Page 1
46
Sosyal Devlet Tarihe Gömülürken “Kamu Yararı” Ve “Sosyal
Hizmet” Kavramlarını Yeniden Düşünmek
Yrd. Doç. Dr. Fulya AKYILDIZ (Uşak Üniversitesi)
GİRİŞ
Kamu yönetiminin varlık nedeni, “kamu hizmeti sunmak” ve “kamu yararını
sağlamak”tır (A. Şeref Gözübüyük, 1998: 5). Kamu yönetiminin bu amacı,
kapitalizmin 20. yüzyıla “zoraki” armağanı olan “sosyal refah” anlayışı ile
birleştirildiğinde; ortaya, toplumda sosyal adaleti sağlamak için bütün
kaynaklarını seferber eden “sosyal devlet”5 çıkmıştır. Ancak, birikim krizine
giren kapitalizmin, faturayı sosyal devlet uygulamalarına kesmesi, sosyal
devletin tarihe gömülmesinin gerekçesi olmuştur.
Kapitalizmin 21.yüzyıl için tasarısı ise, geçen yüzyıl verilenin geri
alınmasından ibarettir. Bunun pratikteki anlamı, emeğin değil sermayenin
kayırılması ve ayrıcalıklara büründürülmesidir. Bu olgu, kamu yönetimini
“plansızlaştırma”, “örgütsüzleştirme”, “yöneltsizleştirme”,
“eşgüdümsüzleştirme”, “denetimsizleştirme” ve hepsinden önemlisi
“işlevsizleştirme” yönünde etkilemektedir. Buna göre, yeni yüzyılda devletin
kamu yönetimine yüklediği görev, geçen yüzyıl inşa edilenin yıkılması, ortadan
kaldırılmasıdır.
Bu süreçte, yeni tip kamu yönetimi örgütünün karşısındaki en önemli sorun,
küreselleşmenin küresel bir kimlik ve boyut kazandırdığı “yoksullukla
mücadele” gelmektedir. “Sosyal” ile başlayan her şeye karşı olan yeni kamu
yönetiminin bu soruna çözümü ise piyasadan ödünç aldığı “hayırseverlik”
yaklaşımıdır. Yeni yüzyılda kurumsal ve yasal bir kimlik kazandırılarak
yürütülen hayırseverlik hizmetleri, işletmelerin kurumsal sosyal
sorumluluk/sosyal girişimcilik gibi adlar altında piyasaya dönük olarak
geliştirdikleri sosyal hizmetleri anımsatmaktadır. Kamu yararı ve kamu hizmeti
kavramlarının dönüşüme uğratıldığı bir süreçte üretilen “hayırseverlik
hizmetleri”, yoksullukla mücadeleyi “hak” yaklaşımından uzak bir şekilde
kişilerin ve kurumların “inisiyatife” bırakmaktadır. Bu uğurda yapılan bütün
işler vicdanları rahatlatmaya yöneliktir. Bütçeye yük oldukları gerekçesi ile son
5 Nur Serter (1994, 36) gibi sosyal devlet ile refah devleti kavramları arasında bir
farklılık olmadığını savunan yazarlar bulunmakla birlikte; gerçekte ise, bu iki kavram
arasında çok geniş bir ideolojik anlam farklılığı vardır. Sosyal devlet, toplumu
merkezine alırken refah devleti ise bireyi merkezine almaktadır. Buna bağlı olarak, Kıta
Avrupası ülkelerinde “sosyal devlet” kavramı daha çok kullanılırken Anglo Sakson
ülkelerde ise “refah devleti” kavramının tercih edildiği görülmektedir.
Page 2
47
verilen sosyal hizmetlerin yerine inşa edilen kurumsal hayırseverlik hizmetleri,
bu süreçte “hayırsever devlet” imajına meşruluk kazandırmaktadır.
Türkiye’de, özellikle son yıllarda, yoksulluğu kalıcı olarak çözmek yerine
insanları, yardım yaparak yoksulluğa alıştırma ve kişi ve kuruluşlara bağımlı
hale getirme uygulamalarının yaygınlaştığı görülmektedir. Belediyelerde yaygın
olarak uygulanan sosyal yardım hizmetleri, kamu yönetiminin diğer alanlarına
da sıçramaktadır. Soruna “hayırseverlik” zihniyeti ile yaklaşılmasını eleştiren
bu çalışmanın temel savı; yoksulluk, “sosyal hak” ve “sosyal adalet” ilkeleri
doğrultusunda çözülmesi gereken ve “hayırseverlik” kavramının sınırlarına
sıkıştırılamayacak bir sorundur. Devletin ve kamu yönetiminin varlık nedeni,
sosyal yardım sunmaktan daha fazlasını ifade eden, kamu yararı doğrultusunda
sosyal hizmet sunmaktır. Çalışmada, kamu yararı ve sosyal hizmet
kavramlarının yaşadığı değişim ve dönüşüm ele alınarak yoksulluk karşısında
yeni kamu yönetiminin ürettiği “modern hayırseverlik yaklaşımı”
incelenmektedir. Çalışmada betimsel araştırma yöntemi kullanılmaktadır.
KAMU YÖNETİMİ VE SOSYAL HİZMETLER
Kamu yönetimi, kamunun gereksinmelerini karşılamak için topluma ya da
toplumu oluşturan çeşitli kümelere ya da bireylere hizmet götürür. Bu
hizmetleri düzenlerken bireyleri değil, bireyin içinde yer aldığı toplumu ya da
toplumun bir kesimini dikkate alır (Gözübüyük, 1998: 5). Kamu yönetimi,
toplum içinde ayrım gözetmeksizin bütün kesimlere hizmet götürmekle birlikte
hizmetin niteliğine bağlı olarak kimi hizmetlerden belli kesimler yararlanabilir.
Örneğin, sosyal güvenlik şemsiyesi bütün toplum kesimlerini içine almakla
birlikte sosyal yardım ve hizmetlerden muhtaç durumda olmak koşuluna bağlı
olarak belli kesimler yararlanır. Bunlar, toplumsal yapının en kırılgan
kesimleridir: Kimsesiz çocuklar, yaşlılar, gençler, kadınlar gibi.
Kamu hizmeti, bir kamu kurumunun ya kendisi tarafından ya da yakın
gözetimi altındaki bir özel girişim eliyle kamuya sağlanan hizmetlerdir. Bir
hizmetin kamu hizmeti sayılabilmesi için en az iki koşulun gerçekleşmesi
gerekir. Bunlardan biri, hizmetin kamuya yöneltilmiş ve kamuya yararlı olması;
diğeri de hizmetin kamu kuruluşlarınca ya da ilgili kamu kuruluşunun sıkı
denetimi altında özel hukuk kişilerince yürütülmesidir (Ömer Bozkurt vd.,
1998: 128). Kamu hizmetinin başlıca özellikleri, bunların bireylerin
yararlanmalarına açık etkinlikler olmaları ve kamuya yönelik ve kamuya yararlı
olmalarıdır. Bir hizmetin kamu hizmeti sayılıp sayılmaması, toplumun içinde
bulunduğu koşullar ile yakından ilişkilidir ve siyasal bir kararla belirlenir
(Gözübüyük, 1998: 236).
‘Sosyal hizmet’ ise, toplumun, kendi elinde olmayan nedenlerle yoksul ve
muhtaç duruma düşen ya da bedenen veya ruhen bir eksikliğe uğrayan
bireylerine, ülkenin genel şartları çerçevesinde insana yaraşır çevreleri ile
uyumlu bir hayat sürdürebilmeleri için maddi ve manevi ekonomik ve sosyal
Page 3
48
ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik devlet ve özel kuruluşlar tarafından
sağlanan hizmetlere denir (A. Can Tuncay, 1992: 58).
Bu çalışmada, sosyal politika yerine sosyal hizmet kavramının tercih
edilmesi, biri olumlu diğeri olumsuz olmak üzere iki nedene dayanmaktadır.
Olumlu neden, sosyal devletin altın çağını yaşadığı 1945–1970 döneminde,
sosyal devletin kendini kapsamlı bir sosyal hizmet kavramı ile ifade etmesini
göz önünde bulundurarak, sosyal devletin geri plana itildiği 1980 sonrası
dönemde sosyal hizmetin gerekliliğine vurgu yapmak ve sosyal devleti tekrar iş
başına çağırmaktır. Olumsuz neden ise, neoliberalizmin yıldızının parladığı
1980 sonrası dönemde, sosyal politikanın dar kapsamlı bir sosyal hizmet
kavramına ve onun da sosyal yardımlara ve sosyal içerikli projelere
indirgendiğini vurgulamaktır. Böylece, sosyal hizmet kavramı iki farklı
dönemde iki farklı içerikle karşımıza çıkmaktadır.
Bilindiği gibi, sosyal politikanın temelini sosyal güvenlik oluşturur. Modern
sosyal güvenlik sisteminin işleyişi ise temel olarak iki ayaklı bir yapıya
dayanmaktadır. Birinci ayakta, sistemin asıl gövdesini oluşturan “sosyal sigorta
kurumları” vardır ve sistemden yararlanacaklar prim ödeyerek finansmana
katılmaktadır. İkinci ayak ise, birinci sistemin kapsam içine alamadığı kişilere
yönelik olarak faaliyet gösteren vergi gelirleriyle kamu tarafından finanse edilen
“kamu sosyal güvenlik harcamaları”, “sosyal yardımlar” ve “sosyal
hizmetler”den oluşur (Süleyman Özdemir, 2009: 9–10). Türkiye’de 2008’in
Ekim ayında yürürlüğe giren Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası
Kanunu ile bir yandan sosyal güvenliğin kapsamı genişletilerek tüm vatandaşlar
sosyal güvenlik şemsiyesi altına alınırken diğer yandan da emeklilik için gerekli
prim ödeme gün sayısı artırılmıştır.
Türkiye’de devletin resmi sosyal politika tarihine bakılacak olursa, İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonra –özellikle 1960 sonrası dönemde- Türkiye’nin,
kapitalist dünyada egemen olmaya başlayan müdahaleci sosyal devlet
oluşumunun etkisi altına girmeye başladığı görülür. Bu olgu ile birlikte
Türkiye’de kamu yönetimi, sosyal hizmet uygulamaları ile taçlandırılmıştır. Bu
çerçevede özellikle sosyal içerikli kamu hizmetleri, “vatandaşlık hakları”
çerçevesinde değerlendirilmeye başlanmış ve çok sınırlı bir kesimi de kapsasa
ilk sosyal güvenlik kurumları ortaya çıkmıştır.
‘80’e kadar olan dönemde sosyal güvenlik kapsamına alınanların sayısında
kısmî artış olmakla birlikte; aile bağları ve hemşerilik ilişkileri de bu süreçte
yoksullara destek olmuştur. Ancak, 1980’lerden sonra birikim krizine giren
kapitalizmin etkisi ile sosyal devlete yönelik eleştirilerin sistemli bir şekilde
yürütüldüğüne ve neoliberal politikaların daha çok kabul gördüğüne tanık
olunmuştur. Bu dönemde Türkiye, bir yandan küresel kapitalizm dalgasından
etkilenirken diğer yandan da 1980 askeri darbesinin etkisi altına girmiş ve bu
ikincisi, birincisinin Türkiye’de uygulanması için gerekli ortamı sağlamıştır.
Böylece, 1980 askeri darbesi Türkiye’nin neoliberal dünyaya ve küresel
kapitalizme eklemlenmesini kolaylaştırmıştır. Bu yeni dönemde, bir yandan
müdahaleci sosyal devlet olgusu yerini piyasaya bırakırken diğer yandan da
Page 4
49
toplumsal yapıda değişimler ve dönüşümler yaşanmaya başlamıştır. Bu
değişmeler, aile yapısının geniş aileden çekirdek aileye doğru evrilmesi ve geniş
aile içi dayanışmanın zor durumdaki bireyin sosyal güvenliğini sağlayacağı
varsayımının geçerliliğini kaybetmesiyle sonuçlanmıştır.
Bu süreçte, kamu yararı ve sosyal hizmet kavramları da dönüşüme
uğramıştır. “Kamu yararı”, toplumsal yarar anlamından sıyrılarak “belirli çıkar
gruplarının çıkarını sağlama” anlamına gelmeye başlamış ve bu anlamda kamu
yönetimi de bu çıkar gruplarının çıkarı için hizmet eden devlet örgütü anlamını
kazanmıştır. Örneğin “hukuk dışı konut edinme” olgusu olarak bilinen
gecekondu sorunu özellikle bu dönemde Türkiye’nin en önemli sorunlarından
biri haline gelmiştir. Gecekondu olgusu ile birlikte, yerel ve merkezi yapıda
yozlaşma ortaya çıkmış ve kentsel rant sağlama işi, kamu yönetiminin
gündemine oturmuştur. Politikacılar ve bürokrasiler, kentsel rantı, mafya türü
kişiler ya da örgütler veya üst gelir grupları ile birlikte kurdukları“yasa dışı”
ittifaklarla paylaşırken (Emre Kongar, 2002: 563) kamu yönetimi örgütünün ve
kamu yararı kavramının arkasına sığınmışlardır. Oysaki süreç, karar alma ve
uygulama mekanizmalarını ellerinde bulunduranların kentsel rant peşinde
koşanların çıkarlarına hizmet etmeleri şeklinde gelişmektedir.
Yine bu dönemde, “sosyal hizmet” piyasaya açılmış ve kamu, özel ve sivil
toplum örgütleri tarafından birlikte yürütülen “sosyal içerikli projeler” olarak
anlam kazanmıştır. Sivil topluma atfedilen bu önem, aile yapısında yaşanan
dönüşüme eşlik etmekte ve geniş ailenin sağladığı dayanışmanın ortadan
kalkmasıyla oluşan boşluk, cemaat türü dini oluşumlardan çağdaş sivil toplum
örgütlerine kadar geniş bir yelpazedeki sivil örgütlenmeler tarafından
doldurulmaktadır. Ancak söz konusu süreci, Pranab Chatterjee (1996: 22)’nin
belirttiği ve sosyal devletin hiç ortaya çıkmadığı, sanayileşmenin
gerçekleşmediği, dini ve sivil toplum örgütlerinin sosyal devlet yerine sosyal
hizmet sunduğu ülkelerde yaşanan durumla bir saymak da mümkün
görünmemektedir. Her şeyden önce, sosyal devlet olgusunu, en azından
tarihinin bir döneminde bütün kurumlarıyla ve uygulamalarıyla yaşayan
ülkelerdeki halklarda bir ‘hak’ kaybı söz konusudur. Bu ülkelerdeki halklar için,
sosyal devletin geri plana itilmesi ile doğan boşluğun, dini örgütlenmeler ve
sivil toplum örgütleri ile doldurulması mümkün görünmemektedir. Kaldı ki, bu
örgütler de bunun farkındadırlar ve bu nedenle görev paylaşımı yoluna
gitmektedirler. Bu süreçte, özel sektör bu örgütlerin fon sıkıntısını karşılamak
üzere göreve çağrılmaktadır. Yapabildiği kadar para yapma, yani kâr sağlama
örgütleri olan işletmeler (George Hedley, 2002), bu işi kâr sağlama
amaçlarından vazgeçerek yerine getiremeyeceklerine göre, sorunun kendi
istedikleri şekilde çözülmesi için süreci zorlamaktadırlar. Devletin, sürece dahil
olan işletmelere yüzde yüz vergi muafiyeti tanıması, işletmelerin ‘modern
hayırseverlik’ ortamına kâr maksimizasyonunu sağlayarak katılmalarının bir ön
Page 5
50
koşuludur.6 Nitekim işletmeler yasalarda belirtilen kamu idarelerine, vergi
muafiyeti tanınan vakıflara ve kamu yararına çalışan derneklere yaptıkları bağış
ve yardımları; kamu kurum ve kuruluşlarına bağışladıkları okul, sağlık tesisi,
öğrenci yurdu inşası dolayısıyla yaptıkları harcamaların toplamını, kurum
kazancından tamamen ya da yasalarda belirtilen oranlarda vergiden muaf
tutabilmektedirler (Akyıldız, 2007b: 148–150). Böylece, sosyal hizmet içeren
girişimlere destek olan işletmeler, hem yaptıkları yardımlar aracılığıyla vergi
muafiyeti almaktalar; hem de “iyi niyetli”lik ve “sosyal vatandaş”lık örneği
sergileyerek reklâmlarını yapma ve sermayelerini artırma fırsatını
yakalamaktadırlar (Akyıldız, 2007a: 499). Dolayısıyla, sosyal hizmetin
nesnesini dışarıda tutmak koşuluyla, süreç “alan memnun, satan memnun”
şeklinde işlemektedir.
KAPİTALİZM VE SOSYAL POLİTİKA
Kapitalizmin sosyal politikayla ilişkisi çok temel bir çelişki etrafında
biçimlenmektedir. Kapitalizm, “özgür emeği”, yani yaşayabilmek için emeğini
satmak zorunda olan mülksüz insanı, bir sözleşme ilişkisi çerçevesinde
çalıştırmaya dayanan ve değerler sisteminin merkezine temel değer olarak
çalışmayı koyan bir toplum düzenidir.7 Ama aynı zamanda, bazı bireylerin,
işlerin düzensiz niteliğinden ve çalışarak asgari geçim düzeyini tutturmanın
zorluğundan daima etkilendikleri, belirli dönemlerde de kitlesel işsizliğin geniş
bir kesimi etkilediği bir toplum düzenidir.
Kapitalizmin “özgürleştirdiği” emeğe özgü “modern yoksulluk” olgusu,
varlığı yoksul olmayanlarda ciddi bir rahatsızlık yaratan bir grup insanın
6 Örneğin Türkiye’de Başbakanlık tarafından başlatılan “Haydi Kızlar Okula
Kampanyası!” kapsamında, Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitime yatırım yapan özel
kişilere ve şirketlere %100 vergi muafiyeti (söz konusu muafiyetle ilgili olarak bkz.
5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 10.mad. ve 16 Temmuz 2004 tarihli 5228
sayılı Yasa ile yapılan değişikliğin ardından 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun
89.mad.) sağlanmasına yönelik girişiminin olumlu sonuçlanmasının ardından birçok
kişi, ulusal ve çokuluslu birçok şirket, kampanyaya katkıda bulunmuştur. “Haydi Kızlar
Okula Kampanyası!”nı neoliberal politikalarla ilişkilendirerek konuyu eleştirel olarak
ele alan bir çalışma için bkz. Akyıldız, (2007a). 7 Karl Marx (1976: 342), kapitalizmi şu şekilde ifade etmektedir: “Kapitalizm, tıpkı
vampir gibi sürekli olarak canlı emeğini, insanın emeğini emerek varolan bir
varoluştur.” Komünist Manifesto’da ifade edilen sınıflar mücadelesi de bunun üzerine
kurulur. Vampir yani sermaye sürekli olarak insanların emeğini, kanını emerek büyüyüp
gelişirken diğer tarafta kanını emdiği, emerek metalaştırdığı emekle sürekli bir çelişki
halindedir. Bu nedenle kapitalizm konusunda düşünürken sürekli olarak sermayenin
sermaye olarak varolması için canlı emeğe gereksinim olduğunu gözönünde
bulundurmak gerekir.
Page 6
51
“toplumun başına bela olmamasının” koşullarını aramayı gerektirir. Yoksul
olmayanların neredeyse içgüdüsel talebi, bunların göz önünden kaldırılması
talebidir. Ama bu yerine getirilemez bir taleptir; çünkü bu insanlar sadece
toplumsal bir sorun değil, aynı zamanda “işgücü”dürler ve ekonominin işlemesi
için varlıklarına katlanmak gereklidir. Kapitalist toplum, “ekonomik bir
toplum” olduğu ölçüde, yani ekonomik kaygıların, her zaman olmasa bile çoğu
zaman, siyasi ve sosyal kaygıların önüne geçtiği bir toplum olduğu ölçüde,
yoksul olmayanların yoksullarla birlikte varolmayı kabul etmekten başka
çareleri yoktur. Ama bu, hemen hemen her zaman ve her yerde, gergin, korkulu,
rahatsız edici bir beraberliktir ve bu rahatsızlık sosyal politika tartışmaların
içinde sürekli ortaya çıkan önemli temalardan biridir (Ayşe Buğra, 2008: 10–
11). Yoksulluk sorununa bu bakış açısı ile yaklaşanlar, yoksulluğu yoksulu
suçlayarak açıklama imkânının sınırlarına dayandıklarında, hayırseverlik
vurgusuna geçmektedirler. Sosyal politika tarihinde bu yaklaşım, “kalıntı”
(residual) yaklaşım olarak adlandırılmaktadır. Kalıntı refah rejimi yaklaşımına
göre, “normalde refah sağlaması gereken kurumlar olan aile ve piyasa bu
işlevini yerine getiremediğinde, refah sağlama rolü devlete düşmektedir”
(Martin Powell ve Armando Barrientos, 2002: 2). Kalıntı refah modeli, muhtaç
durumdakilere temel yardım ya da hizmet sağlamada, devletin piyasaya
müdahale etme rolünü sınırlandırmakta, yalnızca yoksullar için minimal bir
devlet yardımı öngörmektedir. Buna göre, iki doğal hizmet sağlayıcı olan piyasa
ve aile başarısız kaldığında, devlet geçici olarak sosyal hizmet sağlamalıdır
(Bernhard Ebbinghaus ve Philip Manow, 2001: 8).
Kapitalist toplumlarda yoksulluk ve sosyal politika tartışmalarına bu bakış
açısı ile yaklaşanların yanı sıra “haklar” açısından yaklaşanlar da olmuştur.
Bunlar, yoksulluğun yoksulu suçlayarak yaklaşılabilecek bireysel bir sorun
olmadığını vurgulamışlar; yoksulu, hayırseverin merhametine terk etmek
eğilimlerinin ötesine geçen bir yaklaşımla, siyasi yetkilileri sosyal yardım
önlemleriyle bu konuda sorumluluk almaya davet etmişlerdir. Kurumsal
(institutional) refah rejimi yaklaşımı olarak adlandırılan bu yaklaşıma göre,
“normal olan devletin refah sağlama işlevidir. Bu işlev, modern sanayi
toplumlarının en önde gelen görevidir” (Powell ve Barrientos, 2002: 2). 16.
yüzyıldan itibaren, en azından bazı siyasi yetkililer, en azından kısmen bu ikinci
yaklaşıma icabet etmişler ve kilise yardımlarının ötesinde, kamu kaynakları
kullanılarak yürütülen sosyal yardım politikaları gündeme gelmiştir. Sosyal
yardım politikalarının Avrupa’da ilk olarak bu tür sosyal yardımlar biçiminde,
19.yüzyılın ikinci yarısında gündeme gelen ve ödenen primlerle finanse edilen
Page 7
52
korporatist uygulamalardan çok önce ortaya çıktığı söylenebilir (Birgül Ayman
Güler, 2006a: 29–31)8.
Birinci yaklaşımı savunanların reddettiği şey, özünde, insanın toplumun bir
ferdi olmasından kaynaklanan ve onun toplumsal yaşamını her koşulda
sürdürebilmesini sağlamaya yönelik haklarını temel alan bir sosyal politika
yaklaşımıdır. İkinci yaklaşımı savunanların söylemi ise, “hak temelli” bir
söylemdir ve insanın topluma katılmasının koşullarını, bazı hakların siyasi yetki
mercilerinin yüklendiği sorumluluklar kanalıyla yaşama geçirilmesinde arar.
Başka bir deyişle, yoksulluğu, insanî ve sosyal bir sorun olmasının ötesinde,
politik bir sorun olarak ele alır. Yani, “yoksulluğu politize eder” (Buğra, 2008:
12–13).
Bugünkü sosyal politika açılımında süreç; “kamu yararı”, “kamu hizmeti” ve
“sosyal hizmet” kavramlarının geçen yüzyılda içerdiği anlamın çok gerisinde
işletilmektedir. Bugünkü yaklaşım, sosyal politikaya “hak” yaklaşımı
çerçevesinde yer vermemektedir. Buna göre, “kurumsal” yaklaşımdan “kalıntı”
yaklaşıma geçiş söz konusudur. Bunun pratikteki anlamı, sosyal devletin geri
plana itildiği bir dönemde, sosyal hizmetin ve daha geniş bir anlamda sosyal
politikanın “hak” temelinden uzak bir şekilde “hayırseverlik” kavramına
sıkıştırılmasıdır.
NEOLİBERALİZM VE YOKSULLUK SORUNUNDA ‘MODERN
HAYIRSEVERLİK’ YAKLAŞIMI
Neoliberalizmin yoksullukla mücadele için bulduğu çözüm yolu, “modern
hayırseverlik” yaklaşımıdır. Esasında, kapitalizmin sosyal politika tartışmaları
içinde hayırseverlik daima güçlü bir tema olmuştur.9 Liberal düşünce
ortamlarında devlet müdahalesine kuşkuyla bakıldığı için, kapitalizmin devlet
eliyle geliştirilmeye çalışıldığı farklı ortamlarda da kaynakların ekonomik
8 Güler’in belirttiği gibi (2006a: 29–42), toplumda gelir adaletini sağlamayı, bireylere sosyal
adalet ve sosyal güvenlik sunmayı amaçlayan sosyal devlet üç boyutta gelişmiştir: En dar anlama
sahip birinci boyutta “sosyal yardım hizmetleri”, biraz daha geniş anlamıyla ikinci boyutta
“sosyal güvenlik hizmetleri”, ama tam içeriğiyle üçüncü boyutta “sosyal devlet hizmetleri”. En
dar anlama sahip birinci boyut hizmetler ile, devletin, nüfusun türlü nedenlerle kendi kendine
bakım ve gelişimini sağlama olanaklarından yoksun kesimlerine yardımcı olmak işlevi; ikinci
boyut hizmetler ile, başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinde işçiler tarafından kurulan
yardım sandıklarının, 19. yüzyılın son çeyreğinde kaza sigortası, sağlık sigortası, emeklilik
sigortası sistemlerine dönüştürülerek devlet tarafından sosyal güvenliğin bir kamu hizmeti olarak
sunulması işlevi; üçüncü boyut hizmetler ile ise, devletin, toplumsal görevleri, vergilendirme
esası temelinde bölüşüm politikaları çerçevesinde yerine getirmesi işlevi anlatılır.
9 Kapitalizmin sosyal politika açılımında hayırseverlik kadar önemli diğer bir kavram da sivil
toplum örgütleridir. Sivil toplum örgütleri, nasıl sosyal devlet öncesi dönemde sosyal hizmet
gereksinimlerinin karşılanmasında önemli bir rol üstlenmişse, küreselleşme ve liberalizmin hâkim
bir konuma geldiği ve sosyal devletin güç kaybettiği günümüz dünyasında da gittikçe artan
oranda benzer faaliyetlerde bulunmaya başlamıştır.
Page 8
53
kalkınma ve istihdam yaratmaya ayrılması gereği önem kazandığından
yoksulluk sorununun hayırseverliğe havale edilmesi olağanlaşır (Buğra, 2008:
11). Bu anlamda hayırseverlik, sosyal politika alanında devlet müdahalesinin
yokluğu anlamına gelir.
Neoliberalizmin hayırseverlik kurumuna biçtiği “modern”lik ise onun
yönetişim başlığı altında ele alınmasından kaynaklanmaktadır. Buna göre, yeni
dönemde yoksullukla mücadele ve ondan da öte sosyal politika alanı, “hayır”
işlerine terk edilmektedir. Modern bir kimlik kazanan hayırseverlik kurumunun
aktörleri de üçlü bir başlıkla anılmaktadır: Kamu, özel ve sivil toplum örgütleri.
Böylece, hem kamu geri plana itilmemiş hem de özel sektör ve sivil toplum
örgütleri sürece dâhil edilmiş olmaktadır. Bu şekilde, kamu ve devlet
müdahalesini savunanların eleştirilerinin önü kapatılmış olduğu gibi; bu alanı
pazarını genişletmek için reklâm yapma aracı olarak gören özel sektörün ve fon
sağlama güdüsü ile hareket eden “sermaye tabanlı kuruluşlar”ın10 da talepleri
dikkate alınmış olmaktadır.
Sermayenin sınırsız dolaşımının önündeki engellerin kalkması, küresel
kapitalizme eklemlenme ve sınırsız sermaye birikiminin gerçekleşmesi
söylemleriyle başlayan bu süreçte, yoksulluk, olmadık bir anda kapitalistlerin
ilgisini çeken bir konu haline gelmiştir. Özellikle 1980 sonrası dönemde
kapitalistleri hayırsever olmaya iten şey, aslında kapitalistlerin yoksullardan ve
yoksulluktan duydukları rahatsızlıktır. Kapitalistler, bu rahatsızlıklarını
gizlemek için çeşitli stratejiler geliştirmişlerdir. Yoksulluğu yok sayma,
görmezden gelme stratejisinin işe yaramadığı noktada ise, yoksulları ve
yoksulluğu kapitalizmin kâr sağlama hırsına hizmet etme yönünde kullanma
stratejisi geliştirmeye başlamışlardır. Bu yeni yaklaşım, hem istihdam
edilebilirliği artırmayı amaçlamaktadır hem de kapitalistlerin pazarını
genişletme amacına hizmet etmektedir. Bu yeni yaklaşımın adı, “modern
hayırseverlik”tir.
Hayırseverliğe “modern” kisvesinin eklenmesinin nedeni, geleneksel
hayırseverlik yaklaşımının sosyal politika içerikli sorunlara bir çözüm yolu
olmadığının anlaşılmış olmasıdır. Ezra Kein (2009)’in belirttiği gibi, eğer
hayırseverlik, sosyal sorunlara yönelik bir çözüm yolu olsaydı, o zaman,
uygarlığın son 6000 yılında hayırseverlik belirli sorunları çözmüş olurdu.
Günümüzde, sosyal politika konusunu oluşturan ve hükümetlerin görev ve
yetki alanına giren her iş, modern hayırseverlik kavramının sınırları içine
sıkıştırılmaya çalışılmaktadır. Nitekim uygulamada bunun örneklerini ulusal ve
uluslararası ölçekte -eğitim, sağlık başta olmak üzere- birçok kamu hizmeti
alanında başlatılan girişimlerde görmek mümkündür.
Bu konu ile ilgili olarak, 1999 yılında Birleşmiş Milletler (BM), uluslararası
şirketlerin sürece dahil edilmesini içeren ilkeleri yayınlamıştır. “Küresel
10 Sivil toplum kuruluşlarını “sermaye tabanlı kuruluşlar” olarak adlandıran ve yönetişim başlığı
altında ele alan bir çalışma için bkz. Güler, (2006b).
Page 9
54
Sullivan İlkeleri”11 olarak adlandırılan ilkelerle “sosyal devlet”,
özelleştirmelerle tasfiye edilirken işçi sınıfı ve emekçilerin ekonomik ve sosyal
hakları da insan hakları ile birlikte özelleştirilerek emperyalist sermayenin
inisiyatifine terkedilmektedir.12
Bir diğer girişim, 6-8 Eylül 2000 tarihleri arasında Birleşmiş Milletler
tarafından gerçekleştirilen “Binyıl Kalkınma Zirvesi”dir. Zirve sonucunda, 189
ulus tarafından kabul edilen ve 147 devlet başkanı tarafından imzalanan “Binyıl
Sözleşmesi” ortaya çıkmıştır. Bu Zirve ile dünya liderleri, yüksek beklentili bir
gündem üzerinde uzlaşmışlardır. Liderler; özgürlük, demokrasi ve insan hakları
konularındaki taahhütlerinin yanı sıra, 2015 yılına kadar gerçekleştirilmek üzere
kalkınmaya ve yoksulluğun azaltılmasına yönelik “Binyıl Kalkınma Hedefleri -
Millennium Development Goals” olarak adlandırılan sekiz hedef
belirlemişlerdir.13
Bu belge, uluslararası örgütler, sivil toplum örgütleri ve ulus devletler
tarafından başlatılan birçok projenin dayanağı olmuştur. Dünya Bankası
tarafından hazırlanan “Yoksulluğu Azaltma Strateji Belgesi” (Poverty
Reduction Strategies) de bu hedeflere dayanmaktadır.14 Yine bu belgeye dayalı
olarak başlatılan ve sosyal devletin görevini ve misyonunu üstlenmeye kalkışan
bir diğer proje, UNICEF tarafından başlatılmıştır. UNICEF, 1990 yılında
yapılan Dünya Eğitim Forumu ile başlatılan “Herkes İçin Eğitim (Education For
All) Hareketi”ni ve “Binyıl Kalkınma Hedefi”ni dikkate alarak “Kız
Çocuklarının Okullulaşmasına Destek Kampanyası”nı başlatmıştır. Bu
kampanya ile temel eğitim hizmetlerinden yararlanamayan kız çocuklarına
eğitim olanağı sunmak ve okullardaki kız öğrenci sayısını artırmak
11 “Küresel Sullivan İlkeleri”; insan haklarının korunması ve gözetilmesi, çocuk işçi
çalıştırılmasının ortadan kaldırılması, ayrımcılığa son verilmesi ve sosyal adaletin sağlanmasına
yönelik işletmelerin sorumluluklarını düzenlemektedir (“The Global Sullivan Principles”, 1999).
“Küresel Sullivan İlkeleri” ve sivil toplum kuruluşları/hükümet dışı örgütler tarafından başlatılan
ve sürdürülen başlıca kurumsal sosyal sorumluluk girişimleri ile ilgili bir çalışma için bkz.
Coşkun Can Aktan ve İstiklal Y. Vural, (2007). 12 Ulus devletin egemenlik alanını daraltan neoliberal yeniden yapılanma sürecinin, emperyalist
insan hakları politikaları ile desteklenmesi için ulus devletin bu alandaki sosyal taahhütleri,
görevleri, “insan hakları sicilleri” en az emperyalist ve faşist devletler kadar bozuk sermaye
tekellerine devredilmektedir. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin 7 Kasım 1999 tarihli basın
açıklamasıyla bu “taahhüt devri” Birleşmiş Milletler tarafından tanınarak resmileştirilmiştir. 13 Bu hedefler şunlardır (United Nations, 2000): (1) Aşırı yoksulluk ve açlığın ortadan
kaldırılması, (2) İlköğretimin uluslararası düzeyde sağlanması, (3) Cinsiyetler arasında eşitliğin
savunulması ve kadınların güçlendirilmesi, (4) Çocuk ölümlerinin azaltılması, (5) HIV/AIDS,
sıtma ve diğer hastalıklarla mücadele, (6) Çevrenin korunması ve (7) Kalkınma için küresel bir
ortaklık oluşturulması. 14 Dünya Bankası tarafından hazırlanan bu belgelerde yoksulluk, yatırım yapılacak bir kaynak
olarak ele alınmaktadır. Dünya Bankası’nın yoksulluğu azaltma stratejisi, “yatırım ortamı
oluşturarak yoksul insanlara yatırımda bulunma” ilkesine dayanmaktadır (Akyıldız, 2008: 19).
Page 10
55
amaçlanmıştır. “Kızların Eğitimi Kampanyası 2005’e kadar 25” sloganıyla
başlatılan kampanya, “2005 Binyıl Kalkınma Hedefi” toplantısında belirtilen,
“eğitimde cinsiyet ayrımcılığının ortadan kaldırılması” için özel çabayı
gerektiren 25 ülkede kızların eğitimi konusuna yoğunlaşmaktadır. ‘2005’e kadar
25’ kampanyasını yürütecek aktörler olarak ise, ülke hükümetlerinin yanı sıra
kızların eğitimi konusunda karar alınmasının kaynağı ve kilit kimi politikaların
sahibi olarak nitelendirilen bağışçı kuruluşlar seçilmiştir. Söz konusu ülkelerde
yürütülen kampanyalar, bu iki aktörün yanı sıra toplumun çeşitli kesimlerinden
büyük destek görmektedir. Bunlar arasında özel sektör örgütleri, sivil toplum
örgütleri, çocuk örgütleri, topluluklar, okullar, öğretmenler, dini liderler,
popüler sporcu ve sanatçılar ve nihayetinde çocuk ve ailelerin kendileri
sayılabilir (UNICEF, 2007a; 2007b). UNICEF, kampanyanın yürütüldüğü 25
ülkeyi seçerken bu ülkelerin bir takım özellikleri taşımasını dikkate almıştır.
Söz konusu ülkeler, okula kayıtlı kız öğrenci sayısının düşük olduğu (%70’ten
daha az), ilkokul düzeyinde %10’dan daha büyük cinsiyet farklılığının olduğu,
bir milyondan daha fazla kızın okuldan uzak olduğu, Dünya Bankası’nın
“Herkes İçin Eğitim Hızlı Kulvarı Girişimi” programına dâhil, ve HIV/AIDS ve
savaş gibi bir dizi kriz nedeniyle kızların eğitim olanaklarından yararlanamadığı
ülkelerdir. Afganistan, Bangladeş, Benin, Bolivya, Pakistan, Çad gibi ülkeleri
içeren bu yirmi beş ülkeye Türkiye de dâhildir(UNICEF, 2007c).15
SONUÇ
İkinci Dünya Savaşı sonrasında, sosyal politika ve yoksullukla mücadele
konusunda sosyal haklar yaklaşımı doğrultusunda epey yol alındığı söylenebilir.
Ancak 1980 sonrası süreç, bu yaklaşımı geri çevirmeye yöneliktir. Yeni
dönemdeki yaklaşım, “modern hayırseverlik” vurgusuyla desteklenen emek
merkezli bir yaklaşımdır.
Günümüzde, sosyal politika konusunu oluşturan ve hükümetlerin görev ve
yetki alanına giren her iş ve bu arada sosyal adalet bile, hayırseverlik yaklaşımı
üzerinden sağlanmaya çalışılmaktadır. Oysaki hayırseverlik yaklaşımı,
hükümetlerin ilgilenmesi gereken ulusal nitelikli sorunlara çözüm üretemez.
Bugün, popülist olmayan liberaller dahi, geniş ölçekli, hükümet destekli çözüm
gerektiren yoksulluk gibi sorunlar karşısında hayırseverlik yaklaşımının bir
çözüm yolu olamayacağını kabul etmiş durumdadırlar.
Kamu sektörü, özel sektör ve sivil toplum örgütleri tarafından yürütülen
“sosyal sorumluluk hizmetleri”ni sosyal nitelikli kamu hizmetleri olarak kabul
etmenin mümkün olamayacağı ortadadır. Bu konuya yönelik ilk eleştiri, her
15 Bu kampanya dışında, Türkiye’de başta eğitim olmak üzere birçok kamu hizmeti
alanında yürütülen sosyal sorumluluk kampanyalarını eleştirel bir şekilde ele alan
kapsamlı bir çalışma için bkz. Akyıldız, (2007b).
Page 11
56
şeyden önce, bir hizmetin kamu hizmeti olarak yürütülmesi ancak yasama
organının izni ile olabilir. Bu hizmetlerin sunulma esasında böyle bir durum
bulunmamaktadır. Sadece cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve bakanlıklar
tarafından çıkarılan tebliğ ve emirler bulunmaktadır.16
İkincisi, kamu hizmeti, “bir kamu kurumunun ya kendisi tarafından ya da
yakın gözetimi altındaki bir özel girişim eliyle kamuya sağlanan hizmetlerdir”
(Gözübüyük, 1998: 235). Buna göre, sivil toplum örgütleri tarafından sunulan
sosyal sorumluluk hizmetleri bu tanıma girmemektedir. Ayrıca, özel sektör
tarafından tek başına ya da sivil toplum örgütleri ile birlikte yürütülen sosyal
sorumluluk hizmetleri de ilgili kamu kurumunun yakın gözetimi ve denetimi
altında gerçekleştirilmediği için yine bu tanımın dışında kalmaktadır.
Üçüncüsü, kamu hizmetlerinin görülmesinde uyulması gereken bazı ilkeler
vardır. Bunlar; süreklilik, eşitlik, değişkenlik ve uyum ilkeleridir (Bozkurt vd.,
1998: 129). Buna göre sosyal sorumluluk hizmetleri, kamu hizmetlerinin
“süreklilik” ve “eşitlik” ilkelerine uygun düşmemektedir. Sosyal sorumluluk
hizmetleri, “gönüllülük” esaslı bir hizmet olmaları nedeniyle sivil toplum
örgütleri başta olmak üzere özel sektör tarafından yürütülmelidir. Buna bağlı
olarak, devletin sosyal politika alanındaki müdahaleci devlet imajından
sıyrılarak bu ikilinin faaliyet gösterdiği sosyal sorumluluk alanında proje ve
kampanya yürütmesi kabul edilebilir bir şey değildir. Ayrıca, özel sektör ve
üçüncü sektör olarak bilinen örgütler belirli kesimlerin çıkarı için mücadele
vermektedirler. Dolayısıyla, “modern hayırseverliğin” bu iki aktörü tarafından
yürütülen sosyal faaliyetlerde genel bir kamu yararından söz etmek mümkün
değildir.
Dördüncüsü, “hak” yaklaşımından uzak bir şekilde “modern hayırseverlik”
yaklaşımı ile yürütülen bu hizmetler toplumda “sadakat kültürü” yaratmaktadır.
Sadakat, güçlünün zayıfı koruduğu, ama buna karşılık zayıftan itaat beklediği
kurumsal yapılar içinde devlet müdahalesinin kişisel olmayan formel
kurallarının ve yasalarının yerine geçmektedir (Karl Polanyi, 2008: 27). Sadakat
kültürü yaratılmasına yönelik eleştiri, özellikle seçim dönemlerinde yapılan
“hayırseverlik” uygulamalarıyla daha çok gündeme gelmektedir.17
16 Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in eşi Semra
Sezer’in tanıtımını ve öncülüğünü yaptığı “Ulusal Eğitime Destek Kampanyası”,
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’nin 14.06.2001 tarih ve 1053–3452 sayılı
emirleriyle başlamıştır. Yine “Bilgisayarlı Eğitime Destek Kampanyası”nın
yürütülmesini kolaylaştırmak için bir genel tebliğ Maliye Bakanlığı tarafından
çıkarılmıştır. 02.03.2005 tarih ve 25743 Sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe
giren Katma Değer Vergisi Genel Tebliği (Seri No: 94), eğitim kurumlarına bağışlanan
bilgisayarların KDV'den muaf tutulmasını düzenlemektedir. 17 Sosyal yardımları bu çerçevede eleştiren bir çalışma için bkz. Fulya Akyıldız, (2009).
Page 12
57
KAYNAKLAR
Aktan, C. C. ve İ. Y. Vural (2007) “Kurumsal Sosyal Sorumluluk: Uluslararası
Kuruluşlar ve Hükümet Dışı Organizasyonlar Tarafından Sürdürülen Baslıca
Girişimler”, Çimento İşveren Dergisi, Mayıs: 4–21.
Akyıldız, F. (2007a), “UNICEF Tarafından Az Gelişmiş Ülkelere Önerilen ‘Kız
Çocuklarının Okullulaşmasına Destek Kampanyası’ Türkiye Örneği: Haydi
Kızlar Okula! Kampanyası”, IV. Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları
Kongresi: Küresel Yoksulluk Konferansı’na sunulmuş tebliğ, Çanakkale
Onsekiz Mart Üniversitesi Çanakkale, 19–21 Ekim, 491–502.
Akyıldız, F. (2007b) “Türkiye’de Sosyal Devlete İlişkin Algılamayı
Dönüştürme Aracı Olarak Sosyal Sorumluluk Kampanyaları”, Memleket
Siyaset Yönetim Dergisi, 4: 138–183.
Akyıldız, F. (2008) SSCB Sonrası Dönemde Orta Asya ve Kafkasya Türk
Cumhuriyetleri’nde Devletin Yeniden Yapılandırılması: Neoliberal
Politikalara Eleştirel Bir Yaklaşım, Basılmamış Doktora Tezi, Malatya:
İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Akyıldız, F. (2009) “Comprehensions of Social Responsibility of The
Governments in The Election Process: 29 March 2009 Local Elections in
Turkey and The Case of AKP Government”, 1st International Conference
On Governance, Fraud, Ethics & Social Responsibility Konferansı’na
sunulmuş tebliğ, Trakya Üniversitesi Edirne, 11-12 Haziran.
Bazı Kanunlarda ve 178 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik
Yapılması Hakkında Kanun Kanun No: 5228, Kabul Tarihi: 16.07.2004,
31.07.2004 tarih ve 25539 sayılı Resmi Gazete.
Buğra, A. (2008) Kapitalizm, Yoksulluk ve Türkiye’de Sosyal Politika, İstanbul:
İletişim Yayınları.
Bozkurt, Ö., T. Ergun ve S. Sezen (edt.) (1998) Kamu Yönetimi Sözlüğü,
Ankara: Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Yayını.
Chatterjee, P. (1996) Approaches to the Welfare State, Washington DC. : Nasw
Press.
Ebbinghaus, B. and P. Manow (edt) (2001) “Introduction: StudyingVarieties of
Welfare Capitalism”, In Comparating Welfare Capitalism: Social Policy and
Political Economy in Europe, Japan and the USA, London: Routledge.
Gelir Vergisi Kanunu, Kanun No: 193, Kabul Tarihi: 31.12.1960, 06.01.1961
tarih ve 10700 sayılı Resmi Gazete.
Gözübüyük, A. Ş. (1998) Yönetim Hukuku, Ankara: Turhan Kitabevi.
Güler, B. A. (2006a) “Sosyal Devlet ve Yerelleşme”, Memleket Siyaset
Yönetim, 2: 29–42.
Güler, B. A. (2006b) “Özelleştirme Politikalarının Yönetişim Sonucu”, Doğan,
H. H. vd. (der.), Ulusal Bağımsızlık İçin Türkiye İktisat Politikaları
Kurultayı Bildiriler Kitabı içinde, Malatya: İnönü Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Yayını, 489–492.
Page 13
58
Hedley, G. (2002) “How Much Profit Is Enough?”, Masonry Construction,
http://findarticles.com/p/articles/mi_m0NTA/is_7_15/ai_ 91087433/,
İndirilme Tarihi: 10 Ağustos 2009.
Klein, E. (2009) “Charity vs. Social Policy”, The American Prospect, 20
August.
Kongar, E. (2002) 21. Yüzyılda Türkiye: 2000’li Yıllarda Türkiye’nin Toplumsal
Yapısı, İstanbul: Remzi Kitabevi.
Kurumlar Vergisi Kanunu Kanun No: 5520, Kabul Tarihi: 13.06.2006,
21.06.2006 tarih ve 26205 sayılı Resmi Gazete.
Marx, K. (1976) Capital, vol 1, New York: Random House, Vintage Books
Edition.
Özdemir, S. (2009) “Refah Devleti ve Üstlendiği Temel Görevler Üzerine Bir
İnceleme”,
http://www.sosyalsiyaset.com/documents/refah_devleti_ustlendigi
_gorvlr.htm, İndirilme Tarihi: 2 Ağustos 2009.
Polanyi, K. (2008) Büyük Dönüşüm: Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri,
çev. A. Buğra, İstanbul: İletişim Yayınları.
Powell, M. ve A. Barrientos (2002) “Theory and Method in the Welfare
Modelling Business”, the 2nd COST 15 Conference on Welfare Reforms for
the 21st Century Konferansı’na sunulmuş tebliğ, Oslo, 5-6 Nisan, 1-18.
Serter, N. (1994) Devlet Görevlerindeki Gelişmelerin Sonucu Olarak Sosyal
Devlet, İstanbul: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yayını.
Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu Kanun No: 5510, Kabul
Tarihi: 31.05.2006, 16.06.2006 tarih ve 2620006 sayılı Resmi Gazete.
“The Global Sullivan Principles”, (1999), The Global Sullivan Principles of
Social Responsibility, http://www.thesullivanfoundation.org/gsp/principles
/gsp/default.asp, İndirilme Tarihi: 27 Mart 2008.
Tuncay, A. C. (1992) Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, İstanbul: Beta
Yayınları.
UNICEF (The United Nations Children’s Fund) (2007a) “Girls’ Education
Campaigns”, http://www.unicef.org/girlseducation/campaign_9044.html,
İndirilme Tarihi: 1 Temmuz 2007.
UNICEF (2007b) “Partnerships For Girls’ Education”,
http://www.unicef.org/girlseducation/index_partnerships.html, İndirilme
Tarihi: 1 Temmuz 2007.
UNICEF (2007c) “25 by 2005: Accelerating Progress in Girls’ Education”,
http://www.unicef.org/girlseducation/campaign_acceleratingprogress.html,
İndirilme Tarihi: 3 Temmuz 2007.
United Nations (2000) 55th Session of the United Nations General Assembly
Panel on “55/2 United Nations Millennium Declaration”, 18 September
2000, New York and Geneva: United Nations.