Top Banner
46 Sosyal Devlet Tarihe Gömülürken “Kamu Yararı” Ve “Sosyal Hizmet” Kavramlarını Yeniden Düşünmek Yrd. Doç. Dr. Fulya AKYILDIZ (Uşak Üniversitesi) GİRİŞ Kamu yönetiminin varlık nedeni, “kamu hizmeti sunmak” ve “kamu yararını sağlamak”tır (A. Şeref Gözübüyük, 1998: 5). Kamu yönetiminin bu amacı, kapitalizmin 20. yüzyıla “zoraki” armağanı olan “sosyal refah” anlayışı ile birleştirildiğinde; ortaya, toplumda sosyal adaleti sağlamak için bütün kaynaklarını seferber eden “sosyal devlet” 5 çıkmıştır. Ancak, birikim krizine giren kapitalizmin, faturayı sosyal devlet uygulamalarına kesmesi, sosyal devletin tarihe gömülmesinin gerekçesi olmuştur. Kapitalizmin 21.yüzyıl için tasarısı ise, geçen yüzyıl verilenin geri alınmasından ibarettir. Bunun pratikteki anlamı, emeğin değil sermayenin kayırılması ve ayrıcalıklara büründürülmesidir. Bu olgu, kamu yönetimini “plansızlaştırma”, “örgütsüzleştirme”, “yöneltsizleştirme”, “eşgüdümsüzleştirme”, “denetimsizleştirme” ve hepsinden önemlisi “işlevsizleştirme” yönünde etkilemektedir. Buna göre, yeni yüzyılda devletin kamu yönetimine yüklediği görev, geçen yüzyıl inşa edilenin yıkılması, ortadan kaldırılmasıdır. Bu süreçte, yeni tip kamu yönetimi örgütünün karşısındaki en önemli sorun, küreselleşmenin küresel bir kimlik ve boyut kazandırdığı “yoksullukla mücadele” gelmektedir. “Sosyal” ile başlayan her şeye karşı olan yeni kamu yönetiminin bu soruna çözümü ise piyasadan ödünç aldığı “hayırseverlik” yaklaşımıdır. Yeni yüzyılda kurumsal ve yasal bir kimlik kazandırılarak yürütülen hayırseverlik hizmetleri, işletmelerin kurumsal sosyal sorumluluk/sosyal girişimcilik gibi adlar altında piyasaya dönük olarak geliştirdikleri sosyal hizmetleri anımsatmaktadır. Kamu yararı ve kamu hizmeti kavramlarının dönüşüme uğratıldığı bir süreçte üretilen “hayırseverlik hizmetleri”, yoksullukla mücadeleyi “hak” yaklaşımından uzak bir şekilde kişilerin ve kurumların “inisiyatife” bırakmaktadır. Bu uğurda yapılan bütün işler vicdanları rahatlatmaya yöneliktir. Bütçeye yük oldukları gerekçesi ile son 5 Nur Serter (1994, 36) gibi sosyal devlet ile refah devleti kavramları arasında bir farklılık olmadığını savunan yazarlar bulunmakla birlikte; gerçekte ise, bu iki kavram arasında çok geniş bir ideolojik anlam farklılığı vardır. Sosyal devlet, toplumu merkezine alırken refah devleti ise bireyi merkezine almaktadır. Buna bağlı olarak, Kıta Avrupası ülkelerinde “sosyal devlet” kavramı daha çok kullanılırken Anglo Sakson ülkelerde ise “refah devleti” kavramının tercih edildiği görülmektedir.
13

Sosyal Devlet Tarihe Gömülürken “Kamu Yararı” Ve “Sosyal Hizmet” Kavramlarını Yeniden Düşünmek

May 15, 2023

Download

Documents

Mustafa Duman
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Sosyal Devlet Tarihe Gömülürken “Kamu Yararı” Ve “Sosyal Hizmet” Kavramlarını Yeniden Düşünmek

46

Sosyal Devlet Tarihe Gömülürken “Kamu Yararı” Ve “Sosyal

Hizmet” Kavramlarını Yeniden Düşünmek

Yrd. Doç. Dr. Fulya AKYILDIZ (Uşak Üniversitesi)

GİRİŞ

Kamu yönetiminin varlık nedeni, “kamu hizmeti sunmak” ve “kamu yararını

sağlamak”tır (A. Şeref Gözübüyük, 1998: 5). Kamu yönetiminin bu amacı,

kapitalizmin 20. yüzyıla “zoraki” armağanı olan “sosyal refah” anlayışı ile

birleştirildiğinde; ortaya, toplumda sosyal adaleti sağlamak için bütün

kaynaklarını seferber eden “sosyal devlet”5 çıkmıştır. Ancak, birikim krizine

giren kapitalizmin, faturayı sosyal devlet uygulamalarına kesmesi, sosyal

devletin tarihe gömülmesinin gerekçesi olmuştur.

Kapitalizmin 21.yüzyıl için tasarısı ise, geçen yüzyıl verilenin geri

alınmasından ibarettir. Bunun pratikteki anlamı, emeğin değil sermayenin

kayırılması ve ayrıcalıklara büründürülmesidir. Bu olgu, kamu yönetimini

“plansızlaştırma”, “örgütsüzleştirme”, “yöneltsizleştirme”,

“eşgüdümsüzleştirme”, “denetimsizleştirme” ve hepsinden önemlisi

“işlevsizleştirme” yönünde etkilemektedir. Buna göre, yeni yüzyılda devletin

kamu yönetimine yüklediği görev, geçen yüzyıl inşa edilenin yıkılması, ortadan

kaldırılmasıdır.

Bu süreçte, yeni tip kamu yönetimi örgütünün karşısındaki en önemli sorun,

küreselleşmenin küresel bir kimlik ve boyut kazandırdığı “yoksullukla

mücadele” gelmektedir. “Sosyal” ile başlayan her şeye karşı olan yeni kamu

yönetiminin bu soruna çözümü ise piyasadan ödünç aldığı “hayırseverlik”

yaklaşımıdır. Yeni yüzyılda kurumsal ve yasal bir kimlik kazandırılarak

yürütülen hayırseverlik hizmetleri, işletmelerin kurumsal sosyal

sorumluluk/sosyal girişimcilik gibi adlar altında piyasaya dönük olarak

geliştirdikleri sosyal hizmetleri anımsatmaktadır. Kamu yararı ve kamu hizmeti

kavramlarının dönüşüme uğratıldığı bir süreçte üretilen “hayırseverlik

hizmetleri”, yoksullukla mücadeleyi “hak” yaklaşımından uzak bir şekilde

kişilerin ve kurumların “inisiyatife” bırakmaktadır. Bu uğurda yapılan bütün

işler vicdanları rahatlatmaya yöneliktir. Bütçeye yük oldukları gerekçesi ile son

5 Nur Serter (1994, 36) gibi sosyal devlet ile refah devleti kavramları arasında bir

farklılık olmadığını savunan yazarlar bulunmakla birlikte; gerçekte ise, bu iki kavram

arasında çok geniş bir ideolojik anlam farklılığı vardır. Sosyal devlet, toplumu

merkezine alırken refah devleti ise bireyi merkezine almaktadır. Buna bağlı olarak, Kıta

Avrupası ülkelerinde “sosyal devlet” kavramı daha çok kullanılırken Anglo Sakson

ülkelerde ise “refah devleti” kavramının tercih edildiği görülmektedir.

Page 2: Sosyal Devlet Tarihe Gömülürken “Kamu Yararı” Ve “Sosyal Hizmet” Kavramlarını Yeniden Düşünmek

47

verilen sosyal hizmetlerin yerine inşa edilen kurumsal hayırseverlik hizmetleri,

bu süreçte “hayırsever devlet” imajına meşruluk kazandırmaktadır.

Türkiye’de, özellikle son yıllarda, yoksulluğu kalıcı olarak çözmek yerine

insanları, yardım yaparak yoksulluğa alıştırma ve kişi ve kuruluşlara bağımlı

hale getirme uygulamalarının yaygınlaştığı görülmektedir. Belediyelerde yaygın

olarak uygulanan sosyal yardım hizmetleri, kamu yönetiminin diğer alanlarına

da sıçramaktadır. Soruna “hayırseverlik” zihniyeti ile yaklaşılmasını eleştiren

bu çalışmanın temel savı; yoksulluk, “sosyal hak” ve “sosyal adalet” ilkeleri

doğrultusunda çözülmesi gereken ve “hayırseverlik” kavramının sınırlarına

sıkıştırılamayacak bir sorundur. Devletin ve kamu yönetiminin varlık nedeni,

sosyal yardım sunmaktan daha fazlasını ifade eden, kamu yararı doğrultusunda

sosyal hizmet sunmaktır. Çalışmada, kamu yararı ve sosyal hizmet

kavramlarının yaşadığı değişim ve dönüşüm ele alınarak yoksulluk karşısında

yeni kamu yönetiminin ürettiği “modern hayırseverlik yaklaşımı”

incelenmektedir. Çalışmada betimsel araştırma yöntemi kullanılmaktadır.

KAMU YÖNETİMİ VE SOSYAL HİZMETLER

Kamu yönetimi, kamunun gereksinmelerini karşılamak için topluma ya da

toplumu oluşturan çeşitli kümelere ya da bireylere hizmet götürür. Bu

hizmetleri düzenlerken bireyleri değil, bireyin içinde yer aldığı toplumu ya da

toplumun bir kesimini dikkate alır (Gözübüyük, 1998: 5). Kamu yönetimi,

toplum içinde ayrım gözetmeksizin bütün kesimlere hizmet götürmekle birlikte

hizmetin niteliğine bağlı olarak kimi hizmetlerden belli kesimler yararlanabilir.

Örneğin, sosyal güvenlik şemsiyesi bütün toplum kesimlerini içine almakla

birlikte sosyal yardım ve hizmetlerden muhtaç durumda olmak koşuluna bağlı

olarak belli kesimler yararlanır. Bunlar, toplumsal yapının en kırılgan

kesimleridir: Kimsesiz çocuklar, yaşlılar, gençler, kadınlar gibi.

Kamu hizmeti, bir kamu kurumunun ya kendisi tarafından ya da yakın

gözetimi altındaki bir özel girişim eliyle kamuya sağlanan hizmetlerdir. Bir

hizmetin kamu hizmeti sayılabilmesi için en az iki koşulun gerçekleşmesi

gerekir. Bunlardan biri, hizmetin kamuya yöneltilmiş ve kamuya yararlı olması;

diğeri de hizmetin kamu kuruluşlarınca ya da ilgili kamu kuruluşunun sıkı

denetimi altında özel hukuk kişilerince yürütülmesidir (Ömer Bozkurt vd.,

1998: 128). Kamu hizmetinin başlıca özellikleri, bunların bireylerin

yararlanmalarına açık etkinlikler olmaları ve kamuya yönelik ve kamuya yararlı

olmalarıdır. Bir hizmetin kamu hizmeti sayılıp sayılmaması, toplumun içinde

bulunduğu koşullar ile yakından ilişkilidir ve siyasal bir kararla belirlenir

(Gözübüyük, 1998: 236).

‘Sosyal hizmet’ ise, toplumun, kendi elinde olmayan nedenlerle yoksul ve

muhtaç duruma düşen ya da bedenen veya ruhen bir eksikliğe uğrayan

bireylerine, ülkenin genel şartları çerçevesinde insana yaraşır çevreleri ile

uyumlu bir hayat sürdürebilmeleri için maddi ve manevi ekonomik ve sosyal

Page 3: Sosyal Devlet Tarihe Gömülürken “Kamu Yararı” Ve “Sosyal Hizmet” Kavramlarını Yeniden Düşünmek

48

ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik devlet ve özel kuruluşlar tarafından

sağlanan hizmetlere denir (A. Can Tuncay, 1992: 58).

Bu çalışmada, sosyal politika yerine sosyal hizmet kavramının tercih

edilmesi, biri olumlu diğeri olumsuz olmak üzere iki nedene dayanmaktadır.

Olumlu neden, sosyal devletin altın çağını yaşadığı 1945–1970 döneminde,

sosyal devletin kendini kapsamlı bir sosyal hizmet kavramı ile ifade etmesini

göz önünde bulundurarak, sosyal devletin geri plana itildiği 1980 sonrası

dönemde sosyal hizmetin gerekliliğine vurgu yapmak ve sosyal devleti tekrar iş

başına çağırmaktır. Olumsuz neden ise, neoliberalizmin yıldızının parladığı

1980 sonrası dönemde, sosyal politikanın dar kapsamlı bir sosyal hizmet

kavramına ve onun da sosyal yardımlara ve sosyal içerikli projelere

indirgendiğini vurgulamaktır. Böylece, sosyal hizmet kavramı iki farklı

dönemde iki farklı içerikle karşımıza çıkmaktadır.

Bilindiği gibi, sosyal politikanın temelini sosyal güvenlik oluşturur. Modern

sosyal güvenlik sisteminin işleyişi ise temel olarak iki ayaklı bir yapıya

dayanmaktadır. Birinci ayakta, sistemin asıl gövdesini oluşturan “sosyal sigorta

kurumları” vardır ve sistemden yararlanacaklar prim ödeyerek finansmana

katılmaktadır. İkinci ayak ise, birinci sistemin kapsam içine alamadığı kişilere

yönelik olarak faaliyet gösteren vergi gelirleriyle kamu tarafından finanse edilen

“kamu sosyal güvenlik harcamaları”, “sosyal yardımlar” ve “sosyal

hizmetler”den oluşur (Süleyman Özdemir, 2009: 9–10). Türkiye’de 2008’in

Ekim ayında yürürlüğe giren Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası

Kanunu ile bir yandan sosyal güvenliğin kapsamı genişletilerek tüm vatandaşlar

sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınırken diğer yandan da emeklilik için gerekli

prim ödeme gün sayısı artırılmıştır.

Türkiye’de devletin resmi sosyal politika tarihine bakılacak olursa, İkinci

Dünya Savaşı’ndan sonra –özellikle 1960 sonrası dönemde- Türkiye’nin,

kapitalist dünyada egemen olmaya başlayan müdahaleci sosyal devlet

oluşumunun etkisi altına girmeye başladığı görülür. Bu olgu ile birlikte

Türkiye’de kamu yönetimi, sosyal hizmet uygulamaları ile taçlandırılmıştır. Bu

çerçevede özellikle sosyal içerikli kamu hizmetleri, “vatandaşlık hakları”

çerçevesinde değerlendirilmeye başlanmış ve çok sınırlı bir kesimi de kapsasa

ilk sosyal güvenlik kurumları ortaya çıkmıştır.

‘80’e kadar olan dönemde sosyal güvenlik kapsamına alınanların sayısında

kısmî artış olmakla birlikte; aile bağları ve hemşerilik ilişkileri de bu süreçte

yoksullara destek olmuştur. Ancak, 1980’lerden sonra birikim krizine giren

kapitalizmin etkisi ile sosyal devlete yönelik eleştirilerin sistemli bir şekilde

yürütüldüğüne ve neoliberal politikaların daha çok kabul gördüğüne tanık

olunmuştur. Bu dönemde Türkiye, bir yandan küresel kapitalizm dalgasından

etkilenirken diğer yandan da 1980 askeri darbesinin etkisi altına girmiş ve bu

ikincisi, birincisinin Türkiye’de uygulanması için gerekli ortamı sağlamıştır.

Böylece, 1980 askeri darbesi Türkiye’nin neoliberal dünyaya ve küresel

kapitalizme eklemlenmesini kolaylaştırmıştır. Bu yeni dönemde, bir yandan

müdahaleci sosyal devlet olgusu yerini piyasaya bırakırken diğer yandan da

Page 4: Sosyal Devlet Tarihe Gömülürken “Kamu Yararı” Ve “Sosyal Hizmet” Kavramlarını Yeniden Düşünmek

49

toplumsal yapıda değişimler ve dönüşümler yaşanmaya başlamıştır. Bu

değişmeler, aile yapısının geniş aileden çekirdek aileye doğru evrilmesi ve geniş

aile içi dayanışmanın zor durumdaki bireyin sosyal güvenliğini sağlayacağı

varsayımının geçerliliğini kaybetmesiyle sonuçlanmıştır.

Bu süreçte, kamu yararı ve sosyal hizmet kavramları da dönüşüme

uğramıştır. “Kamu yararı”, toplumsal yarar anlamından sıyrılarak “belirli çıkar

gruplarının çıkarını sağlama” anlamına gelmeye başlamış ve bu anlamda kamu

yönetimi de bu çıkar gruplarının çıkarı için hizmet eden devlet örgütü anlamını

kazanmıştır. Örneğin “hukuk dışı konut edinme” olgusu olarak bilinen

gecekondu sorunu özellikle bu dönemde Türkiye’nin en önemli sorunlarından

biri haline gelmiştir. Gecekondu olgusu ile birlikte, yerel ve merkezi yapıda

yozlaşma ortaya çıkmış ve kentsel rant sağlama işi, kamu yönetiminin

gündemine oturmuştur. Politikacılar ve bürokrasiler, kentsel rantı, mafya türü

kişiler ya da örgütler veya üst gelir grupları ile birlikte kurdukları“yasa dışı”

ittifaklarla paylaşırken (Emre Kongar, 2002: 563) kamu yönetimi örgütünün ve

kamu yararı kavramının arkasına sığınmışlardır. Oysaki süreç, karar alma ve

uygulama mekanizmalarını ellerinde bulunduranların kentsel rant peşinde

koşanların çıkarlarına hizmet etmeleri şeklinde gelişmektedir.

Yine bu dönemde, “sosyal hizmet” piyasaya açılmış ve kamu, özel ve sivil

toplum örgütleri tarafından birlikte yürütülen “sosyal içerikli projeler” olarak

anlam kazanmıştır. Sivil topluma atfedilen bu önem, aile yapısında yaşanan

dönüşüme eşlik etmekte ve geniş ailenin sağladığı dayanışmanın ortadan

kalkmasıyla oluşan boşluk, cemaat türü dini oluşumlardan çağdaş sivil toplum

örgütlerine kadar geniş bir yelpazedeki sivil örgütlenmeler tarafından

doldurulmaktadır. Ancak söz konusu süreci, Pranab Chatterjee (1996: 22)’nin

belirttiği ve sosyal devletin hiç ortaya çıkmadığı, sanayileşmenin

gerçekleşmediği, dini ve sivil toplum örgütlerinin sosyal devlet yerine sosyal

hizmet sunduğu ülkelerde yaşanan durumla bir saymak da mümkün

görünmemektedir. Her şeyden önce, sosyal devlet olgusunu, en azından

tarihinin bir döneminde bütün kurumlarıyla ve uygulamalarıyla yaşayan

ülkelerdeki halklarda bir ‘hak’ kaybı söz konusudur. Bu ülkelerdeki halklar için,

sosyal devletin geri plana itilmesi ile doğan boşluğun, dini örgütlenmeler ve

sivil toplum örgütleri ile doldurulması mümkün görünmemektedir. Kaldı ki, bu

örgütler de bunun farkındadırlar ve bu nedenle görev paylaşımı yoluna

gitmektedirler. Bu süreçte, özel sektör bu örgütlerin fon sıkıntısını karşılamak

üzere göreve çağrılmaktadır. Yapabildiği kadar para yapma, yani kâr sağlama

örgütleri olan işletmeler (George Hedley, 2002), bu işi kâr sağlama

amaçlarından vazgeçerek yerine getiremeyeceklerine göre, sorunun kendi

istedikleri şekilde çözülmesi için süreci zorlamaktadırlar. Devletin, sürece dahil

olan işletmelere yüzde yüz vergi muafiyeti tanıması, işletmelerin ‘modern

hayırseverlik’ ortamına kâr maksimizasyonunu sağlayarak katılmalarının bir ön

Page 5: Sosyal Devlet Tarihe Gömülürken “Kamu Yararı” Ve “Sosyal Hizmet” Kavramlarını Yeniden Düşünmek

50

koşuludur.6 Nitekim işletmeler yasalarda belirtilen kamu idarelerine, vergi

muafiyeti tanınan vakıflara ve kamu yararına çalışan derneklere yaptıkları bağış

ve yardımları; kamu kurum ve kuruluşlarına bağışladıkları okul, sağlık tesisi,

öğrenci yurdu inşası dolayısıyla yaptıkları harcamaların toplamını, kurum

kazancından tamamen ya da yasalarda belirtilen oranlarda vergiden muaf

tutabilmektedirler (Akyıldız, 2007b: 148–150). Böylece, sosyal hizmet içeren

girişimlere destek olan işletmeler, hem yaptıkları yardımlar aracılığıyla vergi

muafiyeti almaktalar; hem de “iyi niyetli”lik ve “sosyal vatandaş”lık örneği

sergileyerek reklâmlarını yapma ve sermayelerini artırma fırsatını

yakalamaktadırlar (Akyıldız, 2007a: 499). Dolayısıyla, sosyal hizmetin

nesnesini dışarıda tutmak koşuluyla, süreç “alan memnun, satan memnun”

şeklinde işlemektedir.

KAPİTALİZM VE SOSYAL POLİTİKA

Kapitalizmin sosyal politikayla ilişkisi çok temel bir çelişki etrafında

biçimlenmektedir. Kapitalizm, “özgür emeği”, yani yaşayabilmek için emeğini

satmak zorunda olan mülksüz insanı, bir sözleşme ilişkisi çerçevesinde

çalıştırmaya dayanan ve değerler sisteminin merkezine temel değer olarak

çalışmayı koyan bir toplum düzenidir.7 Ama aynı zamanda, bazı bireylerin,

işlerin düzensiz niteliğinden ve çalışarak asgari geçim düzeyini tutturmanın

zorluğundan daima etkilendikleri, belirli dönemlerde de kitlesel işsizliğin geniş

bir kesimi etkilediği bir toplum düzenidir.

Kapitalizmin “özgürleştirdiği” emeğe özgü “modern yoksulluk” olgusu,

varlığı yoksul olmayanlarda ciddi bir rahatsızlık yaratan bir grup insanın

6 Örneğin Türkiye’de Başbakanlık tarafından başlatılan “Haydi Kızlar Okula

Kampanyası!” kapsamında, Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitime yatırım yapan özel

kişilere ve şirketlere %100 vergi muafiyeti (söz konusu muafiyetle ilgili olarak bkz.

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 10.mad. ve 16 Temmuz 2004 tarihli 5228

sayılı Yasa ile yapılan değişikliğin ardından 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun

89.mad.) sağlanmasına yönelik girişiminin olumlu sonuçlanmasının ardından birçok

kişi, ulusal ve çokuluslu birçok şirket, kampanyaya katkıda bulunmuştur. “Haydi Kızlar

Okula Kampanyası!”nı neoliberal politikalarla ilişkilendirerek konuyu eleştirel olarak

ele alan bir çalışma için bkz. Akyıldız, (2007a). 7 Karl Marx (1976: 342), kapitalizmi şu şekilde ifade etmektedir: “Kapitalizm, tıpkı

vampir gibi sürekli olarak canlı emeğini, insanın emeğini emerek varolan bir

varoluştur.” Komünist Manifesto’da ifade edilen sınıflar mücadelesi de bunun üzerine

kurulur. Vampir yani sermaye sürekli olarak insanların emeğini, kanını emerek büyüyüp

gelişirken diğer tarafta kanını emdiği, emerek metalaştırdığı emekle sürekli bir çelişki

halindedir. Bu nedenle kapitalizm konusunda düşünürken sürekli olarak sermayenin

sermaye olarak varolması için canlı emeğe gereksinim olduğunu gözönünde

bulundurmak gerekir.

Page 6: Sosyal Devlet Tarihe Gömülürken “Kamu Yararı” Ve “Sosyal Hizmet” Kavramlarını Yeniden Düşünmek

51

“toplumun başına bela olmamasının” koşullarını aramayı gerektirir. Yoksul

olmayanların neredeyse içgüdüsel talebi, bunların göz önünden kaldırılması

talebidir. Ama bu yerine getirilemez bir taleptir; çünkü bu insanlar sadece

toplumsal bir sorun değil, aynı zamanda “işgücü”dürler ve ekonominin işlemesi

için varlıklarına katlanmak gereklidir. Kapitalist toplum, “ekonomik bir

toplum” olduğu ölçüde, yani ekonomik kaygıların, her zaman olmasa bile çoğu

zaman, siyasi ve sosyal kaygıların önüne geçtiği bir toplum olduğu ölçüde,

yoksul olmayanların yoksullarla birlikte varolmayı kabul etmekten başka

çareleri yoktur. Ama bu, hemen hemen her zaman ve her yerde, gergin, korkulu,

rahatsız edici bir beraberliktir ve bu rahatsızlık sosyal politika tartışmaların

içinde sürekli ortaya çıkan önemli temalardan biridir (Ayşe Buğra, 2008: 10–

11). Yoksulluk sorununa bu bakış açısı ile yaklaşanlar, yoksulluğu yoksulu

suçlayarak açıklama imkânının sınırlarına dayandıklarında, hayırseverlik

vurgusuna geçmektedirler. Sosyal politika tarihinde bu yaklaşım, “kalıntı”

(residual) yaklaşım olarak adlandırılmaktadır. Kalıntı refah rejimi yaklaşımına

göre, “normalde refah sağlaması gereken kurumlar olan aile ve piyasa bu

işlevini yerine getiremediğinde, refah sağlama rolü devlete düşmektedir”

(Martin Powell ve Armando Barrientos, 2002: 2). Kalıntı refah modeli, muhtaç

durumdakilere temel yardım ya da hizmet sağlamada, devletin piyasaya

müdahale etme rolünü sınırlandırmakta, yalnızca yoksullar için minimal bir

devlet yardımı öngörmektedir. Buna göre, iki doğal hizmet sağlayıcı olan piyasa

ve aile başarısız kaldığında, devlet geçici olarak sosyal hizmet sağlamalıdır

(Bernhard Ebbinghaus ve Philip Manow, 2001: 8).

Kapitalist toplumlarda yoksulluk ve sosyal politika tartışmalarına bu bakış

açısı ile yaklaşanların yanı sıra “haklar” açısından yaklaşanlar da olmuştur.

Bunlar, yoksulluğun yoksulu suçlayarak yaklaşılabilecek bireysel bir sorun

olmadığını vurgulamışlar; yoksulu, hayırseverin merhametine terk etmek

eğilimlerinin ötesine geçen bir yaklaşımla, siyasi yetkilileri sosyal yardım

önlemleriyle bu konuda sorumluluk almaya davet etmişlerdir. Kurumsal

(institutional) refah rejimi yaklaşımı olarak adlandırılan bu yaklaşıma göre,

“normal olan devletin refah sağlama işlevidir. Bu işlev, modern sanayi

toplumlarının en önde gelen görevidir” (Powell ve Barrientos, 2002: 2). 16.

yüzyıldan itibaren, en azından bazı siyasi yetkililer, en azından kısmen bu ikinci

yaklaşıma icabet etmişler ve kilise yardımlarının ötesinde, kamu kaynakları

kullanılarak yürütülen sosyal yardım politikaları gündeme gelmiştir. Sosyal

yardım politikalarının Avrupa’da ilk olarak bu tür sosyal yardımlar biçiminde,

19.yüzyılın ikinci yarısında gündeme gelen ve ödenen primlerle finanse edilen

Page 7: Sosyal Devlet Tarihe Gömülürken “Kamu Yararı” Ve “Sosyal Hizmet” Kavramlarını Yeniden Düşünmek

52

korporatist uygulamalardan çok önce ortaya çıktığı söylenebilir (Birgül Ayman

Güler, 2006a: 29–31)8.

Birinci yaklaşımı savunanların reddettiği şey, özünde, insanın toplumun bir

ferdi olmasından kaynaklanan ve onun toplumsal yaşamını her koşulda

sürdürebilmesini sağlamaya yönelik haklarını temel alan bir sosyal politika

yaklaşımıdır. İkinci yaklaşımı savunanların söylemi ise, “hak temelli” bir

söylemdir ve insanın topluma katılmasının koşullarını, bazı hakların siyasi yetki

mercilerinin yüklendiği sorumluluklar kanalıyla yaşama geçirilmesinde arar.

Başka bir deyişle, yoksulluğu, insanî ve sosyal bir sorun olmasının ötesinde,

politik bir sorun olarak ele alır. Yani, “yoksulluğu politize eder” (Buğra, 2008:

12–13).

Bugünkü sosyal politika açılımında süreç; “kamu yararı”, “kamu hizmeti” ve

“sosyal hizmet” kavramlarının geçen yüzyılda içerdiği anlamın çok gerisinde

işletilmektedir. Bugünkü yaklaşım, sosyal politikaya “hak” yaklaşımı

çerçevesinde yer vermemektedir. Buna göre, “kurumsal” yaklaşımdan “kalıntı”

yaklaşıma geçiş söz konusudur. Bunun pratikteki anlamı, sosyal devletin geri

plana itildiği bir dönemde, sosyal hizmetin ve daha geniş bir anlamda sosyal

politikanın “hak” temelinden uzak bir şekilde “hayırseverlik” kavramına

sıkıştırılmasıdır.

NEOLİBERALİZM VE YOKSULLUK SORUNUNDA ‘MODERN

HAYIRSEVERLİK’ YAKLAŞIMI

Neoliberalizmin yoksullukla mücadele için bulduğu çözüm yolu, “modern

hayırseverlik” yaklaşımıdır. Esasında, kapitalizmin sosyal politika tartışmaları

içinde hayırseverlik daima güçlü bir tema olmuştur.9 Liberal düşünce

ortamlarında devlet müdahalesine kuşkuyla bakıldığı için, kapitalizmin devlet

eliyle geliştirilmeye çalışıldığı farklı ortamlarda da kaynakların ekonomik

8 Güler’in belirttiği gibi (2006a: 29–42), toplumda gelir adaletini sağlamayı, bireylere sosyal

adalet ve sosyal güvenlik sunmayı amaçlayan sosyal devlet üç boyutta gelişmiştir: En dar anlama

sahip birinci boyutta “sosyal yardım hizmetleri”, biraz daha geniş anlamıyla ikinci boyutta

“sosyal güvenlik hizmetleri”, ama tam içeriğiyle üçüncü boyutta “sosyal devlet hizmetleri”. En

dar anlama sahip birinci boyut hizmetler ile, devletin, nüfusun türlü nedenlerle kendi kendine

bakım ve gelişimini sağlama olanaklarından yoksun kesimlerine yardımcı olmak işlevi; ikinci

boyut hizmetler ile, başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinde işçiler tarafından kurulan

yardım sandıklarının, 19. yüzyılın son çeyreğinde kaza sigortası, sağlık sigortası, emeklilik

sigortası sistemlerine dönüştürülerek devlet tarafından sosyal güvenliğin bir kamu hizmeti olarak

sunulması işlevi; üçüncü boyut hizmetler ile ise, devletin, toplumsal görevleri, vergilendirme

esası temelinde bölüşüm politikaları çerçevesinde yerine getirmesi işlevi anlatılır.

9 Kapitalizmin sosyal politika açılımında hayırseverlik kadar önemli diğer bir kavram da sivil

toplum örgütleridir. Sivil toplum örgütleri, nasıl sosyal devlet öncesi dönemde sosyal hizmet

gereksinimlerinin karşılanmasında önemli bir rol üstlenmişse, küreselleşme ve liberalizmin hâkim

bir konuma geldiği ve sosyal devletin güç kaybettiği günümüz dünyasında da gittikçe artan

oranda benzer faaliyetlerde bulunmaya başlamıştır.

Page 8: Sosyal Devlet Tarihe Gömülürken “Kamu Yararı” Ve “Sosyal Hizmet” Kavramlarını Yeniden Düşünmek

53

kalkınma ve istihdam yaratmaya ayrılması gereği önem kazandığından

yoksulluk sorununun hayırseverliğe havale edilmesi olağanlaşır (Buğra, 2008:

11). Bu anlamda hayırseverlik, sosyal politika alanında devlet müdahalesinin

yokluğu anlamına gelir.

Neoliberalizmin hayırseverlik kurumuna biçtiği “modern”lik ise onun

yönetişim başlığı altında ele alınmasından kaynaklanmaktadır. Buna göre, yeni

dönemde yoksullukla mücadele ve ondan da öte sosyal politika alanı, “hayır”

işlerine terk edilmektedir. Modern bir kimlik kazanan hayırseverlik kurumunun

aktörleri de üçlü bir başlıkla anılmaktadır: Kamu, özel ve sivil toplum örgütleri.

Böylece, hem kamu geri plana itilmemiş hem de özel sektör ve sivil toplum

örgütleri sürece dâhil edilmiş olmaktadır. Bu şekilde, kamu ve devlet

müdahalesini savunanların eleştirilerinin önü kapatılmış olduğu gibi; bu alanı

pazarını genişletmek için reklâm yapma aracı olarak gören özel sektörün ve fon

sağlama güdüsü ile hareket eden “sermaye tabanlı kuruluşlar”ın10 da talepleri

dikkate alınmış olmaktadır.

Sermayenin sınırsız dolaşımının önündeki engellerin kalkması, küresel

kapitalizme eklemlenme ve sınırsız sermaye birikiminin gerçekleşmesi

söylemleriyle başlayan bu süreçte, yoksulluk, olmadık bir anda kapitalistlerin

ilgisini çeken bir konu haline gelmiştir. Özellikle 1980 sonrası dönemde

kapitalistleri hayırsever olmaya iten şey, aslında kapitalistlerin yoksullardan ve

yoksulluktan duydukları rahatsızlıktır. Kapitalistler, bu rahatsızlıklarını

gizlemek için çeşitli stratejiler geliştirmişlerdir. Yoksulluğu yok sayma,

görmezden gelme stratejisinin işe yaramadığı noktada ise, yoksulları ve

yoksulluğu kapitalizmin kâr sağlama hırsına hizmet etme yönünde kullanma

stratejisi geliştirmeye başlamışlardır. Bu yeni yaklaşım, hem istihdam

edilebilirliği artırmayı amaçlamaktadır hem de kapitalistlerin pazarını

genişletme amacına hizmet etmektedir. Bu yeni yaklaşımın adı, “modern

hayırseverlik”tir.

Hayırseverliğe “modern” kisvesinin eklenmesinin nedeni, geleneksel

hayırseverlik yaklaşımının sosyal politika içerikli sorunlara bir çözüm yolu

olmadığının anlaşılmış olmasıdır. Ezra Kein (2009)’in belirttiği gibi, eğer

hayırseverlik, sosyal sorunlara yönelik bir çözüm yolu olsaydı, o zaman,

uygarlığın son 6000 yılında hayırseverlik belirli sorunları çözmüş olurdu.

Günümüzde, sosyal politika konusunu oluşturan ve hükümetlerin görev ve

yetki alanına giren her iş, modern hayırseverlik kavramının sınırları içine

sıkıştırılmaya çalışılmaktadır. Nitekim uygulamada bunun örneklerini ulusal ve

uluslararası ölçekte -eğitim, sağlık başta olmak üzere- birçok kamu hizmeti

alanında başlatılan girişimlerde görmek mümkündür.

Bu konu ile ilgili olarak, 1999 yılında Birleşmiş Milletler (BM), uluslararası

şirketlerin sürece dahil edilmesini içeren ilkeleri yayınlamıştır. “Küresel

10 Sivil toplum kuruluşlarını “sermaye tabanlı kuruluşlar” olarak adlandıran ve yönetişim başlığı

altında ele alan bir çalışma için bkz. Güler, (2006b).

Page 9: Sosyal Devlet Tarihe Gömülürken “Kamu Yararı” Ve “Sosyal Hizmet” Kavramlarını Yeniden Düşünmek

54

Sullivan İlkeleri”11 olarak adlandırılan ilkelerle “sosyal devlet”,

özelleştirmelerle tasfiye edilirken işçi sınıfı ve emekçilerin ekonomik ve sosyal

hakları da insan hakları ile birlikte özelleştirilerek emperyalist sermayenin

inisiyatifine terkedilmektedir.12

Bir diğer girişim, 6-8 Eylül 2000 tarihleri arasında Birleşmiş Milletler

tarafından gerçekleştirilen “Binyıl Kalkınma Zirvesi”dir. Zirve sonucunda, 189

ulus tarafından kabul edilen ve 147 devlet başkanı tarafından imzalanan “Binyıl

Sözleşmesi” ortaya çıkmıştır. Bu Zirve ile dünya liderleri, yüksek beklentili bir

gündem üzerinde uzlaşmışlardır. Liderler; özgürlük, demokrasi ve insan hakları

konularındaki taahhütlerinin yanı sıra, 2015 yılına kadar gerçekleştirilmek üzere

kalkınmaya ve yoksulluğun azaltılmasına yönelik “Binyıl Kalkınma Hedefleri -

Millennium Development Goals” olarak adlandırılan sekiz hedef

belirlemişlerdir.13

Bu belge, uluslararası örgütler, sivil toplum örgütleri ve ulus devletler

tarafından başlatılan birçok projenin dayanağı olmuştur. Dünya Bankası

tarafından hazırlanan “Yoksulluğu Azaltma Strateji Belgesi” (Poverty

Reduction Strategies) de bu hedeflere dayanmaktadır.14 Yine bu belgeye dayalı

olarak başlatılan ve sosyal devletin görevini ve misyonunu üstlenmeye kalkışan

bir diğer proje, UNICEF tarafından başlatılmıştır. UNICEF, 1990 yılında

yapılan Dünya Eğitim Forumu ile başlatılan “Herkes İçin Eğitim (Education For

All) Hareketi”ni ve “Binyıl Kalkınma Hedefi”ni dikkate alarak “Kız

Çocuklarının Okullulaşmasına Destek Kampanyası”nı başlatmıştır. Bu

kampanya ile temel eğitim hizmetlerinden yararlanamayan kız çocuklarına

eğitim olanağı sunmak ve okullardaki kız öğrenci sayısını artırmak

11 “Küresel Sullivan İlkeleri”; insan haklarının korunması ve gözetilmesi, çocuk işçi

çalıştırılmasının ortadan kaldırılması, ayrımcılığa son verilmesi ve sosyal adaletin sağlanmasına

yönelik işletmelerin sorumluluklarını düzenlemektedir (“The Global Sullivan Principles”, 1999).

“Küresel Sullivan İlkeleri” ve sivil toplum kuruluşları/hükümet dışı örgütler tarafından başlatılan

ve sürdürülen başlıca kurumsal sosyal sorumluluk girişimleri ile ilgili bir çalışma için bkz.

Coşkun Can Aktan ve İstiklal Y. Vural, (2007). 12 Ulus devletin egemenlik alanını daraltan neoliberal yeniden yapılanma sürecinin, emperyalist

insan hakları politikaları ile desteklenmesi için ulus devletin bu alandaki sosyal taahhütleri,

görevleri, “insan hakları sicilleri” en az emperyalist ve faşist devletler kadar bozuk sermaye

tekellerine devredilmektedir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin 7 Kasım 1999 tarihli basın

açıklamasıyla bu “taahhüt devri” Birleşmiş Milletler tarafından tanınarak resmileştirilmiştir. 13 Bu hedefler şunlardır (United Nations, 2000): (1) Aşırı yoksulluk ve açlığın ortadan

kaldırılması, (2) İlköğretimin uluslararası düzeyde sağlanması, (3) Cinsiyetler arasında eşitliğin

savunulması ve kadınların güçlendirilmesi, (4) Çocuk ölümlerinin azaltılması, (5) HIV/AIDS,

sıtma ve diğer hastalıklarla mücadele, (6) Çevrenin korunması ve (7) Kalkınma için küresel bir

ortaklık oluşturulması. 14 Dünya Bankası tarafından hazırlanan bu belgelerde yoksulluk, yatırım yapılacak bir kaynak

olarak ele alınmaktadır. Dünya Bankası’nın yoksulluğu azaltma stratejisi, “yatırım ortamı

oluşturarak yoksul insanlara yatırımda bulunma” ilkesine dayanmaktadır (Akyıldız, 2008: 19).

Page 10: Sosyal Devlet Tarihe Gömülürken “Kamu Yararı” Ve “Sosyal Hizmet” Kavramlarını Yeniden Düşünmek

55

amaçlanmıştır. “Kızların Eğitimi Kampanyası 2005’e kadar 25” sloganıyla

başlatılan kampanya, “2005 Binyıl Kalkınma Hedefi” toplantısında belirtilen,

“eğitimde cinsiyet ayrımcılığının ortadan kaldırılması” için özel çabayı

gerektiren 25 ülkede kızların eğitimi konusuna yoğunlaşmaktadır. ‘2005’e kadar

25’ kampanyasını yürütecek aktörler olarak ise, ülke hükümetlerinin yanı sıra

kızların eğitimi konusunda karar alınmasının kaynağı ve kilit kimi politikaların

sahibi olarak nitelendirilen bağışçı kuruluşlar seçilmiştir. Söz konusu ülkelerde

yürütülen kampanyalar, bu iki aktörün yanı sıra toplumun çeşitli kesimlerinden

büyük destek görmektedir. Bunlar arasında özel sektör örgütleri, sivil toplum

örgütleri, çocuk örgütleri, topluluklar, okullar, öğretmenler, dini liderler,

popüler sporcu ve sanatçılar ve nihayetinde çocuk ve ailelerin kendileri

sayılabilir (UNICEF, 2007a; 2007b). UNICEF, kampanyanın yürütüldüğü 25

ülkeyi seçerken bu ülkelerin bir takım özellikleri taşımasını dikkate almıştır.

Söz konusu ülkeler, okula kayıtlı kız öğrenci sayısının düşük olduğu (%70’ten

daha az), ilkokul düzeyinde %10’dan daha büyük cinsiyet farklılığının olduğu,

bir milyondan daha fazla kızın okuldan uzak olduğu, Dünya Bankası’nın

“Herkes İçin Eğitim Hızlı Kulvarı Girişimi” programına dâhil, ve HIV/AIDS ve

savaş gibi bir dizi kriz nedeniyle kızların eğitim olanaklarından yararlanamadığı

ülkelerdir. Afganistan, Bangladeş, Benin, Bolivya, Pakistan, Çad gibi ülkeleri

içeren bu yirmi beş ülkeye Türkiye de dâhildir(UNICEF, 2007c).15

SONUÇ

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, sosyal politika ve yoksullukla mücadele

konusunda sosyal haklar yaklaşımı doğrultusunda epey yol alındığı söylenebilir.

Ancak 1980 sonrası süreç, bu yaklaşımı geri çevirmeye yöneliktir. Yeni

dönemdeki yaklaşım, “modern hayırseverlik” vurgusuyla desteklenen emek

merkezli bir yaklaşımdır.

Günümüzde, sosyal politika konusunu oluşturan ve hükümetlerin görev ve

yetki alanına giren her iş ve bu arada sosyal adalet bile, hayırseverlik yaklaşımı

üzerinden sağlanmaya çalışılmaktadır. Oysaki hayırseverlik yaklaşımı,

hükümetlerin ilgilenmesi gereken ulusal nitelikli sorunlara çözüm üretemez.

Bugün, popülist olmayan liberaller dahi, geniş ölçekli, hükümet destekli çözüm

gerektiren yoksulluk gibi sorunlar karşısında hayırseverlik yaklaşımının bir

çözüm yolu olamayacağını kabul etmiş durumdadırlar.

Kamu sektörü, özel sektör ve sivil toplum örgütleri tarafından yürütülen

“sosyal sorumluluk hizmetleri”ni sosyal nitelikli kamu hizmetleri olarak kabul

etmenin mümkün olamayacağı ortadadır. Bu konuya yönelik ilk eleştiri, her

15 Bu kampanya dışında, Türkiye’de başta eğitim olmak üzere birçok kamu hizmeti

alanında yürütülen sosyal sorumluluk kampanyalarını eleştirel bir şekilde ele alan

kapsamlı bir çalışma için bkz. Akyıldız, (2007b).

Page 11: Sosyal Devlet Tarihe Gömülürken “Kamu Yararı” Ve “Sosyal Hizmet” Kavramlarını Yeniden Düşünmek

56

şeyden önce, bir hizmetin kamu hizmeti olarak yürütülmesi ancak yasama

organının izni ile olabilir. Bu hizmetlerin sunulma esasında böyle bir durum

bulunmamaktadır. Sadece cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve bakanlıklar

tarafından çıkarılan tebliğ ve emirler bulunmaktadır.16

İkincisi, kamu hizmeti, “bir kamu kurumunun ya kendisi tarafından ya da

yakın gözetimi altındaki bir özel girişim eliyle kamuya sağlanan hizmetlerdir”

(Gözübüyük, 1998: 235). Buna göre, sivil toplum örgütleri tarafından sunulan

sosyal sorumluluk hizmetleri bu tanıma girmemektedir. Ayrıca, özel sektör

tarafından tek başına ya da sivil toplum örgütleri ile birlikte yürütülen sosyal

sorumluluk hizmetleri de ilgili kamu kurumunun yakın gözetimi ve denetimi

altında gerçekleştirilmediği için yine bu tanımın dışında kalmaktadır.

Üçüncüsü, kamu hizmetlerinin görülmesinde uyulması gereken bazı ilkeler

vardır. Bunlar; süreklilik, eşitlik, değişkenlik ve uyum ilkeleridir (Bozkurt vd.,

1998: 129). Buna göre sosyal sorumluluk hizmetleri, kamu hizmetlerinin

“süreklilik” ve “eşitlik” ilkelerine uygun düşmemektedir. Sosyal sorumluluk

hizmetleri, “gönüllülük” esaslı bir hizmet olmaları nedeniyle sivil toplum

örgütleri başta olmak üzere özel sektör tarafından yürütülmelidir. Buna bağlı

olarak, devletin sosyal politika alanındaki müdahaleci devlet imajından

sıyrılarak bu ikilinin faaliyet gösterdiği sosyal sorumluluk alanında proje ve

kampanya yürütmesi kabul edilebilir bir şey değildir. Ayrıca, özel sektör ve

üçüncü sektör olarak bilinen örgütler belirli kesimlerin çıkarı için mücadele

vermektedirler. Dolayısıyla, “modern hayırseverliğin” bu iki aktörü tarafından

yürütülen sosyal faaliyetlerde genel bir kamu yararından söz etmek mümkün

değildir.

Dördüncüsü, “hak” yaklaşımından uzak bir şekilde “modern hayırseverlik”

yaklaşımı ile yürütülen bu hizmetler toplumda “sadakat kültürü” yaratmaktadır.

Sadakat, güçlünün zayıfı koruduğu, ama buna karşılık zayıftan itaat beklediği

kurumsal yapılar içinde devlet müdahalesinin kişisel olmayan formel

kurallarının ve yasalarının yerine geçmektedir (Karl Polanyi, 2008: 27). Sadakat

kültürü yaratılmasına yönelik eleştiri, özellikle seçim dönemlerinde yapılan

“hayırseverlik” uygulamalarıyla daha çok gündeme gelmektedir.17

16 Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in eşi Semra

Sezer’in tanıtımını ve öncülüğünü yaptığı “Ulusal Eğitime Destek Kampanyası”,

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’nin 14.06.2001 tarih ve 1053–3452 sayılı

emirleriyle başlamıştır. Yine “Bilgisayarlı Eğitime Destek Kampanyası”nın

yürütülmesini kolaylaştırmak için bir genel tebliğ Maliye Bakanlığı tarafından

çıkarılmıştır. 02.03.2005 tarih ve 25743 Sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe

giren Katma Değer Vergisi Genel Tebliği (Seri No: 94), eğitim kurumlarına bağışlanan

bilgisayarların KDV'den muaf tutulmasını düzenlemektedir. 17 Sosyal yardımları bu çerçevede eleştiren bir çalışma için bkz. Fulya Akyıldız, (2009).

Page 12: Sosyal Devlet Tarihe Gömülürken “Kamu Yararı” Ve “Sosyal Hizmet” Kavramlarını Yeniden Düşünmek

57

KAYNAKLAR

Aktan, C. C. ve İ. Y. Vural (2007) “Kurumsal Sosyal Sorumluluk: Uluslararası

Kuruluşlar ve Hükümet Dışı Organizasyonlar Tarafından Sürdürülen Baslıca

Girişimler”, Çimento İşveren Dergisi, Mayıs: 4–21.

Akyıldız, F. (2007a), “UNICEF Tarafından Az Gelişmiş Ülkelere Önerilen ‘Kız

Çocuklarının Okullulaşmasına Destek Kampanyası’ Türkiye Örneği: Haydi

Kızlar Okula! Kampanyası”, IV. Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları

Kongresi: Küresel Yoksulluk Konferansı’na sunulmuş tebliğ, Çanakkale

Onsekiz Mart Üniversitesi Çanakkale, 19–21 Ekim, 491–502.

Akyıldız, F. (2007b) “Türkiye’de Sosyal Devlete İlişkin Algılamayı

Dönüştürme Aracı Olarak Sosyal Sorumluluk Kampanyaları”, Memleket

Siyaset Yönetim Dergisi, 4: 138–183.

Akyıldız, F. (2008) SSCB Sonrası Dönemde Orta Asya ve Kafkasya Türk

Cumhuriyetleri’nde Devletin Yeniden Yapılandırılması: Neoliberal

Politikalara Eleştirel Bir Yaklaşım, Basılmamış Doktora Tezi, Malatya:

İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Akyıldız, F. (2009) “Comprehensions of Social Responsibility of The

Governments in The Election Process: 29 March 2009 Local Elections in

Turkey and The Case of AKP Government”, 1st International Conference

On Governance, Fraud, Ethics & Social Responsibility Konferansı’na

sunulmuş tebliğ, Trakya Üniversitesi Edirne, 11-12 Haziran.

Bazı Kanunlarda ve 178 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik

Yapılması Hakkında Kanun Kanun No: 5228, Kabul Tarihi: 16.07.2004,

31.07.2004 tarih ve 25539 sayılı Resmi Gazete.

Buğra, A. (2008) Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika, İstanbul:

İletişim Yayınları.

Bozkurt, Ö., T. Ergun ve S. Sezen (edt.) (1998) Kamu Yönetimi Sözlüğü,

Ankara: Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Yayını.

Chatterjee, P. (1996) Approaches to the Welfare State, Washington DC. : Nasw

Press.

Ebbinghaus, B. and P. Manow (edt) (2001) “Introduction: StudyingVarieties of

Welfare Capitalism”, In Comparating Welfare Capitalism: Social Policy and

Political Economy in Europe, Japan and the USA, London: Routledge.

Gelir Vergisi Kanunu, Kanun No: 193, Kabul Tarihi: 31.12.1960, 06.01.1961

tarih ve 10700 sayılı Resmi Gazete.

Gözübüyük, A. Ş. (1998) Yönetim Hukuku, Ankara: Turhan Kitabevi.

Güler, B. A. (2006a) “Sosyal Devlet ve Yerelleşme”, Memleket Siyaset

Yönetim, 2: 29–42.

Güler, B. A. (2006b) “Özelleştirme Politikalarının Yönetişim Sonucu”, Doğan,

H. H. vd. (der.), Ulusal Bağımsızlık İçin Türkiye İktisat Politikaları

Kurultayı Bildiriler Kitabı içinde, Malatya: İnönü Üniversitesi İktisadi ve

İdari Bilimler Fakültesi Yayını, 489–492.

Page 13: Sosyal Devlet Tarihe Gömülürken “Kamu Yararı” Ve “Sosyal Hizmet” Kavramlarını Yeniden Düşünmek

58

Hedley, G. (2002) “How Much Profit Is Enough?”, Masonry Construction,

http://findarticles.com/p/articles/mi_m0NTA/is_7_15/ai_ 91087433/,

İndirilme Tarihi: 10 Ağustos 2009.

Klein, E. (2009) “Charity vs. Social Policy”, The American Prospect, 20

August.

Kongar, E. (2002) 21. Yüzyılda Türkiye: 2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal

Yapısı, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Kurumlar Vergisi Kanunu Kanun No: 5520, Kabul Tarihi: 13.06.2006,

21.06.2006 tarih ve 26205 sayılı Resmi Gazete.

Marx, K. (1976) Capital, vol 1, New York: Random House, Vintage Books

Edition.

Özdemir, S. (2009) “Refah Devleti ve Üstlendiği Temel Görevler Üzerine Bir

İnceleme”,

http://www.sosyalsiyaset.com/documents/refah_devleti_ustlendigi

_gorvlr.htm, İndirilme Tarihi: 2 Ağustos 2009.

Polanyi, K. (2008) Büyük Dönüşüm: Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri,

çev. A. Buğra, İstanbul: İletişim Yayınları.

Powell, M. ve A. Barrientos (2002) “Theory and Method in the Welfare

Modelling Business”, the 2nd COST 15 Conference on Welfare Reforms for

the 21st Century Konferansı’na sunulmuş tebliğ, Oslo, 5-6 Nisan, 1-18.

Serter, N. (1994) Devlet Görevlerindeki Gelişmelerin Sonucu Olarak Sosyal

Devlet, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yayını.

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Kanun No: 5510, Kabul

Tarihi: 31.05.2006, 16.06.2006 tarih ve 2620006 sayılı Resmi Gazete.

“The Global Sullivan Principles”, (1999), The Global Sullivan Principles of

Social Responsibility, http://www.thesullivanfoundation.org/gsp/principles

/gsp/default.asp, İndirilme Tarihi: 27 Mart 2008.

Tuncay, A. C. (1992) Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, İstanbul: Beta

Yayınları.

UNICEF (The United Nations Children’s Fund) (2007a) “Girls’ Education

Campaigns”, http://www.unicef.org/girlseducation/campaign_9044.html,

İndirilme Tarihi: 1 Temmuz 2007.

UNICEF (2007b) “Partnerships For Girls’ Education”,

http://www.unicef.org/girlseducation/index_partnerships.html, İndirilme

Tarihi: 1 Temmuz 2007.

UNICEF (2007c) “25 by 2005: Accelerating Progress in Girls’ Education”,

http://www.unicef.org/girlseducation/campaign_acceleratingprogress.html,

İndirilme Tarihi: 3 Temmuz 2007.

United Nations (2000) 55th Session of the United Nations General Assembly

Panel on “55/2 United Nations Millennium Declaration”, 18 September

2000, New York and Geneva: United Nations.