Top Banner
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Genel Ajans B.D.O. Ltd. Şti. adına Ahmet Koçak Yönetim Yeri: Sultanahmet, Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik İşhanı 102, Eminönü - İstanbul Tel/Faks:+90.(0)212.519 56 35 E-posta: [email protected] Baskı: Mart Matbaacılık, Ceylan Sok. No: 24, Nurtepe, Kağıthane, İstanbul - Tel: 0212.321 23 00 Baskı Türü: Yerel - Süreli sacayak Bİ LİMLE Gİ Dİ LMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR ISSN 1308-7967 Aylık Dergi / Fiyatı: 3 TL / £ / € Ekim 2009 / Sayı: 7 BU SAYIDA: 8 Kasım’ Ayrımcılığa Karşı Eşit Yurttaşlık Hakkı İçin Alevi Mitingi Mevlüd Oruç - Nusayriler Ne İstiyor Esen Uslu - Alevilerin Siyaset Çizgisi Arif Sağ ile söyleştik: O Metin Parti Kurma Taslağı Kendal Doğan - Tehlikeli Kopuş Kaya Aydoğan - İstanbul’da Aleviler Parti Kurma Fikrini Desteklemedi Aziz Baba Anma Törenleri: LütKaleli - Ahmet Koçak - Konuşmalardan Bölümler / Karkın Köyü Derneği Başkanı Fevzi Can ile söyleştik: Buradaki Aleviler, Hacı Bektaş Alevisidir Dertli Divani ile söyleştik: Alevi Ana-Babadan Doğmayan Onlarca Dede, Âşık, Rehberi Kim, Nasıl Yok Sayabilir? Mezopotamya Sosyal Forumu’nda Sacayak Adına Konuşmadan David Durak Arslan - Cevap Sizde... Erdem Kantekin - Halk Ozanı Âşık Yener Hakk’a Yürüdü Hasan Dikçe ile söyleştik: Çöpten Sanat Edenler Meral Ceylan - Alevileri Tehdit Görüyorlar İsmail Kaygusuz- İmam Bâkır’a göre İman ve İslam Remzi Aydın - Simgelerle Ötekileşen Benliğim... Celal Arslan - İzzetin Hocaya Açık Mektup - 1 Ali Akdemir - Edeb-Erkân, Mümine Nişan! Nedim Kanoğlu - Sadaka Değil Sendika Gelişler Hayı rlara Vesile Olsun
48

Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Mar 10, 2016

Download

Documents

Esen Uslu

Aylık Sacayak dergisinin Ekim 2007 tarihli 7. sayısı
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Genel Ajans B.D.O. Ltd. Şti. adına Ahmet Koçak

Yönetim Yeri: Sultanahmet, Divanyolu Cad. No: 54, Erçevik İşhanı 102, Eminönü - İstanbul

Tel/Faks:+90.(0)212.519 56 35E-posta: [email protected]ı: Mart Matbaacılık, Ceylan Sok. No: 24, Nurtepe,

Kağıthane, İstanbul - Tel: 0212.321 23 00Baskı Türü: Yerel - Süreli

sacayakBİLİMLE GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR

ISSN 1308-7967

Aylık Dergi / Fiyatı: 3 TL / £ / € Ekim 2009 / Sayı:7

BU SAYIDA:8 Kasım’ Ayrımcılığa Karşı Eşit Yurttaşlık Hakkı İçin Alevi Mitingi

Mevlüd Oruç - Nusayriler Ne İstiyor

Esen Uslu - Alevilerin Siyaset Çizgisi

Arif Sağ ile söyleştik: O Metin Parti Kurma Taslağı

Kendal Doğan - Tehlikeli Kopuş

Kaya Aydoğan - İstanbul’da Aleviler Parti Kurma Fikrini Desteklemedi

Aziz Baba Anma Törenleri: Lütfi Kaleli - Ahmet Koçak - Konuşmalardan Bölümler / Karkın Köyü Derneği Başkanı Fevzi Can ile söyleştik: Buradaki Aleviler, Hacı Bektaş Alevisidir

Dertli Divani ile söyleştik: Alevi Ana-Babadan Doğmayan Onlarca Dede, Âşık, Rehberi Kim, Nasıl Yok Sayabilir?

Mezopotamya Sosyal Forumu’nda Sacayak Adına Konuşmadan

David Durak Arslan - Cevap Sizde...

Erdem Kantekin - Halk Ozanı Âşık Yener Hakk’a Yürüdü

Hasan Dikçe ile söyleştik: Çöpten Sanat Edenler

Meral Ceylan - Alevileri Tehdit Görüyorlar

İsmail Kaygusuz- İmam Bâkır’a göre İman ve İslam

Remzi Aydın - Simgelerle Ötekileşen Benliğim...

Celal Arslan - İzzetin Hocaya Açık Mektup - 1

Ali Akdemir - Edeb-Erkân, Mümine Nişan!

Nedim Kanoğlu - Sadaka Değil Sendika

Gelişler Hayırlara

Vesile Olsun

Page 2: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

2

MERCEDES SOSA, Arjantin’in şeker ka-mışı yetiştirilen yöresinde fakir bir işçi ai-lesinin kızı olarak doğdu. Keçuva dili ko-nuşan Latin Amerikan yerlilerinin melez kara kızıydı. On beş yaşında yerel radyo-da bir yarışma kazanarak müzik kariyeri-ne başla dı.

Latin Amerika’yı baştan aşağı saran “Yeni Türkü” (Nueva Canción) hareketi-nin en önemli temsilcilerinden biri oldu. Şilili Victor Jara ve Violeta Parra, Arjan-tinli Victor Heredia ve Uruguaylı Alfredo Zitarrosa gibi sanatçılar öncülüğünde yü-rüyen bu hareket, halk müziği ile devrim-ci, demokratik görüşleri birleştiriyordu.

Arjantin askeri cuntasının yıldırımla-rını üzerine çeken Sosa, 1979 yılında La Plata’da üniversitede verdiği bir konserde tüm dinleyicilerle birlikte tutuklandı. An-cak uluslararası baskılarla serbest bırakıl-dı ve yurt dışına çıkmasına izin verildi.

Diktatörlük çökerken ülkesine geri dö nebildi, ama ölümü üzerine ulusal yas ilan edildi ve naaşı Parlamento’da kata-falkta kaldıktan sonra törenle gömüldü.

Violeta Parra’nın ölmeden önce yazdı-ğı son eser, “Gracias a la Vida” (Teşek-kürler Hayat) Mercedes Sosa’nın en sevi-len ve unutulmayan eseri olarak kalacak.

DİCLE KOĞACIOĞLU Boğaziçi Üniver-sitesi Sosyoloji bölümünü bitirdi ve ABD, New York Eyalet Üniversitesi sosyoloji ve kadın araştırmaları bölümünde çalıştı. 1997’de “Ana yasa Hukuku ve İslam - Orta Doğu’da Siyasal Kurumların Moderasyo-nu” projesinde çalıştı. İnsan Hakları İzle-me Örgütü (HRW) “Türkiye’de Düşün-ce Özgürlüğü” projesinde danışmanlık ve çevirmenlik yaptı.

Boğaziçi Üniversitesi, Sosyoloji bölü-mün de öğretim görevlisi oldu. Ka dının İnsan Hakları Vakfı’na danışman lık yap-tı ve “Müslüman Dünyada Kadın ve Cin-sellik” kitabında editör yardımcılığı yap-tı. ABD Columbia Üniversitesi’nde dok-toradan sonra Sabancı Üniversitesi Kültü-rel Çalışmalar bölümünde çalışıyordu.

Doktora tezi olan “Türkiye’de Vatan-daşlık Bağlamı: Uygulamaları ve Anlam-ları” çalışması ile ödüller kazandı. Amargi ve Birbirimize Sahip Çıkıyoruz kuruluş-larında çalıştı. Çeşitli dergi ve derleme-lerde makaleleri yayınlandı. Son yıllarda ülkemizde töre cinayatleri konusunda en yoğun çalışan uzmanlardan biriydi.

Canına kıyarken yazdığı kısacık not, araştırma-çalışma konusunun zorluklarını ve kendinden gayrı tutamadığı kurbanların çilesini anlatıyordu: “Çok acı var!”

Mercedes Sosa 9 Temmuz 1935 – 4 Ekim 2009

Dicle Koğacıoğlu13 Eylül 1972 - 5 Ekim 2009

Sessizlerin Sesi“La Negra” – Karakız

Page 3: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

3

8 Kasım’da İstanbul’da buluşuyoruz:

Bu Miting; Demokrasi içindir, Laiklik içindir, İnsan hakları içindir, Eşit yurttaşlık hakkı içindir. Sivil, demokratik, özgürlükçü bir

ana yasa içindir.

Bu Miting; Ayrımcılığa son verilsin, AİHM ve Danıştay kararları

uygulansın, zorunlu din dersleri kaldırılsın,

Diyanet lağvedilsin, Cem ve kültür evlerimiz yasal

statüye kavuşsun, Madımak Oteli müze olsun, Alevi köylerine camii yapılmasın, Asimilasyon politikaları son bulsun,

diyedir.Bu Miting; Özelleştirmeler son bulsun, Sendikasızlaştırma,

örgütsüzleştirme son bulsun, Cinsiyetçi yaklaşımlar son bulsun, Eşit işe, eşit ücret ödensin, Seçim barajı kaldırılsın, Dokunulmazlıklar kaldırılsın, Zamlar geri alınsın,

IMF politikaları sona ersin, Emperyalistler evine dönsün, Annelerimiz artık ağlamasın, Kürt sorunu demokratik, barışçıl

yolla çözülsün, Yurtta barış, dünyada barış olsun,

diyedir.

Bu Miting; Eğitim, sağlık parasız olsun, Şeriatçı yükseliş dursun, Kimse, dilinden, dininden,

kökeninden dolayı sorgulanmasın, diyedir.

Bu Miting; Bin yıllardır bu toprakların bir

gerçeği olan Alevi varlığının her aşamada inkar edilmesine dur demek içindir.

Bugün ise AKP gericiliğince daha da azgınlaşarak sürdürülen bu yok sayma politikalarının sona erdirilmesini sağlamak ve “Alevi Çalıştayı”na sunduğumuz talepleri-mizin kabulü içindir.

Tarihe iz bırakmak adına,GELİN CANLAR BİR OLALIM

8 Kasım Pazar - İstanbulSaat 11:00’de Toplanma Yerleri :

Tepe Nautilus / Haydarpaşa Numune Hastanesi Önü / Salı Pazarı

Miting: Kadıköy Meydanı - Saat 13.00

Alevi Bektaşi Federasyonu

Ayrımcılığa Karşı Eşit Yurttaşlık Hakkı içinBÜYÜK ALEVİ MİTİNGİ

Page 4: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

4

Açılıma Arap Alevilerden Katkı

Nusayriler Ne İstiyorMevlüd Oruç Akdeniz Kültür ve Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu Üyesi

İnsan hakları, demokrasi ve özgürlükler uğruna on yıllardır verdiğimiz mücadelenin sonucunda

gündeme gelen; Kürt-Demokrasi Açılımı’na katkı anlamında bütün mağdurların kendi özgün talep-lerini ilan etmeye davet ediyoruz.

Çünkü biz konuşmazsak meydanın özgürlük karşıtlarına kalma tehlikesi vardır.

Demokrasi açılımının “ölümü işaret edip, sıtmaya razı etme” sü-recine evirilme tehlikesine karşı, herkes için demokrasi hemen şim-di sloganının içini biz doldurmalıyız…

Arap Aleviler ne istiyor?

Arap Alevileri, Suriye’deki Türklerin karşılığı (mukabili) olarak görmekten vazgeçilmelidir. Ülkemizin bize yaklaşımı devletlerarası ilişkilere bağlı olmaktan çıkarılmalı, Suriye ile ilgili gelişen her olumsuzluğun faturası bize kesilmemelidir. Kim tarafından yapılırsa yapılsın yaşadığımız bölgeler ile ilgili demografi k yapıyı değiştirme vb plan-projelerden vazgeçilmelidir. Doğa ve tarih insanlığın ortak değerleridir. Doğanın, tarihin, in-sanın ve bütün canlıların zararına, en olmayacak yerlere santral, ba-raj, maden vs kurulmaya çalışılması ve her fırsatta, bin bir türlü ba-hane ile tapularımızın iptal edilmesine (topraksızlaştırma) son ve-rilmelidir. Yaşam alanlarımızı ve geçim kaynaklarımızı darlaştırıcı, yok-sul bırakan, göçe ve yurt dışına mahkûm eden anlayış ve politika-lara son verilmelidir. Genel olarak kamunun bütün alanlarında; iş, istihdam, sosyal yardım ve benzeri alanlarda tüm farklılıklara ve Arap Alevileri-ne fi ili olarak uygulanan dışlayıcı ve ayrımcı politikalar terk edil-melidir. Yaşadığımız bölgede ismi değiştirilen yerlerin orijinal isimleri iade edilmelidir. Her hangi bir başvuruya gerek duyulmadan yetki-liler orijinal isimlere dönüş kararı almalıdır. Hatay, “40 asırlık Türk yurdu” değildir; Türk, Arap, Ermeni, Kürt, Süryani, … yurdudur ve orijinal adı Antakya’dır.

Demokrasi açılımının “ölümü işaret edip, sıtmaya razı etme” sürecine evirilme tehlikesine karşı, herkes için demokrasi hemen şimdi sloganının içini biz doldurmalıyız.

Page 5: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

5

Ne Atatürk’e mal edilen tanımla Hititlerin, ne Tansu Hanımın ta-nımı ile Yavuz’un torunları, ne de Recai Bey’in tanımı ile “Sapık Alevi mezhebi” değiliz. Ne bizi tanımlama mecburiyetiniz var, ne de bizim buna ihtiyacımız var. Kendimizi en iyi biz tanımlarız. Tür-kiyeli Arap Alevileriyiz. Bu tanımlamanın içeriğine uygun olma-yan bütün uygulamalar asimilasyondur, kaldırılmalıdır. Milli Eğitim Bakanının ayrımcılık konulu ilk ders genelgesi iyi de ikinci derste çelişmemek için yapılması gerekenler var: Okullar-da çocuklarımıza söyletilen ve dağa taşa, betona yazılan “Türküm doğruyum”, “Ne mutlu Türküm diyene”, “Türk öğün”, vb., kaldırıl-ma lıdır. Zorunlu din dersi kaldırılmalıdır. Nüfus cüzdanlarında yer alan “Dini” hanesi kaldırılmalıdır. Tarih ve diğer bütün derslerde ayrımcılık yapan, ötekileştiren, önyargılı bütün ifadeler ayıklanmalıdır. Anadil’de eğitim hakkı tanınmalı ve bu hakkı kullanmak isteyen-lerin eğitimi sağlanmalıdır Alt yapısının hazır olduğu iddia edilen TRT 7 (SEBA) Arapça ka-nalı bir an önce açılmalı, Arapça yayın yapan özel TV, radyo ve di-ğer basın üzerindeki kısıtlamalar kaldırılmalıdır. Hakkaniyete ve eşitliğe aykırı, tek din, tek mezhep, tek tarikat, (o da devlet dini) olarak faaliyet gösteren Diyanet İşleri Başkanlı-ğı feshedilmelidir. Arap Alevilerin ibadethaneleri (Ehlibeyt Mescitleri) tanınmalı-dır. Ğadir-hum inanç bayramı günü bölgemizde tatil olmalıdır. Azınlıkların, ötekileştirilenlerin genel ve yerel seçimlerde nüfus-ları oranında veya pozitif ayrımcılık yolu ile temsilci seçebilmeleri-ni sağlayacak yeni bir seçim sistemi getirilmelidir. TBMM’de hiç-bir Hıristiyan milletvekilinin olmaması normal bir durum değildir.

ESAT KORKMAZ

Kitap - Yol RehberiGülbanklar - Erkânlar

Temmuz 2009, İstanbulISBN 978-9944-387-12-6

13,5 x 21 cm boyutunda 304 sayfa

Demos YayınlarıDivanyolu Cad. No: 54, Erçevik İşhanı 211Cağoloğlu - İstanbul Tel: 0212.526 60 28

www.demosyayinlari.com

Page 6: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

6

Nasıl bir demokrasi istiyor sorusu henüz demokratik Alevi-Bektaşi örgütleri tarafından gündeme bile alınmış değildir.

Demokratik Alevi Örgütlerinde Kafa Karışıklığı

Alevilerin Siyaset ÇizgisiEsen Uslu

Bu yazı Newede Dersim gazetesinde yayınlamak üzere hazırlanmıştır.

Demokratik Alevi-Bektaşi örgütleri geçen yıl Kasım ayında Ankara’da “Ayrımcılığa Karşı Eşit Vatandaşlık Hakkı için Bü-

yük Alevi Yürüyüşü” gerçekleştirdi. O yürüyüş, Türkiye’nin top-lumsal yaşamına ve devletine egemen olan Laik ve Sünni Müs-lümanlığın ezdiği, yok saydığı, dışladığı ve aşağıladığı büyük bir inanç toplumunun haklarını nasıl savunulması gerektiğini başarı-lı bir şekilde gösterdi. Alevi-Bektaşi toplumunun kendi hakları için mücadeleye hazır en geniş kesimlerini birleştiren ve ortak istemleri sloganlaştıran bu eylem çarpıcı sonuçlar verdi.

Bu eylemin ardından AKP Hükümeti, istemeye istemeye de olsa Alevi-Bektaşi toplumunun istemleri konusunda adım atmak zo-runda kaldı. Ayağı geri gider biçimde başlattığı “Alevi Açılımı”nı süründüre-süründüre, sonuç vermez yollara soka-soka yürütmek zorunda kalmasının nedeni, bu yürüyüşün ortaya koyduğu gerçek-tir. Bu gerçek şudur: Alevi-Bektaşi toplumunun geniş kesimleri dünkü gibi yaşamayı artık kabul etmemektedir.

Yapılması Gereken Siyaset

Bu yürüyüşün ardından geçen bir yıl boyunca demokratik Alevi-Bektaşi örgütlerinin yapması gereken, bu başarı üzerine daha ileri etkinlikleri ortaya koymaktı.

Örneğin, yıllar öncesinden beri tartışmalı olan ve Alevi-Bektaşilerin istemlerini daraltan “istemler listesini” doğru temelle-re oturtmak üzere Alevi-Bektaşi toplumu içinde en geniş tartışma-yı başlatmak gerekiyordu.

Örneğin, demokratik Alevi-Bektaşi hareketi en can alıcı sorun-lardan biri olan bugünkü devletin en önemli kurumlarından Diya-net İşleri Başkanlığı konusunda istemlerinin ne olduğu konusuna bir karar verebilmiş, ortak bir görüş oluşturabilmiş durumda de-ğillerdi.

Öyle ki Madımak Otel’inin “müze” olması konusundaki istemin çerçevesi üzerine, buranın ne müzesi olması ve nasıl yönetilen bir müze olması konusunda ortak tutum yoktu.

Daha da önemlisi nasıl bir demokrasi istiyor sorusu henüz de-mokratik Alevi-Bektaşi örgütleri tarafından gündeme bile alınmış değildi.

Örneğin, kendi cem geleneğine yaslanarak halkın dolaysız seçi-miyle yerinden yönetimini; Osmanlı artığı ayrıcalıklı ve dokunul-maz merkezi devlet bürokrasisinin tümüyle ortadan kaldırılmasını

Page 7: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

7

Cem geleneğimiz temelinde demokrasi

istemlerimiz:

Halkın, meclisler

eliyle yerinden yönetimi;

Tüm kamu görevlilerinin

seçimle göreve gelmesi, seçenler

tarafından geri çağrılabilmesi; kalifi ye bir işçi

kadar maaş alması;

ayrıcalıkları ve dokunulmazlıkları

olmaması;

Hâkimlerin ve savcıların

seçimle göreve gelmesi;

suçların yerinde yargılanması ve

jüri usulüyle ile halkın

adalet sürecine dolaysız katılımı.

amaçlayan “seçilmemiş yönetici istemiyoruz” ya da benzeri bir is-temi henüz önüne bile koymuş değildi.

Seçilmiş görevliler eliyle yürütülen kamu işlerinde halkın dene-timi demek olan açıklık ve hesap verirlik istemleri akla bile gelmiş değildi: Rızalık, Çıralık ve Hakkulah geleneklerine yaslanarak se-çilmiş kamu görevlilerinin, onları seçenler tarafından geri çağrıl-ması; kalifi ye bir işçi kadar maaş alması; hiçbir ayrıcalıkları olma-dan yaptıkları her işlemin yargı denetimine açık olması gibi istem-ler öne sürülmüş değildi.

Yine cemde yargılama ve cezalandırma geleneğine yaslanarak, hâkimlerin ve savcıların halkın seçimiyle göreve getirilmesi; suçla-rın yerinde yargılanması ve jüri usulüyle ile halkın adalet sürecine dolaysız katılımı gibi istemler akla bile gelmiş değildi.

Yürüyüşün başarısının ardından daha ileri eylemler örgütleye-bilmek için bu istemler üzerine kapsamlı bir tartışma başlatılması gerekirdi. Bunun için demokratik Alevi-Bektaşi örgütlerinin kendi yayın organlarını kurmaları gerekirdi.

Bu istemler için bu toplumda benzer demokrasi istemleri öne süren hangi güçlerle ortak eylemler yapılabileceği bile genel bir “eylem birliği” lafazanlığı ardında kayboldu gitti.

Özellikle Kürt özgürlük hareketi ile laik-demokratik bir cumhu-riyet için eylem birliği yapmanın önünde Alevi-Bektaşilerin geniş bir kesiminin zihninde varolan gerçek engelleri yok saydılar. “Yet-miş iki milleti bir bilmek” geleneğine yaslanarak bu engeli gider-meye girişmediler.

Laik-demokratik cumhuriyet istemini kapsamlı olarak günde-me getirmeyince, Kürt özgürlük hareketine yeterince el uzatamadı-lar. Kürt özgürlük hareketine Alevilerin laiklik istemlerine ne ka-dar güçlü sahip çıktığını gösterme olanağı tanımadılar. “Türk-İslam Sentezci” milliyeti-ırkçı-faşist-dinci ideolojiye karşı kapsamlı bir savaşım yürütmediler.

Bu konularda kendilerine yardımcı olacak aydın çevrelerle iliş-kilerini kestiler; devrimci Alevi-Bektaşi gençlerin önünü açmadı-lar; Avrupa’daki Alevi örgütleri ile işbirliğini ortadan kaldırdılar.

Eylemden Gözü Kamaşanlar

Bunlar yapılmadığı gibi yürüyüşün demokratik Alevi-Bektaşi ha-reketinin üst yönetiminde yankıları tümüyle olumsuz yönde oldu. Alevi-Bektaşilerin geniş kesimleri, hükümetin, devletin ve egemen Laik ve Sünni Müslümanlığın kendilerine dayattığı dar çerçeveyi kırmaya kararlı olduğu açıktı.

Ama demokratik derneklerin üst yöneticileri, Alevi-Bektaşi halkın bu kararlılığını, önce yerel seçimlerde CHP ile pazarlık ede-rek kötüye kullandılar. Böylece kendi iç işleyişlerinde demokratik karar mekanizmalarını çiğnediler.

Bu süreçte CHP kendilerine dirsek çevirince kontrol ettiklerini sandıkları Alevi-Bektaşi siyasi potansiyeli Türkiye solunun bir ke-

Page 8: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

8

siminin yeni bir siyasi parti kurması macerasına kurban etmeye gi-riştiler. Kendilerine olmadık güçler vehmederek “solu birleştirme” adına yola çıktılar.

AKP’nin “Alevi Çalıştayı” oyununu önceden göremediler, içine balıklama daldılar. Gerici, devletçi, Türkçü ve Laik-Sünni Müslü-manlık yanlısı Alevi kuruluşları ile istemleri ortaklaştıracağız diye hükümetin “yumuşatıcısı” önünde pazarlık yaparak demokratik Alevi-Bektaşi hareketinin istemlerinden tavizler verdiler.

Bu süreç boyunca kendilerine yapılan tüm uyarı ve önerilere gözlerini-kulaklarını kapattılar. Kendilerine yapılan dostça eleşti-rileri, düşmanca saldırı olarak gördüler ve çevrelerine böyle yansıt-tılar. Tüm yıl boyunca eyleme yönelik bir program hazırlığı açısın-dan hiçbir olumlu adım atmadıktan sonra şimdi Kasım ayında “bir milyonluk gösteri” yapmak için paçalarını sıvadılar. Umarız başa-rılı bir eylem gerçekleşir. Umarız üst yöneticilerin tüm yalpalama-larına karşın Alevi-Bektaşiler ve tüm demokrasi güçleri bu etkinli-ğe destek verir.

Boşa harcanmış bir yıldan sonra umarız ki yeniden doğru bir si-yasi çizgi ağır basar. Bu siyasi çizgi, en geniş Alevi-Bektaşi kesim-leri ayrımcılığa karşı eşit haklar için, yani laik-demokratik bir cum-huriyet için birleştirmektir. Alevi-Bektaşileri, aralarında gerçek çı-kar birliği olan Kürt özgürlük hareketi ve Türkiye’de yeni bir Ana-yasa, yeni bir laik-demokratik cumhuriyet isteyen tüm güçlerle bir-likte sokağa çıkmaya ve sesini yükseltmeye çağıran çizgidir.

ABF, 8 Kasım Mitingine hazırlık için 25 Ekim günü Kadıköy Belediyesinin Baş-kanlık Salonunda bir toplantı düzenledi.

Toplantı davetiyesi, toplantının bir “Kokteyl” ile açılacağını, ardından çalış-malarla ile bilgi veren bir “Brifi ng”, son-ra da bir “Forum” yapılacağı belirtiyordu.

Toplantıda ABF saymanı Köksal can, miting çalışması için bütçenin sıfır oldu-ğu bilgisini verdi. Tertip komite üyesi Er-dal can ise mitingin Eminönü İskelesi ile Etbalık arasında yapılacağını, şehirlerara-sı otobüslerin Salı Pazarı’nda duracağını ve oradan miting alanına kadar yürüyüş yapmasına izin alındığı bilgisini verdi.

Bu iki satırlık “bilgilendirme”nin ar-dından, “Forum” adı altında örgüt temsil-cileri ve aydınlara söz verildi.

Bu arada dikkatimizi çeken “siyasi partilere en son söz vereceğiz” gerekçesi ile salonda bulunan DTP İstanbul İl Baş-kan Yardımcısına toplantının başında söz verilmemesi oldu. Kendisine toplantının sonunda, salon boşalırken EMEP, TKP

ve Yeşiller arasında söz verildi. Özgür ve Demokratik Alevi Hareketi’nin temsilci-sine söz bile verilmedi.

Aynı günlerde hükümetin “Kürt Açı-lı mı”nın havasını boşaltan Habur Karşıla-ması ile gündeme oturmuş Kürt Özgürlük Hareketine gösterilen bu tutum üzücüdür ve eylem birliği yaklaşımına terstir.

Kürt düşmanı faşistlerin açılım karşıtı eylem yaparken, bir partka oturan DİSK’li işçilere fütursuzca saldırdıkları bir ortam-da eyleme hazırlanan ABF nasıl provoka-tif bir ortamda eyleme çıktığını iyi kav-ramalıdır. Gün, yeni kıyımlarla karşılaş-mamak için eylem birliğini yükseltme gü-nüdür. Gün, dostunu iyi belleme günüdür.

Page 9: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

9

Çalıştaya gitmedim. Ciddiye de almıyorum

aslında, çünkü bu iktidarın

oyalama taktiği. Sonuçta açılım

diye ad koyduğu her şey dönüp

yine başlangıç noktasına

geri geliyor.

Alevi Çalıştayı ve ABF’nin Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz Metni Üzerine Arif Sağ ile Söyleştik

O Metin Parti Kurma TaslağıAhmet Koçak

Çalıştay hakkında ne düşünüyorsunuz? Çalıştaya gitmedim. Fazla takip de edemedim. Ciddiye de almıyorum aslında, çünkü bunlar ik-tidarın oyalama taktiği, şirin görünme muhab-beti. Sonuçta açılım diye ad koyduğu her şey dö-nüp yine başlangıç noktasına geri geliyor. Bir süre Türkiye’yi onunla meşgul ediyorlar.

Alevi çalıştayı diyor, ama Alevileri ciddiye al-mıyor. Sonuçta yine kendi kafalarındakini uygu-luyor. Yeni bir şeyi getiriyor, Alevilik oymuş gibi dayatıyor sana. Alevilere şunu söylemiyor: “Kar-

deşim, siz nasıl yaşıyorsanız buyurun yaşayın; biz de devlet olarak bu yaşamınıza katkıda bulunuruz” demiyor. “Alevilik sizin yaptı-ğınız gibi değildir, Alevilik böyle bir şeydir” diyor. Kendine göre bir tanımlama getiriyor ve onu da şöyle sunuyor: “Böyle yaşarsan bir mahsuru yok, ama böyle yaşamazsan olmaz!” Sonunda öyle bir noktaya getiriyor ki adres olarak camiyi gösteriyor!

Ortak ibadet yeri cami diyor. Camide buluşalım, ama siz yine cemevine gidip çalın söyleyin, çığırın, oynayın…

Orası ibadethane değil diyor. Gelinen nokta bu! Çalıştay diye adını koyduğu, Türkiye’yi bu ka-dar oyaladığı olayın fi nali bence bu. Böyle bir karar çıkacak, benim görüşüm bu.

Aleviler, bunu bile bile, buna katkıda bulunan kişileri ve kurum-ları sorgulamalı. Kim ise onlar, onlar sorgulanmalı.

Bu sürece farklı bir şekilde müdahil olmaları gerekiyordu; süre-ci baştan doğru görmeleri gerekiyordu.

Evet, tespit etmeleri, görmeleri gerekiyordu. Oraya gittin mi kat-kıda bulunmuş oluyorsun, tamam mı?

Bak, yarın çıkaracakları raporda şunu söyleyecekler: “Bütün Alevi kurumlarının görüşlerini aldık!” Böyle diyecekler, değil mi?

E, tabii. “Bu bizim görüşümüzdür” demeyecek. “Alevi ileri gelenlerinin, Alevi kurumlarının görüşlerini aldık. O görüşlerden böyle bir ra-por çıktı. Böyle Alevilik istiyorlar diyecekler.” Kendi düşündükleri Aleviliği biz istiyormuşuz gibi bize kazıklayacaklar. Benim bu ko-nudaki düşüncem bu.

Page 10: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

10

Çalıştayın fi nali bu olacak diyorsun. Evet. Ben öyle düşünüyorum. İnşallah olmaz, ama büyük bir ih-timalle böyle olacak.

Alevi örgütleri çalıştaylara katılırken, bir yandan da bu çalış-taylardan aslında çok bir şey gelmez demeye başladı.

Evet de niye katılıyorlar o zaman? ABF, hükümet sorunumuzu çözemez, CHP’den umudu kestik. Yeni bir Türkiye tanımı yapalım, “Nasıl bir Türkiye İstiyoruz”u tartışalım diyorlar. Ne dersin?

Hatırlıyorum, bundan yirmi sene önce Alevilikle ilgili ilk ör-gütlenme çalışmalarında bu konuları biz birlikte tartışırdık. Kav-ga dövüş, birbirimize bağıra çağıra tartışırdık, ama birlikte yapar-dık. Bütün o çalışmalar birlikte olurdu. Tüm Aleviler, “bu hareket siyasileşsin mi siyasileşmesin mi” konusunu birlikte tartışırdık, ha-tırlarsan. Günlerce gider bir yerlerde kalırdık… Bir arada beraber tartışırdık.

Şimdi yeni bir adet edinmişler: Beraber tartışmıyorlar. İki, üç arkadaş bir araya geliyor, oturuyor bir şey yazıyorlar. Aynı AKP’nin yaptığı gibi bir şey hazırlıyorlar; sana onu soruyor, onu tartıştırıyor.

Bir taslak hazırlamışlar. O taslak, bir siyasi partinin program taslağı. Bana da geldi. O taslak bir parti kurma taslağı.

Birbirimizi kandırmak, birbirimizi uyutmak gibi de bir yakla-şım olmamalı. Bu kadar basit düşünmemeliyiz. Bana gelen şey bir parti programı. Efendim, bunu tartışalım!

Biz birbirimizi tanıyoruz; biz de bu işleri biliyoruz. O taslağı ne kadar tartışırsın sen? Tartışsan bile onun içinden iki cümle, üç cüm-le bile çıkaramazsın. Sonuçta o taslağı ya kabul edersin ya da red-dedersin. Böyle değil mi?

AKP’nin anayasa taslağında bir virgülün yerini değiştirtmezler sana. Bir cümleyi değiştirtmezler. Onu tartışırlar, tartıştırırlar, ama kendi taslaklarını hayata geçirmeye çalışırılar. Bu böyle. Kural bu.

Şimdi bu arkadaşlarımız da parti kurmaya heveslenmişler anla-dığım kadarıyla. Ben, Türkiye’nin bir inanç üzerine ya da etnik bir yapı üzerine bir parti oluşmasına ihtiyacı olduğuna inanmıyorum.

Öyle demiyorlar. Kuracağımız ya da kurulması gereken bu parti inanç ya da etnik temele dayanmayacak diyorlar.

Ya neye dayanacak? Şunu yapacaklar o zaman, buradan arka-daşlara bir mesaj göndereyim, bulunduğu yerlerden istifa edecekler. Birisi ABF başkanı olmayacak, birisi PSAKD başkanı olmayacak, biri bilmem neyin başkanı olmayacak. Bu akıl dane arkadaşlarımız o görevlerden istifa edecekler ondan sonra oturacaklar, o temele da-yalı olmayan bir partide çalışacaklar.

Hem bir inanç toplumunun demokratik bir kurumunun başında aktif görev yapıyor olacaksın, sonra parti kurmaya kalkarken, “ama bu inanca dayalı değil” diyeceksin. Bu inandırıcı değil, bu doğru değil, anlatabildim mi?

Bundan yirmi sene önce Alevilikle ilgili ilk örgütlenme çalışmalarında bu konuları biz birlikte tartışırdık. Birbirimize bağıra çağıra tartışırdık, ama birlikte yapardık. Şimdi yeni bir adet edinmişler: Beraber tartışmıyorlar. Bir taslak hazırlamışlar. O taslak, bir siyasi partinin program taslağı.

Page 11: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

11

Ama süreç öyle gelişmedi. Dayatma bu işte. Doğru değil, etik değil bu.

Geçen hafta sanatçılarla ilgili bir çağrı oldu, “Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz” sanatçılar, aydınlar… Çağrıldınız mı?

Tabii… Biz gitmedik… Konuştuk Ali [Balkız-AK] ile… Ekleyeceğin bir şey var mı?

Şunu vurgulamak isterim: söylediklerimden, Alevi toplumunun siyasetin dışında kalmasını istediğim anlaşılmamalı. Tabii her top-luluk siyasallaşmalı, siyasete müdahale edebilmeli. Ama bunun ko-şulları, biçimi, zamanı, kadroları, içeriği gibi konular önemlidir.

Bunlar doğru tartışılarak doğru noktada, doğru zamanda siyasi yoğunluk oluşturulursa bir fayda sağlanabilir. Ama bunlar olmadı-ğında anlattığım yaklaşımla yapılan işler çok tehlikeli sonuçlar ve-rir ve zararlarını yıllarca temizleyemezsiniz.

Bu işler kolay değildir. Ben şunu yaptım, şunu topladım! Yok, ağabey, böyle bir şey yok!

Biliyoruz, cumhuriyet mitinglerinde milyonlarca insan toplan-dı, ama bu milyonlarca insan sandığa gitmedi. Sandıktan geriye bir şey gelmedi. Bu milyonlarca insan nereye gitti?

Sen mitinge üç tane adamı çağırdın, geldiler; öyleyse tamam biz iktidar olduk! Peki, o mitinge gelenler sandığa gidip sana oy verdi mi? O mitingdeki insanların oyları nere gitti?

Arif Sağ’ın konserine on tane adam fazla geldi diye Arif Sağ cumhurbaşkanlığına adaylığını mı koysun? Bu kadar izliyorlarsa ben cumhurbaşkanı mı olmalıyım? Böyle bir ölçü olabilir mi?

Mitinge gelen insanların hepsi gerçekten aynı görüşte mi? Onu anlatmak istiyorum. Aynı siyasette mi? Aynı partide mi? Aynı partiye mi yüklendiler? Sonra neyin kararını verdik birlikte?

Demokratik kitle örgütlerinin asli görevi siyasallaşmak, siyasi bir parti kurmak mı?

Bence demokratik kitle örgütlerinin böyle bir görevi olmamalı. Bu doğru bir şey değil. Demokratik kitle örgütleri siyasi kurumları kontrol eden, onların siyasetinde devamlılığını sağlayan, onlara güç veren, gerektiği zaman onların elinden gücünü alan kurumlar ola-rak çalışmalı. Aksi takdirde inandırıcılığını kaybeder.

O zaman her etnik grup, her inanç toplumu demokratik bir kitle örgütü kurar, federasyonlaşır, sonra partileşir.

Bu ülkede artık bazı şeylerin adını doğru koymalıyız. Sendika nedir, adını koymalıyız. Odalar nedir? Onun adı konulmamış. Mes-lek birliklerinin adı konulmamış.

Demokratik Alevi kurumları nedir, neye yarar, çapı nereye ka-dardır, ne yapmalı, ülke meselelerine nereye kadar müdahale etme-li, nereye etmemeli, sınırları nedir? Bunları bilmiyoruz, ama bunla-rı tartışmıyoruz. Bu gerekli tartışmaları atlayıp, siyasi parti kurma-yı hedefl iyorlar. Yanlış burada.

Alevi toplumu siyasete

müdahale edebilmeli. Ama bunun

koşulları, biçimi, zamanı,

kadroları, içeriği gibi konular

önemlidir. Doğru noktada, doğru zamanda siyasi yoğunluk

oluşturulursa bir fayda

sağlanabilir. Ama bunlar

olmadığında çok tehlikeli

sonuçları verir ve zararları

yıllarca temizlenmez.

Page 12: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

12

Tehlikeli Kopuş

Kendal Doğan

SON tartışma süreçlerinin başında “Alevilerin Partileşme Süre-ci” gelmektedir. Bu süreç nasıl ve kimler tarafından başlatıl-

mıştır?Alevilerin partileşme ihtiyacı nasıl keşfedildi?Bu sürecin aktörleri kimlerdir?Bu süreci başlatanların siyasal ve toplumsal birikimleri hangi

noktadadır?Ülkede çatı parti tartışmaları sonucu mu bu karar alındı?Toplumsal gelişmeye ve dönüşüme engel olacak bu karar ya da

bu kopuşun nedeni açıklanabilinmiş midir?Sınıf karşıtlıklarıyla bölünmüş bir toplumda, gerçek temsilcile-

rinin (Demokratik Sosyalist partiler) örgütlenmesi olmaksızın hiç-bir sınıf ekonomik, toplumsal, politik, kültürel, vb. çıkarlarını sa-vunamaz, dolaysıyla da çıkarlarının gerçekleştirilmesinin koşulla-rını yaratamaz.

Kısaca yoksul emekçilerin ve ezilenlerin politik örgütlenmesi, bu kesimin temsilcilerinin politik olarak örgütlenmesidir. Bu ileri politik düzey ve birikim parti olarak şekil bulur. Parti gibi ileri poli-tik bir irade topluluğu toplumun tüm sorunlarına çözüm arar.

Partileşme aydınların en birikimli olanlarının, topluma karşı en öz verili yüksek politik düzeye ulaşmış kadroların iradelerini be-yan eder.

Sorgulamaya devam edelim. Yalnızca Aleviler böyle bir örgüt-lenme düzeyine politik olarak ulaşmışlar mıdır?

Hayır.Partiler niçin kurulur?Mevcut sistemin tüm olanakları dâhilinde, demokratik mücade-

le esas alınmak üzere, temsil ettiği toplum kesimini iktidar/hükü-met etmektir.

Alevilerin tek başına iktidar olması mümkün mü?Hayır. Doğru da olmaz.Peki, Aleviler adına rahatça ve sorumsuzca konuşan bu bayla-

rın amacı nedir?Hemen belirteyim partileşme süreci, program, strateji ve taktik

sorunların çözüme kavuşturulduğu bir sürecin adıdır.Partileşme ileri politik düzeyin ürünü olarak istikrarlı önder

kadroların yaratıldığı bir sürecin sonucudur.Alevi hareketi içerisinde bu yükü kaldırabilecek kadroların sa-

yısı bir elin parmakları kadardır.İstikrarlı politik bir süreci zorunlu kılan partileşme süreci, kad-

rolarının kararlılığı ve birikimidir.Bu olumsuz sürece koşanlar kusura bakmasınlar. Sizlerde ne

kararlılık ne de birikim söz konusudur.

Partileşme önder kadroların yaratıldığı bir sürecin sonucudur.Alevi hareketi içerisinde bu yükü kaldırabilecek kadroların sayısı bir elin parmakları kadardır.İstikrarlı politik bir süreci zorunlu kılan partileşme süreci, kadrolarının kararlılığı ve birikimidir.Bu olumsuz sürece koşanlar kusura bakmasınlar. Sizlerde ne kararlılık ne de birikim söz konusudur.

Page 13: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

13

Partileşme sürecinin

ilanı Alevilere saygısızlıktır.

Toplumun diğer kesimlerine

saygısızlıktır.Yol erleri,

yolunuz çıkmaz ve yanlıştır.Türkiye’nin

gelişen toplumsal

muhalefeti içerisinde

güvensizlik yaratıyorsunuz.Bırakın kişisel

sevdanızı. Toplumsal

kaygılara sarılın. Yolunuzdan ayrılmayın.

Peki, nedir bu canları partileşme gibi olağanüstü birikimi gerek-tiren sürece zorlayan neden?Post edinme kaygısı mı?Pazarlık gücünü artırma çabası mı?

* * *Partileşme sürecinin ilanı Alevilere saygısızlıktır.

Toplumun diğer kesimlerine saygısızlıktır.Bu çaba doğru bir çaba değildir.Yol erleri, yolunuz çıkmaz ve yanlıştır.Türkiye’nin gelişen toplumsal muhalefeti içerisinde güvensiz-

lik yaratıyorsunuz.Bırakın kişisel sevdanızı. Toplumsal kaygılara sarılın. Yol bi-

lenlerinizin geçmişte yaptıkları gibi yapın. Yolunuzdan ayrılmayın. Son olarak; Alevilik kısaca zahir ile bâtının buluşma noktasında

meydana gelen, bir tür manyetik alan olarak ifade edebileceğimiz alanda insanların/canların ideal insana ulaşma çabalarının yaşama yansıyan ve felsefeye dönüşen yaşam biçimidir.

Yaşamda insan onurunu zedeleyecek her türlü davranıştan ka-çış, başka bir deyişle ideal insana ulaşma (insani kâmil) kaygısı onu tüm zaafl arından uzak tutar. Partileşme çabası da bir zaafın sonucu-dur. Felsefemize uzak bir bakıştır. Zihin bulanıklığıdır.

Alevilik felsefesi özgürlük, eşitlik, adalet değerleri, toplumsallı-ğı geliştiren, insanı insan, toplumu toplum yapan öz yaşam değerle-rinin toplamını ifade eder.

Arif Sağ - Erdal Erzincan

Bağlama Metodu / 2 Ciltİstanbul, Ekim 2009, ISBN: 978-9944-396-64-6

24 x 32 cm boyutunda kuşe kağıda renkli baskı 1. Cilt 256 / 2. Cilt 292 sayfa

Pan YayıncılıkTel: +90.(0)212.261 80 72

Önsöz’den: Bağlamanın özgünlüğünü oluşturan öğelerin ko-runması bu çalışmanın temel ilkesi olmuştur. An-cak bu çalgının bütün özgünlüğünü kapsamlı ola-rak bir kitap halinde sunmak olanaksızdır. Fark-lı icra tarzları ve düzenlerin adeta ayrı bir çal-gı mantığı ile icra ediliyor olması, bu düşünceyi

desteklemektedir. Bunun ışığında tezeneli ve tezenesiz (şelpe) icra tekniklerine en uygun olduğunu düşündüğümüz ‘Bağlama Düzeni Metodu’ ile yayın serisini başlatıyoruz. Bağlamadaki icra kali-tesini yükseltmeyi hedefl eyen bu kitabın farklı çalışmalara zemin oluşturması ve geliştirilerek sürdürülmesi temennisiyle...

Page 14: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

14

Alevi-Bektaşi toplumunun gündemin bir Alevi partisi kurmaya kaydırılmasına fırsat vermeyeceği belli olmuştur. ABF’nin Türkiye’nin en büyük Alevi kenti İstanbul’da bu konuda yapacağını ilan ettiği toplantıya sadece bir avuç Alevi aydınının katılması bunun en açık kanıtıdır.

ABF’nin siyasi parti kurmaya yönelik “Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz” adlı dizi toplantılarından biri de İstanbul’da yapıldı

İstanbul’da Aleviler Parti Kurma Fikrini DesteklemediKaya Aydoğan

Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF), “Nasıl Bir Türkiye İstiyoruz” konusunda İstanbul’da Beyoğlu’nda bir bölge toplantısı yaptı.

Makine Mühendisleri Odası’nda 25 Eylül’de yapılan toplantıya Ale-vi Bektaşi Federasyonu adına Ali Balkız başkanlık etti.

İlginç olan nokta Balkız’ın konuşmasında “Nasıl Bir Türkiye İs-tiyoruz” hareketinin hedefi nin bir Alevi partisi kurmak olmadığı-nı belirtmesi oldu. Yaşanmış parti tecrübelerinden örnekler vere-rek bugün gelişmeler bir partileşme sürecine dönüşürse bu oluşu-mu belki destekleyeceklerini, ama aracı örgüt, kurucu örgüt olma-yacaklarını söyledi. Alevi Bektaşi Federasyonu’nun olsa olsa böyle bir hareketin moderatörü ya da kolaylaştırıcısı olabileceğini ekledi.

Ardından gelen konuklara söz verdi. Toplantıya katılan Lütfi Kaleli, Musa Ağacık, Rıza Zelyurt, Sadık Gürbüz, Faik Bulut, Osman Kavala, Erdoğan Aydın, Enver Arsever görüşlerini birbir-leriyle paylaştı. Çünkü toplantıya sadece bir avuç Aydın katılmış-tı, toplantı herkese açık olmasına karşın Alevi-Bektaşi halktan kim-seler yoktu.

Katılımcıların konuşmalarından çıkan ortak nokta ABF’nin her ne olursa olsun partilileşme sürecine katılmaması gerektiği oldu. Daha şimdiden bu harekete “Alevi Partisi” yaftasının vurulduğu ve

Page 15: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

15

bugüne dek elde edilmiş kazanımların bu yolla heba edileceği ör-neklerle anlatıldı.

En çarpıcı konuşmayı Enver Arsever yaptı ve Federasyon’un önce kendi sorunlarını çözmesi gerektiğini, Alevi-Bektaşileri üç ta-lep, “köylere zorla cami yapılmasının durdurulması”, “zorunlu din derslerinin kaldırılması” ve “Diyanet İşleri’nin kaldırılması” talep-leri çevresinde birleştirmek için çalışması gerektiğini, parti kurma-ya girişmekle birlik ve mücadele sürecinin baltalanacağını belirtti.

Düşündürücü nokta, ABF üst yönetiminin neden elde edinilmiş kazanımlara rağmen gündemi değiştirip bir siyasi parti kurmaya girişmiş olduğudur. Ne var ki sorunları için meydana çıkmak üzere birlik oluşturma olgunluğuna ulaşmış olan Alevi-Bektaşi toplumu-nun gündemin böyle kaydırılmasına fırsat vermeyeceği belli olmuş-tur. ABF’nin Türkiye’nin en büyük Alevi kenti İstanbul’da bu ko-nuda yapacağını ilan ettiği toplantıya sadece bir avuç Aydının katıl-ması bunun en açık kanıtıdır. Tabii anlamak isteyene…

Page 16: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

16

Lütfi Kaleli’nin Yaptığı Konuşmadan

Bugünkü Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, “Müslümanların

tek ibadet yeri vardır, o da camidir, cemevleri ibadet yeri değildir” diyor. Bundan önceki Dİ Başkan Yardımcısı Tayyar Taş, “cem evleri cümbüş yeridir” dedi. Bizi bu şekilde değerlendiren zihniyetin asimilasyoncu politikaları son dönemde daha da hızlandı. Dün atalarımızın canını aldılar, ama inancımızı yok edemediler. Bugün inancımızı yok etmeye çalışıyorlar. En büyük kıyım, en tehlikeli kıyım burada. Bu konuda çok duyarlı olmak zorundayız. (…)

Alevi inancı “72 millete bir göz ile bakan”, dostluk ve barışı ön gören, birlikte hareket etmeyi arzulayan bir inançtır. Ama biz ne yapıyoruz? Birlik yerine ikilik yaşayarak birbirimizle kavga etmek suretiyle küçülüyoruz, parçalanıp bölünüyoruz. (…)

“Biz” demesini bilip birlikte hareket edeceğiz. Derneklerimize, yatırlarımıza, inancımıza sahip çıkacağız. Slogancı olmayacağız. Sokakta slogan atmayla bir yere gidemediğimizi gördük. Öyleyse birlikte bir güç olarak, tek vücut olarak sandığa gideceğiz. Laik cumhuriyet temelinde, Alevi-Sünni ayrım yapmadan, aydınlar olarak birlikte hareket edeceğiz. Ve iktidara getirdiklerimizle inançları ne olursa olsun, ırkları ne olursa olsun tüm canlarla, dostlarla birlikte yaşamanın

yollarını bulacağız. Amerika’nın uşağı olmaktan çıkacağız.

Aksi takdirde yarın karanlık bir Türkiye’de yaşamak zorunda kalacak olan çocuklarımız, torunlarımız bizi suçlayacaklar. “Dedelerimiz, ninelerimiz döneminde bu yanlışlıklar yapıldı. Neden onları engellemediler?” diyecekler. Çocuklarımıza, torunlarımıza sorumluluğumuzu taşıyorsak belimizi kıracağız, birlikte hareket etmenin, “biz” demenin yolunu bulacağız. Turap olacak, kucaklaşıp sandığa yansıtacağız.

Bu güzel günlerin daha da güzelleşmesi için bu yola baş koymuş olan derneklerimizi yaşatmak konusunda bütün gücümüzle destekçi olacağız. O anlayış içerisinde hepinizi saygıyla selamlıyorum, sevgilerimi sunuyorum. Sağ olun var olun.

Aziz Baba Kültürel ve Sosyal Yardımlaşma Derneği’nin Düzenlediği 33. Aziz Baba’yı Anma Töreni 30 Ağustos’ta Tokat, Turhal, Karkın köyünde yapıldı.

Page 17: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

17

Aziz Baba’yı Anma Törenlerinde Ahmet Koçak’ın Yaptığı Konuşmadan

Cumhuriyetin savunucuları şöyle di-yor: “Biz, dergâhları, tekkeleri iste-

mi yoruz. Laik devlette, din ve devlet bir-birinden ayrılmalıdır.” Alevi toplumu buna evet diyor, ama sekiz bakanlığın bütçesine eşdeğer bütçesi olan bir Diya-net İşleri Başkanlığı var. DİB, “tek dev-let, tek ulus, tek din, tek mezhep” anla-yışı üzerine inşa edilmiş. Ülkedeki fark-

lı inançları, kültürleri yok saymış. Bu kurumun varlığı devlet eliyle yürütülen asimilasyon demektir. Cumhuriyetçiler DİB’nın varlığı-nı sorgulamıyor bile. (…)

Devlet, Alevi köylerine cami yapıyor. Toplum yapmıyor, Alevi dernekleri, aydınları yapmıyor. Bunu yapan devlet! Bunu görmez-sek, nasıl doğru tepki göstereceğimizi de bilemeyiz!

1960’lı yıllarda Birlik Partisi diye bir Alevi partisi kurulmuş-tu. O parti, devlet eliyle Alevilere kurdurulmuş bir partiydi. Ondan ders almadık, 90’lı yılların ortalarında kalktık Barış Partisi’ni kur-duk. Bir daha boyumuzun ölçüsünü aldık. Geldik günümüze, ay-dınlarımız, demokratik örgütlerimiz yine Alevi partisi diyor.

Bizim sorunumuz siyasette varlık gösterme sorunu mu? Siyase-tette inanç kimliğimizle yer alma sorunu mu? Sorunumuzu düzgün tespit edersek ona göre örgütleniriz.

Bu toplum yolunu, yordamını unutmuş; inancını unutmuş, ce-mini, cemaatini unutmuş; edebini, erkânını unutmuş. Önce topluma bunları taşı, canlandır. (...) Bu toplum ortak amaçlar için el ele ver-sin. Bunu sağladığın zaman siyasete müdahale edebilirsin. Siyaset hayatın kendisidir zaten.

Alevi dernekleri, demokratik Alevi örgütleri son on beş yıldır yapması gerekenleri yapmayıp yapmaması gerekenleri yaptığın-dan bu toplum hâlâ dağınıklıktan çıkamıyor. Hâlâ “niye bir araya gelmiyoruz”dan bahsediyoruz. Beş televizyon kanalı kuruyoruz, beşi birbirine düşman hale geliyor. Bir federasyon altında on tane derneğimiz var, federasyon içinde bile birlik sağlayamıyor.

Vurgulamak istediğim şu: Alevilik bir inançtır, ancak inançsal yollarla örgütlenebilir. Bu, toplumun yeniden dergâhın çevresinde kenetlenmesiyle mümkündür. (...) Alevi-Bektaşi toplumunun bugün önemli bir şansı var: Mürşit Veliyettin Ulusoy. Alevi-Bektaşi toplu-mu bu şansı düzgün değerlendirirse sorunlarının çoğunu aşabilir.

Burada, bu dağın eteğinde çok söylenecek şey var, insanlarımız asimilasyondan paylarına düşeni anlamışlar. Lütfi ağabey, “72 mil-lete bir nazarla bak” dedi. Bugün Aleviler, Hünkâr’ın bu düsturunu unutmuşlar! Milliyet kavramı Alevilerin inancında yokken, bugün sanki Alevilerin ön kimliği haline getirilmiş. (...)

Teşekkür ediyorum dinlediğiniz için. Sağ olun efendim.

Page 18: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

18

Tüm yük muhtarlık ve dernek üzerinde kaldı. Tokat’taki kültür müdürü pratik bir yardım yapmadı. Bin lira bile ekonomik katkı yapmadı. Etkinlik alanının yapılması, oturacak yerlerin yapılması tümüyle köylümüzün imecesiyle başarılmıştır.

Karkın Köyü Kültürel ve Sosyal Yardımlaşma Dayanışma Derneği Başkanı Fevzi Can ile söyleştik

Buradaki Aleviler Hacı Bektaş Alevisidir

Önce Aziz Baba hakkında bilgi alalım. Nereden geliyor, kimin evladıdır?

Aziz Baba’nın 12 İmamlardan geldiği söyleniyor. Aziz Baba, Ke-çeci Baba’nın torunudur, yani büyük oğlu Ali Haydar’ın oğludur. Hacı Bektaş’la eş zamanlı olarak Anadolu’ya gelen Horasan erenle-rinden Keçeci, Karkın’a yerleşiyor.

Bundan 33 yıl önce köyümüzde, muhtarın öncülüğünde Aziz Baba Türbesi’nin önünde açık alanda cem ibadeti yapılıyordu. Biz bununla onur duyuyoruz, her gittiğimiz yerde anlatıyoruz: 33 yıl önce, daha Sivas’larda Gazi’lerde yanmadan, katledilmeden önce cem ibadetimizi açık alana taşıdık. Çevre köylerimizi de bu işin içi-ne kattık.

Derneğimiz kurulduktan sonra son üç yıldır düzenlediği bir etkinlik olarak yapmaya çalışıyoruz. Bu senenin etkinliğe ge-niş katılımı sağlamak için iki ay öncesinden hazırlıklara başladık. İstanbul’dan insanlarımızın ulaşımı için belediye otobüsleri temin ettik. İnsanlarımızı, üyelerimizi ücretsiz taşıdık buraya.

Panelist olarak yazar Lütfi Kaleli hocamızı, Ahmet Koçak ho-camızı davet ettik. İnancımızı, inancımızın merkezine dönük ola-rak ifade eden bir etkinlik programı gerçekleştirmeye çalışıyoruz.

Bundan sonraki süreçte inancımızın öncülüğünü yapan insan-lardan bilgi alıp daha sonuç alıcı olmayı ve etkinliğimizi medya-ya daha iyi duyurmaya yönelik çalışmayı düşünüyoruz. Bu senenin etkinliğini Ekin Türk TV kanalı verdi. 15 gün yayın yapıldı. Bun-dan sonra amacımız ulusal kanalların da ilgisini çekecek program-lar gerçekleştirmek.

Buradaki etkinliği, Aziz Baba’yı Türkiye’ye ve Avrupa’ya duyurmak istiyorsunuz.

Evet, Aziz Baba ve Keçeci’ye yakışır şekilde anmak istiyoruz. Şunu özellikle söyleyeyim: Keçeci’de bir sancak var, bu nedenle bu erenlerin bir boy’un temsilcileri olduğunu düşünüyorum. Ne var ki bu bilgiler henüz layık oldukları kadar ilgi görmedi.

Tüm yük muhtarlık ve dernek üzerinde kaldı. Tokat’taki kül-tür müdürünün bizzat işin içinde olması, yardımcı olması gerekir-ken pratik bir yardım yapmadı. Bin lira bile ekonomik katkı yapma-dı. Etkinlik alanının yapılması, oturacak yerlerin yapılması tümüyle köylümüzün imecesiyle başarılmıştır.

Page 19: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

19

Bizim köy bir dede köyü,

ocak köyü, ama on beş

hanelik. On beş haneyle binlerce insanı

ağırlayamaz. Dolayısıyla

burada konaklama yeri

düzenlemesi yapmayı

düşünüyoruz.

Geleceğe baktığımızda, bir otel sorunu, kalacak yer sıkıntısı var dışarıdan gelenler için. Umarız gelecek yıl gelenlerin sayısı artacak, ama sıkıntı da artacak. Bu yıl katılım alabildiğine çok oldu, beklen-timizden fazla oldu.

Ne kadar insan vardı yaklaşık olarak?

Yaklaşık on beş, yirmi bin diye düşünüyoruz, sırf gelen özel araç sayısı binin üzerinde. Yani büyük otobüslerin haricinde binin üze-rinde otomobilin olduğunu gördük. Traktörlerle çevreden gelenleri de eklediğimiz zaman, katılımın 15-20 bin arasında olduğunu, bel-ki de biraz aştığını düşünüyoruz.

Etkinliğin ilk başlangıcı Alevi inancına yönelik olduğunu belirttin. Bugün etkinliğin geldiği yer nedir? Bundan sonraki yapmak istediğiniz, yani hedefl eriniz nelerdir?

İlk gün başladığımız ritüeli bozmuyoruz. Bu etkinlik ilk başla-dığında cemle başlamıştı. İki köyün işbirliği ile başlamıştı, yakını-mızdaki Erenli Köyü ile bizim köyümüzün buluştuğu bir yerde baş-lamıştı. Artık çevre köylerimize ulaştı. Biz ilk kez cemle başlamış-tık, bugün sabahleyin yine cemimizi yaptık.

Etkinlik hep cemle başlayacak, ama yarın belki bir gün yetme-yebilir. Bunu iki güne yaymaya çalışıyoruz. Bunun sıkıntısını şöyle yaşıyoruz: Söylediğim gibi köyde konaklama sorunu var. Köylerin durumu belli, insan ağırlayamıyorsun. Köyler boşaldı, yani on beş tane ev var. Bizim köy bir dede köyü, ocak köyü, ama on beş hane-lik. On beş haneyle binlerce insanı ağırlayamaz. Dolayısıyla burada konaklama yeri düzenlemesi yapmayı düşünüyoruz.

Programımızın ilk etabında böyle bir konaklama yeri yapmak var. Yapılacak etkinlik, tören anlamında bizim kendimize yakın bil-diğimiz, bilgilerinden faydalanacağımız insanları daha çok sayıda işin içine katmaya çalışacağız.

Aziz Baba, Hacı Bektaş’ın ardıllarından birisi. O sürekten geliyor, oradan icazet alıyor, değil mi?

Aziz Babalılar, buradaki Aleviler Hacı Bektaş Alevisidir. Postni-şin Veliyettin Efendim aracılığıyla Divani Babayla tanıştık. Oradan sizle ilişki kurduk. Burası Hacı Bektaş’a bağlıdır, yani buralar Bek-taşi köyleridir. Aziz Babalıların serçeşmesi, Hacı Bektaş’tır.

Yani bu ilişkiler hâlâ yaşıyor.

Kesinlikle devam ediyor. Serçeşmeden, Ulusoy’lardan her hangi biri geldiğinde baş göz üstünde ağırlanır yani. Ulusoy’lara burada Efendim diye hitap edilir. Veliyettin Efendi, Çelebi burada olduğu zaman ta o dağların doruklarına yerleşmiş Alevilerin-Bektaşilerin hepsi buraya toplanır öyle bağlıdırlar. Gönülden bağlıdırlar Hacı Bektaş Dergâhı’na.

Başkan, ağzına sağlık, teşekkür ediyorum.

Page 20: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

20

Alevilik İslam içi midir, İslam dışı mıdır demenin altında sinsi bir siyasi oyun vardır. Çok kritik bir süreçteyiz. Geçmiş yüzyıllara nazarın şimdi daha ciddi bir asimilasyon politikası izlenmektedir.

Milliyet’te Yayınlanan Söyleşi Üzerine Dertli Divani ile Söyleştik

Alevi Ana-Babadan Doğmayan Onlarca Dede, Âşık, Rehberi Kim, Nasıl Yok Sayabilir?

Ahmet Koçak

Divani Baba, 17 Ağustos’ta Milliyet gazetesi, Devrim Sevimay’ın sizinle yatığı bir söyleşiyi yayınladı.

Bu söyleşiye olumlu ve olumsuz birçok tepki aldınız. En çok eleştiriyi hangi konularda aldınız?

Aslında her çevreden daha çok olumlu eleştiriler geldi. Röpor-tajın tamamını internetten okumayan ve sadece Alevi-Bektaşiliğin inanç yönü ağır basan çevrelerden olumsuz eleştiriler aldım. O da şu; “Efendim, nasıl oluyor da İslam’ın hem içi hem de dışındaymı-şız?” gibi eleştiri yazanlar olmuştu. Ayrıca, Alevilik İslam içi mi-dir, İslam dışı mıdır diye bir soru sorulmamıştı. Röportaj esnasında tam Pir’in makamında iken 3–4 can sürünerek eşikten içeri girdi-ler. Allah-Muhammet-Ali diyerek niyaz ederken Devrim Sevimay, o canların içten duygularını hissedince, “Bu durumda Alevilik İs-lam dışıdır demek gerçekten zor” dedi. Ben de “İçidir demek de zor. Tam anlamıyla iç değil, tam anlamıyla dış değil.” dedim. Röportaj başlığı da editör tarafından gazeteye böyle atılmış.

Evet, röportajı gazeteciler yapar, ama editörler dikkat çekecek şeyi başlık yapar. Bana göre böyle bir soru

gereksiz, ama Alevi kamuoyunu hâlâ meşgul eden Alevilik İslam içi midir, dışı mıdır tartışmasına ne diyorsunuz?

Neden Sünnilik İslam’ın içi midir, dışı mıdır denilmiyor? Hatta İslam kendisinden önceki dinlerin içinde midir dışında mıdır diye tartışılmıyor da hep Alevilik tartışılıyor?

İlkel dinlerden tutun semavi dinlere kadar hepsinin adeta zinci-rin halkaları gibi iç içe geçmiş olduklarını görürüz. Ayrı yanlarının yanında ortak yanları da vardır.

Kuran’ın da büyük bir bölümü kendisinden önceki kitaplar-dan özellikle de Tevrat’tan alınma olduğunu Kutsal Kitabı (Tevrat-Zebur-İncil) okuyunca görürsünüz. Kurban Bayramı’nın da İbra-him Peygamber’den bugüne gelen bir gelenek olduğunu artık her-kes biliyor.

Hâl böyleyken Alevilik İslam içi midir, İslam dışı mıdır deme-nin altında sinsi bir siyasi oyun vardır. Çok kritik bir süreçteyiz. Geçmiş yüzyıllara nazaran şimdi daha ciddi bir asimilasyon politi-kası izlenmektedir. Alevi-Bektaşi inancı açısından, İslam dini diye adlandırılan şey aslında Emevi geleneğidir. Bugün ne yazık ki yer

Page 21: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

21

kürede yaşayan İslam âleminin % 99’u bu Emevi geleneğini İslam dini olarak algılıyor. İşte biz bu geleneğin dışındayız.

Ama öz olarak Hak-Muhammet-Ali birliğine inanan; 12 İmam inan-cıyla birlikte gerçek âşıkların, eren-lerin ve bilgelerin dizeleriyle felsefi açıdan da derinlik içeren, hiçbir inan-cı ve dini hor görmeyen, hatta İslam öncesi birçok inanç ve kültürden de izler taşıyan; Kırklar Süreği diye bil-diğimiz kendine özgü bir Alevilik-Bektaşilik inancı var. İşte bu güzel inancı Emevi geleneğinde eritmek için “Muaviye siyaseti” dediğimiz si-yasi oyunlar oynanıyor.

Yani kendine özgü inanç ve ibadet anlayışı olan bir Alevi-Bektaşilik var. Yozlaşmamak adına gerekirse İslam dışıyız diyebilir miyiz?

Farklılığımızla ortadayız, ama ben ce bunu demeye gerek yok. Çün-kü Hak-Mu hammet-Ali, 12 İmam inancı, İmam Hüseyin sevgisi, ulu erenler, Pirler inancımızın sembolü

olan gerçeklerdir. Kendimizi nasıl soyutlayacağız ki? O yüzden içi de demek dışı da demek zor. Ama mevcut İslam dini diye algılanan şeyin Emevi geleneği olduğunu da biliyoruz. Bunu yüzyıllar önce-sinde erenler ve ulu pirler söylemişler. Şükür şimdi Sünni din adam-ları da söylüyor.

Mevcut İslam dininin şartları ve ibadeti herkes tarafından biliniyor ve okullarda da öğretiliyor, Alevi-Bektaşilik inanç ve ibadetine dair neler söyleyebilirsiniz?

Evet, asıl can alıcı nokta burasıdır. Alevi-Bektaşi inancında eli-ne, diline, beline sahip olmak; aşına, işine, eşine sadık olmak; ken-dine yapılmasını istemediğini başkasına yapmamak; hakkına razı olmak, herkesin hakkını, kendi hakkı gibi gözetmek; ırk, dil, din, cinsiyet ayrımı yapmamak; kendisinden farklı olanı olduğu gibi ka-bul etmek temel kurallardır.

İbadet boyutuna gelince:1. Bu inanca sahip her Alevi-Bektaşi ya da inanan her can reşit

yaşa geldikten sonra yola ikrar verir ve daha önce ikrar veren canlar da görgüden geçer. Yılda bir kez yapılan, Musahipliği de kapsayan bu ceme ikrar ve görgü cemi denir. Hem yola ikrar veren hem gör-

Page 22: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

22

Canlı-cansız cümle varlığa sevgi ile bakmayan insan olma özelliğini kaybediyor. Alevilik şekle değil, öze yönelik bir inançtır. İnsan merkezlidir. Secdegâhı ve kıblegâhı insandır. Cemde cemal cemale olmanın anlamı da budur.

güden geçen canların, cem erenlerinin (toplumun) huzurunda özü-nü dâr’a çektiği ve aklandığı cemdir. Canlar arasındaki bütün müş-küllerin çözülüp barışın sağlandığı, tam anlamıyla manevi temizlik dediğimiz gönül rızalığının alındığı cemdir. Bu cem, insan-ı kâmil mertebesine erebilmek için bir iç yolculuk anlamına da gelir.

2. Birbiriyle küs olan iki canın dahi giremeyeceği cemlerden biri de haftada bir Perşembe akşamı yapılan cemlerdir. Bu cemde de ikrar ve görgü ceminde olduğu gibi 12 Hizmet yapılır. Her hiz-met edep-erkân üzere yürütülür.

3. Yolun kurallarını öğrenmek ve Aleviliği doğru anlayabilmek için saygılı bir şekilde kim olursa olsun herkesin gönül rahatlığıy-la katılabileceği cem ise yılda bir yapılan Abdal Musa cemleridir.

Bu anlattıklarınız her kesimden olan insanların itiraz edemeyeceği güzel şeyler, ama bunu insanın yaşamına

aktarması çok zor değil mi?

Evet, ateşten gömlek, demirden leblebi dediğimiz bunlardır işte. Ölmeden önce ölmek, yani nefsi terbiye etmekle mümkündür.

Koca Yunus, “yaratılmışı sevdik yaratandan ötürü” diyor. Can-lı, cansız cümle varlığa sevgi ile bakmayan insan olma özelliği-ni kaybediyor. Alevilik şekle değil, öze yönelik bir inançtır. İnsan merkezlidir. Secdegâhı ve kıblegâhı insandır. Cemde cemal cemale olmanın anlamı da budur. Hakk’ın Âdem’de (İnsan-ı Kâmil) tecelli ettiğine inanılır. Dinler üstü bir inançtır dememizin hikmeti budur.

Bu inanca sahip olan ve idrak eden başka türden bir ibadete ih-tiyaç duymaz. Ama yolun kesintiye uğradığı Alevi bölgelerinin bir kısmı ne yazık ki asimile olmuş durumdadır.

Gazete sizi tanıtırken “Alevi-Bektaşilerin Çelebi kolundan” diye bir ifade kullanıyor. Buna açıklık getirir misiniz?

Alevi-Bektaşilikte üç ana inanç kurumu var. Bunlar Babagan, Dedegan ve Çelebiler koludur.

Babagan Kolu, 1551 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafın-dan Hacı Bektaş Veli dergâhına atanan Sersem Ali Dedebaba’dan itibaren gelen koldur.

Dedegan Kolu; soy itibariyle 12 İmam’dan geldiğine inanılan ocakzade ya da evlad-ı resul denilen ve onlara bağlı olan koldur.

Çelebiler Kolu, Hacı Bektaş Veli soyundan gelenlerin ve gönül-den bağlı olanların “el ele el Hakk’a” düsturuyla kesintisiz yolu sür-dürenlerin bağlı olduğu koldur.

Söyleşide sizden bel evladı olarak bahsedilmiş. Bu konuda herhangi bir eleştiri geldi mi?

Bu mesele hakkında neler söylemek istersiniz?

Hayır, bir eleştiri gelmedi. Bütün Alevi toplumu konumumu bili-yor. O bölümde bir hata olduğu belliydi. Zaten soydan değil yoldan gelen bir dedelik hizmetini yapıyorum. Gazetenin internet sitesin-deki metni de özellikle düzeltmelerini istedim ve düzeltildi.

Page 23: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

23

Yeme, içme, uyuma

yaşayabilmemiz için nasıl

temel ihtiyaçsa okumayı ve

öğrenmeyi de öyle bir ihtiyaç

kabul edip kendimizi

geliştirmemiz, kendimizi

aşmamız lazım.

Babanız Büryani Baba, Dedeniz Ahmet Baba da aynı hizmeti yapmış; siz de bugün bunu devam ettiriyorsunuz. Bu bir zorunluluk mudur?

Hayır, hizmet zorla değil, rızalıkla yapılır. Toplumun talebi ol-dukça zamanım da el verdikçe yolun kuralına göre Pir’in ruhsatıy-la olur.

Söyleşide “İnançların ve milliyetlerin temelinde inşa edilen bütün siyasi yapılanmalar bizce doğru değil.” diyorsunuz. Bu görüşü söyleme gereğini neden hissetiniz?

Alevilerin ya da Alevi örgütlerinin başını çektiği bir siyasi olu-şuma, adı ne olursa olsun “Alevi Partisi” denilecektir. Denilmemesi için hep birlikte gereğini yapmaya dikkat çekmeye çalıştım.

“Bir inancın kan bağıyla intikali bir kere akla mantığa aykırı. Alevilik de herhangi bir ırka ait olan bir inanç değildir.” diyorsunuz. Bu görüş Aleviler arasında tartışmalı konulardan birisidir. Bu konuyu biraz açar mısınız?

Bu inancın serçeşmesi yüce Hünkâr, “belimden gelen değil, yo-lumdan gelen evladımdır” demiş. Kişi hangi ocaktan ve soydan olursa olsun atasının yolunu sürmedikten ve inanmadıktan, yani yolu ile yollanmadıktan, hali ile hallenmedikten sonra ne olursa ol-sun bir önemi yoktur. Hem belinden hem yolundan gelene eyvallah, ama yoldan çıkana da körü körüne eyvallah olmaz. Yol cümle er-den pirden uludur. Talip, Rehber, Mürşit, Pir hep aynı yolun yolcu-sudur. Yola karşı eşit oranda sorumluluk ve kurala uymak zorunlu-luğu vardır.

Kaygusuz Abdal, Geredeli Âşık Dertli, Hilmi Dedebaba, Edip Harabi gibi Alevi ana-babadan doğmayan onlarca dede-âşık-rehber sayabiliriz. Ocaktan olmayan Pir Sultan Abdal, Kul Himmet gibi bugün ocak haline gelmiş ocaklar kendiliğinden olmadı. Yine belli mürşit ve pirlerin ruhsatı ile kemale erenler hizmete layık görüldük-çe bu görevleri yapmışlar. Şimdi bunları nasıl ve kim yok sayabilir?

Anlaşılan söyleşiyi yapan gazetecinin ya da editörün dikkatsizliği de bu eleştirilere neden olmuş. Eklemek istediğin bir şey var mı?

Bazen çok küçük şeyler yanlış anlaşılmalara neden oluyor, ama her zaman olabilecek şeylerdir. İyi okuyunca aslında anlaşılmayan bir şey yoktu. İlk defa Milliyet gazetesinde böyle içi dopdolu röpor-taj olmuş diye kutlayanlar çok oldu.

Eklemek istediğim tek şey, yeme-içme-uyuma yaşayabilmemiz için nasıl temel ihtiyaçsa okumayı ve öğrenmeyi de öyle bir ihti-yaç kabul edip kendimizi geliştirmemiz, kendimizi aşmamız lazım.

Gerçek âşık ve sadıkların dizeleri bize her konuda yön verebile-cek derinliktedir. Anlayıp uygulayabildiğimiz ölçüde bu yolun ger-çek yolcusu olabiliriz.

Page 24: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

24

[...] Türkiye devleti, 19. yüzyılda Osmanlı devletinin dağılışı süre-ci içinde oluşan bir fi kir sisteminin son halini temsil etmektedir. Bu devlet anlayışı, bir yandan içinden bir türlü çıkamadığı Osmanlı ku-rumlarını sürdürmektedir, öte yandan da Osmanlının çöküşüne ne-den olduğunu düşündüğü “eksik ve hatalarını” ortadan kaldırmaya, Osmanlının “söküklerini dikmeye” kararlıdır.

Bu fi kir sisteminin günümüzdeki sonucu, “Ülkesi ve milletiyle bölünmez Türk devleti”dir. Bu fi kir sistemine göre Türkiye devleti-nin egemenliği altında yaşayanlar, Türkçe konuşan Türklerdir; eğer Türk değillerse zorla Türkleştirilmeleri, Türkçe öğrenmeleri ve bu dili kullanmaları gerekir.

Bu fi kir sistemine göre Türkiye devletinde yaşayanlar, Lozan’da kerhen özel statü verilmiş Hıristiyan azınlıklar dışında, resmi dev-let dinine ve mezhebine ait olmak zorundadır. Bu resmi din ve mez-hep, “laiklik” adı altında devletin istediği çerçeve içinde çalışmaya zorlanmış bir Sünni Müslümanlıktır.

Bunun dışında kalan tüm inançlar, dinler ve mezhepler yasaktır. Bu devletin resmi laik Sünniliği dışındaki “batıl” dinlere inananlar, bu dinlerin inançların, kültürlerin gösterdiği gibi yaşamak isteyen-ler devlet dinine asimile edilmelidir.

Bu fi kir sistemine göre bu devleti ve bu fi kir sistemini eleştiren düşünceler yasaktır. Böyle herhangi bir düşüncenin ifade edilme-si yasaktır. Bunun en güzel örneği Cuntacıların kaleminden çıkma Anayasa’nın Türkiye devletinin niteliğini belirleyen maddelerinin değiştirilemez, değiştirilmesi teklif bile edilemez ilan edilmesidir.

Bu fi kir sistemine göre devleti yönetenler, yani modern dilde asker-sivil bürokrasi dediğimiz, Osmanlı’nın “sünüf-u devlet” (dev-leti yöneten sınıfl ar) dediği devletlûların her türlü karar ve eylemle-ri dokunulmazlık zırhıyla korunmuştur. Üstelik bu devletlûlar ayrı-

Mezopotamya Sosyal Forumu çerçevesinde 29 Eylül Salı günü Diyarbakır’da yapılan “Mezopotamya’da Yok Sayılan Kimlik: Kızılbaş Alevilik” paneline Sacayak dergisi adına katılan Engin Urcan’ın konuşması’ndan bir bölüm

Alevilik Tarihinin Zahiri ve Batını

Panel: ABF Genel Başkan Yardımcısı ve Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Genel Başkanı Ali Kenanoğlu, ABF Merkez Yöneticisi Hatice Altınışık, toplantıyı yöneten Büyükkadı ve Şarabi Köylüleri Kütlür ve Dayanışma Derneği Başkanı Prof. Dr. İrfan Açıkgöz, Özgür Demokratik Alevi Hareketi’nden Ergin Doğru, ve Sacayak dergisindenEngin Urcan.

Page 25: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

25

calıklıdır, sıradan halka üstündürler. Onların düşünce ve davranış-larında keyfi lik, yetki sınırı, kanun, adalet tanımazlık esastır. [...]

Bu fi kir sisteminin Osmanlının zaafı olarak gördüğü sorun bu-radadır. Devlet, var olan milleti, hızla ve zorla kendine uygun bir millete dönüştürmek gerektiğine iman etmiştir. Bu, devletin istemi-ne uygun Laik-Sünni-Müslüman-Türk ulusunu zorla yaratmak de-mektir. Osmanlının son yıllarından beri katliamlara, zorbalıklara, baskılara yol açan devlet yaklaşımının genel çevresi budur.

Tarih Neden Lazım

Bu tarihsel çerçeve neden önemlidir? Çünkü tarih geçmişte olup bitmiş olaylar ve düşünceler yığınından ibaret değildir. Tarih günü-müze uzanan, günümüz dünyasını etkileyen, belirleyen ilişkiler bü-tünüdür. Dahası tarih geleceğimize ipotek koymaktadır. Bunun kısa bir ifadesini İslam dünyasının ünlü düşünürü İbn-i Haldun şöyle vermiş asırlar önce: (Prof. Dr. Ahmet Arslan’ın aktardığı biçimiyle)

“Dış görünüşü bakımından (zahiren) tarih, zarif bir şekilde sunulan atasözleri ile çeşnileştirilen, geçmişte olmuş, bitmiş siyasi olaylar, devletler hakkındaki haberlerden fazla bir şey değildir. (Bu şekli ile) tarih geniş halk kitlelerini eğlendir-meye, hoşça vakit geçirmeye yarar. (…) Derin, iç yüzü bakımından (Bâtıni) tarihe gelince o var olan şeylerin aslının derin araştırma, gerçekliğini irdeleme, kay-nakları ile ince nedensel açıklamalarını verme, olayların na-sıl ve niçin meydana geldiğini açıklama bilimidir.”

[...] İbn-i Haldun’un tarih üzerine sözleriyle Cumhuriyet Tür ki-ye’sinde resmi tarih yazıcılığının paralelliklerini görmek çok çar-pıcıdır. Geniş halk kitlelerinin eğlendirmeye, “ulusal” hamaset ile resmi ideolojinin peşine takmaya yönelik resmi tarihçilik, olayların arasındaki bağları gizlemekte, gerçek ilişkileri karartmaktadır. [...]

Alevilik Yaşayan Tarihtir

Devlet açısından sakıncalı ve yasaklı bir inanç olan Kızılbaşlık, asker-sivil bürokrasi tarafından unutulmaya ve unutturulmaya ça-lışılan Kızılbaşlık, Alevilik-Bektaşilik geniş bir toplum kesimi açı-sından ne unutulmuştur, ne de geçmişte, tarihte kalmış tatlı bir anı-dır. Alevilik yaşayan bir inanç, düşünce ve kültürdür. Türkiye’de asker-sivil bürokrasinin isteğine ya da emrine uyup ortadan kaybol-mayan bu düşünce ve davranışın kökleri nedir? Bu inancın tarihine bakıldığı zaman birkaç ana hattı görmek olanaklıdır:

Yıkılmakta olan medeniyetlerin çöküşüne ve yeniden bir başka biçimde doğuşuna eşlik eden tarihsel olgu kavimler göçüdür. Me-deni toplumlar, yani yerleşik tarıma ve uzun menzilli ticarete dayalı bir ekonomi üzerinde kurulmuş olan kentleşmiş, yazı, para ve dev-let sahibi olmuş medeniyetler, çöküş yaklaştıkça üzerlerine doğru gelen göçebe kavimlerin göçüyle karşılaşır.

Unutturulmaya çalışılan

Kızılbaşlık, Alevilik-

Bektaşilik geniş bir toplum

kesimi açısından ne unutulmuştur,

ne de geçmişte, tarihte kalmış tatlı bir anıdır.

Alevilik, yaşayan bir

inanç, düşünce ve kültürdür.

Page 26: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

26

Bu göç, medeni toplumun unutmak, unutturmak zorunda oldu-ğu, ama halk yığınlarını kendine çeken bir fi kirler dünyasını çök-mekte olan medeni toplumun içine taşır. Bu fi kir dünyası, paraya tamah etmez, devlet tanımaz, sınıf ayrımı bilmez, ama okuması-yazması da olmayan bir eşitlik ve özgürlük toplumunu yansıtır.

Bugün bildiğimiz biçimiyle Kızılbaşlık, Alevilik-Bektaşilik de Anadolu’ya ve Mezopotamya’ya böyle taşınmış fi kirlerin ve yaşam biçiminin bir üründür.

Taşınan fi kirlerin bir bölümü Anadolu’daki yıkılmakta olan me-deniyetlere doğru çekilen göçebe toplumların kendi iç üretimleri de-ğildir. Bu fi kirlerin doğuşu ilk İslam devletinin kuruluşundan sonra başlayan ve süregiden sınıf kavgasının içinde muhalif, yenilmiş ve dışlanmış olan tarafın, alt kesimin, yani Ali yandaşlarının (Şia-i Ali) fi kirlerinin yeniden canlanışıdır. Anadolu’ya Arabistan’dan yani gü-neyden değil, İran üzerinden dolaşarak doğudan gelmiştir. [...]

Ama geldiği topraklarda yaşayan halkların daha önceki dinin-den, düşünce ve davranışlarından da etkilenmiştir. Hıristiyan Bi-zans medeniyetinde alt sınıfl arın muhalefetini temsil eden ve üst sı-nıfl arın kilisesi tarafından sapkın (heretik) ilan edilmiş olan düşün-ce sistemlerinden etkilenmiştir. [...]

Göçebe halkın iskânı, toprağa yerleşmesiyle bu düşünce siste-mi değişimler geçirmiştir. Toprağa yerleşenlerin inanç, düşünce ve davranışları ile göçebeliği sürenlerin inanç, düşünce ve davranışla-rı farklılaşmıştır.

Toprağa yerleşme demek, merkezi devletin vergi ve angaryası ile karşılaşmak demektir. Bunlar ise kısa süre içinde isyan ve ayak-lanma; yenilgi ve kırım demektir. Toprağa yerleşmek, her şeyi ortak mal bilenlerin dünyasına tapu, ferman, vakıf senedi, vb., yollarıyla toprak mülkiyetinin, özel mülkiyetin girmesi demektir.

Merkezi Osmanlı devletin kuruluşu, Moğol akınlarıyla yıkılışı, Fetret Devri ve ardından Osmanlı devletinin kendi küllerinden ye-niden doğuşu özellikle yerleşik tarıma geçmişlerin, devletle daha yakın ilişki kurmuşların düşünce ve davranışlarında önemli deği-şimler yaratmıştır. [...]

Alevi-Bektaşi düşüncesini anlamaya çalışırken aklımızda tuta-cağımız en temel nokta Kızılbaşlığın, Aleviliğin tarihte bir yerde ortaya çıkmış ve bir daha hiç değişmeden günümüze kadar sürmüş bir inanç olmadığıdır. Alevilik de tarihseldir, kendi gelişimi sade-ce kendine, kendi söylemine, inanç yapısına bakılarak anlaşılamaz, altında yatan derin süreçleri anlamaya çalışarak kavranabilir. [...]

Aleviliğin Anadolu’ya taşıdığıfi kir dünyası, paraya tamah etmez, devlet tanımaz, sınıf ayrımı bilmez, ama okuması-yazması da olmayan bir eşitlik ve özgürlük toplumunu yansıtır.

Mezopamya Sosyal Forumu’na katılan çok sayıda yabancı genç de paneli izleyidi.

Page 27: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

27

Cevap Sizde… David Durak Arslan

Her adım çok önemlidir, ancak ilk adım daha da önemlidir.İlk adımınızı atarken diğer adımlarınızın da kaderini belirler-

siniz.İlk adım, ilk soru, ilk yanıt, ilk bakış, ilk söz ve ilk çözüm öne-

rileriniz… Her şey değildir ancak önemlidir.Sizler de, öncelikle Türkiye Cumhuriyeti kimlik kartı taşıyan

her insan gibi “benim ülkemde sorun var” diyerek, kendi inancını-za, felsefenize, etnisitenize veya sosyal statünüze göre sorunu ad-landırarak başlıyorsunuz ve derin analiz, somut tespit ve ilginç çö-züm önerilerine ulaşıyorsunuz.

Sık sık ve değişik dillerde sıralanan sorunlar listesinde, sizin de sorun olarak gördüğünüz bir görüş böylece yerini alıveriyor elbette;

“Türkiye’de demokrasi sorunu var” diyorsunuz…“Türkiye’de laiklik sorunu var” diyorsunuz…“Türkiye’de türban sorunu var” diyorsunuz…“Türkiye’de Kürt sorunu var” diyorsunuz…“Türkiye’de Alevilik sorunu var” diyorsunuz…“Türkiye’de ekonomi sorunu var” diyorsunuz…“Türkiye’de ………. sorunu var” demeyi ya unutuyor ya çekini-

yor, ya da kaçınıyorsunuz.Oysa varlığından hepinizin emin olduğunuz yukarıdaki “sonuç-

lara” kaynaklık eden temel “sorunun” adını koyarak ilk doğru adı-mı atabilirsiniz.

Binlerce yıl insanlığa medeniyet beşiği olmuş Anadolu’yu, ka-rartan, bu coğrafyayı üzerinde yaşayan büyük çoğunluğa zından eden temel sorunun bugünkü adını koyarak, çözümlerde anlaşarak, aydınlığa kavuşturabilirsiniz.

Yukarda sıralanan sonuçlar temel “sorun” değildir. Hatta bu yaklaşım üzerinde fazla düşünülmeden sarf edilen, temel ve ger-çek sorunun ömrünü uzatmaya hizmet eden bir söylemler zinciridir.

Türkiye’de demokrasi sorunu yoktur…Türkiye’de laiklik sorunu yoktur...Türkiye’de türban sorunu yoktur...Türkiye’de Kürt sorunu yoktur...Türkiye’de Alevilik sorunu yoktur...Türkiye’de ekonomi sorunu yoktur...Türkiye’de Devlet Sorunu VardırÇağdaş normlara uymayan bir devlet yapısıyla yönetilmeye ça-

lışılan her ülkede, yukarda sıralanan ve hatta sayfalara sığmayacak sonuçların yaşanması son derece doğaldır.

Tüm sorunlara kaynaklık eden

temel “sorunun” adını koyarak

ilk doğru adımı atabilirsiniz:

Türkiye’de Devlet sorunu

vardır!

Page 28: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

28

Sorulacak acil ve anahtar soru “Nasıl bir devlet” istiyoruzdur.

Devletin Anadolu’daki farklı zenginliklere diktiği dar elbisenin, kumaşı sadece Türklük, ipliği sadece İslamlık olduğundan, ne na-kışı, ne de renkleri bu toprakları yeterince yansıtmıyor, bedeni top-lumun bütününü sarmıyor. En usta terziler de işin başına geçse, bir tarafını diktikçe, öbür tarafl arı sökülüyor.

Bu durum, kumaşa ve ipliğe, dikene ve giydirilmek istenene de büyük bir zulüm.

Okuduklarınız, duyup, görüp şahit olduklarınız; mevcut devlet yapısı ve işleyişinin artık iyice çatırdadığını gösteriyor, değişimin kaçınılmaz olduğunun alarmını veriyor.

Değişim kaçınılmaz ancak, siz, nasıl olsa değişecek diye seyirci mi olacaksınız? Veya bu değişimde kendinize bir yer mi kapacaksı-nız? Yoksa değişimin yönünün ve niteliğinin belirlenmesinde etki-leyici mi olacaksınız?

“Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” sorusunu takip edecek ni-hai soru “Nasıl bir Dünya istiyoruz” dan önce, “Nasıl bir Türki-ye istiyoruz” ancak, sorulacak acil ve anahtar soru “Nasıl bir Dev-let” iledir.

Bu soruya doğru cevap sizde!

Dergimizin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Ahmet Koçak canın annesi

Cevahir Koçak Ana Hakk’a yürüdü.

Ahmet Koçak cana ve tüm sevenlerine başsağlığı dileriz.Antalya Konserine Bekliyoruz

0242.345 65 24 – 0532.283 72 80

Page 29: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

29

Halk Ozanı Âşık Yener Hakk’a Yürüdü

Erdem Kantekin

ÂŞIK YENER uzun süren bir hastalıktan son-ra 15 Ekim’de Hakk’a yürüdü. Kalp damar-

larından dördünün tıkalı olması nedeniyle yakla-şık beş sene önce ameliyat olan Âşık Yener, ame-liyat sonrası sağ ayağını kaybetmişti.

Âşık Yener, 1928’de Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesine bağlı Tanır kasabasında doğdu. İlkoku-lu kendi kasabasında okudu. Ankara-Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nden sağlık memuru olarak mezun oldu. Otuz yıl çalıştıktan sonra emekli oldu.

Âşık Yener’in eserlerini, başta Âşık Mahzu-ni, Arif Sağ, Emel Sayın olmak üzere birçok sa-natçı seslendirdi. Ozan en tanınan eserleri “Yolver Dağlar”, “Kız Sen İstanbul un Neresindensin”nin yanında binin üzerinde esere imza attı. İlk şiir ki-

tabı “Deyişler Demeti” 1982 yılında yayımladı. Şiirleri birçok dergi ve gazetelerde ya-yımlandı. Son kitabı “Binboğa’dan Marmara’ya” da şiirlerinin önemli bir bölümü ya-yınlandı. Yener’in cenazesi, Avcılar Merkez Camii’nde kılınan cenaze namazının ar-dından Büyükçekmece Mezarlığı’na defnedildi.

Âşık Yener sevenlerinin gönlünde sonsuza dek yaşayacaktır.

Suç BizimEfendim dünyada bütün rezaletYıllar yılı başımızda taç bizimVicdansızlar adam yer de marifetGerçeği söylesek hemen suç bizim

Ankara’da türlü türlü plan varİstanbul’da açık açık talan varSeksen bine köpek satıp alan varHele sorsak gıymatımız kaç bizim

Süleyman han emir vermiş askereAvrupa’ya seferi var kaç kereViyana’da at sürdüğü yerlereÇöpçülüğe akın eden göç bizim

Çok beylerin villası var adadaÇekmece’de Dörtlevent’de Moda’daOn beş nüfus aç yatar tek odadaBir metrelik yerimiz yok hiç bizim

Âşık Yener hele bozma asabıSoysun dursun fırsatçılar kasabıBir gün sorulacak bunun hesabıEn sonunda alınacak öç bizim.

Hacı Yener TanırlıÂşık Yener

1928 -2009

Yol Ver DağlarBaşı duman pare pare Yol ver dağlar yol ver banaGönlüm gitmek ister yâreYol ver dağlar yol ver bana

Ömrümün uzun yolu Geçip gitsem yâre doğruGözlerim yaş dolu doluYol ver dağlar yol ver bana

Âşık olmak benim karımÇok aradım nazlı yârimDudu dillim sitemkârımYolver dağlar yolver bana

Karlı dağından esmedim Ben o yâre hiç küsmedimDaha umudum kesmedimYol ver dağlar yol ver bana

Yâr bir rakip bulur sonraGidip elin olur sonraÂşık Yener ölür sonraYol ver dağlar yol ver bana

Page 30: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

30

Yaptığı El Sanatı İşlerini Didim Alevi Bektaşi Kültür Merkezi Derneği’nde Sergileyen Sanatçı Hasan Dikçe İle Söyleştik

Çöpten Sanat EdenlerAhmet Koçak

Sergilediğin işlerin ismi nedir? Yedi yıldır atık malzemeleri topluyorum, çevredeki plastik şi-şeleri, naylon poşetleri, vb. Bunlar gerçekten doğayı çok kirletici. Oradan yola çıktım. Hümanist yanım ağır basıyor, insanlara bakı-şım diğerleri gibi değil. O nedenle acaba bu konuda ne yapabilirim diye düşündüm. Bunları kendi başıma yapamayacağıma inanıyor-dum. Bunları kurumlar ve burada toplumsal çalışma yapanlarla bir-likte gerçekleştirmeyi düşündüm.

İlk sergim olan “İz Bırakanlar”ı burada açtım. Güzel bir sergiy-di, deniz kabuklarıyla küpleri, ağaçları süslemeye başladım. İlk ser-gim böyle açıldı ve bir sene açık kaldı.

Daha sonra baktım ki toplananları koyacak yer yok. Altınkum’da bir tezgâh açtık. Üç gün içinde üç milyarlık satış yaptık ve bu para-yı derneğe aktardık.

Yani yaptığınız el işleri kapışıldı. Evet. Bunları piyasada hiç görmedim, benzerini de görmedim. Taşla, boncukla süsleme var, ama atık malzemeyle süsleme yok.

Ortada bir ekonomik kirlilik var, hem de gerçekten sağlımıza zarar verecek maddeleri kullanarak çevreyi kirletiyorlar. Bunu ya-panlar kim? Bunu yapanlar belli ve milyonlarca para harcıyorlar. Seçilenlerin bir kısmı yolsuzluk yapıyor ya da o paralılar resmi ku-rumları işlevsiz hale getiriyor. Hiç kimse kimseden hesap soramı-yor bu memlekette.

Bunu belediye başkanına teklif ettim, belediye kurumlarıyla ayrı ayrı görüştüm. Böyle bir örgütlenme yapabilir miyiz, herkesin katılabileceği bir sanat sokağı açabilir miyiz diye. Girişim gazetele-re falan de yansıdı. Eski köyde bir ev istedim Kaymakam’dan, Be-lediye Başkanı’ndan…

Siyasi bakışları nedeniyle ne destek verdiler ne de çalışmama müsaade ettiler. Başkaları belediyenin içine sıradan resimlerini ser-giliyor. Ben de başvuruyorum, aynı yerde sergi açayım diyorum. Burada sergi açmak yasak, kimseye müsaade etmiyoruz diyorlar.

Yaptığınız çalışma hem çevre kirliliğine karşı bir tepki, aynı za-manda bir politik duruş.

Evet, mesele de burada. Adam insan sağlığına zararlı bir plastiği çok ucuz maliyetle getiriyor, bir gazetenin ekinde verilen oyuncak diye çocuğun odasına sokuyor. Bir taraftan tüketimini artırıyor, öte yandan yok oluşumuzu hazırladığını hissetmiyor. Bazı kırılma nok-taları var. Bence burada da bir kırılma olması gerekiyor.

Page 31: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

31

Plastik boru döşüyorlar yer altına, artan parçasını atıp gidiyor-lar. Hiç bakmıyorlar bile geriye. Ben bu çalışmaları yaparken bele-diyenin çöpe atılmış büyük boruları vardı. Gidip alsam oradan, beni hırsızlıkla suçlarlardı. Ben, bu durumu gündeme getirince aldılar, götürüp çukurlara gömdüler. Bu tür şeylerin olmaması için halkın topluca tepki göstermesi lazım.

Siz bu çalışmalarınızla derneğe destek veriyorsunuz, beraber hareket ediyorsunuz.

Bizim kültürümüz dayanışmacı ve paylaşımcıdır. Bu kültürümüz temelinde birlikte durduğumuzda burada bizi engelleyemeyecekle-rine inanıyoruz.

Eserleriniz çok farklı motifl eri ele alıyor, örneğin kırık bir bağ-lama görüyorum. Üzeri taş, kum, çakıl gibi şeylerle süslenmiş.

Çok emek harcanan bir iş. Her şeyin önce toplanması gerekiyor. O süslemede iğde çekirdeği kullanılmış. İğdeyi topluyor, yıkayıp yiyoruz. Çekirdeğini atmıyor, güzelce yıkayıp kurutuyoruz. Son-ra eski, kırılmış bir eşyayı ya da atılmak üzere olan bir çöpü bulup onun üzerine bu çekirdekleri işliyoruz. Hem o çöpü işlevli hale ge-tiriyor, hem de çekirdeği değerlendiriyoruz.

Benim yerim dar. Bir atölye açtık bir milyara mal oldu şu parası, bu vergisi fi lan derken. Bir de yazar kasa verdiler. Kasayı verdiler, ama ben atık, çöp topluyorum, nasıl göstereyim bunların girişini?

Sen satıyorsun ya diyorlar. Ben satıyorum, ama aldıklarımı na-sıl göstereceğim? Parayla aldığım bir şey yok ki.

Yok, efendi, sen yaz; şunu yaz, bunu yaz diyorlar. Düzenli şekil-de vergimi veriyorum, “dükkânımı” istediğim zaman açıyorum, is-

tediğim zaman kapatıyorum. Bana belediyenin, devletin destek olması la-

zımken bir de üzerimize böyle yükler bindiriyor-lar. Bu tür bir proje Avrupa’da olsa mutlaka kamu-sal destek bulurdu. Türkiye’nin iktidarları muhalif sanata, duruşa karşı. Desteklenmek ne kelime, kösteklemese ye-ter. Elinize, ağzınıza sağlık.

Toplumsal bir yara olan atıklar ve çevreye karşı sorumsuz tutum sorunu irdeleyen

bir sanatçı can da Kıbrıs, İngiltere ve Türkiye’de çalışan

Sümer Erek. Bedava dağıtılan

ve atılan gazeteleri değerlendirdiği

“Gazete Ev” projesi

İngiltere’nin farklı kentlerinde halkın katılımı ile kuruldu

ve sergilendi.

Bkz.: www.sumererek.com

Page 32: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

32

Stratejik Plan’daDİB, kendilerine yönelen tehditleri çok doğru görmüş. Alevi-Bektaşilerin yürüttüğü laik-demokratik cumhuriyet kavgasının özü onların varlığına tehdittir.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2009-2013 için Stratejik Planı

Alevileri Tehdit GörüyorlarMeral Ceylan

Devletimizin hem en eski hem de “en modern” kuruluşu olma-ya niyetli Diyanet İşleri Başkanlığı, modern dünyanın genel

gidişine ayak uydurmuş. Kapitalist şirketlerin daha iyi sömürü ger-çekleştirmesi için geliştirilmiş teknikleri kullanarak örgütsel yapı-sını ve “hizmetlerini” iyileştirmek için seferber olmuş. Dört yıllık bir Stratejik Plan hazırlamış. Plan internette yayınlandı. 60’larda “plan” dendiğinde, “komünist icadıdır”, “bize plan değil, pilav la-zım” diyenler belli ki bugüne kadar epeyce yol almış.

Stratejik plan çalışmasında GZFT (Güçlü Yanlar, Zayıf Yanlar, Fırsatlar ve Tehditler) Çözümlemesi diye bilinen bir teknik kullan-mışlar. Çözümleme sonuçlarını Stratejik Plan’ın 37. sayfasında ya-yınlamışlar. DİB’na ve çalışmalarına yönelik tehdit olarak algıla-dıkları şeyleri şöyle sıralıyorlar:

İslamî alandaki farklı dinî görüş ve yorumların ayrı bir din gibi gösterilmesi yönündeki gayret ve çalışmaların olması

Dış dünyada “İslam”, “Müslüman” ve “İslam Peygamberi” hak kında olumsuz imaj oluşturulmaya çalışılması

İlahiyat Fakülteleri kontenjanlarının yetersizliği Başkanlığımıza eleman temin kaynağı olan İmam-Hatip Li-

sesi ve İlahiyat Fakültesi mezunlarının meslekî bilgi ve be-ceri bakımından takviyeye ihtiyaçlarının olması

Yeterli bir teşkilat yasasının bulunmaması Kamu kurumu olarak DİB’nın varlığının kimilerince Devle-

tin temel ilkeleri ile çatıştığı iddiası Millî birlik ve dinî bütünlüğümüzü olumsuz etkileyen yıkıcı

ve bölücü faaliyetlerin olması Dinî ve ailevî değerleri yıpratmaya yönelik yayınlar Kimi çevrelerce zorunlu din öğretiminin kaldırılması talep-

lerinin olması

DİB’nın kuyruğunu izlemeyi marifet bilen sözde Alevi-Bektaşi “önderleri”, karşı tarafın Kızılbaşları nasıl bir tehdit olarak gördü-ğüne dikkatle bakmalıdır. Tehditler arasında sayılan “DİB’nın var-lığının devletin temel ilkeleriyle (siz onu laiklikle anlayın) çatıştığı iddası” ile “zorunlu din öğretiminin kaldırılması taleplerinin” kim-den geldiği de açıkça bellidir. “Milli birliğimizi ve dini bütünlüğü-müzü olumsuz etkileyen yıkıcı ve bölücü faaliyetler” diye neyin kas-tedildiğini anlamamak ise sadece CEM ve Ehlibeyt Vakfı yönetici-lerline mahsustur. Aslında DİB, tehditleri çok doğru görmüş. Alevi-Bektaşilerin yürüttüğü kavganın özü onların varlığına tehdittir.

Page 33: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

33

İmam Cafer:Mümin,

buhranda ağırbaşlı,

belâda sabırlı, varlıkta

şükredici, Allah’ın verdiği

rızka kani, düşmanına

(bile) haksızlık etmeyen,

dostlarına yük olmayan,

çalışmasından bedeni yorgun

düşen ve insanlara

zararı dokunmayandır.

İmam Bâkır’a Göre İmân ve İslâm

İsmail Kaygusuz

İMAM BÂKIR’ın (676-733/4) çağdaşı ve dönemin Sünni din bil-gini ve mutasavvıf olarak tanınan Muhammed bin Münkedir;

“Hararetim bastığı bir saatte Medine dolaylarında gezerken, Muhammed Bakır’a rastladım. Pek yorulmuştu, yanında-ki iki kişiye dayanarak yürüyebiliyordu, adamakıllı da ter-lemişti. Ona, ‘Hâşimi ulularından olan senin gibi bir kişi-nin, bu saatte dünya için bu derece yorulmasını, hiç de doğ-ru bulmuyorum’ dedim. İmâm bu söz üzerine dayandığı ki-şileri itti, doğruldu da bana dedi ki: ‘Vallâhi bu halde ölüm gelip çatsa, beni Allah’a edilen ibâdetlerden biriyle meşgul olarak bulur; çünkü bu halimle ben, kendimi senden de halk-tan da çekmişim; ailemin rızkı için çalışmaktayım. Ben, asıl Allah’a karşı rüşvet verir gibi bir (ibadet?) suçu işlerken, in-sana ölümün gelip çatmasından korkarım’ dedi.

Ben bu sözü duyunca; Allah sana rahmet etsin, dedim; sana öğüt vermek isterken, sen bana öğüt verdin.”

Emeğiyle ailesini geçindiren ve çalışmayı büyük ibadet sayan; geniş öngörü sahibi ve zamanın en üstün din bilginlerinden olan İmâm Muhammed Bâkır’ın özellikle İslâm ve İmân konusundaki görüşlerini Arzina R. Lalani’nin çalışması1 ve yararlandığı kaynak-lardan özetleyerek aşağıda sunuyoruz:

İmâm Bâkır zamanında Fitna’dan ortaya çıkan teolojik tartış-malar daha da yoğunlaştı. Halk İmâmlığın geçerliliği ve İmâm’ın sahibolması gerektiği ‘inanan statüsünü’ sorgulamaya başladı. Bu durum kişileri, İmân ve İslâm’ın ne olduğu ve amel’in (iş, eylem) İmân’ın bir parçası olup olmadığı ve de bir kişiye müslüman denil-mesi için gerekenler hakkında yeni sorulara götürüyordu. Bu soru-lar, sırayla, insanın sorumluluğu ya da sorumluluğun yokluğu soru-nu ve bu düşüncelere koşut, Kur’an’ın doğasına (yaratılmış veya ya-ratılmamışlığı) ilişkin sorular olarak giderek arttı. Vurgular sözün/kelâmın (logos) tanrısal sıfatları üzerinde yoğunlaştı...

Bu erken dönemde tartışılan ve üzerinde çeşitle ekollerin farklı düşündüğü ana sorulardan biri İmân ( faith) idi. Sözü edilen sorun-ların çoğu İmân ile İslâm, sözcük anlamıyla inanç ile teslimiyet/bo-yun eğme arasındaki ayırım ya da ilişki olarak ortaya çıktı. Bir di-ğer konu ise imanın derecelerinin varolup olmadığıydı. İmâm Bâkır Kur’an’ın,

“Bedeviler diyorlar ki, ‘biz inanıyoruz’. Söyle onlara; ‘Siz inan mıyorsunuz, sadece İslâmı kabul ettiniz, boyun eğdiniz; İmân kalbinize henüz girmedi’ (Kuran, 49: 14)”

Page 34: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

34

ayetini temel alarak, İmân ile İslâm arasında açık bir ayırım ol-duğu görüşünü ortaya koydu. Ona göre İmân, İslâmı içine almak-tadır, fakat İslâm’ın da İmân’ı içermesi gerekli değildir.2 İmâm Bâkır’ın benzer bir sergilemesi, El Kadı El Numan’da 3 bulunmak-tadır. Orada Bâkır, avucuna içiçe iki daire çizerek dış daireyi İslâm, iç daireyi de iman olarak gösterip, inancın kalpte gerçekleştiğini söylemiştir. Demek ki İmâm Bâkır’ın görüşüne göre, bir Mümin kendiliğinden müslümandır, ama bir Müslim’in (müslüman) Mümin (inanan) olması zorunluluğu yoktur.

İmâm Bâkır, İslâm dinini içselleştirmiş olan kimsenin imanı da içselleştirmiş olup olmadığı sorulduğu zaman, farklılığı daha açık işlediği görülür. Buna olumsuz yanıt vermişse de şunu ekler;

“O kişi küfür toplumundan, inançlı topluma girmiş ve inanç-lılarla işbirliği yapmıştır.”

Sonra Kâbe ve Mescid el Haram örneğini vererek soruyu sora-na; eğer bir kişiyi mescidde görmüşse, onu Kâbe’nin içinde de gör-düğünü kanıtlayıp kanıtlamayacağını soruyor. Soruyu soran kanıt-layamayacağını söyleyince; Bâkır yeniden, ‘eğer bir kişiyi Kabe’de görmüş olsaydı, o kişinin mescitte olduğundan emin olabilir miy-di?’ diye sormuş. Adam ‘evet’ diye olumlu karşılık verdiğinde, El Bâkır bu kez ona, İmân ve İslâm arasındaki ayrımın da aynı oldu-ğunu açıklamıştır.4

İman ve İslâm arasındaki farklılığın geniş ayrıntıları, İmâm Bâkır’a yöneltilen bir başka sorudan çıkartılabilir: Eğer bir kimse Tanrıdan başka Tanrı olmadığına ve Muhammed’in Tanrının elçi-si olduğuna tanıklık getiriyorsa, onun bir mümin/inanan olup olma-dığı sorulduğu zaman El Bâkır şöyle yanıtlamıştı: “O zaman, Tanrı tarafından insanlara yüklenen görevlere ne demeli?”

İmâm’a göre, daha önce belirtildiği gibi yedi temel koşul vardır; fakat velâyet (velilik), diğer hepsinin önünde gelir ve böylece, ger-çek iman, doğrudan İmâm’ların velâyeti ile ilgilidir; yani İmâm’a olan inançtan doğar.

Açıkçası İmâm Bâkır’a göre İmân, İslâmdan bir farklılık olarak, zamanın İmâm’ına inanarak tam itaatla birlikte Tanrının peygam-berleri, elçileri ve imâmlarına olan inançtır. İmâm Ali’den nakle-dilen hadislerden birinde “İslâm ikrar (verme)dır, İmân ise, İmâm, Peygamber ve Tanrı bilgilerini içeren bilgiye sahip olan marifet’tir” diye geçer.5

Şu halde İmâm Bâkır’ın görüşleri, İmân’ın hem söz (kavl), hem de eylemi yansıttığı fi krine eğilim gösterir. Oğlu İmâm Cafer Sadık’ın tanımlamasına göre “İmân, dilden söylemek, içten-candan onaylamak ve Tanrının buyurduğu temel görevleri uygulamaktır”

İmâm Bâkır’ın genç çağdaşı Ebu Hanife bu konuda farklı gö-rüştedir. Ona atfedilen Wasiyya’nın birinci maddesine göre “İmân dille ikrar, içten onaylama (tasdik bi al janan) ve kalb bilgisidir (wa marifa bi al kalb).” Bu tanımlamada amel-eylem açıklaması yok-tur. Hariciler, Mutezile ve Kaderiyye’ye göre de, uygulama (amel)

İmam Bakır:Dil hayır ve şerrin anahtarıdır. Müminin altın ve gümüşüne mühür vurduğu gibi, diline de mühür vurması uygundur.

Page 35: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

35

İmân’ın ayrılmaz bir parçasıdır ve bizzat inancın yapılanması ola-rak görülür. Diğer yandan Murciler amel’in İmân ile ilgisi olmadı-ğı yönünde değerlendirir, yani konu dışı görürler. İmân’ın bir değiş-mezlik derecesine sahip olduğunu ve günahla da zayıfl ayamıyaca-ğını belirtmektedirler.

Murciler, ağır günahkâra ilişkin yargının ‘erteleneceğinin’ ile-ri sürmelerinden itibaren, İmân’ın tanımlaması sorunuyla yüzyüze gelmişlerdi. Öyle ki bu, bir kimsenin bütün olarak topluluğun üyesi olmasına karşılık oldu. Yani onların yaptıkları, amel’i (uygulamala-rı) İmân’ın dışında tutmaktı. Ebu Hanife ve onu izlayenlerin de aynı çizgide oldukları görülür. Gerçekten El-Aşari, kitâbında, Hanefi le-rin Murcilerin mezhebinden oldukları yargısına varır.6

Öbür yandan El-Bâkır, inananlar arasında da farklı dereceler bulunduğunu düşünür. Bunu daha sonra oğlu İmâm Cafer Sadık, bazı inananların diğerlerinden daha iyi; bazılarının tapınmalar öbü-ründen daha fazla; bazıları diğer kimselerden daha ileri görüşlü ya da sezgisi daha güçlü olduklarını söyleyerek açıklığa kavuşturur.

İmâm Bâkır’a göre müminin, inançlı kişinin özellikleri şunla-rı içermelidir:

“Tanrıya güvenme (tevekkûl); olayları yargılamayı (tevfi d) Tanrıya bırakma; Tanrıdan gelene (kada), rıza gösterme (rida) ve Tanrının iradesine teslim olma, boyun eğme (taslim).”

Yine onun anlattığına göre, Peygamber bir gezisinde mümin ol-duklarını söyleyen bir bölük insanla karşılaşır. İnançlı olmalarının kanıtını sorar ve onlar da yukarıda açıklanan dört özellikten son üçünü söylerler.

İmâm Bâkır’ın görüş ve düşüncesinde iman, dört direk üzerin-de bina edilmiştir: 1) Sabır, 2) Kesinlik (yakin), 3) Adalet (adl) ve 4) Mücadele (cihad). Açıkçası onun için bir kişinin erdemli oluşu, doğrudan onun İmân’ına bağlıdır, inançlı oluşuyla ilgilidir. İmâm Bâkır’dan gelen diğer bir hadise göre “inancı mükemmel olan bir mümin, en iyi karaktere sahip olan kimsedir”. Daha özel bir er-demden söz edersek, o özellikle, vücuda baş gibi olduğunu söyledi-ği sabıra gönderme yapar ve Bâkır’a göre, bir kimsenin sabrı yok-sa İmân’ı da yoktur. O, halka herhangi bir şikâyeti engelleyen ol-gun sabırı tanımlar. İnancın derecelerinden doğan bir görünüm de İmân’ın durağan olup olmadığı fi kridir. Yoksa, tam tersine İmân ço-ğalır, artabilir ya da uygulama/eylemin (amel) gelişmesi ve bilginin genişlemesi ve kapsamıyla azalabilir mi? Bu, İmân al ilm, yani İmân ilim (dinsel bilgi) üzerinde temellenir. İmâm Bakır, kendisi tarafın-dan bildirilen çok sayıda hadislerde görüldüğü gibi, bilim öğrenme/bilgi kazanılması üzerine yoğun biçimde vurgu yapar.

Bununla birlikte İmâm Bâkır’ın görüşünde bilgi kazanımı ken-di başına bir sonuç değil, fakat sonuca götüren bir araçtır. Onun için sadece bilgi elde etmek yeterli değildir; kazanılan bilgiye göre hare-ket etmek ve öğrenilenleri başkalarına öğretmek öemlidir. Demek ki, bilgi aracılığıyla eylem (amel) geliştirilebilir; eğer amel gelişti-

İmâm Bâkır: İman,

dört direk üzerinde

bina edilmiştir: 1) Sabır

2) Kesinlik 3) Adalet

4) Mücadele.

Page 36: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

36

rilirse, o zaman İmân/inanç artar ve daha güçlü olur; sırasıyla güçlü bir İmân, bir insanın bilgisi-ne bağlıdır ve daha fazlası insanın amel’ini, hare-ketleri ve davranışlarını inceltir. Şu halde İmâm Bâkır’a göre İmân ve ilm, amel ve İmân hepsi birbiriyle (karşılıklı olarak) ilişkilidir.7

Bir diğer kaynaktan İmâm Bâkır’ın İslâm ve İmân üzerindeki görüşlerini onaylayan bazı söz-lerini de yorumsuz olarak verelim:

“Kime ahmaklık verilmişse iman ondan uzak laştırılmıştır.”“İmân ikrar ve ameldir, İslâm ise sadece ik-rardır.”“İman, kalpte olan şeydir. İslâm ise sadece evlenme, miras ve canın korunması gibi za-hiri hükümlerini uygulanmasına vesile olur. İman İslâm ile ortaktır, ama İslâm’ın iman ile ortaklığı yoktur.”“Dil hayır ve şerrin anahtarıdır. Müminin al-tın ve gümüşüne mühür vurduğu gibi, diline de mühür vurması uygundur.”8

İmâm Cafer’e göre ise mümin, yani inançlı kişi şu sekiz özelliğe sahip olmalıdır:

“Buhranda ağırbaşlı, belâda sabırlı, varlıkta şükredici, Allahın verdiği rızka kani, düşma-nına (bile) haksızlık etmeyen, dostlarına yük olmayan, çalışmasından bedeni yorgun düşen ve insanlara zararı dokunmayandır.”9

NOTLAR:1 Early Shi’i Thougth, The Teaching of Imam

Muhammed Bâkır, London, 2004.2 Al Kolayni, al Kâfi vol.2, s.26.3 Da’a’im al-İslâm vol. 1, s.16-174 Al Kolayni, al Kâfi vol.2,s.6-7. 5 El Kadı el Numan, Da’aim al Islam Vol. I, s.15-17.6 Al-Ashari, Makalat-ı İslâmiyya, s.202.7 Arzina R. Lalani, Early Shi’i Thougth, The

Teaching of Imam Muhammed Bâkır, London, 2004, s.84-88.

8 İrşadı Müfi d, s. 234; Fusul –ul Mühimme, s. 193; Menakıb-ı İbn Şehraşub, c.4, s. 197’den aktaran Kazım Balaban, Ehlibeyt’ten Dersim’e, Aydüşü yayınları, İstanbul, 2006, s. 98-1002

9 Tuhef-ul Ukul, 388’de aktaran, Kazım Balaban, Ehlibeyt’ten Dersim’e, s. 112.

Budak Ali (Ali Kaykı)

BenemBağlarda bahçevan dağda dervişemDosdoğru bir yoldan gelip gitmişemRengarenk açmışam elvan kokmuşam Kardelen benem nergiz ve gül benem

Gönülden gönüle akmışam yareKimine doluyam kimine badeKiminde coşmuşam kiminde sade Sevdiren benem hem akl-ı kül benem

Yaşamı olmuşam var olan candaKimisi refahta kimi de dardaDünyanın her yeri hatta uzaydaCanveren benem toprak ve yel benem

Bülbülüm güle hayran, gökte turnaBenem Kafdağı’nda dolaşan AnkaSultan Süleyman’a gelen karıncaSeyreden benem bin donda hal benem

Sevdada yanarım ateşi benemFerhat’ın Mecnun’un bir eşi benem Şirin de Leyla da her dişi benemNakşeden benem güzelde al benem

Arifl er meclisi şevk ile kurulurBudak’ın dalında goncalar durur Aşk şerbetidir meydana sunulurMeşk eden benem arıda bal benem

Page 37: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

37

İnsan kendine ötekileşir mi? Ben bu ötekileşmeyi uzun yıllardır benliğimde

hissederek yaşadım. Küçükken daha 6–7 yaşlarındayken annem Ramazan ayında davul tokmağını vurur vurmaz kalkar, lambaları yakar sonra da uyurdu. Güya biz sahura kalkmış oruç tutuyorduk. Sonra bayram namazları için sabahın köründe yatağımızın başına dikilir; “hadi namaza” derdi. Arkasından; “konu komşu yola çıktı, onlara karşı ayıp oluyor” derdi. İki kardeş uykumuz bizi terk etmeden giyinir, çarşıya komşuların arkasına takılır giderdik. Sonra caminin bir köşesinde bekler, insanların namazlarını bitirip çıkışlarını görünce yine onların arkasına takılarak evin yolunu tutardık, ama hiç namaz kılmamıştık. Olsun, yine de anam mutlu olurdu.

Anam ve babam farklı dil konuşurdu yani ana dilimiz farklıydı açıkçası. Ama biz küfretmeyi, şarkı söylemeyi, okumayı, yazmayı, oynamayı Türkçe bilirdik. Ve Türkçemizin düzgünlüğü ile hep gurur duyardık, çevremizin Akdeniz ve Ege ağzına rağmen biz İstanbul Türkçesiyle konuşurduk. Komşu kadınları kapı ağzından;

– Ulen Irmızaaaan bubana decen, gafanı gırıcek... diye bağırırken benim anam kapıdan;– Hadi geç oldu... diye bağırırdı. Ben o zamanlar çocuktum, insandım.

Sonra 80’li yıllarda Dersimli olmamdan dolayı baskılarla karşılaşınca bir şey öğrendim. Kürt-Kızılbaş sözcükleri üzerime bir ten gibi yapışıverdi. Onlar sayesinde Kürt ve Kızılbaş oluvermiştim, artık ötekileşiyordum. Gel zaman git zaman Kuyruklu Kürt ve Kızılbaş kimliğimle Güneydoğu Anadolu bölgesine gittim.

Bir de baktım ben Kuyruklu Kürt değilmişim, yedi tanesini katledince cennete gidilecek bir yaratık, yani Kızılbaşmışım. Benim elimden bir şey yenilmez, kestiğim mundar olurmuş. Evet, Kürtler sayesinde Kürt kimliğim olan ten, beni terk etmiş, Kızılbaş kimliğim kalınlaşarak tenimi kaplamıştı, ben yine bana ötekileşiyordum.

Dersim bölgesine geldiğimde yani kendi tenimin içine girdiğimde sadece Kızılbaş ve Kırmanci kimliğim kalmıştı. Kızılbaşlığı tanıdıkça aslında benim sadece insan olduğumu öğrendim. Çünkü insan burada kutsaldı. İnancın merkezinde Tanrı falan yoktu, insan vardı. Ene-l Hakk sözcüğü ile benim aslında insanda değil, Tanrıdan bir parça olup tanrılaştığımı öğrenince ben yine kendime ötekileştim. Tüm inanışlara ve millete eşit uzaklık ve yakınlıkta olmanın zorunluluğunu keşfettim. İnancımın dinsellik denilen dogmalardan uzak, felsefi bir yapıya sahip olduğunu gözlemledim.

Taşların tanrının sessiz çığlığı olarak bir canlı olduğunu, rüzgârın tanrının eli olduğunu, elin aklı temsil ettiğini, suyun aslında ilerici bir canlı olduğunu, ağaçların birer savaşçı ruhu taşıdığını, geyiklerin kutsallığını, yılanların Wayire Çê (Evin sahibi) ya da Çûe Xızır (Tanrının sopası) olduğunu öğrendikçe doğaya ve insana olan muhabbetim arttı. Aslında bu kendime olan muhabbetimi ve tanrıya olan muhabbetimi de arttırmıştı. Ve ben kendime ötekileşmeye devam ediyordum..

Bir an için batıda yaşadığım günleri ve arkadaşlıklarımı anımsadım günümüz koşullarında. Milliyetsiz, kimliksiz, inançsız çocuk olduğumuz günlerdeki arkadaşlarımla bugünün koşullarında sohbet eder oldum. Karşı sandalyede

Simgelerle Ötekileşen Benliğim…Remzi Aydın, Yazar-Eğitimci

Page 38: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

38

otururken gözlerimin içine bakarak, “Bak herkes Türkçe konuşuyor, herkes camiye gidiyor siz de yapsanız ne olur?” Ya da “Cami bir ibadet yeriyken, cem evinde ısrar etmenin mantığı ne?”

Ve benim sandalyemden onun sandalyesine uçan yüzlerce soru: “Kiliseleri ibadet yeri olarak kabul etmemek ne kadar mantıklıdır? Bir Hıristiyan’a kilise ibadet yeri değildir diyebilir miyiz?”

Aslında mantığıma ters geliyor şu dört duvar arası ibadet. Hani Tanrıyı dört duvar arasına sıkıştırmak, sadece orada misafi r etmek gibi bir şey. Oysa O, lâmekândır (mekânsızdır, her yerdedir) Yine dostum gözlerime bakarak “Ya kardeşim hepimiz burada yaşıyoruz öyleyse Türkçe neyinize yetmiyor, siz de Türkçe okuyun, konuşun” dediğini duyuyorum.

Sonra uzaklaşıyorum ve Bulgaristan’dan buraya göçe etmek zorunda kalan vatandaşlarımız aklıma geliyor. İsimleri değiştirilmiş, ibadetlerini istedikleri gibi yapamamış, Türkçeyi konuşamamış halkımız. Ve biz Bulgarlara ne kadarda kızmıştık... Çin Urumçi bölgesinde Türklere karşı baskı oluştu, ağzımızın bir kenarı ile belki de küfrettik Çinlilere. Hani biraz önce şöyle demiştik ya, “Çoğunluğa uysunlar kardeşim, Çin’de Çinliler ne ise herkes ona uysun, farklı dil, din, giyim, folklor, kültür olmasın, herkes tek tipleşsin”.

Bir feryat yükselir karşı sandalyeden: “Olmaz!” Neden olmaz? “Çünkü bu eylem bana yapıldı.” Başkasına sen yaparsan olur, ama başkası sana yaparsa olmaz! Maalesef insan yapısında olan şey bu.

Amcamı anımsıyorum. Birine kızmıştım bana kendi dilimizde şöyle demişti; “Karşındaki adamın kasketi ve postalları arasına sen giremezsen onu anlayamazsın” O zamanlar ne dediğini tam da anlayamamıştım, ama şimdi anlıyorum. Buna benzer bir sözü

Kızılderililer söylemiş, “sandaletlere girebilmek”. Bazılarımız hâlâ şöyle der: “Ya, adamlar ne denli doğru söylemişler.” Ama bu sözden çok daha anlamlıları senin toprağında ötekileştirdiğin kişilerin kültüründe var. Ondan bihaber yaşıyoruz ya da yaşamak istiyoruz.

Ötekileşmek sadece bununla da bağıntılı değil. İlk gençlik yıllarımın kitaplarını anımsıyorum, Stalin, Brejnev, Lenin, Marks, Mao, Hitler, Mussolini, vb. Rus demiryolu işçileri, onların dramları, Küba ve Latin Amerika mücadeleleri… Ne kadarda yakından tanımıştık hepsini. O zamanlar Tarih kitabında Babalı ayaklanmaları, bastırılan kanlı ayaklanmalar, hainlere verilen cezaları okurduk. İçten içe gururda duyardık hani. Sonra Şeyh Bedrettin ismi, Torlak Kemal, Şah Kalender Çelebi, Abdal Musa, Hallac-ı Mansur, Pir Sultan Abdal, Börklüce Mustafa gibi isimler duydum. Nedir, kimdir diye araştırırken asıl katliamın burada bu topraklarda yaşanıldığını hayretle öğrendim.

Kendimi tanıyamadan; Rus halkını, Küba halkını, Filistin halkını tanımanın utancını hissettim, yine ötekileşmiştim. Kendi sınırlarını, özelliklerini, kültürünü, tarihini tanıyamadan başka halklara hayranlık duymanın onları tanımanın acısını hissettim.

Ötekileşmeyi yaşadığım yerlerden biri de okullar. Benim oğluma, yani Kızılbaş bir çocuğa sureleri, namazı, Sünni ortodoks inancın gereklerini zorla öğretmeleri. Ha, bir de arada bir, “ya aslında siz bizdensiniz, bizim özümüzsünüz” sözcükleri vardır. Dikkat edin, “Siz … bizim…”, yani yine ötekileşme. Peki, kardeşim, Almanya’ya giden Sünni ortodoks çocuklarına Almanlar zorunlu olarak Hıristiyanlık inancı öğretselerdi ne yapardınız? Feryatlar arşa değiyor: Olmaaaazzzzz!

Ötekileşme; simgelerle oluşan bir kavram. Bir an bayrakların, sınırların,

Page 39: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

39

UNESCO, bu yılı dünyada Hacı Bektaş Veli’yi Anma Yılı ilan etmiş. Ben ressamım. Antalya Alevi Kültür Derneği’nin bir paneline davet edildim ve resim sergisi açtım. UNESCO, Hacı Bektaş’ı hümanizmi nedeniyle anarken panelde onun düşüncesinin yerden yere vurulduğunu duymak beni çok üzdü.

Yapılan ilk konuşmada, Alevi Kültür Dernekleri Antalya Şubesi adına konuşan Başkan Hakverdi Çelik, “72 milleti bir biliriz” felsefesini sildi attı. Ulu Piri ırkçı, şoven, Pan-Türkist durumuna soktu. Bu konuşma biz Alevilere hiç mi hiç uymadı.

Konuşmada, Hacı Bektaş’ın Anadolu’yu Türkleştirmek için yola çıktığı, Türkçeden başka dilin kullanılmaması için mücadele ettiği, halkı zorla Alevileştirdiği, vb., söylendi. Çelik, eline tutuşturulmuş bi yazıyı okurken kekeledi, ikiledi, düzgün okuyamadı bile. Yazıyı kim hazırladıysa

belli ki bir kışkırtma yapmak için eline tutuşturmuş. Ama Çelik, yazının ne dediğini düşünmeden halkın önünde okudu. Alevi-Bektaşi öğretisine, inancına, felsefesine aykırı bu davranışı uygun bulmuyorum, şiddetle kınıyorum.

Konuşmada dile getirilen düşünceler, Aleviliği, Namık Kemal Zeybek’in görüşleriyle örtüştürenler, “en iyi Müslüman da, en iyi Türk de biziz” diyenler Aleviliğe, geçmişimize, inancımıza ihanet etmektedir. Bu, Hacı Bektaş Veli’ye hakarettir. Bu görüşler ırkçılıktır, Pan-Türkizme hizmettir. “72 milleti bir bilen” Alevi-Bektaşi toplumunu bu gerici faşist fi kirlerin arkasına takmaya çalışanların sonu hüsrandır. Bu oyuna alet olanlara ise söylenecek söz bulamıyorum. İnancına, Pir’ine sadık olmayanlardan bize hayır gelmez. İkbal peşinde koşmaktan Pir’ine küfredildiğini anlamayan bize zarar verir. Edeb-erkân; mümine nişan!

Edeb-Erkân, Mümine Nişan!Ali Akdemir / Ressam, Pendik PSAKD Şube ve 2 Temmuz Vakfı kurucusu

kutsal kitapların, sınıfl arın, statülerin, ten renklerinin … olmadığını düşünün. Bir gücüm olsa idi hepsini yok edebilseydim. Ne mi olurdu? Savaşlar olmazdı, çünkü öteki olmazdı.

Bunu nereden mi öğrendim? Birilerinin hiç utanmadan, Kızılbaşların semahlarından demesi gerek. Semah ve cemde aslolan şey cinsiyetten sıyrılarak ruh haline dönüşebilmek. Fenafi llâh seviyesinde kadın ve erkek yok, sadece tanrıdan oluşmuş canlar vardır. Bu ötekileşmeden tek parça olabilmek demektir, ikilik yoktur. Bunu kavrayamayan beyinler, kadın ve erkek diye insanları ikiye ayırırlar.

Ben ötekileşmeyi istemedim, beni ötekileştirmek isteyenler kafalarında kendi ötekilikleri ile boğuldular. Etki-tepki olayı bu.

Şimdi kafanızdaki simgeleri bir an için silin, kavga için neden kaldı mı? Sanmıyorum…

Ama illa da ötekileşmek istiyorsanız söylenecek tek şey var, sizinki size, bizimki bize. Karşılıklı saygı…

Ama kesinlikle hoşgörü değil, çünkü hoşgörü çoğunluğun azınlık önüne attığı kemikten öteye geçmiyor.

Bir kez olsun deneyin, karınıza, sevgilinize, çiçeğinize, komşunuza, çocuğunuza, kendinize bakarken aklınıza kazınılan tüm simgeleri yok sayın.

Biliyorum zor ama kendinizi zorlayın, ona sadece kendiniz gibi kutsal bir yaratılmış olarak bakın.

Yok edin tüm şekilleri, şekillere yüklenilen anlamsız değerleri.

İşte o zaman savaş kendiliğinden bitecektir.

Page 40: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

40

Son yirmi otuz yıl içinde: Başta CEM Vakfı olarak Alevileri temsilen, sayı-

ları oldukça fazla, vakıf ve dernek kurul-du. Bunların bir kısmı yurt dışında, bü-yük bir çoğunluğu ise, yurt içinde faaliyet göstermektedir.

Dernek, Vakıf, federasyon adı ne olursa olsun, tüm bu kurumların yola çı-kış nedenleri, Alevi inancına mensup va-tandaşların, yüz yıllardır, gasp edilen haklarını ve inançla ilgili sorunlarını, de-mokratik kurallar çerçevesinde hükümet yetkililerinin önüne koymak ve karşılıklı konuşarak medeni bir anlayış içinde so-runlara çözüm bulmaktı…

Aleviler adına hareket ettiklerini söy-leyen bu örgütler ne yazık ki yetkililer-den ne istediklerini, neleri talep ettikleri-ni, önemli sorunlarını, yetkililerin önüne sen ben tartışmaları yüzünden bir türlü koyamadılar ve koymak için de birlikte hareket etme basiretini gösteremediler.

Birlikte hareket etmek diye bir olay bu örgütler için hak getire. Buna rağmen o örgüt temsilcileri, hangi yüzle, hangi sıfatla, bu iftar yemeklerine ve arka arka-

ya sürdürülen Alevi Çalıştayı toplantıla-rına koşar adım katılıyorlar… Nasıl olu-yor bu. Birbirlerinin yüzünü dahi görme-ye tahammül edemeyenler, asırlardır de-ğişmeyen kapkara bir zihniyetin sundu-ğu, iftar sofralarına katılıp, bir arada bu-lunabiliyorlar… Anlamış değilim.

Ne dersiniz bu kurum temsilcileri hangi beklentiler içinde bu tip toplantıla-ra katılıyorlar, acaba neyin kokusunu al-dılar dersiniz… Bir zamanlar birbirleri-ne olmadık hakaretleri yapan bazı kurum liderleri ve Alevilik üzerine ahkâm ke-sen sözde yazarlar takımı, nasıl da ken-dilerinden emincesine utanmadan siya-set meydanının ve kamu gündeminin tam ortasında kol kola yerlerini alıyor-lar, bunu da anlamış değilim... Şunu söy-lemek istiyorum. Alevilikle ilgili dertleri olmayan o kurum temsilcilerine ve dev-let erkinin bu ani ilgisini lütuf gibi gören o menfaatperestlere ve Alevilerin sırtına basarak şahsi çıkarları için Alevi toplu-munu kullanmaya kalkanlara medya pat-ronluğuna soyunanlara: Alevi toplumu sizleri çok iyi tanıyor… Lütfen, Alevile-rin yakasından ellerinizi çekiniz. [...]

Bakınız, bu tip ve buna benzer top-lantılarda, Hükümet yetkilileri her ne ka-dar karşınıza geçip süslü sözlerle Anaya-sal haklardan, demokratik açılımlardan bahsetseler de, inanmayın, hangi haklar-dan hangi vaatlerde bulunurlarsa bulun-sunlar zihniyet değişmedikçe bu ülkede hiç bir şey değişmez… [...]

Provokatörler Cirit Atıyor

Milyonlarla ifade edilen bu inanç kesimi-nin sorunları çözeceğini söyleyen ve bu amaçla yola çıktığını her daim dile ge-tiren ciddi bir kurumdan ve o kurumun başkanı Sayın Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın önerisiyle kurulan Alevi İslam Din Hiz-metleri başkanlığından ve yürüttüğü faa-liyetlerden bahsetmek istiyorum.

8-9 Kasım 2003 günkü toplantıda, Prof. Dr. İzzettin Doğan Dedenin dedeler

İzzetin Hoca’ya Açık Mektup - 1

Alevi Kurumları ve GerçeklerCelal Arslan

CEM Vakfı ve bünyesinde bulunan Alevi İslam Din Hizmetleri’nde

yaşananların iç yüzünü sergileyen bu yazı CEM Vakfına iletilmiştir. Burada

yazının bir bölümünü, imla düzeltmeleri dışında olduğu gibi yayınlıyoruz.

Dergi baskıya girmeden hemen önce Alevi Din Hizmetleri Başkanı

Ali Rıza Uğurlu’nun görevden alındığını öğrendik.

Page 41: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

41

kurulunun oluşmasında konu ile ilgili görüşleri özetle şöyle idi:

“Dedeler-Babalar Meclisi Toplantısı’yla bu alanda kalıcı bir adım atılacaktır. Buna göre çevre-sinde sevilen bilgisi görgüsü inanç ve kültürüyle insanlara örnek ola-bilen, rehberlik ve önderlik yapabi-len temiz ahlakıyla yaşlısı-genciyle kadını ve erkeği ile herkesin ilgisi-ne mazhar olmuş gerçek Mürşitler-den, Pirlerden, Dede ve Babalardan oluşacak bir Dedeler-Babalar Mec-lisi kurulacaktır.

Bu meclis Alevi İslam inancını be-nimsemiş insanlar adına faaliye-te bulunup onların inançlarıyla ilgi-li tüm sorunlarını halletmeye çalı-şacak kurumlar üstü bir kurum ola-caktır.”

Bu görüş doğrultusunda Alevi İs-lam Din Hizmetlerinin açılışı ve Dede-ler Meclisi’nin oluşumu 27 Aralık 2003 tarihinde, 1750 Dede-Babanın katıldığı büyük toplantının sonunda alınan karar gereği gerçekleşti…

Bu kurumda görev alanlar kim-ler, ne iş yaparlar, özleri ne sözleri ne, hiç merak ettiniz mi? Bilgi birikimle-ri, üstlendikleri o ağır sorumluluğu ta-şıyacak kadar yeterli mi? Veya şimdi-ye kadar evinize, köyünüze, cemini-ze, cemaatinize bir kez uğradılar mı? Kurumun çalışmalarıyla ilgili size bil-gi sundular mı? Hani son elli yıldır ih-mal edilen Alevi-Bektaşi dünyasının yaşanamayan ibadetleriyle, cem evle-riyle ilgili sorunlarının çözümü, nerde kaldı bu vaatler. (Bu sorunlara çözüm bulmak için yola çıktıklarını söyleyen, bizzat İzzettin Hoca idi).

Bu oluşuma destek veren sizler, ses-siz kalsanız da, yüzlerce Alevi vatan-daş, Dedeler Meclisi’nin çalışmaları-nı yetersiz buluyor ve neler oluyor diye, kurumu açıkça eleştirmeye başladılar.

Bu şikâyetler, vakıf yöneticilerinin ku-lağına kadar gidiyordur buna eminim.

Siz yöneticiler, son günlerde ya-pılan bu şikayetleri duymuyor musu-nuz? Cem evlerinin içi boşaldı görmü-yor musunuz?

Sayın hocam beni bağışlasın. Gü-neş balçıkla sıvanmaz derler, bu gi-diş gidiş değil! Alevi ve Bektaşi toplu-munun gelinen bu noktaya, yaşanan bu gidişata itirazları var. Kurumun için-de her şeyi ben bilirim diyen, kendisini otorite sayan, aslında hiç bir şey bilme-yen, yaptıkları yanlışlarla toplumun ka-fasını karıştıran bu kişilere itirazı var. İtirazları var, eleştirileri var. Kurum içi yapılanmada yer alıp da üstlendiği gö-revi yerine getirmeyen bu kişilere iti-razları var.

Sayın hocamızın başında bulundu-ğu kurumun daha fazla yıpranmama-sı için kurum içinde yuvalanan bu kişi-lerin Alevilik adına bir şeyler yapıyo-ruz görüntüsü altında, gerçek dışı ra-porlarla, halkı ve Vakıf başkanını alda-tan o ikiyüzlü sahtekârları, çıkar peşin-de koşan o malum kişileri Alevi kamu-oyuna deşifre etmek ve onlardan hesap sormak; kurum içi yapılması gereken çalışmaların, kuruluş felsefesine uygun yürümediğini açıklıkla ortaya koymak; hizmet yapacağım diye görev üstlenip, üstlendikleri görevi unutup, Vakfın sır-tına kene gibi yapışan bu kişileri sor-gulayıp, gerçek yüzlerini ortaya çıkar-mak; ve dolayısıyla Vakıf yöneticilerini ve Vakfa destek veren Alevileri bir kez daha uyarmaktır. Kim bunlar: “El ka-şındığı yeri bilir” derler…

Şikâyetlerin odağı: Alevi İslam Din Hizmetleri Kurumu

ve Başkan Ali Rıza Uğurlu

Dedeler Meclisi’nin açılışından bu-güne altı yıl geçti. Geçen bu uzunca zaman diliminde, hiçbir zaman sorgu-lanmayan yaptıklarının hesabı sorul-

Page 42: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

42

mayan, sormaya kalkanları da, kurumun dışına atanların, yapmış oldukları çalış-maları, bir gözden geçirelim ve ortaya çı-kacak duruma göre, değerlendirmeyi biz yapmayalım. Alevi toplumuna bırakalım.

Kurumda yer alan ve kendilerini De-de diye niteleyen bu kişiler, İmam Caferi Sadık erkânına uygun üstlendiği hizme-ti bitamam yürütecek ve toplumu aydın-latacak bilgi ve birikim sahibi olması ge-rekir… [...]

Bu konuda: CEM Vakfı Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan bir açıklamasında da, şunları söylüyordu:

“Alevi İslam Din Hizmetleri Baş-kanlığı üç yıllık bir araştırma sonu-cu; 1750 inanç önderinin arasında ya-pılmış seçimle kuruldu. Alevi dedele-rinin diploması yok deniyordu. Oysa din adamlığının asıl ölçüsü diploma değildir. Birincisi; İslam’da yüksek ahlak ve adaptır. Yani eline, beline, diline sahip olmaktır. İkincisi, halk tarafından sevilmektir. Üçüncüsü; de-rin bilgi ve birikim sahibi olmaktır. Bunlar olmazsa din adamı olunmaz. Bizim size sunduğumuz din adamla-rı böyledir.”

diye konuşuyordu. Hocamıza sora-lım: Aradığın o nitelikte bir dede kuru-mun bünyesinde var mı? Bizce Yok… Neden yok bunu siz de biliyorsunuz. İzin verirseniz yukarıda niteliklerini saydığı-nız dedelerin kurum içinde bulunmadığı-nı açıklamaya çalışalım…

Sayıları az da olsa, dürüst, yol ehli dedeleri tenzih ederek.

Lütfen, kurum içinde yapılan yanlış-lara bir bakalım ve ona göre ne yapma-mız gerektiğine birlikte karar verelim…

Dedeler Babalar Meclisi dediğimiz bu kurumun içinde yer alan, bazı dede-ler dede olmadığı halde, ben falan ocak-tanım fi lan seyit soyundanım ve ben de-deyim deyip kendisine ulvi bir kutsiyet-lik verip birileri tarafından o posta rahat-

ça oturtulabiliyorsa ve kurum tarafından bu kişilerin kim olduğu araştırılmıyor-sa, hal ve hareketleriyle cahilane sözle-riyle bu inanç kesimine zarar veriyorlar-sa, bunların bilgisizliği yüzünden genç-lerimiz “bunların yaptığı Alevilik bu ise ben Alevi değilim” demeye başladılar-sa ve bunların yüzünden Cem evleri bo-şalıyorsa ki boşalıyor, ne yapalım inan-cımıza zarar vermeye başlayan bu gidi-şata Aleviler olarak dur demeyelim mi? Cem evlerinde hizmet yürütüyorum gö-rüntüsü altında hiç bir şey yapmıyorlarsa, yapmadıkları gibi 1400 yıllık inancımı-zın, içini boşaltıp halkımızı şaşkına çevi-ren, Cem ibadetimizin temel değerleriy-le oynuyorlarsa, bulundukları ortamlarda özü başka sözü başka davranıyorlarsa, o zaman o ikiyüzlü davranan o riyakârlara dur demek, konuyla ilgili vatandaşları-mızı uyarmak, görevimiz olduğu gibi, bu yaşanan olumsuzluklara şahit olan her Alevi vatandaşın da görevi olmalıdır diye düşünüyorum.

Bu mesele göz yumulacak bir me-sele değildir… Göz yumarsam kendi-mi Hz. Hüseyin’in hayatını ortaya koya-rak savunduğu felsefeye ihanet etmiş sa-yarım.

Azamet kibir bir dedeye yakışır mı?Bir Alevi vatandaşın, Cem evi izlenim-leri: Balık baştan kokar derler. Al birini vur ötekine, değişen bir şey yok. Bakınız, cem ibadetine giden canlardan birisi ne-ler anlatıyor: Dede diye mürşit postunda oturan… Ali Rıza Uğurlu Dedenin, hal ve hareketleriyle tavır ve davranışlarıy-la, yüksek dağları ben yarattım azame-ti içinde halka tepeden bakan tavrını gö-rüyor, ibretle bir dedeye yakışmayan bu hareketleri seyrediyorduk… Erkânımıza göre, bizler bu inanca mensup kişiler olarak edebimiz gereği Cemevi dediği-miz meydan evine girmeden önce o kut-sal mekânların giriş kapısından başlaya-rak, kapısına, duvarına -taşına yüz sü-rerekten, meydan evine varıp ve manevi

Page 43: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

43

bir aşkla, ibadetini yerine getirmeye çalı-şan o yola İkrar vermiş insanlarız. Ceme gelen canlar, postta oturan dedenin eli-ni öper posta niyaz eder cemaati selam-lar ve yerine oturur… Bu bir erkân uy-gulamasıdır ceme gelen her can bu uygu-lamayı yerine getirmeye çalışır ve post-ta oturan dedeye mutlaka niyaz eder elini öper ondan sonra yerine oturur. İşte böy-le bir niyazlaşmada o saf temiz inanç sa-hiplerinin uzattığı eli küçümser bir ha-vayla yüzünü yan tarafa çevirerek kerhen elini uzattığını gördüm… Bir dede için, bu davranış doğru bir davranış değildi. Bu çirkin davranışı yüzünden, ben ve be-nimle birlikte birçok canımız, böyle bir dedenin cem yürüttüğü cem evlerine git-meme kararı aldık.

Yukarıda halkla birlikte bizim de şikâyetçi olduğumuz konularda Hoca da sanırım rahatsız ki yahut da çalışmaların yetersiz olduğunun farkında olacak ki, bir konuşmasında,

“Bu kurulu oluştururken, siz Dedeler-den çok önemli çalışmalar yapacağı-nızı ummuştum, aradan bunca zaman geçmesine rağmen maalesef görüyo-rum ki, ortaya elle tutulur gözle görü-lür bir çalışma koyamadınız… Üzü-lerek söylemem gerekir ki sizler beni sükûtu hayale uğrattınız.”

demişti ve bu konuda doğru bir tespit yapmıştı. Ama daha sonra nedense bu ki-şilerle ilgili herhangi bir girişimde bulun-ma gereğini de duymamıştı…

Sayın Hocamız bu konuda kendisine kadar ulaşan şikâyetleri dinledikten son-ra, bu durumdan şikâyetçi olanların önü-ne; “kişiler mi kurum mu” seçeneğini ko-yuyor. Ne dersiniz? Hoca acaba, bu adam giderse kurum zarar görür düşüncesin-den mi hareket ediyor dersiniz. Sayın ho-cam, bu konuda şunu bilmeni isteriz ki, biz kurumun yaşamasından yanayız… Biz şunu söylüyoruz: Başında bulundu-ğun kurumun sağlıklı çalışması, dürüst,

sadakatli, sağlıklı düşünen elamanlar-la olur. Çıkarı için kuruma kanser mikro-bunu bulaştıran menfaatperestlerle değil. Eğer en güvendiğin adam, devamlı ola-rak kuruma kanser mikrobunu aşılıyor-sa o kurum günden güne kan kaybediyor, çürüyor demektir… Önce yapılacak iş kurumun sağlığı açısından, kanser mik-robu taşıyan hastayı kurumdan atmaktır. Sayın Hocam, bu hastalığı teşhis eden ki-şiyi değil, bu hastalığı kuruma bulaştıra-nı uzaklaştırman gerekir, başında bulun-duğun kurumun sağlığı açısından…

Sayın Hocam: Kurum içinde yaşanan olumsuzlukları görüp sizin dikkatinizi çekmek için eleştiride bulunan kişinin de düşmanınız değil icabında dostunuz ola-bileceğini hesaba katınız lütfen…

Ne Ali Rıza, ne de diğer dedeler, ne Hocanın tespitine, ne de benim eleştiri-lerime alınmasın. Sadece düşünsünler ve düşünmekle yetinmesinler cesaretle-ri varsa özlerini ortaya koyup hakkın di-vanında, halkın önünde, kendilerini dara çeksinler ve uyulması gereken etik Ale-vilik ilkelerini dikkate alarak vicdan mu-hasebesini iyi yapsınlar. Ben, bu inanç kesimine ne kadar faydalı olabildim, hiz-met aşkıyla çıktığım Hak-Muhammet-Ali yolunun ben neresindeyim, nerede hata yapıyorum, nerde günah işliyorum, nere-de haram lokma yiyorum? Bunun hesa-bını toplumun önünde veya dediğim gibi mürşidinin karşısında bu hesabı versin ve aklansınlar, kendilerini düzeltsinler eğer düzeltebiliyorlarsa.

Sayın Hocam, sizin bir işaretiniz ile kurumun başına getirdiğiniz Ali Rıza Uğurlu aradan geçen bunca yıla rağmen, içini boşalttığı cem uygulamaları ile bir inanç önderine yakışmayan halka tepe-den bakan kendini beğenmiş tavırlarıyla, kuruma zarar vermeye başladı. Bu tutum davranışlarından dolayı toplumun her ke-siminden gelen şikâyetler sizlerin de ku-lağına kadar geliyor. Bunu biliyorum bu duyumlara rağmen! Siz Sayın Hocam,

Page 44: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

44

kendini dev aynasında gören bu adamı tabanın da sesini dinleyerek değiştirmeyi hiç düşünüyor musunuz? Açıklamaya ça-lıştığım bu gerçekler karşısında bu ada-ma Aleviliğin tapusunu verdiniz de bizim mi haberimiz yok diyesim geliyor…

Evet, yukarıda söz konusu olan şika-yetler ile ilgili acaba Ali Rıza Uğurlu ne düşünür? Vicdanen rahat mı, aldığı maa-şın, yediği lokmanın, içtiği çayın helal mı haram mı olduğunun huzuru içinde mi? Ben görevimi yaptım diyebilir mi? Ne dersiniz?

Vicdanen rahatım diyemezsin! Çünkü sen binlerce inanç sahibinin umutlarını beklentilerini yok ettin, yolumuza ihanet ettin, süslü sözlerle onları aldattın. Bay Ali Rıza, bu bir kul hakkı yeme değil de nedir? Bu dünyada olmazsa öteki dünya-da bunun hesabını mutlaka vereceksin…

Bay Ali Rıza, sen herşeyi bilensin se-nin düşüncen şu: “Ben yaptım oldu!”… “Bu kurumda benim dediğim olur” inadı var sende… Üstünlük hastalığı var sen-de… Siz, sizden daha iyi düşüneni yanı-nızda tutmazsınız… Sen beyninin içinde taşıdığın üstünlük egosunu yenemezsin…Çünkü Alevi enginliği yok sende… Tu-rap olmak yok sende…

Prof. Dr. İzzettin Hoca tarafından size -tepeden inme de olsa- bir görev ve-rildi. Bu görevi üstlenmek demek, dede-ler meclisinin tüm sorumluluğunu üstlen-mek demektir…

Bakınız, Dedeler Meclisi’nin yapılan-masında bir çok dede görev aldı, bir çok dede çeşitli cem evlerinde hizmet yürütü-yor. Bunların büyük bir çoğunluğunu da kafana göre yetkin mi yetkin değil mi de-meden o cem evlerine sen gönderdin, bir çokları da senin yanında yer aldı…

Şimdi soruyorum: Bu dedelerin ki-şiliklerini, kimliklerini, bu güne kadar ne iş yaptıklarını hiç araştırma gereğini duydun mu? Bunlar kimdir? Öz geçmiş-leri nedir? ahlakı, durumları bu yola uy-gun mu? Eline, diline beline sadık mı?

Bilgi birikimleri Alevi toplumunu aydın-latacak derecede yeterli mi? Bunları hi-tap ettiği talip çevresi var mı ve talipleri tarafından veya bulunduğu çevreden ka-bül görüyor mu? Dede olarak saygı duyu-luyor mu…

Bunların Pirleri kim? Mürşitleri kim? Kendileri Mürşitlerinin kaşısında gör-gü ve sorgudan geçmişler mi? Musahip-leri var mı? Musahipsiz Pirine görülme-miş bir Dede posta oturup Cem hizmeti görebilir mi bizim Erkânname’mizde?… Öyle bir dedenin yeri var mı? Biz bu laf-ları itham için söylemiyoruz, bir gerçek-ten yola çıkarak söylüyoruz.

Bu konuda, İmam Cafer-i Sadık “bir kişi bilgi ile yetkinleşmemiş ise çevresini aydınlatamaz, öyle kişilerin irşat maka-mına oturması caiz değildir” demektedir.

Bay Ali Rıza, sen gerçek anlamda hizmet yürütecek saygın dedeleri yanın-da bulunduramazsın. Sen ancak, sana ya-lakalık yapacak olanları yanında saklar-sın. Her dediğine kafa sallayan kullanabi-leceğin, emrinden çıkmayanları yanında bulundurursun.

(Devam edecek)

İrene Melikoff - Uyur İdik Uyardı

Anı Kitap - Yakında Çıkıyor

Yayı

na H

azırl

ayan

: Esa

t Kor

kmaz

Dem

os Ya

yınl

arı

Page 45: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

45

Dizi Yazı – 1

Sadaka Değil, SendikaNedim Kanoğlu

SANAYİ Devriminden sonra işçi sınıfı, kapitalist üretim olarak adlandırılan yeni üretim sistemine karşı mücadele etmek üze-

re ilk sendikaları kurdu. 1650’li yıllarda İngiltere’de başlayan sana-yileşme, insanı ve emeğini hiçe sayan kapitalizmin de ilk haberci-si oldu. Yeni teknolojik dünya, zanaatkârın, köylünün eskiden beri yaptığı işle geçimini yok ederken kentlerde kurulan fabrikalara gi-derek işçileşmesine neden oldu.

Fabrikalarda yan yana çalışmak zorunda olan işçiler, bunu avan-taja çevirmeye ve örgütlenme yolunda ilk adımları atmaya başladı. İlk işçi eylemleri örgütsüz biçimde gelişiyordu. Ağır çalışma koşul-larına karşı anlık kızgınlık şeklinde ortaya çıkıyordu. Çalışma şart-larının bozulması, kadın ve çocuk işgücünün ağır ve tehlikeli işler-de kullanılması tepkinin büyümesine yol açtı. Makine kırıcılığı, iş-çilerin giderek olumsuzlaşan koşullara ilk tepkisi oldu. Bunun so-nuç vermemesi üzerine yardımlaşma birlikleri kuruldu. İşçilerin ör-gütlü şekilde ilk çözüm arayışları bu şekilde gösterdi kendini.

Başka bir dünyanın mümkün olduğu inancını taşıyan yürekler, bugünkü sendikaların çok gerisinde olsa da aralarında kurdukla-rı yardımlaşma sandıklarıyla, hastalanıp iş göremez hale gelen iş-çilere yardım yapmaya başladılar. Zamanla yardım sandıkları, grev ve direnişlerin örgütlenmesine de ön ayak oldu. İşçi hareketi kuvvet kazandı. Yardımlaşma sandıkları olarak başlayan örgütsel deneyim sendikaya dönüşerek büyüdü.

Sendikalara benzer ilk örgütlenmeler, 1700’lü yılların başında İngiltere’de görüldü. Çoğunluğu meslek birlikleriydi. Direnen işçi sınıfı yasal sendika hakkına kavuşmak için de uzun yıllar mücade-le etti. İlk örgütlenme çalışmalarının üzerinden yüz yıldan fazla za-man geçtikten sonra 1820 yılında İngiltere’de ilk yasal sendika ku-ruldu. Kapitalizmin tohumlarının atıldığı ülkede, bu canavara karşı örgütlenmenin ilk fi lizi de yeşerdi.

Türkiye’de sendikalar, Batı’dan sonra ortaya çıktı. Osmanlı İmparatorluğu’nda belli dallar dışında sanayileşme olmadığı için işçi sınıfının ortaya çıkması da gecikti. Buna paralel olarak sendi-kal örgütlenmelerin oluşması da uzun zaman aldı. Bilinen ilk işçi hareketleri 1830’larda tarımda görüldü. Bunlara karşı imparatorlu-ğun çıkardığı nizamnameler sert oldu. Grev “vatan hainliği” sayıl-dı, ölümle cezalandırıldı. İnsani çalışma koşullarını istemek suç sa-yıldı. İşçi hareketi canları pahasına mücadeleden çekinmedi.

Kasımpaşa Tersanesi ve Beyoğlu Telgrafhanesi işçileri tara-fından 1872 yılında gerçekleştirilen grevler ilk grevler olarak bi-linir. Bazı araştırmacılar, 1871 yılında kurulan Ameleperverler Cemiyeti’ni ilk sendika olarak tanımlasa da asıl olarak yardımlaş-ma sandığı işlevine sahip bir örgütlenmedir.

Sendikalara benzer ilk

örgütlenmeler, 1700’lü yılların

başında İngiltere’de

görüldü. İşçi sınıfı

yasal sendika hakkı için uzun yıllar

mücadele etti. 1820 yılında İngiltere’de

ilk yasal sendika kuruldu.

Page 46: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7

46

İşçi hareketi ve sendikal faaliyet imparatorluğun son yılların-da hareketlendi. 1908 yılında II. Meşrutiyetin ilanının ardından Anayasa’ya örgütlenme hakkıyla ilgili hükümler konulması üze-rine, başta İstanbul ve Selanik olmak üzere çeşitli işkollarının ge-liştiği bölgelerde çok sayıda sendika kuruldu. Grevlere gidildi. Si-yasi iktidar değişse de grevlere karşı tutumun değişmediği, İttihat Terakki’nin uyguladığı sert yöntemlerden anlaşıldı.

Cumhuriyetten sonra işçi hareketi ve sendikacılığın gelişmesin-de sanayileşme hareketlerinin rolü fazla oldu. Sanayileşme alanın-da asıl atak 1930 sonrasında gerçekleşti. Bunu izleyen yıllarda ku-rulan Şeker Fabrikaları, Sümerbank, Kömür İşletmeleri, Karabük Demir Çelik, Türk Petrolleri, Kâğıt Fabrikaları devlet eli ile oluştu-rulan sanayi girişiminin örneğiydi. Bunları başka işletmeler izledi. İşçi sayısında büyük artış oldu, ama işçilerin “sınıf” temelinde bir-leşmeleri yasaktı. Dolayısıyla sendika kurmak yasaktı. Ancak kötü çalışma koşulları, ağır işte aşırı çalışma ve emeğin açık sömürüsü işçi ve işveren ilişkilerini düzenleyen bir yasayı kaçınılmaz hale ge-tirdi. 1936 yılında İş Kanunu çıkarıldı.

İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminde dünyada demokrasi fırtınası vardı. Türkiye de bu etkilenme ile “çok partili” düzene geçti. Sendi-kasız bir demokrasi elbette düşünülemezdi. 1947 yılında ilk Sendi-kalar Kanunu çıkarıldı. İlk kez yasal zeminde can bulan sendikalar kuruldu ve faaliyet gösterme çabasına girdiler.

Bu, boş bir çaba olmaktan öteye geçemedi, çünkü toplu iş söz-leşmesi ve grev yasası çıkarılamadı. Toplu sözleşme ve grev hakkı sözünü tutmayan siyasi iktidara karşı, işçi sendikaları 1952 yılında birleşerek Türk-İş’i kurdular. Ancak işçi haklarının korunmasında yeterince etkin olunamadı.

1961 Anayasası ilk kez grev hakkına yer verdi. 1963’de İstan-bul’da Kavel kablo fabrikası işçileri 62 gün devam eden ve sınıf mücadelemizin tarihine büyük harfl erle yazılacak destansı bu gre-vi başlattıklarında; grev hakkının Anayasa’da bulunmasının yeter-li olmadığı, grev hakkının uygulama esas ve koşullarını gösterecek “Grev Yasası” ihtiyacını net bir biçimde ortaya çıkardı.

24 Temmuz 1963’te 274 sayılı Sendikalar Kanunu ile 275 Sayılı Toplu Sözleşme Grev Yasası çıkarıldı. 1966’da Paşabahçe Cam Fab-rikası greviyle dayanışma konusunda Türk-İş sendikaları arasın da görüş ayrılığı çıktı. Türk-İş greve destek vermek isteyen sendi-kaların üyeliğini askıya aldı. Bu sendikalardan Türk Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş. Gıda-İş ve Zonguldak Maden İşçileri Sendika-ları 13 Şubat 1967’de DİSK’i kurdular.

Siyasal yaşamın zenginliğine paralel olarak 1960–80 yılları ara-sında çok sayıda sendika kuruldu ve uzun soluklu, etkili grevler, güçlü direnişler mücadele tarihimize adını altın harfl erle yazdırdı. Yaygın ve uzun süreli kitlesel grevlerle 1980’lere gelindi. Bu hepi-mizin yüreğini sızlattığı ve hep sızlatacağı bir dönüm noktası oldu.

Kamu çalışanları da benzer bir mücadele veriyordu. 1925’te Meclis’in kabul ettiği ve hükümete olağanüstü yetkiler veren

1908 yılında II. Meşrutiyetin ilanının ardından Anayasa’ya örgütlenme hakkıyla ilgili hükümler konulması üzerine, başta İstanbul ve Selanik olmak üzere çeşitli işkollarının geliştiği bölgelerde çok sayıda sendika kuruldu.

Page 47: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

Ekim 2009 SACAYAK

47

SACAYAKDerginize Abone Olun

Türkiye TL 40 – Avrupa Birliği € 50 – İngiltere £ 40Abone olmak için abone bedelini postaneya yatırın:

Genel Ajans Basım Dağıtım Organizasyon Ltd. Şti. Posta Çeki Hesabı (No 1629127) Ayrıntılı posta adresinizi, cep telefonunuzu ve e-postanızı okunaklı olarak yazın ve

ödeme dekontunuz ile birlikte bize fakslayın: +90.(0)212.519 56 35

Takrir-i Sükûn yasasını izleyen yasakçı tek parti yönetimi yılların-da varlık gösteremeyen memur örgütleri 1946’da adım attılar. “Tür-kiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu”nu kurdular.

61 Anayasası sendikalaşma hakkını işçilerle beraber memurla-ra da tanımıştı. Anayasa’nın bu hükmü uyarınca çıkarılan 624 sayılı “Devlet Personeli Sendikaları Kanunu” toplu sözleşme ve grev hak-kını içermemekle beraber işyeri, meslek ve statü temelinde örgüt-lenmeye imkân veriyordu. 1971’e kadar 600 civarında memur sen-dikası kuruldu. “Türkiye Devlet Teşekkül ve Teşebbüsleri Perso-nel Sendikaları Konfederasyonu” ve “Türkiye Kamu Personeli Sen-dikaları Konfederasyonu” adı ile üst örgütlenmeler oluştu. Bu dö-nemde çok cılız ve etkisiz olan memur sendikaları içinde TÖS ve İLK-SEN’in 15–19 Aralık 1969’da yaptıkları dört günlük genel öğ-retmen boykotu dikkat çekmektedir. 160 bin öğretmenin çalıştığı o yıllarda 110 bin civarında öğretmenin katıldığı bu eylem, meşru mücadele anlayışının oluşmasında kilit rol oynamıştır.

12 Mart darbesinden sonra 20 Eylül 1971 tarihli Anayasa deği-şikliği ile 46. maddedeki “çalışanlar” yerine “işçiler” ibaresi kondu ve 119. madde “memurlar, siyasi parti ve sendikalara üye olamaz-lar” şeklinde değiştirildi. Kamu emekçilerinin sendikalaşma hakkı ortadan kaldırıldı. Kapitalist sistemin odak noktası olarak sürekli savaşmak zorunda bırakılan emekçiler, 1971’deki faşist darbe sonu-cu sendika haklarının ellerinden alınması biçiminde bir bedel öde-mişlerdir. Kamu emekçileri, 1980 yılı dönüm noktası dediğimiz dö-nemece kadar yeni bir dernekleşme sürecine girdiler.

12 Eylül faşist darbesi tüm emek, işçi örgütlerine olduğu gibi kamu emekçilerinin kurduğu derneklere de ağır darbeler vurdu, dernekler kapatıldı. Binlerce memur örgütsel faaliyetlerinden dola-yı cezaevlerine dolduruldu, baskı gördü. Derneklerin mal varlıkla-rına el konuldu.

Demokratik haklarını almak isteyen emekçiler, hayatlarıyla be-del ödeseler de mücadeleden yılmadılar. Her zaman örgütlenmenin değerinden ve hayatımız üzerindeki vazgeçilmez etkisinden söz et-meye çalışırken, bu sözcükler anlattıklarımızla iyice beslensin, iyi-ce büyüsün diye emekçilerin mücadele tarihine bir ışık tutalım ve beraber görelim şeklinde düşündük ve paylaştık…

Işığımızı tutmaya ve parlaklığını giderek arttırmaya devam ede-ceğiz…

1960–80 yılları arasında

çok sayıda sendika kuruldu ve uzun soluklu,

etkili grevler, güçlü direnişler

mücadele tarihimize adını altın

harfl erle yazdırdı.

Page 48: Sacayak Sayı 7 Ekim 2007

SACAYAK Sayı 7, Ekim 2009

ŞİLAN

Ceylan

Ben bugün patlayacak fl aşa“gözlerini açık tut” sesi ile, suratında korkuyu yansıtan, çaresiz bir ceylanım.Ben bugün havan mermisiylebüyümek zorunda olanım.Ben doğuda çocuk olmanın zorluklarını sırtında taşıyanım.Ben ölü bir kızım çığlıklarıtaa dağ eteklerinden duyulan.Ben siz sustukça bağıracak olanım.Ve ben on dört yaşında anamın eteklerinde,savrulan bedenimden arda kalan parçalarımın anlattıklarıyım.Ben bu sessizliğin çığlığı olan ceylanım...

1 Ekim 2009, İstanbul

NAZIM HİKMET

Ölü Kızçocuğu

Kapıları çalan benim Kapıları birer birer. Gözünüze görünemem Göze görünmez ölüler.

Hiroşima’da öleli Oluyor bir on yıl kadar. Yedi yaşında bir kızım, Büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce, Gözlerim yandı kavruldu. Bir avuç kül oluverdim, Külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için Hiçbir şey istediğim yok. Şeker bile yiyemez ki Kağıt gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı, Teyze, amca, bir imza ver. Çocuklar öldürülmesin Şeker de yiyebilsinler.

1956

Çalıyorum kapınızı,

Teyze, amca, bir imza ver.

Çocuklar öldürülmesin

Şeker de yiyebilsinler.