Top Banner
CESARET, KORKUYA DİRENMEK VE ONA GALİP GELMEKT. ^ www. facebook. corn/groups/ekitat CRAIG SILVEY “Mükemmel bir yetişkinliğe geçiş romanı... Her yaştan insanı etkileyecek katlar büyüleyici.'
448

Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Dec 19, 2015

Download

Documents

genel
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

CESARET, KORKUYA DİRENMEK VE ONA GALİP GELMEKT. ^

www. f acebook. corn/groups/ekitat

CRAIG S ILVEY“Mükemmel bir yetişkinliğe geçiş romanı...

Her yaştan insanı etkileyecek katlar büyüleyici.'

Page 2: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Birinci Bölüm

Jasper Jones pencereme gelmişti.Nedenini bilmiyorum ama gelmişti işte. Belki başı dert­

teydi. Belki de gidecek başka yeri yoktu.Her nasıl olursa olsun, ödümü patlatmıştı.Hatırlayabildiğim en sıcak yazdı bu ve sıcaklık odama

süzülüyor, beni uyutmuyordu. Sanki dünyanın çekirdeğin­deymişim gibiydi. Tek teselli, tek penceremin ince boşluk­larından sızan serin esintiydi. Uyumak neredeyse imkânsız olduğundan, gecelerimin büyük bölümünü yağ lambasının ışığında kitap okuyarak geçiriyordum.

Bu gece de farklı değildi. Ve Jasper Jones aniden ca ­mımı tıklatıp kısık sesle bana seslendiğinde, okuduğum Pudd'nhcud WHson\' elimden düşürerek yatağımdan sıçra­dım.

“Charlie! Charlıe!"

* 1X94ytlm dayuytm ltınm ış MtiHi T\vıiııı m kıUıbı

5

Tarama : HASRET =)

Page 3: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

( 'mifi Sthvy

Temkinli \e ürkek bir lavııla ha lifçe eğildim.

“kını var orada?"

"Gharlie! Dışarı gel!""Kimsin sen?"

“Jasper!"

“Ne? K im /""Jasper. Jasper!" ve yüzünü pencereye dayayarak ışığa

sundu. Yeşil gözleri vahşice parıldıyordu. Gözlerimi kısarak baktım.

"Ne? Ciddi m isin? Neler oluyor?""Yardımına ihtiyacım var. Gel buraya da açıklayayım."

diye fısıldadı.“Ne? Neden?""Ulu Tanrım, Charlie! Acele etsene be! Gel buraya."Ve böylece gelmişti.Jasper Jones penceremdeydi.Şaşkınlıktan sarsılmış bir halde yatağın üzerine çıktım

ve tozlu cam tabakalarını çıkararak yastığımın üzerine yığ­dım. Hemen üzerime bir kot pantolon geçirip lambamı sön­dürdüm. Görünmez bir şey bacaklarımı çekiştirirken, dar pencereden dışarı süzüldüm. İlk kez evden kaçıyordum. Bunun heyecanı x t Jasper Jones 'un benim yardımıma ihti­yaç duyduğu düşünülürse, şimdiden coşmuştum.

Pencereden çıkışım bir kuzunun doğumu gibiydi. Doğ­ruca annemin papatya yatağına yuvarlamvcrmiştinı. Hemen tımarlandım ve canım acımamış gibi davrandım.

<) gece dolunay vardı ve her yer çok sessizdi Malv.ılle-

6

Page 4: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı ‘nm (.ntı itilan On tıkları

nin köpekleri muhtemelen havlayamayacak kadar dikkat ke­silmişti. Jaspcr Joııes arka bahçemizin ortasında duruyordu. Zemin dumanı tütecek kadar sıcakmış gibi ayaklarını oynatıp duruyordu.

Jasper uzun boyluydu. Benden sadece bir yaş büyüktü ama çok daha büyük görünüyordu. İnce ama kaslı bir vücudu vardı. Vücudunun biçimi ve kas yapısı çoktan belirginleş­mişti. Saçları darmadağınıktı ve kendisinin kestiği belliydi.

Giysileri üzerine küçük geliyordu. Gömleği kirliydi ve bermudası ancak dizlerinin üzerine kadar iniyordu. Ayakkabı giymemişti. Issız adada kalmış birine benziyordu.

Bana doğru bir adım attı. Ben bir adım geriledim.“Pekâlâ. Hazır mısın?”“Ne? Neye hazır mıyım?”“Sana söyledim ya ulan! Yardımına ihtiyacım var, Char-

lie. Haydi.” Gözleri fıldır fıldır dönüyordu.Heyecanlıydım ama korkuyordum. Dönüp çıktığım pen­

cereden içeri girmek ve odamın sıcak güvenliğinde oturmak geliyordu içimden. Ama karşımdaki Jasper Jones'tu ve o hana gelmişti.

“Pekâlâ. Dur.” dedim, ayaklarımın çıplak olduğunu fark ederek. Tertemiz ve düzgün bir şekilde yan yana duran san­daletlerimi almak için arka merdivene yöneldim. Onları gi­yerken, bunun ilk süt çocuğu hareketim olduğunu iark etlim ve atlatmanı biraz uzun sürdü. Bu yüzden, geri dönerken elimden geldiğince erkeksi davrandım ki a> ışığında bile muhtemelen romatizmalı hır tavuğa benziyor olmalıydım.

7

Page 5: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

O ı ı/.ı* S ih v v

Yere tükürdüm, burnumu çektim ve koluma sildim. “Pe­kâlâ, sen ha/ır mısın? Haydi!”

Jasper cevap vermedi. Sadece dönüp koşmaya başladı.Ben de peşinden.Arka taraftaki çilleri aştıktan sonra, tepeden aşağı, Cor-

ngan'a yöneldik. Burada evler birbirlerine yakındı ve sonra kasabanın merkezine ulaşırken aniden kesiliyordu. Saat bu kadar geç olduğu için ortam ıssız ve renksizdi. Bir kartpos­talın içinde yürüyormuşuz gibiydi. Tren istasyonunu geçince kasabanın doğu ucunda evler yine çoğaldı ve çimenliklerle bahçeleri aydınlatan sokak lambalarının altından sessizce geçtik. Nereye gittiğimiz konusunda hiçbir fikrim yoktu. Yü­rümeye devam ettikçe gerginliğim de artıyordu. Ancak dün­yanın geri kalanı uyurken uyanık olmanın büyüleyici bir tarafı vardı. Sanki onların bilmediği bir şeyi biliyormuşum gibi.

Yürüyüşümüz sonsuza dek sürdü ama hiç soru sorma­dım. Kasabadan çıkıp köprüyü ve Corrigan Nehri’niıı geniş kısmım geçerek tarlalara daldığımızda, Jasper duraksayarak ağzına bir sigara yerleştirdi. Tek kelime bile etmeden paketi bana doğru salladı. Daha önce hiç sigara içmemiştim. Bana sigara tutan da olmamıştı. Aniden paniğe kapıldım. Onu et­kilemek ile geri çevirmek arasında bocalarken, o akşam çok fazla içmişim ve bir iane daha içemezmişim gibi yanaklarımı şişirerek avuçlarımı kamıma bastırdım.

Jasper Jones bir kaşını kaldırarak omuz silkti.Kalçasını bir çıt kapısına dayayarak döndü. Jasper siga­

Page 6: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı 'ntn Unutulan Çocukları

rasından bir nefes çekerken, ben arkasına doğru bakıp nerede olduğumuzu anladım. Bir adım geriledim. Burada, ay ışı­ğında. Deli Jack Lionel'ın köhne kulübesinin yakınında ol­duğumuzu fark ettim. Hemen dönüp Jasper’a baktım. Gideceğimiz yerin burası olmamasını umuyordum. Deli Jack. Corrigan’daki çocuklar için tam bir merak ve tartışma konusuydu. Hiçbir çocuk onu gerçekten görmemişti. Onu gördüğünü böbürlene böbürlene anlatanlar vardı fakat hepsi çabucak yalancı konumuna düşerdi. Oysa bütün bu hikâye­lerin ve söylentilerin dayandığı, inkâr edilemez tek bir gerçek vardı: Jack Lionel birkaç yıl önce genç bir kadını öldürmüştü ve o zamandan beri de bir daha evinin dışında görülmemişti. Aramızda hiç kimse olayın detaylarını bilmiyor, ancak sü­rekli yeni teoriler ileri sürülüyordu. Elbette suçlarının doğası ve boyutları zamanla kötüleşmiş, bu da samanları artırarak iğnenin daha derinlere gömülmesine neden olmuştu. Ne var ki efsanenin büyümesiyle beraber evinden hiç çıkmayan deli katile duyulan korku da büyümüştü.

Corrigan’da popüler bir cesaret testi. Deli Jack Lionel'ın mülkünden bir şeyler çalmaktı. Ön bahçesinden alman taşlar, çiçekler, çeşitli çöpler, merakla incelenmek üzere gururla ta­şınıyordu. Ama en saygı duyulan ve en ender yapılan eylem, kulübesinin yanında mezardan çıkmış zombi eli gibi u/anan büyük ağaçtan bir şeftali aşırmaktı. Deli Jack Lionel'ın bah­çesinden bir şeftali aşırıp yemek, sizi bir anda bütün çocuklar arasında kral yapardı. Şeftalinin çekirdeği olayın anısı olarak saklanır ve herkes tarafından kıskandırdı.

Page 7: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Craig Silvev

Buraya şeftali çalmaya gelip gelmediğimizi merak enim. Öyle olmamasını umuyordum. Pozisyonumu ve say­gınlığımı yükseltme fikri bana güzel görünse de, ne hızlı ne de cesur bir çocuktum, ki bunların ikisi de böyle bir girişim için esastı. Ayrıca, mucizevi bir şekilde bir şeftali çalmayı başarsam bile, kimsenin, hatta Jeffrey Lu'ııun bile bana ina­nacağını sanmıyordum.

Yine de, Jasper'ın eve dikkatle baktığını fark etmiştim. Sigarasını içiyor, izmaritini ısırıyor, parmaklarının arasında evirip çeviriyordu.

“Geleceğimiz yer burası mıydı?" diye sordum.Jasper bana döndü.“Ne? Hayır. Hayır. Charlie. sadece biraz dumanlanmak

için durduk."İkimiz de Lionel'ın bahçesini araştırırken rahatladığımı

gizlemeye çalıştım.“Sence anlatılanlar doğru mudur?" diye sordum.“Evet, doğrudur. İnsanların anlattığı şeylerin çoğunun

saçmalık olduğu kesin ama ben yine de adamın deli olduğuna inanıyorum."

“Kesinlikle," dedim ve yine burnumu çekip tükürdüm. “Tamamen."

“Onu gördüm, biliyorsun. Birçok kez." Jasper bunları o kadar rahat söylüyordu ki ona inanıyordum. Sırıttım.

“Gerçekten mi? Nasıl biri? Uzun boylu mu? Yüzünde gerçekten u/un bir yara i/i var mı?"

Ama Jasper beni duymuyormuş gibi yere attığı izmariti

H)

Page 8: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı 'nın Unutulan Çocukları

tekmeledi ve ü/erine bastı. Şimdi yine yürüyorduk.“Gel," dedi.Onu izledim.

Tekrar nehre döndük. Bir süre aşınmış kıyılar boyunca doğuya yürüdük. İkimiz de konuşmuyorduk. Etrafımızdaki ağaçlar ve çalılar gümüşi ışık altında ürkütücü ve doğaüstü görünüyordu. Kendimi Jasper’ın adımlarını izlerken buldum.

Ortam giderek daha yabancı geliyordu. Nehir incelirken kıyılar da daha çöplii ve pis bir hal alıyor, kıyıda donmuş küçük çalılar seçiliyordu. Çok geçmeden dar patikalara da­larak nehir kıyısından uzaklaşmaya başladık.

Jasper’in adımları uzun ve güçlüydü. Ben arkasında yü­rüyor. hafif ışıkta baldırlarının gerilişini izliyordum. Kendin­den eminliği onu izlemeyi kolaylaştırıyordu. Elbette hâlâ korkuyordum, fakat tavırlarındaki bir şey bana güven veri­yordu. Hiçbir nedenim olmamasına rağmen ona en başından güvenmiştim ve bu da beni birkaç kişiden biri yapıyordu.

Jasper Jones’un Corrigan'da berbat bir ünü vardı. Bir Hırsız, bir Yalancı, bir Haydut, bir Aylak’tı. Tembel ve gü­venilmezdi. Vahşi ve öksüzdü... ya da öksüz sayılırdı. An­nesi ölmüştü, babası da işe yaramazın tekiydi. Anne baha­ların yanlış davranışları, işaret ettikleri kullandıktan çürümüş rol modeliydi: Söz dinlemezsen işte onun gibi olursun. Jasper Jones, yeteneksizliğin ve kötü tutumun insanı götüreceği yerin örneğiydi.

C'orrıgan’daki hüıün ailelerde, bütün sorunların günah

I I

Page 9: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

( > ,u x S ıh v y

keçisi oydu. Yanlış davranış ne olursa olsun, kendi çocukla­rının suçu olsun ya da olmasın, anne babalar hemen şunu so- rardı: Jasper Jones’la mı birlikteydin? Ve elbette çocuklar sık sık yalan söylerdi. Hemen başlarıyla onaylarlardı, çünkü Jas- per'm olaya karışmış olması onların paçasını kurtarırdı. Biri onları yoldan çıkanmış olurdu. Şeytana uymuş olurlardı. Do­layısıyla mesaj açıktı: Jasper Jones 'tan uzak dur.

Jasper Jones'un piç olarak tanımlandığını duymuştum ama bir akşam yemeğinde babama sorana kadar ne anlama geldiğini anlamamıştım. Babam normalde sakin ve mantıklı bir adam olmasına rağmen, o kelimeyi duyunca bana kalın siyah çerçeveli gözlüğünün camlarının arkasından ölümcül bir bakış atmış, az önce söylediğim şeyin anlamını bilip bil­mediğimi sormuştu. Bilmiyordum. Bunu söyleyince yumu­şamış ve açıklamıştı.

O gece geç saatte elinde bir yığın kitapla odama gelmiş, bütün hayatım boyunca istediğim şeyi sakince önermişti: Kü­tüphanesinden istediğim her şeyi okuma izni. Bana okumayı öğrettiğinden beri, babamın kitaplarla dolu kütüphanesi beni hayran bırakırdı, fakat her zaman okuyacağım kitapları ken­disi seçerdi. Bu yüzden hareketi bana konunun önemini his­settirmişti. Büyüdüğümü düşündüğü için mi, yoksa Corrigan' ın beni onu sıkıntıya sokan şeylere sürükleyebileceğinden endişelendiği için mi bunu yaptığını merak etmiştim.

Ne olursa olsun, bir yasak kaldırılmıştı. Bana başlangıç olarak üüneyli yazarların deri ciltli kitaplarından bir yığın vermişti: Welty. Faulkııer. Harper Lee, Flannery O’Connor.

12

Page 10: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı um Unutulan Çocukları

Ama yığında en çok kitap Mark Tvvain'indi. Orada en abın­dan bir düzine kitap olmalıydı.

Onları nazikçe masama koyarken, babam bana edebiyatı öğretmesinin tek nedeninin Twain olduğunu söylemişti. Söy­lediğine göre Tvvain’in öğretemeyeceği hiçbir şey yoktu ve her konuda bir görüşü vardı. Onun gözünde T\vain herhangi bir uzmandan iki kat daha bilgeydi ve kişi hayatının bir nok­tasında onun kitaplarından en azından birini okursa, dünya çok daha iyi bir yer haline gelirdi.

Bazen yaptığı gibi, saçlarımın dağınık bir buklesini baş­parmağıyla düzelttikten sonra başımı okşayarak gülümse- rnişti.

Bu geçen kış olmuştu. O zamandan beri kitapların yarı­sını okumuştum ve onları neden seçtiğini anlamıştım. En çok Harper Lee’yi sevmiştim ama babama en sevdiğim kitabın Hucklebeny Firm olduğunu söylemiştim. Ses iv Öfke'ye baş­lamış, ancak yarıda bırakmıştım. Dürüst olmam gerekirse, neler olduğunu bile anlamamıştım ama babama sormak da istememiştim. Yeterince zeki olmadığımı düşünmesini isle­miyordum.

Çünkü bu sahip olduğum tek şeydi, gerçekten. C'orrigan. insanların spora göre değerlendirildiği bir kasabaydı. Çocuk­ların çoğu kendileri gibi olanlarla takılırdı. Çoğu kimse ma­dende. geri kalanlar da elektrik santralinde çalışırdı ki bu. pek tazla sınıf ayrımı olmadığı anlamına geliyordu. Bıı y tiz­den çocuklar giysilerine veya ailenin kullandığı arabaya göre değil, top yeteneklerine göre aralarında bir hiyerarşi olu>ıur

l.t

Page 11: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Craig Silvev

muşlardı. Ben sporda kötüydüm ama okulda çoğundan iyiy­dim: dolayısıyla karne günü geldiğinde herkes bana sinir olurdu. Ama züğürt tesellisi olsa bile, en azından onlardan üstün bir tarafım vardı.

Elbette ki bu aynı zamanda çoğunlukla yalnız kaldığım anlamına da geliyordu. En iyi ve tek arkadaşım olan Jeffrey Lu'nun durumu daha da kötüydü, çünkü o benden daha küçük, daha ufak tefek ve -açıkçası- daha zekiydi. Jeffrey bir yıl atlamıştı ve okuldaki üstünlük konusunda asıl rakibim oydu: Eliza Wishart dışında. Ama ikisiyle de yarışmıyordum; şey, belki biraz Eliza'yla.

Jeffrey'nin ailesi VietnamlIydı, dolayısıyla okulda diğer çocuklar sürekli onunla acımasızca uğraşıyordu. Onun du­rumu muhtemelen Jasper’mkinden de kötüydü ama her şeyi inanılmaz bir şekilde kaldırıyordu ki müdahale edecek kadar cesur olmadığım için duyduğum suçluluk duygusunu her se­ferinde hafifletiyordu. Jeffrey çok soğukkanlıydı. Yüzünden asla silemeyeceğiniz bir gülümsemesi vardı. Ve benim ak­sime, asla yağcılığa meyil etmez ya da kin duymazdı. Bir açıdan, ceplerinde şeftali çekirdekleriyle gelen o lanet olasıca pisliklere oranla özgüveni daha güçlüydü. Ama bunu ona asla söylemezdim.

Jasper Jones durup omzumu tuttuğunda vücuduma bin­lerce volt elektrik verilmiş gibi sarsıldım. Gözlüğümü bur­numun üzerinden yukarı iterek bekledim. Jasper bir çalılığı

14

Page 12: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı 'nın Unutulan Çocuk/an

iterek ben i arasından geçirdi. Şimdi patikadan çıkıyorduk, tereddüt etmiştim.

“Nereye gidiyoruz? Beni neden çağırdın?"“Yaklaştık artık. Charlie. Öğreneceksin.”Ona güveniyordum. Mecburdum. Buraya kadar gelmiş­

tim. Beni burada tek başıma bırakırsa asla geri dönemezdim.Artık nehrin sesini duyannyordum ve başımızın üzerin­

deki yapraklar ay ışığını da engelliyordu. Yürümeye devam ederken, Jasper'm bana neden ihtiyaç duyduğunu hayal et­mekte giderek daha da zorlanıyordum. Ona ne gibi bir yara­rım olabileceğini anlayamıyordum. Jasper Jones’la yan yana olmam tuhaf bir şeydi. Daha önce neredeyse hiç konuşma- mıştık bile. Yaşadığım yer bir yana, adımı bilmesine bile şa­şırmıştım. Okula nadiren gelirdi ve sadece futbol oynardı. Onu sadece uzaktan görürdüm, dolayısıyla bu gece evime gelmesi beni çok heyecanlandırmıştı. Jeffrey'ye olanları nasıl anlatacağımı zihnimde kurmaya başlamıştım bile.

Artık gür çalıların arasına bir hayli dalmıştık. Doğaüstü bir sessizlik vardı. Jasper benim dürtüklemelerim dışında hâlâ tek kelime etmemişti ve cevapları da kısa kelimelerden ibaretti. Yerimizi belli eden herhangi bir işaret göremesek de, o nereye gittiğimizi tam olarak biliyor gibiydi ve bunun için şükrediyordum. Ben de sadık ve tasmasız bir köpek gibi onu takip ediyordum. Heyecanım artıyordu. Ailemin kaçtığımı fark edip etmediğini merak ediyordum. Odamın hoş oldu­ğunu anladıkları takdirde neler olabileceğini bilmiş ordum. Yatak örtüleri bir kenara atılmış, yatak boş kalmış, şaştığın

is

Page 13: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

C r a ig S ih v y

Ü/erinde pencere camının tabakaları... Muhtemelen birinin beni kaçırdığını düşünürlerdi. Kendi isteğimle çıktığıma asla inanmazlardı. Bu şimdiye kadarki en kötü yaramazlığımdı. Muhtemelen de tekti. Yakalanırsam Corrigan’da Jasper Jones tarafından yoldan çıkarıldığını söylerken dürüst davranan tek çocuk da ben olurdum.

Jasper Jones adımlarını hızlandırmıştı. Çalılar ve dallar üzerime çarpıyor, kollarımı çiziyordu. Şikâyet etmiyordum. Sadece ona yetişmeye çalışıyordum. Adımlarımız aynı sert askeri tempoyu izliyordu ve ben terliyordum.

Jasper Jones aniden durdu.Tam oradaydı. Dev gibi bir okaliptüs ağacının dibinde.

Ağacın şaşırtıcı bir kalınlığı vardı. Kendimi tutamayarak ba­şımı kaldırdım ve ne kadar yükseğe ulaştığına baktım. Şa­kaklarımın zonkladığını hissedebiliyordum. Nefes nefese kalmıştım. Gözlüğümü temizlemem gerekiyordu. Bakışla­rımı indirdiğimde Jasper Jones’un bana baktığını fark ettim. Yüz ifadesini anlayamıyordum. Sanki çok yüksekten atlamak üzere gibiydi. Başımı yana yatırdım ve aniden derin bir kor­kuya kapıldım. Benliğimi derin bir sıkıntı kapladı. Bir terslik vardı. Bir şey olmuştu. Artık burada olmak istemiyordum.

Dev ağacın solundaki sazlıkları işaret etti.“Burada.” dedi.“Ne? Orada olan n e T

“Göreceksin, Charlie. Lanet olsun! Görmemiş olmayı dileyeceksin ama göreceksin. Çok geç değil, fakat bana yar­dım etmek istediğinden emin misin?”

16

Page 14: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı 'nın Unundan Çocukları

“Bana ne olduğunu söyleyemez misin? Nedir? Orada ne var?”

“Yapamam. Yapamam, dostum. Ama sana güvenebili­rim, Charlie. Sana güvenebileceğimi sanıyorum.”

Bu bir soru değildi ama öyle gibiydi.Başka biri olsa, muhtemelen arkamı dönüp kaçardım.

Başımı eğip o sazların arasına girmez, tozlarını konfeti gibi saçlarıma serpmesine izin vermezdim. Tökezleyip düşme­mek için asla o ağaca tutunmazdım. Asla çalıları aralaytp ara­sına bakmazdım. Bu düzgün açıklığı görmek için asla başımı kaldırmazdım. Jasper Jones’un sırrını öğrenmek için asla ar­kasına bakmazdım.

Ama geri dönmedim. Kaldım. Jasper Jones’u takip ettim.

Gördüm.Ve her şey değişti.Dünyam sarsılıyor, savruluyor, yıkılıyordu.Çığlık atıyordum ama sesim çıkmıyordu. Nefes alamı­

yordum. Suyun altındaymışım gibi hissediyordum. Sağır ol­muştum, boğuluyordum. Jasper Joııes bir elini ağzıma kapa­mış, diğer kolunu omzuma dolayarak beni kendine bastır­mıştı. Kalçam oradan kaçmak için can atıyordu ama ayakla­rım olduğum yere mıhlanmıştı. Neyse ki gözlerim yaşlarla dolarak her şeyi bulandırdı ve ancak gözlerimi kırpıştırdıktan sonra temizlenebildi. Ve yine karşımdaydı. Jasper beni sım­sıkı yakalamıştı. Ufak tefek bedenimi kolayca kontrol ede­biliyordu. Korkunçtu. Anlatılamayacak kadar korkunç!

17

Page 15: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

( ’n ı i j j S ilv t 'v

Bu bir kızdı.

Krem rengi dantelli ve kirli geceliğinin içinde bir kız. Bembeyazdı. Gümüşi ışıkta kollarındaki ve bacaklarındaki çizikleri görebiliyordum. Yüzü gözü çürükler, kan ve çamur içindeydi. Bir okaliptüs dalına kalın bir iple boynundan asıl­mıştı. Hiç kıpırdamıyordu. Ayaklan çıplaktı ve içe dönmüştü. L'zun saçları halkanın içine sıkışmıştı. Bir kilise resmiymiş gibi başı hafifçe yana yatmıştı. Hayal kırıklığına uğramış gi­biydi ve üzgün görünüyordu. Teslim olmuş gibi.

Başımı çeviremiyordum. Jasper bakamıyordu. Sırtını kıza dönerek, hareketlerim kesilene kadar beni sıkıca tut­maya devam etti. Şimdi nefeslerim çok hızlanmıştı. Titriyor­dum. Anlamıyordum. Jasper bunu biliyordu. Bildiği halde beni buraya getirmişti. Ağaca asılmış bir kızı görmem için. Kız ölmüştü. Ölmüştü! Ben konuşurken Jasper kolunu om­zumdan indirdi. Ayakta zor duruyordum.

"Kim bu?"Jasper Jones cevap vermeden önce biraz duraksadı."Laura Wishart. Laura."Jetonum biraz geç düştü."Ah. Tannm! Ulu Tanrım! Bu... Bu o!""Evet,” dedi Jasper, kısık sesle. Şimdi o da kıza bakı­

yordu. Göz ucumla başını hafifçe iki yana salladığını gör­düm. Şimdi çok cılız görünüyordu. Ve omuzlan sarkmıştı. Küçük bir çocuk gibi. Her şey yavaş, sanki rüya gibiydi. Ger­çekten. Sanki burada değilmişim ve bunların hiçbiri olmu­yormuş gibi. Hayal görüyonnuşum gibi. Sanki içinde

18

Page 16: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı'm n U nutulan Ç o cu k lu n

değilmişim gibi. Sanki bedenimin dışına çıkmış, bir televiz­yon ekranından izliyormuşum gibi.

“Çok üzgünüm, Charlie. Bunun için çok üzgünüm, dos­tum. Ne yapacağımı bilemedim."

Dirseklerimi tuttum ve Jasper Jones'a döndüm.“Beni buraya neden getirdin? Burada olmamalıydım.

Eve dönmem gerek. Bunu birine söylememiz gerek.”“Dur. Charlie, henüz değil, dostum. Henüz olmaz.” Bu

kesin bir yalvarıştı. İkimiz de sessizleştik.“Bunu neden yapmış ki? Ne... Yani, nel Anlamıyorum.

Neler olmuş burada?" Neredeyse fısıldayarak konuşuyor­dum.

“O yapmamış. Yani kendi yapmamış. O değil.”“Ne demek istiyorsun?"“Kendi yapmış olamaz, Charlie."“Ne? Neden?”“Olamaz. Öncelikle bak. Şu ipe bak. Gördün mü? Bu

benim. Benim ipim. Şuradaki baraja sallanmak için kullanır­dım. Bak. Gördün mü? Ama işim bitince hep saklardım. Kimse görmesin diye şu yukarıdaki dala bağlardım."

Jasper çok hızlı konuşuyordu. Anlayamayacağım kadar hızlı. Ve ilk kez etrafıma bakındım. Gövdesi açık bir çadır gibi geniş ve açık olan okaliptüs ağacının arkasında küçük bir gölet vardı. Önünde, bizim durduğumuz yer, yüksek ça­lılar ve ağaçlarla sarılmış açık bir alandı. Burası küçük ve tuhaf bir mağara gibiydi. Gündüzleri inanılmaz, bir manzarası olduğundan emindim. Ormanın içinde sessiz hır valıa. \m a

iv

Page 17: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

<-'nüf( Silvcy

o anda boğucu ve kötücül görünüyordu. Gitmeliydim. Orada kalam azdım . Laura Wishart ölmüştü. Ve tam karşımdaydı. B akam ty ordum .

O kaliptüs, ipin bağlı olduğu kalın dalını uzattığı yere kadar beş m etre yükseliyordu. Zeminle dalın tam ortasındaki geniş pütürler sayılmazsa, tutunmak için bir yer yoktu.

"Ve oraya çıkmak çok zor," diye devam etti Jasper. "Ç ok iyi bir tırmanıcı olman gerekir. Laura’nın oraya çıkıp kendini asması mümkün değil.”

"Ya bir sopa veya başka bir şey? Ya da gevşemiş olabilir. Rüzgârdan filan. Ne bileyim?”

"Ben ortalıkta sopa filan görmüyorum, Charlie, ya sen? Veya rüzgârla çözülmesi de mümkün değil, çünkü dala sarıp bağlıyordum. Kimsenin burayı öğrenmesini istemiyordum.”

Şaşkın bir tavırla başımla onayladım. Doğru düzgün dü­şünemiyordum.

Her şey yine sessizleşti."Eh. ne diyorsun o halde? Sence bunun anlamı ne?” “Charlie. Dinle beni. Sana bunu kendisinin yapmadığını

söylüyorum.”"O halde kim yaptı?” diye sordum, aniden benliğimi

saran dehşeti hissederek geri adım atarken. Sesim boğulur gibi çıktı: "Sen mi?”

Bana döndü. Afallamış gibiydi ve bana küçümseyerek baktı. Öfkeyle başını iki yana salladı.

"Ne? Lanet olsun, Charlie. Seni akıllı sanıyordum, ahbap. Bunu benim yaptığımı mı sandın? Sence bunu ben mi

20

Page 18: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı 'nın Unutulan Çocuktan

yaptım yani? Böyle mi düşünüyorsun?”“Bilmiyorum. Ne düşüneceğimi bilmiyorum.”Bu doğruydu. Bilmiyordum. Sadece midem bulanıyordu

ve kendimi çok yorgun hissediyordum. Hemen oradan git­mek istiyordum.

Ama Jasper döndü ve yine başını iki yana salladı. Yere tükürdü.

“Dinle, Charlie. Açıklamam gerek. Bu yer, burası, benim sayılır. Buraya gelen tek kişi elbette ben değilim, takat buraya nasıl gelineceğini bilen tek kişi benim. Beıısi^ buraya kimse gelemez. Asla. Eh, en azından şimdiye kadar öyleydi. Bu geceye kadar. Ama burası benim kaldığını yer. Eve git­mediğim zamanlarda burada uyuyorum ve burada yemek yi­yorum. Benim evim sayılır. Anlıyor musun?”

Duraksayarak başının arkasını kaşıdıktan sonra elini al­nına koyup boğazını temizledi.

“Her neyse, bu gece buraya geldim. Ve ilk şey...” Jasper duraksadı ve yine boğazını temizledi. "Lanet olsun, gördü­ğüm ilk şey buydu. Laura’yı hemen tanıdım. Buraya koşup bacaklarından tutmaya, onu kaldırmaya çalıştım ama çoktan ölmüştü, Charlie. Ölmüş olduğunu hissettim.”

Olanların gerçekliğini anlamaya başlamıştım ve ağzım açık kalmıştı.

"Ne yaptın peki?” diye sordum.“Şey, ne yapacağımı bilmiyordum Gen çekilip ona hak­

tim ama burada kalamazdım. Yapamadım. Doğruca sana gel­dim.”

21

Page 19: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

( 'nıi}( S ih v y

“Sence bunu biri yaptı, öyle mi? Yani onu biri mi astı?”“Bence Öyle, Charlie. Yüzüne bir bak. Dayak yemiş.

Bunu kendisi yapmış olamaz, değil mi? Bunu ona biri yap­mış."

“Kim?"“Bilmiyorum."Geri çekilerek ağaçlara bakındım. Dizlerim titriyordu.

Bu bir kâbus olmalıydı. Öyle olmak zorundaydı. Gerçek ola­mazdı.

“Tanrım, Jasper! Ya hâlâ buradaysa? Ya şu anda bizi iz­liyorsa? Aklından geçen neydi? Beni buraya ne demeye ge­tirdin?”

Etrafa bakınmaya devam ettim. Ağaçlar üzerime üze­rime geliyormuş gibiydi.

“Sakin ol, sakin ol. Sorun yok, Charlie. Sorun yok. Et­rafta kimse yok.”

“Bu...bunu nereden biliyorsun ki?” diye bağırdım. Kızgibi.

“Bilmiyorum. Sadece hissediyorum işte,” dedi sakince.Ama korkudan ölüyordum. Tüylerim ürpermişti. Biri

bizi izliyor, konuştuklarımızı dikkatle dinliyor gibi hissedi­yordum. Laura Wishart’ın cesedi gerçek dışıydı. Öldüğü ger­çeğini hâlâ tam olarak hazmedememiştim bile. Bu ceset artık Laura Wishart değildi. Boş bir torbaydı sadece. Balmumun- dan bir bebek. Boş bir kabuk. Çok tuhaftı. Bir türlü duygusal olamıyordum. Sanki benim de bir parçam oraya asılmış, his­siz bir şekilde duruyordu.

22

Page 20: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı 'tun Unundan Çocukları

Ama bu sakin yerde çok şiddetli bir şeyler olduğu açıktı. Ve biz de hemen arkasından buraya gelmiştik. Laura Wishart ölmüş. Bak. Ölmüş. Tam şurada, ağaçta asılı. Şurada işte! Jasper Jones’un sığınağının ortasında. Havada asılı.

İki çocuk ve bir ceset.Zihnimde davullar çalıyordu. Güm güm güm! Bu küçük

açıklıkta nefes almak çok zordu. Bir şeyler değişmişti. Bir köpük patlamıştı. Buradan gitmek istiyordum. Bayılacağımı hissediyordum. Bütün bunlardan uzaklaşmalıydım. Eve dön­mek istiyordum ama ev çok uzaklarda kalmış gibi geliyordu. Ve buradan çıksam bile geri dönemeyecekmişim gibi hisse­diyordum.

Hayır, çok geçti. Tıpkı Jasper Jones gibi ben de gördü­ğüm şeyi gerçekten görmüştüm. Ben de olaya karışmıştım artık.

“Jasper, ne yapacağımı bilmiyorum. Neden burada ol­duğumu bilmiyorum,” dedim, Laura Wishart’ın çıplak ayak­larına bakarak. “Bu korkunç. Gidip birine söylememiz gerek.”

Jasper bana sinir bozucu bir şekilde dik dik baktı.“Hayır, yapamayız. Kimseye söyleyemeyiz. Kimseye

söyleyemeyiz, Charlie.” diye ısrarla tekrarladı Jasper, gözle­rini iri iri açıp dişlerini sıkarak.

“Bulmamız gerek, Charlie.”“Ne demek bulmamız gerek?”“Bunu kimin yaptığını bulmamız gerek. Laura’yı kimin

öldürdüğünü. Kimin buraya gelip ona bunu yaptığını bulma­mız gerek.”

23

Page 21: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

I S ıh v v

Cevap vermeden önce bir an başımı iki yana salladım."Neden sd / ediyorsun sen? Hayır, katili bulmaya filan

çalışmıyoruz! Polise gitmemiz gerek! Yapacağımız şey bu. Çavuşa gidip olanları, Laııra’nııı yerini anlatacağız ve onlar da katili bulacak. Bu onların işi. Bunu sır olarak saklayanla­yız. Ailesinin bilmesi gerek. Bizimle bir ilgisi yok.”

"Lanet olsun, Charlie. Hiçbir fikrin yok, değil mi?”

"Ne? Neden?”"Aç gözlerini, ahbap.”"Ne demek bu? Gözlerim açık ya! Ne demeye çalışıyor­

sun?”Jasper derin bir iç çekti."Lanet olsun. Dinle, Charlie, kimseye söyleyemeyiz.

Hayatta olmaz. Özellikle de polise. Çünkü benim yaptığımı düşünürler. Hemen. Anladın mı? Buraya gelirler, benim yerim olduğunu görürler, Laura’nın yüzünü görürler, dövül­düğünü söylerler ve benim ipimi bulurlar. Onu bu hale geti­renin ben olduğumu söylerler. Beni suçlayıp içeri atarlar, dostum. Buna şüphe yok.”

"Ne? Neden? Bu saçmalık, Jasper. Böyle bir şey olma­yacak.”

“Ciddi misin?” Jasper olduğu yerde bir yılan gibi yük­selerek parmağını bana doğrulttu. “Senin aklına ilk gelen kimdi? Senin ağzından çıkan ilk isim kiminkiydi?”

Ve her şey böyle oldu. Sihir diye bir şeyin olmadığını ilk kez anladığınızda olduğu gibi. Ya da aslında dualarınıza hiçbir şeyin cevap vermeyeceğini veya hatta dinleyen biri ol-

L«\

Page 22: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Taun ‘nın U nutu lan Ç ocu k ları

matlığını. Güçlü bir çelmeyle ayaklarınızın yerden kesildiği o soğuk, buz gibi an. Haklıydı. Jasper Jones haklıydı. Başı gerçekten dertteydi.

Elbette kasaba onu suçlayacaktı. Elbette Corrigan bu suçu ona yükleyecekti. Söylediklerini kimse dinlemezdi. Onun sözünün hiçbir değeri yoktu. Önemli olan sadece bu kızın ölümü ve kasabalıların hayal gücüydü. Kelepçelenip götürülecekti. Kasaba valisinin kızını öldüren serseri. Asla şansı olmazdı.

“O halde ne yapacağız? Peki, ya Laura?” diye sordum. “Onun yokluğunu fark eder etmez aramaya başlarlar. Onu burada bulurlar.”

Jasper bir sigara daha çıkarırken başını iki yana salladı. Titrediğini fark ettim. Sorumu cevaplamadı. Bunun yerine başka bir düşüncesini dile getirdi. “Anlamadığım şey de bu. Charlie. Neden burası? Nasıl oldu? Biri beni takip etmiş ol­malı. Burayı biri daha biliyor demektir. Tesadüf olduğunu sanmıyorum. Olamaz.”

“Ne, birinin sana tuzak kurduğunu mu düşünüyorsun?” diye sordum. Jasper bana bir sigara daha önerdi ve yine, her nedense, kabul edemeyecek kadar çok içtiğimi belirttim.

“Evet. Bence böyle olabilir, Charlie.”Gözlerimi kıstım.“Ama daha önce buraya başkalarının da geldiğini söy­

lemiştin. Seninle birlikte. Bu gece benim geldiğim gibi.” “Tabii, biliyorum. Ama buraya getirdiğim tek arkadaşım

sensin ve diğerlerinin sayısı bir elin parmağını geçmez.”

Page 23: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Craig Silvey

“ Laura W ishart'ı buraya hiç getirdin mi?"

Jasper Jones ellerini ceplerine sokarak bakışlarını yere

dikti."Evet. Evet getirdim. Birkaç kez, Charlie. Aslında bir­

çok kez. Ama her seterinde farklı bir yoldan getirdim, dola­

yısıyla burayı kendi başına bulamazdı."

“Bunu neden yaptın ki?"“Şey, neden olduğunu sanıyorsun? Kimsenin buranın

yolunu öğrenmesini istemiyorum. Açıklaması zor. Bazen paylaşmak sorun değil, fakat aynı zamanda da kendime sak­lamak istiyorum."

Başımla onayladım."Ama Laura’yla sandığın gibi değildi," diye devam etti

hemen, ne düşündüğünü anlamasam da. “O şehirdeki diğer kızlar gibi değildi. Akıllıydı, Charlie. Senin gibi de değil. Farklı. Bilgeydi. Gerçekten iyi anlaşıyorduk. Hep buraya gel­mek isterdi. Hep söylenirdi. Ama bunu yapmasına izin ve­rirdim. Hani biriyle karşılaşırsın ve bütün hayatın boyunca onu tanıdığını hissedersin ya? Öyleydi işte. Buraya gelen diğer kızlarla olduğu gibi değildi. Yaşı daha büyük olmasına rağmen pek fa/la koklaşmaydık. Öyle şeylerle ilgili tuhaf bir kızdı ama umurumda değildi, çünkü onu buraya o nedenle getirmezdim."

Bunların hiçbiri şaşkınlığımı gidermemişti. Jasper’ın omuzları sarkmıştı. Yenik ve ü/güıı görünüyordu.

“O halde bunu kim yapmış olabilir? Kim? Sen onu ta­nıyordun. Bunu yapmış olabilecek biri var mı? Böyle bir şeyi kim i sterdi 7"

><>

Page 24: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tatın ’ııtıı U n u tu la n Ç o t t ık la n

"Bir şüphem var,” dedi ve bir sigara daha yaktı. Rüzgâr olmamasına rağmen, avucunu aleve kalkan yaptı. Bana ikram etmedi ama bu kez etmiş olmasını dilerdim. "Sanırım kimin yapmış olabileceğini biliyorum. Aklıma ilk o geldi, zihnimden atamıyorum. Sürekli düşünüp duruyorum. Ve haklı olabileceğimi sanıyorum.”

“Kim?” diye sordum öne eğilerek.Sigarasının külünü silkti, bacağına doğru indirdi ve bana

döndü."Jack Lionel. Bence Jack Lioııel yaptı.”Gözlerim iri iri ayıldı.“Bak, Charlie, onu birkaç kez gördüğümü söylediğimde,

onun da kasabadaki herkesten çok benimle ilgilendiğini söy­lemek istedim. Bu kesin. Adam delinin teki. Buraya gelirken her seferinde onun ev inin önünden geçiyordum ve her sefe­rinde ama her seferimle verandaya çıkıyor ve bana bağırıp çağırıyor. Bu çok tuhaf. Atlımı biliyor. Charlie. Peşimde ol­duğunu düşünüyorum. Öyle olmalı. Kesin.”

Bu kadarı çok fazlaydı. I ler şey çok hızlıydı. Kafanı ke­sinlikle allak bullaktı. Ve korkuyordum. Simdi o sigarayı ger­çekten istiyordum. 1 ler nefeste o kızıl korun parlav ıp söııüşu nü izliyordum. Rahatlatıcıydı. Kendimi yorgun hissedişoı ve oturmak istiyordum. Ya da şu yumuşacık toprağa uzanmak Ama yapamazdım. Olaya karışmıştım. Anlamadığım şev de buydu: Nasıl olduysa, ben de ışın içindeydim .ııtık

'Ama bunun I.aura’yln ııe ilgisi var? Deli J.uk l u>ne» seııın peşinde)se bunu neden yapsın ki ’”

r

Page 25: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

ı 'rtiif! S l h v v

“Çünkü >anımda Laura'yla buraya geldiğim her sefe­rinde o da verandasındaydı ve onu gördü. Sık sık birlikte ol­duğum u/u biliyordu. Laura da onu gördü. Ondan çok korkuyordu. Laura onu görünce çok geriliyordu. Belki de b i/i takip etti. Bunu yapmış olabileceğini düşündüğüm tek kişi o. Belki de her nasılsa nereye gittiğimizi biliyordu. Belki buradan haberi vardı. Belki de bunu yapan o, Charlie.”

Jasper bir sonraki sorumu bekledi."Beni gördüğü her gece dışarı fırlayıp çığlıklar atıyor,

bağırıp çağırıyordu. Her gece! Bu gece dışında her gece, Charlie. Hatırladın mı? İşıklan bile yanmıyordu. Hiçbir şey yoktu. Üstelik orada bekledik. Tek ses bile duymadık.”

Kaşlarımı çattım. Artık kendimi o kadar da dışarıda his­setmiyordum. Yanaklarımın içini kemiriyordum. Gözlerim aniden yaşlarla dolmuştu. Ağlamayı gerçekten istemiyor­dum. fakat öfkeliydim. Ve afallamıştım. Çok korkuyordum. Bilmiyorum, ihanete uğradığımı hissediyordum. Ya da öyle bir şey. Ama daha çok, korkuyordum. Konuşurken sesim çat­ladı.

"Dur bir dakika! Deli Jack LioneFın birini öldürdüğün­den şüphelendin, beni almaya geldin ve sonra da beni doğ­ruca onun evine mi götürdün yani? Bana nedenini bile söylemeden mi? Sonra da beni buraya getirip bunu göster­din! Üstelik şu deli serseri hâlâ buralarda seni veya ikimizi birden bekliyor olabilir. Neden? Bunu bana neden yaptın? Siktir git! Ben gidiyorum. Lanet olsun, ben gidiyorum'."

Gözyaşlarımı engellemek için dişlerimi sıktım. Burun

T V

Page 26: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı ’nın Unutulan Çocukları

deliklerim açılıp kapanıyordu. Dilim ağzınım içinde şişmişti ve ağzımda ekşi bir tat vardı. Daha önce hiç höyle kiifretme- ıniştim. Tuhaftı. Elbette hiçbir yere gitmiyordum. Burada ka­pana kısılmıştım. Kaçış yolu yoktu. Hiçbir şeyden. Burası, bu sorunlar. Jasper Jones tek şansmıdı.

Sigarasını dudaklarının arasına sıkıştırarak tepeme di­kildi. Bir elini omzuma koydu ve hemen sakinleştim.

“Henüz gitme, Charlie. Lütfen, dostum. Yardımına ihti­yacım var. Başka ne yapacağımı bilmiyorum. Gerçekten bil­miyorum. Çok üzgünüm. Gerçekten.”

Gözlerimi kırpıştırdım. Burnumu çektim, yere tükür­düm ve gözlüğümü düzelttim. Jasper'm eli hâlâ omzum- daydı.

“Dinle. Burada benimle güvendesin, Charlie. Güven bana. Bana güvenmek zorundasın. Benim sana güvendiğim gibi. Senin iyi biri olduğunu biliyorum. Biliyorum işte. Doğru olanı yapacağız. İnan bana.”

Başımı iki yana salladım.“Peki ne? Ne yapacağız? Bütün bunların ne kadar umut­

suz olduğunu görmüyor musun? Biz dedektif değiliz! Bu Nancy Drew* değil! Ciddi bir durum. Soruşturma yapama­yız. İnsanlarla konuşamayız. Hiçbir şey yapamayız1."

“Ama yine de deneyebiliriz. En azından, şimdi gidip olanları anlatırsam Corrigan polisinin yapacağından fa/lasını yapabiliriz. Dava daha açılmadan kapanır. C harlie! Cenaze yapılmadan lanet olasıca duruşma yapılır. Biliyorsun. Bu ka sabayı tanıyorsun. Burada başınım derde girmesi için lııçbır

tuhvonl S tuucınn’< r ’iıı x,-nçlık i'unumluı tn.kı Ytırttntgt lıu\otı •>» «uA -v v ın ,

Page 27: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

şey > apmama gerek yok. Bunu kimin yaptığını bulmamız

gerek. Mecburuz!"Bütün bunlar mantık dışı ve saçma olmakla birlikte, Jas-

per'ın mantığının karşı konulmaz bir yönü de vardı. Gerçek­

ten haklı olabileceğini kabul etmek kolaydı. Yapmadığı bir

şey için hapse girerdi. Bu kasaba böylesine çarpık ve adalet­sizdi. Bu suçu Deli Jack Lionel işlemiş olabilirdi. Her şey

bize bağlı olabilirdi. Jasper'ın başındaki lanet öylesine ağırdı. Belki de bu işi çözebilir ve her şeyi yoluna koyabilirdik. Belki de Corrigan'da Jasper Jones’a inanacak tek kişi ben­dim. Belki de bu yüzden bana gelmişti. Belki bu yüzden bana ulaşmıştı. Yani evimizin arka bahçesine girip odamın pence­resine yaklaştığı andan itibaren bana güvenmişti. Benim adil ve içten olacağımı düşünmüş olmalıydı. Atticus Finch* gibi: Saygın, mantıklı ve bilge. Ya da bu kasabada ona en yakın şey. Belki de onun güvenini boşa çıkarmayacak biri oldu­ğumu hissediyordu. Belki her ikisi de. Güven ve güvenlik. Gece geç saate kadar oturup Mark Twain okumayı tercih ede­cek olsam da. Jasper Jones bilgeliğim ve tarafsızlığım için bana gelmişti. Sanki Kral Süleyman'mışım gibi. Her şey ters gittiğinde başvurabileceğiniz kişi.

Ama bu doğru değildi. Ona nasıl yardım edebileceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Sol tarafıma bakamıyordum. Laura'nın vücudunu görüş alanımdan ve zihnimden çıkar­mıştım. fakat ısrarcılığım sürdürüyordu. Çok yakındaydı. C/erinde düşünemeyeceğim kadar ağırdı. Bütün bunlar bir kerede hazmedilemeyecek kadar fazlaydı. Her şey çok hız-

* H tU f'it 1 1-,- um Bülbülü Öldürmek mınunımlakı Ilı n a lı kahraman

30

Page 28: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı ııın Unutulun Çocukları

lıydı: fazla hızlı. Laura VVishart’a bilerek aldırmıyor gibiydik. Asılmıştı. Sallanıyordu. Birkaç metre ötede. Bakmazsak, yokmuş gibi yaparsak karanlığa gömülecekti. Bunlar yaşan­mamış olacaktı. O zaman eve dönüp yatağıma girebilir, hiç­bir şeyden habersiz bir şekilde uyuyup uyanabilirdim.

Belirgin bir sessizlikten sonra Jasper1 a dönerek burnum­dan derin bir nefes aldım ve sakince konuştum.

“Pekâlâ. Ya ben ihbar edersem? Sadece ben. Sensiz. Ben hemen polise veya aileme gidip gördüklerimi anlatırsam? Senin adını bile anmadan. Kesinlikle.”

Jasper Jones çenesini kaşıdı ve aniden başını iki yana salladı.

“Asla işe yaramaz, Charlie. Öncelikle, neden tek başına buraya gelesin ki? Hiçbir mantığı yok.11

Omuz silktim. “Bütün yaz her gece evden kaçtığımı söyleyebilirim. Balık tutmak için filan. Etrafta dolaşmak için. Her ne olursa. Büyütülecek bir şey değil.”

“Bütün saygımla, Charlie, kimsenin buna inanacağını sanmıyorum; ne seninkileriıı ne de özellikle çavuşun.”

“İnanabilirler,” diye karşı çıktım.“ İkincisi. Laura’nın yerini bulur bulmaz, kasabadaki

yarım düzine kız burayı hatırlar ve polise gidip onları buraya kimin getirdiğini söyler. Hemen fark ederler, değil mi? O zaman da senin beni koruduğunu anlarlar. Her şeyi öğrenirler ve sen de suç ortağı olursun, burası kesin. Charlie. O zaman da hiçbir şansım kalmaz.”

Alnımdaki teri sildim ve avucumu enseme dayadım.

3i

Page 29: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

C ra in S i l n y

“Pekâlâ. Tamam. Diyelim ki onu buradan götürdük. Ba­

bını derde sokacak olan şey Laura’nın burada bulunmasıysa, onu başka bir yere, kasabaya daha yakın bir yere götürebiliriz ve büylece birileri orada bulur. İlk kez onlar görmüş olur. O zaman bir şansın olur, değil mi? Konunun seninle hiçbir ilgisi

kalmaz."Ağzımdan çıkanlara inanmakta zorlanıyordum. Bunu

gerçekten teklif ediyor olamazdım, değil mi? Ama Jasper’ııı yanağını kaşıyışına bakılırsa bunu düşündüğü belliydi. Midem bulandı. Söylediklerimi hemen geri almak istedim.

“Söylediklerini anlıyorum, Charlie. Ama fazla riskli, dostum. Biri bizi görürse, yakalanırsak, o anda ve oracıkta işimiz biter. Hiçbir soru sorulmaz, doğrudan suçlu bulunuruz. Yakalanmasak bile polisler aptal değil. Anlarlar. Yerini de­ğiştirdiğimizi hemen fark ederler. Bir iz veya ipucu filan bı­rakabiliriz. Lanet olsun, ayak izlerimizi takip edip burayı bile bulabilirler."

“Fazla riskli," diye onayladım hemen.“Düşünce tarzını sevdim, fakat... Ben bunu düşünme­

miştim."Döndüm.“Pekâlâ, Jasper. Ya bunu kimin yaptığını bulamazsak?

Diyelim ki Deli Jack’i ikna edebilecek kanıtlar bulabildik. Sonra ne olacak? Ne yapacağız? İtiraf etmesini mi söyleye­ceğiz? Ona isimsiz mektuplar mı göndereceğiz?"

Jasper Jason kolundaki tüylerle oynayarak b u rn u n u

tekti. “Dereyi görmeden paçaları sıvamayalım. Yani, henüz

32

Page 30: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı ’nın Unutulan Çocukları

hiçbir şey bilmiyoruz, değil mi? Kim bilir? Bu kararı bizim vermemiz bile gerekmeyebilir. Ama denemek zorundayız, Charlie. Bunu yapmak zorundayız. Laura’ya gerçeği borçlu­yuz, değil mi?”

Yavaşça başımı iki yana sallayarak iç çektim. Bu hiç mantıklı değildi: Gerçeği ortaya çıkarmak için bunu yalan­larla gizlemek. Atticus’un yapacağı gibi Jasper'ı ikna etmeye çalıştım.

“Jasper, seni suçlamamaları için hâlâ bir olasılık var. Bir olasılık var, değil mi? Dinle, bunu doğru şekilde yapabiliriz. Doğru insanlara anlatırız. Yetkililere. Kitabına göre yaparız. Yani, kanunlar hâlâ seni koruyor ve...”

“Tanrım, Charlie! Beni koruyan hiçbir şey, hiç kimse yok! Baksana, korkuyorsun. Elini temizlemek istiyorsun. Bunun dürüstçe olmadığını biliyorsun. Neler olacağını bili­yorsun. Bu kasabadakiler... benim lanet olasıca bir hayvan olduğumu düşünüyor. Bir kafese ait olduğumu düşünüyorlar ve şimdi ellerine beni içeri tıkmak için bir bahane geçmiş olacak. Burada gördüklerinden fazlasına ihtiyaçları yok! Önemli olan tek şey bunun nasıl göründüğü. Başım belada, Charlie! Gerçekten belada. Ve kaçamam, çünkü Laura'yı bu­lurlarsa beni de bulurlar. Bunu yapmaktan başka çaremiz yok.”

Başımı ellerimin arasına alarak gözlüğümü düzelttim, sonra avuçlarımla gözlerimi ovaladım.

“ Yapmak? Neyi yapmak'} Yapacağımız şey ne be?” “Aklıma gelen tek şey. Beni bir süreliğine kurtarabile­

cek tek şey.”

33

Page 31: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Başımı kaldırıp ona haklım.“Ne?”

“Onu gömmeliyiz. Gizlemeliyiz. Buraya. Kendimiz.” “ W ?” Jasper’a dehşetle baktım.“Tek yolu bu, Charlie.”“Tek yolu bu değil! Sadece korkuyorsun!”“Evet, biliyorum ! Ama benim korkacak gerçek bir

şeyim var. Şimdilik kendimi koruyabilmemin tek yolu bu. Anlamıyor musun?”

Başımı iki yana salladım. İnanılmazdı. Umutsuzca al­ternatifleri, diğer kaçış yollarım zihnimden geçiriyordum.

“Şey, hayır. Yapamayız. Onu gömenleyiz. Tamam mı? Bilmiyorum. Yanımızda kürek yok. Başka bir şey de yok. Üstelik saatler alır. İşimiz bitmeden güneş doğmuş olur. Da­hası. gece evden gizlice kaçtıktan sonra, mezar kazdığım için üstüm başım toz toprak içinde geri dönersem ve hemen ar­dından herkes Laura Wishart’m kaybolduğunu anlarsa bu çok şüphe çeker.”

“Toprağa değil, Charlie. Şuraya!”Jasper Jones, yüzeyi çarşaf kadar düz görünen barajı işa­

ret etti. Midem altüst oldu.Ölüyü boğacaktık!“Baraja mı?”“Evet.”Aniden kendimi bir dalgaya yakalanıp dibe çekiliyor-

muş gibi hissettim.“Peki ya ailesi? Kendi kızlarım gömmeye haklan yok

Page 32: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

mu? Vedalaşmaya? Ya Eliza? Son dualar, törenler vs? Ya inançları?”

“Sen buna inanıyor musun?”“Benim neye inandığım fark etmez! Konu bu değil.” “Dinle. Babasının işe yaramazın teki olduğunu biliyo­

rum. Adam beş para etmez ve benim babamdan daha fazla içkici. Annesi neredeyse yürüyen ölü. Hayatımda gördüğüm en tuhaf kadın. Orası kesin. Hepsinin bu olmadığım da bili­yorum. Ama sonuçta, nasıl gömüldüğünden çok asıl gerçekle ilgileneceklerinden eminim. Yapacağımız tek şey de bu, Charlie. Bunu kimin yaptığını öğrenebilmek için zaman ka­zanmak. Ve bilmiyorum, bütün bunlar bittikten. Deli Jack içeri tıkıldıktan sonra işleri düzeltebiliriz. Sonuçta Laura’mn yerini biliyor olacağız, değil mi?”

Buna inanamıyordum. Giderek daha da derinlere çeki­liyordum. Laura Wishart’m sallanan cesedine bir bakış attım ve yine midem korkudan altüst oldu. Havada süzülen bir ha­yalet gibiydi. Gerçek değildi. Burası da gerçek olamazdı.

“Bilmiyorum, Jasper. Ya öğrenemezsek? Asla? Ya Wis- hart’lar gerçeğin hiçbir parçasını asla öğrenemezlerse? Ya yanılıyorsan? Ya Corrigan hakkında yanılıyorsak? Deli Jack hakkında? Her konuda?”

Jasper aniden ayağa fırlayarak başını iki yana salladı ve bana tepeden baktı. Yüzünün yakınından geçen bir sineği ya­kalamaya çalışır gibi elini salladı.

‘"Hangisini tercih edersin, ahbap? Wishart’lar düzgün şekilde veda edebilsin diye işlemediğim bir suçtan içeri gir-

Tanrı ’nm Unutulan Çocukları

35

Page 33: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

ıvtenıi mi? Bunu ben planlamadım, değil mi? Sadece kendini de öyle sallanmadan doğru şeyi yapmaya çalışıyorum.” Bana çılgınca gözlerle bakarak Laura’nın cesedini işaret etti. ‘'Çünkü olacak olan bu. Sen de biliyorsun. Sana annem üze­rine yemin ederim ki bunların hiçbirinden haberim yoktu. Bu gece buraya geldiğimde onu bu halde buldum ve kendi kı­çımı kurtarıp işleri yoluna koymaya çalışmaktan başka bir şey düşünemedim. Bu yüzden de yardımına ihtiyacım var. Çünkü sen akıllısın ve diğerlerinden farklısın. Anlayacağını düşündüm. Yani, lanet olsun, sana gelirken bile büyük bir riske girdim. Charlie!”

Bakışlarımı yere indirerek sessiz kaldım.“Sana güvenmek benim için büyük bir şey, Charlie. Teh­

likeli. Ve senden de aynı şeyi yapmanı istiyorum. Seni hiçbir şey yapmaya zorlayamam. Ama konuya benim açımdan ba­kabileceğini umdum. Yaptığın şey bu, değil mi? Kitap okur­ken? Her şeyi başkalarının gözünden görmek?”

Başımla onayladım.“Eh. Charlie, burayı ve benim için taşıdığı anlamı

düşün. Ne yapmam gerektiğini düşün. Neyin doğru oldu­ğunu.”

Umutsuzca teslim olmuştum. Bu sessiz toprak parçası­nın dışında her şey nasıl böylesine karmaşık ve altüst olmuş olabilirdi? Laura Wishart’ın burada asıldı cesedi bizim so­rumluluğumuzda olmamalıydı. Çözmek zorunda olanlar biz olmamalıydık. Konuyu doğru kişilere teslim edebilmeliydik. Korkmuş çocuklar gibi nefes nefese kaçıp bir yerlere sakla-

36

Page 34: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı ’nm Unutulan Çocukları

nabilmeliydik. Gerçeği keşfetme görevi bize kalmamalıydı. Laura Wishart asılmıştı ve Jasper Jones'un başı ciddi bela­daydı. Her nasılsa, ben de karışmıştım.

Jasper yumuşadı. Yere çömelerek saçlarını karıştırdı. “Ama Charlie, artık biliyorsun. Yani, eğer burada benim

yanımda olursan, bana yardım edersen, sana hiçbir şey ol­mayacak. Hiç. Ciddiyim. Bir şey olursa, seni konunun dı­şında tutmak için gereken her şeyi yapacağım, anladın mı? Bunun için endişelenmene gerek yok. Bu konuda sana söz veriyorum.”

Tekrar başımla onayladım.“Cesur olmalısın, Charlie. Gereken tek şey bu. Söyle­

diklerimi ve neden başımın bu kadar dertte olduğunu anla­dığını biliyorum. Benim cesur olmaktan başka seçeneğim yoktu. Kendimi bildim bileli. Her şeyi çabuk yapmalıydım, Charlie. Bazı günler kendimi o kadar yaşlı hissediyorum ki.”

“Evet, biliyorum,” dedim.“Bak, herkes bir şeylerden korkar. Bu kasabada insanlar

böyle yaşıyor ve bunun farkında bile değiller. Bildikleri şey­lere, kendilerine söylenenlere tutunuyorlar. Her şeyin sadece kişinin kendi seçeneği olduğunu anlamıyorlar.”

Başımı kaldırıp Jasper'ın gözlerine baktım.“Yani, insanların benden korktuğunu biliyorum. Özel­

likle çocuklar. Ama yaşlılarda. Bana karşı temkinliler. Benim yarı yarıya hayvan olduğumu düşünüyorlar. İşe yaramazın teki olduğumu. Ve hep düşünürdüm, neden diye? Beni tanı­mıyorlar bile. Kimse tanımıyor. Bu hiç mantıklı değil. Ama

37

Page 35: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Cruig Silvty

sonra asıl nedenin bu olduğunu anladım. Hepsi bu. Çok ap­talca. Charlie. Ama bu aynı zamanda da artık onlardan nefret etmediğim anlamına geliyor."

Gece ne kadar da ürkütücü ve saftı. Kendimi ne kadar terk edilmiş, tuhaf ve huzursuz hissediyordum. Sallanmış bir kar küresi gibi. Görüş alanım tipiyle kaplıydı. Dünyamda is­tikrarlı, dengeli ve sağlam olan her şey yerinden fırlamıştı ve şimdi bir konfeti yağmurunun arasında savrulup duru­yordu. Kelimesi kelimesine bildiğim bir kitap parçalanıp ha­vaya savrulmuştu. Her şey korkunç bir güçle sarsılmıştı. Her şey yerinden sökülüp parçalanmıştı. Aynı anda on farklı fe­laket yaşanıyordu. Parçaları toplayıp yerlerine yerleştirmeye başlayamıyordum bile. Sanki kendi yumurta kabuğumu kırıp çıkmak zorundaymışım gibiydi. Ve Jasper Jones gibi, benim de artık doğru zamanı seçme lüksüm yoktu. Kozamdan çık­mak İçin hazır olmayı bekleyemezdim. Oradan erkenden çıkıp soğuğa atılmıştım.

Bir süre bu tuhaf ve boş sessizliği dinledik. Ağaca arka­mızı dönmüştük.

Jasper nihayet son kez arkamıza bakmamızı önerdi; son­suza dek bozmadan önce etrafı son bir kez incelememizi. İti­raz etmedim, fakat Laura’nın cesedine yaklaşırken Jasper’a iyice sokuldum.

Dikkatim detaylara odaklanamayacağım kadar dağıl­mıştı. Ne aramam gerektiğini bile bilmiyordum. Ayak izle­riydi, sanırım. Kanıtlar. Karalanmış bir itiraf. Herhangi bir şey. Ama her şey o kadar yabancıydı ki neyin tutarlı veya tu­

3X

Page 36: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı ’ntn Unutulan Çocukları

tarsız olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu. Bu da sadece durumun aslında ne kadar umutsuz olduğunu bir kez daha vurguluyordu. Şansımızın ne kadar düşiik olduğunu. Jasper yürürken kaşlarını çatarak hafifçe eğildi.

Ay ışığında her yeri taradık. Uzun sürmedi. Jasper ni­hayet son çalıları da taramayı bitirdiğinde, tatmin olmuş bir tavırla başıyla onayladı.

“Eh, benim her zaman geldiğim yoldan gelmiş olmalılar. Daha önce geldiğimiz yoldan,” dedi sonunda, düşüncelere dalmış bir halde sazlan işaret ederek. “Ama bak, şu çalılara kadar uzanan çimenler biraz ezilmiş gibi görünüyor. Pek fazla değil. Bilmiyorum. Herhangi bir şey olabilir. Belki de Laura kaçmaya çalıştı. Belki de çalışmadı. Bilmiyoruz. Hiç­bir şey bilmiyoruz. Onu asıp asmadıklarını bile bilmiyoruz. Yani doğru şekilde.”

“Ne demek istiyorsun?”“Yani burada her şey olmuş olabilir, Charlie. Onu öldür­

dükten sonra kendi yapmış gibi göstermek için asmış da ola­bilirler. Bilmiyoruz işte."

Dalgın bir tavırla başımla onayladım. Bunlar benim dü­şünemeyeceğim kadar fazlaydı. Jasper Jones’un nasıl bövle- sine sakin kalabildiğini merak ediyordum. Bu tür şeyleri tam orada ve o anda nasıl düşünebiliyordu? Sessizce ve sersem­lemiş bir halde onu izledim.

Başımı kaldırdığımda Jasper’ın bana baktığını gördüm Sabırla. Dünyam dönüyordu.

“Hazır mısın, Charlie?”

Page 37: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Cnıig Silvey

Boş gözlerle ona baktuıı.Jasper Jones bana bir an daha baktı. Sonra durduğum

yerde beklememi söyledi ki bu beni rahatlattı. Ayaklarım, süslü sandaletlerim toprağa kök salmış gibiydi.

Jasper*m okaliptüse doğru yürüyüşünü izledim. Ağacın gövdesindeki mağaraya benzer kovuğa doğru eğildi. Görüş alanımdan çıkar çıkmaz endişeye kapıldım. Kıçım içeri kaç­maya çalışıyordu ve başım beyaz bir helezon gibiydi. Sapın­dan tuttuğu geniş bir bıçakla dışarı çıktı.

Bıçağı beline takışını izledim. Laura’nın cesedine o kadar yakın duruyordu ki neredeyse dokunabileceği mesafe­deydi ama başını eğik tutuyordu.

Jasper tırmanmaya başladı. Bu sahneyi yakından izle­meme, bu küçük alanın ve boğucu havasının baskısına rağ­men. neredeyse orada değilmişim gibi hissediyordum. Sanki bir örümceğin duvara tırmanışını izliyordum. Jasper sağlam ve güçlü dallara tutunarak kendini yukarı çekerken, ben Jeff- rey Lu’yu düşünüyordum. Ertesi gün en sevdiği oyuncu Doug Walters'ın* maçı olduğunu biliyordum. Jeffrey’nin bu gece heyecandan uyuyamadığını da tahmin ediyordum. Doug Walters*ın da benim olduğum kadar soluk soluğa ve gergin olup olmadığını merak ediyordum. Acaba bu gece uyuyabiliyor muydu? Acaba hayatında hiç ceset görmüş müydü?

Jasper dala yaklaşırken yavaşladı. Zor bir tırmanış ol­duğu doğruydu. İnsanın güçlü ve çevik olması gerekirdi.

Jasper’ın kolları ve baldırlarındaki gerginliğe bakarken,• Avu.turyolı etki kriket oyuncunu

40

Page 38: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı nıtı Unutulan Çocuktan

Jack Lionel'ın aynı şeyi yapıp yapamayacağını merak ettim. Pek olası görünmüyordu. O dala yaklaşmak bir yana, ben o ağaca bile tırmanamazdım; yaşlı bir adam bunu nasıl yapa­caktı ki? Ama Jasper’a bunu sormadım. Sadece orada durup bekledim.

Dalın buruşuk dirseğine yaklaşırken, Jasper vücudunu çevirerek kendini yukarı çekti ve bacaklarını benim asla sahip olamayacağım bir güvenle boşluğa bıraktı. Korkusuz gibi görünüyordu. Bir sirk akrobatı gibi kendinden emin ve antrenmanlı. Sallanarak bacaklarını yukarı attı ve ata biner gibi dala oturdu. Vücudunu düğüme doğru kaydırdı.

Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Ve şimdi Jasper bı­çağına uzanırken, kendimi aniden daha az uzak ve dayanıl­maz ölçüde endişeli hissettim. Yorgundum ve çok gergindim. Korkuyordum. Huzursuzdum. Sanırım her şeyi aynı anda hissediyordum ve bütün ziller çalıyordu. Fakat artık Jefl- rey’yi düşünmüyordum. Wishart ailesini de düşünmüyor­dum. Jasper'ın Laura’yı tutan kalın ipi dikkatle kesişini izlerken başım zonkluyordu. Kendi nefesimi duyuyordum. Yumruklarımı sıkmıştım ama açamıyordum.

Ve aniden düşmeye başladı. Hızla. Tıpkı kuyruğunu ar­kasından savuran beyaz bir uçurtmanın yere dikine inişi gibi. Fırlatılıp atılmış bir oyuncak bebek gibi düştü. İslak kemik­lerle dolu bir çuval gibi. Yumuşak, korkunç bir sesle toprağa çarptı. Bana Laura'nın artık gevşek bir et yığını olduğunu hatırlatan bir ses. Çok ağır gibi görünüyordu. Çaresiz. Vü­cudumdan ateş fışkırıyordu. Sanki bütün vücudumu kuruı-

41

Page 39: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

m ıg ıMfrt r

çalar hasmış gibi. Jasper bıçağı bir kenara attı; bıçağı hızla \e rahatça vere saplandı. Jasper tekrar ağacın gövdesine doğru süzülüp yeıe indi.

Laura'nın cesedine yaklaşarak çömeldi ve dikkatle in­celedi. Ben kıpırdamıyordum. Kıpırdamamı istememesini umuyordum.

Jasper dizlerinin üzerindeydi. Laura'nın vücudunu na­zikçe düzeltti. Sanki çok derin bir uykudaydı ve Jasper onu uyandımıamaya çalışıyordu. Elinin tersiyle Laura’nın yana­ğını okşadığını gördüğümü sandım ama emin olamadım. Ha­reketleri yavaş ve amaçlıydı. Saygılıydı. Çok mahrem bir şeye tanık oluyormuşum gibi utanmıştım. Sanki Jasper’m yatak odası penceresinden içeri bakıyor ve içeride yaşanan çok mahrem bir şeyi izliyordum. Başımı çevirip bakışlarımı kaçınnalıydım. Bunu paylaşmaya hakkım yoktu. Fakat tuhaf bir şekilde, büyülenmiş gibi izliyordum. Jasper Jones, Laura'nın boynundaki düğümü dikkatle gevşetmeye çalıştı. Bunu izlemek korkunçtu. Kulaklarım kafama yapışmıştı. Sa­nırım Jasper öfkeleniyordu. îpi çekiştirdi ama ip kıpırdamadı bile.

O anda ayaklarım hareket etti. Nasıl olduğunu bilmiyor­dum. Kendimi dikkatle çömelmiş halde buldum.

Jasper kısa bir bakış attı.“Hey, Charlie," dedi, öylesine yanından g e ç iy o rm u şu m

gibi.Cevap vermedim. Olduğum yerde donakaldım. Çok

korkmuştum. Laura'nın yüzünün rengi. Şişkinliği. Bakışla­rındaki donukluk. Kendimi hasta hissediyordum. Sağ gözü

42

Page 40: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tının ’nın Unutulan Çocukları

şişip kararmıştı. Çenesinde küçük bir kesik, alnında başka bir kesik vardı. Dayak yemişti. Biri onu feci şekilde döv­müştü. Midem altüst olmuştu. Gözlüğümü gözlerime yapış­tırırken titriyordum.

“Bu halkayı çıkarmak istiyorum," dedi Jasper, kısık sesle ve başı eğik halde. “Ama düğümü çözemiyorum. Halka bile değil. Baksana. Sadece düğüm. Hepsi göstermelik. Belki de iş bitene kadar asılmamıştı. Belki daha önce öldü. Kesmek zorunda kalacağım, Charlie. Ama dikkatli olmam gerek.”

Başımla onayladım.Jasper bıçağı almak için kalktı. Hemen onun geri dön­

mesini diledim.Laura’nın canını yakabilirmiş gibi, bir cerrahın titizli­

ğiyle ipi kesti. Duyabildiğim tek şey o hafif kesiklerdi. Şık. Şık. Şık. Sonunda ip çözüldü. Yerimde hafifçe sıçradım. Be­lirgin bir şeyi başarmış gibiydik ve Jasper yavaşça ipi çıkardı. Paha biçilmez bir gerdanlığı çıkarır gibi.

Laura’nın boynundaki koyu renk izlere ikimizin de hazır olduğumuzu sanmıyordum. Tüylerim diken diken oldu. El­lerim uyuştu. Jasper boğazına bir şey takılmış gibi bir ses çı­kardı ve dişlerini sıktı.

Jasper, Laura'nın cesedini şöyle bir inceledi. Elmacık- kemiğinin üzerindeki ve omzundaki ince sıyrıklara dokundu. Parmaklarını Laura’nın kaymaktaşı gibi kollarından aşağı kaydırdı. Tuhaf ve sessiz bir incelemeydi. Benim de aynı şeyi yapmamı beklememesini umuyordum. Laura'nın bacakla­rına, ayak bileklerine ve ayaklarına baktı. Kaşlarını çattı

43

Page 41: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Cruig Silvey

Sonra geceliğinin kenannı kaldırdı. Hemen başımı çevirdim. D önüp yere baktım. Sanırım neye baktığını ve ne aradığını biliyordum .

Başımı kaldırdığımda Jasper gitmişti. Ortadan kaybol­muştu!

Elbette paniğe kapıldım. Deliye dönerek başımı iki yana çevirdim ve arkam a baktım. Tüylerim bir kez daha diken diken oldu. Onu hiçbir yerde göremiyordum. Bu açıklıkta tek başım aydını. Etrafımda yapraklardan duvarlar yükseli­yor, sanki üzerime geliyorlardı. Olduğum yere çömelerek bü­züldüm . Gözlerim iri iri açılmıştı. Dengemi korum ak için elm i uzattım ve Laura’nın omzuna dokundum. Hâlâ ılıktı, elim yanmış gibi yüzümü buruşturdum. Korkuyla haykırdım. Hâlâ ıhkti\ Tekrar bayılabilirdim. Tam orada. Laura’nın ya­nında. O ürkütücü sis yine çöküyordu.

Başım dönüyor, midem bulanıyordu. Sanki ona dokun­mak yazgımı mühürlemiş gibiydi. Artık bu hikâyenin için­deydim . Laura’ya aldırm azlık edem ezdim . Gerçekti. Artık ona dokunmuştum. Vücudunun son sıcaklığını hissetmiştim.

Her nedense kendimi onun yüzüne bakmaya zorluyordum.

Ö ylece baktım. Yüz ifadesi tuhaftı. Aynı anda üzgün, şaşkın

ve dehşete uğram ıştı. H ayata veda ettiğinde hissettiklerinin

bunlar olup olm adığını merak ettim. Zamanda donmuş gibi.

Acaba böyle mi h issediyordu? K ardeşi E liza’ya ne kadar

benzediğini düşündüm . Onun bunu öğreneceği anı düşü­

nünce içim burkuldu.

O kaliptüs ağacının diğer tarafında hafif bir hışırtı duy-

44

Page 42: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı 'nın Unutulan Çocuklun

dum. Korktum mu, yoksa rahatladım mı bilmiyordum. Ayağa fırladım.

“Jasper!” diye tısladım.îki kolunda büyük bir granit kütlesiyle ortaya çıktı. Ka­

yayı Laura’nın kalçasının yanına bıraktı. Taşın ne için oldu­ğunu bilmesem, yapmak üzere olduğumuz şey yüzünden dehşete kapılmasam, beni Laura’yla o şekilde yalnız bıraktığı için ona bağırabilirdim.

Başımı yavaşça iki yana salladım. Kendimi kaybetmeye çok yakındım. Gerçekten. Jasper bir an duraksadı ve birbiri­mize baktık. Söylenecek bir şey kalmamıştı.

Bir süre sonra Jasper yere çöktü ve kayayı Laura'nm ayaklarına doğru yuvarladı. İpi alıp kayanın etrafına sıkıca doladıktan sonra ucuna bir düğüm attı. Boğazını temizledi ve Laura’nm çıplak ayaklarını nazikçe kaldırdı. Laura’nm ayaklan küçük, ince ve kirliydi. Jasper ipin diğer ucunu dik­katle Laura’nm ayak bileklerinin etrafına doladı. Bunu yap­mak onu üzüyordu. Sanırım mırıldanarak özür diliyordu.

Jasper düğümleri çekiştirerek sıkıştırdı. O bunu yapar­ken Laura’nm ayaklan kalkıp indi. Başka şeyle ilgilenen bir çocuğun ayakkabılarını bağlar gibiydi. Avuçları terlemiş ol­malıydı, çünkü onları gömleğine sürüp duruyordu. Burası çok sıkışık ve boğucuydu. Hava basık ve sıcaktı. Nefes al­makta zorlanıyordum.

Laura’nm bacakları kalkınca eteği etrafa yayıldı ve Jas­per düzeltmek için duraksayarak olması gerekliği yere kadur Çekip düzeltti. Orada sadece ikimiz olmamıza, birazdan 1 au- ra’ııın cesedini ortadan kaldımıaya hazırlanmamıza rağmen.

4^

Page 43: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

kı/ın mahremiyetini hâlâ korumaya çalışıyordu. Muhtemelen ona her /am an böyle davranm ıştı. Jasper'ın ima ettiğinden daha yakın olabileceklerini bile düşünüyordum. Ona böyle nazikçe dokunm aya alışkın gibi görünüyordu. Belki de bir­birlerine âşıklardı. Belki sevgiliydiler.

Jasper düğüm leri çekiştirdi. Ellerini taşın üzerinde do­laştırdı ve ciddi bir tavırla başıyla onayladı.

Laura W ishart ölmüş, bir granit parçasına bağlanmıştı. Jasper Jones diz çökm üş, sessizce onu izliyordu. Gözlerini kısm ış, derin derin nefes alıp veriyordu. Orada öylece uzun süre kaldı. Sadece bakarak. Sanki ninni söyleyerek Laura’yı nazikçe uyutm uş, şimdi de odadan çıkmadan önce yatağının ayakucunda oturuyordu.

Bütün bunlar konusunda ne hissedeceğimi, ne düşüne­ceğim i bilem iyordum . Hem üzücü hem de sıcaktı ama aynı zam anda da gerçeküstü ve dondurucuydu. A rtık Laura’nm ölü olduğunu kendim e hatırlatmam gerekmiyordu. Gözlerini görm üştüm . Ona dokunm uştum . Artık burada değildi. Vü­cudu ılık olabilirdi am a artık bu boyutta değildi. Onun yok­luğunu hissedebiliyordum . Başka bir yere mi gitmişti, yoksa

b ir ışık gibi söndürülm üş müydü, bilmiyordum. Ama aniden bunların hiçbiri artık önemli görünmemişti.

Jasper Jones kıpırdanarak Laura’nın yüzüne biraz daha yaklaştı. Elinin tersiyle Laura'nın yanağını okşadı. Bu kez

kesin olarak görm üştüm ve canım yanmıştı. Elini kızın ya­

nağından nazikçe aşağı indirirken Laura’nın yüz ifadesi de­

ğişti. Gözleri kapalıydı, fakat huzurlu görünm üyordu. İfade-

46

Page 44: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

tu ru i rtm u m um u n ycvcu m u n

sini düzeltmek, biçimlendirmek istiyordum. Korkunç bir rüya görürken yüzünü buruşturuyormuş gibi uzak bir endi­şeyle gergin görünüyordu. Bunu sonsuza dek taşımasını is­temiyordu. Bunu yapmak istemiyordum. Onu bu lanet olasıca barajın dibine göndermek istemiyordum. Ne var ki ben de işe karışmıştım artık. Jasper Jones’uıı ortağıydım. Bir suç işliyordum. Bu onurlu bir davranış değildi. Şu kıza bir baksanıza! Gerilmiş dudakları, çatılmış kaşlarıyla bize ne söylediğine bir bakın! Bunu istemiyor! Gitmek istemiyor!

Jasper ayağa kalkarken ben bir adım geriledim. Bana döndü.

“Pekâlâ, Charlie,” dedi.Jasper onu işaret edene kadar ne demek istediğini anla­

madım. Kayanın arkasında duruyordu. Laura’yı kollarının altından ben tutacaktım. Görevim buydu. Onu kaldıracaktım. Ağırdı. Onu suya doğru taşıyacaktım.

Ve yaptığım şey buydu. Laura’nın ağırlığıyla boğuşu­yor, eğilip yakalamaya çalışıyordum. Dengemi korumakta zorlanıyordum. Ah, hâlâ ılıktı. Başı yana düşmüştü. Dişlerimi sıktım nefesimi burnumdan üfledim. Kayayı kamına yapış­tırmış olan Jasper’a baktım. Hiçbir yere gitmiyorduk. Laura aramızda asılı duruyordu. Bir hamakta yatar gibi. Kayıyordu. Eteği de. Bunun Jasper Jones'u huzursuz ettiğinin tarkmday- dım, çünkü kaşlarını çatmıştı.

“Hazır mısın?” diye sordu.“Kayıyor,” dedim. "Onu düşüreceğim.”“Dirseklerini kollarının altından sok ve onu göğsünden

47

Page 45: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

kavra. Öyle daha kolay olur.”

Ama bunu yapmak istemiyordum. O anda koltukaltla- rından tutmuştum ve kayıyordu. Onu daha yakın tutmak is­temiyordum. Göğsünden sarılmayı hiç istemiyordum. Ona daha fazla dokundukça suçluluk duygum artıyordu. Kayı­yordu. Başımı iki yana salladım.

“Onu düşüreceğim! İndir onu! Yere bırak!” dedim pa­niğe kapılarak.

“Dikkatli ol! Dikkat et!” dedi Jasper, sanki Laura’nın cesedi kırılgan bir mobilyaymış ve her an kırabilirmişiz gibi. Birlikte eğilerek Laura’yı yere bıraktık. Nefes nefeseydim. Ağzım kurumuştu. Burnumdan zorlukla nefes alıyordum. Jasper sabırla beklerken, bu işi bir an önce bitirmek istediği­nin farkındaydım.

Cesur olmak zorundaydım.Alnımı sildim. Omuzlarımı esnettim ve sırtımı gerdim.

Sonra avuçlarımı tişörtüme silip yanaklarımı şişirdim. Jasper eğilip kayayı aldı.

Laura Wishart’ı kollarının altından yakaladım. Zorlukla. Yine kayıyordu. Yana doğru kaydım. Onu suya götürüyor­duk. Sadece birkaç metre vardı. Suyun kıyısına gelmiştik, yazın bile su seviyesi yüksekti. Geniş ve durgun bir su biri- kintisiydi.

Jasper kısık sesle konuştu. “Üçe kadar sayıyorum, Char­lie. tamam mı?”

Ve Laura’yı sallamaya başladık. Masum bir şekilde şa- kalaşıyomıuşuz gibi. Bir arkadaşımızı eğlence olsun diye

k 48

Page 46: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı ’nm Unutulan Çocukları

nehre atıyormuşuz gibi.Bir. İki. Üç.Laura’y» fırlatacak kadar güçlü değildim. Bu yüzden.

Jasper’m yükseğe sertçe fırlattığı kaya. Laura'yı bir anda elimden çekip alıverdi. Güçlü bir sesle suya gömüldü. Nere­deyse ben de peşinden gidiyordum. Ellerimden kurtuluşu kaba bir kopuş gibiydi, ama Jasper elini omzuma koyarak bana destek oldu. Birlikte izledik. Bir an için suyun üzerinde yüzer gibi kaldı. Sonra batmaya başladı. Berbat bir görün­tüydü. Gidişini izledik. Onu kurtaramazdık. Dalgacıkların ayağımızın dibine gelişine baktık. Ve Laura gitti. Gerçekten gitti.

Onu boğmuştuk.Biz canavardık.Kıpırdamadan duruyordum. Ellerim iki yanımdaydı.

Suyun son minik hareketlerini, sonra da dinginleşmesini iz­ledim. Suyun cam gibi dümdüz yüzeyinden bir süre gözümü alamadım. Laura Wishart’ın bugün öğleden sonra Corri- gan’da hiçbir şeyden habersiz bir şekilde dolaşıyor olabile­ceğini düşünmek tuhaftı. Arkadaşlarıyla birlikte. Kardeşiyle birlikte. Şimdiyse asıldığı ipe bağlanmış bir kayanın ağırlı­ğıyla bu su birikintisinin dibinde yatıyordu. Dünya Laura VVishart’ı yutmuştu. Bir daha geri dönmeyecekti. Ve ben bunun olmasına yardım etmiştim.

Öne doğru sendeleyip Laura’nın peşinden gitmekten korktum. Hatta suyun beni belli belirsiz çektiğini hissediyor­dum.

40

Page 47: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Jasper Jones’un sesini duyana kadar. Artık yanımda de­ğildi. Sert bir şekilde döndüm. Sırtı bana dönüktü. Bir elini destek almak için ağacın gövdesine dayamıştı. Sesinin ve omuzlarının titrediğini anladığımda ağzım açık kaldı.

Boğazımda bir şeyler düğümlendi. Yanına gidip bir şey­ler söylemeli, onu rahatlatmalıydım. Gözlerine bakmalıydım. Ama yapmadım. Sadece izledim. Diğer elini yüzüne götürdü. Bu gerçekti. Dizleri bükülmüş, kasları gerilmişti. Dudakla­rım titremeye başladı.

Olduğum yere çöküp başımı bacaklarımın arasına gö­merek ağlamaya başladım. Ölçülü ve çok sessiz bir şekilde. Gözlüğümü çekip çıkararak bileğimin tersiyle gözlerimi sil­dim. Az önce neler olduğunu anlamıyordum. Tuvalete git­mem gerekiyordu. Banyo yapmam gerekiyordu. Uyumam gerekiyordu. Bu gece benden asla geri alamayacağım şeyler çalmıştı. Kendimi soyulmuş gibi hissediyordum ama Jasper Jones tarafından aidatı İmamıştım. Tuhaf bir boşluktu. Yeni bir eve taşındığınızda tanıdık duvarların veya mobilyaların olmaması gibi; aynı türde terk edilmişlik hissi. Yalnızlık duy­gusu.

Gözlerimi sımsıkı kapadım. Jasper’a ağladığımı belli et­memek için burnumu çekmek istemiyordum, bu yüzden bur­numu parmaklarımla sıkıştırdım.

Başımı kaldırıp gözlüğümü tekrar taktığımda, Jasper’ı ağacın köklerine yaslanmış halde otururken gördüm. Bitkin görünüyordu. Kucağında bir şişe vardı. Doluydu. Üzerinde etiket yoktu. Gözleri cam gibiydi. Başını kaldırdı ve yavaşça

Page 48: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı nm Unutulan Çocukları

bir o yana bir bu yana yatırdı.Şişeden hızlı bir yudum aldıktan sonra bakışlarını indi­

rerek şişeyi bana doğru salladı. Aslında canım istemişti ama başımı iki yana sallayıp avucumu kaldırdım.

Jasper kaba bir şekilde yüzünü sıvazladı ve çene derisini çekiştirdi. Bir sigara yaktı. Kollarını dizlerine dayadı.

“Bana da versene?” dedim.Jasper gülümsedi. Paketten bir sigara çekip uzattı. Siga­

rayı dudaklarımın arasına sıkıştırıp yakmasına izin verdim. Çifte yemeyi beklerken, bir atm kıçına öpmek için eğilmişim gibi çekingen bir tavırla ateşe doğru eğildim.

“Dur dur dur!” dedi Jasper, gülümseyerek. “Diğer tarafı. Charlie. Filtreyi yakacaksın!”

Sigarayı ağzımdan kapıp kendisi yaktı ve geri verdi.Öksüreceğimi tahmin etmiştim ama bu kadarını bekle­

miyordum. Bir nefes çekince ciğerlerimi bulaşık bezi gibi sıktı. Öksürüklere boğularak tükürdüm. Kendimi toparla­maya çalıştım ama yapamadım.

“Medeni... astım filan. Bütün bu... nem. Evet. Ben ge­nellikle...” Az önce kafamı karıştıran bir şey söylemiş gibi burnumun üzerinden sigaraya baktım. Gerekmediği halde külünü silktim, işaretparmağımın ucunu yaktım ve sigarayı düşürdüm. Güdüsel olarak yakalamak için u/andım ve bunu başararak kendimi de şaşırttım, ama bu arada sol avucumu da yaktım. Sigaradan hep nefret etmiştim. Şimdiy se İçmek zorundaydım.

Bacaklarımın arasındaki yumuşak çimenleri çekiştir-

51

Page 49: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

dun . Bir fırtına atlatmışız ve şimdi enkazın arasında oturu-

yorm uşuz gibiydi. O sessizlik battaniyesinin altında uzun bir süre oturduk.

Jasper şişesini yudumlayıp duruyordu. Ne diyeceğimi b ilem iyordum . Ö ylesine doğadışı bir sessizlikti ki sigarasın­dan bir nefes aldığında ateşin çıtırtısını duyabiliyordum. Du­daklarının hafif şapırtısını. Sigaram parmaklarımın arasında kendi kendine yanıp gidiyordu.

“ Bütün bunlar rüya gibi geliyor,” dedim.Jasper kaşlarını kaldırdı. “Evet. Biliyorum . Bütün bu

gece. Bütün bu çılgınca gece. Lanet olsun, keşke rüya ol­saydı, Charlie. Sana anlatamam. Sanki içim den bir parça

kopm uş gibi hissediyorum.”Sigarasını söndürüp paketi cebine attı. Ben de fırsatı de­

ğerlendirerek aynı şeyi yaptım. B ir sigara daha yakarak

devam etti.“Laura, tanıdığımı hissettiğim tek kişiydi. Sorular sor­

mak zorunda değilmişim gibi. Onun yanında rahattım. Benim sevgilim, annem, ailem gibiydi. Her şey kolaydı.

Yani, bazen sessizce oturup hiçbir şey söylemediği zamanlar

olurdu ama her nedense bunu da anlardım. Hoşuma da gi­

derdi ha! Ama çoğu zaman çok eğlenceliydi. Komikti. Ve ze­

kiydi. Charlie. Dediğim gibi.”

Jasper yine şişesini yudumladı. İçkinin yansı çoktan bit­

mişti bile. Kaşlarımı çattım. Kafayı bulursa dönüş yolunu çı­

karamayacağım ızdan korkuyordum.

Jasper aklımdan geçeni anladı.

52

Page 50: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

"Sorun yok, Charlie. Alkole dayanıklıyım. Babam gibi değilim. Sen de ister misin? Al, tadına bak.”

Çekingen bir tavırla soğuk ve ıslak içki şişesine uzanır­ken amacım kendi isteğimden çok onu yavaşlatmaktı. Şişe­nin ağzını kokladığımda midem bulandı.

"Nedir bu?”"İrlanda viskisi. Tadı sidik ve yağ gibidir.”Ürkek bir şekilde bir yudum aldım. Elbette bütün boğa­

zımı yaktı. Boğulur gibi olunca ciğerlerimi kontrol altında tutmaya çalışarak dudaklarımı sildim. Gözlerimi kısarak orada olmayan bir etiketi bulutlanmış gözlerimle okur gibi yaptım. Bu şey zehirdi. Ve kurgunun bana vaat ettiği iki şey konusunda hayal kırıklığına uğradım. Sal Paradise, içki şi­şelerini deteıjan reklamındaki bir ev kadını gibi tutardı. Hol­den Caulfıeld sigarasına ibadet eder gibi uzanırdı. Huckle- berry Finn bile rahatlamak için piposunu yakardı. Hiçbir şeye güvenemezdim. Seks de bu kadar kötüyse, bir daha asla kitap okumayacaktım. Eğer bunlardan farksızsa, erkekliğim yanar ve her tarafım kızarırdı herhalde.

Sandaletlerime bakarak tiksintimi belli etmemeye çalış­tım.

“Evet, lanet olsun! Ben genellikle... şey... neydi o... karışıksız içki içerim!”

“Hiçbir fikrim yok, dostum. Etiketi okuyacak zamanını* olmadı. Dilenciler seçici olmaz, Charlie. Ne bulursan onunla yetinirsin.”

“Yani bunu çaldın mı?” diye sordum, şişeyi ona geri ve­rirken.

5.1

Page 51: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Şey, parasını ödemedim. Babamdan yürüttüm. Hem de burnunun dibinden. Kendisi boş bir şişeye sarılmıştı, ben de masanın üzerindeki dolu şişelerden birini kaptım .”

Jasper içkisini yudum lam ak için duraksarken ben ya­vaşça başımla onayladım.

“Ama muhtemelen sana hırsız olduğumu söylemişlerdir, değil mi? Bir şeyler çaldığım ı.”

Duraksayarak doğru kelimeleri seçmeye çalıştım. “Sorun değil, Charlie. D uyduklarını sen seçem ezsin.

Ama duyduğun şey bu, değil m i?”

“Evet, sanırım .”“ Eh, bilm ediğin şey, Charlie, benden başka kim senin

sana söylem eyeceği şey şu ki babamın cebindekiler dışında gerçekten ihtiyacım olmayan tek bir şey bile çalmadım. Orası kesin. Yiyecek, kibrit, bazen giysi, her neyse. A sla büyük bir şey değildi. İnsanlara zarar verecek kadar değil. Ve bu insan­lar günde üç öğün yem ek yiyor, giysileri hep ütülü, eşleri, arabaları, işleri var ve bana çöpmüşüm gibi bakıyorlar. Sanki seçeneğim varmış gibi. Zevk için çalan biriym işim gibi. Ço­cuklarına benim işe yaramazın teki olduğumu söyleyenler de onlar. Benim yerim de olm anın nasıl bir şey olduğu konu­sunda en ufak bir fikirleri bile yok. Asla nedenini sormuyor­lar. N eden çalıyor? Bunun karakterim olduğunu düşünüyorlar sadece. Sanki başka bir şey bilm iyorm uşum

gibi. Ve dahası ne, biliyor musun, Charlie? Asla yakalanma­dım. Hepsi sadece şüpheleniyor. Bunu bekliyorlar. Benim için, hırsızın teki diyorlar. Elbette ki postaneyi o yakmıştır.

54

Page 52: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Elbette ki şu zavallı kızı o asmıştır. Ah, zavallı kız!”Jasper’ın dudakları ıslanmıştı. Konuşmakta zorlanı­

yordu.“Baban yiyecek bile almıyor mu?” diye sordum ve

hemen pişman oldum.“Dalga geçiyorsun, değil mi?”“Şey, bilmiyorum. Parasını neye harcıyor peki?” “Çoğunlukla içki, fahişeler ve atlar. Ama işsiz kaldığın­

dan beri azaldı. Aylardır çalışmadı. İşe yaramaz serseri or­duya katılmalı. Lanet olasıca Vietnam’a filan gidip orada kalmalı. Ben başımın çaresine bakardım.”

“Ondan ne çalıyorsun peki?” diye sordum.' “Şey, çoğunlukla istediğim şeyleri. Sigara, içki, para.

Ceplerinde ne bulursam. Ama asıl mesele bunu o iyice kafayı bulmuşken yapmak; o zaman kaybettiğinden, harcadığından, sigara ya da içki aldığından emin olamıyor. İyice zom olursa eksikliğini bile fark etmiyor. Her zaman farklı. Bazen -her­halde suçluluk duyduğundan olsa gerek- ortada bıraktığını

• görmezden geliyor ama b.u pek sık olmuyor.”* Jasper göğsünü kaşıyarak şişeyi tekrar uzattı. Yüzümü

buruşturdum.“Hiç suçluluk duyuyor musun? Ona ait şeyleri aldığın

için?”“Bir kez bile duymadım, dostum. Onun açısından buna

hakkım olduğunu düşünüyorum. Herif babalıktan nasibini almamış. Almak zorundayım, Charlie, çünkü verilmesini beklersem bu asla olmayacak. Bütün hayatım boyunca canım çıktı, bu yüzden de biraz hesabı kapatıyorum.”

55

Page 53: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Ben başımla onaylarken Jasper devam etti.“ Ama sürekli böyle düşünemezsin. Bu yanlış bir yakla­

şım. D iğer çocuklar Noel hediyeleri alıyor, babaları onları önemsiyor, yemek yapan anneleri var vesaire diye düşünerek kendine acımanın bir anlamı yok.”

“ Evet ama senin hâ lâ ...”“Hayır, boş ver bunları, Charlie. Sana söyledim, öyle

düşünm ek istemiyorum. Bir yararı yok. Bilmiyorum. Daima öyle olduğu için sürekli şansının ters gitmesini bekleyerek serseri hayatı yaşamak istemiyorum. Hayır. Bu kasabadan ayrıldığımızda işlerin farklı olacağını düşündük hep, biliyor m usun? O zaman her şey değişecek. Şehre taşınacağız ve milyonlar kazanacağız. Orası kesin.”

“Siz?”“Evet. Biz.” Jasper başını indirerek şişeye baktı. Omuz­

lan yine sarktı. Onu konuşturmak daha iyiydi.“Planın ne? Ne zaman gideceksin yani?”“Şey, henüz detayları düşünmedim ama bir şeyler düşü­

neceğim. Bir şeyler kaynıyor. Belki budalalık. Kim bilir? Belki istiridye avcılığı yaparım. İyi para var. Ya da bir ma­dende çalışırını belki, cebime biraz altın koyarım. Meslek Öğrenirim. Bilmiyorum. Ayakkabı boyacılığı dışında her şey olur. Ya sen? Muhtemelen üniversiteye gideceksin, değil mi?”

Yüzümü buruşturdum. Bu tuhaftı. Laura W ishart’ı az Önce baraja göndermişken bunlardan konuşmak saygısızlık gibi geliyordu. Önemi varmış gibi hissetmiyordum. Ama belki de asıl amacı buydu. Belki de bütün bu sohbet aslında

Page 54: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı 'um Unutulan Çocukları

Jasper içindi. Belki o berbat şişeyle de aynı şeyi yapıyordu. Zihinlerimizi bulandırarak paniği biraz ertelemek.

“Bilmiyorum,” dedim. “Okumayı filan her zaman sev­dim. Kitaplar, şiirler. Belki bir yazar olurum. Hep bunu dü­şünmüştüm. Kitaplar yazmak. Hikâyeler uydurmak.”

Umursamaz bir omuz silkişle bunu önemsiz bir düşün­ceymiş gibi göstermeye, ilk kitabımı okuduğumdan beri içimde yanan tek ateş bu değilmiş gibi davranmaya çalıştım.

Beni şaşırtan bir şekilde Jasper başıyla onayladı.“Evet. Bence bu kesinlikle sensin, Charlie.”“Öyle mi dersin?”“Şüphesiz. Bence çok başarılı olursun. Bir daktilo alıp

büyük bir şehre taşınırsın. İnsanlarla karşılaşır, hikâyelerini anlatırsın. Belki bir gün benim hikâyemi de anlatırsın. O zaman filmini de yaparız. Bir düşünsene.”

Ve düşündüm. Jasper o kadar rahat ve inançlı konuşu­yordu ki yazar olmak için gerçekten Corrigan’dan ayrılabi­lirdim. Hayatımı hikâye anlatarak kazanmak için. Gerçek., önemli edebi eserler. Bazen kendimi avizelerle aydınlatılmış bir balo salonunda Harper Lee ve Truman Capote gibi şairler ve yazarlarla sohbet ederken hayal ederdim.

Ama Jasper Jones düşüncelerimi böldü. Ayağa kalktı ve kamından vurulmuş gibi ikiye katlandı. Ben daha paniğe ka- pılamadan, o zehir gibi sıvıyı neredeyse parıldayan kalın bir çarşaf gibi kusmaya başladı. Boş şişeyi sımsıkı yakalamıştı. Kusmuğu iğrenç kokuyor, büyük bir güçle ağzından fışkırı­yordu. Görünmez saldırganlar tarafından tutulup kamı \ uın-

57

Page 55: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

nıklanıvormuş gibi ikiye katlanmış halde sarsılıyor, şiddetle öksürüyordu ve nefes nefese kalmıştı. Tekrar kusmadan önce yere tükürüp kısık sesle homurdandı. Sonunda olduğu yerde tekrar doğrulabildi.

“ İçkiyi kaldırabildiğini sanıyordum?” diye sordum.Jasper yine tükürdü ve ağzını sildikten sonra gülümsedi.

“Evet, kaldırabilirim. Sadece çok uzun süre değil.”Dönüp baraja doğru sendeledi. Dizlerinin üzerine çöke­

rek şişeye su doldurdu. Sallanıyordu. Suyu içemeden ağacın gö\ desine yığılıverdi. Şişenin içindeki su döküldü. Jasper ol­duğu yerde sızdı. Belki de bütün istediği buydu.

Birden ortamın daha aydınlık göründüğünü fark ettim. Önce karanlığa alışıp alışmadığımı düşündüm. Sonra bir havai fişek gibi hızla ayağa fırladım ve Jasper’ı uyandırmak için sarstım.

“Jasper. lanet olsun\ Neredeyse şafak söktü! Geri dön­memiz gerek. Hemen! Ailem kaçtığımı anlarsa başım belaya girer!”

Jasper Jones gözlerini aralayarak bana baktı.“Ne?” Bunu düşünüyor gibiydi. “Evet, haklısın. Peki,

Charlie. Sadece bir saniye.”Geveleyerek konuşuyordu. Geri dönüşümüzle ilgili

şimdi gerçekten korkuyordum. Ama ailemin yatağımı boş bulmasından korktuğum kadar değil. O zaman neler olabile­ceğini hayal bile edemezdim.

“Hayır, hemen gitmemiz gerek!”Jasper sallanarak ayağa kalktı. Bir elini omzuma vurdu

58

Page 56: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

ve boş gözlerle bana baktı. Bakışları keder doluydu. Nefesi asit gibiydi.

“Pek’la. Gidelim hade!”Duraksadı. Hafifçe sallanırken başını kaldırıp hayalet

gibi okaliptüs ağacına baktı. Endişelenmeme rağmen onu zorlamadım. Gitmek için dönmeden önce ağaca son bir bakış attı.

Geri dönerken adımlarımız gelişimizden daha hızlı gi­biydi; belki de şimdi nereye gittiğimizi bildiğim ya da Jas- per’m adımlarını izlemekte fazla acele ettiğim için.

Omuzlan hafifçe öne sarkmıştı. Daha önceki gibi dim­dik bir sırtla veya keskin bir dikkatle yürümüyordu. Sigara paketini salladı. Boştu. Ellerini ceplerine soktu. Sessiz ve hızlı adımlarla yürümeye devam ettik. Başımızın üzerinde saksağanlar sabah şarkı lannı söylüyordu. Güneş bela haber­cisi gibi kendini hissettirmeye başlamıştı. Tuhaf bir şekilde, etrafı görüp yolumu bulmak kolaylaştıkça, endişem ve kor­kum da aynı ölçüde artıyordu. Ama en azından gece sona er­mişti. Bu da bir teselliydi. Başka kimseyi gömmem gerekme­yecekti. Yakında yatağıma girebilirdim. Belki. En azından birkaç saatliğine.

Dar patikaya geri döndük. Patika boyunca yürürken, eski dostlarmışız gibi tuhaf bir yakınlık hissettim. Bunun ra­hatlatıcı olmadığını söyleyemezdim. Nerede olduğumuzu bi­liyordum. Karşımdaki her şey tanıdıktı. Çalıların arasından geçip yola çıktığımızda da aynıydı. Sanki uzun bir yoldan gelmiş ve nihayet evime dönmüştüm. İçime gömüp gizle-

59

Page 57: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

m etn gereken korkunç bir sırla.İşık kasvetli ve griydi ama çabucak güçleniyordu.

Dünva uyanmadan geri dönebilirdik. Belki.Şimdi Jasper Joııes’la yan yana yürüyorduk. Birlikte gö­

rünm em i/in tehlikeli olup olmadığını, ayrılmamız gerekip gerekm ediğini merak ediyordum. Daha doğrusu, Jasper Jo- nes’la birlikte görülürsem şüphe uyandırabileceğimin farkın- daydım . Konuyu açmak için ağzımı aralayıp hızlı bir nefes aldım ama kendimi tuttum. Aniden vazgeçmiştim. Bunun ce­saretle ilgisi yoktu. Bilmiyorum. Bu kadar önemli bir şeyi birlikte omuzladığımız için aramızda gerçek bir sadakat his­sediyordum. Şimdi burada ayrılmayı teklif edersem söze dö­külmemiş bir anlaşmayı bozacakmışım gibi. Özel bir savaşta silah arkadaşlarıydık. Aniden birlikte, yan yana kalmak her şeyden daha önemli hale gelmişti.

Böylece Corrigan’ın merkezine ulaştLk. Madenciler Lo­kali, Vali Oteli, yeniden yapılmış olan postane... Karakol bi­nasını gördüğümde bu işte birlikte olduğumuzu bir kez daha anladım. Tam ortasmdaydım. Sonu neye varırsa varsın. El­bette korkuyordum. Ama Jasper’ın gölgesinde yürürken, aynı zam anda içimde bir tür beklenti de vardı. Ben ve Jasper Jones. İki ortak. Hırsızlar. Her şeye rağmen, onu tekrar gö­receğimi bilmek beni biraz heyecanlandırıyordu. Yardımıma ihtiyacı olması. Onun yanında yürürken artık kendimi o kadar da gülünç hissetmiyordum. Önemsiz, işe yaramaz bir yardımcı değildim. Kasabanın geri kalanı Jasper Jones’un işe yaramaz olduğunu düşünmesine rağmen, onun bana dengiy-

6 0

Page 58: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı ’nın Unutulan Çocukları

mişim gibi davranması beni heyecanlandırıyordu.Sonunda oturduğum sokağa saptığımızda ve ön bahçe­

den hızlıca geçip evime yaklaştığımızda biraz rahatlayabil­dim. Görünüşe bakılırsa herkes uyuyordu. Kimseye yakalan- mamıştım. Henüz. Bu talihimin uzun süre devam edeceğini sanmıyordum. Bu geceki olaylar hâlâ içimi donduruyor, beni huzursuz ediyordu. Şaşkınlığım ve yorgunluğum azaldığında canım da daha az yanacaktı. İçimde köpürüp patlayacağını biliyordum.

Şafak söküyordu. Işık vardı. Ama hâlâ geceymiş gibi geliyordu.

Jasper’a döndüm. Bitkin görünüyordu. Bu işte onun için geri dönüş, herhangi bir teselli, gidecek ve sığınacak bir yer olmadığını fark ettim. Artık yoktu. Bu dünyada ona ait bir yer varsa, o da az önce geldiğimiz yerdi; kalbini kırıp onu büyük bir riske atmış olan yer. Haklıydı: Bütün hayatı bo­yunca canına okunmuştu.

İşi bitmiş bir ayyaşa benziyordu ama aniden sırtını dik­leştirerek yine o sertliği takındı.

Şimdi nereye gideceğini merak ediyordum. Sessiz bir yere gidip ayılmayı mı bekleyecekti, yoksa eve -ya da oraya ne denebilirse- mi dönecekti?

Sahip olduğum şeyler yüzünden kendimi berbat hisse­diyordum; kendimi bildim bileli sahip olduğum şeyler yü­zünden. Herhangi bir konuda şikâyet ettiğim için aptal olmalıydım. Kendimi güvenli yuvasına geri çekilmek üzere olan şımarık bir piç gibi hissediyordum; oysa Jasper Jones

61

Page 59: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

yükünü yalnız omuzlamak zorunda kalacaktı. Bu adil de­ğildi. Hem de hiç adil değildi. JasperT içeri davet etmek, ona yatağımı vermek istiyor ve bunu yapamayacağım için ken­dimden nefret ediyordum. Uyandığımda kahvaltımı hazır bu­lacağım için kendimden iğreniyordum. Annem hâlâ hayat­taydı ve babam ağzına içki sürmezdi. Bu adil değildi. Benim bu kadar çok şeyim varken onun hiçbir şeyinin olmaması adil değildi. Doğru değildi! Yine hıçkırıklara boğulabilirdim ama bunu bile yapamayacak kadar yorgundum. Duygusal ağırlık ve bitkinlik altında eziliyordum.

Alnımı sildim. Haklıydım; rahatlığım kısa sürmüştü.Jasper Jones zayıf bir şekilde gülümseyerek kolumu

tuttu. Ellerini ceplerine soktu. Tek kelime etmedik. Sadece birbirimize baktık, başlarımızla birbirimizi selamladık ve ay­rıldık. Söylenecek bir şey yoktu.

Süslü sandaletlerimi çıkarıp bir kenara koyduktan sonra sessizce pencereye yaklaştım. Kendimi yukarı çektim ama asılıp kaldım. Başımı çevirip Jasper’a fısıldadım: “Bana yar­dım etsene.”

Jasper yanıma gelip beni kolayca kaldırdı. Pencereden geçtim. Yine yatağandaydı m.

“Teşekkürler,” diye fısıldadım pencereden."Sana da,” dedi. “Görüşürüz, Charlie.” Daha fazlasını

söyleyecekmiş gibi oyalandı ama sadece kısaca el sallamakla yetindi.

Ve gitti.Cam tabakaları yerlerine yerleştirdim. Kendi odama hır-

Page 60: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

sız gibi girmiştim. Sanki aynı yer değilmiş gibi. Evim gibi hissetmiyordum ama güvenliydi. Günün sıcak olacağını şim­diden hissedebiliyordum ve gün ışığı tam parlamamıştı bile. Ne kadar kirli ve terli olduğumu fark ettim. Üstüm başım çi­ziklerle, sıyrıklarla doluydu. Kalp atışlarım hızlandı. Laura Wishart artık yoktu. Gerçekten gitmişti. Korulukta, sadece Jasper Jones’ un bildiği tuhaf bir açıklıkta öldürülmüştü. Onu bir ipe asılı halde görmüştüm. Ölmüştü! Onu su birikintisine taşıması için Jasper’a yardım etmiştim ve birlikte suya at­mıştık. Laura bir taşın ağırlığıyla dibe sürüklenmişti. Bu iğ­rençti. Ama gerçekti. Bildiğimiz buydu. Susamıştım. Başım dertteydi. Midem bulanıyordu ve hâlâ titriyordum. Her ne­dense, Jasper Jones’un tarafında kaldığım sürece işlerin yo­lunda gideceğini hissediyordum. Bir şekilde korunacaktım ve haklı olduğumuzu düşünüyordum. Yatağa uzandım. Bit­mişti. Şimdilik.

Page 61: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

www. f acebook. com/groups/ekitaphane

www. f acebook. com/ekitaphane

HASRET =)

Page 62: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

İkinci Bölüm

Uyandığımda ter içindeydim. Saat geç olmalıydı. Güneş ışığı doğruca gözlerime vuruyordu. Gözlerimi kıstım. Ken­dimi az önce bir ameliyattan çıkmış gibi hissediyordum. Ke­sinlikle bağırsaklarım sökülmüş olmalıydı. Saatin kaç olduğunu merak ettim.

Önceki geceyi bölük pörçük hatırlıyordum. Ama uzun sürmedi. Korkunç bir an, beyaz elbise ve sonra hepsini ha­tırladım.

İrkilerek doğrulup oturdum. Düdükler ve sert em irler arasında polisin sesini duymayı bekliyordum. Sirenler. Ziller. Av köpekleri. Sarı şerit ve oradan oraya koşturan insanlar. Kıpkırmızı bir gökyüzü ve kasvetli bulutlar. Pencereden dı­şarı baktım. Ağustosböceklerinin ötüşleri dışında arka bah­çemiz kesinlikle sessiz görünüyordu. Öyle olmasına rağm en birinin beni izlediğinden şüpheleniyordum. İzlenmediğimden

Page 63: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

onun olmak için pencereden u/un uzun dışarı baktım.

A\ ağa kalkarak yatağıma baktım. Uyuduğum yerde

koyu renk bir çukur vardı. Dokundum. İslaktı. Ama etrafında ince bir çamur tabakası vardı. Bir cinayet mahallinde cesedin etrafına tebeşirle çizilmiş gibi. Gece ölmüşüm gibi. Ya da yılan gibi deri değiştirmiş olmalıydım.

Tuvalete gitmeliydim. Hemen. Ama erkekliğim külo­tumu zorluyor, ısrarla kendini hissettiriyordu. Taş gibi ve is­yankârdı. Üstümü başımı düzeltip bir havlu kaptıktan sonra yolda kimseyle karşılaşmamayı umarak çabucak banyoya geçtim. Neyse ki ortalıkta kimse yoktu. Kapıyı çarparak hav­luyu bir kenara attım. Nişancılığım düşündürücüydü ama ra­hatlayınca hafifçe gülümsedim.

Limon renkli küvetin kenarına oturdum. Çırılçıplak bir halde ve asık yüzle suyu açtım. İlk su parmaklarımı haşla­yınca yüzümü buruşturdum. Su birikerek ayaklarımı da yaktı. Ayaklarımı kaldırdım. Lanet olsun. Biri su depomuzun altında ateş mi yakmıştı? İçimden anneme ve babama bağır­mak geldi. Sonunda sıcaklık azaldı ve su ılındı. Bu umabile- ceğimin en iyisiydi. Yüzüme su çarparak boynumu ovaladım. Sabunla kendimi iyice yıkadım. Tenimdeki sıyrıklara ve çi­ziklere iyi gelmişti. Biraz canımın yanmasına aldırmadım.

Ve oturdum. Başımı eğip suyu başıma akılarak. Suyun içine dalarak. Vücudumun zayıflığından utandım. Bütün vü­cudum bir deri bir kemik gibiydi. Ergenlik çağındaki bir erkek çocuğunun vücudu. Kıvrımlar, şişkinlikler, çizgiler, yara izleri yoktu. Jasper Jones’un vücuduna hiç benzemi­yordu.

h(%

Page 64: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Oyalandım. Burası daha iyiydi. Dürüst olmam gerekirse

içimden ağlamak geliyordu. Kendimi hâlâ yorgun hissedi­yordum. Öfkeli ve üzgün. Soğuk almanın eşiğinde olduğum zamanki gibi. Üzgün, tuhaf. Kamım acıyordu. Sanki sarsıl­mışım, dayak yemişim, bütün vücudum çekiştirilmiş gibi. Başımı ellerimin arasına almak istiyordum ama yapamıyor- dum. Yapmayacaktım. Yaparsam patlayacaktım.

Başım dönüyordu.Ya bunu yapan gerçekten Jasper Jones'sa? Ya o yap­

tıysa? Ya Laura Wishart’ı öldürdüyse? Onu öldürdüyse ve ben bir şey söylemezsem? Hapse girer miydim? O ıssız açık­lıkta kızı asan gerçekten o olabilir miydi? Onun yanındayken bu düşünce gerçekten çok uzak gelmişti ama onu ne kadar tanıyordum ki? Bütün bu süre boyunca bana palavra sıkmış olabilirdi. Başından beri kendisi olabilirdi. Parmak boğum­larından biriyle kulağımı kaşıdım.

Ama öyle olsa neden bana gelecekti ki? Bu hiç mantıklı değildi. Kimse bir cinayet işledikten sonra tanık bulmaya git­mezdi. Bu aptalcaydı. Bunu yapmış olamazdı. Kesinlikle.

Hepsi bir yana, ona güveniyordum. Gerçekten. Ve gü­venmek zorunda olduğum için de değil. Onun muhtemelen kasabadaki en dürüst kişi olduğunu düşünüyordum. Yaları söylemek için hiçbir nedeni yoktu. Koruması gereken bir ünü yoktu. Cinayeti onun işlediğinden bir kez bile şüphelenme- miştim. Onu konuşurken dinlediğinizde, birini kandırma be­cerisi olmadığını düşünürdünüz. Söylediklerini ö>le bir inançla söylüyordu ki doğru olduklarına inandığını kabul

<>7

Page 65: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

etmek /orunda kalırdınız.

karşılaştığınız çoğu kimse sizinle elli kat gazlı bezin ar­kasından konuşuyormuş gibi hissedersiniz. Bazen daha ko­nuşmadan önce yalan söylediklerini anlarsınız. Yaşlan ilerledikçe daha da yüzsüzleşirler ve önemi bile olmayan ko­nularda yalan söylerler. Babanım saçlarıyla kelini kapamaya çalışması veya annemin saçlarını boyaması gibi. Ya da ba­bamın Corrigan'daki çocuklara edebiyatı sevdirmeye çalış­maktan zevk aldığını söylemesi, annemin şehirdeki kardeşlerini burayı sevdiğine inandırmaya çalışması gibi; hayır, hiç de aşırı sıcak filan değil, burası çok güzel ve harika bir ortam derdi. Bilmiyorum. Belki de buna o kadar alışmış­lardı ki fark etmiyorlardı bile. Belki de bir lanet gibiydi ve ne kadar çok yaparsanız o kadar kolaylaşıyordu. Asıl inanıl­maz olan, insanları kandırdıklarını sanıyor olmalarıydı.

Evet. Bence Jasper Jones yalancılarla dolu bu kasabada sadece gerçekleri konuşan tek kişiydi. Bunu görebiliyordum. Bu yalanlar ondan önce gelmiş, kasabalıların yalanlan beni yanlış yönlendirmişti; zihnimi kemiren bu şüphelerin kay­nağı onlardı. Yani, dün gece beni uyandırıp o korkunç yere götüren kişi Jefirey Lu olsa, anlattıklarından bir saniye bile şüphe etmezdim. Onu sorgulamazdım bile. Jasper Jones neden farklı olacaktı ki?

Huzursuz bir şekilde küvetten çıktım. Kendimi ilk gir­diğimde olduğumdan daha temiz hissetmiyordum.

6X

Page 66: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Çekingen bir tavırla mutfağa girdiğimde, annem ve babam duraksayarak şüpheci gözlerle ve kalkık kaşlarla bana baktılar. Söze dökmeden bir açıklama istediklerinde bunu ya­parlardı. Belki de annem yatağı kontrol etmiş, penceremin tozlu pervazındaki parmak izlerini görmüş, elinde kanıt ol­masına gerek duymadan bütün gece Jasper Jones'la birlikte dışarıda olduğumu, onunla birlikte korkunç bir şey gördü­ğümü ve yaptığımı anlamıştı ve şimdi de başım ciddi bela­daydı.

Ama sonra babam pişmiş kelle gibi sırıttı ve uzanıp sır­tıma bir şaplak indirdi.

“Rip Van Winkle! Ceset kalkmış! Bize katıldığına se­vindim.”

Oturup hafifçe gülümsedim.Annem şekerli süt eklenmiş bir fincan sıcak kahve ge­

tirdi. Ellerini dizlerine koyarak öne eğildi.“Otelimizde kalmaktan hoşlandığınızı tahmin ediyorum.

Bay Bucktin. Kahvaltı servisimizin saat onda sona erdiğini hatırlatabilir miyim? Beyefendi öğle yemeği için yumurta arzu ederler mi acaba?”

Babam güldü. Annem dünyanın en alaycı insanıydı. Babam ona Kurnaz Soytarı derdi ama bence bu. mantıksız görünmeden kıçımı kurtarmak için bir fırsat sayılırdı. Bir şeyle ilgili öfkeli olduğunda -ki bu günün neredeyse her sonu demekti- özellikle iğneleyici konuşurdu.

“Hayır, teşekkürler,” dedim. “Saat kaç?”“Neredeyse öğle oldu. Yani günün sadece yarısını ziyan

ettin. Fena sayılmaz.”

Page 67: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Sırtı bana dönüktü. Sıcakta vücuduna yapışan ince basm a kumaşlı bir elbise giymişti. Bugün iyi göründüğünü itiraf etmeliydim. Genellikle şehirden yeni dönmüşse böyle görünürdü ki son zamanlarda oraya bir hayli sık gider ol­muştu. İçimden gidip ona sarılmak geldi ama bu çok tuhaf ve sıra dışı kaçardı. Yine de bugün saçları güzel görünü­yordu.

“Bugün saçların güzel görünüyor,” dedim.Olduğu yerde hızla döndü. Az önce masaya kahvemi

dökmüş ve ona fahişe demişim gibi bana öfkeyle baktı.“Ne dedin sen?”“Bugün saçların güzel görünüyor dedim.”“Ah,” dedi ve kaşlarını çatarak bakışlarımı inceledi. “Ne

istiyorsun?”“Ne? Hiçbir şey. Sadece saçların güzel görünüyor

dedim.”“ İyi de bunu neden söyledin?”“Bilmiyorum. Saçların güzel göründüğü için.”Sabrım taştı ve babama döndüm. Sırtı anneme dönük

halde başıyla onaylayarak sessizce gülüyordu.Kısa bir duraksamadan sonra annemin sesini tekrar duy­

dum. “Eh, teşekkül* ederim,” dedi, aksini hissedenniş gibi bir ses tonuyla.

Omuz silktim.Babam gülümseyerek gazetesini katladı.“Eh, evlat. Uyuyamadın mı, yoksa uykunu mu alama­

dın?”

70

Page 68: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Gözlüğümü düzelterek burnumu çektim. Bu rolü oyna­mak zordu. Charlie Bucktin kahvaltıda: Sahne Bir. Kendimi aynı hissetmiyordum. Kendi vücudumun içinde duramıyor­dum.

“Evet, dün gece hiç uyuyamadım. Çok sıcaktı. Sadece kitap okudum.”

“Anlıyorum. Ne okuyorsun bakalım?”“Pudd'nhead Wilson. Gerçekten güzel.”“Ah,” dedi babam, bana doğru eğilerek. “Onu okuma­

mın üzerinden yıllar geçti. Hoşuna gitti mi?”“Evet, şey, dediğim gibi. Gerçekten iyi.”Dudaklarımı büzerek kaşlarımı kaldırdım. Bu sahneyi

oynamak istemiyordum. Bu kahve içime ateş düşürmüştü sanki. Terliyordum. Sandalyeye yapışmıştım.

Yine de yakalanmak üzere olduğum duygusunu içimden atamıyordum. Omuzlarımda böcekler sürünüyordu. Mavi üniformalılar her an içeri dalabilirmiş, evimizi talan edebi­lirmiş ve ellerimi arkadan kelepçeleyebil imi iş gibi hissedi­yordum. Komşular sokakta sıra olur, ben lambaları yanıp sönen bir arabaya götürülmek için aralarından geçirilirken suratıma tükürürlerdi.

Başımla babamın gazetesini işaret ettim.“Ne haberler var? İyi bir şey var mı?”“Aynı şeyler, evlat.”“Ah, anladım,” dedim, bakışlarımı kaçırarak kahvemi

yudumlarken.“Sen iyi misin, Charlie?” Babamın ses tonu değişmişti.

71

Page 69: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

I /anıp alınım kontrol etti ve başparmağını saçlarımdan kay­dırdı. Ona her şeyi anlatmak istiyordum. Bana sarılıp teselli etmesini istiyordum.

“Evet, iyiyim. Sadece yorgunum sanırım.”"Eh. eğer bir şeyler yemeyeceksen, genç adam,” dedi

annem, "sana Jeflfrey’yi ziyarete gitmeni öneririm. Bu sabah beş kez seni sordu. Ona içeri girip seni uyandırmasını söyle­dim ama daha sonra tekrar geleceğini söyleyerek koşup gitti. Çok kibar bir çocuk."

Lanet olsun. Test. Tamamen aklımdan çıkmıştı. İçeri gir­mek istememesine şaşmamak gerekirdi. Kibarlık filan etmi­yordu; sadece bir teslimatı kaçırmak istemiyordu. Jeflfrey o anda radyosunun başına çökmüş, devlet sırlarını dinliyor ol­malıydı. Ben bunu hiç anlamamıştım. Aynı şey tekrar tekrar olup duruyordu. Kriket, tarihteki en tekrarlanan girişimdi. Ama Jeffrey, sekseninci tekrarda bile her kelimesini aynı heves ve dikkatle dinlerdi.

Kahvenin geri kalanını içmek istemiyordum ama ziyan edersem annemin gazabına katlanmaya değmezdi. Çabucak bitirdim ve dibindeki acı tatla yüzümü buruşturdum. İçimi yakmıştı ama en azından bitmişti. Fincanı lavaboda durula­dıktan sonra rahat bir tavırla veda ederek sol taraftan sahne­den çıktım.

Jeflrey yolun karşı taralında, dört ev yukarıda oturu­yordu. Daha uzak olsa gidebileceğimden emin değildim. Bu

72

Page 70: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

tarihin en sıcak günü olmalıydı. Ya güneş dünyayı yiyordu ya da dev bir meteor gibi üzerimize geliyordu. Ön bahçemiz­deki çimenler ayaklarımın altında çıtırdıyordu. Sokağın aşa­ğısına baktığımda zeminden yükselen sıcak dalgalarım görebiliyordum. Jeftrey’nin kapısına ulaştığımda kendimi bir maratondan çıkmış gibi hissediyordum. Verandaya bir bakış atarak kapıyı çabucak vurdum. Jeffrey’nin huysuz kedisi Başkan Miyav’ı selamladım ama bana aldırmadı ve dost can­lısı muhabbetkuşu Başkan Geveze’nin beyaz kafesinin al­tında çömeldi.

Bayan Lu kapıyı açtı.“Selam, Chully!” dedi ve geniş gülümsemesi silinirken

başını ciddi bir tavırla iki yana salladı. “Yararı yok. Test kri­keti yağıyor. Gel, içeri gir.”

Jeffrey salona daldı. Baştan aşağı beyazlar giymişti.“Hangi cehennemdeydin? Seni aptal!"“Bilmiyorum. Uyuyakalmışım. Yağmur mu yağıyor?"Bayan Lu aniden tekrar güldü. “Hayır, Chully, hava çok

sıcakl” Kolumu sıkarak başıyla onayladı ve kıkırtılar ara­sında uzaklaştı.

“Bu da ne demek şimdi?" dedi Jeffrey, annesinin arka­

sından bakarken.Jeffrey’yle birlikte salona girdim. Radyo açıktı.Kanepelerine oturdum. Jeffrey radyoya yaklaştırdığı bir

piyano taburesinin tepesine tünedi. Burası çok daha serindi. Jeffrey o gün olanları gereksiz detaylarla anlatmaya başladı. Hayal kırıklığına uğradığı belliydi. Doug Vv'alters başlangı-

n

Page 71: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

çındaydı, Ashes Testi'nin ilkiydi ve görünüşe bakılırsa günün geri kalanını oyun dışında geçirecekti. Yağmur düşüncesi o anda bana inanılmaz ölçüde çekici geliyordu. Dev bir soğuk

duş.Bayan Lu şekerleme ve meyve dolu bir tabak, iki uzun

bardak buzlu liçi suyuyla* yanımıza geldi. Ben ona teşekkür ederken Jelfrev tepsiye daldı. Bayan Lu dönüp Jeffrey’ye Vi­etnamca bağırarak sert bir şeyler söyledi.

Jeffrey hâlâ dolu olan ağzıyla konuştu. “Kabalık filan değil! Yanımda C’huck’tan başka kimse yok ve o da umursa­maz!"

Ama annesi uzaklaşırken bağırmaya devam etti. Jeffrey sırıttı. Tepsiyi alarak eğildi.

“Lütfen, Ey Yüce Konuk, bu güzel ikramlardan önce sizin almanızı rica ediyorum!"

“Bu daha iyi,” dedim.Yuvarlak ve parlak turuncu renkli bir şey aldım. Çok

lezzetliydi.“Nedir bu? Tadı inanılmaz.”Jeffrey gözlerini kıstı. “Bang chow pow.”“Yalan söylüyorsun.”“Yanlış. Doğru söylüyorum. Cahillik etme.”“Sen aptalın tekisin.”“Sen de komünistsin.”

Jeffrey hareket ederken içeceğini döktü ve bir minderle hemen sildi.

* Krat olarak da bitmen, özettikle Çin m jtünev kesiminde ve Hindis­tan ita reli fen btr meyveden elde edilen ilecek.

74

Page 72: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Bir soru: Sıcaktan mı ölmek istersin, soğuktan m ı 'f

diye sordu.Arkama yaslanarak ayaklarımı kaldırdım.“Yani hemen yanarak ya da donarak mı. yoksa sürekli

maruz kalışla mı?”Çenesini kaşıdı.“Sürekli.”“Eh, bilmiyorum. İkisi de değil.”“Ama birini seçmek zorundasın.”“Neden?”

“Chuck! Sen geri zekâlı filan mısın? Bu teorik bir şey.” “Ama bu tercihi ne zaman yapmak zorunda kalacağım

ki?”“Şey, diyelim ki zorunda kaldın.”“Neden zorunda kalayım?”“Çünkü başına teorik olarak bir silah dayadılar.”“Kim onlar?”Jeffrey gülümsedi. Piyano taburesinin kenarına huzur­

suzca tünemişti.“Bilmiyorum. Ruslar.”“Ruslar neden ölmemi istesin ki?”“Çünkü onlar kötü ve teorik! Sen de bir casussun. Sır­

larını satıyordun.”“Kime?”“Alınanlara.”“Anlıyorum. O halde teorik olarak beni başımdan \u r

malarım tercih ederdim. Yani zaten öleceksem neden acı çe-

75

Page 73: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

keyım ki? Teorik olarak?"

"Pekâlâ, bir: Sen apialın tekisin. İki: Bu işi çok fazla zorlaştırıyorsun." Jeffrey bunu biraz düşündü. "Pekâlâ. An­neni ve babanı da ele geçirdiler.”

"Jeffrey, anlaşmayı çekici hale getiriyorsun.”İkimiz de güldük. Turuncu toplardan bir tane daha

aldım. Jeffrey parmaklarını şaklattı ve gülümsemeye devam ederek bana sinsi bir bakış attı.

"Tamam, tamam. Ya ellerinde -diyelim k i- Eliza Wis- hart da varsa? Eee, Chuck? O zaman ne yaparsın? İkisinden birini seçerek onu kurtarabilirsin."

Eliza'nın adını duymak beni sarsmıştı. Jeffrey’n in evine geldiğimden beri Laura’yı nasıl bir kenara attığımı hatırlat­mıştı. Şekerlemeyi bıraktım. İçimden kusmak geliyordu.

Jeffrey’ye siktirip gitmesini söyledim. Elbette bunu söy­lediğim anda Bayan Lu elinde daha fazla yiyecekle geri döndü. Gözlerimi iri iri açarak donup kaldım ve kendimi sıkı bir azara hazırladım ama anlaşılan duymamıştı. Jeffrey ses­sizce boğuluyordu.

"Al bakalım, C'hully," dedi kadın neşeyle ve bardağımı tekrar doldurdu. Girdiği kadar hızlı bir şekilde de çıktı. Gi­dişini izlerken kesin bir ölümden nasıl sıyrıldığımı merak ediyordum.

"Sorun yok, küfürleri bilmiyor,” dedi Jeffrey, nihayet kahkahaları dindiğinde. "Yüzünü görmeliydin!”

"Ciddi misin?""Evet. Şunu dinle.” Jeffrey mutfağa doğru seslendi:

76

Page 74: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Anne! Clıuck bu soktuğumun turuncu toplarına bayılmış! Soktuğumun turuncu toplarına gerçekten bayılmış!"

İkimiz de bir cevap beklerken gergin bir sessizlik oldu.“Tamam! Sevindim! Teşekkür ederim, Chully!" diye

seslendi Bayan Lu koridorun diğer ucundan.Çığlık çığlığa gülmemek için yumruklarımızı ısırmak

zorunda kaldık.Arkama yaslandım. Ama sonra aniden tekrar hatırladım

ve o mide bulantısı beni tekrar öne savurdu. Kamımda bir hızlı tren varmış gibiydi. Keşke Jeffrey'ye her şeyi anlata- bilseydim. Bunu gerçekten isterdim. Bu kadar can yakan bir sim saklamanın ne demek olduğunu anlamaya başlıyordum. Yani, Jeffrey'ye anlatmak hiçbir şeyi değiştirmezdi, yapılanı geri getirmezdi. Sadece bilgiydi. O zavallı kızı barajın de­rinliklerinden geri çıkarmaz, hayatını geri vermezdi. O halde neden her şeyi dökmek istiyordum? Sadece ona söylemek mi istiyordum? Vidaları gevşetmek, korkunç zehri vücudumdan atmak mı? Belki de her şeyi anlatırsam taşımam gereken yük hafiflerdi. Bu mantıkla, Corrigan’daki, Avustralya'daki veya dünyadaki herkese anlatırsam, herkese bir pay verirsem, belki taşınabilir hale gelirdi.

Ama yapamazdım. İçimde sımsıkı gizliydi. Jeffrey'ye güvenmiyor değildim. Ama Jasper Jones hana güveniyordu Sadakatim çarpılmıştı. Tek kelime bile edemeyeceğimi bili­yordum.

Jeff'rey aniden parmaklarım şaklatarak bana işaret etn,“Pekâlâ. Bir tane buldum." Bir fıkra anlatırken her *e­

77

Page 75: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

terinde yaptığı gibi ellerini iki yana açtı. “Pekâlâ. Korsanlara neden korsan denir?"

Boş gözlerle baktım.“Çünkü hırlarlar!"Gülmekten kırılıyordu. Neredeyse boğulacaktı. Öksür­

mek için kahkahalarına ara verdi.“Jeffrey. bu duyduklarımın en kötüsüydü. Ciddiyim. En

kötüsü]"“Ah, haydi! Chuck! Harrrr!"Güldüm. Elimde değildi.“Gerçekten. Kes şunu. Çok kötü.”“Mümkün değil! İstersen Eliza VVisharrrt’a sor!”“JefTrey, kafana teorik olmayan bir silah dayarım ve seni

öldürmem gerekirse bunu yaparım!”Yapamazsın ki. Bu yakışıklıya böyle bir şey ya­

pılır mı lan?"

Yayın bitene kadar Jeftrey'lerin salonunda kaldık. O gün başka oyun olmayacağını bilmemize rağmen, Jeffrey geliş­meleri kaçırmak istememişti.

Jeffrey bana Ludo’da ağır bir yenilgi yaşattı ve ben de onu Scrabble’da mahvettim. Omuz silkti. “Benim İngilizce işte. Pek iyi değil."

Yerimizde duramıyorduk. Jeffrey kasabadaki oyun ala­nına gitmemizi önerdi. Ben içeride ve Jeffrey’lerin salonunda kalmayı tercih ederdim ama bunun mümkün olmadığım bi-

78

Page 76: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

/atın nın unutulan i,, ocumun

liyordum. Jeffrey beni yangından kaçırır gibi kapıdan çı­kardı. Arkasına dönerek bağırdı: “Anne! Kriket oynamak için kasabaya gidiyoruz!”

Duraksadık.“Jeffrey! Bekle! Tamam mı? Bekle!” diye bağırdı annesi

sert bir tavırla. Bayan Lu koridordan gelirken Jeffrey’nin yü­zünde anlık bir panik ifadesi gördüm. Ama kadının elinde iki soğuk su şişesi vardı ve kapıyı kaparken gülümsüyordu.

“Yüzünü görmeliydin!” dedim.Sokakta koşmaya başlarken güldü.

Kasabada ilerlerken Jeffrey cilalı kırmızı bir topu iki eli arasında atıp tutuyor, bilekleri ve parmaklarıyla çevirerek ha­vaya savuruyordu. Top neredeyse görünmüyordu.

Krikete karşı özel bir antipatim yoktu, ama Jeffrey'ııinki gibi bir tutku sergileyebilmek için özel bir patoloji gerekirdi. Belki de ben beceremediğim içindi. Gerçekten kötüydüm. Elbette ki cesaretsiz biri olarak doğmak önemli bir engeldi ama nedeni büyük ölçüde kaslarıma istediğim gibi hükme­demiyor olmamdı. Sanki art niyetli bir kuklacı tarafından yö- ııetiliyorlarmış gibiydi.

Ama Jeffrey Lu muhteşemdi. Yetenekleri o kadar etki­leyiciydi ki kıskanamıyordum bile. O parlak kırmızı topla yaptıkları inanılmazdı. Gerçekten. Ve sopayı öylesine iv* kul­lanıyor, öylesine yoğun ve güçlü oynuyordu ki. Kabaca bir bahçe cücesi kadar olmasına rağmen, Jeffrey ürkütücü ol-

Page 77: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

mavi başarabili\ordu. Petleri takınca ve sopayı eline alınca o kadar da zayıf görünmüyordu. Bir hayvan gibi saldırgan ve dikkatli oluyordu. Ya da kılıç tutan bir kahraman gibi. O s ı/e bakarken topu istediğiniz gibi oynatmanız mümkün de­ğildi.

Tamam, ben JefYrey'ye rakip olamazdım, ancak gerçek b ir oyunda oynama şansı olursa harika bir iş çıkaracağından emindim.

Gölgelerden yararlanmaya çalışarak ağır adımlarla yü­rüdük. Öğleden sonra geç saat olmasına rağmen hava hâlâ boğucu ölçüde sıcaktı. Her yönden kendini hissettiren sıcak ve dingin bir havaydı. Jeffrey’nin malzeme çantası da dev gibiydi.

“Baksana, düşünüyordum da,” dedi, topu yakalayıp bir parmağını havaya kaldırırken. “Örümcek Adam’la ilgili sorun. New York"un dışında tamamen işe yaramaz olması.”

“Bunu nereden çıkardın?”“Şey. lamam, ömeğiinnn: Burada, Corrigan’da suçlu­

larla savaşması gerekse hiçbir şey yapamazdı. Burada arala­rında sallanabileceği bir şey yok. Onun bir...”

“Şehir ortamına mı ihtiyacı var?”“Kesinlikle, dostum. Yani, Örümcek Adam, Gobi

Çölü’nde kimi kurtaracak? Ya da Antarktika’da? Yere yapışıp

kalır.”"Doğru,” dedim. “Ama hâlâ güzel güçleri var.”"Bunu anlıyorum. C’huck, ama ortam yüzünden nere­

deyse tamamen etkisiz kalırlar. Hareket edemez. Bir deve ya

m

Page 78: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

da köpek kızağıyla ondan kolayca kaçabilirsin. Adam bir hiç olur. Aniden sadece bileklerinden ağ fırlatan bir ucubeye dö­nüşür."

Bunu düşündüm.“Haksızsın diyemem," dedim.“Elbette haklıyım. İşte bu yüzden Superman en m süper

kahraman," dedi Jefîrey ve topu havaya fırlattı. “Her yerde hareket edebilir. Bir saniyede dünyayı dolaşabilir. O en bü­yüğü. O kadar basit.”

“Katılmıyorum.”Jeffrey topunu düşürdü.“Ne? Pardon? Ne dedin? Buna nasıl karşı çıkabilirsin

ki? Sen aptalın tekisin.”“Bir düşünsene, seni küçük bağnaz. Superman sıkıcı.

Aşırı başarılı. Hiçbir ilginç tarafı yok. Hikâyesi yok. Fazla iyi. Suçluları yakalamak ya da çocukları yangınlardan kur­tarmak onun için iş bile değil. Sonuçta ona bir zaaf kazan­dırmak için aptal bir yeşil mineral uydurmak zorunda kalmışlar. Her neyse. Sıkıcı. Bunu sen de biliyorsun.”

Jeffrey gözlerini kısarak güneşe baktı ve ağzı açık halde

homurdandı.“Chuck, sen lanet olasıca bir komünistsin. Bir kere,

başka bir zaafı daha var."“Neymiş? Saçmalık. Birini söyle."“Sevgi, lamanı mı, odun kafalı? Ortada işte. Ailesi. Loıs

Lane. Hepsi ona karşı kullanılabilir."“ Lois umurumda değil,” diye araya girdim.

81

Page 79: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Nonoş olduğun için mi?”

“Ben nonoş filan değilim, salak!”“İkincisi, senin ilgini çekmemesi en iyisi olmadığı an­

lamına gelmez. Sen bu konuda otorite değilsin. Sadece aptal

ve dar görüşlüsün.”“ Hayır. Bu senin zevksiz olduğun anlamına gelir. Ve

neden söz ettiğini de bilmediğin.”Jeffrey güldü. “Eh, kim daha iyi peki?” diye sordu. “Batman. Kolay. Aralarındaki en harika süper kahraman

o.”“Baîmatı mi?” Jeffrey olduğu yerde durdu ve bir jüri

ararmış gibi etrafına bakındı. “Sen nonoşsun!”“Sana söylüyorum, Jeffrey. En iyisi o.”“Chuck, sen aptalın tekisin! Bu hayatımda duyduğum

en aptalca şey. Batman süper kahraman bile değil ki!”Şimdi durma sırası bendeydi.“Kapa çeneni!” Topa vurarak elinden düşürdüm. Top

yerden sekerek uzaklaştı.“Bu doğru! O süper kahraman filan değil!”“Jeffrey. sen gerçekten salaksın!”

“Salak olan.vmv/M! Batman'in süper güçleri yok. Süper insan değil. Süper değil! Dolayısıyla siiper kahraman da ola­m az!”

“Jeffrey, neden söz ediyorsun sen? O BatmanV’ “Bunun anlamı ne ki? Batman sadece uykusuzluk çeken

eksantrik bir milyarder! Süper kahraman değil, bir intikamcı. Süper güçleri yok. Sadece güzel bir arabası ve özel dona­

82

Page 80: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

nımlı bir kemeri var.”“Jeffrey, sen delisin. Bir kere, süper kahraman olmak

için süper güçlerin olması gerektiği düşüncesine temelden karşıyım. Ama süper kelimesini normalden daha iyi olarak ele alırsak. Batman kesinlikle süper. Dolayısıyla her açıdan bir süper insan.”

“Süper insan özellikleri sergilediği için Doug Walters da mı bir süper kahraman yani şimdi?"

“Hayır, Doug Walters manyağın teki. Beni dinliyor musun sen? Batman insanın en üst noktası. Kusursuz ama kusurlu olabiliyor. Ninja sanatlarında ustalaşmış. Dünyanın en büyük bilim adamlarından ve dedektiflerinden biri. Vü­cudu formunda. Hayal edilemez bir zihinsel dayanıklılığı var. O mükemmel insan. Bir Rönesans adamı. Bok gibi parasının ve yakıcı bir intikam hırsının onu bu kadar güçlü ve büyük yaptığı doğru. Dahası, süper güçlü insanlara karşı veya on­larla birlikte savaşabiliyor. O bir süper kahraman ve sen. bayım, aptalın tekisin!”

“Charles, sen aptallığın ta kendisisin. Yavaş söyleyeyim de anla: Batman 'in süper güçleri yok. Süper kahraman ola­maz."

Bana Charles diye seslendiğinde kazandığımı anlardım. “Süper güçlere ihtiyacı yok. Anlatmaya çalıştığım da bu

Aptal olan sensin. Kendi başının çaresine bakabiliyor. Ciızlı kimliği var. Kostümü var. Doğruluk \e adalet için savaşıyor Can düşmanları var. Üstelik bunları yaparken tuhat muı.ıv yonlara da ihtiyaç duymamış. Sadece gerçekten kararlı. t>nu

Page 81: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

N nlesm e ilginç yapan da bu. Yeterince istek ve kararlılıkla hepimizin Batman olabileceğimizi anlatıyor. Yarasa adamlar. Yarasa insanlar. Onu en iyi yapan da bu.”

JetVrey gözlerini kapayarak yanaklarını şişirdi.“ Haklı olduğumu biliyorsun, Jeffrey. Tıpkı Lex Lut-

hor'ın süper hain olmak için süper güçlere ihtiyaç duyma­ması gibi bu. Adına da kurgu deniyor. Bir baksana. Lanet olasıca bir çizgi roman. Ben kazandım. Sen yanıldın. Doug \Valters bir kahraman. Muhammed Ali bir kahraman. Batman ise bir süper kahraman. Bu kadar basit. Ve onu en iyi süper kahraman yapan da senin şu aptalca, cahilce değerlendirmen: Onun sıradan biri olduğunu düşünmen. Hata yapabilir. Ba­şarısız olabilir. Ve Superman'in aksine, onun yaptığı şeyler cesaret gerektiriyor.”

“Charles, sen ne anlatıyorsun be? Superman kesinlikle en cesur süper kahraman. Sen aklını kaçırmışsın. Cesareti Superman yarattı. Mermilerin önünde duruyor. Riski düşün­müyor. Bir an bile tereddüt etmeden tehlikenin içine dalı­yor.”

Kollarımı iki yana açtım.“Elbette öyle yapıyor! O Superman. seni sersem! JetY-

rey, o hiçbir şekilde zarar görmüyor."“Ne olmuş?” Jeffrey yüzünü buruşturdu.“Yani bu cesaret değil. Adam çelikten yapılmış gibi, seni

geri zekâlı! Vücuduna kurşun işlemiyor. Cesur olmasına gerek yok. Bir merminin sana zarar vermesi mümkün de­ğilse. m ermilerin önünde durmak ne kadar cesurca olabilir

k i?”

84

Page 82: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Jeffrey şüpheci bir tavırla kaşlarını çatarak sessiz kaldı. “Bak, Batman farklı. O ölümlü. Canını gerçekten riske

atıyor. Superman’in sadece Kriptonit’ten uzak durması ge­rekiyor. Ne mühim! Superman hiçbir şeyden korkmuyor, çünkü şu aptal taşla karşılaşabileceği birkaç istisnai durum dışında zaten hiçbir şeyden zarar görmüyor. Batman ise he­pimiz gibi, dolayısıyla bizim gibi o da bir şeylerden korku­yor. Bu yüzden en cesur olanı o, çünkü bunlan bir kenara atıp savaşına devam edebiliyor. Anlatmak istediğim şu: Kay­bedecek ne kadar çok şeyin varsa, savaştığında o kadar ce­sursun demektir. Batman bu yüzden Superman'den üstün ve bu yüzden ben senden çok daha zekiyim.”

Bir dâhiydim. Ben kazanmıştım.“Puffftl Her neyse. Bence Superman onun canını çıka­

rırken Batman üstünlüğü konusunda pek fazla atıp tutmazdı.” Jeffrey birkaç tuhaf kung-fu hareketi yaptıktan sonra

omuz silkerek yüzünü ekşitti. Kasabanın doğu kıyısına ulaş­tığımızda ayak sürüyordu. Aniden sinsice sırıttı.

“Umarım sen cesursundur,” dedi, işaret ederek.Eliza Wishart’ı gösteriyordu.Kamımdaki tuğla biraz daha aşağı kaydı.Limon rengi şeritleri olan krem rengi kolsuz, sade bir

elbise giymişti. Saçları seyrelmiş gibiydi. Belki de sıcaktan. Genellikle zambak beyazı olan teni pembeleşmişti. Pelesenk- ağacımn gölgesinde, kitapçının önünde duruyordu ve tezgâh­lara sıralanmış ikinci el kitapları inceliyordu. Bir kitabı elinde açık tutuyordu. Keşke ne olduğunu görebilseydim

X5

Page 83: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Laura'dan kimsenin haberi yoktu. Bu manzaranın an­lamı buydu. Benden ve Jasper’dan başka kimse bilmiyordu. Ama ablası kayıpken Elize Wishart’ın burada ne işi olduğunu da aklım almıyordu. Böyle kayıtsız bir şekilde nasıl kitap ka- nştırabiliyordu ki? Nasıl her zamanki gibi bu kadar mesafeli ve sakin görünebiliyordu?

Eliza'nın tavırları beni daima meraklandırmıştı. Hem sı­kıntılı hem de inanılmaz ölçüde tasasız görünüyordu. Bazen okulda kalp atışları o kadar hızlanırdı ki oturmak zorunda kalırdı. Sessizleşip sararır, nefes darlığı çekmesine ve her ya­nını ter basmasına rağmen herkese iyi olduğunu söylerdi. Ve ben de onun elini tutup nabzını yavaşlatmak, onu sakinleş­tirmek isterdim.

Bugün nasıl olup da paniğe kapılmadığını merak edi­yordum. Hâlâ nasıl karakolun cam kapısını aşındırmıyordu? Sokaklarda ablasının adını haykırarak, insanlara sorular so­rarak dolaşmıyordu?

Gözlüğümü düzelterek kulağımı çekiştirdim. Ona yak­laşıyorduk. Yine içimden her şeyi dökmek geliyordu. Bu has­talığı boşaltmak. Kulağa aptalca geldiğinin farkındayım ama elini tutmak ve onu yapraklarla örtülü Corrigan Nehri kıyı­sına götürmek istiyordum. Daha serin ve daha sessiz bir yere. Ona gördüklerimi, yaptıklarımı, şüphelerimi anlatmak. Ona bunu Jasper Jones’un yapmadığım söylemek, güvence ver­mek istiyordum. İnsanların anlattıklarını dinlememesini söy­lemek. Jasper'ı tanıdığımı göğsümü kabartarak açıklamak. Onun dostum olduğunu, nasıl biri olduğunu bildiğimi anlat­

Page 84: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

mak. Bunu onun yapmış ulamayacağım. Hiçbir mantığının olmadığını. Laura’yı sevdiğini. Ona kendimi berbat hissetti­ğimi söylemek isliyordum. Özür dilemek istiyordum. Önceki gece ablasının yüzünün nasıl göründüğünü anlatmak istiyor­dum. Biz onu taşımadan önce tuhaf bir şekilde huzur dolu olduğunu. Bunu kimin yapmış olabileceğini bilip bilmediğini sormak istiyordum. Acaba sadece talihsizlik miydi, yoksa işin içinde daha ciddi şeyler mi vardı? Ona anlatırken gözle­rinin içine bakmak istiyordum. Ağladığında ona sıkıca sarıl­mak. Sakin leşene kadar beklemek. Sonra ona sözler vermek. Bütün doğru şeyleri söylemek.

Yaklaşırken onu izliyordum. Temkinliydim. Sanki pat­layabilirmiş gibi. Jeffrey bir kaz kafalı olduğu için, biz yak­laşırken ayaklarını sürüyor, gürültülü bir şekilde boğazını temizleyip duruyordu. Başının iki yanma bir şaplak indirip patlatana kadar sıkmak istiyordum.

Eliza kitabından başım kaldırıp bize baktı. Dizlerimin bağı çözüldü.

“İyi günler. Bayan Eliza,” dedi Jeffrey, görünmez şap­kasını başından çıkararak. Bunun için onu öldürebilirdim.

Eliza’nın kaşları hafifçe kalktı. Burnunda belli belirsiz çiller vardı. Dudaklarıysa mükemmel görünüyordu. Kırmızı ve parlaktı. Ama ablasıyla benzerliğini görmezden gelemez­dim. Aynı gözlere sahipti ve altlarında aynı koyu renk aylar vardı. Paniğe kapılacaktım. Parmaklarım onunla karşılaştı­ğımda her zaman olduğundan çok daha tazla (iniyordu

“Selam. Jeffrey,” dedi neşeli bir sesle \e bana dondu

Page 85: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Başını yana yatırarak ağırlığını bir bacağına verdi. “Selam, Charlie.” dedi.

Ağzım kurudu ve cevabım daha çok fısıltı gibi çıktı; ba­şımla onaylayarak gergin bir tavırla gülümsedim. Ben sala­ğın tekiydim. Daha kararlı bir tavırla tekrar denemeyi düşündüm ama ben karar verene kadar yanından geçip git­miştik bile. Acaba durup ona dönmeli miydim? Evet, bunu yapmalıydım. Muhtemelen durup ona dönmeliydim. Bunu yapacaktım.

Ama yapmadım. Başımı eğdim. Elini tutmak buraya ka­dardı. Onu nehir kıyısına götürmek buraya kadardı.

Jeffrey sırıtıyordu. Eliza’nın bizi duyamayacağı kadar uzaklaştığımızda, “Bütün kelimelerini Scrabble’a mı sakla­mıştın?” diye sordu.

“Siktir git!”Başını arkaya atarak bir kahkaha patlattı.“Onu seviyorsun, Chuck.”“Seni öldüreceğim, Jeffrey. Bir gün, gerçekten, canını

kendi ellerimle alacağım. Sana söz veriyorum. Sen gelmiş geçmiş en sinir bozucu ufaklıksın.”

Neredeyse sahaya gelmiştik. Geri dönüp Eliza Wis- hart'la tekrar denemek istiyordum. Bu kez mahcup olmadan. Güçlü ve doğrudan bir tavırla. Yüzüne bakmak, sıra dışı bir şeyler olup olmadığını anlamak istiyordum. Tuhaf bir şey. Şüphe uyandıran bir şey. Ne okuduğunu bilmek istiyordum. Belki de kitabında cevaplar olabilirdi. Ama kendisi harika kokuyordu. Gerçekten. Her zaman öyleydi. Bunu düşünmek

Page 86: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

başımı döndürüyordu.Sahaya geldik. Yemyeşil bir alandı; Corrigan'ın özenle

bakılan bir köşesi. Sahanın ortasında haki pantolonlu bir adam saha girişini suluyordu.

Corrigan Countryweek tarafındaki alan meşguldü. Hayal kırıklığına uğramıştım. İki sıradan gelen çatırtıları ve gürültüleri duyabiliyordum. Uzaktan bakıldığında takım si­lindir pistonları gibi görünüyordu. Durdum ve dönüp gitmek için bir hareket yaptım.

“Şansımız yokmuş, ha?” dedim.“Sorun değil, Chuck. Yine de girebiliriz.”“Dalga geçiyorsun, değil mi? Jeffrey, sana izin vermez­

ler! Bunu hayatta yapmazlar. Haydi geri dönelim. Sokakta oynarız.”

“Evet, izin verirler, Chuck. Gel hadi.”Jeffrey çimenlik alandan ağlara doğru ilerledi.“Sen hangi gezegende yaşıyorsun be?” diye seslendim

arkasından, başımı iki yana sallayarak. Ama tembelce gü­lümsedi ve yürümeye devam etti. Ben yerimden kıpırdama­dım ama tereddütlüydüm. Bu çocuk delinin tekiydi. Ya da hafıza diye bir şeyden haberi yoktu.

Onu uzaktan izlemeye karar verdim.Yaklaşırken, takımın can düşmanlarımla dolu olduğunu

görünce hiç şaşırmadım. Bunların en önemlisi Wan\ ick Trent arkada duruyor, topu yavaşça bacaklarının arasına sürtü­yordu. Hayatımda gördüğüm en geniş omuzlu ve iri yapılı çocuktu. Yaşıtlarından her zaman iki yaş daha büyük \e geniş

80

Page 87: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

görünen çocuklardandı. Sakallarıyla ve göğüs kıllarıyla doğ­muştu muhtemelen.

\Varwick Trent. Deli Jack Lionel'ın ağacından en çok şeftaliyi çalan çocuk olarak rekoru elinde tutuyordu. Dört ayn saldırıdan dört şeftali çekirdeğini cebinde taşıyordu. Gerçeklen seks yapmıştı. Hem de bir kere değil. Herkesten daha çok kavgaya girmiş, çoğunu kazanmıştı ki birinde orta yaşlı bir madenciyle dövüşmüştü. Korkulan, saygı duyulan biriydi ve bunun farkındaydı. Dövmesi vardı. Huysuz ve ag- resif biriydi. Ondan ölesiye nefret ediyordum.

Bedensel kaynaklarının çoğu lıipofız bezine odaklandı­ğından olsa gerek, akademik açıdan da tam bir odundu. Bu nadiren dile getirilirdi ama aynı zamanda en çok tekrarlanan notlar da onundu (iki). Bu beni biraz gururlandırıyordu, ama aynı zamanda da rahatsız ediyordu, çünkü aptallığı yüzünden benimle aynı sınıftaydı.

Sınıfta kendisi için fazla zekice olduğuna inandığı bir kelime söylersem veya söylediğim kelime kolayca anlaya­bildiği tek heceli komutlardan biri değilse, öğle tatilinde veya okuldan sonra yardakçılarıyla birlikte beni bulur, kelimeyi bir mantra gibi her seferinde tekrarlayarak beni yumruklar­lardı.

Tek heceli. Ah! Tek heceli. Off! Tek heceli. U1T!Kaçarsam yakalanır, yere yatırılır ve mıhlanırdım. Karşı

koymaya kalkarsam kesinlikle canıma okurlardı. Onları aşa­ğılarsam yine aynı şey olurdu. Bunu birine söylersem, ölüm fermanımı ini/atardım. Dayanmaya çalışır ve sessizce daya­

91)

Page 88: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

ğımı yersem, oracıkta öldürülürdüm.Dolayısıyla orada öylece durur ve cezamı sessizce ka­

bullenirdim. Çoğunlukla hızlı ve acı dolu olurdu ama özel­likle ukalalık etmişsem ya da öğretmenimizin özellikle gözü­ne girmişsem, gözlüğüm tokatlanarak yüzümden düşürülür, bacaklarıma vurulur ve başka şekillerde diğer öğrencilerin önünde aşağılanırdım.

Mesajları basitti: Fazla zeki olma.Ama bütün bunların tek etkisi, daha zeki ve bilgili

olmak için kararlılığımı güçlendirmesiydi. Buna kin de ek­leniyor, yeni kelimelere olan susuzluğum artıyordu. Yeni bir kelimeyle karşılaştığımda hemen araştırıp öğreniyor ve ez­berliyordum. Her yeni kelime, bir yumrukla karşılık vermek gibiydi. Ne kadar eski veya sıradan bir kelime olsa da hepsini yalayıp yutuyor ve kullanıyordum. Onları unutmamaya da yemin etmiştim. Kelimeleri toplayıp zihnime kaydediyor­dum; bir mücevher gibi.

Onları her gece kullanıyordum. Her gece kilidi açıyor­dum. Siyah kalemlerim ve sarı defterlerim vardı. Her gece hikâyeler ve şiirler yazıyordum. Mücevherlerimi cilalıyor­dum. Bazen bu çocuklara şiirlerimi kusuyordum ama bunun bir kuştüyüyle dövmeye çalışmak gibi olacağını bili}ordum Sadece güleceklerinin farkındaydım. Elbette çok daha sen bir şekilde karşılık vereceklerini de biliyordum. Ama onlann bilmediği bir şeyleri bilmek, sahip olmadıkları şeylere sahip olmak beni tuhaf bir şekilde rahatlatıyordu. Yumruklarını sessizce kabullenirken düşündüğüm şey buydu.

91

Page 89: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Sahaya yaklaşınca durdum. Göze çarpmayacak kadar uzaktaydım. Burada kalıp sahadan çıkan toplan toplayacak, başımı kaldırmadan geri gönderecektim. Teşekkür anlamında el sallamalar beklemiyordum, ama en azından Jeffrey’yi biraz sıkıntıdan kurtarabileceğimi düşünüyordum.

Ne var ki hâlâ gergindim. Jeffrey'ye baktım, çantasını doğal bir tavırla diğerlerininkilerin arasına koyuyordu. Takı­mın bir parçasıymış gibi rahat bir tavırla sahaya girdi. Mini­cik görünüyordu. Kalabalık bir caddede karşıdan karşıya geçmeye çalışan bir köpek yavrusunu andırıyordu. JefTrey vuruş yerini işaretledi ama sahadan sert bir şekilde itildi ve birinin Siktir git. siimsük herifi diye bağırdığını duydum. Yü­reğim ağzıma geldi.

Anlamıyordum. Jeffrey bunu daha önce de denemişti ve her seferinde aşağılamalarla sona eriyordu. Jefffey’nin ağın iç tarafında araya girip vuruş yapmak için beklediğini gör­düm.

Ama yine aynı şeyin olacağını biliyordum. Jeffrey ge­leneksel bir vuruş yapacaktı ve vuran kişi hiç değişmez bir şekilde topu olabildiğince uzağa vurmak zorunda kalacaktı. Iskalarlarsa -ki Jeffrey’nin atışıyla bu genellikle oluyordu- vurııcu sopayı alacak, havalandıracak ve ağlara çarpacaktı. JefTrey de rahatça topun peşinden koşacak, topu parmakları­nın arasına alarak doğruca geri dönecekti.

JefTrey bazen zamanlamasını ayarlayamaz ve hızlı ko- şanlardan biriyle göğüs göğse gelirdi. Elbette bu yüzden öf­keyle itilip kakılır, bazen diğer oyuncular onu aralarına alarak

92

Page 90: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

birbirlerine iter, çelmeler takar, tekmeler savururlardı.Jeffrey’nin oyunda kalmasına nadiren izin verilirdi. Tam

sonunda, hava neredeyse karardığında. Ama asla iyi niyetten kaynaklanmazdı. Ellerinden geldiğince hızlı vurarak vücu­dunu hedef alırlardı. Jeffrey elbette etkileyici ve dirençliydi ama arada bir top göğsüne veya omzuna gelir, heyecanlı ba­ğırışlar yükselir, para veya değerli başka şeyler el değiştirirdi. Ama Jeffrey onlar yorulup gidene kadar olduğu yerde dur­maya devam ederdi.

Jeffrey’nin ilk topa vuruşunu ve hedefi buluşunu izle­dim. Aslında top keskin bir dönüş yaptı ve ayağını yere basıp gülünç bir vuruş yapan Jacob Irving'in kale kazığını çarpıttı. Beklediğim gibi, Irving eğilip topu ağın arkasından aldı ve sert bir vuruş yaptı. Jeffrey'ye doğru tükürerek eldivenli el­lerini birbirine vurup hırladı. “Ah, ne kadarda sakarım!"

Herkes Jeffrey’nin topu almak için beyazlar içinde ko- şuşunu izlerken kahkahalara boğuldu. Grubun içinde yine iti­lip kakılıyordu. Çok ufak tefekti. Biri ayak bileğini tekmeledi ve “Siktir git. Vietkong!” diye bağırdı. Jeffrey sendeledi ama başını dik tutarak devam etti. Çok utanmıştım. Bunu izlemek beni üzüyordu. Jeffrey'nin yanına koşmak, ona gitmemiz ge­rektiğini söylemek istiyordum. Ama yapmıyordum. Koç bile başını iki yana sallıyordu. Ağzında sigarası, elinde blok­notuyla kızarık yüzlü, sert bir adamdı. Alnı ter tabakasıyla kaplanmıştı. Gülerken sesi öksürüyor gibi çıkıyordu.

Büyük ölçüde ayııı şekilde devam ediyordu. JclTrey lopu «diyor, geri atıyor ve sabırla sırasını bekliyordu. Ben de ı/li-

Page 91: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

\ ordum. Vuruculardan hiçbiri onu doğru şekilde oyundan çı­karamıyor, çabalan sonuçsuz kalıyordu. Şu aptal koç bunu nasıl görenıiyordu? Jeffrey buradaki tek top çeviriciydi ve peş peşe bombalar gönderip duruyordu. Aniden kayıp olduğu yerde dönüveriyordu ve bir ambar kapısı kadar sopayla bile vurmaları mümkün olmuyordu. Şimdiden üç sayı almıştı ve her seferinde topunu alıp daha da uzağa fırlatıyorlardı. Her seferinde gülüyorlardı.

Jeffrey’nin yeteneğine karşı sonunda kinle karışık bir saygı duyacaklarını düşünmüştüm. Jasper için de aynı bek­lenti içindeydim. Jasper Jones olmasa, Corrigan takımı asla maç kazanamazdı. Saha kenarındaki en bağnaz adamların bile kaşlarını kaldırıyordu. Kesinlikle bir fenomendi. Etki­lenmemek imkânsızdı. Asla antrenman yapmaz, asla koçu dinlemez, asla belli bir pozisyonda oynamaz, sadece bildiğini okurdu. Kendi ayakkabıları bile yoktu. Jasper şimdiye dek gördüğüm en sıkı çalımcıydı. Rakiplerinden beş yaş küçük biri için, gözleri alev alev yanan dev gibi canavar oyuncu­lardan çok daha ürkütücüydü. Jasper’m inanılmaz elleri ve oyunla ilgili inanılmaz güdüleri vardı. Bütün kalabalığın ağ­zını açık bırakacak kadar yükseğe sıçrayabilir, aynı ölçüde hızlı koşabilirdi.

Anlamak zordu. Jasper’ın oynadığını görenler, kendile- rindenmiş gibi onun adını haykıranlar, maçtan birkaç saat sonra karşılaştıklarında bakışlarını kaçırıyorlardı. Ama bir turu tamamladığında veya birini yerinden ettiğinde onu al­kışlayan. tezahürat yapan, kutlayanlar da onlardı. Takım ar­

94

Page 92: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

kadaşları da aynıydı. Kutlarken etrafına toplanıp saçlarını ka­rıştırır, alkışlayıp sırtını sıvazlarlardı ama maç bittiğinde aynı davranışlar geri dönerdi. Erkekler onu yine dışlar, kızlar yine gizliden gizliye tiksinir ya da hayranlık duyardı. Jasper for­masını ve ayakkabılarını iade eder, onları soyunma odasında bırakırdı.

O formada güçlü bir şey olduğuna, numarasının önemli olduğuna inanmamak zordu. Şişko ve öfkeli alçaklar şehir­deki en iyi sporculara bağırarak tavsiyeler yağdırırken, ka­dınlar ciyak ciyak adını haykırırken, Jasper Jones'un geçici bir süre için huzur bulduğunu hissetmemek de zordu, çünkü öyle zamanlarda onun bir şampiyon olduğu açıkça görülürdü. Kabul etmek zorunda kalırlardı. Var olan en iyi oyuncu oydu. Onlardan biriydi. Jasper Jones, umutlarını bağladıkları oyun­cuydu.

Bunun neden devam etmediğini merak ediyordum. Neden Jasper Jones maç sonunda formasını çıkarıp iade etmek ve her zamanki kimliğine geri dönmek zorundaydı? Jeffrey'nin neden hak ettiğini alamadığını da merak ediyor­dum. Belki de sadece bu sezonda üç köprücükkemiği ve iki burun kıran Jasper’ın aksine, kendini hissettiremiyordu.

Jeffrey'nin bir sonraki hamlesi belirgin bir fark yarattı ve karşı taraftan uçup gitti. Vurucuların çoğu topun araların­dan geçip gitmesine izin verdi ve sadece biri topa \ urdu. Top hana doğru sekti. Topu yakalayarak geri gönderdim. Konuş malarını duydum.

"Buraya erkek arkadaşınla birlikte mi geldin. Vıet kong?”

Page 93: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Chorlie arkadan sever!”“ Eh, onunla uzun zamandır mı birliktesin, Vietkong?”Biri Jeffrey'nin yüzünü itti. Başka biri parmağını sertçe

Jeffrey'nin poposuna bastırdı.Hey. diye düşündüm, bunu Charlie’ye yapman gere­

kirdi!Buna hep beraber güldüler. Özellikle de başını blok­

notundan kaldıran koç. Dişleri küvet kiri rengindeydi. War- \vickTrent. tek koluyla Jeffrey’nin yakasım tuttu. Hepsi gü­lüşürken Jeffrey’yi gerisin geri itti. Jeffrey hemen yerinden fırlayıp tekrar pozisyonunu alırken yine gülüştüler.

Bunu daha fazla izlemek istemiyordum.Keşke Jasper Jones o anda orada olsaydı. Keşke ya­

nımda dursaydı. O zaman haykırmak istediğim her şeyi hay- kırabilirdim. İşaret edip küfürler savurabilirdim. Koça lanet­ler yağdırabilirdim. Ona bir utanç kaynağı olduğunu söyle­yebilirdim. Oyunla ilgili bir halt bilmediğini. Warwick Trent’ e züppenin teki, bu kasabadan asla gidemeyecek leş kokulu bir aptal olduğunu, kendi aptallığı yüzünden çark çeviren bir fare gibi sonsuza dek burada kalacağını söyleyebilirdim. Bir amibinkine denk ussal becerisi olduğunu söyler, sonra da şaş­kınlık ifadesini izlerdim. Sonra omzuna sert bir yumruk in­dirir. şu kelimeleri tekrarlardım: Ussal. Ussal. Ussal. Amip. Amip. Amip. Sonra Jeffrey’ye minderleri giymesini söyler, ona vuruş yapmalarını ister ve aralarındaki en iyi oyuncunun o olduğunu anlamalarını sağlardım. Vuruşlarını öyle güzel savuştururdu ki ona hayranlık duymaktan kendilerini ala­mazlardı.

Page 94: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Ama bu asla olmayacaktı.Omzumla çenemi kaşıdım. Hava kararıyordu. Bakır

rengi ışığm önünde Eliza Wishart"ın saha boyunca yürüdü­ğünü gördüm. Elinde o kitap vardı.

Bugün her şey vurgulanmış gibiydi. Bütün duyularım hassas ve tetikteydi. En küçük bir titreşim bile deprem gibi geliyordu. Etrafımdaki sineklerin sesi beni rahatsız ediyor, kendimi dev gibi bir arı kovanının içine hapsolmuş gibi his­sediyordum. Eliza Wishart’ı izlerken, aynı anda hem kendin­den emin hem de ağırbaşlı görünüşü karşısında olduğum yere mıhlanmıştım.

Sanırım beni görmüştü. Başını kaldırıp baktı. Başımı eğdim. Elimde değildi. Tekrar baktığımda kısaca el salladı. Gülümseyerek karşılık verdim. Yanına gitmeliydim. Yanma gitmeli ve peşimden koşmasıyla ilgili kurnazca bir şeyler söylemeliydim. Birlikte gülerdik. Sonra ona kitabını sorar­dım. Konuşurduk. Belki el ele tutuşurduk. Ona daha sonra nehir kıyısında buluşmak isteyip istemeyeceğini sorardım. Bunun Önemli olduğunu hissettirmek için gözlerinin içine bakardım. Açık sözlülüğüm karşısında o kadar etkilenir ve

şaşırırdı ki hemen kabul ederdi.Böyle yapmalıydım. Jasper Jones'un yapacağı gibi

hemen onun yanına gitmeliydim; bilgiççe sırıtarak, hatifçe salınarak ve geniş omuzlarımı sergileyerek. Yanına gidecek­

tim. Hemen.Ellerimi ceplerime soktum.Arkamda biri ıslık çaldı. Sonra hepsi yapu. Olduğum

Page 95: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

yerde hızla döndüm. Gülüyorlardı. Warwick Trent avucunu ağzına bastırdı.

“Göğüslerini göster, piliç!'’Eliza başını eğerek daha hızlı yürümeye başladı.Dehşete kapılmıştım. Onlarla birlikte olduğumu düşün­

memesini umuyordum. Warwick Trent aletini çıkarmış, Eli- za 'ya doğru sallıyordu. Hepsi gülüşüyordu. Neyse ki Eliza arkasını dönmüştü.

Biraz daha güldükten sonra arkalarını döndüler. İlgile­rini kaybetmişlerdi. Eliza Wishart neredeyse gözden kaybol­muştu. Onun gidişini izledim. Bir şeyler söylemeliydim. Karşı koymalıydım. Onun onurunu savunmalıydım. Ben ap­talın tekiydim. Gidip oturmak istiyordum. Ah, ne sersemdim!

Laura Wishart ölmüştü. Kardeşi bunu bilmiyordu. Ama yakında Corrigan’daki herkes öğrenecekti. Fırtınanın göbe­ğinde ben vardım. Dünyam yıkılıyordu. Bu kasabanın ne ya­pacağını bilmiyordum. Sanki sessizce savaşın başlamasını bekliyor, yavaşça tuzağa düşürüleceğimi biliyordum. Göğ­süm giderek daha da daralıyordu. İlk kez, başkalarının bil­mediği bir şeyi bilmek rahatlatıcı filan değildi.

Jasper Jones geri dönüp her şeyi ortaya çıkarmamızı nasıl bekleyebiliyordu? Laura’yı bir taşa bağlamıştık. Onu suya gömmüştük. Bunu biz yapmıştık. Bu gizemi çözmeyi umamazdık. Çok fazlaydı. Aşırı büyüktü. Nereden başlaya­caktık ki?

Laura Wishart ölmüştü. Hâlâ bildirilmediyse, kayboldu­ğunun bildirilmesine sadece saatler vardı. Ve onu bulamaya-

yx

Page 96: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı 'nm Unutulan Çocukları

caktardı. Biri itiraf etmediği sürece. Deli Jack Lionel bilekleri kelepçelenmiş halde kasabaya getirilmediği sürece. Ne ola­caktı peki? Jasper Jones'a biraz zaman kazandırmıştık. Ama ne kadar? Vazgeçmeleri ne kadar sürecekti? Aramalar nereye kadar yayılacaktı? Ne kadar detaylı olacaktı?

Asıl anlayamadığım şey bunun ııasıl olduğuydu. Biri bunu nasıl yapmış olabilirdi? Biri bir kızı nasıl öldürebilirdi? Onu üzerinde sadece geceliğiyle nasıl koruluğa götürüp döv­müş. sonra da bir ağaç dalına asmış olabilirdi? Ölümünü nasıl izlemiş olabilirdi? Onu orada nasıl bırakabilirdi? Bunu nasıl yapabilirlerdi? Yüzümün önünde uçuşan bir sivrisineği yakaladım ve şortuma sildim. Yüzümü buruşturdum. Her yerdeydiler. Bu sineklerden nefret ediyordum.

Laura Wishart ölmüştü ve ben onun ılık vücuduna do­kunmuştum. Beni korku ve kederle lanetlemişti. Biz gerçeği öğrenene kadar onu bulamamalarını umuyorduk.

Jeffrey dönüp etrafına bakındı. Kimse koşuya başlama­mıştı. Diğer vuruculardan biri ona işaret elli. Jeffrey gülüm­sedi. Olduğu yerde dönerek vurdu. Tam hızla yerinden fırladığı anda, biri çabucak beyaz şortunu ayak bileklerine kadar indirdi. Jeffrey sert bir şekilde şortuna takıldı. Yine kahkahalara boğuldular. Koç hırlar gibi gülüyordu. Top se­kerek geri dönerken Jeffrey olduğu yerde ayağa kalktı ve şor­tunu ten rengi bir eriğe benzeyen poposunun ü/erine çeku

Bu arada vurucu topu yakalamıştı. Dönüp topu hasava dikti vc ağın üzerinden sertçe geı i, ağaçlarla ve çalılarla dolu hoş bir alana savurdu. Muazzam bir vuruştu lop kavbol

V‘)

Page 97: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

muştu. Jeffrey topun gidişini izledi, bunu görmek kalbimi kırdı, çünkü top çok özel bir doğum günü hediyesiydi.

Jeffrey'nin zararını bununla sınırlı tutmak için oyundan \ a/geçip malzeme çantasına doğru yürüdüğünü gördü­ğümde. burun deliklerim iri iri açıldı ve kaşlarım çatıldı. Saç­larını karıştırdıklarını ve onu hafifçe ittiklerini gördüm.

Lanet olasıca koça baktım. Olduğu yerde dikiliyor, sü­rekli aletini kurcalıyor, ağırlığını bir bacağından diğerine ak­tarıp duruyordu. Koyu renk kemirgen gözleri bu kaba saba herifleri izliyordu. Sigarasını kalın küt parmaklarının ara­sında tutuyordu. Ve düşündüm: Bütün bunları sırıtarak izle- yebiliyorsa, başka neleri izleyebilirdi? Başka ne tür zalim­liklere müdahale etmeden tanık olabilirdi?

Yüzüm alev alev olmuştu ve yanağımın içini kemiriyor­dum. Bakışlarımı kaçırdım. Bir yandan, başlangıçta onlara katıldığı ve bana kendimi böyle hissettirdiği için Jeffrey’yo kızıyordum. Gözlerimi kırpıştırdım.

Jeffrey hiç rahatsız olmamış gibiydi. Sanki sadece adil bir oyunda oyun dışı kalmış gibi. Çantasını alırken hâlâ ona seslenerek bir şeyler söylüyorlardı ama ben daha fazlasını dinlemek istemiyordum. Sadece gitmek istiyordum. Jeffrey bana doğru yürüdü. Saçlarında çimen parçaları vardı.

Yaklaşırken başı eğikti. Ama bana yaklaştığında yüzünü kaldırarak gülümsedi.

"O ilk topu gördün mü? İçeri girip vuruşumu yaptım. Bam! Uçup gitti! Çok teşekkürler.” Top gerçekten uçup git­miş gibi ellerini iki yana açtı.

100

Page 98: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Bu doğru. Biraz fark yarattı,” dedim. Kendimi daha iyi ve cüretkâr hissetmiştim.

“Biraz mı? Her şeyi değiştirdi, C'huck. O sondan ikinci adam iyi bir dalış yaptı ama yakalayamadı.”

“Eminim doğru pozisyonda bir sürü kurgusal oyuncun vardı.” Konuşmaya devam edip konudan uzaklaşmaya çalı­şıyordum.

“Charles, oyunla ilgili bir şeyler bilseydin, derin bir sayı yapman gerektiğini anlardın. Bu esastır. Onları arka tarafta istediğin için o vuruşa davetiye çıkarırsın. Sonra, bam! Ön tarafta kapalı kalırsın. Ya da birini tekmeler ve ilk dönüşte yakalarsın.” Jeffrey çılgınca birkaç gölge boksu hareketi yaptı ve efektler ekledi.

“Sakin ol, Muhammed.”“Kelebek gibi uçarım, arı gibi sokarını. Sopan gözleri­

nin görmediği şeye vuramaz. Bam!” Yumruğunu öptü.“Sen delisin.”“O da ne, Chuck? Ben en büyiık müyüm?”“Hayır, sen bir...”“Muhtemelen haklısın. En büyüğüm.” Jeffrey sırtındaki

malzeme çantasını sallayarak iki hamle daha yaptı. Yine de öfkeli bir tavırla başımı iki yana salladım.

“O lanet olasıca alçaklardan nefret ediyorum.”Jeffrey iç çekti.“Chuck, bisikletini kimse çalmasaydı, Muhammed Alı

kimseye vurnıayacaktı.” Sonra durarak parmağını hana uzattı. “Bu arada, sen aptalın tekisin.”

uıı

Page 99: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

"Neden?”“Çünkü gidip Eliza'yla konuşmadın.”“Ne olmuş?" Omuz silktim.“Chuck, sen aptalların kralısın. Buraya burada olduğunu

bildiği için geldiğini bil. Seni seviyor."Başımı iki yana salladım.“Kızarıyorsun!” dedi Jeffrey, polis barikatı önündeki bir

tanık gibi parmağtyla işaret ederek. “Midemi bulandırıyor­sun!”

“Jeffrey. Öncelikle... kızardığını filan yok. Hava çok sıcak. Bütün gün sıcaktı. Nedeni sıcak. Yüzümde. İkincisi, Eliza'nm bizim sahaya geldiğimizi bilmesi mümkün değildi, dolayısıyla beni görmek için gelmiş olamazdı. Yani, temelde, neden söz ettiğin konusunda hiçbir fikrin yok.”

JeflVey başını arkaya atarak bir zombi gibi yürüdü.“Charles, baştan çıkarma dünyasıyla ilgili hiçbir şey bil­

miyorsun. Benim gibi bir uzmandan tavsiye almalısın. Ben kızlarla ilgili lıcr şeyi bilirim. Gizemli olamayacak kadar ap­taldırlar.”

“Jeffrey, kızlarla ilgili tek bir şey bile bilmiyorsun sen.”“Saçmalık! Bilmediğim ne var ki?”“Bir sürü şey.”“Örneğin neden makyaj yaptıklarını ve parftim sürdük­

lerini biliyorum.”“Nedenmiş?” İç çektim.“Çünkü çirkinler ve kötü kokuyorlar!”Eve dönüş yolunda konuşmaya devam ettik. Jeffrey

102

Page 100: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

henüz soyulmamış, meyveleri olgunlaşmış bir yabani oka­liptüs ağacı gördü. Bir avuç kopardı ve bir inekten süt sağan ilk kişinin amacını, alfabedeki harflerin sıralamasına nasıl karar verildiğini vs. tartışırken meyveleri aramızda bölüştük. Kaıııikaze pilotlarının neden kask taktığını da tartıştık. Ama aslında dikkatimi sohbete vermiyordum.

Oturduğumuz sokağa saptığımızda kendimi Jefîrey’nin arkasında yürürken buldum. Evimizin önünde koyu renk araçların park edilmiş olmasını, ortalıkta takım elbiseli ve güneş gözlüklü insanlar görmeyi, beni gördüklerinde işaret etmelerini bekliyordum. Megafonlar. Barikatlar. Şaşkın iz­leyiciler.

Güvendeydim ama rahatladığımı söyleyemezdim. Üs­telik, endişemin daha da artmasına neden olmuştu. Ağırlığı artırmıştı.

“Kıçıma bakmayı kes!” dedi Jeffrey. Dalgın bir tavırla yanına kaydım.

Sokağımız bıraktığımızdan daha kalabalık ve hareket­liydi. Hava serinlemişken, komşular ön bahçelerde takılıyor, hortumlarla çimenleri, çiçekleri suluyorlardı. Küçük çocuklar ortalıkta çıplak dolaşıyor, diğer çocuklar iç çamaşırlarıyla fıskiyelerin altına giriyordu. Açık kapılardan yemek kokulan yayılıyordu. Televizyon gürültüleri, anne babaların sesleri ve kahkahalar duyuluyordu.

JefFrey’nin babası An ön tarafta büyük bir titizlikle bah­çeyle uğraşıyordu. Arka bahçede tuhaf meyve ve sebzeler yetiştiriyordu, ama ön tarafta düzenli ve mükemmel bir renk

I0Î

Page 101: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

k om po/isyon u o I uşt umı ııştıı.An l.u madende mühendisti, ancak akşamları ya yetiş­

tirdiği ürünlerle ya da çiçekleriyle ilgilenirdi; hatta geç saat­lere kadar çalışm ası gerekse bile, Jeffrey 'lerin ön bahçesi C orrigan 'ın botanik parkı gibiydi. Kesinlikle sokaktaki en etkileyici görüntüydü. Jeffrey, A n’ın bütün dünyadan fidanlar ve tohum lar getirttiğini, her birinin ekimiyle ilgili bir günlük tuttuğunu söylerdi. An bahçesini bir senfoninin kesinliğiyle planlam ıştı. C orrigan 'ın kışlarında bile bir yıl boyunca bah­çeleri çeşitli renklerde olurdu ama bahar geldiğinde donmuş havai fişekler gibi renkler açardı. Ve An daim a orada, bir or­kestra şefi gibi çiçeklerini yönetirdi.

Çoğu komşu akşam yürüyüşü sırasında m utlaka A n’ın bahçesinin önünden geçerdi. Morsalkımları, yabani gelincik­leri. yasem inleri, gülleri işaret ederlerdi. Ne kadar egzotik çiçekler oldukları konusunda yüksek sesle yorum lar yapar,

kokulara ve kompozisyonlara duydukları hayranlığı gizle- m ezlerdi.

Ama elbette ki benim görebildiğim tek şey, çiçeklerin üzerinde dolaşan arılarla sineklerdi ve elimden geldiğince uzak dururdum . O nlardan ölesiye korkardım . B alardan. E şekanları. Uçan, sürünen, sıçrayan veya sokan her şey. A nnem fobim le özellikle eğlenirdi ama en kötüsü Jeff- rey 'ydi. En sevdiği şakalardan biri, sırtımda bir arı veya om­zumda bir sırtıkızıl örümcek olduğunu söylemekti. Gözlerini in iri açarak donup kalır, bir mayına basmak üzereymişim gibi Sakın kıpırdama derdi. Her seferinde de beni kandırmayı başarırdı.

k . 104

Page 102: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

tanrı nm unutman vocmıan

Belki bir gün zehirli iğneli bir milyon katil olmadan An Lu'nun bahçesini gerçekten izleyebilirdim ama şimdilik, en rahat olduğum yer durduğum yerdi: Kendi evimin önü.

JefYrey çantasını sırtından yukarı kaydırdı. Ben de kendi evimize doğru yöneldim.

“Yemeğe davet ederdim ama senden hoşlanmıyorum,” dedim.

“Puffft\ Senin gibi biriyle birlikte yemektense kendi kı­çımı yalamayı tercih ederim.”

“Saçmalık,” dedim. “Kendi kıçını yalamayı tercih eder­sin, çünkü hoşuna gidiyor.”

JefYrey güldü. “Tadı annenin yemeklerinden daha güzel!”

“Tuşe,” dedim gülerek.JefYrey gitmek için döndü ama sonra yine sırıtarak bana

baktı.“Hey, Chuck!”“Ne?”“Batman’i sevmenle ilgili en zor şey ne?”Gözlerimi kapayarak iç çektim.“Bilmiyorum. Neymiş?”“Ailene nonoş olduğunu söylemek!”Gülmekten yerlere yattı tabii.“Sen aptalın tekisin. Bu hiç mantıklı değil.”“Aptal olan sensinl Bu muhteşem bir espriydi.”“Kendi kıçını yalayan ben değilim.”“Böyle bir kıçın olsaydı sen de yalardın." Ve JetYrev

105

Page 103: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

u/aklaşırken gölge boksu yapmaya devam etti. “Ben çok gü­zelim! Çok güzelimi"

“Hoşça kal. Muhammed.”“Çünkü harrrlıyorlar, Charrrrlie! Çünkü harrrlıyorlar!”Jeffrey evine girdi. An onu görünce aniden yerinde doğ­

ruldu ve sert bir tavırla bağırıp bir şeyler söyleyerek elindeki bahçe makasım ona doğru salladı. Jeffrey olduğu yerde donup kaldı. Başı dertte gibi görünüyordu. Başını eğerek içeri girdiğini gördüm.

Ben de aynı şeyi yaptım.

Yemek sırasında herhangi bir gelişme olup olmadığını öğrenmek için anne babamın konuşmalarını dinledim ama bir şey yoktu. Sonrasında kahvemi alarak doğruca yatak odama yöneldim. Televizyon izleyecek ya da sohbet edecek havada değildim. Babam bir terslik olup olmadığını sordu, omuz silkerek kitap okumak istediğimi söyledim.

Kahvemi bırakıp çatı penceremi açtım. Bir süre pence­reden dışarı bakarak Jasper Jones’u arka bahçemizde bekler­ken bulmayı umdum ama yoktu.

Kitap okumaya çalıştım fakat dikkatimi toplayamadım. Kitabımı bıraktım. Kirli bir tişörtü kullanarak yüzümdeki teri sildim. Önceki gece bu saatleri düşündüğümde üzerinden bir ömür geçmiş gibi geliyordu. Sanki başka bir boyutta, başka bir bedendeymişim gibi.

Huzursuz bir şekilde eski kahverengi bavulumu yatağın

106

Page 104: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

altından çektim, kilidini açtım ve sarı bloknotumu çıkardım. Yazmaya kararlı bir şekilde masama oturdum. Buna ihtiya­cım vardı. En çabuk şekilde. Bir şeyleri boşaltmalıydım. Bi­rine sırlarımın birazını anlatmalıydım. Ama kalemim kıpırdamıyordu. Hareketsiz, kuru ve işe yaramaz haldeydi. Sayfaya boş gözlerle baktım.

Bir şey duyduğumu sandım. Yatağın üzerine fırlayarak pencereden dışarı baktım. Jasper'ın adını fısıldadım. Bir şey yoktu.

Tekrar yerime oturdum. Gözlüğümü temizledim ve ka­lemimle masa lambasına vurdum. Hâlâ bir şey yoktu. İşin tuhaf tarafı, zihnim kelimelerle doluydu ama onları bir türlü sıraya koyamıyordum. Lanet olasıca sinekler gibi dönüp du­ruyorlardı. Sinir bozucu, gürültücü ve anlamsız.

İç çekerek kalemimi bir kenara attım ve yanağımı avu­cuma dayadım.

Jasper Jones’u görmem gerekiyordu. Hem de hemen. Bütün bunları tek başıma kaldırmam doğru değildi. Laura Wishart ölmüştü ve onu gömmüştük. Bir su birikintisine. Bir taşa bağlayarak. Bunu yapmıştık.

Jasper Jones'u tekrar görene kadar bütün bunlardan bir anlam çıkarmam bile mümkün olmayacaktı. İşin özüne inmem mümkün değildi. Onunla zihnimde büyüyen ve mi­demi altüst eden olasılıklar, şartlar, stratejiler ve sorunlar hakkında konuşmak zorundaydım. Sanki trajik bir kitabı son sayfasından okumaya başlamıştım ve boşlukları doldurmaya, daha önce olanları bulmaya çalışıyordum. Ama yapamazdım

IU7

Page 105: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Jasper olmadan mümkün değildi. Gerçekler olmadan yapa­mazdım. Bilmediğim çok fazla şey vardı.

Aniden kaşlarımı çatarak ellerimi karnıma bastırdım. Odamdan fırlayıp tuvalete tam ulaşmıştım ki kıçımdan ber­bat ve erimiş bir şey fışkırdı. Ve bir pervane vardı. Tam orada. Tavanda. Kuş kadar büyük bir pervane. Isırırlar mıydı? Gözlerimi kapayarak orada değilmiş gibi yaptım.

Ya biri gerçekten bildiği bir şeylerle ortaya çıkarsa ne yapacaktık? Bu pek olası değildi ama ya biri gerçekten Jas­per'a tuzak kurmuşsa? Ya ne yaptığımızı görmüşse? Ya Deli Jack Lionel polisi arayıp Laura’nın yerini söylerse ve kız orada değilse? Bize ne olurdu? Başımız ne kadar derde gi­rerdi? Jasper sözüne sadık kalır mıydı? Hâlâ güvende olur muydum?

Pervane tuhaf ve çarpık gölgeler savurarak tepemdeki ampulü tokatladı. Çok büyüktü. Dev gibi. Muhtemelen sivri dişleri olmalıydı. Bir sıçanı tek lokmada yutabilirdi. Ama­zon'da yarasaları yiyen tırtıllar vardı. Mağara tavanlarından sarkar, yanlarından geçerken yarasaları kaparlardı. Dişlerimi sıktım ve biraz daha gaz çıkarırken başımı çevirdim.

Neden henüz ihbar eden olmamıştı ki? Wishart ailesi merak etmiyor muydu? Laura zengin ve seçkin bir ailenin kızıydı; arama ekipleri ve muhabirler neredeydi? Avucumu alnıma bastırdım. Bu sıcak gerginliğe dayanamıyordum. Uyuyan dev. Saatli bomba.

Odama geri çekildim ve tekrar pencereden dışarı bak­tım.

Kahvemi çabucak bitirdim ve biraz sakinleştim. Ken-

108

Page 106: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

dimi kelimeleri izlemeye zorlayarak yine kitabımı okumaya çalıştım ama sürekli pencereden dışarı bakıyordum.

On ikinci bölümün başında bir şey dikkatimi çekti. Pudd’nhead’in Takvimi’nden: Cesaret, korkunun yokluğu değil, korkuya direnmek, ona galip gelmektir. Başımı yana yatırdım. Jefifrey’ye Superman’le ilgili söylemeye çalıştığım şey buydu. Keşke burada olsaydı; o sözleri yüzüne kırmızı bayrak gibi sallardım.

Başparmağımı kelimelerin üzerinde gezdirdim. Belki de babam haklıydı. Mark Tvvain’in her konuda söyleyecek bil­gece bir sözü vardı.

Masama geçerek o sözleri yazdım. Sonra etraflarına, alt­larına yazarak okulda yaptığım gibi kelimelerimi kapalı bir avucun içine aldım. Öylece bir ritim yakalayarak yazmaya devam ettim. Bana kendimi daha iyi hissettirmişti.

Cesur olmak benim için daha zordu. Her şeyi hazmet­mek, omuzlarımı dik tutmak, yumruklarımı sıkmak benim için daha zordu. Sanırım ne kadar az kasınız varsa, ne kadar fazlasını bilirseniz, dayağa ne kadar dayanabilirseniz, bu sizi o kadar çok geri tutuyordu. Sıkletiniz düştükçe, daha sık dayak yiyordunuz. Daha fazlasını savundukça, arkanıza bak­madan ilerlemeye devam etmeniz o kadar zorlaşıyordu. Canım yanmasa ben de Superman gibi salınarak yürürdüm ama bende Charles Bucktin kamburu vardı, çünkü bir yerime vurulduğunda şeftali gibi çürüyordum. Böceklerden korku­yordum. Dövüşmeyi de bilmiyordum.

Bu, işlerin Jasper Jones için bana oranla daha kolay ol

|0 ‘»

Page 107: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

duğu anlamuva mı geliyordu? Ya Jeffrey Lıı? Bilmiyordum. Belki de aram ı/da en cesur olan oydu.

Yazılarını bölündü.“Ulu Tanrım, Charles Bucktin! Ne yedin sen?”Annem az önce tuvalete girmişti. Kendi kendime gü­

lümsedim. Dilimin ucuna onun aşçılığıyla ilgili bir düzine iğneleyici şaka geldi ama her biri ölüm fermanı anlamına ge­lirdi.

Yazmaya devam ettim. Amaçsız ve rastgeleydi ama ken­dimi daha iyi hissettirmişti. Bir musluğu açmışım gibi. Bu sorunların bir kısmını paylaşınca içimden akıtmışım gibi.

Bitkin bir halde yerimden kalktığımda saat çok geçti. Ev sıcak ve sessizdi. Yatağıma geçerek yine pencereden dı­şarı baktım. Durduğunu görmek istediğim yere bakarak Jas- per’ın admı fısıldadım ve gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim. Bir şey yoktu. İç çektim.

Masamın üzerini temizledim. Sarı bloknotumu kılıfına geri koydum. Şifreli kilidi kapatmadan önce başparmağımla ince sayfaları okşadım ve pürüzlerine dokundum. Kırmızı kurdeleyi çözerek sayfalan gözden geçirdim.

Bu kış Jeffrey ve ben yağmurlu günleri bir roman üze­rinde çalışarak geçirmiştik. Benim hatam olmamasına rağ­men çabucak kontrolden çıkan bir macera romanıydı. Ben kucağımda bloknotla otururken, Jeffrey Lu bir kolunu arkaya kıvırmış halde şöminenin önünde volta atmış, birbiri ardına dizilen fikirlerini sayarken boş piposunu sallayıp durmuştu. Hikâye bir kasırgadan daha hareketliydi. Jeffrey aksiyon ve

110

Page 108: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

i u ru i run u m u m u n \ u cum un

entrikalarla ilgileniyor, çoğunlukla kung-fu ve takip sahneleri yaratıyordu; bu arada benim sorumluluğum bu olayların et­rafında hikâyeyi örmekti. Jeffrey bunlara kız işleri diyordu ve ben de Ukala Diyaloglar Bakanı’ydım.

Yüksek tempolu hikâyemiz, Detroit’ü eski bir polis olan Truth McJustice’le ilgiliydi; McJustice, kansı gizemli bir şe­kilde ortadan kaybolduktan sonra kusursuz bir sicille polis teşkilatından ayrılmış ve kendini ilk aşkına, yani arkeolojiye vermişti.

Ardından gelen olaylar, pek de inanılası şeyler değildi; Truth’un Kutsal Kâse’yi buluşu, Josef Stalin’in gerçek pa­payı kaçırdıktan sonra sahte papa olarak ortaya çıkışı, Truth’ un kaybolan karısının Ivana Knockyourblockov adında beyni yıkanmış bir suikastçı olarak, Truth’u bulup öldürerek de­ğerli kutsal eşyayı ondan almak yönündeki bir görevle geri dönüşü gibi.

Elbette ki hikâye papanın süitinde dövüş gösterisiyle sona eriyordu. Truth tutkuyla sevdiği karısına kavuşuyor, bu arada Stalin de kâfirlik suçundan hak ettiği cezayı bularak St. Peter Meydam’nda asılıyordu.

Stalin’in cezalandırılması konusunda tamamen hemfikir değildim ama Jelfrey kitap için bulduğu ismin işe yaraması­nın ancak böyle mümkün olacağı konusunda ısrar etmişti. Başyapıtımıza Danığacmdaki Pupa adını vermek istiyordu. Bense Gerçek Seni özgürleştirir demek istiyordum. Sonunda ikisini birleştirmeye ve benim bulduğum İsını alt başlık \ap- maya karar vermiştik.

Page 109: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Uygun bir lakma yazar adına da (CliiTord J. Bravvnheart) karar verdikten sonra. Jeffrey kitabımızı bir kesekâğıdına sar­mış ve içinde Avustralya'nın en büyük romanının yattığını ilan etmişti.

“Peki bu nasıl olabilir?" diye karşı çıkmıştım. "İçinde AvustralyalIlar bile yok. Ayrıca, dürüst olmak gerekirse, te­sadüfler biraz fazla cüretkâr görünüyor. Eleştirmenler bizi bombardımana tutacak."

Jeffrey başım arkaya atarak homurdanmıştı.“Chuck, sen resmen asi bir işçisin. Kimse bizi bombar­

dımana filan tutmayacak. Sen edebiyat konusunda hiçbir şey bilmiyorsun. Gerçeğin kurgudan daha tuhaf olduğunu anla­mak zorundasın. Dinle: Sen gözünü kırpmadan söylediğin sürece, insanlar en eski yalanları bile yutmaya hazırdır. Ken­dilerine bir şeyler anlatılmasını isterler. Senden şüphelenmek de istemezler. Bu çok zordur. Yani gerçekten doğru olduğuna inanıyor gibi anlatırsan, yanma kalır. İnanç, Charles. Biraz inansan iyi olur. Dickens’a bir bak! Cinayeti yanına kaldı! Ve bana Mesih İsa ve bütün şu zombi zırvalarını anlatmaya başlama. İşte o, satması zor bir final. Öldü, öldü, hayır, du­run, şu kayanın arkasından çıkan kim? Haaaayııırr! Olamaz! Ah, durun, evet! Yaşıyor! Selam, Zombi İsa! Geri döndü!”

“Bayım, bütün saygımla, bu biraz aşırı görünüyor.” “Gerçeklere dayanıyorsa değil."“Gerçeklere dayanmak mı? Bunun hiçbir mantığı yok

ki. Tek kelimesinin bile "Jeffrey piposunu bana doğru uzatmıştı.

112

Page 110: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

-Charles, seninle ilgili sorun şu ki beş para etmezsin. Şimdi, terbiyesizliğinle ilerlememi yavaşlatmaktan seni alı­koyabilirsem, sana ClifFord J. Bravvnheart'ın her zaman haklı olduğunu hatırlatmak isterim. Nokta!”

Ve öyle olmuştu. Damgacındaki Papa o zamandan beri bavulumda duruyordu ve hikâyeyi sık sık tartışmamıza rağ­men bir daha okunmamıştı. Bu romanın edebiyat dünyasına açılan kapım olduğundan şüpheliydim, ama bir gün büyük ve önemli bir şey üzerinde çalışacağımı biliyordum. Hiçbir şeyden haberi olmayan bu kasabayı şaşırtacaktım ve üzerinde ismim yazılı bir kitapla Manhattan'ın yolunu tutacaktım.

Babamın da kütüphanesinde aynı amaç için çalışıp ça­lışmadığını sık sık merak ederdim. Orada gizlice bir şeyler yazdığından hep şüphelenmiştim. Çoğu gece oraya kapanır, çok geç saatlere kadar çıkmazdı. Hatta bazen masasında uyu- yakalırdı.

Bir şey üzerinde çalışıyor olmalıydı. Neyle ilgili oldu­ğunu merak ediyordum. Acaba bitmesine az mı kalmıştı? Uzunluğunu, kaç sayfa ve kaç kelime olduğunu merak edi­yordum. Oraya girmeye başladığından beri yıllar geçmişti. Her seferinde kapıyı kilitlerdi ki bunu asla anlamamıştım. Yani, oraya asla izin almadan giremezdim ve annem de sekiz yıldır o odaya girmemişti. Babamın kütüphanesi eskiden ikinci yatak odasıydı; leylak rengine boyanmış, kız kardeş­lerimden birinin doğumu için hazırlanmıştı ama daha anne­min karnındayken ölmüştü. Neredeyse annem de hayatını kaybediyordu ve bir daha asla çocuk salubı olamayacaktı

11!ı

Page 111: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Yine de, babamla benim geceleri gizlice karaladığımızı, aynı çatı altında yalanlar ve sırlar sakladığımızı düşünmek tuhaftı. Ona bir şeyler yazdığımı söylesem benimle bu ko­nuda konuşmak ister miydi acaba? Birazını okumama izin \ erir miydi?

Bavulumu dikkatle kapayarak kilitledikten sonra tekrar yatağın altına ittim. Sonra şakaklarımı ovalayarak son kez pencereden dışarı baktım. Jasper Jones’un geleceği filan yoktu. Bu gece yalnızdım.

Dönüp yastığıma gömüldüm. Göğsüme, kamıma, cılız kollanma ve kaburgalarıma baktım. Dudaklarım kıvrıldı. Yere inerek kararlı bir şekilde şınav çekmeye başladım. On tane kadar çektikten sonra neredeyse komaya girecektim.

Nefes nefese yatağıma döndüm, ellerimi başımın altına yerleştirdim ve Eliza Wishart’ı düşündüm.

Kulağa gülünç geliyordu ama neredeyse kokusunu ala­biliyordum. Gözlerimi kapadım. Onunla konuşmalıydım. Ceplerimde bütün doğru kelimelerle sahayı geçip yanma git­meliydim. Onu görmeyi o kadar çok istiyordum ki neredeyse canım yanıyordu.

Acaba o anda evinde neler oluyordu? Uyuyor muydu, yoksa uyanık ve panik halinde miydi? Ailesini hayal edebi­liyordum. Fikir yürütüyor olmalıydılar. Panik halinde. Polise haber verdiklerinden şüphem yoktu. Yetkililere. İşi kayıpları bulmak olan insanlara. Muhtemelen şimdi orada olmalıydı­lar. Onlarcası. Uzmanlar. Muhtemelen portatif masalara ha­ritalar, panolar açmış, karatahtalarım kurmuşlardı. Organize

114

Page 112: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

oluyor, hazırlanıyorlardı. Sade kahve içiyorlardı. Hızlı ve yüksek sesle konuşuyor, gösterişli tavırlarla sigaralarını fır­latıp söndürüyorlardı. Yakalar kalkmış, kravatlar gevşetilmiş. Hararetle süren tartışmalar. Onları doğruca bana getirecek ekmek kırıntılarını izlemeye hazırlanıyor olmalıydılar.

Bu korku berbattı. Biri yerçekimini kontrol eden bir düğmeyi çevirmiş gibi oluyordu. Her şey sertleşiyor, soğuyor ve hızlanıyordu. İnsanın nefesi kesiliyordu. Uyuyamadığı- nızda, zihniniz düşüncelerle sürüklendiğinde ve kendinize hiç nedensiz yere, bir gün öleceğinizi hatırlattığınız zaman­larda karşılaştığınız aynı duygu, aynı hüzünlü panikti. O zaman sona erecek, gömülecek ve unutulacaktınız. Bildiği­niz, hatırladığınız ve sevdiğiniz her şey bir hiç olacaktı. O bilmeme halinde, bir şey size yaklaşacak, kalbinizi kıracak ve nefes almanızı zorlaştıracaktı. Bilmek, bu tuğla için soğuk bir sıva gibiydi. Sımsıkı tutuyordu. Hiçbir yere gitmiyordu. Ve bundan yüz yıl sonra, şu anda Corrigan’da, Avustralya’da, hatta dünyada yaşayan herkes, her ebeveyn, her çocuk, her hayvan, herkes ölecekti. Bu, insanı boşluğa boğan tuhaf ve söze dökülemeyecek kadar hüzünlü bir duyguydu.

Jasper Jones’un beni içine soktuğu şey buydu.Yan dönerek Eliza'yı düşündüm. Onun kokusunu hatır­

larken korkum büyüdü ve patlayarak kelebeklere dönüştü. Yanaklarının ne kadar yumuşak göründüğünü düşündüm \ e o yanakları öperken neler hissedebileceğimi hayal etmeye Çalıştım. Kulağına hafifçe gülümsemesini sağlayacak, kalp atışlarını hızlandıracak ve Madenciler Odası'nın kulesindeki

115

Page 113: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

saatin takımları gibi atmasına neden olacak şeyler fısıldamak nasıl olurdu? O incecik belini kollarımla sarmak. Sıkıca. Vü­cudunun sıcaklığını hissetmek. Ürperdim.

www. f acebook. com/groups/ekitaphane

www. f acebook. com/ekitaphane

HASRET =)

Page 114: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Üçüncü Bölüm

Çok derin uyumuş olmalıydım, çünkü aynı pozisyonda, yan tarafımın üzerinde kıvrılmış halde uyandım. Bütün gün uyuyabilirmişim gibi yaşlı ve miskin hissediyordum ken­dimi.

Gözlerimi kırpıştırdım. İki kez. Bakışlarımı pencereye diktim.

Bir eşekarısı vardı. Tam orada. Cam panellerin kenarına tünemişti. Arka tarafı kötücül, tehditkâr ve yavaş bir şekilde kalkıp iniyordu.

Korkum dökülmüş reçel gibi yayıldı. Biran için onu ra­hatça izlerken, bir an sonra aniden vücuduma voltlarca elek­trik verilmiş gibi yataktan fırlayıverdim. Bundan daha hı/lı hareket edemezdim. Kimse daha hızlı olamazdı Dudakla­rımdan bir sürü anlamsız ses yayıldı, fi yordamıyla komo­dinime uzanarak bir kitap kapıp arıya fırlattım. (,'ıphıklu» w

Page 115: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

öliiler, eşekarısını tamamen ıskaladım, ama çatı penceresinin mandalına çarparak tamamen kapanmasına neden oldum.

Havlumu kaparak oradan çıktım. Arıyı odanın içine mi, dışına mı kapadığımdan emin değildim. Korkum içeride ol­duğunu söylüyordu. Ve. diye fısıldıyordu elini ağzına kapa­yarak, az önce onu çok kızdırdın. Kalbim deli gibi atıyordu.

Banyoda yüzüme ılık su çarptım ve sakinleşmeye çalış­tım. Odamda bir karşılaşma riskine girmektense çamaşır se­petimizden giysi alıp üzerime geçirdim.

Elbette ki mutfağa girer girmez saldırıya uğradım. An­nemin dönüp bakması bile gerekmedi. Sanki kirleri hissetmiş gibiydi.

“Charlie! Çıkar şunları. Çamaşırları daha yıkamadım!"Annem önüme bir fincan kahve koyup çizgili tişörtümü

çekiştirdi. Gözlerimi ovalayarak iç çektim.“Ama kirli bile değil ki. İdare eder," dedim ve kahvemi

yudumladım.“Hayır, idare etmez, Charlie. Tekrar söylemeyeceğim."Bana bir buzdağını bile eritecek kadar öfkeli gözlerle

baktı. Ama bu sabah umurumda bile değildi.İstemeden kabullendiğimi algıladığından bir şekilde

sessiz kaldım. Verdiği kızarmış ekmeği kemirdim ve babamın okumadığı gazetelerden birini ilgisizce karıştırdım. Babam bu sabah özellikle sessizdi. Genellikle dalgın bir şekilde uzak görünürdü ama bu sabah resmen hayalet gibiydi.

Annem meşgulmüş gibi davranıyor, kusursuz mutfağın» silip duruyordu. Pencereden dışarı bakarken benimle sert bir

118

Page 116: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

sesle konuştu.“Charlie, bugün Jeffrey’lere gideceksen orada kalmanı

veya sokakta seni görebileceğim bir yerde olmanı istiyorum. Lütfen.”

Duraksayarak kaşlarımı çattım.“Neden?”“Çünkü ben öyle söylüyorum. Nedeni bu.”Babama baktım ama her zamanki gibi düşüncelerini

açıklamadı. Besili bir tazıyla oturuyormuşum gibiydi. Soru­larla dolu görünmez bir kâseyi tutuyormuş gibi ellerimi kal­dırdım.

“Bu nasıl bir neden olabilir ki?”“Ben senin annenim. Nedene ihtiyacım yok.”“Bu mantıklı bile değil!” diye patladım ve annem ol­

duğu yerde hızla döndü. Şimdi başım beladaydı. Öfkeli ba­kışlar geri dönmüştü. O gözler Erol Flynn’i bile hadım eder­di. Gözlerinizi kısıp bakışlarınızı kaçırmak zorundaydım/, çünkü çıplak gözle güneşe bakmak bile daha kolaydı.

“Bana karşılık vermeye devam mı edeceksin, yoksa sana söyleneni yapacak mısın?”

Bu sözel çekişmelerden nefret ediyordum. Asla kazana­mazdım. Asla. Beraberlik yakalama şansım bile yoktu. Üze­rinde üç etiket bulunan üç kırmızı kapının önünde duruyor­dum: Sessizlik. Onaylama ve Öliimciil Dayak. Onları açmak, anneme zaferi teslim etmek anlamına geliyordu.

O anda ikisinden de eşekanlarından ettiğim kadar nefret ediyordum: Babamdan şaşkın ve işe yaramaz olduğu, aıı-

liv

Page 117: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

nemden de kırmızı bayrak salladığı için.Sessizlik yazılı kırmızı kapıyı açtım. En az acı verici ye­

nilgi buydu.“Güzel.” Annem tezgâhı temizleme işine geri döndü.Öfkemi sessizliğe boğarak kızarmış ekmeğimi bitirirken

acele etmedim ve arada bir babama kırgın bakışlar attım. Ga­zete başlıklarına bakıyor, Amerikalıların VietnamlIları nasıl kurtardığını, oraya yakında daha fazla AvustralyalI birlikler gönderilebileceğini filan okuyordu.

Bu kafa karıştırıcıydı, çünkü babam savaştan nefret ederdi. Protesto gösterilerine katılmak için şehre gitmek is­tiyor, ama annem izin vermiyordu. Annem sadece kalabalıkla birlikte yürümek için babamın oraya gitmesinin zaman ve para kaybı olduğunu söylüyordu. Babamın yine de bildiğini okuyarak oraya gitmesini istiyordum. Ben de onunla birlikte gidebilirdim ama gitmiyordu.

Sonunda annem çamaşırlarla ilgili yüksek sesle söyle­nerek mutfaktan çıktı. Ne kadar meşgul olduğunu duymak için dinlemeye devam ettim. Sonra sessizce kalkıp çıkarak kapıyı arkamdan nazikçe kapadım. Birkaç gündür ikinci kez evden kaçıyordum.

Sık sık omzumun üzerinden arkama bakarak hızlı adım­larla Jeffrey’lerin evine yürüdüm. Annemin odamın kapısını açtığını, bir sürü böceğin uçuşarak üzerini kapladığını hayal ediyordum.

Azarlanma korkusuyla An Lu’nun muhteşem bahçesine bile bakmadan geçtim. Telaşlı bir şekilde Jeffrey’lerin kapı-

Page 118: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

sini vurdum. Beklemediğim bir şekilde kapıyı o açtı. Bu daha önce hiç olmamıştı. Yüzü hayal kırıklığı doluydu.

“Selam, bayım,” dedim. uSeninle İsa hakkında konuş­mak için geldim. Birkaç dakikanızı ayırın, bayım, size yal­varıyorum. Çünkü İsa...”

Jeffrey başını aniden arkaya atarak iç çekti.“Kimse giremez, Chuck.”“Ama efendim! İsa!”“Hayır, gerçekten,” dedi Jeffrey, elini kapıdan çekme­

den. “Giremezsin. Ben de dışarı çıkamam.”“Gerek yok ki. Nonoşun teki olduğunu herkes biliyor

zaten.” Sırıtarak içeri girmek için bir hamle yaptım.“Kes sesini, geri zekâlı! Ciddiyim. Ev cezası aldım.” “Gerçekten mi?” Kasılıp kaldım.“Gerçekten.”“Nasıl? Ne yaptın ki? Dün gece babanın sana bağırdı­

ğını gördüm.”“Şey...” Jeffrey kıs kıs gülerek fısıltıyla konuştu. "Dün

Bayan Sparkman bir şey ödünç almak için geldi ve annem kapıyı açtığı anda Başkan Geveze bir ıslık çalıp konuşmaya başladı: Anne! Kriket oynamak için soktuğumun kasabasına gidiyoruz! Kriket oynamak için soktuğumun kasa­basına gidiyoruz! Ve tabii ki kadın kızardı ve anneme bunun ne anlama geldiğini, ne kadar kaba bir ifade olduğunu söy­ledi. Kuş beyinli yaratık beni ele verdi."

Ben gülmekten kırılırken. Jelfrey sırıtan dudaklarına

•Şaretpannağın ı bastırdı.

u ı

Page 119: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

"Biliyorum. Muhteşem. Ama annem delirdi. Tam bir ka­sırga gibiydi, Chuck. Bir öfke kasırgası. Ama yandım. Artık radyo dinlememe bile izin vermiyor. Burada kafayı yiyece­ğim, Chuck. Skoru biliyor musun? Doug Walters oyuna girdi mi?”

“Hiçbir fikrim yok.”“Hass...” diye tısladı ve parmaklarını şaklattı. “Sen

işime yaramazsın, Chuck.”“İşine yaramaz mıyım? Şimdi ne yapmam gerekiyor

ki?”“Bilmiyorum.” Jeffrey gülümsedi. “Gidip Eliza Wis-

harf ı bul. Çayırda piknik yapın, papatyalardan taçlar yapm ve... neydi o? Coşmak! Gidip çayırlıkta coşun.”

“Sanırım seni diri diri kesmeyi tercih ederim. Kendi el­lerimle.”

“Nonoş!”“Bunun neresi nonoş be?”“Bilmiyorum. Ama öyle işte.”Annesi arkasından bağırıp çağırdı. Söylediklerini anla­

mıyordum ama ses tonu her şeyi anlatıyordu.“Gitmem gerek, Chuck,” dedi Jeffrey, asık yüzle. Ben

iç çekerek el sallarken Jeffrey kapıyı kapadı.Sakin, temiz sokağımız baskının ağırlığını inkâr edi­

yordu. An’ın bahçesi, lanet olasıca sıcak, eşekarısı kovanı odam, kamımdaki tuğla, beni evde bekleyen dişi şeytan. Amaçsızca kasabaya doğru yürümeye başladım. Belki de kü­tüphaneye giderdim. Ya da kitapçıya. Birikmiş paramı da ya­nıma almalıydım.

122

Page 120: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Okul sahasının yanından geçerken çocukların uçurtma uçurmaya çalıştığını gördüm. Çıtalardan, gazetelerden ve mi­sinadan kendileri yapmışa benziyordu. Pek şansları olmadığı belliydi. Hava fırın kadar sıcak ve durgundu. Yine de dos­doğru koşuyor, uçurtmalarını arkalarında sektiriyorlardı. Durduğum yerden bakınca uçurtma onları kovalıyormtış gibi görünüyordu.

Kütüphaneye vardım. Kütüphaneci Bayan Harvey dı­şında kimse yoktu.

Babamın kitaplarını yutuyor olduğumdan, burada artık giderek daha az zaman geçiriyordum ve dolayısıyla yaşlı bir halayı ziyaret ediyormuşum gibi geliyordu. İçeride tanıdık bir baharat kokusu vardı; kendimi bir an evimde gibi hisset­miştim.

Rafları biraz gözden geçirdim ama bakışlarım kitapların sırtlarını tarayıp geçiyordu. Ancak polisiye bölümüne gedi­ğim zaman kalp atışlarım hızlandı ve durup baktım. Parmak­larım başlıkları seçti ve kucağım kitaplarla doldu. Aşırt ağır hale geldiklerinde hepsini köşedeki bir masaya taşıdım. Ki­tapları bırakarak masa lambasını yaktım. Aniden heyecan­landım ve içim amaç duygusuyla doldu. Hepsi gerçek suç kitaplarıydı ve kapaklarında ürkütücü şehir sahneleri \eya suç mahalleri vardı. Çoğunun üzerinde ürpert id yazıyordu Bu kitapları benden önce kimlerin ödünç aldığını, tekrarla­nan isimler olup olmadığını kontrol ettim. Çoğu okunmu­yordu. Aralarında Jack Lionel yoktu. Tanıdığım bir isim görememiştim.

Page 121: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Kitaplar sürükleyiciydi. Ünlü ve tanınmamış katillerin hikâyelerinden etkilendim. Karmdeşen Jack'in hiç yakalan­madığım öğrendim. Para için cinayet işleyen, sonra da ce­setleri tıp fakültelerine satan Burke ve Hare’i okudum. Kelimeleri hızla içiyordum. Hepsi fazlasıyla gotik ve ger­çekdışı geliyordu. Sonra Brooklyn Vampiri denen adamın, Albert Fish’in hikâyesini okudum; yazılı itirafları beni o kadar huzursuz etti ki bitiremedim. Kitabı sertçe kapayarak sağa sola bakındım. Hem büyülenmiştim hem de midem bu­lanmıştı. Kitabı tekrar açtım.

Fotoğrafları beni şaşırtmıştı. Çocuk yiyen bir canavarın yüzü. O şahinimsi, asimetrik yüzü ve kötücül bakışlı gözleri. Başımı çevirmek zorunda kaldım. Tıpkı Deli Jack Lionel’ı hayal ettiğim gibiydi. O boş ifade; keskin ve patlayıcı. Her an hırlayarak ısırabilirmiş gibi.

Diğer başlıkları taradım. Merak uyandırıcı ve iç karar­tıcıydı. Sayfaların üzerine eğildim ama bir şey nedense tat­min edicilikten uzak görünüyordu. Nevv York, Londra, Paris. Hepsi çok uzaklarda ve çok uzun zaman önceydi. Hikâyeler çok fazla kurgu gibi görünüyordu; sanki çok büyük bölümü hayal gücüne bırakılmış gibi.

O noktada Nedlands Canavarı'm hatırladım. Gerçekte okumak istediğim oydu. Hatırlayabildiğim kadarıyla önceki yıl asılmıştı ki babam dışında herkes buna memnun olmuştu. Olayın detaylarını pek bilmiyordum.

Kitapları bir kenara bırakıp hemen gazete arşivine git­tim. Onu baş sayfa haberi yapan bütün gazeteleri toplayarak

124

Page 122: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

t a r t t ı n ı n K j f i u t ı ı m n ^ m t t n u i f ı

bir saat geçirdim ve sağ tarafımda büyük bir yığın oluştur­dum. Bayan Harvey sert bir tavırla bana onları doğru sırayla geri koymam gerektiğini hatırlattı ama nihayet biri onun ça­lışmalarından yararlandığı için gizliden gizliye memnun ol­duğunu da hissettim.

Hepsini masama götürerek kronolojik sırayla okumaya çalıştım. Yaklaşık üç yıl önce aynı hafta sonunda beş kişiyi Öldürmesinden, sonunda tutuklanıp asılmasına kadar. Diğer hikâyelerden daha huzursuz ediciydi, çünkü tanıdığım yerler vardı ve hatırladığım bir zamandı. Hikâyenin sonunu bil­meme rağmen başlıklar beni huzursuz etmişti.

Açıkçası, bu şekilde etkilenen sadece ben değildim. Suçlar devam ettikçe yoğunlaşan editör yazılanın ve mek­tupları da gözden geçirdim. Görünmeyen bir kötülüğe karşı ateşli bir panik: sanki Perth, Gotham City'ye gelmiş gibi. Serin bir rüzgâr yaprakları ayak bileklerine savururken par- dösülerine sımsıkı sarınıp hızlı adımlarla yürüyen endişeli şehir sakinlerini hayal edebiliyordum. Okumaya devam ettim. Muhabirler halka kapılarını kilitli tutmalarım, belli sa­atten sonra dışarı çıkmamalarını söylüyor ve hanımlara de­kolte giyinmemelerini tavsiye ediyorlardı. Evinizi nasıl gü­vence altına alabileceğiniz konusunda çift sayfalara yayılan yazılar vardı. Hiçbir yer güvenli, kimse istisna değildi. Sıra daki siz olabilirdiniz.

Ve onu yakalamışlardı. Eric Edgar Cooke silahım ara­mak için dönmüş ve kanunun tuzağına düşmüştü. Neden hu kadar uzun sürdüğünü merak etmiş olmalıydı.

125

Page 123: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Fotoğrafına baktım. Bütün şehre korku salan zayıf, ezik adanı. Onun yüzünden insanlar çıkışlara koşmuş, birbirleri­nin gırtlağına sarılmıştı. Hırpalanmış bir Jack Dempsey gö­

rünüşü vardı. Huzursuz görünüyordu.O yüze kazınmış hikâyeler vardı, fakat asıl aradığım şey

nedendi. Neden bir kadım kendi yatağında bıçaklamıştı? Neden kapıya cevap verdiği anda bir adamı iki kaşının orta­sından vurmuştu? Neden? Bütün bu insanları neden öldür­müştü? Neden bir şehir dolusu insanın paniğe kapılmasını istediğini öğrenmeliydim.

Başımı yavaşça iki yana sallayarak okum aya devam ederken, artık suçların kendileriyle ilgilenmiyordum. Yaka­lanıp içeri atıldıktan, böylesine ufak tefek ve çelim siz bir adam olduğu anlaşıldıktan sonra bile makalelerdeki paniğin dinmemesini tuhaf buluyordum. İnsanlar hâlâ titriyordu.

Sonunda hayatının ve çocukluğunun parçalarını birleş­tirmeye başladım. Yarık dudağı yüzünden acım asızca alay konusu edildiğini okudum. Yalnızlığını okudum. Ona acıyan annesi dışında herkesin onu nasıl terk ettiğini. Onu yumruk­larıyla ve bazen de kalın deri kemeriyle acımasızca döven babasını. Parasını içkiye harcayan, ailesini aç bırakan ve do­layısıyla C’ooke'u hayatını sürdürebilmek için hırsızlık yap­maya zorlayan adam.

Bu dehşet verici ve üzücüydü. Ama hâlâ anlamıyordum. Nedeni gerçekten bu muydu? Bütün bunlar cinayet nedeni olabilir miydi? Başımı ellerimin arasına alarak Jasper Jonesu düşündüm. O da öksüz sayılırdı. Onun da babası

Page 124: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

bütün parasını içkiye harcıyor ve tek oğlunu acımasızca dö­vüyordu. Jasper da karnını doyurabilmek için çalmak zorun­daydı. O çatının altında neler olup bittiğini hayal bile edemiyordum. Hayatının her gününde itilip kakılan Jeffrey Lu'yu düşündüm. Yarık dudaklı bir çocuk olan okulumuz­daki Sam Quiwvi düşündüm. Ya da yüzünde kan lekesi gibi kıpkırmızı bir doğum lekesi taşıyan, kimsenin arkadaşlık et­mediği yalnız kız Prue Styles’ı. Ve Deli Jack LioneTı. Onun yüzü de çeşitli kötü film karakterlerinin bir bileşimi gibiydi. Gecenin dinginliğinde onu verandasında yalnız otururken hayal ettim. Çarpık yüzünü, kötü bakışlı gözlerini. Ay ışığıyla aydınlanan bahçesini izlerken. Telaşlı adımlarla nehir kıyı­sına yürüyen gecelikli bir kızı seyrederken.

Gözlüğümü burnuma iterek Cooke’a tekrar baktım ve insanların bunu birbirlerine yapabileceğini ilk kez anladım. İnsanlar bunu gerçekten yapabiliyordu. Ve merak ettim: Acaba çizgi ne kadar inceydi? Bu hepimizde olan bir şey miydi? Sadece bir baskı ve sürtüşme meselesi miydi? Talih­sizlik mi? Zaman ve tesadüfler mi? Başımı kaşıyarak bur­numu çektim. Belki de Mark Tvvain bilirdi.

Beklemediğim bir şekilde, bir sonraki sayıda C'ooke'un kendi cevabını buldum.

Gazete kuruydu ve sayfalarım çevirirken çıtırdıyordu. Küf kokuyordu. Doğru sayfayı bulana kadar çevirme) e devam ettim. Alt köşede küçük bir yırtık vardı ve başka bi­rinin daha bu sayfaya baktığım düşününce tüylerim ürperdı. Cooke’un farklı bir fotoğrafı vardı. Bu kez daha da zavallı

127

Page 125: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

gorümlyoidu. Neredeyse ieslım olmuştu. İştahla okumaya devam ettim. Sonunda bir muhabir ona nedenim sormuşla. Bütün bunları neden yapmıştı? C'ookt* şöyle cevap vermişti: Sihk ı c h tr ih n m incitmek istedim.

İç çekerek yanağımı yumruğuma dayadım. Bir süre pencereden dışarı baktım. Bu olam a/dt. I lepsi bu kadar ola­mazdı. C ooke’un asılmasının ertesi günü çıkan gazeteyi aldım ama herhangi bir haber bulamadım. Kaşlarımı çatarak eğilip önümdeki sayfalan karıştırdım. Ancak iç sayfalara gel­diğim zaman hatamı anladım: 27 Ekim 1965. Bir yıl sonra­yıydı.

Ama tarihin altında kamını donduran bir başlık gördüm. Duraksayarak tişörtümle gözlük camlarımı sildim. Nefesimi tutarak manşetin altındaki metin kutusuna baktım.

Amerika'dan Sylvia Likens adında bir kızla ilgiliydi. Polis onu kirli bir şiltenin üzerinde ölü bulmuştu. On altı ya­şındaydı. Laura Wishart’la aynı yaşta. Ve kendimi ilerleme­mem gerektiğini hissettiğim bir yola çekilmiş gibi hissettim. Hikâyenin hatları simsiyah ve müstehcen görünüyordu. Midem bulanmış, içim ürpermişti ama daha fazlasını merak ediyordum. O kadar ki gazete raflarına geri dönüp ekim ayın­dan beri yayınlanmış bütün gazete sayılarını masama getir­dim Bayan Harvey gözlük çerçevesinin üzerinden bana bakıyordu. Sandalyeme çöktüm. Sylvia Likens'm hikâyesini okurken kamımdaki tuğla daha da aşağı kaydı.

Sylvia’nm ailesi sirkte çalışıyordu ve sık sık şehirden şehre dolaşıyorlardı. Birkaç ay önce, temmuzda, başka bir

12ü

Page 126: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

turneye çıkacaklardı. Bütün çocuklarını yanlarında götüre- nıcdikleı inden, babası onu Gerimde Baniszcwski adında bir arkadaşına bırakmış, Sylvia vc kardeşi Jenny’nin onun evinde kalması karşılığında haftalık yirmi dolar önermişti. Hastalıklı ve zayıf bir kadın olarak tanımlanan Baniszewski. kendisinin de yedi çocuğu ve ayrı yaşadığı bir eşi olmasına rağmen kabul etmişti.

Görünüşe bakılırsa, Sylvia Lıkens'ın üzerine kapı kapa­nır kapanmaz kâbuslar başlamıştı. Gertrude Baniszewski şüpheci, art niyetli ve kıskanç bir kadındı. Kızlardan daha en başından hoşlanmamıştı ve özellikle Sylvia’yı cezalandıra­bilmek için sık sık hırsızlıkla suçlamaya başlamıştı.

Birinci haftadan sonra, kızların babasının söz verdiği yirmi dolar gelmemişti. Baniszewski öfkeye kapılarak Sylvia’yı demir bir sopayla dövmüştü. Bu, arkası gelecek olan dayakların ilkiydi. Şiddet rutin hale gelmiş, giderek de artmıştı. Baniszevvski, Sylvia’nın kirli ve ahlaksız biri oldu­ğuna inanmıştı. Sylvia dehşete kapılmış olmalıydı. Birkaç hafta sonra yatağını ıslatmaya başlamıştı. Ama mesele sadece Baniszewski değildi. Tacizler arttıkça. Gertrude kendi çocuk­larım ve mahalledeki diğerlerini de işe katmış, onları Sylvia’ yı korkunç şekillerde cezalandırmaya davet eder olmuştu. Okumaya devam etmekte zorlanıyordum. Doğru olduğuna inanmaksa daha da zordu. Onu sıkıca bağlamışlardı. On kadar çocuk. Akla hayale gelmez şeyler yapmışlardı. Vücu­dunda sigara söndürmüşlerdi. Orasını burasını kesip dövmüş­lerdi. Saçlarını çekip yüzüne tükünnüşlerdi. Giysilerini yırtıp

129

Page 127: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

çıkarmışlardı. Onu önlerinde dans etmeye zorlamışlardı. Mahrem yerlerine kola şişesi sokmuşlardı.

Bunları okurken başımı çevirdim ve dudaklarımı ısıra­rak pencereden dışarı baktım. Hayal gücümü bastırmaya ça­lıştım ama yine de sayfalara geri döndüm. Okumamam gerektiğini bilmeme rağmen, bir şey beni okumaya zorlu­yordu.

Sylvia’mn işkenceleri daha da ağırlaşmıştı. Her gün tek­meleniyor, yumruklanıyor, orası burası yakılıyordu. Erkek çocuklar onun zayıf vücudunu kullanarak judo egzersizleri yapıyordu. Onlar için bir oyuncaktan farkı yoktu. Baniszevvs- ki'nin emirlerine uyarak ona sistemli bir şekilde işkence edi­yorlardı. Sylvia’yı kaynar suyla dolu küvetlere sokmaya, günahlarından arındırmak için suyun altına bastırmaya baş­lamışlardı. Sonra da açık yaralarının üzerine tuz dökmüş­lerdi.

Sylvia sonunda kaçmaya çalışmış ama kat aralığında ya­kalanmıştı. Ön bahçeye bile ulaşamamıştı. Baniszevvski onu sürükleyerek tekrar içeri götürmüş, bodrum merdiveninden aşağı itmişti. O olaydan sonra Sylvia kilerde köpeklerle bir­likte yaşamaya başlamıştı. Baniszewski ona hayvanlarından biri gibi davranmıştı. Hatta daha da kötü. Onu geceleri bağ­lıyor, aç bırakıyor, sadece kraker veriyorlardı. Giyinmesine veya banyoya gitmesine izin yoktu. Onu kendi pisliğini ve kusmuğunu yemeye, idrarını içmeye zorluyorlardı.

Ölmeden günler önce onu dümdüz bağlamışlardı. Ba- nis/evvski bir dikiş iğnesini ısıtnuştı. Sonra kı/gm iğneyle

130

Page 128: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

kanuna harfler çizerek damgalamaya başlamıştı. Ama Sylvia’mn yanan etinin kokusu yüzünden midesi kalktığı için durmak zorunda kalmıştı. Bunun yerine, iğneyi mahallenin daha büyük çocuklarından birine vermiş, Sylvia’nm vücu­duna Ben bir orospuyum ve bununla gurur duyuyorum diye yazmasını söylemişti. Çocuk orospu kelimesini nasıl yaza­cağını sormuştu. Baniszevvski kelimeyi onun yerine yazmış, çocuk da işin geri kalanını tamamlamıştı.

Sylvia, Jenny’ye yakında öleceğini ve bunu bildiğini söylemişti. Çok korkmuş olmalıydı. Okuduklarımdan, artık pes ettiğini anlıyordum. Çok fazla şey yaşamıştı ve anık vaz­geçiyordu.

Sylvia’nm tek isyanı, bütün bir geceyi bir küreği kilerin duvarlarına vurarak geçirmek olmuştu ama kimse gelmemiş, kimse onu kurtarmamıştı.

Bir küvetin içinde açlık ve şoktan ölmüştü. Öylece uçup gitmişti. Baniszevvski ve kızları Sylvia’nm cesedini bulduk­larında, onu koridordaki pis bir şiltenin üzerine taşımış, kol­larını göğsünde kavuşturarak yatırmış, sonra da aynı çocuğa polisi aratmışlardı.

Polisin bulduğu şey, çizikler, sıyrıklar, çürükler, yanıklar içinde, banyodan dolayı hâlâ ıslak olan minicik bir ceset ol­muştu. Yakılan yerleri açık yaralara dönüşmüştü. Her yeri si­gara yanıklarıyla doluydu. Dişleri kırılmıştı. İki gö/ü de mosmordu. Tırnakları kırılmıştı. Altdudağı paramparçamdı

Polis gitmeden önce Jenny Liketıs sessizce memurlar­dan birinin ceketini çekiştirmiş ve fısıldamıştı. Hem h-unla*

m

Page 129: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

eıkanrsam: si:e her şeyi anlatırım. O gün Baniszevvski tu­tuklanmıştı.

Okumayı bıraktım.Anlamakta en zorlandığım şeylerden biri, Jenny’nin ko­

nuşmak için neden o zamana kadar beklediğiydi. Bütün o aylar boyunca izlemiş, bütün o vahşi eylemlere tanık ol­muştu. Şansı vardı. Sylvia evden çıkamazken o okula gitmi­yor muydu? Orada birilerine söyleyebilirdi.

Ama sadece Jenny değildi. Boğazımda düğümlenen şey, koca bir boğuk sesler korosuydu. Neden kimse ona yardım etmemişti? Mahalle biliyordu. Ah, evet, biliyorlardı. Yan evde oturan Vermillion’lar oradaydı ve Sylvia’nın yaralarının boyutlarını biliyorlardı. Çığlıkları ve gürültüleri duymuş­lardı. Küreğin sesini duymuşlardı. Ama hiç seslerini çıkar­mamışlardı. Olmasına izin vermişlerdi. Umursamamışlar mıydı? Koca bir mahalle. Koca bir kasaba. Koca bir şehir. Ailelerle dolu bir ortam. Hiçbiri tek kelime etmemişti.

Dahası, Gertrude Baniszewski o kadar çok çocuğa nasıl böyle şeyler yaptırabilmişti? Akla hayale sığmaz şeyler yap­mak için her gün nasıl gelmişlerdi? Dudaklarından tek bir utanç veya merhamet kelimesi dökülmeden akşamları evle­rine nasıl dönebilmişlerdi? Sylvia Likens bunu hak etmek için ne yapmıştı? Yoksa sadece talihsizlik miydi?

İçimde her şey kabarıp köpürüyordu. Kaynamadan önce hepsini bastırmalıydım.

Çok fazla şey okumuştum. Çok fazla şey görmüştüm. Başım dönüyordu. Öfkeli ve şaşkındım. Ne yapacağımı bi-

132

Page 130: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

İçmiyordum. Titreyen ellerimi temizlemek istiyordum. Zih­nimi netleştirmek istiyordum. Keşke öğrendiğim her şeyi unııtabilseydim. Eric Cooke, Albert Fish ve Sylvia Likens hakkında okuduklarımı okumamış gibi yapabilseydim. Ya Laura Wishart? O anda iç dünyam tam bir kaostu. Unutmayı seçecektim. Nihayet sakinleşmiş kar küremin güvenliğinde uykuya dalacak, penceremi Jasper Jones'a kapayacaktım.

Kütüphaneden çıktığımda kendimi bitkin, tükenmiş his­sediyordum, bütün o yığınları masanın üzerinde bırakmıştım. Güneş ışığında gözlerimi kısarak nereye gideceğime karar vermeye çalıştım. Bütün sabah okuduktan sonra elimde ce­vaplardan çok sorular vardı.

Kitapçının Önünden geçerek eve dönmeye karar verdim. Yürürken ayaklanma bakıyordum. Başım dönüyor, zihnimde bir sürü düşünce dolaşıyordu. Kendimi yüzüyor gibi hisse­diyordum. Doğruca Corrigan Nehri'ne dalmak, vücudumu suya bırakmak, serinlemek istiyordum. Suyun yüzeyinde ya­tıp kendimi bir tekne gibi akışa bırakabilirdim. Ya da bir ceset gibi.

Zilinim düşüncelerle dolu bir halde yürürken kaldırıma takılarak tökezledim. Düşmedim ama kendimi toparlamaya Çalışmam da görülmeye değer bir manzaraydı. Buzda kayan bir ördek gibiydim. Kendimi toparlayabildiğimde başımı kal­dırdım ve Eliza Wishart'ı kitapçının önünde gördüm. Ueıu endişelenmiş hem de eğlenmiş gibiydi.

"İyi misin, Charlie?”Bir acı çığlığını bastırarak ellerimi belime kovdum.

U t

Page 131: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

kendimi gülümsemeye zorlayarak elimi kaldırdım ve tuhaf bir şekilde yüzümü buruşturduğumu hissettim; az önce bir bardak dolusu idrar içmişim de öğürüyormuşum gibi.

“Evet, hayır,” dedim, sırtımı esneterek. “Evet, bak, ben iyiyim. Canım yanmadı. Hiç. Gerçekten. Sadece. Evet. Lanet... konsey filan. Şu kaldırım taşları... tehlikeli.”

Tanrım. Aşağı bakmaya korkuyordum. Ayağımı bile­ğimden koparmış olmalıydım. Nefesimi tuttum. Ölmek, ağ­lamak ya da bu kaldırımı bir balyozla parçalamak istiyordum.

Ama Eliza Wishart gülümsediğinde hepsi gözümden si­lindi. Çok güzeldi. Bugün küçük bir Audrey Hepbum gibi görünüyordu.

“Şey, bunu babama söylerim. Bir sonraki toplantıda gündemlerindeki ilk maddenin bu olmasını sağlarım.”

“Ah, hayır!” dedim. “Ben, şey, yani...”“Sorun yok, Charlie. Sadece şaka yapıyorum.”“Ah.”“Jeffrey nerede? Kriket mi oynuyor?”“Hayır, ev cezası almış. Dışarı çıkamıyor.”Komplocu bir tavırla gözlerini açtı.“Ah, gerçekten mi? Ne yapmış ki? Başı çok mu dertte?” “Sadece genel aptallığı. Önemli... yani kötü... bir şey

değil.”Gerilmiştim. Bu ana damgasını vuracağını hayal ettiğim

keskin zekâm neredeydi? Zekâm beni terk etmişti. Tam ona ihtiyacını varken, beyinsiz kalmıştım.

134

Page 132: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Sen kasabada ne yapıyorsun?” diye sordu Eliza.“Ah, hiç,” dedim bakışlarımı indirerek. “Sadece kütüp­

haneye gittim.”Başıyla onayladı.“Evet, sadece, bilirsin, okumak için."“Kütüphanede mi?”Bir an için afalladım. Eliza gülümsedi. Ah. Benimle

yine kafa buluyordu. Ustaca. Kendimi biraz göstermeliydim. Kızardığımı hissettim ve ayağımı yere sürttüm.

“Evet. Şey, bir kitapçının önünde kitapları karıştırıyor gibi yapmaktan daha az şüphe çekiyor.”

“Bu ne demek şimdi?” Ağırlığını bir bacağına vererek başını kaldırdı.

“Şey, bilirsin, dışarıdan bakıldığında sadece kitaplara bakıyormuşsun gibi görünüyor ama aslında bedava kitap okuduğunun farkındayım. Foyan meydana çıktı.”

Gülümseyerek gözlerini devirdi.“Evet, beni yakaladın. Suçüstü. İyi bir dedektif olurdun,

Charlie.”Bu beni gerçeğe geri getirdi. Başım dönmeye ve av ak

parmaklarım zonklamaya başladı. Mide bulantımı bastır­maya çalışarak zayıf bir şekilde gülümsedim. Bir tayyare bö­ceği belimin yanından hızla geçerken vurulmuş gibi aniden geri çekildim.

Eliza kaşlarını kaldırdı.“Eve dönmem gerek, Charlie. Evden kaçmış sayılının”“Ah, peki.” Bir güvercin gibi abartılı bir hareketle ha­

sımla onayladım.

135

Page 133: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Elıza elindeki ince romanı sallayarak elbisesini düzeltti. “Sadece bunu almam gerekiyordu,” dedi hemen ve kapıyı açarken duraksadı. “Beni eve götürmek ister misin?-"

Ağzım açık kaldı. Omuz silkerek başımı sallamaya devam ettim.

Kapıyı arkasından kapatırken küçük zil çaldı. Kendimi toparlamam için yeterince zamanım yoktu. Üzerimdeki giy­sileri çamaşırlıktan aldığım için kendi kendime kızdım. Kok­madığımı umuyordum.

Eliza elinde kesekâğıdma konmuş kitabıyla tekrar dışan çıkarken koltukaltlarımı kokluyordum. Kolumu o kadar sert indirdim ki nefesim kesildi.

Yürümeye başladık. İçimi sıkıntı basmıştı. Elini tutmalı mıydım? Bunu yapmalı mıydım? Yapmalıydım. Bunu yap­malıydım. Ama avuçlarım terliyordu. Hem de çok fazla. Kötü olacağı kesindi. İtici. Tutması için eline yapış yapış bir omurgasız hayvan vermek gibi olacaktı. Yani yapmamalıy­dım. Bunu yapmamalıydım.

Ama sahaya yaklaştığımızda Eliza’ya yakın yürüyor­dum. O geri zekâlıların sahada antrenman yapıyor olmasını ve beni onunla birlikte görmelerini istiyordum. Fakat yok­lardı. Bir incir ağacının gölgesinde golf sopasıyla vuruş tek­niği çalışan yaşlı bir adam dışında saha boştu.

Adamı ilgiyle izliyormuş gibi yaptım. Paniğe kapılıyor­dum. Eliza'yla sohbet etmeliydim. Jasper Jones gibi omuz­larımı dik tutmalıydım. Söyleyecek zekice bir şeyler bulabilmek için boş kafamı zorluyordum.

136

Page 134: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Aldığın kitap ne?” diye sordum, başımla kesekâğıdını işaret ederek.

“Ah.” Eliza kesekâğıdını iki eliyle tuttu. “Tiffanş ıie Kahvaltı."

Başımla onayladım ve biiyük bir balık gibi ağzımı açıp kapadım. Okumadığım için kendime kızdım ve okumaya karar verdim. O gece.

“Filmi dört kez izledim,” dedi. “Ama henüz kitabı oku­madım. Annem buna izin vermiyor ki bence aptalca, çünkü ne olduğunu zaten biliyorum ama yine de okuyacağım. Sa­bırsızlanıyorum. Keşke Manhattan’da yaşasaydım.”

“Bunu ben de isterdim. Belki de Brooklyn'de," dedim.“Şey, ben bir gün M anhattan'a yerleşeceğim. Sen de

Brooklyn’de yaşarsın. O zaman çay içmek için Plaza Ote- li'nde buluşuruz. Ben tilki kürkü mantomla topuklu ayakka­bılarımı giyerim , sen de kahverengi bir çizgili takım giyip

ekose alkım takarsın. Bir de pipo."

“ Kulağa hoş geliyor.”Sahayı geçtikten sonra Eliza’ların evine uzanan çakıl

döşeli yola saptık. Burası kasabanın eski kesimiydi ve önle­rinde büyük ağaçları olan iki katlı evlerle doluydu. C’orri-

gan'da s ın ıf ayrıntına işaret eden tek yer burasıydı Ama

bugün tuhaf bir şekilde sessizdi. Ortalıkta çocuklar v.ı da

hayvanlar görünm üyor, yanımızdan arabalar gelip geçm i­

yordu.

“Audrey H epbum ’ii sever misin?” diye sonlum

“ Evet. K esinlikle.” lilıza konudan hoşlanmış gıbıvd*

0 7

Page 135: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

"'Bence harika biri. Ve çok güzel. O çok... saygın. Sen sever misin?”

“ Dalga mı geçiyorsun?” Heyecanlanmasına sevinmiş­tim. “Yani, çok güzel bir kadın. Gerçekten güzel. Çarpıcı. M ükemmel. En sevdiğim... aktris. Kesinlikle.”

Gülümsedi. Aşırıya kaçmamış olmayı umuyordum. El­lerimi kontrol edemiyordum. Sanki benim değillermiş gibi etrafımda dönüp duruyorlardı. İç organlarımı dışarı döküyor- muş gibi görünüyor olmalıydım. Devam ettim.

“Çok yetenekli. Elbette. Açıkça. Yani, bilirsin, sadece güzel değil. Aynı zamanda da akıllı. Ondan gerçekten hoşla­nıyorum. Hem de çok.”

Eliza keyiflenmişti.“Tıffany’de Kahvaltıyı izledin mi?” Bunu sorarken ba­

şını kaldırıp bana kısık gözlerle baktı.“Şey, hayır. Henüz izlemedim.”“Gerçekten mi? İzlemelisin. Hangi filmlerini izledin

peki?”Lanet olsun. Şimdi hapı yutmuştum. Hangi filmlerini iz­

ledin peki, Charlie? Salak!“Ah, şey. Eee. Benim en sevdiğim muhtemelen...

Şey... Sonuncusu... Hani şu...” Bir türlü konuşamıyordum.“Rex Harrison’la olan mı?”“Evet!” Neredeyse olduğum yere yığılacaktım. “İsimleri

pek hatırlayamam da.”“Benim Güzel Meleğim,” dedi Eliza. Onu öpebilirdim.“İşte o!” dedim. “İnanılmazdı. Gerçekten.”

138

Page 136: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“O filmde adı Eliza olduğu için mi?”“Ah. ah, elbette,” dedim kızararak.Eliza gülümseyerek bakışlarını indirdi. Bu sohbetten

uzaklaşmaya hevesliydim. Bir süre sessiz kaldık.Belirgin şekilde daha yoğun gibi görünen Sullivan Cad-

desi’ne saptık. Burada ön bahçeler yemyeşil ve bakımlıydı. Bütün cadde boyunca iki sıra bakımlı ağaçlar uzanıyordu. Eliza yavaşladı.

“O halde muhtemelen duymadın?” dedi kısık sesle. Bütün vücudum gerildi. Ne diyeceğimi bilemedim. Ne­

fesim kesildi ve o alıştığım baş dönmesi tekrar başladı. Kaç­mak istiyordum.

“Hayır. Neyi?”“Ablam. Kayboldu. Dünden beri ortada yok. Nerede ol­

duğunu bilmiyoruz.”Sessiz kaldım. Eliza’lannkine birkaç ev kala durup bir

ağacın altına girdik. İnce dalların arasından dışarı bakıyor­duk. Eliza gölgede minicik görünüyordu.

“Annem ve babam çıldırdı. Şey, annem yani. Sürekli tit­reyip ağlıyor. Babam normal davranıyor ki bu da leş gibi bira koktuğu ve sürekli bağırıp çağırdığı anlamına geliyor.”

Konuşanııyordum. Ağzım kupkuru olmuştu.“Polis bütün sabah evdeydi. Bu yüzden kaçmak /onında

haldim. Onların orada olmasından nefret ediyorum.”“Onlar...” Boğazımı temizledim. “Ablanın nerede ola­

bileceği konusunda bir fikirleri var mı?” diye sordum (,'ok- tan yakalanmışım gibi boğazım acıyordu.

IV*

Page 137: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Hayır.” dedi. Ses tonu tuhaftı. Sanki başka birinin ai­lesinden söz ediyormuş gibi. Tavırlarında panik yoktu. İki­m i/ de birbirimizin gözlerine bakamıyorduk. Eliza yere bakıyor, ben de onun omzunun üzerinden bakıyordum. “Hayır, hiçbir fikirleri yok. Yakında aramaya başlayacaklar. Bugün öğleden sonra. Sanırım kasabadan da birilerini arama çalışmalarına katıyorlar ve şehirden özel polis geliyor.”

“Ah. tamam. Tanrım. Eliza. bu korkunç. Sen... sen iyi misin? Ablanın nerede olabileceğini biliyor musun?”

Elimi omzuna koymalı veya sırtını sıvazlamalıydım. Te­selli edecek bir şeyler yapmalıydım. Ama kendimi aptal ve y alancı gibi hissediyordum, çünkü aslında ablasının nerede olduğunu biliyordum. Eliza Wishart’ın canı yanıyordu ve ben sadece kendi kıçımı kurtarmayı düşünüyordum. Kendimi berbat bir serseri gibi hissediyordum.

Eliza’nın cevap vermesine fırsat kalmadan, caddeden güçlü ve tiz bir çığlık yükseldi. Eliza’nın annesi bize doğru geliyordu. Yüzü kıpkırmızı, gözleri pembe ve şişkindi. Peri­şan ve öfkeli görünüyordu. Geri çekildim.

“Ne yapıyorsun sen?” diye bağırdı Eliza’ya ve ağacın altına daldı. Ağzının kenarları belirgin şekilde aşağı sark­mıştı. Eliza sakin kalmaya çalışırken, annesi onu omuzların­dan tutup sertçe salladı. Eliza’nın başı ileri geri sallandı. Eliza bir an sonra hıçkırıklara boğulabilirmiş gibi görünü­yordu ama dayandı.

“Ne yapıyorsun sen? Seni aptal kız! Hangi cehennem­deydin? Kimseye söylemeden ne halt etmeye evden aynlı-

Page 138: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

y o r su n ? H e r yerde seni aradık! Seni aptal, aptal kız! Bana

ne yapmaya çalışıyorsun sen ha?”Eliza’nın annesi titriyordu ve hıçkırıklarını bastırmaya

çalıştığı belliydi. Kızının omuzlarını bırakmıyordu.Eliza yırtıcı bir kuşun pençelerindeki avı andırıyordu.

Sesi kısıktı.“Sadece Charlie’yi görmek için biraz dışarı çıktım.

Uzaklaşmadım. Buradaydım. Çıkmadan önce babama söy­lemiştim.”

“Bana yalan söyleme!”“Söylemiyorum,” dedi Eliza omuz silkerek.Annesi Eliza’nın yanağına sert bir tokat indirdi. Bunu

izlerken utandım. Eliza ise hiç etkilenmemiş gibiydi.“Bunu nereden buldun o halde, küçükhanım?” Annesi

kitabı Eliza’nın ellerinden kaparak yüzüne doğru salladı. Eliza’nm metaneti beni etkilemişti.“Charlie almış. Bu yüzden buluştuk, bana hediye ver­

mek istiyordu. Hepsi bu.”Annesi ilk kez şüpheci ve öfkeden parlayan gözlerle

bana baktı. Bunlara kesinlikle kanmadığı belliydi. Kendi yü­zümde şaşkınlık ve onaylama vardı.

“Eh, o halde sakıncası yoksa senin artık evine dönme zamanın gelmiş," dedi bana, Eliza’nın kolunu tutup sertçe Çekiştirmeden önce.

Eliza annesi tarafından uzaklaştırılırken bana dönüp ha­

fifçe gülümsedi.“Hoşça kal. Charlie. Kitap için teşekkürler."

141

Page 139: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Bir şey d e ğ i l d i y e seslendim ve ekledim: “Plaza’da görüşürüz." Ama duyduğunu sanmıyordum. Dolayısıyla ilk zekice sözlerim, altında durduğum ağacın yapraklarının ara­sında kayboldu.

Yeşil ipleri geri çekerek Eliza’nın annesinin omuzları sarkık, başı öne eğik halde yürüyerek uzaklaşmasını izledim. Yüzünü ellerine bastırmış, hıçkırarak ağlıyordu. Dengenin değiştiğini, şimdi Eliza’nın onu eve sürüklediğini fark ettim. Kolunu annesinin beline dolamış, ona sokulmuştu.

Eliza’nın davranışlarını düşündüm. Duygusuz ve kont­rollüydü. Tavırlarında panikten ziyade gerçekçilik vardı. Bahçe basamaklarından ön kapıya çıkarlarken annesine sa­rıldığını gördüm. Orada biri uzanmış kollar ve endişeli bir yüz ifadesiyle onları karşıladı. Dalların altına geri çekildim. Sonra, bir bıçak gibi aniden zihnime saplandı. Kalbim nere­deyse yerinden fırlayacaktı ve kamımdaki tuğla daha da aşağı kaymıştı.

Eliza V/ishart bir şeyler biliyordu.

Ben daha ön kapıyı kapayamadan annemin tokadı sura­tıma indi. Sert ve keskin bir şekilde. Bayan Wishart’ınkinden pek farklı değildi ama kesinlikle daha öfkeliydi. Uzun süre canım yandı. Şaşkın bir halde yüzüme dokundum. Annem babama seslendi. “Bu o, Wesley! Sorun yok!”

Annem bana çok ender vururdu. Hatta babama Wesley diye seslenmesi daha da enderdi. Bunun sadece başımın ciddi

142

Page 140: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

belada olduğu anlamına geldiğini anlamıştım. İssız sokağı­mızda yürüyerek eve yaklaşırken, sabah sessizce evden çık­tığımı unutmuş olmasını ummuştum.

Sonra bana bir tokat daha indirdi. Daha sert. Acıyla hay­kırdım. Sorgu başladı.

“Tanrı aşkına, sen ne halt ettiğini sanıyorsun? Nereler­deydin?”

“Jeffrey’lere gittim!” diye bağırdım ve kaşlarımı çatarak başımı çevirdim. Gözlerimin cam gibi olmadığını umuyor­dum.

“Zırvayı kes, Charlie. Bana yalan söyleme!” Bir tokat daha patlattı ve iki eliyle yakamdan tutarak sarstı.

“Kes şunu! Bu doğrul" Doğru olmadığı açıktı. Berbat bir yalancıydım.

“Üç saat önce seni aramak için oraya gittim, küçükbey! Yalan söylüyorsun! Nereye gittin? Hangi cehennemdeydin?”

“Sadece kütüphaneye gittim! Sakinleş. Özür dilerim!”“Sakinleşmek mi? Sakinleşmek mi? Ulu Tanrım, insan­

ların senin sahipsiz olduğunu düşünmesini mi istiyorsun?”İçimden yakamı tutan ellerine vurmak, baldırlarını tek­

meleyip tekrar dışarı kaçmak geldi.“Bu da ne demek şimdi be? Sadece kütüphaneye gittim

diyorum!”“Ah! Demek sadece kütüphaneye gittin, öyle mi” Ben

sana bu sokaktan ayrılmamanı söyledikten sonra. Ben sana giysilerini değiştirmeden bu evden çıkmamanı söyledikten sonra. Dışarısı tehlikeli, Charlie. anladın mı? Bunu hılıyoı

MJ1

Page 141: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

musun? Sokaklarda lanet olasıca bir saptk var ve sen mali- kânenin efendisi gibi ortalıkta dolaşıyorsun! Sen kim oldu­ğunu sanıyorsun?'*

“Ne?"“Bir kız kayboldu. Charlie," diye tısladı, yüzünü yü­

züme yaklaştırarak. Tırnaklarını koluma gömdü. “Laura Wis- hart. Kayboldu. Anladın mı?”

“Kayıp mı, kaçırıldı mı?" diye sordum. N eler duydu­ğunu bilmek istiyordum.

"Karşılık verme bana!” diye hırladı ve bir tokat daha vurmak için elini kaldırdı. Kaçmaya çalışınca tokadı kula­ğıma indi. Beynim çınladı. Bir an için kendimi suyun altın­daymış gibi hissettim. Hiç düşünmeden onu ittim . Afalla- mıştı.

“Odana git!” diye bağırdı çığlık çığlığa.“Gidemem! Orada bir eşekarısı var!”

“Ne?"“İçeride bir eşekarısı var! Giysilerimi bu yüzden değiş-

tiremedim!”

“Umurumda değil!” diye bağırdı, evin arka tarafını işa­ret ederek.

“Eh. bir süredir bu açıkça görülüyor!”

"Pardon?” Bana doğru eğilerek sıkılm ış dişlerinin ara­

sından konuştu.

“Pardonuna sokayım!” diye bağırdım. “O dam a gideyim

de arı beni soksun!”

Ben odama doğru yürürken annem de hem en arkanv

144

Page 142: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

daydı. Neyim olduğunu bilmiyordum. Az önce anneme küf­retmişim. Bu, kılıç kullanmadan harakiri yapmak gibi bir şeydi. Kapıyı çarptım ve annemin içeri girip beni öldüresiye dövmesine fırsat vermeden ince bir kitap sıkıştırdım.

Annem dışarıda, kapının önündeydi ama beni asıl ilgi­lendiren şey eşekarısının içeride mi, yoksa dışarıda mı oldu­ğuydu. Hemen duvarları ve tavanı taradım. Yatağımın üzerin­den Çıplak ve Ö/z'fyü kaparak bir köşeye geriledim. O anda Norman Mailer benimle ilgili ne düşünürdü acaba? Muhte­melen sırıtır, başını iki yana sallar ve bana korkak derdi. Muhtemelen bir çakıyla üzerime yürürdü. Öfke ve utançtan kıpkırmızı olmuştum.

Bağırışlar sona ermişti. Kitabı elimde hazır tutarak oda­mın her yerini araştırdım. Görünüşe bakılırsa eşekarısı mu­cizevi bir şekilde gitmişti. Şimdilik. Ama onun dışında da boğazıma kadar boka gömülmüş durumdaydım zaten.

Annem bir Gestapo subayı gibi kapıdan içeri daldı. Sı­kıştırdığım kitap yere savruldu. Bana öfkeli gözlerle baktı ve boğum boğum bir elbise kancasına benzeyen parmağıyla beni yanına çağırdı. Elinde bir kürek vardı. Nedenini bilmi­yordum. Silah olmamasını umuyordum.

“Benimle gel,” dedi.İtiraz etmedim.Onun peşinden dışarı çıktım. Öğleden sonraydı ve hava

dayanılmaz ölçüde sıcaktı. Gözlerimi kısarak ona baktım. Küreği doğrultarak ucunu kasıtlı bir şekilde, öldürmek iste­diği bir şeyi kovalar gibi birkaç kez yere vurdu. Annem du-

Page 143: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

runca başımı yana yatırdım. Yarıçapı kolum kadar olan bir daire çizdi. Kaşlarımı çattım.

Annem küreği bana uzattı. Aldım.“Nedir bu?” diye sordum.“Bir kürek.” dedi sadece. Ses tonundan hiçbir şey anla­

mamıştım. Kırgın mı. öfkeli mi, yoksa memnun mu oldu­ğunu bilemedim. Belki de hepsi birdendi.

“ Bunu ben de biliyorum,” dedim.“Eh. kazmaya başla o halde,” dedi. “Tam burayı.” Par­

mağıyla daireyi işaret etti.“Ne? Neden?” diye sordum salak salak bakarak. Ger­

çekten kafam karışmıştı.“Daha sonra öğrenirsin. Yeterince derin olduğunda kaz­

mayı bırak.”Başımı iki yana salladım.“M?? Hayır! Hava çok sıcak!”Parmağını kaldırıp göğsüme bastırırken burun delikleri

açıldı.“Charlie, sana tekrar söylemeyeceğim. Bu çukuru yete­

rince derinleştirene kadar kazacaksın. Bunu yapmazsan, bu yazın geri kalanını odanda geçirirsin: an olsun ya da olmasın. Anlaşıldı mı? Kitaplannı da elinden alınm. Her birini. Seçe­neklerin bunlar.”

“Ne? Ama bu haksızlık! Çok saçına!”“Ben adalet peşinde değilim. Buraya sana söyleneni

yapman gerektiğini öğretmeye geldim.” Eve doğru yürü­meye başladı. Kazandığım biliyordu. Daima kazanırdı.

146

Page 144: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Küreği tuttum ve yerdeki daireye bana ihanet etmiş gibi baktım. Kendimi cehennemin kapısını kazacak gibi hissedi­yordum.

Kaşlarımı çatarak küreği toprağa sapladım ve kazdığım toprağı annemin boynundan kopardığım et parçası gibi hayal ettim. Daha şimdiden terlemeye başlamıştım bile. Sinekler kutsal kadehin kendisiymişim gibi etrafımda dolaşıyordu ve üzerime konduklarını hissettiğim anda korkuyla kasılıyor­dum. Küreği toprağa saplıyor, toprağı kaldırıyor, bir kenara atıyor ve her seferinde anneme ağzıma gelen her türlü küfrü savuruyordum. Bu kadannı beklememiştim. Belki de bu çu­kuru kazmayı bitirince onu içine atardım. Ama öfkem işimi kolaylaştırıyordu. En azından bir süre öfkemi kusmamı sağ­lamıştı. Ancak bu sadece kumlu yüzey yerini yoğun çamura bırakana ve avuçlarım su toplayana kadar devam etti. İslak tişörtümü çıkarıp yere attım. Kimin yıkayacağını bilerek üze­rine kasıtlı şekilde çamur attım. Susamıştım. Ölüyordum. O kadar terlemiştim ki kendi mezanmı kazıyomıuşum gibi his­sediyordum.

Bu çukurun ne işe yarayacağını tahmin etmeye çalışı­yordum. Burada sıcaktan kavrulduğumdan, belki de gölgelik bir ağaç dikebileceğimizi hayal ediyordum. Örneğin bir oka­liptüs ağacı gibi. Ya da dev gibi bir dut ağacı; yolun aşağı­sında oturan Bay Malcolm'unki gibi. Altında kitap okuya­bileceğim bir ağaç. Bu güzel olurdu. Belki de Hliza’ların cad­desindeki gibi geniş ağaçlardan b iri.

Eliza’yla birlikte o ağacın gölgesinde durduğumu™

147

Page 145: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

havai ettim. Yanaklarının kırmızılığı, temiz kız kokusu, hü­zünlü bir şekilde yere bakan gözleri. Bana Laura’yı anlatır­ken evlerine nasıl dalgın gözlerle baktığını hatırladım. Keşke elini tutabilseydim veya yanağını okşayabilseydim. Keşke her şeyin yoluna gireceğini, Laura’nın yakında ortaya çıka­cağını söyleyebilseydim.

Ama Laura Wishart ölmüştü. Bunu biliyordum. Jasper Jones'un onu ağaçtan indirişini izlemiştim. Sonra cesedini birlikte suya atmıştık. Şimdi onu arıyorlardı ve onu bulduk­larında beni almaya geleceklerdi.

Keşke daha fazlasını sorsaydım. Kafamda o kadar çok soru vardı ki. Eliza bildiğimi bilmeyebilirdi ama sanırım o bir şeyler biliyordu. Şüphelendiği biri mi vardı? Laura ve Jasper Jones’un birlikteliğini biliyor muydu? Jasper’ın ye­rinden haberi var mıydı? Laura’nın akşamları oraya gittiğini biliyor muydu? Biliyor olamazdı.

Ama belki de...Eliza Wishart, korkunç bir sona uzanan bir kitabın say­

falarını tutuyordu. Ya da en azından bir kısmını. Peki o say­falan parmaklarının arasından nasıl alabilirdim? Onu tekrar görmeliydim. Hem de yakında. Böylece pencereme geldi­ğinde Jasper'a verecek bir şeylerim olabilirdi. Böylece bu sorunu çözebilirdik.

Su toplayan yerlerim patladı. Dişlerimin arasından hava çektim. Yere baktığımda, ayağımdan birkaç santim ötede duran bakır rengi bir tırtıl gördüm. Dev gibiydi. Kesinlikle bir piton kadardı. Yarasa yiyor muydu? Bir kediyi kolayca

148

Page 146: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

öldürebilirdi. Ya da küçük bir çocuğu. Korkuyla inleyerek küreği attım ve çitlere doğru koştum.

Aym anda annem bir bardan çıkan öfkeli bîr kanun ka­çağı gibi evden dışarı fırladı tabii. Tel kapı evin duvarına çarptıktan sonra tekrar kapandı. Önce çukura, sonra bana baktı.

“Baksana sen, sana durmanı söylediğimi hatırlamıyo­rum! Kazmaya devam et, Charles Bucktin,” dedi sert bir ta­vırla.

Gözlerimi kapayarak derin bir nefes aldım.“Ellerim su topladı.”“Benim de tembel bir oğlum var. İkisi de acı verici. İşin

bitince sana iyotlu su veririm. Haydi! Kazl Bu senin tişörtün mü? Çıkar onu çamurun içinden, seni pis çocuk! Hemen! Eş­yalarına biraz saygı göster!”

Çukurun yanma geri dönerken onu kızdırdığım için içten içe sırıtıyordum ama bu bir züğürt tesellisiydi. Küreği bir silah gibi elime aldım ama tırtıl gözden kaybolmuştu. Orada olduğunu bilmek ama onu görememek daha da kö­tüydü. Muhtemelen toprağın altında saldırmaya hazır halde bekliyordu; Dünyalar Savaşı filmindeki sapık bîr uzaylı gibi. Tüylerim ürpermişti. Aniden çişim geldi.

“Kaz!” diye bağırdı annem ve kazmaya devam ettim.Annem çok sertleşmişti ve bu çok şaşırtıcıydı. Her

zaman sinirli ve huysuzdu ama hepsinin altında biraz sıcaklık °lurdu. Bilmiyorum. Belki de sonunda sabrı taşınıştı. Babam dışında herkes onun Corrigan’dan nefret etliğini görcbılı-

I4V

Page 147: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

yordu. Bana kalırsa her zaman etmişti. Elbette ben sadece fikir yürütebilirdim ama benim doğumumdan altı ay önce ev­lenip buraya taşınmış olmaları, utanç verici bir şey yüzünden şehirden kaçtıklarını düşündürüyordu. Belki de babam ancak burada iş bulabilmişti. Belki de bir macera duygusuydu: Bü­yüyen bir kömür kasabasında yeni bir başlangıç.

Pek olası görünmüyordu.Annem zengin bir aileden geliyordu ve etrafımdaki ko­

nuşmalardan duyduğum kadarıyla aynı çevreden biriyle ev­lenmesi beklenmişti.

Ama babamın ailesi zengin filan değildi. Büyükbabam bir işçiydi ve tüberküloz yüzünden genç yaşta ölmüştü. An­layabildiğim kadarıyla babamın ağabeyleri ailenin geçimini sağlayabilmek için okulu bırakmak zorunda kalmışlardı. Açık arayla en küçük kardeş olduğundan, işler babam için daha kolay olmuştu ve okul hayatına devam ederek başarılı bir şekilde bitirmişti. Herkes onun doktor veya avukat ola­cağını düşünmüştü. Kendilerinin asla sahip olamadığı fırsat­lara sahip olmasını istemişlerdi. Dolayısıyla edebiyat okuya­cağını söylediğinde sanırım herkesi hayal kırıklığına uğrat­mıştı.

Annem ve babam üniversitede tanışmıştı. Onları sağlıklı saçlı ve parlak tenli gençler olarak hayal etmek zordu. Bir­birlerinin yanında heyecanlanan âşıklar olarak düşünmek daha da zordu. Babamın o zamanlar yazar olma hayalleri kurup kurmadığını merak ediyordum. Acaba onu anneme çeken şey bu mu olmuştu? Bilmiyordum. Ama annemin bü­

150

Page 148: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

yüdüğü ortamdan çok uzak olduğu belliydi.Annem bana hamile kaldığında, kamının şişliği çok be­

lirgin hale gelmeden önce kaçmaları ve babamın eğitimini tamamlaması için ancak zamanları olmuştu. Annem eğitimini asla tamamlayamamıştı ve babam da hiçbir romanını yayım- latamamıştı.

On üç yıl sonra, annemin burada hiç mutlu olmadığını bir kör bile görebilirdi. Hayatından kesinlikle memnun de­ğildi. Kız kardeşimin ölümünden sonra sanırım bir süre vaz­geçmişti. Sanırım bir anlamda artık teslim olmuştu. Corrigan' ın üst tabaka hanımlarıyla birlikte bir gruba katılmıştı; orga­nizasyonlara yardım ediyor, spor gruplarına ve demeklere katılıyordu. Ya şimdi? Şimdi sadece öfkeliydi. Parlaklığını kaybetmişti. Sabrı taşmıştı artık.

Son zamanlarda ailesini giderek daha sık ziyaret etmeye başlamıştı; özellikle de bu yaz boyunca. Daha önceleri şehre yılda bir-iki kez gidip uzun süre kalırken, şimdilerde sık sık hafta sonlarını orada geçiriyor ya da gece kalmaya gidiyordu. Gideceğini de nadiren söylüyordu. Babamla benim için ye­mek ve giyecek hazırlıkları yaptıktan sonra, kasaba gidermiş gibi hiç tantana yapmadan gidiveriyordu.

Dahası, eskiden şehre gittiğinde dinlenmiş ve neşeli bir halde dönerdi. Hediyeler getirir, en son haberleri paylaşırdı. Morali yüksek olurdu ve bana daha yumuşak, babama daha nazik davranırdı. Ama şimdi eve geldiğinde gergin ve sinirli oluyor, başarısızlıkla sonuçlanan bir kaçma girişiminden sonra hücresine geri getirilmiş gibi davranıyordu.

ISI

Page 149: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

V n /fg M IVCV

Bir gün hiç geri gelmeyebileceğim hissetmeye başla­mıştım. Açıkça reddedebilirdi. Ailesinin ona baskı yaptığını biliyordum. Bencilce endişeleriyle onu sarıp sarmaladıkla­rını. kaçırdığı ve hak ettiğine inandıklarını iddia ettikleri şey­leri sürekli olarak hatırlattıklarım biliyordum. Onların etkisinde kaldığı için onu gerçekten suçlayamazdım. Sonuçta o ortamda büyümüştü. İstediğini her zaman elde etmiş olan kız yüzeyin hemen altındaydı. Ama bizden utandığı için onu suçluyordum. Bugünlerde geri döndüğü her seferinde o hissi algılıyordum: Yeterince iyi olmadığımızı düşündüğünü. Ve buna katılmıyordum. Babam sinir bozucu olabilirdi ama iyi ve dürüst biriydi. Diğer babaların oğullarına nasıl davrandı­ğını ve şanslı olduğumu biliyordum. Diğer yandan, benim geliş zamanımı seçmek gibi bir şansım olmamıştı. Ben zam­anlama hatasıydım, kazaydım. Talihsizliktim. Yine de yanlış bir şey yapmamıştım.

Küreği sertçe toprağa saplayıp annemin nasıl bir or­tamda doğduğunu düşündüm. Ne kadar şanslı olduğunu. Ama aramızda bunun dışında bir fark yoktu. Bunun ne an­lamı olabilirdi? Bilmiyordum. Peki, ya Eric Edgar Cooke? Onun zamanlamasına ve şansına ne demeliydi? Annem gibi Nedlands'de doğmuş olsaydı, yıllar sonra yaptıklarını yine de yapar mıydı? Sokaklarda yine öyle terör estirir miydi?

Duraksayarak alnımı sildim. Elim ıslandı. O kadar su­samıştım ki terimi yalayabilirdim. Bu lanet olasıca çukur ne içindi ki? Bir koi* göleti mi olacaktı yani? Bir bombardıman sığınağı mı? Her yanımı ateş basmıştı, leş gibiydim ve artık

• Hanında Yetiştirilen hır tür süs balıfcı

152

Page 150: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

sıkılmıştım. Killi toprak sert, yoğun ve ağırdı. Sağ tarafım­daki toprak birikintisi bir çift arsız yalıçapkınını çekmişti ki bu beni rahatlatmıştı. Toprağı eşeleyerek böceklerle kendi­lerine ziyafet çekeceklerdi. Biraz ara vererek, birinin bir so­lucanı mideye indirişini izledim.

“Bir şey değil,” dedim.Başını yana eğerek bana sanki acıyan gözlerle baktı. Ar­

kadaşı aniden bir komşunun ağacına uçarak oradan halime güldü.

“Arkadaşın nankör alçağın teki,” diye hırladım. Geride kalan yalıçapkını bana kurnaz gözlerle baktıktan sonra omuz silker gibi göründü.

Başımı iki yana sallayıp karamel rengi killi toprağı kaz­maya devam ettim. Dikkatimi çeken sokağın sessizliğiydi. Genellikle uğultulu ve gürültülü olurdu ama şimdi kilise kadar sessizdi.

Birkaç saat içinde neredeyse belime kadar kazmıştım. Su toplayan yerlerim artık acının ötesine geçmişti. Bu kesin­likle daha uzun süremezdi. Dickens gibi bir şeydi. Cenevre Sözleşmesi kesinlikle daha fazla kazmamı engellerdi.

Yine de devam ettim.Kazarken bir yandan Cooke’u ve basit, ölke dolu man­

tığını düşünmeye geri döndüm. Sadece birilerini incitmek is­temişti. Bu tam anlamıyla intikamdı. Ama gerçekten öyle miydi? Orada bir anlamda babasından intikam mı alıy ordu? Başka yollarla karşılık mı veriyordu? Fakat o zaman neden av olarak kadınları seçiyordu? Babasının onıı yaptığı gibi

153J

Page 151: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

neden öfkesini masumlardan çıkarıyordu? Bu hiç mantıklı delildi. Belki de istediği o güç duygusunu hissetmekti. Ha­yatı boyunca itilip kakıldıktan, dayak yedikten ve aşağılan­dıktan sonra her şeyi tersine çevirmek istemişti. Belki de babası olmak istemişti. Rolleri değişmek. Sonunda üstün taraf olmak. İnsanların onun merhametine kalmasını iste­mişti, Onların canını yakan kişi olmak istemişti. Tıpkı onun canını yaktıkları gibi. Belki de bütün şehrin o korkuyu tat­masını. Gerçekte bu olabilir miydi? Deli Jack Lionel için de avnı şey geçerli olabilir miydi?

Laura VVishart ölmüştü. Biri onu öldürmüştü. Kesin ola­rak bildiğim tek şey buydu.

Jasper Jones’u görmem gerekiyordu. Eliza Wishart'ı görmem gerekiyordu. Deli Jack Lionel hakkında daha fazla­sını öğrenmem gerekiyordu. Laura hakkında daha fazlasını bilmem gerekiyordu. Corrigan hakkında. İnsanlara yaptıkları şeyleri yaptıran şeyler hakkında. Konulan daraltmaya, bu­damaya başlamalıydım. O zamana kadar zilinim düşünceler ve endişelerle dolu olacaktı.

Bir anlamı varmış gibi tekrar kazmaya başladım. Ken­dimi işe kaptırmak istiyordum. Daha fazla düşünmek istemi­yordum. Başımın etrafında bir turnike varmış gibiydi. Bunu asla istememiştim.

Alacakaranlıkta kaburgalarıma kadar gömülmüştüm ve damarlarımda asit akıyormuş gibi hissediyordum. Küreği bı­raktığım anda kaskatı kesildim ve kendimi bitkin hissettim. Kuyunun duvarına dayanarak avucumu inceledim. Gözlii-

154

Page 152: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

güm toz toprak içindeydi ama onları silecek bir şeyim yoktu.Durduğumu hissetmiş gibi annemin arka kapıdan çıkıp

bana doğru yürüdüğünü duydum. Dönüp bakmadım, önümde, çukurun kenarında durarak ellerini beline koydu ve başıyla yavaşça onayladı. Çıkardığım işi kıskandığını dü­şünmek istiyordum.

Bütün ikindiyi neden toprağı eşeleyerek geçirdiğimi bir an önce öğrenmek istiyordum. Sağımda biriken toprağın oluşturduğu tepeye bakarken, işimle gurur duymaktan ken­dimi alamadım. Gerçek bir başarı sayılırdı. Diğer yandan, onaylanmak ve takdir görmek de istiyordum. Bunun kesin­likle harika bir çukur olduğunu duymaya can atıyordum. Ça­balarımı takdir etmesini istiyordum. Bana iyi bir iş çıkardığımı söylemesini. Amacına mükemmelen uyduğunu.

Ama kesinlikle bir şey sormayacaktım.Başımı eğik tutarak avucumla ilgilenmeye devam ettim.

Muhtemelen küstahça bir hareketti ama umurumda bile de­ğildi.

“Pekâlâ, Charlie,” dedi annem, hâlâ sert bir sesle konu­şarak. “Kazmayı bırakabilirsin.”

Sessiz kaldım ama annem toprak yığınını işaret ederken başımı kaldırdım.

“Şimdi hepsini geri doldur.”Bir an duraksadım. Annem arkasını dönüp uzaklaşmaya

başladı. Toprak yığınına dehşetle baktuıı ve aniden olduğum yerde hızla döndüm.

“N eT

155

Page 153: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Kazdırın büıiin toprağı geri doldur dedim," dedi, bana bakmak için bile dönmeden.

"N e demek geri doldur?" diye bağırdım. Boğazımda bir şe \ 1er düğümlenirken bütün yüzümü ateş bastı.

Aniden durup bana döndü. Halinden çok memnun oldu­ğunu görebiliyordum. Birden babasına benzemişti. Devasa bir dağ sıçanını andıran adama.

“Şu toprak yığınım açtığın bu çukura geri doldur diyo­rum. Charlie. O halde bırakamazsın. Arka bahçemde lanet olasıca koca bir çukur istemiyorum. Uzun sürmez. İçeri gel­meden önce de hortumla yıkan. Teşekkürler.”

Öfkeden deliye dönmüştüm. Sokağın aşağısında yalı- çapkınlarınm sesini yeniden duydum. Başımı iki yana salla­dım.

“Hayır,” dedim kararlı bir tavırla.“Pardon?” Annem gözlerini iri iri açtı. “Ne dedin sen?” “Hayır dedim. Bu saçmalık. Yorgunluktan geberdim.

Çukuru filan doldurmuyorum. Bir çukur istemiyorsan, kaz­mamı da söylememe!ivdin. Unut bunu.”

“Sen az önce bana ne dedin?” Bana doğru eğildi.“Ne yani, sağır mısın? Çukuru filan doldurmuyorum

dedim! Bu aptallık. Bir hiç uğruna bu kadar çok çalıştım!” “Ah, bu konuda yalnız değilsin, küçükbey. Buna hayat

denir!”“Hayır!” diye bağırdım. Artık umurumda değildi. “Senin

hayatın böyle olabilir ama benimki değil!”“Ağzından çıkanlara dikkat et!” Bağırıyordu. Alnında

156

Page 154: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

bir damar kabarmıştı. “Charlie. ya geri döniip işini bitirirsin ya da yazın geri kalanını odanda geçirirsin. Bunda ciddiyim. Noel'i de unutabilirsin! Bu çukurun bir amacı olmasını mı istiyorsun, genç adam? Şu lanet olasıca tavırlarını oraya koyup üstünü kapamaya ne dersin? Hangisi olacak? Tercih senin. Charles Bucktin.”

Bu bir tercih filan değildi. İki elinde birden gübre tutup, bana sağdakini ya da soldakini yemeye karar vermemi söy­lemekti. Anneme sırtımı döndüm. Ona bir cevap vermek is­temediğim gibi, gözlerimin dolduğunu göstermeye de niyetim yoktu. Onun gittiğini hissettikten sonra yavaşça dönüp burnumu çektim. Zorlukla hareket ederek, kısık sesle küfürler savurarak, bana yaptığı haksızlık için lanet olasıca iğrenç başını bu çukura gömebileceğimi fısıldayarak toprağı geri atmaya başladım.

Henüz gitmemişti. Ve elbette söylediklerimin her keli­mesini duymuştu. Bir elini enseme kenetleyip beyinciğimi çıkarmaya çalışır gibi sıktığı anda bunu anladım. Tırnaklan jilet gibiydi. Kulağıma eğilerek tısladı. “Sen çok kaba bir ço­cuksun!”

Ve beni az önce gurur duyduğum toprak yığınının üze­rine itti. Toprak yumuşak, serin ve gevrekti. Kollanmı ken­dime kalkan yapmak için kaldırdım ama bana vurmadı. Sadece küreği yerden kapıp eve doğru yürüdü.

“Şimdi doldur şu çukuru!"

157

Page 155: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Baham bahçeye geldiğinde hava neredeyse kararmış ve ışını hemen hemen bitmişti. Baştan aşağı toprak içindeydim ve o kadar yorulmuştum ki avuçlarımla biraz daha toprak at­tığım her seferinde homurdanmaktan kendimi alamıyordum.

“Pekâlâ. Bu kadar yeter, Charlie. Haydi.”Başımı kaldırmadım. Öfkemi göstermek için çalışmaya

devam ettim.“Charlie! Beni duydun mu? Yeter artık, dur dedim. Daha

sonra toparlarız.”Devam etmek istiyordum ama yapamadım. Dizlerimin

üzerine çöktüm.“Neyin var senin böyle, evlat?” diye sordu. Hemen sa­

vunmaya geçtim.“Ne? Hiçbir şey. Bilmiyorum. Neden?”“Şey,” dedi babam sonsuz sabrıyla, “çünkü normalde

akıllı ve mantıklı bir çocuksundur.”“Ben çocuk değilim. Yakında on dört yaşımı dolduraca­

ğım,” diye araya girdim. Bunu neden yaptığımı bilmiyor­dum.

“Eh. Pekâlâ. Doğru. Ama öyle olsa bile, annene söyle­diklerin bir kenara, daha önce küfrettiğini bile duymamıştım. Kesin bir talimata karşı geldiğin de olmamıştı. Bu sence de çok sıra dışı değil mi?”

Benimle böyle konuşmaya devam etmesini istiyordum. Bir dengi, bir meslektaşı gibi. Onunla boy ölçüşecek kadar akıllıymışım gibi.

“Dinle, Charlie," diye devam etti. “Bugün kasabaya git-

Page 156: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

mek istediysen birimize sorman gerekirdi. Tamam mı? Bu hepimizi bir sürü sıkıntıdan kurtarırdı. Görünüşe bakılırsa özellikle de seni.” Doldurduğum çukuru işaret etti.

“Sorun o değil,” diye ağzımdan kaçırdım ama hemen sustum. İçimden babama her şeyi anlatıp çözümünü ona bı­rakmak geliyordu. Ama hemen başımı iki yana salladım. “Unut gitsin.”

“Annen endişeleniyor, Charlie. Bunun için onu suçla­yamazsın. Bir ölçüde ikimiz de endişeleniyoruz. Çok sinir bozucu bir şey oldu. Laura Wishart’ı duymtışsundur. Neler olduğunu kimse henüz bilmiyor. Bu yüzden, seni elimizden geldiğince güvende tutarak doğru olanı yapmaya çalışıyoruz. Çok büyük olasılıkla bir şey çıkmayacak, Charlie. Öyle ol­masını umuyorum. Ama bugünlerde neden dikkatli olmak is­tediğimizi anlayabiliyor musun?"

Neden bu kadar duyarlı olmak zorundaydı ki? Neden her şeyi bu kadar güzel dile getirmek zorundaydı? Atticus Finch gibi bir avukat olmalıydı. Ama o zaman bir şeylere karşı durması gerekirdi.

Başımı eğdim. Bu hiç adil değildi ama umursamıyor­dum. Öfkeliydim ve her yerim acıyordu.

Yere çömelerek iç çekti.“Diinya değişiyor, Charlie. Benim çocukluğumda her

Şey çok farklıydı. Gerçekten değişmeye başlıyor. Burada bile.”

“Bu konuda haklısın.” dedim öfkeyle.“Birçok kişi korkuyor. Özellikle de Laura ku\ ipken Bir

159

Page 157: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

sürü şev olup bitiyor."

Benimle nadiren böyle konuşurdu. Bu şekilde ki son ko­nuşmamızdan sonra bana kütüphanesini açmıştı. Utanmış ve biraz da heyecanlanmıştım. Nasıl karşılık vermem gerekti­ğinden emin değildim. Bu yüzden sadece başımla onayladım.

“Her neyse," dedi ayağa kalkarken. Dizleri çatırdadı. “Annen az önce bu akşam sana yemek vermeyeceğini söy­ledi, içeri girer girmez sana da söyleyecek. Bence tartışmak yerine kabullen, tamam mı? Bu gece briç oynamaya gidecek, o gittikten sonra bir şeyler yiyebilirsin. Bence yeterince ce­zalandırıldın.”

“Emin misin? Yani, istersen burada sana hemen bir ku­lübe yapıp sonra da yıkabilirim.”

Beklemediğim bir şekilde gülerek beni şaşırttı.“Tıpkı annen gibisin, Charlie.”“Saçmalık,” dedim. “Bana bunu söyleme.”Yine güldü.“Senin için çok şey yapıyor, biliyorsun.”Ayağa kalkıp şortumdaki toprağı silkeledim.“Evet, şey. bir hizmetçi de yapardı,” dedim sakince. Babam kaşlarını çattı.“Bu da ne demek?”“Hiç.”Nefesini burnundan üfleyip iri gözlerini bana kendimi

çocuksu ve huzursuz hissettiren bakışlarla üzerime dikti.“Dinle, sadece saygı gördüğünü hissetmek istiyor. Bü­

yüdüğünü biliyorum, Charlie. Fakat o hâlâ senin annen.

160

Page 158: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Senin için en iyisini istiyor. Ama hâlâ bir şeyle ilgili herhangi bir sorunun varsa, etrafından dolaşmanın daha zekice yollan da var. Biraz daha kurnaz davranmak zorundasın, tamam mı? Daha diplomatik ol. İnan bana, oğlum, onunla boynuz tokuş- turmaktansa daha fazla şansın olur. Anladın mı?”

“Sanırım,” dedim, asık yüzle.“Ödün vermek yenilgiyi kabul etmek demek değildir,

Charlie.”“Bunu kim söyledi?”Babam gülümsedi. “Ben.”Leylak rengi loş ışıkta, çukurun kenarında biraz daha

oyalandık.“Bugün öğleden sonra neredeydin?” diye sordum. Kaşlarını kaldırdı.“Aslında Madenciler Loncası'ndaydım. Araştırmaların

organizasyonuna yardım ediyordum. Öğle yemeğinden hemen sonra başladılar.”

Göğsüm sıkıştı ve biri boğazımı sıkıyormuş gibi hisset­tim. Bu bazı cevaplar almak için ilk fırsatımdı.

“Ciddi misin? Ne düşünüyorlar? Neredeymiş? Biliyor­lar mı? Onu nerede arıyorlar? Ne yapacaklar?”

“Şey, böyle şeyler küçükten başlar, Charlie, sonra ge­nişler. Bulunması ne kadar uzun sürerse, araştırmalar o kadar derinleşip genişler. Ama şimdilik yapabileceğimiz en iyi şe> sakin kalmak ve olası yerleri araştırmak.”

“Hangi yerler?” diye sordum.“Nehir kıyısı, yakın çevreler gibi. Ailesiyle \e arkadür

IM

Page 159: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

lam la da konuştuklarını tahmin ediyorum. Sonra olanlar ko- nusunda bir fikir edinmek için parçaları birleştirmeye başla­yacaklardır. Ama muhtemelen bu gece ortaya çıkabileceğini düşünüyorum. Bunu gerçekten umuyorum.”

“Ya çıkmazsa?” Bu sorulan sonnanm tehlikeli olduğunu hissediyordum. Bir ağaçkakan kamıma vurup duruyordu. Ancak babam benim endişelerimi de başkalarınınki kadar doğal karşılıyordu.

“O zaman araştırmalar genişler. Yarın keşif uçaklan kul­lanacaklar. Nehri araştırmak için şehirden dalış ekipleri de getirdiler ama bunlara gerek kalmamasını umuyorum. Emin değilim, Charlie. Gönüllüler muhtemelen ormanı araştırmaya devam edecektir. Daha fazla bilgi ve destek toplamak için kasaba toplantıları da yapılacaktır. Kız bulunana kadar araş­tırmalar her geçen gün daha da yoğunlaşacaktır.”

“Ya yine bulamazlarsa? Ya hâlâ kayıpsa? Sonsuza dek arayamazlar, değil mi?”

Ya Jasper’ın yerini keşfederlerse? Ve barajı? İpuçları ne kadar belirgindi? Baraj gölüne de dalış ekipleri gönderirler miydi? Gölün çamurlu dibine? Onu gerçekten bulabilirler miydi?

“Şey, hayır. Elbette bunu yapamazlar. Bu kaynaklar sı­nırlı.”

“Ne kadar?”“Gerçekten bilmiyorum, evlat,” dedi babam. İlgim

şüphe uyandırmamıştı. Gözlerini kısmıyor, bana sorular sor­muyordu.

Page 160: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Pekâlâ,” dedim. Bir elini omzuma vurdu ve saçlarımı okşadı. Güven veren bir tavırla gülümsedi.

“Dinle, dediğim gibi, muhtemelen işler o noktaya gel­meyecek. Laura yakında ortaya çıkar. Bence evden kaçmıştır ya da bir arkadaşında kalıyordun Öyle bir şey. Kafana çok fâzla takma, Charlie. İnsanlar her yerde sürekli kaybolup ye­niden bulunuyor ama Corrigan’da böyle olaylar çok büyütü­lür, çünkü herkes herkesi tanır ve bu tür şeyler dışında kasaba çok sakindir.”

Başımla onayladım.“Laura’yt iyi tanıyor musun?” diye sordu.“Hayır. Pek sayılmaz. Ama kardeşini tanıyorum. Eliza.” “Doğru. Ben Eliza’yı tanımıyorum ama Laura birkaç

yıldır öğrencim. Sessiz bir kız. Çok zeki. Çok da bağımsız. Ama bugün bu insanlara söylediğim gibi, sıkıntılı ve patla­yıcı bir tarafı da var. İnsanlarla arasına mesafe koyar, dola­yısıyla onu diğer öğrencilerim kadar iyi tanımıyorum. Ama tek başına yürüyüp gitmek, yapmaya kalkışabileceği bir şey gibi görünüyor.”

“Ciddi misin?”“Ben bundan şüpheleniyorum, Charlie. Ev ortamlarının

nasıl olduğunu bilmiyorum ve çatılarının altında olup biten­leri bildiğimi söyleyemem. Yani, neden buradan gitmek is­temiş olabileceği konusunda fikir yürütmek bana düşmez, ama kişiliğinde öyle bir şey yapmasına neden olacak bir yön olduğunu düşünüyorum. Kimseye söylemeden gitmiş olabı lir. Muhtemelen onu yakınlarda bir yerde bulurlar veya parası

lot

Page 161: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Craig Silvey

bilince bağlantı kurar/'“Öyle mi dersin?" diye sordum.Çenesini kaşıyarak saçlarını düzeltti. “Bence çok büyük

olasılıkla böyle oldu, evet.”“Böyle düşünen tek kişi sen misin?”“ Herkes aynı şeyi umuyor, Charlie, herkes onun sağ

salim evine dönmesini istiyor. Ama her türlü olasılığa karşı hazırlıklı olmalılar.”

“Kaçırılmak gibi mi? Ya da cinayet?” diye patladım. Sonra suçüstü yakalanmış gibi donup kaldım. Sanki Laura’yı koltukaltlarından tutmuş halde bir projektör ışığına bakıyor­muşum gibi. Dehşete kapılarak nefesimi tuttum.

Babam iç çekerek başım yana yatırdı ve kısık sesle ko­nuştu.

“Sanırım bu da bir olasılık, Charlie. Ama çok, çok düşük bir olasılık.”

“Gerçekten mi? O halde neden benim evde kalmam ge­rekiyor? Neden kimse sokaklarda oynamıyor?”

Ağzı açıldı, tekrar kapandı. Ben de onu hazırlıksız ya­kalamıştım.

“Bunun pek olası olmadığını söyledim ama imkânsız da değil. Bak...” Duraksayarak kelimelerini dikkatli seçmeye çalıştı. “Böyle durumlarda, insanlar neler olduğunu gerçek­ten anlamadıklarında, gerek olmasa bile en kötüsünü düşü­nürler. İnsanların karanlıktan korkması gibi. Aslında korktukları şey karanlığın kendisi değildir; o karanlıkta neler olabileceğini bilmemeleridir. Göremedikleri, dolayısıyla da

164

Page 162: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı 'nın Unutulan Çocukları

emin olamadıkları için, normalde olabileceğinden daha kötü şeyler olduğunu hayal etmeye başlarlar. Demek istediğimi anlıyor musun?”

“Sanırım.”

“Sana anlatmaya çalıştığım şu, panik ve korku etkisini göstermeye başladığında, mantık çabucak bir kenara atılabi­lir. Özellikle insanların casusmuş gibi dedikodu yaptığı böyle bir kasabada. Bu yüzden, şimdilik, Laura için çok fazla en­dişelenme. Yakında ortaya çıkacaktır, evlat.”

Kirli ayaklarıma baktım. Asıl korktuğum da Laura'nın ortaya çıkmasıydı zaten.

Laura’yla ilgili gerçeğin sıcaklığını ve yalanımın soğuk­luğunu hissederek istemdışı bir hareketle omuz silktim. Gö­rünmez karıncalar yine vücudumda dolaşmaya başlamıştı. Yıkanmam gerekiyordu. Sıcak suyun içine gömülmeliydim. Kiri temizlemek için ovalarken derimi de vücudumdan söküp atmak istiyordum.

Gergin görünmüş olmalıydım, çünkü babam kolumu tu­tarak bana içeriyi işaret etti.

“Unutma.” dedi. “Şimdilik akşam yemeği yok ve kabul­leneceksin, tamam mı? Annenden de özür dile. Biraz ödün verirsen hayatının ne kadar kolaylaştığını göreceksin.”

İçeri girerken eli hâlâ çıplak sırtımdaydı.

Daha sonra, annem ve onu briç partisine gÖtürn\e\e gelen arkadaşı Beverly evden çıkıp kapıyı kapadıktan sonra.

lı*5

Page 163: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

bahanı sığır eti konserveli sandviçimi hazırlayışımı izliyordu.“Her şeyi bulduğun gibi bırakmayı unutma,” diye

uyardı. “Şu ekmekten de çok fazla kesme. Yoksa annen anlar ve bu kez çukur kazan ben olurum; ikimizin cesedi için.”

“Bu ciddi bir mesele,” deyip yavaşça başımı iki yana salladım. Banyo yaptığım ve annem de gittiği için şimdi mo­ralim biraz daha iyiydi.

“Ve çok ciddiyim,” dedi babam gülümseyerek. Çaydan­lık ocağın üzerinde ıslık çaldı ve babam kupasını çaydanlığa yaklaştırdı. Bana bol sütlü bir kahve hazırladı. Sandviçimi o kadar sıktım ki kırmızı soğanlar kenarlarından taştı. En azın­dan bugünkü çalışmam iştahımı açmıştı.

İkimiz de odalarımıza yönelirken dönüp babama sor­dum.

“Orada ne yazıyorsun? Yani... bir kitap mı?”Babam şaşırarak duraksadı. Bana soran gözlerle baktı.“Neden sordun?”“Bilmiyorum. Sadece belki de içeride yaptığın şey

budur diye düşündüm.”

Cevaplarken ağırlığını arkaya verdi, başını çevirdi ve kütüphanesine bakındı.

“Hayır, hayır, burada genellikle kitap okuyorum, Char­lie. Ve notlandırmalarıını yapıyorum. Zamanımı böyle geçi­riyorum. Sanırım roman yazma işini romancılara bırakmak en iyisi.”

“Muhtemelen haklısın,” dedim sakince, bakışlarımı ka­çırırken. İkimi/ de odalarımıza girip kapılan kapadık. Ağır

I6<>

Page 164: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı ’nın Unutulan Çocukları

bir şekilde sandalyeme çöküp tabağımı masamın üzerine bı­raktım ve babamın bana cevap verirken yüzünü nasıl buruş­turduğunu ve bakışlarını kaçırdığını düşündüm. Neden yalan söylediğini merak ediyordum.

Jasper Jones pencereme gelmemişti.Saatlerdir onu bekliyordum. Hana çabucak çıkabilmek

için cam tabakalarını bile yerinden çıkarmıştım. Ama bütün yaptığım, her türde böceğin içeri girmesini sağlamak olmuştu ki şu anda lambamın etrafında dönüyorlardı. Onları kovala­maya çalıştım ama işe yaramadı. Bu yüzden iki kitabı zil gibi kullanarak aralarında avlamaya çalıştım.

Jasper Jones gelmemişti ve ona ihtiyacım vardı. Nerede olduğunu merak ediyordum. Ne yaptığını merak ediyordum. Acaba gizleniyor muydu, yoksa araştırma mı yapıyordu? Bir cevap bulmaya ne kadar yakın olduğunu merak ediyordum. Ormandaki yerine geri dönmemiş olmasını umuyordum. Ya oııu izlemişlerse? Ya onun peşine düşmüşlerse?

Ama temkinli olduğunu tahmin ediyordum. Arka bah­çemizden uzak durmasının da temkinden kaynaklandığını düşünüyordum. Tekrar buluşmak, gerçeğin peşine düşmek için önce ortalığın yatışmasını beklememiz gerekirdi.

Öyle olsa bile en azından yanımda olduğunu bilmek ıs terdim. O zaman kendimi bu kadar yalnız hissetmezdim

Yorgundum ve huzursuzdum. Gecede hiç esinti vokuı ve nem çok yüksekti. Jasper'ın ışıklarımızın sönmesini hek­

im

Page 165: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Icyıp beklemediğini görmek için pencereden dışarı sürün­düm. Arka bahçemi/de durdum. Can sıkacak kadar sessizdi. Arama gruplarını düşündüm. Ya gece olduğu için evlerine çekilmişlerdi veya ellerinde meşalelerle ormanı didik didik ediyor. Laura'ya sesleniyorlardı.

Döndüm. Evin alt katında babamın kütüphanesinden loş bir sarı ışık yayılıyordu. Duygularım karışıktı. Kırgındım, çünkü yakın zamanda benimle dertleşmiş, sonra da perdesini tekrar çekivermişti.

İçten içe o pencereye yaklaşıp gizlice bakmak istiyor­dum. O perdeyi kenara çekmek. Onu suçüstü yakalamak ve yalanını yüzüne vurmak.

Belki de başka bir romana başlamalıydım. Daha az gü­lünç olan birine. Ona yeterince zeki olduğumu kanıtlamalıy- dım. Jasper Jones hakkında yazabilirdim ve romanım da Jasper gibi omuzlan ve sırtı dik bir şekilde tek başına ayakta durabilirdi. Bir gün gidip babamın masasının üzerine atar­dım; yayımlandığından bile haberi yokken. Doğal bir tavırla, önemli bir şey değilmiş gibi. Ve ona biraz teslim olmakla ha­yatın daha kolay olabileceğini, ama bir şeye vazgeçemeyecek kadar sıkı tutunmanın daha iyi olduğunu söylerdim.

Bir araba aniden evimizin önüne yanaştı. Hemen tahta­lara yapıştım. Bu Beverly’nin arabası değildi. Belki de gelen polisti. Belki de Jasper’ı bekliyorlardı. İzleme görevi. Belki dc beni almaya gelmişlerdi. Sorgulamak için.

Hillman sonsuzluk gibi gelen bir süre boyunca sessiz ve hareketsizdi. Sonunda annem kahkahalar arasında arabadan

168

Page 166: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

indi. Tuhaf bir görüntüydü. Belki de bir hayli sarhoş olabile­ceğini düşündüm. Arabanın içinde bir şey arıyormuş gibi içeri eğildi. Sonra kapıyı kapadı ve el sallayarak yavaşça geri çekildi. Araba giderken annem arkasından gülümseyerek baktı. Eve girmek için döndüğündeyse yüzü giderken olduğu kadar ifadesizdi.

Odama döndüğümde gözlerim kapanıyor, bütün vücu­dum dayak yemişim gibi ağrıyordu. Böceklere, sıcağa ve Jas- per’ı beklemeyi istememe rağmen göğsümde Mark Twain hissiyle geri çekilmeye başladım. Ve itiraz etmedim. Kolayca vazgeçtim. Zihnimde yine Eliza Wishart’la birlikte o ağacın altındaydım ve söylemem gereken bütün doğru şeyleri söy­lüyor, yapmam gereken bütün doğru şeyleri yapıyordum.

Page 167: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

www. f acebook. com/groups/ekitaphane

www. f acebook. com/ekitaphane

HASRET =)

Page 168: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

D ördüncü Bölüm

JefFrey’ye O z B ü yü cü sü ile ilgili bir kâbus gördüğümü

söyledim.

Ama ona Dorothy’nin elbisesini ve kırmızı ayakkabıla­

rını giydiğim i veya annemin Jasper’ın koruluğundaki cadı

olduğunu söylem edim .

“Oz B ü yü cü sü mü?” diye sordu yüzünü ekşiterek.

“Ciddi m isin? Am a kâbus görebileceğin çok daha esaslı ko­

nular var. Köpekbalıkları gibi. Karada yürüyebilen, yüzgeç­

leri jilet keskinliğinde komünist köpekbalıkları gibi.”

Test maçının öğle tatiliydi. Uydurma kale direği olarak

kullanmak için sokağın ortasına tahta bir sandık sürüklemişti.

Vuruşu Jeffrey yapacaktı.

“Dikkatini çekerim ,” dedi düşünceli bir tavırla. “İşe ya­

rayabilir. Bir düşün. Sinopsis anlamında.”

“N eyi düşüneyim?”

171

Page 169: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

"Oz Büyücüsü'nü, seni geri zekâlı. Pekâlâ. Dinle. Genç bir kız. birini öldürdüğünü keşfettiği tuhaf bir yere gelir. Ce­sedi ortadan kaldırdıktan ve üç arkadaş bulduktan sonra, başka bir şehre giderek orada ikinci cinayetini işler ve yine hırsızlık yapar. Sonra kaçar. Senin de dediğin gibi, Chuck. Hiçbir şeye güvenilemez.”

"Şarkı söyleyen cüceler filan değil, değil mi?” diye sor­dum.

"‘Cinayet, Chuck. Cinnaaayyeettr "Geceleri uyuyamamama şaşmamak gerek.”"Oh!” dedi Jeffrey, aniden doğrulup sonra öne eğilerek.

"Ya Eliza’nın ablası? Adı neydi... Laura? Kaybolmuş. Sen de duydun, değil rai? Sence neler olmuş olabilir?”

"Ne? Ben nereden bileyim?” diye tersledim.Biraz geriledi.“Sakin ol, aptal. Spekülasyon diye bir şey var. Elbette

ki senin bildiğini filan düşünmüyorum. Tabii onu kaçıran sen değilsen. Onu sen mi kaçırdın, Chuck?”

Gözlerimi kapayarak derin bir nefes aldım.“Evet. Bendim. Sen de aptalın tekisin.”“Aptal semin. Sana inanmıyorum zaten. En azından, sen

Laura’yı değil, Eliza’yı kaçırırdın. Böylece onu koklaşmak için pis inine götürürdün. Çünkü onu seviyorsun.”

“Koklaşmak mı?”"Koklaşmak, Chuck.”"Bu da ne demek'V'“Ah, bilirsin.” Jeffrey ağzını açarak göz kırptı. Dayaktan

Page 170: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

canını çıkarmamak için kendimi zor tuttum.Konuyu değiştirmeye karar verdim. “Dün krikette ne

o ld u r“Hiç. Bir şey kaçırmadım. Bütün gün yağmur yağmış.

Yani şanslıydım.”“Hâlâ ev hapsinde olmadığın için şanslısın asıl. Paçayı

nasıl sıyırdın?”“Sanırım annem beni başından savmak istedi.” Jeffrey

omuz silkti ve yanağını tuhaf bir şekilde omzuna sildi.“Onu suçlayamam. Ben olsam seni dışarıda, bir çadırda

beslerdim.”“PuffftV Jeffrey yüzünü ekşiterek sopasını ayağına

vurdu. Yaklaşık yarım saat ona top attım. Hiç çaba harcama­dan canımı çıkardı.

Sokak sıcak ve tuhaf bir şekilde sessizdi. Neredeyse ıs­sızdı. Görünüşe bakılırsa bu tuhaf sokağa çıkma yasağı hâlâ sürüyor ve çocukların çoğu evlerinden çıkamıyordu. Biz bir şey için geride bırakılmışız gibiydi.

Oldukça iyi bir çizgi ve uzaklıkla sağlam bir atış yaptım. Artık küstahlaşmış olan J elif ey çömelerek sağlam ve isabetli bir vuruşla karışılık verdi. Top doğruca An Lu’nun Kesin Ölüm Bahçesi’ne girdi ve beyaz çiçekli bir çalılığın altında gözden kayboldu.

“Bam!” diye bağırdı Jeffrey. “Biliyor musun, C’huck. bazı vurucular uzun bir atışı sadece engelleyerek güvenli oy­narlar, ama Jeffrey Lu onlardan biri değildir. Onun bir tar/ı vardır. Buııa kontrollü saldırganlık denir, Chuck. Ölçülü Bu

Page 171: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

çocuk çok yükselecek!*'“H.veı. gidip şu topu da alacak.”“Has*tir! Sıra sende.”“Sana has Y/r! Sen daha yakınsın. Git de al.” Durduğum yerden beni bekleyen arıları görebiliyordum. “Sıra sende, odun kalalı. Gidip topu al. Bu saçmalığı

Jeffrey Lu'ya yutturamazsın.” Jeffrey yine gölge boksuna döndü.

“Haydi oradan. Eğer sana yardım etmemi istiyorsan gidip topu al.”

“Bu büyük bir küstahlık! Senin beceriksizliğin için neden ben cezalandırılıyorum?” Jeffrey gökyüzünden bir cevap bekler gibi ellerini havaya kaldırdı.

“Çünkü sen aptalın tekisin!”“Buna ayrımcılık denir!”“Elimde değil, Jeffrey. Ben bağnazım.”“Pekâlâ. Topu ben alacağım. Sonuçta ben böceklerden

korkmuyorum.” Jeffrey alaycı bir tavırla çalılara doğru yü­rüdü. “Gözüpek kahramanımız geri dönebilecek mi? Yoksa tehlikeli uğurböceklerinin kurbanı mı olacak?”

“Kapa çeneni, aptal! Sol tarafına doğru gitti.”“Ne dedin. Chucktin Bucktin? Chuck Buck-bak-bak-

bak-bak-bıdaaak!”“Yakınında bile değilsin. Ve pembe çiçekleri eziyorsun.

Baban deliye dönecek.”O anda iki keşif uçağının uzaktan gelen uğultusunu du­

yarak donup kaldım. Başımı kaldırdım. Soğuk tuğla. Benim

174

Page 172: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

için geliyorlardı.“Yaşasın! Şuna bak!” dedi JefTrey, elinde topla bana

doğru yürürken. “Arama için geliyor olmalılar. Keşke iniş­lerini görebilseydik."

Uçakları izledim. Sessizce. Gökyüzünde iki siyah yu­sufçuk.

“Ben içeri gireceğim,” dedim.Jeffrey dev gibi siyah saatine parmağını vurdu.“Aslında haklısın. İkinci yarı başlamak üzeredir.”“Hayır. Bak. Ben sadece... Ben sadece eve döneceğim,”

dedim dalgın bir tavırla, yukarı bakmaya devam ederek. Çok sarsılmıştım. Bir an önce kapalı bir yere girmek istiyordum.

“Ne? Ama maç!”“Evet, bak, daha sonra görüşürüz. Benim sadece gitmem

gerek...” Başımı eğerek yürümeye başladım.“Pekâlâ. Oyunbozan!” diye söylendi Jeffrey. Arkamda

tahta sandığı eve geri sürüklediğini duydum. Maçı kaçırma­mak için acele ediyordu.

Babama uçakları sormak, işe yarayıp yaramadıklarını bilmek istiyordum. Ne kadar uzağı görebildiklerini. Ama evde değildi. Kütüphanenin kapısı aralıktı. Dışarıda arama­lara yardım etmeye gitmiş olmalıydı. Keşke ben de onunla gitseydim. Aptallık etmiştim. Şansım olduğunu pek saııma- sam da ertesi gün deneyecektim.

Annem öğle yemeği isteyip istemediğimi sordu. Kibarca reddettim.

“Uçakları gördün mü?” diye seslendi.

|7Ş

Page 173: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Craig Silvty

“Eivet.” dive cevap verdim ve odamın kapısını yavaşça kapadım.

Birkaç saat sonra pencerem çılgınca vuruldu. Neredeyse sevinçten havaya uçacaktım. Jasper Jones nihayet gelmişti. Yatağın üzerine fırlayarak pencere kolunu lunapark makine­siymiş gibi çektim.

Pencere açıldı ve Jeflrey Lu ortaya çıktı. Kaşlarımı çat­tım. Daha önce hiç arka pencereden gelmemişti.

“Chuck! Chuck! Chuck! Chuck!” Deli gibi sırıtıyordu.“Ne?” Hayal kırıklığımı gizleyemiyordum.“Doug Walters!”-Ne?"“Lanet olasıca Doug Walters! Yüz sayı yaptı! İlk oyu­

nunda!”Bir şey söylemedim.“Sana söylemiştim!” Mutluluğu biraz bulaşıcıydı. “Sana

söylemiştim, Chuck! O bir şampiyon! Bradman’dan daha iyi.”

“Jeffrey, bu daha ilk sahaya çıkışı.”“Ama şimdiden iyi bir ortalama yakaladı bile!”“Sen gerçekten salaksın.”“İçeri girebilir miyim? Biraz kalabilir miyim?” diye

sordu hoplayıp zıplayarak.Arka kapıyı açtım.“Kim o?” diye sordu annem, evin diğer ucundan sesle­

nerek.

176

Page 174: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı ’nın Unutulan Çocukları

“Sadece Jeffrey,” diye seslendim.“Bu eve girip çıkmak için ön kapıyı kullanırız, teşek­

kürler! Bir dahaki sefere bunu hatırlayın lütfen.”Başımı iki yana sallayarak Jeffrey’ye dönüp gözlerimi

devirdim.Odama girince komodinimin üzerinde duran bir kitabı

aldı.“Yengeç Dönencesi,’' diye okudu. “Nasıl? İyi mi bari?’* “Bir sürü koklaşma var,” dedim.“Ciddi misin?”“Ciddiyim.”Dikkati dağılmış gibiydi. Heyecanlıydı. Yine omzuyla

yanağını kaşıdı.“Arka bahçenizde neden o kadar çok toprak var?” diye

sordu dışarı bakarak. “Laura Wishart’ı oraya mı gömdün?” Gözlerimi kapadım. Derin bir nefes aldım. Ve verdim. “Evet. Salak.”“Hayır, gerçekten. Ne için bu?”“Annem bana dev gibi bir çukur kazdırdı, işim bitince

de tekrar doldurttu. Ellerimle.”“Ne? Neden?” Jeffrey yüzünü buruşturdu.“Şey, annesine küfrettiği için ceza alan tek kişi sen de­

ğilsin. Ama benimki biraz daha doğrudan davrandı.”‘We? Gerçekten mi?” Jeffrey yumruğunu ısırdı. “Nasıl

°ldu da ölmedin be?”“Çünkü bu çok kolay olurdu. O acı çekmemi uygun

gördü. Gerçekten ortadan kalkmadan bütün ölüm acısını tat­

Page 175: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

mamı isledi sanırım. Çukur bu yüzden kazıldı.”“Chuck, bu muhteşem! Annen tam bir hain dâhi."Bir süre daha böyle devam ettik. Ben masama oturdum,

o yatağınım üzerine tünedi. Jeffrey’nin sık sık yere baktığını fark ettim. Arada bir yüzünde bir ifade belirip kayboluyordu. Hasta olup olmadığını merak ettim.

Ve aniden söyleyiverdi. Öylece. Sıradan bir şeymiş gibi. “Akrabalarımdan birileri öldürüldü.”Jeffrey bacaklarını yatağın kenarına vurdu. Uzun bir

sessizlik oldu. Ne diyeceğimi bilemiyordum.“Jeffrey, bu korkunç. Ne zaman? Kim'? Neler oldu? Jeff­

rey. bu çok korkunç!”“Dün oldu. Dayım ve yengem. Yengem ve dayım. Bana

daha fazlasını anlatmadılar. Annemin büyüdüğü köyde olmuş. Bilmiyorum. Sanırım bombadan.”

“Bomba mı?”“Evet.”“Jeffrey, ben... Bu gerçekten çok korkunç. Sen iyi

misin?”Jeffrey o kadar da sarsılmış görünmüyordu. Bacakları

ritm tutmaya devam ediyordu.“Evet, iyiyim, Chuck. Onları tanıyor filan değildim. Hiç

karşılaşmadım. Ama üzücü. En çok etkilenen annem oldu tabii. Ben daha çok onun için üzüldüm. Ağlamaları bir türlü kesilmedi.”

“Tahmin ederim.”Yavaşça başımla onaylayarak bakışlarımı ayaklarıma in­

dirdim.

I7K

Page 176: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

S essiz lik huzursuz edici bir sis gibi odayı kapladı.“Ç ocu k lar ı var m ıy d ı? ” d iy e sordum bir süre sonra.

“Evet. Evet, iki tane. Bir kız, bir oğlan. Oğlan benim ya­şımda... kız da dört yaşında sanırım.”

“Onlar iyi mi?”“Onların da bombalanıp bombalanmadığını mı soruyor­

sun?”“Şey, evet.”“Hayır. Onlar yaşıyor. Yaralandıklarını filan sanmıyo­

rum. Annem ve babam bizimle kalmaları için onları getir­meye çalışıyor ama sanırım bu çok zor bir şey.”

“Öyle mi? Neden? Sonuçta çocuklar öksiizl Hemen bu­raya gelebilmeliler!”

Jeffrey omuz silkti.“Peki onlara ne olacak?” diye sordum. Göğsüm daha da

sıkışmıştı.“Şey, sanırım köydeki diğer akrabalarımızın yanında ka­

lacaklar. Ama sanırım bu büyük bir yük. Dolayısıyla anladı­ğım kadarıyla babam onlara bolca para gönderecek.” Jeffrey avucuyla burnunu ovaladı.

“Ailen oraya gidecek mi? Yani, bilirsin, cenaze için filan?”

Jeffrey başını yana yatırdı. “Şey, dün gece gerçekten üz­günken annemin bundan söz ettiğini duydum. Hemen geri dönmek istiyordu. Hatta bavullarını filan hazırlamaya başla­mıştı. Ama babam onu durdurdu.”

“Nasıl?”

Page 177: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Jeffrey bir an için irkildi. “Şey, çünkü orada b o m b a la r

\ 3r, Chuck. Savaş var. Çok tehlikeli. Benim için bile.”“Ama yapabilecekleri bir şeyler olmalı,” dedim.Yine sessizleştik. JeiTrey yatağımın üzerinde iki yana

sallanıp duruyordu. Ne düşündüğünü merak ediyordum. Acaba özellikle bunu konuşmaya mı, yoksa bundan kaçmaya mı gelmişti? Ne diyeceğimi veya bir şey söylemem gerekip gerekmediğini bilmiyordum. Doğru kelimeleri bulamıyor­dum. Sanırım başsağlığı dilemek gelenekseldi. Filmlerde ve kitaplarda böyle yaparlardı.

“Çok üzüldüm. Jeffrey.”“Senin hatan değildi ki.”“Ne demek istediğimi biliyorsun. Odun kafalı.” Bunu

hafifçe gülümseyip başımı eğerek söylemiştim. “Annen için gerçekten çok üzgünüm. Çok sarsılmış olmalı.”

“Evet,” dedi Jeffrey başıyla onaylayarak. “Aynı za­manda da çok öfkelendi. Bağırıp duruyor. Hatta dün gece so­kayım demeye başladı. Şuna sokayım, buna sokayım

“Ciddi misin?”“Evet, ciddiyim.” Jeffrey sırıttı.“Buna inanamıyorum.”“Biliyorum. Çok tuhaf. Bir de babamı görmeliydin.

Şoka girmişti. Benim hatammış gibi dik dik bana bakı­yordu.”

İkimiz de güldük. Rahatlayarak. Ve sonra kendimizi kaptırarak gülmeye devam ettik. Elimizde değildi.

Sonra yine Doug Walters konusuna döndük. Jeffrey

180

Page 178: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

bana adamın işinin henüz bitmediğini, yarın devam edece­ğinden emin olduğunu söyledi. İtiraz edemedim. Erkeklerin memelerinin yararlarım tartıştık ve herhangi bir amaçlan ol­madığına karar verdik. Sonra diş macunlannı nasıl çizgili ya­pabildiklerini düşündük.

Nereden aklıma geldiyse, Jeffrey ye insan dışında hay­vanların bir gün öleceklerini bildiklerini düşünüp düşünme­diğini sordum; yoksa onlar için bir sürpriz mi oluyordu?

“Elbette bilmiyorlar,” dedi. “Hepsi aptal. Maymunlar dışında. Bir de filler, onlar bilebilir. Muhtemelen iletişimle ilgili bir şey. Ömeğiiinnn, bir korsanın istenmeyen bebeği olsaydın ve seni ıssız bir adada bıraksalardı, başka hiçbir in­sanla bağlantın olmasaydı, muhtemelen öleceğini filan bil­mezdin.”

“Mantıklı bir değerlendirme,” dedim, başımla onayla­yarak. “Ancak bu ilginç bir avantaj. Kendinin ve tanıdığın herkesin öleceğini bilmezsen üzülmezsin de. Hangisini tercih edersin? Bilmemeyi ve sonunda şaşılmayı mı, yoksa bütün hayatın boyunca bilip yaklaşmasından korkmayı mı?”

Jeffrey düşündü.“Sanırım çoğu kimse bilmek istemezdi. Bence üzerinde

düşünmemeyi tercih ederler. Ama ben bilmek isterdim. Harrr! Yoksa insan tembel olup şişmanlar ve her şeyi sürekli erteler. Biri sana gelecek hafta öleceğini söylese, muhteme­len geri kalan hayatını olabildiğince dolu yaşamaya çalışır, tehlikeli sporlar filan denerdin.”

“Doğru,” dedim yine başımla onaylayarak.

İKİ

Page 179: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

'•Ama bilmemek elinde değil. Sanının btı yüzden cen­netle ilgili bu kadar saçmalığı uydurdular; insanlara bu ko­nuyla ilgili kendilerini daha iyi hissettirmek için. İsa ‘Ah, biliyor musunuz, endişelenmeyin, iler şey sona ermedi. Eğer uslu durursanız, buradan ayrıldıktan sonra bir bulutun üze­rinde oturacak, çırılçıplak harp çalmayı öğrenecek, voleybol oynayacaksınız,* demeye başladığında, herkes sadece kabul­lenip gülümsedi ve ölümü düşünmek yerine uslu durmaya odaklandılar.*’

“Bence İsa senin tavrından nefret ediyor.”“Elbette ediyor, Chuck. Ben gerçekleri söylüyorum. Bir

tarikat kurmalıyım.”Gökyüzü şimdi parlak turuncu renkteydi. Serinlikte kuş­

ların cıvıltısını duyabiliyordum. Yan evdeki çocuklar çimen fıskiyesinin altında çığlık çığlığa oynaşıyordu. Jeffrey yine ayaklarını vurdu.

“Pekâlâ. Artık geri dönmem gerek, Chuck.”“Tamam, peki.”Başını aniden arkaya atarak alnına bir şaplak indirdi. “Ah. unuttum. Aptal annem yatak odasından çıkmadığı

için bu gece yemeği babam yapıyor. Ulu Tanrım, tam bir kâbus olacak. Pişirdiği her şey balgama benziyor ve tadı da salamuraya yatırılmış irin gibi oluyor. Tuzlu irin, Chuck! Ye­meye çalışırken içim dışıma çıkıyor. Kendini dünyanın en iyi aşçısı olduğunu sanıyor ama aslında herbat\"

“Benim babam gibi.”“Yemek yapmaları yasaklanmalı. Bunu engelleyen ku-

Page 180: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tunn '»un Unutulan Çocuktan

nunlar olmalı.’* Jeffrey bunları söyleyerek çıktı.“Kesinlikle destekliyorum, dostum.”Onu arka kapıdan geçirdim. Uygun ve rahatlatıcı bir

şeyler söylemem gerektiğini biliyordum ama aklıma hiçbir şey gelmiyordu. Kelimeler beni yarı yolda bırakıyordu. On­lara ihtiyaç duyduğum her seferinde yaptıkları gibi. Sadece dudaklarımı birbirine bastırarak çaresizce baktım.

Jeffrey beni selamladı.“Chuck, sana veda ediyorum.”“Ben de sana,” dedim ve arkasından baktım. Omuzlarım

daha önce hiç görmediğim bir şekilde sarkıtarak uzaklaştı.

Babamla birlikte oturmuş haberleri izliyordum. Tavan­daki vantilatör başımızın üzerinde sarsılarak dönüyordu ve ikimiz de buzlu limonata içiyorduk. Jeffrey’niıı akrabalarıyla ilgili bir şeyler duymayı bekliyordum. En azından umut ve­rici bir şeyler. Daha önce gördüğüm gibi sokaklarda yapılan yürüyüşler, atılan sloganlar. Ama Vietnam hakkında hiçbir şey yoktu. Hiç haber verilmiyor, hiç söz edilmiyordu.

Bunun yerine, ekranda Madenciler Loncasfm ve Cor- rigan kasaba merkezinde dolaşan insanları görerek şaşırdım. Tam karşımda, televizyonda! Önce tanıyamadım. Babam koltuğunda öne eğilirken neredeyse içeceğini döküyordu. Akşam yemeğini hazırlamakla uğraşan anneme seslendi ve annem ince bir ekose havluya ellerini silerek yanımıza geldi Endişeli bir tavırla kaşlarını çulmışlı. Ellerini beline kovarak durdu.

1*3

Page 181: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

t knmda la u ra 'n ın hır fotoğrafı vanlı Sıyah-hcyuz Hırt

zorlam ış gıhı gülüm süyordu 1 »O/lcnnde eksik hır şc> vurdı

lUhcr sptkcn launı'mn muhtemelen kaçlığını söylüyor, »cturdr yaşayanları onu gördükleri takdirde yetkililere haher vennelen »çın uyarıyordu Bir şey bilenlerin veya onu gö­nenlerin puluç haher \ermesini istiyordu. Kamımdaki tuğla kıpırdandı Bay ve Bayan Wıshart da ekrandaydı, Evlerinin önünde yan yana duruyorlardı Petc Wishart metin görünü­yordu. Tuhaf, kararlı hır sükûneti vardı. Bayan Wıshart daha telaşlıydı Yüzü perişan görünüyordu. Gözleri şişmişti. Ko­nuşmuyordu. Kocası insanlardan olabilecek her şekilde yar­dımcı otmalannı üterken, kendisi dudaklarını germiş hır halde sadece başıyla onaylıyordu Bunu izlemek korkunçtu En azından Eliza orada değildi.

Başka hır habere geçildi. Baham hana döndü.“Bütün bunlan bilmiyordum Şu haber."“Sence ne anlama geliyor?" diye sordum.“Şey. her şeyden önce kızın hâlâ ortaya çıkmadığı anla­

mına geliyor, evlat Belki de şehre gitmiştir. Bu endişe vcnci. İtiraf ediyorum. Charlie Bugün gerçekten ortaya çıkmasını bekliyordum Belki de sandığımızdan daha uzağa gitti."

Nefesim hızlanmıştı. Limonata bardağımla oynayıp du­ruyordum

•Yanı hâlâ hır şey gelmiyor mu aklına, yanı, ne bileyim, daha kötü bu şey?"

Baham ıç çekerek hana doğru hafifçe eğildi.“Seninle bunu konuşmuştuk "

İ M

Page 182: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Biliyorum. fak al . Televizyonu işaret ettim ~|)ınk Burada h ili öyle bu durum olduğunu gösteren

hır şey yok. Charlie Tatmam mı? laura Wı*hart. perşembe gece*» evinde ve yalağındaydı Adeti bunu doğruladı. Ve uhah orada delildi. Bu kadar hatıl ve hu kadar zor Bir mü­dahale. mücadele ya da ona benzer tur şey gösteren hiçbir i/ yok. Her şey. odatının pcncercundcn süzülüp kaçtığım gös­teriyor."

*Tek başına mı?** diye tordum.•'Muhtemelen. Görünüşe bakılma, bugün keşfettiğime

g ö r e , Laura’nın geceleri uzun yürüyüşlere çıkma adeti var­mış ama daima sabaha gen dönermiş."

“Nereye gittiğini biliyorlar mı?" Pvngr kapılmak üze­reydim. Limonatama bir tatarcık düşmüştü

"Hayır. Işın tuhaf tarafı, konuyu hiç açmamış!» Onunla bu konuyu hiç konuşmamışlar. Ama içinden çduknası zor bir durum yarattı. Şimdi nehir kıvıunda bınyie buluşmuş olabi­leceğini düşünüyorlar**

Zorlukla yutkundum.“Kim olduğunu biliyorlar mı**"Annem araya girdi.“Wes. bence bunlan konuşmamalıyız. Charlie* nin

önünde olmaz. Bence bu kadar yeter.""Ne? Neden?" diye ıtira/ ettim yüksek sesle.Baham sakince bir elini kaldırdı “Annen haklı"***e? Neden** \etien haklı? Bu hiç mantıklı defcı!! El­

Page 183: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

bette bunları bilmeliyim!*'“Charlie!" diye çıkıştı annem.“Charlie!” diye uyardı babam.Ters bir bakış attım. Annem havlusunu bana doğru sa­

vurdu.“Gördün mü. VVesley?" Annem ağır şekilde duygusal-

laşnuştı. “O da tıpkı senin gibi! Kesinlikle söz dinlemiyor!”Öfkeyle çıkıp gitti ve kapıyı çarptı.Afallayıp kalmıştım.“Bu da neydi böyle?” diye sordum fısıltıyla, kapıyı işa­

ret ederek.Babam yine iç çekerek öne eğildi.“Charlie, diplomasi konusunda söylediklerimi hatırlıyor

musun?”“Ne? Tabii. A m a...”“Dinle, sen ve ben bu konuyu daha sonra her zaman ko­

nuşabiliriz. Tamam mı? Akıllı davran. Anneni kışkırtma. Ve inan bana, sana haddinden fazlasını söylüyorum zaten. Başka ailelerde böyle şeyleri asla duymazsın, bu yüzden şükret.”

Haklıydı. Babam her zaman haklıydı. Ama içimdeki inatçı ve kararsız bir şey hâlâ zorluyordu beni.

“Tamam. Anlıyorum. Ancak sadece, şimdi, lütfen, tam konu açılmışken bana şunu söyle: Kimle buluştuğunu bili­yorlar mı?”

Elimde değildi. Sormak zorundaydım.Babamın yüzünden sabnnın taşmak üzere olduğunu an­

lıyordum. Artık şansımı zorluyordunı. “Hayır. Hiçbir fikirleri

1*6

Page 184: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

yok. Ve onlara ben de yardım edemem. Okulda kimseyle ara­sının iyi olmadığı bir gerçek. Çok fazla arkadaşı yoktu. Ama biriyle buluşmuş olması hâlâ mümkün. Aynı şekilde tek ba­şına gitmiş olması da mümkün.”

“Yani bu, buralarda, Corrigan’da aramalara son vere­cekleri anlamına mı geliyor?”

“Charlie..." Babam kapıya bir bakış attı. Hâlâ fısıldaşı- yorduk.

“Ne? Annem duyamaz. Bilmem gerek"' “Endişelendiğini biliyorum, evlat.” Babam bir an du­

raksayarak beni inceledi. “Pekâlâ. Hayır. Aramaları bıraka­caklarını sanmıyorum. Burada bir sürü yer var. Keşif uçakları bir süre daha kalacak. Sanırım birkaç gün daha. Ve dalış ekipleri de yarın geliyor. Arama ekipleri, gönüllüler olduğu sürece devam edecek. Ama gerçekten samanlıkta iğne ara­mak gibi bir şey bu. Kız kesinlikle hiç iz bırakmadan kay­boldu. Her yere gitmiş olabilir. Zeki bir kız. Laura bulunmak istemiyorsa, durum daha da zorlaşır. İnsanlar çok az imkânla ellerinden geleni yapıyorlar. Bu yüzden bilmiyorum. Ailesi için çok üzülüyorum. Onlar için cehennem azabı olmalı.”

İkimiz de sessizleştik. Bir süre bakışlarımı yerden kal- dıramadım. Sonra elimden geldiğince doğal bir tavırla sor­dum.

“Yarın ben de gelebilir miyim? Aramalara vardım etmek için?”

Babam kaşlarını çattı.“Elbette hayır, Charlie. Hayır. Hiçbir şekilde olma*

Ito

Page 185: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Ha>ır. Nokta."

Yerinden doğrulup başparmağıyla saçlarımı okşarken hafifçe gülümsedi.

“Söylediklerimi de unutma." Kapıyı işaret etti. “Akıllı bir çocuksun. Kullan onu.”

Hafifçe gülümseyerek başımla onayladım.

Daha sonra Jeffrey'yi düşündüğümde, babamla Vietnam hakkında konuşmuş olmayı diledim. Oradaki savaş, Jeff­rey *nin akrabaları ve nasıl öldürüldükleri konusunda. Hiçbiri mantıklı değildi. Bunların nasıl olduğunu bana açıklamasını istiyordum.

İşin tuhaf tarafı, son zamanlarda karşılaştığım ve düşün­düğüm bütün korkunç şeyler arasında, bomba atmak arala­rında en az şiddetli olanı gibi görünüyordu; açıkça en kötüsü olsa bile. Ama kanlı bir eldiven ya da kötü bir sabıka fotoğ­rafı yoktu. Kimi suçlayacağını bilmek zordu. Onca mesafe olayı temizliyordu. Belki de ne kadar uzaksan o kadar az umursuyor ve o kadar az sorumluluk duyuyordum. Ne var ki bu bana yanlış geliyordu. Haberlerde verilmeliydi. Ölmeleri yanlıştı.

Ama JefFrey’nin akrabası olmasalar bu kadar umursar mıydım? Zordu. Muhtemelen umursamazdım. Yani, dünya­daki her kötü olaydan bu kadar etkilenirseniz berbat bir du­ruma girersiniz. Bütün hayatınızı bir trajediden diğerine geçerek ve sürekli ağlayarak geçirirsiniz. Enkaza dönersiniz.

Page 186: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Belki de bu yüzden insanlar C'orrigan’da kalıyor ve kabuk­larına çekiliyorlardı. Ne kadar az bilirseniz, o kadar uzak ka­lırsınız ve omuz silkip yolunuza devam etmek o kadar kolay olur. Dolayısıyla Corrigan kabuklu deniz canlılarından olu­şuyordu. Kabuklarına çekilip kapanan, ölümü bilmemeyi ter­cih eden bir yığın canlı. Şimdi hissettiklerime bakılırsa, onları pek suçlayamazdım.

Kalemimi parmaklarımın arasında o kadar hızlı evirip çeviriyordum ki jöleden yapılmış gibi geliyordu. Biri içimi oyuyormuş gibi hissediyordum. Sanki bir buldok bağırsak­larımı yakalamış, tam önümde öfkeli bir şekilde çekiştirip duruyordu. Doğrusunu isterseniz içimden vazgeçmek geli­yordu. Köpeğin beni yemesine, içim boşalıp hafifleyene kadar eski bir yün kazak gibi sökmesine izin vermek istiyor­dum.

Bu nasıl bir dünyaydı böyle? Her zaman böyle miydi, yoksa son birkaç günde gerçekten çivisi mi çıkmıştı? Her zaman bu kadar adaletsiz miydi? Dengeyi bozan neydi? An­lamıyordum. Nasıl bir dünya güzel kızların dövülüp asılma­sına izin verirdi? Ne tür bir dünya Fish ve Cooke gibi insanları yaratır, içlerinin irin ve nefret dolmasına izin verir, onların masum ve iyi insanları korkutup işkence etmesine fırsat tanırdı? Nasıl bir dünya biri akıllıca sözler etliği için onu yumruklardı?

Laf salatası. Laf salatası. Laf salatası.Anne babaları öldüren, çocukları öksüz bırakan, kriket

toplarını tekmeleyen ve sivri dişlerini gösteren bir dünya. Bu

ısv

Page 187: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

normal bir insanın bütün hayatı boyunca kendini çöplük gibi hissetmesine neden olurdu, çünkü daima daha yoksul, daha koyu tenli, daha annesiz kalırdı. Her biri diğeri kadar yalnız olan üç milyar insan. Dörtte üçünün susuzluğunu asla gide­remediği. sularla kaplı olan bir dünya.

Lanet olsun! Bu aptalca oyunu yönlendiren hiçbir şey yoktu. Olamazdı. Varsa, kesinlikle zalim hergelenin teki de­mekti. Zamanlama ve şans, öyle mi? Kötü şans ve iyi şans. Ya mermilerden kaçarsın ya da vurulursun.

Laura Wishart vurulmuştu. Ölmüştü. Gerçekten. Onu Jasper Jones’la birlikte gömmüştük. Vücudu hâlâ ılıkken ona dokunmuş, onu taşımıştım. Ve şimdi onu arıyorlardı. Ora­larda bir yerde. Polis, haberler, Corrigan. Ve onu bulm ala­rından korkuyordum. Sonra da bizim peşimize düşeceklerdi.

Neler olduğunu bizden başka sadece bir kişi biliyordu ve Jasper'la birlikte onlan asla bulamayacağımızın farkın- daydım. Bu imkânsız bir işti.

Peki ya bulamazsak? O zaman ne olacaktı? Aramalara son verilirse ve Jasper’la ben yenilgiyi kabul edersek? Laura bir taşa bağlanmış bir kemik yığınıyken, W ishart’ların o kü­çücük umuda bağlanmalarına izin verebilir miydik? Onları spekülasyon ve dua dolu bir hayata mahkum edebilir miy­dik? Laura’nm şehre gittiğini düşünmelerine izin vermenin daha iyi olduğunu düşünüyordum. En azından onun hâlâ bir yerlerde olduğuna inanabilirlerdi. Ne kadar küçük olsa da. orada bir hayat kurduğu olasılığını düşünebilirlerdi. İyi ol­duğunu Bu rahatlatıcı mı. yoksa can yakıcı mı olurdu; asla

ı w

Page 188: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

lanı olarak bilmemek, konunun peşini asla bırakamamak?Sanırım zaman içinde o küçücük umudu korumak ister­

diniz; bir mağaranın derinliklerinde küçük bir muma sımstkı tutunacağınız gibi. Zaman içinde o umut, o inanç, bir tür ger­çeğe dönüşürdü. Ortaya çıkacak. Ortaya çıkacak. Bu hem iyi hem de kötü olurdu.

Ama asla tam anlamıyla devam edemezdiniz, değil mi? Kalbinizde bir şeyleri asla çözümleyemezdiniz. Bütün haya­tınızı içinde bulunduğunuz tünelin karanlığında ve mumun ışığında gidip gelerek, mağaranın sonundaki gerçek ışığa yö­nelmek yerine her seferinde o küçük yalanda teselli bularak geçirirdiniz.

Sanının teselliniz çok sığ olurdu. Bilmemek en kötüsü olurdu. Kükreyen hayal gücünüzün esiri olurdunuz. Sizi asla serbest bırakmazdı. Olasılıklar, parçacıklar ve senaryolar. Sonsuza dek ulaşamayacağınız bir yerde kalırdı. En çok da gerçeği merak ederdiniz, değil mi? Ne anlama gelirse gelsin. Kızınızın, ablanızın bir su birikintisinin dibinde olduğunu, saldırıya uğradığını, dayak yediğini ve asıldığını öğrenseniz bile. Sizden alındığını. Çalındığını. Ve geride tanık bırakma­dan, onu gömmenize veya vedalaşmanıza fırsat vermeden ortadan kaybolduğunu.

Kalemimi bıraktım. Kollarımı masanın üzerinde kavuş­turarak başımı onlara dayadım. Eliza’yı düşündüm. Yanak­larını ve kokusunu. Mecburdum. Bu aç köpeği ancak bu Şekilde oyalayabiliyor, gözlerimi kaşıyan sinekleri böyle ü*ak tutabiliyor, kar küremdeki kasırgayı ancak böyle bastı-

l‘M

Page 189: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

rabiliyordum. S’e dünya! dedi Oz Büyücüsü rüyamdaki yeşil cad». Gittiğine sevindiğinden emindim. Eriyip hiçliğe dön­üştüğü için bir açıdan mutlu olduğuna bahse girebilirdim. Çünkü bazı insanlar için ölümü bilmek güzel olmalıydı. Ra­hatlatıcı olmalıydı. Ne dünya! Ve bavulum ayaklarımın di­binde açık, sayfalar kollarımın altında, öylece uyuyakaldım.

Jasper Jones yine gelmedi.

Page 190: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Beşinci Bölüm

Gelmedi, gelmedi ve sonunda geldi.Jasper Jones bir kez daha penceremdeydi.Laura’mn öldürülmesinin üzerinden bir hafta geçmişti.

Jasper’ı en son gördüğümden beri de bir hafta geçmişti. Bütün bir ömür gibi gelmişti.

Her şey olduğundan beri pek fazla bir şey değişmemişti. Test maçı beraberlikle sonuçlanmış, Doug Walters bile so­nucu değiştirememişti. Jeffrey, Countryvveek kriket takımına girememişti ve bu pek de şaşırtıcı bir sonuç değildi. Annem sinirli, babam sessiz, endişeli ve sakindi. Giderek daha az uyuyabiliyordum. Elimdeki kitabı bitirmiş. Yun Dışındaki Masumlar \ okumaya başlamıştım. Başka çukur ka/mam da gerekmemişti.

ı^J

Page 191: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Siyah yusufçuklar gitmişti ve arama ekipleri azalmaya başlıyordu. Aramalara artık sadece yerel halktan birkaç ki­şiyle komşu kasabalardan birileri devam ediyordu. Dalış ekipleri araştırmalarını yapmış ve boş elle geri dönmüşlerdi.

Yılın son askere çağrı kâğıtları da teslim edilmişti. Cor- rigan’dan üç gencin ulusal muhafız olmak için gittiğini duy­muştum.

Laura'ııın cesedini suya atmamızın üzerinden tam bir hafta geçmişti ve hâlâ bıraktığımız yerdeydi.

Corrigan’daki çocuklar için sokağa çıkma yasağı yavaş yavaş kalkıyor, ama panik hâlâ devam ediyordu. Çocukların dışarıda oynamalarına yine izin veriliyordu ve renkler, gü­rültüler sokaklara geri dönmüştü. Ama hava kararırken ka­pılar sımsıkı kapanıp kilitleniyor, aileler gergin bir şekilde bekliyordu.

Bu gece Madenciler Loncası’nda toplantı vardı. Herkes ayaktaydı. Wishart’lar katılmıyordu. Eliza’yı görmeyi umu­yordum. Jeffrey annesiyle birlikte oradaydı ama geç gitmiş­lerdi ve arkalarda oturuyorlardı, dolayısıyla onunla konuşa­mazdım. Yerel din adamları ve yerel konseyden birkaç üst düzey yetkili alanın büyük bölümünü kaplamıştı. Hiçbiri hiç­bir soruya belirgin bir netlikle cevap veremiyordu. Kızarıp bozarıyor, yakalarım çekiştiriyor, aynı şeyleri tekrar tekrar söylüyorlardı. Durumun tam bir muamma olduğunu söylü­yorlardı. Aksini gösteren hiçbir kanıt yoktu. Laura öylece or­tadan kaybolmuş gibiydi. Çok büyük olasılıkla kasabadan otostop yaparak gitmişti. Dolayısıyla aramalar diğer eyalet-

Page 192: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

lere yayılmıştı ve ülke çapında bilgi çağrısında bulunmak için ilanlar bastırmışlardı. Uzun ve derin bir nefes aldım. Tek testisi olduğu için herkesin Peder Bektaşiüzümü dediği din adamı kendi önemini vurgulamak istercesine abartılı bir ha­reketle kürsüyü tuttu. Bir dua okuyarak Tanrı’nın Laura'yi bize güvenli bir şekilde geri göndereceğine söz verdi. Başımı kaldırıp baktığımda babamın gözlerini kıstığını ve başpar­mağını çenesine vurduğunu gördüm. İnsanlar oradan ayrıl­maya başlamadan önce dikkatli olmaları, gözlerini dört açmaları tekrar hatırlatıldı. Yararlı olabilecek bir şeyler bilen birileri varsa, hemen bildiklerini söylemeliydi.

Yavaşça nefesimi üfledim.Hayatım boyunca hiç kendimi o anda olduğu kadar yal­

nız hissetmemiştim; bu kasabadaki herkes tarafından sarılmış haldeyken. Sanki farklı bir şeyden yapılmışım gibiydi. Sanki başka bir yerden geliyordum. Başka bir dil konuşuyordum.

Orada, yerel polis ve ketum şehir polisinin, gönüllülerin, isterik annelerin ve göğsünü döven babaların arasında, tam anlamıyla arı kovanının içindeydim. Yaptığını şeyin, Jasper Jones’la işbirliğimin sonuçlarını şimdi bir kez daha görüyor­dum. Bu insanlar ne yaptığımı bilseler, yüzüme tükiirtip çığ­lık çığlığa bağırırlardı.

Ama hiçbir şey bilmiyorlardı. Hiçbir fikirleri yoktu. Ve Melboume’da, Sidney’de veya Adelaide’da hiç kimse var­dım etmek için öne çıkmazdı. Bu kasabanın dışında hiç kimse benim gördüklerimi bilemezdi.

Jasper ve ben şimdilik temizdik. Laura heml/ buluna

Page 193: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

m atruşu vc o gece bizi sokaklarda gören de olmamıştı. Bunun için elbette ki minnettardım ama hâlâ umutsuzdum. Bu insanlar arama ekipleri, av köpekleri, uçakları, dalış ekip­leriyle hiçbir yere yaramıyorsa, hiçbir ipucu bulamıyorsa, bizim ne umudumuz olabilirdi ki?

Toplantıdan sonra salonun pişmiş yiyeceklerle dolu ten­cereler ve tabaklar konmuş masaların sıralandığı geniş an- tresindeydik. Anne babalar etrafta dolaşıyor, çocuklarının ellerini tutarak kapıdan çıkıyorlardı. Corrigan’da dedikodular alıp başını yürüyecek, kadınlar kocaları tarafından azarlana- caktı.

Ön tarafta çocuklar sıralanmış arabaların arasında ko­valamaca oynuyordu. Yaşı bana daha yakın olan çocuklar bir araya toplaşıp sohbet ediyor, birbirlerini içerideki ziyafetten bir şeyler aşırmaya teşvik ediyordu. Yaz âşıkları birlikte zaman geçirme fırsatını değerlendiriyor, etrafa temkinli ba­kışlar attıktan sonra öpüşüp koklaşmak için binanın arkasına dolaşıyor veya yolun karşı tarafındaki nalburun arkasına ge­çiyordu.

Jeffrey'yi çabucak buldum. Dışarı çıkarken masalardan birinden kaptığı zencefilli çöreği yiyordu.

“Elin hızlı olacak, Chuck,” dedi. “Becerikli Kaçak gibi. Bütün tepsiyi alsam bile haberleri olmazdı.”

“O zaman Osuruklu Kaçak olurdun.”Jeffrey dolu ağzıyla gülümsedi.“Hiçbir şey bilmiyorlar, değil mi?”“Ne demek istiyorsun?” diye sordum.

1%

Page 194: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Polisi kastediyorum. Aptalca. Herkesin bildiğini söy­lemek için böyle büyük bir toplantı yaptılar. Bence sadece karınları acıkmıştı.” Çöreğin geri kalanını tek lokmada ağ­zına atıverdi.

“Muhtemelen haklısın,” dedim.“Ben her zaman haklıyım," dedi uzun bir süre çiğnedik­

ten sonra. "Ben bir dâhiyim. Ve sıkıldım. Benimki gibi kes­kin bir zihnin dürtülere ihtiyacı var. Oraya gidip senin yaptığını söyle de hepimiz evlerimize gidebilelim.”

O sırada bir kargaşa oldu. Gürültülerden sonra her şey sakinleşti. Salonun lobisinden birinin çığlık attığını, bir şey­lerin kırıldığını, kalabalığın uğultusunu ve ardından gelen hıçkırıkları duydum. Çok yüksek sesli ve anlaşılmazdı. Baş­lar döndü.

Olan şuydu:Sue Findlay adında hiç tanışmadığım bir kadın lobiye

girdiğinde, Jefifrey’nin annesinin sessizce küplerden birinden fincanına su koyduğunu görmüştü. Sue Findlay tıknaz bir ka­dındı ve sonradan babamdan öğrendiğime göre bir anda pat- layıvermişti. Gözleri aniden parlamıştı. Yüzü kızarana kadar Çiğlik atmış, Bayan Lu’nun üzerine yürümüştü. Fincanı Bayan Lu’nun göğsüne ve çenesine çarparak yazlık elbisesini lekelemiş, tenini yakmıştı. Fincan kırılmıştı. Bayan Lu afal­layarak sessizce başını eğmiş ve geri çekilmişti. Ama Sue Findlay’inişi bitmemişti. Parmağını Bayan Lıt’ya bastırarak akla hayale gelmez iğrenç şeyler söylemiş, gözyaşlarıyla par­layan gözlerle deli gibi bakmıştı. Her şey çok çabuk olmuştu.

197

Page 195: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Etraffakiler sadece olanları izlemişti. Kocasının nerede ol­duğunu bilmiyorum. Bayan Lu'nun saçlarını yakalamak için uzandığında. Peder Bektaşiiizümü araya girmiş, kadını omuzlarından yakalayarak uzaklaştırmıştı.

Bayan Lu titreyen eliyle uzanıp bir peçete çıkarmıştı. Kimse onu teselli etmeye gelmemişti.

O sırada Jeffrey kalabalığı yararak ilerledi. Ben de tam arkasmdaydım. Doğruca annesine yaklaşarak beline do­kundu. Bayan Lu peçeteyle göğsünü siliyordu.

“Anne, artık gitmeliyiz.”Söylediği sadece buydu. Açıkça. Hiçbir şey olmamış

gibi. Bayan Lu başıyla onayladı. Canı çok yanmış olmalıydı. Jeffrey başı dik bir şekilde onu dışarı çıkardı. Her şey talihsiz bir kazaymış gibi. Bayan Lu sarsılmış ve mahcup görünü­yordu. İnsanlar yavaşça yol açtılar. Ben de sessizce peşlerin­den dışarı çıktım.

Jeffrey annesine kapıyı açarken insanlar bir gösteri izler gibi bakıyordu. Araba çalıştığında Jeffrey camını indirerek bana el salladı.

“Hoşça kal, Chuck,” dedi.Hiçbir şey söyleyemedim. Sadece zayıf bir şekilde elimi

kaldırdım.Sonrasında anne babama yaklaştım. Babamı dışarı çıkan

her endişeli ebeveyne aynı şeyleri söylerken dinledim. Ve an­nemin anlayışlı bir tavırla kaşlarını çatıp başıyla onaylayışmı izledim. Kendimi yaralı gibi hissediyordum. Kimse az önce olanlardan söz etmiyor, ağızlarından konuyla ilgili tek kelime çıkmıyordu.

IVK

Page 196: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Sonra biri Jasper Jones'tan söz etti. Tıpkı postane yan­dığında olduğu gibi. Kaşlar çatılmış, bakışlarda şüphe belir­mişti. Babam onlara zorlukla tahammül ediyormuş, kendisi daha iyisini biliyormuş gibi dinledi, ama Jasper'ı savunmak için tek kelime etmedi. Bense avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. İç çekerek döndüm ve yerdeki bir taşa olabildi­ğince güçlü bir tekme indirdim. Yolun karşı tarafına kadar sekerek gitti. Onlardan ayrılarak arabamızın arka koltuğuna oturdum. Kaşlarım çatık, ter içinde bir halde, kirli camlardan kasabalıları izledim. İçim hüzün ve nefret doluydu. Geçen hafta boyunca kaçının Jasper’ın adını andığını merak ettim. Muhtemelen hepsi. Kaçının şimdi onun hakkında konuşuyor olabileceğini merak ettim.

Belki de doğru nedenlerle yanlış şeyi yapmış olabilece­ğimizi ilk kez o zaman anladım. Laura Wishart'ı olduğu yerde bıraksaydık onu bulurlardı. Biri bir şekilde ona rast­lardı. Ve gerçekten de Jasper’la bağlantılı görürlerdi. Jasper haklıydı. Bu kasaba bir bahane arıyordu. Ve o tesadüf ihti­yaçları olandan fazlasıydı.

Hemen ellerine kelepçe vurulur, Eric Cooke gibi içeri atılırdı. Laura Wishaı*t gibi dövülüp asılırdı.

Kucağıma baktım. Eliza’yla birlikte New York'ta olma düşüncesi aniden dünyanın en harika şeyi gibi göründü. Ba­şımı cama dayayarak bunu düşündüm. Manhattan'da birlikte çay içmek için buluştuğumuzu hayal ettim: umurumda olan tek şey buradan ve bu insanlardan uzakta olmaktı. ITi/a’mn elini tuttuğumu, ona hediyeler aldığımı hayal ettim. Ayrıhr-

Page 197: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

ken yanağından öptüğümü. Jasper Jones’la birlikte yaşaya­bilirdim. Brooklyn’de. Orada güvende olurduk. Kimse bizi bulamaz, kimse hiçbir şeyden şüphelenmezdi. Jasper Jones, Nevv York'u kendi şehri yapar, ben de yanımda sevgilimle birlikte günümü gün ederdim.

Madenciler Loncası'nm ışıldaklarıyla düşüncelerim bö­lündü. Güneş batıyordu ve yoğun sarı ışık aniden havayı dol­durmuştu. Bir işaret almış gibi anneler çocuklarını toplama­ya. erkekler maaşlarını içkiye yatırmak için bara yönelmeye başladılar. Sue Findlay’in yüzüne beyaz bir mendil bastırmış halde, tanımadığım uzun boylu bir adamın eşliğinde binanın ahşap basamaklarından indiğini gördüm. Bütün öfkemi ona kusmak istiyordum. Onu izlerken dudaklarım büzüldü.

Babam yaklaşarak bana ön koltuğa geçmemi işaret etti. Annem temizliğe yardım etmek için kalacaktı.

Kısa eve dönüş yolculuğumuzda babam bana Sue Find­lay’in öfke patlamasının nedenini açıkladı.

Birkaç ay önce kocası Ray savaşta öldürülmüştü. Evli­likleri çok iyi değildi ama yine de kadın kötü etkilenmişti. Ve daha dün en büyük oğlunun Vietnam’a gönderileceği ha­beri gelmişti. Bunu daha da kötü karşılamıştı.

“Bu yaptığı şeyi haklı çıkarmaz,” dedim öfkeyle. “Olan­ların Bayan Lu'yla lıiçbir ilgisi yok! Bu hiç adil değil!”

“Charlie..." Babam başını yana yatırdı, gamzelerini be­lirginleştirerek iç çekti.

“Ona kimse yardım etmedi!” diye bağırdım. “Kimse yardım etmeyi düşünmedi bile.”

Babanı bir şey söylemedi.

2(K>

Page 198: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Jasper Jones nihayet penceremdeydi.Pencereyi açmak için yatağımın üzerine çıkarken ağzım

kurudu ve kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu.“Charlie!" diye tısladı, yine cama vurarak.Fark ettiğim ilk şey yüzüydü. Sol gözü kriket topu gi­

biydi. Tek ışıklı parlak bir ampul. Dudağında kurumuş bir kesik vardı.

“Yüzüne ne oldu?” diye sordum telaşlı bir tavırla.“Birazdan anlatırım,” dedi odama bakınırken. “Dışarı

gelebilir misin?”Saat çok geçti. Babam kütüphanesindeydi. Annem

henüz eve dönmemişti. Riskleri tarttım ve çıkmaya karar ver­dim.

“Nereye?” diye fısıldadım. Ama Jasper karanlığa geri çekildi. Dışarı baktım ama onu göremedim. Jasper'dan hafif bir gürültü ve homurtu duydum. Komşunun köpeği havla­maya başladı. Nefesimi tuttum.

Cam tabakalarını elimden geldiğince sessizce çıkardım ve her nedense onları çarşafımın altına gizledim. Jasper la arka bahçede buluştuk.

“Arka bahçenizde kim koca bir çukur kazdı?” diye sor­du, tişörtünün üzerindeki toprağı silkelerken.

“Bendim. Uzun hikâye.”“Eh. lanet olsun. Charlie. En azından şu lanet olasıca

Şeyi düzgün bir şekilde doldur.”

Page 199: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

kon yanağından öptüğümü. Jasper Jones’la birlikle yaşaya­bilirdim. Brooklyn'de. Orada güveıule olurduk. Kimse bi/j bulama/. kimse hiçbir şeyden şüphelenme/di. Jasper Joııes, \ew York’u kendi şehri yapar, ben de yanımda sevgilimle birlikle günümü giin ederdim.

Madenciler l.oncasf nm ışıldaklarıyla düşüncelerim bö­lündü. Ciüneş batıyordu ve yoğun sarı ışık aniden havayı dol­durmuştu. Bir işaret almış gibi anneler çocuklarını toplama­ya. erkekler maaşlarını içkiye yatırmak için bara yönelmeye başladılar. Sue Findlay'in yü/üne beyaz, bir mendil bastırmış halde, tanımadığını u/un boylu bir adamın eşliğinde binanın ahşap basamaklarından indiğini gördüm. Bütün öfkemi ona kusmak ıslıyordum. Onu izlerken dudaklarım büzüldü.

Babam yaklaşarak bana ön koltuğa geçmemi işaret etti. Annem temizliğe yardım etmek için kalacaktı.

Kısa eve dönüş yolculuğumuzda babam bana Sue Find­lay'in ötke patlamasının nedenini açıkladı.

Birkaç ay önce kocası Ray savaşta öldürülmüştü. Evli­likleri çok iyi değildi ama yine de kadın kötü etkilenmişti. Ve daha dün en büyük oğlunun Vietnam’a gönderileceği ha­beri gelmişti. Bunu daha da kötü karşılamıştı.

"Bu yaptığı şeyi haklı çıkarmaz,” dedim öfkeyle. "Olan­ların Bayan Lu’yla hiçbir ilgisi yok! Bu hiç adil değil!"

“C harlie...” Babam başını yana yatırdı, gamzelerini be­lirginleştirerek iç çekti.

“Ona kimse yardım etmedi!” diye bağırdım. “Kimse vardım etmey i düşünmedi bile.”

Babam hır şey söylemedi.

200

Page 200: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Jasper Jones nihayet penceremdeydı.Pencereyi açmak için yatağımın üzerine çıkarken ağzım

kurudu ve kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu."Charlie!” diye tısladı, yine cama vurarak.Fark ettiğim ilk şey yüzüydü. Sol gözü kriket topu gi­

biydi. Tek ışıklı parlak bir ampul. Dudağında kurumuş bir kesik vardı.

‘'Yüzüne ne oldu?” diye sordum telaşlı bir tavırla.“Birazdan anlatırım,” dedi odama bakınırken. “Dışarı

gelebilir misin?”Saat çok geçti. Babam kütüphanesinde)di. Annem

henüz eve dönmemişti. Riskleri tarttım ve çıkmaya karar \ er­dim.

“Nereye?” diye fısıldadım. Ama Jasper karanlığa geri çekildi. Dışarı baktım ama onu göremedim. Jasper'dan hafif bir gürültü ve homurtu duydum. Komşunun köpeği havla­maya başladı. Nefesimi tuttum.

Cam tabakalarını elimden geldiğince sessizce çıkardım ve her nedense onları çarşafımın altına gizledim. Jasper la arka bahçede buluştuk.

“Arka bahçenizde kim koca bir çukur kazdı?” diye sor­du, tişörtünün üzerindeki toprağı silkelerken.

“Bendim. Uzun hikâye.”“Eh. lanet olsun. Charlie. En azından şu lanet olasıca

şeyi düzgün bir şekilde doldur."

201

Page 201: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

"Sen nerelerdeydin?" diye sordum. Onu gördüğüm için ne kadar rahatladığımı söylemek istiyordum ama söyleme­dim.

"Her yerde ve hiçbir yerdeydim." dedi saçlarını karıştı­rarak. "Hazır mısın?"

İçim yine korku ve heyecanla doldu. Onu takip etmek­ten başka seçeneğim yoktu. Endişelenmeye ve merak etmeye devam etmektense riske girmeyi tercih ederdim; daha fazla kendi başıma kalmaktansa hapiste olmayı da.

Evin yan tarafından gizlice dolaşarak sokağa çıktık. He­vesliydim ve kendimi önemli hissediyordum.

"Bunu yapmamız doğru mu? Devriye gezmiyorlar mı?”"Hayır." dedi Jasper bana dönüp bakmadan. "İki gece

önce bıraktılar. Bu gece hepsi barda içiyor zaten.""Ciddi misin?""Ciddiyim.”

Çabucak, temkinli ve dikkatli hareket ediyorduk. Sokak lambalarından uzak duruyor, boş arsaları kullanıyorduk. Süslü sandaletlerimdeki kumları temizlemek için en az on kez durmam gerekmişti. Jasper sabırsızca bekliyordu. Cle- ment Caddesi'nde bir arabanın yaklaştığını ve bir virajı dönen farlarını gördük. Jasper beni tişörtümden yakalayarak birinin ön bahçesine çekti, geniş bir çalılığın arkasına çömel- dik. Bir örümcek ağını seçtim ve bir şeyin üzerimde sürün­düğünü hissettim. Neredeyse inleyecektim. Arabanın geçme­s in i b ek ler k e n Jasper hâlâ b en i tu tu y o r d u . T er liy o r d u m .

Bütün k aslarım gerilmişti. Koşup k a çm a k , inlemek ve ü ze-

202

Page 202: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

rinıi silkelemek istiyordum.Araba yavaşlayarak sığındığımız evin araba yoluna

saptı. Neredeyse yerimden fırlayacaktım. Olduğum yerde alev alabilirdim. Araba sarsılarak durdu. Sadece birkaç metre Ötedeydi. Kapı yavaşça açıldı. Korku filmi gibiydi.

Bir adam indi. Yaşlıydı. Ve sarhoştu. Bizi yakalarsa işi­miz biterdi. Çimenliği geçerek evin önüne doğru yürümesini izledik. Bir veranda direğine yaslanarak duraksadı ve keme­rinin tokasını çözmeye çalıştı. Ondan nefret etmiştim. Lanet olsun, bir şey üzerimde sürünüyordu. Giysilerimi çıkarıp alev almışım gibi yerlerde yuvarlanmak istiyordum.

Bir süre sonuçsuzca çabaladıktan sonra adam elini bir çorap kukla gibi kaldırarak, gözlüğü olmadan bir şey oku­maya çalışıyormuş gibi şaşkın gözlerle baktı.

Tekrar deneyerek nihayet kemerini çözdü, fermuarını indirdi ve bahçesine işemeye başladı. Bir türlü bitmek bil­miyordu. Varil büyüklüğünde bir mesanesi olmalıydı. Bir it­faiye hortumundan bile daha az su aktığını gördüğüm olm uş­tu. Boynumda zehirli bir örümcek iki santimlik dişleriyle sal­dırmaya hazır halde bekliyordu ve bu adam aletinden Ganj Nehri’ni boşaltıyordu. Geberip gitmesini diliyordum. Tepe­sine yıldırım düşmesini diliyordum. Hayatım boyunca ilahi müdahaleyi hiç bu kadar dilememiştim. Yüzüm acıyla kasıl­mış halde onu izliyordum. Belini salladı ve çenesini göğsüne gömerek "Tipperary’ye Daha Çok Var"ı mırıldandı.

Sonunda sendeleyerek içeri yöneldi. Kapı kapanır k a ­panmaz saklandığımız yerden çıktık. Kol ve bacaklarım

>(15

Page 203: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

b.ışku binne aitmiş gibi koşuyordum. Sokağın sonunda du­rarak savlarımı ve tişörtümü çılgınca silkeledim. Göğsümü, boynumu döverek ayaklarımı yere vurdum. Delirmiş gibi gö­ründüğümden emindim.

"Charlie! Ne yapıyorsun?" diye tısladı Jasper.Duraksayarak tişörtümü çıkardım ve silkeledim."Ha? Oh, üzerimde bir örümcek olduğunu sanıyordum.

Bilirsin. Zehirli olanlardan."Jasper yavaşça başıyla onayladı ama sonra başını iki

vana salladı."Tanrım, ölüyorsun sandım.”"Ben de Öyle,” dedim ve tişörtümü dikkatle tekrar giy­

dim. "Her neyse, neydi o herif öyle, deve mi?”Jasper beklemediğim bir şekilde güldü. Geniş ve içten

bir sımıştı. Gamzeleri olduğunu fark ettim. Onu gülümsetti­ğim için gurur duyarak ben de gülümsedim. Biraz sonra elini sallayarak ilerlememizi işaret etti.

Jasper'ın yerine giden patikada hiç konuşmuyorduk. Bu tuhaftı. Sessiz kalıp arkasından yürümem gerektiğini hisse­diyordum.

O çalılara ulaştığımızda huzursuzdum. Yine Laura’yı göreceğimi sanıyordum. Bu mide bulandırıcı bir histi. Ayak­larım kurşun gibi ağırlaşmıştı ve göğsüm sıkışıyordu. O dev okaliptüs ağacı kapkaranlık bir şekilde yükseliyordu. Açık­lığa girmek istemiyordum.

"Hazır mısın?” diye sordu Jasper Jones.Boş gözlerle ona baktım.

I 204

Page 204: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Jasper cevabımı beklemedi. Çalıların arasından geçerek benim için açık tuttu. Eğilerek geçtim. Mecburdum.

Gözlerim kapalı halde ilerledim. Gözlerimi tekrar açıp etrafıma bakındığımda ürkütücü ama kesinlikle tanıdık geldi. Buraya daha önce sadece bir kez gelmiş olmama rağm en, bütün hayatım boyunca ziyaret ettiğim ve uzun bir zamandan sonra geri döndüğüm bir yer gibiydi.

Jasper yanımdaydı. Kaşlarını çatmıştı.“Tuhaf geliyor,” dedi.“Evet. Ben de hissediyorum.” Başımı yana yatırarak et­

rafıma bakındım. Tuhaflık etrafımızı saran ağaçlarda kendini hissettirebiliyormuş gibiydi.

“Hayır, yani... farklı... geliyor.”“Nasıl yani?”“Bilmem. Şudur diyemiyorum. Sadece tuhaf bir şekilde

ense tüylerim diken diken oluyor. Buraya biri gelmiş gibi. Öyle hissediyorum.”

“Bu mümkün olabilir mi?” diye sordum.“Elbette mümkün. Yüksek bir olasılık olduğunu sanmı­

yorum ama.”Jasper her şeyi dikkatle inceledi. Ortamla ilgili şüphe-

leniyormuş gibi. Öne eğilerek barajın kıyısına, sonra ağacın altına yürüdü ve gözden kayboldu. Ben durduğum yerden kı­pırdamadım.

Geri döndüğünde bir elini beline koymuş, diğeriyle çe­nesini kaşıyordu.

"Hayır,” dedi. “Gelmiş olamazlar.”

205

Page 205: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Kendini inandırmaya çalışıyor gibiydi."kiın? Polisi mi kastediyorsun? Neden olmasın? Bütün

harta buradaydılar, değil mi?”Ama Jasper bunu olasılık olarak görmek istemiyordu.

Aniden omuz silkerek başını iki yana salladı.“Sigara?” diye sordu, bir Luckies paketi çıkarırken. Dü­

şünür gibi yaptıktan sonra geri çevirdim ve Jasper’ın peşin­den kıyıya yürüdüm. Sırtını bir ağaca yaslanarak oturdu, bir kibrit çaktı ve avucunu rüzgâra siper ederek sigarasını yaktı. Yaralı yüzü turuncu ışıkta aydınlandı ve bir an için geceyi aydınlattı. Bir kenarda bağdaş kurarak oturdum ama suya çok yakın olmamaya dikkat ettim.

“Yanında viski var mı?” diye sordum.Jasper kaşlarını kaldırdı. Kesik ağzını çarpıtarak gülüm­

sedi. Aşağı uzanıp bacağının kenanndaki köke sarılı ince bir ipi çekti. Diğer ucunda bir şişe vardı. Baraj suyunun yüze­yindeki dalgacıklar sinir bozucuydu. Başımı çevirdim.

“İşte, al bakalım, Charlie. Bu en iyisinden, dostum. Kötü filan değil.” Döndüm ve Jasper’m elinin tersiyle ağzını sile­rek şişeyi bana uzattığını gördüm.

“İşte. Islat mideni.”Islattım. Şey, aslında sandaletlerimi ıslattım. Ağzıma bir

yudum aldım ve ilk seferindeki kadar zehir gibi olduğunu fark ettim. Yüzümü ekşittim. Bunu neden istediğimi bilmi­yordum ama şimdi şişe elimdeydi ve birazını içmek zorun­daydım. Nefesimi üfleyerek şişenin ağzın» dudaklarıma sıkıca dayadım ve iri bir yudum aldım. Gözlerim yerlerinden

206

Page 206: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

fırlayacak gibi açılırken, ateş gibi yakan sıvıyı mideme gön­dermek için müthiş bir mücadeleye giriştim.

“Ahh. Tanrım! Bu... daha iyi,” diye hırladım ve şişeyi Jasper’a iade ettim. Gözyaşlarımın arasından JasperT zor gö­rüyordum. “Buna kesinlikle ihtiyacım vardı.”

Kimseyi kandırabildiğim yoktu. Yine de kamıma yayı­lan sıcaklıktan hoşlanmıştım. Kamımdaki tuğlayı eritip çö­züyordu. Jasper’a bakarken şimdi kendimi biraz daha rahat hissediyordum. Biraz daha hafif. Şu iğrenç iksir işe yarı­yordu. Jasper’a işaret ettim.

“Bunu yapan senin baban mıydı?” diye sordum.Biraz daha dik oturdu.“Neyi yapan babam mıydı?”Yüzümün etrafında bir daire çizdim.“Ha,” dedi ve bir parmağıyla şişmiş gözüne dokundu.

“Hayır. Onu görmedim aslında. Geçen cuma kasabadan ay­rıldı. Geri döndüğümde yoktu.”

Geçen cuma. Kaşlarımı çattım. Bilmiyorum, belki de is­terik davranıyor ama şüphelenmekten kendimi alamıyordum. Bir cinayetin ertesi sabahında biri kasabadan aynlıyorsa, bu önemli bir detay değil miydi? Jasper durumu hemen anladı.

“Ve Laura'yı da o öldürmedi, eğer düşündüğün buysa. Mümkün değil. Değersiz, işe yaramaz, işsiz bir ayyaş olabilir ve bazı geceler eve gelmeden önce kavga da edebilir ama bunun için gereken şey onda yok. Babanı morgdaki cesetleri bile öldiiremez. Her şeyden önce o kadar çabaya girişmez. Dahası, Laura onun canını çıkarırdı." Jasper hüzünlü bu ta- vırla gülümsedi.

Page 207: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

"Peki, bunu sana kim yaptı o halde?"Jasper sigarasından derin bir nefes çekti ve ağzından

mükemmel gri renkte bir duman yayıldı. Kaşlarını çattı."Charlie. haydi dostum. Kim olduğunu sanıyorsun?""Gerçekten hiçbir fikrim yok,” dedim omuz silkerek.

Yoktu."Çavuş. Yerel polis, Charlie.”"Ne demek bu?""Aynen dediğim gibi. Beni karakola çağırdılar ve hafta

sonu boyunca içeride tuttular.""Ne? Neden? Bunu yapmaya hakları var mı?”"Bir nedene ihtiyaçları yok, ahbap. Ayrıca kimi kime şi­

kâyet edeceğim ki?""Yani bunu onlar mı yaptı?" Yüzünü işaret ettim."Evet.” Jasper yere tükürdü ve sigarasını bir taşa bastı­

rarak söndürüp izmariti cebine attı. Başka bir tane yaktı. Du­daklarının arasından süzülen dumanla mırıldandı. "En çok da kaburgam acıyor. Çelik sopa. Gerçekten acıtıyor."

"Peki nedeni Bunu neden yaptılar?”"Lanet olsun.” dedi Jasper öfkeyle. Viski şişesini bana

uzattı. Aldım. "Açık değil mi? Laura’mn kaybolmasıyla ilgim olduğunu düşünüyorlar ve itiraf etmemi istediler.”

"İtiraf etmeni mi istediler?”"Öyle.”"Onlara ne anlattın?” Şişeden bir yudum alarak yüzümü

buruşturdum. Boğazımdan aşağı kayan ve yayılan sıcaklığı hissettim.

Page 208: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Onlara hiçbir şey anlatmadım. Charlie. Tek kelime bile etmedim. Asla. Bu yüzden düne kadar doğru düzgün nefes alamıyordum.”

“Bu korkunç.” Söyleyebildiğim tek şey buydu.“Öyle de denebilir,” dedi Jasper. “Ama işin güzel tarafı

orada ne bildiklerini öğrenme fırsatım da oldu, hiçbir şey bil­mediklerini söyleyebilirim. Bu bizim için iyi. dostum. Yani şimdilik rahatız. Ama bunu Laura’ya yapan herifi yakalama­mıza yardımı olmaz.”

Viskiden bir yudum daha alarak şişeyi geri verdim. Tadı hâlâ berbattı ama hissettirdikleri güzeldi. İnsanın şişenin di­bini bulmayı neden isteyebileceğini anlamaya başlıyordum.

“Bu gece bir kasaba toplantısı vardı. Herkes LauraTun kaçtığını düşünüyor. Hepsi otostop yaparak gittiğini söylü­yor. Haberlere de çıktı. İnsanlardan yardım istiyorlardı.”

Jasper yavaşça başıyla onayladı.“Ya kasıtlı olarak yalan söylüyorlar ya da gerçekten ap­

tallar. Bir düşünsene. Charlie. bunu neden söylesinler ki? Laura’mn giysilerini toplayıp gitmeyeceğini, hiç parası ol­madığını, bir mesaj fılaıı bırakmadığını biliyorlar. Ne düşü­nüyorum, biliyor musun? Bence hiçbir şey bulamadıkları için bunları söylüyorlar. Kendi kıçlarını kurtarmaya, sorunu başka birinin başına yıkmaya çalışıyorlar. Dikkatleri üzerle­rinden uzaklaştırmak için.”

“Bunu yaparlar mı? Yani, Laura'nın babası haberlerde bir şey bilenlerin bildiklerini açıklamalarını, şehirdekilenn haııra’yı görürlerse haber vermelerini isledi ”

2W

Page 209: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Dostum, Laura’nın babası bu kasabadaki en kötü dal- lama.”

Afallamıştım.“Ne demek istiyorsun?”“Onun da karakolda olduğunu söylemem yeter,” dedi

Jasper öfkeyle.“Ne? Seni dövdüklerini biliyor muydu yani?”“Bilmek mi? Sadece bilmiyordu, herkesten daha çok

tekmeliyordu! Öfkeden deliye dönmüştü. Bana bağırıp çağı­rıyor, yüzüme tükürüyordu. Nerede o? Ne yaptın? Lanet ola­sıca pislik, babamdan bile daha kötü.”

Duyduklarıma inanamıyordum. Bu çok fazlaydı. Başım dönüyordu ve nedeninin viski olduğundan emin değildim.

“Ama... Ama o buranın valisi'."“Eee?”“Sadece... bunlara inanmakta zorlanıyorum, hepsi bu.”Sessizleştik. Hava çok sıcaktı. Çalıların hışırtısını din­

liyordum. Açıklığın duvarlarını oluşturan çalılar aşılmaz gibi görünüyor, bana kendimi küçücük hissettiriyordu.

Jasper’ın tekrar dumanını üflediğini gördüm. Bolca. Be­cerikli bir şekilde sigarasını ortadan ikiye böldü. Bir an için duman çözüldü ve kalp biçimini aldı.

“Güzel bir numara,” dedim.Başıyla onayladı. “Laura da severdi. Sürekli deneyip

durdu ama hiç yapamadı.”“Onu özlüyor olmalısın,” dedim bir süre sonra.Jasper sigarasını söndürürken başıyla onayladı. Viski şi-

210

Page 210: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

şeşini kafasına dikti ve büyük bir yudum aldı.“Buradan gitmeyecek olmasının diğer bir nedeni neydi,

biliyor musun. Charlie?” Duraksayarak başını iki yana sal­ladı. “Çünkü birlikte gidecektik. Buradan kurtulacakük. Ben- siz asla gitmezdi. Her şeyi planlamıştık. Biraz para kazanmak için meyve bahçelerinde çalışıyordum. Daha önce birkaç hafta oradaydım. Ve buradan ayrılmadan kısa süre önce ba­basından bir şeyler kapacaktı. Şehre gidecektik. Orada eğitim alacaktı. Üniversiteye gidecekti.”

“Sen ne yapacaktın?”“Bilmem. Ne bulursam sanırım. Her şey. Bilmiyorum.

Birkaç fikrim vardı. Boks. Futbol. Bir meslek edinebilirdim. Bu konuda hiç endişelenmedim. Yani, lanet olsun, buraya bir hafta sonu gelsem ve bir çuval ıstakoz götürsem, orada yine iyi para kazanırdım. Delilik, Charlie. Hiçbir şey yapmadan kazanılan para. Doğru insanları tanıyorsan, onlan alan insan­larla aran yeterince iyiyse, deli gibi para kazanırsın. Çok iyi para var. Burada kimsenin gitmediği bütün iyi yerleri de bi­liyorum. Kolun kadar büyük olanları nerede bulabileceğimi biliyorum. Bir gece tuzak kurarsın, ertesi gün toplarsın. Ke­sinlikle iyi para kazanırsın. Yani kafamda bir şeyler vardı.”

Jasper iç çekti ve vücudu hıçkırmış gibi belirgin şekilde kalkıp indi.

“Poker oynamayı da düşünüyordum.”“Poker mi?”“Evet. Hiç yenilmedim. Bir kere bile. Bu konuda öiel

bir yeteneğim var sanırım. Hafta içinde çalışıp ko/anahılu.

211

Page 211: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

harta sonunda kazandıklarımı ona katlayahilirdim. Meyve bahçelerinde öyle yapıyorum. Gündüzleri sıkı çalışıyorum, patamı alıyorum, sonra gidip bir oyun buluyorum ve gerçek­ten para kazanıyorum.”

“'Ciddi misin?”““Kesinlikle. Kolay iş. Pokerin şansla ilgisi yok, Charlie.

Şansın pokerde yeri yok. Her şey rol yapmakla ilgili. Masada nasıl davrandığın önemli. Hiçbir şey belli etmemelisin. Eğer kendini belli edersen, bu kasıtlı olmalı; bilerek yapmalı ve yem atmalısın.” Jasper duraksayarak bir kibrit çaktı ve bir sigara daha yaktı. “Ama çoğunlukla insanları okuyabilmekle ilgili. En iyi yaptığım şey de bu. Özel bir yeteneğim oldu­ğuna inanıyorum. Gerçekten. Altıncı his gibi bir şey. Konu paraya geldiğinde kim olduğun fark etmez. Ortada yeterince para biriktiğinde, diğerleri sana gözleriyle her şeyi anlatırlar. Yalan söylediklerinde neredeyse kokusunu alıyorum.”

“Bu bende de var. İnsanlar daha ağızlarını açmadan yalan söyleyip söylemediklerini anlayabiliyorum. Özellikle de benimkilerin.”

“O zaman sen de iyi bir poker oyuncusu olursun.” ‘“Hayır. Sanmıyorum. Ben pek iyi yalan söyleyemem.

Kızarıp bozarırım.”“Yalan söylemene gerek yok ki Charlie. Sadece umu­

runda değilmiş gibi görünmen gerekiyor.”““Onu da yapamıyorum. Keşke yapabilseydim.”Şişeyi tekrar aldım. Sonra yere baktım ve başınım arka-

stnı ovaladım. Belki de böyle yapıyordu. Belki de Jasper

212

Page 212: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

tanrı tim unutulan çocmian

Jones dünyada yolunu böyle buluyor, sürekli kendisine da­ğıtılan kötü ellere rağmen bu şekilde üstün duruma geli­yordu. O süper kahraman maskesi gibi poker ifadesi. Şüphe­lerini gizliyor ve hiçbir şeyi belli etmiyordu. Ama hâlâ bir yalandı, değil mi? Sadece bir aldatmaca. Hilesi buydu. O omuz silkiş büyük bir roldü. Bir efsane. Elindeki kötü kâğıt­ları gizlemenin bir yolu.

Örneğin Laura gibi. O gece arkası dönükken ağladı­ğında ve şimdi onu özleyip özlemediğini sorduğumda dalgın bir tavırla başıyla onayladığında olduğu gibi. Sonrasında hemen maskesini geri takmıştı.

Jasper Jones sevgilisini ve belki de en iyi dostunu kay­betmişti. Tek dostunu. Bu bana çok üzücü geliyordu. Hayal bile edemiyordum. Sana bu kadar yakın olan birini kaybet­mek, umutlarını bağladığın birini kaybetmek. Jasper onunla birlikte kaçacak, yeni bir başlangıç yapacaktı. Ve Laura'yı orada öyle asılı görmek! Tam oturduğum yerde. Ne korkunç bir olaylar dizisi! Ama Jasper Jones o poker yüzünü korumak zorundaydı. Pelerinini kalbinin üzerine örtmek zorundaydı. Jasper’ın hayatının ne kadarının hiçbir şey umunında değil­miş gibi yaparak geçtiğini merak ediyordum.

Çok yalnız olmalıydı. Jasper’m bunu çözmek için ger­çekten yardımıma ihtiyaç duyup duymadığını merak ettim; yoksa sadece bir arkadaşa tın ihtiyacı vardı? Beni arkadaşı olarak mı görüyordu? Öyle olmasını umuyordum. Burada Laura’yla birlikte oturduğunu, içki ve sigara içtiklerini hayal ediyordum. Acaba konuşacak başka kimsesi var mıydı? Sa­nırım yoktu.

213

Page 213: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Belki de sarhoş olmuştum. Sarhoş muydum? Bilmiyor- dıım. Başım biraz dönüyordu. Başımın yan taraflarında zonk­layan nabzımı hissedebiliyordum. Viskiyi bir kenara koydum.

“Peki, hâlâ gidecek misin? Şehre yani."“Evet, muhtemelen," dedi Jasper burnunu çekerek.

“Bunu düşünüyordum. Bütün bu sorunlar çözüldükten sonra gideceğim. Ama nereye gideceğimden emin değilim.”

“Ama bu çok erken olmaz mı?” diye sordum. “Benden sadece bir yaş büyüksün. İkimiz de daha çocuğuz. Beklemek istemiyor musun?"

“Neyi bekleyeceğim? Ayrıca kendimi hiç çocuk gibi his­setmedim, Charlie. Anlamıyorsun. Kendimi bildim bileli ba­şımın çaresine baktım. Yemek, giysi, barınak, her şey. İnan bana, kaç yaşında olduğun fark etmez. Herkes yaşlanır. Her­kes bir meslek öğrenebilir, vergilerini ödeyebilir ve bir aile kurabilir. Ama bu büyümek değildir. Asıl önemlisi dünyan sarsıldığında nasıl davrandığın ve etıafmda neleri ne kadar görebildiğindir. Bir erkeği erkek yapan budur. Bunu bu ka­sabada yapabiliyorsam, her yerde yapabilirim. Burada bana göre ne var ki? Kalmam için hiçbir neden yok. Burası çıkmaz yol."

“Ben de aynı şeyleri hissetmeye başlıyorum,” dedim. Bİr dal parçasını tutup baraj gölüne fırlattım.

“Yani anlıyorsun. Benim için endişelenme, dostum. Ba­şımın çaresine bakabilirim.”

“Ah, evet.” dedim. “Ah, kesinlikle evet. Bunu biliyo­rum.”

Page 214: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Jasper bir sigara daha yaktı.“Zaten bir süre daha olamayacak sanırım. Deli Jack Lio-

nel’ı yakalayana kadar olmaz.”“Yani onun yaptığından kesinlikle emin misin?” “Kesinlikle. Öyle olduğuna inanıyorum, Charlie.” “Nasıl?” Meraklanarak öne eğildim.“Şey, sana anlatmak istediğim de buydu. Bak, bu hafta

her gece evinin önünden geçtim.”“Buraya gelirken mi?” diye sordum.“Evet.”“Ama bu tehlikeli değil mi? Herkes aramalara devam

ederken buraya gelmek?”“Hayır, pek sayılmaz. Buraya sadece geceleri geliyo­

rum. Devriyeleri atlatmak çocuk oyuncağı. Hiç sorun değil.” “Doğru.”“Doğru. Eh, o evin önünden geçtiğim her seferinde, hiç

şaşmadan, her seferinde, Lionel ön kapıdan çıkarak bana ba­ğırmaya başlıyor. Bana sesleniyor, el sallıyor. En azından o olduğunu sanıyorum. Ne dediğini anlayamıyorum, çünkü evi duyamayacağım kadar uzakta.”

“Peki,” dedim başımla onaylayarak.“Şey, geçen hafta oraya gittiğimizde ve kapının yanında

beklediğimizde olan şey oldu, hatırlasana. Hiçbir şey. Tek kelime bile yok. Bir kez bile dışarı çıkmadı. Belki de kasa­badan gitti, kim bilir? Ondan hiç iz yok zaten. Ve her gece oraya gidip bekledim.”

"Neyi bekledin? Ne yapacaksın ki?"

Page 215: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“İçeri gireceğim. Onunla konuşacağını. Dışarı çıkıp bana sesleniyorsa mülküne izinsiz girmiş olmam,” dedi Jas­per, \isk i şişesini vermemi işaret ederken.

“Oraya gitmeyi kesinlikle istiyor olamazsın!”“Elbette istiyorum. Neden olmasın?” Jasper kaşlarını

çattı.“Sen deli misin? Jack Lionel'dan söz ediyoruz! Neler

olabileceğini bilmiyorsun!”“Eh. öğrenmenin tek yolu var, Charlie. Olabilecek en

kötü şey nedir ki?” Jasper şişeden bir yudum daha aldı.“Ne demek istiyorsun? Bilmiyorum, belki bir tnermıl” “Belki. Ama ona bir şekilde ulaşmam gerek, değil mi?

Onunla konuşmalıyım.”“Ama hepsi tesadüf de olabilir; yani aniden ortadan kay­

bolması. Bütün bunlarla ilgisinin olmaması da gayet müm­kün.”

Jasper başıyla onayladı.“Olabilir. Haklısın. Ama sanmıyorum. İçimde bir his

var, Charlie. Açıklaması zor. Onu buna bağlayan bir şey var. Biliyorum işte. Ve onunla konuşmalıyım. Bir düşünsene: Yıl­lar boyunca o kapıdan her seferinde çıkıp bana seslendi. Ne­denini öğrenmek zorundayım. Laura’yı da gördü. Benim yanımda. Ve şimdi o geceden başlayarak onu bir daha gör­medim. Deli Jack Lionel hakkında zaten bildiklerimiz bir ke­nara, sadece bu bile araştırmaya değer. Daha önce cinayet işlediğini biliyoruz.”

Jasper burnunu çekerek sigarasının dumanını üfledi.

216

Page 216: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı ’nın Unutulan Çocukları

Ben sandaletlerimin tokalarıyla oynuyordum.“Ama bu konuda ne biliyoruz ki?” diye sordum.“Gerçeği.”'‘Öyle mi? Kimi öldürdüğünü? Nasıl yaptığını? Yani,

bilmiyorum, hüküm giydi mi ki?”“Giymiş sayılır.”"Bu da ne demek?”“Babamdan duyduğum kadarıyla, darağacından kıl payı

kurtulmuş. Babam onun hakkında sadece bir kez konuştu. Ama bir şeyle ilgili bu kadar öfkelendiğini hiç görmemiştim. Deli gibiydi. Yaptığı şey için hapse atılması gerektiğini söy­lüyordu. Adamın işe yaramazın teki olduğunu, cehennemin bile onun için fazla iyi olduğunu söylüyordu.”

“Tanrım,” dedim. “Gerçekten neler olduğunu merak edi­yorum.”

“Ben de öyle, Charlie. Ve diğer her şey arasında öğren­meyi umduğum şey de bu. Bilmiyorum. Bak. düşündüğüm şey şu, Laura o gece Lionel’ın evinin önünden tek başına geçmiş olabilir. Buraya tek başına gelmeye çalışmış olabilir. Ve Lionel da şansını denemiştir. Bence böyle oldu."

“Laura bunu neden yapsın ki?”Jasper huzursuzca kıpırdandı ve sigarasından uzun bir

nefes daha çekti.“Şey. bak, genellikle benim gidip onu almamı beklerdi.

Gece penceresine giderdim ve sonra birlikle buraya gelirdik. Ya da o evden sıvışır ve oturdukları caddedeki ağaçların bi­tinin altında benimle buluşurdu. Bazı geceler beklemekten

217

Page 217: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

sıkılırdı ve bizim eve beni çağırmaya gelirdi. Son zaman­larda. son birkaç avdır, sürekli beni görmek istiyordu. İki günde bir buraya geliyordu. Sanki hiç eve gitmek istemiyor­muş gibi." Jasper sigarasını söndürdü ve onun izmaritini de cebine attı. Boynunu kaşıyarak burnunu çekti. Gergin bir şe­kilde kıpır kıpırdı. Ona doğru eğildim.

“Ama gerçek şu ki Charlie. Laura'yı uzun zamandır gör­memiştim. Dediğim gibi, meyve bahçelerinde çalışıyor, git­meden önce biraz para biriktirmeye uğraşıyordum. Ona söylememiştim: sadece gitmiştim. O kadar uzun süre ortadan kaybolmamdan hoşlanmayacağını bildiğim için haber ver­meden gitmiştim. Aptalca bir şeydi ama yapmak zorunday­dım. Sadece kasabadan ceplerim boş halde gitmek isteme­diğim için değil, aynı zamanda biraz kendi başıma kalmak istediğim için. Burada tek başıma olmayı özlüyordum. Eski­den olduğu gibi. Yakında birlikte gidecek olduğumuz için, bilmiyorum, biraz yalnız kalmak istemiştim." Omuz silkti.

“Sorun değil," dedim. “Anlıyorum. Benim de öyle za­manlarım olur.”

Jasper başını iki yana sallayarak bana baktı ve derin bir nefes aldı.

"Ama tuhaf olanı şu ki geçen perşembe gecesi çok yor­gun ve cebimde parayla eve döndüğümde, ilk iş olarak Lau- ra‘yı görmeye gittim. Doğrusu onun için endişeleniyordum. Ve onu görmek istiyordum, itiraf ediyorum. Onu özlemiştim. Uzaktayken sürekli onu düşünüyordum. Bu yüzden her za­manki gibi penceresine gittim ama orada yoktu. Penceresinin

21K

Page 218: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

ianrı ntn uma man (, m unlan

açık olduğunu gördüm, pencereyi kapadıktan sonra beni bek­lediğini düşünerek kendi evime döndüm. Orada da yoktu. Ben de kasabayı aradım, nehir kıyısına gittim, her zaman iz­lediğimiz yolu izledim. Hiçbir iz yoktu. Sonunda buraya gel­

dim."■‘Ve onu buldun," dedim. Jasper yavaşça başıyla onay­

ladı."Bak, muhtemelen ben onu ararken onun buraya ulaş­

maya çalıştığını düşünüyorum. Herhalde beklemekten sıkıl­mıştı ve kendi başına buraya gelmek için evden kaçmıştı. O zaman da Lionel* ın evinin önünden geçti. Bence böyle oldu. Charlie. O noktada işler ters gitti, dostum. Bilmiyorum. Belki de sen haklısın. Belki gerçekten buranın yolunu biliyordu veya belki de deneyecek kadar dik başlıydı. Belki Lionel onu takip etti. Belki Lionel bir gece bizi takip ederek burayı ve yolu öğrendi."

Atticus Finch’iıı yapacağını tahmin ettiğim gibi düşün­meye çalıştım ama Jasper bu senaryoya bu kadar inanmışken işim zordu; her şeyi gerçekmiş gibi şimdiden kabul etmişti. Başımı iki yana salladım. Benim için çok fazlaydı.

Jasper öksürüp tükürdü. “Ve işte o noktada işi mahvet­tim, Charlie. Çok uzun süre uzak kaldım, habersiz gitmeme­liydim. Onu daha önce görmeliydim. En a/mdatı ona yazmalıydım. Bak, bunu kimin yaptığı fark etm e/...’* Jasper başının üzerindeki dalı işaret etti. “Çünkü bu benim hatam

olanlar benim suçum.’*“Ama Jasper." dedim ellerimi iki yana açarak, “ne ol­

21'»

Page 219: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

duğunu bile bilmiyoruz ki. Mesele de bu zaten.”“Ne olduğunu biliyoruz. Charlie. Sadece nasıl olduğunu

bilmiyoruz.. Ya da neden olduğunu.”“Her iki şekilde de.” başımı iki yana salladım, “kendini

suçlu hissetmen için hiçbir neden yok. Bu saçmalık. Seninle hiçbir ilgisi yok. Ne bulduğumuz önemli değil. Senin hatan değil. Bunu sen yapmadın. Jasper, hiçbir şey bilmiyoruz. Gerçekten. Deli Jack Lionel’ın yapıp yapmadığını da bilmi­yoruz. Laura'nın yatak odasından tek başına çıkıp çıkmadığı­nı bilmiyoruz. Bu sadece kendimize anlattığımız bir hikâye.”

Jasper iç çekti. “Dinlemiyorsun. Charlie. Olmam gerek­tiği gibi onun yanında olsaydım, bunların hiçbiri yaşan­mazdı.”

“Eh, pekâlâ. Ama bunu da bilmiyoruz. Konulara böyle yaklaşılmaz. Bu. olanı senin hatan yapmaz. Gerçek şu ki, bi­lemezdin. Nereden bilecektin ki? Bu mantıkla bakarsan, dün­yada olan bütün kötü şeyler, engellemediğin için senin suçun demektir. Bilmiyorum. Örneğin Kennedy’yi üstü açık bir arabaya binmemesi konusunda uyarmalıydın.”

Jasper başını iki yana salladı. “O farklı. O benim hatam değil, çünkü o insanlar bir ailenin yapacağı gibi bana güven­miyordu. Dolayısıyla onları yarı yolda bırakmadım. Oysa Laura’yı bıraktım. Daha erken geri dönmeli veya ona bir mektup bırakmalıydım. Buraya beni aramaya geleceğini tah­min etmeliydim. Sonrasında olanlar gibi bu da benim hatam. Benim bir... sorumluluğum vardı. Onu korumalıydım. Ona yardım eUneliydim.”

220

Page 220: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Korumak mı? Neyden?’*“Boş ver. Unut gitsin.” Jasper burnunu çekti ve daha

fazla konuşmak istemediğini belli eden bir tavırla iç geçirdi. Bir sigara daha çıkarıp yakarken kaşlarını çattı.

Bu tuhaftı. Benden bir şey gizlediğini hissediyordum. Her zaman bir adım gerideydim. Eliza, Jasper, babam. Ka­ranlıkta yolumu bulabilirdim, ama ancak mumun titrek ale­vinin aydınlattığı kadarını görebilirdim.

Bildiğim tek şey hikâyenin sonuydu, çünkü orada dahil olmuştum. Ama hikayenin geri kalanı, öncesindeki bütün parçalar, hâlâ yırtılmış kâğıt parçaları gibiydi. Durumum umutsuz ve çaresiz görünüyordu. Bütün bunlar karşısında o kadar küçük ve zayıftım ki. Kesin olarak öğrenmemizin mümkün olup olmayacağını merak ediyordum. Jasper'a ve değerlendirmelerine ne kadar güvenebileceğimi de. Elbette ki bu çekici bir kavramdı; her şeyi gölgeli bir geçmişi olan bu kasabaya dayandırmak. Ama her şey tesadüflerle dolu gibi görünüyordu. Fazla kalıbına uydurulmuş gibi. Ama belki de en basit cevap aslında en doğru olanıydı. Jasper'm gerçekten yardımıma ihtiyacı olup olmadığını da merak ediyordum. Acaba pencereme gelirken aslında Atticus Finch veya Tom Savvyer’ı mı arıyordu? Bir beyin mi, yoksa bir müttefik mi? Belki ikisi de.

Bilmiyordum.Bir süre sessiz kaldık. Daha fazlasını sormadım. Ama

biraz daha viski içtim.Bir süre sonra Jasper kıpırdanarak başını kaldırdı.

221

Page 221: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

"Sence Ay'a birini gönderecekler mi?”"Bunu yapabileceklerini söylüyorlar.”

"İmkânsız gibi görünüyor, değil mi?”"Kesinlikle öyle,” dedim. "Bırak Ay’a çıkmayı, okya­

nusun dibine bile inemeyiz.”"Ama bence yapabilirler.” dedi Jasper hafifçe gülümse­

yip başını iki yana sallayarak. "Bence oraya gidecekler.

Hayal edebiliyorum.”"Bu büyük bir başarı olurdu,” dedim."Biliyor musun. Charlie?” dedi Jasper, bacağını kaşıya­

rak. "İnsanların Ay’a bakıp da hâlâ her şeyin merkezi olduk­larını düşünmelerini anlayamıyorum. Bazen burada oturup her şeyi izlerken, evrendeki en küçük toz zerresiymişim gibi hissediyorum. Bir hiçmişim gibi. İnsan kendini yalnız hisse­diyor ama bu aynı zamanda mutlu da ediyor."

"Her şeyin merkezi derken ne demek istiyorsun?” "Laura bir defasında bana dünya üzerinde tarih boyunca

yüz milyar insanın yaşayıp öldüğünü söylemişti. Yüz milyar insan gelip gitmiş ve biz daha yokken ömürlerini tamamla­mış. Hayal bile edemezsin. Ama üzerinde düşünürsen, burayı ilk bulanın sen olduğunu, buranın sana ait olduğunu düşün­mekle aptallık ettiğini anlarsın. Ay'a ayak basan şanslı herif sen değilsen, bence insanlar şunu ya da bunu sahiplenirken, oraya buraya sınırlar çekerken aptallık ediyorlar. Tıpkı bir teneke kutuya ne kadar para attıklarını veya cuma günleri balık yiyip yemediklerini koca sakallı bir alçağın umursadı­ğını düşünmekle aptallık ettikleri gibi. Hepsi saçmalık.”

222

Page 222: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Katoliklerden mi söz ediyorsun?”"Hayır, sadece onlar değil, Charlie. Ama bir kısmı,

evet.”Bunu düşündüm.“Şey, bak, bence çoğu kimse o yalnızlığı hissetmiyor.

İnsanlar kendilerini küçük veya kaybolmuş hissetmekten hoşlanmaz. Bence dualar da bununla ilgili. Neye inandıkları fark etmez, hepsi aynı şeyi yapıyor; uzaya bir ip atıyorlar. Sanki orada ipin bağlanacağı bir yer varmış ya da daha yüce bir varlık onların endişelerini hafifletebilirmiş gibi. Böyle­likle insanlar kendilerini daha büyük bir şeyin parçası haline getiriyorlar ve belki de böylece daha az korkuyorlar.”

“Sen bunu yapıyor musun?” diye sordu Jasper, yüzüme meraklı gözlerle bakarak.

“Ben mi? Hayır. Elbette yapmıyorum. Ben de tıpkı senin gibi bir toz zerresiyim.”

“Bu seni üzüyor mu?”“Gerçeği bilmek mi? Sanırım bazen. Yani, üzerinde dü­

şünmek saçmalık.”“Boş bir duygu gibi.”“Doğru. Sanırım Tanrı’ya, İsa’ya filan inanmak gerçek­

ten rahatlatıcı oluyor. Bütün o boşluğu doldurmaksın ki artık endişelenmeyesin. Ama bu biraz da soğuk havaya karşı ka- ptyı kapamak gibi, değil mi? Dışarısı hâlâ soğuk ama sen sı­cakta olduğun için artık fark etmiyorsun.”

“Aynen öyle,” dedi Jasper.“Ancak bunların hiçbiri benim işime varamadı. Hckia

223

Page 223: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

şiüzümü'nü dinledim. Incil'i filan okudum. Ama hâlâ aşa­madığım çok fa/la boşluk, kaygan kısımlar var ve onları dü­şünüp duruyorum. Herhangi biriyle ilgili kesin karar \ ermeme fırsat tanımayacak kadar çok sorum var. Sadece mantıklı gelmiyor işte. Ama bazen öyle olmasını umuyorum; sadece kendimi bu kadar küçük hissetmemek için.”

“Ama o kadar da kötü değil Charlie. Bana bir baksana. Bütün hayatım boyunca bana kendimi küçük hissettirdiler. Buna alıştım. Ve bana yaptığı tek şey kendi başıma doldur­mak istememi sağlaması. Büyük şeyler başarmak. Kaybede­cek bir şeyinin olmamasının iyi tarafı bu. Üzerinde düşünüp tasalanmanın bir yararı yok. Ve inandığın sadece buysa, bu­rası ve şimdiyse, o zaman ziyan etmek istemezsin, değil mi?”

“Bu mantıklı,” dedim.Jasper yavaşça başıyla onayladı. Öksürdü, külünü silkti

ve devam etti.“Anlayamadığım bir şey daha var,” dedi. “ İnsanlar asır­

lar önce Ay'a bakıp da Dünya’nın düz olduğunu hâlâ nasıl düşünebiliyorlardı? Düz, dümdüz, Charlie! Bak. insanların kendilerini her şeyin merkezi sanmalarından söz ederken kastettiğim buydu. Her şey sadece görebildiklerine dayanı­yor. Kimse daha büyük bir motorun içindeki küçük bir dişli, boşlukta devinen milyarlarca küçük toptan biri olabileceğini düşünmüyor. Herkes her şeyin kendi etrafında döndüğüne inanmış, aksine değil. Bu çılgınlık. O lanet olasıca kar küre­lerinden birinde yaşıyormuş gibi. Bilirsin, lıani şu sallaman çerekcrı şeyler.”

224

Page 224: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Başımla onayladım.“Onları biliyorum, evet.”“Demek istediğimi anlıyor musun?” diye sordu Jasper. “Evet. Evet, anlıyorum. Hindistan’da dünyanın bir kap­

lumbağanın sırtında taşıdığı büyük ve dümdüz bir tahta ol­duğuna inanırlarmış.”

Jasper gülümsedi. “Saçmalık,” dedi.“Ciddiyim. Bir kaplumbağa!”“Saçmalık, Charlie, sana inanmıyorum. İçkiden kafayı

bulmuşsun. Dev bir uzay kaplumbağası mı? Söylediğin bu mu?”

İkimiz de kahkahalarla gülüyorduk.“Bu doğru. Dünya büyük bir bisküviymiş ve biz de bir

kaplumbağanın sırtındaymışız. Ay’a doğru gidiyomıuşuz.” “Bu delilik.” Jasper başını iki yana salladı.“Ama haklısın. İnsanlar sadece etraflarında gördükle­

rine alışkınlar ve oradan devamını uyduruyorlar. Bir anlam çıkarmaya çalıştıkları için onları suçlayamazsın. Sanırım asıl sorun, doğrusunu bildiğin halde inanmaya devam etmek. Paskalya Adası’nı hiç duymuş muydun?”

Jasper dudaklarını ıslatacak şekilde öksürdü.“Şu büyük taş kafaların olduğu yer mi?”“Evet, o.”“Onları yapmak için bütün ağaçlarını kullandıklarından,

bir daha kano yapamamışlar. Dolayısıyla balık avlayanıadık- *an de aç kalmışlar.”

“Evet, öyle sayılır. Her neyse, tarihteki en i/ole olmuş

225

Page 225: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

uygarlık onlardı. Adalarında mahsur kalmışlardı. En yakın yer binlerce mil mesafedeydi ve her taraf göz alabildiğine suydu. Yani evrenin merkezi olduklarını düşünmeleri o kadar da tuhaf değildi. Bütün bildikleri balıklar, patatesler ve kuş­lardı ki çoğuna tapınıyorlardı. Adanın ortalarında kuşların yuva yaptığı kayalıklar vardı. Bu başladığında, tanrılarının yeni yılın başlangıcını müjdelediğini düşünürlerdi. Yumur­talar hediyeydi."

"Doğru.""Bir yarış vardı. Adadaki bütün klanların şefleri bir

adam seçiyor, onlar da köpekbalıklarıyla dolu sularda yüze­rek mevsimin ilk yumurtasını çalmaya çalışıyorlardı. Yarış­macı yumurtayı aldığında yüzerek geri dönüyor, yumurtayı başına sararak üç yüz metrelik kayalıklara tırmanıyor ve taş kulübesinde bekleyen şetine sunuyordu. Yumurtayı ilk alan şef Kuş Adam oluyordu."

"Kuş Adam mı?""Şey, bir tür dini lider. Tanrılarının temsilcisi veya elçisi

gibi. Paskalya Adası’nın papası. O yıl, kazanan klan adanın mutlak hâkimiyetini ele geçiriyordu. Ayrıca, şef herkesten uzaklaşıp inzivaya çekiliyor, yüzünü kırmızı-siyaha boyu- yordu. Tırnaklarını veya saçlarını kesmesine izin verilmi­yordu. Sırtına ölü bir kuş asıyordu.”

"Sırtına ölü bir kuş mu asıyordu?” Jasper kaşlarını kal­dırdı.

"Sırtına ölü bir kuş asıyordu.”"Muhtemelen inzivaya çekilmesi iyi bir şeymiş o

zaman "

226

Page 226: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Haklısın.”“Otuz santimlik tırnaklarla kıçını silmeye kalktığında

sana iyi şanslar.” Jasper gülümsedi.“Bunu hiç düşünmemiştim ama eminim bunu onun için

yapan biri vardı.”“Ne meslek ama!”“Haydi. Bu bir iş değil, bir onur.”“Kıçımı istediğin zaman silme onuru şenindir, dostum.” “On iki ay boyunca boynuna ölü bir pelikan asarsan

bunu düşünebilirim.”Jasper bir kahkaha patlattı. Gülerken acı çekiyormuş

gibi bir ifade beliriyordu yüzünde. Diliyle ağzının kenarla­rına dokundu.

“Anlaştık,” dedi. “Bir anlaşma yaptık, Charlie, dostum. Elini sıkardım ama az önce nerede olduğunu keşfettim!"

Biraz daha güldük. Biraz daha viski içtik, şişenin dibine yaklaşmıştık.

“Ancak, yine de nefes kesici, değil mi? Dünyanın mi­nicik bir köşesinde sadece önlerinde olanlarla bütiin o soru­ları cevaplamaya çalışan insanları düşünürsen.”

“Zaten mesele de bu, değil mi, Charlie? Her şey büyük bir Paskalya Adası. Dev bir kar küresi. Güneş tanrılar, kuş adamlar, dev kaplumbağalar veya İsa olsun, hep aynı. Asıl bilmek istediğim, neden şimdi dünyayla ilgili avnı şekilde düşünemiyoruz? Artık gezegenlerden, yıldızlardım, galaksi­lerden haberimiz var; gezegenin güneşe bağlı ve yuvarlak ol­duğunu, dönüp durduğunu biliyoruz; artık bildiğimi/ tek şev

2J*

Page 227: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

diinya değil. Neden hâlâ buraya sıkışıp kalmış durumdayız? Ve neden her şey bizim için olmak zorunda? Neden bu kadar özeliz? Tanrı diye bir şey yok, Charlie, en azından söyledik­leri gibi değil. Zeus'un, Apollo’nun veya lanet olasıca tek boynuzlu atların olmadığı gibi. Kendi başımızayız. Bu da in­sana kendini ya yalnız ya da güçlü hissettirir. Doğduğunda ya şanslısındır ya da değilsiııdir. Bu bir piyangodur. Ya işin zordur ya da her şey çok kolaydır. Ama sonrasında her şey sana bağlıdır. Bir paket sigara içersem veya bir kutu biftek konservesi aşırırsam umursayacak kimse yok. Tek başıma- yım ve neyin doğru, neyin yanlış olduğunu biliyorum. Bu kasabada kimse bana iş vermez, dolayısıyla elimden geldi­ğince işleri yoluna koymak zorundayım. Konuşup yürümeye başladığın anda, kendi şansını da yaratmaya başlıyorsun. Gökyüzünde bunu yapmama yardım edecek bir ruha da ihti­yacım yok. Kendim yapabilirim. Ama zaten Tanrı da bence gerçekte bu, Charlie. İçimde, diğer her şeyden daha güçlü ve daha dayanıklı olan şey. Dua etmek de ona güvenmek, ona inanmak, kendimden dayanıklı olmayı istemek anlamına ge­liyor. Ve yapabileceğin tek şey de bu. Kuleler, gemiler, tu­fanlarla ilgili hikâyelere veya günahlarla ilgili kurallara ihtiyacım yok. Hepsi içindeki o yere ulaşmak için fazlasıyla karmaşık yollar ve bence dürüstçe değil. Kendimi başka bi­rinin dinlediğine veya hatta umursadığına inandırmaya ihti­yacım yok, çünkü fark etmez. Önemli olan benim. Ve ben iyi olacağımı biliyorum. Çünkü iyi bir kalbim var ve bu kasaba beni aksine inandırmaya çalışıyorsa, canı cehenneme. Bu-

228

Page 228: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

nıınla gelirsin ve bununla gidersin. Elimizdeki tek şey bu."Bir şiire duraksadık. Ayaklarımın dibindeki kuru çimen­

leri eşeledim. Biraz daha viski içtik. Şişeyi birbirimize ve­rirken artık ıslak bir çınlama yayıyordu. Tadı da önceki kadar kötii gelmiyordu. O sıcaklık bütün vücudumu, özellikle de beynimin ön tarafını örtmüş gibiydi. Sanki dünya benim et­rafımda dönüyormuş gibi. Ağaçlar yavaş yavaş dönüyordu.

Düşünmeden sordum.“Sen yarı Aborjin'sin, değil mi? Neye inandıkları konu­

sunda bilgin var mı?”“Hayır, pek yok, Charlie. Annemi hiç tanımadım, dola­

yısıyla öyle şeyleri de hiç öğrenmedim. Zaten bu kasabadan değildi, dolayısıyla onun tarafından akrabalarımla da tanış­madım.”

“Onunla ilgili bir şeyler hatırlıyor musun?”“Yok be, dostum. Ben çok küçükken ölmüş.” Jasper bo­

ğazını temizledi ve bir sigara daha yaktı.“Ne olmuş?” diye sordum ve hemen ekledim: “Özür di­

lerim. Bütün bunları sormamam gerekirdi.”“Hayır, sorun değil. Sen İyisin, dostum. Gerçek şu ki

pek fazla şey bilmiyorum. Bir trafik kazası. Anlayabildiğim kadarıyla kötü bir kaza. Babamı bu konuda konuşturmaya Çalışmak, lanet olasıca bir iş bulmasını sağlamak kadar zor.”

“Belki de onu üzüyordun”“Orası şüphesiz, Charlie. Ama artık mazeret değil. Sa­

dece hayatını ve parasını ziyan ediyor. Adam şaka gibi. Doğ- ri|sıuıu istersen ondan utanıyorum. Futbol kulübünde ondan

229

Page 229: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

kralmış gibi söz ediyorlar. Sanırım bir zamanlar şampiyon­muş. Bilinen en iyi oyuncuymuş. İstediği kadar yükselebile­ceğini filan söylüyorlar. Ben de onlara zırvalıyorlarmış gibi bakıyorum. Hayal bile edemiyorum. Baştan aşağı perişan halde. Charlie. Vazgeçmiş. Öylece. Sonra annem ölünce ba­bamın da sonu gelmiş. Bir daha geri dönmemiş. Yıllardır oraya adım atmamış.”

"Bu gerçekten çok üzücü,” dedim ama biraz dikkatim dağılmıştı. Başımı hafifçe iki yana salladım. Dünya bulanık­laşıyor ve hâlâ dönüyordu. Beynimde sesi giderek yükselen bir kabile davulu vardı. Sanırım başım dertteydi. Başımı yere dikerek kendimi toparlamaya çalıştım. Ama görüş alanım sü­rekli dönüyor, midem ağzıma geliyordu. Ağzım uyuşmuştu ve kollarımı hissetmiyordum.

Sallanarak ayağa kalkarken, görünmez iplerle yönetili- yorınuşum gibiydi. Ve sonrası da şeytan çıkarma gibi. O kor­kunç ruh. iğrenç bir sıvı halinde vücudumdan dışarı fırladı. Sendeleyerek durup ellerimi dizlerime dayadım ve kusma spazmlarının midemin altını üstüne getirdiğini hissettim. Du­daklarımdan bir homurtu yayıldı. Viskinin tadının dışarı çı­karken de girerken olduğundan daha iyi olmadığını öğren­dim.

Ağzım açık halde kasılıp gevşiyordum. Midemde kusa­cak daha fazla viski kalmamıştı. Jasper'ın rahatlatıcı ve sıcak elini sırtımda hissettim.

"İyi misin. Charlie?""Hayır. Sanırım ölüyorum,” diye geveledim.

Page 230: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Öyle de denebilir.” dedi Jasper. “Ama tam olarak değil. Al, şunu iç.”

Bana bir kavanoz su uzattı. Başımı iki yana salladım.“Yapamam. Daha fazla içemem,” dedim.“Mecbursun, dostum. Kendini daha iyi hissedersin.

Haydi, biraz iç.”Bütün dürtülerime rağmen kavanozu tuttum ve sarsak

bir şekilde içtim. Doğrulmaya, omuzlarımı dikleştirmeye ve kendimi toparlamaya çalıştım ama dengemi kaybetmiştim. Yine öne eğildim. Derin derin nefes almaya çalıştım.

O sırada, Jasper’m bana verdiği suyu muhtemelen ba­rajdan, dibinde Laura Wishart*ın cesedinin yattığı baraj gö­lünden almış olduğunu anladım. Kendimi tutamayarak onu düşündüm; suyun dibinde yavaşça salınan saçlarıyla bir melek gibi sallanışını hayal ettim. İpek gibi... yılan gibi saç­larıyla. Aynı anda teninden dökülen zerreleri de içtiğimi ha­yal ettim ve bir hayvan gibi böğürerek tekrar kustum.

Dizlerimin bağı çözülüyordu ama Jasper ayakta dura­bilmem için beni destekledi. Beni oturduğumuz yere geri gö­türdü, oturttu ve kavanozu yanıma koydu. Midem berbat durumdaydı, bitkin halde hırlıyordum ama daha fazla kus­madım. Başımın dönmesi azalmıştı. O kadar hızla değildi. Ama hâlâ dayak yemişim gibi hissediyordum. Mahcup ol­muştum.

Dizlerimi göğsüme çektim. Bir süre daha orada takılıp sohbet ettik ama ben daha çok dinliyor ve homurdanarak mnıyliimalaııım belli ediyordum. Jaspcı ellerinde kiıçük d.ıl

Page 231: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

parçalarını kırarken, ben de dünyanın çarkıfelek gibi dönme­sini durdurmaya çalışıyordum. Yavaş yavaş düzeliyordum ama dilim hâlâ Ölü bir yumuşakça gibiydi ve midemi de sün­ger gibi sıkılmış hissediyordum.

Ancak Jasper bütün gece oturduğu yerden kalkınca kaş­larımı çalarak başımı yana yatırdım ve nihayet gördüm. Orada. Alçakta. Ağacın gövdesinde. Bütün bu süre boyunca Jasper’ın arkasında tamamen gizlenmişti. Nefesimi tutarak kendimi sorguladım. Gözlerime inanamadım. Viskiden kay­naklanan bir halüsinasyon olmadığından emin olmaya çalış­tım. Ya da bu geceden önce onu hiç görmediğime.

Hayır. Hayır, kesinlikle fark ederdim.Yani onu buraya biri koymuştu. Yakın zamanda. Göğ­

sümün sıkıştığını hissettim.“Jasper?" dedim, çekingen bir tavırla. Jasper diğer ta­

rafta ağacın gövdesinden çıktı.“Ne?"Ben işaret edince baktı; daha önce görmediği ve onun

işi olmadığı yüz ifadesinden belliydi, çünkü yüzünde suçlu­luk ifadesi yoktu. Hemen ağacın gövdesine yaklaştı. Diz çö­kerek dokundu. Parmaklarını üzerinde dolaştırdı. Yanına gittim ve birlikte dikkatle inceledik.

Konuşmadan sadece baktık. Tam orada, ağacın gövde­sine kazınmıştı. Tek bir kelime.

Üzgiiniim.

Geri dönerken neredeyse hiç konuşmadık. Jasper'm zih-

232

Page 232: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

niniıı de benimki gibi düşüncelerle kaynadığını tahmin ede­biliyordum. Ne hissettiğini merak ediyordum.

Ağır ve kontrol etmekte zorlandığım bacaklarımla pe­şinden gidiyordum. Midem hâlâ berbat durumdaydı. Yorgun ve sarhoş olmama rağmen hâlâ o kelimeyi düşünüyordum.

Üzgünüm.Jasper haklıydı. Oraya biri gelmişti. Belki de bu gece.

Biri o açıklığa girmişti. Orayı bilen biri daha vardı.Sadece bu değil; o ya da bu şekilde itiraf etmiş sayılırdı.

Özgünüm. Ağacın gövdesine kazınmış bir itirafname. Bir dövme gibi. Çok büyük ağırlığı olan bir kelime. Artık geri alınamayacak bir kelime.

Nasıl yazıldığını düşündüm. Doğası ve amacı neydi? Aramalara ve yakalanma riskine rağmen yazıldığı düşünü­lürse, güçlü duygularla kazınmış olmalıydı. Yani pişmanlık mı vardı? Öfke mi? Bu özür kimeydi? Laura Wisharf a mı? Ailesine mi? Jasper Jones’a mı? Tanrfya mı?

Kesin olan tek şey şuydu ki buradaydı. Bunu yapan kişi her kimse hâlâ Corrigan’daydı.

Yani geri dönmüş ve Laura’nm cesedinin kaybolduğunu öğrenmişti. Bıraktığı yerden kaybolmuş, bütün izler silin­mişti. Polisin bulduğundan şüphelenilmiş olabilir miydi? Yoksa Jasper Jones’tan haberi vardı da onun yaptığım tahmin ediyor muydu? Bunun Jasper için bela anlamına gelip gel mediğini merak ettim. Eğer Jasper için bela demekse, o '-aman benim için de öyle olabilirdi.

Deli Jack Lionel’ın evine yaklaşıyorduk İşıklar sönük

Page 233: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

\ c ortalık ürkütücü bir şekilde sessizdi. Biitün bunları yapan ficf\vkh'tı o olabilir iniydi? Pişmanlığını nu dile getirmişti? Jasper yine kapıda duraksayarak karanlık eve baktı. Onu iler­lemeye teşvik ettim. Hâlâ karanlıktı ama çok fazla zamanı­mız kaldığını sanmıyordum. Acele etmek zorundaydık.

Kasaba merkezine ulaştığımızda hareketliliği görünce şaşırdım ve endişelendim. Jasper da aynı duyguları paylaşı­yor olmalıydı, çünkü yaklaşan iki aracın farlarından kaçmak için birlikte bir binanın arkasına dalarken bana döndü.

“Bu tuhaf, Charlie. Devriye arabaları geri dönmüş. Üs­telik ilk geceden beri bu geç saate kadar ortalıkta görünmü­yorlardı. Belki de bir şey buldular. Belki de birini tutuklama­ya gidiyorlar.”

Sırtlarımızı duvara yapıştırırken kalbim deli gibi atı­yordu.

“Emin misin? Bardan eve giden birkaç adam da olabilir. Belki de yeni kapanmıştır,” diye fısıldadım.

“Eminim, dostum. Kafayı bulmuş madenciler öyle yavaş sürmez. Ve o arabaları daha önce de gördüm. Bu bir devriye, Charlie. Kesin. Dikkatli olmalıyız, tamam mı?”

Başıyla onayladım. Harekete geçtik. Elimizden geldi­ğince sessiz ve dikkatli bir şekilde, çalılara ve binalara yakın kalmaya çalışarak yürümeye devam ettik. Boş arsalardan, ev­lerin bahçelerinden sessizce ve sinsice geçtik. Bacaklarım kurşun gibi ağırdı ama zihnim daha keskin, görüşüm biraz daha netli. Ağzımda ekşi bir tat vardı. Terim yağ gibiydi. Bir an önce eve ulaşmak istiyor ve hiç çıkmamış olmayı diliyor­dum.

Page 234: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

En büyiik tehlike Simpson ve Boıırke caddelerinin ka­şesinde geldi; bir devriye aracı biz daha sesini duyamadan ortaya çıktı. Jasper ışıkları görünce beni sertçe vere çekli ve hemen yolun kenarındaki hendeğe yuvarlandık. Beyaz ışıklar geçerken nefesimi tuttum. Yerimi/den kıpırdamadık. Jasper kıpırdanarak bana döndü.

"Anlamıyorum, Charlie. Bu gerçekten tuhaf. Daha önce hiç böyle arabalar yoktu. Özellikle de bu kadar geç saatte. Genellikle buraya gelmezlerdi. Neler olduğunu bilmiyorum ama muhtemelen çabucak geri dönmeliyiz, orası kesin."

“Artık yaklaştık. Birkaç sokak kaldı," dedim çabucak, huzursuz bir halde.

Daha fazlasını söyleyip söylememek konusunda karar­sız kalarak duraksadım. Ayrılmayı teklif etmek istiyordum. Jasper’a beni burada bırakmasını ve en hızlı şekilde eve dön­mesini söylemek istiyordum. Bunun en iyisi olacağını bili­yordum. Ama bir türlü yapamıyordum. Jasper yakalanırsa bunun ne anlama geleceğini bilmeme rağmen. Yine de yapa­madım. Yapamazdım. Burada tek başıma kalma düşüncesi ödümü patlatıyordu ve bunun için kendimden nefret ediyor­dum. Kendimi pislik gibi hissediyordum. Bencil ve ödlek.

Jasper’ın ayrılmaya niyeti yoklu. Gülümseyerek göz kırptı.

“Sorun olmayacak."Kalkmak için davrandığımızda, Jasper avucunu sırtıma

bastırarak beni yine sertçe yere çekti ve yanımızdan bıı ar ıha daha geçti. Bu kez bizim oturduğumuz sokağa doğnı yavaşça derliyordu.

335

Page 235: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“ Lanet olsun. Kıl payı," dedim.

“Haydi, çabuk. Bu tarafta kalalım," diye tısladı Jasper. Plim izden geldiğince ses çıkarmadan ve eğilerek koştuk. Çakıl taşları ve ince dal parçalan ayaklarımızın altında ça­tırdıyor. gergin ortamda havai fişek patlamaları gibi geli­yordu. Neyse ki oturduğum sokağa girene kadar karşımıza başka araba çıkmadı. Köşeyi döndük. Neredeyse bir zafer sa­

yılırdı.Ve o anda gördük. İkimiz de aniden durduk.Jasper kayarak dururken bir küfür savurdu. Ona yaklaş­

tım. Kolumu yakalayarak beni sıkıca tutup olduğum yere mıhladı. Bizi görmemişlerdi. Henüz.

•'Charlie» tek kelime bile etme. Hiçbir şey söyleme. An­ladın mı?"

Hemen başımla onaylayıp yavaşça yutkundum.“Peki ne yapacağım? Ne yapacağım?” diye tısladım,

panik halinde. Gözlerim yanıyordu.“Yürümeye devam et. Bir şeyler uydur. Benimle ilgili

hiçbir şey söyleme. Sana bir şey olmayacak, Charlie. Sorun yok. dostum. Hiçbir şeyden şüphelenmeyecekler. Sen yanlış bir şey yapmadın.”

Nefesimi üfledim. Sokağa baktım. Sonra geri döndüm. Artık seçeneğimiz yoktu. Daha fazla benimle gelemezdi.

“Gitmen gerek. Jasper. Çabuk! Buradan çıkmalısın.”Çoktan gözden kaybolmaya başlamıştı bile.“Dinle, yakında dönerim. Unutma, tek kelime bile etme.

İyt şanslar, dostum.”

Page 236: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

i L f f i t ı r t t r t \s f iı t$ ıtH 'tr ı

Ve uzaklaştı.Ödüm patlamıştı. Göğsüme zelıir damlıyor ve ciğerle­

rime yayılıyordu.Başım gerçekten dertteydi.Sokakta önümde uzanan sahneye baktım. Korktuğum

sahne. Orada, şeftali rengi loş veranda ışığımızda iki polis arabası çimenliğin üzerine yanaşmıştı. Kaldırımda iki araba daha ışıklarını yakmış halde duruyordu. Ön tarafta insanlar toplanmıştı. Komşuları tanımıştım. Ve An Lu, ellerini arka­sında birleştirmiş, temkinli bir tavırla kenarda duruyordu. Nedenini bilmiyordum ama onun sessiz ve saygın siluetini görmek beni mahcup etmişti. Annem de oradaydı. Biri onu omuzlarından tutmuş, vücutları bir dayanışma havasında bir­birine sokulmuştu. Babam bir grup adamla çimenlikte duru­yordu. Başıyla onaylıyor ve çenesini kaşıyordu.

Ben artık ölmüştüm. Duraksadım. Bundan kaçamazdım. Kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyordu. Tuğla geri dönmüş, her zamankinden daha da ağırlaşmıştı. Devasa bir örs gi­biydi. Soğuktu. Dönüp kaçmak istiyordum. Belki arkadan dolaşıp öne gelir ve neler olduğunu sorardım. Ama bunu ya­pamazdım. Çok geçti. Cesur olmak zorundaydım. Doğruca yürüyüp yanlarına gitmeli ve olacakları bir erkek gibi karşı- lamalıydım.

Ama canlı canlı derimi yüzeceklerinden şüphem yoktu. Sopalarla döveceklerdi. Bağırsaklarımı sökeceklerdi. Daha önce hiç böyle bir sorunla karşılaşmamışımı

Onlara yaklaşırken arkamdan bir ı>ık yandı Donup kal

2*7

Page 237: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

dım. Bembeyaz ışığın ortasında suçüstü yakalanmıştım. Suç­üstü. Suçlu yüzlü. Hepsi buraya kadardı. O an gelmişti. Ve rüya gibi, gerçekdışıydı ama hayal ettiğim gibi de değildi. Korkmuş bir hayvanınkiler gibi, kulaklarım kafama yapış­mıştı. Bu bir devriye arabasıydı. Ve ben daha tepki vereme­den koması geceyi yırttı. Başların aniden bana döndüğünü gördüm. Arkamda bir araba kapısı çarparak kapandı. İlk dü­şüncem, Jasper’ın görünmeden uzaklaşmayı başarmış olma­sıydı. Sonra annemin yanındaki kişiden ayrılarak bana doğru koşmaya başladığını gördüm. Çığlık çığlığa adımı haykırı­yordu ve hıçkırıklara boğulmuştu. Saçları dağınık, giysileri buruşuktu. Durduğum yere doğru koşarken göğüsleri hoplu- yordu ve yüzü buruşmuştu. Kollarımı tutan adamı fark etme­dim bile. Ama annemin çömelerek göğsümü yumrukladığını fark ettim. Sonra da yüzümü ellerinin arasına aldı.

"Charlie! Ödümüz patladı! Çok korkfukl Nerelerdey­din?” Yüzü ıslak ve parlaktı. Makyajı siyah sütunlar halinde yanaklarından akıyor, gözyaşlarının gölgesi gibi görünü­yordu. Başımı ellerinin arasında tutarak salladı.

Ortadan kaybolmamın gerçek anlamını ancak o zaman anlayabildim. Yokluğumun ne anlama gelebileceğini ancak kavrıyordum. Bilmemenin öfkesini.

Her nedense, zihnim uzaklaştı ve kasabanın diğer ucuna gitti. Eliza Wishart'm ablasının nerede olduğunu bilmediğini, sürekli göğsünü ezen bir panikle yaşadığını düşündüm. Ve bunu sona erdirebilme gücüne sahip olmak, beni hiçbir şeyin yapamayacağı şekilde üzdü.

238

Page 238: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Latıra’yı düşündüm. O ağır hayaleti. Zihnimde son de­rece canlıydı. C) tek özür kelimesini, o teslimiyeti, o pişman- hğı düşündüm. Üzgünüm. Annemin yüzüne bakarken düşü­nebildiğim tek şey Laura. Jasper ve bu kasabadan ayrılma, şehirde yeni bir hayata başlama, birlikte güzel bir yaşam kurma düşünceleri oldu. Bunun çok üzücü olduğunu da dü­şündüm. Kimse hayallerinin böyle sona ermesini hak et­mezdi. Sonra Bayan Lu’yu, Jeffrey’yi, birkaç saat önce Madenciler Loncası binasından çıkışlarını düşündüm. Çok fazlaydı. Kaldıramayacağını kadar fazla. Bütün bu korkunç hüzün hikâyeleri. Her şey içimden akmaya başladı. Önce bir motorun teklemesi gibi, sonra anneme sımsıkı sarılıp yığıl­dım ve hıçkırıklara boğuldum. Bütün Corrigan bana bakar­ken, bu kadar ilgi odağı olmuşken, olabilecek en kötü zaman­da bir kız gibi ağlıyordum. Ve kendime hâkim olamıyordum. Annem başımı kollarının arasına aldı. Şarap, parfüm ve ne olduğunu anlayamadığım ekşi bir şey kokuyordu. Omuzla­rım titriyordu. Jasper gittiği için memnundum. Burada olup bunları görseydi utancımdan ölürdüm.

Onu düşünmek nihayet sırtımı biraz dikleştirmemi sağ­ladı. Burnumu çekerek kendimi toparladım. Verandamıza, o loş ışığa baktım. Sorulara cevap verebilmek için güçlü olma­lıydım.

Annem saçlarımı tutarak beni tekrar salladı ve dişlerini sıkarak konuştu.

“Seni aptal, aptal çocuk! Herkesi korkuttun. Herkesin üdiipatladı, Charlie! Nereye gittin? Nerelerdeydin? Neler olduT

m

Page 239: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

t ratg zıtvey

O arada babam ve komşuların büyük bölümü etrafımızı sarmıştı. Çok utanmıştım. Bütün bunlardan. Hepsi ben orada değilmişim gibi benim hakkımda konuşuyordu. Aklı erme­yen bir çocukmuşum gibi. Tavırları ve sözde endişeleri beni aniden öfkelendirdi. Etrafım eleştiren anne babalarla dolmuş gibiydi. Bacaklarını tekmelemek, def olup gitmelerini söy­lemek ve odama koşmak istiyordum. Onlar benim bildikle­rimi bilmiyorlardı. Arkamdaki ışıklar yine böcekleri çekmiş­ti. Yanağıma konan bir şeyi tokatladım. Aptalın biri eğilerek çenemi tuttu ve avucunu başımın üzerine koydu. Bu Keith Tostling’di. Yüzümü ve özellikle gözlerimi inceledi. Sanki doktormuş gibi, oysa değildi. Kimi kandırmaya ya da etki­lemeye çalıştığım bilmiyordum; onun koyun kırparak geçi­mini sağladığını herkes bilirdi. Başımı sertçe iki yana sallayarak bir adım geriledim ve omuzlanmı tutan adama tos­ladım. Kazayla ayağına basmıştım.

“Ah, sakin ol, evlat.”Sonunda babam yanıma gelerek elini omzuma koydu.

Yine başparmağıyla saçlarımı okşadı. Onu asla şimdi olduğu kadar sevmemiştim.

Çavuş babama doğru eğilerek benimle konuşmak iste­diklerini söyledi. Babam başıyla onayladı.

“Elbette.”Eve girdik. Bana tuhaf gözlerle bakıyordu. Yüz ifadesini

anlayamıyordum. Belki de şaşkın ve düşünceliydi. Tek ke­lime bile etmedi.

Evine doğru yürümeye başlayan An Lu'ya baktım. El­

240

Page 240: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

tanrı mn unutulan Çocuktan

lerini arkasına, çenesini göğsüne dayamıştı. Ne düşündüğünü merak ediyordum. Tavırlarında beni aşağıladığını belli eden bir şey vardı. Çok utanmıştım. Kasabadaki herkesi hayal kı­rıklığına uğratmışım gibi hissediyordum.

O sırada, babamın elini sırtımda hissederken karar ver­dim. Bütün bu mesele çözümlendikten sonra Jasper Jones bu kasabadan ayrılırken ben de onunla birlikte gidecektim. Cor- rigan'ı geride bırakacaktım. Sonsuza dek.

Page 241: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

www. f acebook. com/groups/ekitaphane

www. f acebook. com/ekitaphane

HASRET =)

Page 242: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

aA ltıncı Bölüm

Ölmedim.Ama işkence gördüm. İçeri atıldım. Bu sabaha kadar

beni odama kilitlediler. Aslında cezanı yıl sonuna kadar sü­recekti ama sonra iyi halden dolayı şartlı tahliye edildim.

Boks gününden sonraydı ve Countryweek kriket karna­valının başlangıcıydı. Jeffrey on ikinci adam olarak ana ta­kıma alınmıştı, fakat bu yeteneğinin aniden kabul edilmesinden dolayı değildi: Sadece şikâyet etmeden ayak işlerine bakacak birine ihtiyaç vardı. Aynı şekilde, son sınıf­ların takımı da Down sendromu olan ve bütün önemsiz gö­revleri büyük bir gurur ve hevesle yerine getiren Neville Schank’e her zaman yer verirdi. Tıpkı Neville gibi, Jeffrey de çok heyecanlıydı. Bu sabah kolalı beyaz giysileri) le ıkı kez kapımı çalmış, sahaya gitmem için ikna etmeye çalış­mıştı. İki seferinde de ona evden çıkmama cezası aldığımı

Page 243: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

hatırlatmıştım. Ama beklemediğim bir şekilde, annemle baham cezadan vazgeçerek erkenden gitmeme izin verdiler. Araf cezam sona ermişti. Güneşe dayanabilirdim. Birkaç uzun hafta olmuştu.

O gece içeri girdikten sonra ölesiye dayak yemeyi bek­lemiştim. Oysa bunun yerine salonumuz gergin bir endişeyle doluydu. Ev kuzu yağı ve soğuk et suyu kokuyordu. Kendimi sarhoş, hasta gibi hissediyordum ama düzgün davranacak kadar ayılmıştım. İki yerel polis memuru ve şehirden gelmiş gri takım elbiseli, şapkalı bir sivil memur kaldılar. Annem salonun kenarına tünemişti. Eve döndüğünde odamdaki ışı­ğın hâlâ yandığını görmüştü. Kapımı vurup cevap alama­yınca içeri dalmış, odamı bomboş ve pencere tabakalarını yatağın üzerinde bulmuştu. Dolayısıyla da paniğe kapılmıştı.

Babam mutfak kapısında durmuş, bana sordukları soru­lan ve verdiğim cevapları dinliyordu. Bana Jasper Jones’la birlikte olup olmadığımı sordular.

Dehşete kapılmıştım ama içimde bir şey harekete geç­mişti. Kolayca ve inandırıcı şekilde yalan söyleyebildiğimi keşfettim. Doğruca gözlerinin içine bakarak, uydurabildiğim en iyi hikâyeyi anlattım. Bavulumu açıp masamda bir hikâye yazmak gibiydi. Gerçeklerle kurgu arasında gidip geliyor­dum. Ve JetFrey haklıydı, her şey nasıl sunulduğuna bağlıydı. Onları inandırmıştım. Hepsini hikâyenin içine çekmiştim. Söylediklerim gerçekmiş gibi başlarıyla onaylıyor, sarı bir deftere notlar alıyorlardı,

Eliza Wishart hakkında konuşmaya başladım.

244

Page 244: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Kızararak onlara kendisini çok sevdiğimi söyledim. O gece uyuyamadığınn açıkladım. Onunla ilgili düşüncelere dalmış ve endişelenmiştim. Onun da ablasının nerede oldu­ğunu, iyi olup olmadığını merak ederek yatağında uyanık yattığını düşündüğümü anlattım. Daha fazla dayanamadı- ğımı. Onlara istediğim tek şeyin onu teselli etmek olduğunu, çünkü ne kadar üzgün olduğunu bildiğimi söyledim. Böylece evine gitme, sadece onunla biraz konuşma, iyi olup olmadı­ğını görme niyetiyle evden çıkmıştım. Şaşırtıcı bir şekilde hepsine inandılar ve başlarıyla onayladılar. Özgüvenim ar­tınca, onu kütüphaneye gittiğimi söylediğim gün de gördü­ğümü ama o zaman bunu itiraf edemeyecek kadar utandığımı söyleyerek hikâyemi derinleştirdim. Eğer soruştururlarsa, bu detayın hikâyemi güçlendireceğini düşünmüştüm, çünkü o gün Eliza’nm annesi de beni görmüştü.

Onlara o gece oraya gidemediğimi, devriye araçlarını fark eder etmez yakınlardaki bir bahçeye gizlendiğimi açık­ladım. Başımın derde girmesini istemiyordum, dolayısıyla yakalanmamayı umarak uzun yoldan geri dönmüştüm. Dev­riye arabalarının beni aradığı aklıma bile gelmemişti ki. bu doğruydu.

Etrafımdaki yüzlere bakıp hepsinin hikâyeye inandığını görünce rahatladım. Jasper Jones temizdi. Laura VVishart hâlâ Ayıptı. Polis san defterini kapadı ve kendi aralarında başla- r,yla onaylayarak işaretleştiler.

Sonra çavuş bana doğru eğilerek, Neville Schank’le ko­nuşur gibi konuştu. Yavaş, resmi ve üstünlük hısseitırcıı bu

245

Page 245: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Uı\ ırla. ki bunun için ona sarılıp öpebi lirdim. Bana çok şanslı bir çocuk olduğumu. Corrigan’ın artık eskisi kadar güvenli olmadığını söyledi. Geceleri tek başıma dolaşmaya çıkamaz­dım. Sokaklar tehlikeliydi. Niyetim kesinlikle iyi olsa bile, yine de kendi başıma dışarı çıkmamın aptalca ve yanlış ol­duğunu açıkladı. Telefonu kullanmalı ya da ailemin iznini alarak gündüz ziyarete gitmeliydim. Göz kırparak bana Ro­meo ve Juliet'in mutlu bir sonla bitmediğini, ama ikisi de biraz sağduyulu davranıp sakin kafayla düşünseler sonucun çok farklı olabileceğini hatırlattı.

Çavuş cahil olabilir, tavsiyesi anlamsız gibi görülebilirdi fakat ses tonunda, tavrında ve iriyarı cüssesinde beni rahat­latan bir şey vardı. Saldırmaya hazır bekleyen bir yılan gibi görünen anneme bakınca, çavuşun hiç gitmemesini diledim.

Çavuş yerinden kalkarak gülümsedi ve saçlarımı okşadı.“Bu iyi bir çocuk." dedi aileme, sanki buraya sadece ki­

şiliğimle ilgili övgüde bulunmaya gelmiş gibi bana tekrar göz kırparak. Sonra bir kez başıyla onayladı ve şapkasını aldı.

Jasper’ın yüzündeki kesikleri ve çürükleri bizzat gör­müş olmasam, bu babacan görünüşlü kanun adamının ma­sum bir çocuğu sözde bir suçlamayla içeri atıp döveceğine kesinlikle inanmazdım. Jasper Jones daha birkaç saat önce omuzlarındaki sigara yanıklarını bana kendisi göstermiş ol­masa, o pembe şişliklere kendi parmaklarımla dokunmuş ol­masam. bu adamın bir canavar olduğunu asla düşünmezdim. O zaman arkasını dönüp dışarı çıkarken dudaklarımda hafit

246

Page 246: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

. v „„uuun«, ocuktan

bir gülümseme bel irmezdi.Laura Wishart’ın cesedini durgun bir baraj gölünün di­

bine atan iki kişiden biri olduğumdan da asla şüphelenmezdi. Gözlerini kısıp bana, hayatı boyunca böyle varsayımların he­defi ve kurbanı olmuş Jasper Jones’un sadık bir arkadaşı ve müttefiki olduğumdan şüpheleniyormuş gibi asla bakmazdı.

Onlar gittikten sonra salon boş ve sıcak geldi. Başımı Önüme eğerek oturdum. Parmaklarımı birbirlerine kenetle­yerek bekledim.

Ve başladı.Önce annem yerinden kalkarak beni işaret etti ve yıl so­

nuna kadar evden çıkmama cezası aldığımı söyledi. Bir sa­niye bile gözünün önünden kaybolmayacaktım. Bu kez karşılık vermedim. Şikâyet etmedim. Sesi sakin ama karar­lıydı.

Her şey medenice başlamıştı ama sonra aniden patlayı­verdi. İşin asıl tuhaf tarafı, benim kavganın dışında olmamdı. Annem öfkeliydi ama nedeni ben değildim. Daha önce hiç yapmadığı şekilde babama bağırıp çağırmaya başladı. Çıl­gınca hareketler yapıyor, bağırıyor, bir şeyler fırlatıyordu. Ben oturduğum yerde donakalmıştım. Babamın işe yaramaz bir koca, berbat bir ebeveyn olduğunu söylüyordu. Babamı ne beni ne de onu umursamamakla, sadece kendisini düşün­mekle suçladı. Kendisini gece gündüz o bebek odasına kilit­liyor, benim ya da annemin duygularını hiç önemsemiyordu. O kadar uzak ve bencildi ki kendi oğlu gecenin bir yarısı tvden çıkıp gidiyor ve onun lıabcrı bile olmuyordu Annem

Page 247: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

babama ne tür bir erkek olduğunu sandığını sordu. Ailesine karşı hiç sevgisi olmayan bir babayla büyürken benim ileride nasıl biri olacağımı düşündüğünü sordu. Müzede sergilenen bir parçaymışım gibi kollarını bana doğru uzatarak, bu kadar küstah ve asi olmama şaşılmaması gerektiğini, muhtemelen sadece babamdan gördüklerimi yansıttığımı söyledi.

Ben kaşlarımı çatmış halde oturuyordum. Kısmen ba­bamı dışarı çıktığımı duymadığı için suçluyor olabilirdi, ama aslında babama karşı öfkesini kusmak için bunu fırsat olarak kullanıyordu. Gördüklerim karşısında afallamıştım ve bu haksızlık beni şoka sokmuştu. Babam için çok üzülüyor, ken­dimi suçlu hissediyor, bunu yaşamasına benim neden oldu­ğumu biliyordum. Aslında hepsi benim hatamdı. Müdahale etmek, anneme bağırarak yanıldığını söylemek istiyordum ama tekmelenen benim kıçım olmadığı için de içten içe se­viniyordum.

Babamsa hiç etkilenmemiş gibiydi. Kapının pervazına yaslanmış halde öylece duruyordu. Hiç karşılık vermeden, her şeyi dinliyordu. Aynı tuhaf ve hayal kırıklığına uğramış tarzıyla anneme bakıyordu; tıpkı beni dışarıda karşıladığın­daki gibi.

Oysa ben onun karşılık vermesini istiyordum. Öfkeli ba­kışlarla karşı çıkmasını bekliyordum. Kendini savunmasını istiyordum. Kararlı ve adil bir şekilde. Anneme neden bah­settiğini bilmediğini söylemesini istiyordum. Sevgisini ve sa­dakatini sorguladığı için anneme kızmasını istiyordum. Ama bunların hiçbirini yapmadı. Sadece sessizce dinledi. Ve aıı-

24X

Page 248: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

nemin söylediği bütün o korkunç sözler yanına kaldı. Bir kez daha, bir gün babamın inandıklarını savunup savunmayaca­ğını merak ettim.

Sonuna doğru annem iyice isteriye kapıldı. Kontrolden çıktı. Her şey için Corrigan’ı suçlamaya başladı. Bu kasaba onun ailesine zarar veriyordu. Artık güvenli değildi. Buradan gidip başka bir yerde yeniden başlamamız gerektiğini söy­lüyordu. Birden jetonum düştü. Ne yaptığını anlamıştım.

Belki babam da anlamıştı. Sonunda kapının pervazını sırtıyla iterek dimdik durdu. Çok sakindi.

“Ruth, bu dünyada bildiğimi sanmadığın ama bildiğim şeyler var. Şimdilik, bence yatağa girme zamanın geldi. Senin de Charlie.”

“Şimdi ona ne yapması gerektiğini söylemeye başlama! Bana da!”

Babam sadece iç çekerek gözlerini kapadı. Dönüp bana baktı.

“Bütün bunları duymaman gerekirdi, Charlie. Ama se­ninle daha sonra konuşacağız. Sana çok kızgınım.”

“Ya, demek sonra konuşacaksınız!” Annem ayaklarının üzerinde dengesizce sallandı. Onun da benim kadar içip iç­mediğini merak ettim. “Arkamdan konuşup bütün bunları bana yıkacaksın! Ona söyleyeceğin şeyleri bil iyonun'."

Ve bütün öfkesiyle son bir çığlık attı. Son söz. Sonra hızlı adımlarla yatak odasına daldı ve kapış ı arkasından Çarptı.

“Yatağına git,” dedi babam sadece.

Page 249: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Başımla onaylayarak salondan çıktım. Babam sadece ü/gıin \e yorgun görünüyordu. İç çektim. Her şey boka sar­mıştı.

Araf'ta geçirdiğim birkaç hafta tuhaftı. Gazetelerde Laura'yla ilgili bir şeyler arayıp durdum ama konuyla ilgili haberler giderek azaldı, kısaldı ve sonunda tamamen kesildi. Yine de dikkatimi çeken korkunç şeyler vardı. Baniszewski davasını yakından izliyordum. İngiltere’de yakalanan ve ço­cukları öldürüp onları Yorkshire'a gömmekle suçlanan bir çiftle ilgili haberleri okudum. Hatta işledikleri suçların fo­toğrafını da çekiyorlardı. Onu ve bunu nasıl yaptıklarını oku­dum ama hâlâ bir neden bulamadım. Bunlar neden olmuştu, neden bu insanlar bu tür şeyler yapmışlardı? Ama gazeteler sadece omuz silkiyor, bazı insanların akli açıdan dengesiz doğduklarını söylemekle yetiniyor gibiydiler.

Bütün çocuklar tekrar dışarı çıkabilirken, ben evden na­diren çıkıyordum ve sadece arka bahçedeki işlerle uğraş­mama izin veriliyordu. Bir sürü kitap okuyordum. Sonuçta o dünyaları ziyaret etmemi engelleyemezlerdi. En sevdiğim Guguk Kuşu oldu. Bence çok güzeldi. İki kez okudum. McMurphy’den gerçekten hoşlanmıştım. Bana Jasper Jones'u hatırlatmış ve onun arkadaşlığını özietnıiştİ.

En çok Eliza yı özlüyordum tabii. Sık sık onu kitapçının önünde dururken hayal ediyordum. Tesadüfen karşılaştığı­mızı, onu görüp kokusunu alabildiğimi, hatırını sorduğumu.

Page 250: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

kitaplar ve sanat hakkında konuştuğumuzu düşünüyordum.Noel için şehre gittiğimizde babam bir sürü yeni roman

almıştı- Birkaçını alıp odama getirerek onları okudum. Beni engellemedi. Sonrasında da sormadı. Aralarında birTruman Capote kitabı vardı. Okumaya çalıştım ama beceremedim. Bir türlü olmadı. Kapağını açtığım her seferinde başımda ve ensemde böcekler dolaşıyormuş gibi geliyordu.

Zamanımı çoğunlukla yazarak geçiriyordum. Neredeyse saplantılı bir şekilde. Her gün her gece yazıyordum. Yazmak tek arkadaşımdı. Okumanın dışında, beni kapıda durdurma­larına fırsat vermeden evden çıkabilmemin tek yolu buydu.

Ama ancak yaparken işe yarıyor gibiydi. Süngeri bir kova suyun içinde sıkmak gibi; süngeri bıraktığınız anda tek­rar dolar ya.

Bazen elimde kalemimle bitkin bir halde oturuyor, göz­lerimi kapıyor ve Manhattan'da loş ışıklarla aydınlatılmış bir balo salonuna gidiyordum. Eliza koluma girmiş, eldivenli parmağına son derece iri bir nişan yüzüğü takılı... İyi dilek­lerini sunanlara selam vererek ve fotoğraf çekme isteklerini kibarca geri çevirdiğimiz basın mensuplarına el sallayarak ortalıkta dolaşıyorduk. Takım elbiseli bir grup adamın arka­sında durarak sohbetlerine kulak misafiri oluyorduk. Fn son romanım hakkında konuştukları için Eli/.a utangaç hirtaurla gülümsüyordu. Sırtı bana dönük geniş omuzlu bir adanı eser­lerimi övüyordu. Kızararak oradan uzaklaşmak için adım atı­yordum ama sakallı adana bana dönerek kaşlarını kaldırıyor­du. Onun Ernest Hcming^ay olduğunu o zaman anlıyordum

251

Page 251: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Aynı boydaydık, gözlerimiz aynı renkteydi ve başını saygıy|a eğiyordu.

"Baba." diyordum gülümseyerek. Ellerini omuzlanma \urarak saçlarımı okşuyor ve benimle ne kadar gurur duy­duğunu söylüyordu.

Yeni sandaletlerim parmaklarımı acıtıyordu ama umur­samıyordum. Onları giyecek bir yerim olduğu için çok mut­luydum. Nihayet o süslü sandaletlerden kurtulmak da güzeldi. Köpek gibi başımı arabanın camından dışarı uzat­mış, sıcak havayı ve özgürlüğü ciğerlerime çekiyordum. Yeni ekose gömleğimi giymiştim. Kendimi temiz, taze ve yepyeni hissediyordum. Dışanda olmanın heyecanı bütün benliğimi sarmıştı.

Sağıma baktım. Babam dirseğini camı inik kapısına da­yamış, bir şarkı mırıldanarak arabayı kullanıyordu. O geceyle ilgili hiç konuşmamıştık ama bana karşı tavırları değişmişti. Bilmiyorum. Belki biraz mesafeli, biraz daha sert, daha az bağışlayıcıydı. Bir şey değişmişti. Bana hâlâ kızgın olup ol­madığını merak ediyordum. Ama benim uzaklaşıp uzaklaş­madığımı merak ediyor ve beni geri çekmeden gitmeme izin veriyor da olabilirdi. Sonra bunun bir yetişkin gibi davran­mak olup olmadığını merak ettim.

Beni bıraktı. Bana göz kırpıp saçlarımı okşamasını isti­yordum ama yapmadı. Arabadan inerek hafifçe elimi salla­dım. Oyun çoktan başlamıştı. Arabalar cilalanmamış mücev­

252

Page 252: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

herlerden oluşmuş b ir kolye gibi sahanın etrafını sarmıştı.

Yüzden faz la sey irci olm alıydı.

Hafif yokuştan sahaya doğru yürürken aniden durdum. Buna inanamıyordum. Doğru mu görüyordum? Doğruydu. Bu Jeffrey’ydi. Sahadaydı! Sağ kenardaydı ama gerçekten oyundaydı. Gerçekten!

Adımlarımı hızlandırdım. Koşmaya başladım. Oyuncu­ların ara verdiğini ve Jeffrey’nin sahanın karşı ucuna doğru düz bir çizgide koştuğunu gördüm. Onu sahanın bir ucundan diğerine koşturuyorlardı. Koşmaya başlarken beni görüp sı­rıttı. Diğer tarafa doğru ellini salladı. Çenesi kalkık, sırtı dik halde koşuyor, ortadan geçerken ellerini çırparak diğer oyun­cuları cesaretlendiriyordu. Ona yetiştiğimde hoplayıp zıplı­yordu. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi.

“Chuck, buna inaummacaksınV' İki eliyle birden bana işaret etti.

Sonra aniden dönerek kararlı ve dikkatli bir tavırla sa­haya girdi. Top kaleciye doğru uçtu. Jeflrey yine hareketle­nerek bana döndü.

“İşte. Kim bu oyunu resini olarak oynuyor?”‘We?”Jeffrey sırıttı ve başparmaklarını göğsüne bastırdı. ”Bu

adam!”“Hayır!”“Evet! İnanılmaz, Chuck! Beni takıma aldılar!"“Aldılar mı? Nasıl?”“Jim Quincy! O çıkarıldı!"

253

Page 253: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Ne demek çıkarıldı? Nasıl çıkarıldı?"“Çıkarıldı! Maçtan atıldı! Daha önce ısınmaya başla-

mıştık ve aniden çuval gibi yere yığıldı! Apandisiti tutmuş! Onu hemen hastaneye götürdüler ve oyundan çıkmak zo­runda kaldı!"

“Çıktı m ı r “Çıktı. Chuck!"“Yani sen içeride misin? Resmen resmi olarak?”“Evet! Takım listesini verdikleri için başkasını seçeme­

diler. Bu yüzden de ben oynuyorum! Hepsi öfkeden delirdi, Chuck! Görmeliydin. Bütün şu izleyen aileler ve koçlar başka birini sokmaya çalıştı ama hakemler izin vermedi. Ya­şasın protokol! Bam! Jeffrey Lu ilk maçına çıktı!”

Bir yandan sahayı izlerken bir yandan da gölge boksu yaptı. Heyecanı bulaşıcıydı.

“Buna inanamıyorum. Sence vuruş yapmana izin verir­ler mi?"

“Bilmiyorum!” Jeffrey gülümsedi. “Bunu y a p m a m a k

için aplal olmaları gerek. Beni takım kaptanı yapmalıydılar, Chuck. Bu saha kesinlikle aptallığın ta kendisi. Bir baksana! Utanç verici! Şu adama bir bak. Motivasyonu bile yok. Çöp­lüğün teki. İşi bitmiş. Bir banjoyla bir inek kıçına bile vura­maz.”

“Kim neyle ne?"Yine ara verildi ve Jeffrey uzaklaştı. Ben kenara otura­

rak onun gidişini izledim. Onun adına sevinmiştim.Sahanın diğer tarafındaki hareketliliğe baktım. Ç ocuk

İ

Page 254: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

takımları arasındaki bir Countryweek maçına haddinden fazla insan gelmiş gibiydi. Bu tuhaftı. Her yerde insanlar vardı. Üst tabaka kasabalıların takım elbiseleriyle, pozisyon­larından ve önemlerinden emin bir şekilde ortalıkta dolaştı­ğını görebiliyordum. Hepsi kibirliydi. Yiyecek ve içeceklerle dolu portatif masalar vardı ve arkalarında kadınlar koşturup duruyordu. Üzerinde kasabanın amblemi bulunan bir pankart asılıydı yanlarında. Kulüp binasının üzerinde bir Avustralya bayrağı sallanıyordu.

Bütün bunların nedenini merak ettim. Komşu kasaba Blackburn’e karşı oynadığımızı ve işin içinde biraz kin ol­duğunu biliyordum ama öyle olsa bile, görece küçük bir maç için çok abartılıydı. Geri döndüğünde bunu Jeffrey'ye sor­dum.

“Evet, bilmiyorum,” dedi, omuz silkerek. “Kesinlikle tuhaf, Charles. Senin gibi.”

“Sen aptalın tekisin.”“Aptal olan sem in .”Jeffrey çömelerek öne, sonra kalkarak geriye yürüdü.“Ama maçtan önce gerçekten tuhaftı,” diye başladı.

“Konsey üyelerinden biri Winston Chıırchiirmiş gibi oyun­tulara seslendi ve C'orrigan’tn ne kadar büyük, tarihinin ne kadar dolu, geleneklerimizin ne kadar güçlü olduğunu filan anlattı. Neler olduğu konusunda hiçbir fikrim yoktu Ama konuşmasının sonunda insanlar alkışladı. Hatla kadınlardan kazıları ağlıyor, mendillerle gözlerini siliyorlardı Akıllarını kaçırmış gibiydiler."

m

Page 255: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Bu gerçekten tuhaf.” dedim.“İnsanlar. Chuck. Sağlan sollan belli olmuyor. Şu vu­

rucu dışında. İzle. Bir dahaki sefere top aşıp gidecek, inan bana. Üç settir oturuyordu, sabırsız ve beceriksiz.”

Gerçekten de top orta kalenin üzerinden uçup gitti. Bir kere sekti ve çizgiyi aştı.

“Sana söylemiştim,” dedi Jeffrey, ellerini arkasında bir­leştirerek. “Şanslı vuruş. Ama yakında onun işini göreceğiz. Havaya uçacak. Ya da top kenara gidecek. Bekle. Ben bu oyundaki en iyi beyinim. Chuck. Kesinlikle bir kâhinim.”

“Ciddi misin? Şu anda ne düşündüğümü biliyor musun?”

“Hımm. Bir bakalım. Evet. Evet, sanırım biliyorum. Sıra dışı kriket dehama hayret ediyorsun ve tam anlamıyla muhteşem bir görüntüm olmasa da, oyun açısından benzeri görülmemiş yeteneklerim olduğunu düşünüyorsun.”

“Evet. Vay canına! Aslında düşündüklerimin neredeyse tam aksine çok yaklaştın.”

“Yani kendini mi düşünüyordun?”Verecek cevabım yoktu. Küçük alçak beni yenmişti.

Güldü.Birkaç vuruş daha oldu. Oyun büyük ölçüde sakindi.

Jeffrey giderek öfkelenen vurucuya Örümcek Maymunu adını takmıştı, çünkü adam sopayı sallamayı kesmiyordu. Topu iç sahaya gönderebilmek için giderek daha vahşice vu­ruyor ama çabalan her seferinde sonuçsuz kalıyordu.

“Artık uzun sürmez, Chuck,” dedi Jeffrey.

256

Page 256: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Haklıydı. Bir sonraki topla kalabalıktan nidalar yük­seldi. Tam Jeflfey'nin tahmin etliği gibi, çizginin üzerinden gelen vahşice bir v uruş topu kenara çıkardı. Jeffrey tam koş­maya başlarken, bunun beklediği fırsat olduğunu anladım. Oraya ulaşabilirdi. Jeffrey hızlıydı. Piston gibi hızla hareket eden küçük bacaklarıyla koşuyordu. Herkes onu izliyordu. Dünya o anda donup kalmıştı. Bu tüm zamanların en muh­teşem yakalayışı olabilirdi. Yüreğim ağzımdaydı. Başarıp ba­şaramayacağını bilmiyordum. Top bir kavis çizerek düşüşe geçti. Başım bir aşağı iniyor, bir yukan kalkıyordu. Sınırın içinde kalacaktı. JefTrey Lu bir depar atarak ileri fırladı. Bütün vücudunu bir yay gibi gerip havada süzülürken topu yakaladı. Tutmuş muydu? Yerimden fırladım. Sanırım. Evet! Ha)'ir\ Jeffrey yere çarparken top elinden fırladı ve çizginin üzerinden yuvarlandı. Dört sayı! Başarmıştı. Başarmıştı1. Durduğum yerden kalabalığın hayal kırıklığını duyamıyor- dum. Jeffrey yerde uzun süre kalmadı. Topu yakalayıp geri fırlattı.

İlk hamlede WarwickTrent çok öfkeliydi- Kasketini çı­karıp yere fırlattı ve bir tekme patlattı.

“Lanet olsun, Vietkong!" diye bağırdı, dizinin altında bir çimen lekesiyle durduğum yere doğru koşmakla olan Jeft- rey'ye. “Seni işe yaramaz pislik! Sana kenarda kalmanı söy­lemiştim! Şimdi yerinde kal\ Lanet olsun!"

Bağırıp çağırıyor, kollarını sallıyordu. Sanki Jeffrey itaat etmeyen bir çoban köpeğiymiş gibi. Sonra kollanın göğ­sünde kavuşturarak döndü ve başını iki yana salladı.

257

Page 257: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Talihsizlik.” dedim, dikkatle.

“Evet. Lanet olsun!” Jeffrey geri koşarken yüzünü bu­ruşturdu ve avucunu yumrukladı. “Onu yakalamıştım, Chuck! Elimden kaçtı.”

“Muhteşem bir tutuş olurdu.” Gülümsemeye çalıştım ama onun adına hayal kırıklığına uğramıştım.

“Biliyorum. Çok yakındı. Neredeyse başarmıştım''' Jeffrey eline kendisine ihanet etmiş gibi baktı. “Şu adam, Trent, kenarda kalmamı söylediğini sanıyorsa klinik açıdan geri zekâlı olmalı. Bana tam tersini söylemişti, !anet olasıca maymun! Beni koydukları yerde kalsaydım, topa dokunma şansım bile olmazdı.” Jeffrey ellerini beline koydu.

“Sadece klinik açıdan geri zekâlı demezdim,” dedim. “Beyninin ölü olduğundan resmen eminim. Ya da lobotomi yapıldığından. Hamamböceklerinin kafaları olmadan bir süre daha yaşayabildiğini biliyor muydun? Bence onda da benzer bir durum var.”

“Tavuklar da öyle.”“Doğru. Tavuklar da.”“Annemin yaşadığı köyde baltayla başını koparmaların­

dan sonra bir yıl daha yaşayan bir tavuk varmış. Sana bunu hiç anlatmış mıydım?”

“Saçmalık,” dedim.“Anneme yalancı mı diyorsun?"“Hayır. Sana yalancı diyorum. Sen güvenilmezsin.

Annen nasıl bu arada?” diye sordum bir an d u ra k sad ık tan

sonra.

258

Page 258: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Şey, bilirsin, iyi. Patladığında boynundaki su kabarcı­ğını görmeliydin. İğrençti, Chuck. Pespembe ve ıslaktı. Ama iyi. Ancak şimdilerde babam biraz zor zamanlar geçiriyor. Çok sessiz ve tuhaf. Her zamankinden daha fazla.”

“Ciddi misin? Savaş yüzünden filan mı?”“Hayır, sorun o değil. Sanırım Noel’den önce işten çı­

karılan birileri var ve kendisiyle hiç ilgisi olmamasına rağ­men insanlar sürekli babamı taciz ediyorlar, çünkü madenin sponsorluğunda burada kalmasına izin veriliyor, falan filan.. Sanki babam bir Bond haini de bütün bunlar dünyayı ele ge­çirme planlarının bir parçasıymış gibi.”

Tam ben cevap verecekken uzun bir top Örümcek May- munu’nun sopasının altından geçerek hedefine çarptı. Kala­balık sevinçle ayağa kalkarken Jeffrey kutlamaya katılmak için sahaya koştu. İçecekler getirilirken ben oturdum. Takı­mın geri kalanı onu dışarıda bırakan bir çember oluştururken Jeffrey gruptan ayrı duruyor ve plastik bir bardaktan bir şey içiyordu.

Bir daha An Lu hakkında konuşma fırsatımız olmadı. Geri kalan zamanda hep olduğu gibi havadan sudan konuş­tuk. Jeffrey bana örümceklerden yapılmış bir şapka giymeyi roi» yoksa parmak yerine penislerim olmasını mı tercih ede­ceğimi sordu. Örümceklerin zehirli ve canlı olduğunu söy­ledikten sonra penis parmakları tercih ettim. Soııra peruğun ■sminin nereden geldiğini merak ettim. Jeffrey belki de pe­ruğun kulak kanalından beyne ulaştığını ve vücudunun kont­rolünü ele geçirdiğini öne sürdü.

Page 259: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Sunu böyle mi oklu?” diye sordum.

JelVrey ara verildiğinde konuyla ilgili yorum yapmayı reddetti, (»eri döndüğünde parmaklarını şaklatarak işaret etti.

“Al bakalım. Chuck. Şimdi. Bunu iyi düşün. Sence te­kerleği bokböceği mi icat etmiştir?"

“İlginç bir varsayım.” diye itiraf ettim. “Ama teknik ola­rak bir bokböceği küredir ve küre tekerlek değildir.”

“Yani aslında soru bir kürenin tekerlek olup olmadığı,” dedi Jeffrey parmağım yanağına bastırarak.

“Hayır, asıl soru hangisinin önce geldiği: Böcek mi, yoksa İsa mı?”

Jeffrey güldü.“Yani tekerleği İsa’nın icat ettiğini mi söylüyorsun?” “Sadece şu anda üzerinde durduğun büyük tekerleği.

Adına dünya dediğimiz tekerlek. Aynı zamanda peynir teker­leğini de o buldu. Kelime anlamıyla değil tabii ama bir saygı sembolü olarak. Bir peynir tekerleğini alıp Vatikan’a gider­sen, önünde nasıl saygıyla eğilip ağızlarının suyunun aktığını görebilirsin. Ama İsviçre peyniri olması gerekiyor.”

“Neden?”“Cüııkü delikli.”“Ah, haydi oradan!” diye homurdandı Jeffrey ve tekrar

uzaklaştı.Heyecan artık azalıyordu. Blackbum vuruşları çabasızca

geri çevirerek, oyun üzerindeki kontrolünü arada bir vurgu­layarak skoru düzeltiyordu. Corrigan'ın onları yenmek için sağlam vuruşlar yapması gerektiği açıktı ama Jeffrey hazır

2M)

Page 260: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

m tttt ntn ı sum utan (, ocuktan

ve istekti olduğunu belli etmek için kollarını ne kadar ısıtsa da, Warwick Trent teslim olmuyordu. Aslında, allı set kal­mışken, her seferinde iplere giden vuruşlar yapmak için ken­disi geliyordu. Öfkeli bir şekilde başımı iki yana sallıyordum. Bu Jcflrey’nin fırsatıydı. Farkını gösterebilirdi. Bir kaza so­nucu takıma girmişti ve onu kullanmıyorlardı bile. İçecekleri taşısa da onlar için fark etmezdi.

İlk vuruşların sonunda. Corrigan zor bir hedef kovalı­yordu. Durduğum yerde içim içime sığmıyordu. Oyuncular yapacak işleri olduğunu bilerek köşelerine ilerlemeye başla­dılar.

“Nerede vuruş yapacağını bana söyle,” dedim, onu ne­reye koyduklarım zaten bilmeme rağmen.

“Olur,” dedi Jeffrey, koşarak uzaklaşmak üzereyken. Sonra omzunun üzerinden bakarak sırıttı. “Nerede vuruş ya­pacağını bana sen söyle.”

“Bu da ne demek şimdi?” diye sordum ve bakışlarını iz­ledim.

Eliza Wishart arkamdaki tepenin üzerinde, bir Moreton Körfezi incir ağacının gölgesinde oturuyordu. Hafifçe gü­lümseyerek el salladı, aynı şekilde karşılık verdim. Lanet olsun. Saçmalıklarımızı duymamış olmasını umdum. Aniden kendimi Warwick Trent’in iki katı ağırlığında hissettim. Ol­duğum yerde dönerek Jeffrey’ye baktım.

Sırıttı. “Koklaşma zamanı, Chuck!” Gülerek ve koşarak uzaklaştı.

"İyi şanslar,” diye mırıldandım arkasından ve yavaşça döndüm.

Page 261: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Kendimi toparlamaya çalıştım. Yere baktım. Bacakları­mın beni tepeye taşıyacağından emin değildim ve hazırlıksız yakalanmıştım. Paniğe kapılıyordum. Kurnazca bir şeyler düşünmeliydim.

Arkamdan gelen bir arıyı görünce adımlarımı hızlandır­dım. Alnımdaki teri silerek Eliza’ya doğru yürüdüm. Bütün bedenim ayaklanma boşalmış, kafam bomboş kalmış gibi hissediyordum.

“Selam, Charlie!” dedi. Son birkaç hafta boyunca sesini o kadar sık düşünmüştüm ki gerçekten duyunca biraz afalla­dım. Omurgamın ürperdiğini hissettim.

“Selam,” dedim. Mahcup bir tavırla durdum. Oturmalı mıydım? Muhtemelen oturmalıydım. Ama nereye? İzin var mıydı? Bacaklarımı bükebileceğimden emin değildim zaten.

“Gel otur,” dedi ve yanındaki otlara vurarak işaret etti.“Tabii.”İlk fark ettiğim şey ne kadar zayıf olduğuydu. Nere­

deyse bir deri bir kemik gibi görünüyordu. Hassas. Teni por­selen bebek gibiydi. Saçları Audrey Hepbum’ünkine benziyordu. Ve sanki farklı konuşuyordu. Sessiz harfleri biraz daha net söylüyordu. Daha doğru. Neredeyse İngiliz aksanıyla ama tam değil.

Yanına oturdum. Kokusu inanılmazdı. İnanılmaz! Bir insanın nasıl böyle kokabileccğini anlamıyordum. Her sabah lavanta, gül yaprakları ve diğer türde bitkilerle dolu suda banyo yapıyor, sonra da şimdiye kadar üretilmiş en iyi par­fümden üzerine bolca sıkıyor olmalıydı. Muhtemelen bir

Page 262: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı 'mu Unutulan Çocuklun

Fransız parfümü. Bilmiyorum. Ne olursa olsun beni huzursuz ediyordu ve onu yıkanırken hayal edince aniden kızararak bakışlarımı kaçırdım.

Lanet olsun! İhtiyaç duyduktan tam bir dakika sonra kurnazca bir açılış cümlesi düşündüm. İmzanızı alabilir miyim. Bayan Hepburn? diye sormalı ve sonra o gülerken doğal bir tavırla yanına oturmalıydım. Hayır, aslında bu ap­talca olurdu. Hiçbir şey söyleme. Mark Twain*in ta\ siyesi buydu. Ağzını açıp bütün şüpheleri yok etmektense, en azın­dan çeneni kapayıp aptal gibi görünmek daha iyiydi.

Bu yüzden sessizce oturduk. Alfabenin parçaları zih­nimde dönüp duruyor, anlamlı cümleler oluştunnayı redde­diyorlardı. Eliza ellerinin üzerinde arkasına yaslandı. Rahat ve mükemmeldi. Kucağında ciltsiz bir kitap vardı ve bacak­larının arasındaki boşlukta açılmıştı.

“Ne okuyorsun?” diye sordum.Kitabını kaldırıp gösterdi.“Franny ile Zooey," diye okudum yüksek sesle.“Çok hoşuma gitti,” dedi, “ama daha pek la/la ilerle­

medim. Sen okudun mu?”Keşke okuduğumu söyleyebilseydiın. Başımı iki vana

salladım.“New York, Charlie. Bir hayal etsene. Rüya gibi, değil

mi? Bütün dünya tek bir şehre sığdırılmış gibi değil mi'1” “Şey. yakında orada yaşıyor olacağız, değil mı ’ l’la/a

Otelf n(!e çay filan?”Bana az önce Ukrayna dilinde konuşmuşum gibi bakı»

Page 263: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Paniğe kapıldım. Bütün sohbeti hayal mi etmiştim? Ama sonra hatırlayarak güldü ve kalbim yeniden atmaya devam etti.

“ Elbette! Nasıl unutabildim?"“Neredeyse beni ekiyordun," dedim.“Bu çok kötü olurdu," dedi gülümsemeye devam ede­

rek. “Çok geç hatırlardım ve sonra da nefes nefese bir halde Plaza'ya koşup masamızı boş bulurdum. Garson bana senin çoktan gittiğini söylerdi. Ben de senin peşinden Brooklyn’e gider, her yeri arar, sonunda seni kürk mantolu ve küçük şap­kalı başka bir güzelin kolunda bulurdum.”

“Ah, hayır. İşte bu olmazdı,” diye mırıldandım ve kıza­rarak başımı öne eğdim. Zekâm neredeydi? Zihnim dur­muştu. Kulağıma peruk mu kaçmıştı? Bu sahneyi hayal ettiğimde hiç böyle olmazdı. Hemen dakik olmakla, bekâr­lığımla ve benimle tanışmak için can atan sosyete kızlarıyla ilgili zekice bir şey söylerdim.

“Ah, gerçekten mi? Nedenmiş o, Bay Bucktin?” “Çünkü beklerdim. Bütün gün. Kapanana kadar." Şimdi kızarma sırası ondaydı, çünkü neredeyse bir öpü­

cüğün sözel dengini vermiştim.İkimiz de bakışlarımızı sahaya çevirdik. Oyun yeniden

başlıyordu. Blackbum kendinden emin ve ürkütücü bir beyaz güruh gibi sahaya koştu. Açılış atıcıları dev gibiydi. Gelibo­lu'da savaşmış olabilecek yaşta görünüyordu. Ve bunun için de kızgın gibiydi. Dünyanın saçları erken dökülen tek ergeni olmalıydı. Ya böyleydi ya da çocuklarından biriyle nüfus kâ­

Page 264: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı 'nın Unutulan Çocukları

ğıdını değiştirmişti.Vuruş sıralamaları Corrigan için kötü ama benim için

harika başladı. Warwick Trent skor panosunu zora sokmadan erkenden vuruş yaptı. Vuruşunu neredeyse saha kenarından kutlayacaktım. Minderlerine sopasıyla vurarak ve koşarak sahadan çıkarken kötücül bir sevinçle doluydum.

Bir sonraki oyuncu da vuruşunu yaptı ama skor düşüktü. Takımın geri kalanından birkaç metre ötede bağdaş kurmuş halde arkasında kapalı duran malzeme çantasıyla oturan Jeff- rey’ye baktım. Birazdan oyuna girecek gibi görünmüyordu.

Eliza bana gömleğimi beğendiğini söyledi. Sıvadığım koluma dokunduğunda sırtım ürperdi.

“Teşekkür ederim,” dedim. “Ben de senin... şey, elbi­seni beğendim.”

Gülerek teşekkür etti.“Ailen nasıl?” diye sordum yumuşak bir sesle. “Ve sen

genel olarak nasılsın?”Eliza kitabının kapağıyla oynadı, omuz silkti ve yine ak-

sanla konuştu.“Sanırım her şey aynı. Ama her şey biraz daha... bilmi­

yorum, acil. Bu çok tuhaf. Ve üzücü. Kimse ne yapacağını bilmiyor. Annem berbat durumda. Biliyor musun, Charlie. hâlâ sofraya oturduğumuzda Laura’nuı boş sandalyesine bakıp aniden hıçkırıklara boğuluyor.”

“Bu korkunç,” dedim.“Evet. Ve babam da çok değişti. Önce Laura'nın gitti*

®nı ^bollenmek istemedi. Şimdiyse o hiç olmamış gibi da>

Page 265: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

ranısor. Hor şeyi itiyor. Eh, sürekli sarhoş dolaştığında hu /o t olmasa gerek.'*

Bu son kısmı çok sessizce söylemişti. Belki de üzerinde daha ta/la konuşmak istemiyordu ama yine de devam etti.

"Elbette en zoru Noel’di. Bütün kuzenlerim ve akraba­larımız çok dikkatli ve kibardı. Ama herkesin konudan uzak durduğu açıkça görülüyordu. Annem kaybolmadan önce Laura'mn hediyelerini almıştı ve hepsini paketleyip bana verdi. Sonra da geri döndüğünde onları Laura’yla paylaş­mamı söyledi."

Ve Eliza ağlamaya başladı. Donup kaldım. Kendini kontrol etmeye çalışırken yüzü buruştu ama sonra daha fazla engel olamadı. Bir vuruş daha yapıldı. Her yerde dehşet vardı. Kargaşa. Ağzım açık kaldı. Ne yapacağımı bilemiyor­dum. Bütün bunları neden sormuştum ki? Neden bütün o üzüntüyü yüzeye çıkarmaya neden olmuştum? Bu durumdan kendimi sorumlu hissediyordum. İzlemek çok zordu. Yüzü kızardı. Yanakları yaşlarla ıslandı. Ve ben gamzelerinin daha da güzelleştiğini fark etmekten kendimi alamadım.

Zamanda geri dönmek, o geceye geri gitmek istiyor­dum. Her şeyi düzeltmek istiyordum. Birinin bana ne yap­mam gerekliğini söylemesini istiyordum. Elimi omzuna koymalı mıydım? Yoksa yapmayı istediğim gibi onu ken­dime mi çekmeliydim?

Birden hatırladım. Yanımda bir mendil vardı. Ceplerimi yokladım. Evet. Temiz olmasını umuyordum. Lütfen temiz olsun! Öyleydi. İşe yarıyordum. Mendili ona verdim.

Page 266: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

unırı nın Unutulan Çocukları

“Teşekkürler, Charlie,” dedi Eliza hafifçe gülümseye­rek. Gözlerini silip burnunu sümkürdü. Dudakları hâlâ aşağı kıvrıktı. Ellerini ağır bir şekilde kucağına bıraktı.

“Bak, herkes Laura’mn telefon açmasını veya mektup yazmasını ve her şeyin yolunda olduğunu bildirmesini bek­liyor. Ya da aniden eve geri dönmesini, fakat...” Eliza başını iki yana sallayarak gözlerini sımsıkı kapadı. Dudakları daha da gerildi ve yine sessizce hıçkırıklara boğuldu.

İtiraf ediyorum, ben de başlamaya hazırdım. Benim de gözlerim yanıyordu.

Doğru gibi görünen şeyleri söyleyememek beni inciti­yordu, çünkü bunu yapmak bağışlanamaz bir yalan olurdu. Laura VVishart’m öldüğünü biliyordum. Yerini biliyordum. Çünkü o öldükten sonra cesedini Jasper Jones'la birlikte baraj gölüne atmıştık. Bunu ben yapmıştım. Ayaklarına bir taş bağlamış ve durgun suyun dibine çöküşünü izlemiştik.

Eliza yaptığım şeyi öğrenirse, bence hayatının geri ka­lanı boyunca benden nefret ederdi. Onu suçlayamazdım. Ama Jasper Jones’un durumunu anlar mıydı? Laura'nın onu sevdiğini, geri döneceğini, birlikte kaçmayı planladıklarını söylersem? Laura’yı olduğu yerde bıraktığımız takdirde mut­laka bulunacağını ve Jasper’m hiçbir şansının olmayacağını? Sadece doğru olanı yapmaya çalıştığımı?

“Çok üzgünüm, Charlie,” dedi Eliza burnunu çekerek, tekrar yüzünü sildi.

rak ^ Ütfen üzü*nıe*’ diye cevap verdim, zorlukla yutkuna-

Page 267: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

İç çekerek gözlerini kapadı. Fırsatı değerlendirerek ona dikkatle baktım. Saçlarını okşayarak kulaklarının arkasına sıkıştırmak, elimin tersiyle yanaklarını silmek istiyordum. Çok zayıf, narin ve küçük görünüyordu.

“Bir şeyler biliyorum. Charlie,” dedi bir süre sonra, göz­lerini açarak. “İyi biri olmadığımı biliyorum. Benimle neden konuştuğunu bile anlamıyorum.”

Kaşlarımı çattım. Onu savunmaya hazırdım ama ben daha ağzımı açamadan elini sallayarak savuşturdu.

“Boş ver,” dedi. “Hepimiz iyiyiz, Charlie. Gerçekten. Endişelenme. Konuyu değiştirelim. Herhangi bir şeyden ko­nuşalım. Komik bir şey söyle. Beni güldür.”

Güldürmek mi? Az önce onu ağlatmışken, şimdi de gül­dürmem mi gerekiyordu? Paniğe kapılmıştım tabii.

Beynim, kurtların kayalık tepelerden aya uluduğu geniş, ıssız, çorak düzlükler gibiydi ve rüzgar ortalığı ayağa kaldı­rarak kumlan ve çalıları savuruyordu. Komik sözler, derin kuytularda gruplar halinde saklanıyordu. Hiç düşünmeden eğilip en yakındakini kaptım ve çabucak bir şeyler ürettim. Tereddüt bile etmeden Jeffrey Lu’dan alıntı yaptım.

“Pekâlâ. İşte. Örümceklerden yapılmış bir şapka tak­mayı mı, yoksa penisten parmaklann olmasını mı tercih eder­sin?”

Ne dediğimi fark eder etmez yerin dibine geçtim. Mark Twain haklıydı: Az önce bütün şüpheleri yok etmiştim. O ke­limeleri hemen çıkardığım kuytuya geri sokmak ve başka bir şeyler aramak isledim. Lanet olsun, ben aptalın tekiydim!

268

Page 268: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

• ı * n t ı m n o m u m u n \O C U K lO t l

A m a h iç b e k le m e d iğ im bir şek ild e güldü. Gerçekten.

Sarsıla sa rs ıla gü lü yord u . Burun delikleri açılıp kapanıyordu.

S a k in le ş tiğ in d e , bu sorunun onu rahatsız etm ediğini görerek

rahatladım .

“Bu güzel bir soru. Hımmm. İster inan ister inanma, bu benim için bir hayli zor bir tercih, Charlie. Böceklerden öle­siye korkarım.”

“Ciddi misin?” diye sordum. Neredeyse boynuna sarı­lacaktım.

“Ah, hem de çok. Onları gördüğümde donup kalırım. Aslında, çoğu zaman görmeme bile gerek yoktur. Bazen ya­kınlarda bir an olduğunu biliyorsam kapalı yerde kalmak için bahaneler uydururum. Ve eşekanlarından nefret ederim. On­ları düşünmek bile midemi bulandırır.” Ürperdi.

“Ciddi misin? Biliyor musun, ben de aynı...” diye baş­ladım ama aniden sustum. Kızların böceklerden korkması kabul edilir bir şeydi ama erkekler için durum aynı değildi. Onu cevap vermesi için teşvik ettim.

“Soru sonnama izin var mı?”“Elbette,” dedim.“Peki. Şey, örümcekler canlı mı olacak?”“Korkarım öyle. Evet.”“Ve onlar...”“Zehirli mi? Kesinlikle. Zehir dolular. Yemyeşil ve par-

lak bir zehir. Asit gibi.”“Ah, Tannm! Charlie, bu gerçekten kâbus gibi!” l:liza

komik bir şekilde çenesini kaşıdıktan sonra ellerini kaldırdı.

260

Page 269: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Pekâlâ. Beni küçümseyeceğini biliyorum ama korkarım par­maklarımın penise dönüşmesi gerekecek.”

“Bunu duyduğuma üzüldüm.” dedim sırıtarak. "Bilivomm. Çok utanıyorum. Parmaklarımı özleyece­

ğim. Parmaklarımı seviyorum." Parmaklarını yüzüne doğru salladı.

“Sorun değil. Doğrusunu istersen ben de aynısını seç­miştim."

“Ciddi misin?” dedi gülerek. “Şey, sanının senin için durum biraz farklı. En azından sen erkeksin.”

"Parmak yerine penisleri olan bir erkek.”“Doğru. Sen ucubenin tekisin, Charlie. İkimiz de öyle­

yiz. Toplum dışıyız. Ama en azından ikimiz varız. Birlikte dağlara taşınmamız, hayatımızın geri kalanı boyunca inzi­vaya çekilmemiz gerekecek.”

“Bir sirke de katılabiliriz,” dedim.“Charlie, bu mükemmel! Evet! Bir sirke katılalım.

Hemen. Corrigan’a bir sirk daha geldiğinde, arabalarına sak­lanarak buradan gidelim. Sirk çalışanları olarak dünyayı do­laşırız. Belki sakal da bırakırım. Sen lacivert şeritli krem rengi bir gömlek giyersin ve ben de şeftali rengi bir askısız elbise giyip saçlarıma sarı bir kurdele takarım. Ah, bir de siyah çizmeler.”

“Belki kışın New York’ta yaşar, iğrenç penis parmakla­rımızı gizlemek için eldiven takarız,” dedim kaşlarımı kal­dırarak.

“Mükemmel!” dedi Eliza bir kahkaha patlatarak. Çok

Page 270: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

tatlı bir gülüşü vardı. 1 iz. Memnun oldum, onu istediğimde mutlu edebiliyordum. Başını omzuma dayadı. Bütün vücu­dum gerildi. Karnım kasıldı. Hayatım boyunca mide bulan­tısı hiç bu kadar hoş gelmemişti.

Bütün bu süre boyunca skor artıp duruyordu. Top biraz eskimişti ve sahadan giderek daha fazla ses yükseliyordu. Havada gerginlik vardı ve beraberlik olacak gibi görünü­yordu. Öğleden sonra saat ilerlerken kalabalık da artmıştı. Kenarda duran bir grup adam kollarını göğüslerinde kavuş­turmuş, içki kutularını ellerine almış, sahayla, oyunla veya teknikle ilgili uzmanca yorumlarını paylaşıyorlardı.

Maç sonrası mangal partisi için yakılan odunların ko­kusu burnuma gelmeye başlamıştı. Çocuklar kulüp binasının yanında tepeden aşağı yuvarlanıyor, diğerleri Noel hediye­lerini birbirlerine gösteriyordu. Jeffrey bütün vuruşlar bo­yunca durduğu yerden kıpırdamamıştı.

Eliza'ya bir sürü şey anlatıp duruyordum. Hayatı bo­yunca aynı iç çamaşırını giymeyi mi, yoksa her hafta bir kur­bağanın kafasını ısırıp koparmayı mı tercih edeceğini sordum. Kurbağayı seçerek beni şaşırttı. Pis bir çocuk oldu­ğum için bunu anlamayacağımı söyledi. Kollarının mı, yoksa bacaklarının mı olmamasını tercih edeceğini sordum. Zekice bir şekilde, penis parmaklarından kurtulmak için kollarını kaybetmeyi tercih edeceğini söyledi. Bu tercihle mutlu gö­rünürken, ona anık elleri olmadığı için bir kurbağanın kal'a- s,nı dişleriyle koparamayacağını hatırlattım rina elma koparmak için sıçramak gibi olacağını ama tek bir elma ol­

Page 271: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

duğunu \ e onun da sıçrayabildiğim söyledim. Kafasını doğru

şekilde koparabilmesi için kurbağayı benim lutup tutam aya­

cağımı sordu. Normalde elbette tutacağımı am a bu durumda

kurallara aykırı olduğunu söyledim. Eliza güldü ve benden nefret ettiğini söyledi.

O sırada Corrigan takımı bir felaket yaşadı. Rakip ta­kımdaki becerikli bir atıcı yüzünden dört sayı kaybettik. Buna dayanamadım. Kalabalık şoktaydı. Ve Jeffrey Lu ça­bucak minderlerini kuşanıp ilk vuruşu için sahaya koşarken

dayanılmaz ölçüde gerildim. Bu onun fırsatıydı. Orada mi­nicik görünüyordu. Jeffrey Lu. son adam. Zafer veya yenilgi onun omuzlarındaydı. İzlemekte zorlanıyordum.

Corrigan takımı maç çoktan kaybedilmiş gibi toparlan­maya başlamıştı. Çoğu başlarını dizlerinin arasına almış halde oturuyordu, bazıları soyunma odalarına doğru yürü­meye başlamıştı bile. Koç çömelmiş, takım malzemelerini topluyordu. İzlemiyordu bile.

Jeffrey’nin vuruşa hazırlanmasını bekliyordum, ölack- bum en hızlı atıcıları olan Gelibolu gazisini oyuna sokmuştu ve son vurucuyu çabucak oyun dışı bırakmak niyetindeydi. Durum iyi görünmüyordu. Corrigan taraftarları da ümidi kes­mişlerdi. Jeffrey'nin bir vuruş bile yapamayacağından endi­şeleniyordum.

Ama iriyarı oyuncu atışa ve Jeffrey Lu da vuruşa hazır­landı. Jeffrey omuzlarını dikleştirirken öne eğildim; bir orta luzık istedi, savunmasını belirledi vc hazırlandı. Kalbim ye­rinden fırlayacak gibi atıyordu.

Page 272: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Blackbum’ün kaptanı karşısındaki ufak tefek oyuncuyu küçümseyerek, kendi oyuncularını hücum pozisyonuna yer­leştirdi. Beş oyuncu ve sopaya yakın iki tutucu vardı.

Gazi dalışa geçti. Jeffrey hazırlandı.İlk top içerideydi. Kazığı yerden fırladı ve yüreğim bur­

kuldu. Eliza elini ağzına bastırarak hayal kırıklığına uğramış bir tavırla homurdandı. Blackbum coşmuştu. Corrigan takı­mının oyuncuları rakipleriyle tokalaşmak için sahaya döndü. Ama birden durdular. Herkes kolunu daldan şeftali alır gibi yana uzatmış olan hakeme bakıyordu. Atış geçersizdi! Gazi çizgiyi geçmişti! Jeffrey hâlâ oyundaydı! Hatta kazığının düştüğü yere yürüdü ve onu alıp yerine tekrar kendisi koydu. Corrigan oyuncuları geri çekildi. Blackbum takımı öflceden deliye dönmüştü. Tekrar yerlerini alırken hepsinin gözleri ateş gibi parlıyordu. Maç daha bitmemişti.

Jeffrey 'n in ilk topu gerilimi artırmıştı. İki takımın da oyuncuları şimdi dikkat kesilmişti. Gazi yine dalışa geçti. Sı­radaki kısa ve keskin atışı Jeffrey’nin omzuna isabet etti. Öf­keden kaynaklanan bir dürtüyle yerimden fırladım ama Jeffrey ne gözünü kırptı ne de yere devrildi. Canının yandı­ğım bile belli etmiyordu. Corrigan takımının kenardan gül­

düğünü duyabiliyordum.Gazi parmağını uzatarak Jcffrey'ye yüksek sesle bir şev­

ler söyledi. Sonra tükürerek döndü. Jeffrey hiç etkilenmemiş

gibiydi.Sıradaki atış yine kısa ve hızlıydı, ancak bu kc/ JetfrvN

geri savruldu ve güçlü bir çatırtıyla sopasını lopa vurdu l\>n

27.t

Page 273: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

sayı! Kalabalık donakalmış». Alkış filan yoktu, sadece ses­sizlik \ardı. Buna i nallamıyordum. Sıradaki alış kısa ve doğ­rudandı ama Jeffrey'nin dört sayı daha kazanmasını sağlayan bir vuruş yapmasına yetti. Gazi öfkeli, Jeffrey sakindi.

Sıradaki top orta kaleye doğruydu. O anda. Jeffrey'nin asıl vuruş iyin hazırlandığını anladım. Buraya maçı kazan­maya gelmişti. Yapabileceğine gerçekten inanıyordu.

Eliza kolumu sıkıca tuttu.“Jelfrey inanılmaz! Bu kadar iyi olduğunu bilmiyor­

dum!”“.Ah. iyi oynar,” dedim, hem gurur duyarak hem de kıs­

kanarak.Jeffrey şimdi biraz temkinliydi. Yakındaki oyuncular et­

rafında dar bir çember oluşturmuştu. İlk iki atışı ustaca sa­vuşturdu. Üçüncü atış kısa kaldı; daha doğrusu, Jeffrey gibi bir cücenin altına girip topu yana çekebileceği kadar kısaydı. Vuruş iyiydi. Bir kere sekti ve çizgiyi aştı.

Blackbum'ün kaptanı ellerini başına koymuş, hem öf­keli hem de şaşkın görünüyordu. Ama hâlâ sınırı koruyacak birini göndermemişti ve sopaya pres yapmaya çalışıyordu. Jeffrey davetin avantajını kullandı. Bir sonraki atışta, Kevin Douglas Walters’ın kendisine bile yetecek kadar sağlam bir direk vurdu. Vuruşun sesi küçük sahada yankılandı ve bütün gözler topun iç sahadan uçuşunu izledi. Saha kenarındaki uz­manlar başlarıyla onaylamaya başladılar. Corrigan oyuncu­ları koçlarına yaklaştı. Jeffrey Lu, hayatında ilk kez biraz saygı kazanmış olabilirdi.

2 7 4

Page 274: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Son lop da çizgiyi aştıktan sonra Jefirey tekrar vurmak için döndü. Oyuncu değişikliği sırasında biri bir içecek ve bir mesaj getirdi. Skor çok yakındı. Jeffrey’nin bardağı aldı­ğını ve başıyla onayladığını gördüm. Buna inanamıyordum. Jeffrey Lu’ya sadece içecek göndermekle kalmamış, aynı za­manda gerçek bir takım oyuncusu gibi talimat da vermişlerdi.

Jeffrey çizgide yukarı aşağı koşarak sopasıyla dürttü. Minderlerini düzeltti. Oyunu yirmi yıldır oynuyormuş gi­biydi.

Saha şimdi daha az cömertti. Bu da küçük bir saygı işa­retiydi. Dolayısıyla Jeffrey artık bu kadar çok sayı kazana­mayacaktı. Öyle olsa bile, Jeffrey sağlam bir vuruş daha yaparak temposunu korudu. Ayrıca, atış sayısını dolduran Gazi de oyundan çıkmıştı.

Skordan veya daha kaç top kaldığından emin değildim, bu yüzden de gerginliğim iyice zirveye ulaşmıştı. Ama Jeff­rey ne paniğe kapılıyor ne de baskı altında gibi görünüyordu. Zekice ve kendinden emin oynuyordu. Orada durmuş, atıcı­larla eğleniyor gibiydi. Sabırla sopasını sallıyor, asıl vuruş fırsatını bekliyordu. Ve o an geldiğinde, mükemmel bir vuruş yaptı. Setin sonu yaklaşırken, dümdüz bir vuruş yaparak topu Çizginin üzerinden aşırdı. Son topta da aynı şekilde oynadı ama temiz bir vuruş yapamadı. Neyse ki üç sayıyla Jetfre> temposunu korudu.

Gazinin yerine gelen atıcı da aynı şekilde öfkeli görü­nüyordu ama biraz daha tutarsızdı, fazla hı/lı atınava odak •anarak ve vuruşu imkânsızlaştırrnayı amaçlayarak geniş hu

275

Page 275: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

şekilde topu savurdu. Ancak Jeffrey'nin hızla koşup iki, ha\ ır. üç sayı kazanacak kadar zamanı oldu.

Bir sonraki sette atıcı son kez oynayacaktı, JetTrey bek­liyordu. Önce düz, sonra ters vuruşlarla açığı inanılmaz bir kesinlikle kapıyordu. Yaptığı şey riskliydi ama ödülünü ge­tiriyordu. Bunun olduğuna gerçeklen inanamıyordum. Eliza ve ben birbirimize gülümseyerek başlarımızı sallıyorduk. Yüreğim ağzımdaydı. Orada olduğunu düşünmek bile beni şaşırtıyordu. Jeffrey Lu oyunu gırtlağından yakalamıştı. Korku içinde yaşayan bu kasabada, en kısa boylu, en zayıf kasaba sakini Jeffrey Lu, en korkusuz olandı.

Yaklaşıyor olmalıydı. Yorgun ve sıkkın çocuklar bile saha kenarına gelmişti. Hatta maçla pek ilgilenmeyen kadın­lar bile önemli bir şey olduğunu anlamıştı. Bu setin son to­puydu. Atıcı yerinde durarak topu kendi kendine atıp tutarken, Blackbum’ün kaptanı bağırarak oyuncularını hare­kete geçirdi. Sopasını omzuna dayamış halde dinlenen Jeff­rey sahaya baktı ve her birini sayıyormuş gibi tekrar tekrar başıyla onayladı.

Jeffrey iyi bir dalış yaptı ama akrobatik hareket onu bir sonraki sette temposunu sürdürme fırsatından mahrum etti. Kalabalık kıpır kıpırdı. Bir sonraki setin sonuncu olduğunu anladım. Kaç sayıya ihtiyacımız olduğunu bilmiyordum. Kendini beğenmiş koça baktım, şişkin parmaklarının ara­sında hır sigarayla kenar çizgisinde duruyordu. Bir takım ar­kadaşıyla konuşan ve bir şeyleri işaret eden Jeffrey'ye baktım Yerimde duramıyordum. Eliza yine kolumu yakaladı

276

Page 276: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

ama bu kez neredeyse fark etmedim bile. Bütün dikkatim! oyuna vermiştim.

Altı top kalmıştı.Blackbum’ün kaptanı son hazırlıklarını yaptı. Atıcı ye­

rini aldı ve koşmaya başladı. Eliza Wishart elimi tutuyordu. Bu gerçek olamazdı. Çok fazlaydı.

Jeffrey’nin planı nereye giderse gitsin ilk topu çizginin üzerinden aşırmaktı. Top girmeden önce yerinden fırladı ve top diğer oyunculardan birinin bacağına çarptı. Blackbum'ün atıcısı Jeffrey’nin hareketini sezerek sağa geçip yolunu kes­mek istedi; onu tökezleterek belirgin ölçüde yavaşlatmak ni­yetindeydi. Jeffrey bir an sendeledi ama dengesini bularak kol altından mucizevi bir vuruş çıkardı. Jeffrey güvendeydi. Kıl payı.

Corrigan taraftarları öfkeliydi. Yapılan haksızlık karşı­sında ayağa kalkmış, bağırıp çağırıyorlardı. Gülümsedim. Bu yaz dünya bir kez daha ters dönmüş gibiydi. Jeffrey \vi des­teklemek için bağırıyorlardı. Artık onu tutuyorlar, arkasını kolluyorlardı.

Bu olurken, hakem atıcıya sert bir uyanda bulundu ama atıcı omuz silkerek yerine geri döndü. Kalabalık onu yuhalı­yordu.

Blackbum’ün kaptanı oyunu tekrar durdurarak ba>ka düzenlemeler yaptı. Skoru korumak mümkün olabilirdi ama yeni sayılar imkânsız gibi görünüyordu. Jeflrc> yerim aldı

Jelfrey’ııin bir sonraki vuruşunda top çizginin u/ennden HŞaıak iki sayı daha kazandırdı. Kendim inutumasaın da, \*.v

:7 7

Page 277: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

yııvılerin coşkuyla tezahürat yaptığını duydum. Takım arka­daşları da. Hep birlikte. C) art niyetli alçaklar, “Bastır, Viet-

kongî" diye bağırıyorlardı ve bu kez hakareti bir takma ada çevirmişlerdi. Jeffrey'nin göğsü kalkıp iniyordu. İlk kez ba­şını takım arkadaşlarına doğru çevirdi.

Atıcı çizgide zorlanıyordu. Bir sonraki atışı yaklaşık bir bacak açıklığındaydı. Jeffrey bunu da iyi kullandı ve iki sayı daha kazandı. Yine alkışlar yükseldi. Blackburn takımın­daysa belirgin bir gerginlik ve hayal kırıklığı vardı. Jeffrey bileğiyle alnındaki teri sildi. Kalabalık hâlâ onu destekli­yordu. Artık yaklaşmış olmalıydı. Seyirciler çılgın gibiydi. Elİza'nın elini acıtacak kadar sıkı tutuyor olmalıydım.

Sıradaki atış hızlı ve kısaydı. Jeffrey içeri dalarak sert bir vuruş yaptı ama isabet ettiremedi. Kaleci topu başının üzerinde yakaladı. Kalabalık korkuyla inledi. Sayı yoktu. Blackburn oyuncuları alkışlayarak tezahürat yapıp bir kurt sürüsü gibi yaklaştılar. Kaptan atıcısına koşarak ona açıkça bazı talimatlar verdi, poposuna vurdu ve yerine geri koştu.

Sıradaki atış daha da yüksekti ve Jeffrey’nin vurabil­mesi neredeyse imkânsızdı. Kalabalıktaki herkesin yaptığı gibi yüzümü buruşturdum. Bu hiç adil değildi. Geniş bir atış olmalıydı. Bazıları yuhalamaya başladı. Blackburn oyuncu­ları zaferin kokusunu alarak daha yüksek sesle bağırıp alkış­ladılar. Sayı olmayan bir top daha.

Geriye son bir top kalmıştı. Kaç sayıya ihtiyacımız ol­duğunu bilmiyordum ama kalabalığın birbirine sokulup ba­ğırışına ve alkışlay ışına bakılırsa hâlâ kazanma şansınu/

21*»

Page 278: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

vardı. Jeffrey yerinde durarak sahayı inceledi. Sınır şimdi ta­mamen korunuyor ve maçı kazanmak için dört sayı gereki­

yordu. Warwick Trent kollarını göğsünde kavuşturmuş halde, koçunun yanında hiç kıpırdamadan duruyordu. Takımın diğer oyuncuları destekliyordu. Art niyet ya da kıskançlık yoktu. Gerçekten Jeffrey’nin arkasmdaydılar.

Her nedense, bu benim için izlemeyi daha da zorlaştırı­yordu. Maçtan çok daha fazlası bu topa bağlıydı. Başarısız olduğunu düşünmek istemiyordum. Bu insanların hayal kı­rıklığına uğradığını düşünmek istemiyordum.

“Bakamıyorum!” dedi Eliza, eliyle gözlerini kapatırken.“Haydi, Jeffrey,” dedim dişlerimi sıkarak.Oluyordu.Atıcı harekete geçerken mutlak bir sessizlik oldu. Bütün

gözler onun koşusunda, atışında, topta ve hayatının en önemli saniyesini yaşayan Jeffrey Lu'daydı.

Son ikisinde olduğu gibi atış yine kısa, keskin ve düzdü. Jeffrey bunu tahmin etmiş olmalıydı. Taktiği anlamış olma­lıydı. Çünkü top daha fırlatılmadan önce Jeffrey’nin hatifçe kıpırdayıp gerilediğini gördüm. Sopasını yüksekte ve hazır tutuyordu. Kendine alan yaratıyordu. Top tam başının üze­rinden keskin bir şekilde yükselirken, önceden planladığı \ u- ruşu yapmaya hazırdı.

Aslında vuruş bile sayılmazdı. Jeffrey sopayı savurmadı bile. Sadece sopayı kaldırdı ve top çok fazla hız kaybetme­den yönü değişecek şekilde açısını ayarladı, lopu kalecinin hım üzerinden, u/atımış eldivenli elin birkaç santim ötemu

_'7V

Page 279: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

den geçirdi ve top asm çizgiyi izleyerek sahanın savunm ası/

olan tek yerinden sekip, boş yere topu kovalayan iki oyun­

cunun arasından yoluna devam etti.

Başarmıştı. C'orrigan oyuncuları ve taraftarlarından müt­hiş bir patlama yükseldi. JetYrey Lu artık bir kahramandı. Eli-

za 'y la birlikte tepede hoplayıp zıplıyor, birbirimize sarılıyorduk. İnanılmazdı. Dudaklarım titriyor, bütün vücu­duma elektrik yayılıyordu. Jeffrey Lu topu sakince izledikten sonra döndü ve iki kolunu da tuttuğu sopayla birlikte havaya kaldırdı. Deli gibi sırıtıyordu. Hayal edilemez olanı başar­mıştı. B lackbum oyuncuları hayretler içinde kalakalmıştı. Corrigan oyuncuları Jeffrey'nin saçlarını karıştırıyor, onu ku­caklıyor, kahkahalarla gülüyorlardı. Oyunculardan biri Jefif- rey 'ye yaklaştı, sırtına bir şaplak indirdi ve kollarını boynuna doladı. Jeffrey onun belinden sadece biraz uzundu, bu durum kutlama gösterisini daha da tuhaflaştırıyordu.

Sanırım hissettiğim şey mutluluktu. Ve kendimi bu kadar mutlu hissetmeyeli uzun zaman olmuştu. Bu insanın aylar, hatta yıllar boyunca unutamayacağı anlardan biriydi. Zihninizde iz bırakan o tatlı, önemli anlardan biri. Bir fotoğ­raf böyle bir hikâyeyi anlatmaya yetmezdi. Anlamak için ya­şamanız gereken bir şeydi. Gözünüzün önünde yıldızların kaydığı, havai fişeklerin patladığı, bütün vücudunuzu elek­trik dalgalarının kapladığı türden bir deneyim. Bir an için her şeyin yerine oturduğu ve anlam kazandığı anlardan biri. Yo­sunların. çöplerin arasında bir inci, kendinizi nasıl hisseder­deniz hissedin istediğinizde hatırlayabileceğiniz, moralinizi

280

Page 280: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

yükselten abartılı anlardan biri. Bir dondurmayı yalar gibi.

Görkem tadında. Jelfrey Lu’dan muazzam bir efsanevi an.

Ve hepsini bir hazine sandığına kilitlemek istermiş gibi,

maçın kahramanı olarak sahadan uzaklaşırken beni aradığını, zafer edasıyla sopasını bana doğru uzattığını gördüm. Kolum kutlama selamı anlamında havaya kalktı. Salak gibi sırıtıyor­dum.

Oyuncular ve seyirciler JefTrey’nin elini sıkıyor, saçla­rını karıştırıyordu. Warwick Trent bile başıyla onaylayarak Jeffrey’nin omzunu sıvazladı. Eliza’mn elini hâlâ tuttuğumu fark ettim. Ürperdim.

“Bu inanılmaz!” dedi Eliza. “Titriyorum!”“İnanamıyorum,” dedim, Jefifrey’yi izlemeye devam

ederken. “Sadece inanamıyorum.”Takım soyunma odalarına yönelirken grup dağıldı. Biri

Jeff'rey’nin malzeme çantasını taşıyordu. Blackbunı oyuncu­ları asık suratlarla, elleri bellerinde dağılıyorlardı. Saha yavaş yavaş boşalıyordu. Gün yavaşça alacakaranlığa doğru ilerli­yordu.

Eliza’yla birlikte oturduk. Artık el ele değildik ama omuzlarımızın birbirine değdiğinin kesinlikle faikındaydım.Bir süre sessizce oturduk. Kendimi yine mahcup hissetmeye başlamıştım.

Ama o sırada, güneş yavaş yavaş batarken Eli/a hafifçe öne eğildi.

“ S a n a b ir s ır v e r e b ilir m iy im ? ” d iy e sord u .

Yüz ifadesini anlamaya çalıştım. Latıru’yla ıııı ilgılivdi?

2X1

Page 281: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Öyle olmalıydı. Kesinlikle. Ne biliyordu acaba? Bu hikâye­nin kaç sayfasını göğsüne bastırmıştı? O geceyle ilgili ne bi­liyordu? Duymaya hazır olduğumdan emin değildim. Bugün değil. Şimdi değil.

“Peki.” dedim başımla onaylayarak.“Şey,” dedi Eliza kızararak ve saçlarını çekiştirerek.

“Aptalca. Ama... Son iki haftadır kitapçının önünde durup o kitaplara bakıyormuş gibi yaparken aslında... seni görmeyi umuyordum.”

Başım bir anda rüzgârgülü gibi döndü. Midem altüst oldu. Boğazım düğümlendi. Yine ne diyebileceğimi bileme­dim. Doğru kelimeleri bulamıyordum. Ağır bir şekilde yut­kunup gözlerimi kırpıştırdım.

“Ah, şey, ev cezası almıştım. Hiçbir yere çıkamıyordum. Muhtemelen bu yüzden...”

“Biliyorum.” dedi Eliza, “işte bu yüzden aptalca, çünkü ev cezası aldığını ve aniden ortaya çıkmayacağını biliyordum ama yine de oraya gitmeye devam ettim.”

“Bir dakika, biliyor muydun? Ev cezası aldığımı sen ne­reden biliyordun?”

“Çavuş ertesi gün anneme her şeyi anlatmış, o da bana anlattı. Beni görmek için evden kaçtığını söylemişsin.”

“Ah,” dedim afallayarak.Sessizce oturduk. Eliza aniden patlar gibi konuşuverdi-

“Bence çok tatlısın, Charlie. Keşke o gece evime gele- bılseydin.”

Gülümseyerek kıpırdandı ve vücudunu bana doğru ç«'

ı 282

Page 282: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

virdi. Korkuyordum. Heyecandan ölüyordum.“Senin de çok güzel gamzelerin var,” dedim. “Biliyor­

sun, şu yanağındakiler.” Gamzelerinin yerini ona göster­meme gerek varmış gibi çenesini işaret ettim. Ben aptalın tekiydim. Bir an için yanımdaymış gibi hissettiren zekâm yine sıvışmıştı. Ağzım kupkuruydu ve işe yaramıyordu.

Ama.O anda.Mark Tvvain’in her konuda bir fikri olabilirdi. Ona

benim sahip olamadığım bir zekâ ve son derece becerikli bir dil bahşedilmiş olabilirdi. Bilgece yazabilir, sadece kelime­leriyle kahkaha, üzüntü veya öfke yaratabilirdi. Aydın ve çe­kici olabilirdi. İçinde yürüyebileceğiniz, iri iri açılmış gözlerle izleyebileceğiniz dünyalar sunabilirdi. Ama Mark Tvvain bile, bir kızın sizinkilere bastırılmış dudaklarının ne kadar yumuşak olduğunu tarif edemezdi.

Eliza Wishart beni öpüyordu. Beni... Öpüyordu! Tam orada, o ağacın altında. Çok güzel, nefes kesici, ürkütücü, heyecan vericiydi. Böyle bir şey yoktu. Yanından bile geçe­mezdi. Tenim geriliyor, kaşınıyordu ve boynum alev almıştı.

Geri çekildiğimizde hem rahatlamış hem de öpüşmemiz bittiği için pişman olmuştum. Utangaç bir tavırla gülümsedi. Sanırım ben de aynı şeyi yaptım.

“Bu güzeldi,” dedi.“G ü ze ld i,” d ed im .B irb ir im ize baktık. K ararsız bir şek ild e titriyorduk. lX ı-

dakları k ırm ızı ve ıslaktı. B iraz ş işm iş görünüyorlardı. İna-

2X3

Page 283: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

m İma/ kokuyordu, si/e anlatamam. Mark Tvvaın dc anlata'

ma/dı.“ Tekrar yapmalı mıyız?” diye sordu dudağını ısırarak.Aptalın teki olduğum için omuz silktim.“Sanırım. Yani, şey, evet. Ama istiyorsan. Yani ben is­

lemediğimi söylemiyorum elbette, çünkü istiyorum.”Neyse ki beni susturdu. Bana doğru eğildi ve ben de kar­

şılık verdim. Neyin geldiğini bilirken. İkincisi çok daha ko­laydı. Hiç kıpırdamıyorduk. Her şey birbirimize değdiğimiz o yumuşak kısma odaklanmıştı.

Elbette biraz utanmıştım. Açıktaydık ve bu yeterince mahrem gelmiyordu.

Birbirine yapışık iki heykel gibi öpüşüyorduk. Eliza’nın berbat olduğumu, öpüşmeyi düzgün beceremediğimi düşün­mesinden korktum. Dolayısıyla şaşkınlığım azaldığında ve kendimi biraz daha rahat hissettiğimde, daha önce televiz­yonda gördüğüm ve kitaplarda okuduğum manevraları de­nedim . Ağzımı hafifçe açtım o da açtı. Anlaşılan bu riske değmişti. Tuhaf ve güzeldi. Güvenim biraz daha artınca elimi de yanağına koydum. Ne yazık ki avucumdaki tere yapışan bütün çimeni ve kumu yanağına yapıştınverdim.

"Koklaşma zamanı!"Aniden ayrıldık. Jeffrey Lu sırıtarak tepeyi tırmanı­

yordu.“ Bu kadar yeter! Aşkınızı bana saklayın! Bunu hak

ettim !”“ Selam, Jeffrey!” dedi Eliza. hiç rahatstz o lm a d a n .

2K4

Page 284: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Tebrikler! İnanılmazdın!”

“1 laklısın,” dedi Jeffrey ellerini beline koyarak. “İnanıl­mazdım! Eee, Chuck? Sen, eee, beni orada gördün mü? Ha?Maçı kazandığımı fark etmiş olmalısın, değil mi? Kolayca kırk üç sayı yaptığımı da muhtemelen fark etmişsindir, Do- uglas VValters gibi? Oyunun son atışında dört sayı! Hepsini izledin, değil mi?”

“ Hayır, aslında kaçırdım. İlk atışta kazığın yerden sö­külünce arkamı döndüm.”

Jeffrey güldü.“Yalan söylüyor!” dedi Eliza. “Topların hepsini şahin

gibi izledi.”“Hiç şaşırmadım,” diye cevap verdi Jeffrey burnunu çe­

kerek. “Zevklidir. İyi oyuncuyu takdir eder. İnsan mükem­meli gördüğünde fark etmemek elinde değildir.”

Sahte bir acıyla yüzümü buruşturdum.“JeffVey, bunu söylemek gerçekten canımı yakıyor ama

yaptığın şey gerçekten inanılmazdı. Gerçekten iyiydin. Buna inanamıyorum. Vuruş yapacağını bile düşünmemiştim. Ve son vuruş kesinlikle çılgmcavdıl"

“Yani son topta maçı kazanmak için kalecinin üzerinden geçirdiğim topu mu kastediyorsun?”

Yanaklarımı şişirdim. “Evet, aptal herif.”“Hayranlığını alçakgönüllülükle kabul ediyorum. Char-

lie. Biliyor musun, bir açıdan seni kıskanıyorum da.”“Neden?”“Şey, çünkü söz konusu kahraman olarak, aslında \ uru-

285

J

Page 285: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

şun nasıl gittiğini görme şansım olmadı. Bu keşke dediğim bir şey. Buradan bakınca muhteşem görünmüş olmalı.”

“Sen aptalın tekisin.”

“Jefitrey Lu, ilk maçında!” Gülümseyerek gölge boksu yapm aya başladı ve boşluğa birkaç aparkat savurdu. Eliza güldü. Jeffrey sahaya dönüp her şeyi tekrar yapmaya hazır görünüyordu.

“Masal gibi, Chuck! Kesinlikle maçın efsanesi oldum. Kesinlikle basına yansıyacaktır.”

“ Artık emekli olmalısın,” dedim. “Zirvedeyken bırak.” “Ah. bunu yapamam, Chuck. Yani hayranlarım ne ola­

cak?” Eliza’yı işaret etti.“ İkinizin de iyi olacağınızdan eminim.”“İkimiz mi? Chuck, sen salaksın. Şu anda bütün dünya

bana âşık. Bu bir gerçek. Bradman’den daha ünlüyüm.” Eliza güldü ve başını omzuma yasladı. Gerildim. Bu ko­

nuda nasıl böylesine rahat davranabildiğim merak ediyor­dum. Bilmiyordum. Belki de aslında göründüğü kadar utan­gaç değildi. Belki de bu yaz değişmişti. Giysileri, saçları, sesi. Belki de onu asla o kadar iyi tanımamıştım. Ama farklı görünüyordu. Hatırladığımdan daha cneıjik, daha neşeliydi. Ağlamadığında yani. Ve o aksan, o tuhaf aristokrat tarzı. Bunu daha önce hiç fark etmemiştim.

Hiç şüphesi/, rahatsızlığımı hisseden Jeffrey, kolunu ve parmağını dümdüz, ileri uzatarak önce Eliza’yı, sonra beni, sonra tekrar Eliza’yı İşaret etti.

“Sakin olun. Bu günah değil. İsa’ya ne dersiniz?”

:K6

Page 286: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Bizim için geçerli değ il/’ dedi Eliza elini kaldırarak. “Biz sayılmayız, çünkü toplumdan dışlandık, zira parmak ye­rine penislerimiz var.”

Jeffrey şaşkınlıkla geri çekildi.“Hayır\ Sen de mi penisleri seçtin?”“ Korkarım öyle,” dedi Eliza sırıtarak.“Ama sen kızsml Ve şimdi penislerin var! Hem de on

tane!”“Sorun değil. Charlie aldırmıyor.”“Elbette aldırmaz. O penislere hayılırV’“Jeffrey, seni öldüreceğim,” dedim ciddi bir tavırla. “Lanet olsun. Korkaklar! İkiniz de! Sadece bir şapka!” “Sadece bir şapka değil!” diye itiraz Eliza. “Bir örümcek

şapka!”“Karar değişmez, Wishaaaarrrt! Her neyse. Chuck.

Haydi. Birbirinizle daha sonra koklaşırsınız. Şu kahramanı evine götürmeye ne dersiniz?”

“Şey, olur. Ama babam henüz gelmedi.”“Sen salaksın,” dedi Jeffrey dönüp işaret ederek. “Şu­

rada arabanızda oturuyor. Baksana! Geleli asırlar oldu.” Jeffrey’nin işaret ettiği yere baktım. Oradaydı. Sahanın

diğer tarafında. Hiçbir fikrim yoktu. Soğuk bir balık m i­demde kıpırdandı. Ağırlığımı Eliza’dan uzaklaştırdım. Acaba haham ne kadarını görmüştü? Başım dertte miydi? Yanlış bir

yapmış mıydım? Hiçbir şey bilmiyordum.“Geleli ne kadar oldu?”Jeffrey oıııu/ silkti. "Ben nereden hileyim'* laıu»

2X7

Page 287: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

mıyım? Ama düşmesi kolay bir hata. O sırada inanılmaz bir toparlanış yapmak ve tarih yazmakla meşguldüm.”

“Bekliyor. Gitsek iyi olur.”Eliza gizlice arkamdan kolumu sıktı. Bunun gitmemi is­

temediği anlamına gelip gelmediğini merak ettim.Ona döndüm. “Seni de bırakalım mı?”“Hayır, hayır. Sorun değil,” dedi. Onu tekrar öpmek is­

tiyordum.Mahcupluğum geri döndü. Ne yapacağımı bilmek

zordu. Etkili bir şeyler söylemem, bir şiir okumam veya res­mileştirecek bir şeyler yapmam gerektiğini hissediyordum. Onun da benden hoşlandığını insanlara kanıtlayan, onun sev­gilim olduğunu söylememe izin verecek bir şey. Kendimi suçlu, çaresiz veya umutsuzca uzaklarda hissetmeden onu is­tediğim gibi düşünmeme izin veren bir şey. Sanırım o kadar heyecanlıydım ki bu şeyi uçmaması için küçük bir kırmızı kuşmuş gibi kafese kapamak, böylece bir dahaki sefere kadar saklamak istiyordum. Cebinizde taşıdığınız bir hatıra para gibi. Deli Jack Lionel’ın ağacından alınmış bir şeftalinin çe­kirdeği gibi. Kilitli bir bavulda saklanan kelimeler gibi. Ya­tağınızın kenarına bağlayabileceğiniz parlak kırmızı bir balon. İstediğiniz zaman sanlabileceğiniz kadar yakında ama sarılırken patlamaması için çok sıkmayacağınız bir balon.

Keşke Jeffrey det olup gitseydi. Ama sırıtarak duruyor, gitmek için bekliyordu.

Hafifçe döndüm, “Pekâlâ. Şey...”“Görüşürüz, t harlie.”

2KK

Page 288: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

"Yakında. Yani, umarım. Evet.”Eliza yanağımdan öpmek için uzandı. Elbette yanlış an­

ladım ve dudaklarına yöneldim ve yanlışlıkla burnum gözüne girdi. Bir şeyler mırıldanarak ayağa kalktım.

“Hoşça kal, Jeffrey! Bravo!" dedi Eliza el sallayarak. Başparmağıyla kitabını açtı. Gitmek zorunda olduğum için üzgündüm.

Jeffrey onunla vedalaştıktan sonra yürümeye başladık. Giderken bir an için Eliza’yla göz göze geldik ve elimde tu­tabileceğim bir mücevher kadar gerçek geldi.

Dönüp ona baktım. İşitme mesafesinden çıktığımızda ve sahada yürürken, Jeffrey sırtındaki malzeme çantasını hoplatarak tuhaf bir dans hareketi yaptı.

“Koklaşma zamanı! Koklaşma zamanı!”“Jeffrey, seni öldüreceğim. Ellerimle. Yalan söylemiyo­

rum. Mükemmel günün trajik bir sona doğru gidiyor.”Güldü.“Onu seviyorsun'. Chucktiıı Bucktin! Onu seeeeeviyor-

sun! Dur. Ben kimim? Ben kimim?” Jeffrey bir kaşım kaldı­rarak öpüşmek ister gibi dudaklarını ileri uzattı. “Şey, seni de bırakalım mı?”

“Aptal!”'"'Şensin aptal! Sizi gördiiml Öpüşüyordunuz'. Dudak du­

dağa'. İğrenç!”Gülümsemeklen kendimi alamadım.“Kıskanıyorsun.”“ K ıs k a n m a k mı? C'huck, sen göründüğünden yaklaşık

2 89

Page 289: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

op ıkı kat daha salaksın. Ben kasabanın kahramanıyım! Az önce tarih yazdım! Kıskanmak mı? PulTt! Hayır diyorum. \oden kıskanayım ki? Sııperman, Lois'i öperek zaman öl­dürmez. sapacak idleri vardır! Tıpkı benim gibi; kurtarmam gereken maçlar var!"

“Fminim Superman'in seçme şansı olsaydı yanan bir bi­nada mahsur kalmış bir çocuğu kurtarmaktansa Lois'le kok­laşmayı tercih ederdi.” Sırıttım.

"Chuck!" diye homurdandı Jeffrey, öfkeyle. "Ulu Tan­rım! Sen insan olamazsın! Nereden başlayacağımı bile bil­miyorum. Çok alındım. Beni gerçekten gücendirdin. Bana bir kavanozda bok versen, az önce söylediğin kadar büyük bir hakaret olmazdı. Resmen küfrettin. İsa senden nefret edi­yor, Charles. Bunu bilmeni istiyorum.”

"Bak bu doğru.""Pardon? Buyur? Sen komünist filan mısın? Yoldaş,

beynin dudaklarından dışarı akmış. Düzgün düşünemiyor­sun. Yarının adamı kızları umursamaz. Bu bir gerçek. Ölüm­cül tehlikede değillerse. O zaman bile, Luthor’ın Özgür Dünya'yı ele geçirme planında kullandığı anlamsız hilelerdir. Bu. Superman’in dikkatini dağıtamaz. O dünyayı kurtarmayı daima Loıs’den önde tutar. Ve öyle olmalı zaten. Kişisel ola­rak. onun için geri dönmeye bile tenezzül etmezdim.”

"Ama sen manyağın tekisin.”"Doğru. Ama gerçekçi bir manyağım. Dinle, Charles,

belki hır şeyler öğrenirsin. Lois Lane kesinlikle bir baş belası Kurtarılmaya ihtiyaç duyacağı bir duruma düşerek dünyayı

t 290

Page 290: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

kaç kez tehlikeye attı? Ben çoğunluğa oyna derim. Bırak git­sin. Luthor’ın blöfünü gör. Aslında Supcrman. Lois'i bizzat kendi öldümıeli. Yakıcı bakışlarıyla. Bam! Aptalca ikilem­lerle daha fazla uğraşması gerekmez böylece."

“Sen delisin ve bu yüzden bir süper kahraman değilsin."“Belki, Chuck,” dedi JetYrey. “Ama hâlâ şampiyonum."Gülerek yürümeye devam ettik. Bir fırsatı değerlendi­

rerek dönüp Eliza'ya baktım. Hâlâ oradaydı. Bir ağacın al­tında kitabıyla oturan bir kız. Tuhaf bir şey hissediyordum, enerji doluydum. Ona koşmak ve aynı zamanda da ondan uzaklaşmak istiyordum.

Hayatımın her anında, kendimi Superman’in tersi gibi hissetmiştim. Bu kez, tam bu an hariç. Umurumda değildi. Kendimi zayıf bir ödlek gibi hissetmiyordum. Çünkü o anda kızı kurtaracağımı biliyordum. Eliza Wishart’a bir şey olma- sındansa. bütün gezegeni riske atabilirdim. Onu bir saniyede kurtarırdım. Çünkü dünya kötü planlara kurban giderken onunla birbirimize sokulabileceğimizi hayal edebiliyordum ama onsuz bir dünya hayal edemiyordum.

Sırıttım. Supcrman olup olmamak umurumda bile de­ğildi. Ben Eliza Wishart’ı öpmüştüm.

Jeffrey arka koltuğa geçerek ortaya kavdı. Ben öne otur­dum.

“Selam, Jeffrey,” dedi babam, dikiz aynasından ona ba­karak.

Page 291: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Mavi izlediniz nıi?” diye sordu Jeffrey.“Hayır, üzgünüm evlat.” Baham alaycı bir pişmanlıkla

başım eğdi.“Lanet olsun!" dedi Jeffrey. “Hayatının olayını kaçır­

mışsın! Davud ile Cîolyat gibiydi ama bu kez Davud bir As- yalıydı ve inanılmayacak kadar yakışıklıydı. Hile de yoktu. Radyoyu açın, benden söz ediyor olabilirler!”

Arkamızdan mavi-gri bir toz bulutu kaldırarak otopark­tan ilerledik. Hâlâ ağacın altında oturan Eliza’ya son bir bakış attım. El salladığını gördüğümü sandım ve dönüp elim­den geldiğince gizli bir şekilde karşılık verdim. Jeffrey’nin arka koltuklan Koklaşma zamanı! diye fısıldadığını duydum. Onu arabadan atmak isterdim. Ama sonra başımı babama çe­virdim.

“Dur. İzlemediysen Jeffrey'nin maçı kazandığını nere­den biliyorsun?”

“Chuck. duymamış olması neredeyse imkânsız,” dedi Jeffrey öne eğilerek.

“Ben de bunu düşünmeye başlıyorum, evet,” dedim.Babam güldü.“Aslında. Pete Wishart’ı eve dönerken gördüm. Senden

çok etkilenmişti, Jeffrey. Vuruşları kulüp binasından izlemiş ama ne kadarını gördüğünü bilmiyorum. Bardan çok uzak­laştığını sanmıyorum. Birkaç kadeh içtiği belliydi. Ama bir sürü güzel şey söyledi.”

Dehşete kapıldım.“Bir dakika, Eliza'nın babası burada mıydı? Yani bizi

292

Page 292: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

izliyor muydu? Jeffrey?”“Doğru,” dedi. “Ve sorun değil, Charlie, başka bir şey

izlemiyordu.”Jeffrey arkamda kahkahalara boğuldu.“Şampiyon olsan da hâlâ hareket halindeki bir araçtan

atılabilirsin, biliyorsun,” dedim, omzumun üzerinden. Ama bu onu daha da çok güldürdü. Babama döndüm. Bir süredir yapmadığı şekilde göz kırparak gülümsedi. Rüzgâr eski Hol- den’ımızın camlarından içeri serin hava üflerken ve babamın titiz şekilde taranmış saçlannı savururken, dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme belirdi. Biraz sakinleşmem ge­rektiğini düşündüm. Sakinleşmeliydinı. Omuz silkmeliydim. Çünkü yazdı. Çünkü babam beni hâlâ seviyordu. Çünkü Jeff­rey Lu nihayet bu kasabaya kendini kabul ettirmişti. Ve çünkü Eliza Wishart bana doğru eğilmiş, her zaman hayal et­tiğim şeyi vermişti.

Yiyemiyordum. Yiyeceğimi huzursuzca ağzıma atıyor, Jeffrey’nin kahramanca hikâyesini hak ettiği etkiyi katmadan anlatıyordum. Ama annem dinlemiyordu.

“Daha az konuş ve yemeğini ye lütfen.” Parmağını so­ğumuş patates püreme doğru salladı. İç çektim. Gerçekten yiyemiyordum. Püreye boş gözlerle baktım. Bu yemek de­ğildi. Duvarları onarmak, paslı boruları mühürlemek için kul­lanacağınız bir sıvaydı. Ve ne yazık ki ona karıştırabileceğim lezzetli şeyler de bitmişti.

293

Page 293: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Babama haklım, düz düz bakarak karşılık verili. Kaşla- nnı kaldırdı. Anladım. Alçıvı elimden geldirince çeşnilerle karıştırarak en çabuk şekilde ve sı/.lamnadan mideye indir­dim A emek bittiğinde babamın haklı olduğunu anladım. Bov lesı gerçeklen daha koUmU. I lalta yemek için anneme il­tifat ettiğimde zafer kazanmışım gibi geldi.

Daha sonra kahvemi alarak odama çekildim ve babamı düşündüm. Bir şey yerine oturmuş gibi, yine aynı tarafta gibi görunüvorduk.

Belki de o gece yalan söylediğimi biliyordu. Aptal de­ğildi Alkol kokusunu almış ve sarhoş olduğumu anlamış ol­malıydı. Kirli giysilerimi, kızarıp şişmiş gözlerimi görmüş olmalıydı. Ve daha önce yalan söylediğimi de görmüştü. Bana nasıl kaşlarını çatarak baktığını hatırlıyordum. Bir an için bile inandığını sanmıyordum.

Dolayısıyla bugün beni Eliza’yla birlikte otururken gör­düğünde. sanırım hikâyemin önemli bir kısmı veya en azın­dan bana tekrar güvenmesini sağlayacak kadarı kanıtlanmış­tı. Sadece yalanımın sandığı kadar açık olmadığını görmüştü. Bütün gerçeği anlatmamış olabilirdim ama yeteri kadarını biliyordu.

Keşke bu gece Jasper Jones gelseydi. Nedenini bilmi­yorum ama ona Eliza’dan söz etmek istiyordum. Onu öptü­ğümü ve onun da karşılık verdiğini anlatmak istiyordum.

Ev hapsi cezası aldığımdan beri iki kez pencereme gel-

294

Page 294: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

inişli. ilki eczayı almamdan birkaç gün sonraydı, Geç saatte gelip özür dilemişti. Ona ev cc/ası aldığımı ve dışarı çıka­mayacağımı fısıltıyla anlatmıştım. Jasper üzgün okluğunu, her şeyin onun hatası olduğunu söyleyip duruyordu. Daha erken dönmemiz gerektiğini söylüyordu. Onu rahatlatmak için elimden geleni yaptım ama o gece geldiğinden daha suç­luluk dolu bir şekilde döndüğünü hissettim.

Peşinden gitmek, bu işe kendi irademle katıldığımı söy­lemek isterdim. İstersem çıkabilirdim ama ona inanmıştım. Yardım etmek istiyordum. Gerçi ona pek yararım olabilece­ğini de sanmıyordum.

Ayrıca bütün bunlar bittikten sonra onunla birlikte bu­radan ayrılıp şehre gitmeye karar verdiğimi de söylemek is­tiyordum.

Bunu çok düşünmüştüm. Özellikle de içeride kalmak konusunda çok öfkeliyken. Kararlılığım gidip gelmişti ama bu fikre daima tutunmuştum. Elbette kaçıp gitme fikri ödümü patlatıyordu ama Corrigan’dan Jasper Jones'la yan yana çıkma düşüncesi, gerçekten başarabileceğime inanmamı sağ­layacak kadar cesaret vericiydi.

Jasper ikinci kez geldiğinde Noel gecesiydi. Bu kez sa­bırsız, telaşlıydı. Neredeyse ilk kez penceremi tıklattığında olduğu gibi. Buraya kadar koşmuş gibi ter içinde ve nefes nefeseydi. Penceremi açtığımda içeri girmek istedi.

“Charlie, o olduğunu hilh'omm. Kanıtlayabilirim.'* Göz­leri yuvalarından fırlıyordu. Toprak ve sigara kokuyordu.

“Sakin ol!” dedim parmağımı dudaklarıma bastırarak

295

Page 295: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

1>un arlar çok ince. Benimkiler duyabilir. Neler oldu?"

"O nu yakaladım , Charlie. Lanet olasıca piçi yakala­

dım,*' diye tısladı Jasper."K im i? Jack Lioncl’ı mı?”

“Aynen öyle.”"Nasıl? Ne demek istiyorsun?"Jasper bana şafakta Lionel'ın uyuduğunu bilerek arsa­

sına nasıl girdiğini anlattı. Arkadan dolaşm ış, tel örgüleri asmış ve etrafı incelemeye başlamıştı. Şeftali ağacını geçerek verandanın altına süzülmüş, tozlu dolapları açmış, dağınık rafları karıştırmıştı ama boş boya kutuları ve aletler dışında bir şey bulamamıştı. Cesaretine hayran oldum. Anlatan Jas­per Jones olmasa tek kelimesine bile inanmazdım.

Hatta pencerelerden evin içine bakmıştı ama pek fazla bir şey görememişti. Mutfak boş sayılırdı: Ocağın üstünde küçük bir çaydanlık, lavabonun yanındaki kurutma sepetinde teneke bir kupa. Plastik sandalyeli küçük bir masa. Yan ta­rafta. şeftali ağacının altında, düzgün ve kahverengi bir oturma odasına açılan başka bir pencere vardı. İçeride bir dinlenme koltuğu görünüyordu. Alçak bir masanın üzerine küçük bir radyo ve televizyon yerleştirilm işti. Daha fazla detay öğrenebilmek için Jasper'ı zorladım. Karşı duvara da­yanmış duvar piyanosunun üzerinde fotoğraflar vardı ama resimler seçilmiyordu. Bir manzara tablosu vardı. Bir yığın gazete. Bir şömine. Diğer pencerelerin hepsinde ince bej per­deler vardı. Bir psikopatın evine benzemiyordu.

Ancak Jasper vazgeçip geldiği yoldan geri dönmek için

296

Page 296: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

yürümeye başladığında, tavuk kümesini ve bakımsız sebze bahçesini geçtiğinde ona rastlamıştı. Lionel*ın oluklu sacdan yapılmış odunluğunu hemen geçince, yüksek kuru çimenle­rin arasında paslı, yanmış bir arabanın kalıntıları duruyordu. Jasper pek ilgilenmeden yaklaşmıştı. Arabanın ön tarafı ta­mamen içeri göçmüştü. Jasper arabanın etrafında dolaşmış ve içeri bakmıştı. Her yeri üzeri çiğlerle kaplanmış ince örümcek ağlarıyla doluydu. Toz ve fare pisliği kokuyordu. İç döşemeden kalanlar çürümüştü.

Jasper tam gitmek üzereyken onu gördüğünü söyledi. Midesi ağzuıa gelerek olduğu yerde donakalmıştı. Hayal gör­düğünü sanmıştı. Orada. Tam orada. Yolcu tarafındaki kapıda pasın içine bir kelime kazınmıştı.

Tek bir kelime.Üzgünüm.Emin olmak için dokunmuştu. Daha iyi inceleyebilmek

için çömelmek istediğinde dizlerini kırmakta zorlanmıştı. O kelime. Bu kez büyük harflerle yazılmış aynı kelime. Oka­liptüs ağacındakinden çok daha eski. Zorlukla fark ediliyordu ama oradaydı.

“Oturmam gerekti,” dedi Jasper bana. “Tam o anda öf­kelendim. İçeri koşup hemen oracıkta gırtlağına sarılmamak için kendimi çok zor tuttum. Biliyordum. Onun yaptığını bi­liyordum. Orada oturup o tek kelimeye bakakaldım. Tekrar tekrar okudum.”

Beynim yavaşça bu bilgiyi sindirirken Jasper bir sigara yakmak için duraksadı.

291

I

Page 297: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

** A h la k i gibi göründüğünden cnıiıı misin? Ya/ı aynı nm dı?" diye sordum.

"Kelime aynıydı," dedi nefesini üfleyerek."Pencereden dışarı üfle," diye tısladım kendimi bebek

gibi hissederek. “Yoksa sigarayı benim içliğimi sanırlar ve çürüyene kadar bu odadan çıkamam.”

“Lanet olsun, özür dilerim, dostum.” Jasper gümüşi du­manı eliyle dağıtarak sırıttı.

Ardından gelen kısa sessizlikte hikâyeyi kavramaya ça­lıştım. Gerçekten merak uyandırıcıydı. Doğru olabilir miydi? Gerçekten Lionel'a işaret edebilir miydi? Belki de Jasper ba­şından beri haklıydı. Peki hu özür kime yazılmıştı? Jasper'ın söylediği gibi yazılar eskiyse, Laura’nın dışında biri olma­lıydı. O halde kimdi? Hiçbir anlam çıkaramıyordum. Her şey son derece karışıktı.

“Bilmiyorum, Jasper. Tamamen tesadüf de olabilir,” de­dim. mantıklı olmaya çalışarak.

"Ne? Charlie, dinle, tesadüf diye bir şey yoktur. Bir dü­şünsene. Bildiğimiz her şeyi bir düşün. Jack Lionel’m her se­ferinde çıkıp bana bağırıp çağırarak el sallaması. Çünkü deli ihtiyar sersemin teki. Daha önce cinayet işlediğini biliyoruz. Ve şimdi, suçluluk duygusunu her yere kazıyıp duruyor. Haydi. Charlie. Yapan oydu. Laura’yı o öldürdü. Bu gayet mantıklı. O yaptı. Onu olaya, benim yerime ve Laura’ya bağ­layan şey bu. Başından beri biliyorduk ve artık kanıtlayabi­

liriz.”Bu iki özrü düşünerek kaşlarımı çattım. Biri fısıldanmış.

Page 298: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı 'tun Unutulan <, ocukları

biri haykırılmıştı. Biri ağaca, biri metale kazınmıştı. Düşün­dürücüydü. İtiraf etmek zorundaydım. Gerçek bir ipucuna b e n z iy o r d u . Ve Jasper’ın kararlılığı da etkileyiciydi. Nere­deyse onunla hemfikir olmaya, yabamı kapıp Lionel’m üze­rine koşmaya, bu işi oracıkta bitirmeye eğilimliydim.

Ama Jasper’a yardımcı olabilmem için, tıpkı Atticus ve babam gibi mantıkçı ve net zihinli olmalıydım. Eleştirel. So­rularla savaşmalıydım. Eğer mantıklıysa, sorulara da man­tıklı cevaplar verebilirdi.

“Ama Deli Jack Lionel böylesine tehlikeli bir suçluysa,” diye fısıldadım, “neden polis oraya gitmedi? Neden şimdiye kadar sorgulanıp tutuklanmadı? Ünü doğru olsa, bence genç bir kız kaybolduğunda gidip konuşacakları ilk kişi o olurdu. Yani aslında düşündüğümüz kişi olmama ihtimali de var.”

“Öncelikle, Charlie, kasaba polisinin ne kadar zeki ol­duğunu biliyoruz. Diğer meseleyse, Lionel’ı görmeye gidip gitmediklerini bilmiyonız. Evini sürekli izliyor değilim. Kim bilir? Belki de onu içeri atmışlardır. Belki bütün bu süre bo­yunca orada olduğu için her gece yaptığı gibi dışarı çıkıp bana bağıramamıştır.”

“Yani onunla konuştuklarını mı düşünüyorsun?” “Olabilir diyorum. Ama polisin asıl sorunu, ne araştır­

dıklarını bile bilmemeleri. Anlıyor musun? Bildikleri tek şey Laura’nın kaybolduğu. Bildikleri tek şey bu. I lâlâ alıp başını gitmiş olabileceğini düşünüyorlar. Hâlâ şehre filan kaçtığını düşünüyorlar. Birinin öldürüldüğünü bilmeden bir katilı ara maya başlamazsın.”

2W

Page 299: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

"Doğru,” dedim. Bunu daha önce tartışmışız gibi Jas- per'ın sabırsızlığını hissediyordum.

“Her neyse,” diye devam etti, “beni yakaladı.”"VerJasper yavaşça başıyla onaylarken sigarasını pencere

per\ azma bastırarak söndürdü. “Evet. Bak, orada bir süre oturdum ve ayrılmadan önce gidip daha yakından bakmaya karar verdim. Artık o olduğundan emin olduğum için. Ama evin içine tekrar baktığımda orada, arka basamaklardaydı ve doğruca bana bakıyordu.”

“ Tanrım! Sen ne yaptın?”“Aslında hiçbir şey. Orada pek oyalanmadım. Ama öf­

keliydim. Onu işaret ederek bağırdım: Biliyordum! Sen ol­duğunu biliyordum! Ve sonra koşarak geldiğim yoldan geri döndüm.”

Başımı iki yana sallayarak bir küfür savurdum. “Biliyorum,” dedi Jasper kısık sesle. “Ona daha önce

hiç bu kadar yaklaşmamıştım. Sandığım kadar yaşlı değildi. Orada kalmalıydım ama o kadar öfkeliydim ki üzerine atıla­bilirdim.”

“Sana bağırdı mı?”“Hayır, mesele de bu. Tek kelime bile etmedi. Arka ba­

samaklarda öylece durdu.”Duraksayarak bakışlarımı indirdim.“Yani bütün bunlar ne anlama geliyor?”“Onun yaptığını bildiğimiz anlamına geliyor, Charlie.

Kesin olarak biliyoruz.”

1 300

Page 300: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“öyle mi?” Saçlarımı karıştırdım. “Yani, bilmiyorum. Jasper. Bunun sıra dışı olduğunu kabul ediyorum. Ama kesin olarak bilmiyoruz, değil mi? Başkalarını ikna edebilmek için tanıklara ve delillere ihtiyacımız var. Onu çürütülemez bir şekilde olaya bağlayan bir şeye.”

“Eh, sıradaki de bu,” dedi Jasper rahatça.“Evet ama nasılT “İtiraf ettireceğiz.”Bir sonraki sorumu soramadan kapım üç kez gürültülü

şekilde vuruldu ve annem sert bir sesle bana seslendi. Jas- per’ı uzaklaştırmak için elimin tersini havaya salladım. Hemen gözden kayboldu. Annem bir baskın yönetiyormuş gibi içeri daldı.

“Sakin ol,” dedim. “Sadece pencereyi açmaya çalışıyor­dum. Kolu sıkışmış.”

Yırtıcı bir kuş gibi odama bakındı.“Sen sigara mı içiyordun? Burnuma sigara kokusu ge­

liyor. Bu yüzden mi pencereyi açıyordun?” Canıma okuma­sını sağlayacak somut bir kanıt bulmak için bana doğru eğildi. Bunu son iki haftadır yapıyor, gergin ve öfkeli bir halde içeri dalıyor, kaçmak için tünel kazan bir mahkûmmu­şum veya komünist casuslar saklıyormuşum gibi şüpheci bir tavırla etrafa bakmıyordu. Bana karşı her zamankinden daha saldırgandı. Bir hapishane muhafızını hayal edebileceğim gi­biydi ama üniforması, sopası veya arada bir görülen insanlık belirtileri yoktu.

“Ne? Elbette hayır,” diye cevap verdim, yüzümü şaş-

JOI

Page 301: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

kinlik ve kırgınlıkla buruşturarak.Gözlerini kısarak ütlevip pütledi ve çıkıp gitti.Yakalandığım gece onu inandırmıştım ve sadece bu ka­

darını biliyordum. Görüntüyü bozmuş, aile adını karalamış \c ününe leke sürmüştüm. İnsanlar bize alaycı bakışlar atı­yordu ve dedikodular başını alıp yürümüştü. Badminton ge- vezeleti ve CWA tugayı akbaba gibiydiler. Artık örnek çocuk değildim ve o da örnek anne değildi. İçten içe, art niyetli ta­rafım bundan heyecan, hatta neredeyse gurur duyuyordu.

Annem kapıyı kapadıktan sonra pencereden dışarı bak­tım. Bütün gece Jasper Jones’un geri dönmesini bekledim ama dönmedi.

Jasper’ı gördüğümden beri üç gece geçmişti ve soru­larla. haberlerle dolup taşıyordum.

Bu gece yazarak bir anlam çıkarmaya çalıştım. Günü Eliza’yla birlikte geçirdikten ve Jeffrey’nin zaferini gördük­ten sonra heyecanlıydım ve yerimde duramıyordum. Ama bütün bunlar yine de kamımdaki tuğlayla, göğsümdeki eşek- arısıyla ve sudaki kızla gölgeleniyordu.

Her nedense, sayfanın tepesine o kelimeyi yazarak baş­ladım ve okudum. Üzgünüm. Üzgiiniim. İnsanın moralini bozan, okurken canını yakan bir kelimeydi. Sayfada olduğu için bile özür diler gibiydi. Kaçamak bir kelime.

Etrafına yazdım. Çizerek ve örerek. Bir hikâye ve diya­log ekledim. İsimler ve yerler. Nefes ve ses. Yazım hızlı ve

302

Page 302: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

dağınıktı. Ağzımın içini çiğniyordum ve kan tadını a ld ığ ım a zorlukla fark ettim.

Sonunda iyi insanlar tarafından kullanılan İyi bir kelime olduğuna karar verdim. Kimse gerçekten erdemli değildi, kimse lanet okumaktan tamamen kaçamazdı. Her hikâyedeki her karakter, iyiyle kötü, doğruyla yanlış arasında gidip ge­lirdi. Ama farkı görebilenler, çizgiyi geçtiklerinde bunu an­layabilenler iyi insanlardı. Bütün suçu kabullenip hatayı itiraf etmek de zor ve tevazu gerektiren bir hareketti. Bunu içten­likle söylemek cesaret gerektirirdi. Üzgünüm.

Üzgünüm.Bu kelime, karşınızdaki kişinin acısını kendinizin gibi

hissettiğinizi ve paylaştığınızı gösterirdi. Dolayısıyla bizi bir­leştirir, karşımızdaki kişi kadar çiğnenmiş, hırpalanmış hale getirirdi. Özür dilemek birçok şeydi. Yeniden doldurulan bir çukur. Ödenen bir borç. Özür, yanlışların ardından gelirdi. Sonucun incitici bir yankısı. Tıpkı bilmenin hüzün olduğu gibi, özür dilemek de hüzündü. Özür dilemek bazen kişinin kendine acımasıydı. Ama aslında özür dilemek kişinin ken­disiyle ilgili değil, karşınızdaki kişiyle ilgiliydi. Kabul ede­bilir ya da etmeyebilirlerdi.

Özür dilemek kendinizi açığa çıkarmak, kucaklanmaya, alay edilmeye veya intikam alınmaya açık hale getirmek de­mekti. Özür dilemek bağışlanma dileyen bir soruydu, çünkü iyi bir yüreğin metronomu, her şey yoluna girip olması ge­rektiği hale gelene kadar yatışmazdı. Özür dilemek olanı geri almak değil, olanları ilerletmekti. Boşluğu kapamaktı, ö zü r

Page 303: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

dilemek bir v emindi. Bir adak. Bir hediye.I \ c l . İ \i insanlar kendilerini kötü hissettiğinde özür di­

lerdi. Beni asıl düşündürenler, devrelerinde sorun, kalple­

rinde boşluk olan, hissedemeyen, söyleyem eyen. ağaçlara kazıy amavan. a\ uçlarım birbirine bastırıp gökyüzüne haykı- ramayanlardı. Eric Edgar Cooke bunu fısıldanıam ıştı bile. •\lbert Fish özür dilememişti. Boston Katili özür dilememişti. Gertrude Baniszewski, Sylvia Likens’ın tenini yakarken bile bu kelimeyi kazımam işti. İşte bu yüzden, ağaca o kelimeyi kazıyan kişinin Laura’nm katili olduğuna inanmakta zorla­nıyordum. Üzgünüm. Başka biri yapmış olmalıydı. Katillerin suç mahallerine geri döndüğünü okumuştum ama bunu asla pişmanlıktan yapmazlardı. Asla bir hayaletle barışmaya ça­lışmazlardı. Böyle bir kötülüğü yapabilecek biriyseniz, aynı ölçüde merhamet gösteren biri olabilir miydiniz?

Peki başka kim olabilirdi? Başka kim biliyordu? Başka kimin özür dilemek için bir nedeni vardı? Belki de burada kalın kafalılık ediyordum. Muhtemelen yanılıyordum. Her şey hakkında. Belki de Jasper haklıydı. Belki de Üzgünüm kelimesi sandığım kadar basit değildi; onurlu, romantik ya da görkemli de değildi. Belki de zayıfların sığınağıydı. Belki sadece kötülerin ve acımasızların merhemiydi. Belki alıcılar için pek bir ödül yoktu. Belki sadece boş bir vaat, boş bir he­diye kutusuydu. Belki şefkatsiz ve bencilceydi. Belki ihtiyacı olanı alıyor ve hiçbir şey vermiyordu. Belki içeri tıkılan bıitün o serseriler kadar aptal, sersem ve anlamsızdı.

Eliza’yı düşününce midem altüst oldu. Yeni bir sayfaya

304

Page 304: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

geçerek Eliza'yı kelimelerde yakalamaya kararlı bir şekilde eğildim.

Bir ağaçbilmez ağaç olduğunu.Çiçeklerinin ne kadar güzel olduğundan yoktur haberiya da ne kadar giizel koktuklarındanveya meyvelerinin yumuşaklığından ve tatlılığından.Kollarımı ona sardığımda içimin ne kadar ısındığını bi­

lemez.Ona bunları söylediğimde beni duyamaz.Hiçbir şey> bilmez.Bir ağaç olmadığına seviniyorum.Yazdıklarımı okudum, iç çektim ve sayfayı defterden

yırtıp kopardım. Buruşturup ezerek bir ceviz büyüklüğünde top yaptım ama atmadım. Bugüne dek yazılmış en kötü şiir olsa da, onu en üst çekmeceme koyup sakladım.

Bu gece bütün dünya üzerime geliyordu. Beynim büyük pembe bir yumuşakça gibiydi. Öfkeli bir tavırla kalemimi bir kenara attım. Başımı kollarıma dayayıp gözlerimi kapadım ve biraz teselli bulabilmek için Manhattan'daki balo salo­numa geri döndüm.

Önümde altın kupamla sahnede kürsüyü sımsıkı tuttum. Alkışlar aniden kesildi ve geride sadece şaşkın, tuhaf bir ses­sizlik kaldı. Biri öksürdü. Aşağı baktığımda ödülümün yal­dızlı kenarına kazınmış ismi gördüm. Benim değildi Asla olmazdı zaten. Mavi takım elbiseli ve siyah gözlüklü iki adam yanlardan yaklaşarak beni kollarımdan tuttu. Beni gö-

3Ü5

Page 305: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

ıurürleıken kalabalığa baktım ve babam Uemingvvay'in, kim olduğum \e sahnede ne aradığım konusunda hiçbir fikri yok­muş gibi Harper Lce'ye dönerek başını iki yana salladığını gördüm. Norman Mailer kibirli bir tavırla sırıtıyordu. İnsan­lar kıs kıs gülüyordu. Kerouac ve Kcsey bir avizenin altında kendi kendilerine kıkırdıyorlardı. Bu zalim kurgucular şimdi ukalaca ve kendilerinden emin halde kükrercesine gülüyor­lardı. Yerin dibine geçmiştim. Soluma baktığım da Truman Capote’un şiirimin bir kopyasını elinde buruştururken göz­lerini devirdiğini gördüm. Mavi takım elbiseliler beni o zalim kahkahalardan uzaklaştırıp karanlık ve sessiz bir yere attı.

Sonra birden gürültüler beni C’orrigan’a geri çekti.Başımı kaldırıp kaşlarımı çattım. Önce güm bür gümbür

vuruşları duydum. Sonra bağırışlar geldi. Araba kapıları ka­pandı. Bir köpek havladı. Kime ait olduğunu merak ettim.

Gürültüler devam edince kaynağını bulm akta zorlan­dım. Sessizce odamdan çıkarak salona geçtim. Perdeyi çe­kerek sokağa bakındım. Dışarıda. Jeffrey'nin evinin önünde bir şeyler oluyordu. Tuğlam iyice çöktü ve korkuyla inledim. Dört adamın An Lu'nun bahçesine zarar verdiğini gördüm. Pencereden bakarken gerçek gibi görünmüyordu. Çiçekleri, küçük çalıları çekiştiriyor, her şeyi kökünden söküyor, daha ağır olanları eve fırlatıyorlardı. Korktum: Veranda ışıkları yanıp da An Lu dışarı çıktığında korkum daha da arttı. Onu duramıyordum ama adamlarla konuştuğunu biliyordum. Sa­

306

Page 306: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

kince bir açıklama ister gibi ellerini iki yana açmıştı. Sonra bahçesini işaret etti. Ama neredeyse her şeyi kırıp dökene kadar durmadılar. An Lu yavaşça basamakları indi. Şaşkın görünüyordu. Bense titriyordum.

An Lu yüzüne yediği darbeyle sarsıldı ama ayakta kaldı. Kollarım öne uzattı ama onu yakalayıp çektiler ve \ urmaya devam ettiler. Vücuduna ve yüzüne.

O sırada Jeffrey ve Bayan Lu’yu açık kapıda görünce, aniden kendimi toparlayarak olanca gücümle babama seslen­dim. Babam hemen çalışma odasından fırladı. Bir şey söy­lemeden bakışlarımı izledi. Annem üzerinde ince geceliğiyle yatak odasından çıktı ve kaşlarını çatarak neler olduğunu sordu. Babam pencereden dışarı baktı.

Ön kapıdan fırlayarak onlara doğru koşmaya başladı. Çok korkmuştum ama peşinden gittim. Ben de koşuyordum. Yol çıplak ayaklarımın altında hâlâ ılıktı. Gece sıcak ve din­gindi. Bayan Lu çığlık atıyor, Jeffrey’yi geride tutuyor, Jeff- rey ise annesinin elini tokatlıyor ama kurtulamıyordu. An Lu yerdeydi. Ön bahçelerinde büzülüp kalmıştı. Adamlar vur­maya devam ediyordu. Vuruyor ve üzerine tükürüyorlardı. Yumruklar, tekmeler savuruyorlardı. Bağırışlarını duyabili ­yordum: Kızıl sıçan! Lanet olasıca kızıl sıçan! Onlara doğru koşarken babam da bağırıyordu. Durmalarını istedi ama dur­madılar. Ben de tiz bir sesle bağırıyordum. Başka voramla ışıkları da yandı. Babam adamlara yetişmişti. Çok u/un bo> luydu. Hem de çok. Adamlardan birini çekip alırken u* di­ğerini sertçe iterken onu izledim. Vuruşlar, homurtular oldu.

Page 307: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Biri babama bir yumruk savurdu ama babam çok hızlıydı. Bir boksör gibi geri çekilerek yumruğun önünden geçmesini sağladıktan sonra adamlarla An Lu’nun arasına girdi. An Lu emekleyerek veranda basamaklarına çekilmeye çalışıyordu. Hırıltılı bir ses çıkardığını duydum. Babam adamlardan birini şakasından tutmuştu; kendisinden bir baş daha kısa, tıknaz \e daha genç bir adamdı. Gömleğini boğazına bastırarak adamı kol mesafesinde tuttu. Babam sıkılmış dişlerinin ara­sından konuşarak adama durmasını söyledi. Bütün bunlar olurken, babanım tuttuğu adamın en güçlüsü olduğunu fark ettim. Adamlar kamyonetlerinin arkasına bir köpek bağla­mışlardı: gözü siyah benekli beyaz bir köpek. Havlayıp hır­layarak kayışını zorluyordu.

Adamlardan biri babama yaklaştığı anda bağırdım ama arkamda yan komşumuz Harry Ravvlings, iki bahçeyi ayıran çitlerin üzerinden atlayarak saldırganı kollarının arasına hap­setti. Harry geniş yapılı, bakır saçlı bir kamyon şoförüydü ve dört kez bölge kütük kesme şampiyonu olmuştu. Zayıf vü­cudu yere yatırdığında adam bir daha kalkamadı.

*‘Kal orada, seni serseri!” diye emretti Harry.Diğer iki adam kamyonete doğru gerilemişti, ama yolun

karşı tarafında oturan Roy Sparkman üzerinde sadece haki ış şortuyla gelerek anahtarı kontaktan aldı ve olay yerine yak­laştı. Motor susunca tuhaf bir sessizlik oldu. Köpek de mı­zıldanarak sakinleşti. Neredeyse bütün sokak aydınlanmıştı. Çiftler ön verandalarının basamaklarından bakıyor, meraklı çocuklarını içeride tutuyorlardı.

308

Page 308: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Kısa bir duraksamadan sonra, dört adamdan en genç olanı aniden fırlayıp koşarak uzaklaşmaya başladı. Maggie Sparkman yolun karşı tarafından bağırdı: “Sanki kim oldu­ğunu bilmiyoruz, James Trent! Seni lanet olasıca yüzkarası'. Anneni tanıyorum senin! Hepiniz kendinizden utanmalısı­nız!”

Babamın tuttuğu tıknaz adam kaçmaya hazır halde ani­den geri çekildi, ama Harry Rawlings arkasında Roy Spark- man’la araya girince hemen yavaşladı. Babam üstünü başını düzelttikten sonra basamaklarda oturan An Lu’ya yaklaştı. Artık güvende olduğunu anlayan Bayan Lu, Jeffrey’yi bıra­karak A n’ın yanına çömeldi.

Jeffrey hiç görmediğim kadar öfkeliydi. Yerdeki cılız adama doğru aniden dalarak yüzüne bir tekme savurdu. Bayan Lu kolunu uzatarak ona bağırdı, ama Harry Rawlings hızlı hareket ederek Jeffrey’yi hamlesini tamamlayamadan yakalayıp kolayca yerden kaldırdı. Jeffrey kurtulabilmek için öfkeli bir kedi gibi çırpındı ama Harry'nin tutuşu fazla sağ­lamdı. Jeffrey’yi tekrar verandaya bıraktı ve sakinleşene ka­dar omuzlarını tuttu.

“Charlie, onu içeri götür, olur mu?” dedi babam. An Lu’nun yüzünü incelerken başını kaldırıp bana bakarak. Çe­kingen bir tavırla Jeffrey’ye yaklaştım ama onu yerinden kı­pırdatamayacağımı biliyordum. Yanında dururken bir daha harekete geçerse onu tutmaya hazırdım. Daha saatler önce bu kasabanın yıldızı olan Jeffrey Lu sessizce duruyordu. Hızlı, derin nefesler alıp veriyor ve bakışlarını bu adamlardan ayırmıyordu.

Page 309: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Aralarında en yaşlısı ayakta sallanarak kamyonete doğru sürüdü, (,'i/mesine yapışmış bir yasemin tutamını silkeledi. Sarhoş olabileceğini tahmin ettim.

*‘Bana lanet olasıca anahtarları ver, Roy! Bu iş seni il­

gilendirmez.”“Sokağıma geldiğinde ilgilendirir.”“Bana vurursanız bedelini ödersiniz,” diye hırladı adam. “Siktir git!” dedi Harry Rawlings. “ İşini kaybetm iş

olman onun hatası değil, seni işe yaram az serseri! O nunla

hiçbir ilgisi yok!”“Yok mu? Seni lanet olasıca bok çuvalı! A ğzından çı­

kanı kulağın duysun. Ulu Tanrım, hepiniz kılınızı bile kıpır­

datmadan oturuyorsunuz. O da işin içinde. O bir kızıl. Bir

kızıl! Soktuğumun! Lanet! Olasıca! Kızıl! Sıçanı!" Adam öne

eğilerek An Lu’nun yüzüne tükürür gibi konuşuyordu. “ La­

net olasıca pislik. Bunu biliyorum. M uhtem elen o genç kızı

da bu herif öldürdü. H anoi’ye geri dönün, sıçanlar!"Harry iki adım atarak adamın çenesine elinin tersiyle bir

tokat indirdi. Köpek deliye döndü, kayışını çekiştirerek hav­

layıp hırlamaya başladı. Ben yerimde donup kaldım . M ick

başını eğik tutarak ağzındaki kanı tükürdü.

“Biraz daha ister misin?” diye sordu Harry araya gire­rek.

“ Kesin şunu!” diye uyardı Roy Sparkm an ve anahtarları

M ick 'in göğsüne fırlattı. “Al! D ef o! git evine! Bu pisliği

sabah tem izleriz.”

Mick anahtarları çim enlerin üzerinden aldı. Artık kork-

310

Page 310: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

muyordum. Diğer iki adam kamyonete bindi. Mick başını kaldırıp Harry Ravvlings’e bir bakış attı.

“Kendine dikkat et, evlat. Senin bir boktan haberin yok. Hiçbirinizin yok! Bu ülkenin sorunu da sîzsiniz zaten. Göz­lerinizi açın be! Sıçanlar burada ürüyorlar, sözümü yabana atmayın. Lanet olasıca pislikler ürüyorlar!”

“ Defolun evlerinize be!” diye patladı babam. Yerinden kalkınca iri cüssesi ve uzun boyuyla ürkütücü bir görüntü ya­rattı. Gözlerinde gerçekten öfke vardı. Onu böyle görünce gururlanmaktan kendimi alamadım. Onun hakkında çok ya­nılmıştım.

Kamyonet titreyerek çalıştı. Motoru gürledi ve lastikle­rini öttürürken çimenleri etrafa saçarak hareket etti. Arkala­rında çok tuhaf bir sessizlik bırakmışlardı. İnsanlar evlerine dönüyor, çocuklarını yataklarına gönderiyorlardı. Babam. An Lu'nun ayağa kalkmasına yardım etti.

“Çok üzgünüm. An,” dedi.An Lu başını iki yana salladı ve hafifçe gülümseyip elini

sallayarak onu uzaklaştırdı. Koluna giren karısıyla kaskatı bir halde basamakları tırmandı. Bayan Lu ağlıyordu. An sar­sılmış ve incinmişti ama hâlâ sakin ve saygındı. Onu bu halde görmek yüreğimi burkmuştu. Gözlerim yanınca başımı çevirmek zorunda kaldım. Babam kapıya kadar onlarla bir­likte gitti. Kapının pervazına yaslanarak duyamadığını ama teselli eder gibi görünen bir şeyler söyledi. Ben de JelVrcy'se aynı şeyi yapmalıydım ama ııc diyeceğimi bılemi\ ordum Ağzımı açtım fakat sesim çıkmadı. Doğru kelimden bula­mıyordum.

311

Page 311: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Roy Sparkman. çimenlikte Harry Rawliııgs'le birlikte duruyordu. Jetfrcy 'ye seslendi: “Bugün muhteşem oynamış­sın. e \ lat! Ben göremedim ama hepsini duydum. Bana özel­likle son vuruşta kahraman olduğunu söylediler, doğru mu?

Kaç savı yaptın, kırk mı?”Jeffrey dalgın bir tavırla başıyla onayladı.“Kırk üç,” dedim. Neden netleştirmeye ihtiyaç duydu­

ğumu bilmiyordum. Belki de Jeffrey’ye başarısını hatırlat­

mak istemiştim.“Kırk üç!” diye bağırdı Roy ve bir ıslık çaldı. Jeff­

rey *nin gözlerine baktı. “Eh, kendinle gerçekten gurur duy­malısın. Başını dik tut, tamam mı? Beni duydun m u? Bugün harika bir iş başardın. Onu senden kim se alam az. Anlıyor musun?"

Jeffrey başıyla onayladı. Ayaklarım oynattı. Sessizdi ve yüz ifadesinden hiçbir şey anlaşılmıyordu. Bana A n’ı hatır­latmıştı. Sanki kendi içinde bir anahtarı çevirmiş gibiydi.

Babamın elini omzumda hissettim. Konuşmuyordu ama gitme zamanımızın geldiğini biliyordum. Yanımdan geçerek çimenliğe girdi.

Gitmeden önce elimi Jeffrey’nin omzuna koyarak, söy­lemek isteyip de söyleyemediklerimi anlamasını sağlamaya çalıştım. Başıyla onaylayarak dudaklarını birbirine bastırdı ve içeri girdi.

Sokakta kapılar kapandı. Basam aklardan aşağı ağır adımlarla inerek, Harry ve R oy'la konuşan babamın yanına gittim. Babam onlarla vedalaştı ve dalgın bir tavırla kolunu

312

Page 312: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

omzuma attı. Rahatlatıcı, koruyucu bir tavırdı ve benim için sakıncası yoktu. Gerçekten. Eve kadar o şekilde yürüdük. Şaşkındım. Açıkçası gözyaşlarımı zor tutuyordum ve babama böyle yakın olmak sanki ağlamayı kolaylaştırıyordu. Ama gözlerimi kırpıştırarak hepsini uzaklaştırdım ve derin bir nefes aldım.

Evimizin kapısına geldiğimizde babam duraksayarak beni kendine çekti.

Sonra geri çekilerek gözlerime baktı. “Bunlara tanık ol­duğun için üzgünüm, Charlie. İyi misin?”

“Bilmiyorum. Hayır. Pek sayılmaz.” Omuz silkerek ba­kışlarımı kaçırdım.

“Şey, ben de değilim, eğer bu sana kendini daha iyi his­settirecekse. Kendimi berbat hissediyorum,” dedi.

Bir süre orada durduk.“Bu neden olchfl Bunu An’a yapmayı kim neden isle­

sin?”Babam cevabını zihninde hazırlarken derin bir nefes

aldı, ama kapıyı açıp bizi içeri çağıran annemin sesiyle lafı ağzında kaldı.

Mutfak masasına oturduk. Tuhaftı. Hiçbirimiz yorgun değildik. Ne diyeceğimizi de bilmiyorduk.

Bir süre sonra babam yerinden kalkarak çekmeceleri ve dolapları karıştırmaya başladı. Elinde bir oyun kâğıdı destesi, bir şişe porto şarabı ve üç küçük kadehle tekrar yerine oturdu. Annem üçüncü kadehe bakarak kaşlarını çattı ama sonra \ a t- geçti.

313

Page 313: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Babam üç kadehe içki doldururken yerim de kıpırdan»

dım. Annem sarı bir defter ve kalem aldı. Ben kâğıtları ver­dim. Babam dağıttı. Soruma cevap verm em işti, bu yüzden

tekrar sordum.İç çekti. “Mick Thompson bir korkak ve aptalın teki.

Kendi pisliğinde boğuluyor. Yine karanlıktaki o köpekbalık­

ları. Charlie. Bazıları için kendi yanlışlarını düzeltmektense başkalarını suçlamak daha kolaydır. A m a bir gün cezasını bulacak, çünkü onun gibi her bir kişiye karşı, yollarına çık­maya hazır bir düzine Harry Ravvlings var.”

Başımı eğdim ama hâlâ hiçbir şey anlam am ıştım . Bun­lar az önce gördüklerim i açıklamaya yetm iyordu. Yine de

daha fazla bastırmak istemedim.Annem öne eğilerek koluma dokundu. “ An için endişe­

lenme. Charlie. O iyi olacak. Boğa kadar güçlüdiir; Jeffrey de öyle.” Şarabını yudumladı. “Tanrım, son birkaç hafta ne biçimdi. Bu kasabaya ne olduğunu bilmiyorum .”

Elime bakarken annemin Corrigan’la ilgili bütün ters­likleri saymaya başlamasını bekledim ama yapmadı. Kâğıt­larına bakarak dudaklarını büzdü.

"Yine, bana en kötü eli vermişsin Wes.”"Önemi yok. hayatım. Sen yine de im kânsız bir zafer

kazanırsın.” dedi babam.“Hiç sanmıyorum, hayatım. Benim yerimde değilsin. Bu

el ancak çikolatadan bir çaydanlık kadar işe yarar. Hiçbir şey yapamam. Bundan sonra sen dağıtmıyorsun. Yasaklısın.”

Böylece oturup geç saate kadar kanasta* oynadık. Hava

• Ar, antla menşeli! hır tür iskambil oyunu.

Page 314: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

çok sıcaktı ve bolca şakalaşırken her şey görece medeniydi. Mutfaktaki vantilatör tepemizde uğulduyordu. Ben şarabım­dan küçük yudumlar alıyor, kendimi çaktırmadan bir şey ya­pıyormuş gibi hissediyordum.

Babamın tahmin ettiği gibi, annem hâlâ canımızı çıka­rıyordu. Kâğıt oyunlarında becerikli ve amansızdı; özellikle de kanastada. Babam her zaman kendini çok çabuk belli ederdi ve ben de asla doğru kâğıtları alamazdım. Ama annem kurnazdı. Her zaman eline söver, şansına lanet eder, sırıtarak elini açıp oyunu kazanana kadar hiçbir şey belli etmezdi.

Annem son kâğıdını düzgün bir şekilde masaya koyar­ken, babamla ben homurdanıyorduk, annem de kalemi alıp skoru yazıyordu.

“Toplayın bakalım, çocuklar,” dedi annem böbürlene­rek.

“Bunu bize sürekli nasıl yapabiliyor, Charlie?”“Çünkü akıllıyım ve muhteşem sezgilerim var.”“Bence hile yapıyor,” dedi babam, eliyle ağzını gizleyip

göz kırparak.“Eğer siz sefiller tehdide dönüşürseniz, belki o zaman

bunu düşünebilirim. Ama kuralları çiğnememe gerek yok. Bu varilin içindeki balığı vurmak gibi.”

“Biliyor musunuz,” dedim sakince, kadehimi kaldırır­ken, “ben varildeki bir balığı neden vurmak gerektiğini hiç anlamadım. Yani, zaten varilde, onu yakalamışsın. Zor iş bit­miş, artık kaçamazlar. Dolayısıyla ölmesini istiyorsan suyu boşaltman yeter. Neden silaha gerek olsun ki?”

.115

Page 315: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Babam bir kahkaha patlattı.“ İşte, Ruth, bu oğlan işte bu yüzden çok yükselecek.

Söylediği son derece mantıklı. Ve açık bir varilin içindeki alabalığı vurmak için silah doğrultan birini görürsen, hatır­

lamaya değer."“Suyu boşalt, mermiden tasarruf et,” dedim omuz silke­

rek.“Bu bir devinu" dedi annem. “İkinizin de aklı başında

değil. Her neyse, bana puanlarınızı söyleyin.”Puanlarımızı söyledik. Babamın kendisininkini uydur­

duğunu biliyordum ama sadece gülümsedim. Annem yaz­mayı bitirdikten sonra dilini ağzının yan tarafına bastırdı. Bu onu genç kız gibi gösteriyordu. Defterdeki puanlara bakarak bir ıslık çaldı.

“Frenleri tutmayan bir trendesiniz, baylar.”“ Haydi, Charlie,” dedi babam. “Bu gidişe dur demenin

zamanı geldi. Henüz bitmedi. Bu İyi Şans Ekspresi yakında tükenecektir.”

“Şans mı?” diye haykırdı annem. “Buna beceri denir. Bu kadar yaygara koparmayın.”

“Ney-gara?”“Yay-gara.”Hepimiz gülümsedik. Sanırım bu güzeldi. Hepimizin

birbirimize kendini daha iyi hissettirmeye çalıştığımız açıktı. Acaba Jeffrey’lerin evinde de kanasta oynuyorlar mıydı? Muhtemelen hayır. Arkadaşımın iyi olmasını umuyordum. İçimden tıpkı Jasper Jones gibi gidip penceresini tıklatmak geliyordu.

316

Page 316: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Annem başını yana yatırarak dudağını ısırdı.“Baylar, size korkunç bir haberim var.” Kâğıtlarını sırı­

tarak açmaya başladı. Babam ve ben homurdanarak arkamıza yaslandık.

“Hemen mi? Bir çuval dolusu yılan kadar acımasızsın.” “Toplayın,” dedi annem deftere uzanırken.“Buna gerek olacağını sanmıyorum.” Babam kâğıtlarını

masanın üzerine attı. “Bu bizim sonumuzu getirdi, Charlie. Artık teslim olma zamanı. Bizi paramparça etti. Artık ya­tağa.”

Yerimden kalktım. Bunu yaparken aniden yukarıdan bir gümbürtü koptu. Hepimiz yüzümüzü buruşturarak yukarı baktık. Yağmur başlamıştı. Önce yavaştı ama sonra hızlandı. Gümüşi bir perde gibi iniyordu. Mutfak penceresinden gö­rünüyordu. Bir süre sessiz kaldık.

“Vay canına,” dedi babam. “Gök delindi galiba.” Annem serin havayı içeri almak için pencereleri açtı.

Yağmurun gürültüsü güçlendi ve şimşek çaktı.Kısa süre sonra gök gürledi ve annem irkildi. Babamın

sandalyesinin arkasını tuttu.“Ulu T a n r ı m dedi annem. “İşte bu! Bu kadar yeter.

Ben yatmaya gidiyorum. İyi geceler, Charlie.”Babam masayı temizledi, ben de yerimden kalkıp san­

dalyemi düzelttim.“İyi misin?” diye sordu babam duraksayarak.Başımla onayladım ama aslında iyi değildim. Hem de

hiç.

317

Page 317: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Yetişkinlerin az önce olanları nasıl hu kadar hızla geride bırakabildiklerini bilmiyordum. Nasıl öfkelerini bir kutuya koyup kapağım sıkıca kapayabiliyorlardı? Karısının destek olduğu An I.u’yu ben kafamdan atamıyordum. Ve JefYrey’yi. Havalında ilk kez yenilmiş gibi görünüyordu ve bu, muhte­şem zaferini kazandığı gün olmuştu. Bilmiyorum. Belki de sorun bendeydi. Öyle olmalıydı, çünkü bir şey göğsümü sı- kıştınyomıuş. rahat nefes alamıyormuşum gibi geliyordu ve sadece bir yere uzanıp Eliza Wishart’ın sıcaklığını ve yumu­şaklığım hatırlamak istiyordum. Ama onu düşündüğümde bile aklıma ağladığı zaman yüzünün aldığı hal ve ıslak gam­zeleri geliyordu. Bana iyi biri olmadığını söylemiş ve ben buna hiçbir şekilde karşı çıkmamıştım, çünkü aptalın tekiy­dim. Ona söylemek istediğim şeylerin hiçbirini söylememiş­tim; uzun hazırlıklar yaptığım yüzlerce kelimeyi. Sessiz kalmıştım. Onu savunmamıştım. Oysa bu gece babam bana kendisi hakkında yanıldığımı kanıtlamıştı. O bir şeyleri sa­vunuyordu. Gerçekten. Ve onu orada öyle gördüğümde çok etkilenmiştim. Ama bu bile tam olarak lekesiz değildi; diş­lerini tişörtüme geçiren, çekiştirip duran, bunun yeterli ol­madığını ve asla yeterli olmayacağını göstermek istercesine beni yere yatıran bir köpek vardı.

Çünkü Jeffrey Lu bugün bir kahraman olmuştu ve aynı günde onu tekrar dibe sürüklemişlerdi. Üzerine pislik yağ­dırmışlardı. Bulutların üzerinde olması gerekirken, kendini çöp gibi hissettirmişlerdi.

Çünkü o adamlar babasına tekrar tekrar vurmuş ve güzel

318

Page 318: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

olan bir şeyi yok etmişlerdi. Üstelik onlara hiçbir şey olma­yacaktı.

Çünkü bu kasabada bir k ı/ kaybolmuştu ve bunun için Jasper Jones hapse atılmış, tehdit edilmiş, dayak yemişti ama her nasılsa, o canavarlar hiç şüphe çekmiyordu.

Çünkü artık Jasper Jones, kasaba onu yok etmeden Cor­rigan'dan ayrılmak zorundaydı. Bildiklerim, yaptıklarım ve hissettiklerim düşünülürse, ben de onunla gitmek zorunday­dım.

Çünkü Laura Wishart ölmüştü. Dayak, yiyip asılmıştı. Belki Jack Lionel yapmıştı. Belki de o adamlar. Biz ipi boy­nundan çıkarıp ayak bileklerine sarmış, ucuna bir taş bağla­mış ve onu suyun dibine göndermiştik.

Ve öldükten sonra ablasına ne yaptığımı öğrenirse F.liza VVishart benden nefret edecekti. Bir daha asla koluma girme­yecek, başını omzuma dayaınayacaktı. Onu son kez öpmüş bile olabilirdim. Ama yine de ona anlatmalıydım. İkimi/i de bu yükten kurtarmalıydım. Doğru şeyi yapmaya çalıştığıma onu inandmnalıydım.

Ah, başımı belaya sokmuştum. Beni yakalamaya gele­ceklerini biliyordum. Mavi takım elbiseliler, gökyü/ündeki yusufçuklar. En kötüsü de bekleyişti. Bir şeyin yavaşça yak­laştığım, üzerime kapandığını biliyordum. Bir tuzak. \ c bu işle yalnız olmak istemiyordum.

Şimdi üzerimize yağıyor, evimizi sarıyordu. Ben bu kadar ağırken, kar küresi kolay yatışmayacaktı. Belki de hiç yatışmayacaktı.

“ İyi geceler." dedim.

Page 319: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

www. f acebook. com/groups/ekitaphane

www. f acebook. com/ekitaphane

HASRET =)

Page 320: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Yedinci Bölüm

Yeni yıl sabahı geç saatte, Jeffrey Lu Bir Santimlik Yumruk tekniğinde ustalaşmaya karar verdiğini söyledi.

“Bir santimlik ne?”“Salak! Bir Santimlik Yumruk. Karate\ Bruce Lee.

Bunu büyük dövüş sanatları çevrelerine o tanıttı. Jeffrey Lu da ünlü olmasını sağlayacak.”

Tahta sandığımızı yola çekmiştik. Jeffrey sopasını om­zuna dayayarak kısık gözlerle baktı.

“Bak, Chuck, sen kızlara zekice şeyler söylemek için kafa patlatırken, bazılarımız korumanızın kusursuz mükem­melliğini oluşturmak için kendini eğitiyor. Ahırınızda benim gibi bir at olması sizin için iyi olur. Sen bir vatandaşsın. Yan gelip yatma lüksünüz var. Çünkü Jeffrey Lu’nun zorbalara karşı durduğunu biliyorsunuz.”

“Bayım, fedakârlığınız benim için çok değerli.”

Page 321: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

"Buna pek fedakârlık denemez. Daha çok, kızlara kur yapmak yerine üstün yeteneklerimi geliştirmek olarak düşü­nülebilir.”

"Nonoş olduğun için mi?”"\7woy olan sensin.” dedi Jeffrey iç çekerek. Kızdığını

hissederek ondan Bir Santimlik Yumruk tekniğinin sırlarını açıklamasını istedim. Jeffrey yine iç çekerek sopasını bıraktı.

"Cahiller ve konudan uzak olanlar için Bir Santimlik Yumruk, temelde, enerjinin vücutta tek bir noktaya toplana­rak bir anda patlayıcı bir güçle salıverilmesi demektir. Böyle.” Jeffrey hazırlandı. Dizlerini kırdı, yumruğunu öne uzattı, sonra aniden kasıldı ve omzuma hafif bir yumruk in­dirdi.

"Jeffrey. bu karşılaştığım en aptalca şeydi.”"Asıl sen benim karşılaştığım en aptal şeysin!”"Ama bu nasıl işe yarayabilir ki? Biriyle bir telefon ku­

lübesinde dövüşmüyorsan bunu yapmanın hiçbir yararı yok. Sadece normal biri gibi yumruğunu geri çekip savur.”

Jeffrey homurdandı."Charles. hayatla ilgili hiçbir şey bilmiyorsun. Seçkin

dövüş sanalı ustalarının yollarını aydınlatmaya çalışmamın hiç yararı yok. İçindeki ödlek son derece mantıklı bir mesaj veriyor. Sanki farklı bir dilde konuşuyorum. Sana o kadar sert v urmak istemedim elbette. Bütün gücümü kullansaydım elim omzunu delip geçebilirdi. Birini öldürmek de istemem.”

"Öldürmek mi? Jeffrey, bütün saygımla, öyle bir darbe

raşitik bir tavşan yavrusunu bile incitmezdi.”

422

Page 322: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Jeffrey başını iki yana salladı.“Gördün mü? Bahsettiğim şey de bu. Fiziksel dövüşün

temel prensiplerini anlamıyorsun. Dev bluzun bilgiyi dışa­rıda bırakıyor. Sen aptalın tekisin. Sen seksek oynamaya, çi­çeklerden taçlar yapmaya, gökkuşağını kolalamaya ve aptalca aşk şiirleri yazmaya geri dön.” Jeffrey sopasını alarak başını iki yana salladı.

“Tabii,” dedim gülerek. “Sen de yumruğunla düşman­larına kibarca dokunmaya devam et."

“Buna patlayıcı güç denir, seni salak!”“Patlayıcı güç mü istiyorsun? Gel bakalım ufaklık.”Yerime geçtim. Jeffrey hayali sahayı inceledi. Başladım.Elbette canımı çıkardı. Gözleri çok iyiydi. Vuruşlar icat

ediyor, topla ne isterse yapabiliyordu. Bugün çizgimin ve uzunluğumun fena olmadığı düşünülürse, bu moral bozu­cuydu. Saygısızlığım için beni cezalandırdığını hissetmeye başlıyordum.

İlk kez topu ön bahçelerinden almaktan korkmadım. An Lu’nun bahçesi toz içindeydi. Sadece çıplak bir toprak yığı­nına dönüşmüştü. Böcekler sürgün edilmişti.

Ama verandanın altında bir renk yığını vardı. Olanlan duyunca, kasabalılardan bazıları kendi bahçelerinden çalılar ve çiçekler alarak An Lu'ya getirmişlerdi. Elbette An’m kendi bitkileri kadar güzel veya egzotik değillerdi ama bunu yapmış olmaları büyük bir incelikti. Keıuli tarzlarında, olan­lar için üzgün olduklarını ifade eder gibiydiler. Ama bahçe­sini bu hale sokmasalar acaba bir şeyler getirirler miydi? Sue

Page 323: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

l'indlay onu yakıp haşladıktan sonra Bayan Lu'ya bir şey ge_ tiren olmamıştı. Belki de An Lıfnuıı bahçesi herkesin pay. İaşabildiği bir güzellik olduğundan, onlar da bir şey ka> bettiklerini hissediyorlardı.

Midem gurulduyordu. O sabah kahvaltı etmemiştim. Pek fazla yiyememiştim. Jeffrey aslında sorunumun aşktan kaynaklandığını ve bunun aşırı miktarda koklaşma zamanı­nın bir yan etkisi olduğunu söylüyordu. Arada bir yağlı ekmek dilimleri yiyerek ve kahve içerek yaşıyordum. Annem bile bana zorla bir şey yedirmekten vazgeçmişti. Şimdi sa­dece omuz silkiyor ve açlıktan öldüğümde onu suçlamamam gerektiğini hatırlatıyordu.

Bunun için Eliza Wishart'ı sorumlu tutmalıydım. Onu düşündüğüm her seferinde -k i bu sık oluyordu- vücudum geriliyor, kamım sıkışıyor, damarlarım heyecan ve korkuyla doluyordu. Geceleri onu görmek istiyordum. Jasper Jones gibi evlerinin arka bahçesine dolaşıp penceresini tıklatmanın nasıl olabileceğini düşünüyordum. Penceresinin pervazında duran ayçiçeklerinin arkasına bakmak, onu yatağında kitap okurken görmek, pencereye yaklaşırken ona tatlı bir selam fısıldamak ve yakalanmamaya dikkat etmek. İyi olup olma­dığını sormak. Parmağımı çenesine koyup onu tekrar öpmek. Bu kez ben ona doğru eğilebilirdim. Elini tutabilirdim. O içe­ride, ben dışarıda.

Ama yapamazdım. Elbette. Biliyordum. Bu da bana kendimi son derece yalnız hissettiriyor, canımı yakıyordu.

Pencereme son gelişinden beri Jasper’ı da hiç görme-

324

Page 324: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

miştim. Endişeleniyordum; o kadar dikkatli ve kararlıydı ki. Bir şey yapmış olmasından korkuyordum. Belki de yakalan­mış olmasından. Polise. Babasına. Deli Jack Lionel’a.

Onu yakında görmeliydim. Her nedense, Jasper'la bir­likte zaman geçirmek her zaman rahatlatıcı geliyordu. Baş­langıçta başımın üzerine fırtına bulutlarını çekmiş olsa bile, işleri bir şekilde düzeltiyordu. Bulaşıcı bir gücü vardı ve ona ihtiyaç duyuyordum. Gerçekten.

Jeffrey eğilerek hazırlandı. Atış yaptım. Bu kez top gev­şek çakılların üzerinden sekerek belirgin bir avantaj kazandı. İleri atılarak, somon avlayan bir ayı gibi topu yakaladım. Ama kale yerinde kaldı. Topu havaya attım. Bu yaz ilk kez Jeffrey’ye karşı üstünlük kazanmıştım.

“Hâkimiyetin sona erdi! Saf yetenek üstün gelecek.” “Puffit! Bu senin kalen değil. Yaptığın şey Ortalama Ka-

nunu’ydu. Sonsuz Maymun Teorisi. Belki her ikisi de. Çok sayıda sincap bir ustaya yeterince uzun süre atış yaparsa, so­nunda hepsine haddini bildirmekten yorulur ve beklenmedik bir hata yapabilir.”

“Bu yorucu olmalı.”“Hadlerini bildirmek mi?”“Hayır, sürekli olarak kendi kıçını öpmek.”Jeffrey taraf ve silah değiştirirken güldü. Ben ona dö­

nerken topu bir elinden diğerine atıyordu.“Hazır mısın?”Başımla onayladım.Atışını yaptı. İlk top. Top bacaklarımın etrafından sertçe

iann tun unutman v ucuruur t

Page 325: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

döndü. Sopayı savurdum ama işe yaramadı. Sandık takırdadı. Jcflre\ gülmekten ölüyordu tabii. Sopayı yapmacık bir öfke kri/iyle yere fırlatarak dönüp uzaklaştım, bunu görünce Jefî- rey’nin kahkahaları arttı. Sandığı yoldan çekti. Maç bitmişti. Bu kadar yeterdi.

Jeffrey'lerin evinin arka basamaklarında oturmuş kar­puz yiyorduk. Hararet bastığı ve susadığım için kendimi bir hayli kaptırmıştım.

Kimin çekirdekleri daha uzağa tükürebileceği konu­sunda yarışa tutuşmuştuk. O sırada yarım metre mesafeyle ben öndeydim.

“Ninja becerilerin üstün tükürme yeteneğimle boy öl­çüşemez."

“Saçmalık. Henüz doğru çekirdeği bulamadım. Bana gelenler berbat.”

“Kötü tüküren daima çekirdeği suçlar.”Jeffrey dilinin ucunda siyah bir çekirdeği ayarladı.

Ayağa kalkarak mızrak atacakmış gibi arkaya doğru gerildi. Hızla nefes aldı ama bunu yapınca çekirdek yerinden ayrıldı ve boğazına kaçtı. Jeffrey öksürüklere boğuldu. Sonra tü­kürdü ve çekirdek pembe karpuz artıklarına bulanmış halde basamakların tırabzanına düştü. Jeffrey arkasına yaslanırken ben gülüyordum.

“Bu yarışma aptalca,” dedi hırıltıyla.“Görünüşe bakılırsa çekirdeklendin.”“Charles, kelime oyunlarıyla ilgili sana ne demiştim?”

Jeffrey boğazını temizleyerek karpuzun kabuğunu evin altına

326

Page 326: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

/ a r ı n nın u n u ıu ıa n ı, ut um u r ;

fırlattı. Ben de dönüp aynı şeyi yaparken, Bayan Lu çama­şırları toplamak için boş bir sepetle dışarı çıktı. Bana bakarak kaşlarını çattı. Ayvayı yediğimi bilen Jeffrey durumu daha da kötüleştirdi.

“Chuck! Turmml Sana çöplerini evin altına atmamanı söylemiştim. Bu saygısızlık. Hem de annemin önünde. Nesin sen, komünist mi? Gidip al onu hemen!”

Ben homurdanarak başımı iki yana sallarken, kaşlarını kaldırıp bir şey söyleme tehdidiyle ağzını açtı. Hemen ve­randanın altına sürünerek toprağa bulanmış karpuz parçala­rını topladım. Dışarı çıktığımda Jeffrey hâlâ biraz gülümsü­yordu ama kendini ele verecek kadar değil. Bayan Lu kendi kendine bir şarkı mırıldanarak çarşaflan toplarken sessizce oturduk. Jeffrey’nin de aynı şeyi yaptığını belli etmek için iki kabuğu da elimde tutarak gösterdim ama sanırım o sadece bu hatayı iki kez yaptığımı düşündü.

Sonunda önemli bir ders öğrendiğime karar vererek ve başıyla onaylayarak yanımızdan aynldı. O uzaklaştıktan sonra Jeffrey kahkahalara boğuldu.

“Bir gün seni kendi ellerimle geberteceğim.” dedim. Jeffrey omuz silkti. Gölgede sessizce oturarak basamak­

lara yaslandık.“Neyi anlamadığımı biliyor musun?” dedim sonunda. “Bilmiyorum. Dünya tarihiyle ilgili neredeyse hiçbir

şeyi mi?”“Denizkızlannı.”“Dem'zkızları mı? Ne demek bu?"

m

Page 327: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

"Y ani... neden o kadar baştan çıkarıcı oldukları düşü, nülüyor?”

"Kolay. Çünkü harrrrlıyorlar!""Nedeni bu değil.”"Neden söz ediyorsun? Ne kadar cahilsin be, mesele gö­

ğüsleri tabii ki. Açıktalar.”"Evet, açıktalar. Ama aynı zamanda da yarı balıklar!

Ucubeler! Pullu bir balık kuyrukları, yüzgeçleri filan var. Sa­dece bu bile göğüslerin çekiciliğini ortadan kaldırır.”

"Ne? Elbette hayır. Chuck, bir korrrrrsan olmak zordur. Yalnızlıktır. Açık denizlerde ne bulursan onunla yetinirsin.”

"Anlaşıldı. Tamam. Ama bence burada asıl noktayı ka­çırıyoruz, o da şu: Bu kadınlar yarı balık\ Yani vücutlarının alt kısmını yağda kızartabilirsin ve nefis olur. Birini gerçek­ten görsen, göğüsleri bir kenara, miden bulanmasa bile ra­hatsız olurdun. Bilimsel araştırmalar için onları yakalardın.”

Jeffrey başını iki yana salladı."Yanılıyorsun, Chuck. Çekicilikleri balık kısımlarından

kaynaklanmıyor. Korsanlar her gün balık görür. Ama onlar balık kısımları unutup göğüslere odaklanıyorlar ki o kadar rom içince bunu yapmak pek de zor olmaz. Bir korsan olarak göğüsleri alır, tadını çıkarırsın ve şikâyet etmezsin. Korsanlar mızmız değildir. Aslında bardağın dolu tarafını gören tipler­dir.”

Ellerimi uzattım. “Yine, bir korsanın zihin yapısıyla il­gili bilgine saygımla birlikte, ne kadar iyimser, umutsuz ya da umursamaz olursan ol, konu değişmiyor, bayım, yani bir

Page 328: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

denizkızıyla romantik bir ilişki yaşarken, tuhaf balık vücut­larının sorun yaratacağı bir noktaya mutlaka ulaşırsın. Anla­dın mı?”

“Ama Chuck, göğüsle/rr/rV “Unut gitsin.”“Bir korrrrsanla tarrrrtışamazsın!”“Ya da bir aptalla.”“Harrrr!”Başımı iki yana salladım. JetTrey arkasına yaslanarak

esnedi. Göğsünü kaşıdı.“Buz gibi bir bira içmek istiyorum .” dedi.“Ne? Neden?”“Bilmiyorum. Çok serinletici gibi geliyor. Buz gibi

soğuk bir birayla serrrrinlemek istiyorrrrrum."“Ama sen hiç bira içmedin ki.”“Eee?”“Yani tadını hiç bilmediğin bir şeyi nasıl canın isteye­

bilir?”“Sen de daha önce Eliza Wishart'ı öpmemiştin ama öp­

mek istiyordun.”Gözlerimi devirdim.“Bu biradan çok farklı.”“Bana mı söylüyorsun? Bira çok daha iyi. Onu içmek

için ellerini tutman ve saçlarına iltifat etmen gerekmez.” “Jeffrey, tam anlamıyla volkanik bir salaklık patlamasr-

sm.”“Volkanik bir gerçek pallamasıyım. bunu sen de biliyor-

Page 329: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Sinurak yetimden kalktım vc yapış yapış ellerimi ?ö

turna «ıklım |"Hu gece ha\*ı fişek gösterisi için Madenciler Lon-

cosı'na gidecek mısın?"JetVrrv omuz silkerek başım eğdi."Bilmiyorum. Sanmıyorum. Sanırım burada kalacağız,

/aten birkaç saat öne aldıklarını duydum, dolayısıyla yeni yıl bile sayılma/ “

“Bunu ben de duydum. Samnm ebeveynler çocuklarını çok geçe bırakmak istemiyorlar. Ama ben de gitmiyorum. Annem mutfakta yardım edecek, fakat ben muhtemelen ba­bamla birlikte evde kalacağım.*'

“Ciddi misin? li-foy-za orada olmayacak mı?” "Bilmiyorum Belki.” Omuz silktim."Gidip onu görmek istemiyor musun? Sarmaş dolaş

oturmak, birbirinizin cümlelerini tamamlamak, bir şeyler yemek, havai fişeklerin altında koklaşmak ve ona kamış ka­valla serenat filan yapmak?”

"Kamış kaval mı?”"Kamış kaval, Chuck! Bilim adamları kanıtladı. Pa­

ra V Senin gibi nonoşlarla dolu olan şehir. Bambu tlütü çal­dığında kızlar karşı koyamıyormuş. Bu bir gerçek. Ftzzzzzyotojılerindc var.”

"Sen çok tuhaf bir ufaklıksın.”"Yanlış. Ben vizyon sahibiyim. Şapkamda o kadar çok

ttytm var ki Kızılderili şefi bile olabilirim. Eve gidip Eli- za aaı bir fotoğrafını sabun gibi her yerine sürsenc.”

330

Page 330: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Açıkçası, hcnı gerçekten rahatsız etmeye haşlıyorsun. Elektroşoku düşündün mü hiç 7“

“(harlcs. beni şoka soktun zaten."“Az önce kelime oyunu kuralını mı bozdun sen?"“Hayır. Senin kelime oyunu yapman yasak. Benim ke­

lime oyunlarım gayet kaliteli ve zekice."“Sen aptalın tekisin"“Bu gece gitmeyeceksen bize gel de birlikte bira içe­

lim"“Ama senin biran yok ki." diye karşı çıktım.“Yok mu?" dedi Jeffrey bir kaşını kaldırarak.“Hayır. Hayır, yok.”“Haklısın. Yok. Sorun değil. Vücudumu formda tutmak

zorundayım zaten. Baştan çıkarmalara ve zevke direnmeli­yim. Bruce Lee'yi elinde soğuk bir burayla göremezsin. Muh­temelen bu yüzden bu kadar uyanık. Vücudum bîr tapınak. Chuck. Patlayıcı güç tapınağı. Bir erdem katedrali. Yumruk­larım... tokmak gibi. Taştan tokmaklar. Taş gibi soğuk ada­let. Her yanımdan onur ve dürüstlük akıyor. Bu benim kaderim.” Jeffrey yine gölge boksu yaparken, kısık sesle Ben çok güzelim . ben çok güzelim. diyordu. Ona veda ederek gri hayaletini geride bıraktım.

Eve yürürken. Corrigan’dan ayrıldığımda Jeffrey’yi bu­rada bırakıp bırakamayacağımı merak etim. Daha önce hiç olduğumdan daha güçlü veya daha zeki gibi dav ranmak zo­runda kalmamıştım. Başka biri olmaya çalışmam gerekme- mışti. Bunu gerçekten >apıp yapamayacağımı merak

itinn nın *. nuıuaın ^ım nuarı

331

Page 331: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

edi\ordum . Her nedense, onu geride bırakmak, ailemi geride bırakmaktan daha zor geliyordu.

Bütün bu sorunların en zor tarafı, Jeffrey Lu’yla payla- şamamak olmuştu. Onunla birlikte tartışıp analiz edemez, sa­dece paylaşamaz, bir şeyler bilmesine izin veremezdim. Bütün bunları kendime saklamak çok tuhaf ve yabancı geli­yordu.

Endişelerin geri döndüğü düşünülürse, giderek kolay- laşmalıydı aslında. Ama Laura'nın ortadan kaybolmasının yarattığı heyecan dağılırken, içimdeki o kırmızı cıva daha da yükseliyordu. Nefesim daralıyor, göğsümdeki o ağırlık artı­yordu. Eliza Wishart iştahımı kabartmış, Laura beni uykum­dan uyandırmıştı. Süslü sandaletlerimi fırlatıp atmış, yerine ağır çizmeler giymiştim. Çünkü bir gün beni almaya gele­ceklerini biliyordum. Akbabalar tepemde dönüp duruyordu.

Ya Laura yüzeye çıkarsa? Ya ip çürüyüp kopar ve onu suyun yüzeyinde süzülürken bulurlarsa? Ya biri tesadüfen onu keşfederse? Jasper Jones'a yaptıkları gibi beni de içeri atıp döverler miydi?

Beni yakalarlarsa, onlara her şeyi anlatır mıydım?Eliza’yı görürsem anlatabilirdim. Onu görmeyi, iyi ol­

duğunu bilmeyi çok istesem de, dudaklarımdan dökülebile- cek şeyler beni korkutuyordu. Giderek kabarıp yüzeye yaklaşıyorlardı ve patlayacağımdan korkuyordum. Bu gizemi ve acıyı sona erdirme, bir şeyleri telafi etme, açıklamaya ça­lışma. o kelimeyi kazıma düşüncesi. Ama bunu yapmak Jas­per Jones'u hapse mahkûm etmek olurdu. Belki kendimi de.

332

Page 332: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı ’mn Unutulan Çocukları

Eliza bu gece orada, havai fişek gösterisinde olacaktı ve ben evde kalmak zorundaydım. Ne kadar çok istesem de onu göremezdim. Jasper Jones’a verdiğim sözü riske atamazdım.

Ve Eliza'ya açıklarsam benden nefret edeceğini de bili­yordum. Anlamazdı. Doğru şeyi yapmaya çalıştığımı ne kadar anlatmaya çabalasam da anlamazdı.

İşte bu yüzden Jasper’la birlikte gitmek zorundaydım. Bizi keşfetmelerinden, ele geçirmelerinden önce. Her şeyi geride bırakmak, sırrımızı bir çantaya koyup ağzını kapamak zorundaydım. Bunun asla çözemeyeceğimizi biliyordum. Sa­nırım bunu başından beri biliyordum. Bu yüzden kar küresini kırıp açmak zorundaydım. Oradan çıkmalı ve cesur olmalıy­dım. Jasper’ın yanındayken bana bir şey olmayacağını da bi­liyordum. Onunla birlikte bunu gerçekten başarabileceğimizi hissediyordum. Belki şehre gidebilirdik. Bir yerlerde okula devam edebilirdim. Ya da Jasper’la birlikte çalışırdım. Ku­zeye giderdik. Her zaman yaz olan yerlere yolculuk yapardık. Girişimci ortaklar olabilirdik. Omuz omza. Hepsini yenerdik. Dodger ve Charlie. Gizlice Corrigan'a dönebilir, ıstakoz av­lardık. Uygun mevsimlerde meyve bahçelerinde çalışır, şa­fakta şeftali toplar, geceleri poker oynardık. İstiridye. İnci. Altın. Üniversitelere sızıp bedava öğrenim görebilirdim. Ba­şımızın çaresine bakardık. Sarı defterlerime ya/m aya devam ederdim; her şeyi. Eiiza’ya mektuplar. Sonunda doğru keli­meleri bulur, ona söylemek istediklerimi yazardım . W il- de’dan daha kurnaz olurdum. Eliza’nın kalbini bin mil öteden eritirdim.

Page 333: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Kerouac ve Cassady gibi olurduk. Yük vagonlarını ka­çırır, bütün ülkeyi dolaşırdık. Melbourne, Sidney. Aradaki bütün kasabalar. Maceralarımızı yazardım. Belki bir gün takma isim altında yayımlatırdım bile. New York’a yerleş­mem gerekirdi. Doğduğu yerden kaçan ve ilgi odağı haline gelen ünlü yazar. Her sabah Plaza O teli’nin önünde Eliza Wishart'ın gelip gelmeyeceğini görmek için beklerdim. Bir gün gerçekten gelirdi. Olduğu yerde donakalır, gerçekten ben olup olmadığımı anlamak için bakardı. Kalın bir manto giy­miş. saçlarını toplamış olurdu. Adımı söyler, bavullarım bı­rakır ve bana koşardı. Yine öpüşür, soğukta birbirimize sarılırdık. Başparmağıyla dudaklarımdaki ruj lekesini silerdi. Sonra içeri girip çay içerken, ona Jasper ve Laura'yla ilgili her şeyi anlatır, kilidi açardım ve böylece anlardı, çünkü yaşı büyümüş, olgunlaşmış ve kalbindeki yara biraz olsun iyileş­miş olurdu. Belki.

Bilmiyordum. Her şey karmakarışıktı.

Akşam erken saatlerde annem gittikten sonra babam ka­pımı vurdu.

“Havai fişekleri izlemeye gidecek misin?”Omuz silktim.“Neden?” diye sordu.“Bilmiyorum. Sadece burada kalmak istiyorum. Daha

sonra Jeffrey’ye gidebilirim.”Babam kaşlarını kaldırıp altdudağını ileri uzatırken ya­

Page 334: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

vaşça başıyla onayladı. Dalgın ve düşünceli görünüyordu. Böyle avarelik etmesi tuhaftı.

“Dinle, Charlie. Sana söylemem gereken bir şey var. Haklıydın."

“Neyle ilgili?”“Benimle,” dedi yumuşak bir sesle. “ Yazıyordum. Ça­

lışma odamda.”Kaşlarımı çatarak doğrulup oturdum. Babam devam etti.“Bir roman üzerinde çalışıyordum. Uzun süredir. Ve ni­

hayet bitirdim. Bugün. Önce sana göstermek istedim. Aslında ilk senin okumanı istedim.”

Kapıyı ardına kadar açarak sol elinde tuttuğu bir kâğıt tomarını gösterdi. Yazdığını neden hiç duymadığımı merak ettim. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Onur ve gurur duymalı, onu tebrik etmeli ve desteklemeliydim. Ama tomarı masamın üzerine bırakırken sadece kızgın ve yorgundum. Bir kâse haşlanmış ve soğumuş lahanaya bakar gibi baktım.

“Sanırım bir biraz sürpriz oldu,” dedi tepemde dikilerek. İlk sayfayı kaldırıp başlığını okudum: Patterson'm Laneti.

“Eh,” dedi, ellerini ceplerine tıkıp ayaklarının üzerinde sallanarak. Mahcup bir şekilde heyecanlı görünüyordu. “Sa­nırım artık sana bıraksam iyi olur. Acele etme ve üzerinde düşün. Kim bilir, Charlie. Belki de yayımlatabilirim. Ki- tabevlerinde satılan bir kitap, düşünsene!"

Dudaklarımı birbirine bastırarak gülümsedim \e ba­şımla onayladım. Babam odadan çıkarak kapıyı arkasından kapadı. Önümde duran kâğıt tomarına baktım; bir İncil katlar

.u s

Page 335: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

kalındı. Başparmağımla sayfaları karıştırırken küllü hava yü­züme savruldu. Başlığın altında babamın adı vardı. Patter- son 'm Laneti. Dudaklarımda buruk bir gülümseme belirdi Bucktin ’in Kıskançlığı. Elimde değildi. Hepsini yırtıp odaya savurmak istiyordum. İçimden bu kağıt tomarım babamın nazik, samimi yüzüne fırlatmak geliyordu. Bunun paylaşa­bileceğimiz inanılmaz bir şey olacağını sanmıştım hep ama açıkçası kendimi ihanete uğramış gibi hissediyordum. Sanki içimden çok değerli bir parça sökülüp alınmış gibi. Bu da beni ekşi suratlı, küçük kafalı bir alçak yapıyordu ama elimde değildi. Sadece romanın harika olduğundan emin olduğum için değil. Ama elinde bir tomar gizli ve zor kazanılmış say­falarla onun odasına girenin ben olacağımı hayal etmiştim. Benim kelimelerim, benim başlığım olacaktı. Başarı anım.

Başlığın altında benim adım.Dirseklerimin üzerine yaslanarak başımı kaşırken ilk

sayfaya baktım. Merakım ve kırgınlığım bileği taşındaki bir bıçak gibiydi. Ne beklemem gerektiğini bilmiyordum. Kalp atışlarım hızlanmıştı.

Bir sayfayı tutup çevirdim. İlk satıra baktım.O sırada Jasper Jones pencereme geldi.-Charlie!"İrkilerek sese doğru döndüm. Her nedense kâğıt toma­

rını kollarımla gizleme ihtiyacı duymuştum."Charlie!" diye tısladı tekrar."Ne yapıyorsun? Dışarısı hâlâ aydınlık!” Yataktan fır­

layarak pencereye uzandım. Jasper yerinde duramıyor gi-

Page 336: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

biydi. Hava hâlâ aydınlıkken, güneş henüz batmamışken onu görmek tuhaftı.

“ Bu gece, Charlie. Bu gece yapacağız. Hazır mısın?” “Bu gece neyi yapacağız? Neye hazır mıyım? Ne de­

meye çalışıyorsun?”

“Deli Jack. Oraya bu gece gideceğiz. Sen ve ben. Hemen. Hazır mısın?”

“Ne? Dur. Evine mi gideceğiz? Neden hemen? Ve neden bana ihtiyacın var? Oraya gidemem. Deli Jack Lionel'dan söz ediyoruz. Daha kapıdan girmeden bizi vurur. Bu hiç mantıklı değil.”

“Sana söylemiştim, Charlie. Oraya onu konuşturmaya gideceğiz. Yaptığı şeyi ona ödeteceğiz.”

“Peki nasıl? Onunla nasıl konuşacağız ki?”“Adam kendimi bildim bileli bana sesleniyor, Charlie.

Bu gece ben ona sesleneceğim.”Gözlerimi sımsıkı kapayarak iç çektim.“Peki. Bak. Vurulmadan oraya girebilsek bile, öylece

ellerini havaya kaldırıp itiraf etmeyecektir. Öyle şeyler ro­manlarda ve filmlerde olur, gerçek hayatta değil. Onu kendi başımıza hapse gönderemeyiz.”

Jasper çabucak başını iki yana salladı.“Senin bir şey söylemene gerek yok. Charlie. Sadece

orada ol yeter. Konuşmayı ben yaparım. Onu ikna ederim. Bunu onun yaptığını bildiğimizi söylerim. Nasıl \e nerede olduğunu. Bunu yaparken orada gizlendiğimizi ve her şeyi gördüğümüzü. Hatta tıpkı bahçesindeki araba hurdasına yap-

tanrı nın um um un ç uc unun ı

137

Page 337: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

tığı gibi ağaca o kelimeyi kazıdığım. Eğer çıkıp teslim ol­mazsa polise gideceğimizi söylerim. Onu köşeye sıkıştırmış oluru/. Charlie. Konuşmak zorunda kalır."

"Sana asla inanmaz ki," diye itiraz ettim."Bunu öğrenmenin tek yolu var.”"Bana neden ihtiyacın var o halde, bütün konuşmayı sen

yapacaksan?”"Yaptığı şeyi birlikte gördüğümüzü söylersem inanma

olasılığı yükselir. Ayrıca, orada tanık olmanı istiyorum, Char­lie. Hikâyeme katkıda bulunmalısın. Konuşursa ve çavuşa tek başıma gidersem, benimkine karşılık LionePın sözü olur. Hiçbir şansım kalmaz. Ama sen de orada olursan bana inan­mak zorunda kalırlar. Artık gitmemiz gerek.”

"Neden? Neden şim d iT Kafam karışıyor, paniğe kapı­lıyordum ve sesim yükselmişti. Düzgün düşünemiyordum.

Jasper kolundaki bir sivrisineğe vurup ezerek şortunasildi.

"Çünkü bütün kasaba yeni yıl kutlamaları için Maden­ciler Loncası’na gidiyor. Bu gece sokağa çıkma yasağı yok, yani bizi bir yerlerde görürlerse kimse soru sormaz. Öyle olsa bile hava kararana kadar ayrılabiliriz. Seninkilere havai fişek gösterisini izlemeye gideceğini söyle, sonra ana yoldan ka­sabaya yürü ve tren istasyonunda buluşalım. Kimse bir şey­den şüphelenmez. Oradan da LionePa gideriz. Anlaştık mı?”

Burnumu iki parmağınım arasında tutup sıktım."Jasper, bu işe yaramaz! Bu çok gülünç. Yani, onun yap­

tığını bilmiyoruz bile.”

Page 338: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Jasper üst dişlerini alt dişlerinin arkasına yerleştirerek başını iki yana salladı.

“Ulu Tanrım, Charlie. Dinle. Bana yardım edebilirsin ya da etmeyebilirsin. Bu senin tercihin. Umurumda bile değil. Bana bir şey borçlu değilsin, bu doğru. Ama bana sonuna kadar yanımda olduğunu söyledin, Charlie. Ve ben sana gü­vendim. Oysa bence şimdi korkuyorsun. Hepsi bu. Hepsi bu kadar; sadece korkuyorsun. Ve en başında sana ne demiştim? Sana hiçbir şey olmayacağına söz vermiştim. Sana güvende olmanı sağlayacağımı, hiçbir şey için endişelenmene gerek olmadığını söylemiştim. Bu gece de aynı şey geçerli. Bana güvenip güvenmemek sana kalmış. Hava kararana kadar seni istasyonda bekleyeceğim. Gelmezsen gelmezsin. Sana gü­cenmem. Sorun değil. Ama umarım gelirsin, çünkü yardı­mına ihtiyacım var, Charlie. Bu işi çözmem gerek ve sadece kendim için yapmıyorum, unutma. Doğru olanı yapmam gerek. Bu alçağı ortadan kaldırmalıyım."

Ben cevap veremeden Jasper pencereden ayrıldı.Çok sarsılmıştım. Bir süre odamda volta attım. Pence­

reden dışarı, şeftali rengi günbatınuna baktım. Sonra çöme- lerek ayakkabılarımı giydim. Babamın çalışma odasına gidip kapıyı vurdum. Beni gördüğüne şaşırmış gibiydi. Fikrimi de­ğiştirdiğimi, Jeftrey'yle birlikte havai fişek gösterisini izle­meye gideceğimi söyledim. Beklediğimden daha hevesli bir şekilde cevap verdiğinde, oturup romanını okumadığım için hayal kırıklığına uğradığım anladım. Kişiliğimin iğrenç tarafı

bundan çok hoşlandı.

m

Page 339: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Çabucak sokağımızdan çıktım, çünkü Jeffrey'nin beni görüp peşime takılmasını istemiyordum. Çakılları arkamdan saçarak tepeden aşağı indim. Çoğu aile en güzel giysilerini giymiş halde yola çıkmıştı. Keşke onların yerinde olabilsey­dim.

Dünya alev almış gibiydi. Güneş kıpkırmızı dev bir top gibi görünüyordu. Ve ben konsey bahçesine yaklaşana kadar, gökyüzü menekşe rengi berrak bir su gibi olmuştu. Artık ka­sabanın merkezine yakındım. Anacadde kapatılmıştı ve in­sanlar oradan oraya yürüyordu. Eliza’nın ileridekilerin arasında olmasından endişelendiğim için ailelerin arkasına saklanarak ilerledim. Hava hızla kararıyordu ve sahanın et­rafından dolaşacak kadar zamanım olup olmadığından emin değildim. Jasper’ın ne kadar süre bekleyeceğini bilmiyor­dum. Bacaklarımı ağırlaştıran güçlü bir his, istasyonun ba­samaklarını boş bulmayı umuyordu.

Kalabalıktan yayılan uğultuları ve neşeli çığlıkları du­yuyordum. Barın yanında bir orkestranın çaldığı müzik de duyuluyordu. Önümdeki ailelere yakın olmaya karar verdim, çünkü bana yeterince geniş bir paravan sağlıyorlardı. Eli- za’nın beni görmemesini umuyordum.

Kahkahaları ve sohbetleri duyuyordum. Çocuklar, ana- caddenin iki tarafında İngiliz buldoğu oyunu oynuyor, bir akıntıdaki balık gibi insanların arasından kıvrıla kıvrıla ko­şuyorlardı. Her yerde tezgâhlar ve gösteriler vardı. Maden­ciler Loncası’nın çakıl zeminli otoparkında muazzam bir kamp ateşi yakılmıştı ve bir grup yaşlı demiryolu görevlisi

Page 340: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

ateşi besliyordu. Lonca binasının duvarının dibindeki san­dıklarda havai fişekler duruyordu ki hiç şüphesiz birkaçı daha sonra onları tutuşturacak olanların parmaklarını yaka­caktı.

Loncanın arka tarafında, uzun bir deliğe kömür doldu­ruyorlardı ve tepelerinde yarım düzine kuzu çevriliyordu. Et kokusu yoğun ve baştan çıkarıcıydı.

İnsanlar bir kovandaki eşekarılan gibi binadan dışarı dö­külerek yiyecek ve içeceklere yöneldi. Kalabalık artarken ba­şımı eğdim. Orkestranın önünde birileri dans ediyor, katılan- lar polka yapıyordu. İzleyenler alkışlarla ritim tutuyor, kah­kahalarla gülüyor ve dans edenlere laf atıyorlardı. Bira bah­çesi sokağa kadar taşmıştı ve talepleri karşılayabilmek için fıçılar taşınıyordu.

Biri omzuma vurdu. Olduğum yerde donup kalarak ar­kama döndüm. Elbette Eliza Wishart’tı ve gamzelerini belir­ginleştiren gülümsemesiyle, süt beyazı yüzüyle bana bakı­yordu. Berbat görünmüş olmalıydım, çünkü yüz ifadesi hemen değişti.

“Charlie, sorun nedir?”“Ah, hayır, hiç. Hiç hiç!” diye geveledim, başımı iki

yana sallayarak. Gülümsemeye çalıştım, ağırlığımı topukla­rıma vermiştim. Ne diyeceğimi bilemiyordum. İnanılma/ ko­kuyordu.

“Her yerde seni arıyordum! Geldiğine sevindim. Seni bir süredir görmemiştim.”

Ağzımı açıp kapadım. Arkaya doğru küçük bir adım

Tanrı 'nın Unutulan Çocukları

341

Page 341: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

attım. Kaşlarım çatarak omzumun üzerinden baktı."Tek başına nıı geldin? Jeffrey nerede?”“O gelmedi. Aslında,” diye başladım, boğuk bir sesle,

“ben de kalamayacağım. Burada, yani. Gitmem gerek. Ben... bir yere gidiyorum. Söyleyemem. Yani, aslında hiçbir yer. Ben... sadece...”

Ellerimi sallayıp duruyordum, bir çuval inciri berbat et­tiğim belliydi.

“Eh, geri dönecek misin? Bu gece seni görebileceğimi sanmıştım. Seninle konuşmamız gerek, Charlie. Önemli.” Eliza gergin görünüyordu. Bakışları donuktu ve onu böyle görmek beni hasta etmişti. Bu yüzden daha fazla duramadım. Bir elimi omzuna koyarak sıktım. Ve geri döneceğime söz verdim. Uzun sürmeyecekti. Bakışlarını yere eğerek başıyla onayladı. Yalan söylediğimi düşündüğünü görebiliyordum. Ne olursa olsun, onu hayal kırıklığına uğrattığım açıktı. Keşke ona her şeyi anlatabilseydim. Ama yapamazdım. Git­mem gerekiyordu. Bütün dürtülerime karşı çıkmalı, onu bu­rada bırakıp Jasper Jones'a, Jack Lionel’a ve bu korkunç soruna doğru yürümeliydim.

Her şey çok gürültülüydü. Beynim zonkluyor, gözlerim kamaşıyordu. Ama inanılmaz bir cesaret örneği sergileyecek kadar kendimi toparlayabildim. Kasabanın, herkesin önünde eğilip Eliza'yı dudaklarından öptüm. Hatırladığım kadar yu­muşaktılar. Gözlük çerçevemle gözünü çıkarmadığımı umu­yordum. Ama başını kaldırdığında daha neşeli, daha az hüzünlü görünüyordu. Ona güvence vermeye çalıştım.

342

Page 342: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

"Ben... çok. Seni... Senden çok hoşlanıyorum. Üzgü­nüm.” dedim. Gülümsedi. Ona yakında görüşeceğimizi söy­ledim.

“Ne zaman?” diye sordu endişeyle. Gergin görünü­yordu. Yine gözleri doldu ve içim eridi. Bir şey olup olma­dığım merak ettim.

“Yakında,” dedim ve geri çekildim. Kendimi pislik gibi hissediyordum. Ben dönerken Eliza parmaklarımı sıkarak ha­fifçe çekiştirdi. El ele olduğumuzu fark etmemiştim bile. Onu bırakarak kavşağa doğru yürürken arkama bakmamak için çabalıyordum, çünkü bunu yaparsam Jasper Jones tamamen aklımdan çıkardı.

Tam zamanında ulaştım. Jasper tarife panosunun yanın­daki sütuna yaslanmış, istasyon zemininin karolarına uzun bir gölge yansıtıyordu. Beyaz dişlerini loş ışıkta belli ederek gülümsedi.

“Geleceğini biliyordum, Charlie. Doğru şeyi yapacağını biliyordum.”

Bir şey söylemeden basamakları tırmandım. Eliza’yı ka­famdan atamıyordum.

“Hazır mısın?” diye sordu, buruşmuş paketinden bir si­gara çıkarırken. Bana da ikram etti. Geri çevirdim. Düşünü­yormuş gibi bile yapmadım.

Jasper ceplerini yokladı.“Lanet olsun. Ateşin var mı?”Ona öylece bakarak başımı iki yana salladım.“Boş ver,” diye mırıldandı. “Gitmemiz gerek, Charlie."

Tanrı nuı Unutulan Çocukları

343

Page 343: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Yola koyulduğumuzda her şey aniden çok gerçek oldu. Yan yana yürüyor ve hiç konuşmuyorduk. Yıldızlar çıkmıştı. Kasabanın gürültüsünü ardımızda bırakırken ayağımızın al­tında çakıllar çıtırdıyordu. Jasper Jones'un pencereme geldiği ilk geceden çok farklıydı. Heyecan yoktu, sadece korku vardı. Hata yaptığımızı biliyordum. Sıcağa rağmen bütün vü­cudum ürperiyordu.

Deli Jack LioneFm evine gidiyorduk. Bunu gerçekten yapıyorduk. Bir katilin arsasına izinsiz girmek üzereydik. Kasabanın belası. Kafadan kontak. Üstelik sadece ağacından şeftali aşılmayacaktık. Sadece cesaret nişanı toplamıyorduk. Kapısını vuracak ve onu ağır bir şeyle suçlayacaktık.

Ya o yapmışsa? Ya gerçekten oysa? Ya bütün söylentiler doğruysa? Ya gerçekten şiddet eğilimli ve dengesizse? Böyle insanlar vardı. Albert Fish. Gertrude Baniszewski. Eric Edgar Cooke. Hepsi gerçekti. Efsane filan değildi. Onlarla ilgili şeyler okumuştum. Yaklaşıyorduk. Bunu yapamazdım. Bunu yapabilmem mümkün değildi. Kapısına gidip onu cinayetle suçlayamazdım. Bu durumdan sıyrılmam gerekiyordu. Bu bir ölüm fermanıydı. Jasper Jones bile mermileri durdura­mazdı. Buradan kaçmak, Eliza Wishart’ın yanına dönmek is­tiyordum.

Jasper'la konuşuyordum, çünkü gergindim.“Sence ne yapacak?”Jasper başının arkasını kaşıdı.“Dürüstçe mi? Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum.”“O /.aman nedeni Neden böyle yapıyoruz?”

344

Page 344: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Bir şeyin nasıl sonuçlanacağını bilmemek, onu yapma­mak için bir neden değildir. Dünya bu kuralla yönetiliyor ol­saydı hiçbir şey yapılamazdı. Ama gerçek şu ki yapmak zorundayız. Sadece yapmak zorundayız.”

Göz seviyesindeki bir tatarcık sürüsünü dağıtmak için elimi salladım. Jasper sigarasını tekrar ağzına yerleştirdi. Şaşkın bir tavırla ceplerini yokladı.

“Jasper, ateşin yok, unuttun mu?”“Ne? Ah, lanet olsun. Doğru. Sende var mı?”“Hayır. Yok. Söylemiştim.”Sigarasını tekrar cebine attı. Jasper Jones’un da korku­

yor olabileceğini düşündüm. Ve bu tuhaf durum; ne bekle­memiz gerektiğini, bu gecenin neler getireceğini bilmemesi. Elbette bilmiyordu. Nereden bilebilirdi ki? Bunun farkınday- dım. Ama Jasper normalde o kadar doğrudan biriydi ki onun tereddüt ettiğini görmek sinirimi bozmuştu. Onu geri dön­meye ikna etmeliydim belki de. Belki bunu tekrar düşünebi­lirdik. Daha az umutsuzca ve daha az tehlikeli bir yol bulabilirdik.

Duraksadık. Ortalık inanılmayacak kadar sakindi. Deli Jack Lionel'ın kapısı kapalıydı ve altında kötücül görünüşlü bir ızgara vardı. Aşağı bakmadım.

Evin diğer tarafındaki bahçe darmadağınık ve bakım­sızdı. Nehre yakın olan, koruluğun arsayla birleştiği tarafla, yoğun bir böğürtlen çalılığı paslı tel örgülerden dışarı taşı­yordu. Diğer tarafla, kulübeye doğru, kazığa bağlanıp yan yatırılmış bir keçi gördüm. Kıratındaki kısa çimenler olmasa

145

Page 345: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

öldüğüne inanabilirdim. Yapraksız gri dallarda kargalar arada bir bağırıyordu. Siluet gibi görünüyorlardı. Karga biçimli de­likler.

Jasper kapının mandalını açarak gürültülü bir şekilde sa- \ urdu. Altıma etmek üzereydim.

“Dur! Ön kapıdan mı gireceğiz?”“Aynen öyle,” dedi Jasper yüksek sesle. Sanki Deli

Jaek’e sesimizi duyurmak ister gibiydi. Cesareti geri dön­müştü. Jasper uzun adımlarla ilerledi. Ben arkasından yürür­ken omzunun üzerinden konuştuğunu duydum. “Topla kendini, Charlie. Doğrudan davranmalıyız. Bence doğru yol bu.”

Yürüyüşünü izledim. Sırtı dik, göğsü hava dolu bir şe­kilde. Ve özgüveninin ne kadar sahte olduğunu şimdi anlı­yordum. Sadece gürültü patırtı ve bolca numaradan ibaretti. Babamın yana taranmış saçları, Batman’in pelerini gibi. İçimde bir köpük patladı. Yine de yorgun bir piyade gibi korkmuş ve teslim olmuş bir halde peşinden gittim.

Keçi başını kaldırarak meledi, sonra başını tekrar in­dirdi. Bunu kötü bir işaret olarak algıladım. Keçinin arka ta­rafındaki otlakta bir kanguru sürüsü zıplaya zıplaya dolaşı­yordu. Bu kısa yürüyüş son derece yoğun ve rüya gibiydi; kalbimse saatli bomba. Her yer o kadar dingindi ki uzaklarda havai fişeklerin patırtısını duyabiliyordum. Hatta renklerini bile görebildiğimi sanıyordum. Keşke orada olsaydım.

İçeride ışık yanıyordu. Evdeydi. Yaklaşmıştık. Jasper hızlı ve saldırgan adımlarla yürüyordu. Kulübenin yan tara-

346

Page 346: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

fında meyvelerle dolu şeftali ağacını görüyordum. Hatta meyvelerin kokusu burnuma geliyordu.

Jasper verandaya çıktığında tahtalar gıcırdadı. Ben geri kalarak bir destek kirişini kavradım. Jasper derin bir nefes alarak kapıyı yumruğuyla üç kez tıklattı.

“Lionel !’’Bacaklarım uyuşmuştu. Bir akıntıya kapılmış gibi kirişe

sarılmıştım. Hareketler duydum. Bir gölge gördüm. Ve ne­fesimi tuttum.

İşte oradaydı.Deli Jack Lionel.Beklediğim kadar uzun boylu değildi. Ya da geniş ya­

pılı. Dikkatimi çeken ilk şey, gerçekten de ne kadar yaşlı gö­ründüğüydü. Hırpani, iki büklüm ve kambur. Albert Fish’e hiç benzemiyordu. Üzerinde gri bir iş pantolonu, yan tara­fından güvelerin deldiği rengi solmuş mavi bir gömlek vardı. Ayakları çıplaktı. Beyaz saçlarını taramıştı ve omuzlarına dö­külmüştü. Sinekliği yavaşça açarken, pek sık ziyaretçisi ol­mayan adamlara has bir şaşkınlığı vardı. Ama beni asıl şaşırtan, Jasper Jones’tı gördüğü için Lionel'ın yüzünde be­liren ifadeydi. Aniden yüzü sevinçle parlamış ve sarı dişlerini göstererek gülümsemişti. Yeşil gözleri camlaşmıştı ve bir an için Jasper’ı baştan aşağı süzdü.

“Jasper! Ulu Tanrım, bu sensin! Şu işe bak! Bu ne sürp­riz! Gir, gir!”

Jasper yalan söylemiyordu, Lionel onun adını biliyordu. Lionel, Jasper’ı içeri almak için omzuna uzandı. Jasper geri

347

Page 347: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Craig Sihvy

çekilip kolunu savuşturarak karşılık verdi. Yüzümü buruş- turdum.

“Bana sakın dokunma, ahbap. Bu olmayacak. Anladınmı?”

Lionel ona baktı ve başıyla onayladı.“Anladım. Sorun değil. Yine de gir. Lütfen. Haydi, gir.”Lionel mahcup bir tavırla dönerek önümüzden yürüdü.

Sağ bacağı belirgin şekilde topallıyordu. Jasper kaşlarını ça­tarak bana bir bakış attı. Terliyordu. Alnında damlalar birik­mişti. Koltukaltları ıslanmıştı. Omuz silktim. Jasper derin bir netes alarak göğsünü şişirdi ve Deli Jack Lionel’m peşinden evine girdik.

Kulübenin içi loştu. Yumurta sarısı renginde tuhaf bir ışıktı. Duvar kâğıdı solmuş ve soyulmuştu. Her şey küf ve terebentin kokuyordu. Sol tarafımda vücutlarından iğnelerle duvara mıhlanmış kelebekler vardı. Pek renkli görünmüyor­lardı. Koridor fotoğraflarla, biblolarla, bebeklerle doluydu ama hiçbirine dikkatle bakacak zamanım yoktu. Deli Jack Lionel'ın salonuna girdik. Duvara asılmış bir tüfek vardı. Geri çekildim. Beni henüz görmemişti. Kendimi göstermez­sem belki buradan canlı çıkabilirdim.

Lionel bir kolunu uzattı.“Otursana, Jasper. Haydi, otur.”“Oturmayacağım,” dedi Jasper kararlı bir tavırla.Lionel yine yavaşça başıyla onaylayarak kollarını arka­

sına koydu. Cevap vermeden önce beni ilk kez gördü.“Oh, bu kim? Seni dışarıda görmedim. Arkadaşın mı?

348

Page 348: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Hoş geldin, yavrum."Jasper kollarını göğsünde kavuşturarak geri adım attı.“Bu Charlie. Bilmen gereken sadece bu kadar. Ama yine

de fark etmez, çünkü buraya kendi bildiklerimizden konuş­maya geldik. Senin hakkında.”

Deli Jack Lionel durduğu yerde kıpırdandı. Yüzü asıldı. Huzursuz görünüyordu.

“Doğru.”“Sen olduğunu biliyoruz. Senin yaptığını biliyoruz.”Jack Lionel, Jasper’a düşünceli bir bakış attı. Gözleri

kızarmıştı ve hüzünlü bakıyordu. İç çekti.“Neden oturmuyorsunuz? Haydi, oturun da size çay ya­

payım. Burada pek bir şeyim yok ama bolca çayım var.” Pencerenin yanındaki iki eski koltuğu işaret etti. Jasper

başını iki yana salladı.“Senden bir şey istemiyoruz. Ve sana söyledim, oturma­

yacağız. Kalmayacağız. Yaptığın şeyle ilgili konuşmak için geldim. İstediğim şey bu.”

Lionel yavaşça başıyla onayladı.“Pekâlâ, Jasper. Peki, o halde ben oturayım.”Lionel kanepeye yaklaşarak yavaşça oturdu.Jasper gözlerini kısarak öne eğildi. Nefesi hızlanmıştı. “Yani itiraf ediyor musun? Sen olduğunu itiraf ediyor

musun? Onu öldürdüğünü?”Sessizlik yoğun ve gergindi. Bir Jack Lionel’a, bir Jas­

per Jones’a baktım. Jasper öfkeli ve saldırgan gözlerle adama bakıyordu. Yumruklarını sıkıp açıyordu. Sonra Jack'e bak-

Tanrı 'nın Unutulan Çocuklun

Page 349: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

um. Dirseklerini dizlerine dayamış, kuru avuçlarını ovalı­yordu. Sanırım doğru kelimeleri seçmeye çalışıyordu. Bur­nunu o\ uladıktan sonra büfedeki tütün kesesiyle kâğıtlarını almak için uzandı. Kaşlarım çatarak elindeki işe odaklandı. Parmaklarının arasındaki ince kâğıt ve bakır rengi pullar.

'Masper. dinle beni, üzgün olduğunu biliyorum. Biliyo­rum. Ama hep daha önce anladığını düşünmüştüm. Bu yüz­den buraya beni görmeye gelmediğini sanıyordum. Sana kim söyledi? Baban mı? Yoksa bütün bu süre boyunca biliyor muydun?”

Zorlukla yutkunarak geri çekildim ve piyanonun kena­rına çarptım. Bu gerçekten oluyor muydu? Jasper başından beri haklı mıydı? Ciğerlerim birbirine yapışmış, bütün tenim gerilmişti. Tüfeğe baktım. Sonra Jasper’ın çenesinin gerildi­ğini gördüm ve ne yapacağını merak ederek endişelendim. Şaşkın ve sarsılmış halde tekrar Lionel’a baktım. Bunların hiçbiri mantıklı değildi. Kırılgan, zayıf ve ağır görünüyordu. Tavırları, vlicudu, hiçbiri yerine oturmuyordu. Hayal edemi­yordum. Bu adamın o ağaca ipi bağlaması bir kenara, Laura WishartT etkisiz hale getirmesi bile mümkün değildi. Hele bu bacakla. Jasper’a bunu hemen söylemek istiyordum; soh­bet daha fazla ilerlemeden. Tişörtünü çekiştirmek, ona yanıl­dığını söylemek ve buradan hemen çıkıp Eliza’ya, babama, polise gitmek istiyordum. Onlara bunun korkunç bir hata ol­duğunu anlatmak istiyordum.

Peki Lionel neden bütün bunları kabulleniyordu ki? Aklı başında değildi. Deliydi. Tek cevabı buydu.

350

Page 350: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Jasper planını izlemeye kararlıydı.“ Kimse hana bir şey söylemedi.”Lionel şüpheli gözlerle baktı. Sigara kâğıdının yapışkan

kısmını dikkatle ve acele etmeden yaladı.“Kimse söylemedi mi? Ama bir şekilde öğrenmiş olm a­

lısın.”“Seni g ö r d ü k dedi Jasper ısrarla. Yalanı çok belliydi.

“Yaptığım gördük. Ben ve Charlie. İkimiz de gördük.”Bu Lionel’ı durdurdu. Parmaklan aniden duraksadı ve

arkasına yaslandı. Gerçekten afallamıştı.“Jasper, ne demek gördünüz! Ha? Neyi gördünüz?”“Her şeyi. Hatta o kelimeyi günler sonra ağaca kazıdı­

ğını bile. Yani yaptığın şeyi inkâr edemezsin. Gördük. Çünkü orası benim yerim. Benim koruluğum. Gittiğim yer orası. Bi­liyorsun. Yıllardır oraya gittiğimi biliyorsun. O gece de ora­daydım. İkimiz de. Senin yaptığını gördük.”

“Jasper, sen neden bahsediyorsun Tanrı aşkına?” Lionel kısaca başını iki yana salladı ama sabırlı bir tavırla konuştu. “Bu mümkün değil. Olay olduğunda sen daha iki yaşınday­dım Anlıyor musun? Hiçbir şey görmüş olamazsın. Kimse bir şey görmedi.”

Duvarlar üzerime geliyordu. Jasper hakarete uğramış gibi görünüyordu.

“Sen ne diyorsun be? Daha yeni oldu. Öç hatta önce. Yalan söyleme bana. Bundan kurtulamazsın. Seni gördüm. Gerçeği biliyorum. Ne halt etliğin konusunda bir fikrin var mı? Bir fikrin var mı. ha?" Jasper tehditkâr bir adım aıtı.

351

Page 351: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Müdahale etmem gerekip gerekmediğini düşündüm, kendimi tiyatro izleyicisi gibi hissediyordum. Kalbim yerin­den fırlayacak gibiydi. Deli Jack Lionel korktuysa bile bunu iyi gizliyordu. Keşke ben de öyle yapabil şeydi m. Bu evden çıkmak istiyordum ama bacaklarım kıpırdamıyordu. Bu bir kâbustu.

Lionel sigarasını sarmayı bitirdi ve ceplerini yoklayarak ateş aradı. Nihayet bulunca sigarasını yaktı ve Jasper’m göz­lerine baktı.

' ‘Dinle, Jasper. Bak, anlıyorum. Neden bana... düşman olduğunu anlıyorum. Gerçekten. Ben de çok uzun bir süredir seninle bunu konuşmak istiyordum.”

“Al sana fırsat,” dedi Jasper.“Yani ikinizin görmüş olmanızla ilgili mi? Üç hafta önce

mi? Evlat, üzgünüm ama neden bahsettiğin konusunda hiçbir fikrim yok. Sen bana söylesene. Ne gördünüz?”

“Laura'yı öldürdüğünü gördük.”“Laura mı? Laura da kim? Adı bu değildi ki.”“Kimin adı?”“Annenin.”“Annem mi? Bir daha annemden söz edersen seni ge­

bertirim. Yalan söylemiyorum!”Şim di Jack Lionel tamamen afallamıştı. Ben de öyle.

O turduğu yerde doğrularak başım yana yatırdı. Ellerinin ha­fifçe titrediğini fark ettim.

“Jasper, seni hâlâ anlamıyorum. Laura kim? Charlie,

bana yardım edebilir misin?”

352

Page 352: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Bana yalvaran gözlerle baktı. Kızararak başımı çevirdim ve tozlu piyano tuşlarına baktım. Burada olmamalıydım. Bu bir hataydı.

“Kim?" diye sordu tekrar. “Laura kim?”“Öldürdüğün kız, seni yaşlı göt! Adını bile bilmiyor

musun? Dövüp aslığın kız. Kim bilir ona daha neler yaptın! Sen olduğunu biliyorum. Biliyorum işte!”

“Dövüp asmak mı? Jasper, ulu Tanrım\ Sen neden söz ediyorsun? Kimden bahsediyorsun?”

İkisi de seslerini yükseltmişti. Ölesiye korkuyordum. Hemen tuvalete gitmem gerekiyordu.

“Kim mi? Laura Wishart! Sakın şaşırmış gibi yapma, sanki bilmiyorsun. Onu gördüğünü ben biliyorum. Kim ol­duğunu kesinlikle biliyorsun! Onunla birlikte buradan geç­tiğimi gördün; lanet olasıca bir deli gibi her gece bana seslendiğin zaman. Ben aptal değilim, ahbap! Sakın beni kandırmaya kalkma. Ne yaptığını biliyoruml Artık bitti. İtiraf et.”

Jasper öne eğilmiş, parmağını Lionel’a doğru sallıyordu. Ama Lionel hâlâ tehdit ediliyormuş gibi görünmüyor, hiçbir korku belirtisi göstermiyordu. Başını iki yana sallayarak kendi kendine mırıldanıyor, sigarasının dumanının arasından kısık gözlerle bakıyordu. Sadece şaşkın bir ihtiyardı. Jas- per’m son kozunu oynadığını düşünüyordum.

“ fVishart mı? Wishart, Wishart. Wishart...” Birden ba­şını kaldırıp Jasper’a baktı. “Yani şu kaybolan gençten mı bahsediyorsun? Adı buydu, değil mi? Laura VVishan.

Page 353: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“I- \ et.” dedi Jaspoı dikeyle. ”1 ley. orada kimse var im?"L ionel dne eğilerek kaşlarını çattı \e öksürdü. Dizlerin­

den hırı gıcırdadı.“Yanı onu buldular mı?”“Onu biz bulduk. Charlic'yle ben. O gece. Sana anlat­

maya çalıştığım bu. Artık yakalandın.”“Yakalanmak mı? Jasper, ben..."“Dinle. Scnî hemen gidip ihbar etmeyeceğiz. Sana çıkıp

onlara yaptığın şevi anlatma fırsatı veriyoruz. Buraya bu yüz­den geldik. Bence bunu yapabilirsin. Nasıl olsa bitti artık. Seni yöniük. anlıyor musun?”

“Dur bakalım, evlat. Hop! Ne oldu? Bana onu bulduğu­nuzu ve ölü olduğunu mu söylüyorsun?” Lionel şimdi daha güçlü bir sesle, daha kendinden emin konuşuyordu. Odadaki gücün yer değiştirdiğini hissettim.

“Aptal ayağına yatma. Ne olduğunu gayet iyi biliyorsun. Senin yaptığını gördük. Daha kaç kere söylemem gereki­yor?”

“Ah. Jasper. Ah. inanamıyorum.” Lionel bir elini kal­bine koydu. “Benim yaptığımı mı sandın? O zavallı kızı benim öldürdüğümü mü sandın?”

"Senin yaptığını bildiğimizi söylüyorum.”Jasper*m kararlılığı biraz kırılmıştı. Sesindeki ölke azal­

mıştı. Şimdi köşeye sıkışmış olan kendisi gibiydi. Endişeliy­dim

“Jasper. bu bir yalan. Bu lanet olasıca b ir... yalan! Saç­malıyorsun! Ulu Tanrım! Kız öldü mü? Bundan emin misin? Yi ’ a numara mı çe\ iriyorsun? Ne oldu? (ierçeğı anlatmaya

Page 354: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tının 'um Unutulun Çocukları

başlasun iyi olur!” Lionel ciddiydi.“Lh, sen yaptın işte!” Jasper Jones’un sesiyse çocuk gibi

çıkıyordu. Korkmuş, incinmiş bir çocuk gibi. Bu gece ben de kendimi ikinci kez ihanete uğramış gibi hissediyordum. Burada olmamalıydık. Bu adamın kim olduğunu bilmiyor­dum ama kimseyi öldürmediği belliydi. Her şeyi yanlış yap­mıştım. Deli Jack Lionel suçlu değildi. Muhtemelen deli bile değildi. Sadece yaşlı, üzgün, zavallı ve yalnızdı.

"Neden? Jasper, bunu neden söylüyorsun!" Lionel’m sesi gür, sertti ve kızarmış gözlerinde kırgınlık vardı. Bir an sonra ağlamaya başlayacak gibiydi. "Olanlar yüzünden mi? Annen yüzünden mi? Nedeni bu mu?”

Oda yoğun bir sisle dolmuştu ve içinde kaybolmuştum. Büzülüp top olmak istiyordum.

Jasper gözlerini kısarak başını iki yana salladı ve par­mağıyla Lionel’ı işaret etti.

"Sana söyledim, bir daha ondan söz edersen seni eze­rim! Ne kadar yaşlı olduğun umurumda bile değil. Neden ondan bahsedip duruyorsun be? O öldü, seni aptal piç! Bunu biliyor musun? Ailem hakkında konuşmaya hiç hakkın da yok!”

Bu söz üzerine Jack Lionel yine arkasına yaslandı. Du­raksadı ve yavaşça başını iki yana salladı. Sigarasının külü­nün düşmek üzere olduğunu fark ettim.

“Ah. ulu Tanrım! Ulu TannmF dedi, başını sallam aya devam ederken Jasper’ın gözlerinin içine bakarak. Hayretler içinde gibiydi. "Bilmiyorsun. Hiçbir şeyden haberin yok.

355

Page 355: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Benim kim olduğumu bilmiyorsun, değil mi? Kesinlikle. Hiç. Bir. Şey. Bilmiyorsun.”

“Ne? Elbette kim olduğunu biliyorum. Sen Jack Lio- nel*sın.”

“Dahası? Biz? Sen ve ben?”“Bizim birbirimizle ne ilgimiz var be? Ne diyorsun

sen?”Lionel tekrar öksürdü ve sigarasını büfenin üzerindeki

kül tablasına bastırdı. Zorlukla yutkundu. Çok yorgun ve kır­gın görünüyordu.

“Jasper. adını sence nereden biliyorum? Neden seninle böyle konuşuyorum sence?”

“Ben de bunu merak ediyorum. Neden buradan geçtiğim her seferinde, her gece deliler gibi bana sesleniyorsun?”

“Gerçekten bilmiyor musun? Gerçeği söyle.”Jasper başmı iki yana salladı.Lionel kısık sesle bir şeyler söyledikten sonra gıcırdayıp

çıtırdayan vücuduyla ayağa kalktı. Topuğum süpürgeliğe da­yandı. Odanın karşı tarafından gelirken gözüm LionePın üze­rindeydi, her şeye hazırlıklıydım. Ama Jasper Jones’u başın­dan savar gibi sadece elini salladı.

“Arkanı dön,” dedi.“Ne? Hayır.” Jasper geri adım attı. “Neden?”“Sadece arkanı dön.” Lionel şimdi onun yanında duru­

yor. tozlu piyanonun üzerinde duran bir şeyi işaret ediyordu. Jasper dikkatle ve temkinli bir tavırla söyleneni yaptı. Ben de görmek için uzandım. Lionel iiç tane fotoğraf çerçevesini

Page 356: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı ’nm l ,'nutulm Çot ukları

işaret ediyordu. Jasper hoş gözlerle bakarak omuz silkti. Lio­nel ona fotoğraflardaki insanları tanıyıp tanımadığını sordu. Şimdi ikisini yan yana görünce ve çerçevelerdeki fotoğraf­lara bakınca, sanırım konuyu Jasper’dan önce kavradım. Her şey yerine oturuyordu ve Jasper’m ne yapacağını bilmiyor­dum. Ama aslında fotoğraflara bakmıyordu. Yine ilgisiz bir tavırla omuz silkti. Görmüyordu. Ama sonra Lionel boğum boğum parmağını uzatarak konuştu. “Şu, şuradaki. Şu senin baban. Şu da annen.” Ve sonra aralarındaki bebeği işaret etti. “Bu da sensin.” Jasper kaşlarını çattı ama tereddüt ettiğini görebiliyordum, çünkü yüzünü buruşturdu ve Lionel'a def­olup gitmesini söyledi. Yalan söylediğini iddia etti. Ama hâlâ sabırlı davranan Jack Lionel, Jasper’a fotoğrafa dikkatle bak­masını, resimdekinin babası olup olmadığını söylemesini is­tedi. Jasper gözlerini kıstı. Bir süre sessiz kaldı. Sonra tasmasını çekiştiren bir köpek gibi sertçe başını iki yana sal­ladı. Bir adım geriledi. Bunun saçmalık olduğunu söyledi. Lionel’a fotoğrafları nereden bulduğunu sordu. Ama Lionel sakince daha küçük bir fotoğrafı işaret etti. Bu kez yaşlı ada­mın kucağında aynı bebek vardı ve o zaman, Lionel benim doğru olduğunu çoktan anladığım şeyi açıkladı. Adam oydu. Jack Lionel, Jasper’ın babasının babasıydı. Yani Jasper’m dedesi. Jasper kaşlarını çatıp dişlerini sıkarken. Lionel ondan tekrar oturmasını istedi ve bütün bu yıllar boyunca istediği tek şeyin bu olduğunu açıkladı. Çünkü onunla annesi hak­kında konuşması gerekiyordu. Jasper sarsılmıştı. Bütün bun­ları görmek canımı yakmıştı. Onıııı için üzülüyordum. Jaspet

J57

Page 357: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

anık sessizdi ve söyleyecek bir şeyi kalmamıştı. Annesi öl­müştü. Bir trafik kazasında.

Ve Lionel kısık sesle ekledi: “Bunu biliyorum. Çünkü arabayı ben kullanıyordum.”

Odama geri döndüğümde oraya ilk kez giriyormuşum gibiydi. Artık hiçbir yer evim gibi gelmiyordu. Tenim, giy­silerim. kokum bile. Her şey farklıydı.

Jack Lionel'ın evinden dönüş yolculuğu çok tuhaf ol­muştu. Hızlı ve kararlı adımlarla yürümüştük. Kasaba mer­kezinden uzak kalarak sahadan geçmiştik. Havada hâlâ müzik ve sohbet uğultuları vardı. Neyse ki Eliza W ishaıfİa karşılaşmamıştım. Kollarında eriyebilir, ona her şeyi bir anda anlatabilirdim. Jasper ve ben birbirimize tek kelime bile et­memiştik. Başım boş bir kutu gibiydi. Jasper düşüncelere dalmış gibi görünüyordu. Öfkeli ve asık yüzlüydü. Zihninin sorularla dolu olduğundan emindim. Nasıl olmasındı ki? Bü­tün dünyası değişmiş ve bir çöp torbası gibi altüst olmuştu.

Beni evime bıraktığında söylediği tek şey, bu sabah altın yataklarından geri dönecek ama orada kazandığı parayı önce çarçur edecek olan babasını görmeye gideceğiydi. Bu, kaçır­dığıma sevindiğim bir karşılaşma olacaktı.

Babamın bana bıraktığı, şimdi masamın üzerinde devasa bir pislik gibi duran sayfalara baktım. Bunların hepsi çok faz­laydı. Bütün bu kargaşanın içine daldığım o ilk gece olduğu gibi. O zamandan beri beni giderek daha sıkı kavramış, elimi

Page 358: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

kolumu bağlamıştı. Uyumam ve unutmam gerekiyordu. Yeni biri olarak uyanmalıydım. Jasper Jones'la birlikte buradan gitmeliydim.

Laura Wishart’ın ölümüyle ilgili Deli Jack Lionel'la yüzleşmeye gitmiş, bunun yerine Jasper'ın annesinin öldüğü arabayı onun kullandığını öğrenmiştik. Bu dünya tepeden tır­nağa yanlışlarla doluydu. Küçük, iğrenç, aşağılık ve hüzün­lüydü. Her taşın altında, her kapalı dolapta, her ağaç dalında görmek istemediğim korkunç bir gerçek yatıyor gibiydi. Bil­miyorum. Belki de bu yüzden bu kasaba böylesine içine ka­panık, her şey böylesine sorunsuz, böylesine düzenliydi. O anda onları suçladığımı söyleyemezdim.

Jasper oturmadı ama Lionel’m gözlerine de bakmadı. Ne yaşlı adam ona başka fotoğraflarla ve doğum belgeleriyle dolu eski albümler verdikten ne de Jasper’ın babasının yıl­lardır olduğu gibi kalmış eski yatak odasını gösterdikten sonra. Hâlâ gardıropta eski giysiler asılıydı. Odanın bir kö­şesinde bir kriket sopasıyla bir gitar birbirine yaslanmışu. Bir büfede futbol kupaları duruyordu. Üzerindeki ya/ılara

baktım: David Lionel.Jack Lionel. Jasper’a onun doğmasını hiç istem ed iğ in i

söy led i.Rosie Jones komşu kasabadandı. David'le bir defasında

kasaba dışındaki bir dansta karşılaşmışlardı. Gizlice hırbir- leriyle görüşmüş, genellikle valin/ kalabildikleri Uot rıgan

....... w t* ‘ n ıtn 4 /i

Page 359: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Nehri kıyısında buluşmuşlardı. Rosie hamile kaldığında, Jack Lionel buna şiddetle karşı çıkmıştı. Bunu halletmeleri gerek­tiğim söylemişti. Bunun doğru bir şey olmadığını, David’in aile adını kirlettiğini söylemişti. Ama David daha da ısrarcı davranmıştı. Birbirlerine âşık olduklarını ve çocuğu dünyaya getireceklerini açıklamıştı. Buna öfkelenen Jack Lionel oğ­lunu evden kovmuştu. David eşyalarını alarak memnuniyetle çıkıp gitmişti. Onca yıl boyunca çekmeceleri olduğu gibi kal­mıştı. Rosie’yle birlikte kasabada bir ev tutmuşlardı ve David madende çalışmaya başlamıştı. Ama dışlanmışlardı. David’in arkadaşları bile olayı öğrendikten sonra ona sırt çevirmiş­lerdi. Sonunda hepsi onu yalnız bırakmıştı. Hâlâ hoş karşı­landığı tek yer futbol kulübüydü.

Jasper doğduğunda üç aydır evliydiler. Sadece ikisi, şe­hirdeki küçük bir kilisede evlenmişlerdi. David oradayken soyadını Jones olarak değiştirmişti. Jack, en çok bundan in­cindiğini söyledi.

Jasper doğduktan sonra Rosie, Jack’le görüşmeye çalış­mıştı. Onu her hafta pazar günü akşam yemeğine davet edi­yor. Jack de her seferinde reddediyordu. Bu davetler bir yıl boyunca devam ettikten sonra Jack nihayet kabul etmişti. Elinde şapkasıyla sessiz ve çekingen bir tavırla kapılarım çal­mıştı, David onun yanından geçip bara gitmişti. Ama Lionel kalmıştı. Rosie’yle birlikte oturup yemeklerini yemişlerdi.

Jack Lionel, gelini hakkında çok yanıldığını anlamıştı. Rosie nazik, açık sözlü ve güzeldi. Üstelik Jack'in karısı kadar iyi yemekler yapıyordu. Jack her pazar gelmeye, Jasper

Page 360: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

ve Rosie’yle daha fazla vakit geçirmeye başlamıştı. Davıd'se bara gidiyor, kapanana kadar orada kalıyordu.

Lionel gelinini görmek için o kadar sabırsızlanmaya başlamıştı ki haftasının en özel günü pazar olmuştu. Titiz bir şekilde giyiniyor, saçlarını tarıyordu. Rosie de daha iyi ye­mekler yapmaya ve pazar günleri özel olarak giyinmeye baş­lamıştı. Lionel, Jasper’a annesini kendi kızı gibi görmeye başladığını, ikisinin çok iyi arkadaş olduklarını anlattı. Üs­telik artık sadece pazar günleri de görüşmüyorlardı. Rosie pişirdiği bir şeyle sık sık Jack'iıı evine uğruyor, birlikte çay içiyorlardı. Jack öyle zamanlarda en iyi porselenlerini çıka­rıyordu. David elbette hiç yaklaşmıyordu. Rosie aralarındaki küskünlüğü sürdürmek konusunda ikisini de eşit ölçüde so­rumlu görüyordu: David elini uzatmayacak kadar inatçı Jack de özür dilemeyecek kadar gururluydu.

Nisan ayından beklenmeyecek kadar soğuk bir pa/ar günü Rosie Jones, yan tarafını tutarak acıyla inlemişti. İyi olduğunu söylüyordu ama daha fazla ayakta duramaz hale gelip nefesi daraldığında. Lionel onu arabasına atırıış ve sa­hile doğru gaza basmıştı. Rosie arabada çığlık atmaya baş­ladığında, Lionel en kötüsünden korkmuştu, Rosie'ııin gözleri deli gibi açılmıştı ve ciğerleri hava kaçınyornuış gibi nefes alıp veriyordu. Lionel akşam güneşine karşı gözlerim kısarak tepeden aşağı kıvrılmıştı. Rosie'nin sırtı dimdikti ve sallanan koltukta oturur gibi bir ileri bir geri sallaımortfu. Lionel'ın elini o kadar sıkı ve can havliyle tutmuştu kı l lonel elini çekmeye kıyamamıştı.

u.ı

Page 361: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

\m a bunu yapmış olsa, direksiyonu iki eliyle birden tut­masını sağlayacak sağduyuyu sergilemiş olsa, yolun orta­sında güneş yüzünden göremediği derin çukurun neden olduğu sarsıntıyla daha rahat başa çıkabilirdi. Ama Jack Lio­nel sertçe frene asılmış, çakıl zeminli yol kenarına direksi­yonu fazla kırmıştı. Ağaçlara doğru kaymışlardı ve bu yetmişti. Bütün olay, yerdeki bir çukurun lastiğe denk gel­mesiydi. Bir anda. Lanet olasıca bir talihsizlik anında, her şey kararıvermişti.

Lionel kendine geldiğinde üzeri kan ve camla kaplı halde arabanın içinde sıkışmış durumdaydı. Yolcu koltuğu boştu. Sadece böceklerin sesi duyuluyordu. Ön cam gitmişti. Tekrar bayılmadan önce. Rosie'nin elbisesini birkaç metre ötede görmüş ve yaptığı şeyi öyle derin bir korkuyla idrak etmişti ki karanlığın kendisini sarmasına memnuniyetle izin vermişti.

Rosie’nin apandisiti tutmuştu. Patlamak üzereydi. Do­layısıyla Lionel doğru olanı yaparak onu doktora yetiştir­meye çalışmıştı. Ama Lionel yine de kendini bağışlamıyor­du. Ölenin Rosie Jones değil kendisi olmasını diliyordu. Has­taneye yetişm e çabasından çok daha kötücül bir şeyden şüp­helenen D avid’se bütün suçu babasına yüklemişti. David’in babasına söylediği son sözler, o gece acil servisteki yatağında olmuştu. Babası Rosie’nin cenazesine gelilirse, onu gördüğü yerde öldüreceğine yemin etmişti. Jack Lionel da ona inan­mıştı.

Kaza Jack’in bacağını parçalamış, işe yaramaz hale ge­

362

Page 362: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

lirmiş ve ağrılar içinde bırakmıştı. Ama Rosie'nin ölümü bütün benliğini sarmıştı. Bir çelik zırh gibi Çizerine çökmüştü. Çünkü o kısa sürede Rosie’yi sevmişti ve kazanın sorumlu­luğu bir yana, arkadaşını da özlüyordu. Onun yemeklerim, kahkahalarını, kokusunu, sandalyesinde dimdik oturuşunu. Jack’in söylediklerini her zaman ilgiyle dinleyişini özlü­yordu. Jack Lionel porselenleriyle takım elbisesini kaldırmış ve bir daha hiç kullanmamıştı. Ne bacağı ne de kendisi bir daha tamamen iyileşebilnıişti.

Rosie Jones için tek başına ikinci bir cenaze töreni dü­zenlemişti. Konsey, arabasının ezilmiş kalıntısını arsasına getirdiğinde, yolcu tarafında arkadaşına veda etmişti. Ağla­mış, dua etmişti ve sonra yağmurda dizlerinin üzerine çöküp bir bozuk paranın kenarını kullanarak arabanın metal gövde­sine kendi hayalı sona erdikten sonra bile kalmasını dilediği kelimeyi kazımıştı.

Elbette ki Corrigan acımasızdı. Jack Lionel’m yanında Rosie Jones’la birlikte kasabadan hızla çıktığı konusunda söylentiler yayılmıştı. Bazıları Jack'in onu kaçırdığını söy­lemişti. Gelinine çok kızmış, onu kaçırmıştı ve Rosie arabada ona karşı koyunca kaza yapmalarına neden olmuştu. Diğer­leri birlikte kaçmayı planladıklarını ve yolda koklaşırken kaza yaptıklarını söylemişti. Bazıları Jack’in onu kandırarak arabaya bindirdiğini, kendini koltuğa bağladığını, sonra Ro- sie’nin ölümünü kaza gibi göstermek için bilerek yoldan çık­tığını öne sürüyordu. Bir sürü hikâye ve teori vardı. B irçoğu

söylenti, doğrulanmamış kaynak ve dedikoduydu. Birhırle-

to ı

Page 363: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

rine o kadar sıkı kenetlenmişlerdi ki sonunda asıl gerçeği giz­ler hale gelmişlerdi. Kimse Rosie'niıı yan tarafından bahset­miyordu. Yalanlar ve varsayımlar yığına eklenmişti. Hikâye gerçeğe dönüşmüştü. Taşa kazınmıştı. Böylece Jack Lio- ncl'm portresine mürekkep ve pislik bulaşmıştı ve o da te­mizlemeye çalışmamıştı. Dolayısıyla herkesin söylediği canavar katile dönüşmüştü. Aşağılık bir adam. Bir deli. Dış­lanmış biri. Kasaba ona sırt çevirmişti. Kilise artık onun ru­huyla ilgilenmiyordu. Her zaman yalnızlığı tercih eden Jack Lionel. herkesten daha da uzaklaşmıştı. Kendini Corri- gan'dan koparmıştı. Yiyecek almak ve ihtiyaçlarını karşıla­mak için başka kasabalara gitmişti. Sadece ordudan aldığı emekli maaşıyla geçinmiş, sebze yetiştirmiş, bacağı artık izin vermeyene kadar koyun ve sığırlarla uğraşmıştı. Son yıllarda konserve yemekler, yumurta ve teneke kupalarda içtiği çayla yaşıyordu. Corrigan’da gördüğü insanlar sadece şeftalilerini aşırmaya gelen birkaç çocuk ve yıllardır her gece arsasının kıyısından geçip giden torunuydu.

Jack Lionel, Jasper’ın ona daima bilerek aldırmazlık et­tiğini sanmıştı. Bir öfke ifadesi olarak. Jasper Jones’un ger­çeği bilmiyor olabileceği bir an bile aklına gelmemişti.

Lionel, Jasper Jones’un yalanlarla zehirlendiğini tahmin ediyordu: babasının söylediği ve kasabanın güçlendirdiği ya­lanlar. Bu yüzden onu içeri davet etmek, gerçekleri anlatmak, o kelimeyi havaya kazımak için yanıp tutuşuyordu. Ama Jas­per asla durmamış, asla dinlemeye yanaşmamıştı. Kendini ifade ermek için arkasından koşamayacak durumda olan Lio-

Page 364: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

nel da, Jasper’ı gördüğü her seferinde verandasından seslen­mekle yetinmişti.

Jasper Jones, bütün bu süre boyunca Lionel'm ona neden seslendiğini asla anlamamıştı. Ama bütün hayatı bo­yunca dışlanan biri olduğundan, o da ilgi göstermemişti. Sa­dece söyleyecek bir şeyi olmayan yaşlı ve deli biri olarak değerlendirmişti. Ama Jasper'm nasıl olup da hiç öğreneme- diğini merak ediyordum. Babasının ona büyükbabasından söz etmemesini anlayabiliyordum ama Jasper toplumdan bu kadar mı uzaktı ki en duyarsız çocuklar bile bildiklerini ağız­larından kaçırmamışlardı?

Belki de onlar da bilmiyordu. Beıı kendi adıma kesin­likle bilmiyordum. Belki de hepsi benim gibiydi. Sadece Deli Jack Lionel efsanesinden korkuyor, kendilerine söylenen ya­lanın gerçek içeriğini bile bilmiyorlardı. Ama şimdi onun oturma odasında oturmuş, sigara içişini izleyip korkunç hi­kâyesini dinlerken, ondan korktuğumu düşünmek tuhaf ge­liyordu. Sigaralarını yavaşça sararken o kadar ufak tefek, yorgun ve zayıf görünüyordu ki, hayatın hırpaladığı saygın bir adam gibi.

Jasper’ın yüz ifadesini anlayanııyordum. Ayakta durup dinlerken ben de temkinli bir tavırla onu izliyordum. Saçla­rını düzeltiyor, yeri tekmeliyor, burnunu çekiyor, yumrukla­rını açıp kapıyordu ama saldırma niyetinde olduğunu sanmı­yordum. Piyanonun üzerinde duran fotoğraflara kaçamak ba­kışlar attığını fark etmiştim. Geri çekilip dikkatle dinledim.

Nedenini bilmiyorum, fakat Jasper Jones. Jack l ionel'm

t<>5

Page 365: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

kendisine ikram ettiği sigarayı sakince kabul ettiğinde, onu dudaklar inin arasına alıp minnetle çektiğinde, Laura Wis- han 'ı kimin öldürdüğünü bulmak konusundaki umudunu ta­mamen kaybettiğini hissettim. Oyun bitmiş gibi görünüyor­du. Vazgeçmişti.

Ama sonra Jack Lionel o gece gördüklerini bize anlattı.O akşamı çok net hatırlıyordu, çünkü onu zayıflatıp iki

hafta yatağa bağlayan bir virüs yüzünden hastalanmasından önceki geceydi. Sıra dışı bir durum olduğu için dışarıdaki biri onun dikkatini çekmişti. Sık sık arsasından kimlerin geç­tiğini biliyor, tanıyordu. Bu yüzden o genç kızı tanıdığında, Jasper'la sık sık birlikte gördüğü ve şimdi adını öğrendiği kız olduğunu anlamıştı. Kız evin önünden tek başına geç­mişti. Lionel, Jasper'ın da birazdan geleceğini tahmin ederek beklemişti. Belki de kavga etmişlerdi ve bu yüzden kız öfkeli bir şekilde önden gidiyordu. Ya da Jasper’la bir yerde bulu­şacaktı. Ama Jasper görünmemişti.

Jasper, Lionel’a Laura’nın yalnız olduğundan emin olup olmadığım sordu.

Lionel emindi. Ama sonra alnı kırıştı. Başını yana ya­tırdı. Bize Jasper’ı onun yanında görmemesine rağmen, daha sonra başka birinin daha evin önünden geçtiğini söyledi.

Dirseklerimi dizlerime dayamış halde yatağımın üze­rinde otururken, biri hafifçe penceremi tıklattı. Gözlerimi ka­payarak iç çektim. Dönmeye bile gerek görmedim. Kısa

366

Page 366: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

sürmüş olmalıydı. Belki de babası içmeye gitmişti. Ama o gece Jasper’ı görmek istediğimden bile emin değildim , çünkü çok yorgun ve üzgündüm.

“Charlie!”Sesi duyunca olduğum yerde hızla döndüm. Cam panel­

lerini açtım.Eliza Wishart pencereme gelmişti!Oradaydı. Gece vakti. Gerçekten oydu. Hiçbir şey söy­

lemedim. Sadece ağzımı açıp tekrar kapadım.“Jasper Jones’la ne işin vardı?” diye sordu. Duraksadım.

Bir cevabım yoktu. Peşimden istasyona gelmiş olmalıydı. Arkama bakmalıydım. Acaba bizi nereye kadar takip etmişti?

“Ah. Hiçbir şey, gerçekten. Sadece arkadaşım... sanı­rım. Bilmiyorum.”

Eliza yalan söylediğimi bildiğini belli etmek istercesine başını yana yatırdı.

“Charlie, neden geri dönmedin? Döneceğini söylemiş­tin. Söz vermiştin! Seni bekledim. Geri döneceğini söylemiş­tin!”

Söyleyecek sözüm yoktu. Ona gerçeği söyleyemezdim ve daha fazla yalan söylemek de istemiyordum.

“Üzgünüm,” dedim. “Gerçekten.”“Charlie, seninle gerçeklen konuşmam gerek.”

“Biliyorum.”“Yani hemen. Dışarı gelebilir misin? Çok önem li.”Çıkabilirdim. Babamın geri döndüğümü duym adığından

kesinlikle emindim. Ama tereddüt ediyordum, çünkü sö y le ­

Page 367: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

yebileceklerimden endişeleniyordum. Eliza’nın sorabileceği şeylerden.

O anda Eliza bana o ilk geceden beri duyduğum her şey­den daha çok sarsan bir şey söyledi. Parmaklarını içeri uza­tarak elime dokundu.

"Charlie/* dedi. "Laura’nın nerede olduğunu biliyo­rum.”

Sersemlemiş bir halde evden çıktım ve bir düşünce la­birentiyle boğuşarak yanına koştum. Dipsiz bir uçuruma düş­tüğümü hissediyordum. Beni farklı bir yere götürürse diye, bildiklerimle ilgili tek kelime bile etmedim. Beni Jasper'ın yerine mi götürüyordu? Öyle olmalıydı. Peki bu bulmacanın ne kadar büyük bir parçasını biliyordu?

Koruluktaki açıklık, ağaç ve iple ilgili bir şeyler bili­yorsa, o gece orada olması gerekirdi. Olanlarla ilgili bir şey biliyor olmalıydı; en azından sonunu. O zamandan beri orada mıydı? Laura’nın artık orada olmadığını öğrendiğinde ne ya­pacaktı? Ona her şeyi anlatmalı mıydım?

Eliza VVishart, Jack Lionel’ın kim olduğunu seçemediği siluet miydi? O gece Laura’nın peşinden giden o muydu?

Kasaba boşalıyordu. Barın dışarısına koyulan masalar içeri taşınmıştı. Orkestra hâlâ çalıyordu. Madenciler Lon­cası *nın arkasındaki şenlik ateşi bir kızıl kor yığınına dö­nüşmüştü. Sokak köpekleri kızarmış koyun kalıntılarının etrafında dönüyor, kemikleri kapabilmek için kömürlerin so­

Page 368: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

ğumasını bekliyorlardı. İnsanların çoğu evlerine gitmişti ama birkaçı yeni yılı görmek için kalmıştı. Anacaddenin ortasın­dan çabucak ilerledik. Bir yerlerde annemle karşılaşmamayı umuyordum. Lonca hâlâ açıktı ama hareket azalmıştı. Ger­çekten de. ön basamaklarda biri yanmış elini bir hemşireye gösteriyordu.

Birkaç çift, nalburun yanındaki ara sokağa girmişti. Kimsenin kendilerini görmediğini sanacak kadar sarhoş ol­malıydılar. Marketin verandasının kenarında iriyan bir adam kirişlerden birine dayanmış, midesindekileri bir lağım kana­lına boşaltıyordu. Bu çavuştu.

Eliza beni istasyondan geçirdi. Konuşmuyorduk ama üzgün olduğunu biliyordum. Tekrar ağlamaya başlamamasını umuyordum. Yürümeye devam ettikçe, gittiğimiz yerden daha çok emin oluyordum.

Her şeyin sessiz ve sakin olduğu kasaba çevresindeydik. Tempomuzu koruyarak hızlı hareket ediyorduk. Nasıl oldu­ğunu bilmiyordum ama yine el eleydik. Corrigan Nehri'nin geniş kıyılarına, köprünün gerisindeki açık çimenliklere ulaş­tık. Hâlâ söyleyebileceklerimi düşünmeye çalışıyordum, ama Eliza o kadar kararlı görünüyordu ki onu rahatsız etmemeni

gerektiğini düşündüm.Gövdelerinden kabukları sarkan ağaçların altından geç­

tik. Nehir kıyısındaki çimenler yumuşaktı ve yakın zamanda yağan yağmur sayesinde yeni çimenler büyümüştü. Eliza minik yaban çiçeklerinden koparmak için eğildi. Elleriyle çe­

kiştirdi.

10‘J

Page 369: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

C) anda arabamızı gördüm.

Nehir kıyısında bir ağacın altına park edilmişti. Gölge­lerin araşma gizlenmişti ama kolayca tanımıştım. Durup kısık gözlerle baktım. Eliza elimi çekiştirerek beni devam et­meye zorladı ama sonra bakışlarımı izledi. Kaşlarımı çattım ve dalgın bir sesle konuştum.

“Bu bizim arabamız.”“Gerçekten mi?" diye fısıldadı Eliza.Başımla onaylayarak nefesimi tuttum. Ne yapmam ge­

rektiğinden emin değildim. Bir süre sonra yavaşça arabaya yaklaştık.

İçimde kötü bir his vardı. Parçaları birleştirmem birkaç saniyemi aldı ve sonra her şey aniden anlam kazandı. Zor­lukla yutkundum. Tuğla daha da aşağı çöktü. Şu gazetede okuduğum, kendisini bozuk para yutmaya zorlayan bir has­talığı olan Fransız adam gibiydim. Öldüğünde midesinin bir kese gibi dolu olduğunu ve ağırlığından dolayı pelvisine kay­dığını görmüşlerdi.

Görmek üzere olduğum şeyi az çok tahmin edebiliyor­dum ama yine de yaklaştım. Küçük dallar ayaklarımın al­tında çıtırdıyordu. Ve ikisini orada görecek kadar yakındım. Arka koltukta. Gölgelerin arasında hareket eden beyaz ten. Arka pencereye değecek kadar yakındı. Annemin tanımadı­ğım bir adama sarıldığını görecek kadar yakın. İkisinin yüz­lerini buruşturduğunu ve donup kaldıklarını gördüm. Annem pencereden bakıyordu ve yüzünde öfkeyle karışık dehşet ve şaşkınlık vardı. Hemen ayrıldılar. Uyuşup kalmıştım. Bütün

370

Page 370: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

bunlar tam önümde olup bitiyordu ama sanki ben orada de­ğildim.

Geri çekildim. Annem mahcup bir tavırla elbisesini tek­rar üzerine geçirdi. Adam geri çekildi. Kapı açılırken Eli- za’mn elini sıktım.

“Charlie! Burada ne işin var? Burada olmamalısın! Ne yapıyorsun sen? Beni mi takip ettin? Burada olmaman gerek! Neden evde değilsin?”

Annem isterik ve saldırgandı. Bağırıp çağırıyor, elini kolunu sallıyordu. Öfkeli olma hakkını nereden bulduğunu merak ettim. Arabanın içinden gelen ekşi ter ve alkol kokusu midemi bulandırmıştı. Annemin göğsü hızla kalkıp iniyordu. Paniğe kapılmıştı, üzgündü ve sarhoştu. Aptalca öfkesiyle bana sorular yağdırmaya devam ediyordu.

Duvarlar çöküyor olabilirdi ama ben sakindim. Gerçek­ten. Hatta annem kapıyı kapatıp kollarımı yakaladığında \e beni Eliza Wishart’tan uzaklaştırmaya çalıştığında bile. Pa­muklu elbisesini ters giymiş olduğunu ve makyajı bütün yü­züne bulaşmışken ne kadar yaşlı ve çirkin göründüğünü fark ettim.

Beni arabaya doğru çekmeye başladığında hâlâ bağırı­yordu.

“Hemen eve geliyorsun! Burada olmaman gerek!

Haydi! Arabaya bin!”Ellerimi kendimi bile şaşırtan bir kolaylıkla ellerinden

kurtardım. Omuzlarını dikti. Bir adım gerilerken, aranıı/dala dengenin değiştiğini hissettim. Başımı çevirdim. (, ok utanı-

371

Page 371: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

yordum. Sadece sarhoş ve yalınayak olduğu, sadece baham evde otururken onu yaşlı bir şişkoyla oynaşırken yakaladığım için değil, bütiin bunlar olurken Eliza Wishart yanımda ol­duğu için. Hepsini görmüştü. Bu sahneye bir battaniye örtüp gizlemek istiyordum. Arabamızı suya itmek istiyordum.

“Hayır." dedim kararlı bir tavırla.“Ne dedin sen?”“Hayır dedim."“Nasıl cüret edersin! Benimle sakın böyle konuşmaya

kalkma. Charles Bucktin. Arabaya bin! Seni eve götürüyo­rum. Bu saatte burada işin yok.”

"Senin de! Bu," arabanın arka koltuğunu işaret ettim, "bu artık söylediklerini yapmak zorunda olmadığım anla­mına geliyor.”

Anneme doğru bir adım attım. Artık ondan korkmuyor­dum.

“Pardon? Evet zorundasın, genç adam! Şimdi arabaya bin. Sana tekrar söylemeyeceğim!”

“Hayır! Bu çukuru sen kazdın, sen doldur. Seninle gel­miyorum."

Afallamıştı. Bunu kazanamazdı. Artık hiçbir şeyi kaza­namazdı. Sevimsiz ve hain bir görünüşü vardı. Gri ağaçların önünde hayalet gibi bembeyazdı. Ondan nefret ediyordum. O anda ondan zehirmiş gibi nefret ediyordum ama aynı za­manda da ona acıyordum. Bir çocuk gibi görünüyordu; kork­muş, kaybolmuş ve mutsuz. Dudaklarının kenarlan aşağı kıvrılıp ağlamaya başladığında bu düşüncemi kanıtladı. Çık­

372

Page 372: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

tığı kadar hızlı bir şekilde düşmüştü.“Anlamıyorsun.” dedi hıçkırarak. “Baban beni sevmi­

yor. Asla sevmedi. Sen hiçbir şey bilmiyorsun. Hiçbir şey!” Bu konuda haklıydı. Bu dünyayla ilgili hiçbir halt anla­

mıyordum: İnsanlarla ilgili, neyi neden yaptıklarıyla ilgili. Daha fazlasını öğrendikçe, daha fazlası ortaya çıktıkça, daha da az anlıyordum. Annem başını iki yana sallayarak burnunu çekti. Elleri iki yanına düştü. Arabadaki adam kıpırdamı­yordu bile. Öylece oturuyordu. Bütün bunlar çok çirkindi.

Gitmem gerekiyordu.“Eve git,” dedim anneme, kendi gücümü hissederek.

Jasper Jones gibiydim. Tüylerim ürperdi. “Sadece eve git.” Döndüm ve Eliza'mn elini tuttum. Parmaklarımı onun­

kilere kenetleyerek sertçe sıktım. Aynı gece hem annem hem de babam bana ihanet etmişti. Annemi baştan aşağı süzerek orada bıraktığımda omuzlan sarkmıştı ve titriyordu. Bana geri dönmemi söylerken sesinde öfke yoktu. Anık hiçbir şey yoktu. Onu orada bıraktık.

Yürürken sessizdim. Uzakta arabanın çalıştığını ve hızla oradan uzaklaştığını duyduk. Annem ve sevgilisi. Acaba eve dönüp bunu babama itiraf edecek miydi? Muhtemelen hayır.

Eliza’mn elini çok sıkmış olmalıydım, çünkü biraz kıv­randı.

“İyi misin, Charlie?”İç çekerek boştaki elimle başımı kaşıdım.“Doğrusunu istersen bilmiyorum. Sanırım. Belki. Sanı-

rım bütün bunlar herhangi bir şey hıssedenıeycceğiın kadar

Çtlgınca.”

Page 373: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Başı> la onayladı.“Sanırını nc dernek İstediğini biliyorum. Bu gerçek­

len... tuhaftı. Annen. Sadece... böyle olacağını asla... Üz­günüm. Charlie/* dedi Eliza sakince.

Ve beni yatıştırdı. Tek bir özürle her şeyi düzellebilirıniş gibiydi; kendisi hatadan çok uzaklarda olsa bile.

Çakılları tekmeledim.LionelTn arsasına ulaştık. Çok farklı görünüyordu.

Daha önce tehdit ve tehlike çağrıştırırken, şimdi bakımsız ve köhne bir yerden ibaretti. Acaba bizi izliyor muydu?

Jasper ve ben o evden girdiğimiz kadar hızlı çıkmıştık. Jasper. Lioııel'dan o gece gördüğü her şeyi öğrendikten sonra, dayandığı duvardan ayrılmıştı. Artık yetmişti. Altçe- nesini iki yana kaydırmış, piyanonun üzerindeki fotoğraflara son bir bakış atmış ve sonra da evden çıkmıştı. Ben de pe­şinden. İkimiz de veda etmemiş, ikimiz de arkamıza bakma­mıştık. Jack Lionel'ı o hüzünlü küçük müzesinde tek başına bıraktığımız için kendimi kötü hissediyordum.

Açıklığa doğru gittiğimizi biliyordum o kadarından emindim. Ne beklemem gerektiğini bilmiyordum. EIizaTıın ne söyleyeceğini, bu karanlık kargaşaya nasıl bir ışık tutaca­ğını bilmiyordum.

Çalılar onıı yavaşlatmadı. Aynı dar kanguru patikaların­dan ilerledik. Aynı yerleri görüyordum. Bacaklarım çalılarla ve alçak dallarla çiziliyordu. Eliza’nın yolu benden daha iyi bildiğini umuyordum. Gevşek bir şekilde el ele tutuşarak onun arkasından gidiyordum. Kokusu burnuma geliyordu.

1 . ' H I M

374

Page 374: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı nııı Unutulan Çocukları

Nefes aldıkça başım dönüyordu. O kokuyu sonsuza dek iz­leyebilirdim.

Etrafımdaki böcek sesleri beni ürpertiyordu. Burada ol­mak istemiyordum. Sanki böcekler vücuduma yerleşmiş, yu­karı aşağı gidip geliyor gibiydi. Derimin altına süzülüyorlardı ve onları silkeleyemiyordum.

Eliza Wishart beni ablasının öldürüldüğü yere götürü­yordu. Tuğlam iyice çökmüştü. Bu gece daha ne kadarını kal­dırabileceğimden emin değildim.

İşte.İşte burasıydı. O muazzam okaliptüs ağacının gövdesi

karşımızda bir anıt gibi yükseliyor, beni yörüngesine çeki­yordu. Duraksadık. Eliza’nın sırtı, Jasper’m açıklığıyla bir­leşen çalılara dönüktü. Başımı biraz eğerek onu dikkatle izledim. İnce kollarını iki yana açarak çalılara dokundu. Ol­duğum yere yıkılabilirdim; her zamankinden daha ağır bir şekilde.

“Buraya daha önce geldin,” dedi açıkça. Bu bir suçlama değildi. Basit bir ifadeydi.

Başımla onayladım ama gözlerine bakamıyordum.Eliza Wishart çalıların arasından geçerek bir hayalet gibi

gözden kayboldu. Yavaşça peşinden gittim.Burada yürümek her zaman tuhaftı. Hava farklıydı. Her

Şey son derece sakin ve zamandan bağımsız gibiydi.Ama bu gece burada Fliza'yla birlikte olmak en tuha­

fıydı. Buraya J a s p e r olmadan gelmek. Sanki izinsiz giriyor- muşum gibi. Çok sıcak, sessı/ ve ürkütücüydü. Jasper

.ıM

Page 375: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

\okken daha hoştu. Birinin bi/.i izlediğini hissediyordum.Çimenlerin üzerinden Eliza'yı izleyerek su kıyısına yak­

laştım. Ağacın altına oturduk. Hafitçe titriyordum. Tam te­pemde Laura’ııın asılı olduğu dal vardı. Bu dünyadan dışarı düştüğü delik. Eliza’nın bunu bilip bilmediğini merak edi­yordum.

Uzun süre oturduk. Nereye bakacağımı bilemiyordum. Su. Eliza, koruluk. Her yerde yalanlar vardı.

Sonunda Eliza bacaklarını göğsüne çekip çenesini diz­lerine dayadı. Bana baktı.

“Birbirimize anlatmamız gereken şeyler var,” dedi.Başımla onayladım.“Sen başlamak ister misin?” diye sordu.“Hayır. Eğer senin için de uygunsa sen başla.”Eliza kıpırdamadan başıyla onayladı. Sonra eteğinin ce­

binden bir şey çıkardı. Katlanmış bir kâğıt parçasıydı. Par­maklarının arasında evirip çevirdi.

“Nedir o?” diye sordum.“Bir mektup.”“Kime?”“Jasper Jones’a.”Kaşlarımı çattım.“Senden mi?”“Hayır.”Yine sessizlik çöktü. Eliza yavaşça kâğıdı açtı, sonra

tekrar katladı.“Laura’dan,” dedi.

376

Page 376: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Ona vermeni mi isledi?”Eliza başını iki yana sallayarak uzaklara baktı.“Sen mi buldun?”Baraja bakmaya devam ederek omuz silkti. Yine sessiz­

leştik. Sonra çekingen bir tavırla sordum. “Ne diyor?”Cevap vermedi. Duyduğunu bile sanmıyordum. Bunun

yerine yüzü gerildi. Başını yana yatırdı, bana döndü ve yine o tuhaf aksanla konuştu.

“Kötü Kızıllara yakalandığın günleri bilir misin?”“Neye?”Eliza bana yanlış anlamışım gibi hafif bir kırgınlıkla

baktı.“Moral bozukluğu gibi,” dedi sakince.“Oh,” dedim. “Yani moralsiz olduğun zamanlan kaste­

diyorsun.”Hafifçe kıpırdandı.“Hayır, şişmanladığın ya da çok fazla yağmur yağdığı

için moralin bozulur ve hüzünlenirsin. Ama Kötü Kızıllar korkunçtur. Aniden korkarsın ve neden korktuğunu bile bil­mezsin. Hiç böyle hissettin mi?”

“Aslında son birkaç haftadır böyleydim. Kötü Kızıllar.” . “Ciddi misin?” diye sordu.

“Ciddiyim. Ya sen?”Eliza yine baraja baktı. Oturup böcekleri dinledik.Sonra dönüp gözlerime bakrı. Yıldızların ışığında daha

büyük görünüyordu; yüzü solgun vc gergindi. Huzursuz edici ölçüde uzun bir süre bana taktı. Bir şev ler söylemem gerekip

Page 377: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

gerekmediğini merak ediyordum. Ama sonra sessizliği ho/du.

“Ben yaptım, Charlie."“Neyi?" Filerimin titremesini bastırabilmek için kolla­

rımı tutmak /.orunda kaldım.“Onu ben öldürdüm. Benim halamdı. Laura'yı ben öl­

dürdüm.'"

Eliza'nm bana söylediği buydu.Olan buydu.Hemen kurtulmak zorundaydım. Hemen musluğu aç­

malı, dışarı fışkırtmalıydım; çünkü çok ağırdı, çok fazlaydı ve çok zordu. Daha fazla tutamazdım, çünkü yakıyordu. An­lıyor musunuz? Bilmek. En kötüsü daima bilmektir. Keşke mecbur olmasaydım. Dinginliğin geri dönmesini istiyordum. Ama olmuyordu. Geri dönmüyordu. Eh, işte olan bu. Eli- za’nın Jasper Jones'tan haberi vardı. Ablasıyla birlikte oldu­ğunu biliyordu. Birbirlerine âşık olduklarını biliyordu. Geceleri birlikte bir yere gittiklerini biliyordu. Laura’ıunki- nin bitişiğinde olan kendi penceresinden Jasper'ııı gelişini görebiliyordu. İlk gelmeye başladığında temkinli davran­mıştı. Gölgelere gizleniyor, bekliyor ve yavaş hareket edi­yordu. Sonlara doğru daha cesur olmuştu. Öylece geliveriyor, pencerey i tıklatıyordu. Ve Eliza. Laura'nın pencereden çıkıp onunla birlikte gittiğini görebiliyordu Bütün yıl boyunca. halta en soğuk gecelerde bile bu olmuştu. Donmuş çinıenle-

m

Page 378: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı ’mn Unutulun e »<ı»""*

rin üzerinden yürümüş, Eliza'vı düşünceler ve merak içinde geride bırakmışlardı. Havalar ısınırken, giderek daha sık ol­maya başlamıştı. Yakın zamandaysa neredeyse her gece olu­yordu. Eliza nereye gittiklerini merak etmişti. Nehre, belki de o eski köprünün altına gittiklerini tahmin ediyordu. Merak ediyor ve kıskanıyordu. Onları izlemek istiyor, ama yapma­ması gerektiğini biliyordu. Onun gözünde her şey son derece romantikti. Bir kitapta okuyormuş gibi. Bir peri masalı. Hep gecenin geç bir saatinde gidiyorlardı ve Laura daima şafaktan hemen önce dönüyordu. Valinin kızıyla kasaba serserisi: bütün kızların gizliden gizliye birlikte olmak istediği tehlikeli çocuk. Bazen Laura ve Jasper ayrılmadan önce birbirlerine sımsıkı sarılıyorlardı. Sonra Jasper göz kırparak uzaklaşı­yordu. Birbirlerine çok uygun görünüyorlardı. Ama sonra, kasım sonlarına doğru, yaz sıcakları başlarken Jasper ortadan

kaybolmuştu. Eliza artık ilişkilerini bitirip bitirmediklerini merak etmişti. Bir yandan Laura’nm artık onun sahip olama­yacağı bir şeye sahip olmamasından dolayı gizliden gı/liye sevinirken, bir yandan da böyle bir şeyi üzücü bulmuştu.

Dinleşöyleoldu. Bir gayzer gibi. Yanlan bir baraj gibi. Artık

tutamıyordum . Çünkü Eliza bilmiyordu, asla bılemc/di...

vali olan babasının da Laura’nın odasını ziyaret ettiğini asla

bilemezdi. Ama kibarca kapıyı vurmuyordu. Sarhoş bir şe­

kilde içeri giriyordu, iler zaman sarhoşken. Mer zaman giz­

lice. Kilit filan yoktu. Hepsi mektupta yazılıydı. Jas|ier Joues

penceresine gelmeden uzun zaman öner, <-»env kızlığa geç. tiğinden beri. Daha L l i / a ’ n ı n vaşüidaykvn h.ışt.ııuışn. | >lc

i *

Page 379: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

şövlcoldu. Bir şişenin mantarı gibi. Freni tutmayan bir tren gibi. O gece ben okurken bir şeyler oluyordu. Toplanıyor, bi­rikiyor. biçimleniyordu. Bir şeyler dönüyordu. VVishartTarın evinde günler boyunca işler tuhaftı. Her şey gergin ve asa­biydi. Bir hastalık çökmüştü. Bela kokulan yayılıyordu. Eliza moraller bozuk olduğunda her zaman yaptığı gibi uzak kalmaya çalışmıştı. Annesi her zamanki gibi, hiçbir şeyin far­kında değildi, sakindi. Babası daha öfkeli, daha gürültücüydü v e tahammülsüzdü. Artık sürekli üzerinden tütün ve alkol ko­kusu yayılıyordu. Ve bu yıl onlardan çok fazla uzaklaşmış, artık bir şey yememeye başlamış, kardeşiyle sohbet etmeyi ve gülüşmeyi kesmiş olan Laura, her zamankinden daha ses­siz, daha içine kapanıktı. Sanki orada değilmiş gibi. Perili evde bir hayalet. Ancak yapacak işleri olduğu zaman odasın­dan çıkıyordu. Eliza, onun Jasper Jones Ta ilgili üzgün oldu­ğunu düşünmüştü ama soramıyordu. İştebunlaroldu. O gece büyük bir kavga kopmuştu. Mutfakta Eliza’mn duymasına izin verilmeyen şeyler söylenmişti. Eliza odasına gönderil­mişti. Dinlemek istemiyordu zaten. Kucağında kedisiyle ya­tağında kitap okuyordu. Ella Fitzgerald dinliyor ve şarkılara eşlik ediyordu. Dünyadan uzaklaşmak için kendine küçük bir yer kurmaya çalışmış ve orada kalmıştı. Ama yeterince sağ­lam değildi. Fazla kırılgandı. Çünkü o gece daha sonra Lau- ra 'n ın odasından gürültüler gelmişti ve işte o zaman Eliza korkmuştu. Başını duvara dayayarak sesleri dinlemiş ama söylenenleri anlayamamıştı. Laura’nın babasıyla birlikte tirada olduğunu biliyordu. Tartışma yine alevlenmişti. Birileri

Page 380: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

hareket ediyor, eski tahtalar gıcırdıyordu. İki insan boğucu yormuş gibi. Sonra Laura bağırmaya, çığlık atmaya başla­mıştı ama kısa süre sonra Eliza’nın midesini bulandıran boğuk seslere dönüşmüştü, öuaslaolmadı. Bir çatırtı ve inilti duyuldu. Bir şey yerde sürüklendi. Başka bir şey ortak du­varlarına çarptı ve yere devrildi. Sonra kapı sertçe kapandı. Bir silah sesi gibi sert ve güçlü. Eliza irkilmişti. Ev sallan­mıştı. Tavandaki lambanın etrafından sıvalar dökülmüş, van­tilatörün pervaneleri onları etrafa savurmuştu. Konfeti gibi. Kar taneleri gibi. Ayak sesleri. Ardından derin bir sessizlik gelmişti. Odasından çıkmasına izin olup olmadığını merak etmişti ama zaten çıkmak istemiyordu. Korkuyordu. Annesi neredeydi? Bütün bunlar olurken o neredeydi? Arabalarının çalıştığını duymuştu ve perdeyi araladığında babasının teh­likeli bir şekilde araba yolundan caddeye fırladığını gör­müştü. Aralarındaki duvardan Laura'mn ağladığını duymuş­tu. Ama hâlâ küçük köpüğünden dışarı çıkmıyordu. Orada güvendeydi. Huzursuz ve şaşkın olmasına rağmen kıpırda­mıyordu. Laura’nın öfkeli bir şekilde kendisini uzaklaştıra­cağını düşünüyordu. Ve ev bir süre çok sessiz kalmıştı. Komşuların ışıkları söndükten, insanlar yataklarına girdikten sonra, Eliza yine Laura'nm penceresinden tanıdık sesler duy­muştu. Yukarı, yukarı, dur. Yataktan kalkıp yüzünü pencere camına yaslamıştı. Laura gidiyordu ama Jasper ortalıkta yoktu. Laura'nm üzerinde geceliği vardı *e acele ediyordu. Yalnızdı. Ayaklan çıplaktı, dolayısıyla uzağa gidiyor ola­mazdı. Belki de sadece caddenin ucuna kadar 't ine de hır

ÎSİ

Page 381: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

terslik vardı. Belki sadece uykusunda yürüyordu. Gözlerinin ardındaki bir şeyi izleyerek. Eliza endişelenmişti. O endi­şeyle pencereden çıkmış ve ablasını güvenli bir mesafeden izlemeye başlamıştı. Yasak ve heyecan verici bir şey yapı­yordu. Bu kadar geç saatte hiç tek başına dışarı çıkmamıştı. Kalbi deli gibi atıyordu. Her şey farklıydı. Ağaçlar karanlık siluetler gibi görünüyordu. Her şey tehditkâr ve ürkütücüydü. Laura’nın bir yerde JasperMa buluşacağını tahmin ediyordu. Peki odasında neler olmuştu? Bütün o gürültüler neydi? Neden çığlık atmıştı? Neden kavga etmişlerdi? Babası Laura’ya vurmuş muydu? Eliza’nın duvardan duyduğu şey o muydu? Neden bu kadar çabuk ve öfkeli bir şekilde dışarı çıkmıştı? Son zamanlarda işler çok kötüydü. Hiçbirine aldır- mamaya çalışmıştı ama hepsi kabarıp onu ele geçirmiş, so­nunda da başına yıkılmıştı. Artık bilmek zorundaydı. Eğer bu kaçamak da bir şey açıklamazsa, ertesi gün ablasıyla yüz yüze konuşacaktı. Sonunda her şeyi öğrenecekti. İşteolan- buydu. Eliza yetişmek için koşturuyor, hâlâ evden dışarı çık­tığı bu ilk gecenin heyecanını yaşıyordu. Laura öne eğilmiş, kollarını göğsünde kavuşturmuş halde hızlı hareket ediyordu. Sonsuzluk gibi gelen bir süre boyunca yürümüşlerdi. Laura bir kez bile arkasına bakmamıştı. Bütün kasabayı geçmiş­lerdi. İstasyonu, Corrigan Nehri köprüsünü ve piknik alan­larını geçmişlerdi. Corrigan’tn başlangıcı olan tarım alanlarını. Del i Jack Lionel’ın ışıkları hâlâ yanan köhne ku­lübesini. Eliza nerede olduğunu anlayınca ürpermişti. Geri dönmeyi ciddi şekilde düşünmüştü. Ama artık kararını vcr-

382

Page 382: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

nıişti. Koruluğa ulaşıp içine daldıklarında daha da kararlıydı. Laura’yı kaybetmekten çok korkuyordu. Birkaç kez gözden kaybetmişti ve Eli/a durup başını eğerek dikkatle dinlemek zorunda kalmıştı. Sinirlenmeye başlamış, kafası karışmıştı. Dallar ve çalılar vücudunu çiziyordu. Artık kalkıştığı işe piş­man olmuştu. Nereye gidiyorlardı? Laura’nın bütün yıl bo­yunca gittiği yer burası mıydı? Jasper Jones neredeydi? Bu yolculuğun sonunda mıydı? Eliza hiçbir şey bilmiyordu. Bir çocuk gibi kendini küçük ve savunmasız hissediyordu. Laura devasa okaliptüs ağacının dibinde durduğunda ve çalıların arasında gözden kaybolduğunda Eliza aniden ürpermişti. Geri dönmek istemişti. Ama Eliza çalıların arasından geçerek saklanmıştı. Çalıları aralayarak tuhaf açıklığa bakmıştı. Çö- meldiği yerden Laura’yı dikkatle izlemişti. Bütün bu zaman boyunca geldikleri yer burası olmalıydı. Mükemmel görü­nüyordu. Çok güzel ve sakindi. Doğaüstüydü. Dünya üze­rinde zamandan bağımsız küçük bir köpük. Gizli bir bahçe. Ablası küçük barajın üzerinde yükselen okaliptüs ağacına doğru yürümüştü ve dibine bakıyordu. Tekrar ortaya çıktı­ğında kısık gözlerle açıklığı incelemişti. Eliza gölgelerin ara­sına gizlenerek nefesini tutmuştu. Ama Laura dönmüş, su kıyısında dizlerinin üzerine çökmüştü. Eli/a onun yanına git­mek isliyordu ama bunu yaparsa başının derde gireceğini hi ■ liyordu. Yine de saııki Laura onu bekliyormuş gibiydi. Muhtemelen Jasper’ı bekliyordu. Dolayısıyla ağaçların ara­sından çıkıp kendini gösterirse. I.atıra’yı sadece hayal kırık­lığına u ğ r a t m ı ş olurdu bıeolan buydu. Lama ayağa kalkmı*

î im

Page 383: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

\c ağacın alımda hir aşağı bir yukarı yürümeye başlamıştı. Gergin görünüyordu. Saçlarını çekiştiriyordu. Birkaç kez ağacın kovuğunu incelemişti. Sonunda elinde bir şeyle çıkıp oturmuştu. Ağlıyordu. Su kıyısında kamını tutarak ileri geri sallanıyordu. Eliza izlemekte zorlanıyordu. Oraya koşup ab­lasına sarılmak istiyordu. Kendisi de bütün bunları izlerken sessizce ağlıyordu. Yumruğunu ısırıyordu. Başını çeviri­yordu. Neler olduğunu bilmeyi çok istiyordu ama kendi ka­rarsızlığıyla sıkışıp kalmıştı. Bunun dışında kalıp olanları bir filmmiş gibi izlemek çok zordu. İşteolanbuydu. Laura eğilip kucağındaki bir şeyi incelemişti. Sanki bir şeyler yazıyor gi­biydi. Sonra ayağa kalkarak kollarını göğsünde kavuşturmuş ve başını eğmişti. Eliza ablasmın omuzlarının sarsıldığını gö­rüyordu. Sonra okaliptüse doğru yürümüştü. Eliza’yı şaşırtan bir güç ve çeviklikle ağaca tırmanmıştı. Çıplak ayakları ağa­cın kabuklarını sökmüştü. Geceliği üzerinden sarkıyordu. Bazen duraksıyordu ama kolayca tırmanmaya devam edi­yordu. Hiç tehlikeli görünmüyordu. Eliza gerçekten etkilen­mişti. Başka zaman olsa ona bağınr, hemen aşağı inmesini söylerdi. Ama Laura suyun üzerine uzanan kalın bir dalın üzerine oturmuştu. Eliza onun atlayacağını sanmıştı. Tehli­keli görünüyordu. Huzursuzdu. Ama Laura orada çok rahat görünüyordu. Bacaklarını sallamış, elleriyle dala tutunmuştu. Uzun bir süre dalın üzerinde oturmuştu. Eliza’nın zihninden bir sürü düşünce geçiyordu. Pozisyonunu değiştirerek daha rahat etmişti. Bağdaş kurup çenesini avucuna dayamıştı. Bekliyordu. Belki de Jasper yoldaydı. Belki Laura sadece

384

Page 384: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

oturacak sakin bir yer istemişti. Bu mantıklıydı. Sonuçta kor­kunç bir şey yaşamıştı. Belki de sadece huzurlu ve güzel bir yere ihtiyacı vardı. Kendi kalesine. Şatosuna. İşteolanbuydu. Ve her şey çok hızlı olmuştu. Fazla hızlı. Eliza’nm düşünecek veya tepki verecek zamanı olmamıştı. Zihni başka yerlere sürüklenmişti. Hatta biraz sersemlemişti. Dala bağlanmış ipi fark etmemişti. Sadece dalın doğal biçimini ve kabuğun üze­rindeki tuhaf çıkıntıyı görmüştü. Endişelenmemişti. Dehşete kapılmamıştı. Çabucak. Çabucak. Gecelik ağaçtan düşerken Eliza hâlâ her şeyi dışarıdan izliyordu. İşteolanbuydu. Sırtı kardeşine ve kasabaya dönük olan Laura, babasının kravatını sıkar gibi boynundaki bir şeyi sıkmıştı. Sonra da geri sallanıp aşağı uçuvermişti. Eliza onun yere çarpmadığım görünce ir­kildiğini hatırlıyordu. Aniden dalla yer arasında asılı kalmış, sarsılmış, seğirmiş ve sonunda hareketsiz kalmıştı. Her yere sessizlik çökmüştü. Eliza ne çığlık atmış ne de kaçmıştı. Donup kalmıştı. Her şey durmuştu. Her şey yok olmuştu. Bu bir hataydı. Kesinlikle öyle olmalıydı. Gerçekten olmamıştı. Rüya görüyordu. Uyuyakalmıştı. Kâbus görmüştü. Ama hayır. Oradaydı işte. Karşısındaydı. Mücadele yoktu. Ağır bir çuval. Havada süzülüyor, yavaşça dönüyordu. Sonunda Laura, Eliza Wishart’a dönmüştü; Eliza saklandığı yerden fırlamış, ablasını çekiştirmeye çalışmış ama sonunda bunun bir işe yaramayacağını anlamıştı. Ablası gitmişti. Bir mum gibi sönmüştü. Laura az önce gökyüzünden düşmüş, yok ol­muştu. Görünmeyen dev bir şey tarafından yutulmuşnı. Fliza paniğe kapılmıştı. Ayaklarının dibinde bir şey vardı. Kailan-

.tKŞ

Page 385: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

mış bir kâğıt parçası. Onu alıp cebine atmıştı. Ne yapacağını bilmiyordu. Kolları ve bacakları ona ait değilmiş gibi titri- \ordu. Hıçkırıklara boğulmak, çığlık atmak üzereydi ama bi­rinin \aklaştığını duymuştu. Korkuyla inlemişti. Hemen gizlendiği yere geri dönmüştü. Tam zamanında. Dişlerinin tıkırtısını durdurmak için çenesini bastırması gerekmişti. Ha­yatı boyunca hiç bu kadar korktuğunu hatırlamıyordu. Bütün bunlar korkunç bir hataydı. Kendine sarılmış, tırnaklarını vü­cuduna gömmüş ve beklemişti. Zorlukla nefes alabiliyordu. Olduğu yere yığılmak üzereydi. O sırada Jasper Jones ortaya çıkmış, çalıların arasından açıklığa girmişti. Saçlarında bir­kaç sarı yaprak vardı. Durmuştu. Eliza onu izlerken olanları anladığı anı açıkça görmüştü. Acı çeken yaralı bir hayvan gibi homurdanmıştı. Sonra Laura’ya koşmuş, onu kaldır­maya, ağırlığını taşımaya, nefes almasını sağlamaya çalış­mıştı. Ama Laura artık orada değildi. Jasper Jones ne kadar çabalarsa çabalasın, ne kadar bağırırsa bağırsın, Eliza’nın tüylerini ürperten bir sesle ne kadar haykırırsa haykırsın. Eliza dakikada bir milyon kez nefes alıp vererek olanları iz­lemişti. Sapkın bir akrobasi dansı gibiydi. Korkunç bir gotik sirk gösterisi. Ürpermişti. Jasper aniden yerinden fırlayıp ko­şarak uzaklaşmasa. Eliza olduğu yerde korkunç bir çığlık ata­bilirdi. Eliza yine yalnız kalmıştı. Saklandığı yerden çıkmıştı. Başka seçeneği yoktu. Takip etmek zorundaydı. Başka türlü geri dönemezdi. Nerede olduğunu bile bilmiyordu. Ama ab­lasını bırakmak da istemiyordu. Eliza Wishart, Laura’ya son kez bakıp çabucak çalılara dalmıştı. Ama Jasper fazla hızlı

386

Page 386: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

hareket ediyordu. Yolu çok iyi biliyordu. Çalıların arasından ilerleyerek gözden kaybolmuştu. Eliza neredeyse hemen kay­bolmuştu. Yorgun ve yalnız bir halde sendeleyerek yürümeye devam etmişti. En işlek gibi görünen patikaları izlemişti. Ama gördüğü şeylerden dolayı fark etmezdi. Azönceolanlar. Korulukta giderek derinlere ilerliyor gibiydi. Eliza nehre ulaştığında, tanıdık bir alanı bulduğunda kendini daha fazla tutamamıştı. Olduğu yerde dizlerinin üzerine çökmüş ve suya kusana kadar ağlamıştı. Su onun gırtlağından dökülenleri kurdele şeritleri gibi güneye taşımıştı. Ağlıyordu, çünkü korkmuştu. Acı için henüz çok erkendi. Çok yakındı. İçinde bir şey patlamış, her şeyi hiçliğe dönüştüren bir kara delik yaratmıştı. Suya atlamak istiyordu. Batmak, yüzmek, akın­tıyla sürüklenmek... Umurunda bile değildi. Ama iki büklüm bir halde, dizlerinin üzerinde, olduğu yerde kalmıştı; ta ki ağaç yapraklarının arasından günün ilk ışıklan belirene kadar. Sonra yerinden kalkmıştı. Nehri izleyerek kendisini kasabaya götürmesini ummuştu ve gerçekten de öyle ol­muştu. Eski köprüye ulaştığında, geceliği böğürtlen çalılan yüzünden yırtılmış, bacaklan kırmızı sıyrıklarla dolmuştu. Ayakları şişmişti. Ama Corrigan uyanmadan ve yanında ab­lası olmadan eve ulaşmıştı. Eliza çimenliği geçmişti. Araba­ları hâlâ ortada yoktu. Işıklar sönüktü. Kuşlar güneşe şarkı söylüyordu. Açık bıraktığı penceresinden gizlice içeri sü­zülmüştü. Kucağında kedisiyle yine yatağında okuyordu. Kendisiyle hiç ilgisi olmayan, Jasper Jones'a yazılmış bir mektubu okuyordu. Hızlı yazılmıştı ve pek okunaklı değildi.

Page 387: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Mu onu daha da ü/ınüştü, çünkü l auıa'mıı çok gü/cl hır cl v j . - i s i vardı Hu mektup onu yıkmıştı, Tüketmişti. Hayalı ho- >unea okuduğu en hü/imlü, en ölkeli kelimelerdi. İşteolan- huvdu. I uura ve Jasper birlikte kasabadan gitmeyi planla­nırlardı. Şehre kaçacaklardı. Yeni bir hayata başlayacaklardı. Ye kimseye söylemeyeceklerdi. Asla geri dönmeyeceklerdi. Her şeve rağmen, h li/a ihanete uğradığını hissetmekten ken­dini alamıyordu. Bu hakkında hiçbir şey bilmediği gizli hayat. İçine girmesine izin verilmeyen bu köpük; bu diğer dünya. Ama sonra Jasper Jones ortadan kaybolmuştu. Laura şaşkın ve üzgündü: Jasper’m onu terk ettiğini düşünüyordu. Ben Jasper'ın o iki hafta boyunca meyve bahçelerinde çalış­tığını bilirken. Laura en kötüsünü düşünmüştü; Jasper’tn onu terk edip şehre tek başına gittiğini. Aslında Laura’yı hiç sev­mediğini. Sözünü tutmadığını. Bütün bunlar, açıklıkta hiçbir taze iz bulamadığı için doğrulanmış gibiydi. Ateş yaktıkları yer iyileşmişti. Ağaç kovuğunda uyudukları yer bozulma­mıştı. Laura o gece onu görmek için beklemişti. Jasper gel­miş olsaydı ona her şeyi anlatacaktı. Ona şafaktan önce gitmeleri için yalvaracaktı, çünkü başı dertteydi. Gitmek zo­rundaydı. Hemen. Acilen. Jasper’a ihtiyacı vardı, çünkü o kasabadaki en güçlü kişiydi. Çünkü tek başına gidemezdi. Çünkü birlikte gitmeleri gerekiyordu. Çünkü kamında büyü­yen iğrenç bir şey vardı. Çok yanlış bir şey. İçine süt gibi bir zehir yayılmıştı ve şimdi başı dertteydi. İçi çürüyordu. Has­talıktan daha kötü bir şey. Ve gitmek /orundaydı. Başka ne yapabileceğini bilmiyordu. Korkuyordu. Utanıyordu. Çünkü

3X8

Page 388: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

sonunda çıkıp söylemiş, parmağıyla işaret etmişti ama çok, çok geçti. Hu gece kendini savunmuştu. Mektupta anlatı­yordu. Utancını yutarak, bütün bu süre boyunca çatılarının altında olanları ve nasıl bir belanın içinde olduğunu annesine anlatmıştı. Yakalanıp uyarı aldıktan sonra bile neden hâlâ Jasper Jones'la birlikte geceleri dışarı çıktığını açıklamıştı. Ona bu evde kalmaya neden daha fazla dayanamadığını söy­lemişti. Geceleri neler olduğunu anlatmıştı. Odasında olan bütün kötülükleri. Neden bulduğu her fırsatta daha güvenli bir yere gittiğini. Annesiyse ona inanmamıştı. Tek kelimesine bile. Orada durup Laura’yı yalancılıkla suçlamıştı. Kendi kı­zını. Ya babası? Masada sakince ve sessizce oturmuştu. Ka­saba valisi. Daha sonra Laura'nın odasına daldığında tıslayıp hırlayarak kızını tehdit etmişti. Üzgün bile değildi. Yüre­ğinde hiç sevgi yoktu. Laura babasının suratına tükürmüş, bağırmış, kalan bütün cesaretiyle incecik kollarını ona savur- muştu. Babası elini kaldırıp Laura’nın yüzüne sert bir tokat indirmişti ki bu daha önce hiç yapmadığı bir şeydi. Laura*yı yere devirmiş ve çenesini kapamasını söylemişti. Sonra be­lanın olduğu yere, tam kamına iki kere daha vurmuştu. Laura soluklanıp toparlanmaya çalışırken, babası onun çenesini tutup sıkmış ve iğrenç kokulu nefesini yüzüne üfleyerek tek kelime daha etmeîııesi konusunda uyarmıştı. Kimseye. Git­mek için dönmüştü. Laura son bir meydan okuma hareketi olarak cam kâğıt ağırlığını babasının sırtına fırlatmış ve ıs­kalamıştı. Kâğıt ağırlığı dmara çarparak paramparça o l­muştu. Babası kapıyı çarpıp çıkmıştı. İşteolanbuydu. Laura

3X9

Page 389: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

naat etmiş. tok kolime bile konnşmamıştı. Artık cesaretini kavbotnııştı. Vazgeçmişti. Ama yazmıştı. Hem do bir siirü şey. Hepsini JasperJones'a anlatmıştı. Kendini terk edilmiş, kırgın. öfkeli ve mahvolmuş hissediyordu. Tıpkı kendi canı­nın yandığı gibi oıum da canım yakmak istiyordu. Artık onu bu dünyaya bağlayan hiçbir şey kalmamıştı. Ve tekneden at­layan bir dalgıç gibi, yumruğuna sıkıştırdığı kâğıtla daldan aşağı kayıvermişti. Bir taşla iki kuş vurmuştu. Odasından çıktığında, bunun o ya da bu şekilde son kez olduğunu bili­yordu. İşteolanbuydu. Her şey bitmişti. Bitmişti.

Eliza yüzünü bile buruşturmadan o tuhaf aksanıyla mek­tubu bana okudu. Hikâye onun değilmiş ve kelimeler hiçbir anlam taşımıvormuş gibi. Hiç umursamadığı, hiç karşılaş­madığı hayali karakterlerle ilgiliymiş gibi. Az önce uyandığı bir rüyayı anlatır gibi. Eksik parçalar yerine oturmuştu. Eliza Wishart bütün bu kargaşayı tek bir hamlede temizlemişti ama geride huzur veya mutluluk yoktu. Sadece bilmenin hüznü vardı.

Korkunçtu. Trajik ve hayret verici. Ama Jack Lionei’ı veya karanlık başka birini suçlamaktan çok daha mantıklıydı. Gerçek olduğu belliydi. Laura gerçekten buraya gelmiş, şu ağaca tırmanmış olabilirdi. Yüzündeki o izler, kalbindeki korku ve kamındaki zehir babasının eseri olabilirdi. Umut­suzluk ve çaresizlik yüzünden, üzerinde geceliği ve çıplak ayaklarıyla evden çıkmıştı. Diğer her şey ona karşıydı.

3<w»

Page 390: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Babası başlatmış, Laura bitirmişti ve Eliza her şeyi gör­düğü için suçluyu açıklıyordu. Onun için çok üzülüyordum. Biitün bu süre boyunca her şeyi gizlemenin onun için nasıl bir şey olduğunu hayal bile edemiyordum.

Laura Wishart, Deli Jack Lionel tarafından kaçırılma- mıştı. Ama görünüşe bakılırsa çok daha kötü ve dehşet verici bir şeyin kurbanı olmuştu. Aynı şey, başlangıçta Lionel'ın peşine düşmemize neden olmuştu. Aynı şey iştahımı kesmiş, beni uykusuz bırakmış, yusufçuklardan korkmama neden ol­muştu. Bu kasabayı kendi içine kapanmakta bu kadar acele ettiren ve parmağıyla işaret ederek, kapıların kapanmasını ve çocukların içeride kalmasını isteyen şey. Artık daha fazla da­yanamamıştı. Onu koruyacak kimsesi yoktu.

Oturduğum yerde başımı kaldırarak Laura'nın oturduğu dala baktım. Aniden, o mektubu aldığı için Eliza'ya karşı öfke duydum. O gece mektup Jasper’a ulaşmış olsa, her şey çok farklı olabilirdi. Ben bütün bunlara bulaşmamış olabilir­dim. Odamın güvenliğinde kalabilirdim. Bir süre daha oku­yabilirdim. Sonra her zaman yaptığım gibi uyurdum. Nor­malde olduğu gibi uyanırdım. O kadar. Çok daha hafif. Jas­per Jones’la hiç tanışmaz, hikâyesini pay laşmaz, kamımdaki bu ağır tuğlayı taşımazdım. Gizem, melankoli, dehşet, sadece bildiğim kelimeler olarak kalırdı; tıpkı bavulumda kapalı duran diğer mücevherler gibi. Laura VYisharf la hiçbir ilgim olmazdı. Vücuduna bir taş bağlayıp o taşın ağırlığını yutmak zorunda kalmazdım. Saklamam gereken böyle bir sırrım ol­mazdı. Bu suçluluk duygusunu taşımam gerekmezdi. Üzgii-

391

Page 391: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

mim üzgünüm üzgünüm. Yalnız yaşlı bir adamı cinayetle suç­lamazdık. İnsanların birbirlerine yaptığı o korkunç şeyleri asla okumazdım. Annemi suçüstü yakalamaz., ne yaptığından haberim olnıa/dı. Son kez olabileceğinden korkmadan, Eliza VVishart'ın elini özgürce tutabilirdim.

Yine de, belki de mektubun Jasper Jones’a ulaşmaması en iyisi olmuştu. Onunla ne yapardı bilmiyorum ama muh­temelen pencereme gelmezdi. Bence doğruca Laura'nm ba­basına giderdi. Oraya gittiğinde neler yapabileceğini de kimse bilemezdi. Belki de Laura'nın istediği buydu. Onun gözünde ikisi de kendisine ihanet etmişti.

Ama böyle şeyleri düşünmek boşunaydı. Ne Jasper Jo- nes'u birkaç dakika geç geldiği ne de Eliza'yı mektubu aldığı için suçlayabilirdim. Jasper o gece burada olsa, Laura bugün hâlâ hayatta olurdu. Bizimle olurdu.

Ama Jasper'in bunu öğrendiğinde nasıl bir tepki vere­ceğinden korkuyordum. Gerçekten onu durdurabileceğini Öğ­rendiğinde. Artık kendini asla bağışlamazdı. Bu yüzden gerçeği ondan gizlemek istiyordum. Gömmek, boğmak, onu başka bir şeye inandırmak.

Eliza öne eğildi.“Şimdi sıra sende. Bana her şeyi anlatacaksın, Charlie.”“Ne gibi?”“Jasper Jones’u nereden tanıdığın gibi. Nasıl onunla ar­

kadaş oldun?”

“Buraya daha önce geldiğimi nereden anladın?”“Çünkü bir gece buradan giderken, yoldan birinin gel-

392

Page 392: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

diğini duydum. İkini/diniz. Jasper’la birlikte buraya geliyor­dunuz.”

“Buraya geri mi döndün?”“Evet.”“Burayı tekrar nasıl bulabildin?”“Sadece hatırladım işte. Unutamadım ki. Patikayı izle­

yip paniğe kapılmazsan, yeri aslında gayet kolay.”Bir an sessiz kalarak ağaca baktım.“O kelimeyi kazıyan şendin,” dedim.Arkasına bakarak başıyla onayladı.“Ağacın kovuğundaki bir kilise anahtarını kullandım.

Buraya Laura’yı görmek için dönmüştüm. Bütün aramalar ve devriyeler biraz azaldıktan ve annem her yarım saatte bir odamı kontrol etmeyi bıraktıktan sonra gizlice sıvıştım. Onu tekrar görmeliydim. Ona söylemem gereken şeyler vardı. Ne beklediğimi bilmiyorum, Charlie. fakat kaybolacağını dü­şünmemiştim.”

Bana baktığını hissettim ama gözlerine bakamadım. “Jasper ona ne yaptı?” diye sordu. “Biliyor musun?

Laura nerede?”Ayaklanma bakarak dudağımı ısırdım. Lanet olsun.

Kendimi olaydan kurtarma düşüncesi çok cazipti. Her şeyi Jasper’a bırakabilir ve onu yine günah keçisine çevirerek ka­çabilirdim. Kendimi bütün hikâyeden azat edebilirdim. El­lerimi temizlemiş olurdum. Eliza'nın bunları-bilmesi, benden nefret etmesi gerekmiyordu.

Ama yapamazdım. Kendim bilirken olmazdı. Bunlardan

3‘>3

Page 393: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

* \* ed e rk en b ir sö /û m ü tu tm adığ ım ı du b iliyordum , aımı çok

u /u n zam andır ıçıındc şişip kabarm ıştı A rtık çıkm ak /o ru n ­

daydı (, ikm aliyd i H arun işaret e ttim .

"Orada Suyun dibinde.” mı?”

t.)nu s u v a mı atmış?”Dudağımı neredeyse koparacak kadar ısırdım.‘ik im i/ yaptık. Birlikte. Ben de buradaydım. Aynı gece

benî buraya getirdi Laura'nın... Çok üzgünüm. Çok üzgü­nüm “

"O gece buraya mı geldin. Charlie? B iliyo r muydun yanı? Ve bunu sen mı yaptın?” Barajı işaret etti. Başımla onayladım.

“Jasper buradan ayrıldıktan sonra pencereme geldi. Onunla daha önce hiç konuşmamıştım. Yardımıma ihtiyacı olduğunu söyledi. İnan bana, hiçbir şeyden haberim yoktu. Sadece peşinden buraya geldim. Ve onu gördüm. Laura'yı. Senin gördüğün gibi.”

“ B iliyo r muydun? Bunca zamandır biliyor muydun?”Tekrar başımla onayladım Kendimi pislik gibi hissedi­

yordum ama en azından üzerimden bir yük kalkıyordu.“Onu orada gördüm. Korkunçtu. Hayatımda gördüğüm

en korkunç şeydi. Jasper ne yapacağını bilmiyordu. Bunu kendisinin yapmış olabileceğine bir an bile inanmadı. Başka hm olduğundan emindi: Laura’nın yüzündeki izler, giysile­

rinin haii. çıplak ayaklan ve üzerindeki çizikler yüzünden.

394

Page 394: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Oraya kadar tırmanabileceğim veya buraya tek başına g e le ­bileceğini de ranmıyordu Bilmiyorum. Şimdi çok ap ta lca

geliyor. Ama onu buraya hırının getirip bunları yaptığına ger­çekten inandık. Buran onun yen olduğu için Jasper korku­yordu. ( >nu burada bulurlarsa onun yaptığını düşüneceklerini söylüyordu. Hiçbir şey sormadan onu içen tıkarlardı. Bu yüz­den onu gizlemek /orundaydık, üianlan çözebilmek için /aman kazanmalıydık. Bu yüzden dala tırmanıp ipi kesti. Ayaklarına bir taş bağladık ve..."

Başımı iki yana salladım. Eliza sessizdi.“Lütfen benden nefret etme," dedim lusık sesle. Ellerimi

bileklerimden koparmaya çalışır gibi ovalıyordum“Neden bana bir şey söylemedin? Bu beni gerçeklen in­

citti, Charlie."Ellerimi uzattım.“Yapamadım. Çok istedim, gerçeklen. .Ama Jasper'a söz

vermiştim. Senin ne bildiğini de bilmiyordum. Sana anlatır­sam ne yapacağını bilmiyordum Bun lan bana ha İtalar önce anlatmış olsaydın ben..." Sözümü tamamlayamadım.

Yine sessizlik çöktü. Başımı eğmiş halde çimenleri ko­parıyordum. Eliza sakindi, bense çok yorgun.

“Jasper neden ablamla görüşmeyi kesmiş? Onu artık sevmiyor muymuş?"

“Hayır, öyle değil. Jasper onu hâlâ seviyordu. Hem de çok. Jasper güneye gitmiş. Şeftali toplamaya. Buradan git­tiklerinde birlikte yem bir haşata haşlamalanna yetecek kadar para kazanmaya çalışıyormuş. Bana söylediği buydu.

315

Page 395: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

O gece bütün birikimlerini alıp geri dönmüş. Doğruca size gitmiş ama Laura odasında yokmuş.”

"Soımı da buraya gelmiş. Çok geç.”Başımla onayladım.Sadece talihsizlik, Hiç adil değildi. Laura Wislıart yanlış

bir şey yapmamıştı. Bunu hak edecek hiçbir şey yapmamıştı. Ve bu dünyada onu en çok seven iki kişi, en fazla suçlananlar ve en ağır şekilde incinenlerdi; hem de asla bilemeyecekleri bir şey için. Büıiin bu durumu ve sonuçları yaratansa, kasaba halkının sempatisini kazanmıştı. Bu hiç doğru değildi.

"Ağaca o kelimeyi neden kazıdın?” diye sordum Eli­za'ya.

"Çünkü benim hatamdı, Charlie.”"Senin hatan filan değildi.”"Öyleydi. Ablamı durdurabilirdim. Bir şeyler yapmalı,

ortaya çıkıp ona inmesini söylemeliydim. Ama hiçbir şey yapmadım. Sadece oturup izledim, çünkü korkuyordum. Onu ben öldürdüm. Charlie. Kıyıda oturmuş, yardım etmek için hiçbir şey yapmadan denizde boğulan birini izlemek gibi. Yaptığım şey buydu. Benim hatamdı.”

"Senin hatan değildi.”"Öy leydi. Sen burada değildin. Bir şeyler söyleyecek,

müdahale edecek zamanım vardı ama yapmadım. Öylece oturdum. Ve sonra aniden oluverdi. Gitmişti. Öylece. Ve ben hiçbir şey yapmadım.”

"Ama ne olacağını bilmiyordun. Birinin boğulduğundan

haberin yoktu. Bilemezdin.”

396

Page 396: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Belki. Ama üzgünüm. Sadece üzgünüm. Kendimi ber­bat hissediyorum, onu özlüyorum, onunla konuşmak istiyo­rum. İçim çürümüş gibi. Artık düzgün nefes bile alamıyorum. Ve sadece... iizgiinüm." Eliza başını iki yana sallayarak bir elini göğsüne bastırdı.

“Ben de üzgünüm,” dedim. “Her şey için. Yaptığımız şey için. Bilmiyorum. Yanlış bir şey olduğunu biliyordum ama Jasper insanı böyle etkileyebiliyor. Başının derde gir­mesini istemedim. Ve girerdi. Gerçekten.”

“Sorun yok, Charlie. Anlıyorum. Sanırım. Fark etmez zaten. Laura yok artık. Öldü. Senden de nefret etmiyorum. Sadece söylemediğin için üzüldüm ama senden nefret etmi­yorum. Ama nedense, senin de gördüğünü bilmek beni biraz olsun rahatlattı. Kendimi nasıl hissettiğimi kimse senin kadar anlayamaz.”

“Sanırım öyle,” dedim.“Bana değer veriyor musun, Charlie?”“Evet,” dedim hevesle. “Hem de çok.”Gülümsedi ve gamzeleri belirginleşti. Biraz kızardım.

Yanındaki çimenlere vurarak yaklaşmamı işaret etti. Yaklaş­tım. Bacaklarımız birbirine değiyordu. Öne eğildi. Ben ar­kaya eğilerek yukarı baktım.

“Neden sen bir şey söylemedin?” diye sordum aniden. “Neden ortaya çıkmadın? Bütün bu aramalar, sokağa çıkma yasakları, gazete haberleri devam ederken? Laura’nm mek­tubu şendeydi. Nerede olduğunu ve neler olduğunu biliyor­dun. Her şeyi durdurabilirdin. Her şeyi bir günde sona erdirebilirdin.”

W7

Page 397: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

"Korkuyordum/* dedi sakince."Neden?” diye sordum.Eliza omuz silkerek biraz daha öne eğildi. Avuçlarını

baldırlarına dayadı.“Babandan mı?” diye sordum.Sessiz kaldı. Doğrulamış gibiydi.Bir sonraki sorumu düşündüm. İç çekerek kulağımı çe­

kiştirdim."O ... yani... h iç...”"Hayır. Hayır, hiç olmadı,” diye araya girdi. "Ve yap­

mayacak. Asla. Lanet olasıca pislik. Ne adi...”Aniden iirperdi ve düşüncelerinden sıyrılmak ister gibi

başını iki yana salladı.Eliza ayağa kalkarak elbisesinin üzerindeki çimenleri

temizledi. Bana dönüp elini uzattı. Elini tutunca beni çekip ayağa kaldırdı. Birbirimize çok yakın duruyorduk. Başka bi­rine dönüşmüş gibi bakıyordu.

"Vals yapmayı biliyor musun, Charlie?”O tuhaf aksan geri dönmüştü. Omzumu ve elimi tutarak

avucumu beline yerleştirdi."Hayır,” dedim ayaklarıma bakarak. "Vals yapmak ko­

nusunda hiçbir fikrim yok. Penguen gibi dans ederim ben. İki yana salınır dururum.”

Beklemediğim bir şekilde başını arkaya atarak bir kah­kaha patlattı. Düşmemesi için belini sıkıca tutmam gerekti. Gülümsemeye devam etti ve bir an için bana her şeyi unut­turdu. Elini omzumdan çekip şakacı bir tavırla burnumu çim­dikledi.

398

Page 398: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Sana ne olacağını biliyor musun? Seni hayvana! bah çesine götürüp Tibet öküzlerine atacağım!”

“Tibet öküzleri mi?”“Tibet öküzleri."“Tibet öküzlerinin o kadar tehlikeli olduğunu bilm iyor­

dum,” dedim salınmaya başladığımızda.“Ah, çok yanılıyorsun.”Kendi kendime sırıtarak çenemi başının üzerine daya­

dım. Dans ettiğimiz için memnundum. Ona sarılabilmek. ko­kusunu hissedebilmek çok güzeldi. Olmayan bir müzikte dans etmek.

Üzerimize spot ışığı vuruyormuş gibi hissediyordum ve bu parlak ışık çemberinin içinde her şey mükemmeldi. Göz­lerimi kapadığımda ışık benimle kaldı ve beni Manhat- tan’daki balo salonuma taşıdı. Sürekli beni takip ediyordu. Sunumlar bitmişti. Ödülü babam almıştı. Övgüler bana de­ğildi. Ama kızı ben kapmıştım. Dönen rulet masasında topun yazgısı olan sayıyı bulması gibi onu almış, bütün dünya dön­meye devam ederken sıkıca sarılıp tutmuştum. Bu parlak ışık çemberinde tek vücut gibi hareket ediyorduk. İnsanlar dur­muş bizi izliyordu. Etrafımızda çember oluşturmuşlardı ve adımlarımızın zarafetine hayran kalmışlardı. Övgüler ya da ödüller umurumda değildi, çünkü kızı ben kapmıştım \ e önemli olan sadece buydu.

Eliza’nın mırıldandığını fark ettiğimde büyü bo/uldu. Gözlerimi açtım ve koruluk geri döndü. Şimdi neredeyse ha­reket etmiyor, sadece ağırlığımızı kaydırıyorduk

Page 399: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

"Buradan gitmeyi hiv düşündün mü? Corrigan’dan ay- nlmay ı?” di>e mırıldandım.

Ya\aşça başıyla onaylayarak iç çekti."Sürekli. Artık burada yaşamak istemiyorum. Bu kasa­

badan nefret ediyorum.""Şey, belki birlikte gidebiliriz. Jasper giderken. Yakında.

Yani, belki biz de katılırız. Üçümüz gideriz.”Eliza durdu. Hiç kıpırdamıyor ama benden de ayrılmı­

yordu."Ciddi misin? Yapar mısın? Corrigan’dan ayrılır

mısın?""Belki," dedim. "Sen de istersen. Seninle birlikte gide­

rim."Geri çekilerek omuzlarımı tuttu. Gözlerime baktı."Bunda gerçekten ciddi misin?" diye sordu tekrar."Ciddiyim. Gerçekten.”"Ben gitmek istersem benimle geleceğine söz veriyor

musun?"Hafifçe gülümseyerek başımla onayladım.Gözlerime biraz daha baktı ve sonra yüzünü göğsüme

gömerek sımsıkı sarıldı. Uzun bir süre öyle kaldı. Ben elle­rimi nereye koymam gerektiğini bilemiyordum. Bu yüzden saçlarını okşadım. Tokasını öptüm. Sanırım ağlamaya baş­ladı. Hafifçe titriyordu. Bir kez daha ne diyeceğimi şaşırmış­tım. Ama belki de gerek yoktu. Doğru kelimeleri asla bulamıyordum. Belki de gerek yoktu. Belki de buydu. Belki ses s iz kalmam daha iyiydi. Aptalca bir şiir okumaktansa.

Page 400: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

uınrı nırı ı mutuıan c ocumun

süslü bir şeyler söylemektense. belki de sadece sırtını okşa­mak daha iyiydi. Belki dc sonunda doğru olanı yapıyordum.

Uzun süre böyle kaldık. Eliza yine düzgün nefes alıp vermeye başlamıştı. Çalıların arasındaki böceklerin seslerini dinliyordum ve korkmuyordum. Her şey değişmiş, her şey bağlandığı yerden kurtulmuştu. Ama Eliza V/ishart’ın saçla­rındaki güzel koku, vücudunun sıcaklığı dışında bir şey dü­şünmek istemiyordum. Başka kimseyi dahil etmek istemiyordum. Bulunduğumuz o kuytuda bu o kadar da zor görünmüyordu. Burası o kadar özeldi ki. Zamandan bağım­sız, sessiz, korunaklı, yaşanan dehşetlerin soğuğundan uzak.

En zoru ayrılmak gibiydi. Tekrar oraya yönelmek. Lau- ra’mn yapamadığı şey. Geri dönemeyeceği için kesinlikle ve sonsuza dek burada kalmayı seçmişti.

Eliza benden ayrıldı. Elimi tutarak beni ağaca doğru çekti. Eğilip kovuğa girdi. Daha önce oraya hiç girmemiş olmam ilginçti. Orası Jasper'a aitti. Duvarlarına raflar oymuş ve eşyalarını üzerlerine koymuştu. Yemek malzemeleri, por­selen kupalar, tabaklar, kâğıtlar, kalemler, tütün, çay ve şeker. Hatta tepemde küçük bir İspanyol gitarı asılıydı.

Eliza elimi bırakmadan emekleyerek içeri girdi. Bana ait olmayan bir yere girdiğimi hissederek onu takip ettim.

Eliza yere uzandı. Ben de aynı şeyi yaptım. Birbirimize sarıldık. Kaskatı ve gergindim ama Eliza rahat bir pozisyon alabilmişti. Bir elini göğsüme, başını omzuma koydu.

“Tek kelime daha etmeyelim.*' diye fısıldadı. “Sadece

uyuyalım.”

401

Page 401: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Kaşlarımı çattım. Uyumak yapabileceğim cn son şeydi. Ve bir açıdan, olacakları gerçekten düşünmemek için zihnim­deki dönüşü de durdurmak istemiyordum. Şimdi ne yapaca­ğımızı düşünmek istemiyordum. Laura’nm mektubu, Eliza'nın anlattıkları. Her şey Jasper Jones’u kesinlikle te­mize çıkarıyordu. Peki bütün bunlar ortaya çıktıktan sonra bana ne olacaktı? Eliza'ya ne olacaktı? Jasper sözünü tutup beni güvende tutacak mıydı? Eliza konuşacak mıydı? Konu­şursa babasına ne olacaktı?

Ya sessiz kalırsak? Ya göl, dibindeki korkunç sımnı sak­lamaya devam ederse? Onu olduğu gibi bırakıp buradan gi­dersek? Tek kelime bile etmezsek değişen bir şey olur muy­du? Bütün gizem, bir gün mutlaka doğrusu anlaşılacak bir yalanlar yığınına dönüşürdü. Kimse de bilmenin yükünü ta­şımak zorunda kalmazdı.

Babam ne yapardı? Ya da Mark Twain? Atticus Finch? Muhtemelen en başta böyle bir işin içine girmezlerdi. Ama ben onlardan biri değildim. Aptalın tekiydim. Ve çocuktum. Bütün bunları çok ama çok yanlış yapmıştım.

Bir süre dalmış olmalıyım, çünkü ayak seslerini du­yunca irkilerek uyandım. Eliza kollarımda uyuyordu. Kıpır­damadı bile. Ama üzerimize vuran bir gölgeyle donup kaldım.

“Jasper?” diye fısıldadım.“Charlie? Onun burada ne işi var? Ne yaptın sen? Ne

anlattın?”Eliza irkildi. Kolumu yakalayıp geri çekilerek ayağa

402

Page 402: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

kalkmaya çalıştı. Raftan bir şey düşerek gürültüyle yuvar­landı. Bir balıkçı feneri. Jasper avucunu göstererek ona sakin olmasını söyledi. Kendimi yakalanmış gibi hissediyordum. Jasper düşmanca gözlerle baktı.

Kovuktan çıktım.“Sözünü bozdun,” dedi Jasper tepeme dikilerek.Ben tam karşılık verecekken Eliza araya girdi. “Hayır,

bozmadı. Onu buraya ben getirdim.”“Sen mi? Saçmalama. Nasıl?”“Jasper, Eliza bazı şeyler biliyor,” dedim.“Şeyler mi? Nasıl şevlefi Ona ne anlattın, Charlie?” Jas­

per dişlerini sıkmıştı.“Ben anlatmadım,” dedim elimi kalbime koyarak. “Bi­

liyor, Jasper. Olanları. Biliyor."“Ne? Sen bir şey anlatmadın mı yani?” Jasper, Eliza'ya

döndü.“Şey, hayır. Gerek yoktu.”Jasper bakışlarını Eliza’dan ayırmadan bir adım geriledi.

Şimdi daha kararsızdı. “Ne demek istiyorsun? Bu ne anlama geliyor? O burada ne arıyor, Charlie? Onu buraya getirme­meliydin.”

“Dinlemiyorsun,” dedi Eli/a. “O beni getirmedi. Ben yolu biliyorum. Buraya daha ö n ce de geldim. Seni izledim. ’

“Beni mi izledin? Ne zaman?” Jasper şüpheci bakışlarını

Eliza’dan bana çevirdi. Kalbim yerinden fırlayacak gib iydi.

Her şey tekrar başlamıştı. Jasper m yapabileceklerinden kor­kuyordum. Eliza elini cebine soktu ve mektubu öne uzattı.

40.1

Page 403: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Owg Sihvv

Jasper'dan ö/iir diledi. Kendisine ait olmayan bir şeyi al­mıştı. Mektup ona aitti.

Jasper, bir boksör gibi ağırlığını bir o yana bir bu yana kaydırdı. Kâğıt parçasına baktı ama hâlâ bir şey anlamamıştı.

“Nedir bu?"“Bir mektup. Laura’daıı."Jasper başını dik tutarak kollarını göğsünde kavuşturdu.“Ne diyor? Okuyamam, çok karanlık."Sessiz kalarak Eliza'ya baktım. Şimdiye kadar aramızda

en güçlü o gibi görünüyordu. Eliza, Jasper'ın gözlerinin içine bakarak bir nefes aldı. Kâğıdı kapalı tutarak Jasper Jones'a bana anlattığı her şeyi anlattı. Nelerin yaşandığı ve nasıl bit­tiğini bilmek en kötüsüydü.

Eliza öfkesini gizlemedi. Hiçbir şeyi saklamadı. Jasper Jones'a hâlâ öfkeli olduğu belliydi; onu haklı çıkarmak için söylediğim şeylere rağmen. Laura'nın ihanet ve kırgınlık duygularına kadar her şeyi anlattı. Jasper sessizce ve hiç kı­pırdamadan dinledi.

Eliza, Laura'nın arkaya sallanıp düştüğü o korkunç ana gelene kadar Jasper gözünü bile kırpmadan dinledi. Sonra kıpırdadı. Geri adım attı. Geniş omuzları aniden sarktı ve elini ağzıyla burnuna bastırdı. Yavaşça gerilerken boğazını temizleyip homurdandı. Bakışlarını Eliza’dan bir an bile ayırmamıştı. Köşeye sıkışmış bir hayvan gibiydi. Hatifçe çö­melmekten kendimi alamadım. Ve birden patladı. Bir tuzak gibi kapandı. Aniden yerinden fırlayarak yanımızdan koşarak geçti ve doğruca suya atladı. Geride dalgacıklardan başka bir

4U4

Page 404: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı 'nın Unutulan Çocukları

şey bırakmadan gözden kayboldu.Eliza ve ben hareketsiz kaldık. Yüzeyin düzleşmesini

izledik. Geri dönmemişti. Ne yapıyordu ki? Ne kadar derin kazıyordu? Yukarı çıkmıyordu. Çıkmıyordu! Bir an için kendi bacağım o ipe bağladığını hayal ederek paniğe kapıl­dım. Ne yapmıştı? Eliza’ya baktım. Sonra tekrar suya dön­düm. Çılgına dönerek tişörtümü, çoraplarımı ve gözlüğümü çıkarıp attım. Ayaklarımın altında toprağın serinliğini hisse­derek yürümeye devam ettim ve Jasper Jones'un ardından karanlığa daldım. Kollarımı çamurlu suya sokarak kulaç attım ama hiçbir yere gidemiyordum. Göremiyordum. Ciğer­lerimdeki hava tükenmişti. Yükselmeye çalışırken görünme­yen bir şey çeneme çarptı. Korkarak ve çılgına dönerek karşı koydum. Ama beni kollarımdan yakalayarak dibe çekti. Yü­zeye ulaştığımızda Jasper Jones soluklanmaya çalışırken bir yandan da beni kendine bastırmıştı. Suyu tekmeleyerek ve birbirimize tutunarak yüzeyde kaldık. Sertçe öksürdüm. Jas­per beni ensemden yakalayıp başımı kendine o kadar sert çekti ki bir an beni boğacağını sandım. Omzumu ısırdı, tır­naklarımı sırtına geçirdim. Onu tanıyordum. Onu tanıyordum ve en üzücü olanı da buydu. Her şeyini kaybetmiş kayıp Çocuk olarak. Onun Randall McMurphy olduğunu ve benim sahte cesaret umuduyla ona tutunan yapışkan olduğumu ba­şından beri bilsem de, arlık benim de bu işin içinde olmama ihtiyaç duyduğunu biliyordum. Zeki, güvenilir, sadık veya iyi olduğum için filan değil, sadece bu konuda yalnız olma­mak adına birine, herhangi birine ihtiyaç duyduğu için. O

405

Page 405: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

gece pencereme gelmişti çünkü ödü patlamıştı ve ne yapa. cağını bilememişti. Hepsi buydu. Sanırım lambamın ışığım görmüştü ve bir böcek gibi ışığa çekilmişti. Paylaşmak, g(j. \etıebi!eceğini hissettiği birine anlatmak zorundaydı. Tek ba­şına kaldıramaz, tek başına başaramazdı. Laura’yı tek başına suya atamaz, Jack Lionel’la tek başına yiizleşemezdi.

Ve Jasper Jones da hepimiz gibi korkabiliyorsa, kendim asla korkusuz yaşayabileceğimi sanmıyordum. Ama sonra Jeffrey Lu'yu ve Batman'le ilgili tartışmamızı, sonra da Mark Tvvain'in konuya tuttuğu ışığı düşündüm. Belki de me­sele korkusuz olmak değildi. Belki de ağırlığı ne kadar iyi taşıyabildiğindi. Şimdi mantıklı geliyordu. Cesaret buydu. Bruce Wayne hâlâ korkuyordu ama Batman olduğu için kor­kularını görmezden geliyordu. Bizse bu konuda dürüst dav­ranıyorduk ve asıl mesele buydu.

Peki nasıl? Moral bozuklukları ve Kötü Kızıllar arasında her şeyi nasıl dengeleyebilirdin? Bu bana tanıdık bir yol ay­rımı gibi geliyordu: Ya bir şeyleri öğrenip hüzünlenir ve hu­zursuz olurdun ya da başını kuma gömüp saklanırdın. Ama belki de Eliza Wishart’ın devreye girdiği yer burasıydı ve sevgisiyle her şeyi dengeliyordu. Ve bak, işte şimdi burada, gölün kıyısında duruyordu.

Ağaca doğru kulaç atarken bacaklarım ağrıyordu. Kendi ağırlığımı su olarak yutmuşum gibi hissediyordum. Jasper tek kelime etmeden sudan çıkarak bana uzandı. Elini tuttum ve üzerimizden sular süzülürken nefes nefese bir halde dur­duk. Vücudum kaskatıydı ve titriyordum. Eğilip gözlüğümü

406

Page 406: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

arad ım . Tekrar doğrulduğumda hepimiz göle baktık.“Sonsuza dek orada kalacak,” dedi Eliza.

Daha sonra sırtüstü yatarak yıldızlara baktık. Jasper yüksek bir köke başını dayayarak dudaklarına bir sigara yer­leştirdi. Kovuktan kibrit bulup çıkardı. Göğsü saat gibi kalkıp iniyordu. Eliza başını kamıma koymuştu.

Üçümüzün burada birlikte olmamız çok tuhaftı. Söyle­yecek çok şey vardı ama her nedense bunun için yanlış zaman gibi geliyordu. Jasper’a babasıyla konuşmasının nasıl gittiğini, LionePın hikâyesinin doğru olup olmadığını, anne­sine gerçekte ne olduğunu sormak istiyordum. Ama bunları Eliza Wishart’ın yanında konuşmak yanlış geliyordu. Aynı şekilde, parmağımla Eliza’nın yanağını okşamak, gözlerine düşen bukleleri kenara çekmek istiyordum ama bu da fazla mahrem bir davranış gibi geliyordu.

Yine de, bu kasabayı geride bırakırsak, üçümüz çok yakın olabilirdik. Bir şekilde başarırdık. Jasper’a döndüm.

“Dinle, Jasper. Sen Corrigan'dan giderken sanırım biz de seninle geleceğiz. Biz de gitmek istiyoruz.”

Jasper önce duymamış gibi davrandı ama ben tam tek­rarlayacakken doğrulup oturdu. Duygusuz bir sesle konuştu. Yorgun görünüyordu.

“Ne yapacaksınız?”“B iz de gideceğiz. Ben ve Eliza. Seninle birlikte. B il­

miyorum. Belki şehre. Ya da başka bir yere. Her neresiyse

407

Page 407: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Craig Sifvıy

Bir şeyler buluruz. Yapabiliriz. Yapabileceğimizi biliyorum.” “Siz ikiniz mİ? Lanet olsun, Charlie, siz aklınızı kaçır­

mışsınız. Bunun olması mümkün değil. Nereden başlayaca­ğımı bile bilmiyorum. Düzgün düşünmüyorsunuz.”

“Neden? Biz neden gidemeyelim?” Öfkelendim ve Eli­za'y> rahatsız ederek bir dirseğimin üzerinde yükseldim. Jas­per sigarasını toprağa bastırıp izmariti cebine attı. Acele etmeden bir tane daha yaktı.

“Dostum, bunu düşün. Kimseye bir şey söylemeden iki­niz birden ortadan kaybolursanız ne olacağmı sanıyorsunuz? Laura’yla olanları gördünüz: Polis, devriyeler, haberler, bir sürü tantana. O sirkin tekrarlanmayacağını mı sanıyorsunuz? Üstelik ikiniz birden olduğunuz için daha da kötü olur. Daha bölge dışına çıkamadan sizi yakalayıp geri getirirler. Ve bir de yanımdaysanız? Lanet olsun. Sizi kaçırdığımı bile düşü­nürler.”

“Tamam am a...”Jasper parmağını kaldırdı.“Ve tabii gideceğinizi kimseye söylemediğinizi varsa­

yarsak. Çünkü söylerseniz, sizinkilerin ikinizi de gözlerinin önünden ayıracaklarını hiç sanmıyorum. Özellikle de seni.” Jasper başıyla Eliza’yı işaret etti.

“Eh. peki ya sen?” diye sordum.“Ben mi? Bana ne olmuş?” diye sordu Jasper.“Sen aniden çekip gidersen? Ne olacağını düşünüyor­

sun?”Jasper gülümsedi ve sigarasından uzun bir nefes çekti.

408

Page 408: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tanrı ’nın Unutulan Çocukları

“Charlie, bunu ben gittiğimde görürsün. Sadece bekle.

Güven bana.”“Ne? Ne olacak?”“Güven bana. Neden söz ettiğimi biliyorum. Charlie.

anlamak zorundasın, bu benim yapmam gereken bir şey. Senin değil. Kişisel bir şey de değil. Sadece doğru bir fikir değil, dostum. Kalmalısın. İkinizde burada kalmalısınız. Üz­günüm.”

Ve böylece konu kapandı. Kendimi aşağılanmış, aptal yerine konmuş, hatta belki biraz ihanete uğramış hissediyor­dum. Dost olduğumuzu sanmıştım. Ortak olduğumuzu.

Eliza koluma dokundu.“Charlie, o haklı.”Kaşlarımı çatarak Eliza’ya baktım.“Buradan gidemeyiz.”“Ama istediğini sanıyordum,” dedim. İç çekti.“Sadece benimle gidip gitmeyeceğini bilmek istedim.

Hepsi bu. Bu kadan yeterli. Ama yapamayız. En azından şimdilik.”

Yavaşça başımla onaylayarak bakışlarımı kaçırdım. Yine sessizlik çöktü. Corrigan’dan gitmekten söz ederken ne kadar uçtuğumu fark etmemiştim. Bunu yapmak bir sürü so­runun çözümü gibi olacaktı ve burada kalma düşüncesi beni çok huzursuz ediyordu. Haksızlıktı ama bütün faturanın bana çıktığını hissediyordum. Jasper*m bu tuğla torbasını bana bı­rakmasına izin veremezdim.

“ Ş im d i ne yapacağ ız pek i? Artık her şeyi b ild iğ im i /c

41W

Page 409: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

göre? Ne olacak?"Jasper kulağım çekiştirdi."Bilmiyorum. Charlie. Gerçekten. Bana bırakın. Üze­

rinde düşünüyorum. Bir şeyler bulunun."Eliza doğrulup oturarak çimenleri çekiştirdi."Onlara anlatacağım.” dedi.Jasper doğrulup oturdu."Kime?""Herkese," dedi Eliza. "Polise. Kasabaya. Herkese.

Doğru olan bu. İnsanlar hâlâ Laura’yı arıyor ve giderek uzak­laşıyorlar. çünkü aslında burada, bu gölün dibinde. Gerçeği biliyoruz."

"Peki, ne anlatacaksın?” diye sordu Jasper sesi titreye­rek.

"Gerçeği! Onlara bütün gerçeği anlatacağım!”Jasper gözlerini kapadı. Teslim olmuş gibiydi."Bunu yapamazsın," dedim."Mecburum! Neden olmasın?”"Çünkü her şey boşa gider. Çünkü yaptığı şeyi yapa­

mazsın. Bizim yaptığımızı. Cesetleri suya atamazsın. Onu içeri tıkarlar. Nedeni bu.”

"Eee?” dedi Eliza, meydan okuyan bir tavırla. Gözleri­nin içine baktım.

"Ne diyorsun sen?” diye sordum."Diyorum ki doğru olanı yapmak zorundayım, Charlie.”"Ama bu nasıl doğru olabilir? Bu Jasper’ın suçu değil

ve sen onun cezalandırılmasını istiyorsun. Benim de. Bunu

410

Page 410: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

biliyorsun, değil mi? Onlara her şeyi anlatırsan başım ciddi derde girer. Ben buradaydım. Jasper’Ia birlikte yaptık. Ve sen. Sen de işin içinde olursun.”

“Onlara senden bahsetmeyeceğim,” dedi Eliza sakince. İç çektim.

“O halde doğru olmaz, değil mi? Benim için bunu ya- pabiliyorsan, beni dışarıda bırakabiliyorsan, aynı şeyi Jasper için de yapabilirsin.”

Ondan yalan söylemesini istiyordum elbette. Ondan hi­kâyenin bu kısmına bir örtü çekmesini istiyordum. Üzerini kapamasını, rengini ve görünüşünü değiştirmesini. Böylece temiz kalabilirdim. Jasper Jones kurtulabilirdi. Ondan abla­sını gizli tutmasını istiyor ve kendimi berbat hissediyordum. Ama burada doğrudan, haklıdan ve adaletten nasıl söz edi­lebilirdi ki?

Bilmiyordum.Ama Eliza’mn doğru olandan, gerçeği ortaya çıkarmak­

tan çok, kendisinin, Jasper Jones’un ve hatta babasının, her birinin hak ettiğine inandığı cezayı almalarını sağlamakla il­gilendiğinden şüpheleniyordum. Bence suçluluk duygusu ve kırgınlıkla ilgili bir şey yapmak istiyordu. Bence taşlan üçü­nün de ayaklanna bağlamak istiyordu.

Eliza cevap vermedi. Çimenleri yolmaya devam etti.“Jasper’ı suçluyorsun, değil mi?” diye sordum sakince.Omuz silkti. Başımı iki yana salladım.“Bu onun hatası değil. Senin de değil. Nasıl olabilir ki?

Dinle, onu benim tanıdığım kadar tanımıyorsun. Laura'nın

Page 411: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

tanıdığı kadar. Ortadan kaybolduğu o iki hafta boyunca ne­rede olduğunu sana söylemiştim ayrıca. O gece olanları bili- yorsun. Gördün. Sadece doğru olanı yapmaya çalışıyordu. Bence onun başım derde sokmak, suçu ona yüklemek, Laura’nın istediği gibi onun canını yakmak istiyorsun. Bence aynı şeyi kendin için de istiyorsun. Ama mesele şu ki sen akıllı bir kızsın."

Eliza bakışlarını kaçırdı.Jasper yerinden kalktı. Bitkin görünüyordu. Eliza’ya

döndü ama gözlerine bakmadı.“Bak, doğru olduğunu düşündüğün şeyi yap. Hepsi bu

kadar."Bana dönerek hafifçe omuz silktikten sonra kovuğuna

girip uzandı. Tek bir ses bile çıkarmadı.Ağaçların arasından süzülen hafif mavi ışığı fark ettim.

Artık geri dönmeliydik. Ama o kadar yorgundum ki. Ayrıca geri dönmek sorundan başka bir şey getirmeyecekti. Nere­deyse istemdışı bir hareketle başımı yere koydum. Eliza yak­laşıp kollarıma sokuldu. Hâlâ ıslaktım ama aldırmadı. Çok güzel kokuyordu. Ona sıkıca sarıldım. Yavaşça başıyla onay­ladı. O oradaydı. Burnu boynuma sürünüp duruyordu. Uyku bastırdı. Haftalardır uyumamışım gibi, ölü gibi ve rüya gör­meden uykuya daldım.

Jasper Jones bizi sarsarak uyandırdı.“Kalkın. Gitmemiz gerek,” dedi.

412

Page 412: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Nerede ve neden orada olduğum u anlam am u zu n ca bir

z a m a n aldı. Bacaklarım ı böcekler ısırm ış, E liza ’m n b a şın ı

koyduğu kolum uyuşmuştu. Ö nceki g ece olanları bir bir h a ­

tırladım; içimi korkunç bir hayretle dolduran bir d iz i an ı.

Sallanarak ayağa kalktım. Hava çoktan ısınmıştı. Saba­hın geç saatleri olmalıydı. Burası gün ışığında çok farklıydı. Son derece sakindi ve çıplak görünüyordu. Duvarların sıcak­lığı, kucaklanma duygusu silinmişti.

Baraja doğru sendeleyerek ağzıma biraz su attım. Mi­demi doldurmuş ama susuzluğumu pek bastırmamıştı. Eliza ve Jasper sessizce birbirlerinden ayrı duruyorlardı. Millerce uzaktan gelen kuş cıvıltılarını duyuyordum. Kimse konuş­muyordu.

Tek sıra halinde patikadan yürümeye başladık. Jasper, Eliza ve en sonda da ben. Ne düşündüklerini merak ediyor­

dum. Zihinlerine girmek, endişelerini öğrenmek istiyordum. Kendi endişelerim i ertelem em i kolaylaştınrdı. Beni evde bekleyen onca şey.

Endişelerim in en hafifi, tekrar kaçtığım için yakalan­maktı, zira annem dün gece arabanın arka koltuğunda yaka­

lanınca bütün gücünü kaybetmişti. Babanım da kafasında daha ağır sorunlar olduğunu tahmin ediyordum. Ah, ortalık

kaynıyordu. Bu kesindi. Ve ben de doğruca içine yürüyor­

dum . K oltukaltım ı kaşıdım. Çalılar tıkırtılarla do luydu ve ben doğruca arı kovanına gidiyordum. Üzücü gerçeği bili­

yordum artık. Her şeyi. Jasper, Laura ve annem. H er şey gün

ışığına çıkmış, gözler önüne serilmiş ve om uzlarım a ö \ 1c b ir

413

Page 413: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

ağırlık yüklemişti ki artık korkamayacak kadar yorgundum.F.liza'yla birlikte uzanıp yatmak istiyordum. Jasper J0-

nes'la birlikte viski içmek istiyordum, şişeyi kapalı dudak­larıma bastırıp içiyormuşum numarası yapsam bile. İkram ettiği sigaraları almak, dünyanın ne kadar büyük ve bizim ne kadar küçük olduğumuzdan konuşmak, cesur bir yaşam sür­düğünde şartlan değiştirmenin ne kadar kolay olduğu konu­sunda tartışmak istiyordum. O kadar kolay olmasını umuyor­dum. Bana yaşam öpücüğü veriyormuş gibi göğsümü kabart­masını istiyordum o havayı içime çekip Eliza’ya rahatlatıcı ve bilgece şeyler söylemek istiyordum.

Yola ulaştığımızda bile düzenimizi bozmadık. Sanırım herkes kendi düşüncelerine dalmıştı. Sırtlarında çantalarını taşıyan askerler gibiydik.

Meraklı bir şekilde Jack LioneFm bahçe kapısının önünde durduk. Eliza kaşlarını çatarak bir sineğe vurdu, Jas­per başparmağını sürgüye dayayarak başının arkasını kaşıdı. Kulübeye baktı.

“İşte buradayım. İçeri gireceğim. İhtiyarla tekrar konuş­mam gerek. Neyin doğru olup olmadığını anlamalıyım. Yine her şeyi kendi gözlerimle görmek için gitmeliyim .”

Başımla onayladım.“Siz ikiniz devam edin. Yakalanmak istemiyorsanız

uzun yoldan dolaşın. Muhtemelen sizi aramaya başlamışlar­dır bile."

Eliza başını yana yatırdı.“Bir dakika, oraya mı gideceksin? Neden? Onun kimin

evi olduğunu biliyor musun?”

Page 414: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Artık biliyorum.”Eliza başını iki yana salladı.“Dinle,” dedim. “Sen babanla...”“Hayır,” dedi Jasper. “Orada bile değildi. Sanırım yine

kasabadan gitmiş. Bavulunu bile açmamıştı. Nereye gittiği konusunda hiçbir fikrim yok.”

“O halde neden geri dönmüş?”“Keşke bilsem.”Jasper omuz silkti. Bir süre orada oyalandık. Kapıyı

açınca menteşeler siren gibi öttü. Sallanıp duruşunu izledik. Bana doğru yürüdü. Jasper Jones elini omzuma koydu ve gözlerimin içine baktı. Bakışlarımı kaçırmama izin vermedi. Tütün ve ter kokuyordu.

“Teşekkür ederim, Charlie.”“Bir şey değil,” dedim kızararak.Elini cebine sokarak bir sigara çıkardı. Yaktıktan sonra

kısık gözlerle Eliza’ya baktı. Kısık sesle ama kesinlikle duygu dolu bir şekilde bir kez daha özür diledi. Jasper Jones elimi sıktı. Kararlı bir şekilde. Göz kırptı.

“Kendine dikkat et,” dedi dudaklarının arasında siga­rayla.

Söylediği bu kadardı. Döndü. Gözlük camlarıma yapı­şan sarı polenleri temizledim ve Jasper'ın omzunun üzerin­den bakınca Lionel’ın verandasında beklediğini gördüm. Üzerinde beyaz bir gömlek ve lacivert şortu vardı. Sırtı dim­dikti.

“Bu Deli Jack Lionel mı?” d iy e sordu E liza .

415

Page 415: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Ta kendisi.*' dedim. Jasper*m çakıl zeminli araba yo­lundan yürüyüşünü izledim. Elini bele kadar yükselen otlara u/atmış, tohumlan havaya saçıyordu. Onu son kez gördüğüm hissini içimden atamıyordum.

Nehrin kasabaya doğru kıvrıldığı nemli kırlık alandan, annemin babamla bana sırt çevirdiği ağaçların altından, gelip geçen arabaları görebiliyorduk. Güneşin camlardan yansıdığı beyazlıkları görebiliyorduk, ama bunun yılbaşı gününden beklenebileceğinden daha yoğun bir trafik olduğu açıkça an­laşılıyordu.

Köprüye uzanan kavşakta duraksadığım ızda mavi bir kamyonet yavaşça bize yaklaştı. Sürücü yanında oturan kö­peğin üzerinden yolcu tarafına uzanarak camı aşağı indirdi. Başıyla Eliza’yı işaret etti.

“Pete Wishart’m kızı sen misin?”Eliza başını iki yana sallayarak hayır dedi. Adam ve kö­

peği Eliza’ya şüpheci gözlerle baktı.“Doğru ” dedi ve vitesi taktı. “Aramaya devam edin. Or­

taya çıkacak.”Göz kırparak gazı kökledi ve bizi mazot dumanına

boğdu. Elimi Eliza’nın omzuna koydum.“Başlarımızı eğik tutmalıyız. Gölgelerin arasında kalıp

sahanın etrafından dolaşacağız,” dedim ama beni duymuş ya da umursamış gibi görünmüyordu. Rahatsız olmamış gibiydi.

Aslında birkaç dakika sonra arkamızdan bir koma ça-

416

Page 416: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Iınca bile neredeyse hiç tepki vermedi. Ardından kaba bir ses

duyuldu.“Hey! Siz ikiniz! Binin bakalım! Hemen*”Olduğum yerde hızla döndüm ve dünyam karardı. Bu

çavuştu. Sempatik bir tavrı da yoktu. Kamyonetinin moto­runu kapamadan indi. Akşamdan kalma, hırpani ve öfkeli gö­rünüyordu.

Bana işaret ettikten sonra parmağını yere indirdi.“Binin. Hemen!”Eliza’nm koluna dokundum. Bitmişti. İtaat ettik.Çavuş bize sıkı bir azar çekerken ben arka koltukta otu­

ruyordum. Adamın bıyıkları seğiriyordu ve gözleri kıpkırmı­zıydı. Eliza ifadesiz bir yüzle pencereden dışarı bakıyordu.

“Ulu Tanrım*. Bu sabah başıma nasıl bir dert açtığınızı biliyor musunuz siz? Şehir devriyeleri yolda, gönüllüler tatil günlerinden vazgeçiyor, komşu kasabalardan polisler geliyor. Ben ondan bundan yardım istiyorum ve ne için, küçüklıa- nım? Annen aklını kaybettiği için. Anladın mı?”

Sesi giderek daha da yükseliyordu. Arabanın arkası yağ. alkol ve toprak kokuyordu. Ben ellerimi dizlerimin arasına koymuş, hiç sesimi çıkarmıyordum.

“Yeterince iyi değil, değil mi? Anne babana haber ver­meden evden çıkarken aklın neredeydi? İkinizin ne haltlar karıştırdığı umurumda bile değil ama buraya kadar. Olan onca şeyden sonra, ha? Annenin bu sabah odanı boş buldu­ğunda ne hale geldiğini tahmin edebiliyor musun? Ben ede­biliyorum, çünkü oradaydım, onu sakinleştirmeye çalışıyor-

417

Page 417: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

dum. Büyük kızının hâlâ kayıp olduğu düşünülürse hu hiç de kolay olmadı. Seni daha akıllı sanırdım, ikinizi de! Beni dinliyor musunuz?" Pencereden dışarı tükürdü ve başmı iki yana salladı.

Karakola ulaştık. Otopark araba doluydu. Arabadan indik. Çavuş elini Eliza'ııın sırtına koyarak girişe sürükledi. Eliza hâlâ tek kelime etmemişti. Arkalarından yürüyordum. Kapıya ulaştığımızda çavuş Eliza'yı içeri soktu. Eliza gözden kayboldu. İçeriden gelen sesleri duydum. Onu almalarım is­temiyordum. İçeri doğru bir hamle yaptım ama dev gibi bir kol beni engelledi. Çavuş bana döndü.

Tepeden baktı. “Hemen evine git. Bu sana son uyarım. Bir kez daha benimle uğraşırsan pişman olursun. Yeterince açık mı? Başın hâlâ omuzlarının üzerinde olduğu için şans­lısın. Böyle bir olay bir daha tekrarlanırsa, seninle işim bit­tiğinde korkudan altına sıçarsın. Anladın mı?"

Başımla onayladım. Anlıyordum. Tehdidinin ağırlığını hissediyor ve neler yapabileceğini anlıyordum.

Ama gitmedim. Henüz eve gitmeyi istemememle bir­likte. Eliza'nın yanında kalmam gerektiğini de hissediyor­dum. Güneşte oturarak düşüncelere daldım. Sigara izmaritlerini topluyor, ön bahçeyi temizliyordum. Çalıların arasında dolaşan arıları fark etmiyordum bile. Keşke Jeffrey burada olsaydı.

Öğleden sonra ilerleyen saatlerde ter ve pislik içinde kalmış, çok da susamıştım. Dilim kürk gibi damağıma ya­pışmıştı. Giderek endişeleniyordum. Eliza’nın içeride ne an­

4IK

Page 418: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

lattığını, ne kadarını açıkladığını, sorgunun ağırlığını merak ediyordum. Belki de burada olmam tehlikeliydi. Ya beni hemen tutuklarlarsa? Ya Jasper Jones’u aramaya başlamış­larsa? Bir cesedi saklamıştım. Bunu yapmıştım. Belki de beni yakalamalarına fırsat bırakmadan teslim olmalıydım. Onlara her şeyi anlatmalı ve af dilemeliydim.

Bilmiyorum.Ama sonra onu gördüm. Eliza Wishart. Gitmekle öz- ^

gürdü. Anne babası onu karakoldan çıkarıyordu. İki tarafın- ■ daydılar. Annesinin yüzü kıpkırmızı, babasıysa bembeyazdı. I Eliza ciddi bir tavırla yürüyordu. Gözlerine bakmaya çalıştım Bı ama arabaya binip başını eğene kadar buna izin vermedi, m Bana gülümsüyormuş gibi geldi ama emin değildim. Ne l i olursa olsun, endişelerimi pek gidermemişti. I

Bir toz bulutu kaldırarak hareket ettiler. Önümden geçiş- K lerini izlerken olduğum yere yığılmak üzereydim. Uzun bir ■ süre karakola girmeyi düşündüm ama sonra vazgeçerek evin ■ yolunu tuttum. Nehre atlamak ve bir daha çıkmamak istiyor­dum.

Okul sahasının etrafından dolaşırken birkaç hafta önce gördüğüm çocukların nihayet uçurtmalarını havalandırmayı başardıklarını gördüm. Durup onlara bakimi.

Uçurtmayı gökyüzünde daireler çizen bir kuş olarak hayal etmek kolaydı. Sanki bir şahinin ayağına ip bağlamış­lar ve uçup gitmesini engelliyorlarnuş gibiydi. Ve daha > tik- seğe çıktığını görmek için heyecanla ipi germek isterdim/.Ama gözden kaybolduğunda da geri dönmesini tercih eder­

im

Page 419: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

dini/, değil mi? Çünkü siz hâlâ aşağıdaydınız ve onu izleye­mezdiniz. Yine de onu aşağı çekecek, hayranlıkla izlemek için yere bağlı tutacak kadar ağır olduğunuzu bilmek güzeldi. İstediğiniz zaman çıkarıp bakabileceğiniz çok değerli bir şey gibi. Bir mücevher parçası. Bir şiir. Bir şarkı. Onu geceleri sağlam ve kalıcı bir şeye bağlamak, bir kasaya ya da kafese koymak isterdiniz. Doğasına rağmen onu saklardınız. İkisi de gidemesin diye parmaklarına yüzük takanlar gibi. Ama elbette ki bunu yapamazdınız. Bir şeyi elinizde tutmak onu sizin yapmazdı. Onu sadece kendiniz istediğiniz için tuttu­ğunuzu. aslında aynı güçle uzaklaşıp gitmeye çalıştığını bir süre sonra anlardınız. İpi parmağınızdan kesmeniz ve rüzgâra savrulmuş örümcek gibi bırakmanız gerektiğini.

Başımı çevirdim ve uzun bir süre gözlerimi kapayarak odaklandım; hapşıracağınızı hissettiğinizde yapacağınız gibi. Ama boğazım kurumuş, ağzım paslanmıştı. Kimse ağladı­ğımı görmeden hızlı adımlarla eve yöneldim.

42ü

Page 420: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Sekizinci Bölüm

Corrigan’dan ayrılmadım. Eliza Wishart veya Jasper Jo- nes’la gecenin içinde ortadan kaybolmadım. Yük vagonlarına atlamak, ıssız yollarda otostop çekmek yoktu. Yıldızların al­tında da uyumadım. Olduğum yerde kaldım.

Ama annem gitti.O gece gitti. Eşyalarını topladı ve arabamıza atlayıp ön

çimenliklerinde duran komşuların meraklı bakışları alımda gözden kayboldu. Her şeyi öğrenmişlerdi. Birkaç saat içinde bütün kasaba her şeyi biliyordu. Yıllardır parlatmak için dik­katle cilaladığı ismi bir anda kaybedivermişti. Tek bir olavla kendini bütün çirkinliğiyle gözler önüne sermişti. Ve her şe> ı

duymuşlardı.O gece gitmişti ama gitmeden önce yine bağırıp çağır­

mıştı. Her zaman olduğu gibi üste çıkmak için bir kavga ko­parmıştı. Babam sadece vazgeçmişti. Annem hır he\kele

Page 421: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

bağırır gibiydi. Babam onun bağırıp çağırmasına, hıçkırıklara boğulup kendisini yumruklamasına izin vermişti. Ne onu te­selli etmiş ne de karşılık vermişti.

Gitmeden önce annem orada olmamı umarak odama dalmıştı. Bir şeyleri devirmiş, kırıp dökmüş, yırtmıştı. Ma­samın üzerinde babamın romanını bulup onu da paramparça etmişti. Yerlere saçmıştı. Gitmeden önce bavulumu bulup aç­mıştı. Bavulumu ilk kez kilitlemeden bırakmıştım. İçindeki­leri yatağın üzerine boşaltmış, sayfaların arasında kendi ismini aramıştı. O boş bavulu tuvalet masasına götürmüş, benden çalmıştı ama içine dolduracak değerli bir şeyi yoktu. Sadece giysilerini, takılarını ve parfümlerini koymuştu. Ara­banın anahtarlarını babama fırlattığında düştüğü yerden almış ve evin açık kapısından bağırarak niyetini söylemişti. Babama bütün düşüncelerini küsmüştü. Artık imalar ya da benzetmeler yoktu. Sonunda her şeyi açıkça söylemişti.

Bunların hiçbiri babamı şaşırtmamıştı elbette. Annemin burada kendini sefil hissettiğini ve hatta sevgilisi olduğunu bile biliyordu. Annemin bütün sırlarını, kendi kazdığı çukur­larını biliyordu. Ne zaman anladığını bilmiyordum. Belki de başından beri biliyordu. Ama sık sık neden kendine sakladı­ğını. neden sürmesine izin verdiğini merak ediyordum. Belki de bunların annemi mutlu ettiğini düşünmüştü. Ya da belki omuz silkip pisliği halının altına süpürmek ve yokmuş gibi yapmak daha kolaydı. Ya da beni korumak istemişti. İncin­memi engellemeye çalışmıştı. Bilmiyorum. Belki bir gün an­nemin kendiliğinden duracağını ummuştu. Aklın yolunu

422

Page 422: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

görecek, yanlışlarını itiraf edecek ve yeni bir başlangıç ya­pabileceklerdi. Belki de hâlâ sadakate, evliliğe inandığı için kendisini aptal yerine koymaya çalıştığında bile anneme kız- mamıştı.

Bilmiyorum.Ama annem bavulumu arabaya sürüklerken babam mü­

dahale etmedi. Kalmasını söylemedi. Sadece verandamızda durarak soğuk gözlerle izledi. Gitmesine izin verdi. Parma­ğındaki bağı kopardı. Annemin uzaklaşıp sonsuza dek haya­tımızdan çıkmasını birlikte izledik. Artık her türlü bağdan kurtulmuştu; geldiği andan itibaren nefret ettiği kasabayla bağlarını koparmıştı.

Bir kez bile geri dönmedi. İki hafta sonra bile. Şehirdeki ailesinin yanına gitti. Yine şımarık zengin kızı oldu. Ona bir ev alıp baştan aşağı döşediler, tablolar, biblolar, takılar aldı­lar. Cuma günleri temizlikçi geliyordu. Belki de peşinden gi­deceğimizi, blöfüne inanacağımızı sanmıştı.

O geceden sonra babamla sadece bir kez telefonda ko­nuştu. Geri dönmeyeceğini söyledi. Babam ondan böyle bir şey istemediğini söyledi. Ama bir şeyleri düzeltmek için be­nimle konuşması gerektiğini hatırlattı. Annem bıınıı \ap- madı. Nedenini de söylemedi. Belki çok utanıyordu. Belki de özgürlüğünün tadım çıkarıyordu. Benden de kurtulmuştu. Bir sürü uçurtma, gökyüzünde kendi başına kalmıştı.

Ev şimdi çok tuhaAı. Alıştığını bir şevin yokluğunu his­settiğim için annemin geri dönmesini islerken, bir yandan da babamla böyle yaşamak hoşuma gitmeye başlamıştı. İkimiz

Page 423: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

de kendi başımızın çaresine bakmayı öğreniyorduk. Elbette babanı yemek filan yapamazdı, dolayısıyla önlüğü ben tak­mıştım. Hangi malzemeden ne kadar koyman gerektiğini bil­diğinde, yemek yapmak orkestra yönetmek gibiydi. Her şey zamanlamaya bağlıydı. Ve hoşuma gidiyordu. Gerçekten.

Görünüşe bakılırsa babam düzen ve temizlikten hoşla­nıyordu ve dolayısıyla bulaşıkla, temizlikle ve çamaşırla il­gileniyordu. Bir şeyleri silip temizlemeyi seviyordu.

Saçlarını bu şekilde taramasının onun fikri olmadığını anlamamıştım. Annem gittikten birkaç gün sonra saçlarını kısacık kestirdi ve kelini açtı. Hatta görkemli bir sakal bırak­maya başladı. Nüfuzu ve karizması olan bir adam gibi dav­ranıyordu. Jeffrey babamın komüniste benzediğini söylü­yordu.

Henüz yayıncılardan haber çıkmamıştı ama böyle şey­lerin zaman aldığım söylüyordu. Masasının çekmecesinde bir kopya daha vardı elbette, dolayısıyla annemin yok ettiği tek şey, romanı hemen okuma fırsatımdı sadece. Patterson ’ın Laneti'ni birkaç gün önce bitirdim. Biraz zaman aldı. Küçük parçalara bölerek ve her lokmasının tadını çıkararak okudum.

O kadar zekice, hüzünlü ve güzeldi ki kıskanamadım bile. İçimden bir ses, önemli birinin o esere inanacağını söy­lüyordu. Bir gün babamın adını da kitapçı raflarında görecek, ona bakarak gurur duyacaktım.

Eliza VVishart polise hiçbir şey anlatmamıştı. Tek kelime

424

Page 424: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

bile etmemişti. Ama bulmacanın önemli bir parçasını elinde tuttuğunu benim gibi onlarda anlamıştı. Bir şeyler biliyordu. Bu yüzden onu saatlerce zorlamışlardı. Ama karakolda öy­lece oturmuş, lokalarıyla oynamış ve sorulara omuz silkip durmuştu. Şekerlemeler ve limonatayla kandırmaya çalıştık­larında da, yumuşak tavırlarla konuşmayı denediklerinde de, kulağına tehdit cümleleri fısıldadıklarında da, sevdiklerine ihanet ettiğini öne sürdüklerinde de kararından dönmemişti.

Eve gittiklerinde hiçbir ceza filan yoktu. Hatta nerede olduğunu bile sormamışlardı.

Babası bara gittikten sonra Eliza nihayet konuşmaya başlamıştı. Çay demlemiş ve annesiyle birlikte oturmuştu. Odasında Laura’nın mektubunun bir kopyasını çıkarmıştı ve masanın üzerine, annesinin önüne koymuştu. Annesine Lau- ra’nın sıkıntısının yalan olmadığını, kesinlikle doğru oldu­ğunu söylemişti. O gece Laura’nın peşinden gittiğini açıklamış ama yerini söylememişti. Bir yere gizlenerek ab­lasını izlediğini ve artık Laura’nın nerede olduğunu bildiğini söylemişti. Orada kendi hayatına son verdiği için bir daha geri dönmeyecekti. Aslında iki yaşamı bitirmişti; kamında büyüyen bir diğeriyle birlikte. Annesi öne eğilmiş, başını el­lerinin arasına almış, güneş batıp çayı soğuyana kadar ses­sizce ağlamıştı. Eliza onu ne teselli etmiş ne de sevgisini göstermişti, çünkü bu kadın büyük kızına ihanet etmişti. Ger­çeğe arkasını dönmüştü ve bu yüzden Laura artık yoktu.

Ama Eliza şuna söz vermişti: Annesi öne çıkıp gerçek­leri açıklarsa, işlerin yoluna koyulmasını sağlarsa, o da »m-

42 5

Page 425: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

t**m i m la u r a 'n ın ıi)u d u g u yere g ö tü recek ti. O g ün g elene

kadar sessiz kalm aya yem in e tm e li.

tum dıtık ıkısı de konuşm am ıştı. W ısh a ıt’ların s im hâlâ

konm uyordu I tıra da im a öy le kalacağ ın ı d ü şü n ü y o rd u Mır

de tasında H ız a 'y a ta b a s ın ın ceza lan d ırılm asın ı is tey ip isle­

m ediğim sordum Cîözlcrını kısarak t a n j yu m u şak hır sesle

cevap serd i. (.ezasın ı bulacaktı. A m a sadece hu kadarım söy­

ledi

Elı/a NVishart'ı sık görüyordum. Son birkaç haftadır bine içme Laflanmış, uzaklaşmıştı ama gen dönüyordu. Tek­rar kik» alıyordu. Ben de Yavaşça.

Onunla birlikte gecenin bir saatinde tıpkı Jasper ve Lau- ra'nın yaptığı gibi o açıklığa gidiyorduk. Yakalanmamamı sağlayacak bir yolla penceresine gidiyordum. Bütün yolun akından Comgan boyunca tünel kazmak kadar iyiydi nere­deyse Hep hayal ettiğim gibi penceresini tıklatıyordum ve beni gördüğüne sevinerek perdesini açıyordu. Penceresinin pervazında ayçıçeklcn vardı Birlikte el ele yürüyor, koru­luktaki o adamıza gidiyor ve artık izinsiz giriyormuş gibi his­setmiyorduk Bazen Hıza çiçek topluyor, bağdaş kurarak su kenarma oturuyordu, o bir şeyler fısıldarken ben kenarda du­ruyordum Bazen ablasına hediyeler getiriyor, onlan bir dilek kuyusuna atar gibi göle atıyordu. Bazen sessizleşip sertleşi­yor. öyle zamanlarda onu kendi haline bırakmam gereki­yordu Bazen şakalaşıyor, dans ediyor, gülüşüp eğleniyorduk. Gölde hiç yüzmüyorduk Yıldızların altında uzanıyor, birlikte içki içiyor, kitaplar, şehirler ve hızım için önemli olan şeyler

Page 426: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

hakkında konuşuyorduk İplediğimiz şeyler. Olmak istedi­ğimi/ kişiler. Onunla sırlarımı paylaşıyordum. Ona bahamın romanından töz ediyordum Hatta bir kopyasını gizlice alıp ona götürdüm. Bir günde okudu ve beğendiğimiz kısımlar Uzerinde konuştuk. Ne kadar ünlü olacağından, bir gün rafta onunkinin yanında benim kitabımın duracağından söz edi­yorduk .

Güvenli ve sıcak btr şekilde agaon kovuğunda uyuyor­duk. Bir fırtına sırasında sokak fam basma nasıl tutunursanız. Elt/a’yla birbirimize öyle tutunmuştuk. Elınu onun kalbının U/rnne koyduğumda sakinleştiğini hissediyordum.

O devasa okaliptüsün ahında yatarken öpüşüyorduk. Artık gerilmiyordum Bu dünyadaki en gûzei şeydi. Dudak­larımı onun boynuna bastırıyor, kokusunu içme çekiyor, el­lerimizi birbirimizin vücudunda dolaştırıyorduk Bacakları­na. kamına, göğüslerine dokunuyordum. Bar kızın dudakla­rından daha yumuşak bu şey olmadığını söylerken yanıldı­ğımı anlamıştım.

Bu bizim stmmızdı. Tutmaya değer b» ur kimseyle paylaşma ihtiyacı da duymuyordum Bu ur beni hafifleti­yordu. Bir açıdan, bu sır diğerlerinin dögûmlenodeıı kurtul­mamıza yardımcı olmuştu Kalplerimizi btrbrrme bastırdığı­mızda. göğüslerimiz huzur ve sükûnet doluyordu Onu hep

Ö/lüyordum.O açıklığa gitmek, kasabadan ayrılmak konusundaki

sohbctlenmı/ı y u m u ş a t m ı ş t ı ve artık o kadar acil değildi. Artık çoğunlukla b.r özlem ıe dilek gibiydi. Plaza’da çay

42?

Page 427: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

ıçemeyebılirdik ama Jasper'ın koruluğundaki çay da yete- nnce güzeldi.

Arada bir. özellikle morali bozuk olduğunda veya aklına korkunç düşünceler takıldığında, o tuhaf aksam geri dönü­yordu. Sanırım artık anlıyordum. Filmde görmüştüm. Bu Audrey Hepbum’den öğrendiği bir numaraydı. Daima ha- \alı. kurnaz tavırlı. Eliza Wishart. Bu yüzden daha fazla yorum yapmıyor, görmezden geliyordum.

Ama Jasper'm koruluğu çoğunlukla ciğerlerimizi dol­duruyor ve bizi sakinleştiriyordu. Aşk gibiydi. Gerçekten. Kitaplarda okuduğum her şeyi yansıtır gibiydi. Öyle değilse bile çok yakındı. Eliza'ya evlenme teklifi yapmak istiyor­dum. Başka kimseyi istemiyordum. Bu kasabadaki en güzel şey oydu. Onsuz olmak istemiyordum. Elimde tuttuğum en güzel şey oydu. Parmaklarımı etrafına sarmak ve ondan bir yüzük yapmak istiyordum. Bir gün, yeterince cesaret bula­bildiğimde ona soracaktım. Doğru kelimeleri söyleyecektim. Hatta belki o da aynı şeyleri söylerdi.

428

Page 428: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Dokuzuncu Bölüm

Bugün okulun ilk günüydü. Tahmin edileceği gibi yazın olanlar herkesin beyninde ve dilindeydi. Laura Wishart'm ortadan kayboluşuyla ilgili dedikodular saatlerce sürmüş, bir­kaç gün Önce Adelaide’deki Beaumont'lann çocuklarının ka­çırılması konuya farklı bir boyut da katmıştı. Artık kimse güvende değildi. Ortalık söylentiden geçilmiyordu.

Eliza göründüğünde kızlar bir araya toplanıp tisıldaşı- yordu. Erkeklerse pis pis sırıtarak birbirleriyle itişiyordu.

Jasper Jones futbol takımına adını yazdırabilmek için geç kalmamıştı.

Jeffrey Lu küçük çapta ünlü olmuştu ki bu onu hiç ra­hatsız etmiyordu. İlk övgülerini aldıktan sonra, sabahın büyük bölümünü kahramanlık hikâyelerini herkese anlat­makla, hamlelerini adım adım açıklamakla ve gerçeği bira/ abartmakla geçirdi.

Page 429: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Tuhaf bir göndü. Her şey değişmiş, ama sanki aslında hiçbir şey değişmemişti. Warwick Trent üniformasıyla geri dönmüştü. İçki ve haylazlıkla geçen tembel bir yazdan sonra, bir iş bulmayı başaramamış ama Sharon Noonan’la takıl­maya başlamıştı. Seçenekleri tükenince de ait olduğu kori­dorlara geri dönmüştü.

Şu anda peşimde sınıf arkadaşlarımla birlikte Jack Lio- nel’ın arsasında olmamın nedeni, Warwick Trent’in geri dö­nüşüydü. Son zil çalmıştı. Hava sıcak ve kuruydu. Ben de Warwick Trent’le bir bahse girmiştim.

Bugün öğleden sonra gün ışığında Deli Jack Lionel’ın şeftali ağacına gidip onun dört şeftalisinden daha fazlasını çalarsam, bütün yıl boyunca bana bir daha dokunmayacaktı. Bu söz beni dayaklardan ve çeşitli işkencelerden kurtara­caktı. Sözlüğüme ne kadar derinlemesine dalarsam dalayım, ne kadar başarılı olup dikkat çekersem çekeyim, annemden söz etmek ne kadar cazip görünürse görünsün... çünkü artık herkes biliyordu. Dokunulmazlığım olacaktı. Ayrıca, JetYrey Lu kriket sezonunun geri kalanında takımda kalacak ve on ikinci adam olmayacaktı. Onun da vuruş ve atış yapmasına izin verilecekti.

Trent bunu başaramayacağımdan emindi. Oraya gider gitmez korkudan donup kalacağımı düşünüyordu. Ön kapı­dan geçeceğime bile inanmıyordu, çünkü birçoklarının de­neyip takıldığı yer orasıydı.

Başarısız olduğum takdirde insanlık dışı denecek ölçüde zalimce bir cezayı kabullenmiştim, çünkü sözümü tutabile­

430

Page 430: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

ceğimi biliyordum. Olur da beş taneden az şeftaliyle geri dö­nersem, yazgım belli ve yıkıcıydı. Sadece bu yılın öncelikli hedefi olmakla kalmayacaktım; aynı zamanda Warwick ve arkadaşları beni gece çırılçıplak soyup Madenciler Lonea- sı’nın kapısına zincirleyeceklerini, üzerime yumurta, un, şeker ve su atacaklarını söylemişlerdi. Kısacası, birkaç saat boyunca acı ve utanca maruz kalacak, bunun izini de hayat boyu taşıyacaktım.

Anlaşma yapıldı. Tokalaşıldı. Tanıklar seçildi.Deli Jack LioneTm arsasına gitmemiz için son zilden

sonra yirmi beş kişi toplanacaktı. Hepsinin başarısızlığımı izlemek için hevesli olduğunun farkmdaydım ama içlerinde ezilenlere has bir umut da vardı: War\vick Trent'e gününü gösteren kişi olabilirdim.

Yanımda Jeffrey Lu’yla birlikte sahadan sakince geçtim. O anda kendimi silahlı çatışmaya girmiş Clark Kent gibi his­sediyordum. Kaybedecek bir şeyim yoktu. Kendimi yenil­mez hissediyordum, çünkü güçlü bir sırrım vardı. Sonunda aslan açan ben olacaktım.

Eliza Wishart kalabalığa yaklaştı. Onu öpmek için yanıp tutuşuyordum ama bunu herkesin önünde yapamazdım. Beni kenara çekti.

“Doğru mu?’’“Evet, sanırım.” Gülümseyerek omuz silktim.

Gülümsemedi. Solgun ve mesafeli görünüyordu. Eline dokundum. Yürümeyi bıraktı.

“Gelecek misin?” diye sordum.

4*1

Page 431: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

"Has ır. Gelemem. Başka bir yere gitmem gerek.” “Nerese?’*“Bir yere işte.*' Om/umun üzerinden baktı."Bu gece görüşecek miyiz?”Gözlerime baktı."Bilmiyorum. Belki. Daha önce de olabilir.”"Ne? Nerede?”"Görürsün.”Kaşlarımı çatarak koluna girdim.“Neyi göreceğim?”Kolunu çekip kurtardı."Gitmem gerek, Charlie. Yakında görüşürüz.”İki arkadaşını arkasında bırakarak hızlı adımlarla uzak­

laştı. Onu geri çekemeyeceğim veya çağıramayacağım kadar hızlı ve kendinden emin yürüyordu. Bir terslik vardı. Peşin­den gitmek istedim ama orada kapana kısılmış durumday­dım.

Jeffrey yanıma yaklaşarak iç çekti."Kızlar,” dedi, başını iki yana sallayarak. “Cehennemde

bir kadımnkine denk öfke yoktur. Asla anlamazlar, Chuck.” “Sanırım asla anlamayacak olan benim.”“Bunu düşündüğüne sevindim, çünkü aptalın tekisin.

Ama dünyadaki en iyi zihin bile kadınları çözebilmiş değil, dolayısıyla yalnız değilsin.”

“Bilmiyorum, bana bir hayli yalnızım gibi geldi.” “Planın ne?” diye sordu Jeffrey, dönüp gruba yetişmek

için ilerlerken.

432

Page 432: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Ne demek istiyorsun?”“Aynen dediğim gibi. Planın ne? Bir planın olmalı.

Oraya nasıl gireceksin? Arkadan mı dolaşacaksın? Bilmedi­ğim bir tür tuzak filan mı kurdun? Bir çukur mu? Çukuru nasıl kazdın be? Yoksa oyalama taktiği mi? Patlayıcı mı yer­leştirdin? Gizli bir silahın mı var?”

“Keşke olsaydı, Jeffrey, fakat Jack Lionefa karşı kul­lanmak için değil. Sen aklını kaçırmışsın. Patlayıcı mı? El­bette hayır. Planım filan da yok. Ön kapıdan gireceğim, ağaca gidip beş tane şeftali toplayacağım ve geri çıkacağım.”

“O kadar yani?”“O kadar yani.”

“Charles, sen gerçekten kafayı yemişsin. Öleceksin. Seni ezecek, lanet olasıca manyak. Muhtemelen, bilmiyorum, kaplanları bile vardır. Ya da Doktor Moreau gibi yeni melez yaratıklar üretmiştir. Timsah bacakları olan bir köpekbalığı gibi. Muhtemelen elinde kılıçla üzerine koşacak.”

“Jeffrey, adam korsan değil.”“Sen de değilsin.”“Ne?”“Aynen. Bak, bir komünist psikopatın şeftalileri çalın­

maz. Bu bir numaralı kuraldır. Anladın mı? Ve eğer bunu ya­parsan, böyle bir şeye kalkışırsan, bir ayı tarafından kamının deşilmemesini sağlamak için plan filan yaparsın. Başuı dertte, Charlie. Bu sandığımdan daha da kötü. Hazırlık bile yapmamışsın. Döviiş sanatları konusunda temel şeyleri bile

bilmiyorsun."

4) \

Page 433: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

‘‘İhtiyacım da yok."“ Dövüş sanatlarına h e r z a m a n ihtiyaç vardır, salak!

Olay da bu. Cesur olmak istiyorsan, akıllı olmalı, hazırlık yapmalı ve bir şeyler bilmelisin. Tamam. Bak. Fazla zama­nımız yok. Sana elimden geldiğince açıklayacağım. Bir ra­kiple karşılaşırsan kesinlikle şaşmaz bir hareket. Dinliyor musun?”

“Hayır.”“Güzel. Şimdi. Bu bir gün hayatım kurtarabilir. Kitap­

taki en kolay harekettir. Adına Şeftali Çalan Maymun denir. Ciddiyim. Denk geldi, değil mi?”

“Jeffrey, bunları sen uyduruyorsun.”“Uydurmuyorum! Tamam. Saldırıya uğrarsan yapacağın

şey bir dizinin üzerine çökmek ve açık avuçla saldırganın bacak arasına sağlam bir darbe indirmek; aparkat gibi. Sonra o şeftalileri kapar ve oradan çıkarsın. Bam! Savaş bitti. Cid­diyim, Chuck. Dövüş sanatları çevrelerinden olmayanlar top­lara vurmanın korkakça bir hareket olduğunu söyler. Oysa bence akıllıca.” Jeffrey parmağım başının yan tarafına vurdu.

“Eh, bence gerek kalmayacak. Şeftalileri adamın ağa­cından toplayacağım, bacaklarının arasından değil. Sorun ol­mayacak. Güven bana.”

“Ulu Tanrım. Chuck! Neyin var senin? Adam delinin teki! Sen başını kuma gömüyorsun. Tıpkı lanet olasıca bir... devekuşu gibi. Sen devekuşlarmın kralısın. Bu tehlikeli, an­lamıyor musun? Yapma sakın, geri zekâlı! Değmez.”

“Değer!”

Page 434: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Nasıl?”“Değer işte.”“Yapma diyorum sana.”“Yapıyorum bile!”Jeffrey kulağını çekiştirerek başını iki yana salladı. “Lanet olsun. O halde ben de seninle geliyorum. Eğer

düşersek birlikte düşeriz.”“Hayır Jeffrey.”“Geliyorum, Chuck. Yapacağım. Ben de seninle birlikte

içeri gireceğim,” dedi kararlı bir tavırla.Gerçekten yapacaktı. Jeffrey Lu benim bildiklerimi bil­

mese bile. Benim korkmak için bir nedenim yoktu ama onun vardı. Jack Lionel efsanesine o da bu kasabadaki herkes kadar inanmıştı ama benim güvenliğimden emin olmak için hepsini bir kenara atmaya hazırdı. O tanıdığım en cesur in­sandı.

“Buna gerek yok, Jeffrey. Gerçekten. Ayrıca benimle ge­lirsen iddiayı kaybederim.”

“Gelmezsem daha fazlasını kaybedersin. Charles, ha­zırlıklı değilsin.”

“Hazırlıklıyım. Güven bana, hazırlıklıyım.”“Hayır, sen cahilsin, unuttun mu? Dövüş konusunda

hiçbir şey bilmiyorsun. Düşersen yere bile inemezsin. Oysa hiçbir hazırlık ya da keşif yapmadan şeftali görevine gidi­yorsun; ne dövüş sanatlarından anlıyorsun ne de lanet olasıca b\r planın var. Yanında olmalıyım. Yoksa asla başaramaz­sın.”

435

Page 435: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Benimle gelemezsin. Jeffrey.'’“ Eh. lanet olsun! O halde sırtüstü uzanıp İngiltere'yi

düşün. Chuck Bucktin. çünkü öyle ya da böyle işin hini. Her neyse, seni tanımak güzeldi. Bunu daha önce söylemiş ola­bilirim ama bu kez gerçekten ciddiyim: Sen salağın tekisin!”

Elimi omzuna koyarak sıktım.“Jeffrey, sen sahip olduğum en iyi dostsun. Kardeşim

gibisin. Bunu bilmelisin.”“Ne? Neden aniden böyle iyice nonoş oldun?”'•Çünkü seni seviyorum, ufaklık. Ve bu benim yapmam

gereken bir şey. Anladın mı? Güven bana, dünyadaki en kolay şey olacak. Bu kasabadaki herkes korkacak bir şey ol­madığını anlayacak. Sonrasında da ganimeti toplayacağız.”

Teslim olarak başını iki yana salladı. Bir süre sonra sordu:

“Eğer almayı başarırsan şeftali çekirdeklerinden birini bana verir misin?”

“Jeffrey, hepsini alabilirsin. Hak ediyorsun.”Yolun geri kalanını sessizce yürüdük.Lionel'm arsasına geldiğimizde ön kapının etrafından

bir yay çizdik. Çocukların bazıları geri duruyor, mesafesini koruyordu. Ortam gergindi. Wanvick Trent bana bakarak sı­rıttı. Kendini şimdiden kazanmış gibi görüyordu.

“Eee? Haydi bakalım, sersem herif,” dedi başıyla kulü­beyi işaret ederek. “Buraya böyle dikilmeye gelmedik.”

Çark etmemi bekliyorlardı. Etrafa ve kulübeye bakınır­ken titremeye başlayacağımı sanıyorlardı. Geri çekilecek ve

436

Page 436: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

yapamayacağımı söyleyecektim. Grup heyecanlıydı. Bütün gözler üzerimdeydi ve ne yapacağımı gönneyi bekliyorlardı. Ama ben daha önce içeri girmiştim. Gerçeği biliyordum. Bu yüzden Warwick Trent’in gözlerinin içine baktım ve manda­lını açarak kapıyı ardına kadar savurdum. Izgaranın üzerin­den atladım. Onlara dönüp zekice bir şeyler söylemeyi düşündüm ama vazgeçtim. Duraksayarak sırtımı dikleştirdim ve doğruca karşıya baktım.

“Altına edecek!” dedi biri. Muhtemelen bu noktaya kadar gelebilmeme bile şaşırmışlardı.

Araba yolundan öylece yürüdüm. Otların arasına filan saklanmıyordum. Ne eğiliyor ne de sessiz olmaya çalışıyor­dum. Daha önce gelen hiçbir şeftali hırsızı benim gibi dav­ranmamıştı. Cüretkâr. Cesur. Burada tarih yazıyordum. Ar­kamdan birinin kendimi öldürteceğimi söylediğini duydum ve kulübenin kapısı açılırken sırıttım. Şeftali ağacına, veran­daya, arka tarafta duran paslı arabaya ve tavuk kümesine

baktım.O kadar uzaklaşmıştım ki diğerlerini duyamıyor, artık

varlıklarını bile hissedemiyordum. Herhangi bir tehdit ol­masa bile hâlâ ürkütücü bir yerdi. Yaklaşırken daha sessiz olmaya çalıştım. O kadar ki Lionel o anda dışarı çıksa, şüp­helenmek için her türlü nedeni olurdu. Acaba beni izliyor muydu? Cırcırböceklerinin sesini duyuyordum, çimenler oy­nuyordu. Derin bir nefes aldım.

Uzun çimenlerin arasından geçerek şeftali ağacına > ak­laştım. Tatlı ve küflü kokuyordu. Ama çalılara bakarken nuv

4 Î7

Page 437: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

nıltm bo/uldu ve korkuya kapıldım. Toplanacak bir tane bile yortalı yoktu. Ağaç meyvesizdi. Sezon bitmişti. Elbette. Lonct a h u n ! Yani ben de bitmiştim. Belki Warwick Trent bunu biliyordu. Belki de bu yüzden böylesine kibirli ve gü­venliydi. Yaklaşarak daha yüksek dallara bakarken birkaç tane bulabilmeyi umuyordum ama ne turuncu ne de kırmızı bir şey görebiliyordum. Başım dertteydi.

Ağaca o kadar odaklanm ıştım ki Jack Lionel’ın açık salon penceresinden bana baktığını fark etmedim bile. Eği­lerek dışarı uzandı. Sesini duyunca yerimde irkildim.

“Charlie! Nasıl gidiyor, evlat?”Geri sıçradım. Aniden bütün vücudum ürperdi.“Bay Lionel. Merhaba. Üzgünüm. Çok özür dilerim.” “ Bana Jack de, Jack de.” G ülüm seyerek elini salladı.

“Korkarım bu zamanda meyve bulamazsın, oğlum. Sonun­cusu iki hafta önce düştü. Bu hafta toplayacak çok fazla m eyve vardı ve ben de hastalandığım için ilgilenemedim.”

Yere baktım. Ayaklarımın dibinde çürüyen sayısız şeftali vardı. Bu bir nimetti ama sorunum u çözm ekte yetersizdi, çünkü üzerlerinde onlarca böcek dolaşıyordu. Çoğu arıydı. Uçuşlarını izleyince evin saçağının altında bir kovan gözüme ilişti. Ortalıkta karıncalar, tırtıllar, solucanlar, çeşit çeşit si­nekler dolaşıp uçuşuyordu. Tam bir kâbustu. Kaskatı kesil­dim. Bu artık o kadar da kolay bir iş değildi. Ürpererek geri adım attım. Tuvalete gitmem gerekiyordu.

Lionel dirseklerini pencere pervazına koyarak öne doğru

eğilecek oldu ama hemen onu durdurdum.

43X

Page 438: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“Hayır! Orada kal, seni görecekler,” diye ıısladım elimi kaldırarak. Bakışlarımı yerden kaldırmamıştım.

“Kim?”

“Okuldan çocuklar,” diye fısıldadım. “Beni izliyorlar. Şimdi açıklayamam. Ama seni tanıdığımı da belli edemem, Jack. O şeftalilerden birkaç tanesine ihtiyacım var, sorun olur mu?”

“Keyfine bak. evlat.” dedi Jack içeriden gülerek. “Ke­sekâğıdı filan ister misin? Çamaşırlıkta bir kovam var. Siz neler çeviriyorsunuz bakalım? Domuz tuzağı filan mı kuru­yorsunuz? O alçaklar şeftalilerime bayılır. Eve kadar geli­yorlar. Geceleri ortalığı talan ettiklerini duyuyorum.”

“Hayır. Kesekâğıdına filan gerek yok. Yine de teşekkür ederim.”

“Nasıl istersen. Ama istediğin kadar alabilirsin evlat. Hepsi senin.”

Yere baktım. Nefesim kesilmişti. Aşağıda böceklerden oluşan koca bir şehir vardı. An Lu’nun bahçesinden daha kö­tüydü ama burada topu almasını isteyebileceğim bir Jeffrey yoktu. Bütün vücudum gerilmişti. Üzerimi kaplamışlar gibi geliyordu. Vücudumda dolaşıyor, kayıp süzülüyorlardı. El­lerimi birleştirerek avuçlarımı birbirine bastırdım.

“Bir sürü arı var.” dedim.Jack Lionel bir sigara yakarak başını iki yana salladı.“Ah, onlara aldırma. Neredeyse zararsızdırlar. Baksana

bir. Hepsinin işi bitik.”“Ciddi misin?"

4 w

Page 439: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

“K\ et. bir bak. Neredeyse işe yaramaz. Meyve çürümüş

\c sıcaktan mayalanmış. Bu yüzden anlar boğazlarına kadar dolmuş. Seninle uğraşmazlar, evlat. Endişelenme.”

“Emin misin?”“Yumurtanın yumurta olduğundan emin olduğum

kadar.”Yere baktım. Haklı olabilirdi. Sersem gibi görünüyor­

lardı. Kararsız ve sarsaklardı. Belki de gerçekten sarhoşlardı. Zaten başka seçeneğim de yoktu. Cesur olmak zorundaydım.

Burada çok uzun süredir durduğumu da fark etmiştim. Bu iş hayal ettiğim gibi gitmiyordu. Bu sahnede umduğum rahatlık ve kibir yoktu. Üstelik kucağım iğrenç görünüşlü çürük şeftalilerle dolu halde döndüğümde benimle alay ede­ceklerini de tahmin ediyordum. Hiçbir tehlike işareti görme- mişken neden bu kadar oyalandığımı soracaklardı. Belki de Lionel’m evde olmadığını ve benim bunu bildiğimi düşüne­ceklerdi.

Başımı kaldırıp loş salona, duvara baktım ve yapmam gerekeni anladım. Bunu ölümsüzleştirmenin yolunu bulmuş­tum. Jack’in gözlerine baktım.

“Dinle, Jack. Bir iyiliğe ihtiyacım var. Pazar günü gelip sana akşam yemeği yapmamı ister misin?”

Sırıttı.

Olay, gerçeği sadece Jack Lionel ve benim bildiğimiz bir efsaneye dönüşecekti. Hikâyenin zamanla daha da biiyü-

440

Page 440: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

yeceği şüphesizdi. Hikâye kendi kendine yaşam bulacak, abartıldıkça abartılacak ve içinde benim adım olacaktı. Yay­gın söylentileri güçlendirecekti. Ama hiçbir dinleyici veya oradaki izleyici, çekingen bir tavırla eğilip arıların arasında çürümüş meyveleri kapmanın benim için çok daha ürkütücü olduğunu asla bilmeyecekti. Ellerim titriyordu. Parmaklarımı zorlukla kullanabiliyordum. Yine de meyveleri aldım, tam beş tane. Hepsini kolumun boşluğuna doldurdum. Aniden her şey yerine oturmuş gibiydi; tıpkı nihayet bisiklete bine- bilmeyi başardığınızda veya kendinizi bir nehrin akıntısına bıraktığınızda olduğu gibi. Onları göğsüme bastırarak cesa­retimi topladım.

Zafer kazanmış bir şekilde beni bekleyen kalabalığa doğru yürümek için döndüm. Ama Jack Lionel aniden evin ön kapısından dışarı fırladı ve elindeki tüfeği herkesi inan­dıracak şekilde sallamaya, deli gibi bağırmaya başladı. Yol­daki gruptan yükselen uğultuları duyabiliyordum. Jeffrey Lu’nun korku dolu tiz sesi hepsinin arasından sıyrılıyordu. Dönerken şeftalileri bıraktım ve yerimden fırlayarak Jack Lionel’a doğru koşup, verandada hızlı, kendinden emin bir hareketle tüfeği elinden kaptım. Sandığımdan daha ağırdı. Tüfeği bir kenara atarak onu göğsünden ittim. Bir kovboy filminde onu kalbinden vurmuşum gibi arkaya doğru sende­leyip düşerken sırıtarak bana göz kırptı. İyi bir gösteriydi. Tepesinde dikilerek parmağımla işaret ederken, o da kor­kuyla geri geri sürünüyordu ama aslında söylediğim sadece Teşekkür ederim, Jack. pazar günü görüşürüz'û\\. Yerde

4-11

Page 441: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

acıyla kıvranır gibi yaparken aslında gülmekten kırılıyordu. Başıyla onaylayarak bana veda etti.

Artık to / içinde kalmış meyveleri topladım ve aceleyle araba yolundan döndüm. Omuzlarımı dik tutuyor, nefes ne- feseymiş gibi davranıyordum; sonuçta az önce büyük bir zafer kazanmıştım, değil mi? Jeffrey Lu beni yarı yolda kar­şıladı. Lionel'! görür görmez koşmaya başlamış, ama tek bir hamleyle onu etkisiz hale getirdiğimi görünce donup kal­mıştı. Yerinde duramıyordu.

“Ulu Tanrını! Ulu Tanrım! Clntckl Ulu Tanrım! Adamı öldürdün!" Gözlerini deli gibi açmıştı. Sesi çatlıyordu.

“Onu öldürmedim, kaz kafalı,’5 dedim sakince. “Sadece ittim. Bir şey olmadı.”

“Lanet olsun. Chuck! Üzerine geldi! Elinde silahlal Bu inanılmazdı. Ulu Tanrım! Ulu Tanrıml Ölmüş olmalıydın! Buna inanamıyorum! İnanmıyorum?'

Yan yana yürüyorduk. Önce sessizlik ve hayranlıkla kar­şılandım. Sonra bana yaklaştılar. Şaşkınlık ve hayret nidaları yükseliyordu. Biri açıkça bahsi kazandığımı söyledi ama hi­kâye arlık daha da muhteşemdi. Bu kadar korktukları adam bana saldırmıştı ve onu ilk kez kendi gözleriyle görüyorlardı. Dahası, gerçekten inandıkları gibi öfkeli ve ölümcül bir halde görmüşlerdi. Efsane doğrulanmıştı. Gerçekti. Üstelik ben onu yenmiştim. Hem de hiç tereddüt bile etmeden. Ejderhayı öldürmüştüm. Artık kahramandım!

(in ip birbirine sokuldu. Küçük çocuklar kollarımdaki şeftalilere altın külçesiymiş gibi dokunuyordu. Diğerleri yü­

Page 442: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

züme bakarak onları aydınlatmamı bekliyorlardı. Yakından nasıl görünüyordu? Yüzünde uzun bir yara izi filan var mıydı? Kolunda bir kurukafa dövmesi görmüş müydüm?

Açıkçası, sandığım kadar tatmin edici değildi. Sonunda şeftali almıştım ama zaferim boş görünüyordu. Yine de. War- wick Trent’i kollarını göğsünde kavuşturmuş halde geride dururken görmek güzeldi. Tek kelime bile etmiyordu. Onu yenmiştim.

Şeftaliler de hiç fena değildi. Onları kucağımda tutmak bana gurur vermişti, çünkü onları elime aldığım anda güç dengesinin değiştiğini hissetmiştim. Çekirdeklerden birini kendime saklayacak, böylece bu korkunç yazı daima hatır­layacaktım. Belki birini Eliza’ya verirdim. Gerisi de Jeff- rey’nindi.

Kalabalık beni biraz daha sıkıştırdıktan sonra aniden ka­sabayı işaret ederek “Bakın!" diyen bir çocuk zafer anımı böldü.

Hepimiz sessizleşerek işaret ettiği yöne baktık. Bela vardı.

Yoğun ve simsiyah bir duman yükseliyordu. Bir volkan patlıyordu. Uzaktaydı ama o kadar uzakta da değildi. Kasaba merkezine çok yakındı. Hepimiz yerimizde doğrularak oraya bakarken bir sessizlik oldu. Esinti bile yoktu. Bu. maddeleş- miş bir karanlık ruh gibiydi. Corrigan’daki herkes orada ger­çek bir şey olduğunu biliyordu ve bu gerçeklen korkulacak bir şeydi, çünkü böyle bir dumanın altında ateş olurdu.

Gözlerimi kısarak yerini belirlemeye ve nasıl hu kadar

Page 443: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

s'abıık \ ükseldigini anlamaya çalıştım. Sonra meyveleri ku­cağım dan atarak koşmaya başladım.

Bir dikişim vardı. Bir demir parçası yan tarafıma sap­lanmıştı. Her hareketimde kaslarımın kemiklerimden ayrıl­

dığını düştinm em eye çalışıyordum. Canım çok yanıyordu ama yine de koşmaya devam ediyordum. Havadaki duman kokusunu alacak kadar yaklaşmıştım ve sirenleri duyabili­yordum . Yanıldığımı umuyordum. Ah, Tanrım! Ah, ulu Tan­rım. um arım yanı!iyonundur. Nefesim kesilm işti, gücüm tükenm işti, fakat irademi zorluyordum. Nehri, köprüyü, tren istasyonunu geçip kasabanın içinden koşmaya devam ettim. M adenciler Loncası'nm önünden geçerken endişelerim gi­derek yüzeye tırmanıyordu. Tişörtüm göğsüme yapışmış, çe­nem den ve boynumdan ter damlaları süzülüyordu. Nefes nefeseydim . Daha fazla devam edemezdim.

Sahanın kenarm da kayarak durdum ve uzakta yangına koşan insanları gördüm; konumu bütün şüphelerimi doğru­luyordu ve bacaklarım oracıkta çöziilüverdi. Ama devam etm ek zorundaydım . Ç im enleri aşarak caddeye fırladım. A dımlarım sarsaklaşmıştı, kollarım kemiksizmiş gibi salla­nıyordu. Sesleri ve gürültüleri duyuyordum. Artık onların so­kağına dalmıştım. A ğaçlar şemsiye gibi kollarını sarkıtıyor­du. Her şey kargaşa içindeydi. Çılgınca! Kalan bütün hızımla ilerledim . Bir am bulans görünce boğazım da bir şeyler dü­ğümlendi. Tek bir itfaiye kamyonu Eliza'Iarm çimenliğine

444

Page 444: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

yanaşmıştı. Komşular bahçe hortumlarından su sıkıyordu. İnsanlar zincir olmuş, elden ele su kovaları taşıyordu. Yardım etmeyip sadece izleyenler geri itiliyordu. Her yanım acı ve ağrı dolu olmasına rağmen devam ettim. Tam orada, kar­şımda, WishartMarın evinin içinden gelen alevleri görüp çı­tırtıları duydum. Kırılmış pencerelerden alevler fışkırıyordu. Ama kontrol altına almışlar gibiydi. Boğucuydu ve nefes almak zordu. İııanamıyordum. Haki giysili sakallı bir adam bana bağırdı ama durduğum yerden kıpırdamadan kalabalığı taradım. Karşımda sıcak bir duvar var gibiydi. Dumanın ara­sından görebilmek için gözlerimi kısmam gerekti. İşte ora­daydı! Orada! Lanet olsun, oh. Tanrım, oradaydı ve iyi olduğunu görünce neredeyse olduğum yere yığılacaktıın. Biri beni geri çekti. Omzunun üzerinden sen sesle bir şeyler söy­ledi ama duyamadım. Eliza sırtı dik bir şekilde annesinin ya­nında duruyor, annesi elinde mendille ağlıyordu. Bayan Wishart eve kısa kısa bakışlar atarken aniden başını çevirerek yere çömeldi. Eliza başka birinin eviymiş gibi duygusuzca izliyordu.

Ambulans görevlilerinin ilgilendiği kişi, çimenlikte sırt­üstü yatan valiydi. Evden çıkarıldığı belliydi. Yüzüne solu­num maskesi yerleştirilmişti. Onu dikkatle oturturlarken izledim. Kollarını dizlerine dayamıştı. Sağ bacağı sargılıydı. Saçları dağılmıştı ve üzerinde gömleği yoktu. Göbeği top gi­biydi. Teni yağlı ve terliydi. Biri ona bir şey sordu ve vali zayıf bir şekilde başını iki yana salladı.

Güçlü bir patlama oldu ve kalabalıktan korku dolu sesler

445

Page 445: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

\ ilkseldi, ('anıların parçalandığını duydum. Kİ i/a dışında hetkes \ü /ü n ü buruşturdu. Gönüllüler birbirlerine bağırarak hızlandılar. Daha fa/la insan yardım etmeye ya da izlemeye koşuyordu. Bazıları yeni alev patlamalarına karşı matadorlar gibi ıslak battaniyeler tutuyor, rüzgârın hızlanmaması için dua ediyorlardı.

Gözlerim sulandı, koltukaltıma doğru öksürdüm. Nefes almak giderek zorlaşıyordu. Gökyüzü kızarmıştı ve üzeri­mize kül yağıyordu. Kar küresinin sapkın bir versiyonu gibi.

Gözlerimi tişörtüme silerek tekrar Eliza W ishart’a bak­tım ve onunla göz göze gelmeye çalıştım ama doğruca kar­şıya bakıyordu. Yüz ifadesini seçemiyordum. Bir kadın ona

bir bardak su uzatarak nazikçe bir şeyler söyledi ama Eliza omzundaki eli iterek aldırış etmedi.

Her nedense bana öfkeli ve hırpani görünüşlü Eric Coo- ke 'u hatırlatmıştı; sonunda ona soruyu sordukları zamanı. Sadece birini incitmek istedim, demişti. Ama bütün hikâye bu değildi, değil mi? Bunu sadece kendisi bilebilirdi ve sı­kılmış yumruğunda sırlarını saklıyordu. Her zaman daha faz­lası vardı. Daima. Tarih, gizemi örtbas ediyordu. Yoksa tam tersi miydi? Bilmecelerin arasına mı gömülüyordu? Ablası­nın ölümünü izleyen Jenny LikensT düşündüm; sonuna kadar bir şey söylememiş, cesaretini ancak iş işten geçtikten sonra toplayabilmişti. Sonrasında her gün nefret duymuş, o kelimeyi kendi tenine bir dövme gibi kazımak istemiş olma­lıydı. Özgünüm. Onun da o korkunç evi yakmak, yerle bir etmek isteyeceğinden emindim; hatta belki içinde Gertrude

446

Page 446: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

Bam 's/ev/ski'yle birlikte.

Alevler bir saat kadar sonra dinmişti. Evin içi boşalmış, çatısı çökmüştü. Boş ve simsiyah bir kabuğa dönüşmüştü. Duman dağılırken, C’orrigan gökleri kızıl bir renkle kararı­yordu. Kasabanın yarısı orada gibiydi. Eliza yerinden bile kıpırdamamıştı. Tek başına duruyordu. Babası ambulansla götürülmüştü. Annesi etrafında toplanan kadınlar tarafından teselli ediliyordu.

Arkamdaki insanlar yangının nasıl başladığı konusunda mırıldanıyordu. Açık kalan bir ocak, gaz sızıntısı, elektrik kabloları, sigara. Her bir olasılık tek tek düşünülüyor, birileri başıyla onaylıyordu. Orada tek başına duran, evinin kalıntı­larını şoka girmeden veya keder duymadan sert bir yüzle iz­leyen kızı kimse fark etmiyordu.

Ve o anda biri, tahmin ettiğim şeyi söyledi. Postaneden bahsettiklerinde olduğu gibi. Ve elbette hak ettiğinden daha abartılı bir şekilde. Onun adını duyduğumda yine boğazımda bir şeyler düğümlendi ve göğsümü bir şeyler çekiştirdi. Orada gözyaşlarına boğulabilirdim.

Çünkü ben gerçeği biliyordum. Jasper Jones'un Corri- gan’dan sonsuza dek ayrıldığı anı biliyordum. Birkaç halta önceydi. Sokakta JeiTrey’yle kriket oynuyorduk ve ben sıca­ğın altında yerime yürüyordum. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama aniden durup baktım ve gittiği anı anladım. O gece daha sonra penceremin pervazında bir şişe viski, bir paket sigara ve bir kalem bulunca şüphelerim doğrulandı. Ama tam o anda gidişini hissetmiştim. Biliyordum. Sessiz sokağı, düzenli

447

Page 447: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

s leı i. kapalı kapıları ve beyaz panjurlardan yansıyanm ı^ığmı İnerlerken, sadece böceklerin sesi duyuluyordu.

K -şıf . çai lan yoktu. Arama yoktu. Hiçbir şey kıpırdanu- y vr lu Jasper J'^ne1 dünyadan düşüp gitmiş ve kimse fark et­

memiş;: Kimse ıımursamamışr. Ben anlıyordum. O gece ne

'jenick i>.ediğim artık biliyordum. JefTrey görmeden gözle­

r in i kapamak zorunda kalmıştım.

Bir şey yandığı için bunu ancak şimdi fark ediyorlardı.

Şimdi Jasper Jones'u arıyorlardı. Am a tıpkı Laura Wishart

gibi, onu da asla bulamayacaklardı. Hepsi için fazla akıllı ve

fazla hızlıydı. Kurnaz ve becerikli.

Arkamı dönerek onlardan uzaklaştım. Çimenlerin üze­

rinden yürüyerek Eliza’ya yaklaştım. Olduğu yerde dönerek

hafifçe gülümsedi, elim i omzuna koydum. Sonunda doğru

kelim eleri bulabilmiştim. Ü zerim ize hâlâ küller yağarken

ona doğru eğilerek kulağına fısıldadım.

Page 448: Tanrı Nın Unutulan Çocukları.pdf 1

www. f acebook. com/groups/ekitaphane

www. f acebook. com/ekitaphane

HASRET =)