşüme ve farklılaşmaya yol açması muhtemeldir. Din

nasıl farklı şekillerde anlaşılıyorsa buradan hareketle dindarlıkta farklı şekillerde

anlaşılmış ve din gibi dindarlıkta istenilen kalıplara sokulmaya çalışılmıştır. Mesela

kendisi açısından tanımladığınız bir dine mensup olanların bu din açısından

yorumlandığında dindar olup olmaması ortaya konmakla birlikte, dini kendi

zaviyesinden tanımlamaları ve ona göre bir dindarlık algısı ve biçimi geliştirmeleri

açısından çok farklı birey ve gruplarla karşılaşabilmekteyiz.

Bu noktada her grubun veya kişinin dindarlık anlayışları farklı olabilmektedir.

Dolayısıyla görece bir kavram olan dindarlığa birbirinden çok farklı anlamlar

yüklenebilmektedir. Çünkü dindarlığın sınırlarını tam olarak belirlemenin ve tüm

yönlerini kuşatacak bir yaklaşım belirlemenin zorluğuna bir de her dini yaşantının farklı

bir kültürel ve sosyo-ekonomik çevrede yer alması eklenince dindarlığın ölçüsünü tam

olarak belirlemekte mümkün olmamaktadır (Taş, 1996, 176-177).

Sonuç olarak belli bir dinin insanlar tarafından ve insan topluluklarında kendi

şartlarında yaşanması anlamında dindarlık beşeri ve fakat aynı zamanda evrensel bir

fenomen olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu şekli altında o, bir yönüyle bireysel, bir

başka yönüyle toplumsal ve kültürel, fakat aynı zamanda hem aşkın ve hem de içkin bir

karakteristiğe sahip bir olgudur. Gerçekte, onun bu çok yönlü özellikleri birbirlerini

tamamlıyor görünmekte, fakat aynı zamanda çelişki ve çatışmalara yol açmaktan da geri

durmamaktadır. Başka bir deyişle dindarlık tüm muhafazakâr eğilimlerine rağmen,

dinamik ve dikotomik bir olgudur. Böyle olduğu için de orada değişim, çeşitlik ve

çatışmalar eksik değildir. Esasen insan topluluklarında dinin evrensel bir fenomen

olmasına karşılık, dinî inanışların, düşüncelerin, tutum ve davranışların yani

dindarlıkların ya da dindar olma yollarının kişiden kişiye, toplumdan topluma, bir

çevreden ötekine, bir devirden bir başkasına farklılıklar arz etmesi ve değişmesi oradan

kaynaklanmaktadır (Günay, 2006, 51).

1.5.4. Dindarlığın Boyutları

Dindarlığın tanımlanmasının ardından araştırma açısından bir diğer önemli konu

dindarlığın boyutları meselesidir. Dindarlığı tek boyutlu kavramlaştırma ve ona göre

Page 79: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

63

ölçekler geliştirme sürecinin yanında çok boyutlu bakış açıları da ortaya çıkmıştır

(Yapıcı, 2007, 24).

Dini tecrübenin dinamik ve diyalektik karakteri beşeri ve dünyevi ortamda onun

çeşitli tezahürlere bürünmesine imkân sağlamaktadır. Nitekim tarihî ve sosyolojik

olarak dinler, dinî hayat ve dindarlık, bir toplum ve kültür ortamında, çeşitli iç ve dış

etkenler çerçevesinde bu yapısal unsurların dinamiğine göre şekilleniyor ve hatta

değişime uğrayarak yeni formlara yöneliyor. Bu da dindarlık olgusunun türlü form ve

boyutlarda tezahür ettiğini gösterir (Günay, 2006, 30).

Durkheim’le başlayan gelenek, öncelikle dinin ve buna bağlı olarak dindarlığın

inançlar ve törenler olmak üzere iki farklı görüntüsünün olduğu hususunda ısrar

etmiştir. Durkheim’in bu çok boyutlu yaklaşımı dindarlığın çok boyutluluğuna dikkat

çeken sosyologların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır (Durkheim, 2005, 56; Yapıcı,

2007, 24).

Wach ise, “Dinî diye adlandırdığımız temel ve gerçek tecrübe çeşitli şekillerde

anlatımını bulmaya yahut objektifleşmeye eğilim göstermektedir” der. Gerçekte yaratıcı

dinî tecrübe nihayetsizdir; o daima yeni ve daha zengin gerçekleştirmelere doğru

uzanmaktadır. Dinî tecrübe ilk anda açık ve seçik bir biçimde anlatımını

bulmamaktadır; bununla birlikte öte yandan, ancak bu tecrübenin büründüğü şekiller

sayesindedir ki, onun özelliğini tam anlamıyla tasvir etmek ve anlamak mümkün

olmaktadır. Peki dinî tecrübenin anlatımının boyutları nelerdir diye sorduğumuzda

Wach’ın anlatımı şu boyutları ifade etmektedir: 1. Teorik Anlatım, Akide (Doktrin) 2.

Pratik Anlatım, İbadet 3. Sosyolojik Anlatım, Dini Cemaat. Aslında bu durum dinî

ifadenin iman, amel ve sosyolojik alan gibi üç temel üzerinde göründüğüne dair bir yol

gösterici haritadır (Wach, 1995, 43-61). Biz de aslında genel anlamda geleneksel

anlamda dinin iman, amel ve toplumsal boyutunun insan hayatında ki temel bölümler

olduğunu ifade edebiliriz. Doğal olarak İslam Dini açısından temel çıkış

noktalarımızdan birisi olarak bu anlatım tarzını Wach’ın ifade ettiği boyutlarda bulabilir

ve bu şekilde bir yöntem seçebiliriz ki biz de tezimiz de genel anlamda dinin inanç,

ibadet ve sosyal hayatla ilgili kanaatlerinin işçiler üzerindeki görünümünü araştırdık.

Anketle ilgili bulgularımızda da yeri geldikçe bu boyutları açıklayacağız.

Günay ise, Hans Freyer’in, Wach’ın bu dindarlık boyutlarına, Weber’in “dini

zihniyet” veya “ahlak” adını verdiği bir dördüncü boyutu da ilave etmenin önemine

işaret ettiğini belirtirken, kendi din sosyolojisinde de bu yolu takip etmiştir (Günay,

2006, 30; Günay, 2003, 233).

Page 80: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

64

Aslında Wach da “Ahlaki düşüncelerin kaynağı, saiklenmesi ve teşkili kararlı bir

dinî tecrübeden sudûr etmektedir” derken özellikle dini doktrinin ilerlemesiyle kanun ve

adetten ayrılan ahlakın, bağımsız bir ahlaki sistem olarak neşet etmesinde kaynağına

işaret ettiği bu dini tecrübenin başka bir boyutuna zımnen atıf yapmaktadır diyebiliriz

(Wach, 1995, 84-85).

Aslında İslam Hukuku’nun tarihsel süreç içerisinde İslam Âlimleri tarafından bir

doktrin olarak sunulmaya başlamasından sonra dinin ahlakî boyutunun bireysel ve

toplumsal yansımalarının farklı bir başlık altında sistemleştirilmesi ve özellikle “ahlak

ve muamelat” diye öğretiminin yapılması bu durumu ifade ediyor olsa gerektir.

Özellikle dinî tecrübenin derûnî boyutuna vurgu yapan tasavvufun temel amaçlarından

birisi olarak ahlakı, dinî tecrübenin asıl vurgusu ve yansıması ve hatta amacı olarak

sunması da ayrı bir durum olarak değerlendirilebilir. Fakat yeni yönelişler bu süreci

tekrar başlangıç noktasına çevirerek ahlakın dinî tecrübenin bu üç boyutunda mündemiç

olduğunu ve ayrı bir tecrübe alanı olmaktan ziyade bu boyutlarda gerçekleşmiş

olmasının dindarlığın kendisini ifade ettiğini çünkü onun teoriden ziyade pratik bir alan

olarak vurgulanmasını ifade etmektedir. Aslında farklı dönemlerde ortaya çıkan derunî

ahlâkî tecrübe girişimlerinin dinin hukukunun hayatta gerçekleştirilmeden yaşanmak

istenmesinin hem bilgi hem de amel boyutunda sapmalara yol açabileceği de ifade

edilmiştir. Her halükarda bizde inanç, ibadet ve sosyolojik dinî anlatımın ahlâkla iç içe

bir gidişat serdettiğini ve ayrılamayacağını en azından pratik olarak vurgulayabiliriz.

Yani ayrı bir ahlâkî yaşantı yoktur çünkü yaşam ifade edilen boyutlarda ahlâkî olarak

yaşanmalıdır vurgusuna teorik olarak katılmaktayız.

Bu nokta da Wach da “dini tecrübenin ahlâkî düşünceler üzerindeki yansıma

derecesi, toplumsal etkileri ve karakteristik toplum anlayışları ve teşkilatı üzerine

tesirleri ile din tarafından empoze edilen emirlerin gerçeği hakkında öğrenmemiz

gereken çok şey bulunmaktadır” ifadesiyle değişik ahlâk anlayışlarının tipleri ve gelişim

üzerinde noksansız incelemeden mahrum olduğumuzu ifade etmektedir. Ayrıca bu

alanda ortaya çıkan aşırı maneviyatçılarla, nazariyeleri “maddi” olayların salt bir

bileşkesine indirgeyen yüzeysel materyalizmin entrikacı iki doktrin olarak ideal ve

gerçek arasındaki tarihi anlayışımızı bozmasına da dikkatlerimizi çekmektedir (Wach,

1995, 85).

Gustave Le Bras ise, Dindarlığın sosyolojisini gerçekleştirme bağlamında dinî

yaşantı içerisinde üç ana boyut ayırt etmektedir ki bunlar “komüniyel”,”sivil” ve

“süpranatürel” alanlardır. Dindarlığın “komüniyel boyut”u, belli bir dinî tecrübe

Page 81: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

65

etrafında birleşmiş bulunan “müminler cemaati”ne –ki din sosyolojisi bu cemaatin

terkibi, yapısı ve dinamizmini araştıracaktır-, “sivil boyut” dinin dini olmayan

toplumlarla olan karşılıklı münasebetlerinin yer aldığı alana ve nihayet “süpranatürel

boyut” da Kutsal’ın gözlenebilir tezahürleri aracılığı ile yönelme imkânı doğan

“görülmeyen âlem”e tekabül etmektedir (Günay, 2006, 32).

Bunların haricinde dindarlığın boyutlarını değişik ölçütlerden hareketle farklı

tarzlarda tasnif ve analiz edenler de olmuştur. Bu analizlerin farklı ölçeklerden yola

çıkılarak da gerçekleştirildiği ve sonuçların buna göre değerlendirildiği görülmektedir.

Araştırmamızda dindarlığın inanç, ibadet ve son olarak etki boyutunu tespit etmeye

yönelik olarak üç ölçek kullanıp değerlendirmelerimizi buna göre yaptık. Bu ölçeklerin

haricinde bağımsız bazı sorularla da işçi dindarlığı anlaşılmaya çalışıldı. Sonuçta

tezimizin amacı bakımından ifade ettiğimiz bu ayrımların, işçi dindarlığının

gerçekleştiği boyutları ayırt etme bakımından ifade edilen üç boyuta tekabül ettiğini

ifade edebiliriz. Bu üç boyut Glock’un yaptığı beşli ayrımın üçünü içerisine almakta ve

dinin inanç, ibadet ve etki boyutunu belirleyebilecek sorularla işçi dindarlığı ölçülmeye

çalışılmaktadır (Glock, 1998).

1.5.5. Dindarlık Tipolojileri

Araştırmacılar dindarlığın hangi boyutlarda gerçekleştiği yanında dindarlık

tipleri üzerinde de çalışmalar yapmışlardır. Bu alanda yapılan birçok tipleştirme

olmakla beraber birçoğunu aslında gerçeğin farklı isimlendirmeleri şeklinde

değerlendirebiliriz. Bu noktada tezimiz açısından hangi dindarlık tipleri gözlenmektedir

bunları da ifade edeceğiz.

Bir toplumda aynı dine inandıkları halde, farklı dindarlık tiplerinin olmasına

şahit oluyoruz. Burada kişilerin şahsiyet ve karakter yapılarındaki farklılıkların yanında

(Uysal, 1996, 85) her insanın genetik özelliklerinin farklı oluşu, alınan din eğitimi

doğrultusunda geliştirilen dini tutum ve davranış (Taş, 2006, 178), farklı dini gelenek

(Yapıcı, 2007, 25), içinde bulunulan sosyo-kültürel ortamın insan üzerinde oluşturduğu

şuur (kollektif din anlayışının etkisi), özellikle günümüzde etkin olan medya ve diğer

basın yayın organlarının yadsınamaz etkisi, ekonomik ve kültürel bağımlılığın süre

giden şekillendirme atakları, bağlı olunan grupların amaçlarına göre şekillendirici etkisi,

hayat boyu öğrenme sürecinin tecrübede yol açtığı değişikliklerin insanda ki yansıması

Page 82: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

66

ve son olarak insanın hayat boyu yaşam alanının psikolojik ve sosyolojik olarak değişim

göstermesi etkili olabilmektedir.

Neticede dindarlık yönünden insanların oldukça çeşitlilik göstermesi sebebiyle,

benzer özelliklerden yola çıkılarak dindarlıkları belli sınıflara ayırmak mümkündür.

Dindarlık tipolojileri genel olarak asli ve nitelendirici tarzda yapılır. Birinci

anlayış bizzat dindarlıktan veya din farklılığından hareket ederken, ikinci anlayışta ise,

somut dindarlık şekillerinin analizinde kullanılmak üzere kavramsal bir vasıta

geliştirmek söz konusudur (Köktaş, 1993, 47-48).

Tezimizin içerdiği metot açısından faydalandığımız Max Weber, Farklı

toplumsal tabakalara göre farklı dindarlık tiplerinin olduğunu belirterek, bu ayrımı

”statü tabakalaşması” olarak kavramlaştırmış ve bu doğrultuda değişik meslek

gruplarının ve sosyal sınıfların dindarlığı ile ilgili birçok tipleştirmeler yapmıştır.

Entelektüellerin ve aydınların, köy, şehir, çiftçi, şövalye ruhlu savaşçıların, burjuva,

tüccar ve zanaatkârların, ayinci, büyüsel dindarlık-dindarlığı gibi kategoriler mevcuttur

(Weber, 1996, 277-286).

Nitekim Weber, dinsel farklılaşma olgusundan ve din içindeki bir statü

tabakalaşmasından bahsederken şöyle der: ”Bizim için önemli olan ampirik gerçek,

dinler tarihinin başlarından beri insanların dinsel bakımdan farklı yaratıldıklarının

düşünülmüş olmasıdır. En makul kutsal değerlere, şamanların, büyücülerin, çilecilerin

ve her türlü maneviyatçıların coşku ve hayal kudretlerine herkes sahip olamaz. Böyle

yeteneklere sahip olmak da bir karizmadır ve herkeste değil ancak bazılarında

uyandırılabilir. Dolayısıyla koyu dindarlığın genel eğilimi, karizmatik yetenek

farklarına göre, bir çeşit statü farklılaşması yaratmaktadır. “Virtüose” dindarlık “kitle”

dindarlığının karşıtıdır. “Kitle” ile kastedilen “dinsel” müzikaliteye sahip olmayandır

yoksa dünyevi statü sıralamasında altta yer alanları kastetmiyoruz.” (Weber, 1996, 339).

Weber burada farklı toplumsal tabakalara farklı dindarlık tiplerinin karşılık

geldiğini vurgularken, din içerisinde meydana gelen bir statü farklılaşmasının dindarlık

tiplerine olan karşılığını vurgulamıştır. Dolayısıyla bir toplumdaki dini çeşitliliği

anlamak, “ dini farklılaşma ve tabakalaşma” olgusunu ve bunun sonucu ortaya çıkan

dindarlık çeşitlerini anlamayı gerektirmektedir (Arslan, 2006; 293; Arslan, 2004, 23-

24). Ayrıca bu noktada belirtilmelidir ki dini ve sosyal bakımdan yaratıcı olan asla

“kitlesel dindarlık” değil, dindar insanın “üstat (Virtüose) dindarlığı”dır. Virtüose

dindarlığın tezahürü, her şeyden önce içinden çıktığı toplumsal tabakadan bağımsızdır

(Kehrer, 1996, 29). Bu özellikle örnek alınan peygamberlerin, velilerin, azizlerin vs.

Page 83: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

67

yaşadığı dindarlık şekline karşılık gelir. Günümüzde halkın yaşadığı dindarlık ise kitle

dindarlığına karşılık gelmektedir. Nitekim biz kendi kültürümüz içerisinde de buna

benzer bir ayrım olan, avamın (halkın) ve havassın (seçkinlerin) dindarlığını

görmekteyiz (Yapıcı, 2007, 27).

Weber’in bu ayrımından yola çıkarak değerlendirirsek görürüz ki tarihsel süreç

içerisinde kendilerine has bir dindarlık tarzı gösteremeyen işçileri (Chalfant, Beckley &

Palmer, 1994, 344-368; Günay, 2003, 332) kitlesel dindarlık kategorisinde

değerlendirebiliriz. Nitekim biz işçilerle yaptığımız anket sonuçlarında da

inceleyeceğimiz gibi işçilerin dini statü tabakalaşmasında kitlesel dindarlığın tipik

tezahürleri ile karşı karşıya kalmaktayız. Bunun yanında dindarlığın farklı boyutları da

işçilerde farklılıklar arz etmesine karşın ifade edeceğimiz dindarlık sınıflamaları

içerisinde de işçi dindarlığına yaklaşımlar değişiklik arz edebilir.

Diğer bir din sosyoloğu Mensching, sosyal sınıfları esas alarak geliştirdiği

tipolojide göçebe ve asillerin, köylü ve burjuvazi dindarlığından bahsetmektedir

(Mensching, 1994, 253-259).

M. Taplamacıoğlu ise, dini hayatın şiddet ve yoğunluğunu ölçü alarak beşli bir

dindarlık tipolojisi oluşturmuştur. Bunlar, namaz kılmayan, oruç tutmayan ve cenaze

törenleri dışında başka bir törene katılmayan gayri amil dindarlar; içinde bulunduğu

topluma göre dini davranışlarını belirleyen idare-i maslahatçı dindarlar; namazlarını

kılan, oruçlarını tutan ve bunların dışında kendi işleriyle uğraşan dini bütün veya amil

dindarlar; sünnet ve bunların yanında nafile ibadetlerini de yerine getiren, vakitlerinin

çoğunu ibadetle geçiren, yenilikleri tenkit eden zarar verici davranışları olmayan sofu

dindarlar; normal karşılanacak çoğu şeyi haram olarak kabul eden, yeniliklere karşı

olan, şüpheci ve karamsar bir tutumla dinin ve imanın dünyadan bu gidişle silineceğini

düşünen softa veya yobaz dindarlar şeklindedir (Taş, 2006, 181).

Günümüzde modernitenin temellerini oluşturan akılcılık, dünyevileşme,

sanayileşme ve şehirleşme olguları bağlamında ortaya çıkan yeni dindarlık biçimlerinin

geleneksel, modern ve bu ikisi arasında bocalayan tranzisyonel (geçiş) toplumlarda

görünümlerinin farklı olduğunu ifade etmek gerekir (Yapıcı, 2007, 31). Bu bağlamda

ortaya çıkan farklı dindarlıkların özellikle Türk toplumu açısından bakarsak

modernitenin ülkemize olan etkilerine karşı ortaya çıkan farklı din anlayışları

bağlamında (Alperen, 2003, 45-59) bu din anlayışlarının yarattığı dindarlık

tipolojilerine de atıf yapılabilir. Özellikle İslam dünyasındaki bölünmüşlüklerin ve dini

yaşam farklılıklarının temelinde modernitenin dine bakış açısının yarattığı travma

Page 84: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

68

yanında batılı-oryantalist akımların etkilerinin yarattığı bölünme ve farklılaşmanın

etkisini de vurgulayabiliriz. Fakat günümüzde ortaya çıkan postmodernist akımların

modernitenin paradigmalarına karşı bir yapı-sökümüne girerek farklılıklara olan

vurguyu çoğulculuk şeklinde belirlemesi belki olumlu olsa da nihayetinde dini birliği

daha da farklılaştırıp sonuçta teke ve birliğe yönelik olan dinin yapısını da sarsma

yönünde geliştiğini ifade edebiliriz. Tabiî ki sosyal değişme olgusunun tarihsel süreç

içerisinde başat toplumların kültürleri tarafından yönlendirildiği göz önünde

bulundurulduğunda -ki bugün ibre batılılaşma yönünde Türk Toplumunda cereyan

etmektedir- bunun dindarlıklara olan etkisi de göz ardı edilemez. Sonuçta bütün bu

akımlar bağlamında farklı dindarlıklara vurgu yapılmaya devam edilecektir. Nitekim

Günay bu bağlamda Türk toplumunda ortaya çıkan dindarlıklarda bu noktalardan

hareketle kendi dindarlık tiplerine vurgu yapmıştır. Erzurum’da gerçekleştirdiği

çalışmasında dört farklı dindarlık tipine vurgu yapmaktadır. Bunlar; 1) kültürel yapı

içerisinde geleneksel ve kalıplaşmış unsurların çoğunlukta olduğu geleneksel halk

dindarlığı, 2) İslam bilginlerince hurafe ve batıl inanç diye adlandırılan unsurlara yer

verilmeyen seçkinlerin dindarlığı, 3) dini sadece Allah ile kul arasında kutsal bir bağ

olarak gören ve dinsel düşüncelerini günlük hayatına yansıtmayan kişilerin yaşadığı laik

dindarlık, 4) geleneksel tip ile laik tip arasında geçiş teşkil eden tranzisyonel

dindarlıktır (Günay, 1987, 263-264).

Buna göre sosyal değişme, laiklik ve modernleşme olgularının devreye

girmesiyle birlikte kurumsal dindarlığın zayıflayıp yerine bireysel dindarlık biçimlerinin

ön plana çıkması sonucunda klasik İslâm kültüründe dile getirilen halkın (avamın) ve

seçkinlerin (havassın) dindarlığı şeklindeki ikili tiplemeye laik dindar ve tranzisyonel

dindar tipleri eklenerek dörtlü bir kategori meydana getirilmektedir. Görüldüğü gibi bu

durum sosyo-kültürel yapıda meydana gelen ve insanların dini anlayış ve yaşayış

biçimlerini derinden etkileyen köklü değişimler yeni bir takım dindarlık formlarının

ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır (Yapıcı, 2007, 31-32).

Yapılan bu dindarlık ayrımların metodolojik bakış açılarıyla araştırma yapılan

alanlara dair bir dindarlık çözümlemesi olduğunu ifade ederken toplumları kategorize

etmede özellikle belirli tipleştirmelerin kullanılması bilimsel araştırmalarda kolaylık

sağlamaktadır. Bu bağlamda biz işçilerimiz üzerine belirli kıstaslardan hareketle direk

belirlemiş olduğumuz tipoloji içerisinde değerlendireceğimiz dindarlık ölçeği

uygulamadık. Fakat genel anlamda dindarlığın inanç, ibadet boyutunun derecesini

ortaya koymaya çalışmanın yanında kendilerini ve dini nasıl değerlendirdikleri ve bu

Page 85: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

69

bağlamda dini-sosyal hayata dair bir takım kanaatlerin kendileri için ne ifade ettiğini

belirlemek amacıyla bir takım sorulardan oluşan bir anket uyguladık. Fakat belirtmemiz

gerekir ki işçiler çalışma hayatının kendine mahsus bir takım problemleri ve sosyal

davranış kalıplarından ötürü kendilerine has bir tabaka dindarlığı dahi geliştirme

amacından yoksun olmalarının gözükmesi özellikle İslam toplumlarında dinin

geleneksel karakterinin kültürasyon sürecine tabi olan insanlara aktarımında ciddi güce

tabi olduğunu düşünüyoruz. Bu bağlamda toplumumuzda baskın din anlayışının toplum

ve devlet birlikteliğiyle insanlara sunuluyor oluşu ve bunun eğitim-öğretim süreciyle

(okul-aile çevre) destekleniyor olması da insanlara sunulan din anlayışının nasıl bir

dindarlık tipi ortaya çıkartacağı malumdur. Fakat özellikle küreselleşmenin getirilerinin

toplumsal değişim ve dönüşüme etkisinin her ne kadar insanlar kendileri eğitilmekten

uzak dursa da eğitici ve dolayısıyla yönlendirici etkisi yadsınamaz bir gerçektir. Bunun

geleneksel halk dindarlığında yapacağı etki özellikle iletişimin çok güçlü etkisiyle

negatif düzeyde cereyan etmektedir. Tabiî ki bunda etkisi olan diğer bir neden de

araştırmamızda da görüleceği gibi dinsel okuma ve iletişimin düşüklüğünün etkisi çok

önemlidir. Özellikle okumanın ve eğitilmenin karşılıklı sabır ve güç gerektiren yönü tek

taraflı modern iletişim araçlarının sunduğu eğitim ve öğretime kendisini terk etmiştir.

Ayrıca özellikle ulaşamadık ama başka din ve inançların eleştirel ve kazanımcı

çalışmaları da dindarlığı negatif yönde etkilemektedir. Yeri gelmişken ifade edilmesi

gereken dindarlaşma eğilimini değiştiren diğer bir süreçte özellikle bağlı olunan çalışma

ortamının ve çalıştırıcıların dinsel eğilimlerinin işçi üzerine yaptığı baskıda öne

çıkmaktadır. Bütün bu sebep-sonuçlara rağmen işçilerimizin yukarıda belirlediğimiz

dindarlık tipolojileri içerisinde özellikle Günay’ın ifade ettiği hususların işçi

dindarlığının çözümlenmesinde işlevsel olabileceği görülmektedir. Bu bağlamda

Günay’ın dörtlü tipolojisi açıklayıcı olmaktadır.

1.5.6. Din ve Toplum

Dinsiz bir toplumun olamayacağı önkabülünden hareket edersek dinin toplumsal

düzlemde cereyan eden bir müessese olarak farklı tarihi, toplumsal süreçlerde ifade

ettiği anlamın yanında nasıl konumlandırıldığı da önem arz etmektedir. Din ve toplum

arasındaki karşılıklı ilişkileri çözümlemek bu tezin kapsamı dışındadır. Yalnız

toplumsal bir tabakanın din anlayışının incelenmesi temelde böyle bir noktayı nasıl

anladığımızı ifade etmemiz hususunda bir gereklilik olarak ortaya çıkmaktadır. Genelde

Page 86: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

70

din ve toplum ilişkisi özelde ise işçi tabakasının din anlayışı bu bağlamda açıklanmaya

çalışılacaktır.

İnsanların toplumsal varlık oldukları ve toplu halde yaşadıkları batıdan doğuya

bilim adamları tarafından vurgulanan bir olgudur. Fakat sosyolojik olarak toplum

kavramının bu genellemenin dışında olduğunu vurgulamak gerekir. Bu bağlamda

toplum tanımı üzerine görüşler aynı din tanımında olduğu gibi farklılaşmaktadır.

Marshall tarafından toplum, ortak bir kültürü paylaşan, belli bir toprak parçasında

yerleşik ve kendilerini birleşik ve özgün bir varlık olarak gören insanlardan oluşan bir

grup şeklinde tarif edilmiştir.

Topluma kendi ayakları üzerinde duran bir gerçeklik olarak bakan Durkheim’in

karşısında toplum diye bir şeyin olmadığını bilakis toplum, hakkında bilgi sahibi

olmadığımız ya da doğru anlayamadığımız şeyleri kapsayan yararlı bir terimdir şeklinde

bakan sembolik etkileşimciler de olmuştur (Marshall, 1999, 732).

Marx ve Dahrendorf ise “toplumu uzlaşmaz sınıfların çatışmaları sonunda

belirlenen bir etkileşim süreci” olarak görürler. Ancak Marx’da sınıfların çatışması

sonucu (tez-antitez) birinin diğerini ortadan kaldırması suretiyle yeni bir yapıya

(senteze) geçilirken, Dahrendorf’da sınıfların birbirlerini ortadan kaldırması gerekmez.

Ona göre çatışmayı düzenleyen kurumlar vasıtasıyla sınıflar arası bir dengeye varılır ve

sürekli çatışma halinde bir toplumun bütünlüğü korunur (Aslantürk & Amman, 1999,

174).

Fichter ise toplumu, sosyal gereksinmelerini karşılamak için etkileşen ve ortak

bir kültürü paylaşan çok sayıdaki insanın oluşturduğu birlikteliktir (Fichter, 2004, 86).

Bu tanımlarda dikkat çeken noktaların başında birbirleriyle ilişkiler kuran insanların

etkileşimi sonucu ortaya çıkan bir yapıya atıf yapılması önemlidir.

Sosyolojik olarak bir toplumun olabilmesi için insanlar arasındaki ilişkilerin bir

takım sonuçlar doğurması ve bu sonuçların genel bir çerçeve içerisinde yapı ve

fonksiyonlarıyla ifade edilebilecek bir takım şartları doğurması önemlidir.

Sosyal bir sistem olarak bakabileceğimiz toplumun bir takım kurumlardan

oluştuğuna vurgu yapılması konumuzu açıklamaktadır. Toplumun temel oluşturucu

kurumlarından biri de dindir.

Tarihsel süreç içerisinde inceleyebileceğimiz hiçbir toplumun dinsiz olmadığının

bilakis Sezer’in de vurguladığı gibi her toplumun “kendini tanıma ve tanıtma aracı”

olarak “toplum içinde kişinin ya da doğrudan doğruya toplumun kendisi üzerinde

bilinçlenmesi ve yeryüzünde kendisine bir yer tayin etmesi” (Sezer, 1981, 32, 34, 212)

Page 87: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

71

amacıyla bir dine sahip olmasının sosyologlarca değerlendirildiği ve bunun üzerine çok

çeşitli bakış açılarıyla eserler verildiği görülmektedir. Öyle ki hemen her din yaşadığı

toplumun sosyal gerçekliğine uygundur. Hiçbir toplum, sosyolojik dinamikleriyle

örtüşmeyen dinleri benimsememiştir. Toplumca mukaddes sayılan ve değer ifade eden

şeyler, saygınlıklarını yine bizzat toplumun kendisinden almaktadır. Böylelikle din,

toplumsal olarak kurulu bu dünyanın gerçekliğini ve önemini günlük hayatlarını

yaşamakta olan insanların içerisinde/arasında korumaya yardım eder (Berger, 1993, 77).

Toplumsal yaşam içerisinde din faktörünün toplumsal olayları nasıl etkilediğini

ve kendisinin de nasıl etkilendiğini tespite çalışan birçok araştırma vardır. Aslında din

fenomenini çıkış noktası yapan bizim bu araştırmamız da, insanı ve insan toplumlarını

etkileyen bu kurumun sanayileşme bağlamında toplumsal dinamiklerine ait

görüntülerini ortaya koymaya çalışmamızın temelinde din ve toplumun karşılıklı etki ve

tepkiye sahip olduğunu ve birbirini kendi geniş boyutlarında şekillendirdiği görüşü

bulunmaktadır. Bu noktada metodolojik olarak Durkheim’in bütünleşmeci toplum

modeline olan atfımız özellikle sanayileşme bağlamında ortaya çıkan ilişkilerin din ve

toplum bağlamında nasıl cereyan ettiği ve geleneksel toplumdan modern sanayi

toplumuna geçişte dinin fonksiyonel durumunun tezahürlerinin bu kuramda nasıl

göründüğü bizim için yol gösterici olacaktır. Tabi ki diğer yandan temel toplumsal

yapıların tek bir sistemin parçaları olduğu göz önünde bulundurulduğunda özellikle

sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan toplumsal yapının sistematiği içinde bu yapının

dinle olan karşılıklı fonksiyonel ve yapısal bağımlılığı teorik olarak göz önünde

bulundurulacaktır (Günay, 2003, 234-235). Sonuçta sosyal tabakalaşma, ekonomik

davranış, toplumsal değişme ve din gibi tezahürler birbirinden ayrılmış özerk

fenomenler olmayıp, tüm toplumsal sistemin birer parçası durumundadır (Kehrer, 1996,

63).

Burada dinin sosyal bir fenomen olarak hem toplumsal bir form içinde tezahür

eden bir olgu olduğu hem de aynı zamanda dinî fenomenlerin toplumsal gerçekliğin asli

öğeleri olduğu belirtilmelidir (Kehrer, 1996, 62; Okumuş, 2003, 97). Diğer açıdan ise

Bellah’ın da ifade ettiği gibi din kendine özgü bir gerçeklik olarak durmaktadır (Turner,

1998,243).

İnsan toplumlarının evrensel bir boyutu olarak karşımıza çıkan dinlerin tarihsel

süreç içerisinde çeşitli toplumlarda -özellikle insan toplumlar arasında görülen ilk

farklılaşmalarla ortaya çıkarak (Sezer, 1981, 34)- farklı görünümlere sahip olarak

bulunmuş ve günümüze değin ulaşmış olduğunu görmekteyiz.

Page 88: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

72

İnsanlığın din ile olan bu ayrılmazlığı, bizi, dinin insanın hem bireysel hem de

sosyal boyutuyla ilişkisine götürmektedir.

Sosyolojik olarak dinin bu durumunu toplumsal anlamda ifade etmemiz

gerekmektedir. Toplum, objektif verilerle subjektif anlamlar arasında kurulan diyalektik

ilişkileri ifade eder. Toplum, nesnel gerçeklik ve öznel gerçeklikle birlikte ele alınabilir

(Berger & Luckmann, 2008, 92).

İnsanın ferdi ve sosyal yönleri olduğuna göre, insanla sıkı yakınlığı olan dinin

de, doğal olarak insanla hem bireysel hem de sosyal ilişkileri olacaktır. Çünkü din her

iki anlamıyla hem ferdi hem de sosyal bir olgudur. Bu noktada din hem sübjektif hem

de objektif yönleriyle –ki bunlar bir madalyonun iki yüzü gibidir- kendini ortaya

koymaktadır.

Pinard de la Boullaye, subjektif din ve objektif din arasındaki ayrımın analitik ve

suni bir ayrım olduğuna işaret etmekte; objektif olarak din “objektif bir realite veya öyle

bilinen bir realite ile ilgili fakat belli bir ölçüde ve aynı şekilde belli bir tarzda şahsi olan

bir realite; insanın şu veya bu şekilde ona bağlı bulunduğunu kabul ettiği ve onunla

münasebette kalmak istediği realite ile ilgili bir inanç ve uygulamalar (veya uygulamalı

tutumlar) bütününden ibarettir”; sübjektif anlamda din ise “yukarıda işaret ettiğimiz

inançlara ve davranışlara tekabül eden düşünüş, duyuş ve davranış tarzı yani kısacası

zihniyet şeklinde anlaşılmak zorundadır.”şeklinde bir tariflendirmeye bizi

götürmektedir (Günay, 2003, 228; Wach, 1995, 55).

Görüldüğü gibi “dini” diye adlandırdığımız temel ve gerçek tecrübe çeşitli

şekillerde anlatımını bulmaya yahut objektifleşmeye eğilim göstermektedir (Wach,

1995, 38-54). Bu durumda, kutsalla kurulan bağla belirlenen din, yaşanan ve

objektifleşen bir şey olmak nedeni ile bir toplum olayı, sosyal bir realite ve tecrübe

olarak karşımıza çıkmaktadır. Sonuçta her din bir toplum içinde ortaya çıkıp gelişir

(Günay, 2003, 232). Dinî tecrübenin hangi tarzlarda objektifleşerek toplumsal anlatım

şekillerine büründüğüne dinin sosyal boyutlarında değinmiştik. Bu noktada dinin sosyal

boyutlarından soyutlanarak anlaşılması mümkün görünmemektedir. Burada

belirtilmelidir ki; dinî bir doktrin, bir dua veya bir mensek, bir kanuna yahut sanayinin

bir ürününe oranla daha az objektifleşmiştir. Sonuçta dinle diğer toplumsal

münasebetlerin karşılıklı tetkiki güçlüklerle doludur (Wach, 1995, 39).

Dinin objektifleşip sosyalleşmesi yani bir topluma mal olması, bir cemaati

ortaya çıkarması demek, dini olaylarında belli ölçülerde ve karşılıklı olarak öteki sosyal,

Page 89: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

73

kültürel ve coğrafi değişkenlere bağlı bulunması demektir ki bu durum bizi din ve

toplum ilişkilerine götürecektir.

Din, sosyal hayatın hemen her alanında insanları etki altında bırakır. Wach’a

göre din ve toplum arasındaki karşılıklı ilişki iyi incelenirse, dinin toplum üzerindeki

etkisinin birinci derecede olduğu görülür (Okumuş, 2003, 99). Nitekim H. Bergson da,

“din şu veya bu tarzda tefsir edilebilir, özce veya arızi olarak içtimai olabilir, fakat ne

olursa olsun, bir nokta muhakkaktır, o da her zaman içtimai bir rol oynadığıdır”

şeklinde bir açıklama yapmaktadır (Bergson, 1986, 9).

Dinin insan topluluklarının bilgi, inanç, ahlak ve zihniyetleri ile örgütlenmeleri

üzerinde güçlü etkileri olmaktadır. Bu etkileri geçmiş topluluklarda görmek mümkün

olduğu gibi günümüz modern topluluklarda da çeşitli biçimlerde görmek mümkündür.

Dinin tabii grup veya birlikler üzerinde etkisi olduğu gibi sırf dini olarak adlandırılan

gruplar üzerinde de merkezi etkisi bulunmaktadır. Din, aile, ekonomi, siyaset, eğitim,

boş zamanlar, hukuk ve ahlak gibi kurumlar, sosyal sınıf ve tabakalar, kültür, kimlik,

yerel birlikler, dernek, kulüp, mesleki kuruluşlar vb. üzerinde çeşitli etkileri olan bir

fenomendir (Mensching, 1994, 82-130; Wach, 1995, 89-90; Günay, 2003, 230).

Toplumun da din üzerinde etkileri bulunmaktadır. Din, örneğin dominant kültür

kalıpları tarafından etki altına alınır, Dinin belli bir yerdeki organizasyonu ve teolojisi,

bir ölçüde dinin içinde çıkıp kurumlaştığı toplumun özelliklerince paylaşılır. Nitekim

ABD’de hissedilen komünist tehdit, bir kısım dinsel hareketleri bu tehdide muhalif

yapmıştır Her din başlangıçta içinden çıktığı sosyolojik çevrenin etkisi altında kalır.

Kültürel gelişimin daha sonraki aşamalarında dahi peygamber, dinin kurucusu ve ilk

taraftarları, sosyolojik kökenlerine uygun olarak yumuşak determinizm prensibine

uyarlar. Toplum hayatının az farklılaştığı şartlarda rit, mit, inanç ve ibadetler bariz bir

biçimde toplum yapısının damgasını taşırlar.

Sonuçta din ve toplum ilişkilerine bakıldığında, dinle toplumun ilişkilerinin tek

yanlı olarak din tarafından veya toplum tarafından bakılarak anlaşılamayacağı, zira

dinle toplum arasındaki ilişkilerin karşılıklı olduğu görülmektedir (Günay, 1978, 11).

Din ve toplum ilişkilerine metodolojik olarak bu karşılıklı etkileşim açısından

bakmazsak dinin indirgenmesi söz konusu olur. Dini salt sosyal boyutuna indirgemek;

dinin mahiyetini sosyolojik anlamda dinin toplumsallığına indirgemek, dini, sadece

gerçekliğin sosyal inşasının bir bölümü olarak görmek, dini sosyal gerçekliğin bir ürünü

biçiminde ele almak demektir. Durkheim’in ve Marx’ın yaklaşımında dinin toplumsala

indirgenmesi söz konusudur. Durkheim, dini toplumun minyatürleşmiş modelini veren

Page 90: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

74

bir kurum olarak kabul eder. Toplumun tüm varlığını belirleyen düzen ve yapı taşları

dinden kaynaklanır. Dinî töre ve gelenekler ise bu kuralların anayasasını oluşturur

(Türkdoğan, 1998, 142). Yine Sezer’de dinin toplum farklılaşmalarına indirgenmesi

mevcuttur (Okumuş, 2003, 100-102). Fakat her halükarda din ve toplum ilişkileri,

fonksiyonel etkileşimle veya çatışmanın yol açtığı farklılaşmaların etkin üretkenliğiyle

ama nihayetinde toplumların ve dinlerin birbirleriyle kendilerini izah etme eğilim ve

etkileşimleriyle gözlemlenmektedir

Diğer açıdan ise dinin sosyal yapıyı belirlemede önemli bir etken olduğunu

savunan Weber’i vurgulamalıyız. Weber’in çalışmalarının genelinde bu yaklaşımı

kanıtlayıcı bir çaba içerisinde olduğunu görmekteyiz. Nitekim Weber Protestan Ahlakı

ve Kapitalizmin Ruhu adlı eserinde, kapitalizmin gelişmesinde en önemli saik olarak

Protestanlığı görmektedir. Ona göre Protestanlık çalışmayı ve başarılı olmayı bir ibadet

olarak görmekte ve zenginleşmeyi teşvik edip, israf ve lüks içinde yaşamayı da

yasaklayarak müntesiplerinin bir yaşam standardı oluşturmalarında onlara rehberlik

etmektedir (Weber, 1997, 138-140,143; Parsons, 1978, 58-60; Lenski, 1962, 92;

Mardin, 2005, 34-35).

Kısaca, din ve toplum ilişkileri açısından bakıldığında beşerî ve toplumsal

faaliyetin öteki alanlarında olduğu gibi, bir yandan din toplum içinde önemli bir

fonksiyon görür ve başka toplumsal kurumlar ve olaylara etkide bulunurken, öte yandan

da, dinî formlar, kurumlar, tutumlar ve davranışların tabiat ve belli bir toplumda etkili

olan güçler ve atmosfer tarafından koşullandırıldığı, dinî hayat ve onun şekillerinin

farklılaşmasında ve grubun dinî yaşayışının şiddetinin azalıp artmasında toplumsal

güçler, tabakalaşma, hareketlilik ve farklılaşmanın (toplumun cinsiyet, yaş, meslek,

mülkiyet, toplumsal mevki ve prestije bölünmesi) önemli bir payının bulunduğu

görülmektedir. Çünkü din kurumunu toplumsal sistem içinde düşününce, toplumun

yapısı ve kültürüyle dini ilgi, inançlar ve pratikler arasında bir takım ilişkiler vardır

demektir (Günay, 1978, 34). Bu ilişkilerin çözümlenmesinde bütüncül bakış açısının

önemli olduğu ve dini olgu ve olayların toplumsal açıdan konumlanmasının yanında

toplumsal olanın dine karşı durumunun da önemli olduğunu görmekteyiz.

Page 91: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

75

1.5.7. Dinin Toplumsal Görünümleri

1.5.7.1. Geleneksel Toplumlarda Din

Sosyologlar toplumları bilimsel yöntemlerle inceleyebilmek için sınıflama veya

tipleştirme yoluna başvurmaktadırlar. Sosyologlar tarafından duyuş, düşünüş ve

davranış şekillerinin farklılaşması açısından genellikle iki farklı toplum tipine dikkat

çekilmektedir. Tabi ki bu ayrım bir ideal tip olarak ele alınmakta ve bu tipleştirmeye

uygun örnekler seçilmekte veya görünümler bu tipleştirmeye uygun olarak

yorumlanmaya çalışılmaktadır. Her ne kadar değer yüklü olmayıp bilimsel bir

ayrışmanın ifadesi olarak sunulsa da bu ayrımlar temelde belli ön kabullerden yola

çıkılarak yapılmaktadır. Örneğin Weber’in tarihteki devrimci güç olarak gördüğü

rasyonalizasyonu, modern toplumlarda ki dine baktığımızda görmekteyiz.

Rasyonalizasyonun etkisi altında dinin hem geniş toplumsal işlevleri hem de toplumsal

içyapısı köklü dönüşüme uğramıştır. Rasyonalizasyonun devrimsel gücüyle toplumun

geleneksel yapıları, gelenekleri ve adetleri tek tek dönüşüme uğrarlar ve amaçlarla

araçların akli/mantıksal tutarlılıkla birbirine bağlı olduğu davranış örgülerine ve

kalıplarına yerlerini bırakırlar.

Bu süreç gayet tabiî ki toplumun ekonomik ve teknolojik alanlarında başlamıştır.

Bu arada dinsel dönüşümün ortaya çıkardığı Protestanlıktaki dünyevi zahitliğin,

“Modern Batı’nın” rasyonalizasyonu üzerinde en kuvvetli etkiyi oluşturduğuna da

inanmalıyız (Berger, 2002, 144-146). Peki, bu tipleştirmenin değer yüksüz olduğunu

hangi argümanlarla ifade edeceğiz? Bu pek mümkün görünmemekle beraber her

tipleştirmenin olayı belli yönlerden aydınlattığına da vurgu yapmalıyız. Bu arada

Durkheim’de her ne kadar ilkel dinler tabiriyle eski dinleri incelemeye başlayarak değer

yüklü kavram olarak kullanmıyorum sadece dinlerin ilk hallerine ulaşmak amacıyla bu

kavrama dayanıyorum dese de ulaşılan sonuçlar ortadadır. Özellikle bizdeki

yansımalarının bu savunmadan ne kadar uzak algılamalarla oluştuğunu ve ifadenin tam

da alçaltıcı bir kavramsallaştırmaya yol açılarak kullanıldığı görülmektedir.

Öyle ki çağımızın belirgin özelliği olan zihni kargaşanın bir sonucu olarak

“gelenek” kelimesi de, hiçbir anlamı olmayan, birbirinden değişik ve çoğunlukla da

önemsiz şeyler için hiçbir ayrım gözetmeksizin kullanılıvermektedir. Yani kargaşa

sadece “din” kavramının farklı bağlamlarda yanlış kullanılması değil eski-yeni her tür

kavramsallaştırmanın yeni edinilmiş ideolojiler bağlamında değerlendirilerek

belirlenmiş bilimsel kalıplarda pişirilerek sunulmaya çalışılmasında ortaya

Page 92: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

76

çıkabilmektedir. Özellikle modern bilimlerin çıkarsız bilgi peşinde olmayan yönü işin

daha da karmaşıklaşmasına yol açtığına şahit oluyoruz. Şöyle ki endüstri bilimin bir

uygulaması sayılırken bir de bakıyoruz ki endüstri giderek bilimin en önde gelen amacı

ve meşruiyeti olmaktadır. Sonuçta iş insanın araçlar yapan bir araç konumuna

uzanmasına hatta bütün “entelektüel tutkular”ını makineler bulup yapmakla sınırlaması

değil, aynı zamanda, kendisinin de bir makine olup çıkmasına kadar uzanabilmektedir.

Bu bağlamda modern uygarlık niceliksel (kantitatif) bir süreç işlevi görmektedir

(Guenon, 1991, 40, 109-122).

Bu tartışmaların ışığında bu kavrama sosyolojik bir ideal tip olarak bakacağız ve

sadece görünümlerle yetinerek sanayi öncesi dinin genel durumuna dair ışık tutmaya

çalışacağız. Öncelikle “Geleneksel Toplum” genellikle endüstriyel, kentleşmiş ve

kapitalist “modern” topluma karşıt olarak kullanılır (Marshall, 1999, 259). Sosyo-

ekonomik yapısı itibariyle, üyelerinin tabiatın kendilerine sunduğu mallardan doğrudan

doğruya ihtiyaçlarını karşıladıkları ve onları sadece cüzi bir şekilde işledikleri basit bir

yapıya, kendi kendine yeterli bir ekonomiye ve arkaik bir teknolojiye sahip bulunan ve

bu bakımdan da bazı işkollarında ki uzmanlaşmaya rağmen, fazla gelişmemiş bir

işbölümünün rastlandığı, üretimin son derecede sınırlı olduğu, esasen toplumun bizzat

demografik yapısının ve sosyal hareketliliğin oldukça sınırlı bulunduğu toplumsal

organizasyonun genellikle karmaşık bir akrabalık sistemi ve yaş gruplarına dayandığı ve

içerisinde dinî olanla sosyo-kültürel faaliyetlerin birbirine karıştığı global bir durum arz

eden geleneksel toplumun sosyal organizasyonu, kutsalla sıkı bir bağlılık ile karakterize

olmaktadır (Günay, 2003, 394-395). Öyle ki dinî olan ile öteki sosyal faaliyetler

birbirine karışmıştır (Turhan, 1969, 124). Günümüzde olduğu gibi “din ve “…” şeklinde

yapılan ayrımlardan ziyade toplumlarda ki hâkim tezahür dinin kurumsal olarak

belirginleşmemesi veya özelleşmemesi, tersine toplumun genel kurumsal sistemi içinde

gömülü olmasıydı. Bu noktada örneğin Batı medeniyeti tarihi, dinin kurumsal

hususileşmesinin sürekli genişlemesiyle dikkat çekerek (Luckmann, 2003, 86) mecranın

tarihsel yönünü ortaya koyan bir yapıdadır. Böylece bütün insan faaliyetleri dinsel

sembol ya da uygulamalardan dolaylı veya doğrudan etkilenmekteydi. Oldukça erken

dönemlerden itibaren dinsel hizmetlerde uzmanlaşmış kişiler var idiyse de, bugünkü

gibi ayrı bir “din alanı”,”özel bir konu, alan” (Luckmann, 2003, 88) mevcut değildi

(Berger, 2002, 135-136).

Böyle olunca toplumda kutsal ile kutsal-dışı birbiri ile sarmaş dolaş olup, bütün

seviyelerde iktidar, aile akrabalık ve tüm sosyal faaliyetler aynı zamanda dini bir anlam

Page 93: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

77

taşımaktadırlar (Günay, 2003, 395). Eliade’nin dediği gibi, yaygın kadim model, küçük

evren olarak toplumun, büyük evren olarak mutlak dinsel evren düzenine bağlanması

şeklindeydi (Berger, 2002, 157). Modernleşmeye doğru akan süreçte sosyal ve dini

faktörler adeta mükemmel bir karışım meydana getiriyormuş gibi görünüyorlar.

Toplumun bütünleşmesine şu veya bu şekilde hizmet eden tüm toplumsal fonksiyonlar,

yüksek değerlere sadakatin ifadesi olarak düşünülebilirler ve sonuçta yarı dinî bir anlam

kazanabilirler (Wach, 1995, 147).

Dinin sosyal hayat içinde en hâkim bir vaziyette bulunduğu (Sezer, 1981, 37) ve

öteki sosyo kültürel faaliyet alanlarının hemen hepsini etkisi altında bulundurduğu

geleneksel toplumda üyeler arasında dini bakımdan tam bir inanç ve ibadet birlik ve

beraberliği mevcuttur. Toplumun her tabakası ve kesimindeki fertlerin dinî emirlere,

yasaklara, ibadet, ayin ve uygulamalara olan riayeti genelde tamdır. Esasen bu toplum

tipinde dinin en önemli toplumsal fonksiyonlarından biri hatta belki de en başta geleni,

grup ahlakının korunması ve ayakta tutulmasıdır. Hakikaten geleneksel toplumda din,

ahlakın, örf ve adetlerin ve kültürün resmi koruyucusudur. Toplum fertlerinin bütün

manevi ve sosyal hayat problemlerinin çözümünü kendisinden bekledikleri din, böylece

geleneksel toplumda grubun ve onun kültürünün, onun vasıtasıyla kemale ermeyi

umdukları ve çalıştıkları ideal olmaktadır. Böyle bir toplumda da din adamı en büyük

manevi ve sosyal otoriteye sahip olmaktadır (Günay, 2003, 395-396; 1987, 47-49).

Bu bağlamda modern öncesi toplumlarda siyasetin, kozmik gücün insanın

faaliyetlerinde kendini göstermesi olduğunu söyleyebiliriz. Böylece siyaset dine en

yakın alansa, ekonomi genel olarak en uzak olanıdır. Bu elbette modern öncesi

toplumlarda ekonomik meselelerin günümüzde ki anlamda dünyevileşip dinden ayrı bir

sahaya kaydığını göstermez; fakat zamanın dinî sembollerden ayrılıp kendine has

ekonomik bir mantık geliştirmeye eğilimi vardır. Ayrıca siyasi alanda mevcut

otoritelerin kendilerini meşrulaştırma ve otorite sağlamada araç olarak dini kullanma

eğilimleri, ekonomik problemlerin ise insanlardan ziyade nesneler üzerinde ve birtakım

rasyonel işlemlerle yoğrulması durumun farklılığını ortaya koymaktadır (Berger, 2002,

139-140).

Bu ve benzeri şekillerde modern öncesi döneme ait tipleştirmelerin bazı

noktalarının bazı dinlerde baskın olmasına ve durumun evrensel veya yerel dinlerde

farklı toplumsal görünümler ortaya çıkarmasına rağmen genel anlamda olgunun

sosyolojik olarak din bağlamında değerlendirilmesi, tipleştirmede ki kuramsal

yaklaşımında burada hesaba katılması daha doğru sonuçlar ortaya koyacaktır

Page 94: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

78

kanaatindeyiz. Bu noktada dinin toplumla olan karşılıklı ilişkilerinin evrensel

görünümleri ise küreselleşme bağlamında daha da bir önem kazanmakta olduğu ama

yerelliğin veya farklı dinlerin yerel görüntülerinin her zaman için tipleştirmelerde önem

kazandığı da vurgulanmalıdır.

1.5.7.2. Modern Sanayi Toplumlarında Din

Öncelikle sadece bir halkın siyasi ve sosyal yapısının evrimi ve değişmeleri ve

bunların geleneksel dinde ortaya çıkardığı etkileri yanında, bağımsız dini gelişmelerinde

tarihsel süreçteki değişim ve dönüşümlere ne büyük katkılarının olduğu göz ardı

edilmemelidir.

Sosyal tabakalaşma bağlamında zikrettiğimiz gibi özellikle evrensel dinlerin

kendilerini oluşturmada ki bağımsız etkin süreçlerinin toplumsal yapının işlevleriyle

birlikte istenilen yön ve mecraya akıtılması konusundaki güçlü sosyal mücadeleleriyle

desteklenmesi sonucu oluşan durumlar tarihte her zaman yer etmiştir.

Bu öncüllerin ışığında din-toplum ilişkileri bağlamında ifade ettiğimiz gibi

karşılıklı etkileşimin sanayileşme sürecinde devam etmekte olduğunun önemi sürecin

her zaman farklı bakış açılarıyla okunmasından dolayı değişik görünümler ortaya

çıkarması ve zikredeceğimiz ideolojik eğilimlerin tahmini, spekülatif öngörülerinin

niceliksel değerlendirmelerinin göz ardı ettiği nitelik vurgulamalarının her zaman için

toplumsal hayatın değişen görünümlerine akseden yapısının zorunlu olarak daha farklı

kuramsal bakış açılarına kapı açmasının doğal olduğu ve bilimselliğinde böyle bir

yönde cereyan ettiği gerçeğiyle değişiklikler arz etmesi ve realitenin günümüz

dünyasında kendisini önceki algılamaların üstünde bir aleniyetle göstermesi yolumuzu

aydınlatacaktır.

Bu bağlamda modern sanayi toplumlarında sanayileşme ve onun beraberinde

sürüklediği sosyal değişmelerin, toplumların geleneksel dini yaşayışını etkilediği

(Çiftçi, 2002, 53) temel varsayımından hareket ederek sanayileşmenin ve ona paralel

olarak gözlenen sosyal değişmelerin tezahür alanları olan eğitim-öğretim, mesleki ve

sosyo-ekonomik statü ve kentleşme gibi belli değişkenlerle dinin durumuyla ilgili

ilişkileri açıklamaya çalışacağız.

Geleneksel topluma göre modern sanayi toplumlarının farklı ayırt edici

özeliklerinin dinin durumunda ortaya çıkardığı değişik görünümü toplumsal yapılar,

şartlar ve olgulardaki değişmelerle açıklamaya çalışacağız. Tekniğin son derece geliştiği

Page 95: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

79

modern sanayi toplumunda insanla tabiat arasına, makineler, karmaşık teknikler,

bilgiler, fabrikasyon eşyalar, kitle iletişim araç ve yöntemleri karmaşık bir ağ örerek

girmişlerdir.

Üretim ve tüketimin esnekleştiği ve fazlalaştığı bu toplumda sosyal

organizasyonda buna bağlı olarak karmaşık bir yapıya bürünmüştür. Aile, akrabalık ve

yaş grupları eski ve değişik yeni fonksiyonları ile varlığını sürdürmekle birlikte yeni

sosyal organizasyonların da –toplumsal sınıflar, yeni meslekler ve bunlarla ilgili

teşekküller, dernekler, siyasi partiler, sendikalar, öteki menfaat grup ve kuruluşları-

ortaya çıkmasıyla birlikte uzmanlaşmış ekonomik, siyasi ve hukuki vs. teşekküllerin ön

plana çıkışına şahit olmaktayız. Böylece bu toplum yapısında kişiler doğuştan kazandığı

statülerden farklı olarak birçok kazanılmış statülere ve mevkilere erişebilmektedir.

Sonuçta kişiler birçok farklı sosyal rolleri üstlenebilmekte ve davranış kalıpları

geliştirebilmektedir.

Toplumsal işbölümünün artışına paralel olarak birçok yeni işkolları ve meslekler

ortaya çıkmakta bürokratlaşma, sosyal sınıfların oluşumu, ekonomik yapının hâkimiyeti

nüfusun da artışına paralel olarak modern kentlerde kendisini göstermektedir. Yatay ve

dikey hareketlilik gelişen ve değişen eğitim imkânlarıyla da doğru orantılı olarak artmış

böylece farklı toplumsal yapı ve organizasyonların gelişimiyle birlikte geleneksel

toplumda ki sosyal münasebetler bambaşka bir manzaraya bürünmüştür. Ayrıca sosyal

farklılaşmanın ileri bir dereceye vararak insan eylemlerinin ve yeni normların teşekkülü

yanında değişik kültürel unsurların yan yana gelmesiyle birlikte heterojen bir yapı

ortaya çıkmış, yine, kutsal ve kutsal-dışının ayrılışı, laikleşme, olayları daima bilimsel

ve akli açıdan değerlendirme eğitim-öğretimin yaygınlaşmasıyla genel bir görünüm

haline gelmiştir (Günay, 1986, 53-55; Kehrer, 1996, 95-96).

Geleneksel topluma nazaran ayırt edici birtakım özelliklerini ideal tip olarak

zikrettiğimiz modern sanayi toplumunun dinle olan ilişkileri de kendisi gibi karmaşık

bir durum arz etmektedir. Sanayileşmenin İngiltere’de başlayıp diğer batı ülkelerini de

etkisi altına alması sonucu ortaya çıkan modernleşme sürecinin sanayileşme bağlamı

kesin olmamakla birlikte farklı ülkelerde değişik görünümler arz ederek hayatiyetini

sürdürmektedir. Sosyo-kültürel yapının farklılaşması sonucu rotanın yönünün de kendi

bağlamından koparılmadan belirlenmiş modern hedeflere sanayileşme, ilerleme, ana

temalarıyla devam ediyor oluşu her zaman sürece hep aynı sosyal dinamiklerle

bakacağımız anlamını taşımamaktadır. Bu noktada J. Nef’in Katolik Kilisesi’ni ve dini,

hayat dışı bırakan sanayi zihniyetini eleştirerek, ele aldığı Katolik kilisesinin sanat ve

Page 96: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

80

iktisat anlayışını pek çok Avrupa memleketindeki sanayinin tamamlayıcısı sayarken,

sanayileşmeyi insana ati manevi kuvvetlere bağlamaktan geri durmamıştır (Nef, 1980,

175). Yine Weber’in, Kapitalist veya endüstri toplumunun doğmasında zorunlu şart

olarak gördüğü Protestanlıkta, uygarlık meydana getirme ruhuyla ekonomik

teşkilatlanmadan önce ideolojik faktörlerin etkisine vurgu yapan bir bakış açısını

yansıtmaktadır (Duran, 2002, 49-52; Bendix, 1998, 211; Kehrer, 1996, 76-77).

İktisadi hayatla sosyal yapı arasındaki derin ve karmaşık etkileşim üzerinde

duran Ülgener’in, Weber’in kapitalist batı toplumu için söylediklerini teyit etmenin

yanında Weberyen metodolojiyle bizde kapitalist bir sürece yol açmayan dinî

anlayışların zihnî arka planını deşifre etmek suretiyle anlamaya ve açıklamaya çalışması

(Yavuz, 2002, 88) ise batıda sanayileşme sürecinin temel dinamikleri hususundaki

çeşitliliği yakalayamamanın, gerçekten ortaya çıkan süreç yeni bir olguya mı işaret

ediyor yoksa farklı dinamiklerin bütüncül bir yansıması mı veya çok farklı etkenler

devreye girmiştir de böyle bir sonuca ulaşılmıştır gibi argümanların devreye

sokulmamasını yansıtıyor gibi durumları göz ardı ettiğini göstermektedir.

Görüldüğü gibi modern toplumun oluşumundaki dinamiklerin farklılaşması

sonuçlarda da kendini göstermekte dolayısıyla dinin mevcut görünümleri farklı sanayi

toplumlarında değişiklikler arz etmektedir. Diğer yandan sanayileşen toplumların genel

anlamda batı kültürel bölgesinden farklı oluşunun dinsel kökenlerde de kendini ifade

ediyor oluşu da bu toplumlarda yoğun tartışmaları özellikle kendi kültürel dinamiklerine

pejoratif yaklaşımların yanında dikotomik bir duruş sergileyenlere veya sürecin

olumsuzluklarıyla nemalanan geri dönüş çabalarına rastlamaktayız. Her halükarda

toplumsal hayattaki dini görünümlerin tranzisyonel (geçiş) toplumlarda daha farklı bir

durum arz etmeye devam ettiğine şahit olmaktayız.

Bu farklılığın anlaşılması ve yorumlanmasındaki değişikliklerin daha işin

başındaki öncüllerden yola çıkılarak sonuçlandırılmaya çalışılması da işin rengini

değiştirmektedir. Bu noktada Ülgener’in bazı dini oluşumların Weber’in Kalvenizm’ini

aratmadıklarını dile getirmesi önemlidir (Ülgener, 1983, 81). Ama her halükarda batı

tipi bir modernleşme ve sanayileşmenin diğer toplumlarda aldığı konumun kendi

kültürel bağlamlarından soyutlanmadan farklı bir yapılaşma arz ediyor oluşu gözden

kaçmamalıdır.

Bu değerlendirmelerin ışığında her ne kadar dini sanayileşmenin temel itici gücü

saysakta sonuçta ortaya çıkan modern yapıda din “özel bir alan, konu” (Luckmann,

2003, 88) olarak çeşitli değişkenlerle farklı boyutlardaki ilişkileriyle ele alınmaya

Page 97: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

81

başlamıştır. Öyle ki artık dinin sekülarizasyon (dünyevileşme) sonucu ferdileşerek

(Akdoğan, 2002, 61-62), birçok toplumsal tesirlerinden arınmaya ve kendi öz alanı

olarak ifade edilen belirlenmiş sınırlarına çekilerek kişilerin özel yaşantılarıyla ilgili bir

vicdan ve şahsi seçim hüviyetine bürünmeye başladığına bu süreçte şahit olmaktayız.

Tabi bu süreci oluşturan diğer bir saikte ilkel ve çok tanrılı dinlerin kollektif dindarlık

anlayışına karşılık, evrensel dinlerin dini ferdileştirerek bir vicdan meselesi haline

getirmelerinin, toplum hayatında kutsal ve kutsal-dışı ayırımının ve böylece

laikleşmenin yerleşip kökleşmesi için önemli bir zemin oluşturduğu öngörüsüdür.

Sonucu temelden ifade edersek sanayi devrimi, hem modern sanayi toplumu dediğimiz

toplum tipinin var oluş nedenini ve hem de bu toplumlarda yerleşmiş bulunan

geleneksel dindarlıkların sarsıntıya uğraması, dine karşı ilgisizliğin yaygınlaşması ve

sekülarizasyon süreçlerinin temel faktörü gibi görünmektedir. Bu süreç içerisinde bilim

adamının elde ettiği bilgiler ve teknik elemanın tabiat, hayat ve maddenin güçlerine

hâkim oluşu, toplumda akılcı ve laik bir zihniyeti de beraberinde getirmekte, olaylarla

ilgili tabiatüstü âleme atıf suretiyle yapılan dinî, sıhrî ve efsanevî birçok açıklamalar

yerini bilim ve tekniğin buluşlarına bırakmakta; din kendi öz kutsal alanına doğru

çekilip içe atılarak bir vicdan ve kanaat meselesi haline gelirken, toplumda profan ve

maddi hedeflere yöneliş de büyük bir önem kazanmakta ve hatta temel değerler arasında

ilk sırayı almaktadır (Günay, 1987, 47-50).

Öte yandan, modern sanayi toplumunda dini inançlara ve uygulamalara olan

rağbette eskiye oranla büyük bir düşüş kaydetmiştir. Bu düşüş özellikle şehirlerde hat

safhaya ulaşmıştır. Şehirlerdeki sosyal tabakalar arasından hususiyle sanayi kesiminde

çalışanların arasında dine olan rağbetin düşük olması yine kırsal alanda da sanayileşme

ve şehirleşmenin etkilerine açık olan yörelerde bu nispetin diğerlerine oranla hissedilir

düşüklüğü, sanayileşmenin geleneksel dindarlık şekilleri üzerindeki olumsuz etkilerinin

göstergeleri olmaktadır. Özellikle sanayi kesiminde çalışan işçilerin arasında dine

ilgisizliğin öteki meslek gruplarına nispetle daha yüksek oluşu, sanayileşme ile dine

ilgisizlik arasında bir sebep-sonuç kurmada etkili olmuştur. Nitekim Marx ve Weber de,

modern toplumda dinin, üst tabakaların durumunu meşrulaştırıcı bir fonksiyon görmesi

sebebiyle, işçi kesiminin dine en azından ilgisiz kaldığı vakıasına dikkat çekmektedir

(Günay, 2003, 401; Marx, 1998, 128-129).

Esasen, modern sanayi toplumlarında alt tabakaların ve özellikle de sanayi

işçilerinin dinî ilgilerinin azalması ve de dinin ayırt edici bir türünün taşıyıcısı olmaması

(Weber, 1998, 156; Kehrer, 1996, 60) konusunda çok çeşitli varsayımlar öne sürülmüş

Page 98: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

82

bulunmaktadır. Dini teşkilatın ve din eğitiminin yetersizliği ve fonksiyonunu yerine

getirememesi, değişen sosyal şartlarda dini teşkilatın, alt tabakaların ve özellikle

işçilerin ferdi ve toplumsal beklentilerini karşılamak üzere gerekli değişim ve

adaptasyonu sağlayamaması, zaten dinin tarihen şehirlerde yerleşmiş olup, kırsal

kesimlere hiçbir zaman tam anlamıyla ulaşamamış olması ve eski inançlar ve

dindarlıkların oralarda halk dindarlığı şeklinde yaşanmakta oluşu ve sanayi işçilerinin

de oralardan kente göç etmiş kitlelerden oluşması, öteden beri bu çevrelerde anti-

klerikalizm ve anti- eklezyanizm gibi dine karşı menfi propagandaların yapılmakta

oluşu, işçilerin psikolojik olarak pratik meselelere daha çok ilgi duydukları, din

eğitiminin korkutucu ve ürkütücü bir din imajına göre düzenlendiği ve bunun da alt

tabakadan kişileri dinden soğuttuğu, tekniğin insanları Tanrının inayetine bağlılıktan

kurtarmış olması sebebiyle bu kesimde dini ilgisizliğin arttığı ve nihayet grup

psikolojisinin dinî aidiyet konusunda işçiler arasında olumsuz sonuçlar doğurduğu vs.

şeklindeki görüşler bunların belli başlılarını oluşturmaktadır (Kehrer, 1996, 33; Günay,

2003, 401; 1987, 36-37).

Modern medeniyetle birlikte, şehirlerden hareketle teknik, akılcı ve tenkitçi bir

zihniyet yayılmaya başlamış, endüstri, fabrikalar ve makineler bu zihniyetin yayılıcıları

olmuşlardır. Böylece geleneksel hayat anlayışları, dünya görüşleri, norm ve değer

sistemleri, örf ve adetler, geleneksel toplumsal yapılar ve dayanışma duyguları

sarsılmış, modern toplumda insanların kutsiyete olan inançları azalmaya (veya kutsal

kozmos’u değişmeye yön tutmuştur (Luckmann, 2003, 93; Günay, 2003, 402).

Modern sanayi toplumlarında dinin geçirmekte olduğu bu değişim ve dönüşümü

farklı şekillerde yorumlayarak sürecin akışına dair görüşlerle durumun yönlendirilmesi

hususundaki etkin çabaların sonuçlarına dair fikirlerle sonuca dair öngörülerde

bulunmak istiyoruz. Tarihsel süreç okunduğu zaman dinin farklı dönemlerden geçerek

farklı şekillerde hayatiyetini sürdürdüğü ve sürdürmeye devam edeceği gerçeği

değişmeyeceğe benziyor. Bu bağlamda esasen modern sanayi toplumlarında da dinin

geçirmekte olduğu sarsıntı, sanayileşme, kentleşme ve modernleşme öncesi bir toplum,

kültür ve uygarlık düzeninde hayatiyet bulmuş olan geleneksel dinlerin ve dindarlık

şekillerinin yeni ve modern bir toplum düzenine uyum probleminden başka bir şey

olmasa gerektir (Günay, 1987, 57). Şu halde dini, modernleşmenin tamamen zıddına

değerlendiren kuramların dine biçtiği konum doğru çıkmamakta dinin modernleşmenin

zıddı olmadığı da ortaya çıkmaktadır.

Page 99: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

83

Özellikle modernite, bir taraftan geleneksel dini formları dejenere ederken diğer

taraftan dinî canlanmayı doğurmakta, yeni dinî akımlara, yeni dinî formlara ve hatta

fundamentalizme yol açmaktadır (Köse, 2001, 206). Diğer yandan modern dönemde

geleneksel dindarlıkların geçirmekte oldukları sarsıntının bir intibak problemi olduğunu,

sanayileşme öncesi bir kültür ve medeniyet temelleri üzerine oturmuş geleneksel,

taklitçi, şekilci, korkuya dayalı, konformist ve klerikalist dindarlıkların sanayileşme ile

birlikte sarsıntıya uğramasına karşılık, bu günün modern cemiyetlerinde daha şahsi,

daha akılcı ve daha içten yaşanan yeni bir dindarlık şeklinin özellikle şehirlerden

başlayarak yayılma eğilimi göstermesi vakıasında görmek mümkündür (Günay, 1987,

58; 1986, 87).

Sonuçta tarihsel sürecin farklı kültürel bağlamlardan veya ulaşılmak istenen

hedeflerden yola çıkılarak değerlendirilmesi, sosyolojik olarak ortaya çıkan yeni

toplumsal olguları değerlendirmede de kendisini göstermekte ve modern sanayi

toplumlarında dinin varlığı, konumu ve geleceği ile ilgili tartışmalarda kuramsal bakış

açılarının yoğun etkilerinin farklı bilimsel paradigmalarda kendisini sunmaya devam

edeceği görülmektedir. Bu noktada toplumların kendilerine dair çizdikleri hedeflerde

toplumsal olguları şekillendirme güçlerine katkı sunmaya devam etmektedir. Din ve

toplum ilişkilerinin de, kavramın ifade boyutundan başlayarak modern sanayi

toplumlarının başat belirleyici özelliği olarak sunulmaya kaçınılmaz olarak devam

edeceği de ayrıca ifade edilmelidir.

Page 100: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

II. BÖLÜM

ARAŞTIRMA VE YÖNTEM

2.1. Araştırmada Temel Bakış Açısı

“Adana Organize Sanayi Bölgesinde Sanayileşme ve Din İlişkileri” isimli bu

çalışmamızda Adana örneğinden hareketle sanayileşme ile din arasındaki karşılıklı ilişki ve

etkileşimleri sosyolojik açıdan ele almayı hedefliyoruz. Özellikle sanayileşmenin bir

sonucu olarak değerlendirilebilecek işçi sınıfının dini hayatının incelenmesi sosyolojik

açıdan önem taşımaktadır. Toplumun diğer kesimlerinden ayrı olarak işçi sınıfının kendine

has bir din anlayışı ve dini hayatından söz edilebilir mi sorusuna cevap aramak

amacındayız. Heterojen bir yapı arz eden işçi sınıfının taşıdıkları vasıflar dikkate

alındığında ne tür farklılıklar tespit edilebilir sorusuna araştırmamız çerçevesinde cevap

aramaya çalışacağız. Sosyolojik açıdan sanayileşme ve din ilişkisi oldukça kompleks ve

geniş bir konudur. Sanayileşmenin din üzerinde etkileri olduğu gibi dinin de sanayileşme

üzerinde etkilerinin olduğunu biliyoruz. Öncelikle dinin sosyal bir olgu olarak

değerlendirilmesi, onun diğer toplumsal olgularla etki-tepki içerisinde olduğunu ve

dolayısıyla dinin bir taraftan sosyo kültürel çevreyle etkileşiminden doğan yeni

yapılanması, değişimi, dönüşümü ortaya çıkmakta, diğer taraftan ise belli ölçülerde sosyo-

kültürel olgulardan etkilenerek biçimlenmesi söz konusu olmaktadır.

İşte, dini olayların bu sosyal özelliği dolayısıyla, modern medeniyetin ortaya

çıkardığı sanayi toplumu ve onun beraberinde getirdiği yeni hayat tarzı, günümüz

toplumlarının dini yaşayışında önemli değişikliklere neden olmuş bulunmaktadır. Zaten

sosyoloji ve özellikle onun sosyal olaylar olarak dini olayları inceleyen uzmanlık dalı olan

din sosyolojisi bile menşelerini, Batı’da büyük endüstrinin ortaya çıkışı sırasında meydana

gelen sosyal değişme gerçeğinin şuuruna eriş ve felsefe ve teolojinin bu değişmeyi

açıklamaktan aciz kalmalarından almaktadırlar.

Bilindiği gibi, bilim ve teknolojinin son birkaç yüzyıl içerisinde kaydettikleri baş

döndürücü gelişmeler, içinde yaşadığımız XXI. yüzyıla erişmiş bulunan günümüz

toplumlarında yeni boyutlara ulaşırken, insanlık da, dünyanın her yerinde benzer hız ve

oranlarda olmamakla birlikte, yeni buluşların beraberinde getirdiği modern medeniyetin

gerekleri karşısında köklü değişmelere sahne olmaktadır. Öyle ki, bu değişiklikler sadece

bilimsel ve teknolojik alanda kalmamakta, fakat aynı şekilde toplumların ekonomik,

Page 101: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

85

demografik ve kültürel yapılarında da önemli değişmelere şahit olunmaktadır. Böylece, bir

yandan toplumların öteden beri alışılagelmiş hayat tarzları, özellikle XIX. yüzyılın

başlarından itibaren Batı ülkelerinde ortaya çıkan sanayileşme ve kentleşme süreçlerinin

dinamiği altında sarsılır ve yeni şekillere bürünürken, öte yandan toplum içinde sosyal

hayatın en hâkim noktasında bulunan din de, ister istemez bu değişmelerden

etkilenmektedir (Günay, 1986, 43).

Dinin bu değişimden etkilenmesinin farklı kültür ve medeniyetlerde ki boyutları

farklılaşmakla birlikte, özellikle sanayileşmenin dinamiklerini kendi içerisinde barındıran

ve süreci yönlendiren ülkelerde ki konumlanması daha da bir farklılaşmakta, öte yandan,

sanayileşmeyi temel çıkış noktası yaparsak bunda rol oynayan dini ve kültürel dinamikler

noktasında da farklı bakış açıları doğmaktadır.

Sanayileşmenin çıkmasıyla başlayan değişim sürecinin küreselleşmeyle birlikte tüm

dünyayı etkisi altına aldığını ve özellikle kitle iletişim araçları ve türlü propagandalar

vasıtasıyla sanayileşen ülkelerin kültürleme faaliyetlerinin etkisinin güçlü bir biçimde

hissedildiği günümüzde, farklı kültürel dinamiklerin tek tipleşmeye yüz tuttuğu veya

sadece belli kalıplarla değerlendirildiği görülmekte ve bunun sonuçlarının toplumları belli

yönlere kanalize etmek şeklinde belirdiği ortadadır.

Sanayileşmenin günümüzde aldığı durumunun sosyo-kültürel bağlamlarda nasıl

değerlendirildiği önemli olmakla birlikte öncelikle bu bağlamı oluşturan temellerin aidiyet

noktasında bir atıfla ortaya çıkarılması ve sonucunda belli bir öngörünün oluşturularak

toplumlara sunulması belli bir yaklaşımın ürünü olmaktan ziyade genel düşüncenin

özellikle Batı bilim çevrelerinde oluşan yansımaları olarak gözükmektedir. Bu noktada

sanayileşmenin temellerinden tutunda sürecin ulaştığı farklı boyutlara kadar belli bir

kültürel bağlamda değerlendirilmeye çalışılması ve hatta bunun ideolojilere varan bir

düşünceyle sunulması özellikle bizim ülkemiz gibi durumu geriden takip eden veya geçiş

dönemini yaşayan toplumlarda farklı veya özünden kopan bakış açılarına yol açmakta ve

sonuçta gerçekten kendisine yabancılaşan bir bakış açısı ortaya çıkmaktadır.

Görülen o ki ülkemizde ki sanayileşme sürecinin Batı’da ki gelişim sürecinden

farklı bir yapı ve gelişmeyle ortaya çıktığı, dolayısıyla etkilerinin de farklılaşacağı göz

önünde bulundurulmaktadır. Bu noktada olayı tek boyutlu okumanın veya maddi kültür

temellerini tek bir manevi çıkış noktasıyla tanımlamanın doğru olmayacağı ortadadır.

Böylece Batı toplumlarında sanayileşme ve süreci belli bir görüşle ifade edilmekte ve

özellikle sonuçta ortaya çıkan kültürel bağlamın ifadesi ve yönlendirilmesi söz konusu

olmaktadır. Bu bakış açısının farklı uyarlamaları Batı dışında ki veya batılılaşmaya çalışan

Page 102: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

86

ülkeler için de söz konusu edilmekte ve süreç aynı bakış açısıyla okunup, yorumlanıp

mevcut durumda ona göre değerlendirilmeye çalışılmaktadır.

Sanayileşmenin Türk toplumunda ki gelişim sürecinin Batılı anlamda

değerlendirilemeyeceği çünkü hem maddi olarak aynı yapı ve gelişmeyi içerisinde

barındırmadığı hem de manevi olarak aynı kültür kodlarına sahip olmadığı göz önünde

bulundurulmakta, dolayısıyla sanayileşmenin kültürel boyutlarının Batı’da yaptığı etkiyle

Türk toplumunda yaptığı etkinin farklı olacağı değerlendirilmektedir.. Bu bağlamda her ne

kadar Batı’da sanayileşmenin yapısal unsurları belli manevi kültür unsurlarına bağlansa da

bunların spekülatif ve kendine özgü durumlar olduğu ifade edilmelidir. Fakat olayın

küreselleşme bağlamında değerlendirilmesiyle ortaya çıkan yeni durumun değişik

kültürlerin birbirini etkilemesiyle daha farklı bir boyuta taşındığını da göz önünde

bulundurmalıyız (Yapıcı & Yıldırım, 2003, 117).

Öte yandan sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan ve sanayileşmenin yükünü

omuzlayarak temel itici gücü oluşturan emekçilerin değerlendirilmesi ve belli konumlara

yerleştirilmesi de ayrı bir problem alanını oluşturmaktadır.

Özellikle sanayileşmenin ilk dönemlerinde ki ciddi problemlerin işçilerin

üzerindeki yükü ağırlaştırdığını ve onların çok zor şartlardan geçerek günümüze geldiğini

görüyoruz. Gerçi hala formel ve enformel çalışma koşulları arasında ciddi farklılaşmalar

olsa da ve elde edilen kazanımlar formel sektörde de tatmin edici düzeyde olmasa da yine

de işçiler sanayileşmenin en dinamik kesimi olmaya devam etmektedirler. Özellikle ilk

dönemlerden başlayarak işçileri belli bir toplumsal tabakaya yerleştirme ve çekilen

sıkıntıları belli bir bilince sevk etme çabalarının olduğunu ve bu çabaların işçilerin bireysel

ve sosyal kazanımlarının çok ötesine giderek doktriner bir bilgi yapısıyla insani bir bilinç

oluşumuna öncülük ettiğini görmekteyiz. Diğer yönden bu çıkışlara karşıt duruşların

olduğunu ve toplumsal yapılaşmayı farklı biçimlerde ifade ettiklerini görmekteyiz.

Sanayileşme sürecinin ifadesinde olduğu gibi sanayileşmenin itici gücü olan

işçilerde de farklı ideolojik çıkışlarla yönlendirme ve onları toplumsal alanda maddi ve

manevi olarak konumlandırmaya çalışma çabalarının da olduğunu ifade edebiliriz. Dikkat

çeken husus ise bu çabaların kültürel bağlamının hep Batı kültürüyle donatılmış olmasıydı.

Bu noktada sanayileşme ve işçilerin, bilimsel çabaların ürünü olarak sunulan ve onlara yön

veren bakış açılarının etkisiyle donatılmış olan bir ideolojik bağlamla sınırlandırılmaya

çalışıldığını ifade etmeliyiz.

Araştırmamızda özellikle Türk toplumunda yer alan işçilerin sanayileşmenin

etkilerini hissetme de farklılaştığını ifade etmekteyiz. Şöyle ki sanayileşme ve

Page 103: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

87

modernleşme sürecinin toplumumuzun geleneksel dini yaşayışını etkilediği temel

varsayımından hareketle, dinin durumunu, mümkün olduğu kadar geniş sosyografik

detaylara dalmaksızın, işçiler bazında inceleyeceğiz. Bu incelemenin kuramsal çerçevesi

ise dinin, sanayileşmenin toplumsal tabakalaşmayı farklılaştırması ve yeni işbölümlerine

yol açması sonucunda aldığı yeni durumunun görünür olduğunu din sosyolojisi bağlamında

analiz etmek şeklinde olacaktır. Sonuçta bu çözümleme, problemin çözümünde toplumsal

dinamiklerin farklılaşmasında kültürel ve dini bağlamların öneminden yola çıkarak

değerlendirmelerin yapılmasının gerekliliğine de yer yer atıflar içermektedir. Bu noktada

sosyo kültürel tabakalaşmanın da toplumsal kökenlerini o toplumun kendi öz yapısı

içerisinde değerlendirmenin yanında, genel kuramların farklı toplumsal yapıları

çözümlemede etkinliğinin sınırlarını keşfetmede sarf edilecek gayretlerde önemli

olmaktadır. Özellikle yapısal-fonksiyonel kuramların dini açıdan indirgemeci

yaklaşımlarının yanında çatışmacı kuramında materyalist ve yine indirgeyen

yaklaşımlarından uzak durmaya çalışmaktayız.

2.2. Problem

Sanayileşme olgusu insanlığın gelişme safhalarının en önemlisi olup ortaya

çıkardığı problemler açısından da en şümullüsüdür. Sanayileşmenin insanların ve

toplumların hayatında yol açtığı değişim ve dönüşümler bütün toplumları etkisi altına

almış ve ortaya çıkardığı problemler tüm dünyayı ilgilendirir hale gelmiştir. Özellikle

Avrupa’da başlayan Rönesans ve Reformlarla hızlanan dini ve sosyal değişmeler

sanayileşmenin de güçlü etkisiyle tüm dünyayı sarmış ve bunun etkisi Batı’yla yakın

ilişkileri olan Müslüman toplumlarına da ulaşmış ve onlarda da sosyal değişimlere yol

açmıştır.

Ortaya çıkan bu değişikliklere paralel olarak, toplumun içinde yaşanan dinde de

birtakım değişmelerin ve çeşitlenmelerin, türlü etki ve tepkilerin ortaya çıktığı

görüldüğünden, çeşitli toplumlarda dinin yer ve rolünün de değiştiği dikkat çekmektedir.

Bu bağlamda geleneksel dini yaşayışın bu değişimlerden etkilendiği ve bunun sonucunda

dini açıdan farklı şartlar ve durumların ortaya çıktığı gözlemlenmekte ve genel olarak

geleneksel değer ve müesseselerin boşluk yaratacak biçimde ihmal edilmesi veya

kaybolması dikkat çekici boyutlara ulaşmaktadır. Bu değişimin toplumumuzda yarattığı

boşluğun çeşitli toplumsal problemlere yol açtığı düşünülmekte ve fakat bu problemlerin,

Page 104: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

88

dini olayın zaman ve mekân içerisinde birbirinden oldukça farklı şekillerde tezahür

etmesinden ötürü boyutlarının farklılaştığı varsayılmaktadır.

Sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan toplumsal değişimin etkisi toplumsal

eşitsizliklerin farklılaşmasında da kendisini göstermiş ve bu noktada toplumların yeniden

yapılanmalarının yanında yeni işbölümlerine bağlı olarak toplumsal hiyerarşilerde farklı

anlam kalıplarını barındıran farklılaşmış statülerle ifade edilen meslekler belirmiştir. Bu

noktada sanayileşmenin etkin kesimi olan fabrika işçileri ortaya çıkmış ve bunların

toplumsal hiyerarşideki varoluş anlamları çeşitli mücadele alanlarında ifade edilmiştir.

İşçilerin sanayileşmenin ağır koşullarını taşıyan bir konumda olmaları, onlar üzerinden

farklı bakış açılarının meydana getirilmesi çabaları, çeşitli ideolojilerin yanında sosyolojik

değerlendirmelerinde ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu bağlamda işçilerin sanayileşme

içerisinde nasıl bir konumda oldukları, toplumsal açıdan hangi rol ve statüyü taşıdıkları ve

bu anlamda bu rol ve statülerinin bir sınıf bağlamında değerlendirilip

değerlendirilemeyeceği ve ayrıca işçilerin sanayileşmeyle birlikte başlayan dini yaşamdaki

değişimlerden ne derece etkilendikleri ve bu husustaki hissiyatlarının boyutlarını temel

problemlerimiz olarak değerlendireceğiz. İşçilerin toplumsal statü ve yapılarının ne oranda

değer kaybına uğradığı ve gerçekten Batı toplumlarında ortaya çıkan dini analiz

sonuçlarıyla değerlendirilen bir durumda olup olmadıkları ve bu noktada dinî

kaynaklarının ne olduğu önem arz etmektedir.

2.3. Araştırmanın Varsayımları

Sanayileşme süreci farklı toplumlarda farklı boyutlarda olduğu gibi aynı toplumun

bizzat kendi içerisinde de farklılıklar arz etmektedir. Dolayısıyla bu sürecin ortaya

çıkardığı ve değişme, gelişme ve ilerleme bağlamında değerlendirilen dönüşümlerin de

farklı toplumlarda farklı boyutlarda ve şekillerde gerçekleşeceği öngörülmektedir. Farklı

toplumsal dinamiklerin birbirini etkileme boyutunu da bu sürece dâhil edersek

farklılaşmanın görünümlerini değişik olguların akışı içerisinde değerlendirme zorunluluğu

da ortaya çıkmaktadır.

Diğer bir nokta da sanayileşme ile birlikte gelişen modernleşmenin seküler bir

düzlemde cereyan ediyor oluşudur. Bu bağlamda sekülerleşme tartışmalarında önemli bir

yeri olan Berger’in de belirttiği gibi, din sosyolojisi alanında yapılan araştırmaların

verileri, sekülerleşmenin etkilerinin kadınlardan ziyade erkekler, çok genç veya yaşlılardan

ziyade orta yaş tabakasında bulunanlar, kırsal kesimden ziyade şehirler, esnaf ve zanaatkâr

Page 105: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

89

gibi geleneksel işlerle uğraşanlardan ziyade “modern sanayi üretimiyle doğrudan ilgili olan

sınıflar, özellikle işçi sınıfı üzerinde daha güçlü olduğunu ortaya koymaktadır (Kirman,

2005, 103-104). Yine Johnstone’da yapılan araştırmalarda din probleminin alt sınıflarda ve

işçi sınıfında daha belirgin olduğunu vurgulamaktadır (Johnstone, 2002, 205). Dolayısıyla

sekülerleşmenin etkilerinin farklı düzeylerde hissedildiği ülkemizde yaşanan toplumsal

değişmenin modernleşme hedefine bağlı olarak değerlendirilmesiyle birlikte, ortaya

özellikle dini olgularda artan düzeyde geleneksellikten uzaklaşma ve modernleşmenin

temel dinamiklerinden olan rasyonelleşmenin de bir eğilim olarak hayatımızı farklı

biçimlerde düzenlemesinin etkilerinin dini alanda da hissedilmesi sonucunda işçi

kesimininde çeşitli değişkenlere bağlı olarak dini inanç, tutum ve davranışların da

farklılaşmalarının yönünün sekülerleşme olduğunu tahmin etmekteyiz. Fakat durum Türk

Toplumu’nun farklılığı göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir.

Bu bakış açısıyla şu varsayımları ifade edebiliriz.

1. Batı toplumlarında başlayan sanayileşme sürecinin ülkemizde de yaşanmaya

başlamasıyla meydana gelen sosyal değişmeler, geleneksel dini inanç, düşünce ve

davranışları da etkilemiş ve bu alanda da bir dönüşüm ve farklılaşma ortaya

çıkarmıştır. Böylece sanayi alanında çalışan işçilerimizde de dini inanç, davranış ve

kanaatlerde bu durum gözlenmektedir.

2. Cinsiyetlere ve yaşlara göre, dini inanç, ibadet ve tutumlarda farklılık

görülebileceği; kadınların erkeklerden daha fazla irrasyonel inanç ve geleneksel

dini yaşayışa sahip olacağı ve yine kadınların dinin sosyal boyutuna daha az katılım

sergileyecekleri tahmin edilmektedir. Ayrıca gençlikte de dini yaşayışın diğer yaş

gruplarına nazaran daha zayıf olacağı farz edilmektedir.

3. Sanayileşme toplumun ihtiyaçları doğrultusunda işbölümüne, ihtisaslaşmaya,

öğrenim seviyesinin yükselmesine neden teşkil ederek, sosyal hareketliliğe ve

tabakalaşmaya yol açmaktadır. Bu bağlamda kendisini farklı tabakalara ait

hissedenlerin eğitim durumlarına bağlı olarak ta dini inanç ve tutumlarda

farklılaşabileceği ve üst tabakalarla eğitim durumu daha yüksek olanların dini

alanda zayıf bir durum sergileyebileceği düşünülmektedir. Fakat özellikle kendisini

alt sınıf veya işçi sınıfı bağlamında değerlendiren işçilerimizde dini inanç, davranış

ve tutumlara dair bir gevşekliğin olabileceği farz edilmektedir. Sonuçta sosyo-

ekonomik statüye bağlı olarak dini inanç, ibadet ve düşüncelerde kısmi

farklılıkların bulunabileceği öncülünü varsayıyoruz.

Page 106: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

90

4. Dinî bilginin seviyesi dindarlık düzeyinde farklılaşmalara neden olabileceği gibi

alınan dini bilginin kaynağı ve bu bağlamda ortaya çıkan ve bilgi otoritesi olarak

görülenlerin farklılığı da dini inanç, ibadet ve tutumlardaki değişim ve seviyeye

etki edeceği varsayılmaktadır.

5. Okuma eylemini gerçekleştiren işçilerimizde dini inanç ve yaşayışta olumlu tutum

geliştirmenin yanında rasyonel bakış açısının da daha ileri seviyede olduğu

düşünülmektedir. Fakat özellikle işçi kesiminde dini yayınlara ilgisizliğin yanında

asli dini kaynaklara ulaşmada da zayıflığın olduğu varsayılmaktadır. Bu noktada

Kuranı Kerim öğreniminin de düşük olduğunu varsaymaktayız.

6. Dinle-toplum arasında karşılıklı etki tepkinin, işçilerimiz üzerinde de yoğun

etkisinin olduğunu, bu bağlamda işçilerimizin din ve dini değerlere büyük önem

verdiğini, kendilerini ait oldukları geleneksel dini kalıplarla ifade etme eğiliminin

kimlik edinme veya kendilerini tanıma ve tanıtma aracı bağlamında sundukları

varsayılmaktadır. Özellikle Türk toplumunun geleneksel yapısında etkin bir

konumda olan dinin geleneksel özelliklerini muhafaza ederek modern söylemler

içerisinde ifade edilmesinin işçilerimiz üzerinde de etkin olduğunu varsayıyoruz.

7. Özellikle dini inançlar noktasında Türk toplumunun da yapısı göz önünde

bulundurularak ifade edilebilir ki; işçiler inançlar noktasında değil de ibadetler ve

düşünceler noktasında yukarıda da vurguladığımız değişkenlere bağlı olarak

farklılaşacaktır ve ibadet seviyesinin çalışma hayatına ve sosyal çevreye bağlı

olarak azalacağı varsayılmaktadır.

8. Sanayi hayatının gereklerinden olan yoğun çalışma hayatı ve insan-makine ilişkisi,

insani duygu ve düşünceler ve sosyal ilişkileri yer yer zayıflatmaktadır. Böylece

insanların kendilerine ve sosyal değerlere yabancılaştığı varsayılmaktadır.

9. Sanayi alanında çalışan insanlarımızın özellikle sanayileşmenin ortaya çıkardığı

cemiyet hayatının ferdiyetçi ilişkilerine rağmen sosyal yardımlaşma ve dayanışma

duygusunun dini boyutta cereyan etmesine dair bir olguyu göz önünde

bulundurmaya devam ettikleri ama bu noktada dini öğretilerin teşvik ettiği sosyal

ilişkilere dair daha rasyonel ve seküler bir eğilim sergileyecekleri farz edilmektedir.

Ayrıca bu bağlamda, toplumun temeli olan aile olma eğiliminin de yüksek

olduğunu varsaymaktayız.

10. Özellikle modernleşmenin yücelttiği hümanizmanın inanç hürriyeti bağlamında da

değerlendirilmesinin toplumsal boyutunu ifade eden laik değerlendirmelerin farklı

inançlara karşı toleransı işçilerimizde de göreceğimizi farz etmekteyiz.

Page 107: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

91

11. Türk Toplumunda da güçlü etkilerini hissettiğimiz evrensel din olan İslam Dini’nin

dünya genelindeki bağlılarına olan dini-duygusal bağlılığın, bir aidiyet düzlemi

içerisinde özellikle dine bağlılıkla doğru orantılı olarak işçilerimizde de cereyan

edeceği düşünülmektedir.

12. İşçilerimizde kimlik algısının bu bağlamda dini aidiyet noktasıyla birlikte, milli

değerlere inancın yüksek olduğu ve toplumsal birlikteliğin kültürel boyutunun

Batı’ya oranla bireysellikten uzak yaşandığı toplumumuzda ırki aidiyetinde atıf

noktası olarak belirgin biçimde kullanıldığı varsayılmaktadır.

13. Fakat genel anlamda din atıf noktası olarak kullanılsa da işçilerimizin hayatında

dinin belirgin bir etki alanı oluşturmadığını varsaymaktayız. Bunun dindarlık

algılamalarından ziyade belirginleşen dini seremoni ve ayinle ilgili azalmanın

oluşturduğu görüntü olduğu kanaatini taşımanın yanında dinin belirli özel alanlara

bağlanmasının da genel bir eğilim olarak işçilerde de belirginleştiği kanaatini

taşımamızdır. Bu noktada Türk Toplumunda da belirginleşen kader anlayışının

uygulamalara yansımasının farklılaşmasıyla ortaya çıkan dikotomiyi örnek olarak

verebiliriz.

2.4. Araştırmanın Hipotezleri

Araştırmamızda işçilerle ilgili olarak şu hipotezleri sınamak istiyoruz,

A- Cinsiyete göre dindarlık düzeyi farklılaşacaktır. Bu bağlamda kadınların; (1) dinin

etkisini hissetme, (2) dine önem verme, (3) öznel dindarlık algısı, (4) popüler dini

inançlar, (5) dinsel yaşayışın ibadet boyutunu gerçekleştirme, (6) namaz kılma,

oruç tutma, hacca gitme, (7) dua ve nafile ibadetler, (8) Kuranı Kerim okuma, (9)

genel dinsel yaşayış durumu bakımından erkeklerden farklılaşacağı, dolayısıyla

kadınların dini hayatın farklı boyutlarında daha dindar bir görüntü sergileyecekleri

öngörülmektedir. Diğer yandan dini hayatın; (10) zekât verme, camiye gitme, (11)

cenaze ve dinsel programlara katılma gibi yönlerden erkeklerin daha etkin bir

görünüm sergileyecekleri öngörülmektedir. Son olarak ise (12) dinsel yaşayışın

inanç boyutunda, (13) diğer din mensuplarına olan tavırla, (14) öznel kimlik algısı

noktalarında erkeklerle kadınlar arasında herhangi bir farklılaşma

öngörülmemektedir. Genel anlamda ise (15) kadın olsun erkek olsun işçilerimizin

çalışma hayatının da etkisiyle dini pratikler açısından zayıf bir görünüm

Page 108: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

92

sergileyecekleri düşünülmektedir. Ayrıca (16) kadınların erkeklere göre

sanayileşmenin olumsuz etkilerini daha fazla hissedecekleri düşünülmektedir.

B- Öznel gelir algılarına göre işçilerimizde dini anlayış farklılaşacaktır. Alt seviyede

gelire sahip olanların; (1) dinin etkisini hissetme, (2) dine önem verme, (3) öznel

dindarlık algısı, (4) kader algısı, (5) dini tecrübenin ibadet boyutunu yaşama

noktalarında orta gelir grubuna göre farklılaşacağı bu kapsamda alt gelir grubuna

sahip olanların daha dindar bir görünüm sergileyeceği, (6) fakat dinin inanç

boyutunda bir farklılaşma olmayacağı (7) yine işçilerin gelir durumu arttıkça sanayi

alanında çalışmanın etkilerini daha olumlu olarak hissedecekleri, (8) ayrıca işinden

memnun olan işçilerin de sanayi alanında çalışmanın etkilerini olumlu olarak

hissedecekleri düşünülmektedir. (9) Son olarak inanç durumunda herhangi bir

farklılaşmanın olmayacağı görülecektir.

C- İşçilerimizin dini bilgi açısından yetersiz olduğu bu bağlamda özellikle Kuranı

Kerim okuma oranının düşük olduğu bununda özellikle popüler dindarlık

düzeyinde bir artışa ve dinin etkisinde bir azalmaya yol açtığını düşünmekteyiz.

D- Sanayileşme süreci cemaatvari ilişkileri öğütleyen değer ve müesseselerin önemini

azaltmaktadır. Böylece bireysel temayüllerin artışına paralel olarak sosyal

yardımlaşma ve dayanışma duygusunda bir azalma görülmektedir. Fakat yine de

Türk Toplumunun yapısını da göz önünde bulundurarak dinin sosyal yardımlaşma

yönüne verilen değerin işçilerimizde etkin olduğunu ileri sürülebilir.

E- Farklı yaş gruplarına sahip işçiler arasında; (1) inanç bakımından bir farklılaşma

görülmeyecektir, (2) yaşla dinsel yaşayışın ibadet boyutu arasında pozitif bir ilişki

olduğundan dolayı yaş yükseldikçe ibadet puanı yükselecektir, (3) yaş yükseldikçe

dinin etkisini hissetme durumunun artacağı. (4) öznel dinarlık algısı ve dine verilen

önemin olumlu yönde farklılaşacağı öngörülmektedir.

F- Mesleki statünün dindarlık anlayışını farklılaştıracağını; (1) statü arttıkça öznel

dindarlık algısıyla birlikte dine verilen öneminde azalacağı, (2) dini ibadetlerde

düşüş veya ilgisizlik görüleceği, (3) dinin etkisini hissetmenin anlamlı bir şekilde

azalacağı (4) ama inanç konusunda bir farklılaşma olmayacağı öngörülmektedir.

G- Öğrenim düzeyine göre işçilerimizde; (1) inanç boyutunda bir farklılaşma

olmayacağı, (2) öğrenim düzeyi arttıkça ibadet puanlarının düşeceği, (3) dinin

etkisini hissetme düzeyinin azalacağı, (4) öğrenim düzeyiyle dini bilgi düzeyinin

artacağı (5) dindarlık algısının olumsuz yönde faklılaşacağı, (6) dine verilen

önemin azalacağı öngörülmektedir.

Page 109: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

93

H- Günlük çalışma süresi arttıkça dini ritüellerde bir azalma olacağı, insani ve sosyal

ilişkilerin olumsuz yönde etkileneceği düşünülmektedir.

İ- Çalışma hayatının süresine göre; (1) dinin etkisinin azalacağı, (2) dine verilen

önemin azalacağı, (3) ibadetlerde düşüş görüleceği öngörülmektedir.

J- Medeni duruma göre; (1) inanç boyutunda bir farklılaşma olmayacağı, (2)

ibadetlerin evlilerde daha yüksek görüleceği, (3) dinin etkisinin daha fazla

hissedileceği, (4) genel dinsel yaşayış puanının daha yüksek olacaktır.

K- Öznel dindarlık algısına göre; (1) dinsel yaşayışın inanç boyutunda bir farklılaşma

olmayacağı, (2) ibadet boyutunda algısı yüksek olanların daha yüksek puan alacağı,

(3) dinin etkisini böylece daha fazla hissedecekleri, (4) dine daha fazla önem

verecekleri öngörülmektedir.

L- Din-önem düşüncesine göre; (1) inanç boyutunda bir farklılaşma olmayacağı, (2)

dinin çok önemli olduğunu düşünenlerin dinin ibadet boyutunda anlamlı olarak

farklılaşacağı, (3) dinin etkisini daha fazla hissedecekleri, (4) dindarlık algılarının

yüksek olacağı, (4) diğer inançlara karşı mesafeli olacakları, (5) genel dinsel

yaşayıştan daha fazla puan alacakları düşünülmektedir.

2.5. Evren ve Örneklem

Bir araştırmanın veya gözlemin alanına giren objeler ya da fertlerin tümü evreni

meydana getirir. Karasar, “evren”i ikiye ayırır. Birisi “genel evren”, öteki ise “çalışma

evreni”dir. Genel evreni soyut bir kavram olduğunu ve tanımlanmasının kolay fakat

ulaşılmasının güç hatta imkânsız olduğunu belirtir. Çalışma evreninin ise, pratikte

araştırıcının ulaşabildiği, ya doğrudan ya da seçilmiş örnek bir küme üzerinde gözlemler

yaparak, hakkında görüş bildirebildiği evren olduğunu açıklar (Karasar, 2004, 115-116).

Çalışmamızın genel evreni, bütün sanayi kollarında çalışan işçiler olup, çalışma

evreni ise Adana organize sanayisinde çalışan işçilerdir.

Örneklem ise, bir bütünün, kendi içinden seçilmiş bir parçasıyla temsil edilmesidir

(Sencer, 1989, 356-357). Örnekleme faaliyeti, incelenecek olan büyük grubun bütün

vasıflarını temsil eden bir küçük nüfusun belirli kurallara uyulmak suretiyle seçilmesi

işleminden ibarettir. Örneklem grubumuzu ise çeşitli fabrikalarda çalışan toplam 301

kişidir. Bu 301 kişinin çalışmamıza katılması ise yalın rastlantılı örnekleme yoluyla

olmuştur. Örneklem grubumuzun sayı açısından temsil yeteneğine sahip ve yeterli

olduğunu düşünmekteyiz.

Page 110: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

94

2.6. Veri Toplama Teknikleri ve Verilerin Değerlendirilmesi

Çalışmamız iki ana bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümü oluşturan teorik

kısımda konuyla ilgili olarak yazılı kaynaklardan yararlanılmıştır.

Çalışmamızın ikinci ana bölümünü ise, uygulamalı alan araştırması

oluşturmaktadır. Çalışmamızın temelini oluşturan bu kısımda ise yazılı kaynakların dışında

veri toplama tekniği olarak, daha dar boyutlu ve daha yalın olması dolayısıyla anket

seçilmiştir. Anket sorularının hazırlanmasında yakın ve uzak çalışmalardan faydalanılmış,

özellikle Kayıklık (2003) ve Yapıcı (2007) tarafından kullanılan üç ölçek kullanılmıştır. Bu

ölçeklerden ilk ikisi Kayıklık (2003) tarafından kullanılan ve dinsel yaşayış ölçeği olarak

adlandırılan ölçeğin inanç ve ibadetle ilgili kısımlarıdır. İbadet boyutuna eklenen birkaç

maddeyle soru sayısı on beşe çıkmıştır. Ölçeğin inanç boyutunda ise on iki soru

kullanılmıştır. Ölçeklerin üçüncüsü ise Yapıcı’dan (2007) aldığımız dinin etkisini hissetme

ölçeğidir. Bu ölçekte iki madde eklem yapılarak kullanılmış daha sonra bu maddeler

gerekli ölçümü yapmadığı için çıkarılmıştır. Sonuçta bu ölçeğimizde toplam on yedi soru

değerlendirilmeye alınmıştır. Araştırmamızın temelini oluşturan anketimizde kullandığımız

ölçeklerden önce toplam yirmi dört soru sorulmuş ve bu soruların birçoğu bağımsız

değişken, bir kısmı ise hem bağımlı hem de bağımsız değişken, bir kısmı ise bilgi toplama

amaçlı olarak sorulmuştur. Bu yirmi dört soru içerisinde dini değişkenlerde yer almıştır. Bu

değişkenler, öznel dindarlık algısı, din önem düşüncesi, öznel kimlik algısı, dini bilgi

yeterlilik durumu, dini bilgi kaynağı ve problem çözme mercii, popüler dindarlık durumları

ve sanayileşmenin insani ve sosyal hayata etkisi olarak yer almıştır. Bazı sonuçlar

Atalay’ın (1983) çalışmasına benzer olarak yüzdelerle verilmekler yetinilmiştir.

Anket verilerinin hem girilmesinde hem de bunların farklı istatiksel tekniklerle

analiz edilmesinde SPSS (12.0) programı kullanılmıştır. Veriler çözümlenirken ise

yüzdelerin verilmesiyle yetinilen sonuçların yanında ki-kare, t-testi ve son olarak tek yönlü

varyans analizi (ANOVA) kullanılmıştır. Tek yönlü varyans analizi (ANOVA)

sonuçlarında p<.05 düzeyinde farklılık görüldüğü zaman, bunun nereden kaynaklandığını

anlamak için öncelikle post hoc scheffe analizi yapılmıştır. Ancak tek yönlü ANOVA,

ortaya çıkan sonucu anlamlılık düzeyine ulaştığını tespit ettiği halde, scheffe analizi

gruplar arasında farklılık göstermediği zaman, gruplar arasında ikili karşılaştırmalar yapan

Tukey HSD analizi değerine bakılmıştır.

Page 111: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

95

2.7. Araştırmanın Sınırlılıkları

Bu araştırmadan elde edilen bulgular üç temel sınırlılığa sahiptir. İlk olarak

araştırmamız kapsamında seçtiğimiz örneklemle ilgili sınırlılıklardır. Yaparel’in de

belirttiği gibi “her araştırma bir ölçüde kendi örneklemiyle sınırlıdır” (Yapıcı, 2007, 175)

görüşüne uygun olarak ifade edeceğimiz bu sınırlılığı, yapacağımız genellemelerde göz

önünde bulundurmak durumundayız. Öncelikle sanayi alanında çalışan işçilere ulaşmanın

çok ciddi zorlukları aşmanın sonucunda gerçekleştiğini ifade etmeliyiz. Özellikle fabrika

yöneticilerinin işçilere ulaşmayı zorlaştırması bunda temel etkenlerden biri olarak

ortadadır. Diğer yandan örneklemin temsil ve yeterliliğinden her zaman yüzde yüz emin

olmakta mümkün olmamaktadır. Ayrıca örneklemin kendisini ne derece yansıttığı da ayrı

bir problem olarak karşımızda durmaktadır.

Çalışmanın ikinci sınırlılığı ise boylamsal değil de kesitsel olmasından

kaynaklanabilir. Konusu insan olan birçok araştırmada, boylamsal çalışmanın güçlükleri,

araştırmacıları kesitsel araştırmaya yöneltmektedir (Kayıklık, 2003, 113). Bu noktada

araştırmamız yapıldığı 2008 yılını ve Adana ilini göz önünde bulundurarak yorumlanabilir.

Çalışmamızın üçüncü sınırlılığı ise araştırmamızda kullandığımız veri toplama

araçlarıyla ilgilidir. Öncelikle kullandığımız değişkenler ve ölçeklerle ilgili olarak

geçerlilik ve güvenilirlik sorunudur. Kullanılan ölçeklerin henüz standart ölçekler haline

gelmemesi bu konuda çeşitli soruları beraberinde getirmektedir. Bu ölçeklerin daha önce

kullanılmış olmasına rağmen tamamen standart hale geldiğini hala söyleyemiyoruz.

Özellikle dinsel yaşayışın ibadet boyutuna eklediğimiz ve dinin etkisini hissetme ölçeğinde

ise çıkardığımız sorularla ölçekler değişik bir durumla uygulanmış ve sonuçları

yorumlanmaya çalışılmıştır. Bu noktada standart olmayan ölçeklerin araştırma açısından

sınırlılık oluşturduğunu ifade etmeliyiz. Yine ölçeklerin ve diğer soruların muhteva

açısından problemin çözümüne ne derecede katkıda bulunduğu da ayrı bir problem

oluşturmaktadır.

2.8. Tanımlar

2.8.1. Fabrika

Malzemelerin bir yerde toplanmasını, bağlı sermayeyi ve işgücü topluluğunu

gerektiren bir imalat mekânıdır (Marshall, 1999, 231). Bilindiği gibi sanayi devriminin

ürünü olan modern toplum, yeni bir üretim çeşidini de beraberinde getirmiştir. Böylece

modern toplumu daha öncekilerden farklılaştıran temel ölçütün, üretim faktörlerini tek çatı

Page 112: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

96

altında toplayan fabrika olduğu açıkça ortaya çıkar. Bu haliyle fabrika, makine işçi

etkileşimini ön plana çıkaran sosyal organizasyon yapısına denk düşmektedir. Bu sosyal

organizasyonun zaman ilişkisi etrafında belli sürelere göre gerçekleştiğini ve iş yaşamı

içerisinde belirlendiğini ifade etmeliyiz (Goodenough, 1966, 484-488). Bu noktada

fabrikaların oluşmasını sağlayan etkenlerden başlıcaları “girişimci”, “Pazar” ve

“makineleşme”dir. Fabrikayı iki bileşen çerçevesinde açıklamak daha aydınlatıcı olacaktır.

Pazar mekanizması ve girişimcinin rolünü içeren ilk bileşen, fabrikayı ortay çıkaran temel

koşullara denk düşer. Üretimin makineleşmesine ilişkin ikinci bileşen ise, birinci

bileşendeki koşulların gelişmesini sağlayan yan etkenlerdir (Güzel, 2008, 98). Ayrıca

modern-endüstrinin oluşmasında etkin bir rol üstlenen işçilerin önemi bu sistemin iç ve dış

etkenleriyle birlikte değerlendirilmelidir. Gerçek şu ki, modern fabrika üretiminin özelliği

üreticilerin üretim araçlarından kopması veya kopartılması (Ayata, 1991, 124) olarak

karşımıza çıkmakta ve işçiler sürecin yerine göre pazarı konumunda dahi

bulunmaktadırlar. Bu noktada işçileri tanımlayabiliriz.

2.8.2. Fabrika İşçisi

Sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan fabrikaların zanaatkârları tek çatı altında

toplandığını görmekteyiz. Bu yeni durumda, köklü bir dönüşüm süreci olarak

değerlendirilen sanayi devriminin ilk kez modern anlamda “ücretli emek”i ortaya

çıkardığını görmekteyiz. Fabrika işçisi olarak ta ifade edebileceğimiz bu emek gücü sadece

fabrikalardan elde ettiği ücrete bağımlı olarak yaşamını sürdürmektedir. Bu noktada ücret

karşılığı istihdam edilen işçilerin ürettiği oranda kazandığı ve kazandığı oranda da işe ve

işverene bağımlılığının arttığını söyleyebiliriz. Applebaum’un ifadesiyle tanımlamamızı

bağlayabiliriz: “19. yy. endüstrileşme dönemidir. Bilindiği gibi iş endüstri kültürüne göre

şekillenmiştir. Endüstri toplumunda iş, bireyin sosyal yaşamında merkezi öneme sahiptir

ve işçi, ona düzenli olarak ücret ödenen bir organizasyon yapısında çalışır… (Üstelik)

Organizasyonel yapılarda çalışmak, bireye sosyal varlık ve sosyal kimlik kazandırır. İş,

insanların kendilerini diğerleri ile karşılaştırdığı en somut ağ durumuna gelmiştir

(Applebaum, 1995, 59). Sonuçta modern toplumda iş veya çalışma yaşamının iki yönüyle

karşılaşıyoruz. İlk olarak sanayi devriminin gerekli kıldığı fabrika üretiminin modern

öncesi dönemdeki ev içi üretim ve/ ya da malikâne üretiminin şeklini belirgin bir şekilde

değiştirmesidir. İkinci olarak ise iş yaşamının önemini artıran ücret karşılığı çalışmanın

yaygınlaşması ve insanları kitle halinde fabrikalarda çalışmaya başlamasıdır (Güzel, 2008,

Page 113: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

97

21). Bu yeni durumda iş yaşamında sürekli istihdama kavuşan işçi, makinelerle etkileşime

girerek üretim yapması sonucu elde edilen gelirden payına verileni alması ve iş hayatının

dışında modern sürecin gereklerini ifade eden bir yaşam sergilemesi beklenen durum

olarak ifade edilmektedir. Bu noktada işçilerin farklı toplumsal düzenlerde farklı kimlik ve

beklentilerle kendilerini ifade etme imkânı bulduklarını görmekteyiz. Özellikle işçi sınıfı

bilincinin günümüzde orta sınıfa yönelik argümanlarla kendisini ifade ediyor oluşu bu

durumu daha iyi açıklamaktadır.

Page 114: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

III. BÖLÜM

ARAŞTIRMANIN BULGU, DEĞERLENDİRME VE YORUMLARI

3.1. Araştırmaya Katılanların Demografik Özellikleri

Araştırma grubu hakkında verilecek olan genel bilgiler, araştırmamızın bağımsız

değişkenlerini oluşturmaktadır. Özellikle bu bilgiler verilerin anlaşılmasında ortaya

çıkacak farklılıkların temellerine olan atfımızı oluşturmaktadır. Böylece farklı kullanım

alanlarında konunun anlaşılması için gerekli olan bu bilgilerin konuyu değişik

yönleriyle bize aydınlatacağını ifade edebiliriz.

Tablo 1.Örneklem Grubunun Cinsiyete Göre Dağılımı

Cinsiyet N %

Erkek 259 86,0 Kadın 42 14,0

Toplam 301 100,0

Tablo 1’den anlaşılacağı üzere araştırmamıza katılan katılımcıların tamamı 301

kişi olup, bunlardan %86’sını erkek, %14’ünü kadın katılımcılar oluşturmaktadır.

Böylece 259 erkek, 42 kadın işçimize ulaşmış bulunmaktayız. Kadın işçilerimizin

sayısının az oluşu hem ulaşamayışımızdan hem de genelde sanayi kesiminde anket

yaptığımız ortamlarda kadın işçilerin az olmasından kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi

ekonomik zorlukların daha fazla hissedildiği durumlarda erkekler eşlerinin dışarıda

çalışmasına rıza gösterebilmektedir. Ama geleneksel bakış açısının verdiği etkiyle

eşinin dışarıda çalışmasına asla rıza gösteremeyeceğini veya zorla, mecburen rıza

gösterdiğini ifade eden işçilerimizle de karşılaştık.

Kadının dışarıda çalışması göç ve kentleşme süreçlerinde hemen ortaya çıkan bir

durum değildir. Özellikle erkekler kadınlardan geleneksel rollerini geldikleri kentlerde

de sürdürmelerini talep etmektedirler (Nichols & Suğur, 2005, 36, 71-72). Ev hayatının

gereklerini yerine getirmekle sorumlu tutulan ve namus mefhumunun şartlarını üzerinde

taşıyan kadın, başkaları adına emeğini sarf etmemeli ve asıl görevlerini unutmamalıdır.

Ama kent hayatının yüklediği yaşam standartları işbölümünün zorlamasıyla farklı

ihtiyaçların dağılımını ve elde edilmesini farklılaştırmış dolayısıyla “ne yapalım geçim

standardını tek başıma sağlayamıyorum bari eşimde yuvamıza katkıda bulunsun” diyen

Page 115: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

99

işçilerimizi ortaya çıkarmıştır. Kadın işçilerimiz ise maaş ödemelerinin getirdiği

ekonomik bağımsızlığın yanında sigorta güvencesini de çalışmalarında bir etken olarak

görmektedirler. Bununla beraber diğer bir yön ise, dışarıda ücretli çalışmanın kadına

evden çıkış olanağı sunması ve ekonomik yönden kendi ayakları üzerinde durabilmenin

getirdiği bir güce kavuşması, toplumsal cinsiyet ilişkilerinde önemli değişimlerin

habercisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Nichols ve Suğur’un araştırmalarında da kadın

işçilerin hemen hepsi çalışmaları gerektiğini benzer sebeplerle ifade etmektedirler

(Nichols & Suğur, 2005, 77). Fakat yine de örneklem grubumuzda ki kadınların bazıları

imkânı olduğunda çalışma hayatını bırakacaklarını ifade etmişlerdir.

Tablo 2. Örneklem Grubunun Yaşa Göre Dağılımı

Yaş N %

15–25 Yaş 34 11,3 26–35 Yaş 160 53,2 36–45 Yaş 91 30,2

46 ve + Yaş 16 5,3 Toplam 301 100,0

Tablo 2’de görüldüğü gibi örneklem grubumuz 4 ana gruba ayrılmış 15–25 yaş

arası, 26–35 ve 36–45, 46 ve üzeri olarak belirlenmiştir. Katılımcıların %11,3’ünü 15–

25 yaş arası, %53,2’sini 26–35 yaş arası, 36–45 yaş arası ise %30,2’sini oluştururken

son olarak 46 yaş ve üzeri %5,3’tür. Araştırmamızda 16 yaşından küçük kimse

bulunmazken çok yaşlı insanlarda bulunmamaktadır. Bu durum sanayideki istihdam

şartlarının yanında işe göre işçide aranan niteliklerden de kaynaklanmaktadır. Erkekler

yaş sıralamasına göre 34, 160, 91 ve 16 kişiden oluşurken kadınlar 9, 21 ve 12 kişiden

oluşup 46 yaş ve üzeri kadın işçi çalışmamızda bulunmamaktadır. Görüldüğü gibi orta

yaşta olan işçilerimizin sayısı çoğunluktadır.

Yaş insan hayatı üzerinde önemli bir role sahiptir. Gençlikte oluşmaya başlayan

fikri hayatın toplumsal olgulara yönelik bakış açısındaki değişimleri de ortaya

koyacağını düşünmekteyiz. Ayrıca yapmış olduğumuz bu tasnifle belli dönemlerden

geçerek ömrünü tamamlayan insanoğlunun din anlayışındaki farklılaşmalarda ortaya

çıkacaktır. Bu konuda yapılan araştırmalar yaş değişkeninin dini anlayış ve yaşayıştaki

farklılıkların temelinde yer alan önemli bir değişken olduğunu belirtmektedir.

Araştırmamız da da buna dair farklılaşmaları ortaya çıkmaktadır.

Page 116: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

100

Tablo 3. Örneklem Grubunun Medeni Haline Göre Dağılımı

Medeni Hal N %

Evli 233 77,4 Bekâr 68 22,6

Toplam 301 100,0

Tablo 3’ten de anlaşılacağı gibi katılımcılarımızın %77,4 gibi büyük bir

çoğunluğu evlilerden oluşurken %22,6’sı bekârlardan oluşmaktadır. Evlilerin oranında

erkeklerin çok büyük oranda olduğunu görmekteyiz. Erkeklerin %80’i evliyken %20’si

bekârlardan oluşmaktadır. Kadınların ise %64,3’ü evlilerden oluşurken %35,7’si

bekârlardan oluşmaktadır. Fabrika işçiliğinin belli bir deneyim gerektirmesi yaş

ortalamasının yükselmesine neden olmaktadır. Başka bir tabirle iş hayatın kendisini atan

insanımız ardından evliliği tercih etmekte ve sağlıklı, mutlu yuva kurma hedefine

yönelik olarak çaba sarf etmektedir. Ayrıca toplumumuzda önem verilen aile

kurumunun kurulmasına yönelik olarak ortaya çıkan teşviklerin bir sonucu olarak ta

araştırma yaptığımız fabrikalarda evli oranlarının yüksekliğiyle karşılaştık. Bu sonuçları

da göz önünde bulundurarak işçilerimizin her şeye rağmen nikâhlı bir hayatı büyük

çoğunlukla tercih ettiğini ve evliliğe dair önemi her daim vurguladıklarını belirtmeliyiz.

Bunda insanların medeni statülerinin, onların toplumda oynayacağı rol ve beklentileri

açısından sonuçları olması bağlamında değerlendirilmesi de göz önünde

bulundurulmalıdır. Bu değerlendirmelerin ötesine uzandığımızda ise evlilik dışı

ilişkilerin de işçiler arasında hoş karşılanmadığına şahit olmaktayız. Araştırmamızda

erkeklerin %35,4’ü evlilik öncesi cinsel deneyimleri kabul ederken, %64,6’sı

reddetmektedir. Kadınların ise %11,9’u kabul ederken, %88,1’i reddetmektedir.

Sonuçta toplam 203 katılımcımız evlilik öncesi dinsel deneyimler haram olduğu için bu

fiillere yaklaşmadığını ifade etmiştir. Bu sonuçlar genel olarak dindarlık algılamalarıyla

paralellik arz etmektedir. Bu noktada Bilgin’in “dindarlaşmanın arttığı oranda nikâhsız

birlikteliğin azalabileceği yönünde” ki din sosyolojik tespitini önemli bulmaktayız

(Bilgin, 1997, 115).

Modernleşme sürecinin toplumsal değişime paralel olarak ev ve aile hayatında

hem evin ve ailenin yapısında hem de aile bireylerinin ilişkileri ve toplumsal

konumlarıyla ilgili olarak rol ve beklentiler farklılaşmıştır (Meriç, 2000, 171). Bu

değişimin boyutları farklı oranlarda kendisini göstermekte ve işçilerin aile durumlarında

Page 117: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

101

da modern dönüşümlerin etkisi gözlenmekle birlikte aile yapımızın geleneksel boyutları

genel olarak yaşatılmaya çalışılmaktadır. Görüldüğü gibi işçilerimizin büyük çoğunluğu

kadın-erkek ilişkilerinin bu boyutuna önem vermekte ve toplumca da hoş karşılanmayan

sağlıksız ilişkilere mesafeli durmaktadır. Toplumumuzun aile yapısının oluşmasında

insanların geleneksel anlayışları bu noktada etkin olmaktadır. Özellikle ailenin

oluşumunda görülen uygulamalarda bunu yansıtmaktadır.

Tablo 4. Örneklem Grubunun Öğrenim Durumuna Göre Dağılımı

Öğrenim Durumu N %

Okur-Yazar Değil 4 1,3 Okur-Yazar 8 2,7

İlkokul 95 31,6 Ortaokul 70 23,3

Lise ve Dengi Okul 107 35,5 Fakülte veya Yüksekokul 17 5,6

Toplam 301 100,0

Sanayi devrimiyle birlikte ivme kazanan dönüşümlerin eğitim alanına etkisi

büyük olmuş özellikle modernleşme sürecinin etkin itici gücü olarak eğitilmiş insan

figürü ön plana çıkarılarak toplumların sanayileşme ve modernleşme süreçlerinin

bireylerinin anlayışlarındaki köklü değişmelerden kaynaklandığı her zaman bir eğilim

olarak belirlenmiştir.

Böylece eğitim ortaya çıkan girift bir işbölümünün varlığına da bağlı olarak

sanayi toplumu ihtiyaçlarına göre şekillenirken kendisi de bazı toplumsal sonuçlar

doğurmaktadır. Özellikle mesleki hareketlilikte etkin olan eğitimin bu bağlamda sosyal

hareketliliğin de temel etkenlerinden birini oluşturmaktadır. Açık toplumda maharet ve

vasfa dayalı meslek edinme geliştiği için resmi eğitim sosyal hareketliliği

hızlandırmıştır. Öte yandan sosyal tabakalaşma bağlamında eğitimin ortaya koyduğu

sonuçlar sosyal statü ve mesleklerde büyük hareketlilik olarak ta gözükmektedir

(Atalay, 1983, 36-37).

Eğitimin toplumsal statüyü belirlemedeki belirgin etkisinin fertler üzerindeki

toplumsal fonksiyonlarını yerine getirebilmedeki önemine binaen yansıması, her zaman

için bu olgunun insanın gelişmesinde ve toplumun kalkınmasında dinamik bir güç

kaynağı olmaya devam edeceği özellikle bilgi toplumu bağlamında daha iyi

anlaşılmaktadır.

Page 118: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

102

Bu minvalde sanayi çalışanlarında da eğitimin, statü belirlemede ve bunun

toplumsal sınıflara olan etkisinde hem sanayi içi hem de dışında ortaya çıkardığı

farklılaşmaların sosyo-ekonomik düzeydeki sınıf ayrımlarına yol açarak dolayısıyla

kültürel ve sembolik ayrımlar yarattığını ve bunun statü ilişkilerini yeniden ürettiğini

ifade edebiliriz.

Sonuçta eğitimin önemi ve işlevlerinin yadsınamaz etkisi işçilerimiz tarafından

da hissedilmekte ve fakat geri dönüş imkânı bulamamaktan, çalışma hayatından

yakınarak mevcut durumları ile yetinmekte veya iş içi eğitimle kendisini doyurmakta

olup asıl eğitim etkinliğini yeni nesillerde daha etkin bir süreç olarak işletme eğilimi

görülmektedir.

Tablo 4’te de görüldüğü gibi işçilerimizin %1,3’ü okur-yazar değil, %2,7’si

okur-yazar, %31,6’sı ilkokul, %23,3’ü ortaokul, %35,5’i lise ve dengi okul, %5,6’sı ise

fakülte veya yüksekokul mezunu olup genli ortaöğretim seviyesindeki işçiler

oluşturmaktadır.

Tablo 5. Örneklem Grubunun Mesleki Statüsüne Göre Dağılımı

Mesleki Statü N %

Düz İşçi 110 36,5 Kalifiye İşçi 91 30,3

Usta 78 25,9 Ustabaşı 22 7,3 Toplam 301 100,0

Çizelgemizde görüldüğü gibi işçilerin %36,5’i düz işçilerden oluşurken %30,2’si

kalifiye işçilerden oluşmaktadır. Geri kalan %33,2’si ise usta ve ustabaşlarından

oluşmaktadır.

Böylece işçilerimizin genelde bantlarda çalışan ve fabrika üretimine ait olduğu

bölümün deneyimlerine bağlı olarak katılan vasıflı ve vasıfsız işçilerden oluşan bir

örneklemi temsil ettiğini ifade edebiliriz. Diğer tarafta ise formel olarak kısım şefi ya da

atölye şefi sıfatlarıyla anılan ustabaşlarının yanında ustaların da ifade edilen işçilerden

sonra % 26’lık oranla önemli bir örneklem grubunu temsil ettiğini görmekteyiz.

Geleneksel işletmelerde görülen kategoriler olan çırak, kalfa ve usta sıfatlarının

zanaat üretimine ait özgül bir vasıf ve otorite ilişkisinin tipik temsilleri olduğuna ve

büyük sanayi işletmelerinin ortaya çıkışıyla birlikte bu konumlar biçimsel ve piyasanın

Page 119: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

103

iktisadi olarak elverişli olduğu durumlarda konumunu devam ettirse de toplumsal

zeminlerinin yanında özgül içeriklerinin de değiştiğine ve yapısal dönüşümlere

uğradığına şahit olmaktayız (Geniş, 2006, 122-124; Ayata, 1987, 34).

Öyle ki sanayileşme, fabrikaların özellikle zanaatkârların “tek çatı altında

toplanması”nı gerekli kılmıştır. Böylece zanaat hayatının teknik beceriye sahip usta ve

kalfaları yeni oluşan fabrikalarda yarı vasıflı ve vasıflı işçiler haline gelmiştir. Bununla

birlikte sanayileşmenin sürece yayılmasıyla birlikte yeni iş biçimi kendi elemanını

yetiştirmek ve artan işbölümüne bağlı olarak ortaya çıkan farklılaşmaları aşabilmek için

eğitime önem vermeyi gerektirmiş böylece teknik alanda becerili insan yetiştirilerek

fabrika üreticiliğine kazandırılmıştır. Diğer yönden fabrikanın kendi iç dinamiklerinin

de ihtiyacı olan elemanı yetiştirme de önemli olduğunu böylece vasıfsız olarak alınan

işçilerin yukarı yönlü olarak farklı dinamiklere bağlı bir şekilde geliştirildiğini

görmekteyiz. Sanayileşmeyle birlikte çekim merkezleri haline gelen fabrikaların kendi

hiyerarşilerini genellikle mavi yakalılarda bu minval üzere oluşturmaları bizi bu dörtlü

ayrıma götürmektedir. Araştırmamızın temel çıkış noktası açısından ise bireylerin sahip

oldukları mesleki statü ve iş hayatındaki konumlarının bireysel ve toplumsal

yansımalarının dini görünümlerde farklılaşmalar ortaya çıkardığına ve bu işbölümünün

sosyal ve dini yaşayışı temelden etkilediğine şahit olmaktayız.

Ayrıca sınıf tartışmaları bağlamında işçilerin bu şekilde beceri düzeylerine göre

ayrımlaşmaları klasik Marksist öngörüleri bozmaktadır. Marksist bir devrim için, işçi

sınıfı giderek daha kötü koşullara sahip olmalı ve homojenleşmeli; kapitalistlerde işçi

sınıfına karşı bir mücadeleye girişmelidir. Hâlbuki homojenleşme ayrışmalara

dönüşmekte ve işyerindeki statünün toplumsal hayata yansımaları bu farklılığı gelir

düzeyinden ve dolayısıyla yaşam standartları açısından göstermekte ve sonuçta

tabakalaşmanın farklı boyutları ortaya çıkmaktadır. Ayrıca yeni sosyal hareketler

bağlamında iş dışındaki yaşamında bu statü tarafından desteklenen yönleri olmakla

birlikte toplumsal tercihlerin genişlemesi modern hayatın tezahürleri olarak işçileri de

etkilemekte ve bu da işçinin bilincinde bölünmelere veya kendisine önerilen sınıf

bilincine dair bir öngörüsünün olmamasına yol açmaktadır. Dini veya sosyal yaşam

içinde bulunulan bu statü durumundan etkilenmekte dolayısıyla farklı dindarlık

tipolojileri ortaya çıkmaktadır. Sonuçta dine en uzak duran kesim olarak gösterilen

işçiler arsındaki farklılaşmaların yansımaları dini hayatlarında da görülmekte ve bu

hususta yeni dini eğilimli statü gruplarına yönelim sergileyebilmektedirler. Özellikle

Türk toplumunun kendi kültürel ortamı da bu farklılaşmaları desteklemekte ve daha

Page 120: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

104

dinsel yönelimli bir işçi görüntüsü ortaya koyabilmektedir.

Araştırmamızda dindarlığın farklı boyutlarından elde edilen puanların

ortalamadan yüksek oluşu da bu durumu desteklemekte ve fakat dindarlığın işçiler

üzerindeki görünümleri farklılaşmaktadır. Genel olarak dindarlığın içsel olarak ifade

edilmesi yoğun bir şekilde gözlenirken bunun dışavurumu aynı oranlarda

gözükmemekte ve işçiler bu noktada kendi aralarında değişkenlerin de etkisiyle

farklılaşmaktadır.

Tablo 6. Örneklem Grubunun İşkoluna Göre Dağılımı

İşkolu N %

Gıda 101 33,6 Tekstil 48 15,9

Makine-imalat 54 17,9 Plastik 3 1,0

Yapı-İnşaat 46 15,3 Mobilya 45 15,0

Matbaa-Basım 4 1,3 Toplam 301 100,0

Araştırmamızın gerçekleştirildiği sanayi kolları tablomuzda da görüldüğü gibi

öncelikle gıda sektöründe ki işçiler üzerinde yoğunlaşmaktadır. %33,6’lık bir orana

ulaşılan bu alanda ki işçilerimizin anketimizde temel belirleyiciler olarak

gözükmektedir. Gıda sektörünün yanında tekstil, makine-imalat, yapı-inşaat ve mobilya

sektörleri de ortalama % 15’lerle temsil edilmektedir. Bunlara ilaveten az da olsa plastik

ve matbaa sektöründeki birkaç işçiye ulaşma olanağımız da oldu. Toplamda ise tüm bu

işkollarında farklı fabrikalardan ulaşılan işçilerin değerlendirmeleri örneklemimiz

olarak temsil gücünü yansıtmaktadır.

Endüstriyel organizasyonun sadece belirli mal ve hizmetlerin üretildiği bir

faaliyet alanı olmadığını bilakis farklı faaliyet alanlarında ortaya çıkan işbölümünün

işçilerin sosyo-ekonomik hayatına da yansımasının olacağını ve böylece dini bakış

açısının da farklılaşacağını öngörmekteyiz. Toplumsal işbölümünün artışıyla ortaya

çıkan farklı mesleklerin dini tutum ve kanaatlerde, yapılan mesleğin yapısına ve ortaya

çıkan toplumsal görünümüne bağlı olarak farklılaşmaları beraberinde getirdiğine ifade

edebiliriz. Bu bağlamda çalışılan farklı sektörlerin ve fabrikaların dahi kendi kültürünü

ortaya çıkardığına her ne kadar boyutları farklı olsa da şahit olmaktayız. Etkileyen ve

Page 121: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

105

etkilenen varlık olan insanın farklı fabrikaların kültürlerine farklı sosyal davranışlarla

uyum veya uyumsuzluk sağladığına şahit olmaktayız. Özellikle dinî davranışlar

açısından olumlu veya olumsuz bir kültürü yansıtan fabrika ortamının ekonomik hayatın

çetin mücadelelerinde çabalayan işçilerimizde farklı etkilere neden olacağını

belirtmeliyiz. Yine fabrikalarda etkin olan sendikaların kendi anlayışlarını işçilere

aktarma çabaları ve bu meyanda çıkan değerlendirmelerin belli bir yönelime neden

olması da değerlendirilmektedir.

Tablo 7. Örneklem Grubunun Çalışma Yılına Göre Dağılımı

Çalışma Yılı N %

0–1 Yıl 13 4,3 2–3 Yıl 44 14,6 4–5 Yıl 36 12,0 6–10 Yıl 97 32,2

11–15 Yıl 56 18,6 16 + Yıl 55 18,3 Toplam 301 100,0

Araştırmamıza katılanların çalışma yılları farklılıklar arz etmektedir.

İşçilerimizin yaklaşık olarak % 31’i beş yıllık bir çalışma süresine sahipken, %32,2’si

on yıllık bir çalışma süresine sahip olup geri kalan %37’lik bir oranda ise on yılın

üzerinde bir çalışma süresine sahip olduklarını görmekteyiz. Yukarıda işçilerimizin

yaşıyla ilgili verdiğimiz istatistiki bilgilerde de işçilerimizin genel anlamda genç bir

profil çizdiklerini görmekteyiz. Özellikle Batı ülkelerinin aksine Türkiye’de ortalama

aile büyüklüğünde, genellikle sanayileşme ve kentleşmenin bir işlevi olduğu düşünülen

bir azalma olmasına rağmen, nüfus da, işgücü de nispeten gençtir (Nichols&Suğur,

2005, 234). Bu bağlamda sanayinin yeni müdavimlerinin çoğunlukta olduğu

katılımcılarımızın genel anlamda genç ve dinamik bir görüşün yansımalarını bize

sunacağını söyleyebiliriz.

Page 122: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

106

Tablo 8. Örneklem Grubunun Günlük Çalışma Süresine Göre Dağılımı

Günlük Çalışma Suresi N %

8 Saat 181 60,1 10 Saat 81 26,9 12 Saat 37 12,3 14 saat 2 0,7 Toplam 301 100,0

Sanayi sektöründeki çalışma koşullarının yorucu ve ağır olduğu bilinmektedir.

Bu bağlamda özellikle emek yoğun sektörlerdeki çalışma koşullarının daha ağır olduğu

ve bantlarda çalışanlarda da sürekli aynı işi yapmanın verdiği bir yorgunluk olduğu

gözlenmektedir. Tabii ki çalışma süresinin belirlenmiş standardı olan sekiz saat genel

olarak uygulanmaktadır (vardiyalı veya sadece gündüz vardiyalı çalışılan işletmeler).

Fakat fazla mesailerin standartlaştığı, enformel çalışma koşullarının gerçekleştiği veya

talep yoğunluğunda artan çalışma sürelerinin gerçekleştiği durumlarda artan çalışma

sürelerine şahit olmaktayız. Öte yandan işyerinde yönetici işçi konumunda olanların

sürelerinin daha da arttığı anlamlı bir şekilde belirlenmiştir. Öyle ki statü arttıkça

çalışma süresi de buna bağlı olarak atmaktadır (ki-kare=p<,030). Sonuçta işçilerimizin

%60’ı sekiz saatlik standart çalışma süresine sahipken, %26,9’u on saat, %12,3’ü on iki

saat geri kalanlar ise on dört saatlik çalışma süresine sahiptir.

Tablo 9. Örneklem Grubunun İş Memnuniyetine Göre Dağılımı

İş Memnuniyeti N %

Evet 251 83,4 Hayır 50 16,6

Toplam 301 100,0

Araştırmamıza katılanların genel olarak işlerinden memnun olduğunu

görmekteyiz. İşçilerimizin %83,4’ü bu durumda olduğunu ifade ederken, %16,6’sı ise

genel olarak memnuniyetsizliğini belirtmiştir.

Her ne kadar işleri ve işyerleriyle ilgili olarak farklı problemler zikretseler de

özellikle iş bulmanın ve iş sahibi olarak kalmanın zorlaştığı günümüzde mevcut

işlerinden memnun olmanın bir zorunluluk olarak karşılarına çıktığını ifade

etmektedirler. Bunun yanında mevcut durumuyla işini kıyaslayıp memnuniyetini ifade

edenler de azımsanmayacak bir sayıdadır. Ekonominin başat olduğu günümüzde

Page 123: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

107

değerlendirmelerinde buna yönelik olarak yapılması göze çarpmaktadır. İşçilerimizle

yaptığımız görüşmelerde genel memnuniyetsizliği genel olarak ücretler kaynaklı olarak

tespit etmekteyiz. Bunun dışında çalışma koşulları, sanayinin yorucu makine ortamı,

daha iyi hayat şartlarına sahip olma özlemine yönelik beklentilerin –özellikle gençlerde-

yüksek olması yanında mevcut siyasal-politik ortama yönelik eleştirilerini iş hayatlarına

yansıtmaları, fabrika yönetsel erklerinin baskısının yoğunluğu gibi durumlarda

memnuniyetsizlik sebebi olarak ifade edilmektedir. Ama her şeye rağmen “bir işimiz

var az da olsa geçimimizi sağlayacak konumdayız, ya buda olmazsa” diyerek durumunu

kabullenen işçilerimizin de memnuniyet yönünde tercihte bulunduklarına şahit

olmaktayız. Bu noktada Nichols ve Suğur’un yaptığı çalışmada da işçilerin büyük bir

bölümünün mevcut işlerinden memnun olduklarını göstermektedir (Nichols&Suğur,

2005, 259).

Tablo 10. Günlük Çalışma Süresine Göre İş Memnuniyeti Durumu (Ki-kare)

İş Memnuniyeti Günlük Çalışma Süresi

Toplam 8 Saat 10 Saat 12 Saat 14 saat Evet N 155 65 29 2 251

% 85,6 80,2 78,4 100,0 83,4 Hayır N 26 16 8 0 50

% 14,4 19,8 21,6 ,0 16,6 Toplam N 181 81 37 2 301

Chi-Square X2=2,306 sd=3 p<,511

İş memnuniyeti ile çalışma süresi arasında bir ilişkinin olup olmadığı yönündeki

sorumuz böyle bir ilişkinin anlamlı olarak mevcut olmadığını göstermektedir. Her ne

kadar çalışma süresi arttıkça iş memnuniyeti azalsa da böyle bir ilişki anlamlılık

seviyesine ulaşmamıştır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi iş memnuniyetinin çeşitli

psikolojik ve sosyolojik nedenlerin yanında özellikle ekonomik olanın başat olarak öne

çıktığı bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda ki-kare analizi sonucunda

görüldüğü gibi öncelikle çalışma koşulları veya saatlerinden ziyade diğer nedenler iş

memnuniyetini etkilemede öncelikli olmaktadır. Fakat her şeye rağmen mevcut şartların

durumunu ifade etmelerine bakarak işçilerin bu kadar yüksek oranda memnuniyet

bildirmiş olmaları o anda ki subjektif durumlarının bir yansıması olarak okumaktayız.

Çünkü yaptığımız konuşmalarda genellikle şikâyet konusu olabilecek durumlar dinle de

ilişkilendirilerek anlatılmaktaydı. Mesela “dine, vicdana sığar mı?”,”Allah kabul etmez

Page 124: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

108

bu durumu”,”bir de Müslüman olduklarını iddia ediyorlar” gibi tanımlamalarla şikâyet

konularının iletilmesi durumun farklılığını ortaya koyuyor olsa gerektir. Fakat bunun

yanında bir işletme sahibinin de asgari ücretle çalıştırdığı işçilerinin durumundan büyük

üzüntü duyması “ölmeyecekleri kadar işte” diyerek ücret politikalarından rahatsız

olması ve bunun nedeni olarak ta mevcut ekonomik şartları örnek göstermesi ise olayın

işveren açısından da değerlendirildiğini göstermektedir.

Ayrıca yönetici konumda olan işçilerin daha fazla mesai harcadıkları ve genel

olarak imkân ve şartlarının iyi olmasından ötürü memnuniyetlerini ifade etmeleri

anlamlı bir farklılaşmanın ortaya çıkmamasına neden olmamaktadır.

Tablo 11. Örneklem Grubunun Mesleğini Tercih Etme Sebebine Göre Dağılımı

Mesleği Tercih Etme Sebebi N %

Bu mesleği çok sevdiğim için 37 12,3 Kısa yoldan hayata atılmak için 84 27,9

Bir meslek sahibi olmak için 106 35,2 Zengin olmak ve daha iyi yaşamak için 16 5,3

Annem-babam istediği için 11 3,7 Başka... 47 15,6 Toplam 301 100,0

Araştırmamızda işçilerin neden işçi olmayı seçtiklerine dair sorduğumuz soruya

%35,2 gibi bir çoğunluk işine bir meslek olarak baktığını gösterir şıkkı işaretleyerek

meslek sahibi olmanın önemine de atıf yapmışlardır. %27,9 oranında ki bir katılımcı ise

kısa yoldan hayata atılmak için işçi olmayı seçtiğini ifade ederken, %12,3’ü mesleğini

çok sevdiğini, %5,3’ü zengin olmak ve daha iyi yaşamak için, %3,7’si ise anne-baba

isteğiyle mevcut işini seçtiğini belirtmiştir. %15,6’lık bir bölüm ise başka seçeneğini

işaretlemiştir. Başka seçeneğini işaretleyenlerden bazıları “zorunluluk”, “hayat şartları

bizi buraya sürükledi”, “kaderimiz itti, ne yapalım” gibi görüşler öne sürmüşlerdir.

Başka seçeneğini işaretleyenlerin kendi iradelerini yok sayan veya kendi ellerinde

olmayan şartlara ağır vurgu yapan dini açıda ise kaderci bir bakış açısını anımsatan

görüşler öne sürmeleri dikkat çekicidir. Diğer bir husus ise iş bulmanın önemli

etkenlerinden birisi olan tavsiye yöntemidir. Bu durumda olan bir işçi “fabrikada ki bir

akrabasının etkisiyle”, başka bir işçi “sendika aracılığıyla” gibi nedenlerle hasbelkader

mevcut işlerine girdiklerini ifade etmişlerdir.

İnsan hayatında ekonominin önemi her zaman başat bir rol oynamış ve belli bir

Page 125: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

109

yaştan sonra insanın toplumsal hayatına katkı sağlamak ve daha düzenli ve genel olarak

yaşamak için çalışması öngörülmüştür. Çalışmak insanın onsuz olamayacağı ve insani

olanı dahi aşan bir olgu olarak hayatımızın varoluşuna yerleşmekte ve bize yaşam tarzı

sunmaktadır.

Her ne kadar günümüzde çalışmanın yapısı ve değerlendirilmesi farklılaşmışsa

da yine etken unsur çalışma ve üretme olarak kabul görmektedir. Bu bağlamda iş

yaşamını insan hayatının toplumsal varoluşunu etkileyen bir değişken olarak

görmekteyiz. Bu değişkenin yol açtığı dindarlık farklılaşmaları iş dışı yaşamı da

farklılaştıran bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır.

3.2. Araştırmaya Katılanların Öznel Gelir Algıları

Tablo 12. Örneklem Gurubunun Gelir Düzeyine Göre Dağılımı

Gelir Düzeyi N %

Alt 144 47,8 Orta 157 52,2 Üst 0 0,0

Toplam 301 100,0

Araştırmamıza katılanların gelir durumlarına göre dağılımı temel

değişkenlerimizden birini oluşturmaktadır. Tablomuzdan da anlaşılacağı üzere

işçilerimiz iki grupta toplanmıştır. Çoğunluk % 52,2 gibi bir oranla kendisini orta gelir

düzeyinde ifade ederken, %47,8’i ise kendisini alt gelir grubunda ifade etmektedir.

Araştırmamıza katılanların üst gelir grubundan olmadıklarını ve bu şıkkı

işaretlemediklerini görmekteyiz.

Sanayileşme insanların ve toplumların hayatında çok köklü değişimlerin

taşıyıcısı olmuş bu bağlamda da ekonomik faaliyetlerin ve tartışmaların insan hayatında

merkezi yer edinmesini sağlamıştır. Bugün bilimsel çalışmalar dahi ekonomik katkıları

göz önünde bulundurularak yapılır hale gelmiş ve ekonomi çalışmaların merkezi

konumuna yükselmiştir. Böylece ekonomik hayatın değişimine bağlı olarak insanlar

eski üretim yöntemlerini terk ederek (ekonomik olmadığı için), yeni açılan fabrikalarda

hayatlarını kazanmaya girişmişlerdir. Sanayileşmenin ilk dönemlerinde çekilen

zorlukların (Bkz. Keyder, 1995, 145) uzun mücadelelerden geçilerek aşılmaya

çalışılması sürecinin ortaya çıkardığı tarihsel yükün taşıdıklarıyla işçiler günümüze

birçok sorunla gelmişlerdir. Özellikle dünyamızın geçirdiği büyük yıkımlara yol açan

Page 126: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

110

savaşlarda örneğin ülkemizde işçiler iyice köşeye sıkıştırılmış ellerinde ki hakları

kısıtlanarak iş ve işçi koşulları unutulmuştur. Öyle ki Milli Koruma Kanunu

kapsamında ki düzenlemelerle azami ücret belirleme yetkisi hükümete verilmiş ve bu

yetki gerektiğinde ticaret odaları ve sanayiye de devredilebiliyordu. O dönemdeki

sıkıntılarla ilgili olarak Güzel,”işçiler ter döküyor, kapitalistler servetlerine servet

katıyorlardı” şeklinde bir görüş beyan etmiştir (Güzel, 1998, 215; Keyder, 1995, 205).

Tarihsel sürecin içerisinde barındırdığı bu sıkıntıların yanında reel ücretlerinde

ki artışı sağlayabilen ve özellikle modern sanayide imtiyaz elde ederek pazarlığa oturup

ücretlerini ve sosyal haklarını arttırarak işçi aristokrasisinde belli bir noktaya ulaşan

işçileri de göz ardı etmemekteyiz. Buna karşın sermayenin sömürüyü artıran farklı

girişimi ise, fason iş vermekle ve parça başı esasına göre işi dışarıya ihale etmekle, tam

istihdamlı, düzenli, sigortalı ücretli işçilerin toplam istihdamdaki oranını düşürmek

olmuştur. Yine küreselleşmenin artması ve sermayenin hareketlilik kazanması

sonucunda işçilerin pazarlık gücü iyice zayıflamıştır. Öte yandan, işe talip olanların

sayısının mevcut iş imkânlarını kat kat aşması yüzünden herkes iş peşinde koşuyor ki bu

iş ne olursa olsun önemli değil. Bu durumda da uzun vadeli tam istihdamı yakalama

şansı yüksek görünmemektedir (Keyder, 1998, 229, 235, 237; Keyder, 1995, 218-220).

Ülkemizde ve diğer sanayiye sahip ülkelerde bu benzeri durumların analizinde

işçilerin genel emek sürecine katılımı ve üretim ilişkilerindeki olumlu-olumsuz

durumları hakkındaki örneklerin ve yargıların çoğaltılabileceği meselesidir. Öncelikle

işçilerin tarihine katkıda bulunmuş ideolojik yaklaşımların onları belli bir kategoride

kendileri için varolup belli hedeflere kanalize etme çabalarının süreç içerisindeki

başkalaşımlardan etkilendiğini göz önünde bulundurmalıyız. Binaenaleyh onların

kendilerini tanımladıkları gelir algılamalarının sosyo-kültürel süreçlerden etkilenme

derecelerinin bilinç düzeylerini aşan bir konumda gerçekleştiğini ortaya koymaktadır.

İşçi sınıfı bağlamında yönlendirilen emekçilerin sürece olan müdahalelerinin kendi iradî

eylemlerinden etkilenme derecelerinin farklı faktörlerin ortaya koyduğu güç erklerinin

yönlendirmelerine karşın ortaya koyabilecekleri uyum ve/veya uyumsuzluk yönündeki

evrilmelerine olan bakış açımız ideolojik yaklaşımları bazen üst alanlara taşımaktadır ki

bizzat bu ideolojilerce tehlikeli olarak ifade edilen ve asla kabullenilemeyen durumda

bu olsa gerektir.

Özellikle insan düşüncesinin bizzat evrim sürecince de onaylanan durdurulamaz

ilerleyişi emeğe bakışı dolayısıyla da sınıf kavramının yapı, fonksiyon ve boyutlarını

farklılaştırmıştır. Değişen hayatın işçi kesimi üzerinde bıraktığı izlenimlerde tecrübe

Page 127: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

111

olarak değerlendirilmekte ve araştırmacılarca da bu farklı biçimlerde okunmaktadır.

Özellikle günümüzde sınıfları sadece ekonomik olarak değil de, aynı zamanda politik,

toplumsal, ideolojik ve kültürel bir süreç olan toplumsal işbölümünde ki rollerine göre

tanımlanırlar (Munck, 1995, 149-151). Emeğin parçalandığı günümüzde emekçi

sınıflarının bölge, cinsiyet, ırk, yaş, istihdam alanı ve dine göre bölündüğünü hesaba

katmamız gerekir. Aslında yaptığımız bu küçük araştırma bile yekpare bir sınıf

bilincinin olmadığını özellikle gelir bağlamında bile göstermektedir. Bu noktada

literatürü diğer yönden değerlendiren Geniş ise işçi sınıfının değişen yapısının klasik

tanımlamaları aştığını ifade etmekte benzer koşullarda ki işçilerin eğitim, yeniden

üretim alanları, ilişkileri ve toplumsal geçmişleri bakımından farklılaştığına dikkat

çekerek bu farklılaşmalara yönelik yeni bir gündeme ihtiyaç olduğunu vurgulamaktadır

(Geniş, 2006, 29-31).

İşçilerin her ne kadar çalışmalarının küçük bir kısmını almalarına rağmen sanayi

kuruluşları içinde biraraya gelmeleri, onları, kendilerini bir disiplin altına sokmaya,

uğradıkları sömürünün bilincine varmaya ve siyasal dayanışmalarını geliştirmeye, ya da

Marx’ın deyişiyle toplumsallaşmaya yöneltiyorsa da (Galbraıth & Salınger, 1991, 39)

bu durum ifade edildiği gibi birbirine yaklaşan işçilerde disiplinli bir güç olarak

çıkmaya ve iktidar olmaya götüren bir sürece girmeye yol açabileceğine dair görüşlere

net olarak kaynaklık edemese gerektir. Özellikle yekpareliğin sosyal dayanışma halinde

oluşması daha başında farklı zihniyetlerle ortaya çıkan sendikal hareketlerde bile ciddi

bölünmelerle ortadan kalkmakta özellikle tarihsel süreçte birçok örneği olan patronaj

ilişkilerine varan bozulmaların mevcut olduğu gözlenmektedir. Tabi bu olumsuzluk

sınıf bilincine engel olsa da işçilerin elde ettiği haklar onları orta sınıfta bile temsil

edebilecek bir konumda göstermektedir. Aslında enteresan olan şu ki ülkemiz işçilerinin

örgütlenme ve grev hakkını mücadeleci bir işçi hareketi sonucunda elde etmemiş

olmasıdır (Keyder, 1995, 271). Ayrıca özellikle büyük fabrikalarda çalışma isteği vasıflı

işçiler için önemli bir hale gelmiştir. Ekonomik, sosyal ve kültürel olanakları onların

işçiler için bir çekim merkezi haline gelmelerine neden olmaktadır. Bu bağlamda formel

sektörde çalışmaları işçileri orta gelir seviyesine çıkarmaktadır.

Sonuç olarak bu tartışmaların ışığında belirlemeliyiz ki işçiler için proleterleşme

gerçekleşmemekte ve işçiler kendilerini bu sürecin içerisinde görmemekteler. Bu alanda

yapılan çalışmalarda da özellikle Nichols ve Suğur’un çalışmasında işçilerde yerleşmiş

sınıfsal-muhalif bilinci rastlanmamaktadır (Nichols & Suğur, 2005, 218, 249). Bu

bağlamda Keyder’de mevcut durumda işçi olmaya aday kişilerin proleter statüsüne

Page 128: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

112

kavuşup, evrimci modelde tanımlandığı şekilde bir “işçi” kimliğine kavuşması pek olası

görünmüyor tespitinin ardından çeşitli istihdam ve çalışma şekillerinin ortay çıkacağına

ve çok sayıda grubun sermayenin çekim alanı dışında kalıp, emekçi kesimlerin

heterojen bir yapı kazanacağına dair birtakım işaretlerin ortaya çıktığı hususunda

belirlemede bulunmaktadır (Keyder, 1995, 242). Son olarak Quataert’de ülkemizde ki

büyük bir işçi kütlesinin sınıf bilincinden yoksun olduğunu ve işçi örgütlerinde yer

almadığını vurgulamaktadır (Quataert & Zürcher, 1998, 24). Bu vurgulama da bize

özellikle işçi sınıfı bağlamında proleterleşmenin gerçekleşmeyeceğinin farklı

coğrafyalarda okunmasına rağmen işçi sınıfına seslenişin kuramsal okuyuşların zorunlu

bir yansıması olarak literatüre bağlılık ifadesinin yanında bir taktik olarak gözükmekte

ve bu okuyuşunda sosyal adalet vurgusunun çeşitli görünümleriyle genelleştirilebilmesi

çabalarının farklı düzlemlere aktarılarak sunulması, evrilmelerin yeni yüzyıla bakışta

farklılıklara olan atfın genişliğine dair açılım olarak anlaşılmaktadır. Süreci,

ideolojilerin yeni okuyuşlarla sosyal adalet görünümlerine uyum sağlama çabalarında

savrulmalarını ve maddi bakış açılarının dar kalıplarının insan hayatının bütünsel

noktalarını kaçırmalarının tipik görünümleri olarak okumakta ve insani yaşamın

çıtasının eşit tutulmasına dair saygıyı ideolojilerin farklı kalıplarda eritme çabalarının

üzerinde ve insanlığın fevkinde olarak anlamaktayız. Dinin bu bağlamda ki yerinin

insan hayatının anlaşılması ve değerlendirilmesi açısından ifa ettiği rollerle birlikte

doğru olarak okunabilmesi açısından önemli olduğunu görmekteyiz.

3.3. Araştırmaya Katılanların Öznel Kimlik Algıları

Tablo 13. Cinsiyete Göre Öznel Kimlik Algısı (Ki-kare)

Kendinizi ne olarak hissediyorsunuz. Cinsiyet

Toplam Erkek Kadın

Türk N 9 3 12 % 3,5 7,1 4,0

Müslüman N 44 10 54 % 17,0 23,8 17,9

Müslüman-Türk N 160 21 181 % 61,8 50,0 60,1

İnsan N 46 8 54 % 17,8 19,0 17,9

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=3,024 sd=3 p<0.388

Araştırmamız da öznel kimlik algısına yönelik olarak sorduğumuz bu soru

Page 129: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

113

işçilerimizin kendilerini nasıl gördüğüne dair önemli bir veri olarak karşımızda

durmaktadır.

Bilindiği gibi, insanların belli bir grup, kültür, din, ırk vs.ye aidiyetlerini

belirleyen kimlikler, bireyleri duygusal, bilişsel ve davranışsal açıdan etkilemekte ve

yönlendirmektedir. Bu bağlamda kimliğin belirli bir kültürel yapının oluşumunu ve

devamlılığını sağlama hususunda önemli bir işlev üstlendiğini görmekteyiz. Temelde

ise bireysel kimlikle sosyal kimlik diyalektik bir ilişki içerisinde sürekli birbirini

beslemektedir (Yapıcı, 2006, 207). Sonuçta sosyal kimliğe atıf yaptığımız bu soruda

bireyin dinsel ve etnik aidiyetine yönelik algısını öğrenmekteyiz.

Kimlik sadece bir aidiyet değil, bununla birlikte bireyi varoluşsal açıdan

kavrayan, onun dünyaya bakışını belirleyen, dış dünyada yaşadığı hadiseleri anlama ve

anlamlandırmasını kolaylaştıran bir olgudur (Yapıcı, 2006, 224; Mardin, 2005, 30). Bu

bağlamda din de sadece kutsalla kurulan bir ilişki değil toplumların kendilerini tanıma

ve tanımlamasında bir anlam çerçevesi oluşturma aracıdır. Kendi istediği modele göre

bireyler yetiştirme arzusunda olan dinler, mensuplarının zihinsel yapılarını etkileyerek

öncelikle onlara dış dünyayı ve oradaki sosyal realiteyi yorumlama imkânı sunmakta ve

verdiği kimlik duygusu ile bireyi söz konusu sosyal realite içerisine yerleştirmektedir

(Yapıcı, 2004, 126). Bu noktada İslamiyet’in yalnız bir din olarak değil, bir sosyal

kimlik aracı olarak ta etkin olduğunu görmekteyiz (Mardin, 2005, 77). Bu noktada

özellikle vurgulanmalıdır ki; dinsel kimlik başat bir hale geldiği zaman, ferdin diğer

aidiyetlerinin yönü ve yoğunluğu dinden açıkça etkilenmektedir (Yapıcı, 2006, 223).

Bu çerçeve de sanayileşen ülkemizde geleneksel yapıdan koparak büyük

şehirlere gelen işçilerin fabrika hayatına katılmalarıyla birlikte eski geleneksel

yapılarından soyutlanmakta genel olarak şehrin varoş diye tabir edilen daha düşük

gelirli yerlerinde yaşamaya çalışmakta ve şehrin genel olarak modernleşmeye çalışan

hayatı içerisinde yalnızlaşmaktadır. Özellikle geleneksel bağları aidiyet unsuru olarak

algılayan ve cemaatçi eğilimleri ağır basan bizim toplumumuzda (Kağıtçıbaşı, 1999,

367; Mardin, 2005, 78) modern hayatın yalnızlaştırdığı insanların cemaatçi eğilimlerden

kopmaya, dayanışma bağlarını kaybetmeye doğru bir yönelime sürüklenmekte olduğunu

gözlemlemekteyiz. Dolayısıyla kendisini soyutlanmış hisseden insanlarımızda kimlik

problemi baş göstermektedir. Öte yandan bilişsel olarak kendisini her zaman bir yerlere

ait hisseden insanımızın modern hayatın çelişkileri karşısında savunmacı bir yaklaşımla

kendi aidiyetlerini ifade ediyor oluşlarını doğumlarından itibaren aile, akrabalık

ilişkileri ve eğitimle kazanmış oldukları sosyalleşme olgusunda devamlı suretle

Page 130: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

114

vurgulanan ve sosyalleşmelerinin temel direği haline getirilen noktalarda aramaktayız.

Bu bağlamda belli bir kültürün yansımalarının çalışan sınıfta da belirgin olarak

gözüküyor oluşu ifade ettiğimiz (sınıf tartışmaları) farklı aidiyet noktalarının da onlarda

bilinç noktası oluşturmadığını bize göstermektedir.

Tabii ki Batı toplumları ile Türk toplumunu burada ayrı tarihsel süreçten

geçmeleri ve farklı sanayileşme süreçleri yaşıyor olmaları bağlamında değerlendirmek

gerekir. Fakat gözüken o ki batı toplumlarında maşeri vicdanı oluşturan dini ve milli

değerler olurken Türk toplumu çalışanlarının da maşeri vicdanını kendi milli ve manevi

değerleri şekillendirmekte ve kendine has bir bakış açısı ve kimlik algısı ortaya

çıkarmaktadır. Özellikle Ülgener’in bu bağlamda zikrettikleri önem arz

etmektedir,”İktisadi yaşayış nerede ve hangi yüz yılda olursa olsun, yalnız dış verilerin

bir araya gelişinden ibaret bir madde dünyası değildir. Bütün o yığınların altında ve

gerisinde kendine has tavır ve davranışları ile insan gerçeği yatar. Kapitalizmi,

kapitalizm yapan yalnız dış görünüşü ile para, sermaye akımı, ya da o akımların

gövdeleştirdiği kuruluşlar değil; aynı zamanda ve belki daha önemli ölçüde çağın tipik

insanının davranış biçimi, tercihleri ve bütün bunların toplam ifadesi olan yaşayış

normlarıdır. Pre-kapitalist insan için de aynı şeyler söylenebilir. O da içinde yaşadığı dış

kalıpların basit bir fonksiyonu olmaktan çok çevreye ve eşyaya belli bir bakış açısı ile

kısaca bütün bir iç dünyası ile karşımıza çıkar” (Ülgener, 1981, 12–13).

Bu tartışmaların ışığında anketimizi uyguladığımız işçilerin %4’ü kendisini Türk

olarak görürken, %17,9’u Müslüman olarak görmekte, %60,1 gibi büyük bir çoğunluk

ise kendisini Müslüman-Türk olarak tanımlamakta, geriye kalan %17,9’luk kısım ise

kendisini insan olarak belirlemektedir. Bu arada vurgulamalıyız ki Müslüman-Türk

şıkkının ters çevrilse kendisini daha iyi ifade edeceğini belirten işçilerimizde olmuştur.

Görüldüğü gibi genel olarak din ve aidiyet duygusu kimlik ifadesinde öne çıkmakta ve

din başat olarak etkileyici vasfını sürdürürken etnik aidiyete olan vurgu da belirleyici

olmaktadır. Ayrıca yapılan analizde kadın ve erkekler arasında anlamlı bir farklılığa da

ulaşılmamıştır (p<0.388)

Bu hususta yapılmış önemli araştırmalardan biri olan Mardin’in araştırması

İzmir Sümerbank işçileri üzerine 1960’larda yapılmış olup: “kendinize baktığınızda,

kendinizi ne olarak görüyorsunuz?”sorusuna deneklerin %37,5’i kendilerini

(Müslüman), % 50,3’ü (Türk), % 6’sı (işçi) ve % 3,6’sı da (İzmirli) olarak

algıladıklarının belirtmişlerdir. Şıklarda Müslüman-Türk yer almamakla birlikte çıkan

sonuçların işçilerin kimlik algılamasına yönelik olarak Mardin’e şu yorumu

Page 131: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

115

yaptırmıştır: “Sonuçlar dinsel inancın hala bu grup içinde bir “dünya görüşü”

sağladığını gösterdiği derecede çok ilginç olmuştur” (Mardin, 2005, 161–164).Yine

Türkdoğan’ın Gebze, Denizli ve Sakarya’da ki belirlenen fabrikalarda yaptığı ankette

işçilere, “kendinizi ne olarak hissediyorsunuz?” sorusunu yöneterek aldığı cevaplarda,

% 35 gibi bir çoğunluk Müslüman-Türk olarak kendilerini görürken, insan, Müslüman

ve Türk şıkları ikincil olarak işaretlenmiştir. Kendilerini işçi olarak gören ise

çıkmamıştır (Türkdoğan, 1998, 67). Nichols ve Suğur’un yaptıkları araştırmada da genç

işçilerin %18’i kendisini işçi, %20’si muhafazakâr, %58’i ise diğer seçeneğini

işaretleyerek tanımlamıştır. Yazarlar yaptıkları yorumda, “işçilerin, çoğunlukla

kendilerini “işçi” olarak tanımlamayıp buna karşın geleneksel ve muhafazakâr

kimlikleri tercih etmesi bakımından, işçi sınıfının sınıfsal bilincinin yetersizliğine işaret

etmektedir” demektedirler (Nichols&Suğur, 2005, 246).

3.4. Araştırmaya Katılanların Öznel Dindarlık Algıları

Araştırmamıza katılanlara, “Kendinizi ne kadar dindar hissediyorsunuz?” diye

sorulmuş ve “hiç dindar değil”, “biraz dindar”, “dindar”, “çok dindar” seçenekleri

sunulmuştur. Bu soruyla katılımcıların kendilerini ne kadar dindar gördüklerini

öğrenmeyi amaçlamaktayız. Sonuçlar öznel dindarlık algısı olarak değerlendirilmiştir.

Dindarlık kişilerin kendilerini temel almalarıyla ortaya çıkan bir durum olmamakla

birlikte insanların her zaman için kendilerini dini açıdan nasıl gördükleri önem arz

etmektedir. Dinin objektifleşmesi bireylerin kendilerine ait olan subjektif hallerin bir

yansıması olarak gerçekleşmekle birlikte bireysel temayülleri de aşan bir sosyal olgu

olan dinle ilgili yaklaşımlar sosyolojik olarak toplumsal hayata yansıyan yönleriyle ele

alınmaktadır. Bu bağlamda çeşitli değişkenlerle birlikte öznel dindarlık algısı tespit

edilmeye çalışılırken bu algıya sahip olan insanların kullandığımız ölçeklerde elde

edecekleri puanlarla karşılaştırması yapılarak olayın subjektif yönünün olup olmadığı

veya dinin boyutlarıyla kişisel algılamaların uyuşup uyuşmadığı ortaya konulacaktır.

Page 132: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

116

Tablo 14. Cinsiyete Göre Öznel Dindarlık Algısı (Ki-kare)

Kendinizi ne kadar dindar hissediyorsunuz?

Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Hiç dindar değil N 18 4 22 % 6,9 9,5 7,3

Biraz dindar N 85 23 108 % 32,8 54,8 35,9

Dindar N 128 14 142 % 49,4 33,3 47,2

Çok dindar N 28 1 29 % 10,8 2,4 9,6

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=9,826 sd=3 p<0.020

Katılımcılarımızın büyük çoğunluğunun kendilerini dindar olarak gördüğünü

ortaya toplam %47,2’lik sonuçla söyleyebiliriz. Kadınların %33,3’ü kendilerini dindar

olarak nitelerken bu oran erkeklerde %49,4’e çıkmaktadır. Kadınların %2,4’ü çok

dindar olduğunu, erkeklerin ise %10,8’inin çok dindar şıkkını işaretlediğini

görmekteyiz. Biraz dindarlık seçeneğinde kadınlar % 54,8, erkekler ise %32,8’lik orana

ulaşmıştır. Kadınlar %9,8, erkekler ise %6,9 gibi bir oranla kendilerini hiç dindar değil

kategorisine yerleştirmiştir. Toplamda ise işçilerin %35,9’u kendisini biraz dindar

olarak nitelerken, %7,3’ü ise hiç dindar değil olarak kendisini görmektedir.

Kadınlarla erkekler arasında öznel dindarlık algısı bağlamında anlamlı bir

farklılaşmanın (p<0.020) olduğuna şahit olmaktayız. Erkekler yüzdeler açısından

kadınlardan daha dindar bir algıya sahip gözükmektedirler. Erkeklerde yoğunlaşma

dindar olmada gözlemlenirken, kadınlarda biraz dindar olma da gözlenmektedir. Bu

durumun yansımalarını dindarlığın boyutlarında göreceğiz.

Page 133: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

117

Tablo 15. Yaşa Göre Öznel Dindarlık Algısı (Ki-kare)

Kendinizi ne kadar dindar hissediyorsunuz?

Yaş Durumu Toplam 15–25

aş 26–35 Yaş

36–45 Yaş

46 ve + Yaş

Hiç dindar değil N 4 10 7 1 22 % 11,8 6,3 7,7 6,3 7,3

Biraz dindar N 11 62 31 4 108 % 32,4 38,8 34,1 25,0 35,9

Dindar N 16 72 44 10 142 % 47,1 45,0 48,4 62,5 47,2

Çok dindar N 3 16 9 1 29 % 8,8 10,0 9,9 6,3 9,6

Toplam N 34 160 91 16 301 Chi-Square X2=3,534 sd=9 p<,939

Örneklemimizin genelini 26–35 yaş arası oluşturmaktadır. %45’i kendilerini

dindar olarak görürken, %38,8’i biraz dindar, %10’u çok dindar, % 6,3’ü ise hiç dindar

değil seçeneğini işaretlemiştir. Bu oranlar daha küçük yaştakilerde %47,1, %32,4,

%11,8, %8,8 olarak gerçekleşmekte, 46 ve üzeri yaşlarda ise dindarlık seviyesi %62,5’e

çıkmakla birlikte diğer seçeneklerdeki oranlardan dolayı işçilerimizde yaş bakımından

öznel dindarlık algısında anlamlı bir farklılığa ulaşılamamaktadır (p<,939).

Aslında yaş değişkeninin dindarlık algılamalarında önemli bir değişken

olduğunu düşünmekteyken böyle bir sonuçla karşılaşmamı bize iş hayatının genel

olarak bütün işçileri saran bir yaşam olduğunu göstermektedir. Normal hayatta farklı

işlerde çalışan insanların hayatında görülen farklı yaş dönemine ait değişimlerin

özellikle belirgin yaş farklılıklarında görülecek dindarlık algılamalarında da ortaya

çıkacağını düşünmekteyiz. Fakat dindarlık algılamasında seçilen örneklemin yapısından

kaynaklanan nedenler bir yana yapılan analizde iş hayatının insanları belli bir algılama

da tuttuğunu görmekteyiz.

Page 134: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

118

Tablo 16. Gelire Göre Öznel Dindarlık Algısı (Ki-kare)

Kendinizi ne kadar dindar hissediyorsunuz?

Gelir Toplam Alt Orta

Hiç dindar değil N 12 10 22 % 8,3 6,5 7,3

Biraz dindar N 57 51 108 % 39,6 32,9 35,9

Dindar N 59 83 142 % 41,0 52,9 47,2

Çok dindar N 16 13 29 % 11,1 8,4 9,6

Toplam N 144 157 301 Chi-Square X2=4,328sd=3 p<,228

Gelir bağlamında öznel dindarlık algısına baktığımızda alt gelir grubunda

olanların % 41’inin dindar olduğunu ifade ederken %39,6’sı biraz dindar, %11,1’i çok

dindar, %8,3’ü hiç dindar değil şıkkını işaretlemiştir. Orta gelir grubunda ise %47,2

dindar, %32,9 biraz dindar, % 8,4’ü çok dindar, % 6,5’i ise hiç dindar olmadığını ifade

etmiştir. Gelir bağlamında öznel dindarlık algısı anlamlı bir farklılığa ulaşmamıştır. Bu

sonuçlarla aslında farklı değişkenler bağlamında analiz ettiğimiz dindarlık algısından

ortalama aynı sonuçlara ulaşmaktayız. Genel olarak işçilerimizin hangi statüde olursa

olsun içsel olarak dine önem verdikleri ve bunun yanında kendilerini dine önem

verenler olarak dindar, dine saygılı, dini duyguları güçlü, dinî davranışları ifade etmeye

çalışan veya dini kendi hayatında ifadelerine aktaran olarak belirlemektedirler. Fakat

ölçeklerimizde durumun yer yer farklılaşması içsel olanla dışsal olanın veya

düşünülenle uygulananın her zaman aynı olmadığını göstermektedir. Bunda farklı

dindarlık tipolojilerinin varlığını işaret edebiliriz. Her insanın din anlayışı kendisini

bağlamakta ve bunun anlaşılması ve yansıması farklılaşmaktadır.

Dindarlığın içsel ve dışsal olarak yaşanması bu farklılaşmada önem

kazanmaktadır. Günümüzde genel olarak gösterişçi dindarlığın daha dışa dönük bir

eğilim sergilemesi görülürken içe dönük olarak yaşanan ve ya vurgusu pek görülmeyen

dindarlığın hayata yansımaları daha sönük bir durum arz etmektedir. Bu noktada dinin

dışa dönük olarak yaşanması örneklemimizde pek gözlenen bir durum olmazken daha

çok dindarlığın içsel ifadesine önem verilmekte ve dindarlığı dışa dönük olarak yaşayan

insanlarda her zaman için dikkate şayan bir durum arz etmektedir. Özellikle bu

yansımaların çelişkilerle ortaya konulması dindarlık zedelenmelerine yol açmakta ve

Page 135: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

119

kötü örnek olarak daha fazla yaygınlık kazanmaktadır. İnsanların bu noktada dindarlık

vurgulamalarında birbirine karşı objektif değerlendirmelerin yanında çelişkilere

düşülme endişesi de önem kazanmaktadır. Öte yandan dönemsel etkilerin bu

yansımaları kökten değiştirebileceğine de şahit olmaktayız.

Tablo 17. Mesleki Statüye Göre Öznel Dindarlık Algısı (Ki-kare)

Öznel Dindarlık Algısı

Mesleki Statü

Toplam Düz İşçi Kalifiye İşçi Usta Ustabaşı

Hiç dindar değil N 5 14 2 1 22 % 4,5 15,4 2,6 4,5 7,3

Biraz dindar N 35 31 32 10 108 % 31,8 34,1 41,0 45,5 35,9

Dindar N 55 42 35 10 142 % 50,0 46,2 44,9 45,5 47,2

Çok dindar N 15 4 9 1 29 % 13,6 4,4 11,5 4,5 9,6

Toplam N 110 91 78 22 301 Chi-Square X2=19,242 sd=9 p<,023

Mesleki statü bağımsız değişkeni ile öznel dindarlık algısı arasındaki ilişkiyi

analiz ettiğimizde dindar seçeneğini düz işçilerin % 50’si işaretlerken, diğer

statüdekilerde ortalama %45 oranında işaretlemişlerdir. Kalifiye işçilerin %15,4’ü hiç

dindar değil şıkkını en yüksek oranda işaretlerken, düz işçiler %13,6 ile çok dindar

seçeneğini en yüksek oranda işaretlemişlerdir. Bu verilerin ışığında mesleki statünün

farklılaşmasıyla öznel dindarlık anlayışı arasında anlamlı bir farklılık(p<,023) göze

çarpmaktadır.

Araştırmanın diğer sonuçlarında da görüleceği gibi özellikle yönetici konumda

olan işçilerin daha yüksek puanlar almalarına karşın düz işçilerinde yakın puanlar

aldıkları görülmektedir. Bu noktada kalifiye işçilerin dindarlık algılamalarının diğer

statülere göre daha düşük düzeyde olduğunu ifade etmeliyiz. Mesleki statünün işçilerin

dinî yaşantılarında etkili olması her ne kadar diğer değişkenlerden de etkilense de

gözlenen bir durum olmaktadır. Bu noktada sanayinin duayenleri ile sanayide belli

konumlara ulaşmış işçilerin davranışları farklılaşacak ve bu noktada sanayinin yükünü

henüz sırtlayan ve iş hayatına yeni atılan işçilerin durumu da daha farklı olacaktır. Bu

işçilerin iş hayatına alışmaları ve durumlarını kanıksamalarıyla birlikte şartları daha

Page 136: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

120

nesnel olarak değerlendirecekleri ifade edilebilir.

Tablo 18. Öğrenim Durumuna Göre Öznel Dindarlık Algısı (Ki-kare)

Öznel Dindarlık Algısı Öğrenim Durumu

Toplam Okur Değil Okur İlk Orta Lise Fakülte

Hiç dindar değil N 1 0 6 7 7 1 22 % 25,0 ,0 6,3 10,0 6,5 5,9 7,3

Biraz dindar N 2 6 31 21 41 7 108 % 50,0 75,0 32,6 30,0 38,3 41,2 35,9

Dindar N 0 1 42 34 57 8 142 % ,0 12,5 44,2 48,6 53,3 47,1 47,2

Çok dindar N 1 1 16 8 2 1 29 % 25,0 12,5 16,8 11,4 1,9 5,9 9,6

Toplam N 4 8 95 70 107 17 301 Chi-Square X2=26,476 sd=15 p<,033

Araştırmamıza katılanların öğrenim durumu açısından lise ve dengi okullarda

yoğunlaştığı görülmekte ve dindar oranının %53,3 olduğu görülmektedir. Üniversite

mezunlarında bu oran %47,1 olurken ortaokul mezunlarında %48,6 olarak ölçülmüştür.

Ortaokuldan mezun olanların %10’u hiç dindar değil cevabını verirken genel olarak

ilkokul mezunları % 16,8’le çok dindar seçeneğini işaretlemişlerdir. Bu sonuçların

analizine baktığımızda öğrenim durumunun anlamlı bir şekilde (p<,033) öznel dindarlık

algısında farklılaşmaya yol açmaktadır. Yoğunlaşma dindar (47,2) ve biraz dindar

(35,9) seçeneklerinde mevcuttur. Hiç dindar olmayanların oranı % 7,3 oranında

geçekleşirken, kendisini çok dindar olarak görenlerin oranı %9,6’da kalmaktadır.

Eğitimin dindarlığa olan etkisi hususunda sadece resmi olarak gerçekleşen

eğitimle değerlendirme yapmak doğru olmamaktadır. Ülkemizde dini bilgilerin ve

kültürün alındığı özellikle aile ve çevreden anlamlı bir şekilde etkilenildiği açıktır. Bu

noktada yine de eğitim seviyesinin artması bilgi ve anlayışın artmasına ve görüşlerin

keskinleşmesine bunun da algıların farklılaşmasına yol açtığı bilinmektedir. Bu anlamda

dindarlığın bilinç boyutu da eğitimle daha iyi anlaşılacak ve gerçekleştirilebilecek bir

durumdur.

3.5. Araştırmaya Katılanların Dine Verdikleri Önem

İşçilerimize “din sizin için ne kadar önemlidir” ifadesi yöneltilerek karşılığında

“hiç önemli değil, biraz önemli, önemli ve çok önemli” şıklarından birini işaretlemeleri

Page 137: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

121

istenmiştir. Böylece işçilerin dine verdikleri önem ölçülmek istenmiştir.

Tablo 19. Cinsiyete Göre Din-Önem Düşüncesi (Ki-kare)

Din sizin için ne kadar önemlidir?

Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Hiç önemli değil N 3 1 4 % 1,2 2,4 1,3

Biraz önemli N 18 6 24 % 6,9 14,3 8,0

Önemli N 40 14 54 % 15,5 33,3 18,0

Çok önemli N 198 21 219 % 76,7 50,0 73,0

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=12,767 sd=3 p<0.005

Cinsiyeti kadın olanların %50’si dini çok önemli görürken bu oran erkeklerde

%76,7’ye ulaşmaktadır. Önemli diyenlerin kadınlarda %33’e ulaştığını erkeklerde ise

%15’te kaldığını görmekteyiz. Yine kadınların %14’ü biraz önemli seçeneğini

işaretlerken, erkeklerin %6,9’u bu şıkkı seçmişlerdir. Bu bağlamda dine önem verme

düşüncesinin erkeklerde kadınlardan anlamlı bir şekilde (p<0.005) fazla olduğu

analizden anlaşılmaktadır. Toplamda ise %73 çok önemli görürken, %18 ise önemli

görmektedir. Bu oran dine verilen önemin %90’ları aşması açısından önemli bir oran

olarak gözükmektedir. Aslında yapılan çalışmalarda din kadınlar için daha önemli

görünmekte ve bu özellikle kadınların yapısıyla açıklanmaktadır. Fakat görüldüğü gibi

analizimizde dine önem verme bakımından erkekler anlamlı bir şekilde farklılaşmakta

ve dine önem verme açısından kadınlardan daha fazla bir yüzdeye sahip olmaktadır.

Tablo 20. Gelire Göre Din-Önem Düşüncesi (Ki-kare)

Din sizin için ne kadar önemlidir? Gelir Toplam Alt Orta

Hiç önemli değil N 3 1 4 % 2,1 0,6 1,3

Biraz önemli N 16 8 24 % 11,1 5,2 8,0

Önemli N 19 35 54 % 13,2 22,6 17,9

Çok önemli N 106 113 219 % 73,6 72,0 72,8

Toplam N 144 157 301 Chi-Square X2=8,085 sd=3 p<,044

Page 138: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

122

Tablo20’ye göre gelir gurubu bağlamında dine verilen önemi analiz ettiğimizde

yine anlamlı bir sonuçlar (p<,044) karşılaşmaktayız. Alt gelir grubunda olanları %2,1’i

hiç önemli değil derken bu oran orta gelir grubuna mensup olanlarda %0,6’da

kalmaktadır. Alt gelir grubunda biraz önemli diyenlerin oranı %11, orta gelir grubunda

ise %5,2’dir. Din önemli diyenlerin %13,2’s, alt gelir grubuna bağlıyken, %22,6’sı orta

gelir grubuna kendisini ait hissetmektedir. Son olarak din çok önemli diyenlerin alt gelir

grubundaki oranı %73,6’ya ulaşırken bu oran orta gelir grubunda %72’de kalmaktadır.

Bir bütün olarak sonuçları değerlendirdiğimizde orta gelir grubunda olanların din önem

düşüncesi açısından olumlu olarak alt gelir grubunda olanlardan farklılaştığı

görülmektedir. Araştırmamızın diğer sonuçlarında da bu farklılaşmanın boyutları daha

net olarak ortaya çıkacaktır.

Tablo 21. Yaşa Göre Din-Önem Düşüncesi (Ki-kare)

Dine Verilen Önem Yaş Durumu

Toplam 15–25 26–35 36–45 46 ve +

Hiç önemli değil N 1 2 1 0 4 % 2,9 1,3 1,1 ,0 1,3

Biraz önemli N 5 10 7 2 24 % 14,7 6,3 7,7 12,5 8,0

Önemli N 5 23 21 5 54 % 14,7 14,4 23,1 31,3 17,9

Çok önemli N 23 125 62 9 219 % 67,6 78,1 68,1 56,3 72,8

Toplam N 34 160 91 16 301 Chi-Square X2=9,743 sd=9 p<,372

Dine verilen önemi yaş durumu bağımsız değişkeni bağlamında çözümlediğimiz

zaman anlamlı bir faklılığa (p<,372) ulaşmamaktayız. Fakat genel olarak yaş grupları

arasında farklılaşmalar mevcuttur. Dini hiçi önemli görmeyenlerin gençlerde %3

oranında çıkması ve çok önemli görenler 26-35 yaş grubunda %78’e ulaşması bu

farklılıkları işaret etmektedir. Genel anlamda her yaştan insanın dinin önemi hususunda

belli bir fikre sahip olduğunu ve bununda önemli ve çok önemli görme noktasında

yoğunlaştığını ifade etmeliyiz. Özellikle dine verilen önemin son iki şık temel

alındığında ulaştığı okta %90’ı aşmakta ve bu da dine bakışın değeri yanında dinin

insan hayatındaki ne gibi fonksiyonlar icra edeceğine dair önemli bir atıf noktasını

Page 139: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

123

oluşturmaktadır.

Tablo 22. Mesleki Statüye Göre Din-Önem Düşüncesi (Ki-kare)

Din Sizin İçin Ne Kadar Önemlidir?

Mesleki Statü Toplam Düz İşçi Kalifiye İ. Usta Ustabaşı

Hiç önemli değil N 2 2 0 0 4 % 1,8 2,2 ,0 ,0 1,3

Biraz önemli N 6 13 4 1 24 % 5,5 14,3 5,1 4,5 8,0

Önemli N 17 18 11 8 54 % 15,5 19,8 14,1 36,4 17,9

Çok önemli N 85 58 63 13 219 % 77,3 63,7 80,8 59,1 72,8

Toplam N 110 91 78 22 301 Chi-Square X2=16,515 sd=9 p<,057

Mesleki statünün din önem düşüncesine etki ettiğini gördüğümüz bu analizde

özellikle statüsü usta olanların %80,8’lik bir oranda dini çok önemli görmesi diğer

statülerden onları farklılaştırmaktadır. %60’ı kendisini orta gelir grubunda gören

ustaların bu bakış açısı önemlidir. Orta gelir grubunda olanların dindarlık algıları da alt

gelir grubunda olanlarda olumlu olarak farklılaşmıştı. Fakat %90’ı orta gelir grubunda

olan ustabaşların din önem düşüncesi diğer statülerden daha düşük çıkmıştır. Dindarlık

algısında da durum bu minvaldeydi. Ayıca düz işçilerde kalifiye işçilerden din önem

düşüncesine göre olumlu yönde farklılaştığı da görülmektedir. Sonuçta önemli ve çok

önemli görme noktasında bir yoğunlaşmanın işçilerde görüldüğü ortaya çıkmıştır.

Tablo 23. Öğrenim Durumuna Göre Din-Önem Düşüncesi (Ki-kare)

Din sizin için ne kadar önemlidir?

Öğrenim Durumu

Toplam Okur Değil Okur İlk Orta Lise Fakülte

Hiç önemli değil N 1 1 0 0 2 0 4 % 25,0 12,5 ,0 ,0 1,9 ,0 1,3

Biraz önemli N 0 0 6 9 8 1 24 % ,0 ,0 6,3 12,9 7,5 5,9 8,0

Önemli N 0 2 14 12 23 3 54 % ,0 25,0 14,7 17,1 21,5 17,6 17,9

Çok önemli N 3 5 75 49 74 13 219 % 75,0 62,5 78,9 70,0 69,2 76,5 72,8

Toplam N 4 8 95 70 107 17 301 Chi-Square X2=33,714 sd=15 p<,004

Page 140: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

124

Tablo 23’e göre öğrenim durumu değişkeniyle din önem düşüncesi analizinde

anlamlı bir farklılığın (p<,004) ortaya çıktığını görmekteyiz. Yüksek öğrenim görenlerin

%76,5 oranında dini çok önemli görmelerine karşın bu oran sadece okur-yazar olanlarda

% 62,5’e düşmektedir. Lise öğrenimi görenlerin %17’si dini önemli görürken, bu oran

ilkokul mezunlarında %14,7’ye düşmektedir. Ortaokul mezunlarının %12,9’u dini biraz

önemli olarak değerlendirirken bu oran yüksek öğrenim görenlerde %5,9’a düşmektedir.

Lise mezunlarının %1,9’u din hiç önemli değil derken bu oran diğer öğrenim

görmüşlerde 0 olarak gözükmektedir. Bu bağlamda ortalama olarak farklılaşmalar

mevcut olmakla birlikte katılımcıların %73’ü dini çok önemli görürken, %18’i ise

önemli olarak değerlendirmiştir. Bu oran dine verilen önemin ne kadar yüksek olduğuna

işaret etmektedir. Din az önemli ve önemsiz görenlerin oranı ise %10’larda kalmaktadır.

Tablo 24. Öznel Dindarlık Algısı Bağlamında Din-Önem Düşüncesi (Ki-kare)

Din Sizin İçin Ne Kadar Önemlidir?

Öznel Dindarlık Algısı

Toplam Hiç dindar

değil Biraz dindar Dindar

Çok dindar

Hiç önemli değil N 2 1 0 0 3 % 9,1 0,9 ,0 ,0 1,0

Biraz önemli N 9 15 0 0 24 % 40,9 13,9 ,0 ,0 8,0

Önemli N 4 29 21 0 54 % 18,2 26,9 14,8 ,0 17,9

Çok önemli N 7 63 121 29 220 % 31,8 58,3 85,2 100,0 73,1

Toplam N 22 108 142 29 301 Chi-Square X2=89,319 sd=9 p<,000

Öznel dindarlık algısı bağlamında katılımcıların dine verdikleri önemi analiz

ettiğimizde dindarlık algısı yüksek olanlarda dine verdikleri önemde yüksek olmaktadır.

Bu noktada ki farklılaşma anlamlılık seviyesine (p<,000) ulaşmıştır. Kendisini dindar

olarak tanımlayanların %15’i dini önemli,%85’i ise çok önemli görürken, kendisini çok

dindar olarak tanımlayanların %100’ü dini çok önemli görmektedir. Kendisini biraz

dindar olarak niteleyenlerin %58’i dini çok önemli, %27’si önemli, %14’ü biraz önemli,

%1’i ise önemsiz görmekte iken bu oranlar hiç dindar olmayanlarda %31,8, %18’2,

%40,9, %9,1 şeklinde gerçekleşmektedir. Sonuçta dindarlık algısı yükseldikçe dine

verilen önem yükselmekte, dindarlık algısı azaldıkça dine verilen önemde azalmaktadır.

Page 141: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

125

Ama genel anlamda din önem düşüncesi de dindarlık algısı gibi yüksek bir oranda

gerçekleşmektedir.

Dinin önemli görülmesi dindarlığın algılanmasında anlamlı düzeye ulaşan bir

farklılaşmaya neden olmakta ve bu noktada din önem düşüncesinin her zaman için

dindarlık algılamalarından değil de farklı nedenlerden kaynaklanacağı öngörülmektedir.

Diğer yandan bazı işçilerimiz dini çok önemli görseler de ve dini sevseler de dindar

olmadıklarını veya yeterli, istediği seviyede dindar olamadıklarını ifade etmektedirler.

Aslında bunun nedenlerinin çözümlenmesinde dindarlığın farklı boyutlarından alınan

puanlarda açıklayıcı olabileceği ifade edilebilir. Ayrıca geleneksel olarak dinin Türk

toplumundaki konumlanışının da insanların din önem algılamalarını etkileyebileceği

düşünülebilir. Bu noktada bazı toplumsal davranışların geleneksel-dini bağlamları her

kesimden insanları bağlamakta ve yaşanılan hayatın bir gereği olarak bunlar ifade

edilmektedir.

Tablo 25. Örneklem Grubunun Din-Önem Düşüncesinin Sebebine Göre Dağılımı

Din niçin önemlidir? N %

1-Her iki dünya için din önemlidir 231 76,7 2-Bu dünyada mutluluk için dinin önemi vardır 26 8,6 3-Din yalnızca öbür dünyada gereklidir 11 3,7 4-Geçmişlerimizden miras aldığımız için 22 7,3 5-Din toplumu bir arada tutan değerdir 36 12,0 6-Din kötü günlerde teselli kaynağıdır 8 2,7

Katılımcılara din önem düşüncesine olumlu cevap verdilerse bunun nedeni

olarak “din niçin önemlidir” ifadesini yönelttik. Diledikleri seçenekleri işaretlemekte

serbest oldukları bu soruda genel olarak yığılma ilk şıkta gerçekleşmektedir. Bilindiği

gibi din toplumsal hayatta çok önemli fonksiyonlar icra etmektedir. Dini bu

fonksiyonlara irca etmeden genel anlamda insanları dine verdikleri önemin sebebini

araştırdığımız bu soruda katılımcıların %76,7’si “her iki dünya için din önemlidir”

şıkkını işaretleyerek dinin dünya ve ahiret vurgusuna olan katılımlarını ifade

etmektedirler. Mersin’de işçiler üzerine yapılan bir araştırmada ise dini “hem dünya

hem ahiret” için kabul edenlerin oranı %50’lerde seyretmekteyken dine gerek yoktur

diyenlerin oranı %0,68’de kalmıştır (Karaman, 2000, 144). Özellikle İslam Dini

açısından dünya ve ahiret hayatına verilen değerin yansımasının dine verilen önemle

Page 142: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

126

birlikte yaşanılan hayatta bir takım etkilerinin farklı boyutlarda görülmesi dindarlığı

farklı biçimlerde de olsa ortaya koymaktadır.

Dinin insan hayatına dair sunduğu bakış açısının olumlu algılanmasında ki bu

önemi, yaşanılan hayatla sınırlı olmayan bir perspektifle kendisini sunmasında

yatmaktadır. İşçiler bağlamında buna olan inancın hayata tek boyutlu değil de ahiret

boyutunu da içeren ve böylece değerlendirmelerde dine önem verilmesi gereken bir

noktada algılanması önemlidir. Dinin bu dünyaya dair dindarlığı vurgulamasının

temelinden ahiret olgusunu dolayısıyla bu soyut inancın somut yansımalarını çekip

alınca geriye farklılaştırılabilecek ve bağlamından koparılıp ideolojiler meyanında

değerlendirilebilecek bir fikirler yığını kalmaktadır. Bu noktada dinin dünyevi ve uhrevi

yönlerinin birlikte değerlendirilip dinin hem bu dünyaya hem de öte dünyaya dair

sunduğu açılımların dine verilen önem bağlamında değerlendirilmesi önem kazanırken

içeriğinin hangi bilinç düzeylerine tekabül ettiğinin ortaya konulması farklı açılımlar

sunacaktır. Özellikle Weber’in bu dünya dindarlığını önemseyerek onu Batı’nın

temeline yerleştirmesi ve ulaşılan seviyenin sebebini de ona bağlaması anlayış olarak

bizde de yansımalar bulmakla birlikte, ortaya çıkan ve sekülerleşme diye ifade edilen

durumda dinin öneminin mevcut fonksiyonuyla anlaşılması ve böyle bir perspektife

hapsedilmesi tehlikesiyle karşı karşıyadır. Her şeyden önce tek tipleştirici din

anlayışının farklı toplumlardaki aynı yansımaları öngörmesine farklı bir bakış açısı

sunsa da uhrevileşen bir dinin dünyevileşmesinin övülmesi fikirlerinin yüceltilmesi

bizde aynı akisleri uyandırmamaktadır. Bunlara binaen işçilerin dünya ve ahiret

açısından dini önemli saymaları kendi geleneğimizde ki insani hayatın bütünlüğünü

yakalama hususundaki dengeli görüşü yansıtıyor olsa gerektir. Öte yandan bilinçlerin

farklı beklentilerle değerlendirdiği dinin kültürel olarak sunumunun da ilke olarak böyle

bir görüşü yansıttığını da iddia edebiliriz. Ama her halükarda dine bakışın genel

anlamda sosyolojik fonksiyonların ötesine taştığı görülmektedir.

Öte yandan dine farklı işlevleriyle bakanlarda mevcuttur. Katılımcılarımızın

%8,6’sı dinin bu dünya da mutluluk için önemli olduğunu, %2,7’si kötü günlerde teselli

kaynağı olduğunu, %3,7’si ise dinin yalnızca öbür dünyada gerekli olduğunu

vurgulamaktadır. Dinin kendi modeline göre yetiştirdiği insanlara mutluluk vaadinin

nihai amaçlarda sunulduğunu görmekteyiz. Fakat İslam Dini açısından din sadece bu

hayatla ilgili olmayıp diğer dünyaya yönelikte bir takım inanç ve etkinliklere insanları

katmak istemektedir.

Dinin insan hayatına bir anlam ve amaç yükleme hususunda çok güçlü bir etkide

Page 143: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

127

bulunduğu, dinsel tecrübenin kişiye mutluluk verdiği, dinî inanç ve ibadetlerin kişiyi

içsel huzura götürecek olan bireysel kontrol hissi ve iyimserliği artırdığı yapılan

araştırmalarda özellikle vurgulanmaktadır (Yapıcı & Kayıklık, 2005). Diğer etkilerinin

yanında dinin insanları mutlu kılması işçilerde de algılanan bir durum olmaktadır. Bu

mutluluğun an önemli yansıması insanın kendisini çaresiz ve yalnız hissettiği

durumlarda dinin sunduğu çözümlemeler olsa gerektir. Özellikle ölüm, hastalık, stres

gibi durumlarda dinin temel atıf noktasını oluşturması insanlara inandıkları bir çıkış

noktası sağlamaktadır. Ve böylece din kötü günlerin teselli kaynağı olarak

algılanmaktadır.

Dinin bireysel ve toplumsal öneminin azalması olarak değerlendirdiğimiz

sekülerleşmenin en önemli etkilerinden biri dinin insanlar ve toplumlar üzerindeki

fonksiyonlarının ihmal edilmesi olarak gözükmektedir. Bu bağlamda dinin sadece öte

dünya bağlamında değerlendirilebilecek bir vicdan olgusu olarak kaşımıza çıktığına

şahit olmaktayız. Böylelikle din hayatın sekülerleşmesiyle uhrevi mecrasına çekilmiş ve

sadece öte dünyaya ait bir algılamanın yaratacağı fonksiyonları kültürel olarak icra

etmeye başlamıştır. Bu bağlamda katılımcılarımızın küçük bir kısmı dini yalnızca öte

dünyaya hasretmişlerdir.

Katılımcılarımızın %12’si dini toplumu bir arada tutan değer olarak görürken,

%7,3’ü dini geçmişlerimizden miras aldığımız için değerli görmektedir. Dinin

toplumsal hayatı ortak bir anlam çerçevesi içerisinde düzenleyerek toplumsal birlikteliği

sağlaması önemli işlevlerinden biri olarak değerlendirilmektedir. Her ne kadar

sosyologlar dinin yıkıcı etkilerine değinseler de genel anlamda özellikle Durkheim’de

örneğini gördüğümüz gibi toplumsal bütünlüğü sağlamak gibi en önemli fonksiyonunu

her zaman icra edecek konumda değerlendirilmelidir.

Radcliffe-Brown, dinin toplumsal fonksiyonunu dayanışma duygusunu sürekli

olarak desteklemek yolu ile yerine getirdiğini ifade ederken (Mardin, 2005, 49) Marx’ın

aksine dini bir avutma değil, fakat insanların içinde yaşadıkları toplumsal yapının genel

çizgilerini anlamalarına yarayan bir model olarak belirdiğini göstermekte ve aynı

zamanda dinin, toplumun şeklini destekleyen “duygu”lar yarattığı derecede, toplumun

devamlılığını sağladığını belirlemektedir. Diğer yönden ise dini davranışlar kendi

başına yapısal bir önem kazanabilir ve böylece kendi başına çalışan bir unsur haline

gelebilir (Mardin, 2005, 49). Bu bağlamda toplumların kendilerini

anlamlandırmalarında temel harcı oluşturan dinin toplumun bütünlüğünü ve

devamlılığını sağlama hususunda oluşturduğu ortak değerler bazı işçilerimiz tarafından

Page 144: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

128

önemsenmekte ve bu noktaya vurgu yapılmaktadır. Öte yandan insanların kendilerini ait

hissettikleri geçmişlerini referans noktası yaparak dini önemli sayması ifade ettiğimiz

biraradalığın kültürel kökenine olan vurguyu ifade etmektedir. Yine toplumsal

birlikteliğin önemli anları olan bayramların, düğünlerin, cenazelerin ve diğer bazı

birliktelik anlarının toplumumuzda dini kökenleri olan ve bu kökenlere mutlaka atıf

yapılarak anlaşılan ve uygulamalarda da bunun etkisiyle görüntüler sergilenen olgular

olduğunu ifade etmeliyiz. Bu olguların işçilerde ki yansımaları alınan sonuçlarda ifade

edilmektedir.

3.6. Araştırmaya katılanların Dini Bilgi Durumları

Tablo 26. Cinsiyete Göre Dini Bilgi Yeterlilik Durumu (Ki-kare)

Dini bilginizi yeterli görüyor musunuz? Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Evet, yeterli görüyorum N 55 3 58 % 21,2 7,1 19,3

Kısmen yeterli diyebilirim N 98 10 108 % 37,8 23,8 35,9

Yeterli olduğunu düşünmüyorum N 102 29 131 % 39,4 69,0 43,5

Dini bilgi almanın gereksiz olduğu kanaatindeyim

N 4 0 4 % 1,5 ,0 1,3

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=13,663 sd=3 p<0.003

Dinî bilgi seviyesini öğrenmek için sorduğumuz “dini konular hakkındaki

bilginizi yeterli görüyor musunuz?”şeklindeki soruya katılımcılarımızın % 19,3’ü “evet,

yeterli görüyorum”, %35,9’u “kısmen yeterli diyebilirim”, %43,5’si yeterli olduğunu

düşünmüyorum”, %1,3’ü ise dini bilgi almanın gereksiz olduğu kanaatindeyim”

şıklarını işaretlemişlerdir. Tablomuzda kadınlara erkeklere nazaran dini bilgi açısından

kendisini yetersiz görmektedirler. Bu durumda kadınlarla erkekler arasında ortaya çıkan

farklılaşma anlamlılık seviyesine ulaşmaktadır.

Dini bilginin insanların sahip olacakları inanç, ibadet ve kanaatlerle ilgili temel

argümanları etkileyeceği bir gerçektir. Dini bilgisi yeterli olan insanların dinin

mahiyetini daha iyi kavrayacağı ve böylece bilgiyle donanmış olarak bilinçli bir

dindarlık sergileyecekleri düşünülmektedir. Günümüzde doğru kaynaklardan doğru ve

güvenilir dini bilgi edinmenin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Bu noktada işçilerinde

Page 145: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

129

dini bilgi elde etmenin önemini bildikleri ve bu noktada içlerinde bir özlem taşıdıklarını

gözlemekteyiz. Fakat sekülerleşmenin ciddi oranda insanları etkilediği günümüzde dini

bilginin anlam ve mahiyetine bakışlarda farklılaşmış ve görünene meyilli bir dindarlığın

sergilendiği günümüzde bu bilginin karşılığı ve maddi getirileri göz önünde

bulundurularak bakış açıları oluşturulmuştur. Bu da dini elde etmeye dair algılamaları

olumsuz yönde etkilediği gibi bu konuda herhangi bir imkân ve çaba sarf edilmesini de

anlamsızlaştırmıştır. Bu durumların farklı boyutlarda gözlenmesine rağmen ortak olarak

kabul edilen bir şey var ki, o da dinin doğru bilgisinin her şeye rağmen elde edilmesi ve

dinin bu doğru bilgiyle yaşanması ve sunulmasıdır.

Dinin özel bir alan olarak algılandığı günümüzde dini bilgi almanın yol ve

yöntemleri de farklılaşmıştır. Bu farklılıklara binaen elde edilen bilginin çeşitli

ölçütlerden etkilendiği ve bağlamlarının farklılığından ötürü değişiklikler gösterdiği ve

bununda alınan dini eğitimin yeterli olup olmamasına dahi etkide bulunduğu bir

gerçektir. Örneğin dini bilgisini yeterli görenlerin gerçekten yeterli olup olmadığı veya

hangi ölçülerle eğitim aldığı gibi sorular temel problem olmakla birlikte biz verilen

cevapları göz önünde bulundurarak ve bunu bir değişken olarak kullanarak dindarlığın

boyutlarını değerlendireceğiz.

Tablo 27. Öğrenim Durumuna Göre Dini Bilgi Yeterlilik Durumu (Ki-kare)

Dini Bilgi Yeterlilik Durumu Öğrenim Durumu Toplam Okur

Değil Okur İlk Orta Lise Fakülte

Evet, yeterli görüyorum N 0 0 16 15 23 4 58 % ,0 ,0 16,8 21,4 21,5 23,5 19,3

Kısmen yeterli diyebilirim N 1 2 33 17 47 8 108 % 25,0 25,0 34,7 24,3 43,9 47,1 35,9

Yeterli olduğunu düşünmüyorum

N 3 6 43 37 37 5 131 % 75,0 75,0 45,3 52,9 34,6 29,4 43,5

Dini bilgi almanın gereksiz olduğu kanaatindeyim

N 0 0 3 1 0 0 4 % ,0 ,0 3,2 1,4 ,0 ,0 1,3

Toplam N 4 8 95 70 107 17 301 Chi-Square X2=18,335 sd=15 p<,245

Katılımcılarımızın öğrenim durumlarını göz önünde bulundurarak dini bilgi

yeterlilik durumlarını ki-kare ile analiz ettiğimizde anlamlı bir farklılığın (p<,245)

mevcut olmadığını görmekteyiz. Tabii ki dini bilginin boyutlarını ölçmemiz mümkün

olmasa da insanların öznel algılarına güvenerek duruma baktığımızda yeterli ve kısmen

Page 146: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

130

yeterli diyenlerin oranı eğitim seviyesi yükseldikçe artmaktadır. Yeterli olduğunu

düşünmeyenlerin oranı ise eğitim durumu azaldıkça artmaktadır. İlkokul ve ortaokul

mezunu olan toplam dört kişi ise dini bilgi almanın gereksiz olduğu kanaatini

taşımaktadır. Bu veriler ışığında dini bilgi yeterlilik durumunun eğitim seviyesi

bağlamında simetrik bir durum sergilediğini söyleyebiliriz. Okullarda verilen din

eğitiminin dini bilgilerde yeterlilik sağlayıp sağlayamadığı hususu kişisel olarak

değişmekle birlikte dini eğitimin alınmasına etki eden faktörlerin çeşitlendiğini göz

önünde bulundurmak gerekir.

Diğer bir yön ise dini bilgi almanın gerekli olup olmadığı hususudur. Bu noktada

olumsuz tavır takınanların yüzdesinin azlığını göz önünde bulundurduğumuzda.%2’lik

bir oranı karşın %98 oranında insanların olumlu bir tavırda olduğu sonucunu

çıkarabiliriz. Şahsiyetin oluşumunda ve topluma kazandırılacak bireylerin sağlıklı

olarak sosyalleşebilmesinde dinî eğitimin önemi yadsınmamakla birlikte doğru

bilgilerin elde edilmesi noktasında birtakım tartışmaların olduğunu bunun yanında genel

olarak işçilerin din eğitimiyle tanıştığına ve bunu çeşitli şekillerde aldığına şahit

olmaktayız.

Tablo 28. Örneklem Grubunun Dini Bilgi Kaynağına Göre Dağılımı

Dini bilgilerinizi en çok nereden aldınız? N %

Ailemden 192 63,8 Diyanete bağlı görevlilerden 95 31,6

Okuldan 72 23,9 Dini yayınlardan 27 9,0

Hiçbir yerden dini bilgi almadım 10 3,3 Başka... 8 2,7

Dini bilginin kaynağı göz önünde bulundurulduğunda formel eğitimin %23,9’la

üçüncü sırada yer aldığını görmekteyiz. Önceki tabloda öğrenim durumu ile dini bilgi

yeterlilik durumu arasında ki farklılaşmanın anlamlılık seviyesine ulaşmaması bunu

doğrulamakla birlikte eğitim seviyesinin yükselmesi insanların anlayış ve

kabiliyetlerine etki etmekte bunun yanında bilgi boyutunun seviyesini daha iyi

anlamlandırmaktadırlar. Öyle ki eğitim seviyesi arttıkça elde edilen bilgilerin yeterliliği

hususunda ki şüpheler artmakta ve bilinmeyenler yanında bilinenlerin ne seviye de

olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Bu bağlam da okuldan elde edilen bilgilerin eğitim

Page 147: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

131

seviyesiyle birlikte daha iyi anlaşılacağı düşünülmektedir.

Türk toplumunun güçlü olduğu olgulardan birisi de ailedir. Aile kurumunun

muhafazası hususunda ki çabaların modernleşme sürecinde de aktif bir şekilde

insanlarımız tarafından sürdürüldüğüne şahit oluyoruz. Ayrıca insanlarımız ailenin

kendileri için ifade ettiği anlamı mevcut durumlarıyla kıyaslamakta ve önemine devamlı

atıf yapmaktalar. Bu noktada dini eğitimin de başlangıç noktasını aile kurumu

oluşturmaktadır. Katılımcılarımızın %63,8’i bu durumu ifade etmekte aileden alınan

geleneksel değerlerin sürdürülebilir olduğunu göstermektedirler.

Ailenin sosyalleşmenin temelinde yer aldığı ve insanı yetiştiren ana okullar

olduğu bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Hayata gözlerini açan insanların dinle

yoğrulmuş bir kültürle hayata başlıyor oluşu onun ailesine olan kültürel bağlılığı da

sosyalleşme sürecinde aldığına işarettir. Şahsiyetin oluşumunda dinin etkisinin çok daha

fazla olduğu Türk toplumunda ailenin birinci etken olduğunu genel anlamda göz önünde

bulundurmaktayız. Böylece insanlar dinle ilgili bilgilerin büyük bir kısmını aileden

almaktadır. Bu hususu Mardin, özdeşleştirme süreciyle açıklarken Yahya Kemal’in şu

sözlerini aktarmıştır: “Ezansız ve minaresiz semtlerde büyüyen, oynayan Türk çocukları

milliyetlerinden tam bir derecede nasip alabiliyorlar mı? O semtlerde ki, minare

görülmez, ezanlar işitilmez, Ramazan günleri hissedilmez, çocuklar Müslümanlığın

çocukluk rüyasını nasıl görürler? İşte bu rüya, çocukluk dediğimiz bu Müslüman

rüyasıdır ki, bizi, henüz bir millet halinde tutuyor. Bugünkü Türk babaları havası ve

toprağı Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan

okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin

akşamları bir minderin köşesinden okunan Kuran’ın sesini işittiler. Bir raf üzerinde

duran Kitabullah’ı indirdiler, küçücük elleri ile açtılar, gülyağı gibi bir ruh olan sarı

sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler. Kandil günlerinin kandilleri

yanarken, Ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler” (Mardin, 2005, 83-

84).

Ailenin güçlü etkisini vurgulayanlardan sonra katılımcılarımızın %31,6’sı ise

dinî bilgilerini Diyanet Teşkilatı’ndan aldığını ifade etmekte ve bu teşkilat tarafından

açılan kurslardan bilgilerini elde etmeye veya direk din görevlilerinden bilgi almaya

çalıştıklarını belirtmişlerdir. Bilindiği gibi yaz kursları veya yıl boyu açılan kurslarla

halkımıza dini bilgiler verilmekte ve insanlarımız eğitilmeye çalışılmaktadır. Yine

katılımcıların %9’u bilgilerini dini yayınlardan aldığını ifade etmektedirler. Genel

anlamda ölçeklerde de göreceğimiz gibi kitap okuma oranı düşük çıkmaktadır. Bu

Page 148: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

132

bağlamda da dini yayınlardan da dini bilgi elde etmenin düşük seyrettiği görülmektedir.

Katılımcıların %3,3’ü hiçbir yerden dini bilgi almadığını ifade etmektedir. Son

olarak ise %2,7’lik bir kısım dini bilgilerini başka yerlerden aldığını ifade etmekte ve

bununla ilgili olarak çeşitli vakıf, dernek veya arkadaş gruplarını ifade etmektedirler.

Tablo 29. Örneklem Grubunun Dini Problemlerine Çözüm Arama Mercisi

Dini konularda problem olursa çözmek için kime danışırsınız?

N %

Müftü 84 27,9 Cami görevlileri 149 49,5

Din dersi öğretmenlerine 41 13,6 Aile büyükleri 63 20,9

Bu konuda bilgili arkadaşlara 51 16,9 Hiç kimseye danışmam 13 4,3

İnsanlarımız dinî konularla ilgili her zaman için çeşitli problemlerle

karşılaşmaktadır. Bu problemlerin çözümünde farklı kaynaklara yönelmekte ve çözüm

yolları aramaktadırlar. Bu hususla ilgili olarak sorduğumuz soruya en yüksek oranda

(%49,5) cami görevlileri şeklinde cevap verilmiştir. Günümüzde hemen her mahallede

camiler bulunmakta ve insanlar kolayca onlara ulaşabilmekte ve dini problemlerini

çözmeye çalışmaktadırlar. İkinci sırada ise yine diyanet teşkilatına bağlı olan müftülük

(%27,9 oranında) yer almaktadır. Bu bağlamda problemlerle ilgili olarak telefonla veya

bizzat görüşerek bilgi alınabilmektedir. Katılımcıların %20,9’u ise aile büyüklerine

danışarak problemlerini çözme yoluna giderken, %16,9’u bu konuda bilgili olduğu

arkadaşlarına danışmaktadır. Aslında aile ve arkadaş çevresi özellikle dini konuların

genel olarak mantık çerçevesinde tartışıldığına ve çözüm bulunmaya çalışıldığına şahit

olmaktayız. Bu noktada televizyon programlarının da önemli bir etkisinin olduğu ve

çözümlemeler üzerinde tartışıldığını gözlemlemekteyiz. Araştırmamızda dini bilgiler

din dersi öğretmenlerine %13,6 gibi düşük bir oranda danışılmaktadır. Son olarak

%4,3’lük bir kısım ise hiç kimseye danışmamayı tercih etmiştir.

Bu sonuçlarda dikkat çeken ise din dersi öğretmenlerine dinî konularda danışma

oranının diğerlerine nazaran çok düşük oranda kalmasıdır. Din kültürü öğretmenlerinin

eğitimci yönü bu noktada dini danışma mercisi olmalarının önüne geçiyor olarak

görünmektedir.

Page 149: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

133

3.7. Araştırmaya Katılanların Halk İnançları İle İlgili Durumları

Araştırmamızda işçilerin halk arasında kabul gördüğünü düşündüğümüz

birtakım inançlara dair görüşlerini de sorduk. “Aşağıdakilerden hangisine inanırsınız?”

şeklinde ki soruya “nazar, çarpılma ve cinli olma, büyü ve sihir, muska, şans ve uğur,

fal, hiçbiri” şeklindeki şıkları cevap olarak sunduk. Dilediklerini işaretledikleri şıklarda

%56,8’le nazara olan inanç ilk sırayı alırken, fal inancı %0,3’le son sırayı almaktadır.

Bu sonuçlardan sonra işçilerde de popüler dini inançların mevcut olduğunu

görmekteyiz. Binaenaleyh işçilerin sadece %32,9’u bunlardan herhangi birine

inanmadığını ifade etmiştir.

Bilindiği gibi günümüzde halk içerisinde çok çeşitli inançlar mevcuttur.

Geçmişten günümüze zengin bir dini çeşitliliğe sahip olan Türk toplumunun dini hayatı

günümüzde de çok çeşitli ve çok boyutlu olarak cereyan etmektedir. Bu hususta

kuramsal açıdan zikrettiğimiz tabakalaşma da dini çeşitliliği artıran önemli unsurlardan

birisi olmaktadır. Bu bağlamda Weber’in zikrettiği “virtüöz dindarlığın” karşısında yer

alan kitle veya bizdeki adıyla avam dindarlığı içerisinde birçok yerel ve kültürel

unsurları barındırmakta bu da kitabi dindarlığa muhalif birçok unsurlar ortaya

çıkarmaktadır. Her ne kadar dinin birçok toplumsal katmanda olduğu gibi halk

inançlarının mevcut olduğu katmanda da bu inançlarla insanların hayatı

anlamlandırmaları ve soyut durumları cevaplandırabilmeleri açısından birçok

fonksiyonlar icra ettiği bilinmektedir. Dikkat çekici olan bir husus da İslam

Toplumunun, esas itibariyle, sınırları silik katları belirsiz, yaygın (diffuse) bir toplum

olsa da farklı kesimler arasında, özellikle modern hayatın ortaya çıkardığı bölünmeler

anlayışları ve inançları çeşitli boyutlarda keskinleştirse de sonuçta yine de geleneksel

kökleri sağlam olan ve dini anlamla dopdolu olan bu inançlar varolmaya ve çeşitli

şekillerde yaşamaya devam etmektedirler.

Kuramsal açıdan popüler din içerisinde değerlendirilen bu inançlar, çoğunlukla

kuramsal ve tarihsel bağlamlarından yoksun olarak anlaşılmaya çalışılmaktadır. Popüler

din ise, yüksek tipli, organizeli (İslam, Hıristiyanlık gibi) evrensel dinlerle bir arada

yaşayan, kurumsal olmayan kitlesel inanç, ritüel ve pratikleri tanımlamada kullanılan

bir terimdir. Bu bağlamda popüler din, eski kültür ve dinlere ait inanışlar yanında aynı

zamanda halkın, yaşayan yüksek tipli dinleri anlama düzeylerinin bir sonucu olarak

ortaya çıkmaktadır (Arslan, 2006, 292).

Son olarak bu ve benzeri inançların modernleşme sürecinde de etkin bir şekilde

Page 150: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

134

devam ediyor oluşunun geleneksel etkilerin yanında özellikle çözümsüz veya insana

gayb ve merak konusu olan durumlarda çözüm yolu olabileceği inancıyla devam

ettirildiğini müşahede etmekteyiz. Özetle bu inançların, gücünü, sembolik fonksiyonunu

halk katlarında sürdürmesinden almaktadır (Mardin, 2005, 150). Ayrıca dini bilgilerini

aileden alanların, bu inançlara yönelik inançlarının gayet yüksek olduğunu da ifade

etmeliyiz. Arslan’ın yaptığı araştırmada da bu durum büyük oranda doğrulanmaktadır

(Arslan, 2004, 236).

Tablo 30. Cinsiyet Bağımsız Değişkeni ile Popüler İnanç Durumu

HALK İNANÇLARI Cinsiyet Toplam

Genel Toplam Erkek Kadın

Nazar N 143 28 171 301 % 83,6 16,4 100,0 56,8

Çarpılma ve cinli olma N 19 1 20 301 % 95,0 5,0 100,0 6,6

Büyü ve sihir N 17 15 32 301 % 53,1 46,9 100,0 10,6

Muska N 28 11 39 301 % 71,8 28,2 100,0 13,0

Şans, Uğur N 13 2 15 301 % 86,7 13,3 100,0 5,0

Fal N 0 1 1 301 % ,0 100,0 100,0 ,3

Hiçbiri N 92 7 99 301 % 92,9 7,1 100,0 32,9

Cinsiyet bağımsız değişkeniyle halk inançlarına baktığımız zaman en yüksek

inanç düzeyinin %56,8’le nazara inanç olduğunu ifade edebiliriz. Kadınlarda erkeklere

oranla daha az oranda nazar inancının olduğunu görmekteyiz. Fakat genel olarak her iki

kesimde de halk inançlarına ilginin yoğun olduğunu ve hemen hemen herkesin bulardan

birine veya birkaçına inandığını görmekteyiz. Çarpılma ve cinli olmaya inananların

oranı %6,6 iken, büyü ve sihire inananlar %10,6, muskaya inananlar %13, şans ve uğura

inananlar %5, fala inananlar %0,3 oranındadır. Bunların hiçbirine inanmayanların oranı

ise %32,9’dur. Görüldüğü gibi katılımcıların %67,1’i bu inançlardan biri veya birkaçına

inanmaktadır. bu sonuçlar toplumun her kesiminde çeşitli şekillerde varolan bu inançları

işçi kesiminde de yoğun bir şekilde var olduğunu göstermekte ve bu noktada dinin

doğru bilgisine her zaman için ihtiyaç duyulacağı ortaya çıkmaktadır.

Page 151: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

135

Bu inançların bir kısmının kitabi dindarlıkta ifade ediliş biçimlerinin toplumsal

alanda ki algılanmaları ve uygulamalarında farklılaşmalar ortaya çıkmakta ve bunun

etkileri dönemsel olarak değişmektedir. Halk dindarlığının kitabi dindarlıktaki

yansımalarının tipik görünümlerini oluşturan bu inançların herkes tarafından aynı

algılanmaması da önem arz etmektedir. Nazar’ı etkileme boyutuyla kabul edip inanç

boyutuyla kabul etmeyenlerin yanında aynı şekilde sihir ve büyüyü Kutsal Kitap’a göre

ifadelendirip uygulama olarak reddedenlerde farklılaşmanın boyutlarına örnek olarak

verilebilir.

Tablo 31. Dini Bilgi Yeterlilik Bağımsız Değişkeni ile Popüler İnanç Durumu

HALK İNANÇLARI

Dini Bilgi Yeterlilik Seviyesi

Toplam Evet, yeterli

Kısmen yeterli

Yeterli değil

Dini bilgi almak

gereksiz Nazar N 32 62 75 2 171

% 18,7 36,3 43,9 1,2 100,0 Çarpılma ve cinli olma

N 2 9 8 1 20 % 10,0 45,0 40,0 5,0 100,0

Büyü ve sihir N 2 8 22 32 % 6,3 25,0 68,8 100,0

Muska N 8 10 21 39 % 20,5 25,6 53,8 100,0

Şans, Uğur N 3 3 9 15 % 20,0 20,0 60,0 100,0

Fal N 1 1 % 100,0 100,0

Hiçbiri N 22 35 40 2 99 % 22,2 35,4 40,4 2,0 100,0

Dini bilgi yeterlilik seviyesine göre popüler inanç durumuna baktığımızda

inananların oranının bilgi seviyesi azaldıkça düzenli olarak arttığını görmekteyiz. Ama

bu durumu bozan diğer inançlardan bağımsız değerlendirdiğimizde “hiçbiri”

seçeneğinde olmaktadır. Nazar’a inananların %18,7’si yeterli dini bilgiye sahipken,

%36,3’ü kısmen yeterli bilgiye sahip, %43,9’u dini bilgisinin yeterli olduğunu

düşünmüyor, %1,2’si ise dini bilgi almanın gereksiz olduğu kanaatindedir. Diğer inanç

durumlarında da bu şekilde simetrik durum gözlenirken, hiçbir inanca sahip olmayanlar

seçeneğinde gözlenen durum rakamsal azlıktan kaynaklanmaktadır. Sonuçta yüzdelik

olarak değerlendirdiğimizde “hiçbiri” seçeneğini işaretleyenlerin %22,2’si yeterli dini

bilgiye sahipken, %35,4’ü kısmen yeterli bilgiye sahip, %40,4’ü dini bilgisinin yeterli

Page 152: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

136

olduğunu düşünmüyor, %2’si ise dini bilgi almanın gereksiz olduğu kanaatindedir.

Bu noktada dini bilgi bağlamında halk inançlarına olan inancın pek te

değişmediği her bilgi seviyesinde insanların bunlara inandığını görmekteyiz. Buna göre

dini açıdan bilgisi yeterli olanların kültürel durumu ile yeterli olmayanların kültürel

durumu birbirini etkilemekte, karşılıklı alışverişler ve kaynaşmalar olmakta dolayısıyla

farklı şekillerde dini birliktelikler belli potansiyelde buluşturulmaya çalışılmaktadır.

Diğer açıdan bu inançlara yönelik bir takım kitabi bilgilerin bulunması da dini bilgi

edinme de etkilenmenin boyutunu da ortaya koymaktadır. Özellikle nazar, büyü-sihir,

muska gibi inançların resmi-kitabi dindarlıkta da ciddi kabul görüyor oluşunun, dini

bilgi alanları ciddi bir biçimde etkilediğini düşünmekteyiz.

Ayrıca bu gibi inançların bilginin ötesine uzanan boyutları her kesimden

insanları sarmakta ve yerine göre çok bilgili olduğunu düşünenle bilgisi olmadığını

düşünen aynı şeylere inanabilmekte veya etkisini hissetmektedir.

Tablo 32. Cinsiyete Göre Kabir ve Türbe Ziyareti (Ki-kare)

Kabir ve Türbe gibi mekânları ziyaret eder misiniz?

Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Evet N 225 35 260 % 86,9 83,3 86,4

Hayır N 34 7 41 % 13,1 16,7 13,6

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=,385 sd=6 p<,535

Kabir ve türbeleri ziyaret etmek toplumumuzda önemli dini davranışlardan birisi

olarak görülmektedir. Popüler dindarlığın önemli görünümlerinden birisi olan kabir ve

türbe ziyaretlerinin bu kadar yoğun gerçekleşmesinin temel nedenlerinin tarihsel süreç

içerisinde hemen bütün toplumlarda görülen ve atalar kültü adıyla kutsallaştırılan

inançların yansıması olabileceği gibi geçmişte yaşamış insanlara duyulan saygı ve

sevginin de olabileceğini ve bu ikisi arasında yaşanılan gitgellerin de çeşitli şekillerde

cereyan edebileceğini görmekteyiz.

Kabir ve türbe gibi mekânlar, kutsal ve mübarek sayıldıkları için günlük

hayattaki gelişmelerin dışında tutulur, başka bir deyişle “tabulaştırılırlar.” Çünkü kutsal

ve mübarek şeyler, cismani ilişkilerden uzak tutuldukları veya kaldıkları ölçüde etkili

olurlar (Arslan, 2004, 311).

Page 153: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

137

Cinsiyet bağlamında ziyaretleri değerlendirdiğimizde anlamlı bir farklılığın

mevcut olmadığını (p<,535) görmekteyiz. Kadınların daha fazla ziyaretlerde

bulunacağına dair hipotezimiz gerçekleşmezken bunu sanayi hayatının kadınlarda ki

ağır sorumluluğa bağlamaktayız. Ama genel anlamda kadınlarda da erkekler gibi

yüksek oranda ziyaretlerde bulunmakta ve bu oran %80’leri aşmaktadır. Ziyarette

bulunmayan kadınları oranı ise %16,7 olarak gözükürken, erkeklerde bu oran %13,1’de

kalmaktadır. Sonuçta toplam katılımcıların %86,4’ü ziyaretlerde bulunurken,

bulunmayanların oranı %13,6’da kalmaktadır.

Tablo 33. Öğrenim Durumuna Göre Kabir ve Türbe Ziyareti (Ki-kare)

Kabir ve Türbe Ziyareti Öğrenim Durumu

Toplam Okur Değil

Okur İlk Orta Lise Fakülte

Evet N 3 7 90 57 90 13 260

% 75,0 87,5 94,7 81,4 84,1 76,5 86,4

Hayır N 1 1 5 13 17 4 41

% 25,0 12,5 5,3 18,6 15,9 23,5 13,6

Toplam N 4 8 95 70 107 17 301

Chi-Square X2=9,433 sd=5 p<,093

Katılımcılarımızın öğrenim durumlarına göre kabir ve türbe gibi mekânları

ziyaret etmelerinin analiz sonuçlarına baktığımızda anlamlı bir farklılaşmanın

olmadığını (p<,093) görmekteyiz. Fakat genel olarak baktığımızda öğrenim durumunun

artmasına bağlı olarak ziyaret etmeninde azaldığını görmekle birlikte bu oran %23,5’te

kalmaktadır. Katılımcılarımızın ortalama%86,4’ü ziyaretlerde bulunurken, ziyaret

etmeme oranı toplamda %13,6’da kalmaktadır. Kabir ziyaretlerine ilkokul mezunlarının

%94,7’si rağbet gösterirken bu oran yüksek öğrenim görenlerde %76,5’te kalmaktadır.

Hayır diyenlerin oranı ilkokul mezunlarında %5,3’le en az oranda kalırken, bu oran en

yüksek olarak %23,5’le üniversite mezunlarında görülmektedir.

Kabri ziyaretlerine rağbette görülen bu belirgin yüksek oranların sebebini

toplumların aidiyet bağlarına olan düşkünlüğünde arayabiliriz. Her ne kadar

modernleşme sürecinde hurafelerin ve batıl inançların ayırt edilebilirliğinin daha fazla

artması ve yapılan çalışmaların ve uyarılarında etkisiyle bu inançlara olan bakışın

farklılaşması görülse de yine de insanlar farklı şekil ve inançlar altında kabir ve

Page 154: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

138

türbelere rağbet göstermektedirler. Fakat yaptığımız bu çalışmada görüleceği üzere

farklı beklentilerle ziyaret edenlerin sayısı hayli azalmış ve buraları ziyaret bir vefa ve

bağlılık duygusunun eseri olarak gözükmüştür.

Bu bağlamda batıl inançlarla buralara yapılan ziyaretlerin dini açıdan açacağı

yaraların süreç içerisinde daha iyi anlaşılmaya başladığı ve yapılan ziyaretlerin gerçek

amacının ortaya çıktığı görülmektedir. Böylece popüler dindarlığın resmi dindarlık

tarafından çeki-düzen verilmeye çalışılan bir yönüne şehit olmaktayız. Dini açıdan

yapılan bu değerlendirmelerin ötesinde toplumların kendilerini buldukları bu

mekânların toplumsal birlikteliğe, geleceğe ilişkin olarak sunulacak bağlamlara ve

kültürel yeniden üretimleri kaynaklık teşkil edebilecek bir bakış açısıyla

değerlendirilebileceği düşünülmektedir. Yine sosyalleşme sürecinde kültürel olarak

değeri vurgulanan bu mekânların etkinliğinin toplumların duygusal boyutunda varlığını

sürdürmesinin yanında, farklı tiplerdeki eserleriyle yaşayan veya suni olarak üretilen bu

mekân sahiplerine olan sevgi ve bağlılıkla devam ettiğini görmekteyiz.

Tablo 34. Örneklem Grubunun Kabir ve Türbe Ziyaret Sebebine Göre Dağılımı

Niçin ziyaret etme ihtiyacı hissediyorsunuz? N %

Büyük insanlar olduğu için 105 34,9

Bir dileğimin gerçekleşmesi için 30 10,0

Stres ve sıkıntılardan kurtulmak için 13 4,3

Dinimizce iyi bir davranış olduğu için 138 45,8

Baska... 11 3,7

Katılımcıların %34,9’u kabir ziyaretine sebep olarak onları büyük insanlar

olarak görmeleri olduğunu belirtirken bu ziyaretleri dinsel kaynaklı olarak ve güzel bir

davranış kategorisinde değerlendirenlerin oranı%45,8 olarak gözükmektedir. Halk

inançlarının belirgin bir yansıması olan kabir ziyaretinin belirgin etkeni olarak gözüken

dilek dileme ve ihtiyaç tatmini ve çözüm arama inancının etkisi katılımcıların %10’u

tarafından vurgulanmaktadır. Yine stres ve sıkıntılarından kurtulmak için ziyaret

ediyorum diyen katılımcıların oranı da %4,3 olarak görünmektedir. Son olarak başka

seçeneğini işaretleyen %3,7 oranındaki katılımcı vefa duygusuna, gelenek olduğuna,

bayramların veya özel dini günlerin bir mecburiyeti olduğuna vurgu yapmışlardır.

Page 155: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

139

3.8. Araştırmaya Katılanların İnsanî ve Sosyal İlişkilerine Bakışları

Yeryüzünde yaşayan insan kendi başına bağımsız ve sorumsuz değildir.

Birtakım görevleri hayatında yüklenmek için varolan insanoğlunun enerjisi de sınırlı

olup bu enerjiyi en verimli bir şekilde arzulanır yollarda kullanması onun faydası

gereğidir. İnsanoğlu tek bir gayeye odaklanmış bir varlık olmayıp çok boyutlu hayatta

farklılıkları bünyesinde taşıyarak varlığını gerçekleştirmek durumundadır. Bu bağlamda

kuramsal çerçevede de tartıştığımız gibi insana sadece üretim ve tüketim ilişkileri odaklı

bir Marksist bakışın yanında hür teşebbüsün kar hırsı ile kamçılanarak teşvik edildiği

kapitalist bakış açısı tek boyutlu olması hasebiyle insanî gerçekleri farklı şekillerde

zorlamaktadır. Bu noktada batı toplumlarında ortaya çıkan sanayileşmenin toplumsal

boyutta ortaya çıkardığı krizlerin yansımaları olarak gördüğümüz bu ideolojilerin

bireysel ve toplumsal etkilerinin farklı toplumlarda gözlemlendiğini ve olumsuzlukların

çeşitli şekillerde tarihe kaydedildiğini görmekteyiz. Bu ideolojilerin insana yüklediği

kaldıramayacağı yükler sanayi toplumlarının krizleri olarak yansımalarını her daim

göstermektedir.

Temel ahlaki ve dini olguları bile kendi toplumsal bağlamlarından kopartarak

insanoğluna biçilen rollerde kaftan gibi kullanılmasının yarattığı anlamsal boşluğun ve

kaymaların her daim farklı düzlemlerde gösterime çıkarılan ideolojik kaymalarda bir

akışkan yapıştırıcı gibi etken unsur haline getirilmesi ifade ettiğimiz yabancılaşmanın

bizzat kendi sonucu sayılabilir.

Üretim ve tüketim ilişkilerinin harcı haline getirilen insani ve sosyal değerlerin

kazanç ahlakına beton haline getirilip inşa edilen binaların sarsıcı buhranlara yol

açması, özgürlüğünü ruhundan alan insanın aşılamayacak bedenlerde depresyona

sokulması gibi gözükmekte ve bu sürecin içinde çıkan farklı boyutlardaki yıkımların her

daim çözüm yolunda kendine döndürülüp yeniden aynı şeylerin başkalaştırılmış

kelimelerle sunulup reklâmlarla yedirilmesi acıları tazelemektedir.

Bu tartışmaların ötesinde sınırlı olan insan enerjisinin temel ihtiyaçlarının

karşılanmasının yanında insani ve sosyal ilişkileri gerçekleştirmede kullanılması

önemlidir. Özellikle sanayileşmenin ortaya çıkardığı makineye bağlı iş hayatının belli

bir düzen ve disiplin içerisinde zamana bağlı olarak sürüyor oluşunun işçiler üzerinde

belli yorgunluklara neden olduğu görülmektedir. Bu noktada işçilerin kendilerinden

kaynaklanan problemlerin yanında iş hayatından özellikle firmalardan kaynaklanan

problemlerde önemlidir. Firmaların istihdam ettiği işçilere ne tür sosyal ve ekonomik

Page 156: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

140

olanaklar sunduğu ve bu olanakların geçmişe yönelik olarak değişip değişmediğinin

yanında bu olanakların firma açısından bir istihdam politikasına dönüşüp dönüşmediği

de önem arz etmektedir. Bu noktaya dini olanaklara ulaşma açısından bakarsak birtakım

problemlerin mevcut olduğu muhakkaktır. Kültürel açıdan belli gerçeklere sahip olan

insanımızın bu kültürle alakası olmayan v fakat evrensel olarak kabul edilen birtakım

yönetim metotlarıyla istihdam edilmesi de olayın diğer bir yönüdür. Öyle ki bazı

fabrikalarda Cuma namazları için servisler ayarlanırken bazı fabrikalarda işçilerin

açıkça ibadet edemedikleri görülmektedir. bu hususta Nichols & Suğur’un yaptığı

çalışmada bazı işyerlerinde işverenlerin sekülerlik konusunda aşırı duyarlılığının

olduğunu bazı işverenlerinde çalışmayı da ibadet olarak vurgulayarak bir takım dini

davranışları reddettikleri aktarılmaktadır (Nichols & Suğur, 2005, 29-31).

Modern çalışma hayatında firmalar yeni sosyal kurumlarla ve fabrika ortamının

yanında dışarısıyla ilgili olarakta sundukları sosyal imkânlarla işçilere bir rahatlama ve

kendilerini gerçekleştirme imkânı sunsalar da bunun parasal değeri her firma tarafından

karşılanamamakta ve yeterince sunulamamaktadır. Ayrıca formel çalışma koşulları her

işletmede yeterince işçilere ulaşmakta mıdır? Bu da ayrı bir problemi oluşturmaktadır.

İşçilerin sosyal hayatla ilgili olarak yaşadıkları sıkıntıların kadınlarda daha farklı

hissedildiği görülmektedir. Kadınları çalışma hayatına ilişkin beklentileri özellikle

fabrikalarda ekonomik olmakla birlikte onlarında erkeklerden farklı olmayan sosyal

beklentileri daha iyi yaşama arzusunun yansımaları olarak görülebilir.

Sonuçta işçilerin, kendi değerleriyle birlikte yaşayabilecekleri iş hayatının

özlemleri olduğu görülmekle birlikte, mevcut durumlarını kabullenip bununla tatmin

olabilmenin huzurunu yaşamak durumunda kalmaları da mevcut ortam da durumu

aşamamalarının sonucu olarak değerlendirilmektedir.

Tablo 35. Cinsiyete Göre İnsanî ve Sosyal İlişkiye Bakış (Ki-kare)

Size göre sanayi alanında çalışmak insani

özellikleri ve sosyal ilişkileri nasıl etkiler?

Cinsiyet Toplam

Erkek Kadın

Kesinlikle olumlu etkilediğini düşünüyorum N 103 2 105 % 39,8 4,8 34,9

Kısmen olumlu etkileyebileceği

kanaatindeyim

N 81 17 98 % 31,3% 40,5 32,6

Genellikle olumsuz etkilemektedir N 75 23 98 % 29,0 54,8 32,6

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=21,027sd=2 p<,000

Page 157: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

141

Araştırmamıza katılan erkeklerin %39,8’i sanayi alanında çalışmanın insani

özellikleri ve sosyal ilişkileri olumlu etkilediğini düşünüyorum derken, %31,3’ü kısmen

olumlu etkilediği kanaatinde olup, %29’u genellikle olumsuz etkilediği kanaatindedir.

Kadınlarda olumlu kanaatte olanların oranı %4,8, kısmen olumlu düşünenler %40,5,

olumsuz düşünenler ise %54,8 oranındadır. Genel toplam itibariyle %34,9 kesinlikle

olumlu, %32,6 kısmen olumlu, %32,6 genellikle olumsuz kanaatte olanlardan

oluşmaktadır. Bu sonuçları ki-kare analizine göre değerlendirdiğimizde kadınlarla

erkekler arasında anlamlı bir farklılığın (p<,000) oluştuğunu görmekteyiz. Bu

sonuçlardan kadınların daha olumsuz görüşler bildirdiğini ve çalışma hayatının

zorluklarını daha fazla hissettiklerini görmekteyiz. Akgül’ün Konya’da küçük

işletmelerde ki erkek işçiler üzerine yaptığı çalışma da evet oranı %23’lerde, geri kalan

ve oranı %58’lerde olan kısım ise hayır diyenlerden oluşmaktadır. Bu durum da

fabrikalarda yaptığımız çalışmada evet oranının nispeten daha yüksek olduğu yönünde

gözükmektedir.

Tablo 36. Günlük Çalışma Süresine Göre Sosyal İlişkiye Bakış (Ki- kare)

Size göre sanayi alanında çalışmak insani özellikleri ve sosyal ilişkileri nasıl etkiler?

Günlük Çalışma Süresi Toplam 8 Saat 10 Saat 12 Saat 14 saat Kesinlikle olumlu etkilediğini

düşünüyorum N 64 27 14 0 105 % 35,4 33,3 37,8 ,0 34,9

Kısmen olumlu etkileyebileceği kanaatindeyim

N 60 27 9 2 98 % 33,1 33,3 24,3 100,0 32,6

Genellikle olumsuz etkilemektedir N 57 27 14 0 98 % 31,5 33,3 37,8 ,0 32,6

Toplam N 181 81 37 2 301 Chi-Square X2=5,503 sd=6 p<,481

Günlük çalışma süresinin etkisini incelediğimizde ise anlamlı bir farklılıkla

(p<,481) karşılaşmamaktayız. Sonuçlar tüm şıklarda ortalama % 30’ların üzerinde

görülmektedir. bu sonuçlarda olumlu düşünenlerin çalışma saatleri fazla olanlarda daha

yüksek olmasına karşın olumsuz düşünenlerde yine en fazla onlar çıkmaktadır. Oran her

ikisinde de %37,8’dir. Günde 10 saat çalışanlarda oranlar hep %33,3 olarak çıkarken, 8

saat çalışanlarda olumlu düşünme daha fazladır. Bu sonuçlar çalışma saatlerinin

uzaması durumunda insani özellikleri gerçekleştirme ve sosyal ilişkilerin azalması

durumunun gözlemleneceğine dair öngörümüzü doğrulamamaktadır. Aslında bu

Page 158: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

142

sonuçlarda çalışma süresi artan kesimin genelde yönetici işçi olanlarda olduğu

gözlenmekte diğer yandan çalışma saatleri formel sektörde genel olarak düzenlendiği

için pek problem olmamaktadır. Diğer yönden çalışma süresinin bu duruma bakışta

diğer değişkenlerle birlikte bakıldığı zaman etkileyici olarak çıkabileceği de göz önünde

bulundurulmaktadır.

Tablo 37. Gelire Göre İnsanî ve Sosyal İlişkiye Bakış (Ki-kare)

Size göre sanayi alanında çalışmak insani

özellikleri ve sosyal ilişkileri nasıl etkiler?

Gelir

Toplam Alt Orta

Kesinlikle olumlu etkilediğini

düşünüyorum

N 41 64 105 % 28,5 40,8 34,9

Kısmen olumlu etkileyebileceği

kanaatindeyim

N 39 59 98 % 27,1 37,6 32,6

Genellikle olumsuz etkilemektedir N 64 34 98 % 44,4 21,7 32,6

Toplam N 144 157 301 Chi-Square X2=17,775 sd=2 p<,000

Katılımcıların gelir durumu alt seviyede olanlarının %28,5’i olumlu düşünürken

bu oran orta gelir grubunda %40,8’e çıkmaktadır. Kısmen olumlu düşünenler alt gelire

sahip olanların %27,1’ini oluştururken, orta gelirde olanların%37,6’sını

oluşturmaktadır. Olumsuz düşünenlerde ise alt gelir grubuna mensup olanların %44,4’ü,

orta gelir grubuna mensup olanların %21,7’si görülmektedir. Bu sonuçlar gelir

durumuna göre anlamlı farklılaşmanın (p<,000) olduğunu göstermekte ve gelir durumu

yükseldikçe olumlu bakış açısı artmaktadır. Gelir durumunun sosyal ilişkilerde ve insani

özelliklerin ortaya konulmasında bir etken olmasının işçiler üzerinde de sonuçlarını

görmekteyiz.

Bilindiği gibi iş yaşamı, sosyal tabakalaşmanın en belirgin ve en yaygın

göstergesi olmuştur. Sosyal güvencesi arttığında kendini orta sınıf yaşam

standartlarında gören işçinin iş yaşamının dışında tüketim eğilimine girmesinin yanında

maddi olmayan üretim dışı işlere yönelmesi de görülmektedir. Bu noktada iş, geçimi

sağlama aracı olmanın ötesinde insanların toplumsal hayatta kendilerini ortaya

koyabilmeleri, kimlik algısını sunabilmeleri, boş zaman etkinliklerine katılmaları ve

çeşitli sosyo-kültürel faaliyetlerde etkin olabilmelerini de ifade etmektedir. Eğer iş

yaşamı belli oranda geçimsel tatmin sağlıyorsa diğer alanlara yönelmekte o noktada

mümkün görünmektedir.

Page 159: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

143

Gerçekten de insanlar geçimlerini sağlayabildikleri oranlarda hayatın farklı

boyutlarına yönelebilmekte ve dinî, kültürel, sanatsal ve diğer alanlarında daha üretici

olabilmektedir. Sosyal hayatta ise iş yaşamının haricinde ki alanlar da farklılaşmanın

artması özellikle modern kent hayatında maddi imkânların yansıması olarak görünmekte

ve sonuçta maddiyat yaşam tarzlarından tutunda toplumsal hayatın görüntüsünün

değişmesine kadar etkin olabilecek başat güçlerden olmaktadır.

Tablo 38. İş Memnuniyetine Göre İnsanî ve Sosyal İlişkiye Bakış (Ki-kare)

Size göre sanayi alanında çalışmak insani

özellikleri ve sosyal ilişkileri nasıl etkiler?

Memnuniyet Toplam

Evet Hayır

Kesinlikle olumlu etkilediğini

düşünüyorum

N 96 9 105 % 38,2 18,0 34,9

Kısmen olumlu etkileyebileceği

kanaatindeyim

N 92 6 98 % 36,7 12,0 32,6

Genellikle olumsuz etkilemektedir N 63 35 98 % 25,1 70,0 32,6

Toplam N 251 50 301 Chi-Square X2=38,501 sd=2 p<,000

İşinden memnun olan katılımcıların sanayi alanında çalışmanın etkilerini

bireysel ve sosyal olarak daha olumlu değerlendirdiğine şahit olurken (olumlu, %38,2,

kısmen olumlu, %36,7, genellikle olumsuz, %25,1), işinden memnun olmayanların

ciddi oranda olumsuz (olumlu, %18, kısmen olumlu, %12, genellikle olumsuz, %70) bir

görüşte olduklarını gözlemlemekteyiz. Belki de işlerinden memnun olmamalarında ki

ana etkenlerden birisi de soruda ifade ettiğimiz durumdur. Bu noktada memnuniyet

durumuyla sanayi alanında çalışmanın sosyal ilişkilere etkisi arasında anlamlı bir ilişki

(p<,000) gözlüyoruz. Bu noktada işini sevmenin ve memnun olmanın hayatın diğer

yönlerine katkısını da görmekteyiz. Çünkü iş ile iş-dışı yaşamı birbirinden net olarak

ayırmak mümkün görünmemektedir.

Diğer bağımsız değişkenlerle bu sorumuzu analiz ettiğimizde anlamlı ilişkiye

rastlamamaktayız. Medeni hale göre p<,700, öznel dindarlık algısı bağlamında p<,680,

dine verilen önem bağlamında p<,127, yaş bağlamında p<,375 sonuçlarına

ulaşmaktayız.

Page 160: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

144

3.9. Araştırmaya Katılanların Dinî İnançla İlgili Durumları

Sanayileşmeyle birlikte başlayan hızlı değişimler hayatın tüm alanlarında

farklılaşmalara, değişim ve dönüşümlere yol açmaktadır. Bireysel ve toplumsal hayatın

farklı alanlarında ki bu değişimlerin dini olgularda da, özellikle sanayileşmenin ilk

dönemlerinde etkisi hissedilen bir oranda görülmeye başlaması küreselleşmenin bir

sonucu olarak ülkemizde de çeşitli şekillerde etkisini hissettirmekte, modernleşme ve

sekülerleşme bağlamlarında konu tartışılmakta ve incelenmektedir.

Yaşanılan değişim ve dönüşümlerin din ve dinsel değerlere olan etkisini

incelemeyi amaçladığımız bu araştırmada işçilerin bakış açısını temel almış

bulunmaktayız. Birey olarak işçilerin dinsel değerleri de, diğer yaşam alanlarına bağlı

olarak bu değişimden etkilenmekte ve yeni bir biçim almaktadır. Bu değerlerde ki

değişim ve dönüşümü temel dini argümanları kullanarak ölçmeye çalıştık. Bu bağlamda

öncelikle inanç boyutundan başlayarak, ibadet ve dinin etki boyutunu kullandığımız

ölçeklerle belirlemeye çalıştık. İfade ettiğimiz bu boyutlar ölçeklerimizi de bu şekilde

kullanmamızı gerektirmiştir. İşçi dindarlığını ölçerken bu boyutların birlikte

değerlendirilerek sonuçların elde edilmesi önemlidir.

Şu halde en genel nitelikleri dikkate alındığında bir din, ona inananlarla kutsal

arasında kurulan bağla belirlendiğine göre, toplum içinde objektifleşen ve üyelerin ortak

malı haline gelen dini tecrübe, bir inançlar ve pratikler sistemiyle bir müminler cemaati

içerisinde organize olur. Buna göre her din sisteminin toplum içinde üç türlü anlatımı

söz konusudur ki, bunlar teorik, pratik ve sosyolojik anlatım yani inanç, ibadet ve

cemaattir (Günay, 1978, 52).

İnanç boyutu kategorisi ile dindar her insanın belli inanç ilkelerini kabul

edeceğine yönelik beklentiler ifade edilmektedir. Bu inanç ilkelerinin muhtevasının

kapsamı sadece farklı dinlerde değil, aynı dini geleneğin içinde de farklı olabilir.

Böylece her din, inanç ilkelerinden belli bir sistem kurar ve mensuplarından bu ilkelere

inanmalarını bekler (Glock, 1998, 254).

Böylece dini inanç dinle ilgili, insanın kendi varlığının ve gücünün ötesinde bir

dünya ve değerlerle ilgili belirli bir inanç olması hasebiyle diğer inançlardan ayrılmakta

ve bu noktada dini inancı üç kısma ayırmaktayız. İlk olarak ilahi varlığa olan imandır.

İkinci olarak ilahi varlıkla ilgili olarak savunulan ve korunan inanç ilkelerinin, ilahi

iradenin içeriği ve amacını tartışarak, bir amaca yönelik ilahi irade bağlamında insanın

rolünü tanımlayarak farklılaştırılmasıdır. Üçüncü olarak amaç belirleyen inanç ilkeleri,

Page 161: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

145

başka bir yönüyle inanç ilkelerinden üçüncü bir kategori ortaya çıkarır. Bu kategori de

ilahi iradenin amacının yerine gelmesi ve gerçekleşmesiyle ilgilidir.

Her ne kadar değişik dini sistemler içinde farklı inanç ilkeleri farklı biçimlerde

değerlendirilse de, aynı dini sistem içinde de kişisel inanç sistemi, özellikle ilkelerin

gerçekleşmesine yönelik olan veya kişisel inanç sistemi korumayla ve/veya amaçlı ilahi

iradeyle ilgili ifadelere özel bir değer veren insanlar bulabiliriz (Glock, 1998, 259-260).

Bu ve benzeri vurgulamaların ötesinde dini inancın boyutları geleneksel olarak

belirlenmiş öğelerle kitabi bağlamda oluşturulurken bu inancın işlevsel boyutu sınırlı

olarak ölçülmeye çalışılmıştır. Araştırmamız bağlamında kişisel olarak inancın ifade

ettiği anlamın boyutlarından ziyade temel inanç ilkelerinin kişisel olarak inanç ifade

edip etmediği anlaşılmaya çalışılmıştır.

Bilindiği gibi dini inancın önemli bir özelliği, müşahhas bir nesne ile ilgili

olmadığı için tahkik edilemez oluşudur. Ancak kişisel olarak insan, iman konusu

içerisine giren şeyleri objektif olarak ispat edemezse de kendini tatmin edecek şekilde

ispat edebilmesinin ötesinde belli davranış ve ifadelerle bunu ortaya koyar ve aslında

kendisi açısından da kafasında oluşturduğu tatminkâr duygular onun için objektifleşir.

Aslında başkaları için subjektifleşen bu bilginin objektifleştirilmesi ortak dini

duyguların oluşmasına olan sosyolojik etkisinin yanında belli inanç kavramları şeklinde

toplumlara mal edilmektedir. Dolayısıyla davranışlarını inandığı değerler için yapan

insanoğlunun ortak dini inançları bu kavramsallaştırmalar dolayısıyla ölçülebilir

olmaktadır.

Görüyoruz ki her din bir takım inançlara dayanmaktadır. Bu inançlar hangi din

olursa olsun ayrılmaz birer parça durumundadırlar. Esasen, hemen her dinde menşei

dini tecrübe, sezgi, ilham ya da vahiy asgarî bir teorik anlatıma, bir takım inançlar

tasavvurlar ve fikirlere dayanır. Sırf bir dine has olan bu inançlar, tasavvurlar ve

düşüncelerin muhtevası o dine inanan fertleri birbirine bağlayan bir tesir icra

etmektedir. Böylece bu inançlar, o dine inananların müştereken sahip oldukları bir gizli

bilgi, bir sır, bir hakikattir (Günay, 2003, 238).

Bunların yanında dini inanç, yani kutsal bir varlığa inanmak, bağlanmak, insan

için bir ihtiyaç olarak gözükmektedir. Çünkü bu bilgiler en temel sosyal bağı

oluşturmakta ve insanın sosyal olarak ta var olmasını sağlayabilmektedir. Böylece bu

inanma ihtiyacı bu etkilerin ötesinde insanın yapısında, “yaratılışında” vardır. Bu

ihtiyaç nedeniyledir ki, insanlar hangi devirde olursa olsun mutlaka kutsal olarak bir

varlık veya varlıklar kabul etmişler ve o varlık ve varlıklara bağlılıklarının

Page 162: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

146

bildirmişlerdir. Sosyolojik araştırmalarda, tarih boyunca dinî inançsız bir toplumun

bulunmadığını ortaya çıkarmıştır (Karaman, 2000, 68-69). Sekülerleşme tartışmalarında

da gördüğümüz gibi dinî inanç günümüzde de etkin olarak varlığını sürdürmekte ve

bilimsel gelişmeler arttıkça, teknoloji geliştikçe, insanlığın ulaştığı ilerleme ve gelişme

düzeyi hat safhaya ulaşsa da o, toplumların temel belirleyici unsuru olarak anlam

kazandırmaya devam etmektedir (Johnstone, 2002, 366-372).

Son olarak dinlerin inanç boyutunu ortaya koyan temel kavramlar her dinde

farklı şekillerde “değişmez temel ilkeler” olarak bilinirler. İslam dininde de temel inanç

esasları Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe ve kadere (hayır ve

şerrin Allah’tan olduğuna, öldükten sonra dirilmeye inanmak şeklinde kategorize

edilmiş ve “amentü” esasları olarak tanımlanan bu temel ilkeler değişmez olarak kabul

edilmiştir. Bu inanç esasları bağlamında oluşturulan ölçeğimiz, dinin inanç boyutuna

dair işçilerin durumlarını bize gösterecektir.

Öncelikle Allah’a olan inanç bağlamında “Allah yaptığımız her şeyi bilir” ve

“Allah vardır” şeklinde iki soru sorulmuş ve “katılıyorum”, “kararsızım” ve

“katılmıyorum” seçenekleri sunulmuştur. Bilindiği gibi İslam dininin temel inanç

esasları Allah’a inançla başlamakta ve diğer inançlar devamında gelmektedir. İslam dini

bütünüyle Allah’a inanma etrafında şekillenmekte ve inanlara tek olan, hiçbir şeye

muhtaç olmayan, evlat veya baba olmayan, hiçbir şeye benzemeyen Allah’a iman

etmeleri ve O’na gönülden bağlanmaları emredilmektedir. Allah’a inançla ilgili verileri

bazı bağımsız değişkenler bağlamında “katılıyorum (üç puan)”, “kararsızım (iki puan)”,

“katılmıyorum (bir puan)” cevap şıkları sırasıyla verilecektir. İlk olarak “Allah

yaptığımız her şeyi bilir” sorusunda cinsiyet bağlamında çıkan sonuçlarda erkeklerde

durum, %97,7, %2,3’dir. Kadınlarda ise, %97,6, %2,4’tür. Medeni hali evli olanlarda

ise, %97,4, %98,5’tir. Bekârlarda ise %98,5, %1,5 şeklindedir. Mesleki statü

bağlamında ise düz işçilerde %97,3, %2,7; kalifiye işçilerde %95,6, %4,4; usta ve

ustabaşılar da ise durum %100 inanç şeklindedir. Gelir bağlamında ise alt gelir

grubunda durum %96,5, %3,5 şeklinde, orta gelir grubunda ise %98,7, %1,3 şeklinde

olup sonuçlarda “katılmıyorum” cevabı ve anlamlı bir farklılık olmadığı görülmüştür.

“Allah vardır” sorusuna ise cevaplar erkeklerde ve evlilerde aynı sonuçla %99,6 ve

%0,4 şeklinde, kadınlarda ve bekârlarda ise yine aynı sonuçla %100 şeklindedir.

Mesleki statü açısından düz işçilerde sonuçlar %99,1 ve %0,9 şeklinde kalifiye işçi, usta

ve ustabaşılar da ise %100 oranda katılıyorum denilmiştir. Alt gelir grubunda olanların

%99,3’ü katılıyorum derken, orta gelir grubunda %100 katılıyorum sonucu çıkmış olup

Page 163: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

147

istatiksel açıdan anlamlı bir farklılığa ulaşılmamıştır. Görüldüğü gibi Allah inancı ile

ilgili sorduğumuz sorularda ortalama %98 gibi bir sonuçla inanlara rastlanmıştır.

İkinci olarak meleklere olan inanç bağlamında “melekler vardır” sorusu

yöneltilmiştir. Melekler temizliğin ve iyiliğin simgesi olmanın yanında Allah’a

bağlılığında sembolüdürler. Bu bağlamda İslam inancı meleklere inanmayı ve onları

Allah’ın çeşitli görevler için yarattığı saf, temiz ve itaatkâr kulları olarak kabul etmeyi

emretmekte ve bunu meleklerle ilgili yanlış ve batıl olarak addettiği inançları eleştirerek

yapmaktadır. Melek inancı ile ilgili soruya erkeklerde sonuç %98,1, %1,9, kadınlarda

%95,2, %4,8 şeklinde; evlilerde %97,4, 52,6 şeklinde, bekârlarda ise %98,5, %1,5

şeklindedir. Düz işçilerin cevabının oranı %99,1 ve %0,9, kalifiye işçilerin %94,5 ve

%5,5, ustaların %100, ustabaşıların %97,7 ve %4,5 şeklindedir. Alt gelir grubunda ise

bu soruya katılanların oranı %97,9, orta gelir grubunda ise %97,5 olup bütün sonuçlar

göz önünde bulundurulduğuna istatiksel olarak anlamlı bir farklılığa ulaşılmamıştır

(p<,05 düzeyinde anlamlı).

Üçüncü olarak kitaplara inanmak bağlamında İslam dininin kutsal kitabı olan

Kuran’ı Kerim hakkında sorular sorulmuştur. Katılımcılara “Kuran’ı Kerim’in haber

verdiği her şey doğrudur”, “Kuran’ı Kerim Allah’ın emirlerini bildirir”, “Kuran’ı Kerim

Allah’ın gönderdiği kutsal kitaptır” şeklinde üç soru sorulmuş yine “katılıyorum”,

“kararsızım” ve “katılmıyorum” şeklinde sunulan şıkların kendilerine uygun olanını

işaretlemeleri istenmiştir. İlk soruda erkeklerin %97,3’ü, kadınların ise %97,6’sı

katılıyorum şıkkını işaretlemiştir. Evliler %97,4, bekârlar %97,1; düz işçiler %97,3,

kalifiye işçiler %95,6, ustalar %100, ustabaşılar %95,5; alt gelir grubu %96,5, orta gelir

grubu %98,1 oranında olumlu cevap vermiştir. Sonuçlarda istatiksel olarak anlamlı bir

farklılığa ulaşılmamıştır. İkinci soruda erkeklerin %98,1’,, kadınların ise %97,6’sı

katılıyorum şıkkını işaretlemiştir. Evliler %98,3, bekârlar %97,1; düz işçiler %97,3,

kalifiye işçiler %96,7, ustalar %100, ustabaşılar %100; alt gelir grubu %97,2, orta gelir

grubu %98,7 oranında olumlu cevap vermiştir. Sonuçlarda istatiksel olarak anlamlı bir

farklılığa ulaşılmamıştır. Üçüncü soruda erkeklerin %98,1’i, kadınların ise %97,6’sı

katılıyorum şıkkını işaretlemiştir. Evliler %98,3, bekârlar %97,1; düz işçiler %98,2,

kalifiye işçiler %95,6, ustalar %100, ustabaşılar %100; alt gelir grubu %97,2, orta gelir

grubu %98,7 oranında olumlu cevap vermiştir. Sonuçlarda istatiksel olarak anlamlı bir

farklılığa ulaşılmamıştır (p<,05 düzeyinde anlamlı).

Dördüncü olarak Peygamberler inançla ilgili olarak “Hz. Muhammet Allah’ın

peygamberidir” sorusu sorulmuş ve “katılıyorum”, “kararsızım” ve “katılmıyorum”

Page 164: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

148

cevap şıkları sunulmuştur. Değişkenler bağlamında sonuçlara baktığımızda bu soruda

erkeklerin %98,5, kadınların ise %100’ü katılıyorum şıkkını işaretlemiştir. Evliler

%98,3, bekârlar %100; düz işçiler %99,1, kalifiye işçiler %96,7, ustalar %100,

ustabaşılar %100; alt gelir grubu %98,6, orta gelir grubu %98,7 oranında olumlu cevap

vermiştir. Sonuçlarda istatiksel olarak anlamlı bir farklılığa ulaşılmamıştır (p<,05

düzeyinde anlamlı).

Beşinci olarak ahiret inancı ile ilgili olarak “Kıyamet günü vardır”, “Mahşer

günü herkes Allah’a hesap verecektir”, “Öldükten sonra ahiret denen sonsuz bir hayat

olacaktır”, “Cennet-cehennem diye bir şey yoktur” şeklinde sorular sorulmuş ve

“katılıyorum”, “kararsızım” ve “katılmıyorum” cevap şıkları sunulmuştur. Değişkenler

bağlamında sonuçlara baktığımızda ilk soruda erkeklerin %96,9’u, kadınların ise

%90,5’i katılıyorum şıkkını işaretlemiştir. Evliler %97,4, bekârlar %91,2; düz işçiler

%98,2, kalifiye işçiler %91,2, ustalar %98,7, ustabaşılar %95,5; alt gelir grubu %94,4,

orta gelir grubu %97,5 oranında olumlu cevap vermiştir. Sonuçlarda istatiksel olarak

anlamlı bir farklılığa sadece medeni hal bağlamında ulaşılmış olup anlamlılık düzeyi

(p<,093) oranındadır. Evli olan işçilerin kıyamete dair inanç konusunda bekârlardan

farklılaştıkları daha çok oranda evli işçinin inandığı görülmektedir. İkinci soruda ise

erkeklerin %96,5’i, kadınların ise %92,9’u katılıyorum şıkkını işaretlemiştir. Evliler

%96,6, bekârlar %94,1; düz işçiler %97,3, kalifiye işçiler %91,2, ustalar %98,7,

ustabaşılar %100; alt gelir grubu %95,1, orta gelir grubu %96,8 oranında olumlu cevap

vermiştir. Sonuçlarda istatiksel olarak anlamlı bir farklılığa ulaşılmamıştır (p<,05

düzeyinde anlamlı). Üçüncü soruda ise erkeklerin %92,7’si, kadınların ise %85,7’si

katılıyorum şıkkını işaretlemiştir. Evliler %94,0, bekârlar %83,8; düz işçiler %89,1,

kalifiye işçiler %87,9, ustalar %98,7, ustabaşılar %95,5; alt gelir grubu %89,6, orta gelir

grubu %93,6 oranında olumlu cevap vermiştir. Sonuçlarda istatiksel olarak anlamlı bir

farklılığa sadece medeni hal bağlamında ulaşılmış olup anlamlılık düzeyi (p<,016)

oranındadır. Evli işçilerin Ahiretin sonsuzluğuna dair inanç konusunda çoğunlukta

oldukları görülmektedir. Diğer sonuçlarda istatiksel olarak anlamlı bir farklılığa

ulaşılmamıştır (p<,05 düzeyinde anlamlı). Dördüncü soruda ise “katılmıyorum”

diyenlerin oranı erkeklerde %96,1, kadınlarda ise %90,5’tir. Evliler %96,6, bekârlar

%91,2; düz işçiler %97,3, kalifiye işçiler %90,1, ustalar %98,7, ustabaşılar %95,5; alt

gelir grubu %94,4, orta gelir grubu %96,2 oranında katılmıyorum cevabını vermiştir.

Sonuçlarda istatiksel olarak anlamlı bir farklılığa ulaşılmamıştır (p<,05 düzeyinde

anlamlı).

Page 165: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

149

Son olarak kader inancını ifade eden “bir kimse ne kadar çabalarsa çabalasın alın

yazısını değiştiremez” sorusu sorulmuş ve yine“katılıyorum”, “kararsızım” ve

“katılmıyorum” cevap şıkları sunulmuştur. Değişkenler bağlamında sonuçlara

baktığımızda bu soruda erkeklerin %74,1’i, kadınların ise %61,9’u katılıyorum şıkkını

işaretlemiştir. Evliler %75,5, bekârlar %61,8; düz işçiler %77,3, kalifiye işçiler %63,7,

ustalar %76,9, ustabaşılar %68,2; alt gelir grubu %71,5, orta gelir grubu %73,2

oranında olumlu cevap vermiştir. Sonuçlarda istatiksel olarak anlamlı bir farklılığa

ulaşılmamıştır (p<,05 düzeyinde anlamlı).

İslam dininde inanç esasları olarak ifade edilen hususları genel olarak madde

bazında değerlendirmelerine baktığımızda işçilerin farklı değişkenler bağlamında

anlamlı seviyeye ulaşan farklılaşmalar yaşamadıkları ve en önemli noktada inanç

esaslarına olan katılımlarını belirtmeleridir. %90’lara varan oranlarda ki katılımı farklı

analizlerle alınan puanlarla değerlendirebiliriz.

Tablo 39. Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun Cinsiyete Göre Analizi (t-testi)

Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun Cinsiyete Göre Analizi (t-testi)

Cinsiyet n x ss sd t p

İnanç

Durumu

Erkek 259 35,2664 2,05978 299 1,252 ,211

Kadın 42 34,8333 2,19663

Dini yaşayışın inanç boyutunda ortaya çıkan puanların cinsiyete göre analiz

edildiğinde erkeklerle kadınlar arasında anlamlı bir farklılığın ortaya çıkmadığına (,211)

şahit olmaktayız. Erkeklerin ortalama 35,26 puan aldığı, kadınların ise 34,83 puan aldığı

görülmektedir. Bu bağlamda erkeklerin kadınlara göre dini inanç bakımından

değerlendirildiğin de daha dindar bir görünüm sergilediği görülmektedir. Fakat genel

ortalamanın çok üzerinde neredeyse %98’lere varan bir inancı işçilerimizin sergilediği

görülmektedir. Bu bağlamda en yüksek puanın 36,00 olduğu bu ölçekte alınan puanların

ortalamaları bu inancın yüksekliğini sergilemektedir. Bu bağlamda Gardet’in şu sözünü

aktarmak durumundayız, “Günümüzde doğrudan doğruya dini duygudan en uzak

olanlar, mesela şehirsel merkezde oturan ve Marksizm’in en çok etkilediği işçiler bile

Hz. Muhammed’in cemaatine mensup olmaktan gurur duymaktadırlar” (Mardin, 2005,

74).

Page 166: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

150

Görüldüğü üzere insan hayatının her aşamasını etki altına alan hayatı

değerlendirmede, kararlar vermede ve bu kararları ifade tarzı haline getirmede kısacası

söz, fiil ve davranışlarının tümünde temel teşkil eden özelliklerin tümünde yatan genel

eğilimi ifade edilen bu inançlarda görmekteyiz. Toplumsal birlikteliğin temelini teşkil

eden değerlerin rengini belirten bu sonuç bu örneklem bağlamında genel bir anlayışı da

yansıtmaktadır. Örneğin Mersin ve Konya’da işçiler üzerinde yapılan araştırmalarda da

benzer sonuçlar çıkmaktadır (Akgül, 1991; Karaman, 2000).

İnanç durumu bakımından inanmayanlarında toplumumuzda az da olsa mevcut

olup bunu farklı bir din algısına sahip olma, yetişme tarzı, çevresel şartlar veya

psikolojik nedenlerle açıklayabiliriz. Genel anlamda inanmayanlardan ziyade şüpheleri

olan veya inancını netleştiremeyen işçilerin olduğunu ve hatta anket uygulaması

esnasında bu tip sorularla karşılaştığımızı ifade etmeliyiz. Teodise (kötülük problemi)

bağlamında sorulan soruların yanında bazen şüphelerinin oluştuğunu ve bunun inancı

etkilediğini belirten çeşitli sorular görülmüştür. Genel de kelam problemleri, alınan dini

eğitimin düşük olmasının yanında sürekli olarak dönemsel yaşanılan dini problemlerin

çözümlenmemesinin yoğunlaşmasıyla ortaya çıkan durumlar olarak ta

gözlemlenmektedir. Ayrıca farklı yayınların özellikle işçilerin anlayışına yansıması

etkin olmakta ve yine işçilerin haklarını savunanların ideolojik eğilimlerinin inanca ket

vurması etkileyici bir neden olarak ifade edilmektedir.

Tablo 40. Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun Medeni Hale Göre Analizi (t-testi)

Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun Medeni Hale Göre Analizi (t-testi)

Medeni Hal n x ss sd t p

İnanç

Durumu

Evli 233 35,3047 2,06715 299 1,527 ,128

Bekâr 68 34,8676 2,10830

Medeni hal insanların sahip olduğu toplumsal statü ve rollerin

belirginleşmesinde çok önemli bir etkendir. Özellikle Türk toplumunda evli olmanın

önemli bir toplumsal konum sağladığı, aileye verilen değer bağlamında

gözlemlenmektedir. Aile olmanın inançları daha da olgunlaştırdığı, düşünceye olan

katkısı nedeniyle toplumsal algılamalara yönelik katılımcı bir tavır geliştirdiği

düşünülmektedir.

Page 167: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

151

İnançla ilgili kullandığımız ölçekten alınan puanları medeni hale göre

değerlendirdiğimizde evli olanların ortalama 35,30 puan aldıkları, bekârların ise 34,86

puan aldıkları görülmektedir. Evlilerin inanç ölçeğinden daha yüksek puan aldığı

araştırmamızda evliliğin dini inanç noktasında olumlu bir etkisi olduğunu ortaya

koymaktadır. Özellikle evli insanların bekârlığa göre daha sağlam ve farklı bir bakış

açısı geliştiriyor oluşu bağlamında olgunlaşma ve yaşın da etkisiyle daha farklı bir

düşünceye kapı açması olağandır. Böylece evlilerin aldığı inanç puanlarının ortalaması

bekârlardan yüksek olduğu görülmekte olup yalnız bunun anlamlı bir farklılığa da

ulaşmadığı ortadadır. Binaenaleyh işçilerde de evli olsun bekâr olsun zaten inanç

puanları çok yüksektir.

Tablo 41. Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun Yaşa Göre Analizi (t-testi)

Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun Yaşa Göre Analizi (t-testi) Yas n x ss sd t p

İnanç Durumu

15–35 Yaş 195 35,3179 1,52351 299 1,267 ,206

36 ve + Yaş 106 35,0000 2,83179 Dini yaşayışın inanç boyutunun yaşa göre analiz edildiği tablo 41’de yine çok

yüksek puanlarla karşılaşmaktayız. Anlamlı bir farklılaşma olmamakla birlikte genç

yaşta olanların çok az bir farkla yaşlı olanlara göre daha yüksek puana sahip oldukları

görülmektedir. 15–35 yaş arası işçilerin inanç ölçeğinden aldıkları puanların ortalaması

35,31’ken 36 yaş ve üzerinde olanların aldıkları puanların ortalaması ise 35,00’dır.

İşçiler de yaşa göre inanç bakımından anlamlı bir farklılığın olmayışı diğer

değişkenler bağlamında zikrettiğimiz gibidir. İnançla yetişen bu insanların yaşa göre

inançları klasik bağlamda da olsa devam etmekte ve ömür boyu farklı eğitimlere de tabi

olsa belli kalıplarla anlamlandırılmaya devam etmektedir. bu noktada yaş ilerledikçe

dini inancın derûnî ve sosyal bağlamı değişse de veya özellikle öte dünya algılamaları

farklılaşsa da yine de bu inanç kalıplarının varlığı devamlı tekrarlanmaktadır.

Yaşın insanın belli dini kalıplar hususundaki bilgisinde önemli bir etken

olmasının yanında özellikle değişen yaşam şartlarının etkisinin de hissedilmesinde

belirleyici olması gibi hususları göz önünde bulundurduğumuzda yaşın ilerlemesiyle

birlikte inancın gençlere göre biraz daha etkinliğinin artacağı düşünülmektedir. Gençlik

beklentilerinin yüksek oluşu ve dünya ile ilgili düşüncelerinin yoğunluğu inancına etki

etmekle birlikte görüldüğü gibi araştırmamızda yaş ilerledikçe inanç ölçeğinden alınan

Page 168: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

152

puan düşmüştür. Fakat yine de alınan puanlar arasındaki farkın farklılaşmayı

yansıtmaması önemlidir.

Tablo 42. Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun Öğrenim Durumuna Göre Analizi

(t-testi)

Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun Öğrenim Durumuna Göre Analizi (t-testi)

Öğrenim Durumu n x ss sd t p

İnanç

Durumu

Okur-Yazar Değil, Okur-Yazar ve İlköğretim

177 35,3729 1,73760 299 1,667 ,096

Lise ve Dengi Okul, Fakülte veya Yüksekokul

124 34,9677 2,47897

Öğrenim durumunun inanç boyutuna etkisi olduğu bir gerçektir. Öğrenim

seviyesi arttıkça dini inancın yapısında ve hayata etkisinde farklılaşmalara yol açacağı

muhakkaktır. Alınan eğitimin kendisi önemli olmakla birlikte eğitimli insanların bilgi

ve değerlendirmeleri de olumlu veya olumsuz yönde dini inancın algılanışına ve

uygulamalara yönelik etkisine kaynaklık etmekte, değişik görüş ve beklentilerin

oynadığı rollerin yanında özellikle seküler kurumların içerdiği kültürün de etkisi bunda

rol oynayabilmektedir. Örneğin fabrikaların inançtan uzak bölgeler olduğuna dair

algılamaların olduğu dönemden bugüne bunun etkisini farklı şekillerde devam etmekte

olduğuna şahit olmaktayız. Diğer açıdan belli eğitim seviyesine ulaşmış insanların

aldıkları pozitivist eğitim anlayışının da etkisiyle dini inançlara karşı olumsuz tutum

sergileyebilmekte bu da bu insanlar arasında ortak bir kültüre yol açarak anlayışlarda

farklılaşmalara neden olabilmektedir.

Tabloda gördüğümüz gibi okur-yazar, okur-yazar değil, ilkokul ve ortaokul

mezunlarının inanç ölçeğinden aldıkları puanların ortalaması 35,37 çıkmıştır. Tam

puana (36,00) yakın olan bu puan inancın ilköğretim düzeyine kadar eğitim görenlerde

çok yüksek olduğuna işaret etmektedir. Lise, fakülte ve yüksekokul mezunları ise inanç

ölçeğinden 34,96 puan almıştır. İlk grubun puanına yakın olan bu puanları analiz

ettiğimizde anlamlı bir farklılığa ulaşmamaktayız. Görüldüğü gibi alınan eğitimin

seviyesi inanç konusunda anlamlı bir farklılığa yol açmamaktadır. Bu sonuçlar bize

Türk toplumunun kültürünün inancın oluşumuna olan etkisini göstermekte ve aslında

dini bilgilerin ve eğitimin toplum tarafından aileden başlayarak aktarılmasına dair

önceki değerlendirmelerimizi doğrulamaktadır. Özellikle dini inanç bakımından diğer

Page 169: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

153

araştırmaları da birlikte değerlendirdiğimizde güçlü bir eğilim sergileyen Türk toplumu

bunu kültürleme yoluyla da yeni nesillere ulaştırmaktadır. Kıyaslama açısından Batı

toplumlarına baktığımız da durum farklıdır. Batı medeniyetinin kökleri ve sanayi

inkılâbının çıkışında önemli görevler yapan pozitivist gelişme, kurduğu ve geliştirdiği

maddi kültür unsurlarına, aynı zamanda manevi bir kültür, yani bir üst sistem ideolojisi

de vermiştir. Bu muhteva ile gelişen ve şekillenen sosyal sistem ve yapılar insanların

zihinlerinde ve inançlarında da etkili olmuştur. Netice de semavi unsurlarla

münasebetlerini koparan Batı, bütün hesap ve düşüncelerini dünya üzerine kurmuştur.

Dünya ile sınırlanan vicdanlar da dine ait bütün değerler yok olma durumuna gelmiş ve

dolayısıyla bütün inanç esasları hakkında şüpheler ve inanç boşlukları oluşmuştur. Batı

içerisinde özellikle kültürel farklılaşmaların bu boşluklara etkisi yadsınamaz. Bu

noktada Amerikan toplumunun daha dindar bir eğilim sergilemesi bunu göstermektedir.

Öte yandan bilimsel gelişmeler karşısında din Batı’da kendi öz kutsal alanına doğru

çekilmekte, içe atılmakta ve bir vicdan meselesi haline gelmekte iken, toplumda profan

ve maddi hedeflere yönelişte büyük bir önem kazanmakta ve hatta temel değerler

arasında ilk sırayı almaktadır (Günay, 1986). Bu sonuçlar Türk toplumunda inanç

meselesinin kültürel bağlamlarının farklı olduğunu ve dolayısıyla düşük inanç

sergileyen batı toplumlarında ki bilimsel gelişmelerin etkisinin aynı şekilde

görülmediğini ortaya koymaktadır.

Tablo 43. Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun Gelire Göre Analizi (t-testi)

Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun Gelire Göre Analizi (t-testi)

Gelir n x ss sd t p

İnanç

Durumu

Alt 144 35,1250 2,10186 299 -,646 ,519

Orta 157 35,2803 2,06570

Gelir durumuna göre dinin inanç boyutundan alınan puanların değerlendirilmesi

sonucunda alt gelir gurubuna sahip olanların orta gelir grubuna göre daha az olduğu

görülmektedir. Fakat bu farklılık o kadar az ki anlamlılık bakımından değerlendirmek

dahi mümkün olmamaktadır. Alt gelir grubuna mensup olanlar 35,12 puan alırken, orta

gelir grubuna mensup olanlar 35,28 puan almışlardır. Genel anlamda işçi sınıfı

bağlamında düşük dindarlık öngörülerinin olduğunu ve özellikle alt gelir grubunda

olanların bunda etkin bir duruş sergileyeceğini öngörmekteyiz. Fakat bu öngörülerin

Page 170: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

154

Türk toplumunda çokta geçerli olmadığı özellikle inanç bağlamında daha da

belirginleşmektedir. Bu noktada modern sanayi toplumlarında toplumun alt tabakalarına

mensup olanların ve hususiyle büyük ve hatta orta büyüklükteki ve küçük sanayi

şehirlerinde ki işçi sınıfının dine ve dini pratiklere en az ilgi duyan toplum kesimini

meydan getirdikleri bir vakıadır (Chalfant, Beckley & Palmer, 1994, 344-368). Weber

dinin üst tabakaların meşrulaştırıcı durumundan dolayı bunun böyle olduğunu ifade

ederken Marksist nazariyeye yaklaşmaktadır. Fakat bu durumun istisnası Polonya ve

İrlanda gibi bazı ülkelere ülkemizi de katmak gerekmektedir. Özellikle inanç puanları

bu durumu göstermektedir.

Tablo 44. Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun Mesleki Statüye Göre Analizi (t-testi)

Dinin İnanç Boyutunun Mesleki Statüye Göre Analizi (t-testi)

Mesleki Statü n x ss sd t p

İnanç

Durumu

Düz, Kalifiye İşçi 198 35,0455 2,41883 299 -1,863 ,063

Usta, Ustabaşı 103 35,5146 1,13642

İşçilerin mesleki statülerinin dini inançlarına olan etkisini analiz ettiğimizde

anlamlı bir farklılığa rastlamamaktayız. Düz işçi ve kalifiye işçilerin aldığı puanların

ortalaması 35,04 olup usta ve ustabaşıların aldığı puanların ortalaması ise 35,51

oranındadır. Bu puanlara baktığımızda ustaların aldığı puanların yüksek oluşu dikkate

değer. Bu puanların kendisini orta gelir grubuna mensup sayan ustaların genle

duruşuyla uyumlu olduğunu ifade etmeliyiz. Böylece tabakalaşma bağlamında ifade

ettiğimiz hususlarda da görüleceği gibi dindarlık puanlarının alt gelir grubunda ve

mesleki statüsü düşük işçilerde azalacağı yönünde ki genel görüş ifadesini bulmaktadır.

Diğer yönden bu farklılığın anlamlı bir seviyeye ulaşmaması durumun Türk işçilerde

değiştiğini belirlemektedir.

Tablo 45. Dini Yaşayışın İnanç Boyutunun İşkoluna Göre Analizi (Tek Yönlü

ANOVA)

İş Kolu N X Standart Sapma Standart Hata

1.Gıda 101 35,4554 1,76932 ,17605 2.Tekstil 48 35,3125 1,67784 ,24218

3.Makine-imalat 54 35,0185 2,21905 ,30197 4.Plastik 3 29,0000 10,44031 6,02771

Page 171: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

155

Tablo 45.Devamı İş Kolu N X Standart Sapma Standart Hata

5.Yapı-İnşaat 46 35,3478 1,49395 ,22027 6.Mobilya 45 35,0222 1,81520 ,27059

7.Matbaa-Basım 4 35,2500 ,95743 ,47871 Toplam 301 35,2060 2,08105 ,11995

Tek Yönlü ANOVA

Varyansın kaynağı Kareler Toplamı Sd Kareler

Ortalaması F P Gruplar

arası anlamlı fark

Gruplar Arası 126,723 6 21,121 5,296 ,000 4 ile diğerleri arasında. Gruplar İçi 1172,506 294 3,988

Toplam 1299,229 300

Çeşitli işkollarına bağlı olan işçiler üzerinde yaptığımız araştırmamız da işçiler

arasında işkolu bağlamında dindarlık açısından farklılaşma olup olmadığını bize

göstermesi için işkolları ile inanç puanlarının analizini yaptığımızda anlamlı

farklılaşmalarla karşılaşmaktayız. Yalnız bu anlamlı farklılık sadece plastik sektörü ile

diğer sektörler arasında görülmektedir.

Tabloya göre inanç ölçeğinden en yüksek puanı gıda sektöründe yer alan işçiler

almıştır (ort: 35.45). Bunları ise sırasıyla yapı-inşaat (ort: 35.34), tekstil (ort: 35.31),

matbaa-basım (ort: 35.25), mobilya (ort: 35.02), makine-imalat (ort: 35.01) ve plastik

(ort: 29.00) sektörü takip etmektedir. Ölçekten en düşük puan alan plastik sektörü olup

yalnız değerlendirme açısından yeterli sayıyı bize sunmamaktadır. Aynı şekilde matbaa

ve basım sektöründe ulaştığımız işçilerin azlığından dolayı onları da eğer

değerlendirmeye almazsak gruplar arasında tek yönlü varyans analizine (ANOVA) göre

p<,05 düzeyinde anlamlı bir farklılığa ulaşılmamaktadır. Zaten post hoc (scheffe)

analizi çıkardığımız sektörlerden sadece plastikle diğer sektörler arasında anlamlı bir

farklılık olduğunu gösterirken, bu farklılığın alınan puanlarda da açık olarak

göründüğünü ifade edebiliriz.

Ortalamalar açısından ise tüm işçilerin aldığı puanları ortalaması (ort: 35.20)

olarak gözükmekte ve bu ortalamanın üzerinde gıda, tekstil, yapı-inşaat ve matbaa-

basım sektörleri gözükmektedir. Makine imalat, mobilya ve plastik sektörleri ise

ortalamanın altında gözükmektedir.dindarlığı daha belirgin olarak ifade eden sektörlerin

yanında bunu net olarak ifade edemeyen, belirtmeyen, dindarlığı içe dönük olarak

yaşayanların yanında dini inancı yeteri kadar taşımayan veya çeşitli inanç problemleri

Page 172: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

156

olanlarda olabilir. Özellikle Adana şehrinin gelişmiş sanayisine çektiği işgücünün çeşitli

bölgelerden ve çeşitli kültürel alanlardan insanları kendisine çekmektedir. Bu noktada

kozmopolit bir yapı sergileyen Adana işçileri arasında da farklı inancı taşıyanların

yanında farklı değişkenlere bağlı olarak inanç hususunda özellikle de kader algısı ve

hissi bağlamında şüphelerin veya kaderin tanımlanması hususunda değişik görüşlerin –

mezhebi farklılaşma da olabilir- olduğu görülmektedir.

Ayrıca farklı inançların Adana’nın kendi kültürel yapısında mevcut olduğunu ve

bu bağlamda her ne kadar kendilerine ulaşma isteğimize olumlu cevap alamadığımızı

ifade etmeliyiz. Farklı kültürel bağlamların ülkemiz içinde bir zenginlik kaynağı olduğu

artık bilinen bir gerçek olmakla birlikte mevcut önyargıların yıkılması noktasında da

doğru bilginin ne kadar önemli olduğu tartışılmaz bir gerçek olarak karşımızda

durmaktadır. Bu noktada Adana ili için yapılmış olan bir araştırmada da doğru bilgilere

ulaşamamanın yanında belli kalıpların kültürel bağlamlarda oluşturularak

değerlendirmelerin buna göre yapıldığına ve bunların içlerinde birçok yanlışları

barındırdığına dikkat çekmektedir (Yapıcı, 2004).

Farklı kültürlerin birbirini değerlendirmede kullandığı stereotiplerin tarihsel

süreç içerisinde oluşmuş ve toplumların birbirlerini değerlendirmelerinde kaynak olarak

kullandıkları ve daha kolay bir tanımlama sağlayan özelliklerin ifadesi olarak

yansımalarını günümüzde de belirgin olarak görmekteyiz. Küreselleşmeyle birlikte

yaygınlaşan kitle iletişim araçlarının bu tanımlamalarda ki yanlışlıkları düzeltebilme

gücü de sağlıklı iletişim kurabilen toplumlar arasında daha kolay olurken öte yandan

belli güçlere sahip ulusların bu mekanizmalara sahip olmaları süreci kendileri lehine

çevirmeleri ve olumsuzluklarda katkı sağlamaları gözlenmektedir. Bu noktada güçlü

propaganda tekniklerinin süreci çevirmede etkin olmasına rağmen yine de insanların

kendilerini oldukları gibi tanımlamaya devam etmesi önem kazanmaktadır. Sonuçta

farklı inançların kültürel olarak var olmaları toplumsal alanda ki ifade tarzlarına ve

kendilerini sunabilmelerine bağlı olmakla birlikte toplumların tolerans düzeyi de

duruma etki eden ana faktör olarak varolmaya devam edeceğe benzemektedir.

Page 173: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

157

Tablo 46. Öznel Kimlik Algısına Göre İnanç Boyutu (Tek Yönlü ANOVA)

Kimlik Algısı N X Standart Sapma

Standart Hata

1.Türk 12 35,1667 ,83485 ,24100

2.Müslüman 54 35,7037 ,60281 ,08203

3.Müslüman-Türk 181 35,6243 1,10165 ,08188

4.İnsan 54 33,3148 3,92296 ,53385

Toplam 301 35,2060 2,08105 ,11995

Tek Yönlü ANOVA

Varyansın kaynağı

Kareler Toplamı Sd Kareler

Ortalaması F P Gruplar

arası anlamlı fark

Gruplar arası 238,202 3 79,401 22,226 ,000 4 ile 1,2 ve 3 arasında

Gruplar içi 1061,027 297 3,572

Toplam 1299,229 300

Kimlik tartışmalarının yoğunlaştığı günümüz dünyasında, dinsel ve kültürel

kimlik algılamalarının çok ötesinde farklı kimlik tartışmaları içerisinde kendimizi

bulmaktayız. Kuramsal tartışmasını yaptığımız kimlik algısının dini ve milli olarak

sunulduğu tezimizde öncelikli olarak işçilerin kendilerini hangi kimlikle ifade ettikleri

değerlendirilmiştir.

Modernleşme sürecinin endüstrileşme bağlamında ortaya çıkardığı problemlerin

çözümünde kendi aidiyetlerinden kopmak istemeyen insanlar varoluşlarının temelinde

gördükleri bir kimlik algısının yanında sıfat olarak kullandıkları veya gerektiğinde

sosyal olarak tatmin buldukları bir değerlendirme biçimi olarak ta kimlik algısına sahip

olabilmektedirler

Kimlik algısının ideolojik boyutunun etkisi dini anlayışa da tesir etmekte olup bu

durum değişken olarak ele alındığında farklı dindarlık tipolojileri ortaya çıkarmaktadır.

Özellikle günümüzde kimlik tartışmalarının dinsel boyutunun yoğunlukla belirleyici

oluşu dindarlığa da etki etmektedir. Böylece kimlik inanılan ve yaşanılan dinin bir

ifadesi gibi de sunulmaktadır.

Bu noktada kimlik algısının inanç boyutunda nasıl bir puanlamaya yol açtığını

görmek için yaptığımız tek yönlü varyans analizinde (ANOVA) inanç boyutundan en

yüksek puanı (ort: 35.70) kendisini “Müslüman” olarak görenler almıştır. İkinci sırada

kendisini “Müslüman-Türk” olarak görenler (ort: 35.62) bulunurken, üçüncü sırada

Page 174: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

158

kendisini “Türk” olarak görenler (ort: 35.16) bulunmakta, son sırada ise kendisini

“insan” olarak görenler (ort: 33.31) yer almaktadır. Toplamda ise ortalama 35.20 puan

alındığı görülmekte, 2.ve 3. grup ortalamanın üzerinde puan alırken 1. ve 4. grup ise

ortalamanın altında puan almaktadır. Anlamlılık düzeyinde ise yaptığımız tek yönlü

varyans analizinde (ANOVA) (p.<,000) anlamlı bir farklılaşma görülmekte ve bu

farklılaşmanın hangi gruplar arasında olduğunu görmek için yaptığımız post-hoc

(scheffe) analizinde ise 4. gruptaki işçilerin diğer guruplardaki işçilerle inanç

bakımından anlamlı bir şekilde farklılaştığı ortaya çıkmaktadır.

Sonuçta işçilerin kimlik algılamalarının dini inancına olan etkisini alınan

puanlarda görmekteyiz. Öte yandan inanç açısından Türk toplumuna mahsus olan

yüksek oranda ki inanç ortalamalarının kimlik bağlamında yaptığımız analizde de

ortaya çıktığı görülmektedir. Bu durum da kimliğin dini duyguların ardından gelen

sosyal bakış açısını ifade eden öncüller oluşturduğunu belirtebiliriz. Ve bu noktada

inanç ortak kimliği yansıtabilecek oranda etkin ve güçlü olabilmektedir.

Tablo 47. Öznel Dindarlık Algısına Göre İnanç Boyutu (Tek Yönlü ANOVA)

Dindarlık Algısı N X Standart Sapma

Standart Hata

Hiç dindar değil 22 31,1818 5,00130 1,06628 Biraz dindar 108 35,2407 1,58775 ,15278

Dindar 142 35,6972 ,64125 ,05381 Çok dindar 29 35,7241 1,30648 ,24261

Toplam 301 35,2060 2,08105 ,11995 Tek Yönlü ANOVA

Varyansın kaynağı

Kareler Toplamı Sd Kareler

Ortalaması F P Gruplar

arası anlamlı fark

Gruplar Arası 398,444 3 132,815 43,791 ,000 1. ile diğerleri arasında.

Gruplar İçi 900,785 297 3,033 Toplam 1299,229 300

Tablo 47’de inanç ölçeğinden alınan puanların dindarlık algısına göre

farklılaşmaktadır. Kendisini hiç dindar görmeyenlerin aldığı puan (ort: 31.18) biraz

dindar görenlerin aldığı puan (ort: 35.24) dindar görenlerin aldığı puan (ort: 35.69) çok

dindar görenlerin ise aldığı puan (ort: 35.72)’dir. Görüldüğü gibi dindarlık algısı arttıkça

ölçekten alınan puanlarda artmakta ve sonuçta dindarlık algısıyla inanç bağlamında

anlamlı bir ilişki ortaya çıkmaktadır. Tabloda ölçekten alınan ortalama puanın 35.20

olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda hiç dindar olmayanların haricinde tüm

Page 175: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

159

grupların aldığı puanların ortalamasının yüksek olduğunu görmekteyiz. Bu noktada

gruplar arasında gözlenen bu farklılıkların tek yönlü varyans analizine göre (ANOVA)

p<05 düzeyinde anlamlı olduğunu görüyoruz. Post hoc (scheffe) analizi ise söz konusu

anlamlılığın hiç dindar olmayanlarla, biraz dindar, dindar ve çok dindar olanlar arasında

olduğunu göstermektedir.

Tablo 48. Dine Önem Verme Düşüncesine Göre İnanç Boyutu (Tek Yönlü ANOVA)

Din önem düşüncesi N X Standart

Sapma

Standart

Hata

Hiç önemli değil 4 29,7500 8,95824 4,47912

Biraz önemli 24 32,0833 3,76386 ,76830

Önemli 54 35,2593 1,62742 ,22146

Çok önemli 219 35,6347 ,95489 ,06453

Toplam 301 35,2060 2,08105 ,11995

Tek Yönlü ANOVA

Varyansın kaynağı Kareler

Toplamı Sd

Kareler

Ortalama

F P Gruplar arası anlamlı fark

Gruplar arası 393,499 3 131,166 43,011 ,000 1 ile 2, 3, 4 arasında, 2 ile 3, 4 arasında

Gruplar içi 905,730 297 3,050 Toplam 1299,229 300

Katılımcıların dine önem verme açısından değerlendirilmesinin ardından inanç

ölçeğinden alınan puanların da din önem düşüncesine göre analiz edilmesi sonucunda

anlamlı farklılıklarla karşılaşıyoruz. İnanç ölçeğinden dini hiç önemli görmeyenlerin

aldığı ortalama puan 29.75 düzeyinde iken, dini biraz önemli görenlerin aldığı puan

32.08, dini önemli görenlerin 35.25, dini çok önemli görenlerin ise 35.63 ortalama puan

aldıkları görülmektedir. Ölçekten toplam da 35.20 puan alındığı görülmekte ve bu

ortalamanın üzerine sadece dini önemli ve çok önemli görenlerin çıktığı görülmektedir.

Dini hiç önemli görmeyenlerle biraz önemli görenlerin ise bu ortalamanın altında

kaldığı görülmektedir. Görüldüğü gibi din önem düşüncesi arttıkça inanç ölçeğinden

alınan puanlar artmakta ve farklılaşmalar meydana gelmektedir. Bu noktada gruplar

arasında gözlenen bu farklılıkların tek yönlü varyans analizine göre (ANOVA) p<05

düzeyinde anlamlı olduğunu görüyoruz. Post hoc (scheffe) analizi ise söz konusu

Page 176: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

160

anlamlılığın dine hiç önem vermeyenlerle dine biraz önem verenler, dine önem verenler

ve dine çok önem verenler arasındadır. Ayrıca dine biraz önem verenlerle dine önem

verenler ve çok önem verenler arasında da farklılıkların anlamlılık seviyesine ulaştığına

görmekteyiz. Tüm grupların aldığı puanların yüksekliği ise işçilerde farklı değişkenler

bağlamında dahi olsa inancın yüksek bir eğilime sahip olduğunu ve dine önem

vermeseler dahi dini inancın bulunduğunu görmekteyiz. Özellikle çeşitli ideolojiler

bağlamında işçilerin düşük bir inanç sergileyecekleri düşünülebilir. Fakat görüldüğü

gibi dinin faklı nedenlerle önem arz etmemesi onların belli esaslara olan inancını ifade

etmelerine engel olmamaktadır. Dindarlığın inanç boyutunun bu dışavurumu kültürel

bir unsurun yansımaları olabileceği gibi bizzat dinin kendi etkisi olma ihtimali özellikle

dine az önem verenlerde gözlenen bir durum olmaktadır.

Tablo 49. Çalışma Yılına Göre İnanç Boyutu (Tek Yönlü ANOVA)

Çalışma Yılı N X Standart

Sapma Standart Hata

0–5 Yıl 93 35,3118 1,65489 ,17160

6–10 Yıl 97 35,4021 1,39687 ,14183

11-+ Yıl 111 34,9459 2,77599 ,26349

Toplam 301 35,2060 2,08105 ,11995

Tek Yönlü ANOVA

Varyansın kaynağı Kareler

Toplamı Sd

Kareler

Ortalaması F P

Gruplar arası anlamlı

fark Gruplar Arası 12,277 2 6,138 1,421 ,243

Anlamlı fark yoktur.

Gruplar İçi 1286,952 298 4,319 Toplam 1299,229 300

Çalışma yılının dini inanca etki edebileceğini farz ederek oluşturduğumuz bu

analiz sonucunda işçiler arasında anlamlılık seviyesine ulaşan bir farklılaşmayla

karşılaşmamaktayız. Çalışma yılına göre üç gruba ayırdığımız işçilerin 0-5 yıl arasında

çalışanlarının aldıkları puanların ortalamasının 35.31 olduğunu görüyoruz. 6-10 yıl

arasında çalışanların inanç ölçeğinden aldıkları puanların ortalamasının ise 35.40

olduğunu görürken 11 ve üzeri yıldır işçilik yapanların aldıkları puanların ortalamasının

ise 34.94’e düştüğünü görmekteyiz. Bu noktada ölçekten alınan puanların ortalamasının

en yükseğini 6 ile 10 yıl arasındaki çalışanlarda görürken ikinci sırada 1 ile 5 yıl

Page 177: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

161

arasında çalışanlarda görmekte son olarak ise ölçekten en düşük puan ortalamasının 11

ve üzeri yıldır çalışanlarda görmekteyiz.

Ölçekten alınan ortalama puanların toplamı ise 35.20 düzeyinde olup tüm

grupların bu ortalamanın üzerinde puan aldıklarını söyleyebiliriz. Bu da yaş bağlamında

anlamlı bir farklılık olmamasının ötesinde tüm grupların ortalamanın üzerinde bir puan

almaları onların dini inanç düzeyinin yüksekliğine ve güçlü bir ifade tarzına sahip

olduğunu söyleyebiliriz. Türk toplumunda mevcut olan yüksek inanç oranı bu değişken

bağlamında da kendisini göstermiş ve bu oran işçilerin inanç durumunda çalışma yılının

önemli bir etken olmadığını göstermiştir. Dikkat çeken bir husus ise çalışma yılı arttıkça

puanlar da artmaktadır.

Sonuç olarak ise gruplar arasında farklılıklar gözlense de bu farklılığın tek yönlü

varyans analizine göre (ANOVA) p<05 düzeyinde anlamlı olmadığını görüyoruz.

3.10. Araştırmaya Katılanların İbadetle İlgili Durumları

Dinin ibadet boyutu ile ilgili olarak araştırmamızda kullandığımız ölçek toplam

on beş sorudan oluşmaktadır. Bu sorular da dinin pratik yönleriyle ilgili sorulardan

oluşmakta ve işçilerin dini uygulamalara verdikleri önem tespit edilmeye

çalışılmaktadır. Öncelikle genel bir ifadeyle, “1. İnancımın gereği olan ibadetlerimi

yerine getiriyorum”’la başlanmış ve tüm ifadelerde de verilecek olan “her zaman”,

“çoğu zaman”, “bazen”, “hiç” şıkları sunulmuştur. Bağımsız değişkenlerle bu ölçeği

değerlendirdiğimizde, inanç ölçeğinden çok daha farklı sonuçlarla karşılaşmaktayız.

Dindarlığın değerlendirilmesinde dinin farklı boyutları göz önünde

bulundurulmuş ve bu bağlamda genel olarak inanç boyutundan sonra ibadet boyutu

ifade edilmiştir. İbadetler bireysel olabileceği gibi toplumsal da olabilir. Diğer yönden

sadece manevi olarak yapılabileceği gibi davranışlarla da ifade edilebilir. Özellikle

inancın yansıması olarak bakılan ibadetlerin dindarlığın dışa dönük olarakta

yaşanmasını ifade etmektedir.

Page 178: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

162

Tablo 50. Cinsiyete Göre İbadetleri Yerine Getirme Durumu (Ki-kare)

İnancımın gereği olan ibadetlerimi yerine getiriyorum

Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Hiç N 20 5 25 % 7,7 11,9 8,3

Bazen N 132 25 157 % 51,0 59,5 52,2

Çoğu zaman N 61 11 72 % 23,6 26,2 23,9

Her zaman N 46 1 47 % 17,8 2,4 15,6

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=6,848 sd=3 p<0.077

Cinsiyet değişkeniyle bu ifadeyi değerlendirdiğimizde erkeklerin %7,7’si hiç,

%51’i bazen, %23,6’sı çoğu zaman, %17,8’i her zaman şıkkını işaretlerken kadınların

sırasıyla, %11,9’hiç, %59,5’i bazen, %26,2’si çoğu zaman, %2,4’ü her zaman şıkkını

işaretlemiştir. Toplam da bu sonuçlar %8,3, %52,2, %23,9 ve %15,6 şeklindedir. Ki-

kare analizine göre kadınlarla erkekler arasında anlamlı bir farklılığa ulaşılmamıştır

(p<,077). Medeni hal bağımsız değişkeniyle bu soruyu ki-kare analizine göre analiz

ettiğimizde yine anlamlı bir farklılığa ulaşamıyoruz (p<,632). Cinsiyet bağımsız

değişkeninde toplam da ortaya çıkan benzer sonuçlarla karşılaşmaktayız. Öğrenim

durumu bağlamında da yaptığımız analizde anlamlı bir farklılığa rastlamamaktayız

(p<,342). Bu durum mesleki statüsü farklı olan işçiler arasında da devam ederken son

olarak gelir durumuyla yaptığımız analizde (ki-kare) anlamlı bir farklılığa

rastlamaktayız. Özellikle kuramsal analizlerimizle de örtüşen bu sonuç bize alt gelir

gurubunda yer alan işçilerin daha az bir ibadet durumu sergilediğini ortaya koyacaktır.

İlk sorumuza alt gelir grubunda olanların %12,5’i hiç, %52,8’si bazen, %19,4’ü çoğu

zaman, %15,3’ü her zaman cevabını verirken, orta gelir grubunda olanların %4,5’i hiç,

%51,6’sı bazen, %28’i çoğu zaman, %15,9’u her zaman cevabını vermiştir. Toplamda

ise %8,3, %52,2, %23,9, %15,6 sonucu çıkmıştır. Ki-kare analizine göre anlamlı

farklılık p<,042’dir. Görüldüğü gibi genel anlamda ibadetleri yerine getirme hususunda

yığılma bazen seçeneğinde olmakta ve bu oran %50’yi her zaman aşmaktadır.

Page 179: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

163

Tablo 51. Cinsiyete Göre Namaz Kılma Durumu (Ki-kare)

Namazlarımı kılıyorum. Cinsiyet

Toplam Erkek Kadın

Hiç N 60 15 75 % 23,2 35,7 24,9

Bazen N 122 18 140 % 47,1 42,9 46,5

Çoğu zaman N 35 7 42 % 13,5 16,7 14,0

Her zaman N 42 2 44 % 16,2 4,8 14,6

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2 =5,925 sd=3 p<0.115

İkinci olarak “namazlarımı kılıyorum” ifadesine yine hiç, bazen, çoğu zaman ve

her zaman seçeneklerini cevap olarak sunduk. Cinsiyet bağlamında yaptığımız

değerlendirmede ki-kare analizine göre anlamlı bir farklılığa (p<,115) ulaşmamakla

birlikte erkeklerin namaz kılma durumu açısından yüzdelerinin kadınlardan biraz daha

yüksek olduğu ortaya çıkmaktadır. Toplam da ise namaz kılma durumu %24,9 hiç,

%46,5 bazen, %14 çoğu zaman ve % 14,6 her zamandır. Medeni hale göre yaptığımız

ki-kare analizinde ise yine anlamlı bir farklılığa (p<,129) ulaşmamaktayız. Fakat bu

analizde yüzdeler açısından erkeklerin namaza daha fazla eğildikleri ortaya çıkmaktadır.

Öğrenim durumuna göre yaptığımız analizin sonucunda öğrenim durumu arttıkça

namaza düzenli devam edenlerin oranı artmakla birlikte sonuçta ki-kare analizine göre

anlamlı bir faklılığa (p<,636) ulaşmamaktayız. Mesleki statü bağlamında yaptığımız

analizde bize anlamlı bir farklılığın (p<,105) olmadığını göstermekte ve hiç namaz

kılmayanlarla (%30) her zaman namaz kılanların (%17,6) çoğunluk yüzdesini kalifiye

işçilerde görmekteyiz. Gelir bağlamında yaptığımız analizde ise yine alt gelir grubunda

olanların daha az namaz ibadetine devam ettikleri anlaşılmaktadır. Alt gelir grubunda

olanların %31,9’u hiç, %40,3’ü bazen, %13,2’si çoğu zaman, %14,6’sı ise her zaman

namaz kılarken, orta gelir grubunda olanların %18,5’i hiç, %52,2’si bazen, %14,6’sı

çoğu zaman ve yine %14,6’sı her zaman namaz kılmaktadır. Toplamda ise %24,9,

%46,5, %14 ve %14,6 gibi bir namaz kılma oranlarıyla karşılaşmaktayız. Yaptığımız ki-

kare analizine göre ise sonuçlardaki bu farklılıklar anlamlılık seviyesine (p<,048)

ulaşmaktadır.

Page 180: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

164

Tablo 52. Cinsiyete Göre Oruç Tutma Durumu (Ki-kare)

Mazeretlerim dışında Ramazan ayında oruç tutuyorum.

Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Hiç N 29 5 34 % 11,2 11,9 11,3

Bazen N 55 12 67 % 21,2 28,6 22,3

Çoğu zaman N 49 7 56 % 18,9 16,7 18,6

Her zaman N 126 18 144 % 48,6 42,9 47,8

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=1,242 sd=3 p<0.743

Üçüncü olarak katılımcılara “mazeretlerim dışında Ramazan ayında oruç

tutuyorum” ifadesi sorulmuştur. Cinsiyet bağlamında yaptığımız analizde erkeklerin

%11,2’si hiç, %21,2’si bazen, %18,9’u çoğu zaman ve %48,6’sı ise her zaman oruç

tuttuğunu ifade ederken, kadınların ise %11,9’u hiç, %28,6’sı bazen, %16,7’si çoğu

zaman ve %42,9’u her zaman oruç tutmaktadır. Aslında namaz sorusunda da kadınların

erkeklerden daha az olumlu yüzdeliğe sahip olduğunu görmekteyken burada da yine

kadınlar daha az bir oruç tutma oranına sahip olmaktadır. Aslında bu sonuçlar kadın

dindarlığına dair hipotezlerimizle de uyuşmamaktadır. Oruç ibadetine devam hususunda

kadınlarla erkekler arasında böyle bir farklılık olmakla birlikte bu sonuçlar ki-kare

analizine göre anlamlılık seviyesine ulaşmamaktadır (p<,743). Medeni hale göre

yaptığımız analizde evlilerin %8,6’sı hiç, %21’i bazen, %18,5’i çoğu zaman, %51,9’u

her zaman oruç tutma şıkkını işaretlemelerine karşın, bekârların, %20,6’sı hiç, %26,5’i

bazen, %19,’i çoğu zaman ve %33,8’i her zaman oruç tuttuklarını ifade etmişlerdir. Bu

sonuçlarda ki farklılaşmaların anlamlılık seviyesine ulaştığını (p<012) ve evlilerin oruç

ibadetine daha devamlı olduklarını gözlemlemekteyiz. Öğrenim seviyesine göre

yaptığımız ki-kare analizinde ise yine anlamlı bir farklılığa rastlamamaktayız (p<,212).

Yine mesleki statü bağlamında yapılan ki-kare analizi de farklılaşmaların anlamlılık

seviyesine ulaşmadığını (p<,478) göstermemekle birlikte oruç ibadetini yerine getirme

oranlarının en düşüğüne kalifiye işçilerin sahip olduğu görülmektedir. Gelir durumuna

göre yaptığımız analizde ise yine orta gelir grubunda olanların daha fazla oruç tuttukları

anlaşılmakla birlikte bu farklılaşma ki-kare analizine göre anlamlılık seviyesine

(p<,198) ulaşmamaktadır.

Page 181: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

165

Tablo 53. Cinsiyete Göre Zekât Verme Durumu (Ki-kare)

Maddi gücüme göre zekâtımı veriyorum.

Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Hiç N 53 22 75 % 20,5 52,4 24,9

Bazen N 49 6 55 % 18,9 14,3 18,3

Çoğu zaman N 40 5 45 % 15,4 11,9 15,0

Her zaman N 117 9 126 % 45,2 21,4 41,9

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=20,371sd=3 p<0.000

Dördüncü olarak ise “maddi gücüme göre zekâtımı veriyorum” ifadesi yer

almakta olup bu ifadeye cinsiyet sürekli değişkeni bağlamında baktığımızda erkeklerin

%20,5’i hiç, %18,9’u bazen, %15,4’ü çoğu zaman ve %45,2’si her zaman vereceğini

söylemektedir. Kadınların ise, %52,4’ü hiç, %14,3’ü bazen, %11,9’u çoğu zaman,

%2,4’ü her zaman zekât verdiğini söylerken bu oranların ortalaması toplamda, %24,9,

%18,3, %15 ve %41,9 şeklindedir. Erkekler kadınlar arasında zekât verme bakımından

ortaya çıkan bu farklılaşmanın ki-kare analizine göre anlamlılık seviyesine ulaştığını

görmekteyiz (p<,000). Bu faklılaşmanın Türk toplumunda bu tip ibadetleri erkeklerin

yerine getireceğine dair taşınılan geleneksel durumla irtibatlandırabiliriz. Geleneksel

olarak toplumsal ibadetlere kadınlara erkeklere göre daha az bir katılım sergilemesinin

yanında bazı ibadetlerin erkek tarafına havale edilmesi de bunun etmeni olarak

görülebilir. Yine medeni hal bakımından baktığımız zaman ise evlilerin %20,2, %17,6,

%15,9 ve 46,4 oranında zekât verme durumuna sahipken bekârlarda bu oranlar %41,2,

%20,6, %11,8 ve %26,5 şeklindedir. Görüldüğü gibi bekârların zekât ibadetine yerine

getirme oranlarının düşük olması evlilerle aralarında ki-kare analizine göre anlamlı bir

farklılaşmanın ortaya çıkmasına neden olmaktadır (p<,002). Bu noktada bazı ibadetlerin

genelde yerine getirilme sıklığı aile olunca artmaktadır. İslam dininin evliliğe teşvik

edici yönünün de bu noktanın göz önünde bulundurulmasından kaynaklanıyor olabilir.

Evliliğin faydalarından birisi de ruhî ve bedenî ibadetlere olan olumlu etkisi olabilir.

Zaten genel puanlamada da evliler daha yüksek bir dindarlık puanlarına sahip

olmaktadırlar. Öğrenim durumuna göre yapılan ki-kare analizinde ise öğrenim

durumuna göre anlamlı bir farklılaşmaya rastlanmamaktadır (p<,786). Fakat dikkate

değer bir hususta öğrenim durumu arttıkça zekât verme oranlarının artmasıdır. İşçilerin

Page 182: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

166

mesleki statüsünü değişken olarak aldığımız ki-kare analizinde ise mesleki statünün

zekât vermede farklılaşmalara neden olduğunu ve özellikle düşük zekât verme oranına

sahip olan kalifiye işçilerin dikkat çektiğini söylemeliyiz. Bunun yanında statü arttıkça

zekât verme oranı artarken ortaya çıkan farklılaşma (p<,035) anlamlıdır. İşçilerin gelir

durumunu göz önünde bulundurarak yaptığımız analizde ise yine alt gelir grubunun

daha az zekât verme oranına sahip olduğunu görmekteyiz. Yaptığımız ki-kare

analizinde alt gelir ile orta gelir grubu arasında ortaya çıkan bu farklılaşma anlamlılık

seviyesine ulaşmaktadır (p<,001). Çıkan yüzdeler ise alt gelir grubunda %35,4, %13,9,

%13,9 ve 36,8 iken orta gelir grubunda %15,3, %22,3, %15,9 ve %46,5’tir. Görüldüğü

hiçten her zamana ulaşan bu yüzdelerde ki anlamlı farklılaşma ortaya çıkmaktadır.

Toplamda ise %42’si her zaman zekât verirken, %15,3’ü hiç vermemektedir.

Tablo 54. Cinsiyete Göre Hac İbadeti Durumu (Ki-kare)

Maddi gücüm uygun olursa, hacca gitmeyi düşünürüm.

Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Hiç N 19 4 23 % 7,3 9,5 7,6

Bazen N 41 6 47 % 15,8 14,3 15,6

Çoğu zaman N 36 8 44 % 13,9 19,0 14,6

Her zaman N 163 24 187 % 62,9 57,1 62,1

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=1,132 sd=3 p<0.769

Beşinci olarak ise “maddi gücüm uygun olursa, hacca gitmeyi düşünürüm”

ifadesi sorulmuş ve bu düşünceye hiç, bazen, çoğu zaman ve her zaman sahip olanlar

belirlenmeye çalışılmıştır. Değişkenler bağlamında yaptığımız ki-kare analizlerinde

anlamlı farklılaşmalara rastlamadık. Bunda özellikle hac ibadetinin gelenekle

bütünleşmiş bir ibadet olmasının, toplumsal temayüllerin ferdi etkisinin, bireylerin

farklı bir ibadet algılamasının, toplumsal değerlendirmede hac ibadetini yapanlara

yüksek bir saygınlık verilişi gibi toplumsal ve psikolojik ihtiyaçların yanında sadece

dini bir emir telakki etmenin iştiyakının olabileceğini görmekteyiz. Cinsiyet bağlamında

yaptığımız analizde erkeklerin %7,3’ü hiç, %15,8’i bazen, %13,9’u çoğu zaman ve

%62,9’u her zaman demekte, kadınların ise %9,5’i hiç, %14,3’ü bazen, %19,2u çoğu

Page 183: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

167

zaman ve % 57,1’i her zaman demektedir. Toplamda ise %7,6 hiç, %15,6 bazen, %14,6

çoğu zaman ve %62,1 her zaman hacca gitmeyi düşündüğünü ifade etmiştir.

Tablo 55. Cinsiyete Göre Kutsal Gün ve Geceleri Değerlendirme Durumu (Ki-kare)

Kutsal gün ve gecelerde dua ve ibadet yapıyorum

Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Hiç N 27 5 32 % 10,4 11,9 10,6

Bazen N 88 14 102 % 34,0 33,3 33,9

Çoğu zaman N 44 11 55 % 17,0 26,2 18,3

Her zaman N 100 12 112 % 38,6 28,6 37,2

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=2,732 sd=3 p<,435

Altıncı olarak ise “kutsal gün ve gecelerde dua ve ibadet yapıyorum” ifadesi

sorulmuş ve hiç, bazen, çoğu zaman ve her zaman seçenekleri sunulmuştur. Bağımsız

değişkenlerle yaptığımız analizlerde sonuçlarda farklılaşmalar görülmüştür. Cinsiyetler

ekseninde yaptığımız değerlendirmede erkeklerin %10,4’ü hiç, %34’ü bazen, %17’si

çoğu zaman, %38,6’sı ise her zaman, kadınların ise, %11,9’u hiç, %33,3’ü bazen,

%26,2’si çoğu zaman, %28,6’sı her zaman seçeneğini belirterek kutsal gün ve gecelerde

dua ve ibadete yöneliş durumlarını ifade etmişlerdir. Toplamda ise kutsal gün ve

gecelerde ibadet durumuna %10,6 hiç, % 33,9 bazen, %18,3 çoğu zaman, %37,2 ise her

zaman seçenekleriyle yanıt vermiştir. Ki-kare analizine göre anlamlı bir farklılaşmayı

yansıtmayan bu sonuçlar (p<,435) genel anlamda kandil geceleri, cuma geceleri,

ramazan geceleri ile ilgili kadınların ve erkeklerin dua ve ibadet eğilimlerini

yansıtmaktadır. Bilindiği gibi özellikle Türk toplumunda kandil geceleri çok önem

verilen gecelerdir. Bu geceler çeşitli yayınlar farklı bir atmosferde geçirilir. Bunun

işçilerde de akis bulduğuna şahit olmaktayız. Medeni hal değişkeni ile yaptığımız

analizde ise anlamlı bir farklılaşmaya rastlamamakla birlikte (p<,207) yine evlilerin

bekârlara oranla kutsal gün ve gecelere daha fazla önem verdiğini görmekteyiz.

Öğrenim durumunu göz önünde bulundurduğumuzda ise yine anlamlı bir farklılığa

rastlamamaktayız. Ortaokul ve lise mezunları kutsal gecelere daha fazla önem veriyor

gözüküyor, üniversite mezunları ise nispeten onlara yaklaşıyorken okur-yazar ve ilkokul

mezunları daha az önem veriyor gözükmektedir. Mesleki statü bağımsız değişkeninde

Page 184: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

168

ise ki-kare analizine göre anlamlı farklılaşmaya rastlamaktayız (p<,023). Düz işçilerin

%8,2’si hiç, %38,2’si bazen, %10,9’u çoğu zaman, %42,7’si ise her zaman kutsal

gecelere önem verirken bu oranlar kalifiye işçilerde, %17,6, %29,7, %26,4, %26,4’tür.

Ustalar da bu oran %5,1, %34,6, %19,2, %41 iken ustabaşılarda ise %13,6, %27,3,

%18,2, %40,9 şeklindedir. Görüldüğü gibi kalifiye işçilerde yine diğerlerinden daha az

oranlara rastlamaktayız. Usta ve ustabaşılarda ise diğerlerine göre nispeten yüksek

oranları görmekteyiz. Gelir durumu bağlamında yaptığımız ki-kare analizi de işçilerin

bu durumunu daha da aydınlatacaktır. Ki-kare analizinde anlamlı bir farklılaşmanın

olduğu görülmekte ve orta gelir seviyesinde olanların kutsal gün ve gecelerde dua ve

ibadet etme oranı da daha yüksek çıkmaktadır. Alt gelir grubunda %13,9 hiç, %36,8

bazen, %13,2 çoğu zaman, % 36,1 her zaman derken bu oranlar orta gelir grubunda

%7,6, %31,2, %22,9, %38,2 şeklindedir. Ölçeğin diğer sorularının analizinde de

görüldüğü gibi orta gelir grubunda olanların ibadetlerle ilgili durumlardan daha yüksek

sonuçlar aldığı ortaya çıkmaktadır.

Tablo 56. Cinsiyete Göre Nafile İbadet Durumu (Ki-kare)

Farz ibadetlerim dışında da ibadet ediyorum.

Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Hiç N 97 27 124 % 37,5 64,3 41,2

Bazen N 100 12 112 % 38,6 28,6 37,2

Çoğu zaman N 35 2 37 % 13,5 4,8 12,3

Her zaman N 27 1 28 % 10,4 2,4 9,3

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=12,061 sd=3 p<0.007

Yedinci olarak “farz ibadetlerim dışında da ibadet ediyorum” ifadesi

sorulmuştur. İbadetlerin yapılışında hüküm açısından farklılıkların göz önünde

bulundurulduğu muhakkaktır. İslam dinine mensup olan insanlar, öncelikle farz olan

yani din tarafından kesin olarak yapılması istenen ibadetleri yapmakta ve fırsat

buldukça veya dindarlığının derinliğine ve etkinliğine göre diğer ibadetlere de

yönelmektedirler. Bu noktada katılımcılar, farz ibadetlerin dışında diğer ibadetlere de

yöneliyorlar mı bunu gözlemlemek için yaptığımız analizde erkeklerin %37,5’i hiç,

%38,6’sı bazen, %13,5’i çoğu zaman, %10,4’ü ise her zaman derken bu oranlar

Page 185: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

169

kadınlarda %64,3, %28,6, %4,8 ve %2,4 şeklindedir. Toplamda ise %41,2 hiç, %37,2

bazen, %12,3 çoğu zaman, %9,3 ize her zaman sonucu çıkmıştır. Bu sonuçlar da ortaya

çıkan farklılaşmanın ki-kare analizine göre anlamlı bir seviyeye ulaştığını görmekteyiz

(p<,007). Evlilerde ise durum yine bekârlardan yüksek çıkmakta, yalnız bu faklılaşma

anlamlılık seviyesine ulaşmamaktadır. Öğrenim durumuna göre de anlamlı bir

farklılaşma ortaya çıkmazken üniversite mezunları bu ibadetlere yönelik davranışlarında

daha belirgin durumdadırlar. Kalifiye işçiler ise bu ibadetlere daha az devamlıyken,

ustalar daha fazla devamlı görünmekte ve fakat bu farklılaşmalar anlamlı bir seviyeye

ulaşmamaktadırlar. Gelir durumuna göre yaptığımız ki-kare analizi anlamlı bir farklılığı

göstermekte (p<,043) ve yine orta gelir grubundakiler farz ibadetlerin dışındaki

ibadetlere daha devamlı görünmektedirler.

Tablo 57. Cinsiyete Göre Dinsel Yayınları İzleme Durumu (Ki-kare)

Televizyonda yayınlanan dinsel programları seyrediyorum

Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Hiç N 42 10 52 % 16,2 23,8 17,3

Bazen N 136 26 162 % 52,5 61,9 53,8

Çoğu zaman N 33 5 38 % 12,7 11,9 12,6

Her zaman N 48 1 49 % 18,5 2,4 16,3

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=7,611 sd=3 p<,055

Sekizinci olarak “televizyonda yayınlanan dinsel programları seyrediyorum”

ifadesi sorulmuştur. Erkeklerin %16,2’si hiç, %52,5’i bazen, %12,7’si çoğu zaman,

%18,5’i ise her zaman derken, kadınların ise, %23,8’i hiç, %61,9’u bazen, %11,9’u

çoğu zaman, %2,4’ü her zaman cevabını vermiştir. Toplamda ise %17,3 hiç, %53,8

bazen, %12,6 çoğu zaman, %16,3 ise her zaman demektedir. Kadınlarla erkekler

arasındaki bu farklılaşma ki-kare analizine göre anlamlı bir seviyeye ulaşmakta

(p<,055) ve sonuçta çoğunlukla erkeklerin bu programları izlediği görülmektedir.

Medeni hale göre yaptığımız ki-kare analizine göre de anlamlı bir farklılaşma ortaya

çıkmaktadır (p<,004). Evlilerin bekârlara nazaran daha fazla dinsel yayınları izlediği

ortaya çıkmaktadır. Evlilerin %13,3’ü hiç dinsel yayınları izlemezken bu oran

bekârlarda %31’e çıkmaktadır. Yoğunlaşmaya baktığımızda ise ortalama %54’le dinsel

Page 186: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

170

yayınların izlendiğini görmekteyiz. İşçilerin öğrenim durumuna, mesleki statüsüne ve

gelir durumuna baktığımızda ise ki-kare analizine göre gruplar arasında anlamlı bir

farklılaşma görmemekteyiz.

İşçilerin dinsel yayınlara olan ilgisi düşük olmakla birlikte genel anlamda bu

durumun yayınların formatlarından da kaynaklandığını ifade edebiliriz. Günümüzde

kaliteli ve ilgi çekici yayınlarla sunulan dini programların izlenme seviyesi yükselirken,

klasik olarak anlatım yapan dinî programlar tercih edilmemektedir. İşçilerin bu noktada

çalışma hayatının yorgunluğunu atma vasıtaları olan televizyonları daha çok eğlence

temelli izlediklerini birebir görüşmelerimizden edindiğimiz bilgilere dayanarak

söyleyebiliriz.

Tablo 58. Cinsiyete Göre Dinsel Yayınları Okuma Durumu (Ki-kare)

Dinsel yayınlar okuyorum. Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Hiç N 92 30 122 % 35,5 71,4 40,5

Bazen N 105 8 113 % 40,5 19,0 37,5

Çoğu zaman N 31 2 33 % 12,0 4,8 11,0

Her zaman N 31 2 33 % 12,0 4,8 11,0

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=19,368 sd=3 p<,000

Dokuzuncu olarak “dinsel yayınlar okuyorum” ifadesi sorulmuştur. Erkeklerin

%35,5’i hiç, %40,5’i bazen, %12’si çoğu zaman ve %12’si her zaman cevabını

verirken, kadınların %71,4’ü hiç, %19’u bazen, %4,8’i ise çoğu zaman ve çoğu zaman

cevabını vermişlerdir. Toplamda ise işçilerin %40’ı hiç dinsel yayınları okumazken

%37’si bazen ve %11’er de çoğu zaman ve her zaman demektedir. Görüldüğü gibi

erkeklerin kadınlara göre daha fazla dinsel yayınları okumaktadır. Gruplar arasındaki bu

farklılaşma ki-kare analizine göre anlamlı bir farklılaşmayı ortaya çıkarmaktadır

(p<,000). Medeni hale ve mesleki statüye göre ise anlamlı bir farklılaşma

görülmemektedir. Öğrenim durumuna göre yapılan ki-kare analizine göre anlamlı

farklılaşmalar ortaya çıkmaktadır (p<,027). Buna göre en yüksek okuma oranı

üniversite mezunlarında görülmektedir. Son olarak gelir durumuna göre dini yayınları

okuma oranlarına baktığımızda ise yine orta gelir grubunda olanların daha fazla yayın

Page 187: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

171

okuma oranına sahip olduğunu görüyoruz. Hiç okumayanların oranı alt gelir grubunda

%50 olurken, diğerinde %31’lerde kalmaktadır. Gruplar arasındaki bu farklılaşma ki-

kare analizine göre anlamlı bir farklılaşmaya ulaşmaktadır (p<,010).

Tablo 59. Cinsiyete Göre Cenaze Merasimlerine Katılma Durumu (Ki-kare)

Cenaze merasimlerine katılıyorum. Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Hiç N 13 2 15 % 5,0 4,8 5,0

Bazen N 83 16 99 % 32,0 38,1 32,9

Çoğu zaman N 78 18 96 % 30,1 42,9 31,9

Her zaman N 85 6 91 % 32,8 14,3 30,2

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=6,352 sd=3 p<0.096

Onuncu olarak “cenaze merasimlerine katılıyorum” olup bu ifadeye erkeklerin

%5’hariç genellikle gidildiği şeklinde görüş alınırken kadınların ise genel olarak

erkeklerle aynı oranlarda cenazelere katıldığı anlaşılmaktadır. Diğer değişkenler

bağlamında da sonuçları ki-kare analizine göre değerlendirdiğimizde anlamlı

farklılaşmalara rastlamamaktayız. Sadece gelir durumuna göre ortaya çıkan sonuçlarda

orta gelir grubunda olanların cenazelere daha fazla katılım oranına sahip oldukları

ortaya çıkmakta bu da anlamlı bir farklılaşmayı ortaya koymaktadır (p<,030).

Tablo 60. Cinsiyete Göre Mevlit, Hatim Gibi Dinsel Programlara Katılma Durumu (Ki-

kare)

Mevlit, hatim gibi dinsel programlara katılıyorum.

Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Hiç N 42 2 44 % 16,2 4,8 14,6

Bazen N 125 20 145 % 48,3 47,6 48,2

Çoğu zaman N 42 14 56 % 16,2 33,3 18,6

Her zaman N 50 6 56 % 19,3 14,3 18,6

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=9,428 sd=3 p<0.024

Page 188: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

172

On birinci olarak “mevlit, hatim gibi dinsel programlara katılıyorum” ifadesine

erkeklerin %16’sı hiç, %48,3’ü bazen, %16’sı çoğu zaman, %19’u ise her zaman

derken, kadınların %5’i hiç, %47,5’i bazen, %33,3’ü çoğu zaman, %14,3’ü ise her

zaman cevabını vermiştir. Genel olarak bu tip dini programlara katılımın olduğunu fakat

erkeklerde ki katılım oranının kadınlara göre daha yüksek olduğunu ifade edebiliriz. Bu

farklılaşma ise ki-kare analizine göre anlamlı bir seviyeye ulaşmaktadır (p<,024). Diğer

bağımsız değişkenlerimize göre yaptığımız ki-kare analizlerinde ise anlamlı

farklılaşmalara rastlamamaktayız.

Tablo 61. Cinsiyete Göre Kur’an-ı Kerim Okuma Durumu (Ki-kare)

Kur’an-ı Kerim okuyorum. Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Hiç N 152 29 181 % 58,7 69,0 60,1

Bazen N 59 9 68 % 22,8 21,4 22,6

Çoğu zaman N 21 2 23 % 8,1 4,8 7,6

Her zaman N 27 2 29 % 10,4 4,8 9,6

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=2,407 sd=3 p<0.492

On ikinci olarak “Kuranı Kerim okuyorum” ifadesine erkeklerin %59’u hiç,

%23’ü bazen, %8’i çoğu zaman ve %10’u her zaman derken, kadınların %70’i hiç,

%21’i bazen, %4,8’er de çoğu zaman ve her zaman demiştir. Toplam da ise %60 hiç,

%22,7 bazen, %7,6 çoğu zaman ve %9,6 her zaman yanıtı verilmiştir. Bu sonuçlardan

Kuranı Kerim okuma oranının herhangi bir farklılaşma olmaksızın ne kadar düşük

olduğunu görmekteyiz. Medeni hali evli olanları bekârlara göre daha az bir sayıyla

Kuranı Kerim okudukları görülmekte ve bu da ki-kare analizine göre anlamlı

farklılaşmayı göstermektedir (p<,044). Diğer değişkenleri göz önünde bulundurarak

yaptığımız ki-kare analizlerinde ise anlamlı farklılaşmalara rastlamamaktayız. Kuranı

Kerim okuma oranının düşük olmasında ki en büyük etken alfabe sorunu olarak

gözükmekte ve bu alfabenin öğrenilmesi belli bir süreç içinde zamana yaymak suretiyle

gerçekleştiği için işçilerin yeterli vakit ayıramaması gözükmektedir. Diğer yönden

okuyanların ise çocukluklarında bunu özellikle kurslardan öğrendikleri görülmektedir.

Aslında bu neden olayın istek boyutuna değinmemizi gerektirmektedir. Çalışma

Page 189: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

173

saatlerinin belli bir standardı olduğu örneklemimizde Kuranı Kerim okuma oranının

düşük olması önem meselesinden de kaynaklanmaktadır. Özellikle günümüzde maddi

bakışa açısının kapsayıcı bir durumda olması manevi durumlara karşı bir isteksizlik

doğurmakta ve bunun sonucu da davranışlara yansımaktadır. Öte yandan Kuranı

Kerim’in normatif yönlerinin insanların algılamalarında ki etkin değişime olan teşviki

nedeniyle geri duruşlarda durumu ifade edecek güçtedir.

Tablo 62. Cinsiyete Göre Dua Etme Durumu (Ki-kare)

Dua ediyorum. Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Hiç N 7 1 8 % 2,7 2,4 2,7

Bazen N 45 7 52 % 17,4 16,7 17,3

Çoğu zaman N 62 8 70 % 23,9 19,0 23,3

Her zaman N 145 26 171 % 56,0 61,9 56,8

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=,619 sd=3 p<0.892

On üçüncü ifademiz ise “dua ediyorum”’dur. İşçilerin büyük çoğunluğu bu

ibadeti hayatında önemli görerek yerine getirmekte ve bu konuda herhangi bir

farklılaşma görülmemektedir. Erkeklerin %2,7’si hiç, %17,4’ü bazen, %23,9’u çoğu

zaman ve %56’sı her zaman derken kadınların ise %2,4’ü hiç, %16,7’si bazen, %19’u

çoğu zaman ve %61,9’u her zaman demektedir. Görüldüğü gibi işçilerin % 57’si her

zaman dua ettiklerini ifade etmekte ve sadece %2,7’si hiç dua etmediğini belirtmektedir.

Diğer değişkenleri göz önünde bulundurarak yaptığımız ki-kare analizinde ise gruplar

arasında bir farklılaşmayı sadece öğrenim durumu bağlamında görmekteyiz. İlkokul

mezunlarında diğer öğrenim gruplarına nazaran gözlenen düşük dua etme eğilimi ki-

kare analizine göre anlamlı farklılaşma ortaya çıkarmaktadır (p<,000). Gelir durumunu

göz önünde bulundurduğumuzda ise yine orta gelir grubunda olanların alt gelir grubuna

nazaran daha az dua etme eğilimi sergilediği görülmektedir.

Dua, özellikle insani ihtiyaçların ve ifade tarzının önemli bir yönünü

oluşturmakta iletişimsel olarak kendisini farklı bağlamlara bağlamak ve dünyanın

enginliğinde varlığını geliştirmek saikiyle başvurulan bir ritüel olarak yaygınlık

bakımından en güçlü olma konumundadır. Günümüz toplumlarında özellikle

Page 190: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

174

teknolojinin verdiği burukluğu aşmak isteyen dindarların veya her yaştan insanın

başvurduğu temel buluşma noktasında ki varlık olgunlaşmasını ifade etmekte ve bunun

yansımaları aynı yöne el açan insanların bakış açılarında ve toplumsal

konumlanışlarında etkin olarak gözükmektedir. Dua’nın birleştirici gücü aynı noktaya el

açan insanları kardeşliğinde okunabilmektedir.

Tablo 63. Cinsiyete Göre Kurban İbadeti Durumu (Ki-kare)

İmkânım olduğunda kurban kesiyorum.

Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Hiç N 41 22 63 % 15,8 52,4 20,9

Bazen N 54 11 65 % 20,8 26,2 21,6

Çoğu zaman N 45 3 48 % 17,4 7,1 15,9

Her zaman N 119 6 125 % 45,9 14,3 41,5

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=34,641 sd=3 p<,000

Ön dördüncü ifademiz “imkânım olduğunda kurban kesiyorum”’dur. Erkeklerin

%15,8’i hiç, %20,8’i bazen, %17,4’ü çoğu zaman ve %45,9’u her zaman cevabını

verirken kadınların ise %52,4’ü hiç, %26,2’si bazen, %7,1’i çoğu zaman ve %14,3’ü

her zaman kurban kestiğini ifade etmektedir. İşçilerin genelini göz önünde

bulundurduğumuzda ise %21 hiç, %21,5 bazen, %16 çoğu zaman ve %41,5 ise her

zaman cevabını vermektedir. Görüldüğü gibi genel olarak %80’nin üzerinde bir oranla

kurban ibadeti yerine getirilmektedir. Kurban ibadeti toplumun tüm kesimlerinde

olduğu gibi işçiler nazarında da önemi takdir edilen bir ibadet olarak yerine getirilmekte

ve toplumsal yardımlaşma ve kaynaşmanın temellerinde yer alan bayramlar vasıtasıyla

bu ibadetler ifa edilmektedir. Katılım oranının bu yüksekliğinde bu ibadetlerin

geleneksel kültürle olan kaynaşması da büyük önem arz etmektedir. Ayrıca erkeklerin

kadınlara nazaran kurban kesen oranında anlamlı bir farklılaşmayla ön plana

çıkmasında özellikle toplumsal olarak farz edilen bu ibadetlerin ailenin erkeğine

bırakılması olgusunun ön planda oldu ve diğer toplumsal yönü ağır basan ibadetlerde de

erkeklerin çok daha ön planda olduğu görülmektedir. Medeni hali göz önünde

bulundurarak kurban kesme oranlarına baktığımızda evlilerin büyük farkla kurban kesen

oranında bekârlardan daha fazla çıkmaktadır. Bunda genel olarak ailesinin yanında

yaşayan bekârların aile büyüklerinin bu ibadeti yerine getirmesiyle kendisini bundan

Page 191: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

175

azade sayması etken olmaktadır. Dolayısıyla yaptığımız ki-kare analizinde farklılaşma

p<,000 düzeyinde anlamlılığa ulaşmaktadır. Öğrenim durumunun kurban kesmede

anlamlı bir farklılaşmaya yol açıp açmadığına baktığımızda ise ki-kare analizine göre bu

görülmemektedir. İşçilerin mesleki statülerini göz önünde bulundurduğumuzda ise yine

kalifiye işçilerde kurban kesenler az çıkmaktadır. En fazla kurban ibadetini yerine

getirenler ise ustabaşılar olarak gözükmektedir. Gruplar arasındaki bu farklılaşmalar ise

ki-kare analizine göre anlamlı bir seviyededir (p<,019). Gelir durumunun kurban

kesmedeki etkisine baktığımızda ise orta gelir grubunda olanların kurban kesme de daha

fazla olduğu görünmektedir. Yine alt gelir grubu bu ibadete daha az katılmaktadır. Bu

farklılaşma ise ki-kare analizine göre anlamlı bir seviyeye ulaşmaktadır.

Tablo 64. Cinsiyete Göre İbadetleri Yapmak İçin Camiye Gitme Durumu (Ki-kare)

İbadetlerimi Yapmak İçin Camiye giderim.

Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Hiç N 55 33 88 % 21,2 78,6 29,2

Bazen N 151 9 160 % 58,3 21,4 53,2

Çoğu zaman N 28 0 28 % 10, ,0 9,3

Her zaman N 25 0 25

% 9,7 ,0 8,3 Toplam N 259 42 301

Chi-Square X2=58,475 sd=3 p<0.000

On beşinci ifademiz ise “ibadetlerimi yapmak için camiye giderim”’dir. Bu

ifadeye erkeklerin %21,2’si hiç, %58,3’ü bazen, %10,8’i çoğu zaman, %9,7’si ise her

zaman cevabını verirken, kadınların ise %78,6’sı hiç, %21,4’ü ise bazen cevabını

vermektedir. Genellikle camiye giden kadın işçiye rastlamadığımız araştırmamızda

bunu iş hayatı kaynaklı olarak değerlendirilmemizin yanında kadınların cami ile ilgili

toplumsal davranışlarında da aramaktayız. Kadınların camiye gidişinin genel olarak

özel dini gün ve gecelere hasredildiği toplumumuzda bunun yansımalarını işçi

kadınlarda da görmekteyiz. Ayrıca camiye gitmek için belli bir zamana ihtiyaç

duyulması, iş hayatının ve diğer görevlerin sorumlulukları kendisini saran kadınlar için

işin daha da zorlaşmasına sebep olduğunu söyleyebiliriz. Bunun ötesinde özel günlerde

kadınlara yönelik yer ayrılması ve toplu olarak kadınların ibadethaneye gitmesi daha da

kolaylaşmaktadır. Bireysel olarak camiye gitmektense özellikle kadınlar için arkadaş ve

Page 192: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

176

komşularla camiye gitmek daha da kolaylaşmaktadır. Ayrıca bizim toplumumuzda

kadınların vakit namazlarına gitmesi alışılan bir durum olarak görülmemektedir.

Aslında sanki bu durum kadınların dini olarak yetişme tarzlarında var olarak

gözükmektedir. Araştırmamızın sonucunda yaptığımız ki-kare analizinde kadınlarla

erkekler arasında ki farklılaşmanın anlamlılık seviyesine ulaştığını görmekteyiz

(p<,000). İşçilerin evli olanları da genellikle diğer ibadetlerde olduğu gibi bekârlara

nazaran daha fazla camiye gitmekte olduklarını ifade ederken genellikle camiye gitme

oranları %10’ların altına düşmektedir. Yine de evlilerle bekârlar arasındaki camiye

gitme oranlarındaki farklılaşma ki-kare analizine göre anlamlı seviyededir (p<,003).

Öğrenim durumuna göre camiye gitme oranlarına baktığımızda ise anlamlı bir

farklılaşmaya rastlamamakla birlikte fakülte ve yüksekokul mezunlarının camiye devam

edenlerinin diğerlerinden yüksek oranlara sahip olduğunu görmekteyiz. Mesleki statüye

göre ise camiye gitme oranlarına baktığımızda yine ki-kare analizine göre anlamlı bir

farklılaşmaya rastlamamakla birlikte usta ve ustabaşıların diğerlerine oranla camiye

daha devamlı oldukları gözükmektedir. Son olarak gelir durumuna baktığımızda alt

gelir grubunda olanların %40’ı hiç camiye gitmezken bu oran orta gelir grubunda

%19’a düşmektedir. Görüldüğü gibi iki gelir grubu arasında camiye devam hususunda

büyük farklılık gözlenmekte ve bu farklılıkta ki-kare analizine göre anlamlı seviyeye

ulaşmaktadır (p<,000). Diğer ibadetlerde olduğu gibi camiye gitme konusunda da alt

gelir grubunun ilgisiz kalması işçilerin dine dair ilgisiz durumunu yansıtan genel görüşe

yakın olduğu ifade edilmelidir. Fakat yine de orta gelir grubunun durumu ve oranları da

bu görüşü doğrulamamakla birlikte alt gelir grubunun oranları Batı ülkelerinde ki

işçilerin dini davranışlarıyla ilgili oranlarında yüksek çıkmaktadır. Günay’ın

Almanya’da yapılan araştırmada naklettiği veriler, işçilerin dini pratiklere en az ilgi

duyan grup olduğunu göstermekte ve oranlar ortalama %19’larda seyretmektedir

(Günay, 1987, 36). Genel olarak ibadet oranlarına baktığımızda katılımcıların dini

pratiklere olan ilgisi %19’ların çok çok üzerinde seyretmektedir.

Tablo 65. Cinsiyete Göre Dindarlığın İbadet Boyutunun Analizi (t-testi)

Dini Yaşayışın İbadet Boyutunun Cinsiyete Göre Analizi (t-testi)

İbadet

Hayatı

Cinsiyet n x ss sd t p

Erkek 259 38,4672 10,17111 299 3,314 ,001

Kadın 42 32,9286 9,22984

Page 193: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

177

Yukarıda ölçekte sunulan ifadeler bağlamında yaptığımız değerlendirmelerden

sonra genel olarak ölçekten alınan ibadet puanlarının çeşitli bağımsız değişkenler

bağlamında değerlendirebiliriz. İlk olarak cinsiyet bağlamında yaptığımız analizde

erkeklerin dinin ibadet boyutundan 38,46 puan aldıkları, kadınların ise 32,92 puan

aldıkları görülmektedir. Erkeklerin kadınlara göre daha fazla puan aldıkları görülmekte

ve bu farklılaşma istatiksel olarak anlamlılık seviyesine ulaşmaktadır.

Cinsiyet değişkeninin insanların dindarlığının farklılaşmasında temel bir etmen

olarak yer aldığı araştırmamızda cinsiyet temelinde kadın ve erkek dindarlığından

kuramsal olarak söz etmemekle birlikte işçilerin cinsiyet bağlamında dindarlıklarının

farklılaşacağını ifade edebiliriz. Bilindiği gibi erkeklerin ve kadınların toplumsal

konumlarının farklılaşması ve ifa ettikleri rollerin hemcins ve karşı cins bağlamında

farklı değişkenlere binaen değişik durumlarda kendisini göstermesi dindarlığın

boyutlarında farklı sonuçlara ulaşmamızı sağlamaktadır. Bu noktada örneğin kadının

sosyal statüsünün dindarlığına etkisi farklı şekillerde kendisini gösterirken bu durum

erkeklerde daha farklı bir durum arz etmektedir. Kadın ve erkek dindarlığının dinin

farklı boyutlarına göre değiştiği ve faklılaşmaların kadının Psiko-sosyal durumundan

ciddi bir biçimde etkilendiği hususunda görüşler olmakla birlikte özellikle Müslüman-

Türk toplumunun kendi içsel yapısı da duruma farklı bakmamızı gerekli kılmaktadır.

Dinin anlaşılma biçiminde geleneksel yapımızın erkeksi bir yön sergilemesi dindarlığın

da hangi bağlamlarda, nasıl anlaşılacağına etki etmekle birlikte kadınların bu geleneksel

bağlamda anlaşılan dindarlık yapısına göre bir din anlayışına adapte edilmiş olması

önemlidir. Diğer yönden modernleşmeyle birlikte dindarlıkta yaşanan kırılmaların

etkisini öncelikle kadınlarda görmekte ve böylece değişen toplumsal rollerin kadın ve

erkek dindarlığını da ciddi bir biçimde etkilemektedir. Her insanın biyolojik olarak

taşıdığı dini eğilimlerin toplumsal alandaki yansımaları da bazen klikleşme seviyesinde

dahi hissedilmekte ve belli tipolojik dindarlıklara rastlanmakla birlikte karşılıklı dinsel

algılamalar dindarlığı farklı boyutlara çekebilmektedir. Sonuçta farklı metodolojik bakış

açılarıyla cinsiyet bağlamında dindarlıklar farklılaşmakta ve bu araştırmamızda dinin

belirlediğimiz boyutlarından kadınlar daha az puan almaktadırlar. Yapıcı da yayınladığı

bir makalesinde, kadın dindarlığının erkeklere nazaran daha az olduğu yönünde ki

araştırma sonuçlarının olduğuna değinmekte ama kendi yaptığı çalışmada ve diğer bazı

çalışmalarda anlamlı farklılaşmanın olmadığına değinmektedir (Yapıcı, 2008, 21–22).

Bu noktada kadınların erkeklere nazaran seküler akımlara daha meyyal olduğu ve bunun

Page 194: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

178

da ortaya çıkan değişim ve dönüşümlere bağlı olarak erkek ve kadın dindarlığı

oranlarını etkilediğini ifade etmeliyiz.

Şahin ise meslek sahibi kadınların dini pratik ve inançlara ilgisinin azaldığına

dikkat çekmekte işbölümünün de kadınları daha dindar hale getirmediğini, onları dindar

bıraktığını ama buna karşın erkeklerin dindarlık eğilimlerini azaltmıştır öngörüsünde

bulunmaktadır (Şahin, 2006,329,334). Bu noktada Çelik’te yaptığı araştırmada meslek

ve gelir durumunun geleneksel anlayışın yanında bazı dinsel inanç ve uygulamalarda

sorgulamalara yol açtığını ve kadın dindarlığında algılamaların farklılaştığını

vurgulamaktadır (Çelik, 2006, 99). Kayıklık ise yaş değişkenine göre dinsel eğilimleri

araştırdığı eserinde kadınların erkeklere nazaran daha dindar olduğuna dair bulguları

destekler mahiyette ulaştığı sonucu ifade etmektedir. Bu sonuçlar kadınların genel

dinsel yaşayış puanlarının daha yüksek olduğunu göstermektedir (Kayıklık, 2003, 146,

158). Bu araştırmalarda görülen o ki kadınların ve erkeklerin dindarlığı farklı

değişkenlerden etkilenmekle birlikte dindarlık kıstaslarına ve uygulanan ortama göre de

farklılaşmalar ortaya çıkmaktadır. Bireysel, toplumsal ve çevresel faktörlerin dindarlığı

etkilediği görülmekte ve sonuçta kadınların veya erkeklerin daha dindar olduğuna dair

sonuçlar ortaya çıkmaktadır.

Sonuç olarak araştırmamızda kadınların aldıkları puanların az çıkmasında

çalışma hayatının kadınlar üzerindeki etkisini ifade edebiliriz. Özellikle fabrika

işçiliğinin kadınlar üzerindeki etkisinin ağır olduğu ve dini yaşam için gerekli zaman ve

çabayı yeteri kadar sağlayamadığı görülmekte, kent yaşamının geçim derdine

dönüştürdüğü hayatları dinsel yaşamdan uzaklaştırdığını ve ayrıca modern yaşamın

hayatı sekülerleştirme yönünün kadınlarda daha fazla hissedildiğini görmekteyiz.

Tablo 66. Medeni Hale Göre Dindarlığın İbadet Boyutunun Analizi (t-testi)

Medeni hale göre ibadet durumunu değerlendirdiğimizde evli olanların aldıkları

ibadet puanlarının toplamının ortalamasının 38,75 olduğu bekârların ise 34,04 puan

Dini Yaşayışın İbadet Boyutunun Medeni Hale Göre Analizi (t-testi)

İbadet

Durumu

Medeni

Hal n x ss sd t p

Evli 233 38,7597 9,89134 299 3,409 ,001

Bekâr 68 34,0441 10,52564

Page 195: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

179

aldıkları görülmektedir. Ayrıntılı olarak ifadelerin analizinde de değerlendirdiğimizde

de gördüğümüz gibi bekârların dini pratiklere ilgisinin az olduğunu görmekteyiz.

Bekârların gençliğin verdiği bir davranış tarzına sahip olmasının yanında bireysel

eğilimler yönünden de evlilerden farklılaşmakta olup, görüş ve beklentileri daha çok

görünenlerle ilgili olmakta ve bu da seküler eğilimlerin daha baskın olarak hayatlarında

yer etmesine neden olmaktadır. Dinsel açıdan gençlerin dini pratiklere olan ilgisiyle

evlilerin durumu t-testi analizine göre anlamlı bir şekilde farklılaşmaktadır. Aile olmak

toplumun temel unsuru olmanın ötesinde kişinin bireysel ve toplumsal hayatının

düzenlenmesinde de önemli bir etken olmakta ve sağlıklı bir aile yapısı dini açıdan da

kendisini ifade edebilen ve inancını daha sağlam temellere göre düzenleyebilen insanlar

olmak açısından çok önemlidir. Bilindiği dindarlığın farklı değişkenlerden

etkilenmesinde sağlıklı bir aile de önemli bir yer işgal etmekte ve bu noktada evli veya

bekâr olmanın dini yaşamın farklı boyutlarında kendisini gösterdiği ifade edilmektedir.

Bu noktada gençlerin ergenlik sonucu ortaya çıkan kimlik ve arayış süreçlerinden

etkilenerek farklı dindarlık algılamaları veya geleneksel algılamalara dair protest

duruşlar sergilemeleri olağan durumlardandır. Bu noktada gençlerin daha dışa dönük ve

biraz daha serbest bakış açılarının yanında modern hayata karşı daha eğilimli olmaları

da dini pratiklerde ki azlığa neden olabilir. Sonuçta evli kişiler kendilerine aktarılan ve

çocuklarına aktarmak durumunda oldukları değerleri önemin, daha iyi kavrayıp

yaşarken bekârlarda değerlerin önemini bu derecede görmek her zaman mümkün

olmamaktadır.

Tablo 67. Gelir Durumuna Göre Dindarlığın İbadet Boyutunun Analizi (t-testi)

Dini Yaşayışın İbadet Boyutunun Gelir Durumuna Göre Analizi (t-testi)

İbadet

durumu

Gelir n x ss sd t p

Alt 144 36,3264 10,98431 297 -2,189 ,029

Orta 155 38,9032 9,35295

İşçilerin gelir durumuna göre ibadet puanlarına baktığımızda yine anlamlı

düzeyde bir farklılaşmaya rastlamaktayız. İşçilerimizi alt gelir ve orta gelir grubu olarak

iki kısımda görmekteyiz. İbadetlere devam bakımından alınan puanlara baktığımızda alt

gelir grubunda olanlar 36,32, orta gelir grubunda olanlar ise 38,90 puan almışlardır.

Page 196: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

180

Görüldüğü gibi orta gelir grubunda olanlar daha yüksek bir ibadet puanıyla alt gelir

grubundan t-testi analizine göre farklılaşması anlamlılık seviyesine ulaşmaktadır.

Dindarlığın diğer değişkenlerde olduğu gibi sosyo-ekonomik düzeye göre de

farklılaşmakta ve genel olarak dinsel yaşayış üst gelir gurubuna doğru daha da

azalmaktadır. Araştırmamızda iki temel grup bulunmakta olduğundan dolayı bunlar

bağlamında değerlendirme yapacağız. Öncelikle kuramsal bağlamda tartıştığımız gibi

dinin sosyo ekonomik hayatla olan değişken ilişkileri değişik bakış açılarına göre

değerlendirilmekte ve genel anlamda bu bakış açıları bu iki duruma biçilen toplumsal

konuma göre değişkenlik arz etmektedir. Her ne şekilde olursa olsun din farklı

toplumsal statüde olan insanların hayatını etkilemekte veya bu insanların hayatlarında

çıkış noktasını oluşturmaktadır. Bu noktada aslında dinin ekonomik hayatla ilişkisini

insanların kendileri belirlemekte ve bu noktada kendilerine değer biçmektedirler.

Onay’ın verdiği bilgiye göre, çeşitli ülkelerde yapılan araştırmalarda tespit

edilmiştir ki; dinsel faaliyetlerle en fazla ilgilenenler ekonomik durum itibariyle “orta”

gelir düzeyine mensup olanlardır (Onay, 2004, 115). Alt gelir düzeyinde olanlar ise

daha çok dinin duygu boyutuyla ilgilenmekte olup yapılan analizlerde kendi

durumlarını din aracılığıyla meşrulaştırdıkları ifade edilmektedir (Kirman, 2005, 177).

Görüldüğü gibi kişilerin toplumsal statüleri onların dini davranışlar hususunda

farklılıklar sergilemelerine neden olmasının yanında farklı boyutlarda değişik inanç

durumları da ortaya çıkarmalarını sağlamaktadır. Bu noktada Batı’da yapılan

çalışmalarda işçiler alt gelir düzeyinde dine en az ilgi duyan ve dini pratikleri en az

sergileyenler olarak görünürken ülkemizde durum farklılaşmaktadır. Özellikle ideolojik

farklılaşmanın yanında yerel olarak Avrupa işçilerinden farklılaşmaları doğal olarak

görünmektedir. Öncelikle Türk işçilerinin proleterya bilinciyle dine yaklaşımlarının

genel olmadığını ve bu noktada geleneksel duruşlarının Türk toplumuyla kaynaşmış

olduğunu ifade etmeliyiz. Vatter’in bu konudaki değerlendirmesi şu şekildedir, “ son

yüz yıldır çok sayıda Ortadoğulu sanayi işçisi sendika kurup greve katılmış olmasına

rağmen, Marks’ın sosyalizmin ön şartı olarak gördüğü devrimci işçi sınıfı siyaseti

içinde yer almış işçi sayısı pek azdır. Yine tipik bir özellik de işçilerin sınıf kimliğini

milli veya dini kimlik içine hapsetmeleri, böylelikle sınıflar arası ilişkilerde

“çatışmadan” ziyade “uyumu” doğal ve arzu edilir görmeleridir. Sınıf bilinci olmazsa

olmaz türünden bir unsur olarak ortay çıkmamaktadır (Vatter, 1998, 76). Türkiye’de

yapılan araştırmaların bazılarında gelir düzeyi arttıkça dine olan ilginin azaldığı

görülmekte, bazılarında ise sosyo-ekonomik durumla dindarlık arasında anlamlı bir

Page 197: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

181

farklılaşma bulunmamaktadır (Yapıcı, 2007, 252). Diğer açıdan gelir durumu dışında

diğer değişkenlerinde dindarlık üzerinde etkide bulunarak farklılaşmaya neden

olduğunu görmekteyiz. Bu değişkenler genel olarak değerlendirildiğinde durum

farklılaşmaktadır. Yapıcı ise çalışmasında en dindar olanların “orta” gelir düzeyinde

olduğunu belirlemekte ve ilişkinin eğrisel olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca dindarlığın

bazı boyutlarında anlamlı farklılıkların ortaya çıktığını ifade ederek genelleştirme

yapmanın doğru olmadığını ifade etmektedir (Yapıcı, 2007, 252-253).

Tablo 68. Yaşa Göre Dindarlığın İbadet Boyutunun Analizi (t-testi)

Dini Yaşayışın İbadet Boyutunun Yaşa Göre Analizi (t-testi)

İbadet Durumu

Yas n x ss sd t p

15–35 Yaş 195 38,0051 10,56765

299 ,715 ,475 36 ve + Yaş 106 37,1226 9,54858

Dindarlığın ibadet boyutundan yaş değişkenine göre alınan puanlara

baktığımızda 15-35 yaş arasındaki işçilerin 38,00 puan, 36 ve üzeri yaştakilerin ise

37,12 puan aldıkları görülmektedir. Yaş bağımsız değişkeniyle yaptığımız analizlerde

yaşın farklılaşmaya neden olan bir değişken olarak karşımıza çıkmadığını görüyoruz.

Bu noktada yapılan t-testi analizi sonucunda anlamlı bir farklılaşmaya

rastlamamaktayız. Bu durum, yani gençlerin daha dindar eğilim sergilemeleri

geleneksel görüşe ters düşmektedir. Yapıcı’nın yaptığı çalışmada da buna benzer durum

ortaya çıkmaktadır (Yapıcı, 2007, 256–257). Fakat Kayıklık’ın yaptığı çalışmada ise

tersi bir durum ortaya çıkmakta yani, yaş ilerledikçe dine eğilim artmaktadır (Kayıklık,

2003, 139,149).Yapılan çalışmalarda genelde yaş ilerledikçe dindarlığın davranışa

dönüşme ihtimalinin yükseldiği görülmekte veya yaş ilerledikçe dine dönüşün artacağı

vurgulanmaktadır. Fakat işçileri incelediğimiz bu çalışmada sonucun farklı çıkmasında

farklı değişkenlerin etkisi olabileceği gibi örneklem grubumuzun tercihinin bu yönde

ortaya çıkması olarak ta değerlendirilebilir.

Page 198: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

182

Tablo 69. Mesleki Statüye Göre Dindarlığın İbadet Boyutunun Analizi (t-testi)

Dini Yaşayışın İbadet Boyutunun Mesleki Statüye Göre Analizi (t-testi)

İbadet

Durumu

Mesleki Statü n x ss sd t p

Düz, Kalifiye İşçi 198 37,1010 10,84594 299 -1,400 ,163

Usta, Ustabaşı 103 38,8350 8,80853

Mesleki statünün dinsel yaşayışta anlamlı farklılaşmaya yol açmadığını

gördüğümüz tablomuzda düz işçilerin ve kalifiye işçilerin 37,10, usta ve ustabaşıların

ise 38,83 puan aldıkları görülmektedir. Genel olarak ifadelerde de gördüğümüz gibi

dinsel yaşayış açısından en uzak olanlar kalifiye işçiler olarak gözükmekte daha sonra

düz işçiler ve diğerleri gelmektedir. Bu analizimizde de farklılaşma anlamlılık

seviyesine ulaşmamakla birlikte usta ve ustabaşıların daha fazla puan almaları genel

eğilimi yansıtmaktadır. Özellikle işçilerin dine karşı uzak durumda olduklarına dair

görüşler bunu alt gelir grubunda değerlendirmekte ve bu da kendini orta gelir grubunda

değerlendiren ustalar için dini açıdan farklılaşmayı beraberinde getirmektedir. Kısmen

gelir problemini halleden ve belli bir statüde rahat nefes alan ustaların biraz daha dini

pratiklere eğilimli oldukları anlaşılmaktadır.

Tablo 70. Öğrenim Durumuna Göre Dindarlığın İbadet Boyutunun Analizi (t-testi)

Öğrenim durumu değişkeni ile dini pratiklere katılma durumuna baktığımız da

gruplar arasında anlamlı seviyeye ulaşan bir farklılaşmaya rastlamamaktayız. Öğrenim

durumuna göre lise öğrenimine kadar olanlarla lise ve sonrası öğrenim görenleri

değerlendirdiğimizde yaklaşık bir puanlık farklılaşmayla karşılaşmaktayız. Okur-yazar

olmayan, olan ve ilkokul, ortaokul seviyesinde eğitim görenlerin aldıkları puan 37,19

olarak, lise ve dengi okulla fakülte veya yüksekokul öğrenimi görenlerin aldıkları puan

38,41 olarak gözükmektedir. Sonuçlar farklılaşmanın t-testi analizine göre anlamlılık

Dini Yaşayışın İbadet Boyutunun Öğrenim Durumuna Göre Analizi (t-testi)

İbadet

Durumu

Öğrenim Durumu n x ss sd t p

Okur-Yazar Değil, Okur-Yazar, İlköğretim

177 37,1921 10,39544 299 -1,019 ,309

Lise ve Dengi Okul, Fakülte veya Yüksekokul

124 38,4113 9,94457

Page 199: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

183

seviyesine ulaşmamakla birlikte öğrenim durumu arttıkça dindarlığın ibadet boyutuna

devamlılığın arttığı gözlenmektedir. Genel görüşlerin aksine araştırma evrenimizde

öğrenim durumunun dini yaşayışa olumlu katkısının gözlenmesi işçilerin yapısı ile ilgili

olsa gerektir. Özellikle işçi kesiminde eğitimin dini anlayışa önemli katkısının olacağını

düşünmekteyiz. Eğitimsizlik işçilerin anlayış ve davranışlarında ciddi problemlerin

ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Eğitimin görüş ve düşünceleri daha doğru ve

düzgün değerlendirmelerine katkı sağlayacağı ve dolayısıyla farklı görüş ve düşüncelere

karşı daha eleştirel bir tavır takınacakları düşünülmektedir. Aksiyonun daha fazla

gözlendiği iş hayatında farklı ideolojilerin geleneksel hayatın yanında dini düşünce ve

yaşayışa olan olumsuz tavrı işçiler üzerinde ciddi bir biçimde etkin olabilmekte ama

okuyan, kendini geliştiren ve farklı ideolojileri değerlendirebilen işçilerde durum

değişmektedir. Bu bağlamda dinin neliği ve mahiyeti hususunda bilgileri

değerlendirmede eğitimin önemli olduğu düşünülebilir. Sonuçta ise genel olarak

baktığımızda işçilerin dini hayat hususunda olumlu bir tavır geliştirdikleri ve Türk

toplumu bağlamında dini yaşayışa dair davranışlara devam ettikleri görülmektedir.

Tablo 71. Çalışma Yılına Göre Dindarlığın İbadet Boyutu (Tek Yönlü ANOVA)

İbadet Boyutu

Çalışma Süresi N X Standart Sapma

Standart Hata

1.0–5 Yıl 93 37,8387 10,95772 1,13626 2.6–10 Yıl 97 37,9897 10,46472 1,06253 3.11-+ Yıl 111 37,3153 9,39340 ,89158

Toplam 301 37,6944 10,21304 ,58867 Tek Yönlü ANOVA

İbadet

Boyutu

Varyansın kaynağı

Kareler Toplamı Sd

Kareler Ortalaması F P Fark

Gruplar 26,346 2 13,173 ,126 ,882 Anlamlı farklılaşma

yoktur. Gruplar İçi 31265,53 298 104,918 Toplam 31291,88 300

İşçilerin çalışma yılına göre ibadet puanlarına baktığımızda tek yönlü varyans

analizine (ANOVA) göre gruplar arasında anlamlı bir farklılığın olmadığını

görmekteyiz (p<,882). Çalışma yılında 5. yılını dolduranlar 37.83 puan, 10. yılını

dolduranlar 37.98 puan, 11. yıl ve üzeri çalışanlar 37.31 puan almışlardır. Görüldüğü

gibi ibadetlere devam hususunda alınan puanlar çalışma yılına göre çok az

farklılaşmaktadır.

Page 200: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

184

Tablo 72. İşkoluna Göre Dindarlığın İbadet Boyutu (Tek Yönlü ANOVA)

İbadet Boyutu

İş Kolu N X Standart Sapma

Standart Hata

1.Gıda 101 38,9307 10,39640 1,03448 2.Tekstil 48 38,7917 9,76742 1,40981

3.Makine-imalat 54 36,1481 10,55696 1,43662 4.Plastik 3 25,6667 13,31666 7,68838

5.Yapı-İnşaat 46 35,0435 8,18116 1,20625 6.Mobilya 45 39,3111 10,73614 1,60045

7.Matbaa-Basım 4 35,5000 11,81807 5,90903 Toplam 301 37,6944 10,21304 ,58867

Tek Yönlü ANOVA

İbadet Boyutu

Varyansın kaynağı

Kareler Toplamı Sd Kareler

Ortalaması F P Fark

Gruplar Arası 1235,410 6 205,902 2,014 ,064 4 ile diğerleri arasında

Gruplar İçi 30056,470 294 102,233 Toplam 31291,880 300

Farklı işkollarında çalışan işçilerin ibadetlerle ilgili kullandığımız ölçekten

aldıkları puanlar tek yönlü varyans analizine (ANOVA) göre anlamlı bir şekilde

farklılaşmamaktadır. Ölçeğimizden gıda sektöründe çalışan işçiler 38.93, tekstil

sektöründe çalışan işçiler 38.79, makine ve imalat sektöründe çalışan işçiler 36.14,

plastik sektöründe çalışan işçiler 25.66, yapı ve inşaat sektöründe çalışan işçiler 35.04,

mobilya sektöründe çalışan işçiler 39.31, matbaa ve basım sektöründe çalışan işçiler ise

35.50 puan almışlardır. Mobilya sektöründe çalışan işçilerin aldığı 39.31’lik puanın en

yüksek puan olduğunu, buna karşın plastik sektöründe çalışan işçilerin ise 25.66 puanla

en düşük puana sahip oldukları görülmektedir. Plastik ve matbaa sektöründe çalışan

işçilerin sayısının azlığı örneklemi temsil edecek düzeye ulaşmamakla birlikte diğer

sektörlerin kendi aralarında ki farklılaşmaya baktığımızda, post hoc (scheffe) analizine

göre, gruplar arasında anlamlı farklılaşmalar görülmemekte ve farklılaşmanın

kaynağının hep plastik sektörleri ile diğer sektörler arasında gerçekleştiği

görülmektedir. Sonuçta işkollarının farklı olmasının işçilerin ibadetlerine anlamlı bir

seviyeye ulaşacak biçimde etki etmediğini söyleyebiliriz.

Page 201: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

185

Tablo 73. Öznel Kimlik Algısına Göre Dindarlığın İbadet Boyutu (Tek Yönlü

ANOVA)

İbadet Boyutu

Kimlik Algısı N X Standart Sapma

Standart Hata

Türk 12 34,3333 10,23660 2,95505 Müslüman 54 41,7037 10,60728 1,44347

Müslüman-Türk 181 38,5138 9,25359 ,68781 İnsan 54 31,6852 10,35925 1,40972

Toplam 301 37,6944 10,21304 ,58867 Tek Yönlü ANOVA

İbadet Boyutu

Varyansın kaynağı Kareler Toplamı Sd Kareler

Ortalaması F P

Gruplar arası 3075,091 3 1025,030 10,789 ,000 Gruplar içi 28216,790 297 95,006 Toplam 31291,880 300

Araştırmamıza katılan işçilerin kimlik algısı noktasında farklılaştığını ve genel

tercihlerini Müslüman-Türk şıkkından yana kullandıklarını gördük. Bu analizimizde ise

kimlik tercihinde bulunan işçilerin ibadetlerden aldıkları puanların ne olduğu ve diğer

tercihte bulunanlarla farklılaşıp farklılaşmadıklarını bulmaktır. Genel olarak

baktığımızda öznel kimlik tercihini Türk olarak ifade eden katılımcıların aldıkları puan

34.33, Müslüman olarak ifade edenlerin aldıkları puan 41.70, Müslüman-Türk olarak

ifade edenlerin aldıkları puan 38.51 ve kendisini insan olarak ifade edenlerin aldıkları

puan da 31.68 olarak görünmektedir. Puanların sırasıyla Müslüman, Müslüman-Türk,

Türk ve insan kimlik algısına göre olduğu görülmektedir. Müslüman ve insan kimlik

algısına sahip olan insanların ibadet puanlarına baktığımızda arada on puanlık bir

farklılaşma görülmekte ve bu da tek yönlü varyans analizine (ANOVA) göre anlamlı bir

seviyeye ulaşmaktadır. Bu anlamlı seviyeye ulaşan farklılaşmanın hangi gruplar

arasında olduğunu görmek için post hoc (scheffe) analizine baktığımızda öznel kimlik

algısı insan olanla diğer gruplar arasında olduğunu görmekteyiz. Yalnız öznel kimlik

algısını insan olarak ifade edenlerle Türk olarak ifade edenler arasında ki farklılaşma

anlamlı bir seviyeye ulaşmamaktadır. Görüldüğü gibi öznel kimlik algısı dindarlığın

boyutlarında farklılaşma da etken olabilmektedir. Bu noktada işçilerimiz öznel kimlik

algılarında dindarlıklarını da göz önünde bulundurmakta ve aidiyet algılamalarında dine

bu şekilde yer vermektedir. Özellikle kendisini milli ve dini kavramlarla ifade etmek

istemeyenlerin davranışlarında bu algılamaların etki ettiğini ve kendilerini bu

kavramlarla kimliklendirmedikleri görülmektedir. Kendisine dini aidiyetine göre kimlik

atfeden insanların ise dini yaşam bakımından bu aidiyetini görünür kılma eğilimi

Page 202: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

186

taşıdıkları ve öncelikle bunu ifade edecek bir dindarlık sergiledikleri ifade edilebilir.

Tablo 74. Öznel Dindarlık Algısına Göre Dindarlığın İbadet Boyutun (Tek Yönlü

ANOVA)

İbadet

Boyutu

Dindarlık Algısı N X Standart Sapma

Standart Hata

Hiç dindar değil 22 24,6364 6,29849 1,34284

Biraz dindar 108 33,1389 9,18395 ,88373

Dindar 142 41,9718 7,97420 ,66918

Çok dindar 29 43,6207 10,10450 1,87636

Toplam 301 37,6944 10,21304 ,58867

Tek Yönlü ANOVA

İbadet

Boyutu

Varyansın kaynağı

Kareler Toplamı Sd Kareler

Ortalaması F P

Gruplar Arası 9609,158 3 3203,053 43,874 ,000

Gruplar İçi 21682,722 297 73,006

Toplam 31291,880 300

Öznel dindarlık algısına göre yaptığımız analizde kendisini hiç dindar değil

şeklinde nitelendirenlerin aldıkları ibadet puanları 24.63, biraz dindar şeklinde

nitelendirenlerin 33.13, dindar şeklinde nitelendirenlerin 41.97 ve çok dindar şeklinde

nitelendirenlerin ise 43.62 olarak görülmektedir.

Görüldüğü gibi öznel dindarlık algısı daha dindar olmaya doğru gittikçe ibadet

puanları da doğru orantılı olarak artmaktadır. Bu noktada kendisini daha dindar

görenlerin daha fazla ibadetlere yöneldiklerine dair sonuçlar aldıkları puanlardan da

ortaya çıkıyor denilebilir. Zaten kişilerin dindarlık algılamalarına dinin yaşamsal

boyutunun ciddi bir biçimde etki ettiği ve yaşanılan hayatın kendisi algılamaları bir

şekilde biçimlendirdiği ve sonuçta algılamalarla insanın kendisini belli bir düzlemde

ifade ettiği anlaşılmakta ama onunda ötesinde olayın idealize edilmiş biçimlerinin ne

kadar gerçekliği yansıttığı veya kişilerin bu noktada kendilerini ne kadar

denetleyebildiği de önem arz eder görülmektedir.

Bu noktada toplumsal hayatın kendisi belli bir ifade tarzında insanları

toparlayabilmekte ve yaşanılan ortam o şekilde bir ifade tarzına insanları

zorlayabilmektedir. Özellikle şahsiyetlerin profesyonel alanlara bölünebildiği

günümüzde yaşanılan hayatların ifadesinde idealize edilmiş alanlara yaklaşmaya

Page 203: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

187

çalışmak veya kişi açısından kendisini orada görmek ironik bir duruş olarak

anlaşılmakta ve bizleri gerçek sonuçlara ulaşmaktan alıkoymaktadır. Kişilerin

ideallerini ortamlarına göre gerçekler olarak sunmaya kalkışmaları bir problem olarak

gözükürken bunu din alanında ise gayri ciddi bir dindarlık sunumuna yol açtığı aslında

kişinin kendisi tarafından bile anlaşılmaktadır. Bunun yanında yaşanılan hayatı din

konusu ortaya atılınca gayet savunmacı bir yaklaşımla “uyarsa da uymasa da uyar”

şeklinde sunmak cehalet olarak görülebilir. Bu anlamda dini ibadetlerin anlaşılma ve

yaşanma biçiminin bireysel ve toplumsal farklılaşmalardan ciddi bir biçimde

etkilendiğini ve özellikle yaşanılan hayatın dini bir kılıfla sunulabilme becerisinin de

dindarlıklarda farklılaşmalara yol açabildiğini ifade edebiliriz.

Çok farklı biçimlerde farklı bilgi ve yaşam verilerine sahip olan insanların

kendilerini nasıl gördükleri ve nasıl bir dindarlık sergiledikleri her zaman için

kendilerini bağlamakla birlikte genel bir aynileşmeye de yol açabildiğini ve ortak bir

dindarlık tarzını yansıttığını söyleyebiliriz. Bu noktada en büyük problemlerden birisi

olan gösterişçi dindarlığın olumsuz etkilerinin dini anlayış ve yaşamda daralmalara yol

açan etkisidir. Bu olumsuzlukların doğru bilgilenmeyle aşılabileceği bilinmekle birlikte

aslında daha önemli olan toplumsal katılımı zorunlu olan insanoğlunun bireysel

özellikleriyle anlamlı bir şahsiyet olarak kendisini toplumunda ifade edebilmesidir.

Aslında öznel dindarlık algısının etkilendiği temel özne kişinin bu şahsiyet verileridir.

Bu ve benzeri problemlerin etkilediği araştırmamızda şunu da göz önünde

bulundurmaktayız ki kişilerin ideallerine olan düşkünlüğü veya kendisini biran için

orada görme eğilimi sonuçları etkileyebilir. Ama sonuçta ulaştığımız puanların

algılamalarla gerçeklik arasında doğrusal bir sonuç ortaya koymasıdır. Toplam da

ibadetlerle ilgili ifadelerden oluşan ölçeğimizden alınan 37.69 puana ortalama aynı

uzaklıkta bulunan hiç dindar değil ,biraz dindar ve dindar, çok dindar gruplarının

arasındaki farklılaşmanın tek yönlü varyans (ANOVA) analizine göre anlamlı bir

seviyeye ulaştığı görülmekte ve bu farklılaşmanın hangi gruplar arasında gerçekleştiğini

bize gösteren post hoc (scheffe) analizine baktığımızda ise farklılaşma dindar ve çok

dindar gruplarının arası hariç tüm gruplar arasında ortaya çıkmaktadır.

Buna göre hiç dindar olmayanlarla diğer gruplar arasında, biraz dindar olanlarla

diğer gruplar arasında, dindar olanlarla hiç dindar değil ve biraz dindar arasında ve son

olarak çok dindarla hiç dindar değil ve biraz dindar arasında anlamlı seviyeye ulaşan

farklılaşma görülmektedir. Görüldüğü gibi ibadetlere devam hususunda kendisini dindar

olarak görenler de daha bir eğilimli olmalarına karşın kendisini dindar görmeyenler ise

Page 204: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

188

daha az ibadetlere devam etmektedirler.

Tablo 75. Dine Önem Verme Düşüncesine Göre Dindarlığın İbadet Boyutu (Tek Yönlü

ANOVA)

İbadet

Boyutu

Din önem düşüncesi N X Standart

Sapma

Standart

Hata

Hiç önemli değil 4 29,7500 14,93039 7,46520

Biraz önemli 24 23,1250 5,79589 1,18308

Önemli 54 34,3333 8,00000 1,08866

Çok önemli 219 40,2648 9,34915 ,63176

Toplam 301 37,6944 10,21304 ,58867

Tek Yönlü ANOVA

İbadet

Boyutu

Varyansın

kaynağı

Kareler

Toplamı Sd

Kareler

Ortalaması F P

Gruplar arası 7403,866 3 2467,955 30,684 ,000 Gruplar içi 23888,014 297 80,431 Toplam 31291,880 300

Dine önem verme düşüncesinin ibadet puanlarında farklılaşmaya yol açtığını

görmekteyiz. Öznel dindarlık algısında olduğu gibi dine önem verme düşüncesinde de

dine önem verme arttıkça ibadet puanlarında da artış görülmektedir. Yalnız bu durum

hiç önemli değil ve biraz önemli diyenlerde farklılaşmaktadır. Dini biraz önemli

görenlerin aldıkları puan hiç önemli görmeyenlere göre yaklaşık altı puan düşmektedir.

Alınan puanlara baktığımızda dini hiç önemli görmeyenler 29.75, biraz önemli görenler

23.12, önemli görenler 34.33 ve çok önemli görenler ise 40.26 puan almışlardır.

Görüldüğü gibi din önem düşüncesi ibadet puanlarında ki farklılaşmaları yansıtmakta ve

gruplar arasındaki bu farklılaşmalar tek yönlü varyans analizine (ANOVA) göre anlamlı

bir seviyeye ulaşmaktadır. Farklılaşmanın hangi gruplar arasında olduğunu gösteren

post hoc (scheffe) analizine baktığımızda ise dini hiç önemli görmeyenlerle çok önemli

görenler arasında, biraz önemli görenlerle önemli ve çok önemli görenler arasında,

önemli görenlerle biraz önemli ve çok önemli görenler arasında, çok önemli görenlerle

diğer gruplar arasında anlamlı farklılaşmaları görmekteyiz. Bu farklılaşmalardan ötürü

dini önemli görmekle ibadet puanları arasındaki ilişkiyi çözümlerken grupların temsil

edilme oranlarına da bakmaktayız. Aslında hiç önemli değil diyen üç kişinin pek temsil

Page 205: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

189

yeteneği olmamakla birlikte özellikle biraz önemli diyenlerin yirmi dört kişilik bir

temsille ibadet ölçeğinden düşük puan alması aslında dine bakış açısının ibadetlere

devam durumuna etki ettiğini göstermektedir. Aslında dine önem vermenin farklı

bağlamlardan etkilendiğini görmekteyiz. Özellikle kişilerin sosyal ortamlarının bunda

etkin olduğunu görmekteyiz. Örneğin insanların toplumsal hayatın temellerinde bir harç

olarak gördükleri dini önemli görme eğilimlerinin ibadetlere ne kadar yansıyacağı önem

arz etmektedir. Bunun dışında da farklı kültler içerisinde dini önemli görme eğiliminin

yansımaları ibadet açısından da farklılaşacaktır. Süreç, toplumsal hayatta ortak algılama

farklılıklarının dine biçilen önemli konumlarında kendisinden ziyade size aitmiş gibi bir

durum ortaya çıkarmakta dolayısıyla farklı şekillere koşulan din yorulmakta ve hayatın

çözüm yollarında gerçek mecrasından uzaklaştırılarak kullanılmaktadır. Bu durum

teolojik ve sosyolojik açıdan farklı değerlendirilse de önemli olan dine önem verme

derecesinin bu gibi bakışlardan etkilendiği ve dolayısıyla dinsel olanın bu önem verme

biçimine göre farklılaştırılarak içselleştirildiği veya içselleştirilmeden kullanıldığı

görülmekte sonuçta bu da ibadet boyutundaki farklılaşmaların bizzat kendisinde ortaya

çıkmaktadır.

Tablo 76. Dinî Bilgi Yeterlilik Bağlamında Dinsel Yayınları Okuma Durumu

(Ki-kare)

Dinsel yayınlar okuyorum

Dini Bilgi Yeterlilik Toplam Evet,

yeterli Kısmen yeterli

Yeterli değil

Dini bilgi almak gereksiz

Hiç N 21 32 66 3 122 % 35,6 29,6 50,8 75,0 40,5

Bazen N 18 50 44 1 113 % 30,5 46,3 33,8 25,0 37,5

Çoğu zaman N 9 16 8 0 33 % 15,3 14,8 6,2 ,0 11,0

Her zaman N 11 10 12 0 33 % 18,6 9,3 9,2 ,0 11,0

Toplam N 59 108 130 4 301 Chi-Square X2= 21,568 sd=9 p<,010

Araştırmamızda işçilerin dinsel yayınları okuma durumu ile dini bilgi yeterlilik

durumları arasında anlamlı bir ilişki olup olmadığını da tespit etmek için ki-kare

analizine başvurduk. Ki-kare analizine göre dinsel yayınları okuma durumu ile dinî bilgi

yeterlilik seviyesi arasında anlamlı bir ilişki ortaya çıkmakta ve genel olarak dini bilgi

Page 206: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

190

yeterlilik seviyesi arttıkça dini yayınları okuma oranı da artmaktadır. Fakat her

halükarda dinsel yayınları okumanın yeteri kadar olmadığını görmekteyiz. İşçilerin

toplamda %40,5’i dini yayınlar okumazken %37,5’i bazen, %11 çoğu zaman ve %11’de

her zaman okumaktadır. Dini bilgisini yeterli görenlerin %35,6’sı hiç kitap okumazken

%30,5’i bazen, %15,3’ü çoğu zaman, %18,6’sı ise her zaman kitap okumaktadır. Belli

bir saat ve zaman belirtmediğimiz bu ifademizde genel bir anlamı kastetmekteyiz. Dini

bilgisini biraz yeterli görenlerde ise bu oranlar %29,6, %46,3, %14,8, %9,3 şeklinde

görünürken diğer gruplarda okuma oranları daha da azalmaktadır. Sonuçlar işçilerimizin

okuma oranlarının çalışma hayatının da etkisiyle az olduğunu göstermektedir. Aslında

onun da ötesinde okumanın genel olarak bir kültür olduğunu ve insanların istekleri

tarafından perçinlendiğini ve bunun insanın yetiştirilmesinde kazanılan bir alışkanlık

olarak geleceğe yansıdığını düşünürsek okumanın neden çok düşük seviyelerde

olduğunu anlarız. Bunun yanında sebeplerden birisi olarak ta okuma işi genelde belirli

karşılıklara denk gelecek şekilde yapılmaktadır. İnsanımız mesleği ve ilgi alanına göre

kendisini geliştirmek veya belli alanlarda yetiştirmek için okurken dini bilginin karşılığı

genel olarak hayata yansımamakta veya bu bilgiyi farklı biçimlerde elde etme yoluna

gitmektedir. Bu noktada referanslar da dini bilginin okumayla elde edilmesinde

azalmaya neden olduğunu görmekteyiz.

Tablo 77. Dini Bilgi Yeterliliğine Göre Kur’an-ı Kerim Okuma Durumu (Ki-kare)

Kur’an-ı Kerim okuyorum.

Dini Bilgi Yeterlilik Toplam Evet,

yeterli Kısmen yeterli

Yeterli değil

Dini bilgi almak gereksiz

Hiç N 34 59 85 3 181 % 57,6 54,6 65,4 75,0 60,1

Bazen N 12 28 27 1 68 % 20,3 25,9 20,8 25,0 22,6

Çoğu zaman

N 7 9 7 0 23 % 11,9 8,3 5,4 ,0 7,6

Her zaman N 6 12 11 0 29 % 10,2 11,1 8,5 ,0 9,6

Toplam N 59 108 130 4 301 Chi-Square X2= 5,664 sd=9 p<,773

Tablo 77’ye göre ise dini bilgi yeterlilik bağlamında Kuranı Kerim okuma

oranlarına baktığımızda ise anlamlı bir farklılaşmayla karşılaşmamaktayız. Çünkü tüm

gruplarda Kuranı Kerim okuma oranı çok düşük seviyelerde seyretmektedir. Ortalama

Page 207: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

191

%60 oranında hiç Kuranı Kerim okumadığını ifade eden işçilerin dini bilgisini yeterli

görenlerde ise bu oranın %58’ varması düşündürücüdür. Bilindiği gibi İslam dininin

temel kaynağı olan Kuranı Kerimden bu kadar uzak olmanın dini bilgi ve ibadet

bakımından eksiklik yaratacağı ortadadır. Ayrıca dini bilgisini kısmen yeterli görenlerin

ise okuma oranlarının yeterli görenlere göre biraz daha yüksek olarak ortaya çıkmasıdır.

Sonuçta toplumsal alanda da mevcut olan Kuranı Kerim okuma oranının azlığı

işçilerimizde de ortaya çıkmaktadır.

3.11. Araştırmaya Katılanların Dinin Etkisini Hissetme Durumları

Katılımcıların dinin etkisini hissetme durumlarını ölçtüğümüz son ölçekte

toplam on dokuz soru sorulmuş ve bunların iki tanesi geçerli ölçümü sağlamadığı için

değerlendirmeye alınmamıştır. Dinin etkisini hissetme ölçeği işçi dindarlığını ölçmeye

yönelik olarak kullandığımız üçüncü ölçektir. Dinin etki boyutunu ölçmeyi amaçlayan

bu ölçeğin işçi dindarlığında ortaya çıkacak olan farklılaşmalara ışık tutacağını ve

işçilerin dinin etkisini hissetme düzeylerini farklı değişkenler bağlamında bize

göstereceğini belirtmeliyiz.

Tablo 78. Cinsiyete Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (t-testi)

Dini Tutum ve Kanaatlerin Cinsiyete Göre Analizi (t-testi)

Cinsiyet n x ss sd t p

Dinin Etkisini

Hissetme

Erkek 259 52,2162 10,87061 299 ,560 ,576

Kadın 42 51,2143 10,04511

Tabloya göre cinsiyeti erkek olanların dinin etkisini hissetme bakımından

ortalama 52.21 puan alarak ortalamanın üzerine çıktıkları görülmektedir. Kadınların ise

bu ölçekten ortalama 51.21 puan alarak yine ortalamanın hemen üzerinde oldukları

görülmektedir. bu rakamlar erkeklerin dinin etkisini daha fazla hissettiğini ortaya

koymaktadır. Fakat t-testi analizine göre iki cinsiyet arasındaki bu farklılık anlamlılık

seviyesine ulaşmamaktadır. Yapıcı’nın üniversite öğrencilerine uyguladığı aynı ölçeğin

t-testi analizinde kızların erkeklere göre anlamlılık seviyesine ulaşan bir farklılıkla daha

dindar bir görünüm sergiledikleri görülmektedir (Yapıcı, 2007, 178-179; Kayıklık,

2003, 202-203). Kadın dindarlığı meselesinde de değindiğimiz gibi araştırmalarda

benzer veya farklı sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Araştırmaların sonuçlarının

Page 208: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

192

farklılaşmasının birçok değişkenden etkilendiği varsayılmakta ve bu bağlamda iş

hayatında aktif olan kadınların da dindarlık açısından daha düşük bir nokta da

olabileceği görülmektedir. Fakat bizim araştırmamızda genel olarak anlamlılık

seviyesine ulaşmayan farklılaşmalarla karşılaşmaktayız.

Tablo 79, Medeni Hale Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (t-testi)

Dini Tutum ve Kanaatlerin Medeni Hale Göre Analizi (t-testi)

Medeni Hal n x ss sd t p

Dinin Etkisini

Hissetme

Evli 233 52,3391 10,80633 299 ,784 ,434

Bekâr 68 51,1765 10,57869

Medeni halin insanların dini yaşamlarında önemli bir değişken olduğunu ve

insanların bireysel ve sosyal hayatında anlamlı farklılaşmalar ortaya çıkardığını ve

bunun etkisinin dini hayatta da belirginleştiğini ve özellikle evlilerin diğer

değişkenlerden de etkilenmekle birlikte bekârlara göre dindarlık açısından daha olumlu

bir duruş sergilediğini ifade edebiliriz.

Medeni hale göre yaptığımız analize göre yine evlilerin bekârlara nazaran daha

yüksek puan aldığı görülmektedir. Evlilerin 52.33 puan aldığı, bekârların ise 51.17 puan

aldıkları görülen analizimizde farklılaşan bu puanları t-testi analizine göre anlamlı bir

seviyeye ulaşmadığı görülmektedir. Diğer ölçek ve analizlerde de benzer sonuçlara

ulaştığımızı ve evlilerin dinin etkisini bekârlardan daha fazla hissettiğini ifade etmeliyiz.

Tablo 80, Yaşa Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (t-testi)

Dini Tutum ve Kanaatlerin Yaş Durumuna Göre Analizi (t-testi)

Yaş n x ss sd t p

Dinin Etkisini

Hissetme

15–35 Yaş 195 52,4923 10,55832 299 ,910

,363

36 ve + Yaş 106 51,3113 11,10072

Tablo 80’e göre dinin etkisini hissetme ölçeğinden alınan puanlara baktığımızda

15–35 yaş arasında olanların 52.49 puan aldıkları, 36 yaş ve üzerinde olanların ise 51.31

puan aldıkları görülmektedir. Yaş sürekli bağımsız değişkeni ile ilgili olarak yaptığımız

analizlerde yaşlı olanların genel olarak düşük puan aldıkları buna karşın gençlerin

anlamlı seviyelere ulaşmasa da daha yüksek puanlar aldıkları görülmektedir. Aslında

Page 209: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

193

genel olarak yapılan araştırmalarda tam tersi sonuçlarla karşılaşılsa da bizim yaptığımız

bu araştırma ortalama olarak gençlerle yaşlılar arasında anlamlı farklılaşmaların

olmadığını göstermektedir. Nitekim dinin etkisini hissetme ölçeğinden alınan puanların

farklılaşması t-testi analizine göre anlamlı bir farklılaşma seviyesine ulaşmamaktadır.

Sonuçta yaş değişkeninin farklılaşmaya neden olmadığı çalışmamız boyunca yaptığımız

analizlerde ortaya çıkmıştır.

Tablo 81. Gelir Durumuna Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (t-testi)

Dini Tutum ve Kanaatlerin Gelir Durumuna Göre Analizi (t-testi)

Gelir n x ss sd t p

Dinin Etkisini

Hissetme

Alt 144 52,1667 11,04283 297 ,258 ,796

Orta 155 51,8452 10,48818

Gelir durumuna göre yaptığımız önceki analizlere ek olarak işçilerin gelir

durumlarının dinin etkisini hissetmede önemli bir farklılaşmaya neden olup olmayacağı

meselesidir. İnanç ölçeğinde gelir durumuna göre değerlendirmede anlamlı bir

farklılaşmaya rastlamadığımızı ifade etmiştik. Fakat ibadetlerle ilgili yaptığımız

değerlendirmede gelir durumunun genel anlamda bir farklılaşmayı ortaya çıkardığını ve

bunun anlamlılık seviyesine ulaştığını görmüştük.

Dinin etkisini hissetme ölçeğinden alınan puanlara baktığımızda alt gelir

grubunda olanların 52.16 puan aldığı, orta gelir grubunda olanların ise 51.84 puan

aldıkları görülmektedir. Bu farklılaşma ise t-testi analizine göre anlamlı bir seviyeye

ulaşmamaktadır. Bu durum önceki ölçeklerden farklı bir sonuç ortaya koymaktadır.

İnanç bağlamında yaptığımız analizde puanların hemen hemen aynı olmasına karşın

ibadetlerle ilgili analizde orta gelir grubunun daha fazla puan alarak alt gelir grubundan

anlamlı bir şekilde farklılaştığı görülmekteydi. Bu durum alt gelir grubunun dinsel

yaşayışının düşük olacağına dair işçi sınıfı analizlerine uygun bir durum gibi

görünmekteydi. Yalnız sonuçta görüyoruz ki genel olarak Türk işçisi dini yaşayış ve

dinin etkisini hissetme açısından da ortalama bir seviye yakalamaktadır. Bilindiği gibi

yapılan analizlerde işçi sınıfı bilincinin alt gelir grubuna yönelik olarak ortaya çıkacak

proleteryalaşma süreciyle olumlu yönde destekleneceği ve istenen hedefe doğru kendisi

için bir sınıf olarak yürüneceği şeklinde ifade edildiğini görmüştük. Bu bağlamda

kendisine yabancılaşan ve sınıf bilincinden yoksun olan bir işçinin dini yaşama bakış

Page 210: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

194

açısı da olumlu görülmemekte ve üst sınıfların meşrulaştırma aracı olan veya hayali bir

sığınak olan din işçinin hayatında yer almamaktaydı. Ama yaptığımız analizlerde

gördüğümüz gibi işçi sınıfı bilincinde bu denli yer almaması gereken dinin tutum ve

kanaatlerin inanç ve ibadet boyutunda da ortalamanın üzerinde kendisini göstermesi

önem arz etmektedir. Nitekim kimlik tartışmalarında da işçilerin kendilerini bir sınıfsal

konumdan ziyade özellikle tarihin başat güçlerini oluşturan dini ve milli aidiyetlere atıf

yapılmaları önemlidir.

Tablo 82. İşkoluna Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (Tek Yönlü ANOVA)

İş Kolu N X Standart Sapma

Standart Hata

Dinin

Etkisini

Hissetme

Gıda 101 54,2772 10,49392 1,04418 Tekstil 48 52,8542 10,02335 1,44675

Makine-imalat 54 51,7222 9,81800 1,33606 Plastik 3 34,0000 10,39230 6,00000

Yapı-İnşaat 46 51,9130 9,61209 1,41723 Mobilya 45 48,3111 12,75614 1,90157

Matbaa-Basım 4 49,7500 6,29153 3,14576 Toplam 301 52,0764 10,74884 ,61955

Tek Yönlü ANOVA

Varyansın kaynağı

Kareler Toplamı Sd Kareler

Ortalaması F P

Dinin

Etkisini

Hissetme

Gruplar Arası 2166,146 6 361,024 3,266 ,004

Gruplar İçi 32495,097 294 110,528

Toplam 34661,243 300

İşçilerin çalıştıkları işkolunun farklılaşması dinin etkisini hissetmede etkin olup

olmadığı ile ilgili olarak yaptığımız analizde anlamlı farklılaşmaya ulaşmaktayız. Tek

yönlü varyans analizine (ANOVA) göre gruplar arasındaki farklılaşma anlamlılık

seviyesine ulaşmaktadır. Anlamlı farklılaşmaların hangi sektörler arasında olduğunu

görmek için post hoc (Tukey HSD) analizine baktığımızda gıda ile plastik ve mobilya

sektörleri arasında, tekstil ile plastik sektörleri arasında olduğu görülmektedir. Sektörler

arasında ciddi bir farklılığın olmamasın da bu sektörlerin formel olarak işçi

çalıştırmasının yanında işçi çalıştırma şartlarının ciddi olarak farklılaşmamasında

yatmaktadır. İşçilerle mülakatlarımızda gözlemlediğimiz bu durum özellikle anket

yapma imkânı bulduğumuz fabrikalarda gözlemlenmektedir. Genel anlamda dini

Page 211: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

195

özgürlüklerin mevcut olduğu bu ortamların, insanların dini yaşam bakımından

kendilerini ifade etmede bir sıkıntı yaşamamalarını sağlamaktadır. Fakat ifade etmek

gerekir ki dini ibadetlerin gerektiği gibi yaşanması ve ifade edilmesi hususunda da

farklılaşmaların olduğunu ve bunun farklı fabrika ortamlarında farklı zorluklarla

kendisini gösterdiğini ifade etmek gerekir.

Tablo 83. Öznel Kimlik Algısına Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (Tek Yönlü

ANOVA)

Dinin

Etkisini

Hissetme

Kimlik Algısı N X Standart Sapma

Standart Hata

Türk 12 51,5833 7,34177 2,11939 Müslüman 54 56,5370 8,92466 1,21449

Müslüman-Türk 181 53,0497 10,00126 ,74339 İnsan 54 44,4630 11,86673 1,61486

Toplam 301 52,0764 10,74884 ,61955 Tek Yönlü ANOVA

Dinin

Etkisini

Hissetme

Varyansın Kareler Sd Kareler F P Gruplar arası 4378,922 3 1459,641 14,316 ,000 Gruplar içi 30282,321 297 101,961 Toplam 34661,243 300

Tablo 83’de işçilerin kimlik algılarına göre dini yaşamın farklı boyutlarında

aldıkları puanların anlamlılık seviyesinde farklılaştığını ve bu farklılaşmanın dinin

etkisini hissetme ölçeğinden alınan puanlarda da kendisini ortaya koyduğunu ifade

edebiliriz. Dinin etkisini hissetme ölçeğinden kendisini Müslüman olarak ifade

edenlerin 56.53, Müslüman-Türk olarak ifade edenlerin 53.04, Türk olarak ifade

edenlerin 51.58 ve insan olarak ifade edenlerin ise 44.46 puan aldıkları görülmektedir.

Alınan bu puanların toplam da ortalaması ise 52.07’dir. Kendisini Müslüman ve

Müslüman-Türk olarak ifade edenlerin aldıkları puanların ortalamanın üzerinde

olduğunu ve dolayısıyla dinsel etkiyi daha fazla hissettikleri anlaşılmaktadır. Diğer

grupların ise kendi içlerinde belirlenen bu ortalamanın altında bir puanda

kalmaktadırlar. Dikkat çeken bir hususta kendisini Türk olarak ifade edenlerin aldıkları

minimum puan kırk olurken diğer gruplarda yirmilerden başlamaktadır. Fakat kendisini

Türk olarak ifade edenlerde maksimum puan 63 olurken diğerlerinde 68 olmaktadır.

Tek yönlü varyans analizine (ANOVA) göre gruplar arasında görülen bu

farklılaşma anlamlı bir seviyeye ulaşmaktadır. Bu farklılaşmanın hangi gruplar arasında

olduğunu görmek için post hoc (scheffe) analizine baktığımızda, insanla Müslüman ve

Page 212: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

196

Müslüman-Türk arasında görülen anlamlı bir farklılaşmayla karşılaşmaktayız. Diğer

boyutlarda ortaya çıkan sonuçlarla uyuşan bu sonuçların, kimliğin dindarlığın

boyutlarında değişken olduğunu ortaya koyması açısından önemli bir veri olarak

görmekteyiz. Diğer yönden ise dindarlığın şiddet ve kesafeti kimlik algısına etki

etmekte ve diğer değişkenlerinde etkisi olmakla birlikte genel olarak belirleyici

olabilmektedir. Bu noktada özellikle kimlik aidiyetinin toplumsal ortamlarını da göz

önünde bulundurmaktayız. Farklı toplumsal ortamların kimlik aidiyetini güçlendirdiğini

ve özellikle aynı dünya görüşü etrafında oluşan arkadaş çevrelerinin veya daha büyük

oranda sendikal hareketlerinde bu algılamalarda etkili olduğunu ifade edebiliriz.

Tablo 84. Öznel Kimlik Algısına Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (Tek Yönlü

ANOVA)

Dindarlık Algısı N X Standart Sapma

Standart Hata

Dinin Etkisini

Hissetme

Hiç dindar değil 22 39,3182 10,98218 2,34141 Biraz dindar 108 48,5370 9,25993 ,89104

Dindar 142 55,2887 9,41523 ,79011 Çok dindar 29 59,2069 9,60052 1,78277

Toplam 301 52,0764 10,74884 ,61955 Tek Yönlü ANOVA

Varyansın kaynağı Kareler Toplamı Sd Kareler

Ortalaması F P

Dinin etkisini

hissetme

Gruplar Arası 7873,697 3 2624,566 29,099 ,000 Gruplar İçi 26787,545 297 90,194

Toplam 34661,243 300

Öznel dindarlık algısına göre dinin etkisini hissetme ölçeğinden alınan puanlara

baktığımızda kendisini hiç dindar görmeyenler 39.31, biraz dindar görenler 48.53,

dindar görenler 55.28 ve çok dindar olarak görenler ise 59.20 puan almışlardır.

Dindarlık algısının dinin etkisini hissetmede önemli olduğu ve farklılaşmalara yol açtığı

görülmektedir. Gruplar arasında ortaya çıkan bu farklılaşmanın tek yönlü varyans

analizine (ANOVA) göre anlamlılık seviyesine ulaştığını görmekteyiz. Gruplar arasında

ki anlamlı farklılaşmanın hangi gruplar arasında olduğunu tespit etmek için post hoc

(scheffe) analizine baktığımızda kendisini hiç dindar görmeyenlerle diğer gruplar

arasında, kendisini biraz dindar görenlerle diğer gruplar arasında, dindar görenlerle hiç

dindar olmayan ve biraz dindar olanlar arasında ve son olarak çok dindar olanlarla hiç

dindar olmayan ve biraz dindar olanlar arasında olduğunu görmekteyiz.

Page 213: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

197

Görüldüğü gibi insanların dindarlık algılamalarıyla dinsel yaşayış ölçeklerinden

aldıkları puanlarla dinin etkisini hissetme ölçeğinden aldıkları puanlar örtüşmekte ve

sonuçta algılamaların yaşanılan hayatın bir yansıması olduğu ortaya çıkmaktadır.

Tablo 85. Dine Önem Verme Düşüncesine Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (Tek

Yönlü ANOVA)

Din önem düşüncesi N X Standart Sapma

Standart Hata

Dinin Etkisini

Hissetme

Hiç önemli değil 4 47,2500 22,79437 11,39719 Biraz önemli 24 40,4583 7,20494 1,47070

Önemli 54 46,4630 9,07144 1,23447 Çok önemli 219 54,8219 9,78251 ,66104

Toplam 301 52,0764 10,74884 ,61955 Tek Yönlü ANOVA

Varyansın kaynağı

Kareler Toplamı Sd Kareler

Ortalaması F P

Dinin Etkisini

Hissetme

Gruplar arası 6685,053 3 2228,351 23,657 ,000 Gruplar içi 27976,18

9 297 94,196

Toplam 34661,243

300

Din önem düşüncesine göre dinin etkisini hissetme ölçeğinden alınan puanların

yine anlamlılık seviyesine ulaşan bir farklılaşmayı ortaya koyduğunu görmekteyiz. Dini

hiç önemli görmeyenlerin aldıkları puanların ortalaması 47.25, biraz önemli diyenlerin

40.45, önemli diyenlerin 46.46 ve din çok önemli diyenlerin ise 54.82 olarak

görünmektedir. Tek yönlü varyans analizine (ANOVA) göre gruplar arasında ki

farklılaşmalar anlamlılık seviyesine ulaşmaktadır. Farklılaşmanın hangi ikili gruplar

arasında olduğunu görmek için post hoc (Tukey HSD) analizine baktığımızda dini hiç

önemli görmeyenlerle çok önemli görenler arasında, biraz önemli görenlerle önemli ve

çok önemli görenler arasında, önemli görenlerle biraz önemli ve çok önemli görenler

arasında ve son olarak çok önemli görenlerle diğer gruplar arasında anlamlılık

seviyesine ulaşan farklılaşmalar ortaya çıkmaktadır.

Dine önem vermenin dini yaşayışta yapacağı olumlu veya olumsuz etkilerinin

sonuçları önemli olmakla birlikte diğer yönden işçilerin genel anlamda dine verdikleri

önemin dini inanç ve ibadetlerde olduğu gibi dinin etkisini hissetme noktasında da

önemli seviyelerde gerçekleşmesidir. Her ne kadar dinin öneminin ve dolayısıyla

toplum hayatında görünürlüğünün kaybolacağını ifade eden kuramlar olsa da ve bu

hususta işçilerin de önemli bir veri ortaya koyacağını düşünseler de görüldüğü gibi

Page 214: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

198

araştırma evrenimizde ki işçiler noktasında bu görüşler gerçekleşmemektedir.

Dolayısıyla dine verilen önemin çeşitli seviyelerde devam etmekte ve bunun

yansımaları dinin etkisini hissetmede de açık ve anlamlı bir seviyede görülmektedir.

Tablo 86. Mesleki Statü Durumuna Göre Dinin Etkisini Hissetme (t-testi)

Dini Tutum ve Kanaatlerin Mesleki Statü Durumuna Göre Analizi (t-testi)

Mesleki Statü n x ss sd t p

Dinin Etkisini

Hissetme

Düz, Kalifiye İşçi 198 51,7374 10,92762 299 -,758 ,449

Usta, Ustabaşı 103 52,7282 10,41793

Mesleki statünün dinin etkisini hissetmede anlamlı farklılaşmalara yol açıp

açmadığına baktığımızda t-testi analizine göre anlamlı seviyeye ulaşan bir farklılaşmaya

rastlamamaktayız. Düz ve kalifiye işçilerin aldığı 51.73’lük bir puana karşın usta ve

ustabaşıların 52.72 puan aldıklarını görmekteyiz. Diğer ölçeklerde olduğu gibi yine

yönetici konumda ki işçilerin aldıkları puanlar yüksek çıkmakta ve fakat bu farklılaşma

t-testi analizine göre anlamlılık seviyesine ulaşmamaktadır. Aslında genel olarak

kalifiye işçilerin düşük puanla temsil edildiği araştırmamızda ustabaşılarına doğru

gidildikçe artan bir dindarlık eğilimi görmekteyiz. Bu durum işçi sınıfı arasındaki

farklılaşmaların dini eğilimlerde de kendisini ortaya koyduğunu göstermesi açısından

önem kazanmakta diğer açıdan işçinin statüsünün dini yaşayışına olan etkisine

baktığımızda her ne kadar anlamlı seviyeye ulaşmayan farklılaşmalar olsa da işçi sınıfı

bilincinin kendisini göstermesi gerektiği alt statülerde bile ortalamanın üzerinde bir

sonuç ortaya çıkmakta ve bu durum bir sığınma veya onun ötesinde bilincin ulaştığı bir

değer birlikteliği olabilmekte diğer açıdan ise ideolojileri umursamayan ve kendi

doktrinini anlamlı düzeyde hisseden bir bakış açısıyla geleneksel bir duruş olarak ta

ifade edilebilmektedir.

Dindarlığın mesleki statü bağlamında farklılaşma göstermesi özellikle işçi sınıfı

bütünlüğü bağlamında yakalanan sonuca da işaret etmesine rağmen varolan bilincin her

ne kadar bir avunma veya oyalanma olarak değerlendirilse de aslında bu sonuçlar maddi

imkân bakımından orta da yer alan insanların ne avunma ne avutma süreciyle ifade

edilemeyecek durumuna işaret olarak okunabilir.

Page 215: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

199

Tablo 87. Öğrenim Durumu Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (Tek Yönlü

ANOVA)

Öğrenim Durumu N X Standart Sapma

Standart Hata

Dinin Etkisini

Hissetme

Okur-Yazar Değil 4 57,5000 9,53939 4,76970 Okur-Yazar 8 53,6250 7,44384 2,63179

İlkokul 95 51,7684 11,44873 1,17462 Ortaokul 70 53,7143 11,81149 1,41174

Lise ve Dengi Okul 107 50,5234 9,32773 ,90175 Fakülte veya Yüksekokul 17 54,8235 11,48496 2,78551

Toplam 301 52,0764 10,74884 ,61955 Tek Yönlü ANOVA

Varyansın kaynağı

Kareler Toplamı Sd Kareler

Ortalaması F P

Dinin Etkisini

Hissetme

Gruplar Arası 720,014 5 144,003 1,252 ,285 Gruplar İçi 33941,228 295 115,055

Toplam 34661,243 300

Dinin etkisini hissetmede öğrenim durumuna tek yönlü varyans analizi

(ANOVA) ile baktığımızda gruplar arasında anlamlılık seviyesine ulaşan bir

farklılaşmaya rastlamamaktayız. Genel olarak alınan puanların ortalamalarına

baktığımızda okur-yazar olmayanların 57.50, okur-yazar olanların 53.62, ilkokul

mezunları 51.76, ortaokul mezunları 53.71, lise ve dengi okul mezunları 50.52, fakülte

veya yüksekokul mezunları ise 54.82 puan aldıklarını görmekteyiz. Toplam da ise

alınan puanların ortalaması 52.07 olarak görünmektedir. Dolayısıyla sonuçlara

baktığımızda öğrenim durumuna göre dinin etkisini hissetmede işçilerin farklılaşmadığı

ortaya çıkmakta ve öğrenim durumu değişkeninin önemli olmadığı anlaşılmaktadır.

Aslında anlamlı farklılaşma ortaya çıkmasa da fakülte ve yüksekokul mezunlarının

diğerlerine nazaran ulaştığı seviye önemlidir. Aslında bu durum dindarlığın

değerlendirilmesinde özellikle bilginin etkili olduğunu, bilgi ve bilinç arttıkça

dindarlığın ortadan kalkacağını ve yerini sınıf bilincinin alacağını ifade eden görüşlere

zıt bir sonuç olarak ortada durmaktadır. Dini bilginin kaynağında ailenin yüksek oranda

etkisini hissettiğimiz toplumumuzda yetişme tarzının farklı kültürel bağlamları

edinmede etkin bir değişken olarak durmasını ve bu etkenin algılamaları

farklılaştırmasını göz önünde bulundurmaktayız. Yine özellikle dini aidiyeti güçlü olan

toplumumuzda dinin tarihsel bağlamı Batı’da olduğundan farklı bir bilgiyle

değerlendirilmekte ve dine bakış açısı da dinin bu tarihsel bağlamında ortaya çıkan

bilgisinden etkilenmektedir.

Page 216: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

200

Tablo 88. Çalışma Yılına Göre Dinin Etkisini Hissetme Durumu (Tek Yönlü ANOVA)

Çalışma Yılı N X Standart Sapma

Standart Hata

Dinin Etkisini

Hissetme

0–5 Yıl 93 52,5699 11,52822 1,19542 6–10 Yıl 97 52,5979 9,99756 1,01510 11-+ Yıl 111 51,2072 10,74761 1,02012 Toplam 301 52,0764 10,74884 ,61955

Tek Yönlü ANOVA

Varyansın kaynağı

Kareler Toplamı Sd Kareler

Ortalaması F P

Dinin Etkisini

Hissetme

Gruplar Arası 132,893 2 66,447 ,573 ,564 Gruplar İçi 34528,350 298 115,867

Toplam 34661,243 300

Çalışma yılına göre dinin etkisini hissetmeyi değerlendirdiğimizde tek yönlü

varyans analizine (ANOVA) göre anlamlı seviyeye ulaşan bir farklılaşmaya

rastlamamaktayız. Grupların aldıkları puanlara baktığımızda 5 yıla kadar çalışanların

52.56, 10 yıla kadar çalışanların 52.59, 11 yıl ve üzeri çalışanların ise 51.20 puan

aldıklarını görüyoruz. Toplamda ise işçilerin çalışma yılına göre dinsel eğilim

ölçeğinden aldıkları puanların ortalamasının 52.07 olarak ortaya çıktığını görmekteyiz.

Sonuçta çalışma yılının dinin etkisini hissetmede önemli bir etken olmadığını ifade

edebiliriz.

Tablo 89. Dini Bilgi Yeterliliğine Göre Dinin Etkisini Hissetme (Tek Yönlü ANOVA)

Dini bilgi yeterlilik durumu N X Standart Sapma

Standart Hata

Dinin Etkisini

Hissetme

Evet, yeterli görüyorum 58 52,7414 10,69606 1,40446 Kısmen yeterli diyebilirim 108 53,3148 10,35234 ,99615

Yeterli olduğunu düşünmüyorum 131 50,7557 10,96574 ,95808 Dini bilgi almak gereksizdir 4 52,2500 14,38460 7,19230

Toplam 301 52,0764 10,74884 ,61955 Tek Yönlü ANOVA

Varyansın kaynağı

Kareler Toplamı

Sd Kareler Ortalaması

F P

Dinin Etkisini

Hissetme

Gruplar Arası 419,892 3 139,964 1,214 ,305 Gruplar İçi 34241,350 297 115,291

Toplam 34661,243 300

Tablo 89’da dini bilgisini yeterli görenlerin dinin etkisini hissetme ölçeğinden

aldıkları ortalama puan 52.74, kısmen yeterli görenlerin 53.31, yeterli olduğunu

düşünmeyenler 50.75 ve son olarak dini bilgi almanın gereksiz olduğunu düşünenlerin

Page 217: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

201

aldıkları puan ise 52.25 olarak görünmektedir. Gruplar arasındaki bu farklılaşma tek

yönlü varyans analizine (ANOVA) göre anlamlı bir seviyeye ulaşmadığı görülmektedir.

Aslında dini bilgiyle dindar olmak arasında zorunlu bir ilişki bulunmamaktadır.

Görüldüğü gibi dini bilgi yeterliliği dinsel yaşayışa çokta etki etmemekte veya dini

yaşayışı derinliğine etkilemektedir. Zaten dini bilgi olmadan da dindarlığın derinleşmesi

mümkün görünmemektedir. Bu bağlamda ölçeğimiz bağlamında değerlendirdiğimizde

işçilerin dini bilgilere sahip olma veya sahip olduklarını düşünme durumu ile dinin

etkisini hissetme arasında anlamlı farklılaşmayı doğuracak bir ilişki bulunmamaktadır.

Tablo 90. Cinsiyete Göre Müslüman Olmayanlara Kız Verme Durumu (Ki-kare)

Kız kardeşimin Müslüman olmayanlarla evlenmesine müsaade etmem.

Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Kesinlikle katılmıyorum N 26 1 27 % 10,0 2,4 9,0

Katılmıyorum N 29 8 37 % 11,2 19,0 12,3

Katılıyorum N 85 20 105 % 32,8 47,6 34,9

Tamamen katılıyorum N 119 13 132 % 45,9 31,0 43,9

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=8,297 sd=3 p<0.040

Tablo 90’a göre işçilerin Müslüman olmayanlara bakışıyla ilgili olarak

sorduğumuz soruya verdikleri yanıtların analizine cinsiyet açısından baktığımızda

anlamlı bir farklılaşmayla karşılaşmaktayız. Erkeklerin %10’u bu ifadeye kesinlikle

katılmazken, %11,2’si katılmıyorum, %32,8’i katılıyorum ve %45,9’u ise tamamen

katılıyorum şıkkını işaretleyerek görüşünü belirtmiştir. Kadınların ise %2,4’ü bu ifadeye

kesinlikle katılmazken, %19’u katılmıyorum, %47,6’sı katılıyorum, %31’i tamamen

katılıyorum yönünde görüş belirtmiştir. Toplamda ise işçilerin %9’u bu ifadeye

kesinlikle katılmazken, %19’u katılmıyorum, %34, 9’u katılıyorum, %43,9’u ise

tamamen katılıyorum şeklinden görüşünü ifade etmiştir. Görüldüğü gibi kız kardeşinin

Müslüman olmayanlarla evlenmesine müsaade etmeyenlerin oranı %80’lere

ulaşmaktadır. Bu ifadeye katılmayanların oranı da azımsanmayacak bir yüzdeye

sahiptir. Sonuçlarda ortaya çıkan bu farklılaşmanın ki-kare analizine göre anlamlı

seviyeye ulaştığını görmekteyiz (p<0,040).

Müslüman kimlik algısında önemli bir veri olarak gördüğümüz bu sonucun

işçilerin kendilerine dair öznel kimlik algılarıyla tutarlı bir sonuç olduğunu ifade

Page 218: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

202

edebiliriz. Bu sonucun ortaya çıkmasında geleneksel olarak algılanan değerlerin güçlü

etkisi yanında bir bilgi olarak insanlara aktarılanlarından kaynaklanan bir durum

olduğunu ifade edebiliriz. Özellikle yetişme tarzının geleneksel aile yapımızla olan

güçlü bağlarımızdan kaynaklanıyor oluşundan dolayı, bu sonuçları orda karşılık bulan

etkilerine atıfla açıklamaktayız. Geleneksel aile yapımızın içerdiği dini değerlerin

kültürel olarak içselleştirilmesi, diğer dinlere bakışımızın yanında onlarla oluşacak olan

sosyal bağlarımızda da bu tip sonuçları ortaya çıkaracaktır.

Tablo 91. Cinsiyete Göre Müslüman Olmayan Biriyle Evlenmenin Onun Müslüman

Olmasına Bağlanması Durumu (Ki-kare)

Müslüman olmayan biriyle evleneceksen onun Müslüman olmasını isterim.

Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Kesinlikle katılmıyorum N 20 0 20 % 7,7 ,0 6,6

Katılmıyorum N 26 2 28 % 10,0 4,8 9,3

Katılıyorum N 91 26 117 % 35,1 61,9 38,9

Tamamen Katılıyorum N 122 14 136 % 47,1 33,3 45,2

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=12,504 sd=3 p<0.006

Tablo 91’de diğer ifadenin devamı olarak sunulan bu yargıya verilen cevapların

cinsiyet bağlamında değişiklik arz ettiğini görmekteyiz. Bir önceki ifade de %22’lere

varan katılmama durumu bu ifade de erkeklerde toplamda %18’e varırken kadınlarda

ise bu oran %5’te kalmaktadır. Yine %80’lere varan katılma oranı bu ifade de %84’lere

ulaşmaktadır. Bu katılma oranı kadınlarda %95’i geçmektedir. Erkeklerde ise bu oran

%83’e yaklaşmaktadır. Kadınlar yüksek oranlarda kendileriyle evlenmek isteyen

birisinin Müslüman olmasını çok yüksek oranlara varan bir sayıyla şart koşarken,

erkeklerde bu oran nispeten gevşemektedir. Bu sonuçlarda erkeklerin daha özgüveni

yüksek bir tavır takınmalarına şahit olmaktayız. Yine de farklı dinlerden olan insanlara

uzak duruşun devam ettiğini görmekteyiz. Her ne kadar kadınlarla erkekler arasında bu

konuda ki-kare analizine göre anlamlı bir farklılaşma düzeyine ulaşılmış olsa da elde

edilen oranların yüksekliği farklı dinler ortaya çıkınca dini kimliğin vurgulanmasının

daha güçlü bir biçimde vurgulanmasının ortaya çıktığına şahit olmaktayız. Özellikle

kimlik algılamalarının ötekinden etkilenmesi ve öteki devreye girince daha güçlü bir

Page 219: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

203

biçimde vurgulanması söz konusu olmaktadır.

Tablo 92. Cinsiyete Göre Hıristiyanlar Tarafından Kurban Edilen Bir Hayvanın Etini

Yeme Durumu (Ki-kare)

Hıristiyanlar tarafından kurban edilen bir hayvanın etini yemem.

Cinsiyet Toplam Erkek Kadın

Kesinlikle katılmıyorum N 34 2 36 % 13,1 4,8 12,0

Katılmıyorum N 50 11 61 % 19,3 26,2 20,3

Katılıyorum N 79 17 96 % 30,5 40,5 31,9

Tamamen katılıyorum N 96 12 108 % 37,1 28,6 35,9

Toplam N 259 42 301 Chi-Square X2=4,814 sd=3 p<0.186

Dini kimlik algısının gücünü görebilmek için değerlendirmeye aldığımız diğer

bir ifade ise “Hıristiyanlar tarafından kurban edilen bir hayvanı etini yemem”dir. Bu

ifadeye katılanların oranı erkeklerde %67,6’ya ulaşırken, kadınlarda %69,1’dir. Bu

ifadeye katılmayanların oranı ise erkeklerde %32,4’e çıkarken, kadınlarda %31’e

ulaşmaktadır. Toplamda ise %67,8 bu ifadeye katılırken, %32,3 bu ifadeye

katılmamaktadır. Sonuçlara baktığımızda cinsiyet bağlamında ki-kare analizine göre

anlamlı bir seviyeye ulaşan farklılaşmaya rastlamamaktayız. Bu sonuçlar ülkemizde

mevcut dini anlayışla yorumlanabileceği gibi kurban kesmenin evlilik gibi

algılanmamasından da kaynaklanıyor olabilir. Genel anlamda ehli kitap olarak

nitelendirilen bu dinin mensuplarının “Allah adına kurban kestikleri gibi bir yorumla bu

ifadelerin değerlendirilmesi ve ona göre yanıtlanması durumu da söz konusu

olmaktadır. Yani dinsel açıdan farklı dinlere bakışın yansımalarını da göz önünde

bulundurmaktayız. Bunun yanında soruya tarihsel tecrübelerin yansımasıyla ifade edilen

stereotiplerle yaklaşan ve olumsuz bakış açısını buna dayandıranlarda mevcuttur.

Page 220: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

204

Tablo 93. İşçilerimizin Yardımlaşmaya Verdikleri Önem Durumu

Yardım talep edenlere Allah rızası için yardım ederim.

N % Minimum Maksimum Ortalama

Kesinlikle katılmıyorum 13 4,3 1,00 4,00 3,2425

Katılmıyorum 17 5,6

Katılıyorum 155 51,5

Tamamen katılıyorum 116 38,5

Toplam 301 100,0

Araştırmamıza katılanların % 4,3’ü yardım taleplerini kesinlikle reddederken %

5,6’sı ise bu ifadeye katılmadığını belirtmiştir. Katılımcıların %51,5’i bu ifadeye

katılırken %38,5’i ise bu ifadeye tamamen katıldığını belirtmiştir. Ölçek içerisinde

değerlendirdiğimiz bu sorudan ortalama olarak işçilerin 4 üzerinden aldıkları puan ise

3,24 olarak gözükmekte ve bu durum işçiler arasında yardımlaşmanın önemine işaret

etmektedir.

Öte yandan bazı katılımcıların yardım hususunda herhangi bir dini saiklenmeyi

kabul etmediğini ve sadece insan olarak hemcinslerini gördüğünü ve yardım etme

duygusunda bunun etkin olduğunu ifade etmiş ve soruya olumsuz olarak yanıt verse de

genel olarak yardımlaşmayı kabullendiğini belirtmiştir.

Tablo 94. Cinsiyete Göre Yardımlaşma Durumunun Analizi (t-testi)

Cinsiyete Göre Yardımlaşma Durumunun Analizi (t-testi)

Yardım

etme

Cinsiyet n x ss sd t p Erkek 259 3,2471 ,77306 299 ,264 ,044 Kadın 42 3,2143 ,56464

Allah rızası için zor durumda olanlara yardım etmeyi cinsiyet bağımsız

değişkenini göz önünde bulundurarak yaptığımız t-testi analizinde erkeklerin kadınlara

nazaran daha fazla puan aldıkları görülmektedir. Erkeklerin 3.24 puan aldıkları,

kadınların ise 3.21 puan aldıkları görülmektedir. 4 üzerinden değerlendirdiğimizde bu

puanların katılım oranının çok yüksek olduğuna dair bir veriyi sunduğunu görmekteyiz.

Kadınlarla erkekler arasındaki farklılaşmaya baktığımız zaman ise t-testi analizine göre

anlamlı düzeye ulaşan bir farklılaşmaya rastlamaktayız. Toplumsal olarak yapılan bir

ibadet olan yardımlaşmanın bu farklılaşmaya rağmen diğer bağımsız değişkenleri de

göz önünde bulundurduğumuzda çok büyük kabul gören ve insanımızın duygu

dünyasının bu noktada hassas olan durumunu yansıtmaktadır.

Page 221: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

205

Tablo 95. Cinsiyete Göre Sıkıntı Altında Kalanlar İçin Üzülme Durumu (t-testi)

Cinsiyete Göre Sıkıntı Altında Kalanlar İçin Üzülme Durumu (t-testi)

Dünyada sıkıntı altında

kalan Müslümanların

durumuna üzülme

Cinsiyet n x ss sd t p

Erkek 259 3,3552 ,71344 299 ,810 ,034

Kadın 42 3,2619 ,54368

Günümüz dünyasında yardımlaşma ve dayanışmanın yüksek bir anlayışın ürünü

olduğu ifade edilmekte ve insanlar buna göre değerlendirilmektedir. Araştırmamıza

katılan işçilerin zor durumda kalan insanlara karşı tutumlarının, özellikle dini saiklerle

de beslenen bir algılamayla, gayet olumlu olduğunu görmekteyiz. %90 gibi bir oranda

Allah rızası için yardım edebileceklerini ifade eden işçilerin sadece %10’u bu ifadeye

katılmadığını ifade etmiştir. Genel puanlamaya baktığımızda ise işçilerin 3.24 puan

aldığını görmekteyiz. Bu sonuçlarda Türk toplumunun geleneksel kodlarında yer alan

yardımlaşma duygusunun bir ifadesini bulurken diğer yanda işçilerin yaratıcı ve var

edici Allah’ın rızası gözeterek yani karşılıksız olarak, hiçbir menfaat duygusu taşımadan

bu yardımları yapabileceği görüşünü görmekteyiz. Ayrıca t-testi analizine göre de

ortaya çıkan sonuçlar her ne kadar kadınlarla erkekler arasında anlamlı farklılaşmalara

yol açsa da alınan puanlar yardımlaşma duygusunun yüksekliğini göstermektedir. Bu

konuda vermek istediğimiz diğer bir sonuçta dünyada sıkıntı altında kalan

Müslümanların durumuna üzülüp üzülmeme ifadesine dair katılımdır. İlk soruya göre

çok az farkla daha yüksek puanların alındığı bu analizde yine erkeklerin kadınlara göre

daha fazla puan aldıkları ortaya çıkmaktadır. Fakat genel anlamda baktığımızda bu

ifadelere katılımın her iki grupta da kesinlik derecesine ulaştığını görmekteyiz. Bu

durum Türk toplumunda mevcut olan insani duyarlılığın bir erdem olarak yerleşmesinin

yanında diğer milletlerden olan ve zor duruma düşen dindaşlarına veya farklı bir dinden

olsa dahi tüm insanlara olan merhamet ve barış duygusunun işçilerde de mevcut

olduğuna işaret etmektedir.

Page 222: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

206

IV.BÖLÜM

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Sanayi devrimi sonrası Avrupa’da başlayan köklü değişmeler tüm dünyayı etkisi

altına almış ve özellikle sanayileşmeye başlayan ülkeleri sanayi toplumuna evirmeye ve

diğer toplumların birçoğunu da hammadde kaynağı ve sömürge olarak dönüştürmeye

başlamıştır. Sanayileşmeyle birlikte toplum yapıları değişmeye başlamış feodal toplumdan

sanayi toplumuna veya tarım toplumundan sanayileşmiş topluma doğru evrimleler

başlamış ve bunun sonucunda nüfus hareketleri baş göstermiş köylerden kente, kırsaldan

şehirlere başlayan işçi akınları kentlerin yapısının yanında sosyo-kültürel havasını da

değiştirmiş ve yeni tip kentlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Dolayısıyla ortaya çıkan

yapıda modern kentlere doğru bir atılımın gelişmişliğin ölçütü olarak alınmasıyla

kentleşme sanayileşmenin göstergesi olarak görülmüştür. Kentlere doğru gelen işçilerin

oluşturduğu yeni sosyal yapının önceki dönemlere nazaran farklı tabakalaşma tiplerini

ortaya çıkardığını ve statü ve rollerin yeniden tanımlanmasını sağladığını ifade etmeliyiz.

Bu noktada ortaya çıkan yeni yapılanmanın kültürel bağlamları farklılaşmış ve bu noktada

geleneksel değer ve müesseseler sarsılmış ve bir kısmı var olma mücadelesine girişmiştir.

Kuramsal olarak ifade ettiğimiz gibi Batı toplumlarında başlayan sanayileşme

sürecinin ülkemizde de yaşanmaya başlamasıyla birlikte meydana gelen sosyal değişmeler

geleneksel dini inanç ve davranışları da farklılaştırmış ve bu durum sanayi alanında çalışan

işçilerde de gözlenmiştir. Araştırmamızda modernleşmenin güçlü etkilerinin işçilerimiz

üzerinde de mevcut olduğunu görmekteyiz. Bu durum dini inanç ve davranışlarda bir

farklılaşmaya yol açmaktaysa da özellikle inancın ifade edilmesinde geleneksel kalıpların

güçlü etkisi hissedilmekte ve işçilerin inanç bakımından kendilerini ifade etmede bu

geleneksel bağlılığın güçlü etkisi toplumsal bir formda gözlenmektedir.

İşçilerle ilgili olarak batı ülkelerinde yapılmış olan araştırmaların geleneksel

bağlamları göz önünde bulundurmadan yapılan değerlendirmeler Türk işçilerine de şamil

kılınmakta ve bu süreçte işçiler bir bütün olarak değerlendirilmektedir. Her şeyden önce

hiçbir ülkenin kendi tarihsel kökeni kültürel şekillenmede diğer ülkelere aynen

aktarılamayacağı gibi toplumsal katmanların veya rol ve statülerin aynen farklı tarihsel

süreçlerde işleme konulması pek olanaklı görülmemektedir. Nitekim özellikle inanç

bağlamında ortaya çıkan farklılaşmaların farklı sosyo-kültürel bağlamlarda nasıl etkilerinin

olacağı tam olarak kestirilemeyeceği gibi çok teknik olarak olayların birbirine benzetilmesi

de farklı sonuçları içerecek güçte ortaya çıkmaktadır.

Page 223: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

207

G. Le Bras’ın işaret ettiği gibi, her din, onun şekil ve muhtevasını etkileyen ve

sırasında dinin de onu etkilediği bir toplumda ortaya çıkar, hayat bulur ve gelişir. Bu

noktada dini olay, zaman ve mekân içerisinde, birbirinden oldukça farklı şekillerde ortaya

çıkmaktadır (Günay, 1986, 48). Bu durum farklı şekillerde ortaya çıkan dini olayın

özellikle farklı toplumlar bağlamında değerlendirilmesiyle de durumu iyice değişmiş bir

görünüme sokmakta dolayısıyla insan ve toplum unsuru da süreci her zaman her yerde

aynılaşmasına engel olmaktadır. Bu noktada işçilerinde dini yaşayışının anlaşılmasında

kendi tarihi ve sosyal dinamiklerinin anlaşılması önem arz etmektedir.

Bu bağlamda işçilerin geleneksel olarak da ifade edilen inançları modern hayatta da

ifade etmekte ve bu inancın temel yansımaları olan veya bireysel ve toplumsal alanda bu

inancı görünür kılan durumları göstermektedirler. Her ne kadar bu durum modernleşme

sürecinin etkisiyle farklılaşmış ve yer yer geleneksel bağlamından soyutlanmış olsa da işçi

kesiminde de görünür olan şey özellikle dinsel olarak görülen ortak ifadelerin

yıpratılmaması veya kutsal alan olarak ifade edilmesidir. Bu noktada geleneksel bir duruş

sergileyen işçi kesiminin çoğunluğu dinsel alanda meyden çıkan farklı kaynaklı kullanım

amaçlarına da kendilerine dair bir duruş sergilemektedirler. Bu duruşun genel olarak siyasi

ifadelerle şekillendiği ve farklı tezahürlerin çeşitli nedenlerle kendisini ifade ettiği

söylenebilir.

Öte yandan dinin diğer boyutlarında ait olunan sosyo-kültürel ortamın aynı toplum

içerisinde dahi farklılaşmaları göz önünde bulundurulduğunda işçilerinde dinin etkisini bu

noktalarda farklı biçim ve boyutlarda hissettiği görülmektedir. Genel olarak dini açıdan

temel argümanlardan birisi olan güzel örnek meselesinin dini alanda boşlukları doldurması

düşünülürken farklı şekillerde dini açıdan kötü örneklerin daha çok boşlukları doldurma

anlamında işçiler tarafından da kullanıldığına müşahade etmekle birlikte dini iyi, doğru ve

güzel yönleriyle ifade edip kendisini konumlandıranlara da şahit olmaktayız. Dinin bu

bağlamda değerlendirilmesine dair tespitlerin genel anlamda sosyolojik olarak bir atıf ve

dayanak noktası oluşturduğu belirtilmelidir (Edwards, 1969, 45). Böylece işçilerin iyi,

doğru ve güzel algılamalarıyla dinin etkisini hissettikleri görülmekte ve bunun etkisi genel

anlamda bir kimlik bağlamında da ifade edilmektedir.

İşçilerin genelinin kimlik bağlamında da ifade ettiği dini aidiyetin işçi kimliğinin

veya işçi sınıfı tartışmalarının hem kültürel ve hem de sosyal olarak önüne geçtiğini ve

kendisini bu noktada ideolojik ifadelerin çokta yakınında bir duruşla belirlememektedir.

Batı toplumlarında doğan ve gelişen işçi sınıfının doğu toplumlarında ortaya çıkışı ve

gelişimi farklı bir konum sergilemekte ve toplumsal tabakalaşmanın yeni ve üstün gücü

Page 224: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

208

olarak kendisini ifade etmemektedir. Bu noktada işçilerin tarihsel gelişiminde özellikle

Türk işçilerine baktığımızda bu durumu net olarak görebilmekteyiz. Çünkü belli

kazanımlarla ifade edilen işçi sınıfı tartışmalarının ideolojik bağlamını işçilerimiz kültürel

kodlarına uygun bulmamakta ve bunu davranış olarak ifade etmemektedir. Bu nokta işçi

dindarlığına yönelik olarak yapmış olduğumuz bu çalışmada sunulan verileriyle de

doğrulanmaktadır.

Farklı değişkenlere yönelik olarak değerlendirdiğimizde inancı ifade etmede

farklılıkların pek gözlenmediği genel olarak İslam Dini’nin inanç esasları olarak ifade

edilen hususların geçerli olduğu ifade edilmelidir. Öte yandan özellikle kader inancı

hususunda sorduğumuz soru farklı bağlamlarda değerlendirilmiş ve bazı işçiler olumlu bir

görüş sergilerken bazı işçilerde kavramı inancın berisinde anlayarak asıl kadere değil de

insanın kendi etkinliğine vurgu yapmışlardır. Özellikle insan hürriyeti bağlamında

tartışılan bu konularda kader’in insanı bağlayan yönü veya insanın kader karşısındaki

konumu yanında sahip olduğu imkân ve kabiliyetlerin boyutu da önem arz etmektedir. Bu

noktada modernleşmenin insan hürriyetine yaptığı güçlü vurgu kendisini en çok kader

inancını etkileyerek göstermiş ve bu inancın eskilerden beri tartışılan bağlamı yön

değiştirmiştir. Bu yönü eğer sekülerleşme olarak ifade edersek zaten ortada inanç açısından

tartışılacak bir durum kalmamaktadır. Öte yandan inanç bağlamı göz önünde bulundurulsa

dahi bu inançta yıpranmaların olacağı ve en azından insanın özgürlüğünün kaderin önüne

geçeceği görülebilir. Fakat bu inancı tamamen reddeden ve insanı herhangi bir metafizik

olguyla bağıntılandırmayan görüşlerin de olduğunu ifade etmeliyiz.

İnanç hayatın temellerini oluşturan ve davranışlara yön veren eğilimlerin

kaynağında yer alan olgular olarak işçilerin hayatında yer edinmekte ve bu inancın

yansımaları farklı boyutlarda hissedilmekte ve görülmektedir. Öncelikle dinin ibadet

boyutu işçilerin dindarlığında kendisine farklı şekillerde yer edinmekte ve işçiler dinin

etkisini değişik oranlarda hissetmektedir.

Araştırmanın hipotezlerini istatiksel olarak analiz ettiğimizde ulaştığımız

sonuçlarda genel olarak hipotezlerimizi doğrulamakla birlikte bazı noktalarda farklı

sonuçlara ulaşılmıştır. Bazı sonuçlar ise anlamlı farklılaşmaları bize sunmamakla birlikte

bize durumu ifade etmiştir.

Cinsiyete göre dindarlığın farklılaşacağına dair ortaya koyduğumuz ilk

hipotezimize baktığımızda öncelikle dinin etkisini hissetme düzeyinde kadınlarla

erkeklerin birbirine yakın olduğunu ve anlamlı bir farklılaşmanın görülmediğini

söyleyebiliriz. Dine önem verme, öznel dindarlık algısı bakımından ise erkeklerin daha

Page 225: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

209

fazla yüzdelerle temsil edildiğini görmekteyiz. Dinsel yaşayışın ibadet boyutunda

erkeklerin aldığı puanın anlamlı bir şekilde yüksek olduğunu öte yandan dini inanç ve

dinin etkisini hissetme ölçeklerinden yine erkeklerin daha fazla puan almalarına karşın

aradaki farklılaşmanın anlamlılık seviyesine ulaşmadığını söyleyebiliriz. Halk inançları ve

etkileri bağlamında yaptığımız analizde de görüldüğü erkeklerin ve kadınların genel olarak

yüksek oranlarda bu inançlara bağlandıkları görülmekte ve en azından büyük çoğunluğu

“nazar” başta olmak üzere ankette sunulan bir inanca sahip olmaktadır.

Dini ibadetlerin temelleri olan namaz kılma, oruç tutma, hacca gitme, Kuranı

Kerim okuma ve dua etme açısından kadınlarla erkekler arasında anlamlı bir farklılaşmaya

rastlanmamıştır. Nafile ibadetlerde ise erkekler daha önde görünmektedir. Yine zekât

verme, camiye gitme, cenaze ve dinsel programlar gibi toplumsal yönü ağır basan

ibadetlerde erkekler daha öndedirler. Öznel kimlik algısı noktasında önemli bir farklılaşma

olmamakla birlikte diğer din mensuplarıyla ilgili sunduğumuz ifadelerde erkekler kadınlara

göre daha tavizsiz bir görünüm sergilemektedirler.

Sonuçta erkeklerle kadınlar arasında dindarlığın farklı görüntüleri açısından

farklılıklar ortaya çıkmakla birlikte özellikle dinin ibadet boyutunda düşük bir eğilimin

varlığı görülmektedir. Sanayi alanında çalışmanın insani ve sosyal ilişkileri etkilemesine

yönelik olarak kadınların genel olarak olumsuz görüş bildirdikleri ve sanayileşmenin ağır

çalışma şartlarının sosyal ve insani gelişime yönelik olarak onları daha çok etkilediği

vurgulanmaktadır. Bu durumda sanayi alanında çalışan kadınların çalışma hayatında ki

varlıklarına bir zorunluluk ve hayatın şartları olarak bakılabileceği gibi insanımızın hayatın

yüklediği sorumlulukları bütün zorluklara rağmen taşıyabileceğini ve gerekli özveriyi

gösterebileceği şeklinde de anlamaktayız. Anneliğin yüklediği ulvi yükü üzerinde taşıyan

kadınların birçoğu, özellikle sanayi alanında çalışmanın ekonomik ve sosyal

zorunluluklarına işaret etmekte ve bu çalışmanın hayatlarından kopardığı genellikle ailevi

yaşamdan, çoluk çocuklarından kopardığı zamana ve ilişkilere atıf yapmaktadırlar.

İşçilerimiz arasında 16 yaşından başlayan ve genelde genç ve orta yaşla ifade

edebileceğimiz bir profile sahibiz. Farklı yaşlarda olan işçilerin yaşlarına binaen ortaya

konulan dindarlık görüntülerinin karşılaştırmasını yaptığımızda yine farklılaşmalara

rastladık. Tabiî ki bu farklılaşma inanç boyutunda gerçekleşmemiştir. Her yaştan işçinin

dini inançlarının mevcut olduğunu görmekteyiz. Geleneksel şemayla sunduğumuz dini

inançlara katılım oranının çok yüksek oluşu farkı değişkenler bağlamında hep ortaya çıkan

bir durum olarak gözlenmektedir. Dinsel yaşayışın ise genel anlamda yaşlara göre

farklılaştığını ama yaptığımız analizlerde anlamlı bir düzeye ulaşan farklılaşmanın

Page 226: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

210

olmadığını söyleyebiliriz. Bu noktada genel olarak hipotezimizin tersine genç ve orta

yaşlarda ki işçilerin anlamlılık seviyesine ulaşmasa da daha yüksek puanlar aldığını

görmekteyiz.

Dinin etkisini yaş bakımından genç ve orta yaş seviyesinde olanların daha fazla

hissetmesine karşın yaşlılarla olan bu farklılaşmaları analizlerde anlamlılık seviyesine

ulaşmamaktadır. Yine dine önem verme ve öznel dindarlık algısında da anlamlı bir

seviyeye ulaşmamış olmamız hipotezimizin tersine bir durumu ortaya koymaktadır. Öyle

ki genç ve orta yaşlıların yapılan analizlerde daha fazla puan aldıkları ortaya çıkmaktadır.

Sonuçta yaş değişkeninin dindarlıkla ilgili olarak anlamlı farklılaşmalara yol açan bir

değişken olmadığını söyleyebiliriz.

İşçileri medeni durumlarına göre değerlendirdiğimizde ise dindarlığın inanç

boyutunda herhangi bir farklılaşmaya rastlamamaktayız. Fakat ibadet boyutuna göre

değerlendirdiğimizde evli olan işçilerin olumlu yönde ve anlamlılık seviyesine ulaşan bir

noktada bekâr işçilerden farklılaştığını görmekteyiz. Dinin etkisini hissetme durumuna

baktığımızda evlilerin yine bekâr işçilerden daha yüksek puanlar aldığını görmekteyiz.

Yapılan analizde her ne kadar bu farklılaşma anlamlılık seviyesine ulaşmasa da evli

olanların genel anlamda yüksek puanlar aldıkları ve böylece daha dindar bir görünüm

sergilediklerine şahit olmaktayız. Bu durumda genel olarak bu değişkenle ilgili olan

hipotezlerimiz doğrulanmaktadır.

Öğrenim düzeyinin işçilerin inanç boyutunda herhangi bir farklılaşmanın nedeni

olmadığını görmekteyiz. Dindarlığın ibadet boyutuna baktığımızda, öğrenim düzeyi

arttıkça ibadetlere devam düşmemekte bilakis işçilerin öğrenim düzeyi arttıkça ibadet

puanları yükselmektedir. Yalnız bu farklılaşma anlamlılık seviyesine ulaşmamaktadır.

Dinin etkisini hissetme bakımından neredeyse fakülte veya yüksekokul mezunlarının daha

an yüksek puana ulaştığını görmekteyiz. Yine dine verilen önemin düzeyine ve öznel

dindarlık algısına baktığımızda anlamlı farklılaşmalara ulaşmamakla birlikte ilkokul ve

üniversite mezunlarının diğerlerine oranla daha yüksek puanlar aldığını görmekteyiz. Son

olarak öğrenim durumunun artmasıyla dini bilgi seviyesinin de artacağını ifade etmiştik.

Bu hipotezimiz anlamlı bir şekilde doğrulanmıştır.

Modernleşmeyle birlikte önem kazanan eğitimin statülerin belirlenmesinde ki

etkisini her alanda görmekteyiz. Sanayi alanında çalışan işçilerin de kendi aralarında statü

farklılaşmasının olduğunu ve bunun dindarlık algılamalarında farklılaşmalara yol açtığını

görmekteyiz. Yalnız bu farklılaşma dinin inanç boyutunda değil de diğer boyutlarda

gözlenmektedir. Yalnız her ne kadar dinin ibadet boyutunda ve dinin etkisini hissetmede

Page 227: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

211

bir farklılaşmaya rastlıyorsak ta bu farklılaşmanın anlamlılık seviyesine ulaşmadığını

görmekteyiz. Bu farklılaşmaya baktığımız zaman ise usta ve ustabaşıların farklı düzeylerde

özellikle kalifiye işçilerden daha yüksek puanlar aldıklarını görmekteyiz. Bu durum da

hipotezlerimiz tam olarak doğrulanmamakla birlikte özellikle düz işçi ve kalifiye işçilerde

dindarlık düzeyinin çok düşük olduğuna da işaret etmemekte onlarda da Türk toplumunda

geleneksel olarak gözlenen dini yaşam boyutunun belli oranlarda varlığına şahit

olmaktayız. Bu değişkenle ilgili olarak statü arttıkça dine verilen önem ve dindarlık

algısının azalacağına dair öngörümüzde doğrulanmamış bilakis statü arttıkça bu

durumlardaki değerlendirmeler de olumlu yönde farklılaşmıştır.

Öznel gelir algısının hayatı ve hayatın sosyo-kültürel yönlerini değerlendirmede

önemli bir etken olduğunu ve dindarlığın gereklerinin en iyi durumda ekonomik

imkânların belli seviyelere ulaşmasıyla ifade edilebileceğini görmekteyiz. Fakat genel

görünüm imkân ve kabiliyetler arttıkça dindarlık düzeyinde düşüşler gözlenmektedir. Bu

bağlamda öne sürdüğümüz hipotezlerde de gelir durumu arttıkça inançta olmasa da dinin

objektifleşen yönlerini hayata yansıtmada tersi bir sürecin ortaya çıkacağını

düşünmekteyiz. Fakat elde ettiğimiz sonuçlarda işçilerin ibadet boyutundan elde ettikleri

puanlara baktığımızda kendisini orta gelir grubunda hissedenlerin anlamlı bir şekilde

farklılaştığını görmekteyiz. Dinin etkisini hissetme düzeyinin ise alt gelir grubunda daha

yüksek olduğunu fakat bu farklılaşmanın anlamlılık seviyesine ulaşmadığını görmekteyiz.

Dine önem verme bakımından orta gelir grubunun anlamlı bir seviyeye ulaşan farkla

yüksek puan aldığını görürken öznel dindarlık algısında ise anlamlı bir farklılaşmaya

rastlamamaktayız. Kader algısının alt gelir grubunda daha güçlü olacağını düşünürken elde

ettiğimiz sonuçlar anlamlı bir farklılaşmanın olmadığına işaret etmektedir.

Günlük çalışma süresinin artmasıyla birlikte dini ritüellerde bir azalmanın

görüleceğine dair hipotezimiz doğrulanmamıştır. İbadet boyutunun bazı ifadelerinde ise

tersi durumlarla karşılaşmaktayız. Zekât verme, kurban kesme, cenaze merasimlerine

katılma, dinsel yayınları okuma ve seyretme ifadelerinde çalışma süreleri daha fazla

olanların daha olumlu yönde farklılaştığı ve bunun anlamlılık seviyesine ulaştığını

belirtmeliyiz. Aslında genel anlamda baktığımızda çalışma süreleri genelde usta kesiminde

artış göstermekte ve bu bağlamda onların aldıkları puanlardan bu sonuçlar etkilenmektedir.

Öte yandan yine orta gelir grubunda olanlar da usta sayısının çokluğu ve daha dindar

görünüm sergilemeleri de yine böyle bir sonuçla bizi karşı karşıya bırakmaktadır. Aslında

normal şartlar altında 8 saatten fazla çalışmak daha yorucu ve ibadetler için daha az zamanı

ifade eder. Ama yine de farklılaşma görünmemekte ve farklılaşma olan ibadetlerde biraz

Page 228: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

212

daha maddi durumla alakalı gibi durmaktadır. Nitekim bu sonuçlarda orta gelir grubunda

olanların daha fazla çalışma saatlerini işaretlediğini de göz önünde bulundurmaktayız.

Yine sanayi alanında çalışma saatlerinin fazla olmasının insani ve sosyal ilişkileri olumsuz

etkileyeceğini düşünürken anlamlı bir farklılaşmayla karşılaşmaktayız. İfade ettiğimiz

bağlamlar (orta gelir, usta olma gibi) bu sonucu da etkilemektedir.

Dindarlığın düzeyini etkileyen önemli değişkenlerden birisi de çalışma hayatının

süresi olabilir. Çalışma hayatında eskidikçe dindarlığın farklı boyutlarında azalmaların

olacağını öngörmekteyiz. Çalışma hayatının süresi dine verilen önem de bir azalmaya

neden olmamakta ve bu bağlamda dindarlık algısında da anlamlı bir farklılaşmaya işaret

etmemektedir. Yine dinin inanç ve ibadet boyutlarında da anlamlılık seviyesine ulaşan bir

farklılaşma olmamakta, sadece dinin etkisini hissetme ölçeğinde 11yıl ve üzeri çalışanlar 1

puan civarında düşük almaktalar yalnız bu da anlamlılık seviyesinde bir farklılaşmaya

işaret etmemektedir. Görüldüğü gibi elde edilen sonuçlar hipotezlerimizi

doğrulamamaktadır. Ve böylece çalışma yılının dindarlıkta anlamlı farklılıklara yol açan

bir değişken olmadığını görüyoruz.

İşçilerimizin çalıştıkları işkollarının farklı olduğunu görmekteyiz. Çalışılan

işkoluna göre dindarlığın ve boyutlarının farklılaşacağını öngörmekteyken böyle bir

farklılaşmanın anlamlılık seviyesine ulaşmadığını görüyoruz. Aslında plastik ve mobilya

sektörü, tekstil ile plastik sektörü arasında ibadet ve dinin etkisini hissetme bakımından

farklılaşma anlamlılık seviyesine ulaşsa da temsil yeterliliğine sahip işçiye bu sektörlerde

ulaşmadığımız için bu farklılığı yorumlamaya gerek görmedik. Yine inanç ölçeğimizde

farklı işkollarında çalışan işçilerin arasında anlamlı bir farklılaşma görülmemiştir.

Din önem düşüncesine göre inanç boyutunda farklılaşmalar olduğu ve bunun

dindarlığın diğer boyutlarında da görüldüğü ifade edilmelidir. Bu noktada dine önem

verenlerin veya dini önemli görenlerin inanç, ibadet ve etki boyutundan daha yüksek puan

aldıkları ve önem vermeyenlere göre anlamlı bir biçimde farklılaştıklarını görmekteyiz.

Ayrıca dine önem verenlerin dindarlık algılamaları doğru orantılı olarak

gerçekleşmektedir. Bu sonuçlar hipotezlerimizin doğrulanması anlamına gelmektedir.

Öznel dindarlık algısına göre dinsel yaşayışla ilgili ölçeklerden alınan puanlarda

farklılaşma görülmüştür. Bu farklılaşmanın öznel dindarlık algısına göre doğru orantılı

olarak farklılaştığını görmekteyiz. Dini inanç boyutunda hiç dindar olmayanlardan

başlayan anlamlı farklılaşma çok dindara kadar artan puanlarla devam etmesine karşın

genel olarak kader algılaması dışında inançla ilgili pek problemle karşılaşmamaktayız.

Fakat ifade edilmelidir ki özellikle inanç konusunda her zaman netleşmelerin olmadığını

Page 229: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

213

hem ahirete inanıp hem de cennet ve cehennemle ilgili şüpheleri olanlara rastlamakla

birlikte özellikle Uzakdoğu kökenli olan tenasüh inancının da ahiret inancında farklı

düzeylerde bozulmalara yol açtığını görmekteyiz. İnanca dair olan bu farklılaşmanın ibadet

hayatında da gözlendiğini ifade etmeliyiz. Bu noktada dindarlık algısı ibadetlere devam da

önemli bir değişkeni oluşturmaktadır. Yine dinin etkisini hissetmede kendisini dindar

olarak görenlerin aldıkları puan farklılaşmanın temelini oluşturmaktadır.

Özne kimlik algısında da yine kendisini Müslüman olarak görenlerle Müslüman-

Türk, Türk ve insan olarak görenler arasında alınan puanlara açısından tüm ölçeklerde

anlamlı seviyeye ulaşan farklılaşmalara ulaşmaktayız. Özellikle kendisini insan olarak

görenlerde dindarlık düzeyinin düştüğü ifade edilebilir. Bu sonuçlarla öznel kimlik algısı,

öznel dindarlık algısı ve dine önem verme açısından öne sürdüğümüz hipotezlerimiz

doğrulanmıştır.

Dini bilgi seviyesi açısından ise işçilerimiz arasında anlamlı farklılaşmaların

olduğunu görmekteyiz. Her şeyden önce işçilerimiz dini bilgilerinin kaynağını ailelerine

dayandırmakla dinin geleneksel olarak öğrenildiğini ve dindarlığın boyutlarında bunun

ortaya konulduğunu bize göstermişlerdir. Fakat genel anlamda işçilerde dini bilginin

yeterli olmadığını ve özellikle kadınlarda dini bilginin daha düşük olduğunu

gözlemlemekteyiz. Bu durum Kuran’ı Kerim ve diğer dini kaynakları okumanın düşük

olmasından da kaynaklanmakta ve bilgiler daha çok kulaktan duyma ve basın-yayında ki

çeşitli tartışmalardan elde edilmektedir.

Dindarlığın bilgi düzeyinde gözlenen bu eksikliklerin, inanç açısından farklılıkların

alabildiğine yaygınlaştığı günümüzde, boşlukların bu farklılıklar tarafından doldurulması

gündeme gelmektedir. Arklı isimler altında ülkemize giriş yapan bu inanç ve ideolojilerin

nevi şahsına münhasır dindarlık tipleri ortaya çıkardığını ve bütünlüğünü kaybederek

parçalanmış inançların sapmalara da yol açtığını görmekteyiz. Bu bağlamda dini bilginin

genel olarak halk veya popüler dindarlık örüntüleri olarak da isimlendirilen inançlara karşı

sağlam duruşu da beraberinde getirdiğini ama ortay çıkan eksikliklerde bu tip inançların

insan ve toplum hayatına akın ettiğini görmekteyiz. Sonuçta inançlarda ortaya çıkan

farklılaşmaların temelinde dinin doğru kaynaklardan elde edilmesi problemi başı

çekmektedir. Dini bilgi konusunda dikkat çeken bir problemde İslam Dini’nin ana kaynağı

olan Kuran’ı Kerim okuma oranının bilgi seviyesine göre anlamlılık seviyesinde bir

farklılaşmaya ulaşmamasıdır. Oysa ki, özellikle dini bilgisini yeterli görenlerin anlamlı bir

şekilde farklılaşacağı öngörülmüştü. Fakat dinsel yayınları okuma durumu dini bilgiyle

doğru orantılı olarak artmaktadır

Page 230: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

214

Dini bilgi düzeyinin dinin inanç ve ibadet boyutunda farklılaşmalara neden

olduğunu görmekteyiz. Dinin inanç boyutunda dini bilgi almanın gereksiz olduğunu

düşünenlerin dahi az puan almasına rağmen bunun diğerlerinden anlamlı seviyeye ulaşacak

bir farklılaşmayı yansıtmadığını görmekteyiz. Dinin ibadet boyutunda ise dini bilgi

düzeyinin artmasına paralel olarak ibadet puanlarının arttığını görmekteyiz. Bu noktada

dini bilgi düzeyi gruplar arasında tek yönlü varyans analizi (ANOVA) sonucunda anlamlı

bir farklılaşmayı yansıtmaktadır. Her ne kadar sayı açısından az olsa da dini bilgi almanın

gereksiz olduğunu düşünenler tüm gruplarla farklılaşırken diğer gruplar arasında

farklılaşma çok düşük düzeydedir. Sonuçta bu veriler hipotezlerimizi doğrulamaktadır.

Modernleşmenin en önemli etkilerinden birisi de bireyselleşmenin artması ve

bireysel eğilimlerin toplumsal planda önem kazanmasıdır. Bu durumun farklı noktalarda

özellikle bireyler için önemli kazanımlar sunduğu bir gerçek olmakla beraber özellikle

dinsel hayatın toplumsal değer ve müesseselerini yıprattığı göz önünde

bulundurulmaktadır. Dinin de bu bağlamda bireysel inanç ve kutsalla kurulan öznel bağa

indirgenmesi söz konusu olmakta ve dolayısıyla birey dışı olan veya bireyi aşan toplumsal

tasavvurlar seküler kalıplarla ifadelendirilmekte ve değerlendirmeler bu çıkış noktasıyla

yapılmaktadır. Bu çıkış noktasının dinsel olanı toplumsal olandan soyutlamakla birlikte

ortaya çıkan boşluklar ya kendisi tarafından veya toplumlar tarafından üretilen tampon

mekanizmalar vasıtasıyla doldurulmakta ve bunun görüntüsü de farklı toplumlarda değişik

görünümler almaktadır. Bu nokta da Türk toplumunun sahip olduğu dinsel inanç ve

görünümlerin seküler olanla ilişkisi başkalaşmakta ve bu durumu kendi geleneksel

algılama biçimleriyle yeniden üretmektedirler.

Seküler olanın her defasında farklılaşan yeniden üretimleri her ne sebeple olursa

olsun varoluşun boyutlarında farklı zaman ve mekânlarda karşılık bulamamakta ve sonuçta

ya bu alanda ki boşluk devam etmekte veya boşluk farklı görünümlerle yine uzaklaştırılan

değerler tarafından doldurulmaktadır. Doldurulan bu değerlerin dinsel olanın yerini

almakta ki mahareti onunla kurduğu ilişkinin biçimine veya kabullerin toplumsal mantıkta

karşılık bulmasına bağlı olmakla birlikte bu durum sosyologlar tarafından farklı şekillerde

ifade edilmektedir. Aslında toplumsal hayattan atılmaya çalışılan toplumsal asli unsurların

veya toplumun kendisi olmadan kendisi olamayacağı unsurlarının cevheri ile olan

ilişkisinin arızi olup olmadığı yaşama şansının ne kadar olduğunu da bize göstermekte ve

bunlara binaen varoluşun boyutları ne seküler ne de dinsel algılamalar ve etkisiyle

uygulamalarda birbirini çekip-itmeye devam etmektedir. Bu gerilimlerin boyutları yine

farklı toplumsal tabakalarda karşılık bulmakta ve bunun boyutları ölçülmeye

Page 231: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

215

çalışılmaktadır. Aslında bütüncül bakış açısı net olarak ayrımlar yapamamakta ve fakat

genel ifadelerle olayın fotoğrafını çekmeye çalışmaktadır.

Bu noktada toplumsal yardımlaşma anlayışının dini saiklerle yönlendirilmeye

devam ediyor oluşu kuramsal bakış açımızı doğrulamakta ve Türk işçilerinin seçtiğimiz

örnekleminde bu durum açıkça gözlenmektedir. Bu noktada Türk toplumunun kendi

geleneksel yapısında yer alan unsurların dini olanla etkileşimine de atıf yapmak sürecin

devam ediyor oluşuna da bir işaret olarak görülebilir.

Atalay’ın (1983) Kırıkkale’de işçilere yönelttiği sorulara aldığı cevaplarda da

benzer sonuçlar aldığını güncel olarak diğer şehirler de yapılan çalışmalarda da bunun

doğrulandığını ifade etmeliyiz. Özellikle Akgül’ün (1992), Karaman’ın (2000) işçiler

üzerine yaptıkları çalışmalarda da işçilerin benzer özellikleri daha yüksek oranda temsil

edildiği görülmektedir. İşçilerin taşıdıkları benzer özelliklerin yaşanılan bölgeye ve şehre

göre farklılaşmasını göz önünde bulundurmakla beraber yaşanılan döneminde işçilerin dini

yaşayış ve anlayışlarına farklı düzeylerde olumlu veya olumsuz etkilerinin olduğunu diğer

yandan işçilerin kendilerini ifade etmek bakımından belirtilen değişkenlerden ki özellikle

belirtmek gerekirse çalışma ortamından etkilenmekte ve cevapları tam olarak istenilen

objektifliğe ulaşmakta veya ulaşmamaktadır. Bütün bunlara rağmen ifade edilen

değişkenlerin araştırmacılar tarafından göz önünde bulundurulduğu ve bu noktada

ülkemizin değişik yerlerinde ve farklı zamanlarında yapılan çalışmalarda yukarıda ulaşılan

sonuçlara benzer sonuçlara ulaşılmaktadır. Bu noktada Nichols ve Suğur’un (2005), Geniş

(2006) ve Güzel’in (2008) yaptıkları çalışmalarda da işçilerin muhafazakâr duruşlarına dair

sonuçlar ön plana çıkmakta ve özellikle ilk çalışmada işçilerin dini ibadetlere dair

gönüllerinde taşıdıkları gereklilik duygusunun %65’leri aşmasına dair sonuçlar

belirtilmekte ve bu arada sanayi alanında dini yaşama dair uygulamaların farklılaşmasına

dair örneklere rağmen bu böyle gerçekleşmektedir. Nichols ve Suğur’un dinî yaşam

hususunda değişik çalışma ortamlarında yaşanan ilginç durumları aktarmakta ve bazı

fabrikaların bu konuda ki seküler tutumlarına vurgu yapmaktadırlar.

Tezimizin varsayımında da ifade ettiğimiz gibi sekülerleşmenin, Berger’in

ifadesiyle; “modern sanayi üretimiyle doğrudan ilgili olan sınıflar, özellikle işçi sınıfı

üzerinde daha güçlü etkilerde bulunduğunu” görmeyi bu sonuçlardan sonra

ummamaktayız. Anadolu’nun köylerinden, kasabalarından ve diğer yerlerinden gelen

işçilerin Batı toplumları bağlamında ifade edilen bu sonuçla değerlendirilemeyeceği ortaya

çıkmış olmakla beraber sekülerleşmenin bir proje olarak değerlendirilmesinin ötesine

uzanan bir yaklaşımla, modernleşmenin etkilerinin Türk işçilerini de farklı boyutlarda

Page 232: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

216

etkilediğini ve işçilerimizin seküler bir alanda kendilerini belirli düzeylerde gösterdiğini

belirtmeliyiz. Bu durum geçiş sürecini yaşayan ülkemizde tipik olarak gözlenen bir sonuç

olarak ortaya çıkmaktadır.

Araştırmamızın sonucunda genel olarak işçilerimizin dinin etkilerini hissettiklerini,

din ve dinî değerlere önem verdiklerini, kendilerini geleneksel dini kalıplarla ifade

ettiklerini ve bunu içsel veya dışsal olarak farklı boyutlarda gösterdiklerini belirlemekteyiz.

Page 233: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

217

KAYNAKÇA

Alperen, A. (2003), Sosyolojik Açıdan Türkiye’de İslam Ve Modernleşme, Adana: Karahan

Yayınları.

Ağakay, M. A. (1973), Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Akdoğan, A. (2002), Geleneksel Toplumdan Modern topluma Geçişte Dini Hayat,

İstanbul: Rağbet Yayınları.

Akgül, M. (1992), “Sanayileşme ve Din İlişkilerinin Konya Organize Sanayi Bölgesinden

Seçilen Örnek Bir Grup Üzerinde İncelenmesi”, Yayınlanmamış Yüksek

Lisans Tezi, Konya Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Akgül, M. (2002), Türkiye’de Din ve Değişim-Bir Erol Güngör Çözümlemesi, İstanbul:

Ötüken Yayınları.

Applebaum, H. (1995), The Concept of Work İn Western Thought, Editor, F. C. Gamst;

Meanings of Work, New York: State University of New York Press.

Atalay, B (1982), Sanayileşme ve Sosyal Değişme, Kırıkkale Araştırması, Ankara: Devlet

Planlama Teşkilatı Yayınları.

Ayas, M. R. (1994), Kur’an-ı Kerim’de Çalışma Kavramına Sosyolojik Bir Yaklaşma,

İzmir: Akademi Kitabevi.

Ayata, S. (1987), Kapitalizm Ve Küçük Üreticilik, Türkiye’de Halı Dokumacılığı, Ankara,

Yurt Yayınları.

Ayata, S. (1991), Sermaye Birikimi ve Toplumsal Değişim, Ankara: Gündoğan Yayınları.

Aron, R. (1992), Sınıf Mücadelesi, (Çev, Erol Güngör). İstanbul: Dergâh Yayınları.

Aron, R. (1994), Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, (Çev, Korkmaz Alemdar). Ankara: Bilgi

Yayınları.

Aron, R. (1997), Sanayi Toplumu, (Çev, E. Gürsoy). İstanbul: Dergâh Yayınları.

Arslan, M. (2006), “Dindarlık Farklılaşması ve Popüler Dindarlık”, Editör, Ü. Günay &

Celaleddin Çelik; Dindarlığın Sosyo-Psikolojisi, Adana: Karahan Yayınları.

Arslan, M. (2004), Türk Popüler Dindarlığı, İstanbul: Dem Yayınları.

Aslantürk, Z. & Amman, T. (1999), Sosyoloji, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi Vakfı Yayınları.

Aydın, M. S. (1990), Din Felsefesi, İzmir: İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları.

Bauman, Z. (1999), Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar, (Çev, Ümit Öktem). İstanbul:

Sarmal Yayınları.

Page 234: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

218

Bendix, R. (1983), “Sanayileşme, Modernleşme ve Kalkınma”, (Çev. İhsan Sezal). Editör,

İhsan Sezal; Sosyoloji Yazıları, Bursa: Ekin Yayıncılık

Bendix, R. (1998), “Max Weber’in Din Sosyolojisi” (Çev, M. Emin Köktaş). Derleyen,

Yasin Aktay & M. Emin Köktaş; Din Sosyolojisi, Konya: Vadi Yayınları.

Berger, P. L. (1993), Dinin Sosyal Gerçekliği, (Çev, Ali Çoşkun). İstanbul: İnsan

Yayınları.

Berger, P. L. & Luckmann, T. (2008), Gerçekliğin Sosyal İnşası, Bir Bilgi Sosyolojisi

İncelemesi, (Çev, Vefa Saygın Öğütle). İstanbul: Paradigma Yayıncılık

Bergson, H. (1986), Ahlak ile Dinin İki Kaynağı, (Çev, M Karasan). İstanbul: Milli Eğitim

Bakanlığı Yayınları.

Berman, M. (2001), Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, (Çev, Ü. Altuğ & B. Peker).

İstanbul: İletişim Yayınları.

Bilgin, V. (1997), Sosyal Çözülme ve Din, Samsun, Etüt Yayınları.

Birnbaum, N. (2002), Sanayi Toplumunda Kriz, (Çev, Tarkan Karatekin & Filiz Ülgüt).

İstanbul: Babil Yayınları.

Blumer, H. (1990), Industrialization as an Agent of Social Change, A Critical Analysis,

New York: A de Gruyter.

Bottomore, T. & Nisbet, R. (2002), Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, (Çev, Mete Tunçay

& Aydın Uğur). Ankara: Ayraç Yayınları.

Chalfant, H. P., Beckley, R. E. & Palmer, C. E. (1994), Religion in Contemporary Socıety,

İllinois: F. E. Peacock Publishers Inc.

Clark, T. N. & Lipset, S. M. (2007), “Toplumsal Sınıflar Ölüyor mu?” (Çev, Hayriye

Erbaş). Derleyen, Hayriye Erbaş, Fark/Kimlik, Sınıf, Ankara: EOS

Yayınları.

Çelebi, N. (1983), Aydın’daki Küçük Sanayilerin Sosyolojik Açıdan İncelenmesi, İzmir Ege

Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları No:26.

Çelebi, N. (2001), Sosyoloji ve Metodoloji Yazıları, Ankara: Anı Yayınları.

Çelik C. (2006), “Kentsel Dindarlık”, Editör, Ünver Günay & Celaleddin Çelik;

Dindarlığın Sosyo-Psikolojisi, Adana: Karahan Yayınları.

Çiftçi, A. & Wuthnow, R. J. & Berger, P. L. (2002), Din ve Modernlik, Toplumbilim

Yazıları I, Ankara: Ankara Okulu Yayınları.

Draz, M. A. (1982), Din ve Allah İnancı, (Çev, Bekir Karlığa). İstanbul: Bir Yayınları.

Duran, H. (2002), Endüstri Çağının Dinamikleri, İstanbul: Değişim Yayınları.

Page 235: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

219

Durkheim, E. (2005), Dini Hayatın İlkel Biçimleri, (Çev, Fuat Aydın). İstanbul: Ataç

Yayınları.

Durkheim, E. (2004), Sosyolojik Yöntemin Kuralları, (Çev, Cenk Saraçoğlu). İstanbul:

Bordo Siyah Yayınları.

Edwards, D. L. (1969), Religion and Change, London: Hodder and Stoughton.

Efe, F. (1997), “Geleneksel Toplum, Sanayileşme, Sosyal Değişme ve Din İlişkileri:

Bayburt ve Kocaeli Örnekleri”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Kayseri

Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Erbaş, H. (2007), “Fark/Kimlik, Sınıf”, Editör, Hayriye Erbaş & M. Kemal Coşkun &

Deniz Yüzüak; Fark/Kimlik, Sınıf, Ankara: EOS Yayınları.

Erkal, E. M. (1995), Sosyoloji (Toplumbilimi), İstanbul: Der Yayınları.

Eyüpoğlu, O. (1996), “Samsun İli Küçük Sanayi Sitesinin Sosyo-Ekonomik Yapısı İçinde

Dinin Konumu”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Samsun Ondokuz

Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Fındıkoğlu, Z. F. (1975), Karl Marx ve Sistemi, İstanbul: Ötüken Yayınları.

Fichter, J. (2004), Sosyoloji Nedir? (Çeviren, Nilgün Çelebi). Ankara: Anı Yayınları.

Freund, J. (2002), “Max Weber Zamanında Alman Sosyolojisi”, Editör, Tom Bottomore &

Robert Nisbet; Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, Ankara: Ayraç Yayınları.

Freyer, H. (1954), Endüstri Çağı, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

Yayınları

Galbraıth, J. K. & Salınger, N. (1991), Ekonomik Yaşamın Güncel Sorunları, (Çev, Özer

Ozankaya). İstanbul: Cem Yayınları.

Geniş, A. (2006), İşçi Sınıfının Kıyısında, Küçük Sanayi İşçileri Üzerine Bir İnceleme,

Ankara: Dipnot Yayınları.

Giddens, A. & Person, C. (2001), Anthony Giddens’la Söyleşiler, Modernliği

Anlamlandırmak, (Çev, Serhat Uyurkulak & Murat Sağlam). İstanbul: Alfa

Yayınları.

Glock, C. Y. (1998), “Dindarlığın Boyutları Üzerine”, (Çev, M. Emin Köktaş). Derleyen,

Yasin Aktay & M. Emin Köktaş; Din Sosyolojisi, Konya: Vadi Yayınları.

Goodenough, W. H. (1963), Cooperation in Change, New York: John Wıley & Sons, Inc.

Guenon, R. (1991), Modern Dünyanın Bunalımı, (Çev, Nabi Avcı). İstanbul: Ağaç

Yayınları.

Güçer, M. S. (2005), “Max Weber’de Sosyal Tabakalaşma Olgusu”, Yayınlanmamış

Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Page 236: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

220

Günay, Ü. (2003), Din Sosyolojisi, İstanbul: İnsan Yayınları.

Günay, Ü. (1978), “Erzurum ve Çevre Köylerinde Dini Hayat”, Yayınlanmamış Doçentlik

Tezi, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Günay, Ü. (1986), “Modern Sanayi Toplumlarında Din I.”, Kayseri Erciyes Üniversitesi.

İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 3.

Günay, Ü. (1987), “Modern Sanayi Toplumlarında Din II.”, Kayseri Erciyes Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 4.

Günay, Ü. & Çelik, C. (Editör) (2006), Dindarlığın Sosyo-Psikolojisi, Adana: Karahan

Kitabevi.

Güzel, S. (2008), Çalışma Sosyolojisi, Modern İşgücünün Oluşumu, İstanbul: Literatürk

Yayınları.

Güzel, M. Ş. (1998), “İkinci Dünya Savaşı Boyunca Sermaye ve Emek”, Derleyen, D.

Quataert & E. J. Zürcher; Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiyesi’ne İşçiler,

İstanbul: İletişim Yayınları.

Hamilton, M. (2001), The Sociology of Religion, Theoretical and Comperative

Perspectives, New York: Routledge.

Hobsbawm, E. J. (2005), Sanayi ve İmparatorluk, (Çev, Abdullah Ersoy). Ankara: Dost

Kitabevi Yayınları.

Kağıtçıbaşı, Ç. (1999), Yeni İnsan ve İnsanlar, İstanbul: Evrim Yayınları.

Karagöz, E. Ö. (2003), Max Weber’de Anlayış Sosyolojisi Ve Din Olgusu, İstanbul: Derin

Yayınları.

Karaman, R. (2000), Sanayileşmenin Dine Etkisi, Mersin Örneği, Konya: Akın Ofset

Baskısı.

Karasar, N. (2004), Bilimsel Araştırma Yöntemi, İstanbul: Nobel Yayınları.

Kaya, R. (1993), “Sanayileşmenin Sosyo-Kültürel Etkileri, Çerkezköy Araştırması”,

Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü.

Kayıklık, H. (2003), Orta Yaş ve Yaşlılıkta Dinsel Eğilimler, Adana: Baki Kitabevi.

Kehrer, G. & Robertson, R. & Durkheim, E. (1996), Din Sosyolojisi, (Çev, M Emin

Köktaş, Abdullah Topçuoğlu). Ankara: Vadi Yayınları.

Keyder, Ç. (1998), “Halk Yığınlarının Bugünkü Durumu”, Derleyen, D. Quataert & E. J.

Zürcher; Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiyesi’ne İşçiler, İstanbul: İletişim

Yayınları.

Keyder, Ç. (1995), Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İstanbul: İletişim Yayınları.

Page 237: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

221

Kızılçelik, S. (1994), Sosyoloji Teorileri 2, Konya: Emre Yayınları.

Kirman, M. A. (2005), Din ve Sekülerleşme, Üniversite Gençliği Üzerine Sosyolojik Bir

Araştırma, Adana: Karahan Kitabevi.

Kongar, E. (1979), Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, Ankara: Bilgi

Yayınevi.

Kongar, E.(Editor) (1999), Türk Toplum Bilimcileri I, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Kuhn, T. (1970), The Structure of Scientific Revolutions, London: The University of

Chicago Press.

Küçük, S. (1994), “Kentleşme Politikalarında Araç Olarak Organize Sanayi Bölgeleri”,

Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İstanbul Teknik Üniversitesi

Fen Bilimleri Enstitüsü

Köktaş, E. (1993), Türkiye’de Dini Hayat, İstanbul: İşaret Yayınları.

Köse, A. (2001), “Modernleşme-Sekülerleşme İlişkisi Üzerine Yeni Paradigmalar”,

Günümüz İnanç Problemleri İçinde, Erzurum: İlahiyat Fakülteleri Kelam

Ana Bilim Dalı Sempozyumu (ss. 203–216).

Kösemihal, N. Ş. (2002), Sosyoloji Tarihi, İstanbul: Remzi Kitabevi Yayınları.

Laroque, P. (1969), Sosyal Sınıflar, (Çev, Yaşar Gürbüz). İstanbul: Remzi Kitabevi

Yayınları.

Lenski, G. (1962), The Religious Factor, New York, Anchor Books

Löwith, K. (1999), Max Weber ve Karl Marx, (Çev, Nilüfer Yılmaz). Ankara: Doruk

Yayınları.

Johnstone, R. L. (2002), Religion in Society, A Sociology of Religion, New Jersey: Pearson

Prentıce Hall

Mardin, Ş. (2005), Din ve İdeoloji, İstanbul: İletişim Yayınları.

Mardin, Ş. (1997), Türk Modernleşmesi, İstanbul: İletişim Yayınları.

Marshall, G. (2003), Sosyoloji Sözlüğü, (Çev, Osman Akınhay & Derya Kömürcü).

Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Marx, K. (1998), Din ve İdeoloji, (Çev, Mevlüde Ayyıldızoğlu). Derleyen, Yasin Aktay &

M. Emin Köktaş; Din Sosyolojisi, Konya: Vadi Yayınları.

Mensching, G. (1994), Dinî Sosyoloji, (Çev, Mehmet Aydın). Konya: Tekin Kitabevi.

Meriç, N, (2005), Modernleşme, Sekülerleşme ve Protestanlaşma Sürecinde Değişen

Kentte Dinî Hayat, İstanbul: Kapı Yayınları.

Mills, C. W. (1970), The Sociological Imagination, New York: Oxford University Press.

Page 238: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

222

Munck, R. (1995), Uluslararası Emek Araştırmaları, (Çev, Cenk Aygün). Ankara: Öteki

Yayınları.

Mutioğlu, H. (1993), “Sanayileşme-Şehirleşme Açısında Küçük Sanayi İşçisinin Sosyo-

Ekonomik Profili, Konya Örneği”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul:

İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Nef, J. (1980), Sanayileşmenin Kültür Temelleri, (Çev, Erol Güngör). İstanbul: Kalem

Yayınları.

Nichols, T. & Suğur, N. (2005), Global İşletme, Yerel Emek, Türkiye’de İşçiler ve Modern

Fabrika, İstanbul: İletişim Yayınları.

Nottıngham, E. K. (1964), Religion And Society, New York: Random House

Okumuş, E. (2003), Toplumsal Değişme ve Din, İstanbul: İnsan Yayınları.

Onay, A. (2004), Dindarlık, Etkileşim ve Değişim, İstanbul: Dem Yayınları.

Ozankaya, Ö. (1979), Toplumbilime Giriş, Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler

Fakültesi Yayınları.

Öğütle, V. S. & Çeğin, G. (2007), Sosyo-Tarihsel Teorinin Sınıfla İmtihanı, İzmir: Duvar

Yayınları.

Parsons, T. (1978), “Religion and The Problem of Meaning”, Edıted by Roland Robertson;

Socıology of Relıgıon, New York: Penguin Books

Poloma, M. M. (1993), Çağdaş Sosyoloji Kuramları, (Çev, Hayriye Erbaş). Ankara:

Gündoğan Yayınları.

Ritzer, G. (1983), Sociological Theory, New York: Alfred A. Knopf Inc.

Rosenau, P. M. (2004), Post-Modernizm ve Toplumbilimleri, (Çev. Tuncay Birkan).

Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Russell, D. & Russell, B. (1979), Endüstri Toplumunun Geleceği, (Çev, Melih Ölçer).

Ankara: Bilgi Yayınları.

Said, E. (1995), Orientalism, Western Conceptions of the Orient, Pantheon: Revised

Edition Penguin

Sarıöz Ete, A. (2002), “Modernlik Çözümlemelerinde Nostaljik Perspektifler, Comte,

Durkheim, Weber ve Simmel”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,

Kırıkkale: Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Sevil, M. (1999), Türkiye’de Modernleşme ve Modernleştiriciler, Ankara: Vadi Yayınları.

Sencer, M. (1989), Toplumbilimlerinde Yöntem, İstanbul: Beta Yayınları.

Sezal, İ. (2002), Sosyolojiye Giriş, Ankara: Martı Yayınları.

Page 239: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

223

Sezen, Y. (1990), Sosyolojide ve Din Sosyolojisinde Temel Bilgiler ve Tartışmalar,

İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları.

Sezen, Y. (1988), Sosyoloji Açısından Din, İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi Vakfı Yayınları.

Sezer, B. (1981), Toplum Farklılaşmaları ve Din Olayı, İstanbul, Edebiyat Fakültesi

Matbaası.

Shayegan, D. (2002), Yaralı Bilinç, Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni, (Çev,

Haldun Bayri). İstanbul: Metis Yayınları.

Shayegan, D. (2005), Batı Karşısında Asya, (Çev, Derya Örs). İstanbul: Anka Yayınları.

Sprott, W. J. H. (2002), Sosyoloji, (Çev, Mehmet Karaoğlu & Ülker Yükselbaba). İstanbul:

Seyir Yayınları.

Swingewood, A. (1998), Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, (Çev, Osman Akınhay).

Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Şahin, İ. (2006), “Değişim Sürecindeki Bir Anadolu Kasabasında Kadın Dindarlığı,

Boğazlayan Örneği”, Editör, Ü. Günay & Celaleddin Çelik; Dindarlığın

Sosyo-Psikolojisi, Adana: Karahan Yayınları.

Şerif, M. (1985), Sosyal Kuralların Psikolojisi, (Çev, İsmail Sandıkçıoğlu). İstanbul: Alan

Yayıncılık.

Taplamacıoğlu, M. (1983), Din Sosyolojisi, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Yayınları.

Taş, K. (2006), “Dindarlığın Kriterleri Üzerine Tipolojik Bir Araştırma”, Editör, Ü. Günay

& Celaleddin Çelik; Dindarlığın Sosyo-Psikolojisi, Adana: Karahan

Yayınları.

Tiryakian, E. A. (2002), “Emile Durkheim”, Editör, Bottomore, Tom & Nisbet, Robert;

Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, Ankara: Ayraç Yayınları.

Topçu, N. (2006), Sosyoloji, (Hazırlayan, Ezel Elverdi & İsmail Kara). İstanbul: Dergâh

Yayınları.

Touraine, A. (1994), Modernliğin Eleştirisi, (Çev, Hülya Tufan). İstanbul: Yapı Kredi

Yayınları.

Turhan, M. (1969), Kültür Değişmeleri, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.

Turner, S. B. (2000), Statü, (Çev, Kemal İnal). Ankara: Doruk Yayınları.

Turner, S. B. (1998), Sivil Din, (Çev, Yasin Aktay). Derleyen, Yasin Aktay & M. Emin

Köktaş; Din Sosyolojisi, Konya: Vadi Yayınları.

Page 240: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

224

Türkdoğan, O. (1981), Sanayi Sosyolojisi Türkiye’nin Sanayileşmesi-Dün-Bugün-Yarın,

Ankara: Töre Devlet Yayınları.

Türkdoğan, O. (2004), Sosyal Hareketlerin Sosyolojisi, İstanbul: IQ Yayınları.

Türkdoğan, O. (1998), İşçi Kültürünün Yükselişi, İş Ahlakı, İstanbul: Timaş Yayınları.

Quataert D.& Zürcher E. J. (Derleyen), (1998), Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiyesi’ne

İşçiler (1839–1950), İstanbul: İletişim Yayınları.

Uysal, V. (1996), Dini Tutum Davranış Ve Şahsiyet Özellikleri, İstanbul: Marmara

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları.

Ülgener, F. S. (1983), Zihniyet, Aydınlar ve İzmler, Ankara, Mayaş Yayınları.

Ülgener, F. S. (1981), İktisadî Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası, İstanbul: Der

Yayınları.

Vatter, S. (1998), “Şam’ın Militan Tekstil İşçileri, Ücretli Zanaatkarlar ve Osmanlı İşçi

Hareketi 1850-1914”, Derleyen, Quataert D.& Zürcher E. J.; Osmanlı’dan

Cumhuriyet Türkiyesi’ne İşçiler (1839-1950), İstanbul: İletişim Yayınları.

Yapıcı, A. (2008), “Kadın Dindarlığı Algısal Bir Yanılgı mı, Yoksa Gerçeklik mi?”,

Ankara, Diyanet Aylık Dergisi Eki, Mart, Sayı, 207.

Yapıcı, A. (2007), Ruh Sağlığı ve Din, Psiko-Sosyal Uyum ve Dindarlık, Adana: Karahan

Yayınları.

Yapıcı, A. (2004), Din, Kimlik ve Önyargı, Biz ve Onlar, Adana: Karahan Kitabevi.

Yapıcı, A. (2006), “Algısal Açıdan Müslüman Kimliği ve Dindarlık”, Editör, Ü. Günay &

Celaleddin Çelik; Dindarlığın Sosyo-Psikolojisi, Adana: Karahan Yayınları.

Yapıcı, A. & Kayıklık H. (2005), “Ruh Sağlığı Bağlamında Dindarlığın Öz Saygı ve Kaygı

İlişkisi, Çukurova Üniversitesi Örneği”, Değerler Eğitimi Dergisi, Cilt,3,

Sayı,9.

Yapıcı, A & Yıldırım, M. (2003), “Küreselleşme Sürecinin Dini Kimliklere Etkisi, Sosyal

Psikolojik Bir Değerlendirme”, Dini Araştırmalar, Ankara: Cilt,6, Sayı,17.

Yavuz, S. (2002), “Sabri F. Ülgener’e Göre “Din-İktisat Ahlak” İlişkisi”, Yayınlanmamış

Yüksek Lisans Tezi, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Yıldırım, E. (1999), Değişen Din Anlayışının Sosyolojisi, İstanbul, Bilge Yayınları.

Wach, J. (1995), Din Sosyolojisi, (Çev, Ünver Günay), İstanbul: Marmara Üniversitesi

İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları.

Wagner, P. (1996), Modernliğin Sosyolojisi, Özgürlük ve Cezalandırma, (Çev, Mehmet

Küçük). İstanbul: Sarmal Yayınevi.

Page 241: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

225

Wallace, A. R. & Wolf, A. (2004), Çağdaş Sosyoloji Kuramları, Klasik Geleneğin

Geliştirilmesi, (Çev, Leyla Elburuz & M. Rami Ayas). İzmir: Punto

Yayınları.

Wallerstain, I. (1995), “Toprağı Bol Olası Modernleşme”, (Çev, M. Özel). Derleyen, M.

Özel; Tarih Risaleleri, İstanbul: İz Yayınları.

Wallerstain, İ & Balibar E. (2007), Irk Ulus Sınıf, (Çev, Nazlı Ökten). İstanbul: Metis

Yayınları.

Weber, M. (1998), “Din Sosyolojisi”, (Çev, Mevlüde Ayyıldızoğlu). Derleyen, Yasin

Aktay & M. Emin Köktaş; Din Sosyolojisi, Konya: Vadi Yayınları.

Weber, M (1964), The Sociology of Religion, (Introduction by Talcott Parsons). Boston:

Beacon Press.

Weber, M. (1997), Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu, (Çev, Zeynep Aruoba).

İstanbul: Hil Yayınları.

Weber, M. (1996), Sosyoloji Yazıları, (Çev, Taha Parla). İstanbul, İletişim Yayınları.

Wright, E. O. (1998), “A General Framework for the Analysis of Class Structure”,

Derleyen, Wright, M.; The Debate on Classes, New York: London-

Newyork Verso.

Zuckerman, P. (2006), Din Sosyolojisine Giriş, (Çev, İ. Çapçıoğlu & H. Aydınalp).

Ankara: Birleşik Kitabevi Yayınları.

Page 242: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

226

EK, ANKET FORMU

Sayın…

Bu anket fabrika işçilerinin dinî anlayışlarını anlamayı ve dinî yaşantılarını ölçmeyi

amaçlayan sorulardan oluşmaktadır. Hiçbir sorunun yanlış cevabı yoktur. İçinizden gelerek

verdiğiniz cevaplar bizim için çok önemlidir. Adınızı yazmanıza gerek yoktur. Sorular

üzerinde fazla düşünmeden size en uygun gelen şıkkı “X” ile işaretleyiniz. Çalışmamıza

yapacağınız katkıdan dolayı şimdiden teşekkür ederiz.

Yrd. Doç. Abdullah Alperen Yakub Ömer Yanbay

1. Cinsiyetiniz, ( ) Erkek ( ) Bayan

2. Yaşınız,……

3. Şu an ki medeni durumunuz nedir? ( ) Evli ( ) Bekar ( ) Dul

4. Öğrenim durumunuz (en son bitirdiğiniz okul)?

( )Okur-yazar değil ( )Okur-yazar ( )ilkokul

( )Ortaokul ( )Lise ve dengi okul ( )Fakülte veya yüksekokul

5. Çalıştığınız işkolundaki mesleki statünüz nedir?

( ) Düz İşçi ( ) Kalifiye işçi ( ) Usta ( ) Ustabaşı

6. Çalıştığınız işkolunun adı nedir? ………………………………………

7. Kaç yıldan beri çalışıyorsunuz? ..................

8. İşyerinde günlük çalışma süreniz ne kadardır?

( ) 8 saat ( ) 10 saat ( ) 12 saat ( ) 16 saat

9. Gelir düzeyiniz? ( ) Alt ( ) Orta ( ) Üst

10. İşinizden memnun musunuz? ( ) Evet ( ) Hayır

Page 243: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

227

11. Bu mesleği niçin seçtiniz?

( ) Bu mesleği çok sevdiğim için ( ) Kısa yoldan hayata atılmak için

( ) Bir meslek sahibi olmak için ( ) Zengin olmak ve daha iyi yaşamak için

( ) Annem-babam istediği için ( ) Başka…………………………….

12. Kendinizi ne olarak hissediyorsunuz?

( ) Türk ( ) Müslüman ( ) Müslüman Türk ( ) İnsan

13. Kendinizi ne kadar dindar hissediyorsunuz?

( ) Hiç dindar değil ( ) Biraz dindar ( ) Dindar ( ) Çok dindar

14. Din sizin için ne kadar önemlidir?

( ) Çok önemli ( ) Önemli ( ) Biraz önemli ( ) Hiç önemli değil

15. Cevabınız olumluysa, niçin önemlidir?

( ) Her iki dünya için din önemlidir.

( ) Bu dünyada mutluluk için dinin önemi vardır.

( ) Din yalnızca öbür dünyada gereklidir.

( ) Geçmişlerimizden miras aldığımız için.

( ) Din toplumu bir arada tutan değerdir.

( ) Din kötü günlerde teselli kaynağıdır.

16. Dinî bilgilerinizi en çok nereden aldınız?

( ) Ailemden (Anne, baba, dede, nine, amca, hala vs.).

( ) Diyanete Bağlı Görevlilerden (İmam, müezzin, yaz Kur’an Kursları).

( ) Okuldan (Din Kültürü Ahlak Bilgisi Öğretmeninden).

( ) Dinî yayınlardan.

( ) Hiçbir yerden dinî bilgi almadım.

( ) Başka ………………………………..

17. Dinî konular hakkındaki bilginizi yeterli görüyor musunuz?

( ) Evet, yeterli görüyorum.

( ) Kısmen yeterli diyebilirim.

( ) Yeterli olduğunu düşünmüyorum.

( ) Dinî bilgi almanın gereksiz olduğu kanaatindeyim.

Page 244: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

228

18. Dinî konularda bir probleminiz olursa çözmek için kime danışırsınız?

( ) Müftü.

( ) Cami görevlileri.

( ) Din dersi öğretmenlerine.

( ) Aile büyükleri.

( ) Bu konuda bilgili arkadaşlara.

( ) Hiç kimseye danışmam.

19. Aşağıdakilerden hangilerine inanıyorsunuz?

( ) Nazar ( ) Çarpılma, cinli olma ( ) Büyü, sihir ( ) Muska

( ) Şans, uğur ( ) Fal ( ) Hiçbiri

22. Kabir ve türbe gibi mekânları ziyaret eder misiniz?

( ) Evet ( ) Hayır

23. Cevabınız eğer “evet” se niçin ziyaret etme ihtiyacı hissediyorsunuz?

( ) Büyük insanlar olduğu için

( ) Bir dileğimin gerçekleşmesi için

( ) Stres ve sıkıntılardan kurtulmak için

( ) Dinimizce iyi bir davranış olduğu için

( ) Başka…………………………………….

24. Size göre sanayi alanında çalışmak insanî özellikleri ve sosyal ilişkileri nasıl etkiler?

( ) Kesinlikle olumlu etkilediğini düşünüyorum.

( ) Kısmen olumlu etkileyebileceği kanaatindeyim.

( ) Genellikle olumsuz etkilemektedir.

Page 245: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

229

I- Aşağıdaki ifadelerden her birini okuduktan sonra, bu ifadeye ne ölçüde katıldığınızı gösteren sütuna ait olan ve ifadenin hizasında

bulunan kutucuğun içini X biçiminde işaretleyiniz.

Kat

ılıyo

rum

Kar

arsı

zım

Kat

ılmıy

orum

1. Allah yaptığımız her şeyi bilir 2. Mahşer günü herkes Allah’a hesap verecektir 3. Kur’an-ı Kerim’in haber verdiği her şey doğrudur. 4. Kur’an-ı Kerim Allah’ın emirlerini bildirir. 5. Kıyamet günü vardır. 6. Allah vardır. 7. Cennet-cehennem diye bir şey yoktur. 8. Öldükten sonra ahiret denen sonsuz bir hayat olacaktır. 9. Kur’an Allah’ın gönderdiği kutsal kitaptır 10. Melekler vardır. 11.Hz. Muhammed Allah’ın peygamberidir 12.Bir kimse ne kadar çabalarsa çabalasın alın yazısını değiştiremez

II- Aşağıdaki ifadelerden her birini okuduktan sonra, bu ifadelerdeki davranışların nedenini sütuna ait olan ve ifadenin hizasında bulunan kutucuğun içini X biçiminde işaretleyiniz.

Her

zam

an

Çoğ

u za

man

Baze

n

Hiç

1. İnancımın gereği olan ibadetlerimi yerine getiriyorum. 2. Namazlarımı kılıyorum. 3. Mazeretlerim dışında Ramazan ayında oruç tutuyorum. 4. Maddi gücüme göre zekâtımı veriyorum. 5. Maddi gücüm uygun olursa, hacca gitmeyi düşünürüm. 6. Kutsal gün ve gecelerde dua ve ibadet yapıyorum 7. Farz ibadetlerim dışında da ibadet ediyorum. 8. Televizyonda yayınlanan dinsel programları seyrediyorum. 9. Dinsel yayınlar okuyorum. 10. Cenaze merasimlerine katılıyorum. 11. Mevlit, hatim gibi dinsel programlara katılıyorum. 12. Kur’an-ı Kerim okuyorum. 13. Dua ediyorum. 14. İmkânım olduğunda kurban kesiyorum. 15. İbadetlerimi yapmak için camiye giderim.

Page 246: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

230

III- Aşağıdaki ifadelere yönelik kanaatlerinizi X ile belirtiniz.

Kes

inlik

le

katıl

mıy

orum

Kat

ılmıy

orum

Kat

ılıyo

rum

Tam

amen

ka

tılıy

orum

1. İnsanlar hayatlarını dine göre şekillendirmelidir. 2. Dindar nesiller yetiştirmek gerekir. 3. Evleneceğim kişinin dindar olmasını tercih ederim. 4. Dinen haram olduğu için içki içmem. 5. Erkeklerle kadınların tokalaşması dinen sakıncalıdır. 6. Arkadaşlarımın dindar olmasını tercih ederim. 7. Evlilik öncesi cinsel deneyimler haram olduğu için bu tür fiillere

yaklaşmam.

8. Sosyal çevrem tarafından iyi bir Müslüman olarak görülmem hoşuma gider.

9. Yardım talep edenlere Allah rızası için yardım ederim. 10. Dünyada sıkıntı altında kalan Müslümanların durumu beni üzer. 11. Domuz yağı içeren ürünleri kullanmakta bir sakınca görmem. 12. Dini inançlarım siyasi görüşümü etkilemez. 13. Kadın-erkek ilişkilerinde dinin belirlediği ölçülere uyulmalıdır. 14. Dinin emir ve yasaklarına dikkat eden bir insan saygıdeğer

kabul edilmelidir.

15. Kız kardeşimin Müslüman olmayanlarla evlenmesine müsaade etmem.

16. Müslüman olmayan biriyle evleneceksem onun Müslüman olmasını isterim.

17. Hıristiyanlar tarafından kurban edilen bir hayvanın etini yemem.

18. Davranışlarımı Allah’ın her yerde gördüğü bilinciyle yapmaya gayret ederim

19. İnsanlarla ilişkilerde temel referans din olmamalıdır.

Page 247: T.C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ... · perspective, the workers were evaluated according to social classes in Karl Marx, Max Weber and Emile Durkheim’s

231

ÖZGEÇMİŞ

KİŞİSEL BİLGİLER

Adı Soyadı : Yakub Ömer YANBAY

Doğum Yeri ve Yılı : Osmaniye, 05 09 1978

Medeni Durumu : Evli

Telefon : 0505 624 71 96

Adres : Güzelyalı M. 81189 S. Başaranlar Apt. 8/15 Çukurova/ADANA

e-mail Adresi : [email protected]

EĞİTİM DURUMU

2005-2009 : Yüksek Lisans, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı, ADANA.

1996-2003 : Atatürk Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, ERZURUM.

1989-1995 : İmam Hatip Lisesi, OSMANİYE.

1984-1989 : Yediocak İlkokulu, OSMANİYE

Yabancı Dil : Arapça-İngilizce

İŞ DURUMU

2003 - : Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni, Genç İşadamları Derneği

İlköğretim Okulu, Çukurova/ADANA