Top Banner
84

TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Aug 23, 2020

Download

Documents

dariahiddleston
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı
Page 2: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı
Page 3: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Cenab-ı Allah, insanoğlunu en güzel şekilde yaratmış ve imtihan edilmek üzere yer-yüzüne göndermiştir. İnsanın imtihanı, aynı zamanda yeryüzünü imar etmek gibi bir mesuliyeti de içinde barındırıyor. O, bir yandan Rabbine karşı mesuliyetlerini harfiyen yerine getirecek bir yandan da topluma, tarihe ve tabiata karşı ödev ve yükümlülük-lerini icra edecektir. Beşeriyet, aynı vadide akan büyük bir ırmak gibidir. Dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkacak sorun, diğer insanların bigâne kalabilecekleri, görmezden gelebilecekleri bir sorun olarak kalmaz. Yeryüzündeki sorumluluklarını yerine getirirken insanın bir an olsun bile aklından çıkarmaması gereken mesele-lerden birisi budur. Tarih göstermiştir ki iyilik ya da kötülüğün, afet ya da bereketin etkisi kısa sürede bütün dünyaya yayılmaya elverişlidir ve hiç kimse kendi yalıtılmış çevresinde insanlığın kaderinden ayrı bir hayat süremez. Bu yüzden İslam dini bütün insanlığı muhatap almış, hayrın ve barışın cihanşümul bir ivme kazanması için iyili-ği yaymak ve kötülükten nehyetmek hususunda müminleri daima çalışmaya teşvik etmiştir.

Bugün bütün dünyayı etkisi altına alan Covid-19 küresel salgını, herkesin pratik ya-şamına, alışkanlıklarına bir şekilde dokunarak insanlığı topyekûn bir imtihanla karşı karşıya getirmiştir. İnsanlık tarihte de salgın hastalıklara maruz kalmış, muhtelif ted-birlere başvurmak suretiyle kurtulmaya çalışmıştır. Her konuda rehberimiz olan Hz. Peygamber (s.a.s.), salgın hastalıklarla ilgili, “Bir yerde taun ortaya çıktığını duyarsa-nız oraya girmeyin, siz bir yerdeyken taun ortaya çıkarsa oradan çıkmayın.” buyur-mak suretiyle (Buhari, Tıb, 30.) bütün çağlara şamil ve bugün de salgınlarla mücadelede kritik önem taşıyan bir davranışı önermişti.

Kur’an-ı Kerim, Müslümanları dünyada olup biten, başlarına gelen her şeye karşı te-fekkür ve hikmet nazarıyla bakmak hususunda terbiye etmiştir. O yüzden yaşadığımız son küresel salgın, hem hastalık özelinde hem de hayatın bir muhasebesini yapmak bağlamında bireylerin ve ülkelerin üzerinde derinlikli olarak düşünmeleri gereken bir durum arz ediyor. Anlaşılan o ki hayatlarımızı salgından önce ve salgından sonra diye ikiye ayıracak olan bu pandemi, birbirimizle, doğayla ve ahlakla ilişkimizi gözden geçirmemize olanak sağlayacak. Diyanet Aylık Dergi olarak bu ve benzeri meseleleri konuşmak, anlamak ve irdelemek üzere “Salgınla Sınanan İnsanlık” adlı dosyayla huzurlarınızdayız.

Bu sayımızda Prof. Dr. Asım Yapıcı, “Kendisiyle Yüzleşen ya da Yüzleşemeyen İnsan-lık”; Doç. Dr. Gülüşan Göcen, “Yavaşla ve Evine Dön, Kalbine Dön”; Prof. Dr. Adnan Demircan, “Salgın Hastalıklar ve Müslümanlar”; Mustafa Irmaklı, “İnsanlığın İhtiya-cı: Merhamet ve Diğerkâmlık” başlıklı yazılarıyla dosyamıza katkıda bulundu. Söyleşi konuğumuz Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan.

Salgın hastalığın ramazanın coşkusunu gölgelediği, müminlerin birlik ve beraberlik ruhunu yaşattıkları camilerden, teravihlerden, iftarlardan ayrı kalmanın hüznü ile bir ramazanı idrak ediyoruz. Ramazanın salgınla mücadele eden tüm insanlık ailesi için rahmete vesile olması, sağlık ve huzur içinde bizleri bayrama eriştirmesi duasıyla Mübarek Ramazan Bayramınızı tebrik ediyorum. Sonraki sayımızda görüşünceye dek sağlıkla kalın. İyi okumalar. TA

KDİM

Dr. Fatih KURT

Page 4: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Diyanet İşleri Başkanlığı AdınaSahibi ve Genel Yayın YönetmeniDr. Fatih KURT

Sorumlu Yazı İşleri MüdürüDr. Elif ARSLAN

Mali İşler ve Dağıtım SorumlusuAhmet BULUT

Yayın KuruluDr. Fatih KURTDr. Elif ARSLANAbdulbaki İŞCANDr. Lamia LEVENT ABULDr. Abdülkadir ERKUTHüseyin ARIMahmut KAYIŞ

Aylık Dergi | Mayıs 2020353

EditörDr. Lamia LEVENT ABUL

Yayın KoordinatörleriEmin GÜRDAMURMustafa BERKMeryem BALTACIMahir KILINÇ

Görsel KoordinatörAsuman AYDIN

Dijital MedyaÖmer GÜÇLÜŞahin BODUR

ArşivAli Duran DEMİRCİOĞLU

Grafik - TasarımAren Tanıtımwww.arentanitim.com.tr

İletişimDini Yayınlar Genel MüdürlüğüÜniversiteler Mah. Dumlupınar Blv.No: 147/A 06800 Çankaya/AnkaraTel : 0312 295 86 61 - 62Faks: 0312 295 61 [email protected]

İÇİNDEKİLER

GÜNDEMKENDİSİYLE YÜZLEŞEN YA DA YÜZLEŞEMEYEN İNSANLIKProf. Dr. Asım YAPICI

SÖYLEŞİPROF. DR. NEVZAT TARHAN: “SALGINLA DÜNYAYI SARIP SARMALAYAN KÜRESEL NARSİSİZMİN DEĞİŞME ŞANSI ORTAYA ÇIKTI.”Mahir KILINÇ

DİN DÜŞÜNCE YORUMÜSTÜNLÜK RENKTE, TENDE VE IRKTA DEĞİL, TAKVADADIRProf. Dr. Selim ÖZARSLAN

VAHYİN AYDINLIĞINDAHELAL HARAM DUYARLILIĞINDA AŞINMADr. Abdülkadir ERKUT

HADİSLERİN IŞIĞINDAHATAYI HASLETE DÖNÜŞTÜREN NEBEVİ ÖĞÜTLERHalil KILIÇ

GÜNDEMİNSANLIĞIN İHTİYACI: MERHAMET VE DİĞERKÂMLIK Mustafa IRMAKLI

GÜNDEMSALGIN HASTALIKLAR VE MÜSLÜMANLARProf. Dr. Adnan DEMİRCAN

6

22

26

34

3610

18

14GÜNDEM

YAVAŞLA VE EVİNE DÖN,KALBİNE DÖN

Doç. Dr. Gülüşan GÖCEN

DİN DÜŞÜNCE YORUMSAĞLIK VE TEMİZLİK DİNİ İSLAMSelva ÖZELBAŞ

30

Page 5: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Abone İşleriTel: 0312 295 71 96-97Faks : 0312 285 18 54e-mail: [email protected]

Online Abonelik:yayinsatis.diyanet.gov.tr

Abone ŞartlarıYurt İçi yıllık: 72.00Yurt Dışı yıllık: ABD: 30 ABD DolarıAB Ülkeleri: 30 EuroAvustralya: 50 Avustralya Dolarıİsveç ve Danimarka: 250 Kronİsviçre: 45 Frank

Abone kaydı için, ücretin Döner Sermaye İşletme Müdürlüğü’nün T.C. Ziraat Bankası, Ankara Kurumsal Şube IBAN: TR94 00010017 4505 9943 0850 41 nolu hesabına yatırılması ve makbuzun fotokopisi ile abonenin hangi sayıdan başlayacağını bildirir bir dilekçe, mektup, yazı, faks veya e-mailin Diyanet İşleri Başkanlığı Döner Sermaye İşletmesi Müdürlüğüne gönderilmesi gerekmektedir.

Temsilcilikler; Yurt İçi: İl Müftülükleri, İlçe Müftülükleri - Yurt Dışı: Din Hizmetleri Müşavirlikleri, Din Hizmetleri Ataşelikleri.

Yayın Türü:Aylık, Yerel, Süreli Yayın, Diyanet Aylık Dergi (Türkçe)

BaskıÇağlayan A.ŞSarnıç yolu No:7 Gaziemir/İZMİRTel: 0232 274 22 15

Basım Tarihi: 04.05.2020

Yayımlanacak yazılarda düzeltme ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel sorumluluğu yazarlarına aittir. Diyanet Aylık Dergi, Diyanet İşleri Başkanlığı yayın organıdır. Dergide yayımlanan yazı, konu, fotoğraf ve diğer görsellerin her hakkı saklıdır. İzinsiz, kaynak gösterilmeden hertürlü ortamda alıntı yapılamaz.

DİYANET ARŞİVİAÇILIŞININ 100. YILIİLK BÜYÜK MİLLET MECLİSİNCE OLUŞTURULAN BİR KURUL: FETVA HEYETİ Dr. Mehmet BULUT

BÜYÜTEÇALLAH KÖTÜLÜĞÜ NEDEN ÖNLEMİYOR?Prof. Dr. Adnan Bülent BALOĞLU

EN GÜZEL İSİMLERHER İŞİ YERLİ YERİNDE ADİL VE DENGELİ MUKSITFatma BAYRAM

ADANMIŞ ÖMÜRLERBİR GÖNÜL İNSANI HACIVEYİSZÂDE MUSTAFA KURUCUBünyamin ALBAYRAKAhmet ÜNAL

LİSAN-I KALPHER NEFESİN KIYMETİNİ BİLMEKDr. Lamia LEVENT ABUL

KAFAMA TAKILANLARORUÇ PERHİZ Mİ?Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

DİN VE HAYATAHMET HAMDİ AKSEKİ’NİN KARANTİNA HUTBESİ:KARANTİNADAN ÇIKMAK MUHAREBEDEN KAÇMAK GİBİDİRRecep KAYA

DİN VE HAYATKORONA BİZE NE SÖYLER?Merve ŞAHİNKAYA

KÜLTÜR SANAT EDEBİYATESTETİK VE SANAT ŞUURUAbdulnasır KIMIŞOĞLU

ÖNCÜ ŞAHSİYETLERİSLAM KARDEŞLİĞİNİ DAVA EDİNEN BİR MÜCAHİT HASAN EL-BENNAKoray ŞERBETÇİ

ADAB-I MUAŞERETFIRTINADA UYUYABİLİR MİSİNİZ? Ayşe Nur ÖZKAN

HATIRA DEFTERİ“KÜP RAHMET”Muhammet GÜNDOĞDU

TEBDİL-İ MEKÂNYEMEN AH YEMEN!F. Hilâl FERŞATOĞLU

DİYANETE SORALIM

BUNU KONUŞALIMİMAM HATİP BEKİR ÇETİNTAŞ: “SANAT KİŞİNİN ANLAYIŞINI VE UFKUNU GENİŞLETİR.”Mahir KILINÇ

38

42

46

48

50

54

56

58

62

GEÇMİŞ ZAMANINİZİNDEOSMANLI’NIN BÜROKRAT OKULU: ENDERUN MEKTEBİNermin TAYLAN

66

70

72

76

KİTAPLIKMATURİDİGüllü AKSA

80

74

60

52

Page 6: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

BAŞYAZI

Prof. Dr. Ali ERBAŞDiyanet İşleri Başkanı

Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla.

SALGINLA SINANAN İNSANLIK

Allah’ın insana bahşettiği en bü-yük nimetlerden birisi de kuşku-suz hayat ve sağlıktır. Her nimet ise bir sınanmadır ve külfetiyle kaimdir. Mümindeki sabır ve şü-kür ahlakının en açık tezahürü de nimet ve külfetle olan ilişkide belli olmaktadır. Bu bağlamda sağlık nimetine karşı en temel şükür ifadesi, kıymetini idrak ederek onu korumak ve Allah’ın muradı doğrultusunda kullan-mak iken; külfetine karşı sabrın göstergesi ise her türlü tedbire rağmen maruz kalınan hastalık, musibet ve zorluğu metanetle göğüslemektir. Zira Hz. Âdem ile başlayan insanın yeryüzü se-rüveni boyunca, geçmişten gü-nümüze zorluklar ve musibetler hep olagelmiştir. Tarih boyunca

(iradi) bir yanının olduğu da göz ardı edilmemelidir. Zira Yüce Al-lah, “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı işler yüzündendir. Allah yaptık-larınızın çoğunu affediyor.” (Şura, 42/30.) ayetiyle, musibetlerin meydana gelmesinde insanla-rın kusurlarının da bulunduğunu bizlere bildirmektedir.Bu perspektiften günümüze baktığımızda, maalesef yer-yüzünün büyük siyasi, iktisadi, ahlaki ve içtimai krizlerle karşı karşıya olduğunu görmekte-yiz. Bir yanda alabildiğine israf, bencillik ve rehavet yaşanırken diğer yanda dünya nüfusunun yarıdan fazlası açlık, yoksulluk, sefalet ve sosyal problemlerin kıskacında bir hayata mahkûm edilmiştir. Özellikle son bir asır-dır sorumsuzca bir yaklaşımla hava, su, toprak, çevre kirle-tilmiş ve âdeta küresel bir fe-sat ortaya çıkmıştır. Bunun bir yansıması olarak ortaya çıkan çevre ve iklim sorunları, salgın hastalıklar, milyonlarca insanı korku ve umutsuzluk girdabına sürüklemektedir. Esasen tüm bu olumsuz tablo, insanın eşyayla ilişkisinde gö-zetmesi gereken sorumluluk, adalet, hakkaniyet ve güzel ah-lak gibi değerlerin ihmal edil-mesinin elim bir sonucudur. Bu da insan-çevre ilişkisini başta sorumluluk duygusu olmak üze-

insanlığın musibetle imtihanı sürecinde en zor zamanlar ise salgın hastalıkların yaşandığı dönemler olmuştur. İşte günü-müzde de gözle görülemeyecek kadar küçük bir virüsün insan-lığın gündemini bir anda nasıl değiştirdiğine ve dünyayı büyük bir endişeye sevk ettiğine ibretle şahit olmaktayız. Önemli bir hakikat olarak ifade edelim ki sebepler etkenler ve sonuçlar ne olursa olsun, kar-şılaşılan ve yaşanan her şey, müminler için “imtihan” gerçe-ğinden bağımsız düşünülemez. Çünkü bu dünya, bir imtihan yeridir. Haddizatında ömür de-diğimiz sermaye, hayat dediği-miz zaman dilimi, aslında im-tihan için bize tanınan süredir. Nitekim Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz şöyle bu-yurmaktadır: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, ‘Biz şüphesiz Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz.’ der-ler.” (Bakara, 2/155-156.) Görüldüğü üzere bu ayet, her türlü sıkıntı, zorluk, yokluk, hastalık, dert ve kederin, dünya imtihanının birer parçası olduğuna ve bu musi-betlerin nasıl karşılanması ge-rektiğine işaret etmektedir.Diğer yandan insanoğlunun ma-ruz kaldığı musibetlerin beşerî

Page 7: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

BAŞYAZI

re emanet, güzel ahlak ve salih amel bağlamında yeniden göz-den geçirmenin elzem olduğunu göstermektedir. Aksi takdirde yaşanacak çevresel krizlerin ve küresel musibetlerin, dünyamızı topyekûn kaos ve kargaşaya sü-rüklemesi kaçınılmaz olacaktır. Bu bağlamda müminlere düşen en temel görev, hayat ve mu-sibet karşısında şükür ve sabır dengesini korumak ve yaşanan hadiselere ibretle bakıp nefis muhasebesi yaparak bu ağır sınavdan başarıyla çıkmaya ça-lışmaktır. Nitekim Peygamberi-miz (s.a.s.) bir hadis-i şerifinde; “Müminin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hâli var-dır. Onun her işi hayırdır. Eğer bir genişliğe, nimete kavuşur-sa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa mu-sibete uğrarsa da sabreder ve bu da onun için bir hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64.) müjdesiyle bu duruma işaret etmiştir.Bu sebeple, içinden geçtiğimiz bu zor zamanlar başta olmak üzere tüm musibetler karşısın-da müminlerin duruşunu ortaya koyan üç temel ilke tedbir, te-vekkül ve dua olmalıdır. Zira bu üç ilke, musibetler karşısında güçlü kalma ve zorlukları aşma konusunda en doğru yaklaşımı göstermektedir. Hiç şüphesiz hayatımız, Rabbi-mizin bu dünyaya koyduğu ilahi kanunlar çerçevesinde akıp git-mektedir. Bu kanunlara aykırı hareket etmek, Yüce Allah’ın yeryüzüne bahşettiği eşsiz ve mükemmel sisteme muhalefet etmek demektir ki bu, bir Müs-lümana yakışacak tavır değildir. Bu bakımdan gücümüzün yettiği ve imkân dâhilinde olan husus-larda üzerimize düşeni harfiyen yapmak ve gerekli tedbirleri al-mak tartışılmaz bir zarurettir.

Zira sebeplere sarılmadan arzu edilen hedeflere ulaşmak müm-kün değildir. Kaldı ki insanın iradesini kullanması, sebeplere sarılması ve gereken tedbirle-ri alması temel bir sorumluluk olarak Yüce Allah’ın emridir. Bu anlamda; “…Kendi kendini-zi tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri se-ver.” (Bakara, 2/195.) ayeti, bizler için çok önemli ilahi bir prensiptir.Tedbir, bir yandan sorumluluk bilinciyle davranırken diğer yan-dan da takdire rıza göstermektir. Yani bütün tedbirlere rağmen maruz kalacağımız felâketle-re karşı isyan ve taşkınlık değil, sabır ve metanet kalkanını ku-şanarak iman ve sekinetle ola-ya yaklaşmaktır. Dolayısıyla bu noktada bizler; beşerî tedbiri, ilahi takdire havale ederiz ki bu da ilahi iradeye teslimiyettir. Tedbirden sonra kuşanılacak tavır tevekküldür. Tevekkül; Al-lah’a güvenmek, O’na dayan-mak, işlerin sonucunu O’na ha-vale etmek ve bu konuda O’na sonsuz bir güven beslemektir. Kuşkusuz, güven duygusu, ha-yatı yaşanabilir kılan en önemli duygudur. O hâlde, gözle gö-rülemeyecek kadar küçük bir virüsün tüm dünyayı tedirgin etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı Hakk’ın eşsiz kudretine, ilim ve hikme-tine olan inancımızı bir an bile yitirmeden O’na dayanıp O’na güvenmeli ve O’ndan yardım dilemeliyiz. Bu muhkem inanç, bize güç ve kuvvet verecektir. Musibetleri göğüslerken her müminin asla unutmaması ge-reken üçüncü ilkemiz ise dua-dır. Esasında tedbir ve tevekkül, haddizatında esbaba tevessül olarak nitelendirdiğimiz fiilî

dua mesabesindedir. Bir ba-kıma Rabbimizin “Bana dua edin, duanıza cevap vereyim.” davetine fiilen icabettir. Sözlü dua ise takatimizin sınırlarını zorlayan zihnî, kalbî ve bedenî yorgunluk, sıkıntı ve çaresizlik-lerin giderilebilmesi için Rabbi-mizin rahmet ve merhametine gönülden iltica etmektir. Zira Rabbimizin, “De ki: Duanız ol-masa Rabbim size ne diye de-ğer versin?...” (Furkan, 25/77.) ilahi fermanı, duanın bizi Rabbimiz katında değerli kılan en önemli hususiyet olduğunu açıkça or-taya koymaktadır. Elbette bu zor günler Allah’ın izni ve inayetiyle geride kalacak-tır. Bu manada Sevgili Peygam-berimiz (s.a.s.), “Allah, indirdiği her hastalığın muhakkak şifasını da vermiştir.” (Buhari, Tıb, 1.) buyu-rarak bizlere ümit aşılamaktadır. Sonuç olarak şunu da ifade et-meliyim ki dünyanın karşı karşı-ya kaldığı bütün bu musibetler, bizlere, dünyaya huzur getire-cek yegâne değer olan İslam’ı insanlara anlatmak ve onları İslam’ın evrensel değerleriy-le buluşturmak için bir imkân da sunmaktadır. Bu noktada Müslümanların, öncelikle kendi aralarında sağlam bir kardeşlik bağı ve güçlü ilişkiler ağı kura-rak ortak bilince erişmeleri ka-çınılmazdır. Dolayısıyla bizler, bu anlayışla, İslam’ın hak ve adalet sistemini, Hz. Peygam-ber’in (s.a.s.) çağlar üstü örnek-liğini ve üstün ahlaki vasıflarını insanlık ailesinin her bir ferdine güzel bir dille, hikmetli bir üs-lupla sunmak ve daha güzel bir gelecek inşa etmek için elbirliği ile çalışmak zorundayız. Unutmamalıyız ki gelecek, ya-rına dair inancı, hayali, umudu, planı ve çalışması olanlar tara-fından inşa edilecektir.

Page 8: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Bütün dünya Covid-19 küresel salgınıyla (pan-demi) perişan durum-da. Başta ABD olmak

üzere hemen her ülkede korku, şaşkınlık ve çaresizlik hâkim. İnsanlar bilim ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla gelişti-

ği, liberal kapitalizmin zaferini ilan ettiği, haz ve hız endeksli tüketim kültürünün kutsandığı bir dünyada, Covid-19 küresel salgınını hem anlamaya hem bununla başa çıkmaya hem de bundan anlam devşirmeye gay-ret ediyor. Bu kapsamda “ne”,

“neden” ve “niçin” sorularına cevap aranıyor sıklıkla. Anla-mak ve anlamlandırmak hem kontrol duygusu verir insana hem de geleceği yordamayı ko-laylaştırır. (J. C. Deschamps, Attribu-tion et Explication. In: J.-C. Deschamps, A. Clemens (Ed.) L’Attribution Causalité

6 Aylık Dergi | Mayıs 2020

Prof. Dr. Asım YAPICIAnkara Sosyal Bilimler Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi

KENDİSİYLE YÜZLEŞEN YA DA YÜZLEŞEMEYEN İNSANLIK

GÜNDEM

6 Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 9: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

GÜNDEM

et Explicationau Quotidién (pp. 247-265). Paris, Delachaux et Niestle, 1990, s. 250.) Şayet kontrol ve yorda-ma gerçekleşmezse belirsizlik artar, bu da insanların kaygı ve endişe düzeyini yükseltir. (A. S. Arkonaç, Sosyal Psikoloji, İstanbul, Alfa Basım-Yayım Dağıtım, 1998, s. 124.)

Covid-19’un “ne” olduğu konu-sunda hemen herkes hemfikir. Küresel bir salgın var. Bulaşıcılık özelliği yüksek olan koronavirüs din, dil, ırk, cinsiyet ve sosyo-ekonomik statü ayırt etmeden bulaştığı insanların bir kısmını öldürüyor. Basında ve yayında “görünmeyen düşman” olarak tanımlanan bu virüsün “nasıl” ortaya çıktığı ve yayıldığı bi-limsel bir dille izaha çalışılıyor. Kuşkusuz bilimsel izahları ye-terli bulmayan ve farklı komplo teorileriyle konuyu açıklamaya çalışanlar da mevcut. “İnsan-lık böyle bir salgını, böyle bir felaketi ‘niçin’ yaşıyor?” soru-suna gelince bilimin sınırlarını aşan anlama ve anlamlandırma çabaları ön plana çıkıyor. Bu noktada dinî temelli metafizik açıklamaların devreye girdiğini görüyoruz.

Savaşlar, istilalar ve zorunlu göçler; deprem, yel ve sel gibi felaketler; veba, kolera, İspan-yol Gribi ve Covid-19 gibi küre-sel salgınlar acaba neden ya-şanmaktadır? Bu soruya sadece akılcı (rasyonel) ve bilimci (po-zitivist) bakış açısıyla verilecek cevaplar bazı insanları tatmin ederken bazılarını etmeyebi-lir. Tatmin olamayan zihin açlık çekmeye devam eder ve sürekli “Bu işin aslı nedir acaba?” diye sorarak görünenin arkasında ya-tanı anlamaya çalışır. İnsan şa-yet ikna olabileceği cevap ya da cevaplar bulamazsa bilişsel ve duygusal bir dengesizlik hâli ya-şayabilir. Dahası birey psikolojik dengesini sağlayamadığı müd-detçe gerilim ve kaygı düzeyi artmaya başlar. İnsanın din ile ilişkisi ve inandığı varlığa bağ-

lanma düzeyi dış dünyada cere-yan eden hadiseleri anlama ve anlamlandırma sürecinde aktif olarak devreye girebilir. Tam da bu noktada inanan insan açısın-dan ilahi iradeyi ön plana çıka-ran dinî-metafizik açıklamaların bilimsel izahlara nispetle daha ikna edici olabileceğini söyle-mek gerekir. (B. Spilka, P. Shaver, &

Lee A. Kirlpatrick, Din Psikolojisi Açısından

Genel Bir Atıf Teorisi (Çev. A. Kuşat) E. Ü

İlahiyat Fakültesi Dergisi 11, (173-189)

2001, s. 181-182.) Çünkü bilimsel çözümlemeler olayın sadece görünen kısmına odaklanırken dinî-metafizik izahlar görüne-nin arkasına uzanmaktadır. Bu da insanın hem bilişsel denge-si hem de varoluşsal güvenliği açısından yaşamsal öneme sa-hiptir. (A. Yapıcı, Fiziksel Ve Sosyal Ha-

diselere Sebep Atfetmede Dinin Rolü. Ç.Ü.

İlahiyat Fakültesi Dergisi 3 (1), (127-165)

2003, s. 133.)

Pek çok doğal felakette olduğu gibi Covid-19 küresel salgınını dinî-metafizik perspektiften an-lamaya çalışan insanın karşısı-na “imtihan”, “ilahi ceza” yahut “ilahi ihtar/uyarı” kavramları çıkmaktadır. Birey söz konusu bu kavramlarla düşünmeye baş-ladığı zaman kendisiyle, sosyal çevresiyle, tabiatla ve inandığı varlıkla kurduğu ilişkisinin yönü-nü, yoğunluğunu ve mahiyetini sorgulamaya başlar. Bazı insan-ların sorgulaması yüzeyseldir çünkü onlar derinlere inmeye, kök sorunla karşılaşmaya ta-hammül edemez. Yapılan yan-lışlık ve hatalardan kendilerini beri kılarak sürekli başkalarını itham ederler. Olayın sorumlu-luğunu sadece küresel sisteme, dolayısıyla dünyada bilgiyi üre-

7Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 10: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

GÜNDEM

tip dolaşıma sunan büyük şir-ketlere yüklerler. Bu bağlamda kimi liberal vahşi kapitalizmi, kimi de sanki Allah yokmuş gibi yaşamayı ön plana çıkaran se-külerleşmeyi hedef gösterir. Böylelikle gelir düzeyindeki ada-letsizlikler, açlıktan ve en basit hastalıklardan kaynaklanan ölümler, sürgünler ve göçler gibi her türlü insani dram, nihayet âlemin doğal dengesinin bozul-masına destek sağlayan tekno-lojik gelişmeler Covid-19 salgını için bir açıklamaya dönüşür. Bu tarz bir düşünce yapısına sahip olanlar mevcut dünya görüşle-ri ve ideolojilerinden beslenen tutum ve davranışlarını eleştir-meksizin günah keçisi aramaya yönelirler. Günah keçisi arayışı insanı psikolojik olarak rahatla-tıcıdır ancak bu durum, sorunu anlama ve çözmede bireysel ve sosyal sorumlulukları hatırlatıcı değildir.

Kuşkusuz ülkemizde ve dünya-da yaşanan felaketlerin neden ve niçin yaşandığı hususunda dünyaya yön veren küresel güç-lerin etkisini görmezden gele-meyiz. Ancak bu süreçten bi-rey ve toplum olarak ne kadar sorumluyuz? Bu soruya cevap verebilmek için sorgulamanın yüzeysellikten kurtularak derin-leşmesi, içsel muhasebeye dö-nüşmesi, nihayet yüzleşmenin gerçekleşmesi gerekir. Bununla birlikte şu hususu vurgulamak durumundayız: Sorgulama ve yüzleşme her insanda aynı şe-kilde cereyan eden tek biçim-li bir olgu değildir. Bireyin dinî inançları, dinin etkisini hissetme düzeyi, dünya görüşü, sosyal çevresi, kişilik yapısı, tahsil dü-

zeyi, cinsiyeti ve yaşı sorgulama ve yüzleşme biçimini içerik ve nitelik olarak farklılaştırır.

Covid-19 salgını insanların ya-şam biçimini, alışkanlıklarını, düşünme şekillerini, dinî hayat-larını, kısaca gündelik hayatla-rını köklü bir şekilde etkilemeye başladı. Kimileri zorunlu, kimi-leri gönüllü karantinada yaşı-yor. Kuşkusuz umursamaz bir tavırla hayatında herhangi bir değişiklik yapmak istemeyenler de mevcut. Bunlar bile sokağa çıkma yasağı ile birlikte zorunlu olarak ev ortamında yaşamaya mecbur hissediyor kendisini. Covid-19 nedeniyle ölenlerin yakınlarıyla yoğun bakımda ya-tanlar ve bunların yakınlarının ruhsal durumları kuru psikolo-jik analizlere sığmayacak kadar yoğunluk, karmaşıklık ve çeşit-lilik içermekte.

Salgından önce “haz”, “hız”, “heyecan” ve “sürekli dene-yim” arzusuyla hayatın nasıl geçip gittiğini idrak edemeyen modern birey, salgınla birlikte kısmen ya da bütünüyle evine kapandı, hatta zorunlu olma-dıkça dışarı çıkmamayı tercih etti. Bunu şöyle de ifade edebi-liriz: Modern bireyin yaşam hızı durmadı ancak fark edilir bi-çimde yavaşladı. Bu yavaşlama neticesinde bazıları isteyerek ya da istemeden kendisiyle kar-şılaşırken bazıları böyle bir kar-şılaşmayı yaşayamadı. Kendi-siyle karşılaşanlar kendisini ne kadar beğendi, ne kadar değerli gördü, olumsuz yönleriyle ne kadar yüzleşti, bundan sonrası için ne düşündü? Bu soruların cevabını bilmiyoruz. Herkes kendi iç dünyasında yaşıyor her

türlü sorgulamayı, kimi biraz ifşa ediyor bazı şeyleri kimisi suskunluğu tercihte ısrarlı.

Yüzleşme bir kere başladı mı genellikle devam eder. Çünkü iyi-kötü, güçlü-zayıf, olumlu-o-lumsuz yönlerini keşfetmeye başlayan insan içgörü kazanır. Yine de yüzleşmenin zahmetli bir durum olduğunu söylemek gerekir. Bu nedenle pek çok in-san kendi iç dünyasıyla ve yapıp ettikleriyle yüzleşmek istemez. Şayet bir insan kendisini yüz-leşmeye tamamen kapatırsa psikososyal ve manevi bir geliş-me yaşayamaz.

Covid-19 salgını olanca deh-şetiyle yaşanırken kendisiyle yüzleşme cesareti olanlar “Biz nerde yanlış yaptık?” diyerek kendilerini sorgulamaya baş-lar. Sorgulama ve yüzleşme ise ister istemez modernitenin, sekülerleşmenin, değerlerden ve maneviyattan uzaklaşma-nın, zulmün, adaletsizliğin, ge-lir dağılımındaki dengesizliğin, sömürü düzeninin, fıtratın ve doğanın tahribi ile karşılaştırır bizi. Bu anlamda yüzleşmek, idrak edebilmektir olan biteni. Sadece idrak yetmez pişmanlık ve tövbe gerekir. Zira yüzleş-mek ruhun en iç katmanlarına kadar inmek, kendimizi tanı-mak, içgörü kazanmak, nihayet doğaya, insanlığa ve kendimize verdiğimiz zararları fark ederek kendimize çekidüzen vermek-tir. Bu da sürekli iyi ve olumlu olanı aramak demektir.

İnsanlar düşündükçe, sorgu-ladıkça ve yüzleştikçe hem kendilerine hem de birbirleri-ne sormaya başladı. Covid-19 Allah’tan gelen bir ikaz mı, bir imtihan mıdır? Bu arada hatır-

8 Aylık Dergi | Mayıs 2020

GÜNDEM

Page 11: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

latmak gerekir ki Covid-19’dan yalnızca Müslümanlar etkilen-miyor. Sadece ABD ve Avrupa’yı dikkate alsak bile gayrimüslim-lerin de etkilendiğini görüyoruz. Sorular arka arkaya sıralanıyor: Acaba Allah kimi uyarıyor, kimi imtihan ediyor?

Evlerde gönüllü, mecburi ya da zoraki izolasyon yaparken genelden özele, hem dünya-nın gidişatını hem de bireysel hayatımızı ve geleceğimizi dü-şünüyoruz. Sosyal medya ve gazeteler elimizin altında, TV kanalları karşımızda. Bir yandan ruh dünyamızı altüst eden deh-şet görüntüleri servis edilirken bir yandan niçin sorusuna cevap veren, zihnimize hitap eden pay-laşımlarla duraklıyoruz. Zaman zaman “Sizi Allah’a şikâyet ede-ceğim. Bunların hepsini Allah’a anlatacağım.” diyen Suriyeli ço-cuğun ahının tuttuğunu düşü-nüyoruz. Yemenli ya da Afrikalı aç çocukların: “Merhaba dünya en sevdiğiniz restoran kapandı mı?”, zulüm altında inleyen Uy-gur Türklerinin: “İbadethaneye gitmemek nasıl bir şey, anladı-nız mı?”, hayatı kısıtlanmış Filis-tinlilerin: “Abluka altında olmak ve seyahatlerin engellenmesi hoşunuza gitti mi?” şeklinde so-rular sordukları yayınlar ve pay-laşımlar derinden düşündürü-yor bizi. Dahası var: “O develeri katletmeyecektiniz! Ormanları ve içinde yaşayan binlerce can-lıyı yok etmeyecektiniz.”, “Sırf rant ve kârlılık için Afrika başta olmak üzere insanlığı sömürme-yecektiniz.” diyerek insanlığın günah deryasında yüzdüğünü ikrar etmiş oluyoruz. Vardığımız nokta şu: Koronavirüs salgınıy-la Allah işledikleri günahı ve

yaptıkları zulümleri unutanlara kendisini hatırlatıyor. Dünyaya hükmetme iddiasındaki insanın gözle görülmeyen küçücük bir virüs karşısında yaşadığı çare-sizlik sorgulanıyor artık. Hatta bilim, teknoloji ve güçle şımaran insanlığa koronavirüsten açık bir mesaj geldiği söyleniyor sıklıkla: Hiçbiriniz tanrı değilsiniz, aczini-zi ve haddinizi bilin.

“Yasaklanan ölüm” diye nitelen-diriyordu Philippe Ariés (P. Ariés, Batılının Ölüm Karşısında Tavırları (Çev. M. A. Kılıçbay) Ankara: Gece Yayınları, 1991, s. 85-86.) çağdaş insanın ölüme karşı tutumunu. Ölüm akla ne kadar az gelirse o kadar iyiydi modern insan için. Bauman’ın da (Z. Bauman, Ölümlülük, Ölümsüzlük ve Diğer Hayat Stratejileri (Çev. N. Demir-döven), İstanbul: Ayrıntı Yayınları., 2000, s. 127.) vurguladığı gibi modern insanın ölümü kabullenmesi geleneksel insana göre daha zordur. Çünkü ölüm haz ve hız üstüne kurulu yaşamın, yani lez-zetlerin sona ermesi demektir. “Her nefis ölümü tadacaktır.” (Âl-i İmran, 3/185; Enbiya, 21/35; Anke-but, 29/57.) mealindeki ayetler ile Peygamberimiz’in: “Lezzetleri bıçak gibi kesen ölümü sıkça hatırlayınız.” (Tirmizi, Zühd, 4; Nesâî, Cenâiz, 3.) hadisi günümüz insanı için varoluşsal bir anlam ifade etmemeye başladı. Hatta çoğu kere nostaljik ve romantik bu-lunan bu tür söylemler dilden gönle geçmeyen, hep başkala-rına hatırlatılan eğreti bir öğü-de dönüştü. Madem hayat ya-şamak için vardı, o hâlde ölüm gündelik hayatın dilinden çıka-rılmalıydı. Covid-19 salgını kor-ku, dehşet ve panik oluşturmaya başlayınca zihnimiz yasaklanan ölümden ürküten ölüme doğru evrilmeye başladı. Dünya gene-

linde son 24 saatte gerçekleşen ölüm sayılarını duyan insanlar arasında farklı tavırlar ortaya çıktı. Kimileri ölümle iç içe ya-şadıkları gerçeğini hatırladı, kimileri de ölüm korkusunu de-rinden hissetti. Basın, yayın ve sosyal medyada Covid-19 has-talarının yaşadıkları acı, boğul-ma hissi, ölenlerin nefessiz kalıp çırpınarak öldüğü vurgulandıkça dehşet ve panik duygusu daha da arttı. Yüzleşemeyenler için günlük ölüm rakamları basit ve soğuk bir istatistikti sadece.

İnsanlık mecburen kaybettiği değerlerini hatırlamak istiyor. Ancak modern hayatın daya-nılmaz çekiciliği değerlerin ye-niden hatırlanmasına ne kadar müsaade edebilir, bu husus ay-rıca tartışılmalı.

Buhran zamanları içe dönmeyi, durmayı ve kendimize çekidü-zen vermeyi sağlamaya zemin hazırlayan vakitlerdir. Yüzleş-menin sınırı yoktur. En yüzey-selinden en derinine doğru çok farklı şekillerde tezahür edebilir. En derin yüzleşme Necip Fazıl’ın (N. F. Kısakürek, Reis Bey, İstanbul: Bü-

yük Doğu Yayınları, 2019, s.135.) “Reis Bey” isimli eserinde: “Dışımda ne arıyorlar, içime doğru suçlu-yum ben.” demesi gibidir. Yine de altını çizmek gerekir. Yüzleş-mek zihin konforumuzu bozu-cudur. Bu nedenle evde kalmak sorgulama ve muhasebe etme-ye yetmez. Öncelikle evin insa-na huzur veren meskene dö-nüşmesi gerekir. Bu da modern dönemin, insanı tutsak eden dijital alışkanlıklarından, pran-galarından ve tüketim kültürün-den mümkün olduğu ölçüde sıyrılmakla gerçekleşebilir.

GÜNDEM

9Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 12: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

İNSANLIĞIN İHTİYACI: MERHAMET VE DİĞERKÂMLIK

Mustafa IRMAKLIDİB Diyanet İşleri Uzmanı

10 Aylık Dergi | Mayıs 2020

Son asır boyunca hayata dair kullanılan en yay-gın ifadelerden birisi de “hız çağında” yaşı-

yor oluşumuzdu. Zira her şey öylesine hızlı akıyordu ki insan kendisiyle yüzleşmeye, varlı-ğı, hakikati, manayı tefekkür etmeye vakit bulamadığı gibi çoğu kere hayatı ve olayları

da geriden takip etmek duru-munda kalıyordu. Bir anda tüm dünyanın gündemini değiştiren ve sabitleyen bir virüs hayatı yavaşlatarak insanın kendisini ve çevresini fark etmesine de kapı araladı. Esasında bu sükû-net ve arayış hâli sekînete çıkan bir yol bulma imkân ve ihtima-lini de içinde barındırmaktadır.

Ama insanlık öncelikle neyi kaybettiğini hatırlamak ve dün-yayı tedirgin eden semptomla-rın gerçek sebeplerini bulmak zorundadır. Zira yeryüzünde yaşanan sıkıntılar, korkunç bir kısır döngü olarak acıların ve felaketlerin tasviri düzleminde konuşulmakta ve âdeta traje-dinin fotoğrafını en iyi çekenler

GÜNDEM

Page 13: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

sulluk, sefalet ve sosyal prob-lemlerin kıskacında bir hayata mahkûm edildiğini; savaşlar, terör örgütleri ve salgın hasta-lıklarla milyonlarca insanın kan, gözyaşı ve umutsuzluk girdabı-na sürüklendiğini; bu çağda ya-şayan ve çevresinde olan biteni fark etme yeteneği olan herkes bilmektedir. Ama bütün bunlar,

gezegenimizde “neler” yaşan-dığına dair tablolardır. Oysa asıl önemli olan ve daha iyi bir geleceğe katkı sunacak şey ise bütün bunların “neden” yaşan-dığını ortaya koymaktır. Çünkü istenmeyen ve ıstırap veren bir durumda önemli olan, semp-tomların sebeplerini doğru tes-pit ederek gerçekçi bir teşhis ve uygun bir reçete ile tedaviye başlamaktır.

Bu bağlamda, modern dönem-de bireysel boyuttan küresel alana yaşanan bunalımların, felaket ve trajedilerin en cid-di sebeplerinden birisi; insani değerlerin ötelenmesi ve fıtra-tın yozlaşmasıdır. Yani yaşanan esasında büyük bir hakikat ve merhamet krizidir. Hakikatin kaybedilmesi derin bir anlam krizine, merhametin yitirilmesi ise vahim bir ahlak krizine yol açmıştır.

Modern dönemin paradigma-ları insanı ele alırken maalesef onun aşkın varlıkla, Allah’la ir-tibatını görmezden gelmiştir. Böylece insan yeryüzündeki ulvi misyonunu ve ilahi otorite-ye karşı sorumluluk ve hesap verme bilincini kaybetmiştir. Oysaki insan, en güzel şekilde yaratılan (Tin, 95/4.), üstün özel-liklerle donatılan (Beled, 90/8-10.), halife kılınan (Bakara, 2/30.), yer-yüzünde iyilik ve merhametin egemen olması ve kötülüğün ortadan kalkması görevini (Âl-i İmran, 3/104.) bir emanet olarak yüklenen şerefli bir varlıktır. (İsra, 17/70.) Aynı şekilde modern dönemde insan, yalnızca fizi-ki boyutuyla öne çıkartılmış ve güç merkezli bir bakışla âdeta doğal seleksiyonun bir unsuru olarak kabul edilmiştir. Oysa-

entelektüel kulvarda bir adım öne geçmektedir.

Elbette son yıllarda yeryüzü-nün büyük siyasi, iktisadi ve toplumsal krizlerle kuşatıldığı-nı; bir yanda alabildiğine israf, bencillik ve rehavet yaşanırken diğer yanda dünya nüfusunun yarıdan fazlasının açlık, yok-

GÜNDEM

11Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 14: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

ki onu varlık âleminde farklı ve özel kılan sahip olduğu erdem-ler ve sorumluluk duygusudur.

Bugün, uluslararası boyutta ba-rışa ve merhamete dayalı proje ve harcamaların, savaşa dair bütçelerin yanında çok küçük kaldığını, dünyanın egemen devletlerinin silah sanayi ve teknolojisine yaptığı yatırımla-rın; başta sağlık olmak üzere diğer insani alanlara yönelik harcamalardan binlerce kat fazla olduğu acı bir şekilde ve daha yakından fark edilmek-tedir. Ne yazık ki son asır bo-yunca insanlığı etkileme gü-cüne sahip küresel merkezler merhamet, huzur ve barış ek-senli projeler değil savaş, güç ve kavga merkezli bir cephe oluşturmuştur. Bilimsel masu-miyet perspektifinden bakıldı-ğında ise insanın huzur, güven ve refahı, tamamen teknoloji, ulaşım, iletişimin gelişmesi-ne endekslenmiş, merhamet merkezli değerler ideal insan tasavvurunun dışında bırakıl-mıştır. Merhameti hiçe sayan laboratuvarlar insanlığın kâbus ve felaketini çağrıştıran cümle-lerin öznesi hâline gelmiştir.

Oysa insana hayat veren ve onu ayakta tutan güç, paradan ve eşyadan önce merhamettir. Ha-yatı kolaylaştıran imkân, tekno-lojiden önce merhamettir. Zira söz konusu gelişmeler ancak merhamet zemininde kaldığın-da insanlığın iyiliğine hizmet etmekte, merhamet olmayın-ca ekonomi, eşya, teknoloji bir baskı, zulüm ve işkence me-kanizmasına dönüşmektedir. Dolayısıyla küresel bir şaşkınlık ve arayışın öne çıktığı zor za-manlar, şayet küresel bir bilin-

ce dönüşebilirse insanlık gele-cek adına umuda doğru bir yol bulmuş olacaktır. Diğer yandan sıkıntılı süreçlerde sağduyu ve aklıselimin, endişe ve panik duygusuna feda edilmesi insani değerlerin daha da zedelenme-sine kapı aralayacaktır.

Bu meyanda zor zamanlar, merhamet sınavının final dö-nemleridir. Gerçek kişilik ve ah-lakın ortaya çıktığı süreçlerdir. Haddizatında İslam’ın ortaya koyduğu merhamet zemininde, kişinin ahlak seviyesi zayıfla-ra ve güçsüzlere karşı tavrıyla ölçülür. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Sa’d b. Ebi Vakkas üze-rinden insanlığa şu hakikati ilan etmektedir. “Size ancak zayıf-larınız vesilesiyle yardım edili-yor ve rızık veriliyor.” (Buhari, Ci-had, 76.) Yani Allah’ın yardımına mazhar olmanın yolu, kimsesiz ve muhtaçları himaye etmektir. İslam medeniyetini insanlığın sığınağı, mazlumların umudu yapan, bir merhamet mede-niyeti olmasıdır. Peygamber Efendimiz’in imanın ölçüsü olarak ilan ettiği ahlak; kendisi için istediğini herkes için iste-yebilmek, kendisine yapıldı-ğında hoşlanmayacağı bir şeyi kimseye reva görmemektir. (Bu-hari, İman, 7.)

Bir müminin hayatındaki mer-hametin en büyük tezahürü, imanın parolası ve Müslümanın kimliği mesabesindeki “besme-le”dir. Rabbimizin, “Allah” adın-dan sonra zatını ifade eden en büyük kelime olan Rahman ismi, merhamet kökünden türemiştir. Şefkat ve merhamet eden, acı-yan, sonsuz rahmetiyle lütuf ve ihsanda bulunan demektir. Dün-ya hayatında herkesi kapsayan ilahi rahmetin ifadesidir. (DİA, Rahman, c, 34, s, 415.) Bütün tutum, tavır ve eylemlerde besmele-nin zikredilmesi aynı zamanda hayatın tamamında merhame-te bağlı kalma sözü ve çabasını da ifade etmektedir. Çektiği her besmele ile Allah’ı, sonsuz mer-hameti ifade eden Rahman ve Rahim sıfatlarıyla anan mümin, böylece bütün söz ve davranış-larında şefkat, rahmet ve mer-hamet ilkelerine bağlı kalacağını ilan etmiş olmaktadır. Dolayısıy-la her işe besmele ile başlamak o işi merhametle yapmayı ifade etmektedir.

İnsanın iç huzurunun yegâne teminatı kendisiyle iletişimini merhamet zemininde kurmak-tır. Aklını ve kalbini merhametin rehberliğine raptetmeyen in-san, kendine ve fıtratına yaban-cılaşmaya mahkûm olacaktır. Zira yardımlaşma, paylaşma,

İnsanlık merhamet zemini dışında huzurlu bir hayat inşasının mümkün olmadığını idrak etmeye mecburdur ve merhamete dayalı bir dünya inşa edemez ise ortaya koyduğu hiçbir dijital dünya modeli huzur ve güven getirmeyecektir.

12 Aylık Dergi | Mayıs 2020

GÜNDEM

Page 15: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

iyi düşünme ve iyilik yapma her şeyden önce insanın kendi kal-bine iyi gelecektir. Kibir, bencil-lik, haset, kötü duygu ve düşün-celer ise en önce insanın kendi kalbine zarar verecektir. Kalbi merhamet ve samimiyetle hu-zur ve sekinete ayarlanmışken insanın imaj ve ihtiras üzerine bir hayata kendini hapsetmesi kendine yazık etmesidir. İnsa-nın felaketi kalbinden merha-metin silinmesidir.

İnsan muhtaç bir varlıktır. Sev-giye, ilgiye, merhamete, yar-dımlaşmaya, selamlaşmaya, paylaşmaya muhtaçtır. İnsan, söz konusu değerlerden bağım-sız düşünüldüğünde toplumsal kaos kaçınılmaz hâle gelmek-tedir. Dolayısıyla hastalıklar, doğal afetler gibi zorluklar kar-şısında ihtiyacımız olan en önemli şeylerden birisi de mer-hamet ve insani değerleri canlı tutmaktır. Bu bağlamda mümin ahlakının zirvesi ise diğerkâm-lıktır. Yani ihtiyacı olduğu hâlde kardeşlerini, komşularını, diğer insanları kendine tercih etmek-tir. Bu yüksek ahlakın güzel bir örneği olarak Medineli Müslü-manlardan Ebu Talha isimli bir sahabi ve ailesi, zorda kalan bir kimseyi evinde misafir eder-ken yalnızca ev halkına yetecek kadar olan yiyeceklerini, fe-dakârlık yaparak misafirlerine ikram etmiş ve geceyi aç geçir-mişlerdi. İslam medeniyetinde aynı zamanda îsâr ahlakı olarak öne çıkan bu diğerkâmlık dav-ranışı karşısında Peygamber Efendimiz (s.a.s.) Ebu Talha’ya “Bu gece sizin misafirinize kar-şı davranışınızdan Allah Teâlâ çok hoşnut oldu. (Buhari, Menâ-kıbü’l-ensâr,10; Müslim, Eşribe, 172.) diyerek haklarında “Kendileri

zaruret içinde bulunsalar bile onları (mümin kardeşlerini) kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunur-sa, işte onlar kurtuluşa erenler-dir.” (Haşr, 59/9.) ayetinin indiril-diğini müjdelemiştir. Bir başka ayette Yüce Allah müminleri kendilerine ve insanlığa tanıtır-ken “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öf-kelerini yenenler, insanları af-fedenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.” (Âl-i İmrân, 3/134.) buyur-maktadır. Dolayısıyla bu ayetle-rin mümin gönüllere yerleştir-diği diğerkâmlık duygusu İslam medeniyetinde mal mülk konu-sunda yarışan değil, yardımla-şan; sadece nefsini önemseyen değil kendinden önce başkası-nı düşünen bir ahlakı egemen kılmıştır. Korktuklarından emin olma ve huzuru yaşama arzu-sunda olanlar için Allah’ın gös-terdiği hedef, tüm sosyal iliş-kileri merhamet ve paylaşma üzerine tesis etmektir. Çünkü servet hırsı, bencillik ve göste-riş tutkusu; merhamet, tanışma ve paylaşma gibi erdemlerin önüne geçerse, insanlar hayata bir vahşi yaşam standardında tutunmaya mahkûm olacaktır.

Son olarak insanlık tabiatla iliş-kisini merhamet ve adalet ek-seninde kurmak zorundadır. Bu bağlamda, havayı, suyu, toprağı kirleten, ekosistemi tahrip eden her türlü yaklaşım ve eylem zu-lümden başka bir şey değildir. Zira sadece insanın insanla ilişkisinde değil, insanın tabi-atla ilişkisinde de merhamet ve adaletin ihlali açık bir zulümdür. Maalesef modern dönemde do-ğaya karşı sorumsuz ve umarsız bir yaklaşım öne çıkmıştır. Ve insanlık bugün birey, toplum,

ekonomi, teknoloji ve tabiatla ilişkisinde sorumluluk, merha-met ve güzel ahlakı ihmal et-menin bedelini ödemektedir. Dolayısıyla insanın tabiatla iliş-kisi merhamet, güzel ahlak ve emanet bilinciyle yeniden inşa edilmez ise yaşanacak çevresel krizlerin, küresel musibetlerin, dünyayı daha büyük kargaşa ve felaketlere sürüklemesi kaçınıl-mazdır.

İnsanlık merhamet zemini dı-şında huzurlu bir hayat inşası-nın mümkün olmadığını idrak etmeye mecburdur ve mer-hamete dayalı bir dünya inşa edemez ise ortaya koyduğu hiçbir dijital dünya modeli hu-zur ve güven getirmeyecektir. Dolayısıyla tasarım ve teknoloji harikası çiplerden önce insan kalbine merhamet adlı cevheri takmaya muhtaçtır. Zira hiçbir nesne, mucize alet ve güvenlik sistemi, insanı merhamet yüklü bir kalbi taşımaktan daha gü-venli ve huzurlu kılmayacaktır.

Elbette, kalbine dönüş yolunu bulamayacak kadar merhamet-ten uzaklaşmış, sahip olduğu imkânlar ve teknoloji ile çılgınca hayaller peşine düşmüş kişi ve odakların varlığı da mümkün-dür. Ancak merhamet, aklıse-lim ve güzel ahlakı rehber edi-nenlerin daha güçlü oldukları ve sonunda galip gelecekleri de açık bir hakikattir. Dolayısıyla şimdi tüm insanlığı tehdit eden bir salgından korunmak için bü-tün fiziki tedbirleri alırken daha güvenli ve güzel bir hayatın ve geleceğin inşası için başta mer-hamet ve diğerkâmlık olmak üzere bütün insani erdemleri kuşanmak vazgeçilemez bir so-rumluluktur.

GÜNDEM

13Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 16: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Doç. Dr. Gülüşan GÖCENİstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

YAVAŞLA VE EVİNE DÖN, KALBİNE DÖN

14 Aylık Dergi | Mayıs 2020

GÜNDEM

Page 17: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

İnsan, zaman denen neh-rin içinde bir sandaldı. Su akar, insan o küçük san-dalın kıvraklığında yolunu

bulur, akar akardı… Su hep gür hep berrak değildi ama o an için önemli olan sadece akmaktı… Zaman denen su önce yavaş, sonra hızlıca azaldı. “Hızlıca” olması azalmak için olunca, bir tuhaftı… Öne doğru akmaya alı-şık olan insan için durma hâli, unutulmuş bir hâldi ve çoğu insan için durmak, “gerilemek” demekti. Durmamak gerektiği, insana dört koldan tembihlenir-di. Durmak tek başına anlamsız ve amaçsız elbette hoş bir şey değildi. Ünlü hekim Razi, insan sağlığını bedenen ve ruhen in-celediği araştırmaları sonucun-da “Meşguliyetten daha iyi bir tedavi yoktur...” (E. B. Razi, (2004).

Ruh Sağlığı (Et-Tıbbu’r-Ruhani). Çev.

Hüseyin Karaman, İz Yay., İstanbul.) demişti. Çünkü insan amaç ara-yan, o amaca bir anlamla giden bir varlık olarak yaratılmıştı. Meşguliyet edinmek, üretmek demekti, İnsan suyun yani za-manın akışına tekrar katılıyor. Kur’an’ı Kerim’de de “bir işten yorulduğunda diğerine koyul” (İnşirah, 94/7.) buyrulmuştu. Ama dikkatler celbedilirse; önce bir işten yorulmak ve sonrasında işin bir öncekinden farklılığına da vurgu yapılarak “diğerine koyul” deniyordu. “Bir işi bitirir bitirmez ya da bitirmeden aynı anda beş işi birlikte yürüt.” şek-linde bir anlam çıkması müm-kün değildi.

Zamanın akışı karantina gün-leriyle birlikte azaldı. Süzüle süzüle gelen zaman kimi in-sanların yaşamında pastoral bir

tablo gibi pencerelerde dondu. Pencereden bir hayat başladı. Sabah güneşinin doğuşunu, öğlenin parlaklığını, akşam gü-neşinin kırılarak odaya yansı-yan huzmelerini seyretmeyeli uzun zaman olduğunu yine biz-zat bize tabiat hatırlattı. İslam âlimleri insanı incelerken, can taşıyanlar içinde bir sınıflandır-mayla ele aldı. Can taşımak ruh taşımaktı. Ruh taşımak beden denen toprağa bu dünyadan ol-mayan bir nurun/tohumun ekil-mesiydi. Her can, kendi bede-ninde açmış bir çiçekti. Baharın gelişini bayramla karşılayan insan için bu kez öyle olmadı. Bahar geldi yine, dallar çiçek-lendi, çayırlar yeşillendi, kuşlar repertuvarını gözden geçirdi. İslam düşünürlerinin canlılar sınıflamasında bulunan bitkisel ruh, yani bitkiler âlemi, tabiat kendi çiçeklerini açtı baharına geçti. İnsanlar ilk defa bu bahar evlerine çekildi. Bu birçok insa-na bir ceza gibi geldi. Evet, bu karantina günleri acı veren bir ayrılık oldu. Ama ayrılık, birleş-mek ve kavuşmayla çift bir ke-lime olarak var oldu. Ceza, acı ileyse ödül merhametle yazıldı. Her ikisi de hayatın düzeninde birlikte haşrolundu. Her şerde bir hayır; her hayırda bir şer olması, dermanın dertle yan yana verilmesi Allah’tan gelen bir lütuf bazen çözülmesi gere-ken eğitici bir bulmaca oldu. Bir şeyin biterken, başka bir şeyin başlaması da dünyanın değiş-meyen kaidelerinden biriydi. Her şey bitmeye yazgılı… Ama aynı zamanda her şey başla-maya da yazgılı… Başlatmak da bitirmek de bizim elimizde değildi, ne doğmayı irademiz-

le gerçekleştirdik ne de ölme-yi… İki nokta arasında geçen zamandan mesulüz sadece… Ve o süreç bizim için karantina günleri tarafından kökten bir müdahale oluncaya kadar hız-lı, çok hızlı aktı. Kemal Sayar’ın “Yavaşla” (K. Sayar, (2014). Yavaşla,

Timaş Yayınları.) kitabında dediği gibi modern zaman “hız ve haz” zamanıydı. Ye, iç, tüket ve sonra durma sakın, yeniden başla… İnsanlardan çok duvarlarla bir hayat yaşadık yaşıyoruz. Şimdi herkesin kendi olduğu tek yer-de, evlerimizdeyiz. Bizim sa-dece biz olduğumuz yerdeyiz. İnsanlar hayat ve hayal sahne-sinden çekilmişler, seyirci yok alkış yok… Varsa da bilgisayar-lardan sosyal medya üzerinde telefon ve televizyonlardan sa-nal olarak evimize akan bir alkış sesi… O da ne kadar süre idare eder bizi? Bilinmez… Yalın kal-dığımız olağanüstü bir zaman akışı içindeyiz. Bu bir talihsizlik bazı sonuçlarıyla ama tümüyle değil. İşleyen çarkın durdurul-ması nadirattan yaşanacak bir şeyse, durduğumuz şu zaman-da soracağımız soru şu olmalı: “Bu, neden oldu?” soruda bir sıkıntı yok ama sadece eksik. Tamam olması için yanında şu soruyu da sormalıyız: “Bun-da murat edilen şey ne?” Ben açıkçası sorunun son kısmıy-la daha fazla ilgiliyim. Geçmiş, bugüne ve geleceğe bir çıkarım olduğunda kıymetlidir. Mevla-na’nın dediği gibi “Dün dünde kaldı cancağızım. Bugün yeni şeyler söylemek lazım!” İnsan-ları iletişim kanallarının elver-diğince gözlemlediğimde ilahi adalet, imtihan, musibet, hatta kimilerine göre bela olarak ni-

GÜNDEM

15Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 18: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

telendirdiklerine şahit oldum. Bir öğretmeni düşünün emek verdiği öğrencilerindeki sonu-cu görmek için sınav ilan edip onlara soruları verdiğinde sı-navı, öğretmenin öğrencileri-nin canını yakmak için yaptığını düşünmeyiz. Hatta kanaatimce sınav en iyi performansın alın-dığı derslerdendir. Birçok şey öğrenirsiniz. Önceden, sıradan basit olan şeyler şimdi ne kadar kıymetliymiş onu anlarsınız… Yürümek, güneşli bir günde cıvıldayan kuşlarla aşık ata-rak gökyüzüne bakmak, selam vermek gülümseyen herkese, korkmadan sarılmak sevdikleri-ne ne kadar güzelmiş, mutlu ol-mak ne kadar kolaymış. Maddi sahipteliklerin artırımı bir amaç değil, sadece araçlarmış. Pay-laşılmayınca da bir değeri ol-muyormuş. Allah insanları farklı şeyler üzerinden bir tedrisattan geçirir. Bu çoğunlukla, Kur’an’ın ilk sayfasında doksan dokuz is-minin içinde sizi Rahman ve Ra-him olan adlarını öne çekerek kendini kullarına bu isimleriyle tanıtan Allah’ın merhameti, ku-caklamasıyla olur. İnsanın ev-sizliği bu satırlarda biter. Sahibi belli olur. Geldiği gideceği yer; ayan beyan gösterilir.

“Herkesin bahanesi var, senin yokgünahlı bir gölgenin serinliğindebiraz bekleyebilirsin, daha sonraburada kalamazsın, başa döne-mezsinama dönEve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön”(İ. Özel, (2005) “Of Not Being A Jew” şiiri Erbain kitabı içinde, İstanbul, Şule Yayınları.)

Derken sorar İsmet Özel satır-larında okuyucusuna, “Senin evin neresi?”, “Ev ne demek se-nin için? Benim evim neresi?” Ekrem Demirli hocamızın bir yazısı vardı: “İnsan bu dünyanın yetimidir.” (https://www.fikriyat.com/cuma-yazilari/2020/01/17/yoksullukye-timlik-ve-yolunu-sasirmak) diyordu, yetim olduğun yerde sahiplik olur mu? Varoluşçuların hayatın ve ölümün anlamını sorgular-ken bir kısır döngüye girmeleri bundandı. İnsan niye yaşamak durumunda, hayat niye var? Peki, insan neden ölür? Ölecek-se ne zaman ölür? Bunu bilme-den geçerken süre kaygı dolar insana, her şey bitecekse diye başlar bütün başlangıçlar ve ni-

hayetinde umudun feri kalmaz söner. Umutsuzluk, öldürür in-sanı her şeyden önce… Cevap biyolojik alandan verilse de o ölümün nedeni değil görünen teknik sebebidir. İnsanın ölü-mü yaşaması, fizikle değil me-tafizikle verilecek bir cevaptır. Hayatın ve ölümün neden var olduğunu bilenler (ama akıl ile idrak; kalp ve tasdikle) evin ne-resi olduğunu da bileceklerdir. Evine dönmek, kalbine, aslına dönmektir. Şarkıya dönmek, bu ilahi orkestrada enstrümanlar-dan hangisi olduğunu bilmek ve nerede ses verip nerede su-sacağını bilmektir. Evsizlik his-sini, modern psikolojide Otto Rank gündeme taşımıştır. (O. Rank, (2000). Doğum Travması, (çev. Sa-bir Yücesoy), İstanbul, Metis Yayınları.) Bir beden ve ruhtan oluşan in-sanın doğarken sadece bir be-denin bedenden ayrılma acısı değil ruhi bir ayrılık acısı da ya-şadığını, bunun ruhta bir yara travma olarak kaldığını söyle-mektedir. Bu evsizlik hissinin hayat boyu özellikle de ken-dini savunmasız hissettiğinde ortaya çıktığını söylemektedir. İnsanın yeryüzündeki “evsiz-liği”ni bizim topraklarımızda en güzel Mevlana anlatmıştır. Mesnevi’nin okuyucusunu kar-şıladığı ilk satırlarında:“Dinle, bu ney nasıl şikayet edi-yor, ayrılıkları nasıl anlatıyor:Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadım erkek, kadın… Herkes ağlayıp inledi.Ayrılıktan parça parça olmuş, kalp isterim ki iştiyak derdini açayım.Aslında uzak düşen kişi, yine vuslat zamanı arar.”(M. C. Rumi, (2018). Mesnevi-i Şerif, Sufi Kitap.)

Gece ve gündüzün deveranını iliklerimizde hissedene kadar seyredelim sonsuz maviyi… Sonsuzluğu ve maviyi… Şu han olan dünyandan baki olana gidecek yolumuzu… Baki evimizi…

16 Aylık Dergi | Mayıs 2020

GÜNDEM

Page 19: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Ayrılıktan şikâyet etmesi de bundandır. Bu yaşadığımız ka-rantina günlerinde “evde kal” çağrılarını bir de bu gözle mi okusak acaba? Evinize dönün, kendinize, özünüze, aslınıza, olana değil olması gerekene dönün… Yavaşça dönün, sab-rederek, düşünerek, sessizliğin de bir sesi olduğunu bilip onu duymak için dönün. “Bu gün-ler bize ne söylüyor?” sorusunu sosyal medya hesaplarından gelen hazır cevaplarla geçişti-remezsiniz. Nefes almanın kıy-metinden bahsederken virüse yakalanıp tedavi görenler, bu da ilginç geliyor bana… Bir refleks olarak otomat bir şeyken nefes almak, bizi tekrar düşündü-rüyor, hayatına nefes almanın kıymeti ile yeniden başla. Ya-ratılmışların baharı karşıladığı güne ulaşıncaya kadar nada-sa bırakılmış toprak gibi din-le ve dinlen… Ama muhakkak bu işaret eden elin gösterdiği yöne değil; onu gösteren ele de bakmak gerekir. Bir bela ola-rak görme… Belki bir musibet ama bela değil… Bin nasihatten evla olan bir musibet olabilir ama bela demek hak değildir, adil değildir, bir şeyi yerli ye-rine yerleştirmek hiç değildir. Musibet kelimesi günlük dilde de kullandığımız “isabet eden şey” manasındadır ve “bir şeyin hedefine ulaşması, birinin payı-na düşmesi” olarak sözlüklerde açıklanır. (Çağrıcı, M. (2006). Musi-bet. İslam Ansiklopedisi, c.31, s. 255-256, Ankara: TDV Yayınları.) Kur’an’ı Kerim’de doğrudan on ayette geçerken (dikkatinizi çekerim) altmış dört yerde insana acı, üzüntü, acizlik, tedirginlik ve-recek hâller ve bu hâllere karşı Allah’ın sonsuz ikramı, yardımı,

lütfu ve iyiliği anlatılmakta-dır. Yarım anlamak ve okumak yanlış anlamak ya da hiç an-lamamakla eşdeğerdir. Musi-beti sadece can yakmak için fırlatılan bir taş olarak görmek, aynı yerden atılan güllerden de mahrum kalmak demektir. İsa-bet eden; aynı zamanda değen, dokunan, uzanan şeydir ki Al-lah’ın kullarına en yakın olduğu zamanlardır. İnsan dünyada ne kadar yaşasa yetmez, yeter-li miktarda doyması ve bütün akla, kalbe düşen işleri bitirme-si için, o sebeple insan iki yüz yıl bile yaşasa erkendir her ölüm… O vakit kısacık ömrümüzde bize uzanan bu ilahi dokunu-şu hissedelim. Acılar, ölümler, ayrılıklar var. Peki, “Bunlara ne diyelim?” derseniz ona da Pey-gamber Efendimiz’in (s.a.s.) usulüyle “Onlar; başlarına bir musibet gelince ‘Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz.’ der-ler.” (Bakara, 2/156.) ayeti ile kar-şılık verelim ve her evine giden yolcu gibi evine gider şekilde uğurlayalım. Bize isabet eden şeyi düşünürken de “Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendinden-dir.” (Nisa, 4/79.) ayetinde olduğu üzere burada ilahi adaletin na-sıl merhamet üzerinden bize döndürüldüğünü unutmayalım. Yol devam ederken, gün dön-meye, ömür ileri doğru akmaya devam ederken onun bize do-kunuşunun ne manaya geldiği-ni düşünelim.

Âişe validemiz, anlatıyor: “Allah Resulü (s.a.s.) bir gece bana geldi, çok yakınıma sokuldu ve ‘Ey Âişe, bu gece Rabbime iba-det etmek için bana izin verir misin?’ dedi. Ben de ‘Ey Allah’ın

Resulü, ben senin bana yakın olmanı severim ama Rabbin için ibadet etmeni de severim.’ dedim. Kalktı, suyu idareli kul-lanarak abdest aldı, sonra na-maza durdu ve ağlamaya baş-ladı. Sakalları ıslanıncaya kadar ağladı. Sonra secdeye vardı. Secdede de yer ıslanıncaya kadar ağladı. Daha sonra ağ-layarak yanı üzerine uzanmıştı ki Bilâl sabah ezanını okumak üzere çıkageldi. Onun bu şekil-de ağladığını görünce Bilâl, ‘Ey Allah’ın Resulü, Allah’ın senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetmiş olmasına rağmen ni-çin ağlıyorsun?’ diye sordu. Bu-nun üzerine Hz. Peygamber, ‘Ey Bilâl! Nasıl ağlamayayım? Allah Teâlâ bu gece bana, ‘Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün peş peşe gelme-sinde akıl sahipleri için elbette ibretler vardır.’ ayetini indirdi.’ diyerek cevap verdi. Sonra da ‘Bu ayetleri okuyup da bunlar hakkında düşünmeyenlerin vay hâline!’ buyurdu.” (İbn Hıbbân, Sahîh, II 386.) Allah Resulü (s.a.s.) geceleri kalkar, dışarı çıkar, gökyüzüne bakarak, “Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün peş peşe gelme-sinde akıl sahipleri için elbet-te ibretler vardır.” ayetini okur, âdeta bu ayetin de içerisinde bulunduğu Âl-i İmran suresinin son on ayetini virt edinirdi. (Ha-dislerle İslam, Cilt 1, Sayfa 577.)

Biz de öyle yapalım… Gece ve gündüzün deveranını ilikleri-mizde hissedene kadar seyre-delim sonsuz maviyi… Sonsuz-luğu ve maviyi… Şu han olan dünyandan baki olana gidecek yolumuzu… Baki evimizi… Evi-mize giden yolu gösterecek kal-bimizi…

GÜNDEM

17Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 20: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Prof. Dr. Adnan DEMİRCANİstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

SALGIN HASTALIKLAR VE MÜSLÜMANLAR

18 Aylık Dergi | Mayıs 2020

GÜNDEM

Page 21: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

İnsanlık tarihi boyunca fe-laketler, afetler ve salgın hastalıkların, toplumların ve bireylerin hayatı üzerin-

de büyük etkileri olmuş, bazen bir felaket sosyal, siyasi ve kül-türel büyük değişim ve dönü-şümleri de beraberinde getir-miştir. Göçler, güçlü devletlerin veya yöneticilerin zayıflaması, maddi kayıplar ve buna bağlı olarak zenginliğin el değiştir-mesi bunlardandır.

Kur’an-ı Kerim, geçmişte yaşa-nan bazı afetleri ve felaketleri, ilahi çağrıya itaat etmeyen ve isyan eden kavimler için ceza-landırma olarak zikretmektedir. Yüce Allah, “Onlardan önce nice nesilleri helak ettiğimizi gör-mediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkân ve iktidarı onlara vermiştik. Onlara bol bol yağmur yağdırmıştık. Toprak-larından nehirler akıttık. Sonra da günahları sebebiyle onla-rı helak ettik ve arkalarından başka bir nesil var ettik.” (Enam, 6/6.) buyurur. Geçmiş kavimlerin helak edilmesinden ders çıka-rılması ve Allah’ın rızasını he-defleyen bir hayatın yaşanması önemlidir. “Yurtlarında dolaşıp durdukları, kendilerinden ön-ceki nice nesilleri helak etmiş olmamız, onları doğru yola ilet-medi mi? Şüphesiz bunda akıl sahipleri için ibretler vardır.” (Taha, 20/128.), “Yurtlarında gezip dolaştıkları nice nesilleri helak etmiş olmamız onlar için yol gösterici olmadı mı? Şüphesiz bunda ibretler vardır. Hâlâ duy-mayacaklar mı?” (Secde, 32/26.)

Bunlara benzer birçok ayet-i kerime mevcuttur. Helak ve ce-zaya ilişkin açıklamalar, Kitab-ı Mukaddes’te de bulunabilir.

Kutsal metinlerde yer alan bu açıklamalar, vahyin nüzul dö-neminden sonra karşılaşılan felaketlerin de benzer şekilde yorumlanabileceğini bazı in-sanların aklına getirmektedir. Nitekim günümüzde yaşanan felaketlerle ilgili farklı dinlere mensup insanların ilahi ceza yorumu yapmalarının sebep-lerinden biri budur. Kuşkusuz yaşanan bütün gelişmelerin Allah katında bir anlamı ve de-ğeri vardır. Ancak Yüce Allah bir olayla ilgili açıklama yapmadığı sürece onunla ilgili yapılabile-cek yorumlar tahmin ve zandan öteye gidemeyecektir. Vahiy, Sevgili Peygamberimiz Muham-med Mustafa (s.a.s.) ile birlikte

kesildiğine göre karşılaştığımız olaylarla ilgili söylenecek her söz kişisel yorumdan öteye geçmez. Bununla birlikte insan-lık tarihinde bu kanaatlerin sık sık birer hakikatmiş gibi vurgu-landığı da şahit olduğumuz bir durumdur. Ancak tabii afetler ve felaketler dünya hayatında sınanan insan için bir imtihan vesilesidir. Bunların karşısında bize düşen tedbir almak ve çı-karılması gereken dersler üze-rinde düşünmektir.

İslam’ın doğup yayıldığı coğ-rafyada deprem, sel, kuraklık, çekirge istilası ve salgın hasta-lıklar gibi birçok felaketle karşı-laşıldığı bilinmektedir. İslam’ın doğuşundan önce bu felaketler yaşandığı gibi İslam’ın doğuşun-dan sonra da yaşanmaya devam etmiştir. Yüce Allah’ın kâfiri de münafığı da mümini de hem verdiği nimetlerle hem de ma-ruz bıraktığı sıkıntılarla sınadığı bir gerçektir. Nitekim Cenab-ı Hakk, korku, açlık mal ve can kaybı gibi bizim açımızdan sıkın-tılı durumlarla bizi sınayacağını hatırlatmaktadır. (Bakara, 2/155.)

Hz. Âdem’den başlayan tevhidi din geleneğinin son tebliğinin Hz. Muhammed (s.a.s.) tarafın-dan yapılmasının üzerinden 14 asırdan fazla bir zaman geçti. Bu süreçte Müslümanlar bir-çok başarıyla sınandıkları gibi felaket ve salgın hastalıklarla da sınanmışlardır. Acaba İslam ahlakı Müslümanlara bu salgın hastalıklar karşısında nasıl bir tutum telkin etmiş ve bunun tarihî yansımaları nasıl olmuş-tur? Önce Müslümanların karşı karşıya kaldıkları bazı salgınlar-dan, sonra da Müslümanların tutumundan bahsedeceğiz.

Yüce Allah’ın kâfiri de münafığı da mümini de hem verdiği nimetlerle hem de maruz bıraktığı sıkıntılarla sınadığı bir gerçektir. Nitekim Cenab-ı Hakk, korku, açlık mal ve can kaybı gibi bizim açımızdan sıkıntılı durumlarla bizi sınayacağını hatırlatmaktadır.

GÜNDEM

19Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 22: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Eskiden sık sık karşılaşılan ve insanların aciz kaldıkları salgın hastalıklar bugünlerde dünya-nın hemen her tarafında etkisini gösteren Covid-19 virüs salgını kadar dünya çapında etkili ol-muyordu. Çünkü ulaşım imkân-larının kısıtlı olması ve temasın daha dar bölgelerde meydana gelmesi sebebiyle salgın hasta-lıkların etkisi de daha sınırlıydı. Bu durum, salgının ortaya çıkı-şından bir süre sonra etkisini kaybetmesini ya da ortadan kalkmasını sağlıyordu. Kuşku-suz sık sık yaşanan bu tür sal-gınlar karşısında insanların na-sıl tutum takınmaları gerektiği hususunda bir bilgi ve bilinç de oluşmuştur.

İslam tarihi kaynaklarında sal-gın hastalıklar için veba, hum-ma ve taun gibi kavramlar kul-lanılmaktadır. Bu kavramlarla zikredilen hastalıkların ortak özelliği bulaşıcı olmalarıydı. Taun, vebadan farklı bazı özel-liklere sahipti. Bir bakıma taun, bulaşıcı özelliğiyle vebadır ama her veba taun değildir.

Taun hakkında anlatılanlar, has-talığın parmak araları, burun ve göz çevresi gibi derinin ince ve zayıf olduğu yerlerde yaralar şeklinde başladığını ve kısa sü-rede vücuda yayılarak hastaya acı vermek suretiyle ölümüne sebep olduğu anlaşılmaktadır.

İslam tarihinin ilk döneminde karşılaştığımız ve oldukça etkili olan taunlardan biri Amvas ta-unudur. Amvas, Filistin bölge-sinde Kudüs ile Remle arasında yer alan bir kenttir. Taun ilk defa orada görüldüğü için bu isimle anılmıştır. Kaynaklarda yer alan bilgilere bakılırsa bu taunun et-kisi Şam bölgesine ve önemli bir bölümü ülkemiz toprakları içinde yer alan el-Cezire (Yukarı Mezopotamya) bölgesine kadar yayılmıştı.

Amvas taununun etkisini gös-termeye başladığı günlerde Hz. Ömer Şam bölgesine bir sefer düzenleme kararı almıştı. Böl-geye gittiğinde Müslümanla-rın Şam bölgesinde karargâh olarak kullandıkları Cabiye’ye ulaşmadan bölge komutanı Ebu Ubeyde b. Cerrah ile görüş-tü. Taunun bölgeyi etkilemeye başladığını ve ölümlerin oldu-ğunu öğrenince Ebu Ubeyde’ye kendisiyle birlikte geri dönme-sini ve karargâha girmemesi-ni söyledi. Ancak Ebu Ubeyde askerlerinden ayrılmak iste-miyordu. Mütevekkil bir tavırla Hz. Ömer’in teklifini şaşkınlıkla karşıladı ve onun tavrını ölüm-den kaçmak olarak nitelendirdi. Hz. Ömer, verdiği cevapta insa-nın gideceği hiçbir yerde ölüm-den kurtulamayacağını belirtti. Abdurrahman b. Avf, sık sık duyduğumuz karantinayla ilgili

hadisi hatırlatarak Hz. Ömer’in yaklaşımının isabetli olduğunu söyledi. Hz. Peygamber (s.a.s.), bu hadiste “Bir yerde taun or-taya çıktığını duyarsanız ora-ya girmeyin, siz bir yerdeyken taun ortaya çıkarsa oradan çık-mayın.” buyuruyor. (Buhari, “Tıb”, 30 (hadis no: 5728).) Ebu Ubeyde Hz. Ömer’in ısrarlarına rağmen görüşünü değiştirmedi ve Cabi-ye’ye, askerlerinin yanına gitti. Hz. Ömer ise oradan geri dön-dü. Ebu Ubeyde karargâha gir-dikten sonra tauna yakalandı ve kısa bir süre sonra da vefat etti. Vefatından önce yerine Muaz b. Cebel’i vekil olarak görevlendir-mişti. Muaz evine gittiğinde eşi-nin ve daha sonra çocuklarının da tauna yakalandıklarını gör-müş, onlara bu musibet karşı-sında metanet ve sabır tavsiye etmiş, çok geçmeden kendisi de bu hastalığa yakalanarak ve-fat etmiştir.

Amvas taununda Dımaşk valisi Yezid b. Ebi Süfyan, Süheyl b. Amr, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) amcası Abbas’ın oğlu Fazl gibi birçok sahabi ve bölgede fetih-lerde önemli rol üstlenen kişiler vefat etti. Taun sebebiyle Müs-lümanlardan vefat edenlerin sayısının yirmi beş-otuz bin ara-sında olduğu belirtilmektedir ki bu gelişmenin Müslümanların bölgedeki faaliyetlerini ciddi anlamda etkilediğini söylemek yanlış olmaz.

Hz. Ömer, taunun etkisini kır-mak amacıyla Amr b. As’ı Dı-maşk’a vali olarak görevlendir-di. Amr, şehirde yaşayan ahaliyi gruplara ayırarak planlı bir şe-kilde şehirden çıkardı. Her gru-bu, diğerleriyle ilişki kurmala-rını yasaklayarak diğerlerinden

İslam tarihi kaynaklarında salgın hastalıklar için veba, humma ve taun gibi kavramlar kullanılmaktadır. Bu kavramlarla zikredilen hastalıkların ortak özelliği bulaşıcı olmalarıydı.

GÜNDEM

20 Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 23: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

uzağa yerleştirdi. Hastalığın bu-laştığı gruptakilerin hepsi vefat ederken hastalığın bulaşmadığı gruplar kurtuldu. Artık taunun etkisinin bittiği kanaatine ulaş-tıktan sonra ahaliye haber gön-dererek şehre girmelerini istedi. Böylece uyguladığı başarılı ka-rantina ile şehri tekrar iskân etti.

Amr b. As, şehri boşaltma ka-rarını insanlara bildirdiğinde yaptığı konuşma, salgın hasta-lık hakkındaki bilgisi ve yakla-şımını göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Konuşmasında “Bu hastalık ortaya çıktığında ateş gibi yanar. Ondan korun-mak için dağlara çıkın.” diyen Amr, ateşi söndürmek için tu-tuşacak malzemeyi ateşten uzak tutmak gerektiğini düşü-nüyordu.

Hicri 18 (m. 639) yılında meydana gelen ve kaynaklarımızda hak-kında nispeten daha fazla bilgi verilen Amvas taunundan baş-ka salgın hastalıklarla ilgili de malumat verilmektedir. Bun-

lardan biri Carif taunudur. Carif taunu, Abdullah b. Zübeyr’in hilafeti döneminde 69 (m. 688) yılında Basra’da etkili olmuş ve bu taunda binlerce insan vefat etmiştir. Basra’da dört gün et-kili olan taun sırasında her gün 70.000 kişinin vefat ettiği ifade edilir. Tauna yıkıcı etkisi sebe-biyle “silip süpüren, şiddetli” anlamına gelen Carif denmiş-tir. Hicri 87 (m. 706) yılında da Basra ve çevresinde etkili olan Feteyât taunu meydana geldi. Bu tauna Feteyât adının veril-mesinin sebebi ise önce genç kızlarda görülmesiydi. Bunların dışında da kaynaklarımız birçok salgından bahsetmektedir.

Hemen hemen birkaç yılda bir karşılaşılan salgın hastalıkların özellikle şehirlerde daha yoğun bir etkiye sahip olduklarını bi-liyoruz. Karantina gibi önlem-ler, salgınların etkisini kırmaya yönelik olarak öteden beri bi-linmekte ve uygulanmaktadır. Karantina günümüzde de sal-gın hastalıklarla mücadelede

önemli ve etkili bir yöntem ola-rak tavsiye edilmektedir.

Taun karşısında Müslümanların takındığı tutum dikkat çekicidir. Bize ulaşan rivayetler Müslü-manların genel tavrının salgını engellemeye matuf önlemler al-makla birlikte kişinin başına gel-diğinde musibete karşı sabır ve metanet göstermek olarak özet-lenebilir. Yukarıda bahsettiğimiz türden önlemler alındıktan son-ra tedavi edilemeyen bir hastalık karşısında insanların birbirlerine psikolojik destek vermeleri, bir-birlerine dua etmeleri önemlidir. Elbette insanın ölümlü olduğu-na ve ölen insanları ebedî bir hayatın beklediğine inanan bir mümin yaşadıklarını buna göre yorumlayacak, mukadder olan ölümü metanetle karşılayacak-tır. Bu tavır, hastalığın tedavisini bildikleri hâlde tedaviye yanaş-mamak ya da çare aramamak değildir. Çaresizlik karşısında Allah’a sığınmak, muhtemel fe-laketleri sabır ve metanetle kar-şılamaktır.

GÜNDEM

21Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 24: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Dünya Sağlık Örgütü, Co-vid-19 virüsü salgınını sade-ce enfeksiyon bir pandemi değil aynı zamanda duygusal bir pandemi olarak da görü-yor. Bu konuda bizlere neler söylemek istersiniz?

Dünya şu anda duygusal bir pandemi ile de karşı karşıya. Koronavirüsün bulaşma hızının

çok yüksek olması ve belirsiz-liği insanlarda farklı duyguları ortaya çıkardı. Virüs, her an, her şekilde, her yerden bulaşabilir. Bu durum, herkesi etkiledi ve insanlarda çaresizlik, yetersiz-lik, karamsarlık duygularının ortaya çıkmasına sebep oldu. Koronavirüs (Covid-19) salgı-nı dolayısıyla yapılan bir çalış-

ma, toplumun normal şartlar-da kaygı bozukluğu ortalama yüzde 10-15 civarındayken şimdilerde yüzde 70’inin klinik düzeyde kaygı bozukluğu his-settiğini gösteriyor. Öte yandan ona eşlik eden kaygı bozukluğu yani korkuyla ilgili belirtilerin eş zamanlı yaygınlaşmaya baş-ladığını görüyoruz. İnsanlarda

“Salgınla dünyayı sarıp sarmalayan küresel narsisizmin değişme şansı ortaya çıktı.”

Prof. Dr. Nevzat TARHAN:

SöyleşiMahir KILINÇ

SÖYLEŞİ

22 Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 25: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

SÖYLEŞİ

oluşan bu kaygı bozukluğunun arkasından büyük ihtimal dep-resyon gelecek.

Ayrıca Covid-19 pandemisi, insanın temel güven duygula-rını etkiledi, onu sarstı. Evine bile her an girebilen, en yakı-nından, en sevdiklerinden bile geçebilen bir tehlike var. Bu duygu nedeniyle burada belir-sizlik azaldıkça insanlar rahat-layacaktır. Hassas ve kırılgan, stresi yönetemeyen kişiler için bu pandemi geçse bile onların ruhsal sorunları tekrarlayacak, diyebiliriz.

Böylesi zor bir süreçte insan-ların psikolojik anlamda kay-gılarını, korkularını azaltması ve rahatlaması adına nelere dikkat etmeleri gerekir?

Korkuların azalması, rahatla-ması için en temel şey korkuları rasyonalize etmektir. İnsanın onda birden daha az ihtimal için kendini tehdit altında gör-mesi rasyonel değildir. Mesela: “Deprem olduğu zaman erte-si gün deprem olma ihtimali mümkün ama şu anda dep-rem ihtimali var mı? Var ama şu anda öyle bir şey yok.” Birey sanki hemen olacak gibi dü-şünürse, deprem olacak diye dışarıda yatmaya kalkarsa bu rasyonel olmayan korkudur. Burada da korkuyu mantıksal olarak sınıflandırmamız lazım. Korkudan korkmamak lazım.

Ayrıca alınması gereken ted-birler konusunda uzman öne-rilerine uyulmalı. Koronavirüs ile yatıp kalkan kişiler, sosyal medya ve televizyondan sürekli takipte olan kişiler koronafobi

adayıdır. Bunların da bu haber-leri ara ara dinlemesi, kendi ruh sağlığını da korumaya almasını sağlar. Tedbir namına her şeyi gereğince yapmak insanı hem bedenen hem ruhen korumaya yetecektir. Bu inançla hayatla-rını sürdürmeleri gerekir. Aksi takdirde ruh sağlığının bozul-ması kişinin bağışıklık sistemini de etkiler.

Dünyanın âdeta teyakkuza geçtiği bu pandeminin insan-lar üzerinde psikolojik, sos-yolojik ve varoluşsal açılar-dan birçok değişikliğe neden olacağı hatta pandemi öncesi ve pandemi sonrası kavram-larının kullanacağı söyleni-yor. Pandemiyle birlikte ha-yatımızda neler değişecek?

Pandeminin psikolojik boyutuy-la ilgili söylenenlerden birincisi bireysel boyutu, ikincisi aile ha-yatına etkisi, üçüncüsü de sos-yal hayata etkisi. Pandeminin bireysel etkisine yönelik Har-vard Üniversitesinin bir açıkla-ması var: 2022’ye kadar sosyal mesafe sürecek ve sürmeli. Bu tarihten itibaren iki sene süre-since sosyal mesafenin olması demek, birçok toplu aktivitenin olmaması demektir. Bu durum, bir müddet sonra insanların ruh sağlığını da olumsuz etki-lemeye başlayacak. Şu anda bir çok kişi bunu tolere ediyor ama sosyal mesafe, sosyal izo-lasyon uzun sürdüğünde sosyal izolasyon, psikolojik izolasyona eşlik edebilir. Sosyal mesafe olumsuz etkiye başlarsa yaban-cılaşma duygusu olur. Kişide, yaşadığı ortamda, sevdikleriyle, birlikte yaşadığı kişilerle arala-rında mesafenin olması yaban-

cılaşma, yabancılaşmayla da uzaklaşma başlar. Uzaklaşma-nın başlaması, insanda güven duygusunu zayıflatır ve korku duygusu ortaya çıkar. Korku duygusu ortaya çıktıktan sonra onun bir adım ilerisi, düşmanlık duygusudur. Tehdit algılaması bozulur, herkesi tehdit gibi gö-rür ve düşmanlık duygusu artar. Bu durum, insanların ruh sağlı-ğını çok olumsuz etkileyecektir.

Pandemi ile birlikte psikiyatrik tablolar ortaya çıkacaktır ve bu-nunla ilgili muhakkak şimdiden hazırlıklar yapılması gerekir. Pandemi öncesindeki, insanla-rın yakın ilişkilerinin pandemi sonrası devam etmeyeceğini öngördüğümüz zaman birçok ilişkinin bozulacağı muhtemel. Fiziksel mesafe; insanı yalnız-laşma, yabancılaşma, güven-sizlik, korku ve düşmanlık duy-gularına doğru götürebilir. Bu ciddi bir risk oluşturuyor.

Bu salgın kriziyle insanlığın öncelikleri de değişti. İnsan ölümün yakın olduğunu gör-dü. Ölümü daha önce çok uzak görüyordu. İnsanlık tarihinde herhâlde “sekülerizm”in yani dünyacılığın en dorukta olduğu çağı yaşıyoruz. İnsanlar öyle yaşıyorlardı ki: Sanki hiç ölüm yok, ölümden sonraki hayat yok, bu evreni yaratan yok diye düşünüyorlardı. Şu anda birey-lerin önceliği hayatlarını daha güvenli hâle getirmektir. Daha önce siyasi olayları, ekonomik durumları daha çok önemsi-yorlar ve popüler kültürün sun-duğu bilgilere ilgi duyuyorlardı. İçinde bulunduğumuz durum-da daha çok kendileri, yakınları ve aileleriyle ilgili gündem daha

23Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 26: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

SÖYLEŞİ

ön plana çıktı. Çünkü burada insanın temel motivasyonu, temel dürtüsü yaşam, kalım dürtüsüdür. Bütün canlılar için hayatta kalmak en önemli şey-dir. Bu durum ayrıca insanlara çaresizliklerini, güçsüzlükle-rini, zayıflıklarını hissettirdi ve dünyanın gündemi de değişti. Böyle olunca insan artık ken-

dine daha çok zaman ayırmaya başladı.

İnsanlıkta pandemi sonrası psikososyal olarak post-pan-demi diyebileceğimiz bir yaşam stili değişikliği olacak. Daha önce canının istediği gibi hızlı yaşayan, sadece kendi çıkarı peşinde koşan insan daha az özgür olduğunu gördü. Dün-

yayı sarıp sarmalayan küre-sel narsisizmin değişme

şansı ortaya çıktı. Ayrıca kendini değiştirebilme, doyumu erteleyebilme ve sabırlı olma gibi değerler pandemi kri-zinin bize kazandır-dıklarıdır. Bu süreçte insanın aklını ölüm ve hayatla ilgili sorular

meşgul etmeye başla-

dı. İnsanın kendini ikna edecek bir inanca ihtiyacı ortaya çıktı.

Değerlerin psikolojik dinami-ği ve yerinde kullanılmasının toplum ruh sağlığı ve koru-yucu ruh sağlığı açısından önemli olduğunu vurguluyor-sunuz. Hayatın pencereden seyredildiği şu günlerde de-ğerlerimize tutunmak bize ne gibi yararlar sağlayacaktır?

Koruyucu ruh sağlığı açısın-dan değerler çok önemli. Daha önce duygu, düşünce, davranış; 3D diyorduk, şimdi dördüncü D de “değerler”’ olarak bizim önümüzde duruyor. Değerler insanın karar vermesini etki-liyor. Hayat yolunda giderken yol işaretlerini belirliyor ve de-ğerler insanın anlam arayışıyla yakından ilgili. Çünkü insanı di-ğer canlılardan ayıran bu anlam arayışıyla ilgili zihin üstü gen-leri var. Bu genlerden bir tane-si mesela kişinin anlam arama genidir, diğer gen kişinin ye-niliği aramasıdır. Bir diğer gen insanın geçmiş ve gelecekle ilgilenmesidir. Canlılar sadece bugünü yaşar. Ama insan “an”-da yaşar, geçmiş ve geleceği de aynı zamanda düşünür. Gele-cek projeksiyonu olan bir var-lıktır insan. Ve geçmişten ders alabilen bir varlıktır. Dördün-cüsü de ölüm algılama genidir. Bütün olanlar bu genetik kodla-rı daha çok harekete geçirmeye başladı.

Böyle durumlarda insanın han-gi kararı vereceğini belirleyen şeyler, sahip olduğu inanç sis-temi ve değerler birikimidir. Manevi birikimleridir. Bu biri-

24 Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 27: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

SÖYLEŞİ

kimler için yayımlanmış “Co-vid’le Yüzleş” diye bir kitapçık var. Bu küresel olarak yayım-landı, o kitapta iki tane değer var ki bunları ailenizde, çevre-nizde, yakınlarınızda yaşatırsa-nız bu dönemi daha iyi geçirir-siniz, diyor. O değerlerden birisi şefkat. Şefkat, sevgiden daha büyük bir değer çünkü sevgide çıkar var. Biri “Seni seviyorum.” der ama karşılık bekler. Şefkat öyle değildir, karşılıksız sevgi-dir, şartsız sevgidir. Bu şefkati ailede ya da yakın ilişkilerde, yaşantılarda hayata geçirelim. İkincisi de nezaket duygusu. Nezaket duygusu saygıdan daha gelişmiş, daha büyük bir duygudur. Saygıda karşı tarafa saygı gösteririz ama nezakette onu incitmeyecek, üzmeyecek şekilde ilişki kurmaya çalışı-rız. Bu nedenle nezaket, ince davranmayı, empati yapmayı gerektiren bir duygudur. Aile bireylerinin birbirine daha çok ihtiyaç duyduğu bu zamanda bu değerlere uymamız bizi çok rahatlatacaktır.

Bu zorlu süreçte büyük bir fe-dakârlıkla görev yapan sağlık çalışanlarımız psikolojik an-lamda nelere dikkat etmeli, hem kendilerinin hem toplum olarak bizlerin yapması gere-kenler nelerdir?

Sağlık çalışanları ile ilgili top-lumsal önyargıların dağıldığını görüyorum. Kriz öyle bir etki yaptı. Sağlık çalışanlarının da aslında bencil olmadıklarını, bir de cephede ya da sınırda nöbet tutan askerlerden farksız ol-duklarını gösterdi. Hiçbir ayrım yapmadan yaşadığı toplumun

her bir ferdi için kendi hayatını riske atmaktan hiç çekinmedi-ler. Sağlık çalışanlarımızın bu yaptığı, fedakârlığın en yüksek seviyesidir. Bu, övgüye layık, takdire şayan bir davranıştır. Şu anda onlar için yapılacak en güzel şey onları takdir etmek, onay, övgü sözlerini onlara du-yurmaktır. Böyle durumlarda yalnız olmadıklarını hissetme-leri önemli. Virüse en çok ya-kalanan meslek grubu sağlık çalışanları. Böyle bir durumda kendi çıkarlarının üstünde bir çıkarla hareket ediyorlar. Bu şe-hitlik duygusuyla hareket eden Mehmetçikten farklı değil. Top-lumun bunu anlaması, burada en önemli kazancımız olacak gibi gözüküyor.

Aile fertlerinin birbirlerini çok kısıtlı gördüğü, yaşamın hızla akıp gittiği modern çağ-da şimdi şartlar değişti. Aile fertleri birbirini çok daha faz-la görür oldu, işten güçten eşime ve çocuklarıma fırsat bulamıyorum, sözleri âde-ta eridi. Bu süreci bir “aile okulu”na çevirebilmek adına okuyucularımıza neler tavsi-ye edersiniz?

Pandeminin bize verdiği en önemli şey zaman. Hem ken-dimize hem ailemize hem de yakınlarımıza yetecek bir za-man var. Evi bir aile okulu hâ-line getirmek için burada üç şeye dikkat etmek gerekiyor. Birincisi karı-koca arasındaki ilişkilerde negatif iletişimin ol-maması yani iki tarafın da bir-birinin kusurunu düzeltmeye çalışmaması; güç savaşlarının, hâkimiyet savaşlarının olma-

ması. Onun için burada olumlu yönden ilişki kurmak, pozitif ile-tişim içinde olmak; evde olum-lu bir atmosfer oluşturmak ve bunlara kafa yormak gerekiyor. Ailede, aile okulu olması için psikolojik atmosferinin ona uy-gun olması lazım. Yani çocuk-larda eve güven duygusu olu-şacak, sıcak duygular oluşacak, evi sevecekler. Böyle durum-larda anne baba ve çocuk evi severek bir arada kalıyorlarsa aile okulunun en temel ihtiyacı giderilmiş olur. İkincisinde de birlikte zaman geçirmek, çok nitelikli beraberlikler önemli. Birbirini düzeltme zamanı değil şu anda birbirinin pozitif yönle-rini güçlendirme zamanı. Evde liderlik anne babada olmalı. Çocuklar evin küçük hükümdarı olmamalı, onun için çocuklarda pozitif disiplin önemli burada. Çocukların böyle yanlışları-nı düzeltme üzerine değil de onların olumlu davranışlarını güçlendirme yönünde gidilirse daha iyi sonuç verebilir. Mese-la çocuğunuz 10 yaşından kü-çükse alıştırılabilirliği yüksektir. Böyle durumlarda ona, bir şeyi yapamadığı ya da yanlış yaptığı zaman değil, iyi yaptığı zaman hemen takdir ve övgü ile yak-laşırsak pozitif pekiştirme ile daha iyi öğrenebilir.

Bu süreçte ailece kitap oku-mak çok güzel bir etkinlik olur. Herkes alır birer sayfa okur, her gün yarım saat kitap okuma-ya ayrılması hem bizim hem de çocuklarımızın kitap okuma alışkanlığı kazanmasını sağlar. Birlikte nitelikli, sevgi dolu ve değerlerimize yönelik etkinlik-lerle zaman geçirmek önemli.

25Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 28: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

ÜSTÜNLÜK RENKTE, TENDE VE IRKTA DEĞİL, TAKVADADIR

Prof. Dr. Selim ÖZARSLANFırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Bütün var olanların ya-ratıcısı ve insanlığın Rabbi olan Yüce Allah, belli bir ırkın, döne-

min, mekânın Allah’ı olmayıp bütün âlemlerin Rabbi olduğu gibi O’nun son peygamberi ve son kitabı da belli bir zaman

ve mekânla sınırlanmış olma-yıp sınırsız ve evrenseldir. İlahi kitabın insanlar için vazettiği emir ve yasaklar bütün zaman

26 Aylık Dergi | Mayıs 2020

DİN DÜŞÜNCE YORUM

Page 29: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

ve mekânlar içinde uygulanma imkânına sahiptir. İnsanlığın maddi ve manevi gereksinim-lerini göz önünde bulundurarak yapılanmıştır.

Bu din Allah’ın nimetlerini biri-lerine, belli bir ırka, soya sopa özgü kılmamış, bütün insanlığın istifadesine sunmuştur. Birey ve toplumun mutluluğunu sağ-layacak, onları dünya ve ahiret yaşamlarında mesut edecek genel ilkeleri insanlığa hediye etmiştir. Bu ilkelere sarıldığı zaman birey, dünya ve ahiret mutluluğuna erişecek ve Al-lah’ın katında üstün bir mevki-

ye ulaşacaktır. Allah’ın indinde üstünlük kazanmak ise takva sahibi olmaya bağlıdır.

Kur’ani bir kavram olan takva, yüce kitabımızda iyi işler yapıp kötü şeylerden sakınma anla-mında kullanılır. Allah’a olan imanı ve O’na duyulan saygıyı ifade eder. (Bakara, 2/21.) Kur’an’ın indirilmesinin nedeninin insan-lar arasında takvanın yerleş-tirilmesi olduğu belirtilmiştir. (Taha, 20/113; Zümer, 39/28.) Takva, insanı bozulmalardan kurta-racak (Neml, 27/58; Fussilet, 18.), evlilik hayatlarında (Bakara, 2/24;

Nisa, 4/129.) sosyal hayatın birçok farklı veçhelerinde (Bakara, 177.), sosyal görev ve vecibelerin ye-rine getirilmesinde (Furkan, 25/63-

74.), Allah’ın emirlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olacak-tır. İnsanı takvayı benimsemeye sevk eden saik, Allah’ın rızasını kazanma (Bakara, 2/207; Nisa, 4/114.) O’na daha yakın olma (Âl-i İmran,

3/13.), O’nun cemalini görme ve O’nun onayını alma isteğidir.

Günahlardan uzak durarak ce-hennem ateşiyle arasına bir engel koyma olarak tarif edilen takva (Razi, Fahreddin, et-Tefsirü’l-Ke-

bir, (Mefatihu’l-Gayb), Beyrut, 1990, XVII,

101.) Allah sevgisine engel ola-cak şeylerden nefsi koruyarak Allah ile insan arasında sevgi ve dostluğun oluşması ve devam etmesi olarak da anlaşılmış-tır. Kur’an’da da belirtildiği gibi bu tanım ahlaki ve dinî bir bo-yut içermektedir. Takvanın aslı, önce Allah’a ortak koşmaktan/ şirkten, sonra kötü ve günah olan davranışlardan, daha son-ra günah olma olasılığı bulunan amellerden sakınmak; en son olarak da faydasız ve lüzumsuz

olan şeyleri de terk etmektir. (Kuşeyri, Abdulkerim, Kuşeyri Risalesi,

Haz. Süleyman Uludağ, İstanbul, 1981,

243.) Takva sahibi birey; Allah’ı birleyerek iman eden, kendisiy-le ilahi azap arasına ibadet ve taat kalkanını koyarak kendisini azaptan koruyandır. Biz bunu ahlaki sorumluluk bilinciyle ha-reket ederek Allah’ı görüyormuş gibi davranışlarına yön veren kişi olarak da ifade edebiliriz.

Kur’an’a göre muttaki (takva sahibi) bireyler Allah dostla-rıdırlar. (Enfal, 8/34.) Buna göre inananlar ve muttakiler dost/veli olma niteliğine sahiptirler. Başka bir ifadeyle Allah’ın dos-tu olan bireyin en önemli özel-liği inançlı ve muttaki olması-dır. Takva sahibi ise gereğince Allah’ın azabından sakınan ve O’na karşı saygılı olan bireydir. Takva insan için biricik şeref ve değer kaynağıdır ki: “Allah ka-tında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakı-nanınızdır.” (Hucurat, 49/13.) ayeti buna işaret etmektedir.

İslam Peygamberi Hz. Mu-hammed (s.a.s.) de takvanın önemine, kendisine yöneltilen “İnsanlar arasında en büyük kerem sahibi kimdir?” sorusu-na, “Takvada en ileri olanlar-dır.” (Buhari, Enbiya, 8,14,19.) şeklin-de cevap vererek değinmiştir. Bilindiği gibi kerem; cömertlik, kolayca verme, yardımseverlik anlamlarına geldiği gibi şeref ve itibar anlamına da gelir. (Cürcanî,

Kitabü’t-Ta’rifât, 184.) Buradan takva sahibi insanın, insanlara karşı iyiliksever ve aynı zamanda da değerli ve onurlu bir kimse ol-duğu anlaşılmaktadır. Nitekim Hz. Ali de “Dünyada insanların

27Aylık Dergi | Mayıs 2020

DİN DÜŞÜNCE YORUM

Page 30: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

efendisi cömert olanlardır; ahi-rette insanların efendisi takva sahibi olanlardır.” (Kuşeyri, Kuşey-ri Risalesi, 246.) diyerek takvanın önemine temas etmiştir.

Takva kavramı Müslüman top-lumun sayı ve keyfiyet bakımın-dan gelişmesine paralel olarak, gittikçe gelişen bir anlam alanı-na sahip olmuş, içeriği zengin-leşmiştir. Böylece takva bütün iyilikleri kapsayan bir isim ol-muştur. Kur’an’da takva özellik-le Maide suresinin 8. ayetinde, adaleti de içine alan yüksek bir ahlaki erdem olarak gösterilir. Toplumsal hayatın düzeni için adaletin gerekliliği göz önün-de tutulacak olursa, bu ayete göre takvanın, yalnızca birey-sel ve vicdani fazilet değil aynı zamanda toplumsal düzenin de bir gereği olduğu belirginlik kazanır. Bu bakış açısı yani tak-vanın toplumsal boyutuna vur-gu, başka ayetlerde de gözlenir. Söz gelimi Bakara suresinin 237. ayetinde takvanın, bağış-lama ve feragati de kapsayan oldukça geniş ahlaki içeriğine işaret edilmiştir.

Takva, iman ve davranıştır/salih ameldirTakva, iman ve salih amelle doğrudan ilişkilidir. Bunlar ara-sındaki münasebet, içlem ve

kaplam arasındaki ilişki gibidir. “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den iba-ret) değildir. Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman eden-lerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetim-lere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır. İşte bunlar, Al-lah’a karşı gelmekten sakınanla-rın ta kendileridir.” (Bakara, 2/177.)

Andığımız ayette Kur’an tak-vayı altı sıfatla nitelemektedir. İman, bireysel ve toplumsal hayatlarıyla özgürlükleri baskı altında tutulan ihtiyaç sahiple-rine severek harcamak; dikey boyutla yatay boyut arasında “bağ” durumunda olan ibadet-leri ifa etmek, antlaşmaları ye-rine getirmek ve bunlara bağlı kalmak, güç ve zor durumlarda sabretmek, doğru olmak… Do-layısıyla takva, iman ve davra-nıştır. Başka bir deyişle takva, iman ve salih amelden meyda-

na gelmektedir. Salih amelin ise sınırı yoktur. Birey ve toplumun yararına olan bütün iyi eylem ve davranışları içerisine alır.

Kur’an’da takva sahibi/mutta-ki bireylerin yukarıdakilerden başka özelliklerine de değinil-mektedir. Buna göre takva sahi-bi birey, Allah’a inanan, nama-zını kılan, infak eden, infakını hem darlıkta hem de bollukta yapan, öfkesini yenen, insan-ları bağışlayan, Allah’ı sürekli anan, hatasında ısrar etmeyen, tevbeye devam eden, ihsan sa-hibi olan, geceleri kalkıp ibadet eden, her hak sahibine hakkını veren kimsedir. (Bakara, 2/1-5; Âl-i

İmran, 3/134-135; Zariyat, 51/15-19.)

Dinde tek değer ölçüsü: TakvaDinî açıdan insanı değerlen-dirmede ana ölçü, onun ren-gi, teni, mensup olduğu soyu, sopu, milleti değil, takvasıdır. İslam, insanın bizzat kendisinin bir değer olduğunu her defasın-da ortaya koyma gayreti içeri-sinde olmuştur. İnsanın varoluş gayesi, kendini ve âlemi bilme-si, yaratanını tanıması, eşyanın hikmetini ve hakikatini kavra-masıdır. İnsan ancak bu gaye-sini gerçekleştirebildiği ölçüde mükemmel olabilir.

İslam anlayışına göre, sonsuz güç ve kudret sahibi olan yüce Allah, insanoğlunu en güzel bir biçimde yaratmış (Tin, 95/1.), ona şan ve şeref vermiş (İsra, 17/70.), ruhundan ona üflemiş (Hicr,

15/29.), yeryüzünü insana boyun eğdirmiş (Mülk, 67/15.), saymak istersek sayamayacağımız ka-dar çok nimetleri (İbrahim, 14/34.) insanın emrine amade kılmıştır.

Dinî açıdan insanı değerlendirmede ana ölçü, onun rengi, teni, mensup olduğu soyu, sopu, milleti değil, takvasıdır. İslam, insanın bizzat kendisinin bir değer olduğunu her defasında ortaya koyma gayreti içerisinde olmuştur.

28 Aylık Dergi | Mayıs 2020

DİN DÜŞÜNCE YORUM

Page 31: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Bütün bu nimetlerle donatılan insandan istenilen ise yaratılış gayesine uygun olarak yetişme-si, insanları sevmesi ve sevilme-si, merhamet eden, diğer insan-larla iyi geçinen ve kendisiyle iyi geçinilen olması, bunlarla bir-likte kendisiyle, aile bireyleriyle, içinde yaşadığı toplumla, mille-tiyle ve kısacası bütün insanlıkla barışık olmasıdır. Ancak bu özel-liklere sahip bireyler, Kur’an’ın istediği mümin insan sıfatına sahip olabilirler.

İman ve takva sahibi bireyler ise Allah’ın hoşnutluğunu ka-zandıkları gibi insanların be-ğeni ve takdirlerine de mazhar olurlar. Bu beğeni ve faziletin kaynağı hiç şüphesiz onların bütün işlerinde takvalı olmala-rı, kendilerine, diğer insanlara ve Allah’a karşı sorumlulukları-nın bilincinde olmalarıdır. Nite-kim şu hadis-i şerif bu durumu

destekler niteliktedir: “Ne bir Arab’ın Acem’e ne bir Acem’in Arab’a takvadan başka hiç-bir üstünlüğü yoktur.” (Ahmed b.

Hanbel, Müsned, V, 411.) Demek ki takva insanı değerlendirmede biricik, tek değer ölçüsüdür. Bu ölçü Kur’an tarafından ko-nulmuş (Hucurat, 49/13.), Hz. Pey-gamber (s.a.s.) tarafından da yürürlüğe geçirilmiştir. Nitekim İslam dinine göre insan, “Ya-ratılmış varlıkların en şereflisi/eşref-i mahlûkattır.” Bundan dolayı insan şahsiyetine saygı duyulmasını emretmektedir. Bu, herkesin hem dinî hem ah-laki vazifesidir. İsra suresinin 70. ayetinde bu gerçek vurgu-lanmaktadır: “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık.” (İsra,

17/70.) İnsan rengi, teni, yaşa-dığı coğrafyaya göre şerefli kı-lınmamış, özü yani insan oluşu itibarıyla şerefli kılınmıştır.

Buraya kadar andığımız yük-sek dinî ve ahlaki nitelikleri bünyesinde barındırarak ken-dilerini her türlü kötü eylem ve davranıştan koruyan kimseler yani bireysel manada takvaya ulaşan bireyler, bu kadarla kal-mamalı, toplum katmanlarını oluşturan diğer insanların da yüksek ahlaki niteliklerle do-nanmasını sağlamak için gayret sarf etmelidirler. Yani bireysel takva, toplumsal takvaya dö-nüşmelidir. Kendileri için uygun gördükleri iyilik ve güzellikleri, çevrelerinde bulunan en yakın bireylerden başlamak sure-tiyle bütün toplum üyeleri için de istemelidirler. Nitekim Sev-gili Peygamberimiz (s.a.s.) bu konuda “Hiçbiriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe (gerçek) iman etmiş olamaz.” (Buhari, İman, 7;

Müslim, İman,71.) buyurmuşlardır.

Ekonomik, sosyal ve kültürel ha-yatta takvalı olmaya çalışmak, Kur’an tarafından teşvik edilen bir erdemdir. Bireysel ve top-lumsal hayatlarında bu Kur’ani ve aynı zamanda da ahlaki ilke-ye uygun eylem ve davranışlar-da bulunan bireyler çoğaldık-ça son zamanların en buhranlı dönemini yaşayan dünyamız ve dolayısıyla insanlık rahat bir ne-fes alacaktır umudundayız.

Neticede takva bir hayat tar-zıdır; onu fert olarak kendi ya-şamlarında uygulamaya geçi-renler kurtuluşa erecekleri gibi toplumsal hayat biçimlerine dönüştüren sosyal gruplar da ilelebet mutlu ve huzurlu yaşa-yacaklardır.

29Aylık Dergi | Mayıs 2020

DİN DÜŞÜNCE YORUM

Page 32: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

SAĞLIK VE TEMİZLİK DİNİ İSLAMSelva ÖZELBAŞİstanbul Üsküdar Vaizi

“Olmaya devlet cihanda bir ne-fes sıhhat gibi” der ömrünün 46 yılını devlet sahibi olarak geçi-ren cihan padişahı. Sağlıklı ol-maktan daha kıymetli bir varlık

olamayacağını anlatan en güzel söz diyebiliriz. Çünkü sağlık ha-yat demektir. İslam, insan hayatına değer ve-ren bir dindir. Bu yüzden canın

korunmasını öncelemiş ve ted-birler almıştır. Çünkü dinin mu-hatabı ve uygulayıcısı insanın bizatihi kendisidir. Yaşaması, hayatını idame ettirmesi için de

30 Aylık Dergi | Mayıs 2020

DİN DÜŞÜNCE YORUM

Page 33: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

maksadı diye ifade edilir. Bun-ların başında da “canın korun-ması” gelir ki sırayla ifade eder-sek; “can, akıl, din, nesil, mal” şeklinde sayabiliriz. Korunması gereken bu hususlar sağlıklı bir hayat sürmenin de temel un-surlarıdır. Sağlık; “Kişinin be-denen, ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik hâlinde olmasıdır.” (WHO)

Bedensel iyi olma hâlini tek ba-şına yeterli görmek mümkün değildir. Bu yüzden yüce dini-miz insanı ruh ve bedeniyle de-ğerlendirirken bu ikisinin yanı sıra insanın sosyal yaşantısında nasıl davranacağı hakkında da hükümler getirmiş; sağlıklı bir toplum oluşturmak için iyi ve doğru ilişkiler kurabilen insan-lar olmayı tavsiye etmiştir. Müs-lüman ülfet eden ve kendisiyle ülfet edilendir. Akraba ilişkileri, komşuluk ilişkileri, saygı, sevgi ve merhametle davranma, yar-dımlaşma, aile kurma vb. davra-nışlara anlam yükleyerek temiz bir toplum oluşması için pren-sipler getirmiştir. Bu kurallar sağlıklı bireyde olması gereken sosyal iyi olma hâline katkı sağ-lamaktadır. Sosyal yönü sağlıklı bireylerin sağlıklı toplum oluş-turacağı aşikârdır. İslam’ın emir ve yasakları insan hayatını ruh, beden ve sosyal yönden sağlıklı kılabilmeye yönelik hikmetler içermektedir. Kitabı, sünneti

ve köklü İslam geleneğini ince-lediğimizde bunu her noktada görmek mümkündür.

Hz. Peygamber (s.a.s.) uyanır uyanmaz güne elleri yıkaya-rak başlamak gerektiğini söy-ler. (Buhari, Vudû, 26.) Her abdest maddi manevi temizlikle birlik-te sağlığı da getirir. Müslüman abdest sayesinde günde birkaç kez dışa açık uzuvlarını; özel-likle ovalayarak her noktasını suyla buluşturup cildini diriltip temizler. Abdest öfke ateşini bile söndürür. (Ebu Davud, Edeb 4.)

Bu sayede hem insan psikolo-jisine hem de insan ilişkilerine olumlu etki eder.

Yemekten önce ve sonra ellerin yıkanması da yemeğin bereke-tine sebep olarak görülür. (Tir-

mizi, Et’ime 39.) Yemeğin helal ve temiz gıdalarla temiz bir şekil-de hazırlanması ve ondan temiz bir şekilde istifade edilmesi, sağlıklı koşullarda saklanma-sı için tedbirler alınması insan sağlığı için vazgeçilemezdir.

Taharet usul ve adabı, ibadetin sahih oluşu gibi önemli bir so-nuca bağlanarak insan sağlığı-na hizmet eder hâle gelmiştir. Kur’an, “Allah da tertemiz onlan-ları sever.” (Tevbe, 9/108.) buyurur ve bu ayet ile Medineli Ensar’ı su ile taharetlenmelerinden do-layı methettiği rivayet edilir. (İbn

Kesir, Tefsir, II, 389). Özellikle suyla

sağlıklı olması ve onu koruması istenmiştir. Hatta İslam inan-cında can bir emanettir. Belli bir süreliğine insanda hayat bulacak ve asıl yurduna gidin-ceye kadar her türlü zarardan esirgenecektir. Bir anlamda in-sanoğlu, verilen emaneti nasıl gözettiğinin hesabını vermek zorundadır. Ahiret inancı da bunu gerektirir.

İslam dininin bütün kuralları beş esas üzerine kaimdir. Yani temelde beş ana direk vardır. Hükümlerin konulmasının hik-meti ya da kuralların konulma

İslam inancında can bir emanettir. Belli bir süreliğine insanda hayat bulacak ve asıl yurduna gidinceye kadar her türlü zarardan esirgenecektir.

31Aylık Dergi | Mayıs 2020

DİN DÜŞÜNCE YORUM

Page 34: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

taharet ve sonrasında yine elle-rin güzelce yıkanması hatta bu işlemin sol el ile yapılmasının öngörülmesi hayranlık vericidir. (Ebu Davud, Taharet, 18.) Bu nedenle de -eller yıkandığı hâlde- yeme işlemi mümkün mertebe sağ el ile yapılabilmelidir.

Rabbine kulluk eden Müslü-mana temiz bir şekilde ibadet etmek yaraşır. Kendini maddi ve manevi necasetten arındır-dığı gibi ibadet mekânı da te-miz ve sağlıklı olmalıdır. İbadet mekânları toplanma yerleridir; hem ibadete hem ibadet edi-lene layık olmalı hem de ora-da ibadet edenler için temiz ve sağlıklı olmalıdır. Bu nedenle ilk ev Kabe’den itibaren mescidin temiz olmasına özen gösteril-miş, konunun önemine binaen bu iş önce Hz. İbrahim ve İsma-il’den istenmiştir. (Bakara, 2/125.)

Müslümanların hayatında iba-det; manevi yönü güçlü tutmak, kulluğu ifa etmek, nimetlere şükretmek ve ruhen huzura kavuşmak için çok önemlidir. Oruç ve namaz aklı başında, buluğa ermiş her Müslüman için farzdır. Bu ibadetlerin kişi-nin beden, ruh ve sosyal sağlığı açısından pek çok yararı vardır. Rabbimizin kati naslarla em-rettiği ibadetler herkesin yapa-bileceği kolaylıktadırlar. Hatta oruç tutmak sıhhatli olmayı sağlar. İnsan sağlığı sıkıntıya girdiğinde de ruhsat hükümleri devreye girer. Kişi oruç tutama-yacak kadar hasta ve yaşlı ise oruçla ilgili zorunluluk kalkar ve maddi gücü olanlar fidye ve-rirler. Daha sonra tutma imkânı bulanlar sağlıkları elverdiğinde istedikleri zaman kaza ederler.

Yolculuk oruçlu kişiyi zorladı-ğında da orucu erteleyebilirler. (Bakara, 2/184-185.)

Yine bazı yolculuklarda seferilik hükümleri devreye girer ve na-mazın farzları iki rekat şeklinde eda edilir. Namaz kılarken sağ-lık durumuna uygun olarak ima ile veya oturarak namaz kılmak da mümkündür. Hatta ayağa kalkamayan kişi yattığı yerden bile namazlarını eda edebilir. Sağlık sorunu olduğunda ya da engelli olma durumunda na-mazı kılabilmek için vücudun namaz kılmaya elverişli konum-da olmasında bir beis yoktur.

Namaz kılmak için abdest al-mak şarttır. Su ile abdest al-makta zorlanan kişi teyem-mümle abdest alabilir. İnsanlar hastalık hâlinde ibadet edip moral bulmak isterler dolayı-sıyla namaz kılmaları kolaylaş-tırılmıştır. Mest üzerine mesh, sargı üzerine mesh ve özürlülük hâllerinde abdestin kolaylıkları kişiye sağlığını koruma ve Rab-bine gönül huzuruyla ibadet etme fırsatı verir. Yüce dinimi-zin insan sağlığını her halükâr-da önemseyen hükümler koy-duğunu bilmek; aksatmadan, kesintisiz ve daha rahat ibadet etmeyi sağlar. Bu kolaylıkları bilmeyenler ibadetlerini aksatır veya zorlanırlar.

Allah’ın mükerrem yarattığı in-san; kendisine layık temiz şeyler-le beslenmelidir ki temiz fıtratta ve sağlıklı kalabilsin. Helal olan pek çok şeyin yenilebilmesi için temiz olma şartı da vardır. (Baka-

ra, 2/168.) Bu yüzden eti yenen bir hayvan helal olsa da usulüne uy-gun kesimle temiz olur.

Ayet ve hadislerle bildirilenler, insan tabiatının meyletmediği iğrenç şeyler, insan sağlığına kısa veya uzun vadede zarar verenler, zehirli maddeler ve bunlara kıyaslananlar haram ya da harama yakın mekruh görülmüştür. Mesela sarhoşluk veren içecekler beden sağlığını tehdit ettiği kadar akıl ve sosyal sağlık açısından da zararlıdırlar ve yasaklanmış hatta kötülük-lerin anası olarak kabul edil-mişlerdir.

Cenab-ı Hakk kullarından te-miz ve helal şeyleri yiyip Allah’a şükretmelerini isterken (Baka-

ra 2/172.), israf etmeden haddi aşmadan yemelerini de iste-miştir. Yenilen şey kadar miktar da önemlidir. Açlıktan Allah’a sığınan Peygamberimiz (s.a.s.) tıka basa dolduracak şekilde yemeyi, mideyi kötü bir kap gibi doldurmaya benzetmiştir. (Müs-

ned, IV, 132.)

İnsanın ölmeyecek kadar yiyip içmesi farzdır. “Kuvvetli mümin,

Rabbine kulluk eden Müslümana temiz bir şekilde ibadet etmek yaraşır. Kendini maddi ve manevi necasetten arındırdığı gibi ibadet mekânı da temiz ve sağlıklı olmalıdır.

32 Aylık Dergi | Mayıs 2020

DİN DÜŞÜNCE YORUM

Page 35: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

zayıf/güçsüz müminden daha iyi, daha üstün ve Allah’a daha sevimlidir.” (Müslim, Kader, 34.), “...Kendi kendinizi tehlikeye at-mayın...” (Bakara, 2/195.) buyuru-lur. Yemeyi içmeyi bırakmak, kendini ölüme terk etmek Al-lah’a karşı isyan anlamına gelir. Cana kıymak haramdır. (Enam,

6/151; Nisa, 4/29-30.) Canın telefi-ne götüren yollar da haramdır. Dolayısıyla intihar haramdır. Peygamberimiz (s.a.s.), acı ve sıkıntılardan dolayı ölümün te-menni edilmemesini istemiştir. (Buhari, Merdâ, 19.) Yaşama ümidi kalmamış veya şiddetli acılar hisseden bir insanın, hayatına bir başkası eliyle son verdir-mesi demek olan “ötanazi” caiz görülmemiştir.

Adam öldürmek büyük bir gü-nahtır. (Enam, 6/151; Nisa, 4/29-30.)

Birtakım sıkıntılar imtihandır. Bu durumda sabrederek sağ-lıklı kalmak için elinden geleni yapmak ve dua etmek istenir, vade gelmeyince kimsenin öl-meyeceğine inanılır.

Hz. Peygamber, “Allah hem der-di hem de devayı göndermiş, her hastalığa bir çare yaratmış-tır. Tedavi olun.” (Ebu Davud, Tıb,

11.) buyurur. Böylece insan, ha-yatını sağlıklı bir şekilde devam ettirir. (Bakara, 2/173; Maide, 5/3;

Enam, 6/119.) Tıbben bir tedavi yöntemi olarak kabul edilmesi, yasal ve şeffaf olması, hekimin uzman olması, mahremiyete ri-ayet etmesi ve tedavinin insan sağlığına hizmet etmesi gibi şartlarla alternatif tedavi yolla-rını dinimiz doğal karşılamıştır.

Kur’an ve hadislerde, organ ve doku nakli konusunda açık bir hüküm yoktur. Ancak dinimiz-de, Kitap ve sünnetten çıkan genel hükümler ve kaideler-le organ ve doku nakli insanın sağlığına kavuşabilmesi ve ha-yatını idame ettirebilmesi için yöntem olarak kabul edilmiş ve birtakım şartlarla caiz görül-müştür.

Yüce dinimiz insanoğlunun ce-nin hâlinden son nefesine kadar hayat hakkını korumak ve sağ-lıklı geçirebilmesi için saymakla tükenmeyecek çok önemli ku-rallar koymuş, prensipler getir-miştir. Şeyh Edebali’ye “Devlet kurarken insanı yaşat ki devlet yaşasın.” öğüdünü verdiren; ci-han padişahına “En büyük dev-let sıhhattir.” dedirten anlayışın temelinde İslam vardır.

33Aylık Dergi | Mayıs 2020

DİN DÜŞÜNCE YORUM

Page 36: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

İsrailoğulları doğru yoldan sap-tıklarında çeşitli sıkıntılarla ce-zalandırılmış, bozgunculukları sebebiyle yurtlarını kaybederek dünyanın çeşitli yerlerine dağıl-mışlardı. Her topluluk gibi onla-rın arasında iyileri kadar kötü-leri de vardı. (Araf, 7/168.) Ancak onlardan sonra gelen bir nesil-de, kötülük tüm topluma yayı-lırken iyilik azalmış, gizlenmiş ve mağlup konuma düşmüştü. (Ebu Zehre, Zühratü’t-Tefasir, VI, 2996.) Bu toplum, bir sonraki ayette şöyle tasvir edilmiştir: “Der-ken, onların ardından yerleri-ne Kitab’a (Tevrat’a) varis olan (kötü) bir nesil geldi. Şu geçici dünyanın değersiz malını alır ve ‘(Nasıl olsa) biz bağışlanaca-ğız.’ derlerdi. Kendilerine ben-zeri bir mal gelse onu da alırlar. Allah hakkında, gerçek dışında bir şey söylemeyeceklerine dair onlardan Kitap’ta söz alınma-mış mıydı? Onun içindekileri okumamışlar mıydı? Hâlbuki Allah’a karşı gelmekten sakı-nanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hiç düşünmüyor mu-sunuz?” (Araf, 7/169.)

Yüce Allah, ayette sözü edilen neslin itikatlarındaki zayıflığa

ve amellerindeki fesada dikkat-leri çekmektedir. Onların itikadi ve ameli durumunu ifade eden iki özellik bulunmaktadır. Bun-lardan birincisi Tevrat’a varis olmuş olmalarıdır. Yani Tevrat, onlara atalarından intikal et-mişti. Kitabı doğrudan almayıp kendilerine atalarından intikal

ettiğinden ona kalplerini açma-mışlar; kalplerini açmayınca da ondan bir fayda görmemişlerdi. Böylece kitaba varis olmala-rı, lehlerine olması gerekirken aleyhlerine bir hüccet olmuştu. Oysa onlar, seleflerinin varisi olarak Tevrat’ı okuyup içeriği-ne muttali olmuşlardı. Ayette, ilahi kitabın atalarından sonra ellerinde olması ve onun için-dekilere vakıf olmaları, mecazi anlamda “varis olmak” ile ifade edilmiştir. Ayette sözü edilen neslin ikinci özelliği de kitaba, dünyaya ve dünya metaına ba-kışlarında ortaya çıkmaktadır. Onlar “Şu geçici dünyanın de-ğersiz malını alır ve ‘(nasıl olsa) biz bağışlanacağız.” derlerdi. Bu cümle genellikle haram kı-lınmış mallara el uzatmaları şeklinde hakiki anlamıyla anla-şılmıştır. Ancak sadece mal ile ilgili değil, her türlü haramı işle-meyi ifade edecek şekilde me-cazi olarak geniş manada da an-laşılabilmektedir. Onlar Allah’ın haram kıldığı kumar, riba gibi günahları işler, insanlar arasın-da hüküm verirken rüşvet alır, Allah’ın kelamını tahrif eder-lerdi. Oysa Cenab-ı Hakk’ın ha-ram kıldığı şeyler dünyanın en

Dr. Abdülkadir ERKUTDİB Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

“Derken, onların ardından yerlerine Kitab’a (Tevrat’a) varis olan (kötü) bir nesil geldi. Şu geçici dünyanın değersiz malını alır ve ‘(Nasıl olsa) biz bağışlanacağız.’ derlerdi…”

(Araf, 7/169.)

HELAL HARAM DUYARLILIĞINDA AŞINMA

Kitabı okumuşlar,

incelemişler, tekrarlamışlar, ezberlemişler ama hakikatini

idrak etmemişlerdi; şayet etselerdi

onunla amel ederlerdi.

34 Aylık Dergi | Mayıs 2020

VAHYİN AYDINLIĞINDA

Page 37: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

değersiz şeyleridir. Allah onları çirkin oldukları için haram kıl-mıştır. Ancak onlar dünyayı asıl maksat olarak görüyor ve onu şiddetli bir arzu ile istiyorlardı. Hırsları, onları, peşin, acil ve yakın olan dünya metaına yön-lendiriyor; onun çirkin ve geçi-ci olduğunu görmelerine engel oluyordu. Sözü edilen toplum, yaptıkları şeyin günah olduğu-nu, masiyetleri işleyenlerin ila-hi tehdide muhatap olduğunu bildikleri hâlde günahlarında ısrar eder, Allah’ın kendilerini affedivereceğini iddia ederler-di. Üstelik tevbe etmeseler de affedileceklerini düşünürlerdi. Çünkü harama el uzattıkları ifa-de edildikten sonra peşinden, kesin bir dille kendilerinin affe-dileceklerini söylemektedirler. Fiilin “biz bağışlanacağız” şek-linde edilgen (meçhul) kulla-nılmasından anlaşıldığına göre onlar sadece belli günahları-nın değil kendilerinin tümüy-le affedileceğine inanırlardı. Kur’an’da bu düşünce açık bir şekilde reddedilmektedir. (Ba-kara, 2/80; İbn Aşur, et-Tahrir ve’t-Tenvir, IX, 161.) Hz. Peygamber (s.a.s.) de Allah hakkında asılsız te-mennilerde bulunan kişinin du-rumunu şöyle nitelemektedir: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölüm sonrası için çalışandır. Zavallı (ahmak) kişi ise nefsi-nin arzu ve isteklerine uyan (ve buna rağmen hâlâ) Allah’tan (iyilik) temenni edendir.” (Tirmizi, Sıfatü’l-Kıyame, 25.) Üstelik samimi bir şekilde tövbe etmediklerin-den, rüşvet ve haram kazancı fırsat bulduklarında tekrar alır-lar; rüşvetten sonra rüşvet gibi haram kılınmış başka günahları işlemekten de geri durmazlar-dı. Günahları kalplerden söküp atan gerçek bir tövbe ile Hakk’a

yönelmeksizin hayatlarını isyan içinde geçirip giderlerdi.

Onların “(Nasıl olsa) biz ba-ğışlanacağız.” temennisinin temelden yoksun olduğu şöy-le bir kınama cümlesi ile ifade edilmiştir: “Allah hakkında, ger-çek dışında bir şey söylemeye-ceklerine dair onlardan kitapta söz alınmamış mıydı?” Çünkü kitaplarında, tevbe etmeksizin affedileceklerine dair bir vaad-de bulunulmamış; aksine tevbe etmeleri emredilmişti. Böyley-ken onlar bu sözü Allah’a nis-pet etmişler, hak olmayan bir söz söylemişlerdi. Çünkü kitabı okumuşlar, incelemişler, tek-rarlamışlar, ezberlemişler ama hakikatini idrak etmemişlerdi; şayet etselerdi onunla amel ederlerdi. Ayrıca yukarıdaki cümleden anlaşıldığına göre kötü bir davranışın öncesinde, zahirde güzel görünen bir kötü söz vardır. Zira nefsin sapkınlığı

düşüncede başlar; bu düşün-ce onu, kötü davranışı güzel gösteren söz söylemeye iter. Bu surette Allah hakkında hak olmayan sözler söyler. Sonra kendisine yasaklanan kötü dav-ranışı yapar; söz, kötü davranı-şın vesilesi olur. (Ebu Zehre, a.g.e. , VI, 2998.)

Ayet-i kerimede İsrailoğul-larının tarihinden ibret verici bir kesit sunulmaktadır. Onlar Allah’ın kitabının ellerinde ol-masının ehemmiyetini idrak etmekten uzak bir hayat sür-mektedirler. Dinî değerler dün-yevileşmenin cenderesi altında etkisizleşmiş, haram-helal du-yarlılığı aşınmış, artık haramlar kolayca işlenir hâle gelmiştir. Günahları pervasızca işlemekte ve Allah’ın mağfireti ile kendi-lerini aldatmaktadırlar. Allah’ın emirlerini temelsiz yorumlarla tevil etmekte, dini tahrif etmek-tedirler. İtaatkâr kullara lütfe-dilecek ebedî nimeti, sapıtan-ların maruz kalacağı elim azabı bilmezden gelmekte; dünyayı ahiretten üstün görmektedirler. Yüce Allah bu büyük hakikati şöyle hatırlatmaktadır: “Hâlbu-ki Allah’a karşı gelmekten sa-kınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır.” Sapkınlık ve heva-larının akıllarını ifsat ettiği ve onları artık idrak edemez hâle getirdiği ayetin son cümlesin-den anlaşılmaktadır: “Hiç dü-şünmüyor musunuz?” Bununla birlikte âlimlerin çoğu bu cüm-leyi İslam ümmetine yönelik bir hitap olarak anlamıştır. Yani Kur’an, muhataplarına, “On-ların hâlini ve kötü amellerini düşünüp idrak etmiyor ve bu konudaki cüretlerine hayret et-miyor musunuz?” demektedir. (Ebu Hayyan, el-Bahru’l-Muhit, V, 492.)

Nefsin sapkınlığı, düşüncede başlar; bu

düşünce onu, kötü davranışı güzel gösteren söz söylemeye

iter.

35Aylık Dergi | Mayıs 2020

VAHYİN AYDINLIĞINDA

Page 38: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Peygamberimiz’in müezzinlerin-den biri olan Ebu Mahzure, “Pey-gamberin müezzini” vasfını nasıl kazandığını şöyle anlatmaktadır: “Hz. Peygamber (s.a.s.), Huneyn savaşından dönerken biz de bir grup arkadaşla Huneyn’e doğ-ru gidiyorduk; yolda karşılaştık. Namaz vakti olunca sahabiler-den biri ezan okumaya başladı. Müezzinin sesini işitince, alaylı bir şekilde ezanın sözlerini tek-rar etmeye başladık. Hz. Pey-gamber (s.a.s.) sesimizi işitince bizi yanına çağırttı. Huzuruna va-rınca ‘Sesini duyduğum hangi-nizdi?’ diye sordu. Arkadaşlarım beni gösterdiler. Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.s.) bana ‘Kalk ve ezan oku!’ dedi. O ana kadar hem Hz. Peygamber’den (s.a.s.) hem de okumamı istediği ezan-dan hoşlanmıyordum. Ben ezan okumaya başlayınca o (s.a.s.), neyi nasıl okumam gerektiğini bana izah etti. Ezan bitince bana bir miktar gümüş para verdi. Eli-ni başımdan aşağı doğru sıvaz-ladı, ‘Allah seni mübarek kılsın!’ diye dua etti ve Mekke’de de ezan okumamı istedi. Artık ona ve ezana karşı hoşnutsuzluğum-

dan hiçbir eser kalmamıştı. (Ne-sai, Ezan, 5-6; İbn Mace, Ezan, 2.)

Ezanla alay eden Ebu Mahzu-re’ye Peygamberimizin bu yak-laşımı, onun yolunu (sünnetini) takip etmekle mükellef olan Müslümanlara, yanlış tutum kar-şısında nasıl davranacaklarını gösteren canlı bir örnektir. Cahi-liye karanlığını İslam’ın nuruyla aydınlatan ve yaşadığı dönemin “asrısaadet” olmasını sağlayan,

Allah Resulü’nün bu örnek dav-ranışlarıydı. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bu eşsiz örneklikleri, in-sani değerlerin yerle bir edildiği; şiddet, kin ve nefretin her geçen gün biraz daha arttığı şu modern çağdaki maddi ve manevi pek çok hastalığın en önemli devası olacaktır.

İşte insanlık için abıhayat olan ve “kişinin kendisine yakışa-nı yapması” noktasında çok önemli mesajlar veren yukarı-daki hadiste Müslümanlara şu tavsiyelerde bulunulmaktadır:

Gelmeyene git…Kan bağı veya evlilik yoluyla olu-şan akrabalık bağlarının gözetil-mesi, akrabaların birbirini ziyaret etmesi sıla-i rahim olarak nite-lendirilmektedir. Konuyla ilgili ayetlere bakıldığında sıla-i rahi-min, Allah hakkıyla birlikte zikre-dildiği (Nisa, 4/1.), Allah’ın korun-masını emrettiği bir bağ olarak nitelendirildiği (Rad, 13/25.), akıl ve iman sahibi kişilerin bu bağı gö-zettikleri (Rad, 13/21.), imandan ve ilahi irşattan mahrum olanların ise bu bağı kopardıkları görüle-cektir. (Muhammed, 47/22.)

“Faziletlerin en üstünü, seninle akrabalık bağlarını kesenle ilişkini sürdürmen, sana vermeyene vermen ve kötü söz söyleyeni (kötülük edeni) bağışlamandır.”

(İbn Hanbel, XXIV, 383.)

Halil KILIÇDİB Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

HATAYI HASLETE DÖNÜŞTÜRENNEBEVİ ÖĞÜTLER

Kan bağı veya evlilik yoluyla oluşan

akrabalık bağlarının gözetilmesi,

akrabaların birbirini ziyaret etmesi

sıla-i rahim olarak nitelendirilmektedir.

36 Aylık Dergi | Mayıs 2020

HADİSLERİN IŞIĞINDA

Page 39: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Peygamberimiz (s.a.s.) de, “Kim akrabasına ilgi gösterirse Allah da ona ilgi gösterir.” (Buhari, Edeb, 13.); “Rızkının çoğalmasını, öm-rünün uzamasını isteyen kimse, akrabasını kollayıp gözetsin.” (Buhari, Edeb, 12.) gibi tavsiyeler-le sıla-i rahim konusuna dikkat çekmiş; bunun kişiyi cennete ulaştıracak bir amel olduğunu söylemiştir. (Buhari, Zekât, 1.)

Yapılması pek çok fazileti içe-ren, terki de ağır sorumluluklar gerektiren böylesine salih bir amelden hangi gerekçeyle olur-sa olsun geri durmamak önem arz etmektedir. Ayrıca “Hep ben ziyaret ediyorum, hep ben arıyo-rum; o ne arıyor ne de soruyor.” gibi mazeretlere sığınmamak ve Rahman ile bağı koparmamak için rahim (akraba) ile irtibatı kesmemek gerekmektedir.

Vermeyene ver…Kur’an-ı Kerim’de övülen va-sıflardan biri de Allah yolunda harcamak yani vermektir. Bu vasfın, erdemli müminlerin bir özelliği olduğu şu şekilde ifade edilmiştir: “…Asıl iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman eden-lerin; mala olan sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetim-lere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır.” (Bakara, 2/177.)

Hadisimizde zikri geçen “ver-mek” ile kastedilen her ne ka-dar maldan vermek olsa da pek çok iyiliği bu kapsamda değer-lendirmek yanlış olmayacaktır.

Nitekim mümin kardeşine gü-ler yüz göstermek, yolunu kay-betmiş birine rehberlik etmek, insanlara eziyet veren şeyleri yoldan kaldırıp kenara koymak gibi mali nitelik taşımayan bir-takım hasletler, Peygamberimiz (s.a.s.) tarafından sadaka ola-rak değerlendirilmiştir. Buradan hareketle; sıkıntılı hâllerimizde bizden yüz çevirenlere dara düş-tüklerinde el uzatmak, selam vermeden yanımızdan geçip gidenlere selam vermek, bize karşı somurtkan olanlara güler yüz göstermek; kısaca, kötülük yapanlara bile iyilik ile mukabe-lede bulunmak yukarıdaki hadis kapsamında en faziletli ameller-den sayılmaktadır.

Kötülük edeni affet…İnsanın sahip olabileceği en ulvi hasletlerden biri olan affetmek, yapılan kötülüğü/hatayı normal

görmek değil; her insanın hata edebileceğini kabul ederek er-demli bir tavır ortaya koymaktır. Affetmek, kötülüğü teşvik de-ğil; kötü eylemde bulunan ki-şinin yaşayacağı mahcubiyetle benzer bir hatayı yapmamasını sağlamaktır. Affetmemek, baş-kalarının hataları dolayısıyla kız-gınlık, kırgınlık, kin, nefret, stres gibi olumsuz duygularla ruha ve bedene prangalar takmak iken; affetmek, her türlü olum-suz duygu ve düşünceyi elinin tersiyle itip kuşlar misali özgür olmaktır. Affetmemek, “Yaptığı yanına kâr mı kalacak?” diyerek kötülüğe kötülükle karşılık ver-mek iken; affetmek, “Kötülüğü en güzel bir şekilde sav.” (Fussi-let, 41/34.) ayetine uygun bir tavır sergilemek ve affetmeyi seven Yüce Yaratıcı’nın rızasını gözetip salih bir kul olarak kalmaya ça-lışmaktır.

Öyleyse Hz. Peygamber’i (s.a.s.) gerçek manada örnek almak isteyen bir mümin, yukarıdaki hadiste zikri geçen hasletlere sarılmalı; “İyiliğe iyilik her kişi-nin, kötülüğe iyilik er kişinin kâ-rıdır.” sözünü kendisine rehber edinmeli; her durumda kendisi-ne yakışan tavrı sergilemeli; bu dünyada bağını keseceği, gönül vermeyeceği ve düşman olarak belleyeceği tek varlığın şeytan olduğunu bilmelidir.

Hadisten öğrendiklerimiz1. Mümin, “sû-i emsal misal ol-maz” sözünden hareketle ken-disine yakışanı yaparak gelme-yene giden, vermeyene veren ve kötülük edeni affeden kimsedir.

2. Mümin, yanlış tutum ve dav-ranışları, en güzel şekilde savuş-turan; hataları, güzel hasletlere tebdil edecek yöntemleri uygu-layandır.

Mümin kardeşine güler yüz

göstermek, yolunu kaybetmiş

birine rehberlik etmek, insanlara

eziyet veren şeyleri yoldan

kaldırıp kenara koymak gibi mali nitelik taşımayan

birtakım hasletler, Peygamberimiz

(s.a.s.) tarafından sadaka olarak

değerlendirilmiştir.

37Aylık Dergi | Mayıs 2020

HADİSLERİN IŞIĞINDA

Page 40: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

DİYANET ARŞİVİ

AÇILIŞININ 100. YILIİLK BÜYÜK MİLLET MECLİSİNCE

OLUŞTURULAN BİR KURUL: FETVA HEYETİ Dr. Mehmet BULUTDİB Başkanlık Müşaviri

Büyük Millet Meclisinin açılışının 100. yılı dola-yısıyla kaleme aldığım bu ikinci yazıda, İlk Bü-

yük Millet Meclisi hükûmetinin, ülkemizde nitelikli din hizmeti sunma çabaları çerçevesinde teşekkülüne onay verdiği ku-rumlardan biri olan Fetva He-yetinden bir yâd-ı cemil olarak söz etmek istiyorum.

Meclis hükûmetleri sırasında dinî nitelikli hizmetler “Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti” adıyla ku-rulan bir bakanlık maharetiyle yürütülmeye çalışıldı. Bu yapı, medeniyetimizde oluşturulmuş din hizmetleri teşkilatları ara-sında kendine özgü bir model-dir ve kanaatimce orijinaldir. Bir defa bu sistemde din hizmetleri idaresi, kabineye dâhil bir vekil-le temsil edilmekteydi. Bu hâl, Gazi Meclisin din ile olan bağı-nın düzeyini de göstermektey-di. Bu cümleden olarak, Mecli-si oluşturan zevatın tutumuna baktığımızda, din hizmetlerinin geleceği açısından Şer’iyye Vekâletine büyük bir değer atfedildiğini, mabetlerimizde çağın ihtiyaçlarına cevap vere-bilecek bir din hizmeti ve top-lumun gerçek anlamda irşadı noktasında bu vekâlete büyük ümitler bağlandığını görüyoruz.

Değişik vesilelerle ifade ettiğim gibi kabine sıralamasında bu vekâlete sürekli ilk sırada yer verilmiş olması, vekilinin gerek-tiğinde Başvekâlete vekâlet et-mesi de bunu ortaya koymakta-dır. Temsil ettikleri makam, yani dinî bir sıfatı da taşımaları itiba-rıyla de Şer’iyye vekilleri hususi bir hürmet görmüştü.

Adından da anlaşılacağı gibi Meclis hükûmetleri sırasında vakıfların idaresi de Şer’iyye Vekâleti’ne tevdi edilmiş, hâ-liyle vekâletin yetki ve hizmet alanı fevkalade geniş tutulmuş-tu. Medeniyetimizde vakıfların kahir ekseriyetinin dinî nitelikte olduğu nazarıitibara alınırsa, bu hususta da bir inceliğin gözetil-diği anlaşılır. Ecdadımız, cami hizmetlerini de bir vakıf hizmeti çerçevesinde değerlendirmişti. İmam, hatip, müezzin, kayyım gibi hizmet ehline “hademe-i hayrat/hayrat hademesi” den-mesi de bu sebepledir.

İlk Meclis hükûmeti, dolayısıyla Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti Mayıs 1920’de kuruldu; ancak Millî Mücadelenin ülke sathında bü-tün şiddetiyle sürdüğü o çetin günlerin intaç ettiği zor şart-lar sebebiyle 1922’ye kadar teşkilatını tam oluşturamadı. 1922 Ağustosuna gelindiğinde,

cephelerde çetin mücadelenin devam ediyor olmasına rağ-men Meclis, Şer’iyye Vekâleti-nin bütçe görüşmeleri -bunu, “bütçe kanun tasarısının gö-rüşülmesi” şeklinde de ifade edebiliriz- sırasında Türkiye’de dinî hayatın mevcut durumu-nu teşrih masasına yatırdı ve bu hizmetlerin geleceğine dair önemli kararlar aldı. Müzake-reler, âdeta bir beyin fırtınası hâlinde cereyan etti, fevkalade düzeyli fikirler ortaya kondu. Bir bütçe vesilesiyle din hiz-metlerinin 5-6 gün boyunca Büyük Millet Meclisinde müza-kere edilmesi… Bu, tarihimizde benzeri olmayan bir hadisedir ve İlk Meclis’in din hizmetleri-ne atfettiği önemin de en bariz delilidir. Tekrar ifade edeyim; 24 Ağustos-3 Eylül tarihleri arasında görüşülen Şer’iyye ve Evkaf Vekâletinin 1922 bütçe-sinin müzakeresi sırasında, ül-kede din hizmetleri, din eğitimi ve hatta dinî yayın meseleleri ariz amik bir şekilde ele alındı. Bu bütçe kanunuyla Vekâletin merkez teşkilatında üç kurul oluşturuldu: Fetva Heyeti, Tet-kikat ve Telifât-ı İslâmiye He-yeti, Tedrisat ve Teftişat Heye-ti. Buna göre Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti, dinî nitelikli hizmetleri merkezde bu birimler aracılı-

38 Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 41: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

DİYANET ARŞİVİ

ğıyla yerine getirecekti. İşte ya-zımıza konu olan Fetva Heyeti, oluşturulan kurulların başın-da gelmekteydi ve sözü edilen müzakereler sırasında üzerinde en çok durulan konuydu.

Millî Meclis, Şer’iyye Vekâleti bünyesinde neden böyle bir bi-rime yer verme ihtiyacını duy-muştu? Bunun gerekçesi izah edilirken, önce fetva hizmeti-nin tarihî arka planı hakkında bilgi verilmiş, bu hizmetin As-

min etmek olarak tanımlanmış; İslam’ın, her kısa mesafede bir fakihin bulunmasını zaruri gördüğüne işaretle, bu hizme-ti yerine getirecek bir heyetin varlığına olan lüzum ve öne-me dikkat çekilmişti. Şer’iyye Vekâletinin ifta salahiyetini haiz olduğu, Vekâletin bu mühim ve “İslamşümul” görevini, taşrada müftüler, merkezde ise bütün müftülere merci dinî bir mü-essese olan “Fetvahane” ma-haretiyle yerine getireceğine

İçerisinde Fetvahâne’nin de bulunduğu Bâb-ı Meşîhat’ın çevre duvarındaki 1309 (1891) tarihli tamir kitâbesi

rısaadetten o güne kadar olan gelişmeleri gayet mükemmel özetlenmişti. Bu bağlamda Os-manlı dönemi Şeyhülislamlık (Meşihat-ı İslamiye) makamı üzerinde de durulmuştu. Özet-lemeye çalışırsak; ifta, dinî ve dünyevi muamelelere taalluk eden meselelerin şeri icapla-rını beyan etmek, İslami düs-turlar dairesinde onları “hâl ve fasletmek” suretiyle insanlar arasındaki muamelelerin şeri hükümler içinde cereyanını te-

39Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 42: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

DİYANET ARŞİVİ

işaret edilmişti. Bu heyetin en yüksek memuru da “Fetva Emi-ni” olacaktı. Heyetin sunacağı hizmetin çerçevesi son derece geniş tutulmuştu; bu hizmet ülke sınırlarını aşacak, icabında İslam memleketlerinde karşı-laşılan meselelerin çözümünde de burası dinî ve hukuki merci olacaktı. İtiraf edeyim ki böyle bir müesseseye olan ihtiyacı dermeyan eden gerekçe met-ni, benim burada özetlemeye çalıştığım ifadelere nazaran bir hayli derinliklidir. Mesela şu ifa-delere bakalım:

“…Binaenaleyh, İslam şeriatı, hiçbir zaman ümmeti sıkıntı-lı bir tazyik ve taklit çemberi içinde mahsur bırakmak gaye-sini takip etmemiştir. Elverir ki tağyir-i zaman ve mekânın, te-ceddüd-i şuûn ve mesalihin ve tezayid-i ihtiyaçların iktiza ettiği zamana evfak, nasa erfak olan ahkâm ve kanunları, İslam’ın esasları dâhilinde taharrî ve ha-diseleri onlara tatbik edebile-cek ilmi bir heyet mevcut olsun. Bunun içindir ki İslam cemiyeti arasında böyle mütehassıs bir

heyetin mütemadi bir surette muhafaza-i mevcudiyet etmesi nass-ı Kur’ani iktizasındandır.” Bu ve benzeri tespitleri bu kısa makalede açmam imkân hari-cindedir.

Müzakereler sırasında, hükû-meti oluşturan bir vekâlette kurulması öngörülen böyle bir birimin, İlk Meclisçe çıkartılan Teşkilât-ı Esasiye Kanununa (1921 Anayasası) ters bir yö-nünün bulunmadığına da işa-ret edilmişti. Bu anayasanın 7. maddesinin “ahkâm-ı şer’iyye-nin tenfizi”nin Büyük Millet Mec-lisi’ne ait olduğu hatırlatılmıştı.

Sonuç itibarıyla Meclis, asırlar-dan beri Şeyhülislamlık kuru-mu çatısı altında var olagelmiş Fetvahane teşkilatını esaslı bir surette canlandırmaya karar vermiş ve bu bütçe kanunuyla Şer’iyye Vekâleti merkez teş-kilatı arasında bir Fetva Heyeti kurulmasını, Meclis’in 28 Ağus-tos 1922 tarihli birleşiminde kabul etmiştir. Buna göre He-yet, bir Fetva Emini ile on aza-dan oluşacak, her bir azaya da günün şartlarında fevkalade önemli bir miktar olan 75’er lira maaş verilecekti. Ücret konu-sunda Temyiz Mahkemesi üye-leri örnek alınmıştı.

Meclis’te bu vesileyle yapılan konuşmalardan da anlaşıldığı-na göre, Heyete aza seçiminde titizlik gösterilecek, herkesçe itibar edilen kişiler bulunmaya çalışılacaktı. Bu kişilerin seçi-minde imtihan söz konusu ol-mayacaktı. Bu noktada da Tem-yiz Mahkemesi örnek alınmıştı. Ders okutmuş, icazet vermiş bir âlim için memuriyette bu-lunmamış olması, o kişinin aza seçilmesi için bir engel teşkil etmeyecekti. Eserleri, bu kişiler için en önemli kıstas olacaktı; kişinin gerçek anlamıyla âlim olup olmadığı eserlerinden anlaşılacaktı. Ayrıca, Heyete Meşihat Dairesi, 19.yy. sonu

Meclisi oluşturan zevatın tutumuna baktığımızda, din hizmetlerinin geleceği açısından Şer’iyye Vekâletine büyük bir değer atfedildiğini, mabetlerimizde çağın ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir din hizmeti ve toplumun gerçek anlamda irşadı noktasında bu vekâlete büyük ümitler bağlandığını görüyoruz.

40 Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 43: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

DİYANET ARŞİVİ

aza seçilecek kişilerin Türkiye hudutları içinde yaşıyor olma-sı da şart değildi; arzu edilen nitelikleri haiz olması şartıyla sair İslam beldelerinden de aza tayin edilebilecekti. Bu Heyetin hizmet şümulüne bütün dünya Müslümanlarının dâhil olacağı tasavvur edildiğinden, Heyete seçilecek azaların içtihat yapa-bilecek kariyerde olmaları arzu ediliyordu. Bu zevat, meseleleri sadece mevcut fetva kitapların-dan bulup çıkarabilen kişiler ol-mayacak, içinde yaşanan çağda “esasat-ı diniyemizden istih-rac-ı mesail edebilecek ecille-i ulema” kişiler olacaktı.

Vekâlet’in 1922 bütçe kanu-nuyla kurulmuş olan İfta Heyeti için bilahare iki maddeden olu-şan bir “Talimatname” de ha-zırlanmış ve 12 Kasım 1922’de Hey’et-i Vekile’ce (Bakanlar Ku-rulu) kabul edilmişti. Buna göre, Büyük Millet Meclisi Hükümeti Şer’iyye Vekâleti’nde teşkil edi-len “Fetva Heyeti”nin esas gö-revleri iki grupta ele alınmıştı. Birincisi; şahıslar, mahkemeler, resmi ve hususi kurum ve ku-ruluşlar tarafından sorulan so-ruların cevaplandırılması; fıkhî esasların “kavaid-i umumiye” şeklinde tespit edilmesi; fıkhî meselelerin fıkıh babları üze-rine ve hususi maddeler sure-tinde tertip, tanzim ve tedvini; “ahval ve âdatın tagayyür ve te-beddülü ile vuku bulan hadisa-tın, nâsın ihtiyacatını nazarı dik-kate almak suretiyle eimme-i müçtehidîn akvaline tevfikan halli cihetinin” temini şeklinde tespit edilmişti.

Heyetin ikinci gruptaki görevi ise fıkha dair eser telifi olacaktı. Buna göre, “İlm-i fıkh”ın tarihi-ne; usûl ve füru itibarıyla muh-telif olan fıkıh mezheplerinin mukayesesine; İslam fıkhının

Batı hukukuyla karşılaştırılma-sına dair eserler hazırlanacaktı. İslâm mezheplerinin istinat et-tiği usûl-i fıkıh üzerine derinlikli araştırmalar yapıp sonuçlarını yayınlamak da bu gruptaki gö-revleri arasında bulunuyordu.

Sözü edilen talimatnameye uy-gun olarak, Fetva Heyeti aza-sından bir kısmının araştırma, bir kısmının tesvid ile meşgul olması da öngörülen diğer bir husustu.

Nisan 1923’e gelindiğinde he-yete 7 azanın tayin edilebildiği-ni öğreniyoruz.

Milli Meclis Hükümeti’nin kurul-masını kabul ettiği Fetva Heyeti marifetiyle yürütülecek fetva hizmetinin işleyişinde prensip olarak münferiden, “rey’-i hôdî” ile fetva verilmesi uygun bulunmamıştı. Fetvalar Heyet-çe verilecek, Fetva Emini de bunları onaylayacaktı. Fetvanın oybirliğiyle değil de ekseriyetle verilmesinin ayrı bir konu oldu-ğu ve bunun mümkün olacağı, ancak, ekseriyetle yeniden bir mesele ihdas edilemeyeceği ifade edilmişti.

Görüldüğü gibi, İlk Meclis üye-lerinin önemli bir kısmı, kurul-ması öngörülen bir Fetva Heye-tinin nasıl çalışması gerektiğine, konunun teknik ayrıntılarına varıncaya kadar görüş imalinde bulunabilecek donanımda kişi-lerdir. Bir önceki yazımızda İlk Meclis’in hususiyetlerini izaha çalışırken sıraladığım meziyet-lerine bunu da ilave etmemiz icap eder.

Bu makalemi kurgularken çoğu kez di’li geçmiş zaman kipini kullanmamın bir sebebi var el-bette; şöyle ki, bu kadar değer atfedilen ve kısa ve uzun vade-de kendisinden çok şey bekle-nen Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti, çok değil müzakerelerin cere-yan ettiği tarihten sadece bir buçuk yıl sonra kapatılacak, sö-zünü ettiğimiz heyetin faaliyeti de son bulacaktır. Hâliyle bu vekâlet ve söz konusu Heyetle hedeflenen birbirinden değer-li hizmetlere vusul, başka za-manlara kalacaktı.

Nasipse bir sonraki makalem de yine İlk Meclis Hükümetleri sırasında girişilen dinî nitelikli diğer bazı hizmetler olacak.

XX. yüzyılın başlarında Bâb-ı Meşîhat dairelerinin avludan görünüşü (İlmiyye Salnâ-mesi, s. 138)

41Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 44: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Aylık Dergi | Mayıs 202042

BÜYÜTEÇ

Prof. Dr. Adnan Bülent BALOĞLU

ALLAHKÖTÜLÜĞÜ NEDEN ÖNLEMİYOR?

İnsanlık olarak şu anda bo-ğuştuğumuz koronavirüs salgını sebebiyle bu soru-nun bugünlerde daha fazla

sorulmakta olduğunu tahmin edebilirsiniz. Felsefe ve kelamın temel sorularından biri olan bu soru bir yönüyle Allah’ın takdiri, irade ve kudreti, bir yönüyle in-san fiili ve özgürlüğü, bir yönüy-le metafizik kötülük denen şeyin tanımı ve kapsamıyla alakalıdır. İnsanın fiili ve özgürlüğü ile ilgi-li olması onun ahlaki boyutuna işaret eder. Özellikle kendilerini materyalist, ateist, deist, agnos-tik, septik ve natüralist olarak tanımlayanlar için de bir “şüp-he” sebebi ve akabinde dinden bir “çıkış” ya da “kaçış” için ma-zeret kapısıdır. Bir başka deyiş-le, inançsızlığına bir haklılık veya meşruiyet zemini açmak iste-yenlerin sarıldığı bir can simidi-dir. Burada kötülük problemine ya da Batı felsefesinde bilinen adıyla “teodise” konusuna dal-mak gibi bir niyetimiz yok, hoş, dalsak da bu sınırlı mekânda içinden çıkma şansımızın olma-yacağı aşikâr.

Sonsuz rahmet, şaşmaz adalet, yüce kudret, eşsiz ilim ve irade

sahibi olduğu iddia edilen bir Allah varsa bu kadar kötülüğe neden müsade ediyor? Kötü-lüğü önlemede güç ve iradesi yetersiz kalan bir Allah’ın ilah-lığından ve iyiliğinden söz edi-lebilir mi? Kötülük geçmişte vardı, gelecekte de hep var ola-cağına göre, onu önleyemeyen bir Allah’ın yokluğu varlığından evla değil midir? Yoksa bu Tanrı önleme gücüne sahip de art ni-yetli olduğu için mi önlemiyor? Hem iyi niyetli hem de önleme kudreti varsa bu kadar kötü-lük neden var olabiliyor? Gayet masumane görüntü veren ama ardında sinsi imalar taşıyan bu gibi soruların çok eski zaman-lardan beri tartışıldığını ama bilhassa Avrupa’nın kriz asırla-rında, Aydınlanma döneminde zirve yaptığını da hatırlatmak isteriz. Allah’ın varlığını ve ilah-lığını sorgulamaya kadar varan kötülüklerin niçin var olduğu sorusu ve türevleri çoktan be-ridir dolaşımdaydı, özellikle de eşzamanlı olarak hemen her yerde gençliğin elindeydi.

Kendi adımıza vurgulamış ola-lım ki Kur’an’ın Allah tasavvu-runu bilmeyen, Allah-insan-ta-

biat arasındaki dengeli ilişkinin hassas kodlarına aşina olmayan birinin soruların çeldirme gücü-ne direnmesi mümkün değildir. “Deney, gözlem ve akıl” ötesini “doğaüstü, sır ve hurafe” kabul eden pozitivist-maddeci-akıl-cı-bilimci yaklaşımın ikliminde yetişenlerin keskin bir inkâr ve inançsızlığa değilse bile tev-hid ve vahiyden arındırılmış kaba bir natüralizmin kucağına yuvarlanmaları an meselesi-dir. Bugün deizmin varlığından dem vuruluyorsa bu tespitimiz bilhassa önemlidir. Bu tür soru-

Page 45: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

lar şüphe krizlerine ve inançtaki sapmalara “bilimsel” bir gerek-çe olacaktır yalnızca. Deney, gözlem ve duyularla ulaşılabilir olanın ötesini yok sayan, bili-mi bir ideolojiye dönüştüren, maddeyi baş tacı eden, ken-disini kutsayan bir akla tutsak olanların maddenin sınırları-nı aşmasını bekleyemezsiniz. Bu akıl için her şeyin evrensel doğa kanunlarıyla yönetildiği bir maddi evren vardır. Bilim ise doğa ve gözlem metoduyla ona bu maddi evrende kılavuzluk yapmaktadır.

“Eğer kalbiniz manevi bir ger-çeklik âlemini istemiyorsa, kafanız muhakkak ki sizi böy-le bir şeye hiçbir zaman inan-dıramayacaktır.” der iktisatçı Ernst Friedrich Schumpeter ve devam eder: “Modern dünya, insanın yüksek melekelerine ihtiyaç duyan her şey hakkın-da şüpheci olmaya eğilimlidir. Ama herhangi bir şeye ihtiyaç duymayan şüphecilik hakkında hiç şüpheci değildir.” (Aklı Karışık-

lar için Kılavuz, Çev. Mustafa Özel, Küre

Yay., İstanbul 2016, s. 75.)

Bu ve benzeri tuzak soruları genç dimağlara yöneltenlerin cevabı merak ettiğini düşün-mek safdillik olacaktır. Amacı gencin mana âlemini sarsmak, idrakini bulandırmak, onu şüp-he krizlerine sevk etmek, inan-cını hırpalamaktır. Filozof ve kelamcıların dahi zorlandığı bu konuların genci tökezleteceğini pekâlâ biliyor. Sorulardaki ön yargıyı, karamsarlığı, olumsuz-luğu, baskın yönlendirici karak-teri bir yana bıraksak bile, var-lık algısını felç etmeyi, imanın can damarı olan tevhit bilincini

BÜYÜTEÇ

Eğer kişi, dininin değer sisteminden, temel inançlarından ve hayat görüşünden habersizse, hayatın, imanın, ahlaki ve amelî davranışların bir uyumu olduğunu kavramamışsa metafiziğin derin tartışmaları onu boğar.

43Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 46: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

BÜYÜTEÇ

örselemeyi kafasına koymuş bir şeytaniliği sezmek gerekir. Bunu vahşi bir yırtıcının, içgü-düsel olarak, dişlerini avının doğrudan boynuna geçirerek onu boğmasına benzetebilir-siniz. Tevhit kulesi yıkıldıktan sonra kalenin düşmesi yakındır.

Bir şeyin daha farkında olalım. Dindarlığın, dine hassasiyetle sarılmanın, ibadetleri samimi-yetle ifa etmenin ilkellik ve geri-cilik işareti sayıldığı bir “modern” dünyada yaşıyoruz. Bu dünyanın inkârcı karakterinde inananı ala-ya almak, onu sorularla bunalt-mak ve hep savunma hâlinde tutmak geçerli bir taktiktir. Alt-yapısı zayıf, dinî bilgisi yetersiz, inancını içselleştirememiş, neye niçin inandığını bilmeyen, ara ara şüphe krizlerine düşenler bu tür sorularla köşeye kıstırılır. İyice sersemlediğinde ağızdaki bakla çıkarılır: Gördün ya, Allah yoktur, din bir hurafeler yığınıdır; bütün bunlar bir yobazlık ve ge-ricilik alâmetidir!

Bu sloganlaşmış iddia, modern dünyanın basmakalıp dogma-sıdır.

Allah’ın varlığından ve kötülü-ğü önlemeye kâdir olduğun-dan zerre şüphemiz yok. Gelin savunma hâlinden çıkalım ve şimdi biz soralım: Allah’ın kötü-lükleri önleme mecburiyeti var mıdır? Kötülüğü önlemek ilah sayılmanın şartlarından mıdır? Allah’a böyle bir görev ya da zorunluluk yüklersek ilahlık sı-fatını zedelemiş olmaz mıyız? Elindeki mirası büyük bir hırs ve açgözlülükle sıfırlayan mi-rasyedi misali kendine has tüm insani değerleri, manevi haslet-leri ruhundan yavaş yavaş sıyı-rıp atan insanoğlunun hata ve

günahlarını Allah niye üstlen-sin? Kutsal gerilim hatlarını güç savaşlarında yazboz tahtasına çeviren açgözlü insanın kusur-larını niye örtbas etsin? Varo-luşun dünyevi ve uhrevi bütün-lüğünü parçalayan, tanrı rolüne soyunan nankör insanın kırıp döktüğü şeylerin hesabı niye Allah’tan sorulsun? Kötülüğün zirve yaptığı tarihsel şartlarda Allah’ın hatırlanması ne kadar adil? Karanlık, kötücül güçle-rin sayısının günbegün arttığı dünyada, kötülüğün karabasan misali insanlığın üzerine çul-landığı şu anda insanın hiç mi kabahati yok? Dünyayı sadece bir zevk mekânı görenler, kötü-lüklerin çoğalmasından neden Allah’ı mesul tutarlar? Köleliği, sömürüyü, haksızlığı, gaspı, iş-gal, terör ve savaşı sıradanlaş-tıranlar neden dikkat dağıtırlar ve suçu başka yerlerde ararlar? Bu çerçevede daha başka so-ruları nefes almaksızın art arda sıralayabilirim.

Jonathan Swift, Bir Fıçının Hikâ-yesi isimli eserinde, “İnsanda yücelikle düşüklüğün sınırları ne kadar da yakın birbirlerine.” derken aslında bir hakikatin al-tını çizer. Gerçekten de bu sınır-lar neredeyse belli belirsiz ince bir çizgiden ibarettir. Modern çağ ruhla bedeni birbirinden koparıp ruhu parçaladığında ve bedeni de değersiz bir et yığını mesabesine indirdiğinde insanı düşüklüğün dibine itmiştir. Ar-tık o insan için kendi bedeni de salt maddeden ibarettir, varlığı ya da yokluğu pek fazla bir şey değiştirmez. Gün olur zevkin ve acının nesnesi, gün olur kötü-lüğün imgesidir. Anlam haritası da yok olur, eylemleri anlamsız-laşır; günlük ve anlıktır, rüzgâra göre yön değiştirir. Terry Eag-leton, bir eylem anlamdan ne kadar uzaksa o kadar kötüdür der. Doğru, anlam haritasını yi-tirenlerin kötü eylemlerin faille-ri olması başka türlü nasıl izah edilebilir?

Eğer kişi, dininin değer siste-minden, temel inançlarından ve hayat görüşünden haber-sizse, hayatın, imanın, ahlaki ve amelî davranışların bir uyu-mu olduğunu kavramamışsa metafiziğin derin tartışmaları onu boğar. Daha doğrusu me-tafizik sorulara dalması, yüzme bilmeyen birinin derin sulara şuursuzca atlamasına benzer. İnsana ve varoluşa dair vizyonu bulanıklaşmışsa varoluşun çe-tin soruları onu fena tökezletir, anlam dünyasını tarumar eder. Bugün varoluş bilincinin neoli-beralizmin tacizleri karşısında aşınması ve zemin kaybetmesi ile bu ve benzeri soruların tah-rip gücünün arttığı bilinmelidir.

Allah insan eliyle yayılan kötülüğü yine insan eliyle önlemeyi amaçlar. Aksi hâlde, bugün yeni bir kötülük olan koronavirüsü yenmek için sağlık çalışanlarının kendi sağlıkları pahasına gösterdikleri insanüstü gayreti nasıl görmezlikten gelebiliriz?

44 Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 47: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

BÜYÜTEÇ

Bedenleri, zihinleri tek tipleştir-me projesinin modern adı olan neoliberalizmin, “Allah varsa kötülükleri neden önlemiyor?” nevinden soruları her yerde sordurması inananların imanı-na taciz atışlarıdır. İnsanı, ruhu, aklı, zihni metalaştıran bu sis-temin kendini kötülüklerden sı-yırması bir aldatmacadır. Allah, tabiat, insan arasındaki ahenkli dengeyi bozanların kötülüklerin çoğalmasından şikâyetçi olma-ları tuhaf değil midir? Eğer biri-lerinin iddia ettiği gibi koronavi-rüs laboratuvarlarda üretildiyse bütün bir yeryüzüne yayılan bu kötülüğün faillerini görmezden gelip yukarıdaki soruyu sormak ne kadar adil ve mantıklıdır?

İnsanın gurur, kapris, ihtiras ve zaaflarının farkında olanlar buradaki hedef saptırmanın elbette ki farkındadır. Tek bir yaprak dahi Allah’ın bilgisi ol-madan düşmüyorsa (Enam, 6/56.), Allah’ın kötülüğe izin verdiğini veya onu seyrettiğini nasıl dü-şünebiliriz? Allah kötülüğü di-lemez, muhtemel zararları hak-

kında uyarır ama insan yine de ısrar ederse vasıtalarını yaratır. Kötülüğü üreten, iradesi, aklı, seçimi ve fiili ile insanın ta ken-disidir. Uyarılara kulak asmayan insanın içindeki karanlık duy-gular gemlenemez hırsların se-linde gün ışığıyla buluştuğunda kötülük gerçekleşir. Kötülük-le dolan bir dünyadan şikâyet ediliyorsa bu kesinlikle insanın imalatıdır, Allah’ın değil.

Allah insan eliyle yayılan kötü-lüğü yine insan eliyle önlemeyi amaçlar. Aksi hâlde, bugün yeni bir kötülük olan koronavirüsü yenmek için sağlık çalışanla-rının kendi sağlıkları pahasına gösterdikleri insanüstü gayreti nasıl görmezlikten gelebiliriz? Kendisi de bu illetle mücadele eden Türkiye’nin zengin ülke-ler dâhil olmak üzere dünya-nın dört bir yanına hibe tıbbi malzeme uçaklarını peş peşe uçurmasını nasıl izah edebiliriz. Allah kötülüğü iyilikle önler. İçi-mizdeki iyilik içgüdüsünün kay-nağı O’dur.

Nobel Edebiyat ödüllü yazar William Golding “Sineklerin Tanrısı” adlı klasik eserinde cennet misali bir adaya düşen bir grup çocuğun adayı nasıl bir cehenneme çevirdiklerini hikâ-ye eder. Aslında bu hikâye, cen-net yeryüzünün insanın eliyle nasıl bir cehenneme çevrildiğini ima eden bir taşlamadır. Şeyta-nın emir erleri gittikleri her yere kötülük virüsünü ceplerinde ta-şır. Velev ki gittikleri yer, küçük ıssız bir adacık olsa bile.

İngiliz North Whitehead, ak-lın işlevinin “yaşam sanatını yükseltmek” olduğunu söyler. Güya akıl, kendini gerçekleştir-mesini engelleyen yaşamın tek-düzeliğinden sıyrılacak ve daha iyinin peşinde olacaktı. Güya akıl daha iyinin peşinde olduğu sürece insanlık ilerleyecek ve gerçek mutluluğu yakalayacak-tı. Ancak akıl işlevinden uzakla-şınca, ona güvenen insanlık da çürümeye başladı. (A. N. Whitehe-ad, Aklın İşlevi, Çev. Kevser çelik, Fol Yay., Ankara 2019, s. 31 vd., 91, 94.) “Allah kötülüğü neden önlemiyor?” sorusunun da kısmi cevabı olan bu tespiti takdirlerinize arz edip yorumsuz bırakıyorum.

Bilinmelidir ki kötülük yapma güdüsü, şeytanidir, kabadır, in-sanı aşağılar, onun vicdanını ve insani değerini yok sayar. İnsa-nı yaratılmış varlıklar zincirinin en tepesinden aşağıların aşağı-sına indirir. Ruhu iptal edip ha-yatı benin (nefsin) eline veren, aklın kılavuzluğunda yürüyen modern çağ, aynı zamanda bo-zulmaların çağıdır. Çünkü kötü-lük özünde bozulmayı içerir.

İnsanı kötülüklerin karanlığın-dan aydınlığa imanın ışığı çıka-racaktır.

45Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 48: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

EN GÜZEL İSİMLER

Sözlükte “hisse, ölçü, insaflı olma, adalet, adaletli pay” gibi anlamlar ifade eden kıst kö-künden türemiş bir sıfat olan el-Muksıt “adaletli, herkese payını adil bir şekilde veren” demektir. Türkçede aynı kök-ten gelen “kıstas” kelimesi ölçü ve kriter anlamında kullanılır. el-Muksıt ismi, Rabbimizin hiç-bir işinin rastgele olmadığını; olup biten her şeyin bir ölçüt ve hakkaniyet çerçevesinde sür-dürüldüğünü ifade eder.

Baştan beri okuduğumuz bütün ilahi isimlerden biliyoruz ki Yüce Rabbimizin isimlerinin her biri di-ğerini destekleyen bir bütündür. O, her işini ölçülü bir denge için-de ve liyakate göre yapar. Zerre kadar haksızlık etmez, zerre ka-dar da olsa hiçbir iyiliği karşılıksız bırakmaz. İnce ayarın, hassas ölçünün adı olan el-Muksıt ismi, O’nun mazluma acıyıp onu zali-min elinden kurtarırken ölçüyü aşarak zalime de haksızlık et-mediğini, bu düğümü iki tarafın hayrına olacak şekilde çözdüğü-nü ifade eder. Bu durum adalet ve ihsanın en üst derecesidir. Bunu ancak ölçü ve insafa uyma konusunda ayarı hiç şaşmayan, etki altında kalmayan, her şeye muktedir, yüceler yücesi Rabbi-miz yapabilir.

Kur’an’da El-MuksıtEl-Muksıt ismi -bu kalıpla- Kur’an’da Allah’a nisbet edil-memekle birlikte “kıst” kav-

ramı Rabbimizi anlatan onbeş kadar ayette çeşitli kalıplarda kullanılmıştır. Kıst, bu ayetlerin tamamında “adalet” manası-na gelmekte veya ona yakın anlamlar ifade etmektedir. Bu ayetlerin bir kısmında ahirette Allah’ın insanlara adaletle (bi’l-kıst) muamele edeceği bildirilir. (Yunus, 10/4, 47; Enbiya, 21/47.) Kâi-natı yaratan ve yöneten mutlak kudret ve hikmet sahibi varlığın birliğine bizzat Allah’ın, melek-lerin ve ilim erbabının şehadet ettiğini ifade eden ayette yer alan “adaleti ayakta tutan” (kâi-men bi’l-kıst) nitelemesinin (Âl-i

İmran, 3/18.) Allah’a raci olduğu müfessirlerin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmektedir. Maide suresinde (Maide, 5/8.) İs-lam’ın temel ahlak ve hukuk ilkelerinden biri şöylece beyan edilmektedir: “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin sizi adaletsiz davranmaya itmesin. Adaletli olun; bu tak-vaya daha uygundur. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah yaptık-larınızdan haberdardır.” Ben-zer bir ilkeyi ortaya koyan Nisa suresinin 135. ayetinde yine müminlere hitap edilerek ken-dilerinin veya ana babalarıyla akrabalarının aleyhine bile olsa adaletten asla sapmamaları, Allah için şahitlik etmeleri, bu konuda zengin fakir ayrımı yap-mamaları, duygularına uyup adaletten ayrılmamaları emre-dilmektedir. Bu ayette kıst ke-limesiyle adl kökünden bir fiilin aynı bağlamda kullanılması iki kelime arasındaki anlam birliği-ni göstermektedir.

Kıst kelimesi bir ayette, iman edip faydalı işler yapanların adaletle mükâfatlandırılacağı-nın bildirilmesi bağlamında zat-ı ilahiyyeye nispet edilmiş (Yunus, 10/4.), iki ayette de ahirette insan-lar arasında hakkaniyetle hük-medileceği beyan edilirken kıst kavramı dolaylı olarak Allah’a izafe edilmiştir. (Yunus, 10/47, 54.)

Fatma BAYRAMİstanbul Üsküdar Başvaizi

HER İŞİ YERLİ YERİNDE ADİL VE DENGELİ MUKSIT

Yüce Rabbimizin isimlerinin her

biri diğerini destekleyen bir bütündür. O, her

işini ölçülü bir denge içinde ve

liyakate göre yapar. Zerre

kadar haksızlık etmez, zerre kadar

da olsa hiçbir iyiliği karşılıksız

bırakmaz.

46 Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 49: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Gazzâlî kulun muksıt isminden edinebileceği nasibi de şöyle açıklamıştır: “Önce mazlumun kendisinde bulunan hakkını vermek, ardından başkasında olan hakkını alıp ona teslim et-mek ve nefsi için başkasından intikam almamak.”

Rabbimizin her yaptığının bir ölçü ve nizam dahilinde oldu-ğunu bilmek bize müthiş bir gü-ven duygusu verir. Buradan da teslimiyet ve rıza doğar ki içsel barışın olmazsa olmaz şartıdır.

İnsanları idare etme mevkiinde olanların bu isimden çıkaracağı ilke bir nizam içinde herkesten istifade edebilmeyi başarmak-tır. Yanlış yapanı küstürmeden hatasını düzeltmesini sağla-mak, böylece hiç kimseyi kay-betmemek; birini bir mevkiye getireceği zaman da bunu bir ölçütle ve hakkaniyetle yap-maktır. Bu da ancak el-Muksıt isminin tecelli ettiği yüksek vic-dan ve hassas ölçüt sahiplerinin başarabileceği bir seviyedir.

EN GÜZEL İSİMLER

Hat

: Erm

an Y

ORD

AM

Aynı muhteva diğer bir ayette, “Biz kıyamet gününde doğru ve hassas teraziler kurarız, artık kimse en küçük bir haksızlığa uğratılmaz.” şeklinde ifade edil-miştir. (Enbiya, 21/47.) Bazı ayetler-de kıst kelimesi mizanla birlikte “tartıyı adaletle yapmak” anla-mında geçmektedir. (Enam, 6/152; Hud, 11/85; Rahman, 55/9.) Bunlar-dan başka borçlanmalarda kü-çük büyük her şeyin kayıt altına alınmasının gerektiğini (Bakara, 2/282.) ve Allah’ın adaleti emret-tiğini bildiren ayetlerde de (Araf, 7/29.) O’na yönelik bir muhteva taşımaktadır.

Ebu Mansur el-Maturidi, ahi-ret hayatının mevcudiyetinin hikmetlerinden birinin Allah’ın iman ve salih amel sahiplerine adl ile karşılık vermesinden iba-ret olduğunu beyan eden ayetin tefsirinde (Yunus, 10/4.) kıst kav-ramını şöyle açıklar: Allah dün-yada ayrım yapmadan dostunu da düşmanını da rızıklandırmış, buna karşılık hiç kimsenin fizik yapısında dost veya düşman

olduğunu gösteren bir alamet yaratmamıştır. Ahirette ise dost ile düşman ayrı muamelelere tabi tutulacak, el-Muksıt ismi-nin tecellisi olarak dostlar hak ettiklerinin fazlasıyla mükâfat-landırılırken düşmanlar sadece yaptıklarının karşılığında ce-zaya çarptırılacaktır; ayrıca Al-lah’ın dostları ve düşmanları bu durumlarını gösteren alametler taşıyacaklardır.

El-Muksıt tecelli ettiğindeEbu Abdullah el-Halîmî, el-Muksıt ismine “kullarına kendi zatından adalet duygu-su lütfeden” veya “kullarından her birine kendi fazlından pay ayıran” anlamını vermiştir. Es-mayıhüsnayı mistik yaklaşım-larla da yorumlayan Gazzali muksıta “mazlumun hakkını za-limden alan” manasını vermiş, bunun en mükemmel şeklinin ise mazlumun yanında zalimin rızasını elde etmek suretiyle gerçekleştiğini söylemiş ancak böyle bir şeye sadece Allah’ın muktedir olduğunu belirtmiştir.

47Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 50: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

48

ADANMIŞ ÖMÜRLER

Güler yüzlü ve hoşsoh-bet, mert ve dürüst, affedici ve birleştirici bir din görevlisi. Ha-

yatı boyunca incitmeden, güzel söz ve tatlı dille insanları uyaran bir gönül insanı. Hoş bir seda bırakarak dünyadan göçmüş öncü bir âlim, Hacıveyiszâde Mustafa Kurucu.

Mustafa Kurucu, 1889 yılında Konya’da dünyaya gelir. Babası Zâr Efendi Medresesi müderri-si Hacı Veyis Efendi, annesi ise Fatma Hanım’dır.

Mustafa Kurucu, ilköğrenimini ve hafızlığını babasının yanında tamamlar. Daha sonra Zâr Efen-di ve Bekir Sami Paşa Medrese-lerine devam eder. Bu medre-selerde başta babası Hacı Veyis Efendi ve devrin önemli mü-derrislerinden Şeyh Mehmed Bahâeddin Efendi olmak üzere çeşitli hocalardan ders görüp icazet alır. Yirmi üç yaşında ica-zet aldığı bu medresede Arapça ve dinî ilimler okutmaya başlar.

BİR GÖNÜL İNSANI HACIVEYİSZÂDE MUSTAFA KURUCU

Bünyamin ALBAYRAKAhmet ÜNAL

Derslerine büyük bir itina ile hazırlanan Mustafa Efendi, medrese muallimliği yaptığı bu yıllarda konferanslar da verir. İşte böyle bir konferansında bugün dahi bizlere rehber ola-cak şu konuşmayı yapar. “Ey bu mekânda hazır olanlar! Ha-zır olmak, Hızır olmaktır. Hazır olun, Hızır olun! Öğrenim gör-düğünüz ilim ocağında kafanızı ve kalbinizi doldurabildiğiniz kadar ilim ve irfanla doldurun. Kafalarınıza ve kalplerinize doldurduğunuz bu ilim ve irfan kandiliyle nice insan imanı ve İslam’ı bulacaktır. İşte yarının kandilleri sizlersiniz. Hazır olun ve Hızır olun ki geçtiğiniz her yerde, din ve dünya, iman ve İs-lam yeşersin.”

Mustafa Efendi, medrese eğiti-mini tamamladıktan sonra Mer-yem Hanım’la evlenir. Bu evli-likten iki oğlu ve dört kız çocuğu

olur. Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Medine’ye göç etmek ister. Ancak yakın arka-daşlarının tavsiyesiyle Konya’da kalmaya karar verir.

Mustafa Efendi’nin Konya’da kalmasının müspet yansıma-ları olur. Bu güzellikleri Ali Ulvi Kurucu hatıratında şöyle ak-tarır: “Hacıveyiszâde Mustafa Efendi, eğer o gün Medine’ye göç etseydi Ravza-i Saadet’te yapacağı ibadetlerle şahsı adı-na elbette güzel dereceler elde ederdi. Fakat bunların hepsi şahsi nafile ibadetler olurdu. Oysa Konya’da kalınca irşat fa-aliyetlerini sürdürdü. Din eğiti-mi alanında imam hatip okul-larının açılmasına ve hayata tutunmasına vesile oldu. Bu yaptıklarıyla şahsı adına yapa-cağı bütün nafile ibadetlerden ziyade nice büyük mertebelere nail oldu.”

Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 51: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

ADANMIŞ ÖMÜRLER

49

Mustafa Efendi 1940’lı yıllarda Pirî Mehmet Paşa Camii’nde, 1950 yılından sonra da Aziziye Camii’nde imam-hatiplik yap-mış, ayrıca çeşitli cami ve ha-pishanelerde vaiz olarak hizmet vermiştir.

Mustafa Efendi’nin görev yap-tığı uzun yıllar boyunca cami-sinde icra ettiği bir âdeti vardır. Hoca Efendi sabah namazını kıldırdıktan sonra mutlaka ce-maatine vaaz ve nasihatte bu-lunurdu. O, bu konuşmasıyla hem cemaatini dinî konularda bilgilendirir hem de cemaati-nin işrak vaktine kadar camide durmasını sağlayarak onların işrak namazını kılmalarına vesi-le olurdu.

Mustafa Efendi, devrin en önde gelen müderrislerinden ve on-larca kitap kaleme alabilecek bir ilmî birikimi varken ömrü-nü talebe yetiştirmeye adamış öncü bir âlimdir. Bir defasında talebelerinden birisi, “Hocam, ilimde, bilimde, irfanda ve izan-da bir deryasınız. Ne olur bir kitap yazsanız.” diye sorunca Mustafa Efendi, talebelerini işaret ederek, “Evladım! Benim yüzlerce, hatta binlerce eseri-min olduğunu bilmiyor musu-nuz? Unutmayınız ki bir kalpten bin kitap çıkar. Fakat bin kitapta bir kalp bulunmayabilir.”

Mustafa Efendi, hangi şartlar altında olursa olsun din adam-larının aleyhine söz söylemeye müsaade etmemiştir. Nitekim bir defasında birkaç kişi Hacı-veyiszâde’nin yanına gelerek hocaları şikâyet ederler. Bu du-ruma üzülen Mustafa Efendi, şikâyete gelenlere şu karşılığı verir: “Aman ha! Hiçbir hoca

hakkında kem söz söylemeyin. Onların hepsi kıymetlidir. On-lar bu dinin hadimleridir. Siz ne zannedersiniz, kolay mı ye-tişiyor bu hocaefendiler. Keşke onlar gibi daha çok evladımız olsa.”

1949 yılına gelindiğinde Musta-fa Kurucu’yu heyecanlandıran günler başlamıştır artık. Zira bu yıl İstanbul ve Ankara’da imam hatip kurslarının açıldığı yıldır. 1951 yılında ise yedi ilde imam hatip okulu kurulmuştur. Bu okullardan biri de Konya İmam Hatip Okulu’dur.

Mustafa Efendi imam hatip okullarının birisinin de Konya’da açılması için önayak olur. Esna-fı dolaşarak onlara bu hayırlı hizmetin yanında yer almala-rını tavsiye eder. Yine böyle bir günde bir esnafın yardım etme-ye gönüllü olmadığını görünce ona: “Bugün bize Cenab-ı Hakk bir fırsat verdi. Elimizde artık

bir fırsat var. Eğer bizler bu fır-satı değerlendiremez isek yarın ruz-i mahşerde hesabımız çok çetin olur. Biz elimizden geldi-ği kadar çalışmakla mesulüz.” diye nasihatte bulunur.

Mustafa Efendi, Konya İmam Hatip Okulu’nun açılmasına ve-sile olduktan sonra bir taraftan Aziziye Camii’nde imam-hatip-lik görevini sürdürürken diğer taraftan da bu okulda öğret-menlik yaparak talebe yetiş-tirmeye devam eder. Bu gün-lerin birinde Mustafa Efendi, Milli Eğitim Bakanlığına şikâyet edilir. Bu durumdan haberdar olunca yanında bulunanlara: “Rabbime dayanarak söyle-rim ki beni bu hizmetten ancak ölüm ayırır. Ben bir talebenin yetişmesi uğruna bin münafığın kahrını çekerim.” der ve med-rese muallimliği yaptığı yıllarda talebelerine sıkça okuduğu şu beyti okur:

“Yar için ağyara minnet ettiğim ayb eylemem

Bağban bir gül için bin hâre hiz-metkâr olur.”

Hacıveyiszâde Mustafa Efendi, kendisinin de ifade ettiği üzere herhangi bir kitap bırakmadı. Ama binlerce kitabı kaleme ala-cak nesiller, yüz binlerce gönlü irşat edecek sevgi ve muhabbet ehli âlimler bırakarak 5 Şubat 1960 tarihinde fani âlemden baki âleme göç eyledi.

Başta Hz. Mevlana ve Hacıve-yiszâde Mustafa Efendi olmak üzere gönül bahçesinin güzide çiçeklerine selam olsun. Yüce Rabbim kabirlerini cennet bah-çesi eylesin.

Mustafa Efendi, hangi şartlar altında olursa olsun din adamlarının aleyhine söz söylemeye müsaade etmemiştir.

Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 52: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

50

LİSAN-I KALP

Aylık Dergi | Mayıs 2020

Dr. Lamia LEVENT ABULDİB Diyanet İşleri Uzmanı

HER NEFESİNKIYMETİNİ BİLMEK

Salgın hastalıkla haftalar süren ölüm kalım mücadelesinden sağ salim kurtulan doktor, “En önemli şeyin nefes al-mak olduğunu anladım.” diyordu gazeteye ver-diği beyanatında. Sal-gına yakalananların nefes almakta çek-tikleri sıkıntıya şahit-lik edince her nefesin ne kadar kıymetli ol-duğunu daha iyi an-layabiliyoruz. Esasında alıp verdiğimiz her ne-fes, ömür sermayemizden kopup giden ve bir daha geri gelmeyecek olan anlarımızdır. Nefeslerimizin sayılı olduğu ve her nefesin bizi ölüme bir adım daha yaklaştırdığı gerçeğiyle yüzleşmenin ise tam zamanıdır. Hesap günü gelmeden kendi-mizi hesaba çekmemiz (Tirmizi,

Kıyame, 25.) gerektiğini bizlere hatırlatan Efendimiz’in (s.a.s.) buyruğunu bu salgın günlerin-de daha iyi idrak edeceğimizi düşünüyorum.

İnsan alışkanlıklarının esiridir: Her gün yaptığı işler, geçtiği yollar, gördüğü insanlar za-manla bir rutine dönüşür. Ha-yat, üzerinde fazla düşünme-den yaşanan alışkanlıklardan, rutin yapılan işlerden ibaret

hâle gelir. Alışkanlıklarıyla ku-şatılan insanın iç dünyasında bir muhasebeye girmesi zorla-şır. Çoğu hayat, neden burada olduğunun ve öldükten sonra nereye gideceğinin muhase-besini yapmadan yitip gider. Hâlbuki insan için hayat, dünya işlerini yetiştirmekten ve ruti-nin içine dalıp gitmekten daha büyük anlamlar taşır. Bazen kaybettiğimiz bir yakınımız, dü-çar olduğumuz bir hastalık ya da bozulan işlerimiz, bizi hayat muhasebesine götürür. Bunlar rutini bozan, düzeni tersine çe-viren ve bizi kendimizle yüzleş-meye götüren amiller olabilir.

Esasında Hak Teâlâ’nın bizi iç-sel muhasebeye götüren ayet-lerini her yerde görmek müm-

kün. Kâinatın düzeni içinde, düzenimizin bozulmasını

beklemeden onları idrak edebiliriz. Hz. Mevlana buz hikâyesiyle eğer ba-siret gözüyle bakarsak çevremizdeki uyarıcıla-rı fark edebileceğimizi işaret ediyor; sıcak bir

yaz günü pazarda buz sa-tan satıcı, “Sermayesi tü-

kenen adama yardım edin.” diye bağırarak buzlarını eri-

meden satmak için çabalıyordu. Pazardan talebeleriyle geçen Cüneyd-i Bağdadi adamın söz-leriyle sarsıldı ve olduğu yere çöktü kaldı. Talebeleri telaş-landı ve ne olduğunu sordular. Büyük veli şöyle dedi: “Bu söz-ler beni sarstı. Eriyenin sadece buzlar değil ömrüm olduğunu fark ettim. Sıcak adamın serma-yesi olan buzlarını eritip tüketen zaman asıl sermayemiz olan ömrümüzü de tüketip bitiriyor.”

Hak Teâlâ sonsuz rahmetiy-le bizlere en büyük uyarıcılar olarak peygamberler ve kitap-lar göndermiştir. “Gerçekten ben, apaçık bir uyarıcıyım.” (Hicr,

15/89.) diyen peygamberler in-sanı varoluş hakikatine çağırır.

Page 53: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Zira dünya Gazali’nin ifadesiy-le “zehirli bir bal”dır. Onun tadı güzel olsa da sonucu acıdır. İn-san ise unutur, aldanır ve dalar ona. O da farkındadır bunun ve halife olduktan sonra kendisine ölümü hatırlatması için ücret-le birini tutar. Adam her sabah gelir, Hz. Ömer’in kapısını ça-lar: “Ölüm var Ya Ömer!” der ve gider. Bu durum uzun bir süre devam eder. Bir gün Hz. Ömer adama artık kapısına gelme-mesini söyler. Zira saçlarına düşen aklar halife için ölümü hatırlamaya yeterlidir.

Ölüm üzerine muhasebe et-mek alışkanlıklarımızın esiri olmaktan kurtardığı gibi hayatı daha anlamlı yaşama nokta-sında bizi gafletten kurtarır. Zira bir gün öleceğimizi ve o günün de aslında çok yakında belki de bir nefes sonrasında olduğunu düşündüğümüzde pek çok alışkanlığımızı değiş-tirme veya terk etme lüzumu hissedeceğiz. Faydasız işleri bir kenara bırakıp hayatımızı Yaratan’ın rızası üzere yaşa-ma arzusu duyacağız. İşte bu istek ve arzu insanı öte dünya için güzel işler yapmaya sevk eder. Yanlış ve hata yapmak-

tan alıkoyar. Dünyanın geçici hazları uğruna hayatı heba

etmek yerine baki ola-na yönelir. Öyleyse yine Efendimiz’in buyruğunu kendimize düstur edine-lim de ölüm gelmeden hazırlığımızı yapalım:

“Ölümü en çok hatırlayan-lar ve ölümden sonrası için

en güzel şekilde hazırlanan-lar en akıllı olanlardır.” (İbn Mace,

Zühd, 31.)

51

LİSAN-I KALP

Aylık Dergi | Mayıs 2020

Ölüm üzerine muhasebe etmek

alışkanlıklarımızın esiri olmaktan kurtardığı gibi

hayatı daha anlamlı yaşama noktasında bizi gafletten

kurtarır.

Dünyalık meşguliyetlerden çok daha önemli ve büyük amaç-lar için yaratıldığını insana ha-tırlatan hak elçileridir onlar. Efendimiz’in (s.a.s.) de ifade buyurdukları üzere insanla-rın çoğu uykudadır ve ancak ölünce uyanırlar. Uyarıcıların görevi hakikate bigâne kalan insanı bu gaflet uykusundan uyandırmaktır. Bu dünyada uyanamayan ölünce uyanacak ve hakikat ayan beyan ortaya çıkacak. O zaman Rabbine şöy-le yalvaracak: “Rabbim! Beni dünyaya geri gönder ki terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım.” (Müminun, 23/99.) Ancak bunun için artık çok geçtir. Şöy-le buyuracak Rabbimiz: “Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti...” (Fatır, 35/37.)

İnsana tüm hayatı boyunca doğruyu bulması için rehberlik eden yüce kitabımız daha nice uyarıcı sahnelerle doludur. Bu sahneyi tersine çevirecek hayat dersinin ne olduğunu da yine kitabımız bize haber veriyor: “Herhangi birinize ölüm gelip de ‘Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden ol-sam!’ demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolun-da harcayın. Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimse-yi asla ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Münafikun,

63/10-11.) Nefeslerimiz sa-yılı ve gelen eceli ne bir ne-fes önce ne bir nefes sonraya almak mümkün değil. Her bir

nefes bize verilen ne büyük fır-sat ne büyük lütuf!

İnsan için ölüm de bir uyarıcı-dır. Zira her gün nice insanların aramızdan ayrılıp ebedî âleme göçüşlerine şahitlik ediyoruz. Bazen en yakınlarımız bazen tanıdıklarımız birer birer dünya hayatındaki nefeslerini tamam-layıp Rablerine dönüyorlar. “Şüphesiz biz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz.” (Bakara, 2/156.)

buyuran kitabımız her insanı ol-duğu gibi bizi de bekleyen sonu haber veriyor. Hazları yok eden ölümü çokça anmamızı (Nesai,

Cenâiz, 3.) ifade buyuran Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), ölüm üzerine muhasebenin lüzumu-nu hatırlatıyor bize. Zira hiç bit-meyecek sandığımız bu hayat, nihayetinde ebedî âleme taşı-yan bir durak değil mi? Oyala-nıp durduğumuz hayat aslında ölüm öncesi konakladığımız bir handan ibaret. “Ölmeden önce ölünüz.” buyruğu da mukadder olan ölüme hazırlanıp misafir olduğumuz hanı ev edinmeme-mizi öğütlüyor.

Page 54: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Söyleşi: Mahir KILINÇ

İMAM HATİP BEKİR ÇETİNTAŞ:

“SANAT KİŞİNİN ANLAYIŞINI VE UFKUNU GENİŞLETİR.”

BUNU KONUŞALIM

İslam medeniyetinde Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şerifler gibi kutsal metinle-re duyulan saygının da bir göstergesi olarak, önemli bir yere sahip olan hat sa-natına nasıl başladınız?Çok küçük yaşlardan itibaren estetiğe olan ilgim ilerleyen zamanlarda klasik Türk mü-ziği, resim ve kaligrafi gibi sanatlarda yoğunlaşmaya başladı. Ama “İşte benim sanatım bu!” diyerek hat sanatını seçmem, lise yılla-rındaki bir Bursa gezisinde Ulu Cami’ye girişimle oldu diyebilirim. Ulu Cami’deki farklı dönemlerin en iyi hat-tatları tarafından yazılmış devasa yazılar beni büyüledi, desem abartmış olmam. O zamandan sonra uzunca bir süre takvimlerde ve kitaplar-da gördüğüm yazıları taklit

etmeye çalıştım. Bu sanatı öğ-renerek hattat olabilmenin bu şekilde olamayacağı açıktı ama bulunduğum şehirde kapısını çalacak bir hoca da bulama-mıştım. Uzun bir zaman sonra hem Haseki Dinî Yüksek İhti-sas Merkezinde kıraat eğitimi almak hem de yüksek lisansımı tamamlamak üzere İstanbul’a geldiğimde eskiden beri eser-lerini çok beğendiğim hocam Hattat Osman Özçay’a öğren-ci oldum. Şunu belirtmeliyim, eğitim sürecinde fark ettim ki hocamla tanışana kadar bu sa-natta ancak bir arpa boyu yol gitmişim.

Her sanatın ruha dokunan farklı bir yönü vardır. Hat sanatının sizin ruhunuza do-kunan yönü nedir ve iç dün-yanızda ne gibi değişim ve dönüşümlere vesiledir?

Hat sanatı bana güzeli bulmada ve başarıyı elde etmede çok çalışma, zaman ayırma, istikrarlı ve ısrarcı olma gibi özellikleri edinme mecburiyetini öğretti.

Page 55: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

BUNU KONUŞALIM

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki tüm sanatlar uzun bir süreçte elde edilir. Herhangi bir sanata başlayan kişi eser verebilecek seviyeye ancak birkaç yıl sonra erişebileceğini bilir. Bu süreç, öyle çok kolay da değildir. Eğer sanatı elde etme konusunda sa-mimi iseniz sabrı öğrenmekten başka çareniz yoktur. Hat sana-tının birçok sanatçı gibi benim hayatıma da en büyük katkısı sabırdır diyebilirim. Bunun yanı sıra güzeli bulmada ve başarıyı elde etmede çok çalışma, zaman ayırma, istikrarlı ve ısrarcı olma gibi özellikleri edinme mecbu-riyetini öğretti. Aynı şekilde bir sanatçının hangi merhalelerden geçtiğini, ödediği bedelleri göre-rek sanatın ve sanatçının kıyme-tini bilmeyi öğretti.

Son yıllarda toplumda ve bil-hassa gençler arasında klasik Türk İslam sanatlarına yöne-lik ilginin arttığını görüyoruz. Bu durumu siz nasıl değer-lendiriyorsunuz? Hiç şüphesiz bu mutluluk verici bir durum. Çünkü sizin de dedi-ğiniz gibi bizim sanatımızın Türk İslam tarihi kadar geniş bir mazi-si var. Bu muazzam kültürde sa-bır, adalet, edep, diğerkâmlık gibi değerlerin yanında aşktan hüz-ne, merhametten şecaate kadar birçok duygunun izlerini görürüz. Bu sanatın talibi bir yandan sa-natın inceliklerini öğrenirken bir yandan da bu kültürün ihtiva et-tiği değerlere temas eder. Çok az istisnalar dışında kişi artık sanat eğitimini bitirdiğinde farkında olarak ya da olmayarak bu de-ğerlerden birçoğunu da dağarcı-ğına eklemiş olur.

Burada dikkat edilmesi gere-ken nokta sanat eğitiminin asla bir usta ya da hocasız olamaya-cağıdır. Hoca ve talebe arasın-

içine tıkılmış vaziyette sunsa-lar bizim için tüm çekiciliğini kaybeder. İşte bu nedenledir ki Yüce Rabbimiz iki seçkin kulu olan Hz. Musa ve Hz. Harun’u (aleyhime’s-selâm) zalim bir fi-ravuna tebliğ için gönderdiğin-de onları “kavl-i leyyin” yani yu-muşak söz ile memur kılmıştı.

Genç kardeşlerimize söylemek istediğim son şey şu ki mu-hakkak ilgi ve kabiliyetlerine göre bir sanat edinsinler… Zira sanat hayata farklı bakış açıla-rı kazandırır insana. Sanatkâr, çevresindeki varlıkların ve ya-şanan olayların, bir başkasının göremediği yönlerini görür. Hâ-sılı kişinin anlayışını ve ufkunu genişletir sanat…

daki usta-çırak ilişkisinin seyr u sülûku andıran bir yönü vardır. Hatta eski mutasavvıflardan Ahmed Zerrûk seyr u sülûkun bir tekke veya dergâh dışında, bir ustanın atölyesinde de yapı-labileceğini söyler. Hoca ve ta-lebe arasındaki iletişimin sağ-lıklı devam etmesi hâlinde bir zaman sonra hem iyi bir sanat-kâr hem de kâmil insan olma yolunda önemli bir mesafe kat edildiği görülecektir.

Din gönüllülerine ve din hizme-tinde bulunmak isteyen genç-lere neler tavsiye edersiniz?Bizzat kendimiz tavsiyelere muhtacız ama sorunuz üzere birkaç şey arz etmeye çalışa-yım. Bu vazife her şeyden önce Allah’ın bize bir ikramı. Başta müminler olmak üzere tüm in-sanlığa hizmet etmek peygam-berlerin (aleyhimü’s-selam) vazifelerindendir. Bu ne büyük paye! Onlar insanlığa hem doğ-ruyu ve güzeli anlattılar hem de ilk uygulayan kişi oldular. Bu manada din hizmetkârı olarak bizler de muhatabımızın dinî, toplumsal ve kişisel hayatına bir şeyler katarken anlattığımız şey-lerin uygulayıcısı olmalıyız. Zira insanlar anlatılanların sözün sa-hibi tarafından ne kadar taşınıp taşınmadığını -haklı olarak- göz-lemliyor. Hatta sadece hâl top-lumda iyi veya kötü birçok şeyin hareket noktası oluyor.

Bir diğer mevzu da hizmetimizi ifa ederken kullandığımız üs-lup. Tam zamanında söylenmiş bir söz, yanlış bir şekilde sunu-lursa beklenen etkinin tam ter-sine sebep olabilir. Bu nedenle “Yanlış üslup doğru sözün cel-ladıdır.” denilmiştir. Şöyle de düşünebiliriz, en sevdiğimiz yemeği bize güzel bir servis tabağında değil de bir şişenin

ÖZ GEÇMİŞBekir Çetintaş, 1981 yılında Eskişehir’de doğdu. 1997 yı-lında hafızlığını tamamladı. 2000 yılında Antalya İmam Hatip Lisesinden mezun oldu. Bir süre babasıyla birlikte ti-caretle meşgul olduktan son-ra 2004 yılında imam hatip olarak göreve başladı. 2011 yılında Diyanet Haseki Eğitim Merkezi Aşere-Takrib Bölümü-nü kazanıp İstanbul’a gelerek Osman Özçay Beyefendi ile hat derslerine başladı. 2014 yılın-da Haseki Eğitim Merkezinden mezun olup Üsküdar Vâlide-i Cedîd Camii’ne atandı ve bu-rada 4 yıl hizmet verdi. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakülte-sinden mezun olan Çetintaş, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bi-limler Enstitüsü Kur’an Okuma ve Kıraat bölümünde “Kırâat-ı Seb’a Usûl ve Kâideleri” teziyle yüksek lisans eğitimini tamam-ladı. Hâlihazırda Beşiktaş Yahyâ Efendi Camii’nde görevine de-vam etmektedir.

53Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 56: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

AHMET HAMDİ AKSEKİ’NİN KARANTİNA HUTBESİ:

KARANTİNADAN ÇIKMAK MUHAREBEDEN KAÇMAK GİBİDİR

Recep KAYA

Cuma namazlarının kaidele-rinden biri olan hutbeler sade-ce dinî bir metin değildir aynı zamanda toplumu sosyal ko-nularda da bilgilendirmeyi ve aydınlatmayı amaçlar. İslam tarihi boyunca, Selçuklularda, Osmanlılarda ve Cumhuriyet döneminde hutbelerin bu özel-liğine sıkça başvurulmuştur. Cumhuriyet döneminde hutbe-lerin Türkçeleştirilerek halkın anlayacağı şekle dönüştürülme-si de bu amacın bir sonucudur. Hutbelerin Türkçeye çevrilerek bugün hâlâ okunmakta olan şeklini alması ise Cumhuriyet döneminde gerçekleşmiştir.

Bu gayeyle ilk olarak ülke ge-nelinde bütün imam hatiplerin cumalarda okuması için Ahmet Hamdi Akseki tarafından elli bir hutbenin yer aldığı bir kitap hazırlandı ve kitap 1927 Şu-bat’ında “Türkçe Hutbe” başlığıyla yayımlandı. İkinci baskısı 1928 yılında İstanbul Şehzadepaşa Evkâf matbaasında basılarak bütün camilere dağıtılan kita-bın mukaddime kısmını döne-min Diyanet İşleri Reisi M. Rıfat

Börekçi yazdı. Mukaddimede cuma namazları ve hutbenin önemi, hutbenin nasıl okuna-cağı, pek uzun tutulmaması ge-rektiği, bir ibadet olduğu, öğüt kısmının Türkçe olması gerektiği gibi konular anlatıldı.

1927 Şubat’ında ilk baskısı ya-pılan Türkçe Hutbe kitabının

müftülükler vasıtasıyla ne za-man ve nerelere gönderildiği ile ilgili net bilgiye ancak 1928 Aralık tarihli belgelerde rastlan-maktadır. Bu tarihte bazı vilayet ve kaza müftülüklerine Türk-çe Hutbe kitabı gönderilmiştir. Buradan hareketle 1928 Aralık ayında bir dağıtımın gerçekleş-

54 Aylık Dergi | Mayıs 2020

DİN VE HAYAT

Page 57: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

tiği anlaşılmaktadır. Öte yandan bunun ilk dağıtım olduğunu söylemek de mümkün değildir. Türkçe Hutbe kitabının 1928’de ikinci baskısını yaptığı göz önün-de tutulursa büyük ihtimalle da-ğıtımın tedrici olarak yapıldığı ve bir kertenin de Aralık 1928’e tesadüf ettiği düşünülebilir. Bel-gelerde gönderilen kitap sayıları belirtilirken “bu kere” ifadesinin kullanılması da daha önce de dağıtım yapıldığını yahut yapıl-ması planlandığı ihtimalini güç-lendirmektedir.

Bu dönemde toplumsal sorun-larla ilgili hutbelere yer verildi-ği görülmektedir. Hutbelerin, hazırlandığı dönemin sorun-larıyla ilgilendiğinin en önemli göstergelerinden biri de sıhhi konularda hazırlanan hutbeler-dir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Anadolu insanının en önemli problemlerinden biri şüphesiz salgın hastalıklar ve taşradaki sıhhi şartlardır. Hazırlanan hut-belerin kayda değer bir kısmı da bu konuya hasredilmiştir. Has-talıklarla mücadele sırasında ise dönemin atmosferine uygun olarak Allah’a tevekkülün yanı sıra mutlaka tıbbi tedavi yön-temlerine başvurulması gerekli-liği vurgulanmıştır.

Bugün dünya çapında etkisini gösteren koronavirüs salgını, herkesin zorunlu gündemi hâ-line geldi. Ülkemizde sağlık ca-miası bütün gücüyle seferber oldu. Bunun dışında diğer kamu kurumları ve sivil toplum kuru-luşları bu seferberliğe iştirak et-tiler. Diyanet İşleri Başkanlığı da hem personeliyle Vefa Grupları bünyesinde hem de camilerden okunan selalar, yapılan dualarla toplumun moral açıdan güçlü durmasına katkıda bulundu. As-

lında, bu kadar yaygın ve dünya çapında olmasa da geçmişte de salgın hastalıklar yaşanıyor ve devletler, mahalli idareler, kendi çaplarında tedbir alarak bu sal-gının yaygınlaşmasını önlemeye çalışıyorlardı.

Hekimlik büyük sanattırAhmet Hamdi Akseki’nin adı ge-çen kitabında yer alan “Hekim, İlaç, Hastalık” başlıklı hutbede, salgın hastalıklara sebep olan mikroplar, hayatı tehdit eden, gözle görülemeyen düşman or-duları olarak betimlenmiştir.

İnsanın elinden geldiğince has-talığa yakalanmamaya çalışma-sı lazım geldiğini söyleyen Ak-seki, bir kimsenin bir hastalığa yakalandığında, “Benim heki-mim Allah’tır.” diye vakit harca-mayıp derhal hekime gitmesi gerektiğini, dertlere derman ve-renin Allah Teâlâ olduğunu ama bu dermanı, hekimlere ve ilaçla-ra bağladığını vurgular. “Hekim-lik gayet büyük, gayet ince bir sanattır.” diyen Ahmet Hamdi Akseki, karantinadan kaçan-ları, savaştan kaçanlarla kıyas eder ve onların büyük günaha girdiklerini anlatır: “Hekimler bir yere karantina yaparlarsa, kordon koyarlarsa sakın ‘Bu da ne olacakmış!’ diye ehemmiyet vermemezlik etmeyin. Karan-tinalı yerden kaçanlarla muha-rebeden kaçanların günahı bir-birine yakındır. Muharebeden

kaçanlar yerlerine yurtlarına düşman getirirler. Karantina-dan kaçanlar da vardıkları yere salgın hastalık götürürler. Sabır edip karantinalı yerlerden kaç-mayanlar düşman karşısında dişini sıkıp her türlü sıkıntıya katlananlara benzerler. Salgın hastalığın da zararca düşman-dan ne farkı vardır? O da düş-man, bu da düşman. O da bela, bu da bela. Düşmana nasıl kar-şı koymak lazımsa hastalığa da karşı koymak gerektir.”

Vücut sağlığının insana Allah’ın büyük bir nimeti olarak bahşe-dildiğini söyleyen Akseki, ce-maate, bu nimeti kaybetmeden kıymetini bilmeleri, hekimlere inanmaları, sözlerine riayet et-meleri hususunda telkinlerde bulunmuştur. Tevekkülü yanlış anlamamak gerektiğini, Hz. Pey-gamber’in bile önce tedbirini alıp sonra tevekkül yolunu tut-tuğunu hatırlatır: “Peygamber, peygamber iken sakınıyor da biz kim oluyoruz ki peygamberden ziyade tevekkül etmeye kalkıyo-ruz. Sakın ha! Tevekkülü yanlış anlamayın. Kendinizi koruyun. Temizliğe dikkat edin. İcabında hekime koşun. İlaç alın, perhiz edin. Hem de Allah’a güvenin. Yine şifayı O’ndan umun. Yine dermanı O’ndan bekleyin. Ce-nab-ı Mevla her şeye kadirdir. Her şeyi yok eden, var eden an-cak O’dur.”

Vücut sağlığının insana Allah’ın büyük bir nimeti olarak bahşedildiğini söyleyen Akseki, cemaate, bu nimeti kaybetmeden kıymetini bilmeleri, hekimlere inanmaları, sözlerine riayet etmeleri hususunda telkinlerde bulunmuştur.

55Aylık Dergi | Mayıs 2020

DİN VE HAYAT

Page 58: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

KORONA BİZE NE SÖYLER?

Unutulmaz dönemler-den geçiyoruz: Şairler şiirini yazacak, mü-zisyenler bestesini;

yapımcılar filmini çekecekler, sosyologlar sosyal etkilerini, psikologlar psikolojik sonuçla-rını yazacak. Tüm olan bitenler karşısında sarsılan, hastalanan, sevdiğini kaybeden, binbir en-dişeyle tasalanan insanoğlu-nun yaşadıklarını en iyi din an-lamlandırabilecek.

Cenab-ı Hakk “…Olur ki bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara, 2/216.) bu-yuruyor. Size şer gözüken hayır, hayır gözüken de şer olabilir buyuruyor. Ve amenna, Allah bilir, biz bilmeyiz. Ölene kadar bir öğrenme zincirinin içinde olacağımızı, ne kadar istesek de zirvenin yalnızca O’nun zatı-na ait olduğunu biliyoruz. Yaşa-dığımız her gün, en güzel böyle anlam bulurdu. Yaşadığım her şeyi “bir mektep” kabul etmem böyle mümkün olurdu.

Hiçbir şey mutlak kötü değildir müminin aynasında: “Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle be-raber bir kolaylık vardır.” (İnşirah, 94/5-6.) Bu ayette “zorluk” keli-mesi, “marife” olarak yani belli bir anlamda gelirken; “kolaylık” kelimesi “nekra” yani Arap gra-

merine göre “en az iki kolaylık” ifade eden formda gelmiştir. (El-malılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili.) Yani her zorluktan sonra değil; bilakis zorlukla aynı anda en az iki kolaylık vardır. En az iki kolaylık vardır, belki çok daha fazlası.

Hoşumuza gitmeyen zorluklar, hoşumuza gidecek nelere gebe olabilirler? Görmediğim bir şeyi görmem için bakış açımı değiş-tirmem gerekir. Yalnızca yirmi yıl önce web teknolojilerinin bu kadar ilerleyeceğini söyleseler neler hayal ederdik mesela? En çok izlenen videoların, uzaktan öğretim atölyeleri ve ders vi-deoları olacağını düşünürdük. Ama öyle olmadı. Bakım vide-oları izlendi; şartları zorlayan sunum fikirleri beğenildi. Daha küçük şeylere daha büyük va-kitler açmayı öğrendik aslında. Anlamsız şeylere giderek daha büyük anlamlar yükledik. Bu dünyanın ilüzyonlarına kapıl-dık, kendi hayatımızda mem-nuniyetsizlikleri büyüttük. Ko-layca para harcayabilenler, bu mecrada en çok ilgi çekenlerdi. Bunu fark edince büyük seyir-ci kitlelerinin önünde daha da kolay para harcar oldular. Biz ise onları izlerken daha küçük şeylere daha büyük değerler addediyorduk. Evlerimize çok uzaktaki her türlü hayatın açık bırakılan kapısından gördü-ğümüz, tamamen dünyevi ya-

şamlara şahit olduğumuz için o küçük şeylerle mutlu da olamı-yorduk. Neyin önemli olduğunu gördük sonra birden.

İnancımıza aykırı olmasına rağ-men ekran karşısında seyretti-ğimiz şeylerin çıtasını her gün biraz daha aşağı düşürüyorduk. Gün geldi, günahta ısrar eden-lerin hidayetleri için dua et-memiz gerekirken onlara güler hâlde bulduk kendimizi. Der-ken nasıl da gördük dünyanın tümüyle kapalı bir sistem ol-duğunu. Dünyanın bir ucundaki görünmez bir kötülüğün sanki yan odamızdaymışçasına hızla bizi bulduğunu. Birbirimize tü-müyle organik bağlarla bağlı ol-duğumuzu. Bir kötülüğün yalnız iken yapılmasının veya yalnız bir kişi tarafından yapılmasının, o kötülüğü var etmeye ve bu-laştırmaya yettiğini… Tıpkı bir virüs gibi: Gözle görünmeyen bir virüs. Ve gözle görülebilen hiçbir ahlaksızlık, hiçbir surette komik değildi.

Yine hayvanları dünyanın bir ucundan getirip yüz metrekare yere yerleştirir miyiz, “çocukla-rımız görsünler” diye? Yunusla-rı okyanuslardan alıp havuzlara sıkıştırır mıyız? Sirklere götürür müyüz çocuklarımızı mesela? Kendi canımız istiyor diye, ken-di çocuğumuz hayvanları kitap-lardan, ekranlardan görmesin, canlısını görsün diye kıyacak

Merve ŞAHİNKAYAİstanbul Ümraniye Kur’an Kursu Öğreticisi

56 Aylık Dergi | Mayıs 2020

DİN VE HAYAT

Page 59: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

mıyız başka hayatlara? Eğlene-bilecek miyiz başkalarının acı-larına rağmen?

Hedonizme kapılmıştık. Ölü-mün bir son olduğuna inanan insanların, bu dünyadaki her anı “bir haz” ile doldurmazlarsa zararda olacaklarına inanan bir akım, bir virüs gibi dünyanın bir ucundan gelip saldırmıştı Ana-dolu irfanımıza. Bu akım, “sa-dece ben” diyerek yaşlı bakım evlerini (huzur evi değil), ye-timhaneleri dolduruyordu. “Bir kez” ve “son kez” yaşanan bir hayat için kendine her şeyin en iyisini layık görüyordu.

Ayet şöyle buyuruyordu: “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56.) Biz de bu dünyada, kendimiz için değil, her koşulda O’na kulluk etmek için vardık. Sağlıkta şükür, hastalıkta hamt, hatada tevbe istiğfar, “an”da dua. Her şey bizi O’nunla buluş-turmak için bir vesile olmalıydı

aslında. Bir kahve dumanıyla uçup gidecek hazlar için değil.

Bütün hazlar durdu şimdi. Bü-tün giysiler pijama oldu, bü-tün ayakkabılar dolapta, bütün çocuklar montu olmadığı için dışarı çıkamayan çocuklarla aynı camdan izliyor dışarıyı, tüm montlar grevde. Her işini yaptıran değil yapabilen ferah-lıyor. Herkes aynı ortak payda-da, kendi hayatıyla yüzleşiyor. Müziği hiç kapatmadan, filmleri hiç durdurmadan, kitaplara hiç ara vermeden, telefonları hiç susturmadan kaçacak mıyız kendimizden yine? Ya da şöyle sormalıyım: Kaçabileceğimiz bir yer kaldı mı?

“Bize de bu yüzyıl düştü.” deyip tüm suçu devirebileceğimiz bir mefhum arıyoruz. Etiyopya’da-ki, Sudan’daki yokluktan başka bir şeye şahit olmamış milyon-larca Müslüman için de “Onlara da bu yüzyıl düştü.”, “Bu zengin yüzyılın akıl almaz fakirliği düş-

tü.” mü diyorduk? Ya da geç-mişteki onlarca koronasız yılla-rımız için “Çok şükür, bize de bu yüzyıl düştü!” diyor muyduk? “Hâkim” olan Rabbimiz bizi, bu yüzyılda yarattıysa bizim için en uygun olan odur. Çünkü O, bi-zim bilmediklerimizi bilir.

Ağaçlarda sürgün veren taze daldaki pembe çiçeğin de öz-gür gezen kedilerin de umrun-da olmayan, şehri kuşlara, hay-vanlara teslim eden, havamızı, suyumuzu, toprağımızı temizle-yen bir virüs. Bencillik düşmanı virüs. Kendinden kaçmak için hızlıca koşan insanoğlunu ya-vaşlatan virüs.

Pek çoğumuz evdeyiz, pek ço-ğumuz sağlıklıyız, çorbamız kay-nıyor, teknoloji sayesinde pek yalnız sayılmayız. Online dersler-le nerelerden buluşuyor, sosyal medya ile yalnızlığımızı gideri-yoruz. Hangi hikmete binaen izin verdiğini düşünmek için ne çok vaktimiz var. Mesaj kutumuza düşen mesajları alacak mıyız?

57Aylık Dergi | Mayıs 2020

DİN VE HAYAT

Page 60: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Sanat, ruhun anlatmak ve haykırmak istediği bir sözcük veya ifade bi-çimidir. İnsandaki hissi-

yatın membaı ve kaynağıdır. Bu yüzden hissiyat, kişinin hayal ve duygularını temsil eder. Sez-gidir de diyebiliriz. Sevgisini, üzüntüsünü, mutluluğunu, he-yecanını, nefretini, kinini, duy-gu ve tahayyülünü temsil eden mefhumların tamamıdır. Bütün bunların ilim, fikir ve estetikle maddede bir şekle veya mana-ya bürünmesi sanatı oluşturur.

Sanat, meydana geldiği mec-ranın ruh ve mana esintilerin-den bizlere ipucu vermektedir.

Kendisini meydana getiren, iliklerine kadar beslendiği ve şekillenebilme imkânı bulduğu öz kültür ve medeniyet kimliği içerisinde zengin bir birikimin harmanlandığı mecradır.

Güzel sanatlar, dil ve edebiyatın yanında; fikriyatın, inancın, de-ğerlerin, yaşam tarzının, seziş ve duyuşun ifade ediliş tarzıdır. Bu yüzden dinî, coğrafi, sosyal ve kültürel farklılık göstermek-tedir. Aynı zamanda bu farklı özelliklerle de yegâne, edebî ve değişkendir. Bu tür vasıflara sa-hip olması aynı zamanda, dilin aciz kaldığı ve anlatmaya keli-me/kavram bulamadığı zaman,

meramın anlatılmasına ve açık-lanmasına sözcülük yapmasın-dandır.

Sanattan maksat bizi biz yapan bütün değerlerin ve kültürel motiflerin soyut hâlden somut-laşması, maddeye aktarılması ve maddeye aktarılan mana-nın da uzun soluklu olmasının sağlanması ve işlenmesidir. Bu maksatla meydana gelen sa-nat, estetik ruh ve öz manasıyla birlikte kişiyi, kendi kendisinde bir yolculuğa çıkarıp benliğinde kendisini bulmasına yardımcı olmaktadır. İnsan kendi benli-ğinde “zübde-i âlem” şuuruna ulaşabildiği zaman kendini bil-

ESTETİK VE SANAT ŞUURUAbdulnasır KIMIŞOĞLU

KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT

58 Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 61: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT

miş olacaktır. Kendisinin “kul” olduğu hududuna varan insan bu şuurla da Rabbini bulmaya yönelecek ve O’nu bulacaktır. Bu durum, “Kendini bilen had-dini, haddini bilen de Rabbini bilir.” gibi çok güzel bir sözle daha da bir anlaşılır hâle gel-mektedir. İşte bu tefekkür yol-culuğunda kişiye katık, gıda veya yol arkadaşı olan sanat, ona ruh gücü verdiğinden do-layıdır ki ecdadımız sanatta daima daha güzeli yani estetiği yakalamaya gayret etmiştir.

Bu sebepten sanat, anlatılmak istenen meramın ve verilmek istenen mesajın şekil, kavram, kelime, renk, ses, yazı, mimari boyutlarında estetik hâlini al-ması “hikmetin başı olan Rabbi bulmaya” vesiledir. Bu yüzden sanat bizlerde yegâne ve ede-bîdir. Sanatkâr, çağının şartları-nı bilip şartların ilgisine meyilli olup içinde bulunduğu kültür desenleriyle de barışık olan, yani içinde yaşadığı cemiyet hayatı ve şartlarının sanata en büyük kaynak olduğu şuuruy-la hareket edip yüzyılları aşan uzun soluklu eserler meydana getirebilen kişidir.

Türk İslam kültür ve medeniye-tinde sanat, fert ve cemiyet ha-yatında mutluluk, huzur, saadet ve nezaketi amaç edinen bir or-tamda gelişme göstermektedir. Millî, manevi, ahlaki ve vicdani değerlere sımsıkı bağlı olunup da bu ruh ve şuurla eserler ver-mek, bizi biz yapan değerlerin maddeye nakşedilmesinden başka bir şey değildir. Bu işlem bizlerin sanat hatlarını oluştur-muş ve şekillendirmiştir. Hazre-ti Nebi (s.a.s.) Efendimiz’in dahi “Ya Rabbi bana eşyanın hakika-tini öğret!” diye duada bulun-ması biz Müslümanları eşyanın

ve meydana gelen hadiselerin sırlarını çözmeye ve anlamaya meylettirmiştir. Bu ilahi sırlar, bizlere ilham olmakla birlikte bizleri bu ilhamla maddeyi hem anlamaya hem de şekillendir-meye yönlendirmiştir. Böyle bir durum karşısında insanın, Rabbinin yarattığı canlı cansız bütün mevcudatın bünyesinde olan güzelliği görüp bu güzel-liklerle mana âlemine mey-letmesi, ilahi sırların mesajına vakıf olmaya çalışması ve sanat eserlerinde de bunu desen de-sen nakış nakış işleyebilmesi bizlerin sanat anlayışında esas teşkil etmiştir.

Sanat, Yunus Emre’nin dilinde “Yaratılanı severiz yaratandan ötürü” diyerek merhameti mıs-ralaştırır, Mimar Sinan’ın elinde Süleymaniye ve Selimiye gibi azamet ve vakarın maddede can bulmuş şeklini alır; Itri ve Dede Efendi’de ses, Eşrefoğ-lu’nda şiir, Devlet-i Aliye’de ya-şam şekline dönüşmüş hâlde-dir; lif lif örülür ve desen desen işlenir. Bu yüzden sanat yazılı, sözlü, sesli, renkli ve görseldir.

Bizde sanat, sanatkârlar eliy-le fâni olandan baki olana bir merhale ve bir basamaktır. Bu merhalede pişen ve ilahi ka-lıplarla muhteviyat kazanan eserler, insanı hikmet arayıcısı hâline getirmektedir. Olması gereken de zaten budur. Sa-natkârlar eliyle eşya, madde ve sanatın birbirleriyle olan şaha-ne münasebeti, esnek ve este-tik ruhla, kâinat üzerinde yüce yaratıcının birliğini fısıldayan ilahi bir muştu hâlini alır. Sana-tın amacı “güzele ulaşmaktır” şuuruyla, eserden müessire gi-den yolculukta sanat eserleri, evrenin asıl sanatkârını bizlere işaret etmektedir. Yakın dönem

mütefekkirlerimizden Necip Fazıl Kısakürek ne güzel demiş: “Anladım işi, sanat Allah’ı ara-makmış/Marifet bu, gerisi yal-nız çelik çomakmış”

İnsanoğlunu bunalıma, bula-nıklığa ve huzursuzluğa yönel-ten ve yönlendiren şey asla sa-nat değeri taşımaz. Bu yüzden insanın madde ve eşyayla mü-nasebeti hikmeti idrak ettire-cek hâlde olmalıdır. Fazlası ma-teryalizme götürür ki bu da kötü bir nihayettir. Manevi ve ahlaki ruh taşımayan eser, madde ol-maktan ileriye geçemeyeceği için bu durum, sahibi olduğu medeniyeti çöküşe, cemiyetini çözülüşe ve fertlerini de mut-suzluğa düçar edecektir.

Sanatın millî, manevi, ahla-ki ve vicdani vasıflarla birlik-te kimliği, şahsiyeti, üslup ve usulü olmalıdır. Özellikle kendi öz değerlerimizin ilham veri-ci güzellikleriyle millî sanatı-mız oluşturulmalı veya devam ettirilmelidir. Dünya tarihine damga vurmuş bir millet olarak her bir değerimizin muhafaza ve müdafaasını yapmak kadar bunların özgüveni içinde bulun-mak da önemlidir. Sanatımızın şahsiyetine ve kimliğine zarar-lı olabilecek her türlü esinti ve etkilere karşı koyabilecek yete-nekte ve ayıklıkta olmak gerek-mektedir.

Bizim sanatımız maddeden manaya, fâni olandan baki ola-na, güzelden en güzeline ve eserden müessire ulaşma azim ve gayretinde olduğu için gün, bu ruh ve düşünceyle medeni-yetimizin sanat bölümünü çeyiz hazırlayan gelinlik kızın el eme-ği göz nuruyla dantel gibi örme ve işleme hassasiyetiyle desen desen işleme günüdür.

59Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 62: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Hocam, kafama takıldı oruç perhiz mi? Neticede aç ve su-suz duruyoruz. Özellikle yaz aylarında biraz da ağır bir perhiz. Bunun bir başka yolu yok mudur acaba?Oruca daha baştan ve kafadan perhiz dersen tabii ki başka yo-lunu ararsın. Binbir türlü perhiz var nitekim. Hatta her kafadan bir perhiz. Orucu da perhiz ka-bul edersek her kafadan bir oruç türü çıkar ortaya. Hele ra-mazan gelince nasıl da canlanı-yor her kafadan oruç piyasası. Orucu perhiz kabul etmek iste-yenler iki kesim: Birinci kesim, dinî hayata biraz mesafeli ama oruç tutmak da istiyor. Bu yüz-den oruca perhiz kılıfı giydiriyor. Aman mahalle baskısı olmasın diye. İkinci kesim ise orucu da sevimli yapalım telaşında. Ne diyelim? Modern zamanlarda perhiz moda. Öyleyse oruca da perhiz diyelim gitsin. Her ikisi de modern zamanların sıkıntılı psikolojik hâlleri.

Perhizin ne zararı var hocam? Sonuçta sağlıklı olma çabası.İki cümle ettik, bizi perhiz düş-manı yaptın çıktın!

Estağfurullah hocam! Öyle demek istemedim.Şayet mesele sağlıksa ve bu perhizle oluyorsa varsın olsun. Buna bizim bir diyeceğimiz yok. Ama orucu perhize indirgemek veya perhizi oruç olarak nitele-mek doğru değil. Her taş yerin-de ağırdır ve bu yüzden her taş yerinde kalmalıdır. Perhizin iki anlamı var: Birincisi sağlığı ko-rumak veya düzeltmek amacıy-la beslenme düzenine getirilen sınırlama. İkincisi ise Hristiyan-ların ve Yahudilerin belli gün-lerde et ve yağ gibi yiyecekleri yememek suretiyle yaptıkları ibadet. Peki, kaynaklarımızda savm adıyla geçen oruç ne? İs-lam’ın beş temel şartından biri. Ramazan’da bir ay boyu imsak ile iftar arasında yemeden, iç-meden ve cinsel ilişkiden ki-şinin kendisini alıkoyması. Demek ki orucun esas amacı, ibadet. Perhizin dinî olmayan amacı sağlık, dinî olanın amacı ise yine ibadet. Öyleyse oru-ca iki bakımdan perhiz demek doğru değil. Birincisi oruçta te-mel amaç sağlık değil ibadet. Zaten sağlığı yerinde olmayan da oruç tutmaz, yerine fidye ve-

rir. İkincisinde ise Hristiyan ve Yahudilerin perhiz adı altındaki ibadetlerine benzetme söz ko-nusu. Hâlbuki bizim orucumuz ayrı onların perhizi ayrı yani mahiyetleri farklı.

Şimdi anladım. Demek ki iki-si arasında amaç ve mahiyet farkı var.Tam da öyle. Dinimizin bazı uy-gulamalarını ve ilkelerini mo-dern zaman akıntısına kapılıp yozlaştırmamak lazım. Oruç tutarken kişi, perhiz şeklinde sağlığına dikkat etmesi güzel. Hatta mümkünse oruç tutarken varsa sigara gibi kötü alışkan-lıklarını da bırakabilir. Bunlar orucun yan faydalarıdır, esası değil. Oruç tutmazken de kişi-nin sağlığına dikkat etmesi ve kötü alışkanlıklardan kurtulma-sı gerekir. Çünkü Müslümanlık ramazanla sınırlı değil. Senenin her günü, günün her saati Müs-lümanın kulluk bilincinde olma-sı gerekir.

Öyle de hocam, gençlere ve bazı kesimlere hoş geliyor böyle yaklaşım.Böyle yaklaşımlar maalesef ha-yatın başka alanlarında da or-

ORUÇPERHİZ Mİ?

60 Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 63: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

KAFAMA TAKILANLAR

taya çıkmaya başladı. Siz orucu perhize indirgerseniz, oruçtan daha etkili perhizler öneren çı-kabileceği gibi orucun zamanı ve mahiyetini tartışmalı hâle getirenler de çıkar. Nitekim bugün kişisel gelişim adı altın-da birçoğu Hint inançlarından esinlenen uygulamalar piya-sada dolaşımda. Kimisi medi-tasyon kimisi başka ad altında. Bunları önerenlerin ibadet ha-yatıyla ilgili bir düşünce veya kaygıları yok. Zaten yaptıkları ve önerdiklerine bakarsanız ibadete yer yok. Daha da önem-lisi bu kesim, dine veya dinî ola-na ya lakayt ya da karşıt.

Ancak bunlar da insanlara psikolojik destek verdiklerini iddia ediyorlar.Modern insan maddi olandan bıktı. Yeni şeyler arıyor. Yeterli bilinç ve doğru istikamet olma-yınca her bulduğuna sarılıyor. Hareketsizlik meditasyon, za-yıflık da sağlık oluyor. Alterna-tiflerini bilmeyenler de kanıve-riyorlar. Hâlbuki ne zayıflık iyi ve güzel, ne de hareketsizlik. Söyledikleri: Oturup kendini dinlemek veya zihnine yoğun-laşmak. İkna işi de şöyle çalı-şıyor: İnsanlar önce psikolojik olarak bunu güzel görmeye ha-zırlanıyor. Bu hazır oluş hâliyle, kabulleniyorlar söylenen her şeyi. Tıpkı falcıların yaptığı gibi. Laf kalabalığına getirip insan-ların zihnini kendi istediği isti-kamete yönlendirme. Bir nevi küçük ölçekli hipnoz. Hâlbuki din insanın hayatına bir düzen sunarken zorlamıyor, önceden

hazırlamıyor, psikolojik yanılt-maya başvurmuyor. Aklına ve iradesine hitap ediyor.

Ama dinin getirdiği düzeni sınırlayıcı buluyor bugünün insanları.Peki, insanın sınırsız olması mümkün mü? Hiç de mümkün değil. Cinsiyetten birisiyle sınırlı, zamanla ve mekânla sınırlı, güç ve güçlüklerle sınırlı. Hadi kaldır bütün bunları, mümkün mü? Hiç de değil. Öyleyse insan bu sınır-ları gözeterek yaşamak zorunda. Kafadan sınırsızlık bir hayal ve rüyadan ibaret. Hayal kendine gelince kaybolur, rüya uyanınca biter. Elde ne kalır? Güzelse ge-çici bir sevinç, kötüyse kalıcı bir endişe… Çünkü sevinçler çabuk geçer, endişeler kalır.

Peki, İslam’ın önerisi ne?İslam insana doğal ve dengeli yaşamayı öneriyor. Ne zayıf-lık ne şişmanlık. Sağlıklı hayat. Nasıl sağlıklı olabiliyorsan öyle ol. Hareketsizlik uyku ile olma-lı. Hem dinlenmek hem yeni-lenmek hem de güç kazanmak için. Zamanı gece, mekânı yer, pozisyonu yatmak. Öyleyse in-san sağlıklı olmak ve çalışmaya güç toplamak için uyur. Bedeni-ni de uyutur, zihnini de ruhunu da. Çünkü hepsinin sağlıklı ol-maya ihtiyacı var. Zihni çalıştırıp bedeni hareketsiz hâle getir-mek, ne doğaldır ne de insani. Rüya bile, derin uykuda değil, uyanırken REM evresinde gö-rülen bir olaydır. Anlayacağın, İslam’ın ibadetlerinde hare-ketsizlik yoktur ve istenmez de.

Namaz harekettir, oruç hare-kettir, hac harekettir… Namazın hareket olduğu açık. Oruç da gündüz hareket hâlinde tutulur. Eğer hareketsizlik istenseydi gece uyurken oruç tutulurdu. Hac ise tavafıyla, sayıyla, mi-kat yerlerine ve Arafat’a gidiş gelişiyle tam bir hareket. Ara-fat’taki vakfe o yüzden kısadır. Orada tam bir hareketsizlik de önerilmez. Dilin Kur’an veya zi-kirle; bedenin namazla hareket hâlinde olacak. Bu yüzden vak-fe süreli, tavaf süreklidir. Azı-cık dinlenme sürekli hareket. Zekât ise paranın ve servetin hareketi. Bir yerde toplanıp atıl kalmayacak. İnsanlar arasında sürekli dolaşacak. İhtiyacı ol-mayandan ihtiyacı olana intikal edecek.

Hocam! Sonunda işi harekete bağladınız.Öyledir dostum. Ne demişler? Harekette bereket vardır. O yüzden İslam’da boş boş otu-rulan tatil günü yok. Böylesi insana göre de değil. Nitekim insanlar tatil günlerinde bile değişik aktiviteler yapma ihti-yacı hisseder. Kimse boş otur-maz. Yüce Allah, cuma namazı biter bitmez, herkesin işinin başına dönmesini ister. Demek ki meditasyon adı altında hare-ketsizlik ve sırf zayıf görünmek için perhiz ne gerekli ne de iyi bir şey. İslam insanın sağlıklı ve hareketli olmasını ister. Çünkü hareket sağlık getirir, sağlık da güzel bir yaşantı. Son sözümüz: Allah herkesi hidayet, sağlık ve afiyet içinde kılsın…

61Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 64: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

İSLAM KARDEŞLİĞİNİ DAVA EDİNEN BİR MÜCAHİT

ÖNCÜ ŞAHSİYETLER

Koray ŞERBETÇİ

HASAN EL-BENNA

Mısır’ın hikâyesi çok eskidir. Tarihe tanıklık ettiği hadiseler anlatılmaya kalkışılsa ciltler dolusu eser yeterli gelmeyecektir. Her şey bir tarafa İs-

lam medeniyetine - Harameyn’i istisna eder-sek- serdümenlik yapmış şehirlerinden olan Şam, Bağdat ve İstanbul’un yanında Mısır’ın bağrındaki Kahire kenti de bulunmaktadır. Uzun tarihten sarfınazar etsek bile bu ülke-nin son iki yüzyıllık tarihçesine göz atıldığında dahi İslam âleminin bütününün hikâyesine dair de genel çıkarımlar yapmış olursunuz.

Mısır’ın son iki yüzyıllık tablosu anlaşıldığında, XX. asrın en önemli toplumsal İslami hareket-lerinden birisi olan Müslüman Kardeşler Ha-reketi’nin kurucusu ve fıkıh sahasında önemli bir yazar olan Hasan el-Benna’nın kişiliği ve mücadelesi de anlaşılabilecektir. O hâlde kı-saca bu beldenin makûs talihiyle atbaşı giden tarihçesine bir bakalım.

62 Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 65: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Büyük bir hareketin öncü ve kurucu ismi olacak Benna, daha okuldayken teşkilatçılık yeteneğini hayata geçirmeye başlamıştı. On yaşlarında çevresine topladığı arkadaşlarıyla Cemiyetü’l Ahlaki’l Edebiyy’yi organize etti.

İngiliz emperyalizmininkarabasanıBatılı güçlerce sırtı sıvazlana-rak Osmanlı Devleti’ne isyanı köpürtülen Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Sultan II. Mahmut’un yeniçeriliği ilga edip yeni bir ordu sistemine geçişindeki ara dönemden faydalanıp asi or-dusunu Anadolu içlerine kadar getirmişti. Fakat sırtını Batılı sömürgecilere dayayan her fi-gür gibi o da kullanıldığını son-radan fark edecekti. Zira Kava-lalı Mehmet Ali Paşa’nın sırtını Osmanlı’ya karşı sıvazlayanlar, kendisi kuvvetlenince bu kez onun başına çökeceklerdi.

Böylece sömürge sistemi Mısır’ı önce isyan sonra da “hidivlik” adı verilen bir sistemle Osman-lı’dan fiilen koparmıştı. Ardın-dan yeni bir aşamaya geçerek Mısır hidivlerini yani yarı bağım-sız valilerini bir borç batağına soktu. Elbette bu borçlandırma oyununun ardından da yeni sö-mürgecilik aşaması başlamış oluyordu. Yani ekonomik ola-rak sömürge hâline getirilen bir ülkenin bir süre sonra siyasal olarak kontrol altına alınıp ilhak edilmesi sürecine geçildi.

Zaten Mısır Hidivi İsmail Pa-şa’nın gayreti ve Fransa’nın desteğiyle 1869’da Kızıldeniz ile Akdeniz’i birleştiren Süveyş Kanalı açılmıştı. Bu durum İn-giltere’nin iştahını da bir hayli kabarttı. Mısır Hidiv’i aşırı borç-lanmasının sonucu olarak Sü-veyş hisselerinin yarısını İngiliz-lere sattı. Ancak Fransa, kendi açtıkları Süveyş’in, İngilizle-rin yönetimine geçmesinden pek rahatsız oldu. Artık alınan

borçlar ödenemez hâle gelince İngilizler Mısır ekonomisinde iyileştirme yapmak için Mısır’a maliyeciler gönderdi. Böylece sistem ele geçirilmeye başlan-dı. Nihayet 1882’de de fiilî işgal geldi. Artık 1914’e kadar Mısır, Osmanlı’ya bağlı, kukla bir hidiv yönetiminde İngiliz idaresinde-ki bir ülkeydi.

Hasan El-Benna’nındüşünce zemini

Hasan el-Benna 1906 senesin-de ana hatlarıyla hikâyesini yu-karıda anlattığımız Mısır’da Nil deltasında bulunan Mahmudiye kasabasında dünyaya gelmiştir. Babası bu kasabanın cami ima-mı olan Abdurrahman el-Benna es-Saati’dir. El-Ezher’de eğitim alan bir din adamı olması ne-deniyle çevresinde sayılan ve sevilen birisi olmuştur.

Dolayısıyla Hasan el-Benna da ilk eğitimini dinî ilimlerde yet-kin birisi olan babasından gör-müş ardından da kasabasında geleneksel dinî eğitim veren Medresetü’r-Reşâdi’d-Dîniy-ye’ye gitmiştir. Böylece sekiz yaşından itibaren hem hafız-lık eğitimi aldığı geleneksel bir medresede bulunması hem de daha sonra Mısır’da boy göster-meye başlayan “Batılı” bir müf-redatla eğitim veren bir devlet ilkokuluna gitmesi onun ufkunu daha genişletmiştir.

Çocukluğunda aldığı gelenek-sel dinî eğitim ve kozmopolit bir çevrede yetişmemiş olması onda değerlerine bağlı bir ki-şilik inşa etmiştir. Çünkü o dö-nemde İngiliz etkisi altındaki Mısır’da Kahire ve İskenderiye gibi şehirler kelimenin tam an-lamıyla yozlaşmanın en kötü örneklerini yaşıyorlardı. Batı sömürgeciliğinin girdiği her yer-de olduğu gibi buralarda da bir değerler erozyonu yaşanıyordu. Fakat işte Hasan el-Benna, ço-cukluğunu bu etkiden uzak bir çevrede geçirmişti.

Bu devrede yaşadıkları, gele-ceğe dair de ipuçları veriyordu. Zira büyük bir hareketin öncü ve kurucu ismi olacak Benna, daha okuldayken teşkilatçılık yeteneğini hayata geçirmeye başlamıştı. On yaşlarında çev-resine topladığı arkadaşlarıyla Cemiyetü’l Ahlaki’l Edebiyy’yi organize etti. Bu masum hare-ketin amacı mahalle halkını na-maza kaldırmak, üç aylarda da oruç tutmaya teşvik etmek ve haramlardan sakındırmak gibi faaliyetlerdi.

63Aylık Dergi | Mayıs 2020

ÖNCÜ ŞAHSİYETLER

Page 66: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

ÖNCÜ ŞAHSİYETLER

64 Aylık Dergi | Mayıs 2020

Hasan El-Benna’nınyaşadığı yıkımlar

Kendi dindar muhitinde ço-cukluktan gençliğe erişen Ha-san el-Benna, daha yüksek bir eğitim almak amacıyla 1923 senesinde bir öğretmen okulu olan Darü’l-Ulum’a gitmek üze-re Kahire’ye doğru yola çıkar. Fakat el-Benna’nın çocuklukta-ki ruh dünyası büyük bir yıkımla yüz yüze gelir. Çünkü Kahire ye-tiştiği çevreden bambaşka bir iklimdir.

Kahire’de açıkça varlığını his-settiren İngiliz yönetimi ve Mı-sırlıların kendi ülkelerinde ikinci sınıf insan muamelesi görmesi, Müslümanların İslam ahlakını bir kenara bırakması, haramla-rın açıkça işlendiği sokaklar ve dinî hassasiyetlere yönelik ka-yıtsızlık onu şaşkına çevirir. Fa-kat bununla da kalmaz. Çünkü 1914-1918 yılları arasında ya-şanan I. Dünya Savaşı sonucu Osmanlı Devleti çökmüştür. Sö-mürgeciliğe karşı millî bir mü-cadele veren Anadolu kendisini kurtarmıştır ama İslam âlemi politik bakımdan darmadağın olmuştur. Zira I. Dünya Sava-şı’nda İngilizlerle işbirliği ya-pan bazı Arap kabile reisleri ve kanaat önderleri, bekledikleri devletlere kavuşamamış kendi-lerini İngiliz ve Fransız mandası altında bulmuşlardır. El-Benna bu gelişmeleri takip ederken bir büyük şok daha yaşar. 1924’te halifelik makamının ilga edildiği haberini duyar. Halife onun gö-zünde İslam birliği için önemli bir sembol olarak durmuştur. Halifeliğin kaldırılışıyla ona göre birliğin sembolü ortadan kalkmıştır. Bu Hasan el-Benna için psikolojik yıkım olmuştur.

Mesele ve çözümün keşfi

Takvimler 1927’yi gösterdiğin-de bu şartlar çerçevesinde Ha-san el-Benna, öğretmen oku-lundan mezun olur. İlk atandığı yer de İngilizlerin etkisinin güç-lü olduğu Süveyş Kanalı bölge-sindeki İsmailiye’dir. Buradaki öğretmenlik hayatı onun için tam bir kırılmadır. İşgalci İngi-lizlerin lüks yaşamı yanında Mı-sırlıların sefalet ve utanç içinde yaşaması üzerine düşünür. O, tüm bu yozlaşma ve zilletin te-mel nedeni olarak Müslüman-lar arasında birlik olmamasını görür.

Hasan el-Benna var olan du-rum karşısında sızlanıp kenara çekilmez. Çocukluğunda gös-terdiği teşkilatçı kabiliyetini

konuşturur ve çoğunluğunu Daru’l-Ulum’dan öğrencilerin oluşturduğu küçük bir mes-lektaş grubu ile yola çıkar. Yıl 1928’dir ve İslam dünyasının ileriki zamanlarda en büyük toplumsal-dinî hareketi olacak olan Müslüman Kardeşler Ha-reketi böylece başlar.

İnşa hamlesi

Peki, Hasan el-Benna ve oluş-turduğu hareket neyi hedefle-mektedir? Elbette ki var olan bu tablonun değişmesini. Ama hemen sorulması gereken soru, Hasan el-Benna ve faaliyetini daha elle tutulur bir hâle geti-recektir: Ona göre bu değişim niçin ve nasıl olmalıydı?

Öncelikle Hasan el-Benna’nın faaliyetini temelde iki hare-ket noktasına dayandırdığı görülmektedir. İlk olarak Mı-sır’ı yabancı hâkimiyetinden kurtarmak ve özgürlüğüne ka-vuşturmak, ikinci olarak da bir İslam ülkesi olan ama gitgide yozlaşan Mısır halkına İslam’ı tebliğ ederek onu yeniden kök-leriyle buluşturmaktır.

Hemen söylemek gerekir ki Ha-san el-Benna yaşamı süresince, faaliyetlerini siyasi bir hareket çizgisine çekmeyi düşünme-miştir. Onun Müslümanlarla ilgili tespit ettiği temel sorun ayrılık olduğu için çözüm yolu olarak da ümmetin farklılaşan ideallerini bir kılmak ve Müslü-man toplumu hasta ettiği kabul edilen ayrılığı azaltmak için yol-lar aramak olmuştur.

İşe küçük hayırsever gruplar kurularak başlanır. Tamamen amatör ruha sahip gönüllüler-den oluşan bu gruplar teorik

Hasan el-Benna’nın faaliyetini temelde iki hareket noktasına dayandırdığı görülmektedir. İlk olarak Mısır’ı yabancı hâkimiyetinden kurtarmak ve özgürlüğüne kavuşturmak, ikinci olarak da bir İslam ülkesi olan ama gitgide yozlaşan Mısır halkına İslam’ı tebliğ ederek onu yeniden kökleriyle buluşturmaktır.

Page 67: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

65

ÖNCÜ ŞAHSİYETLER

Aylık Dergi | Mayıs 2020

ve entelektüel tartışmalara gir-mektense halkın arasına yayılır ve vaaz vermeye başlarlar. Hat-ta daha da ilginci, anlatacakla-rını camilerde değil, halkın vakit öldürdüğü kahvehanelere gide-rek anlatırlar. Çünkü manevi anlamda değerleriyle buluştu-rulması ve kazanılması gereken kişiler buralardadır.

Yine Müslüman Kardeşler Ha-reketi halka dönük olarak sos-yal faaliyetlere odaklanır. Ço-cuklar için okullar kurulur ve bir tür “izci” grupları oluşturulur. Halk eğitimi için gece kursları, sendikalar, hastaneler kurulur. Böylece hareket yoksul kitleler için anlamlı bir hâle gelmiştir. Tüm bunlarla hareket, Mısır’ın sosyal dokusunda yer edinmiş, bir hayli taraftar kazanmıştır.

Yaşadığı gibi ölmek

Elbette Hasan el Benna’nın bu girişimi yoksul halk için bir

umut ışığı olsa da İngiliz güdü-mündeki Mısır idarecileri için aynı şey söylenemezdi. Çünkü bu yapılanlar Mısır hükûmetinin halka dönük sosyal politikaları-nın yetersizliğini ortaya çıkardı-ğı için İhvan hareketi hükûme-tin kuşkularını üzerine çekti.

Zaten dönemin şartları da var olan tabloyu halk nazarında günden güne pekiştirmektedir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngilizlerin İsrail Devleti’nin ku-ruluşuna verdiği destek ve ar-dından 1948’de İsrail ile yapı-lan savaşta mağlup edilen beş Arap ülkesinin başını Mısır’ın çekmesi, Hasan el-Benna ve İhvan hareketinin halkın gözün-de prestijinin artmasına, Mısır hükûmetine karşı ise güvensiz-liğe yol açar. Bunun üzerine Mı-sır hükûmeti Hasan el-Benna’yı durdurmak için harekete geçer.

Tam bu sırada başbakan Nuk-raşi Paşa öldürülünce beklenen

fırsat gelmiş olur. Müslüman Kardeşler Hareketi cinayetler-le ilişkili olduğunu reddeder ve başbakanın öldürülmesini lanetler. Ancak ok yaydan çık-mıştır. Yeni Başbakan El-Hadi, Müslüman Kardeşler Hareke-ti’nin üzerine gider. Birçok üyesi tutuklanır. Yaklaşık iki aylık bir zaman sonra da hareketin lideri ve kurucusu Hasan el Benna 12 Şubat 1949’da sokakta uğradı-ğı bir suikast sonucu hayatını kaybeder.

Kendini İslam ilim ve kültürü-nün desteklenmesine adayan Hasan el Benna, XX. asrın Müs-lümanlarına yaşamı ve faali-yetleriyle şunları göstermiştir: İngiliz boyunduruğunda olan vatanındaki ahlaki yozlaşmaya karşı çıkmak, buna çare ola-rak da halka inmek ve böylece Müslüman toplumu yeniden adalet ve ahlak değerleri üzeri-ne inşa etmek…

Kahire / Mısır

Page 68: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

OSMANLI’NIN BÜROKRAT OKULU: ENDERUN MEKTEBİ

66

GEÇMİŞ ZAMANIN İZİNDE

Aylık Dergi | Mayıs 2020

Osmanlılar hâkim ol-duğu topraklardaki Hristiyan bölgelerden çocukları toplayarak

“devşirme” sistemiyle kendi bünyesine dâhil etmiştir. “Os-manlı’ya adam yetiştirme” olarak niteleyebileceğimiz bu uygulamada gayrimüslim köy-lerdeki kilise kayıtlarından in-sanlar tespit edilir, çeşitli ka-ideler uygulanarak Yeniçeri

Asker Ocağına asker yetiştir-mek üzere 8 ila 14-15 yaş arası çocuklar özenle seçilirdi. Kural-lar gereği bu çocukların Müs-lüman veya Yahudi olmamala-rına dikkat edilir, herhangi bir zanaata, aileye sahip olmama-sı esas alınırdı. Çocuk seçme sisteminde ocağın en kıdemli askerlerinden Turnacıbaşı bu çocukları fiziki ve karakter özel-liklerine göre itina ile inceler

ve “İlm-i Kifaye” denilen usule göre nereye uygun olacaklarını belirlerdi.

Sadakatin sembolü olan tur-na kuşuna benzetilen Yeniçeri adayları Turnacıbaşı’nın bulun-duğu alanda sıraya dizilir, Tur-nacıbaşı, hepsini fiziki görünüş-leri ve gözlerinin içerisindeki ışıkla değerlendirirdi. Çocuğun gözlerine baktığında gördüğü kabiliyete ve zekâya göre karar

Nermin TAYLAN

Page 69: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

GEÇMİŞ ZAMANIN İZİNDE

67Aylık Dergi | Mayıs 2020

veren Turnacıbaşı, oldukça zeki ve cevval olanları yani en iyile-rini Enderun Mektebi’ne yön-lendirirdi. Henüz çocuk yaşta Osmanlı Eğitim Sistemi içeri-sinde Türk kültür ve ananesiy-le yoğrulacak ve ömrü hayatını Osmanlı’ya hizmette geçirecek bu çocukları seçen askere Tur-nacıbaşı denmesinin sebebi ise Turna kuşunun özelliklerinden gelir. Turna, yükseklerde uçup her şeye hâkimdir, sadakatli-dir, dayanıklıdır, tek eşlidir ve asla ihanet etmez. En önemlisi

de toplu hâlde hareket etme kabiliyeti çok yüksektir. Yani Osmanlı’ya sadık, Osmanlı’ya hizmetkâr, birlik ve beraberlik-te mahir, sadakatli ve dayanıklı olan en iyi “turna”yı Turnacıba-şı gözünden tanırdı. İşte öteler-den gelen “turnayı gözünden vurmak” deyimi bu sebeple dilimizde kalmış, Enderun için yetişen Turnalar; Sokollu, Mah-mud, Zağanos ve Köprülü paşa-lar gibi isimler olmuşlardır.

Farsça “sarayın içi” manasına gelen Enderun kelimesi Os-manlı sarayının en iç tarafında kurulmasından mütevellit bu ismi, ilk kurulduğu vakit ola-rak bilinen Sultan II. Murad zamanında almıştır. Enderun Mektebi kuruluşundan son yüz-yıla kadar pek çok defa küçük değişikliklere uğrasa da 1908 yılına kadar Osmanlı sarayının içerisinde yer alan, dünyanın en kaliteli bürokrat okuludur. Osmanlı sarayında faaliyet gös-teren Enderun Mektebi, mülki, askerî, siyasi ve idari alanlarda görev yapacak nitelikli devlet adamları yetiştirmek için tesis edilen bir kurumdur. Gayrimüs-lim Osmanlı tebaasından ço-cuklara, elit bir eğitim sunmaya odaklı bir sistematiğe sahiptir. Özellikle Fatih Sultan Mehmet döneminde gelişme gösteren Enderun Mekteplerine ilk dö-nemlerde yalnızca devşirme

yöntemiyle Hristiyan çocuklar kabul edilirken daha sonraları farklı etnik gruplardan ve Müs-lüman çocuklardan da öğrenci kabul edilmeye başlanmıştır.

Aşağıda, Osmanlı Arşivi’nden bulduğumuz ve ilk defa burada yayımlayacağımız arşiv vesi-kasından da anlaşılacağı üzere Enderun Mektebi’ne alınan ço-cuklara evvela Kur’an-ı Kerim, tefsir, hadis, kelam gibi dinî dersler, sonrasında edebiyat, inşa (şiir), dil bilgisi, Arapça, Farsça gibi derslerin yanı sıra matematik, coğrafya, mantık gibi dersler okutulurdu. Tedri-sata bir taraftan Osmanlı saray geleneği, görgüsü ve çeşitli te-amülleri ile devam edilir, diğer taraftan meslek ve sanat kol-larında beceriler kazandırılırdı. Eğitimde sportif faaliyetlere de yer verilirdi.

İç oğlanı denilen Enderun ta-lebeleri derslerinin haricinde saray ve padişah hizmetlerinin yürütülmesini sağlarlar böy-lece sarayda, idarede, ordu ve bürokraside kademe kademe yükselerek nihayetinde san-cakbeyliğe kadar çıkabilir; So-kollu, Rüstem Paşa, Mahmud Paşa, Damat İbrahim Paşa örneklerinde olduğu gibi sad-razam dahi olabilirlerdi. Başarı gösteren öğrenciler Enderun Mektebi’nde muallim olarak kalabilir, istisnai bazı durum-larda olsa da musiki, edebiyat, tarih ve bazı sanat dallarında ilerleyenler de bulunabilirdi.

Hâlihazırda detaya inecek olur-sak; II. Murad zamanında Edir-ne’de kurulduğu ancak Fatih Sultan Mehmet zamanında tam olarak teşekkül ettiği bilinen ve

Enderun Mektebi kuruluşundan son yüzyıla kadar pek çok defa küçük değişikliklere uğrasa da 1908 yılına kadar Osmanlı sarayının içerisinde yer alan, dünyanın en kaliteli bürokrat okuludur.

Page 70: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

68

GEÇMİŞ ZAMANIN İZİNDE

Aylık Dergi | Mayıs 2020

İstanbul’un fethiyle birlikte İs-tanbul’a Topkapı Sarayı’na taşı-nan Enderun Mektebi, sarayın üçüncü kapısı olan Babüssaade içerisinde yer almaktadır. Pa-dişahın kendi has odasının da bulunduğu bu avluda, vaktiyle dünyanın en önemli ve en bü-yük devlet adamlarını yetiştiren Enderun’da eğitim beş konu üzerinde toplanmıştır: Fen, matematik ve coğrafya eğitimi; beden eğitimi, uygulamalı ida-ri işlerin eğitimi, yeteneklerine

uygun bir sanat eğitimi; teorik olarak İslami bilgiler ve dil (Os-manlıca, Arapça ve Farsça) eği-timi.

Enderun’da eğitim kademeleri; Küçük Odalar, Büyük Odalar, Doğancı Koğuşu, Seferli Odası, Kiler, Hazine Odası ve Has Oda şeklinde yedi ayrı bölümden oluşmaktaydı. Enderun Mek-tebi’nin ilk iki kademesi olan Küçük Oda ve Büyük Oda’ya acemi oğlanları mektebinden mezun olan gençler alınırdı.

Henüz yeni devşirilerek bir süre acemi ocağında eğitim gören bu gençlere önce İslam dini ve kültürü, Türkçe, Arap-ça ve Farsça dersleri verilirdi; sonrasında güreş, ok, atlama, koşu gibi sportif talimler yap-tırılırdı. Bu odalarda okuyanlar “dolama” denilen bir cübbe giydiklerinden dolayı bunlara dolamalılar da denilirdi. Orta-lama 15 yaş civarında olan bu gençlere çeşitli konularda yar-dımcı olacak lalalar bulunur-du. XVII. yüzyıla kadar Büyük Oda’da 100, Küçük Oda’da 60 talebe okurken daha sonra ta-lebe sayısı 258’e kadar yük-selmiştir. Enderun Mektebi’nin üçüncü koğuşu olan Doğancılar Koğuşu’nda ise ortalama 40 öğrenci talim görmekteydi. Bu koğuş Sultan IV. Mehmet tara-fından kaldırılmıştır.

Osmanlı Arşiv vesikasında Enderun’da okutulan dersler yer almaktadır.

Enderun’da eğitim beş konu üzerinde toplanmıştır: Fen, matematik ve coğrafya eğitimi; beden eğitimi, uygulamalı idari işlerin eğitimi, yeteneklerine uygun bir sanat eğitimi; teorik olarak İslami bilgiler ve dil (Osmanlıca, Arapça ve Farsça) eğitimi.

Page 71: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

69Aylık Dergi | Mayıs 2020

GEÇMİŞ ZAMANIN İZİNDE

1635 yılında Enderun halkının çamaşırlarını yıkamak için Sul-tan IV. Murat tarafından ekle-nen Seferli Koğuşu’ndaki tale-beler ise sonraları musikişinas, hanende, kemankeş, pehlivan, berber vb. meslek dallarında yetiştirilmişlerdir. Nitekim bu koğuştan birçok musikişinas ve şair çıkmıştır. Seferli Koğuşu’n-da 100 kadar genç eğitim görür, bu koğuşun iç oğlanları sipahi bölüklerine verilirdi.

Fatih Sultan Mehmet zama-nında kurulan Kilerciler Ko-ğuşu’nun görevi ise padişaha yemek servisi yapmaktı. Bu koğuşta eğitim gören iç oğlan-ları hünkârın ve harem-i hüma-yun’un ekmek, et, yemiş, tatlı, şerbet gibi her türlü yiyecek ve içecek ihtiyacını hazırlar ve mu-hafaza ederdi. Saray odaları, koridorlar ve mescitlerin mum-ları bu koğuş tarafından tedarik edilir, değiştirilirdi. Sayıları otuz civarında olan Kilerci Koğuşu iç oğlanları çıkmalarda kapıkulu süvari bölüklerine girerlerdi.

Yine Fatih Sultan Mehmet tara-fından bizzat teşkil edilen Hazi-

ne Koğuşu haznedarbaşı ve ha-zine kethüdası tarafından idare edilirdi. Buranın amiri olan haz-nedarbaşı sarayın en nüfuzlu görevlileri arasında yer alırdı. Sarayda hizmet gören, sayıları 2000 civarındaki “ehl-i hiref” denilen saray sanatkârlarının başı olduğu gibi Enderun hazi-nesi ve saraya ait mücevherat ve kıymetli eşyanın korunma-sından da sorumluydu. Barış ve savaş zamanlarında padişahın yanından ayrılmazdı. Zaman zaman sayısı 150’yi aşan Hazi-ne Koğuşu’ndan çıkan gençler genellikle Kapıkulu Süvari Bir-liklerine, müteferrikalığa yahut çaşnigirliğe gönderilirlerdi.

Enderun kademelerinin en so-nuncusu ve en rütbelisi olan Has Oda da Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulmuştur. Has Odabaşı, silahtar, çuhadar ve ri-kabdar diye dört has zabiti olan Has Oda’nın padişah huzuruna çıkma yetkisi Fatih Kanunname-sinde Has Odabaşına verildiği belirtilmiştir. Toplam mevcudu 40 civarında olan Has Odalıların görevleri arasında Hırka-i Saa-

det Dairesi’ni temizlemek, eş-yasının bakımını yapmak, kandil gecelerinde öd ağacı yakmak, gülsuyu dökmek ve mukaddes emanetleri korumak gibi işler ve daha niceleri yer almaktaydı. Hünkâr müezzini, sır kâtibi, sa-rıkçıbaşı, kahvecibaşı, başçavuş gibi padişah hizmetinde bulu-nanlar da Has Oda mensupları arasından seçilirdi.

Enderun Mektebi’nin en kıdem-li kısmında eğitim gören Has Odalılar buradan çıktıktan son-ra kıdem durumlarına göre dev-letin en önemli yerlerine tayin edilirlerdi. Denilebilir ki buranın verdiği muazzam eğitim dünya milletlerini kendisine hayran bırakacak ölçüde kaliteli sadra-zamlar, kaptan paşalar, yeniçeri ağaları, eyalet valileri, sancak beyleri ve dahi şairler, edipler, ressamlar, mimarlar, musiki sanatkârları, tarihçiler, fen ve matematik bilginleri ve daha nice maharetli devlet adamları yetiştirmiştir.

1554-1562 yılları arasında Ka-nuni döneminde Avusturya-Ma-caristan İmparatorluğu’nun özel elçisi olarak Osmanlı’ya gönderilen Busbecq, Osmanlı Devleti’nin askerî sisteminden aile yapısına, hanedanından Yeniçeri Askerî Ocağı’na kadar pek çok sahasında yaptığı in-celemeleri kendi imparatoruna yazdığı raporlarda veciz bir şe-kilde ortaya koymuştur: “Kan asaletine değil liyakate bağlı işleyen bir devletin bu hâle gel-mesi gayet normaldir.” Çünkü Osmanlı’da eğitim ve liyakat her şeyin başında geliyordu ve o eğitim, tarihte eşi az rastla-nır bir ciddiyet ve sistem içinde yalnızca Enderun Mektebi’nde verilmekteydi.

Page 72: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

ADAB-I MUAŞERET

Bir çiftçi fırtınası çok olan bir tepede çiftlik satın alır. İlk işi bir yardımcı aramaktır. Ama ne ya-

kınındaki ne de uzaktaki köyler-den hiç kimse onunla çalışmak istemez. Çalışmak için müra-caat edenlerin çoğu da çiftliğin yerini görünce çalışmaktan vaz-geçer. Üstelik “Burası pek fırtı-nalıdır, siz de burada oturmak-tan vazgeçseniz iyi olur.” der işi kabul etmeyenler.

Nihayet, çelimsiz, orta yaşlı bir adam işi kabul eder. Çiftlik sa-hibi adama; “Çiftlik işlerinden anlar mısın?” diye sorar. “Sayı-lır.” der adam. “Fırtına çıktığın-da uyuyabilirim.” Çiftlik sahibi, bu alakasız sözü biraz düşünür, sonra çaresizlikten üzerinde durmayıp adamı işe alır.

Haftalar geçer. Adamın çiftlik işlerini gayet düzgün yürüttü-ğünü görerek içi rahatlar. Ta ki dehşetli fırtına gecesine kadar. Bir gece yarısı fırtınanın uğultu-suyla yatağından fırlar, yardım-cısının yanına koşar. “Kalk, kalk! Fırtına çıktı. Bu fırtına her şeyi uçurmadan yapabileceklerimizi yapalım.” Adam yatağından bile doğrulmadan mırıldanır: “Boş verin efendim, gidin yatın! Ben size fırtına çıktığında uyuyabi-leceğimi söylemiştim.” Çiftçi adamın bu rahat ve umursamaz tavrı karşısında çılgına döner.

tına uğuldamaya devam ederken çiftlik sahibi işe aldığı yardımcısı-nın sözlerini mırıldanır:“Fırtına çıktığında uyuyabilirim.”

“Allah işini güzel yapanları sever.”“İşini güzel yapmak” Allah Teâlâ’nın bedenimize ve ru-humuza koyduğu güzellik ve estetik cevherinin hayatımıza yansımasıdır. “Ahsen-i takvim” olarak yaratılan insanın, bu doğrultuda ilerleyebilmesi için önüne hedef olarak konulan bir düstur adeta. Ve bu gerçek bize belki de Kur’an’ın en çok okunan surelerinden biri olan Mülk suresinde yaratılış gayesi olarak hatırlatılır: “Hanginizin daha güzel davranışlarda bulu-nacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır Allah Teâlâ.”

Hepimiz çok farklı roller ve sorumluluklar ile hayatımızı devam ettiririz. Günlük haya-tımızda ve sosyal ilişkilerimiz-de sahip olduğumuz her rol, üzerimize aldığımız her iş, ka-rakterimizin ve güzel ahlakın tecessüm hâlidir âdeta. Ziya Paşa’nın “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görü-nür rütbe-i aklı eserinde” di-zeleri, bu görevlerimizi yerine getirirken, sözlerimizden önce ortaya çıkardığımız eserlerin aslında bizi tanımladığını veciz bir şekilde ifade eder. İşini en

FIRTINADAUYUYABİLİR MİSİNİZ?

Ayşe Nur ÖZKANİstanbul Kadıköy Vaizi

“Ertesi gün ilk işim bu adamı işten kovmak olacak.” diye dü-şünür.

Çaresiz bir şekilde dışarı çıka-rak saman balyalarına koşar. Fakat o da ne? Saman balyala-rının birleştirilmiş, sıkıca bağ-lanmış ve üzerlerinin muşamba ile örtülmüş olduğunu görür. Hemen ahıra koşar. İneklerin tamamı bahçeden ahıra sokul-muş, ahırın kapısı da sıkıca ka-patılmıştır.

Tekrar evine yönelir, evin ke-penklerinin de tamamı kapalıdır.

Hayli rahatlamış bir hâlde oda-sına döner ve yatağına yatar. Fır-

70 Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 73: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

ADAB-I MUAŞERET

güzel şekilde yerine getiren-ler Muhsinler olarak tanımlanır Kur’an-ı Kerim’de. Yalnız iba-detlerle ilgili konularda değil, hayatımızın her alanında, bütün söz ve işlerimizde değişmez bir tavır olarak karşımıza çıkar bu üstün davranış.

Hiç şüphesiz bu konuda reh-berimiz, en büyük örneğimiz peygamberimizdir. Üzerine al-dığı işi en güzel şekilde yapan, sadece sözleriyle değil, dav-ranışları ile de bize örnek olan Peygamberimiz henüz 18 aylık olan sevgili oğlu İbrahim’i göz-yaşları ile toprağa verirken o acılı anlarında unutulmayacak bir hayat dersi verir bizlere. Hüznü kalbindedir ama gözün-den dökülen yaşlara da engel olamaz kabristanda Peygam-ber Efendimiz. Orada bulunan-lardan birinin hayretle karışık “Allah’ın Resulü olduğun hâlde sen de mi ağlıyorsun?” sorusu-na kendisinin de bir insan oldu-ğunu hatırlatır. “Göz ağlar, kalp hüzünlenir” der Rahmet Elçisi. Bu derin acının içinde oğlunun kabri başındayken kerpiçler-le örtülen mezarda bir açıklık görür. Hemen açık kısmın ka-patılmasını ister. Etrafındaki sahabeler merak edip bunun sebebini sorunca verdiği cevap, kalite, iş ahlakı ve estetiğin her zaman ve mekânda hayatımıza nasıl ve niçin dâhil olması ge-rektiğini anlatan ibret verici bir söz olarak girer:

“Bu ölüye ne fayda verir ne de zarar. Ancak hayattakilerin gö-züne hoş görünür. Biriniz bir iş yaptığında onu en güzel şekilde yapsın. Zira Allah kişinin işini sağlam yapmasından hoşlanır.”

Kalite ve estetiğin hayatımızın merkezine oturması gerekti-

ğini ifade eden en değerli tav-siyelerden biridir bu cümleler. Üstelik bir baba için yaşana-bilecek en zor ve acılı günde, taviz verilmeyen bir ilke. Belki de tavsiyeye uyduğumuzda ka-zanacağımız, hayatımızdaki bü-yük dönüşümün başlayacağı ilk ve en önemli yerdir burası.

Peygamber Efendimiz’in yanın-da, onun tavsiyeleri ve göze-timi altında yetişen sahabeler arasında da görürüz bu bilinci. İşini sağlam yapan insanlar-la nasıl mesafe kat edileceğini Hz. Ömer şu örnekle ne güzel hatırlatır bize: Hz. Ömer bir gün yanındakilere Allah’tan bir şey istediğinizde kabul olacağını bilseniz en çok ne isterdiniz? diye sorar. Kimi bir ev dolusu altın, bazıları çok para, bir kıs-mı da mücevher ister. Amaçları bellidir. Bu altınları, mücevher-leri Allah yolunda harcamaktır niyetleri. Sıra Hz. Ömer’e geldi-ğinde isteği diğerlerininkinden çok farklıdır. “Ben şu ev dolusu Ebu Ubeyde, Muâz b. Cebel ve Ebu Huzeyfe’nin azatlısı Sâlim gibi adamlarım olmasını ve onları Allah’ın adını yüceltmek için gö-revlendirmeyi isterdim” şeklinde olur cevabı. Hz. Ömer’in arzusu, üzerine aldığı görevleri liyakat, ehliyet, emanet bilinci ile en gü-zel şekilde yerine getiren kişilere duyulan özleminin bir tezahürü olarak yansır zihinlere.

Bir uyarıİşimizi güzel yapmak sadece insanlar bize iyi davrandığında ya da onlardan güzel bir karşılık gördüğümüzde yansıtacağımız bir davranış değildir. Kişinin her şart ve durumda kendine yakı-şanı yapması, kendisi için edin-diği bir prensibi ortaya koyma-sıdır. “İnsanlar iyilik yaparsa biz

de iyilik yaparız, zulmederlerse, biz de zulmederiz.” diyen zayıf karakterli kimseler olmayın.” (Tirmizi, Birr 63.) uyarısında bulu-nur Peygamber Efendimiz bize. Bilakis, insanlar iyilik yaptığın-da bizim de iyilik yapmamızı, kötülük yaptığında ise onlara zulmetmememizi ister. Zulmet-memeyi başarabilmek, “ken-dimizi kontrol etmek ve güzel bir iş ortaya koymak” demektir çünkü.

Pek çok işi yarım yapmak mı, az işi tam ve güzel yapmak mı?Herkes her işi en güzel şekilde yapamaz. Bir konuda çok iyi ol-mak, bizi her konuda iyi olmaya götürüyor ve en ufak başarısız-lıklara tahammül edemiyorsak, öncelikle insan olmanın sınırla-rını zorladığımızı fark etmemiz gerekir. Hangi işte en iyi isek o işi yapmak ihtisasa hürmettir.

Her şeyi bilemeyiz, her işi yapamayız ama her ne yapı-yorsak onu en güzel şekilde yapabiliriz. Tıpkı şairin dediği gibi: Tepede bir çam olamıyorsan vadide bir çalı ol, ama en iyi küçük çalı de-renin kenarında sen ol.Ağaç olamıyorsan, çalı olamıyor-san eğer, bir parça çimen ol, mut-lu olsun yanında durduğun yol.Alabalık olamıyorsan, bir levrek ol sadece, ama en canlı levrek sen ol gölde.Hepimiz kaptan olamayız, tayfa da olmalıyız, bir yer var burada, iş büyük de olabilir küçük de.

Bize en yakın görevi yapmalıyız, yol olamıyorsan bir patika ol sadece,

Güneş olamıyorsan eğer yıldız ol, kazanıp kaybetmezsin nasıl-sa büyüklükle, her neysen, en iyi sen ol!

71Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 74: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Muhammet GÜNDOĞDUNew York Din Hizmetleri Ataşeliği Din Görevlisi

2012 yılında ramazan ayı görevi sebebiyle Rusya Federasyonuna bağlı Özerk Mordovya Cum-

huriyetinin başkenti Saransk şehrine doğru yolculuğa baş-lamıştık. Önce Moskova’ya ora-dan da görev yapacağımız şeh-re ulaşacaktık. Yeni insanlar ve Müslüman kardeşlerimizle bir araya gelecek olmanın tatlı he-yecanı Moskova’da “Belki İkinci Dünya Savaşı zamanından kal-madır.” diyerek tahminler yü-rütüp bindiğimiz küçük çift mo-torlu uçaktaki hafif korkumuzla birleşmişti. İki saatlik bir uçuşla menzile varmıştık.

Tataristan ile Moskova arasın-da ve Tatar-Müslüman nüfusun

belli bölgelerde yoğunlaştığı bir şehir Saransk… Şehirde Üskü-dar Müftülüğü tarafından Kar-deş Şehir Projesi kapsamında buradaki kardeşlerimize bir he-diye olarak yaptırılan Üsküdar Camii mevcut. Cami, yerel mi-mariyle uyumlu bir biçimde inşa edilmiş yüksek ve ferah bir yapı.

Şehre geldiğimizde bizi yerel bir müftülüğün müftü ve yardımcısı karşılamıştı. İkisi de Türkiye’de eğitim görmüş ve Türkçeye ha-kimdi. Müftü yardımcısı ilahiyat alanında lisans ve yüksek li-sans eğitimini Türkiye Diyanet Vakfı bursu ile gerçekleştirmiş. Ramazan ayı boyunca bize refik olan bu iki arkadaşımızla be-raber görev yapacağımız Tatar

köyüne ulaştık. Gözün alabildiği kadar yeşil düzlükler… Büyük, çok yüksek ve sık bir şekilde sıra sıra dizili ağaçlar… Yeşillik-lerde otlayan atlar… Evler sanki bir masal kitabından çıkmış gibi küçük ve renkli; her ev ayrı bir renkte ama gök mavisi olanla-rın sayısı fazla gibi.

Tatar nüfusu, şehir merkezinde bir miktar olmakla birlikte farklı bölgelerde ve özellikle köylerde bulunuyor. Yılın iki ayı güneşli geçiyor ve o yıl ramazan ayı da o iki aydan birine, ağustos ayına rast gelmişti. Yılın geri kalan ay-larında eksi derecelerdeki karlı soğuklar altında hayatlarını ida-me ettiriyorlar. Köyün şehre ya-kınlığı sebebiyle halk, çalışmak

72 Aylık Dergi | Mayıs 2020

“KÜP RAHMET”

HATIRA DEFTERİ

Page 75: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

HATIRA DEFTERİ

için çoğunlukla şehre gidiyor. Köyün camileri ise yine evler gibi birbirinden oldukça farklı ve bölgenin genelinde olduğu gibi caminin ağırlığını bozmaya-cak bir mimaride rengârenk…

Ramazan ayı boyunca çocuk sesleri ile birlikte açılan iftarlar ve semaya yükselen dualarla köyün camisi şenleniyor. Cami-nin bir köşesinde yaşlı dede ve amcalar oturuyor; ibadetlerinin ve bazen de hayat haklarının engellendiği zor günleri unu-tulmaz acı ve tatlı pek çok ha-tırayla yâd ediyorlar. Bir “Ezancı Amca” var. Her ezan vakti büyük bir huşu ve ciddiyet içerisinde âdeta göndere bayrak çeken bir asker edası ve heyecanıyla mik-rofonun başına geçiyor. İbadet-lerini serbestçe yapıyor olma-nın huzuruyla ezanı bitiriyor ve ardından namaza geçiliyor. Cuma namazlarında -Balkan-larda ve bazı başka bölgelerde kılıçla okunması gibi- hutbeyi elde asa ile okuma geleneği var. Teravih namazlarında yine bir vazife şuuruyla mikrofonun başına toplanılıyor, bir halka oluşturuluyor, hep birlikte ilahi-ler, salavatlar okunuyor ve mi-nareden yükselen sesle bütün köy yankılanıyor. Ramazanın ilk on beş günü “Hoşgeldin Rama-zan”; son on beş günü ise “El-veda Ramazan” ilahileri…

Özellikle zorlu dönemlerde Mevlit merasimleri gibi bir araya gelme vesileleri aslında onların kimliklerini muhafaza etmelerinde en önemli vasıta-lardan biri olmuş. Yeni nesilleri de bu kültür içinde yetiştirme-ye, kimliklendirmeye çalışıyor-lar. Tatarların Müslüman kim-liklerini yaşatmada bir diğer önemli unsur ise her 21 Mayıs günü gerçekleşen geleneksel şenlikler. Saransk’a 8-10 saat-

lik mesafede Tataristan Özerk Cumhuriyetinde yer alan Bul-gar (Bolghar) şehrinde her yıl ülkenin bütün bölgelerinden gelen Tatarlar buluşuyor. Bu ta-rih, Tatarların tarihsel kökenleri olarak ifade ettikleri Volga-Bul-gar Türklerinin İslamiyeti dev-let olarak ilk kez kabul ettikleri tarihtir. Abbasiler dönemi sey-yahlarından İbn Fadlan Se-yahatname’sinde 922 yılında Almış Han’ın huzuruna gelen Abbasi heyetini şükür secdesi ve tekbirlerle karşıladığını be-lirtmiştir. Bizim ramazan ayını geçirdiğimiz bölgedeki Tatarlar da her yıl bu şenliğe katılıyor ve Unesco Dünya Hazineleri Liste-si’ne girmiş olan Bolghar tarihi bölgesinde, Beyaz Cami-Mina-re çevresinde -mahiyeti zaman içinde farklılık göstermiş olsa da- bir kongre ve şenlik hava-sında gerçekleşen buluşmayı/anmayı bize anlatıyorlardı.

Köyde bir Anadolu köyündey-miş gibi insanların sıcaklığını hissediyorsunuz. Uzaklardan gelen hocaları evinde ağırla-mak, onlara iftar vermek ve de geçmişlerine bir dua okutmak isteyen köy halkı tatlı bir yarış içerisinde. Evlerdeki iftar ikram-ları bir görsel şenlik gibi… Tatlı-sıyla meyvesiyle evde ne varsa misafire ikram için sofraya ko-nuluyor. Ana yemek çoğunlukla mantı türünde sade bir yemek ya da et yemeği. Komşu bir eve iftar daveti için gittiğimizde eve gelen her yeni misafirin ardın-dan kısa bir Kur’an tilaveti ve peşinden “El-Fatiha” diyerek ve de geçmişlere bağışlayarak iftarı bekliyorduk. Bize refakat eden arkadaşımız aynı zaman-da tercümanlığımızı da yapı-yordu. (Tatarca, Türkçe ile bazı kelime benzerlikleri olsa da ol-dukça farklı bir dil.)

“Hoş geldiniz” diyen ev sahibi bize nereden geldiğimizi sor-muştu. “İstanbul” dediğimizde oturduğu yerden kalkıp onca yaşına rağmen elimizi öpme-ye kalktı ve “Siz İstanbul’dan geliyorsunuz; siz sultansınız.” dedi. Onun milletimize olan iç-ten bağlılığı bizi fazlasıyla etki-lemişti. İstanbul’dan beraber geldiğimiz arkadaşımla birlikte cemaatimize “Kadir gecesinde teravih namazını Türkiye’deki bir usulde eda edelim.” dedik ve onların da çok memnun ol-duğu enderun usulü ile kandili idrak ettik.

Son iftarımızda Saransk Şehrin-de, ülkenin çeşitli bölgelerinde görev yapan Tatar Din Görevlileri ve Tatar Toplumu ile buluşmuş-tuk. Orada tanıştığımız orta yaşlı bir hocamız bize Türkiye’den ge-len sarık ve cübbesini gösterdi. Özel olarak bunları taşıdığını ve özel günlerde, programlarda bu kıyafetleri kullandığını ifade etti ve bunun nedenini şöyle açık-ladı: “Bu sarık ile cübbeyi giy-meden önce öpüp alnıma götü-rürüm çünkü bu sarık ve cübbe İstanbul’dan geldi.” Kendisine Başkanlığımızdan getirdiğimiz Kur’an-ı Kerim’i hediye olarak takdim etmenin büyük mutlulu-ğunu yaşadık.

Ülkemize yönelik yoğun sevgi ve hürmet hissi ve beklentilerinin yüksek oluşu bize o bölgelere eskisinden çok daha fazla ilgi göstermemiz gerektirdiğini dü-şündürmüştü. Ramazan biterken o dönemde vizelerden kaynak-lanan bir sebeple bayrama kala-mamanın burukluğu ile onlardan ayrılıyorduk ve evleriyle beraber gönüllerini bize açarak göster-dikleri misafirperverlik için kar-deşlerimize “Küp rahmet” yani “Çok teşekkürler” diyorduk…

73Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 76: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Fakir olan kardeşe zekât verilebilir. Kardeş çocuğu, amca, dayı, hala ve bunların ço-cukları da böyledir (Merğînânî, el-Hidâye, II, 224; İbnü’l-Hümâm, Feth, 275; İbn Âbidîn, Reddü’l-muh-târ, III, 172, 293.) Hatta zekât verirken yoksul akrabalara öncelik verilmesi daha sevaptır. Çünkü bunda hem zekât borcunu ödeme, hem de sıla-i rahim vardır. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Sadakasını hısımına veren için iki ecir vardır: Hısımlık ecri ve sadaka ecri.” (Buhari, Zekât, 44; İbn Mace, Zekât, 24.) buyurarak bunu teşvik etmiştir.

FAKİR KARDEŞE ZEKÂT VERİLEBİLİR Mİ?

Bela ve musibetleri üç grupta değerlendirmek gere-kir: a) İnsan iradesinin söz konusu olmadığı bela ve musibetler (doğal afetler gibi). b) İnsan iradesinin kısmen söz konusu olduğu bela ve musibetler (kıs-men kabahatli olunan trafik kazaları gibi). c) İnsan iradesinin söz konusu olduğu bela ve musibetler (alkollü araç kullanarak sebebiyet verilen kazalar, dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu maruz kalınan hastalıklar gibi). Bu sayılanların hepsi Allah’ın tak-diri iledir. Mümine düşen ise kaderini bilmediğinden dolayı her çeşit bela ve musibete karşı tedbir almak, bunlara maruz kalınması durumunda ise sabredip kadere inanarak teslimiyet göstermektir. Bu teslimi-yet, ihmal, kusur veya kasıtlı olarak gerçekleşen ve hak ihlallerine yol açan durumlarda sorumlulukların cezasız bırakılmasına rıza gösterilmesi anlamına gelmez. Şunu unutmamak gerekir ki Allah sonsuz rahmet ve inayet sahibidir. Dolayısıyla musibete maruz kalan bir kimseyi, sabretmesi kaydıyla büyük mükâfatlara nail kılacaktır. Ayrıca Allah insanları im-tihan ettiği için dilerse birtakım bela ve musibetler verebilir. Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a.s.) haber verdiğine göre tarih boyunca en büyük sıkıntılara peygamberler ve salih insanlar maruz kalmıştır. (Ah-

med b. Hanbel, el-Müsned, I, 173.) İnsanlar bu durumda kulluklarının gerektirdiği tutum içinde olmalıdırlar.

BELA VE MUSİBETLER KADER MİDİR?

Kendilerine zekât verilecek gruplardan biri de fakirlerdir. (Tevbe, 9/60.) Bir kişi zekâtını, elindeki malın cinsinden vere-bileceği gibi bedeli olan başka mallardan nakit olarak da verebilir. Bu itibarla evle-necek kişiye, zekât alma şartlarını taşıyor ise ihtiyacı olan eşyalar zekât olarak veri-lebilir. Velisi fakir olan çocukların sünnet masrafları da zekât niyetiyle karşılanabi-lir. Ancak daha uygun olanı zekâtı ihtiyaç sahiplerine verip harcamayı onların yap-masına imkân tanımaktır.

SÜNNET ETTİRMEK VEYA EVLENDİRMEK İÇİN FAKİRE HARCANAN PARA ZEKÂT YERİNE GEÇER Mİ?

74 Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 77: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Bir mümin ne kadar sıkıntı çekerse çeksin ölümü temenni etmeme-lidir. Çünkü sıkıntılar da ilahi imtihanın bir gereği olup sabreden in-sanlar büyük ecir kazanır. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde şöy-le buyurmuştur: “Sizden hiçbiriniz başına gelen bir sıkıntıdan ötürü ölümü asla temenni etmesin. Şayet ölümü istercesine olağanüstü bir darlık içinde kalırsa, o zaman şöyle desin: ‘Allah’ım! Benim için yaşamak hayırlı olduğu müddetçe beni yaşat, benim için ölüm ha-yırlı olduğu vakit de beni öldür.’” (Tirmizi, Kıyamet, 26.)

Secde ederken, rüknü yerine getirecek (Sübhânellâhi’l-azîm diye-cek) kadar bir süre ayak parmaklarından birinin yere dokunması yeterlidir. Ayakların en az birisi bu kadar süre ile yere dokunmazsa namaz sahih olmaz. (Aliyyü’l-kârî, Fethu Bâbi’l-‘inâye, I, 228; Şürünbülâlî, Merâ-kı’l-felâh, 85-86.)

ÖLÜMÜ TEMENNİ ETMEK CAİZ MİDİR?

SECDEDE AYAKLARIN YERDEN KESİLMESİ NAMAZA ZARAR VERİR Mİ?

Kişinin, öldüğü yerin kabristanına defnedilmesi müstehaptır. İstisnalar olmakla birlikte sahabe-i kiram genellikle vefat ettikleri yerlerde defnolunmuşlardır. Ancak cesedin bozul-masından endişe edilmiyorsa cenazenin başka bir şehre veya memlekete taşınmasında ve oraya defnedilmesinde dinî açıdan bir sakınca yoktur. Nitekim ashaptan Sa’d b. Ebî Vakkas ve Saîd b. Zeyd’in (r.a.) Medine’nin dışında bulunan Akîk denilen yerde vefat ettiği ve Medi-ne’ye defnedildiği rivayet edilmiştir. (Muvatta, Cenâiz, 31; Aliyyü’l-kârî, Fethu bâbi’l-‘inâye, I, 457.)

KİŞİ ÖLDÜĞÜ YERDEN BAŞKA BİR YERE GÖTÜRÜLÜP DEFNEDİLEBİLİR Mİ?

75Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 78: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

F. Hilâl FERŞATOĞLUİstanbul Kadıköy Vaizi

Arap Yarımadası’nın gü-neyinde yer alan, Antik Yunan ve Romalıların zenginliği sebebiyle

Arabia Felix (Mesut Arabistan) diye isimlendirdiği Yemen, altı bin yıllık köklü bir tarihe sahip-tir. Maîn, Katabân, Evsân, Sebe, Hadramut, Himyerî krallıkları milattan önce bölgede hüküm

süren güçlü ve iz bırakmış bü-yük devletlerdir. Bunlar arasın-da Sebe’nin Kur’an’da geçtiği üzere bir melike tarafından yönetilen zengin bir krallık ol-duğu, evvelce güneşe taptıkları hâlde Hz. Süleyman’ın daveti üzerine Müslüman oldukları bi-linir. (Neml 27/20-44.) İnşa ettikleri mühendislik eseri barajlar sa-

yesinde ziraat ve ticarette ileri giden bu müreffeh toplum is-yan ve inkâra düşerek Arim seli denilen büyük bir afetle ceza-landırılmıştır. (Sebe, 34/15-21.)

Bölgede çok tanrılı dinî inanış hâkimken Kudüs’ün Romalılar tarafından ele geçirilmesinin ardından (M.S. 70.) göçlerle bir-likte Yahudilik, miladi dördüncü

Erken dönemde İslam’ı kabul etmiş, sahabe valiler tarafından yönetilmiş bölge insanı dinine bağlıdır. Yemen’e yerleşen sahabiler sebebiyledir ki diğer bölgelerden hadis almak üzere gelen tullâbın yetiştiği bir merkez olan San’a’dan zaman içinde çok âlim çıkmıştır.

TEBDİL-İ MEKÂN

76 Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 79: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

Fil Vakası da bu dönemde ger-çekleşir.

İslam öncesi dönemde ticaret yahut hac için Mekke’ye git-melerine ve yeni ortaya çıkmış bir dinden haberdar olmalarına rağmen Yemenlilerin İslamlaş-ması Medine dönemine denk düşer. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) İran kisrasına davet mektupları göndermesi sonrasında Sasani-lerin Yemen valisi Bâzân davete icabet eder. (628-631) Allah Resulü’nün (s.a.s.) Muaz b. Ce-bel’i Kuzey Yemen’e, Ebu Musa el-Eş’arî’yi de Güney Yemen’e vazifelendirmesi sonrasında İs-lamiyet Yemen halkı tarafından kısa sürede benimsenir.

Emevî, Abbasî, Eyyübî, Resulî, Tahirî hanedanlarınca idare edildikten sonra Yavuz Selim’in Mısır’ı fethedip Memlükleri tarih sahnesinden silmesiyle Hicaz’la birlikte Osmanlı coğ-rafyasına dâhil olur Yemen. XVI. yüzyıl başlarında Portekiz-lerin Kızıldeniz’deki saldırgan faaliyetleri karşısında Hicaz’ı ve hacıları koruma gerekliliği, Hindistan deniz ticaret yolu-nun öneminin de farkında olan Osmanlı’yı harekete geçirir ve 1539’da Yemen Osmanlı san-cağı olur. Zaman içinde bazı beylerbeylerinin kötü yönetimi Zeydî isyanlarına sebep olacak, Yemen toprakları Osmanlı ile Yemenli isyancılar arasında el değiştirecektir.

Akdeniz havzasını Kızıldeniz üzerinden Uzakdoğu’ya bağla-yan deniz ticaret yollarının ke-siştiği stratejik noktada yer alan Yemen, XIX. yüzyılda başta İngiltere olmak üzere Avrupalı sömürgeci devletlerin çıkarcı faaliyetlerine sahne olur. Os-

asırda misyonerlik faaliyetle-riyle Hristiyanlık yayılır. Güney Arabistan’da altı buçuk asır hü-küm süren güçlü Himyerî kral-lığının son hükümdarı Zûnüvâs Yahudiliği devletin resmî dini olarak kabul eder. Onun Nec-ranlı Hristiyanların binlercesini ateş çukurlarına atarak katle-dişi yüz yıl sonra Kur’an ayet-

lerine de konu olacaktır. (Buruc

85/4-9.) Bu olay Habeşlilerin Bi-zans ile anlaşarak Himyerî Dev-leti’ne son vermesi ile sonuçla-nır. (525) İşte Yemen’de Sasani hâkimiyetine geçmeden önceki yarım yüzyıllık Habeş idaresi böylelikle başlar. Habeş Valisi Ebrehe’nin Kâbe’yi yıkmaya ni-yetlenişi üzerine gerçekleşen

Sana / Yemen

TEBDİL-İ MEKÂN

77Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 80: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

manlı idaresinin etkili olmadığı bölgelerde Müslüman kılığın-daki casusları aracılığıyla kabile şeyhleriyle irtibata geçerek hal-kı isyana teşvik ederler. Osman-lı’nın 1869’da Yemen’de kurdu-ğu 25.000 kişilik 7. Ordu hem Yemen sahillerini korumuş hem de içerideki isyancılarla mü-cadele etmiş ve binlerce şehit vermiştir. Son çıkan isyan Zeydî İmam Yahya ile yapılan bir ant-laşma ile sonlandırılmış (1911), sağlanan barış I. Dünya Savaşı süresince devam etmiştir.

Osmanlı’nın savaştığı dokuz cepheden birisidir Yemen. Anadolu’dan sevkedilen on binlerce asker sadece düş-manla değil, bulaşıcı hastalık ve açlıkla da savaşmış, çok azı memleketine dönebilmiştir. Ye-men’de 1517’de başlayıp ke-sintilerle devam eden Osmanlı hâkimiyeti Mondros Mütarekesi (1918) ile fiilen, Lozan Antlaş-ması’yla resmen sona erer. Bu tarihten sonra Kuzey Yemen Zeydî imamların, Güney Yemen İngilizlerin yönetimine geçer. 1962’de Kuzey Yemen’de Ye-men Arap Cumhuriyeti, ba-ğımsızlığına kavuşan Güney Yemen’de ise 1967’de komü-nist Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti kurulur. 1990 yı-lında Güney ve Kuzey Yemen’in birleşerek Yemen Cumhuriyeti adını almasından yirmi yıl sonra Tunus’ta başlayan “Arap Baha-rı” Yemen’de de etkili olacak ve otuz üç yıllık Ali Abdullah Salih yönetimi fiilen sona erecektir (2011).

Yemen tarihin başlangıcından bu yana zengin kültürel mira-sa sahip bir bölgedir. İçlerinde Hintliler, Pakistanlılar, Somalili-ler olsa da ağırlıklı nüfus Arap-

lardan oluşur. Erken dönemde İslam’ı kabul etmiş, sahabe va-liler tarafından yönetilmiş bölge insanı dinine bağlıdır. Yemen’e yerleşen sahabiler sebebiyle-dir ki diğer bölgelerden hadis almak üzere gelen tullâbın ye-tiştiği bir merkez olan San’a’dan zaman içinde çok âlim çıkmış-tır. Şia’nın ehlisünnete en yakın kolu olan Zeydîler ve Şafîler Yemen’de yüzyıllardır iç içe ya-şayan iki mezhep topluluğudur.

Yemen geleneklerine bağlı bir ülke. Erkek çocuklar sünnet ol-duğunda cenbiye denilen bir çeşit hançer sahibi olmaya hak kazanıyor. Kabzası altın, gümüş kakmalı, telkarili, değerli taşlar-la süslenmiş cenbiyeler erkekler için devamlı bellerinde taşıdık-ları bir itibar aracı. Sade ve aza kanaat eden insanlar olmaları-na rağmen cenbiye konusunda hassaslar, “İtibarda tasarruf ol-maz.” düşüncesindeler.

Zengin tarihi, kültürel doku-ya ve tabii güzelliklere sahip olmasına rağmen iç savaşlar ve siyasi kargaşalar sebebiyle Yemen’de turizm gelişmemiş. Ülke ekonomisi büyük ölçüde kömür ve petrole bağlı.

San’aYemen’in tarihî başkenti San’a, Arap Yarımadası’nın en eski şe-hirlerinden ve ticaret merkez-lerinden birisi. Yarımada’ya Çin ve Hindistan’dan deniz yoluyla getirilen ticaret malları her dö-nemde San’a üzerinden kara-yolu ile kuzeye taşınıyor. Deniz seviyesinden 2200 metre yük-seklikte kurulan şehrin havası Yemen’in aşırı sıcak ikliminin aksine ılık.

Üç asır Osmanlı’nın merkez sancağı olan surlarla çevrili eski

San’a’ya Bâbu’l-Yemen denilen kapıdan giriliyor. Doğunun bütün renklerini ve tatlarını barındıran renkli çarşılarında çeşit çeşit baharatlar, vaha bitkileri, tropi-kal meyveler bulunuyor. Şehirde günlük hayat, Hz. Peygamber (s.a.s.) döneminde Sasani valisi iken Müslüman olan Bâzân’ın yaptırdığı ilk mescit yerine inşa edilen Camiu’l-Kebîr çevresinde gelişmiş. Şehrin mimari yapısı etkileyici. Çöl kumundan yapıl-ma çok katlı ve süslemeli bina-larıyla eskinin oldukça modern, zamanımızın ise en otantik şe-hirlerinden biri olarak dikkat çekmiş ve San’a bu özelliğiyle UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine girmiş (1984).

San’a’da pek çok Osmanlı eseri bulunuyor: Camiler, mescitler, medreseler, saraylar, kasır-lar, hanlar, hamamlar, sebiller, su kuyuları. Beylerbeyi Hasan Paşa tarafından yaptırılan Be-kiriyye Camii, Yemen’deki Os-manlı eserlerinin en güzellerin-den (1597). Yemen mimarisine Osmanlı ile birlikte, geniş pen-cereler, rengârenk vitraylar ve ahşap unsurlar girmiş. XIX. yüzyılın sonlarında bilhassa San’a’da olmak üzere hasta-ne, eczane, karantinahane, mektep, rüştiye ve idadi gibi kurumsal binalar da yapılmış. San’a’da Hamidiye Sanayi Mek-tebi (1903) günümüzde askerî müze, 7. Kolordu için yapılan Osmanlı Kışlası, geniş avlusu, camisi ve hamamıyla askerî amaçlı kullanılmakta.

San’a yakınlarında Dâr Vadisi’n-de geleneksel Yemen mima-risinin harika eserlerinden biri Darü’l-Hacer görülmeye değer. XVIII. yüzyılda inşa edilen bina İmam Yahya’nın yazlık sarayı

78 Aylık Dergi | Mayıs 2020

TEBDİL-İ MEKÂN

Page 81: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

yüksek katlı mimarili şehri ola-rak UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde.

Yemen ah Yemen!Osmanlı’nın, XVI. yüzyılın ba-şında Yemen’de bulunma sebe-bi Avrupalı sömürgeci devlet-lerin aksine vatan topraklarını bilhassa Kâbe-i Muazzama’yı muhafaza içindi. Devlet-i Aliy-ye’nin, Süveyş Kanalı’nın açıl-masından sonraki 45 yıl içinde Yemen’e bir milyon vatan evla-dını gönderdiği ve bunların ço-ğunun da geri dönemediği acı bir gerçektir. Dert yüklü türkü-lerle, ağıtlarla hafızalarımızda yer etmesi bundandır.

Osmanlı himayesinden mah-rum kalışından yüz yıl sonra bu-gün Yemen’de sular durulmuş değil. Mezhep çatışması görü-nümünde körüklenen son sa-vaş yüzünden Yemen’de dram devam ediyor. 2015’den bu yana oluşturulan çok uluslu bir koalisyon tarafından hava sal-dırılarıyla vuruluyor Yemen. On binlerce Yemenli can verdi, yüz binlercesi açlık ve yoksullukla boğuşuyor. Ne gelişmiş ülkeler ne de İslam ülkeleri savaşın bitmesi için gayret sar fediyor.

Şair dillendirdiği ağıdı Anado-lu’dan giden neferin ağzından mı, onu bekleyen ananın, eşin ağzından mı, acep Yemen’in ağzından mı söylüyor?

“Yüreğimde ateş, hâlâ yanıyor!Derinlere indi yaram kanıyor!Bilmeyenler acım bitti sanıyor!”

olarak biliniyor. Yirmi beş metre yüksekliğindeki yekpare bir ka-yanın üstündeki beş katlı saray tamamen pişirme topraktan yapılmış, vitraylı pencerelerle renklenen çok sayıda odası ve kayanın içine oyulmuş derin bir su kuyusu ile ilgi çekiyor.

AdenKızıldeniz’in girişinde adını ta-şıyan körfeze uzanan iki yarı-madaya kurulmuş şehrin etrafı dağlarla çevrilidir. Stratejik ko-numu sayesinde tarih boyunca ticaret merkezi olma özelliğini sürdüren Aden’in tabii lima-nı Hindistan ve Uzakdoğu’dan gelen ticaret gemileri için vaz-geçilmez bir konaklama yeri ol-muştur.

Kızıldeniz’in kapısı konumun-daki bu önemli liman şehri 1538’de Osmanlı tarafından fethedilir ve Portekizliler ile mücadelede önemli bir de-niz üssü olur. Yüzyıla yakın Osmanlı idare-sinde kaldıktan son-ra Zeydî imamların hâkimiyetine geçen Aden, Hindistan’ı sömürgeleştirdik-ten sonra İngilizlerin de iştahını kabartır. 1839’da ticari bir an-laşma bahanesiy-le Aden’e yerleşir İngilizler. 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla şehrin önemi daha da

artar ve Aden 1937 yılında İn-giltere’ye tabi bir koloni hâline gelir. 1970’de bağımsızlığına kavuşan Güney Yemen’in baş-şehri olur.

Aden yarımadasının güney sa-hili boyunca bölgeye adını ve-ren Hadramut vadisi yer alır. Bu vadide bulunan Şibam şehri çamurdan yapılan çok katlı kâr-gir-kule evleriyle “Çölün Man-hatten’ı” diye adlandırılır. Bir katında en fazla iki oda bulunan bu kerpiç binalar 5-7 kat yük-sekliğinde ve her birinde birer aile oturuyor. 600-700 yıllık bi-nalar 4-5 yılda bir alçıyla sıva-narak rüzgâra ve yağmura karşı korunuyor. Yüksek ve bitişik ni-zam binalar doğal klima vazife-si görüyor, baktığı dar sokaklar ve alt katlar çölün sıcağından etkilenmiyor. Bu ıssız vadideki kerpiç kent dünyanın bilinen ilk

Darü’l-Hacer / Yemen

79Aylık Dergi | Mayıs 2020

TEBDİL-İ MEKÂN

Page 82: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

KİTAPLIK

Diyanet İşleri Başkanlı-ğı Yayınlarından çıkan “Maturidi”, biyogra-fik eser olmanın öte-

sinde İmam Maturidi’yle ilgili kapsamlı zihinsel arka plan oluşturmayı hedefliyor. Yazar Hülya Alper, ehlisünnetin ana kollarından birinin kurucu ima-mı olan ve ehlisünnet kelamının sistemleşmesi hususunda baş-rol oynayan Maturidi’yi geniş bir

pencereden, bütüncül bir bakış açısıyla ele alıyor. Onun içinde bulunduğu ve yetiştiği çevreyi, çeşitli medeniyetlerle irtibatına olanak sağlayacak yaşam ala-nını, bu alanda mevcut bulunan türlü düşünce sistemlerini ve bunların onun üzerindeki etki-sini okuyucunun zihninde bir taslak oluşturacak şekilde an-latıyor.

Soyu ve ailesi hakkında net bil-giler bulunmayan Maturidi’nin hayatı için farklı yaklaşımlara, kendisinin selefi olan Nesefî’nin onun hakkındaki görüşlerine, tedrisinden geçtiği hocalara ve ilmî silsilesine, yetiştirdiği ta-lebelere değiniyor. Yazar, Ma-turidi’nin eserlerini günümüze ulaşanlar ve ulaşmayanlar ola-rak ikiye ayırıyor; günümüze ulaşan iki eseri (Kitâbü’t-Tevhîd ve Tevîlâtü’l-Kur’an) hakkında kısaca bilgiler vererek üzerle-rine yapılmış olan çalışmalara değiniyor.

Yazar, ehlisünnet düşüncesinin ve kelam sisteminin otorite-lerinden biri olan Maturidi’nin İslam düşüncesindeki yerini tarihi seyir içerisinde ve bugün olmak üzere iki ana başlık altın-da inceliyor. Oluşturduğu kelam sistemini “Dini Tanımanın İki Yolu: Sem’ ve Akıl”, “Bilgi Teo-

risi”, “Ulûhiyyet”, “Nübüvvet”, “İmtihan ve Ahiret”, “İnsan Fiil-leri ve Özgürlük Sorunu”, “İma-nın Anlamı”, “İmamet ve Yöne-tim” başlıkları altında açıklıyor.

Hülya Alper, Maturidi adlı çalış-masına yazmış olduğu önsözde “… Onun sisteminin bütününü ele alan, genel okuyucuyu da gözetecek bir şekilde, açık ve sade bir dille yazılan esere du-yulan acil ihtiyaç devam etmek-tedir. Elinizdeki çalışma böyle bir ihtiyaca binaen kaleme alın-mıştır.” ifadeleriyle hazırlamış olduğu çalışmanın hangi amaç doğrultusunda yazıldığını belir-tiyor.

Birtakım gruplarla arasında meydana gelen görüş ayrılıkla-rı, gayrimüslimlerin fikirlerine yönelik eleştirilerinin yer aldığı çalışmalar dipnotlarla verilerek özel olarak araştırmak isteyen-lere bir adres bırakılıyor. Metin-lerinin ve onun üzerine yazılmış olanların ışığında bir dönem okuması yapmak da mümkün oluyor.

Kaynakça ile nihayet bulan ça-lışma, Maturidi’yi ve düşünce sistemini anlamak ve okumak isteyenlerin başvurabileceği bir öz şeklinde okurun istifadesine sunuluyor.

MATURİDİGüllü AKSA

80 Aylık Dergi | Mayıs 2020

Page 83: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı
Page 84: TAKDıM sağlıkla kalın. İyi okumalar. · HATIRA DEFTERİ “KÜP RAHMET” ... etmesinden ve insanlığın bu ani değişim karşısındaki acziyetin-den ibret alarak Cenab-ı

FİYATI: 6 TL

“Onlar; başlarına bir musibet gelince, ‘Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz’ derler.”

(Bakara, 2/156.)