İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK ve UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ Tüm yayın ve kullanım hakları İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesine aittir. Hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. Ancak kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Ders notlarının içeriğinden yazarları sorumludur.
40
Embed
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ...Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın torunu olan Mustafa Fazıl Paşa 1846 yılında İstanbul’a gelmiş, üst düzey memuriyetlerde görev almıştı.
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ
AÇIK ve UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ
Tüm yayın ve kullanım hakları İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesine aittir. Hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz. Ancak kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Ders notlarının içeriğinden yazarları sorumludur.
BÖLÜM: ORTAK DERS
DÖNEM (GÜZ / BAHAR): GÜZ
EĞİTİM ÖĞRETİM YILI: 2013-2014
DERSİN ADI:
ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ I
DERS NOTU YAZARININ
ADI-SOYADI:
PROF. DR. ALİ ARSLAN
YRD. DOÇ. DR. ABDURRAHMAN BOZKURT
2 / 40
3. HAFTA
DERS NOTU
3 / 40
İÇİNDEKİLER
4. YENİ OSMANLILAR HAREKETİ
4.1. Mustafa Fazıl Paşa’nın Desteği ve Yeni Osmanlıların Avrupa’daki Faaliyetleri
4.2. Yeni Osmanlılarla Rejim Taraftarları Arasındaki Fikir Çatışmaları
4.3. Padişah Abdülaziz’e Karşı Muhalefet
4.4. Uluslararası Faktörler ve Londra Sözleşmesi (1871)
4.5. Ulusal Ayaklanmalar
4.6. Abdülaziz’in Tahttan İndirilişi ve V. Murat’ın Tahta Çıkarılışı
5. I. MEŞRUTİYETİN İLANI (1876)
5.1. İstanbul (Tersane) Konferansı (1876)
5.2. I. Meşrutiyete Karşı Muhalefet
5.3. Mithat Paşa’nın Azli
5.4. Kanun-ı Esasi’nin Temel Özellikleri
5.5. Meclis-i Umumi, Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Âyan
5.6. 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı (93 Harbi) ve İkinci Dönem Meclis-i Umumi
5.7. Meclisin Tatili
5.8. 93 Harbi’nin Sonuçları
5.9. Çırağan Sarayı Vakası (20 Mayıs 1878)
Ek 4: Yeni Osmanlılar
Ek 5: Kanun-ı Esasi Metni
4 / 40
ÖZET Yeni Osmanlılar hareketinin hangi şartlar altında, neden ve nasıl ortaya çıktığı izah edildikten
sonra bu hareketin önde gelen şahıslarının fikirleri ele alınacaktır. Yine bu bağlamda Yeni
Osmanlıların, rejim taraftarlarıyla mücadeleleri, I. Meşrutiyet’in ilanı ve sonrasında yaşanan
gelişmeler değerlendirilecektir.
5 / 40
4. YENİ OSMANLILAR HAREKETİ Her ne kadar bir önceki yüzyıla göre daha olumlu görünse de Osmanlı Devleti’nde 19. asır
reform hareketleri sistemli bir plan çerçevesinde hayata geçirilememişti. Genel olarak
Tanzimat dönemi devlet adamlarının zihinlerinde, reformların Batılılaşma yoluyla
gerçekleşeceğine dair yanlış bir kanaat hâkimdi. Bu kanaat, Batılı toplumlara özgü
yöntemlerin Osmanlı toplumuna uygulanmak istenmesine neden oluyor, kalkınma yolunda
kısmi ve göreceli bir gelişme yaşanırken toplumsal dinamikler temelinden sarsılıyordu.
Tarihsel sürecin gerektirdiği değişimler, bariz bir gecikmeyle gerçekleşiyor ve bunlar başarı
olarak kabul ediliyordu. Misal olarak Osmanlı Devleti’nde Batı tipi ilk ve orta öğretimin
yaygınlaştırılmaya çalışıldığı yıllarda Batı’da üniversite ve akademilerde ciddi bilimsel
çalışmalar yapılıyordu.
Tanzimat döneminde, Osmanlı Devleti’nde beklenen kalkınma ivmesi yakalanamadı. Eksik
ve hataları olsa da yapılan reformların tabana yayılmasında ciddi sıkıntılar yaşanıyordu.
Reformları yürüten “Tanzimatçı” devlet adamları ve devlet mekanizmasına eklemlenmiş olan
aydınlar, bu sorunların Batılılaşma sayesinde aşılabileceğini savunuyorlardı. Bu görüşlere
karşı çıkan ve kendilerine Yeni Osmanlılar adı verilen aydınlar ise Tanzimat döneminde
uygulanan yöntemleri tartışmaya açtılar. Osmanlı devlet mekanizmasının ve toplumunun
kendi iç dinamikleri içerisinde yeniden yapılandırılması gerektiğini savunan Yeni Osmanlılar,
rejimin değişmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Yeni Osmanlılar, yapılacak değişim için
referans olarak Batı’yı değil İslam’ı esas alıyorlar; meşveret yani danışma mekanizmasının
işlevsel hâle getirilmesi yoluyla idari değişiklikler yapılabileceğini ileri sürüyorlardı. Onlara
göre bu esaslar çerçevesinde hazırlanacak bir anayasa ve kurulacak bir parlamentonun yer
alacağı meşruti bir idare sorunların çözülmesini sağlayacaktı. Batı’ya ait argümanları değil
daha ziyade İslami referansları esas alan Yeni Osmanlıların yönetime karşı toplumsal destek
sağlayarak yapılacak değişiklikleri tabana yaymak istedikleri anlaşılıyordu. Aralarında Şinasi,
Namık Kemal, Ali Suavi ve Ziya Paşa gibi devrin önemli aydınlarının bulunduğu Yeni
Osmanlılar basın ve yayın yoluyla düşüncelerini halka anlatmayı tercih ettiler. Tercüman-ı
Ahval, Tasvir-i Efkâr ve Muhbir gibi gazeteler aracılığıyla düşüncelerini yaymaya çalışan
Yeni Osmanlılar, 1865 yılında kurdukları Yeni Osmanlılar Cemiyeti etrafında örgütlenmeye
çalışırken mevcut rejim ve taraftarları ile karşı karşıya geldiler. Yeni Osmanlılar hareketini
daha iyi anlayabilmek için bu hareketin ileri gelenlerinin yetiştikleri şartlar, yaptıkları
görevler ve düşünceleri çok iyi bir şekilde tahlil edilmelidir.
6 / 40
4.1. Mustafa Fazıl Paşa’nın Desteği ve Yeni Osmanlıların Avrupa’daki Faaliyetleri
Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın torunu olan Mustafa Fazıl Paşa 1846 yılında İstanbul’a gelmiş,
üst düzey memuriyetlerde görev almıştı. Önce maarif, daha sonra maliye nazırlığına atanan
Mustafa Fazıl Paşa, başarılı olmasına rağmen Sadrazam Ali Fuad Paşa ile anlaşamadığından
görevinden alındı. Bundan sonra Meclis-i Âli-i Hazâin Başkanlığına atanan Mustafa Fazıl
Paşa, padişaha bir tezkire yazarak hükûmetin mali politikalarını eleştirmesinden dolayı
görevinden azledildi ve paşanın İstanbul’dan ayrılması istendi. Mısır Hidivi olan ağabeyi
İsmail Paşa, onun Mısır’a dönmesine izin vermeyince Avrupa’ya gitti. Bu sırada padişah
iradesiyle Mısır’da veraset sisteminin değiştirilmesi (hanedanın en büyük çocuğu yerine,
hidivin oğlunun tahta geçmesi) nedeniyle Mustafa Fazıl Paşa hidiv olma hakkını da kaybetti.
Bütün bunlardan dolayı Osmanlı Hükûmeti’ne karşı bir tavır sergileyen Mustafa Fazıl Paşa,
padişaha bir mektup yazarak yapılan yüzeysel ıslahatların devletin kurtuluşu için çözüm
olamayacağını ve idarenin değiştirilmesinin gerekli olduğunu bildirdi. Ayrıca Mustafa Fazıl
Paşa, Paris’e davet ettiği Yeni Osmanlı Hareketi’nin ileri gelenlerine destek vaat etti. Namık
Kemal, Ziya Paşa ve Ali Suavi Paris’e giderek Mustafa Fazıl Paşa’nın desteğiyle
mücadelelerini yurt dışından sürdürmeye başladılar.
4.2. Yeni Osmanlılarla Rejim Taraftarları Arasındaki Fikir Çatışmaları
Rejim taraftarlarını kendi aralarında kategorize etmek mümkündür: Eski rejim sayesinde
nemalanan ve meşrutiyetin ilan edilmesi hâlinde muhtelif menfaatlerini kaybedeceklerini
düşünen mevki ve makam sahipleri, gayrimüslimler devlet idaresine katılacağı ve halifenin
yetkileri sınırlandırıldığı için meşruti sistemin şeriata aykırı olduğunu savunanlar ve
meşrutiyet için toplumun yeterli olgunluğa erişmediğini ileri sürenler.
Rejim taraftarlarının destekledikleri Ali Paşa Hükûmeti, Yeni Osmanlılar tarafından
savunulan fikirleri değerlendirmeye tabi tutmak yerine 5 Mart 1867 tarihinde çıkardığı bir
kararname ile sansür uygulayarak bu fikirleri yasaklamayı tercih etti.
Yeni Osmanlılar, temelde Tanzimat dönemi yeniliklerine karşı olmadıkları gibi bu
yeniliklerin yeterli olmadığını temel hak ve hürriyetler dikkate alınarak geliştirilmesini
gerektiğini savunuyorlardı. Onlar, Tanzimat döneminde benimsenen zihniyetle birlikte
yeniliklerin tatbikat tarzına muhalefet ediyorlardı. Tanzimat yeniliklerinin yüzeysel bir
Batılılaşmaya yol açtığını savunan Yeni Osmanlılar, bu dönemin ortaya çıkardığı bürokrasi
anlayışına da karşı çıkıyorlardı. Yeniliklerin Batılıların dayatması ile yapılması da ayrı bir
7 / 40
eleştiri konusuydu. Yeni Osmanlılar, bu nüansın Osmanlı Devleti’nin Avrupalıların vesayeti
altına girmesine yol açacağını ileri sürüyorlardı. Bilhassa Islahat Fermanı ile hayata
geçirilmeye çalışılan yeniliklerin gayrimüslimler lehine ayrımcılık sağladığı, bundan dolayı
Müslümanların ihmal edildiği düşüncesi de Yeni Osmanlı çevrelerinde yaygın bir kanaat
olarak kabul görmekteydi. Bu noktada gayrimüslimlere hak verilmesine karşı olmayan Yeni
Osmanlılar gerçek bir eşitlik istiyorlardı. Tanzimat’ın Batı tarzı hukuk anlayışına da itiraz
eden Yeni Osmanlılar, İslami esaslar temel alınarak tesis edilecek bir hukuk sisteminin hem
Osmanlı toplum yapısına daha uygun olacağını hem de toplumsal tabanda destek bulacağını
ve böylelikle daha başarılı olacağını ileri sürüyorlardı.
Birbirinden farklı düşüncelere sahip olmakla birlikte Yeni Osmanlılar, İslami esaslı köklü
reformlar yapılması, siyasi hak ve hürriyetlerin tanzim edilmesi hâlinde Osmanlı Devleti’nin
içinde bulunduğu durumdan kurtularak gelişeceğine inanıyor, bunun için de meşrutiyet
rejimini gerekli görüyorlardı.
4.3. Padişah Abdülaziz’e Karşı Muhalefet
Yeni Osmanlılar ve onları destekleyen Mithat Paşa, Padişah Abdülaziz’e ve onun kurdurduğu
hükûmetlere karşıydılar. Hükûmetlerin icraatları, baskı ve zulüm olarak değerlendiriliyordu.
Bu sırada farklı sebeplerle bazı devlet adamları, Abdülaziz’e karşı gizlice faaliyette
bulunuyorlardı. Bu durum, onları Yeni Osmanlılarla iş birliğine itti. Bu arada kendisine karşı
bir komplo düzenlenmesinden ve tahttan indirilmesinden endişelenen padişah, Mithat Paşa’ya
bu durumda neler yapılması gerektiğini sordu. Mithat Paşa, padişaha bir rapor sunarak
memleketin içinde bulunduğu bunalımların nedenlerini açıkladıktan sonra bütün Osmanlı
uyruğunun hür ve eşik kılınması, iktidarda bulanan devlet adamlarının yetki ve
sorumluluklarını belirleyen bir kanunun çıkarılması hâlinde sorunların ortadan
kaldırılabileceğini izah etti. Ancak padişah bu tavsiyeler doğrultusunda bir adım atmadı.
4.4. Uluslararası Faktörler ve Londra Sözleşmesi (1871)
Prusya’nın 1870-71 yılında Fransa’yı yenerek Alman birliğini sağlaması ve Avrupa’da büyük
bir güç hâline gelmesi uluslararası rekabete yeni bir boyut kazandırdı. Merkezî Avrupa’da
yaşanan gelişmeleri fırsata çevirmeyi planlayan Rusya, Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması ile
engellenen taleplerini yeniden gündeme getirdi. Almanya’yı ciddi bir tehdit olarak gören
İngiltere ve Fransa’nın taleplerini geri çevirmesi Rusya’yı, Almanya ile ittifaka götürebilirdi.
Bu nedenle İngiltere ve Fransa, Rusya ile uzlaşma yolunu seçti. Yaklaşık iki ay süren
8 / 40
müzakereler neticesinde imzalanan Londra Sözleşmesi ile İngiltere, Fransa ve Rusya arasında
mutabakat sağlandı. Buna göre Rusya’nın Karadeniz’de tersane bulundurması ve bu
tersanelerde savaş gemisi inşa ederek Karadeniz donanmasını yeniden kurması kabul edildi.
Bu mutabakatla Osmanlı Devleti, Rusya karşısında yalnız kalıyordu. Nitekim Rusya, bundan
böyle Osmanlı topraklarında yaşanan gelişmelere doğrudan müdahale etmekte hiçbir sakınca
görmeyecekti.
4.5. Ulusal Ayaklanmalar
1875 yılında Hersek’in Nüvesin kasabasında vergi vermek istemeyen Hristiyan tebaa ile
Osmanlı zabıtası arasında çıkan münazaa genel bir isyana dönüştü. Hersek’ten Bosna’ya
oradan Bulgaristan’a sirayet eden ayaklanmalarla Osmanlı Devleti son derece zor durumda
kaldı. O sıralarda Osmanlı Devleti’ne bağlı Sırp ve Karadağ prenslik kuvvetleri bu
ayaklanmalara müdahil oldular. Başta Rusya olmak üzere güçlü Avrupa devletleri de bu
gelişmelerle yakından ilgileniyor, Osmanlı Devleti’nin Balkan milletlerine bilhassa
gayrimüslimlere zulüm yaptığını ileri sürüyorlardı. Yeni Osmanlılar ve duyarlı devlet
adamları, ayaklanmalara neden olan etkenleri ortadan kaldırmak, yeni bir hukuki ve siyasi
düzen kurarak dış müdahaleleri engellemek amacıyla meşrutiyet idaresinin tesis edilmesini
savunuyorlardı.
4.6. Abdülaziz’in Tahttan İndirilişi ve V. Murat’ın Tahta Çıkarılışı
Sadrazam Mütercim Rüştü Paşa, Mithat Paşa, Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi, Serasker
Hüseyin Avni Paşa, Süleyman Paşa gibi bürokratlar devletin içerisinde bulunduğu durumun
sorumlusu olarak gördükleri Sultan Abdülaziz’den ve hükûmetinden memnun değillerdi.
Muhalif devlet adamlarının kışkırtmalarıyla 11 Mayıs 1876 tarihinde Fatih, Bayezıt ve
Süleymaniye medreselerindeki öğrenciler dersleri boykot ederek ayaklandılar. Halkın da
desteğiyle Babıali’ye doğru yürüyen kalabalık, padişahtan Sadrazam Mahmud Nedim Paşa ile
Şeyhülislam Hasan Fehmi Efendi’nin azlini istedi. İstekleri kabul edildi. “Softalar Kıyımı”
olarak bilinen bu olaydan sonra Sultan Abdülaziz, sadrazamlığa Mütercim Mehmet Rüştü
Paşa’yı, seraskerliğe Hüseyin Avni Paşa’yı atadı. Mithat Paşa da Heyet-i Vükelâ’ya tayin
edildi. Padişahın bu hamleleriyle muhalefet sona ermediği gibi daha da güç kazandı.
Bu kez muhalifler Mithat Paşa’nın konağında toplanarak Şeyhülislam Hasan Hayrullah
Efendi’ye “Padişah mülk ve milleti tahrip ve devlet hazinesini israf etti, milletin durumunun
ıslahı için tahttan indirilmesi tasavvur olunur, buna cevaz var mıdır?” şeklinde bir soru
9 / 40
yönelttiler, şeyhülislamın “Bu hayırlı işe çarşaf kadar fetva veririm.” şeklindeki cevabı
üzerine ordu ve donanma elde edilerek Abdülaziz tahttan indirildi. Meşruti bir idare
kurulmasını kabul edeceğine dair söz alındıktan sonra Veliaht Murat Efendi (V. Murat) tahta
çıkarıldı. Abdülaziz’in tahttan indirilmesi konusunda hemfikir olan devlet adamları,
meşrutiyetin ilanı konusunda fikir ayrılığı içerisindeydiler. Dolayısıyla yeni padişaha karşı
ortak bir cephe kurulamıyordu. Bu arada iyileşemeyecek derecede akıl hastalığına
yakalandığının bir raporla beyan edilmesi nedeniyle V. Murat, 93 günlük saltanatının
ardından tahttan indirildi. Bu kez meşrutiyeti ilan edeceğine söz veren II. Abdülhamid tahta
çıkarıldı.
5. I. MEŞRUTİYETİN İLANI (1876) Meşruti sisteme geçmeye söz veren II. Abdülhamid, acele davranmak istemiyordu. II.
Abdülhamid, bir yandan Fransız anayasasını tercüme ettirirken diğer yandan anayasayı
hazırlamak üzere özel bir komisyon kurulması için irade yayınladı (24 Eylül 1876). Ne var ki
anayasayı hazırlayacak olan komisyonda meşrutiyet yanlısı Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi
aydınlardan başka Mütercim Rüştü Paşa ve tarihçi Cevdet Paşa gibi meşrutiyete karşı üyeler
dâhil çok farklı fikirlere sahip şahıslar bulunmaktaydı. Şiddetli tartışmalar neticesinde
hazırlanan ve komisyon üyelerinin hiçbirini tatmin etmeyen Kanun-ı Cedid adlı bir anayasa
taslağı 19 Aralık 1876 tarihinde padişaha sunuldu. Taslakta yürütme gücüne sahip bir padişah
karşısında, yasama yetkisine tamamen sahip olmayan bir Heyet-i Mebusan öngörülmekteydi.
Taslağa göre 120 üyeden oluşacak bu meclis üyelerinin üçte ikisi halk, üçte biri hükûmet
tarafından atanacaktı. İç ve dış borçlanmalar dâhil mali konularda meclise geniş yetkiler veren
bu taslağa göre hazırlanan kanunlar, meclis üyelerinin salt çoğunluğuyla kabul edilmesi
hâlinde padişaha sunulacak ve tasdik edildikten sonra yürürlüğe girecekti. Padişahın
onaylamadığı kanunlar, ancak mebuslar yenilendikten sonra tekrar görüşülebilecekti.
Padişaha sınırsız yürütme yetkisi veren taslak toplanma, dernek kurma, ticaret yapabilme
haklarını ve fikir hürriyetini düzenliyordu. Ancak padişah “memleketin usul ve istidadına
uygun olmadığını” ileri sürerek bu taslağa itiraz etti. Bundan sonra padişah, hazırlanan taslak
üzerinde gerekli gördüğü değişiklikleri yaptırarak bu metni Kanun-ı Esasi olarak onaylayarak
ilan etti.
10 / 40
5.1. İstanbul (Tersane) Konferansı (1876)
1876 yılı ortalarında Osmanlı Devleti çok ciddi iç ve dış sorunlarla karşı karşıya kaldı. 1876
yılı Temmuz ayında Sırbistan ve Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne savaş açarak yenilmeleri
üzerine Rusya devreye girerek Osmanlı Devleti’ni mütareke yapmaya zorladı. Rusya’nın bu
meseleyi kendi menfaatleri doğrultusunda çözüme kavuşturmasından endişelenen İngiltere,
Fransa, Rusya, Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya devletleri İstanbul’da bir konferans
toplanmasını kararlaştırdılar. 23 Aralık 1876 tarihinde açılacak olan ve “Tersane Konferansı”
olarak bilinen bu konferansta hem Balkanlarla ilgili meselelerin hem de Osmanlı Devleti’nden
istenen ıslahatların görüşülmesi kararlaştırılmıştı. Batılı ülkeler üzerinde çok büyük bir tesiri
olacağına inanılan Kanun-ı Esasi’nin ilan edildiği, konferans açıldığı gün top sesleri arasında
Hariciye Nazırı Saffet Paşa tarafından Batılı temsilcilere bildirildi. Saffet Paşa, “Meşrutiyet
rejimi ile devleti oluşturan etnik unsurların hak ve özgürlüklerinin güvence altına alındığını ve
bu inkılap karşısında toplantının amacının ortadan kalktığını” ifade etti. Bundan sonra
Osmanlı delegeleri konferansı terk ettiler. “Bir açılış gösterisi” olarak nitelendirdikleri bu
olaydan etkilenmeyen yabancı temsilciler, Tersane (İstanbul) Konferansı’nda aldıkları
kararları Osmanlı Hükûmeti’ne ilettiler. Buna göre Osmanlı Devleti’nin mağlup ettiği
Sırbistan’a bilhassa Karadağ’a toprak vermesi, Bosna ve Hersek vilayetlerinin birleştirilerek
muhtar tek bir vilayete dönüştürülmesi ve başına büyük devletlerin muvafakati ile Babıali
tarafından bir vali atanması, Bulgaristan’ın doğu ve batı olmak üzere iki muhtar vilayete
ayrılması ve bunların başına büyük devletlerin muvafakati ile Babıali tarafından Hristiyan
valiler atanması gerekiyordu. Ayrıca yeni tesis edilecek Bosna-Hersek, Doğu ve Batı
Bulgaristan vilayetlerinde yapılacak ıslahatları denetlemek amacıyla uluslararası komisyonlar
görev yapacak ve tarafsız bir devletin (Belçika’nın) askerlerinden müteşekkil 4 ila 6 bin
kişilik bir jandarma kuvveti bu komisyonları muhafaza edecekti. 19 Ocak 1877 tarihinde
Meclis-i Umumi’nin bu kararları reddetmesi ve padişahın da bu kararı onaylaması üzerine
yabancı temsilciler bundan sonra yaşanacak olanlardan sorumlu olmadıklarını bildirerek
İstanbul’u terk ettiler.
5.2. I. Meşrutiyete Karşı Muhalefet
I. Meşrutiyet’e karşı çok ciddi bir direniş olmasa da sokaklara meşrutiyet karşıtı imzasız
bildiriler atıldı ve duvarlara afişler yapıştırıldı. Halkı meşrutiyete karşı kışkırtmaya yönelik bu
eylemleri soruşturan Mithat Paşa, aldığı bir jurnal üzerine aralarında Kazasker Gürcü Şerif,
Dağıstanzade Muhyeddin Efendi ve Ramiz Paşa’nın bulunduğu yirmiden fazla şahsın sürgüne
gönderilmesi için II. Abdülhamid’e müracaat etti. Yargısız kimseyi sürgüne
11 / 40
gönderemeyeceğini açıklayan padişahı istifa etmekle tehdit eden Mithat Paşa, bu talebinin
Kanun-ı Esasi’nin 113. maddesine uygun olduğunu dile getirdi. Neticede sürgüne gönderilen
muhalifler etkisiz hâle getirildiler. İleride padişah aynı metodu, başta Mithat Paşa olmak üzere
ileri gelen Yeni Osmanlıları etkisiz hâle getirmek için kullanacaktı.
5.3. Mithat Paşa’nın Azli
Onayına sunulan bir nizamname tasarısının uzun süre padişah tarafından onaylanmaması
üzerine Mithat Paşa, ağır dille bir yazı kaleme alarak padişahı görevi ile ilgili olarak tenkit
etti. Bunu gerekçe gösteren II. Abdülhamid, Mithat Paşa’yı sadaretten azlederek Avrupa’ya
sürgüne gönderdi. Akabinde Namık Kemal de Midilli’ye sürüldü.
Mithat Paşa’nın ülkeyi terk etmesini emretti. Avrupa’ya giden Mithat Paşa’nın Girit’e
dönmesine izin verildi. 1878 yılında Suriye Valiliğine atanan Mithat Paşa, Padişah
Abdülaziz’in öldürülmesi ile suçlandığından İzmir’de Fransız Konsolosluğuna sığındı.
Hükümetin güvencesi üzerine teslim olan Mithat Paşa yargılandı ve Abdülaziz’in ölümüne
neden olmaktan suçlu bulunarak ölüm cezasına çarptırıldı. İngiltere’nin müdahalesiyle cezası
ömür boyu hapse çevrilen Mithat Paşa Taif’e gönderildi ve burada öldürüldü.
5.4. Kanun-ı Esasi’nin Temel Özellikleri
1. Bir kurucu meclis ya da parlamento tarafından hazırlanmadığı için Kanun-ı Esasi
“Ferman Anayasa” özelliği taşır.
2. 12 kısım ve toplam 119 maddeden oluşan Kanun-ı Esasi’de; devlet monarşik yapısını
muhafaza ediyordu. Saltanat hakkı Osmanoğulları soyuna ait olup onların bütün hakları
umumun kefaleti altındaydı.
3. Devlet yapısı teokratik karakterini muhafaza ediyordu. Devletin dini İslam’dı. Aynı
zamanda halife olan padişah şeriat kurallarının uygulanmasından sorumluydu. Ayrıca devlet
örgütü içerisinde Şeyhülislamın da özel bir yeri vardı. Kanunlar dinî kurallarına aykırı
olamazdı. Şeriye mahkemeleri de varlığını sürdürüyordu.
4. Yetkileri son derece geniş olan padişahın sadrazamı, vekilleri, şeyhülislamı seçme ve
atama hakkı vardı.
5. İki meclisli olan yasama organından (Meclis-i Umumi) Heyet-i Ayan kanadının üyeleri
doğrudan padişah tarafından seçilirlerdi. Genel seçimlerle oluşan Heyet-i Mebusan’ın
yetkileri ise kısıtlıydı.
12 / 40
6. Heyet-i Vükela üzerinde padişahın mutlak söz ve etkisi vardı. Vekiller de meclise değil,
padişaha karşı sorumluydu.
7. Kanun tanzimine ya da mevcut kanunlardan birinin tadiline dair teklif yapma hakkı
padişah tarafından atanan Heyet-i Vükela’ya aitti. Heyet-i Mebusan’ın bu yöndeki bir
teklifinin görüşülebilmesi için padişah iradesi ve Şura-yı Devlet kararı gerekiyordu. Heyet-i
Mebusan’da kabul edilen bir kanun, önce Heyet-i Ayan’ın ardından padişahın onayına
sunulurdu. Heyet-i Ayan’ın veto ettiği yasa, o toplantı yılında gündeme getirilemezdi.
Padişahın yasayı veto ettiği durumlarda yasanın yeniden gündeme gelebilmesi için meclisin
yenilenmesi şarttı.
8. Padişahın basit gerekçelerle Heyet-i Mebusan’ı feshetme yetkisi de vardı.