Top Banner
24

Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

Mar 10, 2016

Download

Documents

bu yayın okan üniversitesi sosyoloji ve felsefe kulübüne aittir.
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat
Page 2: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

MerhabaAylık bültenin bu sayısını, geride kalan yarı dönemde yapılançalışmaların değerlendirilmesine, proje taslaklarına ve ileriye dönükplanların gözden geçirilmesine ayıracağız.Ama her şeyden önce, kulüp etkinlikleri konusunda arkadaşlarımızıdaha fazla bilgilendirmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Bunun dasebebini, ilk dönem için 30 kişiye ulaşmış olan üye sayımızın yalnızcayarısının etkinliklere katılması olarak gösterebiliriz. Bu katılımcı mantığı,bizim düşündüğümüz kulüp anlayışıyla uzaktan yakındanbağdaşmayan bir durum oluşturuyor. Bu nedenden acilen kulübünyapılandırmasının gözden geçirilmesi gerekiyor. Yönetim kurulu olarakbizlerin hatalarına değinilmesi, etkinliklere katılmayan üyelerin bir anönce topluluğa dâhil olması, çalışma alanlarımız olan büroların acilenüretken bir faaliyet için daha çok üye sayısıyla ve daha fazla üyelerinbirbirleriyle etkileşim içerisinde olmasıyla büyük çapta etkinliklerdüzenlemesi gerekiyor.Ayrıca, değinmek istediğimiz diğer bir gelişme de diğer Üniversitelerindüşünce kulüpleriyle etkileşime geçmiş olmamızdır. En son 18.Sosyoloji kongresinde genişlettiğimiz bağlarla, Ankara’dan, İzmir’denve Bursa’dan gelen katılımcılarla bir bağ kurduk. Fakat yukarıda dasöylediğimiz üzere, bu çaplı büyük buluşmaları oluşturmak için sayımızson derece az (30 kişilik bir üye sayısının bulunduğu bir topluluktan 15katılımcının etkinliklere devam ettiği düşünülürse hem de). Şunu dabelirtmemiz gerekiyor ki, üye sayılarında artışın olmasını istiyoruz; fakatbu artışın düşünce üreten, sorgulayan, yazan ve tartışan kişilerinortaya çıkması için olduğunu da üstüne basa basa tekrarlıyoruz.Çoğu insan bugün bizim bu düşüncemizi modası geçmiş bir çabaolarak görüyor. Bunu biliyoruz. Fakat bu insanlar şunu hiçbir zamananlamıyorlar ve de anlamayacaklar; sorgulayan, düşünen bir bireyçağın tüm olumsuzluklarına rağmen umudu simgeleyecektir. İlerici biryapı olmanın, böyle bir yapıyı oluşturmanın nasıl modası geçmişolabilir? İşte sorulması gereken asıl soru da budur. Bu düşünceyesahip üye arkadaşlarımız varsa ki var; onlara şunu söylüyoruz:“ Düşünün, inceleyin kararlar verecek çağımızdayız. Bu yıllardaalacağımız kararlar, hayatımız boyunca düşüncelerimizi vedavranışlarımızı belirleyecektir.”

Bunların haricinde, bizi en çok kaygılandıran düşünce de şu, bazıarkadaşlar ortaya koyduğumuz bu çabaların bir özel Üniversitedehiçbir işe yaramayacağını ve boşuna kendimizi yorduğumuzusöylüyorlar. Bu düşünceyi kesin olarak reddediyoruz. Hatta gelin budüşünceyi toprağa gömelim ve bir daha dile getirmeyelim!Yineleyecek olursak bizler “Üniversite” kelimesine atıfta bulunarak biryapı, bir okul oluşturmak niyetindeyiz.

Saygılarımızla...Merkez Yönetim Kurulu

Sosyoloji ve Felsefe Kulübüİnternet BültenSAYI:3 / OCAK­ŞUBAT 2012

DüzenleyenGürer MUT

Yazışma Adreslerisosyolojifelsefe.blogspot.comokan_sosyolojifelsefe@[email protected]

Bu yayın, T.C. Okan ÜniversitesiSosyoloji ve Felsefe Kulübününaylık yayınladığı internetbültenidir.

Page 3: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

İÇİNDEKİLER Kasım­Aralık 2011 Sosyoloji ve Felsefe Kulübü Bildiri no: 3

Geride kalan dönemin genel değerlendirmesi

Etkinliklerin amaçları ve ne yapmalıyız sorusu?

Tüzük: “Kulüp işleyişi ve Yönetim Kurulunun görevleri”

8 Mart ve öngörülen etkinlikler

8 Mart için yapılan afiş taslakları

Topluluğumuzda düzenli yayının önemi "dergi meselesi"

Marko Paşa ve Hür Marko Paşa

Kulüp sitelerimizi tanıyalım

Siyaset Bürosu 5 Aralık 2011 Çalışması: Asya Üretim Tarzı, Feodal ve YarıFeodal Güçler

1

Page 4: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

2Kasım-Aralık 2011

Sosyoloji ve Felsefe KulübüBildiri no: 3

Hedefimiz Kolektif çalışma!Bizler, sürekliliğini sağlamak için uğraştığımız, özgür düşünceye dayalı, bilimsel temelde var olacak bir yapıkurmak isteğimizi dile getirmiştik. Bu çağrımızı bugün, daha büyük bir kararlılıkla tekrarlıyoruz. Belirlediğimizhedef için çaba gösteriyor ve çalışıyoruz. İlk başlarda gerçekleştirdiğimiz çalışmalar iyi, fakat yeterli değildir.

Etkinlikler ne gibi farklılıkları beraberinde getirecek?

Üniversitenin yetişmiş bireylerin oluşumunda önemli bir etkiye sahip olması gerekmektedir. Kimi dönemlerdeüniversitede bilimsel ve sorgulayıcı bir eğitim sisteminin benimsenmesiyle, birey nesnel bir eğitim almış oluyordu.Fakat günümüzde büyük ölçüde öznel bir eğitim söz konusudur. İşte tam da bu noktada; bizler, soru soran ve osoru üstünden çalışmalar gerçekleştiren bir yapının kurulmasının hem birey, hem de Üniversite için hayati önemininolduğunu söylüyoruz. Bu sebepten dolayı yapılan etkinlikler, tüm prensipleri içerisinde bulundurmayı amaçlıyor.Etkinliklerde ortaya konulan fikirler ve bu fikirlerin tartışılması, başlı başına önemli bir gelişme olacaktır. Farklıkonularda yapılan bu çalışmaların bir araya getirildiğini düşünelim! Yapılan etkinliklerde edinilen tecrübelerden sözedelim. Bu etkinliklerin yararlı olduğu ancak ileriki dönemlerde, eğitim üretime dönüştükçe anlaşılacaktır.Birçoğumuz temel prensiplerden, kavramlardan bir haberiz. Evet, liselerden büyük kültür açıklıklarıyla geliyoruz amavar olan eksikliği ortadan kaldıracak çabayı göstermiyoruz. Tekrarlamak gerekecek. Bizler “üniversite” olgusununönemine vurgu yaparak konuşuyoruz ve üniversite öğrencilerinin yaşadıkları dünyanın sorunlarına, çevrelerindeyaşananlara duyarsız kalmamaları ve acilen farkındalık yaratmaları gerektiğine inanıyoruz.

Büro Çalışmaları

Kulüp açıldıktan sonra kaleme aldığımız her bildiride “bilimsel, akademik çalışmalar önemlidir ve toplulukolarak bu çalışmalar üzerinden topluluğu şekillendireceğiz” demiştik. Tabii bunun üzerine bu çalışma şeklinin“sıkıcılığı” dile getirildi. Bu anlayışın yaygın bir anlayış olduğu biliyoruz. Zaten bu mantığı ortadan kaldırmayaçalışıyoruz. Bizler öğrenci arkadaşlarımızın bir an önce bazı şeylerin farkında olmalarını ve bakış açılarınıdeğiştirmelerinin iyi olacağına inanıyoruz. Şu an için topluluğumuz, öğrenci arkadaşlarımızdaki bu bakış açısınıyavaş bir şekilde de değiştirse; sonuç olarak doğru bir yolda ilerliyor.Gelelim sıkıcı büro çalışmalarına; aslına bakılacak olursa, hiç de sıkıcı bir havası olmayan büro çalışmalarıdüzenli bir biçimde film gösterimleri, tartışmalar ve birçok etkinlik hazırlıyor. Bunların hiçbirinin sıkıcı olduğunudüşünmüyoruz. Bizce asıl sıkıntı veren, saksıdaki bir bitki gibi algılamaktır dünyayı veya bir koyun konumunagelmektir. Karşı çıkışlarımızı sürekli bir biçimde yineledik burada bir daha yineliyoruz. Biz istiyoruz ki,sorumluluğumuz olan (bu tüm öğrencilerin sorumluluğudur) aydınlanmacı anlayışı üniversitenin tüm unsurlarınayayalım. Bunun gerçekleşeceğine ve gerçekleştireceğimize olan inancımız da tamdır. Dediklerimizigerçekleştirdiğimizde, soru sormayanlar, soru soracak; sorgulamayanlar ve etrafında olup biteni meraketmeyenler merak etmeye başlayacaklardır.

Page 5: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

3Geride kalan dönemin genel değerlendirmesi

Başlamadan önce, yarı dönem boyunca çalışmalara katılan ve emek sarf eden tümarkadaşlarımıza teşekkür ediyoruz.Bu topluluğun ortaya çıkması ve geliştirilmesinin tek bir amacının olduğunu sürekliyinelesek de bir kere daha tekrar etmek istiyoruz; biz topluluğumuz için bilimsel birtemelde çalışacak bir okul oluşturmak isteğindeyiz. Bunun da sebebi şudur (birçokarkadaşımız bunun nedenini merak ediyor); ilkin şunu kabul edelim ki, bizler eğitimaldığımız kurumlardan büyük kültür açıklarıyla üniversitelere giriş yaptık (devletüniversiteleri ve özel üniversiteler arasında bir fark olmaksızın bu durum aynıdır). Girişyaptığımız üniversitelerde de nesnel ve bilimsel bir eğitimin yanı sıra “meslek edin!”sloganını sıkça hissettik. Yani bu durumda günümüzde üniversite, bizim için bilginin alındığıbir yer olmaktan çıkmış ve meslek edindirme kurslarına büründürülmüş oluyor.Biz buna ne şekilde dur diyebiliriz? Asıl soru bu olmalıdır.İşte biz de bu sorunsala kendimizce bir çözüm önerisi getirdik; ve biz Sosyoloji ve FelsefeTopluluğunun etrafında bu yapıyı kurabileceğimizi düşündük. Okuduğumuz üniversitedebuna benzer bir çalışmanın daha önce yapılmamış olması ve bireylerin bu çalışmalaraçekimser durmaları da şu anlık karşılaştığımız büyük problemlerden sadece biri oluyor. Busorunu çözmek için tek bir çare görüyoruz o da, kulüp içerisinde bulunan üyelerin tam birdisiplin ve katılımla etkinlikleri gerçekleştirmesi olacaktır. Bu davranış bir süre sonra birçokarkadaşımıza örnek teşkil edecek ve bu davranış sorunlarımızı çözmede önemli olacaktır.Gelelim ilk etkinliğimiz olan Nazım Hikmet Şiir Haftasına. Bu etkinlikte görev alanarkadaşlarımız; MİRAY ESLEK, YİĞİT ONUR ŞEN, BİLAL AKYÜZ, GÜNEY TEKİN ve GÜRER MUTBu arkadaşlarımızın yaptığı çalışmaların konu başlıklarını da kısaca değinelim. Miray veOnur arkadaşlarımızın anlattığı ilk konu olan iki toplumcu şair: Hasan Hüseyin Korkmazgilve Ahmet Arif’in şiir yapıları düzenlenen oturumda incelenmiştir. Onur arkadaşımızın ikincisunumu olan; Nazım Hikmetin Sevda Şiirlerinde genel olarak Nazım’ın aşk şiirleri okundu.Bilal arkadaşımız ise, Nazım Hikmet’in şiir yapısı konusuna değindi. Gürer arkadaşımız,Toplumcu Edebiyatın ve Gerçekçiliğin Geçmişi adlı konuyu oturumda sunmuştur.

İkinci etkinliğimiz olan Hasan Ali Yücel Eğitim Haftasında ise amacımız, Türk eğitimsistemindeki çarpıklıklara değinmek, bilim ve eğitim emekçilerini anmaktı. Bu etkinliğimizide hatalarıyla, eksiklikleriyle başardığımızı düşünüyoruz. Dahası oturumlarda konuşulankonuların hem konuşmacılar, hem de dinleyiciler için fayda sağladığı inancındayız.Konuşmacı arkadaşlarımız ise, MİRAY ESLEK, YİĞİT ONUR ŞEN, BİLAL AKYÜZ, E. ECEM ÖZTÜRK,GÜRER MUTArkadaşlarımızın gerçekleştirdiği çalışmaların konu başlıklarından da bahsedelim. Miray,Tarihten bugüne klasik eğitim anlayışı hakkındaki araştırmasını bizlere sundu. Onur, HasanAli Yücel’in hayatına ve bir parça da köy enstitülerine değindi. Ecem ise, Türkan Saylan veÇağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı konusunda açıklamalarda bulundu. Hayata geçirilenkimi projenin de üstüne durduk. Son olarak bir forum bölümü oluşturarak Türkiye’deki eğitimsistemi hakkında interaktif bir fikir ortaya koyduk ve bu çalışmanın başarılı olduğunainanıyoruz.

Page 6: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

4Etkinliklerin amaçları ve ne yapmalıyız sorusu?

Geçmiş etkinliklerden birkaç ayrıntıyı sunmanın haricinde, burada en önemli olan ilerikidönemlerde yapacağımız etkinliğin çeşitliliği olacaktır. Bu ayki sayıda bu etkinliklerdenbiraz bahsetmenin yararlı olacağını düşündük.

Bu etkinlik, 09.02.2012 tarihinde gerçekleştirilecektir. Etkinliğin amacı salt Bertolt Brecht adınıanmaktan öteye geçecek ve tiyatronun toplumsal damarının anlaşılmasını sağlamaküzerine olacaktır. Tarih boyunca insanların süreli duygularının anlatıldığı alan olan ve bilfiiledebiyatın bütünsel yaklaşımıyla harmanlanmış tiyatro, insan benliğini ortaya koyduğu içinönemli bir sanat dalıdır.“Özgür Tiyatro” kavramı tiyatronun asıl niteliğini masaya yatırırken, özellikle üzerindedurmamız gereken bir kavram olacaktır. Soru soran, cevap veren ve sorgulayan bir tiyatroanlayışının yani Bertolt Brecht’in ortaya çıkarttığı insanın doğallığının ve akıcılığının sahnedebuluştuğu epik tiyatro, gerçeğin peşinde koşan birey için önemli bir dinamodur.Düşünce kulübünde gerçekleştirilecek bir tiyatro haftasının amacı nedir? Bu etkinlikleTopluluk neyi hedeflemektedir?Bizler, tüm kulüp üyeleri bu yıl için tek bir amaç doğrultusunda çalışmaları şekillendireceğiz;o da bireylerdeki kimi kültür açığını bir yıl içerisinde beraber çalışarak ve elimizdengeldiğince kapatmak olacaktır. Bunun üzerine ısrarla duruyoruz çünkü alt yapınınoluşmadığı bir topluluğun nesnel ve derinlemesine çalışma yapamayacağı, yapsa bile buçalışmanın sadece göstermelik bir göz boyamadan ileri gitmeyeceği düşünüyoruz. Buradatüm bu eksikliğimizi gidermek için yapmamız gereken çalışma biçimini belirlemiş bulunduk.Elbette salt bu büro çalışmalarıyla da yetinemeyiz. Bu sebepten ötürü, etkinliklerindevamlılığını sağlayabilecek şekilde, etkinlikleri bir biçime oturtmaya gayret ediyoruz.Bunun en iyi yolu da bir konu çerçevesinde etkinliklere şekil vermektir. Etkinliklerin adlarınadeğinecek olursak, etkinliklere ismi verilen insanlar toplum için, onun daha ileriye adımatabilmesi için çaba sarf etmiş hatta bu ideal için büyük acılar çekmiş kimselerdir. Buetkinliklerin önemi isimlerindedir fakat konuşulan konular ve yapılan çalışmalar bu insanlarıaşma, ötesine geçme doğrultusunda yapılmaktadır. Büyük çapta bir başarıyıyakalayamadığımızı daha öncede söyledik. Fakat bir noktaya değinmedik belki dedeğinmenin gereksizliğine inandık. Ama yeni kurulan bir kulüp olarak bizlerin, şu an OkanÜniversitesinde bulunan topluluklar arasında en aktif kulüp olduğumuz gerçeğini de ortayakoymamız gerektiğini inanıyoruz.Hedeflerimiz konusunda birçok söz söyledik, açıklama yaptık. Fakat üye sayısındaki yükselişinasıl sağlayabileceğimize dair hiç konuşmadık. Yaptığımız etkinliklerin bir diğer amacı da,kulübe kayıt olup da gelmeyen veya kulüpten haberi olmayan arkadaşlarımızı etkinliklerlebir araya getirmekti ve biz bu uygulamanın yeterli olacağını düşündük. Fakat buamacımıza ne yazık ki ulaşamadık. Belki kimi zaman etkinliklerin duyurusunda geç kaldık,kimi zaman da duyuruları yaptık fakat tek tek üyeler olarak bize düşen görevlerikestiremedik. Sonuç olarak yanlışlıklarımızı görmeye başladık sanıyoruz. Fakat kendimizieleştirdiğimiz kadar katılım göstermeyen ve bize ulaşmak istemeyen arkadaşlara da soruaçıyoruz. Biz üniversitenin ilerici bir yapıda olması gerektiğini, bu kurumun herhangi birticarethane şekline getirilmemesi, getirilmişse bunun yanlışlığının tartışılması gerektiğinisöylüyoruz. İçinden çıkıp bir üniversite bitirdim mantığının artık dünyada rağbet görmediğinide hatırlattık. Ama sonuç gene değişmedi. Fakat yılmadan yeniden söyleyeceğiz, birüniversite ticari bir kuruluş mantığıyla görülüyorsa, orda bilimsel bir eğitim ortaya çıkmıyorsa(araştırmaya ve yayınlamaya yönelik) buna karşı bizim toplulukolarak birleşmemizgerekiyor; kendi okulumuzu kendi düşüncelerimizle şekillendirip yaratmamız gerekiyor.Ortaöğrenimden başlayarak çarpık bir eğitim sisteminin içinde yetişip de mezunolduğumuzda kendimizi nasıl yetişmiş bir birey olarak göreceğiz?Tüm bu meşakkatli süreçten önce yapmamız gereken, kendi kolektif çalışmamızlakendimizi eğitmemiz ve diğer öğrenci arkadaşlarımıza da ulaşarak büyüyen, gelişen vegerçeğin peşinde koşan bir yapıyı ortaya çıkartmak olacaktır.

Bertolt Brecht Özgür Tiyatro ve Edebiyat Günleri

Page 7: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

5Tüzük: “Kulüp işleyişi ve Yönetim Kurulunun görevleri”

BÖLÜM–3KULÜPA) BÜROLARMadde 11­ SFK’nın büroları şunlardır.a) Bilim ve Araştırma Bürosub) Sanat Bürosuc) Siyaset Bürosud) Edebiyat Bürosu

BÜROLARIN AMAÇLARI VE ÇALIŞMA PRENSİPLERİMadde 12­ Büroların amacı:Basmakalıp değil, öğrencilere dayalı ve onların ilgi alanlarına yönelen kulübünadının anılmasıyla eşdeğer bir gerçeği çalışma sistemine oturtması hedeflenmiştir.SFK öğrenci topluluklarının isteği ve tam bir ortaklaşa çalışma imkânının egemenolduğu bir kulüp hedeflemektedir. SFK klasik anlayışın ötesine geçirerekçalışmalarını günden, güne geliştirmek isteğindedir. Bürolarda kolektif çalışmanınyaşanacağı ve bu çalışmaların kulüp üyelerine aktarılacağı bir yapı kurmak ister.Çalışmaların tüm kulüp içerisinde sunumlarla, görsel aktivitelerle zenginleştirilmesiiçin zemin hazırlanılacak ve de çalışmaların niteliği bakımından zenginleştirilmesinegayret edilecektir. Bürolar, üyelerinin tüm alanlardaki entelektüel bilgisini arttırmakiçin çaba sarfedecektir.

Madde 13­ SFK’daki bürolar:a) BİLİM VE ARAŞTIRMA BÜROSU

İnsanoğlunun içinde yaşadığı toplumu, çevresini kapsayan maddi dünyayı ve bu dünyada yaşayantüm canlı varlıkları öğrenmesi her zaman zor olmuştur. Bu zorlanmanın sebebi bireylerin tek başınayaptıkları dağınık çalışmalardır. Dahası tek başına yapılan çalışmalardaki zorlanma, insanlardayılgınlığa neden olmuş ve bilimsel araştırmalara karşı bir soğukluk hissettirmiştir. Günümüzde bilimselaraştırmalara ilgisi olmayan pek çok insan vardır. Bilimsel ve toplumsal çalışmalardan haberi dahiolmayan bireyler için çalışmalar yapılmalı; bilimin anlaşılır bir şekilde anlatılması hedeflenmelidir.Ancak bu tip çalışmalarla toplumda ileri düşünceler sağlanabilir. İleri bir düşüncenin olmazsa olmazıbilim olduğuna göre, maddi dünyayı ve doğadaki varlıkları keşfetmek toplu halde yapılançalışmalarla daha büyük önem kazanacaktır. Bunun da sebebi araştırmacı bir yapınınbenimsenmesidir. Bilimin tüm alanlara girdiği düşünülürse, tüm konu başlıkları bilimsel ve rasyonalistçalışmalar ışığında aydınlatılırsa, işe o zaman kulüp içerisinde yapılan tüm çalışmalar otomatikmangelişir. Bilimin araştırma dallarının (Tarih, Sosyoloji, Felsefe, Dilbilim, Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji,Coğrafya) tamamını araştırmak bizlere yaşadığımız dünyanın haritasını çıkartır.Tekrar etmek gerekirse bilim bürosunun yapacağı çalışmalar tüm büroları ilgilendiren çalışmalarolacaktır. Bilimsel verileri değerlendiren, tartışan, sunumlar yapan ve araştırma yazıları yayınlayan birbüro olacaktır.

Page 8: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

6b) SANAT BÜROSU

Sanatın amacı insanlara yönelik ürünler ortaya çıkartarak, toplumun ilerlemesine katkıda bulunmaktır. Bir birey için entelektüel düzeye sahipolmak önemli bir faktördür. Sürekliliği olan ve asla tükenmeyen, yaratıcılığı geliştiren ve dünyaya farklı bir pencereden bakmayı sağlayan sanatıanlamak ve aynı derecede uygulamak son derece önemlidir. İstenilen esas husus, Sosyoloji ve Felsefe sanatla taçlansın, insanların zihinlerindekalıcı katkılarda bulunsun. Öğrenci topluluklarının günümüz toplumunda sanattan uzak durması, sanatın anlaşılamamasındankaynaklanmaktadır. Popüler kültürün gençliğe empoze ettiği sanat anlayışının, ne denli altyapısız olduğunun anlaşılması ve tüm çağlarda varolan sanatın gerçekliklerine inerek araştırılması sağlanacaktır. İnsanlarda entelektüel bir altyapı oluşturulması bu büronun hedefidir. Amaçedinilen tüm bu hususlar yani, 21.yy.’daki sanat anlayışının giderek yozlaştığı, dahası metalaştırıldığı dünyada gençliğe düşen görevin insanaendeksli çalışmalar gerçekleştirerek sanatı tüm yaşanılan alanlara yaymasıyla başarmasıdır. Tüm bu çalışmaların üniversitenin bilimsel ortamındagerçekleşecek olması, görev edinilen hususun daha iyi kavranarak gerçek sanatın farkındalığını arttırmak Sosyoloji ve Felsefe Kulübü'nün sanatbürosunun hedeflediği esaslardandır. Son olarak sanat bürosunun içerisinde olan atölyeler: Sinema, Resim İnceleme ve Afiş tir.

c) SİYASET BÜROSU

Siyaset üretmek bir düşünce kulübünün olmazsa olmazıdır. Günümüz gençliğinesık, sık “Apolitik, siyasetten ve düşünceden uzak gençler yetişmekte”söylemlerinin yaygınlaştığı bir ortamda, üniversitede bulunan düşüncekulübünün, dile getirilen apolitik sıfatının nasıl şartlar yaratılarak gençler üzerindeadeta küçük düşürücü bir şekilde kullanıldığının farkına varması, bu söylemiortadan kaldırmak için çalışma yapması o kulüp için tek doğru yoldur. Siyasetbürosunun; aklı ön planda tutarak siyasetin ilkelerini ve felsefesini üyelerineanlatması temel hedefi olmalıdır. Özellikle yaşadığımız çağda tüm kavramlarkarmaşık bir hale gelmişken, bundan siyasette nasibini fazlasıyla almışbulunmaktadır. Günümüz toplumunda siyaset ve gençlik kelimelerinin bir arayagetirilmesinden bile rahatsızlık duyulurken, gençlik için apolitik sıfatını süreklikullanmak nasıl bir yoldur… bilinmez. İşte, sosyoloji ve felsefeyi düşüncelerindetemel alanlar, bu yanlış anlaşılmaları ortadan kaldırmak için çabalayacaktır.Eğer gençlikten gelecek bir tehlikenin siyaset aracılığıyla hortlayacağınıdüşünenler varsa, onlara tekrar bu konu üzerinde fikir yürütmelerini tavsiyeetmekten başka seçeneğimiz yoktur. Düşünceyi baz alan bir kulübün üyesi,siyaseti öğrenmelidir;Tarihini araştırmalıdır; fikir yürütmeli ve tartışmalıdır. Tüm bu olgular olumlu bir

şekilde gerçekleştirildiğinde, felsefesi olan bir siyaset ancak yapılabilir. SFK tümilerici unsurlarıyla bir fikir temeli üzerinde düşünecek ve siyaset konusunda buprensiplere uyacaktır. Filozoflar ve toplum bilimciler araştırılacak, antik çağdangünümüze gelen siyasi fikir akımları konuşulacak ve tartışılacaktır. Yapılan buçalışmalarda siyasi düşünceler, karşılıklı konuşmalar ve tartışmalar kulüpiçersinde gerçekleştirilecektir.

d) EDEBİYAT BÜROSU

Felsefe sözcüklerle dövüşür denir. İşte edebiyatın gücünün kelimelerden gelmesi edebiyat kurallarınıönemli kılar. Günümüz edebiyatının yanı sıra orta çağa kadar uzanan edebiyatın derinlemesinearaştırılması edebiyat bürosu tarafından sağlanacak ve edebiyatı kalıplara sığdırmadan insanlaraaktaracaktır. Tüm bu çalışmaları yapabilmesi için edebiyat bürosunun içersinde bulunan (Tiyatro, Şiir veKitap Araştırma) atölyeleri kullanılacaktır. Atölyelerin çalışmaları alışa gelmiş kulüp çalışma sistemininötesine geçmelidir. Yani, üyeler sürekli üretim içerisinde olmalıdırlar. Denemeler, şiirler, hikâyeler veoyunlar kaleme almalıdırlar. Ayrıca büro kitaplar üzerinde duracaktır. Edebiyat bürosunun üstündetitizlikle durduğu husus kitap araştırma atölyesinin yapacağı aylık kitap araştırmaları olacaktır. Üyelerekitaplar tanıtılacak, tavsiyelerde bulunulacaktır. Ülkemizde gün geçtikçe azalan kitap okuru sayısını kendiüniversitesinde mütevazı çalışmalarıyla yükseltmeye gayret edecektir. Kulüp dergisi aracılığıyla büronuniçerisinde yapılacak tüm yazı çalışmaları yayınlanacaktır. Dergi için önemi büyük olan bir bürodur.Büronun içerisinde kolektif çalışmanın yanı sıra bireysel çalışmalarda önemli bir yer teşkil edecektir. Yıldabir veya iki defa düzenlenecek olan büro içersinde yapılacak olan yarışma: Hikaye, oyun yazarlığı ve şiirdallarında gerçekleştirilecektir.

Page 9: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

7B) YÖNETİM KURULUMadde 14­ Merkez yönetim kurlunda bulunan birimler:

a) Planlama Kurulub) Kulüp Sözcüsüc) Dış Temsilcid) Kâtip/Yazmane) Bütçe sorumlusuf) Büro Sözcüleri

PLANLAMA KURULU

Planlama kurulunun amacı okulda ve kulüpte olacak çalışmalar için plan taslağıoluşturmaktır. Planlama kurulu okulun durumuna göre bir çalışma planı hazırlamakzorundadır; üyeler hakkında bilgisi bulunmalıdır; üyelerin tercihlerine yönelik çalışmalarıbelirlemelidir. Kulübün elindeki olanaklarla neler yapabileceğini planlar. Bu kurulun enönemli işlevlerinden biri ise, okulda bir önceki yıl ne yaptık, bu yıl ne yapacağız,önümüzdeki yıl ne yapmalıyız gibi araştırmaları yazılı bir şekilde kayıt altına almasıdır.Okul içi ve okul dışı araştırmalar yapmalıdır. Planlama bölümünün yaptığı araştırmalarsonucunda bu araştırmalar aylık Merkez Yönetim kurulu toplantısına yazılı olaraksunulacaktır. Plan taslağı üzerinde Merkez Yönetim kurulunda tartışılır ve kararabağlanır. Fakat tartışılıp kabul edilen sadece taslağı olacaktır. Plan olabilmesi için ise,haftalık yapılan toplantılarda Merkez Yönetim kurulunda alınan karar taslağı tüm kulüpüyelerine sunulacaktır. Tüm kulüp üyelerinin taslak üzerinde hemfikir olması üzerine planhayata geçirilecektir. Eğer bu yapılan plan taslağı benimsenmeyecek olursa, plantaslağına karşı çıkan büro veya kişilerin karşı­plan taslağını Merkez Yönetim kurulunasunmaları gerekir. Yapılan bu çalışmalar kulüp içerisinde sadece bir karar merciinindeğil tüm kulübün yönetime ortak olduğunu gösterecektir.

KULÜP SÖZCÜSÜ

Kulüp sözcüsü tek bir kişiden oluşur. Kulüp sözcüsü okul içerisinde birçok öğretimgörevlisini, öğrencileri, idari kadro hakkında bilgisi olan kişidir. Amacı okuliçerisinde kulübün anlık organizasyonunu sağlamasıdır. Kulübün okul için aldığıtüm kararların uygulayıcısı konumundadır. Şöyle ki, alınan kararlar doğrultusundarektörlükle iletişim kurması gereken, öğrenci ve öğretim üyelerine ulaşan kişiolacaktır. Üyelerin okul içi çalışmalarını organize eder. Afiş çalışması gibiçalışmalarda üyeler arasında işbölümü yapar. Eğer Merkez yönetim kurulu okuliçerisindeki öğretim üyelerinden kulüp için bir konferansta konuşmacı olarakçağırılması istenirse bunu öğretim görevlisine kulüp sözcüsü iletecektir. Aynızamanda Hazırlık bölümü sorumlusudur. Fakülte bölümleri için geçerli olmayandurum hazırlık bölümü için farklıdır. Okul sözcüsü yani gelen öğrencilerdensorumludur. Yeni gelen öğrencilerin kulüp içerisindeki entegrasyonlarınısağlayacak kişidir.

DIŞ TEMSİLCİ

Dış temsilcinin görevi Merkez Yönetim kurulunun kararlaştırdığı konuları diğer üniversitelere ve yeri geldiğinde dergive gazetelere iletmesidir. Yani, kulübün dış sorumlusu konumundadır ve diğer üniversitelerdeki öğrencilerle iletişimegeçen kişidir. Kısacası okuldaki kulübü dışarıya duyuracak kişidir. Diğer üniversitelerde olan ve o üniversiteyleiletişimimizi yine dış temsilci sağlayacaktır. Yazarlarla, üniversite hocalarıyla vs. ile yine iletişim sağlamsı gerekenkişidir. Kulübün dışarıdaki temsilcisidir. Çağırılacak konuşmacılar hakkında da elinin altında iletişim bilgilerinibulundurmalıdır. Tüm ilgi kuruluş ve kişilerle ilgili elinde adres, telefon bilgilerini bulundurmalıdır.

Page 10: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

8KÂTİP/YAZMAN

Merkez yönetim kurulunda alınan kararları, toplantılarda önemli olarak görülen konuşmaları da dahi kayıt altına almalıdır. Alınan tüm notları temize çekerekaylık bir dosyada kayıt altına alıp tüm belgeleri toplamalıdır. Tüm dosya, yazışma ve belgelerden sorumlu olan kişidir. Kulübün dergi çıkartası halinde dergininyazı işleri sorumlusudur. Dergi konusunda bürolardan, kişilerden gelecek yazıların planlamasını yine yazman yapacaktır.

BÜTÇE SORUMLUSU

Kulüp içerisindeki tüm gelir ve giderleri hesaplayan, eğer toplanırsa üyelik aidatlarının toplanmasından sorumlu olan kişidir. Planlama kuruluna bütçehakkında bilgi sunar. Dergiden gelen geliri kayıt altına alır, gelirlerden kulüp için veya diğer aktiviteler için ödenek gerektiğinde istenen ödeneğin verilipverilmeyeceğine (gelir ve gider durumuna bakarak)bütçe sorumlusu karar veriri.

BÜRO SÖZCÜLERİ

Her dört büronun içerisinden Merkez Yönetim kurulunda o büroyu temsil etmesiiçin bir sözcü seçilir. Aylık Merkez Komite toplantılarında büro adına karar almayetisine sahiptir. Bürolar o ay yaptıkları çalışmaların hepsini yazılı bir şekildeMerkez Komiteye sunması gerekir. Eğer bir büro kendi çalışma taslağınıhazırlamışsa bunu planlama kuruluna yazılı sunmak zorundadır.

YÖNETİM KURULUNUN GÖREV VE YETKİLERİ

Madde 15­ Yönetim kurulunun görev ve yetkileri:a) Üniversite yönetimi ve kurullarıyla İletişimi sağlar.b) İlgili kuruluşlarla temas kurulması ve ortak faaliyetdüzenlenmesi konusunda girişimde bulunur.c) Gündem maddeleri belirler ve gündemi belirleyenkonuların demokratik bir platformda tartışılmasını sağlar.d) Topluluk tüzüğünde yapılacak ek ve değişiklikleri belirlerve bunları Genel Kurul toplantılarında üyelerin oylarına sunar.e) Faaliyetlerin devamını ve verimliliğini sağlar.f) Yönetim Kurulu her ayın ilk haftası olağan toplantısınıyapar.g) Topluluk içi disiplini sağlar ve gerekli görüldüğündedisiplin cezalarını verir.h) Topluluk üyelerine gerektiğinde görevler verir.i) Ders ve faaliyet programını hazırlar.j) Sponsor firma, kurum ve kuruluş bulunması içingirişimlerde bulunur.k) Üye yapar ve üyeler hakkında fikir sahibidir.

Page 11: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

98 Mart ve öngörülen etkinlikler

Miray Eslek

8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde 40.000 dokumaişçisi daha iyi çalışma koşullarını istedikleri için greve başlar. Çünkütekstil fabrikasında çıkan yangında çoğunluğu kadın 129 işçiölmüştür. Yalnız greve başlanıldığında polislerin müdahaleleri veişçilerin fabrikaya kilitlenmesi gibi birçok sorunla karşı karşıya kalınır.Ancak aradan geçen onca zaman sonra 26–27 Ağustos 1910tarihinde Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden ClaraZetkin, 8 Mart 1857 tarihinde ölen kadın işçiler anısına bu günü“Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını Danimarka'nınKopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısındaönerir ve öneri oy birliği ile kabul edilir.Maalesef dünyada kadına uygulanan şiddet en yaygın olanıdırancak en az cezalandırılan suç da yine kadına uygulanan şiddettir.Mesela Rosa Luxemburg fikirlerini özgürce dile getiremediği gibiölene kadar dövülmüştür ve vücudu bir nehre atılmıştır.Dolaris Ibárruri de politik fikirleriyle birlikte “La Pasionaria” olarakbilinen cumhuriyetçi bir kadın lideriydi. Halen İskoçya’da “LaPasionaria” adlı heykeli bulunmaktadır. Bu yüzden 8 Mart “yalnız”olan kadınların özgürlüğe ulaşması değil, yalnız olan herkesinbütünleşmesidir. 8 Mart önemlidir, sadece tarihe bakmamak gerekir,asıl olan mücadeledir.

Biz Sosyoloji ve Felsefe Kulübü olarak Psikoloji Kulübüyle beraber ortak bir çalışma sağlayarak kadınların hayatımızdaki yeri ve kadınauygulanan şiddete değinmek istiyoruz Ülkemizde sayısı giderek artan cinayetlere ya da şiddete karşı gelebilmek için herkese şiddet görenkadının halini göstermek istiyoruz. Özellikle, üniversitemizde yapılacak bu etkinliğin hem kulüp çalışması için hem de kulübün adını diğerüniversitelerde de duyurmak için büyük bir basamak olduğunu biliyoruz.Başarılı bir yolda ilerlemek isterken çalışmalarımıza destek vermeyen birçok arkadaşımız da var. Neden olarak ise 8 Mart’ın önemini kadınolmanın olumlu bir yönüne bakılmak istenilmesidir. İtirazımız bu noktada değildir tabi. Ama gözden kaçırılmayacak olan gerçek deTürkiye’de kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin giderek artmasıdır. Kulüp olarak biz bu duruma seyirci kalmak istiyoruz.Yapacağımız etkinlik bir konferans niteliği taşımalı ki kadına yönelik şiddetin ne kadar ciddi bir olgu olduğu bilinsin. Amacımız , 3 günboyunca süren etkinlikte “KAMER ve MOR ÇATI” dan konu ile ilgili konuşmalarını gerçekleştirmek üzere konukları davet etmek istiyoruz. Filmgösterimi ile bu konu üzerinde çalışan yönetmenlerin emeklerini beyaz perdeye aktarmak istiyoruz. Karikatüristlerin bu konudaki eğilimlerinibildiğimizden onların çizgileriyle katılımı daha iyi yaratmak istiyoruz.Bunların hepsini gerçekleştirmek için hepinizin desteğini de bekliyoruz. Sadece birkaç kişinin katılımı ile sağlam bir yapı elde edemeyiz. Bukonuda duyarlı olan tüm arkadaşlarımızı kulübümüzün etkinlik çalışmasına bekliyoruz.

Page 12: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

Afi taslakları

10

Page 13: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

11

10.01.2012

Dergi MeselesiGürer MUT

Bu yazıda Sosyoloji ve Felsefe kulübünün çıkartacağı düzenli yayının önemine değinmek istiyorum. İlkin hepimizin üzerindemutabık olması gereken konunun çıkarılacak yayının o topluluk için öneminin bilinmesi olacaktır. Yayın organı oluşturmakzordur. Beklide en zoru onun devamlılığını sağlamaktır. Hele de bu düzenlenecek dergi bir üniversite içersinde çıkartılıyorsa iştebu süreç iki kat daha zor bir hale geliyor. Burada dikkatleri çekmek istediğim en önemli husus şu, çıkartılan yayının kişilercebenimsenmesi ve bu yayın için, ortaya elle tutulur veriler sunmaları derginin çıkış aşamasındaki en büyük sorunsalları çözmekiçin gerekli olmasıdır. Tabii burada hepsinden önemlisi, disiplinli bir çalışmanın ortaya konması olacaktır. Bence en önemli şeyde bu. Her alanda çalışırken yapmamız gereken planlama aşamasını yapıda oturtamadığımızdan dolayı ( bu alışkanlığı hiçbirzaman özümseyemedik) büyük eksikliklerle burun buruna geliyoruz. Bu kimi zaman yazıların zamanında toplanmaması,toplandıktan sonra bu yazıların kontrolünün bir gün sonrasına ertelenmesi (erteleme!) şeklinde sürekli bir gecikme yaşanmasınaneden oluyor. Tabi bu gecikmelerin ardından yayına kokulması istenilen dergi 15 veya 30 gün gibi bir süreyle erteleniyor. Buertelenme de diğer ayın iptalini getiriyor. Kişiler üzerinde baskının kurulmaması noktasında ben farklı düşünenlerdenim. Aslınabakılacak olursa, bu çalışmalarda disiplinin ve bir sorumlunun bu süreci planlaması gerektiğine inanıyorum. Her neyse, bu girişsanırım yeterince parçayı özetlemiştir. Burada eleştirilerden çok, yapıcı bir şey ortaya çıkartmak istiyorum. Bu sebepten ötürü,derginin yapısını ve karşılaşılabilecek sorunların neler olabileceğine değineceğim.

İlkin bu yazıda, 2009 da Işık üniversitesi Felsefe ve Düşünce kulübüzamanında tutmuş olduğum (Bir düşünce kulübünde yayın) bir yazıdanalıntılayarak yazacağımı söyleyerek başlamak istiyorum. Bu zamankisüreçte, o dönemde yapmış olduğum yanlışlıklar konusunda epey birdeneyim sahibi oldum. Hatta ve öyle ki, o zaman yapmış olduğumuzhataların sayısını bugün hatırlayamıyorum bile. Kulüplerin önemineinanmayan insanlar için bu laf belki anlaşılmaz gelecektir. İlk önce üniversitekulüplerinin öneminden bahsetmek isterdim ama o kadar çok bahsettim kiartık yeni ne diyebilirim diye düşünüyorum. Fakat son şunu söylemek isterim,kurulan bu topluluklarda aslına bakılacak olursa yapılan her çalışma vetoplantı, sivil toplum kuruluşlarında, devlet kadrolarında vs. karşımıza çıkıyor.Bazıları bu toplantıları bir sosyalleşme etkinlikleri gibi görürken bazıları da buetkinliklerin ötesini düşünüp bu topluluklarda deneyim kazanmak istiyor.Hataların yapıldığından bahsettik ve bu hatalarımızdan da ne yazık ki dersde çıkarmadık. Fakat nasıl oluyorsa yapısal sorunlar yaşıyorken, büyükidealar peşinde koşturuyorduk(bugün bile anlamış değilim). Bu düşüncelerinen büyüğü de bir topluluk yayını çıkartılmasıydı. Ne bunun nasıl yapılacağınıbilen biri vardı aramızda, ne de ne şekilde oluşturulacağını konuşan…Bu düşünce bombardımanından bir yıl sonra bir de baktık ki, ortaya çıkanherhangi bir sonuç yok. İşte o zaman topluluk yayınları konusunda birkaçfikir ortaya koymuştum.

Page 14: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

12Topluluk yapımız ve yayının süreç içerisinde gelişimiNiteliksel bir şey ortaya koymak için bizim Sosyoloji ve Felsefe kulübündeki eksikliklerimizi bir bir ortaya çıkartmamız gerekecektir.Bizler için şu an en büyük problem sayının bir türlü arttırılamaması olarak görülse de, asıl problem az olan üye sayısının ortaya nesnelbir çalışma çıkartmamış olmasıdır. Bu, şekilde devam ettiği takdirde ileriki süreçte topluluk için nelerin yaşanacağına birazdeğinelim. İlkin, her planlan ve fikir yürütülen çalışma o topluluk içerisinde mutlaka gerçekleştirilmelidir. Nedeni de şu, yapılmayanve ertelenen her çalışma topluluk içerisindeki havayı dağıtacaktır; üyelerin topluluk hakkındaki görüşleri değişecek ve bu yapıyabelki de bir daha dâhil olmak bile istemeyeceklerdir. Bizim işleyişimiz de o yöne doğru gidiş sergiliyor ve ben en çok bununyaşanmasından korkuyorum. Bu süreci yaşanmadan bizlerin bir an önce bazı yanlışlıkları ortadan kaldırmamız gerekecektir. Dergikonusuna dönecek olursak, şayet bu öne sürdüğümüz projelerin altından kalkamazsak değinmiş olduğum süreçle karşı karşıyagelebiliriz. Bu süreçle karşılaşmamak için yapmamız gereken basittir. O da ortaya söylemimizi destekleyecek çalışmalarınşekillenerek ortaya çıkmasıdır.

Sorunlarımızı kendi içimizde çözdüğümüzde, topluluğun herçalışmanın altından kalkabileceğinden eminim. Yazıya başlarken,bir başka soruna daha değinmiştim. Planlama konusunda çokfazla hata yaptığımızı biliyor olmamız lazım; zaten şu ana kadarkisüreçte bunu hepimiz hissettik. Tabii bu yeni kurulmuş ve yavaş daolsa kıpırdanmalar gösteren bir topluluk da olabilecek hatalar;fakat bu hataların arkasına saklanarak da bir yol almamızın imkânıyok. İşte bu sebepten, 2012 Şubatında­yeni dönemde planlamakurulunun aktif ve acil bir biçimde faaliyete geçmesigerekmektedir. Sonuç olarak kulüp içindeki aksaklıklar ve planlamaeksikliklerinin giderilmesiyle derginin devamlı bir biçimde üretilmesiilk aşamada başarılacaktır.

Derginin şekli ve yapısıDiğer bir taraftan derginin yapısına da değinmek gerekecektir. Fakat bunlardan önce bir şeyi açıklığa kavuşturmamız gerekiyor diyedüşünüyorum. Ortaya çıkartılması düşünülen bu deride amaç nedir? İşte esasen bu soruya yanıt bulmamız gerekecek. Benimkanaatimce, bu dergi çıkması halinde bizler için çok önemli bir adım olacak. Bu alanda, ya kendi fikirlerimizi yazın alanındageliştireceğiz ve sergilemeye başlayacağız; ya da günü geçirmek için konuşmaya devam edeceğiz. Bu dergide tartışmak,sorgulamak, yorumlama ve araştırmak gerekecek. Her şeyden önemlisi bunun başında olan bir çalışma ekibi gerekecek. Çıkarılacakyayının niteliğine değinirken, derginin başlı başına bizim için topluluğun genişlemesine yarayan ve bizler için adeta bir okul olacak olanbir yapı oluşturacağını da unutmamak gerekir.Bu derginin şekil özelliklerine değinmeden önce yapıya dair son bir açıklama getirmek yerinde olacaktır. Dergide düşünülen içerik,kulüpte uygulanmakta olan büro sisteminin gerçekleştirmekte olduğu aylık çalışmaların yayınlaması şeklinde olacaktır(bu yöntem kesindeğildir). Bu sistem çıkarılacak olan derginin ana yapısını oluşturur diye düşünüyorum. Örnek vermek gerekirsek, dünyada sağlıkalanında yaşanan bir yenilik hakkında bir üye makale oluşturdu bu bilim bürosunun sayfasında yayınlanacaktır. Bu şekilde makalelerinbir arada ve bütünlüklü bir yapıda olması sağlanacaktır.

Page 15: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

13Derginin yapısından da bahsetmek gerekecek; benim fikrim derginin ilk çıkış aşamasında maliyeti de göz önüne alarak A3 formatındabasılması şeklinde. Sayfa sayısına gelindiğinde ise, o ayki sayıda yayınlanacak makalelere göre belirlenmesi sanırım daha doğruolacaktır. Fakat burada yapının belirlenmesi ne kadar da kesin ve belirleyici olmasa da bizlere bir fikir verecektir. Bir derginin basımınınzor bir süreç istediğine değinmiştik, bir üniversitede bunun daha da zorlayıcı olduğunu biliyoruz. Böyle bir durumda yayınlanacakderginin ne sıklıkla çıkarılacağı sorusu da akla geliyor. Bunun için benim önerim derginin bir araya getirildiği zaman çıkarılmasıdır. Tabiibu beraberinde farklı sorunları da getirecektir; mesela, zaman aralığı belirlenmediği takdirde bu çalışma da gevşemeler olur mu?İnsanların düzenli görmedikleri bir yayın ne oran da etkili olacaktır? Bu sorunsalların iyi bir biçimde tahlil edilmesinin gerektiğineinanıyorum. Eğer öngörü olmadan yayın hayata geçerse bu durum sonunda dergi için bir tıkanıklık yaratacaktır. Diğer bir taraftanfiyat konusuna da eğilmemiz gerekiyor. Yayının devamlılığının sağlanmasının önemine vurgu yaptık fakat bunun ne şekildeyapacağımız da bir sorun teşkil ediyor. Burada düşündüğüm iki yöntem var biri derginin satılması, ikincisi sponsor destekli bir dergioluşturulması. İlki derginin ücretlendirilmesi konusu; bu hususta yayın değerinin ne olması gerektiğine bir miktar değinmeliyiz. Eğer biz ikiA3 kâğıdı 40 Krş bastırırsak derginin de 75 Krş’a olması çıkarılacak yayının devamlılığını çok rahat bir biçimde sağlayacaktır. İkinciseçenek sponsor konusu; bu konu aslına bakılırsa çok hassas bir konu. Fakat şunu dile getirmek gerekiyor ki, ilk yıl çıkartılacak yayınınfanzin biçiminde olması sponsor fikrini büyük ölçüde azaltıyor. Fakat daha sonrası için derginin kapasitesinin geliştirilmesiyle dergiye birveya birkaç sponsor desteği sağlanabilir. Tabi bu sponsorların seçimi konusu burada en kritik nokta olacaktır. Benim buradakidüşüncem sponsorların yayın evlerinden oluşturulması yönünde. Aslına bakılırsa bunun birden fazla avantajı var. İlki bu yayın evleriyleetkileşim halinde olacak olmamız, diğeri okuldaki insanların bu yayın evlerini tanımaları ve belki de en önemlisi çıkarılacak yayınınmaliyetlerini karşılayabildiğimiz ölçek de derginin ücretsiz bir biçimde dağıtılması da sağlanabilir.

Araştırma birimlerinin ve Basın BürosununÇıkartılan her derginin bir planlayan ve düzenleyen kadrosu bulunuyor. Bizlerin de derginin çıkış işleminde bu yöntemi takip etmemizgerekiyor diye düşünüyorum. Bir derginin getirdiği sorumluluğun birkaç kişinin sırtına yıkmak, çıkarılacak derginin kapasitesini, niteliğinive yararlılığının azalmasına neden olacaktır. Bu göz önünde bulundurularak bir toplulukta çıkarılacak dergiye organik bir bağ ile tümüyeler bağlı ver dergi için bir şeyler ortaya koyacaktır. Tabii tüm topluluk elemanlarının dergi için çalışması işlemini de düzenlemek oaşamada gerekli olacaktır. Üyelerin yapacakları kısmi çalışma bile bir araya getirildiğinde büyük ve işlevsel bir çalışmayı gözler önüneserilecek. Yayının içeriğini ve konusunu belirleyecek bir birimin kurulması sanırım atılacak en doğru adım olacaktır. Benim düşündüğümbir basın bürosunun ortaya çıkartılmasının önerilmesi şeklinde. Bu tip bir birimle derginin koordinasyonu daha çabuk sağlanacağınıdüşünüyorum.Basın bürosunun ortaya çıkartılması halinde, bu büronun çalışma şekline ne gibi bir şekil verileceği de gündeme getirilmesi gereken birkonudur. Başlangıç olarak bu büronun içersinde fazla kişi çalışmayacaktır diye düşünüyorum (maalesef). Bu sebepten, başlangıçtadaha az kişiye daha fazla iş düşecektir. Benim düşündüğüm; bu büronun içerisindeki bölümlerde derginin maliyetini ve basımişlemlerini takip eden, yazıların toparlanmasını sağlayan, dergilere konacak güncel konuları belirleyen ve derginin tasarımını yapanbirimler kurulması işlerin hızlı bir şekilde ilerlemesini ve hızlı bir şekilde hazırlanmasını sağlayacaktır. Böylelikle kişilerin üstüne büyük yüklerbinmeden dergi ortaya çıkacaktır.

Sonuç olarak bu yazı da sadece fikir üretildiğini söyleyebilirim. Bu tip bir çalışmanın pratik içerisinde şekillenebileceğine inanıyorumaslına bakılırsa. Burada yazı sadece ve sade ilerde gerçekleştirilecek çalışmanın ne şekilde ortaya çıkabileceğinin bir değerlendirmesioldu. Pratik içerisinde geliştirilmelidir dedim çünkü, önümüzdeki örneklerde bir çalışmanın sadece yazıp etrafında düşünmek olmadığınıanladık. Bunun için pratik faaliyet ile ortaya konulan düşünceleri birleştirmeliyiz. Diğer bir taraftan çıkarılacak dergi için vaktin erkenolup olmadığı sorusu benim kafama takılıyor. Bu sürecin oluşturulması benim için son derece önemli; bunun sebebi de bu dergininkulübü okulun ve diğer üniversitelerin gözünde önemli kılacağı dır. Tabi daha önce de demiş olduğum gibi sadece düzenli birçalışmanın sonucunda bu tip bir ilerleme kesinlik kazanacaktır. Burada amacın kemikleşmiş bir topluluk oluşturmak olduğunu veoluşturulan bu yapının diğer üniversite toplulukları için de bir örnek teşkil edeceğini söylememiz gerekir.

Page 16: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

14Kulüp dergimiz “ Yeni nesil Marko paşa”

Neden makro paşa?Makro paşa birçoğumuzun bildiği üzere bir siyasi mizahdergisidir. Yapı olarak gerçekçi ve toplumcu yönü ağır basanyazarların elinden çıkan bu dergi toplatılmadığı zaman vesansür koyulmadığı zamanlar çıkartılmasıyla ün kazanmıştır.Fakat uygulanan baskılara rağmen dönemin en yüksek tirajlıgazetesini geride bırakarak belki de cumhuriyet’in yayıntarihinde bir ilke ulaşmıştır. Bunların haricinde derginintoplumcu yapısının olduğunu söyledik. Bizim bu Makro paşaderginin adını düşünmemizin altında yatan asıl sebep, budergide yazan yazarların amaç edindikleri toplumsalaydınlanmayı, öğrenciler olarak bizlerin de aynı coşkuyla veduyguyla benimsememizdir. İşte bu sebepten ötürü, dergininadını “Yeni Nesil Makro Paşa” diye belirledik. Şimdi bu derginintarihini biraz irdeleyelim.Bu yazı Aziz Nesin tarafından Medet dergisinde (Marko Paşadergisi (ya da “efsanesi”)) kaleme alınmıştır.1946 yılı Temmuz ayında Esat Adil Müstecabi, “Gerçek” adlıgünlük bir gazete çıkarıyordu. Ben, bu gazetenin sekreteri veköşe yazarıydım. Gerçek 25 sayı çıkabildi. Bir gün, akşamgazeteyi hazırlarken, Emniyet Müdürlüğü Birinci Şubesindenmatbuat işlerine bakan polis Hüseyin yönetim evine geldi.Sıkıyönetim Komutanlığının gazeteyi kapatmış olduğunu bildirdi.Kendisinden yazılı emir istedik, yarım saat sonra da yazılı emrigetirdi. Bu emirde kapatma nedeni bildirilmiyor, yalnızcaSıkıyönetim Komutanlığınca kapatılmasına gerek görüldüğüyazıyordu.Gerçek kapandıktan sonra işsiz kaldım. Gazetelerdedüzeltmenlik için bile yaptığım başvurular reddedildi. O zamanüyesi olduğum Türkiye Sosyalist Partisinde parti işlerindeçalışıyordum. Geçimimi sağlar herhangi bir işim yoktu.Parti de para sıkıntısı çekmekteydi. Esat Adil’e haftalık bir gülmece gazetesi çıkarmayı önerdim. Deneyimlerime göre çıkaracağımgazetenin üç bin satması olasıydı. Bu gazete için de yedi yüz lira gerekiyordu. Böyle bir gazete ayda üç yüz lira kâr bırakacaktı. Esat Adil’leuyuştuk. Parti bu parayı sağlayacak, ben emeğime karşılık ayda yüz lira alacaktım. Kârın üst tarafı da partiye kalacaktı.Parti üyeleri, olanakları kadar beşer onar lira vererek gazetenin sermayesine ortak olacaklardı. Anlatılmayacak biçimde sıkıntı içindeolduğumdan, paraları toplama işini partinin muhasebecisi Alaaddin Hakgüder’e bıraktım. Bu iş iki ay kadar sürdü. Partili arkadaşlar zaten azgelirli işçiler olduklarından, bu iki ayda ancak 260 lira toplanabilmişti.Gazeteye, halk kitlesi tarafından benimsenmiş ve tutulmuş bir ad vermek gerekiyordu. Gerçek gazetesinde yazdığım köşe yazılarındanbirinin başlığı “Markopaşa’ya Şikayet” idi. İşte bu köşe yazının adından yola çıkarak Markopaşa adını önerdim. Gerek partiden istifa edişim,gerek yedi yüz liranın bir araya getirilemeyişi yüzünden Markopaşa’yı çıkaramadım.

Page 17: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

Sabahattin Ali bir gülmece gazetesi çıkaracağımı duymuş. O sıralardaSabahattin, Devlet Konservatuarındaki hocalığından çıkarılmış, vekâlet emrinealınmış bulunuyordu. Ankara’dan geldiği bir sıra beni buldu, “Markopaşa’yıbirlikte çıkaralım, ben sermayesini veririm,” dedi. Önerisini memnuniyetlekarşıladım. Yeniden konuşmak üzere ayrıldık. Beyoğlu Balık Pazarı CumhuriyetLokantasında buluştuk. Bu konuşmamızda Sabahattin bana karşı çok dostça veinsanca hareket etti. Gazetenin sermayesi olarak bin lira verecekti. Bana şöylededi:­ Senin mali durumun benimkinden çok bozuk. Eğer gazete ayda yüz elli liradanaz kâr getirirse, bu para tamamen senin olsun, yüz elliden fazlasına ortağız…İkinci konuşmamızı Tepebaşı’nda Cumhuriyet Gazinosunda yaptık. Sabahattingazetenin sahibi olacak, ben de yazı işleri müdürü olacaktım. BaşyazılarıSabahattin yazacak, gazetenin öbür yönetim ve yazı işleri benim üzerimdekalacaktı. Sabahattin benim fazla heyecanlı olduğumu söyleyerek, yazdığımyazıları gözden geçirmemi istiyordu. Kendisini haklı buldum ve razı oldum. Bunakarşılık ben de onun başyazılarından seçtiklerimi gazeteye koyacaktım. Üçüncübuluşmamızda gazetenin imtiyazını almak için beyanname aldık. Babıâliyokuşundan çıkarken Sabahattin Ali’ye,

– Senin sahip, benim de yayın müdürü olmam doğru değil, sahip ve yayın müdürlüğünün bir kişide bulunması daha doğru olur, dedim.Sabahattin, hem sahip hem de yayın müdürü kendisinin olmasını istedi. Sabahattin o gün bana bin lira verdi.Aramızda hiçbir mukavele yoktu. Sonuna değin de böyle bir şeye gerek görmedik. Ne o bana hesap ve yönetime değgin tek bir şeysordu, ne ben onun ne kadar para çektiğini hesapladım.Sabahattin’den aldığım bin lira üzerimde taşınması pek zor bir sorumluluk gibiydi. Onun bana güveni, bu parayı ziyan edeceğimkorkusunu büsbütün artırıyordu. Vilayet karşısındaki İzzettin hanında yönetim evi olarak bir bir oda tuttum. En ekonomik yoldan bir deafiş yaptırdım.Üç bin satacağımızı hesaplayarak altı bin gazete bastık. Fazla para harcamamak için, hamallık parasından bile kısmak amacıylakâğıtları ve basılmış gazeteleri gece karanlığında kendim basımevinden yönetim evine taşıdım.

Markopaşa’ya karikatür gerekiyordu. Çok eski arkadaşımolan[2] Faris Erkman’a rica ettim. Faris “yaparım” dedi,ancak çok işi olduğunu, o sırada bir harita üzerindegeçici olarak ve çok az parayla çalışan MustafaUykusuz’un çalışmasının daha doğru olacağını söyleyerekUykusuz’u önerdi.Uykusuz’u “Gün” dergisinde çıkan iki üç karikatüründentanırdım. Akhisarlı tütün işçisi bu halk çocuğunun sanatyeteneği bu birkaç karikatüründe belli olmuştu.Kendisinden daha da büyük gelişmeler beklenebilirdi.İşte böylece Uykusuz da Markopaşa ailesine katıldı. İlkzamanlar başka karikatürler de alıyorduk, sonralarıUykusuz büyük bir ilerleme göstererek hak ettiği değerikazandı.

15

Page 18: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

Gazete daha basılmadan iki gün önce, gazete bayilerinden Fazıl’a gittim. Markopaşa’nın dağıtma işini kendisine önerdim, kabul etti.Gazete basılıp yönetim evine gelmişti. Katlanması gerekiyordu. Hiçbir çıkar beklemeden büyük iyilik ve yardımlarını gördüğüm HalûkYetiş benimleydi. Birlikte gazete kırdık. Gece saat 1’den sonra Halûk evine gitti. Sabahın dört buçuğuna dek gazeteleri ellişer ellişerpaketledim. İki bin Anadolu’ya ayırıp dört bin tanesini omzuma aldım, bayi Fazıl’ın dükkânına götürdüm. Fazıl gazetelere şöyle birbakıp,– Kusura bakma, ben bu gazeteyi dağıtamayacağım, dedi.

16Nedenini söylemiyordu. Fazıl ricalarıma kulak bile asmıyor, o saatlerde pekfazla meşgul olan her bayi gibi öbür gazeteleri dağıtmakla uğraşıyordu.Markopaşa’nın o gün çıkacağı afişlerle ilan edilmişti. Ve hepsinden beteride, Sabahattin’in bin lirası, altı bin tane işe yaramaz iade kâğıdı halinegelmişti. Bunları kiloya versek elli lira bile tutmazdı. Fazıl’ın dükkânınınkapısında beynimden vurulmuşa döndüm. Gazeteleri yeniden kucaklayıpbaşka bir bayiye götürdüm. O da bu gazeteleri satamayacağını,kendisine boşuna yük olacağını söyledi, almadı. Dört bayiye daha gittim.Onlar da, “satılmaz” ya da “geç kaldı, dağılmaz” diye reddettiler.Gazeteleri yönetim evine geri getirdim, başına oturup düşünmeyebaşladım. Sabahattin, bana güvenerek bin lira vermiş, işte ben de oparayı bu hale getirmiştim. Saat onda Sabahattin otomobille geldi. Hiçbirgazeteci ve tütüncüde Markopaşa’yı arayıp bulamayınca “Niyedağıtmadın” diye sordu. Haklı olarak pek çok hiddetlendi. Ben herkabahatli insan gibi alttan aldım.– Merak etme, biraz burada otur, şimdi satarım, dedim.Birdenbire o anda aklıma bir düşünce gelmişti. Kolumun altına iki bingazeteyi alıp sokağa çıktım. Markopaşa’yı kendim satacaktım. Ancakbütün çabama karşın “Markopaşa” diye bağırmaya utandım. Eminönümeydanına gelince gözümü kapayıp “Markopaşa” diye avazım çıktığıncabağırmaya başladım. Gazete adeta kapışılıyordu. Köprüde, partidentanıdığım işçi arkadaşlara rastladım, beni ayıplıyorlar gibi geldi.Beyoğlu’na doğru çıktım, her gazeteci, tütüncü dükkânına beşer onarbırakıyordum. Bir bölümü, “satılmaz, sekiz sayfalık gazeteler bile satılmıyor,”diye almak istemiyordu. Onlara rica ediyordum:– Zararı yok, siz alın şöyle bir asıverin, diyordum, satılmazsa istemem…

Taksim’e geldiğimde, dükkânlara bıraka bıraka, biryandan sata sata, iki bine yakın gazeteyi bitirdim. Yönetim evine dönüp iki bin gazetedaha aldım. Bunları da Beyazıt, Fatih, Edirnekapı taraflarına dağıttım. Böylece dört bin gazeteyi bütün Istanbul’a dağıttım, iki bin gazeteyide taşraya yolladım.Gazetenin çıktığından iki gün sonra hiçbir gazetecide Markopaşa kalmamıştı, hepsi satılmıştı. Taşradan, il ve ilçelerden, “100 dahagönderin”, “200 daha gönderin” diye mektup ve telgraflar yağıyordu.Satış durumuna göre, ikinci sayıyı 15 bin basacaktım. Ancak Sabahattin Ali, “Satılmaz, elimizde kalır” diye ısrar etti, 10 bin bastık.İkinci sayının başarısı daha da büyük oldu. Üçüncüyü 15 bin, dördüncü sayıyı 25 bin bastık… Bundan sonra her hafta arttırarak baskıyı 80bine, satışı da 60­70 bine kadar çıkarttık ki, o sıralarda en fazla satış yapan gazetenin tirajı 50 bini geçmiyordu.Markopaşa’daki başarımızın bir çok nedenleri arasında en önemlileri şunlardır:1 – Markopaşa, o zamana değin bilinmeyen bir gülmece ve hiciv yeniliği getirmiştir.2 – O zaman ve daha önce çıkan gülmece gazetelerinin bütün amacı – çok öncekiler arasında istisnaları vardır – hoşça zamangeçirtmekti. Markopaşa’ysa, halk hizmetinde, halk dertlerini belirtmek ve halka yararlı olmak için gülmeceyi bir araç olarak kullanırdı.3 – Markopaşa’nın kullandığı dil, halkın dilinin ta kendisiydi.4 – Markopaşa’nın çıkış zamanı, siyasi olayların en civcivli zamanına rastlamıştı.5 – O dönemde muhalefet şimdiki kadar sertleşmemişti. Markopaşa, putlaştırılmış olanları en çirkin yerlerinden halka göstermiş, en yüreklieleştirileri yapmıştır.6 – Gazetede çalışan arkadaşlar arasında ahenkli bir çalışma birliği kurulabilmiştir.

Page 19: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

17Gazeteyi Tan matbaasında bastırıyorduk. Dördüncü sayı baskımakinasına verildi, ancak makineden çıkardılar, basmadılar.Halil Lütfi’ye, hem Sabahattin, hem de ben çok rica ettik, amakabul ettiremedik. Tan matbaasının bilinen biçimdeyıktırılmasından sonra, Halil Lütfi’nin haklı olarak gözü korkmuştu.Bu korkusunun bir nedeni de gazetelerde Markopaşa’yayapılan hücumlardıHüseyin Cahit, başyazısında ilk hücum işaretini vermişti. Arkadanöbürleri saldırmaya başladı.Çaresiz, makineden sayfaları aldım. Bütün basımevlerinidolaştım, hemen çoğu işsiz olmasına karşın, Markopaşa’yıbasmak istemiyorlardı.Tan matbaasının yıktırılışı hepsinin gözünü korkutmuştu. Afişlerimizyırttırılmıştı. Biçok kentte aleyhimize mitingler yaptırılıyor, resimlerigazetelere konuyordu.Sonradan öğrendik ki, polis de basımevlerine gazetemizinbasılmaması için tembihte bulunmuş. Zaman da geçiyordu,gazeteyi basamayacaktık.En sonunda kendisini önceden tanıdığım Nâzım Berksoy,basımevinde basmaya razı oldu.Gazeteye her gün iki üç korkutma mektubu geliyordu. Hattatelgraflar geliyordu. İçlerinde sehpa, tabanca, bıçak resimleriolan bu mektuplarda (bizi) öldürüleceklerinden, asıpbiçeceklerinden söz ediyorlardı.

15 Aralık 1946 günü basımevine bir kaç arkadaş geldi. Ertesi günü aleyhimize miting yapacaklarını, yönetim evini kırıp geçireceklerini haberverdiler. Bunlar olmayan şeyler değildi. Emniyet Müdürlüğüne ve Vali’ye önlem almaları için durumu bildiren bir dilekçe verdik.Arkadaşlar yönetim evinde bulunmanın doğru olmayacağını söylüyorlardı. Ancak gazetenin zamanında çıkması için de yönetim evindenayrılmamıza olanak yoktu.15 Aralık 1946 akşamı yine arkadaşlar evlerine gitmişlerdi. Ben, yönetim evinde, basımevine gelen gazeteleri kırıp sayıyordum. Ertesi sabahmiting yapacaklarını haber aldığım için, işimi bitirip erkenden gitmek istiyordum. Ama o sayıda gazete 25 bine yükselmiş olduğu için, kırıpsayması kolay kolay bitmiyordu. Bir gece öncesinden de uykusuzdum. Gazeteleri sayarken başım düşüyor, uyuyakalıyordum. Uyumamakiçin su içiyor, yüzümü yıkıyor, yine işimi sürdürüyordum.Saat 4,30 olmuştu. Yani 16 Aralık 1946 günü, sabahın saat 4,30’u. Nerdeyse bayi gelip gazeteleri alacaktı.Sokakta bir gürültü oldu. Koşuşma sesleri geldi. Pencereden baktım. Daha gün ışımamıştı. Lüks lambasının ışığında, yirmi otuz adamın hankapısına doğru koşuştuklarını gördüm. Ve o anda şöyle düşündüm: Herhalde mitingi çok erken saatte yapıyorlardı ki, gazete hiç piyasayaçıkmasın. Koca handa, en üst katta “Associated Press” ajansının adamı, han kapıcısı, bir de ben vardım. İlk işim, gazeteleri yırttırmamak,korumak için gazeteleri oraya buraya saklamak oldu. O sırada hanın kapısı gümbür gümbür vurulmaya başladı. Ben, bu gelenleri, Tanmatbaasına yaptıkları gibi, kırıp yıkmaya geliyorlar sanmıştım. Gelenlere, “Buyurun, oturun iki dakika, beni dinleyin” diye ricada bulunacak,ondan sonra Markopaşa’nın amacını, halka hizmet arzusunu, görüşlerimiz ayrı da olsa, ülkeye ve halka hizmetten başka bir amacımızolmadığını, halk ve ülke severliğin tekele alınmasının doğru olmayacağını tüm içtenliğimle anlatmaya çalışacaktım. Elbet bunlar dainsandı, beni dinleyecekler, kandırılmış olduklarını anlayacaklardı…Hanın kapısı açılmıştı. Gürültüyle yukarı çıktılar. Gelenler arasında yaşlı başlı adamlar da vardı. İlk anda, “bu kez, profesörleri geldi galiba!”diye düşündüm. Hana girenlerin herbiri bir odaya dağıldı. Üç kişi de bizim odaya girdi. İçlerinden biri,– Kimsin? diye sordu.O kadar kılıksızdım, sakallı, bitik ve perişandım ki, “Gazetenin yazarıyım,” demeye utandım. Meğer onlar beni tanıyorlarmış.– Soyun! dediler.Soyundum. Her tarafımı aradılar. Üstümden çıkan defter, not ve kâğıtları bir paket yaptılar. Başları olduğunu sandığım biri,– Bunu alıp evine götürün, evini arayın! dedi.Bu gelenlerin polis olduklarını o zaman anladım. Aynı hanın içinde parti ve sendikaların da odaları varmış. Ben o zamana kadarbilmiyordum. Öbür polisler o odalara dağılmışlardı.Evimi aradılar. Bu, evimin ilk aranışıydı. Yatakların, şiltelerin içine kadar, her tarafı aradılar.– Aradığınız neyse, ben vereyim, zahmet etmeyin, dedim, ama ne aradıklarını söylemiyorlardı. Yine, not, defter ve kitaplarımı bir çuvalakoydular. Bir de zabıt tuttular. Karıma ve bana imzalattılar.

Page 20: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

18Karım ve çocuklarım şaşırmışlardı. Giderken, memura sordum:– Ne zaman döneceğiz, nereye gidiyoruz?– Akşama dönersiniz sanırım, dedi.O gün bayiyle hesaplaşıp para alacaktım. Ne evde ne de bende para vardı. Cebimdeki bir kaç kuruş bozuk parayı masaya koydum,– Merak etmeyin, akşama gelirim! diye evden ayrıldım.Yine arabayla hana geldik. Sabahattin Ali’ye, “Beni götürüyorlar, evde hiç para yok, para gönder!” diye han kapıcısına not bıraktım.Önce bu kartı yazıp bırakmama izin veren polisler sonradan bu kartı da almışlar. Herhalde ne yazacağımı merak etmişler.O güne dek daha Emniyet Müdürlüğünün nerede olduğunu bile bilmiyordum. Emniyet Müdürlüğüne iki sivil polisle birlikte girdik. İkincisikatta bir odaya girdik. Bu odada on kadar memur, masaya yığılmış evrak ve kitaplar üstünde harıl harıl çalışıyordu. Bu odadan, ikincigeniş bir odaya geçtik. Karşımda iki adam vardı. Biri meşin ceketli, iri yarı, kabak kafalı, ablak suratlı, arkasındaki şişkinlikten kıç cebindetabanca olduğu anlaşılıyor. Ayakta ve bir ayağı sandalyenin üstündeydi.Sonradan öğrendim ki, bu, İstanbul Emniyet Müdürü Ahmet Demir’miş!!Öbürü kısa boylu, şaşı gözlü biri. O da muavini Kemal Aygün’müş, ki hâlâ bu görevdedir.Ahmet Demir, odasına girer girmez,

– Sen misin Aziz Nesin? diye sordu.Genellikle, tanımayanlar beni iri yarı sanırlar da, sonra ufak tefekolduğumu görünce şaşırırlar… Ahmet Demir de onun için böylesoruyor sandım! Açık bulunan ceketimin önünü ilikleyerek, AhmetDemir’e yaklaştım ve,– Evet, benim! dedim.Söz ağzımdan çıkar çıkmaz yüzümde müthiş bir şamar şakladı. Neolduğumu, neye uğradığımı şaşırdım. Bu tokadın arkasından, AhmetDemir,– Ulan it, sen misin o, vatanı satacak olan! diye bağırdı.Ne oluyorduk, ne satıyorduk, kime satıyorduk? Senin “memleket”dediğin pırasa değil ki ona buna satasın! Ben bu şaşkınlıkla kim bilirsuratlarına nasıl bakmışım bilmiyorum. Yine bağırdı:– Ulan, ne bakıyorsun muavin beyin suratına!Ondan sonra sille, tokat, tekme girişti. Demek ki ben, EmniyetMüdürlüğüne gelmiştim ve bu zat da Emniyet Müdürü (!) idi…

Kolu mu yoruldu, sakinleşti mi, bilmiyorum, yaşamımda duymadığım küfürleri de savurduktan sonra,– Götürün! diye bağırdı.Getiren iki memur beni aldı. Oda kapısından çıkınca başka iki memur da önüme arkama geldiler. Sanki oradan kaçacakmışım yahutkaçabilirmişim gibi, dirseklerimden tutup en üst kata, Birinci Şubeye çıkardılar. Bir takım kapı ve koridorlardan geçtik. Beni birbirlerine teslimettiler. Yüzüme öyle bakıyorlardı ki, kendi kendimden korkmaya başladım. Üstümü bir kez daha aradılar. Sonra tuhaf bir yere geldik. Kümeskapısı gibi bir kapıyı açıp beni içeri ittiler. Üstüme kapı kapandı. Burası kapkaranlık bir yerdi. Hiçbir şey görmüyordum. Elimle etrafı yokladım. İkiadım kadar eni, üç adım kadar da boyu… Yerde topak topak bir şeyler vardı. Elimle yokladım. Islak, sert bir şey… Sonradan kapı bir aralıkaçılınca anladım, maden kömürüymüş. Uykusuzdum, açtım ve yorgundum. Kömürlerin üzerine oturup düşünmeye başladım.Neden oluyordu bütün bunlar? Böyle bir muameleyle karşılaşacak, suç diye bir şey yapmamıştım. Uyumaya çalıştım, uyuyamadım.Bu konuyu daha fazla uzatmayalım. Tam 17 gün, bu ve daha ağır koşullar altında kaldım. Altı gün ne ekmek ne su verdiler. Bizzat AhmetDemir gece yarılarına dek, kimileyin gece yarısından sonra tehdit ederek sorular sordu. Önündeki dosyadaki kâğıtlara bakıp bakıp soruyordu.Bir takım isimler soruyordu, hiçbirini tanımıyordum. Zaten bende isim belleği azdır. Bu isimleri düşünüyor, acaba şunun ismi miydi, bunun ismimiydi diye düşünüyor, birtürlü bulamıyordum. Yanlış birisini söyleyip onu da bu ne olduğunu bilmediğim belaya sokmaktan korkuyordum.Sonra üsteleyerek, Üsküdar’da bir kahvede konferans verdiğimi söylüyorlardı. Bir paket kaçırdığımı yeri ve saatiyle söylüyorlardı ki, bütünbunlar, tamamen uydurma, aslı astarı olmayan düzme şeylerdi. Ben, “bilmiyorum” dedikçe, tehditleri artıyordu. On yedi gün sonra salıverdiler.hâlâ niçin tuttuklarını bilmiyorum, galiba onlar da bilmiyor…

Page 21: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

19O tarihten sonra iflah olmadım. Sürekli takip, baskı, şiddet, mahkeme, hapis, sürgün…Bu anlattığım ünlü 16 Aralık tevkifatıdır ki, 200 kişi kadardık. Benim hemen arkamdan Sabahattin Ali’yi tutmuşlar, benden bir kaç günönce salıvermişlerdi.Oradan saç sakal birbirine karışmış çıktım. Herkes bana bakıyordu. Hemen bir arabaya atlayıp yönetim evine geldim. Bütün arkadaşlaroradaydı, kucaklaştım. O anda bütün acılar unutuluverdi. Hemen gazeteyi çıkarmalıydık. Arkadaşlara yapılacak işleri anlattım. Yanımapara aldım. Aynı arabayla eve gittim. Evde ancak bir saat kadar oturdum oturmadım, yönetim evine dönüp yazıları yazmaya başladım.O günden sonra Ahmet Demir gazetemin başlıca konusu oldu. Ahmet Demir şahsen bana karşı fena hareket ettiği için değil. Onunbaşkalarına yaptıklarının yanında, bana yaptıkları solda sıfır kalır. Ahmet Demir’i mahkemeye verdim. Bu olayın üstünden tam üç yılgeçti. Bu zaman zarfında belki on kez evimi aradılar, yedi sekiz kez tutukladılar, ondan fazla mahkemeye verdiler, üç kez mahkûm ettiler,hâlâ Ahmet Demir’le adalet huzurunda hesaplaşacağım. İnşallah…Markopaşa’yı bastırabilmek için ne sıkıntılar çektiğimiz anlatmakla biter gibi değildir. Herkes, gazetenin en önemli işinin yazı yazmakolduğunu sanır. Oysa yazı yazmak haftanın ancak bir gününü aldığı halde, işler haftanın öbür günlerine zor sığıyordu. En önce basımevibulmak çok zordu. Örneğin, Nâzım Berksoy büyük bir iyilik yaparak gazeteyi basıyordu ama, normal baskı fiyatından iki katı parayı, hattadaha fazlasını alıyordu. Üstelik, parayı peşin almadan iş görmüyordu. Bunca para verildiğine göre, gazete hiç olmazsa iyi ve zamanındaçıksa… Ne mümkün! (Zorluklardan söz ediyor)Aklımda kaldığına göre Markopaşa aleyhine ilk dava Falih Rıfkı tarafından açıldı. Bu davayı kaybettik. Sabahattin bin lira tazminatödemeye mahkûm oldu. Parayı verdi mi vermedi mi bilmiyorum. Bana kalırsa, Falih Rıfkı’yı aleyhimize dava açmaya sevk eden asılneden, dava açtığı yazı değil, daha önce, ilk sayımızda çıkan bir manzumedir. Bu manzumeden bizi mahkemeye veremeyen Falih Rıfkı,başka bir yazıdan aleyhimize dava açtı. Her ne olursa olsun, Falih Rıfkı uğurlu geldi, ondan sonra davalar sökün etti.

Markopaşa aleyhine sürekli yayın ve mitingler devam ediyordu. İkikez gazetenin adı Büyük Millet Meclisinde geçti. Bunlardan birinde,Cemil Sait Barlas, kürsüden “Markopaşa’nın kökü dışarıdadır,” dedi.Bu sözler bizi son derecede sinirlendirdi. Dokunulmazlığının arkasınagizlenen ve Meclis kürsüsünden söylediği sözlerden sorumlu olmayanCemil Sait Barlas’ı mahkemeye de veremiyorduk. O zaman,Sabahattin Ali,– Cemil Sait Barlas’ın bütün arkadaşları bakan oldu, o olamadı. Bütünbunları bakan olmak için yapıyor, demişti.Sonradan gerçekten Barlas da bakan oldu.Barlas’a karşı duyulan acı hisle “Topunuzun Köküne Kibrit Suyu”başlıklı yazı yazıldı. Gerçekten bu yazıda yalnız Barlas’ı ve onun gibisakat düşünenleri kastetmiştik. Ama bu yazıdan dolayı açılandavada, yazı, milletvekillerinin heyeti umumiyesine şamil görülerek,Sabahattin Ali galiba üç aya mahkûm edildi.Aleyhimize o denli kişisel ve kamu davası açıldı ki, bunların bir çoğuaklımda kalmadı, fazlasına da gerek yok, en önemlilerini yazmayıyeter buluyorum.

ALEYHİMİZE AÇILAN DAVALARİstanbul, Ankara ve taşra gazete ve dergileri aleyhimize doludizgin hakaretle dolu idi. Evvela bunlara aldırış etmedik. Fakat, işi o kadarazıttılar ki, yaptıkları tenkid, hiciv değildi. Düpe düz küfür ve iftira idi. Hele taşra gazete ve dergilerden bir kısmı, utanmadan yabancı ajanıolduğumuzu, yabancılardan para aldığımızı, yabancı emellerine hizmet ettiğimizi söylüyor, hamalları utandıracak şekilde küfür ediyorlardı.Bütün bu neşriyatı bir dosya halinde topluyordum. Evimin muhtelif zamanlarda aranmaları sırasında bunlar da gitti, bir daha geriyealamadım.Bütün bu neşriyatı bir dosya halinde topluyordum. Evimin muhtelif zamanlarda aranmaları sırasında alınan evrakım arasında bunlar da gitti,bir daha da geriye alamadım.Umumiyetle bunlara cevap veremiyorduk, mahkemeye de veremeyecektik. Fakat, aleyhimize açılan davalara bir cevap olarak bunlardanbir kısmını mahkemeye vermek üzere, Basın Savcılığına müracaat ettik. O zaman, Basın Savcısı, şimdi İstanbul Savcı Baş Muavini olan HicabiDinç idi. Açtığımız davaları reddetti. Bu yazılarda hakaret görmedi.

Page 22: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

20BİZİ TAKLİD EDENLERGazetenin satışı durmadan yükseliyordu. Bu satış, piyasada gazeteci diye geçinenleri imrendiriyordu. Gazetelerde, hatta günlükgazetelerde, Markopaşa’daki yazıları taklid eden yazılar çıkıyordu. Bu ara, yine Markopaşa’yı taklit eden haftalık gazeteler piyasayıdoldurdu. Bunların içinde, isimleri aklımda kalanlar şunlardır:Alay, Lalapaşa, Mazete, Bekri Mustafa ve isimleri aklımda kalmayan birkaç tane daha… Bütün bunlar bir müddet çıkıyor, satışsızlıktanölüyordu.Meşrutiyet devrinde de tıpkı böyle mizah gazeteleri piyasayı doldurmuştu.Gazetenin galiba onuncu sayılarında idi. Şemsettin Yeşil’in akrabası olan Salih Yeşil ismindeki eski milletvekillerinden birinden gazeteye birmektup geldi. Bu mektupta İsmail Habib’in (Avrupa edebiyatı ve biz) isimli kitabındaki bir noktanın yanlışlığından bahsediyordu. Bu mevzuuenteresan buldum. Fakat bu çeşitten gelen mektupları, okuyucu dileklerini incelemeden, delil ve vesikaya dayanmadan neşretmek âdetimolmadığı için hemen kitabın iki cildini aldım, o bahsi okudum. Ondan sonra da neşrettim. Laf arasında hemen hatırlatayım ki, bu vakadan ikibuçuk sene sonra İngiliz, İran ve Mısır krallarının aleyhime açtığı davada 7. asliye mahkemesi, benim üslûbumun tayini için İsmail Habib’ibilirkişi heyeti arasına seçmişti. Vazifesi, yalnız bu yazıların bana ait olup olmadığını bildirmek olan İsmail Habip verdiği raporda, vazifesi dışınaçıkarak, esasen yazılarımın hiç bir kıymeti olmayan bayağı şeyler olduğunu da söyleyerek, bir eski hatıranın acısını çıkarmış ve ne derecebitaraf bir münekkit olduğunu da bu suretle göstermiş oldu.Salih Yeşil’den gelen mektubu da, İsmail Habib’in kitabının ait olduğu sayfaları arasına koymuş, rafa kaldırtmıştım. İşte bu sıralarda 16 aralıktaberaber tevkif edildiğim arkadaşlarım halâ Emniyet Müdürlüğünde nezaret altında tutuluyor kendilerine işkence ediliyordu.

Page 23: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

215 Aralık 11SİYASET BÜROSU

Asya Üretim Tarzı,Feodal ve Yarı Feodal Güçler

05.11.2011 tarihinde gerçekleştirilen Siyaset Bürosunun Asya tipiüretim tarzı ve Feodalizm konularındaki sunum metni.İlk önce yapılan çalışmanın hatalarından, eksikliklerindenbahsetmemiz gerekiyor. Siyaset Bürosunun amacı; kolektif birçalışmayla, kavramlar üzerinden çalışmaların sürdürüleceği biryapıyı oluşturmaktır. Kavramlar diyoruz, çünkü ister kabul edelimister etmeyelim büyük eksikliklerimizin oluştuğu asıl noktakavramsallaşmış düşüncedir. Kolektif çalışma dediğimizde ise, kulüpiçersinde bulunan üyelerin çalışmalar esnasında (konuşmacı vedinleyen) hep birlikte sorgulayan, katkıda bulunan bir mantığıbenimseyerek oluşturulacak olan çalışmadır. Kısaca kolektifçalışma mantığında birinin görmediğini diğeri görür, birinindüşünmediğini diğeri hatırlatır. İşte bu çalışma mantığı bir toplulukçalışmasını başarıya ulaştırabilir.Gelelim bizim siyaset bürosu çalışmamıza, tam anlamıyla fiyasko.Beklenenin altında ve yararlılıktan çok uzak bir çalışma hazırladık.Bunun sebebini de sadece konuşmacılarla sınırlı tutuyoruz;dinleyicilerinde eksiklikleri ve konu hakkında ön araştırmagerçekleştirmemiş olduklarından yapılan çalışma herhangi bir katkısağlamadı bizlere. Ama ilkin, dinleyicilerden önce, sorumluluklarıolan biz konuşmacıların yaptıkları hatalar üzerinde duralım.Bir büro çalışması, kesinlikle belli bir kaynaktan salt okunarakanlatılamaz; bu yapılan anlatmadan ziyade bir aktarım özelliğitaşır. Bizim gerçekleştirmek istediğimiz çalışma biçiminde ise,bürolarda görevli arkadaşlarımızın bir araya gelerek yapılacakçalışmalar konusunda belli bir birikimi kazanmaları ve daha sonrayapılan büro çalışmasını kendi fikirleriyle de destekleyerek ortayabir sunum çıkartmaları üyelerin konu hakkında en yüksek verimdefayda sağlamasına yarayacaktır. Bu tarz bir büro çalışmasıyapılmamışsa anlaşılmalıdır ki, bu biçim büro üyeleri tarafından tamanlamıyla irdelenmemiş ve ciddiyeti tam olarak anlaşılmamıştır. Buaçıdan bakacak olursak asıl aksaklığımız, belirlediğimiz çalışmadisiplinine uymamamız şeklinde de gösterilebilir. Bu metinde de dilegetirmek gerekirsek; bu tip hatalarımızı, eksiklerimizi ortadankaldırmanın yollarını en kısa zamanda arayacağız.Burada hazır bazı şeyleri masaya yatırmaya başlamışken, üyelerinde hatalarına değinmek gerekecektir. Topluluğun mantığı birkonuşmacının kalkıp dinleyicilere aktaracağını aktarıp, sırasınısavması mantığı değildir. Topluluğumuzun mantığı, konuşmacınınüyelere belli noktaları aktardıktan sonra dinleyicilerinde bu konuhakkındaki görüşlerini, sorularını ve en önemlisi konuşmacının yaptığıyanlışlığı ortaya koymaları gerekmektedir. Fakat toplantımızda bunuda yapamadık. Kısacası bu büro çalışması istenilen düzeyin altındayapılmış oldu. Çalışmanın sonuna doğru yapılacak olan günceltartışma bölümüne hiç başlayamamış olmamız tam anlamıyla birfelaketin yaşandığını buradan anlatmamıza yetecektir. Umarız,yapılan yanlışlıklar bir an önce düzeltilmeye başlanır.

Büro çalışmasının konusuna geçecek olursak, 5 Aralık 2011 tarihindeFeodalizm konusuna eğildik.Feodaliteyi iki farklı yapıda inceleyerek (10–11. y.y. Avrupa Feodalsistemi ve Asya tipi üretim tarzı) konuyu elimizden geldiğince açmakistedik. Feodal zihniyetin ortaya çıkması süreci ilkin, barbar istilalarıkarşısında çoğunluğun bir efendinin çatısı altına girmesiyle başladı.Daha sonra ise, Batı Avrupa da gelişen klasik feodalitenin tamanlamıyla ortaya çıkışı; Fransa da Karolenj imparatorluğu, batısındaise Norman istilasından sonrasına rastlamaktadır. Burada feodalrejimin siyasal, hukuksal, iktisadi ve sosyal bir yapı olduğunu, devletinbirliğinin ise oluşturulmuş olunmaması önemli bir faktördür. Gerçektende feodalitenin siyasal açıdan gösterdiği en büyük özellik, devletiktidarının parçalanmış olması ve halkın Fransa da KarpetHanedanının iktidarının başlarında olduğu gibi doğrudan doğruyadevletin değil, toprakların sahibi olan derebeylerin uyruğudurumunda olmalarıdır.Feodal rejim kuruluşunda önemli rol oynayan bir başka olay,Akdeniz’in doğu ve batı kıyılarının İslam egemenliği altına girmişolmasıdır. Böylece Doğu ile Batı arasındaki kültür ve ticaret ilkelerindeönemli rol oynamış olan Akdeniz yolu, bir kısım Avrupa ülkelerinekapanmış, bu ülkeler Doğu da ve giderek dünya da ticaretin dışınaatılmışlardır. Dünya ticaretiyle ilişkisi kesilip kendi içine kapanmaya vebu yeni duruma göre yeniden örgütlemek, derlenip toparlanmakzorunda kalan Avrupa’da da ekonomi bakımından en fazla kaydadeğer olay, makineler sisteminin gelişmesi ile “para ekonomisinin”yerine “ayni” diyebileceğimiz bir ekonominin geçmesi ve tamanlamıyla tarımsal bir uygarlığın egemen olmasıdır.Feodaliteyi tam bir açıklıkla anlatmak istersek, Feodaliteyi birpiramide benzetebiliriz. Burada Roma hukukunda olduğu gibi,topluluğa serbestçe tasarruf edebilmek söz konusu değildir.Topraklar, fief sözleşmesi ile hiyerarşik bir düzene bağlanmıştır. Fiefsözleşmesini yapanlardan birisi de senyördür. Senyör, ya da vassaldenilen ikinci kişi yararına belirli bir toprak parçası üzerinde, adaletidağıtma gibi bir görevi sürekli bir hak olarak tanır. Vassal da,senyörün kendisinden beklediği hizmetleri yerine getirmek zorundadır(Ayrıca vassal da aldığı toprağı kısmen başkalarına verebilir ve buyoldan kendiside derebeyi olabilirdi.).Vasaal durumunda olan senyörlerin çeşitli yükümlülükleri vardır:Askeri alanda yapacağı yardımla, çeşitli maddi yardımların yanı sıravassal, senyöre “danışmanlık” yapmakla görevlidir.Batıda feodal düzene verilebilecek en güzel örnek, bizce ortaçağFransasıdır.Fransa kralı “Fransa Dükalığı” adıyla bilinen toprakların senyörüdür.Bu bakımdan da öbür fief sahipleriyle hiçbir ilişiği yoktur. Sadecekendi vassallarıyla doğrudan doğruya kişisel ilişkiler kurmuştur. KralFransa’daki öbür bütün senyörlerin lideri idi. Kral, en yüksek senyördü;feodal hiyerarşinin en yüksek katını işgal ediyordu. Her şeydenönemlisi kral senyörlerin senyörü durumundaydı.Feodal bir düzende sosyal sınıfların varlığı ise, en kaba haliyle;dövüşen soylular, dua eden rahipler ve çalışan köylüler ile serflerdir.Ortaçağda bir sınıftan ötekine geçmek belli törenleri ve birtakımhukuksal işlemleri gerçekleştiriyor, böylece iktisadi eşitsizliği “hukuksaleşitsizlik” tamamlıyordu.

GÜRER MUTYİĞİT ONUR ŞEN

Page 24: Sosyoloji ve felsefe kukubu/ internet bulten ocak-subat

22Soylular ve Rahipler “ayrıcalıklı sınıfları” oluşturuyordu. Özgürköylüler ile serfler, bütün değerleri yarattıkları halde, üretimaraçlarına tam sahip olmadıkları gibi hukuksal bakımdandurumları öteki ayrıcalıklı sınıflardan aşağıdır. Ayrıcalıklı sınıflar,aynı zamanda topluluğa sahip olan sınıflardır; bu dönemdetoprakların sahibi, soylular, yeni senyörler ve kilisedir.Ne var ki, başlarda idari ve dinsel merkezler ya da tahkimedilmiş yerler olan kentler, yavaş yavaş meta üretiminin(piyasa için üretim) ve böylece ticaretin gelişmesine koşutolarak, gelişmeye başlayacaklardır. İşte, ticaretin ve zanaatingelişmesi sonunda kentlerde yeni bir sınıf ortaya çıkmıştır. Busınıf, burjuva sınıfıdır. Ortaçağın sonlarına doğru Batıda kendinigösteren en önemli sosyal olaydır bu. Burjuvaların zenginliğitoprağa değil, kentlerde henüz ilkel bir durumda olan metaüretimine ve ticarete dayanmaktadır. Daha sonrası için,toplumun sosyal yapısını değiştirecek olan sınıf, yeni araçlarınıelinde toplayacak olan bu burjuva sınıfı olacaktır.İngiltere’deki Feodalite anlayışı:İngiltere’de Fatih William (Guillaume)ın kurduğu rejimin enönemli niteliği, kendi iktidarını güçlendirmek amacıyla feodaldüzeni İngiltere’ye getirmiş olmasıdır. Böylece, İngiltere’defeodalite devletin zayıf oluşunun sonucu değildir. Feodalite,İngiltere’de muzaffer Norman prensinin kurduğu ve zorkullanarak kabul ettirdiği bir rejimdir.

Asya Üretim Tarzı ve FeodaliteBernier haklı olarak Türkiye, İran ve Hindistan’dan bahsederken,Doğudaki bütün olayların temelini toprakta özel mülkiyetinyokluğunda aranmalıdır, diyor. Bu Doğu cennetinin gerçekanahtarıdır.Batılı olmayan toplulukların üretim tarzı ancak toprakta özelmülkiyetin yokluğu olgusu ile açıklanabilir.Engels bu konu hakkında Marks’a yazdığı mektubundan;“Gerçekten toprak mülkiyetinin yokluğu bütün Doğu’nunanahtarıdır. Doğu’nun siyasi ve dini bütün tarihi burada gizlidir.Fakat Doğuluların feodalite şeklinde bile toprak mülkiyetinegelemeyişlerinin sebebi nedir? Sanırım ki bunun esası Sahradan,Arabistan’a, İran, Hindistan ve Tataristan’dan ta yüksek Asyayaylalarına kadar uzanan çölün iklimi ve bununla ilişkin olaraktoprağın cinsidir. Burada yapay sulama tarımın ilk şartıdır ve (bu işi)ya köyün, ya vilayetin ya da merkezi hükümetin görevidir.”Barnier’in naklettiğine göre, Türkiye, İran ve Hindistan’da topraktaözel mülkiyet yoktur. Toprakların mülk sahibi devlettir. Öyle iseDoğulu toplumlarda, klasik feodal üretim tarzı söz konusu olmaz.Çünkü klasik feodalitenin tanımında örneğin devletin toprağın mülksahibi olması diye bir şey yoktur. Şu halde, bu ülkelerde “başka” birüretim tarzı olmalıdır.Peki, neden bu toplumlarda özel mülkiyet ortaya çıkmıştır? Öylegözükmektedir ki, bu ülkelerde iklim ve toprak şartları, asli ve teküretim aracı olan topraktan ürün alınabilmesi için geniş sulamatesislerini gerektirmektedir. Bundan dolayı toprağın mülkiyeti özelellerde olamaz. Toprak köyün (Komünün) ortak mülkü ya dadevletin mülküdür.

Asya üretim tarzında toprak üzerinde bireysel mülkiyet kime aittir?Marks ve Engelse göre, mülk sahibi kamu hizmetlerini yerine getirenüstün otoritedir. Nitekim “temel Asya şekillerinin birçoğunda küçüktopluluklar üzerindeki birleştirici birim, üstün ve biricik mülk sahibiolmaktadır.” Anlaşıldığı gibi, birleştirici birim deyimi ile kast edilenüstün otorite olan devlettir. Bu topluluklarda despot bir sürütoplulukların babası gibi gözükür ve hepsinin birliğini sağlar. Marks’agöre birleştirici birim, yani devlet, despot olabileceği gibi demokratda olabilir.Asya topluluklarında devlet toprağın mülkiyetine sahip olsa bile,“gerçek topluluklar (toprağın) tasarruf hakkına sahiptirler.” Fakat yinede, “aslında birey tek başına mülksüzdür.” Böyle olunca, Asya üretimtarzında mülk sahibi olan sadece devlettir.Öyle ise, Asya üretim tarzında devlet mülkiyetin de olan topraklarıntasarrufu özel kişilerin ya da topluluğun elindedir. Bu üretim tarzındamülkiyet ilişkilerinin aldığı ikili şekil sistemin özelliğidir.

Bu şema, Asya üretim tarzında toprak, birey (ya da topluluk) vedevlet arasındaki mülkiyet ilişkilerinin niteliğini göstermektedir.

Asya üretim tarzında toprak mülkiyetinin sebeplerine de değinmekgerekirsek,1) Köy topluluklarının kendini destekler karakteri2) Devletin üzerine almış olduğu kamu işleri olaraksebeplendirebiliriz.Üretim şekli hususunda, Marks bu gibi toplumlarda Meta­Para­Metaşeklindeki basit dolaşımın var olabileceğini söylemektedir. Nitekimmeta üretiminin ilk aşamalarında, fazla kullanma değeri parayadönüşür. Bunu bildiğimize göre, Asya üretim tarzında temel üretimşeklinin kullanma­değerli mal üretimidir.Asya tipi Üretim tarzını özetleyecek olursak;Asya üretim tarzının içerdiği tarihsel şartlar sistemin kapitalist üretimtarzına doğru gelişmesini kolaylaştıracağı gibi, sosyalist üretimtarzına doğru evirilmesini de sağlayabilir. Marks’a göre, her şeyiçinde yaşanılan toplumsal ortama bağlıdır.Genel hatları ile, Asya üretim “modeli” üstünde durmuş olduk. Asyadenilen bu üretim tarzının diğer kapitalizm öncesi üretim tarzından(örneğin: antik, kölelik ve klasik feodalite gibi) farklı olduğu açıktır.Son olarak, Asya toplumlarında şu unutulmamalıdır.“Birey hiçbir zaman mülk sahibi olmayıp tasarruf eden olduğundan,topluluğun birliğini temsil edenin kölesidir.” Öyle ise, Asyatoplumunda köle ve serften farklı olan birey hür olmakla beraber birçeşit “genelleşmiş köle” dir. Birey, devlet ve toprak arasındakiilişkilerde, toprağın tasarruf hakkına sahip olduğundan dolayı hür isede, toprağın mülkiyetine sahip olmayışından dolayı genelleşmişköledir.Asya üretim tarzı hakkında genellikle söyleyebileceklerimiz bukadar. Bu genel ve soyut modeli tamamen Marks ve Engelsarasında geçen konu hakkındaki yazışmalarına; SencerDivitcioğlu’nun yazmış olduğu Asya üretim tarzı ve Osm. toplumuadlı kitabına ve de Zubritski M.K.’un yazmış olduğu İlkel kölecifeodal toplum adlı kitabına sadık olarak hazırladık. Açıkçasöylemek gerekirse kendi düşüncelerimizi de katmadan yazıyı yalınbir hale yayınlamaya çalıştık.