İÇİNDEKİLER • Kültür ve Medeniyet • Kültür • Medeniyet • Kültür-Medeniyet İlişkisi • Medeniyetlerin Doğuşu • İslam Medeniyeti • Tanım • Doğduğu Ortam • Tarihî Çevre • Coğrafî Çevre HEDEFLER • Bu üniteyi çalıştıktan sonra; • Kültür ve Medeniyet kavramını tanımlayıp, açıklayabilecek, • Kültür ve Medeniyet arasındaki ilişkiyi kavrayabilecek, • Medeniyetlerin tezahürleri ve oluşumları için gerekli şartları bilecek, • İslam medeniyetinin doğduğu tarihî ve coğrafî çevreyi öğrenebilecek, • İslam medeniyetinin önemini kavrayarak, medeniyetler tarihindeki konumunu değerlendirebileceksiniz. KÜLTÜR, MEDENİYET, MEDENİYETLER İLE İSLAM MEDENİYETİ VE DOĞDUĞU ORTAM İSLAM KURUMLARI ve MEDENİYETİ TARİHİ ÜNİTE 1
172
Embed
R İSLAM - kaabalive.netkaabalive.net/ilahiyat/1S2D/IslamTarihiKurumlari.pdf · TARİHİ ÜNİTE 1 . Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam Atatürk Üniversitesi
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
İÇİN
DEK
İLER
• Kültür ve Medeniyet
• Kültür
• Medeniyet
• Kültür-Medeniyet İlişkisi
• Medeniyetlerin Doğuşu
• İslam Medeniyeti
• Tanım
• Doğduğu Ortam
• Tarihî Çevre
• Coğrafî Çevre
HED
EFLE
R
• Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Kültür ve Medeniyet kavramını tanımlayıp, açıklayabilecek,
• Kültür ve Medeniyet arasındaki ilişkiyi kavrayabilecek,
• Medeniyetlerin tezahürleri ve oluşumları için gerekli şartları bilecek,
• İslam medeniyetinin doğduğu tarihî ve coğrafî çevreyi öğrenebilecek,
• İslam medeniyetinin önemini kavrayarak, medeniyetler tarihindeki konumunu değerlendirebileceksiniz.
ÜNİTE
1
KÜLTÜR, MEDENİYET, MEDENİYETLER İLE İSLAM
MEDENİYETİ VE DOĞDUĞU ORTAM
İSLAM
KURUMLARI
ve
MEDENİYETİ
TARİHİ
ÜNİTE
1
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
GİRİŞ
Dinler, sadece bireysel inanç, düşünce veya eylemi ortaya koyma,
benimsetme veya uygulatma gayesinde olmamışlardır. Tam tersine dinlerin, her
zaman hayata ve topluma dönük bir yönleri vardır. İslamiyet de salt iman etme ve
buna bağlı olarak yapılması istenilen birtakım ibadetlerden ibaret değildir; aynı
zamanda, yönetim, hukuk, düşünce ve sanat sistemini oluşturan, şekillendiren,
bunlara ayrı bir kimlik kazandıran boyutu da vardır. Dinlerin şekillendirdiği
toplumlar, sahip oldukları değerlerden hareketle kültür ve medeniyetlerini
oluşturmuşlardır. Bu açıdan dinler, medeniyetlerin oluşmasında bir bakıma dinamo
rolü üstlenmişlerdir. Dinlere atıfla yapılan medeniyet isimlendirmelerinde (Yahudi,
Hıristiyan, İslam gibi) herhangi bir coğrafya veya ırk ekseninde olmaksızın dinin
yerleştirdiği veya şekillendirdiği medeniyetler kastedilmektedir. Dolayısıyla bu
medeniyetler, Grek (Eski Yunan), Hint, Mısır, Çin gibi millet ve coğrafyalara atıfla
yapılan medeniyetlerden içerik ve nitelik bakımından ayrılmaktadırlar.
İslam medeniyeti, kendine has kurumları, bilim, sanat ve mimarî eserleri,
sosyal hayatı, düşünce yapısı ile dünya tarihinin yaklaşık on iki asrına damgasını
vurmuş, gerilemesine rağmen bugün hala etkisini sürdürmekte olan büyük
medeniyetlerden biridir. Din olarak İslam’ın insanlığa katkısının boyutlarını
anlayabilmek için, prensipleri doğrultusunda şekillenen medeniyetini de çok iyi
etüt etmek gerektiği muhakkaktır. Özellikle de günümüzde İslam’ın medeniyet
boyutunun inkâra kalkışıldığı bir ortamda bu gereklilik ayrı bir önem kazanmıştır.
KÜLTÜR VE MEDENİYET
Kültür
Latince asıllı “kültür (cultur)” kelimesi, “ziraatçılık, ekim” anlamlarına
gelmektedir. Bu bağlamda Arapçada “Hars” kelimesi de,“ziraat için toprağı sürmek,
mal, sermaye, iyi amel” gibi anlamlara gelmektedir. Bugünkü Arapçada kültür
karşılığı olarak “sekâfe” kelimesi de kullanılmaktadır. Kültür, kelime olarak ilk
kullanılmaya başlanmasından itibaren farklı manalarda kullanılmıştır. Bunlar
arasında;“insanın farklı yollarla kendisini geliştirmesi, insanlar arasındaki
gelişmişliği, sanat dalları, inançlar, kurumlar, toplumların kendine özgü özellikleri”
gibi anlamlarını sayabiliriz. Bu kelime aynı zamanda Tıp, Biyoloji gibi bilimlerde
farklı içerik kullanımlarına da sahiptir.
Kültürün kavramsal karşılığı konusunda ise değişik ilimler tarafından onlarca
tarif yapılmıştır. Yapılan bu tariflere şunları örnek olarak verebiliriz: “Bir toplumun
sahip olduğu, tarih boyunca meydana getirdiği fikir, sanat, duyuş ve değerlerin
tümü”, “Toplumların yaşadığı ve paylaştığı ortak değerler”, “Bir toplumda varlığını
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
sürdüren ve gelenek halinde devam eden her türlü duygu, düşünce, dil, sanat,
yaşayış unsurların tamamı”, “Sosyal hayatın dil, düşünce, gelenek, görenek,
kurumlar, yasalar, sanat yapıtları gibi her türlü maddî ve manevî ürünlerin toplamı”
gibi tanımlamaları zikredebiliriz. Yapılan bu tanımların ortak noktasından hareketle
kültürü, “Toplumların tarihî süreç içerisinde elde ettikleri maddî ve manevî
değerleri, yaşam tarzları, övünçleri, davranışları, bunları elde etme ve aktarma
yolları, kendilerine özgü inanç ve âdetler bütünü” şeklinde tanımlamak
mümkündür.
Toplumlar, bir taraftan geçmişten gelen değerlerini benimseyip, koruyup,
aktarırken diğer taraftan da yaşadıkları zamanın şartlarına göre kültürüne yeni
unsurlar ekler veya mevcudun üzerinde değişiklikler yaparlar. Böylece her nesil
miras aldığı kültüre maddî ve manevî katkıda bulunur ve bir sonraki nesle aktarır.
Bütün bu işlem sürecinde tek tek bireylerin değil, toplumun genelinin kabulünün
geçerli olduğu da unutulmamalıdır.
Medeniyet
“Medeniyet” kelimesinin Batı dillerindeki karşılığı Latince “şehirli” anlamına
gelen “civil” kökünden türetilmiş olan “civilisation”dur ve “şehirleşme” demektir.
Arapçada “yerleşik, göçebe olmayan” anlamındaki “el-Hadara”kelimesi de aynı
kavramı ifade için kullanılmaktadır. Türkçede ise “medeniyet” kelimesi kullanıldığı
gibi “uygarlık” kelimesi de kullanılır ve kelime olarak “şehirli, şehirde oturan”
anlamına gelir.
Kültürde olduğu gibi “medeniyet”in kavramsal tanımı konusunda da farklı
görüşler ileri sürülmüştür. Yapılan tanımlar, kavramı ele alan ilimlerin veya ilim
adamlarının bakış açılarına göre farklılıklar göstermektedir. Bununla beraber en
çok dile getirilen anlamları olarak; “Bir toplumun sahip olduğu maddî ve manevî
değerlerin tümü”, “Farklı milletlerin birlikte yaşayarak veya katkı sağlayarak
oluşturdukları değerler”, “Maddî-manevî bütün yansımaları ile yaşam tarzı”
şeklindeki tanımlamaları sayabiliriz. Yapılan bu tanımların kültürle benzer bir
içeriğe sahip olduğu görülmektedir. Kültürle arasındaki farkı vurgulama açısından
medeniyeti, “Evrensel düzeye ulaşmış bir kültür veya benzer kültürlerin
oluşturdukları anlama, yaşama, bilgi, teknoloji ve maddî-manevî kurumların
bütünü” şeklinde tarif etmek mümkündür.
Bu tanıma göre medeniyetlerin maddî ve manevî olmak üzere iki ana
tezahürü vardır:
Maddî Tezahürleri:
Sosyal hayat,
Bilim,
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Kurumlar,
Mimarî,
Sanat (Resim, Müzik, Heykel, Hat vs.),
Teknoloji.
Manevî Tezahürleri:
Din-Ahlak,
Düşünce,
Hukuk,
Yaşam algısı.
Medeniyetlerin bu tezahürleri, hem ilgili medeniyetlerin ulaştığı gücü, hem
de diğer medeniyetlerle arasındaki farklılıkları ortaya koyan özelliklerdir. Bir
medeniyet üzerinde araştırma yapılması bu hususların incelenmesi demektir.
Medeniyet üzerinde yapılacak bilimsel çalışmalarda dikkat edilmesi gereken en
önemli husus ise; bu tezahürleri birbirinden bağımsız olarak değil, bir bütünün
parçaları olarak değerlendirmek gerekliliğidir. Hiçbir medeniyetin örneğin hukuku
veya sanatı, ilgili medeniyetin benimsediği dininden, kurumlarından veya düşünce
yapısından, yaşam biçimden bağımsız olarak gelişmiş değildir.
Kültür-Medeniyet İlişkisi
Kültürle medeniyetin aynı mı yoksa farklı mı olduğu tartışılmış ve halen
tartışılmaya devam etmektedir. Kültürle medeniyet arasındaki ilişki konusunda
yaşanan bu tartışmanın ilgili kavramlara yüklenen anlam farklılıklarından doğduğu
anlaşılmaktadır. Başka bir ifade ile sorun; tanım problemidir. Bu anlam
yüklemelerine paralel olarak da medeniyetle kültürün aynı olduğunu savunanlar
çıkmıştır. Ancak genel kabul; ikisi arasında farklılıklar olduğu yönündedir. Kültür,
insanın gelişimi ile alakalı bir kavram olduğu için her insan topluluğunun mutlaka
kültürü vardır. Kültürle medeniyetin ayrıştığı esas nokta işte burasıdır. Zira her
insan topluluğunun kültürü olduğu halde bir medeniyeti olmayabilir.
Medeniyetler, birçok ulusun ortak malıdır. Medeniyetleri farklı milletler
birlikte üretmişler, kendi renklerini bağlı oldukları medeniyete yansıtmışlar,
medeniyetlerinin zenginliğine katkıda bulunmuşlardır. Bu yüzden de medeniyetler
evrenseldir. Ancak bu evrensel özelliğe sahip medeniyetlerin, her millette
görünümü farklılık gösterir ki, bu da kültürdür.
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
Şekil-1: Medeniyet-Kültür İlişkisi
Netice itibariyle kültürle medeniyet arasındaki farklılıklar olarak şunları
sıralayabiliriz:
Medeniyet evrenseldir, kültür millîdir.
Medeniyetler farklı uluslar tarafından benimsenebilir, kültür sadece ait
olduğu millet tarafından benimsenir.
Milletler medeniyetlerini değiştirebilir, kültürleri ise değişikliğe uğrayabilir.
Medeniyetleri, iktisadî, dinî, ahlakî, hukukî gibi düşünceler (kurumlar);
kültürü ise, din, ahlak ve sanat duyguları şekillendirir (Gökalp: 1995, 9).
Kültürler de medeniyetler gibi gelişim ve değişime uğrayabilirler. Hiç
şüphesiz İslam öncesi Mekke’deki insanların kendilerine ait bir kültürleri vardı.
İslam’dan sonra bu kültür büyük ölçüde değişime uğramış, önceki kültürün birçok
unsuru ortadan kaldırılmıştır. Dinin kültür üzerindeki bu etkisinde olduğu gibi,
yaşam alanlarının değişmesi, bilim ve teknolojik ilerlemeler, ekonomik yapıdaki
farklılaşmalar da aynı şekilde kültürel değişimleri etkilemektedirler.
Medeniyetlerin ortaya çıkmaları, gelişimleri ve yok olmaları konularında
farklı teoriler ileri sürülmüştür. Kimi düşünür, her medeniyetin teolojik, metafizik
ve en sonunda da mantıkî dönemlerden geçtiğini savunurken, Marksist tarihçiler
medeniyetlerin, ilkel, feodal, kapitalist ve sosyalist aşamalardan geçtiğini iddia
etmişlerdir. İbn Haldûn gibi bazı Müslüman teorisyenler ise, tekâmülcü tezi kabul
ederek, her medeniyetin organik yapılar gibi doğup, gelişip ve en nihayetinde
öleceğini ileri sürmüşlerdir.
Medeniyetlerin Doğuşu
Kurulmaları, gelişmeleri ve kalıcı bir hale gelebilmeleri için medeniyetlerin
birtakım şartlara ihtiyaçları vardır. Her medeniyetin doğuşuna ayrı ayrı etki eden
faktörler olmakla beraber, genel olarak medeniyetlerin ortaya çıkmalarında,
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
gelişmelerinde etkili olan ortak bazı unsurlar vardır. Bu unsurlar ana hatları ile
şunlardır:
Coğrafya: İnsanların normal yaşamlarını sürdürmeleri, fikrî, siyasî, mimarî,
sanat eserleri vermeleri için uygun coğrafî ve iklim özelliklerine sahip bölgelerde
yaşamaları kaçınılmazdır. Adalardan veya buzullardan oluşan bir coğrafyada
insanların medeniyet kurmaları son derece güçtür. Aynı şekilde coğrafya, o
bölgede kurulan medeniyetin diğer medeniyetlerle etkileşimini, iletişimini
sağlaması, kendi değerlerini yaygınlaştırması açısından da önemlidir.
Toplum: Medeniyetler, toplumlar tarafından inşâ edilir. Bu toplumun belli
bir seviye kat etmiş, belli hedefler etrafında toplanabilmiş olması gerektiği de
açıktır. Burada kastedilen; ortak hedefte bir araya gelme becerisini gösterebilmiş
insan topluluklarıdır. Birbirleri ile çatışma halinde olan veya ortak bir ideali
paylaşmayan insanların medeniyet kurmaları mümkün değildir. Burada yeri
gelmişken medeniyetlerin kurulmasında ırkın hiçbir zaman belirleyici bir şart ve
gereklilik olmadığını kaydetmeliyiz.
Din, Ahlak, Kültür gibi Manevî Değerler: İnsanların birbirleri ile ilişkilerini
düzene koyan kurallar olmaksızın sağlıklı bir siyasî, sosyal, ekonomik sistem
oluşturulamaz. Belli bir yönetim ve yaşam düzenine sahip olmayan kaos ve
karmaşanın hâkim olduğu milletlerin bir medeniyet kurmaları da haliyle mümkün
değildir. Din, ahlak, kültür, örf ve gelenekler, toplumları şekillendiren değerlerdir.
Aynı zamanda bunlar medeniyetlere kendi renklerini katıp, oluşum ve gelişim
aşamalarındaki süreci yönlendirirler. Netice itibariyle sosyal çevre, din, inanç,
düşünce özgürlüğü, adalet, bilimsellik gibi manevî değerlerden yoksun ise herhangi
bir medeniyet oluşturması son derece güçtür.
Siyaset, Ekonomi, Eğitim, İmar gibi Maddî Değerler: Medeniyetlerin
oluşumunda bu tür maddî değerler onların sağlam bir zeminde yükselmelerine
katkıda bulunurlar. Ekonomik açıdan yeterli seviyeye ulaşamamış, siyasî açıdan
istikrarı yakalayamamış, adaletsizliklerin yaşandığı, ciddi ve yeterli eğitimden
mahrum insan topluluklarının evrensel bir medeniyet kurup, bunu insanlık
tarihinde kalıcı hale getirmeleri mümkün değildir.
Bütün bunlar bir medeniyetin inşası için gerekli olan ilk şartlardır. Ancak
bunlar tek başlarına bir medeniyet oluşturamazlar. Bunları bir araya getirecek,
Uluslar, ekonomik zenginliklerine bağlı olarak kurumlarını, sanatlarını,
mimarîlerini geliştirebilir, farklı milletlerle iletişim kurabilir, sosyal şartlarını
geliştirebilirler.
Medeniyetlerin ırk şartı yoktur.
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
üretime (sosyal, siyasal, ekonomik, sanat vb.) geçirecek olan ortak bir amacın da
benimsenmesi gerekmektedir ki, bunu da daha çok din, ahlak, ortak ülkü gibi
manevî değerler sağlar. Asırlardır Araplar aynı coğrafyada, aynı dili konuşarak
yaşamalarına rağmen bir medeniyet kurabilmiş değillerdi. Arapları harekete
geçiren, parlak bir medeniyet kurduran; dinî ve toplumsal yapılarını değiştirmiş
olan İslam’dır.
Farklı coğrafyalar ve farklı insan toplulukları tarafından kurulmuş olan
medeniyetlerin ortak özellikleri de vardır. Bu ortak özellikleri de şu şekilde
sıralamamız mümkündür:
Evrensel Olmaları: Hiçbir medeniyet sınırlarını dışa kapatmış değildir.
Bilakis coğrafya ve tarihle sınırlı olmaksızın, farklı tarih dönemlerinde farklı
coğrafyalarda izlerini, etkilerini sürdürmüşler, kendisinden sonraki medeniyetleri
etkilemişlerdir. Öyle ki bugün tamamen izleri silinmiş gibi görünen birçok
medeniyetin mutlak anlamda ortadan yok olduklarını söylemek zordur. Çünkü tarih
ve antropoloji çalışmaları, yeni bulgularla beraber medeniyetlerin birbirleriyle olan
bağlantılarını ortaya çıkarmaya devam etmektedirler. Dolayısı ile salt bilgi
yetersizliği yüzünden bir medeniyetin tamamen tasfiye olduğundan bahsetmek,
bilimsel bir yaklaşım olmayacağı gibi, ilgili medeniyetin insanlık mirasına muhtemel
katkısına da ciddi haksızlık olacaktır.
Etkileşim İçerisinde Olmaları: Her medeniyet bir öncekinden faydalandığı
gibi bir sonrakini de etkileme gibi bir fonksiyonu icra etmiştir. Bu durum söz
konusu medeniyeti taklitçi yapmadığı, orijinalitesini ortadan kaldırmadığı gibi bir
öncekine de eksiklik getirmez. Çünkü medeniyetler, insanlığın gelişim sürecinin
birbirinden ayrılmaz halkaları konumundadırlar. Her medeniyet, kendisinden önce
insanlığın ulaştığı medenî seviye üzerine kurulmuş, onların ürünlerinden
faydalanmıştır. Doğal olarak bilgi-tecrübe transferinde bulunan bir medeniyet,
aldıklarını kendi değerler sistemi içerisinde eriterek, kendi öz parametrelerini
ekleyerek yeniden dizayn eder, üretir ve sonraki döneme aktarır. İslam medeniyeti,
felsefe, tıp, astronomi, matematik, mimarî gibi alanlarda Eski Yunan, Mısır, Hint ve
Çin medeniyetlerinden faydalanırken, aldıklarını olduğu gibi benimsememiş,
doğrudan nakletmemiş tam tersine bunları geliştirmiş, tashih etmiş,kendi
tespitlerini eklemiş, kendi değerleri çerçevesinde kendi kimliğini katarak
içselleştirmiştir. Aynı şekilde bütün inkâra rağmen bugünkü Batı medeniyetinin
oluşmasında da İslam medeniyetinin ürünleri olan bilim ve değerlerin ciddi rolü
olduğu açıktır. Bu yüzden taassupla hareket eden bazı Batılı araştırmacıların İslam
medeniyetini görmezden gelerek medeniyetlerini Eski Yunan medeniyetine
bağlama çabalarının, tarihî ve bilimsel bir zemine sahip olmadığını rahatlıkla
söyleyebiliriz.
Kendine Münhasır Olmaları: Her medeniyet, farklı medeniyetlerden
beslenmesine, teşekkülüne farklı milletlerin katkı sağlamasına karşın kendine has
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
özellikleri de bünyelerinde taşımaktadır. Medeniyetleri birbirinden ayıran da
kendilerine has olan bu özellikleridir. Bu özellikleri belirleyen unsurların başında da
din gelmektedir. Nitekim Arap, Türk, İran gibi farklı milletler tarafından
oluşturulmasına, Yunan, Hint, Mısır gibi eski medeniyetlerden faydalanmasına
rağmen İslam medeniyetinde İslam dininin tesirini, mimarîden felsefeye, hukuktan
siyasete birçok alanda görmek mümkündür.
Medeniyetlere mensup insanların maddî-manevî sahip oldukları genel ve
ortak değerler, o medeniyetin kendine has özelliklerini oluşturmaktadır. Dolayısıyla
medeniyetleri birbirinden sadece maddî ürünleri ile ayırmak sağlıklı değildir.
Medeniyetlerin ayrıldıkları noktalar daha çok hayata bakışları, inançları,
düşünceleri gibi, o maddî ürünlere bir nevi ruh katan manevî değerleridir.
Bugünkü Batı medeniyetine mensup bazı teorisyenler biraz da mensubu
bulundukları medeniyetin uygulamalarından ve bu uygulamaya gösterilen
tepkilerden etkilendiklerinden “medeniyetler çatışmasından” söz etmektedirler.
Ancak medeniyetler, çatışarak, savaşarak, birbirlerini yok ederek veya yok sayarak
değil bilakis birbirlerinin tecrübelerinden, bilgi birikimlerinden, her türlü
ürünlerinden faydalanarak gelişmişler, büyümüşlerdir. Binaenaleyh ülkelerin veya
ulusların birbiri ile çatışmalarını, medeniyetlerin çatışması olarak görmemek
gerekir.
Yeryüzünde farklı coğrafyalarda farklı insan grupları tarafından büyük
medeniyetler kurulmuştur. Bütün bu medeniyetleri tespit imkânına doğal olarak
sahip değiliz. Araştırmacılar ilmî, siyasî, ideolojik, dinî kabul veya birikimlerine göre
yeryüzünde kurulmuş medeniyetlere dair isim listeleri hazırlamışlardır. Bunlardan
bazıları şunlardır:
Sümer medeniyeti,
Bâbil medeniyeti,
Yunan (Grek) medeniyeti,
Mısır medeniyeti,
İran medeniyeti,
Çin medeniyeti,
Hint medeniyeti,
Medeniyetler birbirleriyle çatışarak değil, iletişim kurarak, birbirlerinin
ürünlerinden faydalanarak gelişirler.
Bir edebiyat metni veya sanat eseri, üretildiği medeniyetin özelliklerini
barındırır.
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
İslam medeniyeti.
Bu büyük medeniyetlere ek olarak coğrafya ve zaman açısından etkileri daha
sınırlı olan başka medeniyetler de vardır. Bunları üç ana grupta toplamak
mümkündür:
Eski Anadolu medeniyetleri (Eti, Hitit, Fenike gibi),
Eski Amerika medeniyetleri (Aztek, İnka, Maya gibi),
Eski Türk medeniyetleri (Göktürk, Uygur, Hun gibi).
İSLAM MEDENİYETİ
Tanım
İslam medeniyeti, miladî VIII. asırda ortaya çıkan ve Endülüs’ten Çin’e kadar
uzanan geniş bölgede hüküm sürmüş, temelinde İslam dininin prensiplerinin
olduğu, bugünkü Batı medeniyeti karşısında gerilemekle beraber varlığını hâlâ
devam ettiren, farklı etnik unsurlardan oluşan Müslümanların kurdukları
medeniyetin adıdır.
İslam medeniyetini kendi içerisinde alt başlıklara ayırmamız mümkündür:
Arab-İslam medeniyeti,
Türk-İslam medeniyeti,
İran-İslam medeniyeti,
Endülüs-İslam medeniyeti.
Başlangıçta Müslüman Arapların siyasî himayelerinde gelişen İslam
medeniyeti; Arap, Türk, İran, Mısır ve diğer farklı milletlerin katkı ve destekleri ile
oluşturulmuş bir medeniyettir. Şekilsel çerçevesini ve içeriğini her zaman İslamiyet
belirlemiş, açık bir şekilde her alanda tesirini göstermiştir.
İslâm Medeniyeti diğer medeniyetlerin kavram ve ürünlerini kendi değer
ve prensipleri ile karşılaştırmış, kendi inanç ve kabullerine uygun olanları
benimsemiş, ters düşenleri ise ya uygun hale getirmiş ya da reddetmiştir.
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
Şekil–2: İslam medeniyetinin Temelleri
İslam medeniyeti bir din medeniyetidir. Başka bir deyişle bu medeniyetin
ortaya çıkmasında, gelişmesinde İslam dini başat rol oynamıştır. Bu yüzden de bu
medeniyeti din faktörü göz ardı edilerek belli bir ırka atıfla Arap Medeniyeti
şeklinde değerlendirmek veya yorumlamak tarihî zeminde herhangi bir geçerliliğe
sahip olmayacaktır. İslam’ın, öğrenmeyi, araştırmayı, çalışmayı, üretmeyi,
düşünmeyi şiddetle tavsiye etmesi, mensuplarını bu konuda teşvik etmiş, sadece
maddî planda değil olayın manevî boyutta da ele alınmasını sağlamıştır. Bu durum
Müslümanların yeni bir medeniyet inşasında yoğun bir faaliyet içerisine
girmelerine neden olmuştur.
İslam medeniyeti, bugünkü Batı Medeniyeti ile Eski Yunan, İran, Hint, Çin ve
hatta Mısır medeniyetleri arasında köprü vazifesi görmüştür. Ancak yanlış
anlamaların önüne geçme adına şunun altını çizmemiz gerekir ki, İslam medeniyeti
bir nakil veya taklit medeniyeti değildir. Yani geçmişi olduğu gibi aktaran taklitçi
veya hiçbir orijinalliği olmayan ara bir medeniyet değil, bilakis kendi inancını,
düşüncesini, bakışını, keşiflerini, tespitlerini bu birikime eklemiş, farklı
medeniyetleri kendi kültür potasında eriterek yeni bir kimlik kazandırmış, kendi
kökenlerine sahip orijinal bir medeniyettir. İşte bu yüzdendir ki, Kindî, Fârâbî, İbn
Sînâ, İbn Rüşd, Birûnî, Tûsî, İbn Haldûn, Ali Kuşçu gibi onlarca âlim bugüne
gelebilmiş, çağdaş Batı Medeniyetinin temellerini atmışlardır.
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
Doğduğu Ortam
Medeniyetleri doğru konumlandırabilmek için tarihî ve coğrafî çerçevelerinin
iyi çizilmesi şarttır. İslam medeniyeti, VIII. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar yaklaşık on iki
asır boyunca hâkimiyetini sürdürmüş, birçok alanda medeniyet tarihine eşsiz
eserler kazandırmıştır. Dolayısı ile İslam medeniyetinin doğduğu ortam üzerinde
kısaca durmamız, onun hangi tarihî ve coğrafî temel üzerinde teşekkül ettiğini
anlamak için gereklidir.
Tarihî Çevre
Hz. Muhammed’in vefatından sonraki kısa bir süre içerisinde Müslümanlar
batıda Fransa’ya, doğuda Çin Seddi’ne kadar uzanan büyük bir coğrafyayı
hâkimiyetleri altına almıştır. Müslümanlar, fethedilen bu coğrafyadaki halka
müsamaha göstermişler, onların dinlerine, inançlarına, ibadet yerlerine
karışmamışlar, hatta bunları kendi korumaları altına almışlardır. Müslümanlar elde
ettikleri bu siyasî, askerî, iktisadî ve ictimaî güçle beraber onlarca ilimde, sanatta,
mimarîde söz sahibi olmuşlar, kendi değerleri ile yoğurdukları büyük bir medeniyet
kurmuşlardır.
Hz. Muhammed’in 610 yılında tebliğe başladığı İslamiyet, başlangıçta ciddi
bir tepki ile karşılaşmakla beraber zamanla Araplar tarafından kabul edilmiştir. Bu
kabullenme ile beraber Kur’ân ve Hz. Muhammed’in uygulamaları (Sünnet)
Müslümanların rehberleri olmuş, bunların emirleri ve tavsiyeleri ile Müslümanlar,
yeni hayatlarına uyum sağlamaya, karşılaştıkları sorunları Kur’ân ve Sünnet
çerçevesinde çözmeye çalışmışlardır.
Hz. Muhammed vefat ettiği sırada Arap yarımadasının önemli bir kısmı
İslamiyet’i kabul etmiş durumdaydı. Hz. Muhammed’den sonra devletin başına
geçen Hz. Ebu Bekir döneminde hem Arap yarımadasındaki ayrılıkçı hareketler
bastırılmış, hem de kuzey yönünde Suriye, Filistin, Irak taraflarına ilk fetih
hareketleri başlatılmıştır. Hz. Ömer döneminde ise fetih hareketi devam ettiği gibi,
fetihlerin getirdiği ihtiyaçlara binaen kurumsallaşmaya da yönelinmiştir.
Hz. Ömer döneminde, Sâsânî ve Bizans İmparatorluklarına karşı elde edilen
askerî ve siyasî başarılar neticesinde; Irak, İran, el-Cezîre, Suriye, Filistin ve Mısır
toprakları Müslümanların eline geçmiş bulunuyordu. Arap yarımadası dışında
birbirini takip eden bu fetihler esnasında ve sonrasında, İslam Devleti hâkimiyeti
altına giren değişik milletlerin, dinî, siyasî, iktisadî ve medenî statülerinin tespit
edilmesi gerekliliği kendisini hissettirmişti. Devletin gerek Müslümanlarla, gerek
gayr-ı müslimlerle alakalı olmak üzere ortaya çıkan sorun ve ihtiyaçlarını gören Hz.
İnananlar topluluğu İslâm’ın prensipleri doğrultusunda kendi yönetim,
düşünce, bilim, sanat ve hukuklarını oluşturmuşlardır.
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Ömer, bunların çözülmesi yolunda çeşitli düzenlemelere girişmiş ve birçok yeni
müessesenin kuruluşunu gerçekleştirmeye çalışmıştır. Hz. Ömer, fethedilen
ülkelerdeki Sâsânî ve Bizans İmparatorluklarının iktisadî ve idarî tecrübelerinden
istifade etmiş, teşkilatlanmada bunlardan da faydalanmıştır.
Bu dönemde birtakım idarî ve malî kurumlar oluşturulduğu gibi, fetih
organizasyonun sağlıklı bir şekilde yürütülmesi ve Müslüman yerleşiminin
sağlanması için Kûfe, Basra gibi ilk şehirler de kurulmuştur. Fetihler, dinî, fikrî,
içtimaî, mâlî, iktisadî, idarî, siyasî olmak üzere hayatın her alanında değişimi
beraberinde getirmişti. Hz. Ömer bu değişim rüzgarından faydalanma yoluna
gitmiş, devletin değişen şartlara göre yeniden yapılandırılması sürecinde, elzem
olan siyasî ve iktisadî hamleleri zamanında yapmıştır.
Hz. Ömer’den sonra devlet başkanlığına geçen Hz. Osman döneminde de
fetihler devam etmekle beraber, İslam toplumunda ilk ayrılıklar görülmeye
başlanmıştır. Hz. Ali dönemi, bu ayrılıkların savaş meydanına taşındığı dönemdir.
Onun öldürülmesi ile de Râşid Halifeler dönemi son bulmuştur.
Emevi Devletinin kurucusu olan Muâviye’nin döneminde İslam toplumu
tekrar siyasî istikrarı yakalamıştır. Emeviler zamanında yönetim, dışa kapalı Arap
ağırlıklı bir yapı görünümündeydi. Emevi idarecilerinin birtakım uygulamaları
nedeniyle fethedilen bölgelerdeki yerli halkın İslam toplumuyla bütünleşmeleri
gecikmiştir. Bununla beraber Müslüman Araplar, hâkimiyet sağladıkları coğrafyada
Hıristiyan, Yahudi, Mecusi gibi farklı dinî gruplar, Fars, Süryani, Rum, Kıbtî, Berberî
gibi farklı ırklarla bir arada yaşamaya başlamışlardı. Bu dönemde fethedilen
İspanya (Endülüs) bir arada yaşama tecrübesi konusunda son derece önemli bir
örnek oluşturuyordu. Çünkü buradaki Müslüman, Hıristiyan ve Yahudiler dinî
grupları, Berberîler, Araplar ve dini tercih açısından kendi aralarında bölünmüş
olan yerli halk da etnik unsurları oluşturmaktaydı.
Emeviler dönemini siyaseten içe dönük olmasına rağmen Müslümanların dış
kültür ve medeniyetlerle tanışma dönemi olarak tanımlamak mümkündür. Bu
dönemde Müslümanlar, farklı medeniyetlere mensup insanlarla muhatap olmaya,
onların özellikle de ilmî tecrübelerinden istifade etmeye başlamışlardır. Ancak çok
geçmeden Müslümanlar bu birikimi içselleştirmeyi başarmışlardır. Nitekim
ekonomik bağımsızlık anlamında para politikasının belirlenip dinar ve dirhemlerin
bastırılması, resmî dilin Arapça olarak kabulü bu döneme rastlamaktadır. Emeviler
dönemi sadece siyasî veya malî anlamda değil aynı zamanda bilimsel anlamda da
Müslümanların profesyonelleşmeye başladıkları süreci ifade etmektedir. Siyer,
Hadis, Tefsir, Fıkıh gibi İslamî ilimlere dair ilk risâleler bu dönemde yaygınlaşmış,
ilimlerin metodolojilerine dair prensipler yerleştirilmeye başlanmıştır.
661 yılında kurulan Emevi Devleti 750 yılında Abbasi ihtilali ile yıkılmıştır.
Abbasiler dönemi, İslam tarihinin (749-1258) 524 yıllık önemli dönemlerinden
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
biridir. Her ne kadar Abbasi hanedanı 1517 yılında kadar Mısır’da varlıklığını devam
ettirmişse de bu dönemde ne siyasî ne de askerî bir etkinliği kalmamıştı. Abbasi
halîfeleri, Cengiz Han’ın torunu Hulagu Han’ın gelişine kadar yani 1258 yılına kadar
saltanatlarını devam ettirmişlerdir. 524 yıllık bu dönemde toplam 37 halife iktidara
gelmiştir.
İslam medeniyetinin tarih sahnesinde ortaya çıkma zamanı/etkili olmaya
başladığı Abbasiler dönemidir. Nitekim Halife Mehdî ve Hârûn Reşîd dönemi
sadece askerî zaferlerin, malî zenginliğin arttığı dönem değil, aynı zamanda kültür
ve medeniyette yükselişin dönemidir.
Siyer, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam gibi İslam’ın kendi bünyesinden doğmuş
olan dinî ilimleri hariç tutacak olursak başlangıçta Müslüman Arapların özellikle de
fen bilimlerinde sistematik bir ilmî geleneğe sahip olduklarını söylemek zordur.
Ancak Müslümanlar diğer ilimlerde de İslam’ın öğretileri doğrultusunda son derece
araştırma ve öğrenme arzusuna sahiptiler. Bu nedenle hem fethettikleri bölgelerde
yaşayanların bilgi ve tecrübelerinden istifade ile hem de geçmiş veya çağdaş
medeniyetlerin ürünleri olan kitapların Arapçaya çevrilmesi ile kısa süre içerisinde
kendi özgün bilimsel anlayışlarını ortaya koymuşlar, kendilerine ulaşan ilim, fikir ve
sanat gibi birçok alanda çağlarını aşan bir ilerleme kaydetmişlerdir.
Abbasi hilâfeti döneminde merkezde değişik iktidar dönemleri yaşandığı gibi,
diğer bölgelerde de birçok devlet kurulmuştur. Hiç şüphesiz İslam medeniyeti
açısından bunlar içerisinde en önemlisi Endülüs’tür. Emeviler döneminde
fethedilen ve Emevi ailesine mensup I. Abdurrahman’a kadar valiler tarafından
yönetilen Endülüs, İslam medeniyetinin Batı’ya açılan kapısı konumundaydı.
Abbasilerin Emevileri yıkmasından sonra İslam dünyasının doğusuna Abbasiler
hâkim olurken, batısında yer alan Endülüs Emevileri onlardan ayrılmışlar, bağımsız
olarak hâkimiyetlerini sürdürmüşlerdir. Endülüs Emevileri bölgede seksen yıl devlet
olarak varlıklarını devam ettirmişlerdir. Endülüs Müslümanları, Emevilerinden
sonra da Tavâif-i Mulûk, Murabıtlar ve Muvahhider gibi devletlerle XVI. yüzyıla
kadar siyasî varlıklarını; XVIII. yüzyıla kadar da dinî ve sosyal varlıklarını birçok
zorluklarla beraber sürdürmeyi başarmışlardır. Endülüs, siyasî, ilmî ve sanat
çevreleri, çeviriler, kurumlar, sanat eserleri, mimarî ve birçok ilim dalında ortaya
koydukları onlarca eserle İslam medeniyetine büyük katkı sağlamıştır. Doğuda
Abbasi idaresi altında gelişen İslam medeniyeti, neredeyse eş zamanlı olarak
Endülüs aracılığı ile de Batı’ya aktarılmıştır.
Müslüman ilim adamları bu dönemde yapılan çevirilerle geçmiş
gibi birçok devlet ve medeniyete yurt olmuştur. Doğu Roma’nın kontrolü altında
olan Suriye’nin fethine Hz. Ebu Bekir döneminde başlanılmış, Hz. Ömer döneminde
tamamlanmış, daha sonra da bölgenin en önemli şehirlerinden olan Dimeşk (Şam)
Emevilere başkentlik yapmıştır. Emeviler döneminde doktor, şair, edip, memur gibi
yerli halktan birçok Hıristiyan, Emevi sarayında görevlendirilmiştir. Böylece
Müslümanlar, onların nesillerdir sahip oldukları bilgi ve tecrübe birikimlerinden bu
şekilde faydalanma imkânına kavuşmuşlardır.
İran: İslam medeniyetinin tarih sahnesine çıktığı dönemde bölgenin en
güçlü iki devletinden biri olan Sasanî İmparatorluğu’nun hâkim olduğu İran, Hz.
Ömer döneminde fethedilmiştir. İran, M.Ö. 4000'lere dayanan tarihi ve yerleşkeleri
ile dünyadaki en eski uygarlıklardan birine ev sahipliği yapmıştır. Farslıların
İslamiyet’i kabulü ile beraber İran edebiyatı, felsefesi, bilimi ve sanatı yeni oluşan
İslam medeniyetinin ana unsurlarından biri olmuştur. Özellikle de Abbasiler
İslam medeniyetinin doğduğu ve geliştiği coğrafya, aynı zamanda İran,
Mısır, Yunan, Roma gibi eski medeniyet havzalarının tamamına yakınını
kapsamaktadır.
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
döneminde Fars kültür ve medeniyeti, İslam medeniyetine dâhil olmaya başlamış,
siyasî yapı, kurumlar, edebiyat, sanat, mimarî gibi birçok alanda etkisini
göstermiştir.
Mısır: Antik Çağdaki en büyük medeniyetlerden birinin kurulduğu Mısır,
Doğu Roma’nın eyaletlerinden biri iken Hz. Ömer döneminde Müslümanlar
tarafından fethedilmiştir. Özellikle mimarî alanda ciddi bir kültürel mirasa sahip
olan Mısır’da ayrıca Müslümanlar Kobt dilinden Arapça’ya çeviriler de yapmışlardır.
Kur’ân’ın Firavunlardan bahsetmesinin, Müslüman ilim çevrelerinin geçmişteki
Mısır uygarlığı ile ilgilenmelerinde önemli rol oynadığını söylemeyi mümkün
kılmaktadır.
Endülüs: Bugün İspanya olarak bilinen Avrupa kıtasındaki yarımada
Müslümanlar tarafından Emevi halifesi Velîd b. Abdulmelik döneminde
fethedilmiştir. İslam medeniyeti açısından buranın fethinin önemi, farklı din ve
etnik unsurların bir arada yaşama tecrübesi ile zenginlik katması, burada yetişen
birçok âlimin ilmî hayata canlılık getirmeleri ve İslam medeniyetinin Avrupa’ya
aktarılmasında köprü vazifesi görmesidir. Bugünkü Batı medeniyetinin öncüllerini
oluşturan birçok öğrenci Endülüs medreselerinde eğitim görmüşlerdir.
Bunlara ek olarak Orta Asya’nın fethi ile beraber Müslümanlar, Çin ve Hint
gibi iki büyük medeniyete sahip bölgeye de komşu olmuşlar, bilhassa ticarî ve
diplomatik ilişkiler neticesinde bu iki coğrafyayı da tanımışlar, kültür ve
medeniyetlerinden faydalanmışlardır.
İslam medeniyetinin doğduğu bu tarihî, siyasî ve coğrafî ortama dayanarak
İslam medeniyetinin ortaya çıkmasında etkin olan kendine has unsurları şu şekilde
saymamız mümkündür:
İslamiyet: Yukarıda da belirttiğimiz gibi, İslam medeniyeti din temeli
üzerinde ortaya çıkmış ve gelişmiş bir medeniyettir. İslamiyet’in öğrenmeye,
araştırmaya, düşünmeye teşvik ile Kur’ân’ın inananlarını ilim sahibi olmaya çağrısı,
Hz. Muhammed’in bu konudaki tavsiyeleri Müslümanları cesaretlendirmiş,
öğrenmeye, araştırmaya yöneltmiştir. Özellikle de bilgiye insanlığın ortak mirası
olarak bakılması, bilgiyi edinme konusunda önemli bir anlayış oluşturmuştur.
Halifelerin savaş tazminatı olarak kitap istemeleri, eser bulup getirmeleri için çevre
devletlere heyetler göndermeleri, âlimleri himâyelerine almaları hep bu “bilginin”
önemini kavramlarının neticesidir.
Fetihler: İslam fetihlerinin hiçbir zaman Haçlı veya Moğol saldırıları gibi
yıkıcı, tahrip edici etkisi olmamıştır. Bilakis fetihler, fethedilen bölgelerdeki artık
unutulmaya yüz tutmuş değerlerin ortaya çıkmasına aracı olmuştur. Müslüman
Araplar, âlimlerin dinlerine bakmaksızın onlardan yararlanma yoluna gitmişler, bir
Hıristiyan edip, bir Yahudi doktor, bir Süryani mütercim pekâlâ toplumda kendisine
yer bulabilmiş, büyük bir hoşgörü ve müsamaha içerisinde kendi ilmî birikimlerini
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
yeni yöneticilerine, yeni öğrencilerine aktarmışlardır. Fetihlerle beraber
Müslümanlar, eski kültür ve medeniyetlerin hüküm sürdüğü coğrafyaya hâkim
olmuşlar, onların maddî-manevî eserlerine, tecrübelerine mirasçı konumuna
geçmişler veya medeniyet çevreleri ile komşu olmuşlardır. Nitekim bu komşuluğun
bir neticesi olarak Çin’den kâğıdı, Hint’ten rakamları almışlardır.
Çeviriler: Medeniyetlerin kurulmasında dilin başat rol oynadığı açıktır. Her
medeniyet kendine özgü ortak bir dil temeli üzerinde yükselmiştir. Kur’ân’ın ve ilk
bağlılarının dili olması hasebiyle Arapça, İslam medeniyetinin ortak dili olmuştur.
Fethedilen bölgelerde Arapçanın iletişimin ortak dili haline gelmesi ile beraber
diğer medeniyetlerle bağlantı kurulabilmiş, Müslümanlar, artık kendi dillerine
çevrilen eserleri anlayabilmişler ve Astronomi’den Fiziğe, Kimya’dan Biyoloji’ye,
Felsefe’ye kadar onlarca farklı ilimde geçmiş medeniyetlerin birikimlerini hem
tashih etmişler, hem geliştirmiş, hem de bir sonraki döneme aktarabilmişlerdir.
Siyasî ve ekonomik istikrar: Fetihlerin getirdiği maddî zenginlik Müslüman
ilim adamlarının desteklenmesini sağlamıştır. İslam dünyasında sadece devlet
adamları değil, zengin muhitler de ilmî faaliyetlere destek olmuşlardır. Siyasî kaos
dönemleri, medeniyetlerin çöküşünü hızlandıran, medeniyet ürünlerinin imha
edildiği dönemlerdir. Dolayısıyla Emeviler, Abbasiler, Endülüs Emevileri, Selçuklular
ve Osmanlılar gibi İslam medeniyetinin siyasî kanadını oluşturan devletler, kendi
içlerinde istikrarı sağladıkları dönemlerde İslam medeniyetine katkı
sağlayabilmişlerdir.
Son olarak İslam medeniyetinin bugünkü durumu üzerinde de kısaca
durmamız gerekecektir. Öncelikle şunu ifade edelim ki, bugün için İslam
medeniyeti tamamen yok olmuş ortadan kalkmış bir medeniyet değildir. Ancak
çağdaş Batı medeniyeti karşısında gerilemiş durumdadır. İslam medeniyetinin
gerileme nedenlerini iç ve dış sebepler olmak üzere iki başlıkta inceleyebiliriz:
İç Sebepler:
Siyasî yönetim alanında dönem dönem istikrarsızlıkların yaşanması,
Müslümanların kendi aralarında çekişmeleri, kabile savaşları, iktidar
mücadeleleri,
Yönetim alanında görevlendirmelerde liyakatin değil, kişisel ve ailevî bağların
dikkate alınması,
Fetihlerin sonucunda Müslüman Araplar, eski medeniyetlerle
karşılaşmışlar, İslam’ın temel prensiplerinden olan hoşgörü ve bilime teşvik ile
İslam medeniyetini oluşturmada bu medeniyetlerden faydalanmışlardır.
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Maddî kaynakların üretime aktarılması yerine, lüks bir yaşam uğruna israf
edilmesi,
Başlangıçtaki düşünce ve ifade özgürlüğünün zamanla kısıtlanması,
Tefsir, Hadis, Fıkıh gibi dinî ilimlere verilen önemin, Felsefe, Astronomi,
Coğrafya gibi beşerî ilimlere verilmemesi, zaman içerisinde bunların ihmal
edilmesi,
Müslümanların bilim ve teknolojiyi üretemedikleri gibi, takip de
edememeleri,
Batı’nın aksine yeni ekonomik kaynaklara ulaşamamaları, sömürge
hareketine direnememeleri, sanayi devrimini kaçırmaları.
Dış Sebepler
Haçlı ve Moğol saldırılarının yıkıcı etkileri,
Coğrafî keşifler neticesinde, pazar ve ticaret yollarının kaybı,
XVIII. yüzyıldan beri sürdürülen sömürü hareketinin yönünün İslam dünyası
olması.
İslam medeniyetini bu durağan halden çıkartıp yeniden büyük ve etkin bir
medeniyet hale getirebilmek için, bir taraftan geçmiş bilgi ve tecrübelerden istifade
ederken, diğer taraftan da hatalardan ders çıkarılması gerektiği açıktır. Ancak bu
şekilde kökenlerden kopmaksızın, İslam medeniyetinin yenilenmesinin
sağlanabileceği kanaatindeyiz. Hiç şüphesiz, bunun için de gerekli fikrî zeminin
oluşması adına İslam medeniyetinin tüm tezahürleri ile çok iyi öğrenilmesi gerektiği
muhakkaktır.
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Öze
t • Kültür; “toplumların tarihî süreç içerisinde elde ettikleri maddî ve manevî değerleri, yaşam tarzları, övünçleri, davranışları, bunları elde etme ve aktarma yolları, kendilerine özgü inanç ve âdetler bütünü”, Medeniyet ise; “evrensel düzeye ulaşmış bir kültür veya benzer kültürlerin oluşturdukları anlama, yaşama, bilgi, teknoloji ve maddî-manevî kurumların bütünü” demektir.
• İslam Medeniyeti, miladî VIII. asırda ortaya çıkan ve Endülüs’ten Çin’e kadar uzanan geniş bölgede hüküm sürmüş, temelinde İslam dininin prensiplerinin olduğu, bugünkü Batı medeniyeti karşısında gerilemekle beraber varlığını devam ettiren, farklı etnik unsurlardan oluşan Müslümanların kurdukları medeniyetin adıdır. İslam medeniyeti, Arap, Türk, İranlı, Mısırlı ve diğer birçok halkın katkısı ile oluşturulmuş bir medeniyettir. Ancak şekilsel çerçevesini ve içeriğini her zaman İslâm belirlemiş, açık bir şekilde her alanda etkisini göstermiştir.
• Fetihlerle beraber Müslümanlar, Mısır ve İran medeniyetlerinin coğrafyasının tamamına, Grek/Roma medeniyetlerinin de bir kısmına hâkim, Hint ve Çin ile de komşu olmuşlardır. Müslümanlar, bu medeniyetlerin eserlerini kendi dillerine çevirmişler, yorumlamışlar, tashih etmişler ve kendi görüşleri çerçevesinde farklı alanlarda orijinal eserler vermişlerdir.
• İslâm medeniyeti bugünkü Batı medeniyeti ile Eski Yunan, İran, Hint, Çin ve hatta Mısır medeniyetleri arasında köprü vazifesi görmüştür. Ancak İslam medeniyeti bir nakil veya taklit medeniyeti değildir. Bilakis Müslümanlar, kendi inançlarını, düşüncelerini, hayata bakışlarını, keşiflerini, tespitlerini bu birikime eklemişler, farklı medeniyetleri kendi kültür potalarında eriterek yeni bir kimlik kazandırmışlar, kendi kökenlerine sahip orijinal bir medeniyet kurmuşlardır. İşte bu yüzdendir ki, Kindî, Fârâbî, İbn Sînâ, İbn Rüşd, Birûnî gibi onlarca âlim bugüne gelebilmiş, çağdaş Batı medeniyetinin temellerini atmışlardır.
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Değerlendirme
sorularını sistemde ilgili
ünite başlığı altında yer
alan “bölüm sonu testi”
bölümünde etkileşimli
olarak
cevaplayabilirsiniz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi kültürle medeniyet arasındaki ilişki bağlamında dile getirilemez?
a) Kültürle medeniyet arasındaki temel ayrışma kavramlara yüklenen anlam farklılıklarından doğmaktadır.
b) Medeniyet evrensel, kültür millîdir. c) Milletler kültürlerini değiştirebilirler, medeniyetlerini
değiştiremezler. d) Kültürler de medeniyetler gibi gelişim ve değişime uğrayabilirler. e) Kültürle medeniyet birbirinden farklı kavramlardır.
2. Bir medeniyetin doğup gelişebilmesi için aşağıdakilerden hangisi gerekli bir şart değildir?
a) Din, ahlak, kültür gibi manevî değerler. b) Siyaset, eğitim, ekonomi gibi maddî değerler. c) Ortak bir ideal etrafında bir araya gelmiş toplum. d) Mensupları arasında iletişimi sağlayacak ortak bir dil. e) Toplumda birlik ve beraberliği sağlayacak olan ortak bir ırk.
3. Aşağıdakilerden hangisi medeniyetlerin ortak özelliklerinden değildir?
a) Evrensel olmaları. b) Diğer medeniyetlerden etkilenmemeleri. c) Kendilerine has özelliklere sahip olmaları. d) Oluşumları için benzer şartları taşımaları. e) Farklı kültürleri bünyelerinde barındırabilmeleri.
4. Aşağıdakilerden hangisi İslâm Medeniyetinin doğrudan faydalandığı bir medeniyet değildir?
a) Yunan Medeniyeti. b) Mısır Medeniyeti. c) İran Medeniyeti. d) Hitit Medeniyeti. e) Hint Medeniyeti.
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
5. Aşağıdakilerden hangisi İslâm Medeniyetini tam olarak ifade etmektedir?
a) İslâm Medeniyeti, geçmiş medeniyetlerden istifade etmiş, kendine has özellikleri olan orijinal bir medeniyettir.
b) İslâm Medeniyeti geçmiş medeniyetlerin eserlerini bugüne taşımış olan ara bir medeniyettir.
c) İslâm Medeniyeti hiçbir medeniyetten istifade etmemiş, kendine özgü değerlerlerle ortaya çıkmış orijinal bir medeniyettir.
d) İslâm Medeniyeti, kendinden önceki medeniyetlerin ürünlerini taklit etmek suretiyle oluşan bir nakil medeniyetidir.
e) İslâm Medeniyeti, kendi içerisine kapalı orijinal bir medeniyettir.
6. İslâm Medeniyetinin geçmiş medeniyetlerle ilişkisini sağlayan en önemli etken aşağıdakilerden hangisidir?
a) Fetihler.
b) Siyasî ve ekonomik istikrar.
c) Müslüman olan yerli halk.
d) Çeviriler.
e) Eski medeniyetlere ait arkeolojik buluntular.
Hz. Muhammed’in 610 yılında tebliğe başladığı İslâmiyet, başlangıçta ciddi bir tepki ile karşılaşmakla beraber zamanla Araplar tarafından kabul edilmiştir. Bu kabullenme ile beraber Kur’ân ve Hz. Muhammed’in uygulamaları (Sünnet) Müslümanların rehberleri olmuş, bunların emirleri ve tavsiyeleri ile Müslümanlar, yeni hayatlarına uyum sağlamaya, karşılaştıkları sorunları Kur’ân ve Sünnet çerçevesinde çözmeye çalışmışlardır.
7. İslâm Medeniyetinin ortaya ilk çıkışında Müslümanlar problemlerini aşağıdakilerden hangisine uygun olarak çözmeye çalışmışlardır?
a) Yahudi gelenek ve şeriatına b) Hıristiyan gelenek ve şeriatına c) Cahiliye gelenek ve şeriatına d) Kur’an ve Sünnete e) Haniflik gelenek ve şeriatına
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
9. Selçuklu Türklerinin İslâm Medeniyetine en büyük hizmetleri aşağıdakilerden hangisidir?
a) Dış saldırılara karşı koruma. b) Sanat eserleri. c) Ekonomik destek. d) Çeviriler. e) Yeni bir siyasî yapı oluşturmaları.
10. Aşağıdakilerden hangisi İslâm Medeniyetinin geri kalma nedenlerinden biri değildir?
a) Siyasî istikrarsızlıklar. b) Düşünce özgürlüğünün kısıtlanması. c) Hilâfetin siyasî otoritesini kaybetmesi. d) Haçlı ve Moğol saldırıları. e) Pazar ve ticaret yollarının kaybı.
Cevaplar Anahtarı
1-c, 2-e, 3-b, 4-d, 5-a, 6-a, 7-d, 8-e, 9-a, 10-c
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23
YARARLANILAN KAYNAKLAR
Arnold, T. Walker. (1982). İntişar-ı İslam Tarihi. (çev. Hasan Gündüzler). Ankara:
Akçağ Yayınları.
Ana Britannica. (1990). “Kültür”. (XX, 119-123). İstanbul: Ana Yayıncılık.
Avcı, Casim. (2003). İslam Bizans İlişkileri. İstanbul: Klasik Yayınları.
Baltacı, Cahit. (2007). İslam Medeniyeti Tarihi. İstanbul: Marmara Üniversitesi
İlâhiyat Fakültesi Yayınları.
Barthold, W. Wiladimir. (1984). İslam Medeniyeti Tarihi. (çev. Fuat Köprülü).
Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.
Behiy, Muhammed. (1992). İslam Düşüncesinin İlahi Yönü. (çev. Sabri Hizmetli).
Ankara: Fecr Yayınları.
Corci Zeydan. (1972). İslam Medeniyeti Tarihi. (çev. Z. Megamez). İstanbul: Üçdal
Neşriyat.
Durant, Will. (1996). Medeniyetin Temelleri. (çev. N. Muallimoğlu). İstanbul:
Birleşik Yayıncılık.
Durant, Will. (2004). İslam Medeniyeti. (çev.Orhan Bahaeddin). Ankara: Elips
Yayınları.
Gökalp, Ziya. (1991). Türk Uygarlığı Tarihi. (haz. Yusuf Çotuksöken). İstanbul: Toker
Özakpınar, Yılmaz. (1997). Kültür ve Medeniyet Anlayışları ve Bir Medeniyet Teorisi.
İstanbul: Kubbealtı Neşriyat.
Özbudun, S. (2003).Kültür Hâlleri. Ankara: Ütopya Yayınları.
Serdar, Ziyaüddin. (1986). İslam Medeniyetinin Geleceği. (çev. Deniz Aydın).
İstanbul: İnsan Yayınları.
Kültür, Medeniyetler, İslam medeniyeti ve Doğduğu Ortam
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 26
Sezgin, Halit. (1972). İnsan ve Medeniyet. İstanbul: Malazgirt Yayınları.
Şenel, Alâeddin. (1995 ). İlkel Topluluktan Uygar Topluma. Ankara: Bilim ve Sanat
Yayınları.
Topçu, Nurettin. (1970). Kültür ve Medeniyet. İstanbul: Hareket Yayınları.
Toynbee, Arnold J. (1978). Tarih Bilinci. İstanbul: Bateş Yayınları.
Üçer, S. Sırrı. (1969). İslam Medeniyeti Tarihi. İstanbul: İrfan Yayınları.
Williams, R. (1993). Kültür. (çev. Suavi Aydın). Ankara: İmge Kitabevi.
İÇİN
DEK
İLER
• Medeniyetlerin Oluşum Süreci ve İslam Medeniyetinin Kaynakları
• İslam Medeniyetinin Gelişim Aşamaları
• İslam Medeniyetinin Temel Özellikleri
HED
EFLE
R • Bu üniteyi çalıştıktan sonra;
• Medeniyetlerin nasıl oluştuğunu açıklayabilecek,
• "İslam Medeniyeti" kavramını tanımlayabilecek,
• İslam medeniyetini oluşturan unsurları sıralayabilecek,
• İslam medeniyetinin kaynaklarını ifade edebilecek,
• İslam medeniyetinin gelişim aşamalarını çözümleyebilecek,
• İslam medeniyetinin temel özelliklerini listeleyebilecek,
• İslam medeniyetinin geleceği hakkında öngörülerde bulunabileceksiniz.
ÜNİTE
2
İSLAM MEDENİYETİNİN KAYNAKLARI, GELİŞİM AŞAMALARI ve TEMEL
ÖZELLİKLERİ
İSLAM KURUMLARI
ve
MEDENİYETİ
TARİHİ
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
GİRİŞ
Bir önceki ünitede kültür ve medeniyet kavramları için pek çok farklı tanım
verildiğini görmüştünüz. Aslına bakılacak olursa medeniyet tarihi bir bütün olarak
ele alındığında medeniyetin, insanlığın ortak malı olduğu anlaşılacaktır. İlk
insandan itibaren ortaya konulan her bir bilgi, her bir tecrübe ve gözlemin nesilden
nesile, asırlardan asırlara, coğrafyalardan coğrafyalara ve nihayet medeniyetlerden
medeniyetlere aktarılışıyla ilgili mutlaka bir öyküsü bulunmaktadır. Medeniyet
kavramıyla ilgili tanım farklılıklarının, medeniyetlerin birbirine karşı üstünlüğü veya
önceliği ile ilgili tartışmalardan ve çoğu zaman ideolojik bakış açısından
kaynaklandığını söylemek mümkündür.
Bu bakımdan hangisi olursa olsun herhangi bir medeniyeti, insanlık tarihinin
akışı içersinde birbirine geçmiş zincir halkalarından sadece birisi olarak düşünmek
daha gerçekçi olmamızı sağlayacaktır.
Dolayısıyla tarihin derinliklerinde kalan veya yeni oluşan bir medeniyete; bir
dinin, bir milletin veya bir coğrafyanın, geçmişten gelen birikimler ve bünyesinde
bulunan tüm insanlarla birlikte asırlar içerisinde oluşturduğu veya oluşturacağı
maddi ve manevi tüm değerlerin bileşkesi olarak bakmak daha doğru olacaktır.
MEDENİYETLERİN OLUŞUM SÜRECİ VE İSLAM
MEDENİYETİNİN KAYNAKLARI
Medeniyetlerin Oluşum Süreci
Biraz önce ifade ettiğimiz “medeniyet” kavramıyla ilgili görüşlerimizi, birkaç
örnekle açmaya çalışalım. Mesela, ilk örnek olarak Yunan medeniyeti kavramını ele
Bir
eyse
l Etk
inlik
• Genel hatlarıyla baktığımızda Batılıların, birçok bilimsel buluşu ilk defa Yunanlıların ortaya koyduğunu iddia ettiklerini görürüz. Öte yandan bu durum diğer medeniyet mensupları için de söz konusudur. Onlar da birçok buluşun kendi medeniyetlerinde ilk defa ortaya konulduğunu ileri sürmektedirler. Bu konuya ait örnekler bulmaya çalışınız? Bu örnekler üzerinde araştırma yaparak iddiaların doğru olup olmadığını tetkik ediniz. Yardımcı olmak üzere bk. Levent Öztürk, "Bilim ve Medeniyet Tarihi Çalışmalarında İdeolojik Bir Sorun: Öncellik Meselesi", Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (Konya 2007), XXIII, 23-34.
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Bilim ve medeniyet Yunanla başlamamıştır.
Bilakis çok daha öncesine
dayanmaktadır.
Pitagoras teoremi ve Öklit postulatları,
Yunanlılardan önce de biliniyor ve
kullanılıyordu.
alalım. Birçok tanıma göre Yunan medeniyeti denildiğinde Yunanlıların üretmiş
olduğu üstün seviyedeki maddi ve teknik unsurlar anlaşılmakta; hatta bilim ve
medeniyet Yunanla başlatılmaktadır. Ancak şunu hemen söylemek gerekir ki, ne
tarih ve medeniyet, ne de bilim ve teknik Yunanla başlamıştır. Bu cümlemizi şu üç
hususa vurgu yaparak birlikte çözümlemeye çalışalım:
Öncelikle Yunan medeniyetinin oluşum sürecini daha iyi anlayabilmek için
kendisinden önceki dönemlerde insanlık tarihinin üretmiş olduğu bilgi birikiminin
mahiyetini kavramak gerekmektedir. Medeniyetin önemli görünümlerinden birisi
olan sadece bilim çalışmalarından birkaç tane örnek vermek bile konuyu
anlamamızı kolaylaştıracaktır. Matematik, astronomi ve tıp sahalarındaki bazı
buluşlar bunun için uygun olacaktır. Mesela, Yunanlı bilim insanı Pitagoras’a (M.Ö.
580-500) ait olan Pitagoras teoreminin milattan önce sekizinci yüzyıldan itibaren
Hint geometrisinde bilindiği kabul edilmektedir. Yine bir diğer Yunanlı bilim insanı
Öklides’e (M.Ö. 330-275) ait olan Öklit postulatlarının (ispatsız kabul edilen
önermelerin) benzerleri de milattan önce sekizinci asır ile beşinci asırlar arasına ait
Brahmanik metinlerde Yunandan beş asır kadar önce görülmektedir. Yunan
düşüncesinin ilk ekollerinden birisi olan Milet Okuluna mensup bilim insanlarının,
düşüncelerini Pers-Hint kültürünün etkisinde şekillendirdikleri, hatta birtakım
bilgileri onlardan aldıkları yine tespit edilen bilgiler arasındadır. Mısır, Sümer, Hint
ve Çin tıplarının Yunan tıbbından çok eskilere dayandığını söylemeye bile gerek
yoktur.
İkinci olarak da Yunan medeniyetinin sadece Yunanlıların yarattığı bir
medeniyet olmadığı ifade edilmelidir. Yunanlıların hâkimiyetleri altına aldıkları
coğrafyalarda yaşayan köle dahi olsalar tüm insanların, Yunan medeniyetine
önemli katkıları bulunmaktadır. Makedon kralı Büyük İskender’in Hint coğrafyasına
kadar gerçekleştirdiği istila hareketi sonrasında Hint, Pers ve Mısır coğrafyasından
getirdiği eserlerin ve bilim insanlarının Yunan bilimini derinden etkilediği bugün
daha net bir şekilde söylenebilmektedir.
Üçüncü bir husus olarak da Yunanlıların hâkimiyetleri altındaki coğrafyalarda
yaşayan farklı inanç ve kültürlerle zamanla etkileşim sürecine girdiklerini de
unutmamak gerekmektedir.
Burada konuyu daha iyi kavrayabilmemiz için Osmanlı medeniyetini de
örnek olarak verebiliriz: Osmanlı medeniyetini anlayabilmek için bir yandan
temellerini teşkil eden Selçuklu, Abbasi uygulamalarını, Türk medeniyetini ve
nihayet bir bütün olarak İslam medeniyetini; diğer yandan da hâkim olduğu
coğrafyada ona katkı sağlayan Anadolu medeniyetlerini, Bizans ve Avrupa
krallıklarını göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Buna bünyesinde yaşayan
farklı inanç ve kültürlere mensup insanların katkılarını da ilave etmeliyiz.
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
İslam medeniyetini oluşturan İslam
toplumu, müslümanlardan
gayrimüslimlerden ve kölelerden
oluşmaktadır.
Buradan hareketle şu noktaya ulaşmamız mümkündür. Öncelikle her
medeniyet mutlak manada kendisinden önce ortaya konulmuş olan bilgi, birikim ve
medeniyet unsurlarından istifade etmektedir. Şüphesiz kendisinden önce oluşan
birikim kendisine o bilgileri geliştirme imkânı vermektedir.
İslam Medeniyeti
Birinci ünitede İslam medeniyetinin tanımı verilirken “İslam medeniyeti,
miladî VIII. asırda ortaya çıkan ve Endülüs’ten Çin’e kadar uzanan geniş bölgede
hüküm sürmüş, temelinde İslam dininin prensiplerinin olduğu, bugünkü Batı
medeniyeti karşısında gerilemekle beraber varlığını hâlâ devam ettiren, farklı etnik
unsurlardan oluşan Müslümanların kurdukları medeniyetin adıdır.” ifadesine yer
verilerek“farklı etnik unsurlardan oluşan Müslümanların kurdukları medeniyet”e
vurgu yapılmıştı. Bu ünitede, “İslam medeniyeti” kavramını zihnimizde
kurgulamaya çalışırken şu hususları da ilave ederek tanımımızı zenginleştirmeye
çalışacağız.
Bir din olarak İslamiyet asırlar içinde çok farklı kültür ve medeniyetleri
bünyesinde barındıran “yedi iklime” yayılmış ve bu coğrafyaların büyük bir kısmını
hâkimiyeti altında bulundurmuştur. Bu coğrafyalarda yaşayan birbirinden oldukça
farklı inanç ve kültüre sahip insanların bir kısmı İslam dinini benimsemiş; bir kısmı
da zimmî olarak İslam hâkimiyeti altında yaşamayı kabul etmiştir. Bu bakımdan
İslam toplumunun,
Ana unsurunu Arapların teşkil ettiği, buna ilave olarak asırlar içerisinde farklı
ırk ve kültürlere mensup olmalarına karşın İslamiyet’i kabul eden
Müslümanlardan,
Müslümanlar dışındaki İslam hâkimiyetinde yaşamayı kabul etmiş olan farklı
din, inanç, ırk ve kültüre mensup insanlardan, yani en geniş anlamıyla
gayrimüslimlerden,
Bir de inançları ve ırkları ne olursa olsun kölelerden oluştuğunu dikkate
almamız gerekmektedir.
Hiç kuşkusuz bu gruplardan her biri sahip olduğu değerler ve birikimler ile
İslam toplumuna katkıda bulunmuşlardır. Sosyal grupların ve yapıların farkına
varsınlar veya varmasınlar karşılıklı olarak birbirlerini etkiledikleri hepimiz
tarafından bilinen bir husustur.
Buna bağlı olarak İslam hâkimiyetinin şemsiyesi altında yaşayan tüm insan
unsurlarının geçmişten getirdikleri farklı gelenek, inanç ve kültürleriyle asırlar
içinde birbirinden istifade etmek suretiyle ürettikleri medeniyete “İslam
medeniyeti” adını vermek daha doğru olacaktır. Bir diğer ifadeyle İslam medeniyeti,
özünü İslam dininin teşkil ettiği, ilk müntesipleri Araplar olan, ancak zamanla gerek
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
İslam medeniyeti, başta müslümanlar olmak
üzere İslâm toplumunda yaşayan
herkesin katkısıyla vücuda getirilmiştir.
İslam’a geçen gerekse İslam hâkimiyetinde yaşayan farklı din, kültür, ırk ve millete
mensup insanların bir arada yaşayarak ürettikleri medeniyetin adıdır.
İslam medeniyeti kavramının zihnimizde daha iyi şekillenmesi için bazı
örnekler vermek istiyorum:
İlk olarak mimariyle ilgili bir örnek üzerinde duralım. Hepimizin bildiği üzere
Hz. Muhammed döneminde inşa edilen Mescidü’n-Nebî’nin mimarî özellikleri ile
asırlar içinde Müslümanların hâkim oldukları coğrafyalarda inşa ettikleri camiler
birbirinden farklıdır. Bu duruma, coğrafyadan kaynaklanan ihtiyaçlar, yaşanılan
coğrafyanın malzeme faktörü, o coğrafyada mevcut olan geçmiş medeniyetlerin
mimari alandaki etkisi ve estetik algısının değişimi gibi birçok faktör etki etmiştir.
İkinci örneğimizi de devlet bürokrasisinde gayrimüslimlerin istihdam
edilmesi hususunu ele alarak ortaya koymaya çalışalım. Aramızda Abbasiler
döneminde vezir olarak zaman zaman gayrimüslimlerin de görevlendirildiğini
bilenlerimiz mutlaka vardır. Bu durum hem gayrimüslimlerin sorunlarının çözümü,
hem de bir arada yaşanan sosyal hayatta, tecrübelerin paylaşımı bakımından önem
arz ettiği için tercih edilmiştir.
Üçüncü örneğimizi de gayrimüslim hekimlerin, Abbasi bilim hayatındaki
tesirlerini hatırlatmak üzere verebiliriz. İkinci Abbasi halifesi Mansûr döneminden
itibaren sarayda himaye gören Hıristiyan hekimlerin, İslam dünyasında tercüme
faaliyetlerinin başlamasına, tıp hizmetlerinin ilerlemesine, hastanelerin
kurulmasına oldukça önemli katkıları olmuştur.
Bir
eys
el E
tkin
lik
• Suriye, İran, Anadolu, Kuzey Afrika, Endülüs, Hint ve Çin coğrafyalarında inşa edilen camilerin mimarilerindeki farklılıkları tespit ederek bu farklılığın sebepleri üzerinde bir araştırma yapınız. Medeniyetin maddi unsurlarının oluşumunda nelerin etkili olduğu üzerinde düşününüz.
Bir
eyse
l Etk
inlik
• Osmanlı devletinde gayrimüslim kökenli devlet ricali bulunup bulunmadığı hususunu araştırınız. Hz. Peygamber döneminden itibaren İslam idalerelerindeki bu konuyla ilgili tutum ve uygulamalar için bk. Levent Öztürk, İslâm Toplumunda Hıristiyanlar, İstanbul 1998, s. 381-413.
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
Paylaşımlarını artıran ve bünyesindeki her
unsurdan istifade eden toplumlar, güçlü
medeniyetler kurarlar.
Yukarıda zikrettiğimiz üç örneği bir arada düşündüğümüzde, İslam dininin
sahip olduğu adalet ve hoşgörü prensipleri çerçevesinde hâkimiyetinde
bulundurduğu kültür ve medeniyetleri yok etmediğini; onların katkılarını da alarak
zengin ve canlı bir medeniyet meydana getirdiğini ifade etmek gerekecektir.
Medeniyetlerin, kendisinden önceki veya iç içe yaşadığı kültür ve
medeniyetlerden istifade ederek şekil kazandığını ifade etmiştik. Medeniyetlerin
güçlenmesi ve varlığını daha uzun bir müddet sürdürebilmesinin, bünyesindeki her
unsurdan faydalanabilmesi ve paylaşımlarını artırabilmesi ile mümkün olduğunu
bir kere daha vurgulamak yerinde olacaktır. Bu paylaşımın zayıfladığı ortamlarda
medeniyetlerin gücünde bir düşüş görülür. Kısa veya uzun sürsün, devam ediyor
olsun veya tarihin derinliklerine gömülmüş olsun bütün medeniyetler -aynen
insanlar gibi, hatta devletler gibi- bir ömre sahiptir. Nitekim medeniyetler de doğar
büyür ve ölürler. Ancak bunların varlık süreci, medeniyetlerin gücüne göre değişir.
Medeniyeti temsil eden, bir ırk veya kültür ise zamanla diğer ırkların ve kültürlerin
güçlenmesiyle bizzat kendisi zayıflar. Böylece medeniyetlerde birtakım dönüşümler
yaşanır. Bu dönüşümler yozlaşmış ve kültür değişimine uğramış toplumlar
doğurursa medeniyetlerin bir müddet sonra tarihin derinliklerine gömüldükleri
görülür. Mesela, Roma ve Bizans medeniyetleri yaşam biçimlerinin yozlaşmasıyla
ortadan kalkmışlardır. Buna karşın medeniyeti temsil eden, bir din veya değerler
bütünü ise bunlar da özleri ve temel prensipleri bozulmadığı sürece bütünleyici ve
medeniyeti zenginleştirici bir rol üstlenerek varlıklarını sürdürürler.
Bu tamamlayıcı bilgilerden sonra İslam medeniyetinin kaynaklarını
incelemek yerinde olacaktır.
İslam Medeniyetinin Kaynakları
Tarih boyunca tüm medeniyetler, tespit edilsin veya edilmesin kendisini
meydana getiren tüm etkenlerin tesirinde oluşur ve gelişir. Hiç kuşkusuz
medeniyetlerin bağlı olduğu bir öz bulunmaktadır. Ayrıca onlar bir coğrafya, bir
millet veya bir dinin ayrılmaz parçası da olabilirler. Ancak medeniyet kavramından
bahsediyorsak bu özün, bu çekirdeğin üzerine eklemlenen tüm unsurların ve
süreçlerin yaptığı katkıyı ve ortaya çıkan yeni bileşkeyi görmek gerekmektedir.
Bir
eys
el E
tkin
lik
• Abbâsîler döneminde saray hekimi olarak görev yapan Hıristiyan hekimleri biliyor musunuz? Onların tercüme faaliyetlerine nasıl bir katkı yapmış olabileceğini düşünüyorsunuz? Yardımcı olmak üzere şu makaleyi okuyabilirsiniz: Levent Öztürk, "Abbâsîler Döneminde Yaşayan Hristiyan Doktorların İslâm Toplumuna Katkıları", İstem (Konya 2004), III, 71-79.
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
“İslam Dini”nin kaynağı
sadece ve sadece
vahiydir. Ancak “İslam
medeniyeti”nin
kaynağı, yalnızca vahiy
değildir.
Şüphesiz, “İslam Dini”nin kaynağı sadece ve sadece vahiydir. Ancak “İslam
medeniyeti”nin kaynağı, yalnızca vahiy değildir. O halde İslam medeniyetine
kaynaklık teşkil eden faktörleri belirlemeye ve kısaca açıklamaya çalışalım:
Tevhit İnancı ve Vahiy Kültürü
İslamiyet, Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e uzanan tevhit mücadelesini ve
vahiy geleneğini, sisteminin olmazsa olmazı olarak ortaya koymuştur. Vahiy,
doğrudan veya kıssalar üzerinden temellendirdiği anlatımları ile ilk İslam
toplumunda siyasi, içtimaî, iktisadî, hukukî, askerî ve ahlakî prensiplerin
yerleşmesini sağlamıştır. Böylece Müslümanlar insan-toplum ilişkilerinde, temel
hak ve özgürlüklerde, başka toplumlarla ilişkilerinde evrensel değerler
çerçevesinde kendilerini şekillendirme imkânı elde etmişlerdir.
Bunun da ötesinde geçmiş din ve toplumlarla ilgili Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan
bilgi ve uyarılar, Müslümanlarda evrensel bir düşüncenin ve bir dünya görüşünün
uyanmasına neden olmuştur. Ayrıca vahiy, Müslümanların dünya-ahiret
dengesinde ebedî kalma düşüncesini algılayış biçimlerini de derinden etkilemiştir.
Son bir nokta olarak Âdem’den itibaren insanlık tarihine bir bütün olarak
bakabilme ve bu süreçten güç alma imkânı vermiştir.
İslamiyet’in karmaşık olmayan tek yaratıcıyı kabul eden tevhit vurgusu, farklı
inanç ve kültürlerin yeni dini kabullenmelerini hızlandırmıştır. Bu katılım ve
birliktelik de insan ve toplum yapısının zenginleşmesini sağlamıştır.
Vahyin sunucusu ve uygulayıcısı olan Hz. Muhammed’in yaşam biçimi,
tavsiyeleri ve emirleri de hiç kuşkusuz tevhit inancının yerleşmesi ve
Müslümanların medeniyeti yaratacak manevi gücü elde etmelerinde önem arz
etmiştir.
İnsan ve Toplum Unsuru
Hz. Muhammed, Medine toplumunda Muhacir ve Ensarı aynı değerler
bütünü etrafında birleştirmiş, onları manevi üstünlük fikri etrafında dinamik bir
toplum biçimine dönüştürmüştür. Bu manevi dinamizm bir çekim gücü oluşturmuş,
Bir
eyse
l Etk
inlik
• Dünyanın her yerinde namaza çağrı olan ezan Arapça okunur. Bunun Müslümanlar üzerinde oluşturduğu psikolojiyi analiz etmeye çalışınız. Yahya Kemal’in Eski Musiki ve Itrî şiirlerini okuyunuz. Itrî’nin Tekbir bestesinin diğer İslam ülkelerinde söylenip söylenmediğini araştırınız. Dinî musikînin ırkları ve coğrafyaları birleştiren yönü üzerinde düşününüz.
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
Müslümanlar ilk İslam fetihleriyle birlikte bir
anda kadim medeniyetlerin ve
kültürlerin beşiği olan coğrafyaları ellerine
geçirmişlerdi.
“insanlar için ortaya çıkarılmış” seçkin bir toplum olma ruhu, daima canlı kalmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’in insana eşref-i mahlûkât olarak bakması ve her bir ferdi, tüm
insanlığa bedel olarak görmesi; insandaki benlik algısı, kendisini ve karşısındakini
değerli hissetme duygusu bakımından önemli bir iç dinamizm kazandırmıştır.
Sorumluluk hissiyle beslenmiş olan bu güç, Müslümanların mutlak üstünlüğü
inancını ve her türlü sorunu Allah’ın yardımıyla göğüsleme fikrini ilham etmiştir.
Her bir ferdin, kendisini büyük bir ümmetin üyesi olarak algılaması da bu üstünlüğü
pekiştirmiştir. Bütün bunlar, insanlık için çalışmayı, iyi şeyler üretmeyi, insanların
tüm ihtiyaçlarını en güzel bir biçimde karşılamayı beraberinde getirmiştir. Sonuç
olarak ideal ölçütlerdeki insan ve toplum unsuru, İslam medeniyetini oluşturan
önemli temel taşlardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Fetihler
İslam medeniyetinin oluşumuna kaynaklık teşkil eden önemli unsurlardan
birisi de Hz. Muhammed’in vefatından sonra gerçekleşen fetih sürecidir. Bu yeni
durum öncelikle Müslümanların hâkimiyet ve üstünlük duygularını pekiştirmiştir.
Müslümanlar bu hâkimiyet kurma mücadelesi esnasında ve sonrasında
asırlar boyunca, ele geçirdikleri bölgelerdeki farklı din, kültür ve medeniyetlere ait
mimarî eserlere, kütüphanelere, bilim ve sanat ürünlerine zarar vermemişlerdir.
Aslına bakılacak olursa fetih ve hâkimiyet sürecinde bu varlıklar yok olabilirdi.
Ancak asırlar boyunca varlığını koruyarak günümüze gelmeyi başaran milyonlarca
belge, kitap ve eser, Müslümanların bu husustaki tavrını çok açık bir şekilde
göstermesi bakımından yeterli olacaktır. Bugün İslam’dan önceki Sümer, Hint, Mısır
gibi birçok medeniyete dair bilgilerimizi, günümüze kadar varlığını koruyan bu
malzemeler üzerinden kurguladığımızı dikkatlerden kaçırmamamız gerekir.
Müslümanlar ele geçirdikleri yerlerdeki maddi ve manevi medeniyet unsurlarını
yok etmiş olsalardı hâlihazırda bu medeniyetlerle ilgili birçok bilgiye ulaşma
imkânımız olmayacaktı.
Dolayısıyla Müslümanlar, öncelikle fetihlerle başlayan ve günümüze kadar
uzanan zaman diliminde bu malzemeleri tahrip etmeyerek maddi ve manevi yapıyı
korumuşlar ve yeri gelince kendi ilgi ve ihtiyaçlarına göre bu malzemelerden
istifade etme başarısını göstermişlerdir. Öte yandan Hz. Muhammed’in vefatından
sonra gerçekleşen fetihler, birtakım yeni oluşumların, uygulamaların ve kurumların
ortaya çıkmasına da katkı sağlamıştır.
Artan ve Değişen İhtiyaçlar, Yeni İlgi ve Meraklar
İslam öncesinde Araplar, o dönemde varlığını sürdüren veya izleri devam
eden medeniyetlere göre oldukça geri bir durumdaydı. Ticaret ve tarım, ihtiyaçları
karşılayacak nitelikte ve basit seviyedeydi. Devlet teşkilatlanması, bilim, mimari vb.
alanlarda medeniyet seviyesinde bir gelenek bulunmuyordu.
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
Tercüme faaliyetleri, bir toplumun kültür ve
medeniyet bakımından şekillenmesinde ve
gelişmesinde önemli bir rol oynar.
Tercüme faaliyetleri Abbasi halifesi Hârûnürreşîd
tarafından tesis edilen ve haleflerinin desteği
ile büyüyen Beytülhikme’de
kurumsallaşmış ve İslam bilim dünyasına
önemli katkılarda bulunmuştur.
Fetihlerle başlayan süreç içersinde Müslümanlar tabii olarak diğer kültür ve
inançlara ilgisiz kalmadılar. İslam ilimlerinin teşekkül evresini tamamlamasından
sonra diğer kültür ve inançların eserleri, fikirleri de ilgi çekmeye başladı. Yaşanan
toplumsal hayatın tabii bir tezahürü olarak pek çok şey gözlemleniyor,
konuşuluyor, tartışılıyor; hatta paylaşılıyordu. Bu süreçte öncelikle Müslümanların
İslamiyet’i diğer kültür mensuplarına karşı savunma arzusu önem arz etmiştir.
Ancak öğrenilen yeni fikirlerin, bazen Kur’ân-ı Kerîm ile karşılaştırıldığı, bazı sentez
ve analizlerin yapıldığı; hatta diğer kültürlere ait metinlerden istifade edilerek yeni
düşünce ve problemlerin ortaya atıldığı da oluyordu. Öte yandan İslam toplumu
büyüdükçe yeni ihtiyaçlar da kendisini hissettiriyordu. Tıp, astronomi, matematik,
coğrafya gibi çeşitli alanlarda artan öğrenme ihtiyacı, tercüme faaliyetlerini
gündeme getirmişti.
Tercüme Faaliyetleri
Medeniyetlerin oluşumunda veya zenginleşmesinde, diğer kültür ve
medeniyetlerden yapılan tercüme faaliyetlerinin önemli bir yeri bulunmaktadır.
Yunanlıların Sümer, Hint ve Mısır medeniyetlerine ait eserleri tercüme etmeleri ve
bunlardan istifade ederek yeni fikirler üretmeleri burada örnek olarak
hatırlanabilir. İslam medeniyetinin oluşumunda ve zenginleşmesinde de tercüme
faaliyetleri önem arz etmiştir. Bilim ve felsefe geleneğine sahip olmayan
Müslümanlar, bu yolla diğer medeniyetlere ait eserler ve görüşler hakkında bilgi
sahibi olmuşlardır.
İslam dünyasında gerçekleştirilen tercüme faaliyetlerine hızlıca göz atacak
olursak Hulefâ-yı Râşidîn ve ardından gelen Emeviler döneminde tercüme edilen
eser sayısının oldukça sınırlı olduğunu görürüz. Tercüme faaliyetleri Abbasi Halifesi
Hârûnürreşîd zamanında Beytülhikme’nin kurulmasıyla en yüksek seviyesine
çıkmıştı. Bu döneme kadar yapılanlar ya halifelerin veya veliahtların, ya da bazı
meraklı şahısların özel gayretleriyle gerçekleşmiştir. Bugünkü bilgilerimize göre ilk
tercüme teşebbüsü, Emevi veliahtlarından Hâlid b. Yezîd’in (ö.85/704)
destekleriyle gerçekleşmiştir. Emevi halifelerinden Mervan b. Hakem, Ömer b.
Abdülazîz ve Hişâm b. Abdülmelik döneminde birkaç tıp risalesi ile bazı felsefe
metinlerinin tercüme edildiği bilinmektedir. Emeviler döneminin siyasi çatışmalar
ve istikrarsız devlet yapısıyla bilim çalışmalarına yeterince ilgi duymadığı
söylenebilir.
Abbasi halifeleriyle birlikte Cündîşâpûr’dan saraya getirtilen Hıristiyan
hekimlerin (özellikle Buhtîşû ailesinin)ve saraya davet edilen diğer milletlere
mensup bilim insanlarının halifelere sundukları tercüme eserler, başlangıçta ihtiyaç
duyulan alanlarla, Mesela, tıp, matematik, astronomi vb. alanlarla sınırlı kalmıştır.
Ancak bir yandan Halife Mansûr tarafından sarayda kütüphane oluşturulması
(Hızânetü’l-Hikme), diğer yandan gittikçe artan ilginin Abbasi Halifesi Hârûnürreşîd
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
zamanında Beytü’l-Hikme adı verilen bir tercüme evine dönüşmesi; tercüme
faaliyetlerinin ulaştığı aşamayı gösterir. Bu son dönemde pek çok alanda kitap
tercüme edilmiştir. Sınır tanımayan bir merak Hint, Mısır ve Yunan düşünce ve
biliminin İslam dünyasına aktarımını sağlamıştır. Bilimsel bir geleneğe sahip
olmayan Arap toplumu, öncelikle çeşitli alanlarda tercüme edilmiş olan
kitaplardaki bilgileri anlamaya çalışmış; ardından bu tercümelerdeki birtakım
hatalar, dikkatleri çekmeye başlamıştı. Bu süreç, tercüme eserlerin yeniden gözden
geçirilmesini, başka kişilere yeniden tercümelerin yaptırılmasını beraberinde
getirmiştir.
Tıp, matematik, biyoloji, fizik, kimya, felsefe, mantık, coğrafya, astronomi,
botanik, zooloji, hatta eski inanç ve düşüncelere varıncaya kadar çok geniş bir
alanda gerçekleştirilen tercüme faaliyetlerinin, İslam medeniyetine, kendisini
yeniden şekillendirecek bilgiler bütünü sunduğu tartışmasızdır. Şüphesiz bu, İslam
toplumu için çok önemli bir zenginlik olmuştur. Pek kolay olmasa da Müslümanlar
bu bilgileri hızlı bir şekilde özümsemiş; hatta bazı fikir ve görüşleri tartışmaya bile
açmışlardı. Sonuç olarak bilgilerin özümsendiği, elde edilen bilgilerin geliştirildiği,
sentezlendiği ve ardından yeni fikirlerin üretildiği bir dönem gelmiştir.
Miladî 800-950 yıllarını kapsayan bu dönem, İslam medeniyetinin en önemli
hamlelerinden birisini gerçekleştirdiği dönemlerden birisini teşkil etmektedir. Batılı
araştırmacıların büyük bir kısmı bu döneme, “İslam Rönesansı” adını vermektedir.
İSLAM MEDENİYETİNİN GELİŞİM AŞAMALARI
Hepinizin bildiği üzere uzun ve sağlıklı yaşayan insanlar için “çınar ağacı gibi”
ifadesi kullanılır. Bu betimlemeyle o kişinin uzun ömürlü, tüm olumsuzluklara
dayanıklı ve çevresine faydalı olduğu ifade edilmeye çalışılır. Çınar ağacı çok uzun
boylu, kalın gövdeli, piramit şeklinde, her toprakta ve her mevsimde yetişebilen,
yaprağını dökse de kökleri çok güçlü olan, içi koflaştığında bile varlığını sürdüren,
uzun asırlar boyunca yaşayabilen bir ağaçtır. İslam medeniyetinin gelişim
safhalarını çınar ağacının genel özelliklerine benzeterek açıklamak belki de yerinde
olacaktır. Bu benzetmeyi bir yıl içinde çınar ağacında gözlemlenen değişmeleri,
Bir
eyse
l Etk
inlik
• Beytülhikme'nin kuruluşu ve faaliyetleri hakkında neler biliyorsunuz? Beytülhikme'de kimler görev almıştır? Görev alan bu kişilerin bilim ve fikir hayatına ne gibi katkıları olmuştur? Bilgilerinizi geliştirmek için bk. Mahmut Kaya, "Beytülhikme", DİA (İstanbul 1992), VI, 88-90.
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
İslam medeniyetinin temelleri bizzat Hz.
Muhammed tarafından Medine’de
atılmış; ardından gelenler tarafından
geliştirilmiştir.
Bilime ilgi, bir toplumun ona ihtiyaç
duyması kadar, bu geleneğe sahip olması
veya zamanla bunu oluşturması ile de ilişkilidir. Köklü bir
bilim geleneğine sahip olmayan toplumlar
zamana ihtiyaç duyarlar.
zaman zaman İslam medeniyetinin gelişim aşamalarının bazı özelliklerini tasvir
etmek için kullanmak istiyorum.
Tohum Dönemi: Medine (610-632)
Bizzat Hz. Muhammed’in örnekliği ile şekillenen ve vahyin temel
prensiplerinin, manevi unsurları yüksek bir insan ve toplum yapısı oluşturduğu
dönemdir. Bu dönem, İslam medeniyetinin özünün tamamlandığı ve tohumun en
mükemmel bir biçimde beslendiği en önemli evredir. Temel değerlerin bu süreçte
beslediği insan ve toplum yapısı, ilerleyen zamanlarda, karşılaştığı sorunları
çözebilen ve farklı şartlara direnebilen bir gücün kaynağını teşkil etmiştir.
Tohumun Kök Salması ve Filizlenmesi: Fetihler ve Toplumların
Karşılaşması (632-661)
Bu dönem, tohumun çok farklı özelliklere sahip topraklarda kolayca geliştiği,
kök saldığı ve filizlendiği dönemdir. Hz. Muhammed’in vefatından sonra Hz. Ebû
Bekir’in halifeliği döneminde başlayan fetih hareketi Hz. Ömer ve Hz. Osman
dönemlerinde en geniş sınırlarına ulaşmış; çınar tohumları birçok bölgede kök
salmıştır. Başta sahabe olmak üzere İslamiyet’i yeni benimsemiş Arap kabileleri
tarafından gerçekleştirilen bu fetihler neticesinde özellikleri birbirinden farklı olan
kadim kültür ve medeniyet havzaları, Müslümanlar tarafından hâkimiyet altına
alınmıştır. Ele geçirilen bu bölgelerde, daha önce de zikrettiğimiz üzere birbirinden
farklı özelliklere sahip olan Roma-Bizans, Sâsânî-Fars, Mısır, Afrika, Hint
medeniyetleri ve kadim dinler bulunuyordu. Farklı inanç ve kültürleri zimmî
statüsünde hâkimiyetinde bulunduran Müslümanlar bir yandan fetih hareketinin
devam etmesi öte yandan hâkimiyet altına alınan halklara din ve vicdan hürriyeti
sunarak onları himaye altında bulundurmaları sebebiyle birbirini tanıma sürecini
yaşamışlardır. Temel değerlerin yerleştiği, devlet kurumlarının teşekkül ettiği,
İslamlaşma sürecinin tabii seyrinde devam ettiği bir dönemdir. Bu dönemde
Müslümanlar özellikle Hz. Osman’ın şahadetinden sonra, öncelikle Hz.
Muhammed’in öğretilerinin toplanması ve muhafaza altına alınmasında önemli
adımlar atmışlardır.
İlk Sürgünler ve Boy Atma Dönemi (661-750)
İslam sınırlarının en geniş coğrafyaya ulaştığı, ancak siyasi iç çekişmelerin
yoğun olduğu bir dönemdir. Bununla birlikte öncelikle dini bilgilerin toplanması ve
tasnif edilmesi, tevhit inancının ve temel değerlerin korunması bakımından önem
arz etmiştir. Halifelerin özellikle devlet teşkilatlanmasında farklı kültürlerden de
istifade ederek birtakım yenilikler ortaya koymaları, sanat ve mimarî alanında
önemli birtakım teşebbüslerde bulunmaları bu döneme rastlar. Ancak bilim ve
felsefeye ilgi yok denecek kadar azdır. Yapılan bazı tercümeler ve özel çalışmalar
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
Siyasi gücünü ve toplumsal barışı yitiren toplumlar, bilim, kültür
ve medeniyet sahasındaki güçlerini
de kaybederler.
sınırlı sayıda olup özel gayretlerle gerçekleşmiştir. Bunları ilk sürgünler ve çınar
ağacının yavaş yavaş boy atması olarak nitelemek mümkündür.
Gelişme Dönemi (750-800)
Emevi devletinin yıkılmasıyla birlikte kurulan Abbasiler döneminde birtakım
farklı anlayış ve yaklaşımlar hâkim olmuştur. Bu yaklaşımlar, İslam medeniyetinin
çehresini farklılaştıracak özelliklere sahiptir. Öncelikle 750-800 yılları arasında
artan ihtiyaçlara ve oluşan ilgiye bağlı olarak gittikçe artan bir yoğunlukta tercüme
faaliyeti söz konusudur. Bu dönemde İran, Grek ve Hint ilim ve kültürünün birçok
alandaki eseri Arapçaya çevrilmiştir. Öte yandan Emevi devletinin Arapçılık
politikasının aksine Abbasi devletinin, tüm ırklara eşit davranmaya çalışması, onları
devlet yönetiminde istihdam etmesi, zamanla gayrimüslimlere de devlet
kurumlarında yer vermesi çok kültürlü zengin bir yapının oluşması ve karşılıklı
paylaşım imkânını sunmuştur.
Görkemli Yükseliş (800-950)
Yukarıdaki gelişmelerin tabii bir sonucu olarak elde edilen bilgiler
yoğunlaşmış, İslam toplumu birçok alanda yeni şeyler üretme sürecine girmiştir.
Tercüme faaliyetinin yoğunlaşması tabii olarak farklı kültür ve medeniyetlere ait
bilgilerin İslam toplumuna intikalini, onların öğrenilmesini ve akabinde telif
dönemini doğurmuştur. Müslümanlar tercümelerle elde ettikleri bilgileri kendi
ihtiyaç ve düşünce tarzlarıyla sentezleme yaratıcılığını göstermişlerdir. Onlar, tıp,
felsefe, kimya, astronomi, matematik ve coğrafya alanlarında birçok yeni eser
vücuda getirmişlerdir.
Mesela, Benû Mûsâ kardeşler pi sayısının belirlenmesinde Greklerden
öğrendiklerinden çok daha ince sonuçlara ulaşmışlardır. Hatta yararlanılan eserler
eleştirilmeye başlanmış, Mesela, Câbir b. Hayyân, Câlînûs’un basit ilaçların
etkileriyle ilgili yazdıklarını, yalnızca duyulara dayandığı için muteber saymamıştır.
Sonbahara Doğru: Abbasi Devletinin Siyasi Gücünü Yitirmesi (950-
1100)
Abbasi devletinin miladî 945 yılında başkent Bağdat’ta siyasi hâkimiyetini
kaybetmesi üzerine pek çok bilim insanı ya İslam coğrafyasının daha gözde
kentlerine göç etmiş, ya da farklı devlet veya emirliklerin hizmetine girmişlerdir.
Başkentin siyasi gücünü kaybetmesi ve diğer yerlerin çekim merkezi haline gelmesi
şüphesiz ilmin devamlılığını sağlamaktadır. Ancak ilmin gelişmesini sağlayan
hâlihazırdaki atmosferin ve desteğin kesintiye uğradığını ve çoğu zaman güçlü
devlet yapısının sahip olduğu malî desteğin eskisi kadar sağlanamadığını da
dikkatten kaçırmamak gerekir.
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Medeniyetlerin inşasında temel
değerlerle beslenmiş ve içtenlikle insana
hizmet anlayışını benimsemiş bir
anlayışa sahip olmanın önem arz ettiği görülmektedir.
Sonbaharın Sert Esen Rüzgârı: Haçlı Seferleri (1100-1250)
Onuncu yüzyılın başlarından itibaren İslam dünyasının Bizans devletiyle
yürüttüğü mücadelede toprak kaybettiği bilinmektedir. Bununla birlikte asıl kayıp,
kitleler halinde İslamlaşan Türklerin Anadolu için bir tehlike arz etmesi üzerine
Avrupalılar tarafından başlatılan Haçlı Seferleri olmuştur. Haçlı seferleri, hem İslam
dünyasında, hem de Avrupa’da önemli sonuçlar doğurmuştur.
İslam dünyası açısından bakıldığında ele geçirilen bölgelerde birçok eserin
tahrip olmasına, insan gücünün azalmasına, bilim, kültür ve sanatın durgunlaştığı
ve kesintiye uğradığı bir dönemin başlamasına neden olmuştur.
Haçlı seferleri İslam dünyasının duraklamasına neden olmakla birlikte Batının
İslam dünyasına ilgi duyması, bilim ve sanat eserlerinden etkilenmesi ve İslam
dünyasını öğrenme isteğini yaratması gibi Batı açısından olumlu sonuçlar
doğurmuştur. Bunun neticesinde on birinci yüzyıldan on beşinci yüzyıla kadar pek
çok İslam eseri Batı dillerine çevrilmiştir. Çevrilen bu eserler neticesinde
Batıda“Rönesans”dönemi başlamıştır.
İlk Yaprak Dökümü ve Çetin Geçen Kış: Moğol İstilası (1250-1450)
Zayıflayan İslam dünyası, Doğudan gelen Moğol istilası ile tüm gücünü
yitirmiş; başta Bağdat olmak üzere pek çok kent harabeye dönmüş; maddi ve
manevi birikimlerini kaybetmişti. Bununla birlikte medeniyet bakımından oldukça
geri bulunan Moğollar ele geçirdikleri yerlerde hâkimiyetlerini sürdürebilmek için
bilim ve sanatı desteklemek zorundaydılar. Bu durum İslam coğrafyasının farklı
bölge ve kentlerinin (Mesela, Merâğâ) canlanması anlamına geliyordu. Moğolların
bir müddet sonra İslamiyet’i benimsemesi ise yeni birtakım gelişmelere ve kısmen
eski yaraların sarılmasına zemin teşkil etmiştir.Bu döneme ait İslam medeniyetine
katkı sağlayan pek çok bilim ve sanat eseri günümüze kadar gelme imkânını elde
etmiştir.
Yeni Bahar (1450-1700)
Moğol istilasının tahrip ettiği yerlerden birisi de Anadolu Selçuklularına ait
Anadolu coğrafyasıydı. Beyliklere parçalanmış ve küçülmüş olan Anadolu Selçuklu
Devleti bu istilayla ortadan kalktı. Moğol hâkimiyetine girdi. Uç beyliklerinden
Osmanlılar yönlerini batıya çevirerek ilgi alanlarını belirlediler ve kısa sürüde
başarıya ulaştılar. Ancak Timur’la yapılan savaş Osmanlı Devleti’nin ve
medeniyetinin yükselişinde bir müddet kesinti oluşturdu. Bu kesintiye rağmen
Osmanlılar Türk ve İslam kökenleri ile hâkim oldukları coğrafyanın katkısıyla
İstanbul’un fethine kadar geçen süre içinde yeniden eski güçlerine kavuştular. Fatih
dönemiyle birlikte İslam medeniyetinin üç kıtaya yayılmış olan Osmanlı
coğrafyasındaki baharı başlamış ve yaklaşık üç asra kokusunu yaymıştır. Buna ilave
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
olarak Hint coğrafyasında Babür İmparatorluğu da unutulmamalıdır. Bu dönem,
Batıda Rönesans dönemi başlamadan önce İslam medeniyetinin maddi ve manevi
değerlerinin yeniden güçlendiği önemli evrelerden birisidir.
Aniden Bastıran Kış: Sömürgeleşen İslam Coğrafyası (1700-2011)
Müslümanlar özellikle Osmanlı Devleti’nin duraklaması ve gerilemesiyle
birlikte birtakım zorluklarla yüz yüze gelmeye başlamışlardır. On sekizinci yüzyıl ile
yirmi birinci yüzyılları kapsayan üç asırlık bu süreç İslam medeniyetinin kış mevsimi
gibidir. Uzun yıllar işgal altında kalan ve sömürgeleştirilen İslam devletleri Batı
Rönesansının yarattığı medeniyet hamlelerinden oldukça uzak kalmış; Osmanlı
Devleti’nin Batıdaki gelişmeleri takip etmeye çalışması da sonuç vermemiştir. Bu
yüzyıllar ilim ve fende ilerlemeden ziyade, bağımsızlık için mücedele verilen bir
zaman dilimidir. Bu dönemde bazen bağımsızlık kazanılan yerlerde dahi siyasi ve
ekonomik özgürlüklerin sınırlı kaldığı görülmektedir. 1990’lı yıllarda Orta Asya’da;
2010’lu yıllardan bu güne Arap dünyasında verilen mücadeleler bunu açıkça
göstermektedir. Ayakta kalma ve özgürlükleri yeniden kazanma mücadelesi verilen
bu dönemde İslam medeniyetinin duraklaması, hatta geri durumda kalmış olması,
üzerinde düşünülmesi gereken bir süreçtir.
Yeniden Bahara: İslam Medeniyetinin Yeniden İnşası
İslam medeniyeti, on beş asırlık süreç içerisinde birçok evreden geçmiştir. Bu
sürece bakıldığında çok farklı dönemler, yükseliş ve düşüşler, kısaca önemli
tecrübeler söz konusudur. Bir bütün olarak bakıldığında İslam dininin bu süreç
içinde daima yayıldığı, varlığını ve gücünü daima sürdürdüğü görülmektedir. Ancak
İslam medeniyetinin asırlar içindeki görünümü farklı olmuştur. İslam medeniyetinin
oluşum ve görkemli yükseliş evrelerinde insan unsurunun ve temel evrensel
değerlerin daima ön planda olduğu; çözülme ve dağılma evrelerinde ise bunların
zayıfladığı tespit edilmektedir. İslam medeniyetinin pek çok alanda eski gücünü
yakalaması, hatta öncesinden daha güçlü yeni bir evreye adım atması için öncelikle
temel değerlere sahip insan gücünü yeniden şekillendirmeye ihtiyacı
bulunmaktadır.
Bir
eyse
l Etk
inlik
• İslam medeniyetinin geleceği hakkında öngörülerde bulunarak arkadaşlarınızla gelişmelerin neler olabileceğini tartışınız. Mesela, çeşitli bilim ve teknik alanlarında yeni gelişmelerin neler olabileceği ve ulaşılan başarının insanlığın iyiliği için nasıl kullanılabileceği hakkında örneklemelerde bulununuz. Bunları gerçekleştirmek için neler yapılması gerektiği hususunda arkadaşlarınızla değerlendirmeler yapınız.
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Herkes tarafından kabul edilebilen evrensel
temel değerler, vahye ve insanın özüne dayanan temel
değerlerdir.
İslam medeniyetinde tüm canlılara
merhametin nişanesi olarak, dağ başlarındaki yaralı hayvanların bile
bakımı yapılmıştır. Gurebâ-yı Laklakân ile
kuş evleri bu medeniyet tarafından
üretilmiştir.
İSLAM MEDENİYETİNİN TEMEL ÖZELLİKLERİ
Özünü İslam dininin teşkil ettiği, ilk müntesipleri Araplar olan, ancak zamanla
gerek İslam’a geçen gerekse İslam hâkimiyetinde yaşayan farklı din, kültür, ırk ve
millete mensup insanların bir arada yaşayarak ürettikleri medeniyete İslam
medeniyeti adını verdiğimizi yukarıda zikretmiştik. Bu tanım bağlamında İslam
medeniyeti kavramını belirleyen temel özellikleri kısaca ele almaya çalışalım:
İslam medeniyetinin özü, evrensel değerlere vurgu yapan vahiy kültürüne
dayanır:Bir coğrafyada veya zaman diliminde medeniyetin oluşması, yükselmesi ve
varlığını uzun müddet sürdürebilmesi, o coğrafyada veya zaman diliminde yaşayan
insanların birtakım temel değerlere sahip olmasıyla mümkündür. Medeniyetin
gücü, yayılma hızı ve devamlılığında, insan ve toplumla ilgili bu temel değerlerin,
herkes tarafından kabul edilebilir evrensel ilkelerden oluşması belirleyici bir rol
üstlenir. Bu değerler asırdan asıra, toplumdan topluma, coğrafyadan coğrafyaya
değişmezler. Bu ilkeler her toplum ve asrın ortak aklında ve vicdanında akis
bulurlar. Bu temel değerler, sadece gayeyi belirler; araçlara ise temas etmezler.
Her toplum, her asır bunu ihtiyaçlarına göre şekillendirir. Bu mevzuu daha iyi
kavrayabilmek için birkaç örnek üzerinde birlikte düşünelim:
Mesela, yardımlaşma, tüm insanlar tarafından tartışmasız kabul edilebilecek
temel değerlerden birisidir. Hiçbir insan tarafından reddedilemeyeceği için
evrenseldir. Yardımlaşmanın asırlar içindeki görünümü, bir kişiye maddi destek
sunmaktan yolcular için kervansaray inşa etmeye, hastane kurmaktan yurt inşa
etmeye varıncaya kadar değişkenlik arz edebilir. Hiç kuşkusuz yardımlaşmaya dair
pek çok örnek sunulabilir. Ancak hangi örneği ele alırsak alalım özde temel insanî
bir tavır olan yardımlaşma duygusunun olduğu görülecektir.
Yine hepimizin kabul edeceği üzere insanları liyakat esasına göre göreve
getirmek temel değerlerden birisidir. Hiç kuşkusuz bu değeri canlı tutan toplumlar
hızlı bir şekilde yükselirler. Bunu çiğneyen toplumlar ve dönemler ise kısır
çekişmeler içinde tıkanıp kalırlar.
Bir
eyse
l Etk
inlik
• Son bir yıl içinde deprem, tusunami, kuraklık ve açlık gibi doğal afetlerden etkilenen ülkeleri ve onlara yardım elini uzatan ülkeleri araştırınız. Buna ilave olarak Selçuklu dönemi kervansarayları ile günümüzde birçok kurumun açmış olduğu misafirhane ve yurtları, yardımlaşma ve vakıf hizmeti bakımından inceleyiniz.
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Bu değerler arasında, hiç kuşkusuz sevgi-saygı, güven, dayanışma,
merhamet, doğruluk, dürüstlük, ahde vefa, adalet, bir arada yaşama, kişisel hak ve
hürriyetlere özen gösterme, canlı cansız tüm varlıkları koruma, çalışma, tefekkür,
araştırma, estetik ve güzellik arayışı gibi hususlar da bulunmaktadır.
İşte tam bu noktada, her bir insana kâinattaki yerini ve insan olarak değerini
vurgulayan, insanlar arasındaki ilişkilerde evrensel temel değerleri hatırlatan, bu
değerleri yerleştirmeye çalışan ve İslam medeniyetinin oluşmasında çekirdek yapıyı
teşkil eden vahyin, yönlendirici bir rol üstlendiği görülmektedir. İnsan ve toplum
ilişkilerinin evrensel temel değerler üzerine oturmadığı toplumlarda,
medeniyetlerin süreklilik arz etmesi mümkün değildir. Vahiy kültürü, bu sürekliliği
sağlayacak olan temel prensipleri sunması bakımından önem taşımaktadır.
Dolayısıyla İslam medeniyetinin en belirgin özelliklerinden birisi, tevhit inancı ve
vahiy kültürüdür.
İslam medeniyeti, insana değer veren bir medeniyettir: İnsan mukaddes bir
varlıktır. Yeryüzündeki her şey onun için hazırlanmıştır (Bakara/2: 29; Lokman/31:
20). Bu dünya hayatı da onun mutluğunu sağlamak için sunulmuştur. Bu temel
çerçeve içinde vahye mazhar olan insan, kendisine verilen kıymetten dolayı başta
şahsı olmak üzere tüm insanlara ve onlar tarafından üretilen şeylere değer verir. O,
öncelikle iman kardeşliğini esas alır. Kabile kardeşliğinden, haksız koruma ve
savunmalardan uzak durur. Sınıf ve sınıflaşmaya müsaade etmez. İnsana sunulan
din özgürlüğünden dolayı kendi inancından farklı inanç sahiplerini küçümsemez.
İnsana verilen değerin bir ifadesi olarak hoşgörü anlayışına sahiptir. Bunun bir
neticesi olarak kendisinden önceki her bir insanın veya diğer inanç ve kültürleri
temsil eden insanların ürettiklerini değerli bulur.
Genel hatlarıyla özetlemeye çalıştığımız bu anlayış, fetihlerle ele geçirilen
bölgelerdeki maddi ve manevi değerlerin yok olmamasını sağlamıştır. Dolayısıyla
fethedilen coğrafyalarda yaşayan tüm insanların ve sahip oldukları maddi-manevi
değerlerin koruma altına alınması, zamanla Müslümanların ihtiyaç duydukları
hususlarda bunlardan istifade etmesi sonucunu doğurmuştur. Ayrıca sınıflaşmanın
olmaması sebebiyle köle kökenli veya mevlâ kökenli bazı insanlar, birçok ilim
dalında önemli hizmetlerde bulunmuşlardır.
Bir
eys
el E
tkin
lik
• Hz. Ömer dönemi ile Emevi halifelerinden Muaviye ve Yezid dönemlerini, vali görevlendirmeleri arasındaki temel farkları tespit etmek üzere inceleyiniz. Bulduğunuz farkları karşılaştırmalı bir liste halinde yazınız.
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
İslam’da maddi ve manevi ilimler (fizik-
metafizik) ayrımı bulunmamaktadır.
İlimler bir bütündür ve Allah’ın ilim ve kudret
sıfatının tecellisidir.
İslam medeniyetinin en önemli yapı taşı ilimdir (bilgi ve bilimdir): İslam
inancına göre kâinatın yaratıcısı Allah’tır. Bu yaratma onun ilim ve kudret sıfatının
bir tezahürüdür ve insanlar tarafından yine onun isteği üzere araştırılır. Bu
bakımdan İslam’da maddi ve manevi ilimler (fizik ve metafizik) ayrımı
bulunmamaktadır. İlimler bir bütündür ve Allah’ın ilim ve kudret sıfatının bir
tezahürü olarak âfâk ve enfüse damgasını vurmuştur. Dolayısıyla bunları
düşünmek, araştırmak, tefekkür etmek; Allah’ın mutlak kudretini, yaratma gücünü
ve ilim sıfatını anlamak ve elde edilen bilgiyi insanlarla paylaşmak demektir. Bunun
bir yansıması olarak ilmin anlamını kavrayan kişi, insanî bir tavır olarak elde ettiği
veriler ışığında insanlığa ve medeniyete katkı sağlama arzusunu daima içinde
hisseder. Mesela, gen biliminde elde edilen yeni tespitler, özü itibariyle Allah’ın
yaratma sıfatının bir tezahürünü, onun yaratma sıfatının farklı bir yönünü tespit
etmek demektir. Elde edilen bilgiler ışığında etik kuralları ihlal etmeden
hastalıkların tedavisi için gen üzerinde birtakım çalışmalar yapmak medeniyete
katkı sağlamak anlamına gelecektir. Müslümanların ilim tahsilini farz olarak
algıladıkları ve gereklerini yerine getirdikleri asırlarda, medeniyet tarihine, orijinal
ve insanlığa fayda sağlayan katkılar sundukları hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Bu yapıyı oluşturan temel prensipler kuşkusuz Kur’ân-ı Kerîm’in ilme,
tecrübeye, araştırmaya, gözlem yapmaya ve akla vermiş olduğu değerde gizlidir.
Kerîm bu tavsiyeleriyle ilimlerin gelişmesi için mükemmel bir atmosfer
oluşturmuştur. İslam toplumu kendisini hazır hissettiğinde bu atmosferden en
güzel bir biçimde yararlanmıştır.
Tarih boyunca çeşitli coğrafyalarda kurulan İslam başkentleri ve önemli ilim
merkezleri haline gelen birtakım İslam kentleri her zaman çekim merkezi olmuş;
birçok bilim insanı bu şehirlerde himaye görmüş ve bilimsel çalışmalarını özgür bir
şekilde gerçekleştirmişlerdir. Herhangi bir İslam devletinin gerileme veya çöküş
sürecinde bir diğer İslam devleti, ilim ve siyasette ön plâna çıkarak İslam
medeniyetinin devamlığını sağlamıştır.
İslam medeniyeti, sentezler bütünüdür: Bilginin ve faydalı olanın elde
edilmesinde vahyin sınırlandırıcı bir yönü bulunmamaktadır. Dolayısıyla müminin
yitik malı olan bilgiye nerede ve ne zaman ulaşılırsa alınmalı ve kendisinden istifade
edilmelidir. Bu anlayış İslam medeniyetinin her aşamada farklı veya yeni fikir,
Bir
eys
el E
tkin
lik
• Abbâsî devletinin siyasî açıdan zayıfladığı ve Şii Büveyhî hanedanının hâkimiyetine girdiği süreçte, bilim insanlarının hangi devletlerin himayesi altına girdiğini araştırınız. Meselâ, İbnü’l-Heysem ile İbn Sinâ’nın hayatlarını bu açıdan inceleyiniz.
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Bilgi ve hikmet Müslümanın yitik
malıdır. Onu nerede bulursa alır ve
sentezler. Geliştirmiş olduğu bu bilgiyi
insanlığın faydasına sunar.
İslam medeniyeti, tüm farklılıklardan ve
değerlerden istifade etmesini bilmiştir.
İslam’ın bu sentezci yaklaşımında birbirine
eklemlenerek zenginleşen bir
medeniyet oluşumu söz konusudur.
düşünce ve buluşu takip ederek kendisini zenginleştirmesini, sentezci bir yapıyla
bunları bünyesinde yoğurmasını sağlamıştır. Bilindiği üzere Fransız yazar Paul
Valery’nin, “Aslanın vücudu, yediği hayvanlardan oluşur” sözünü, Mehmet Kaplan
şu şekilde yorumlamaktadır: “Bu fikir, fertlerin kültür hayatına uygun olduğu kadar,
millî kültür sahasına da uygundur. Nasıl bir fert maddi ve manevi şahsiyetini
dışarıdan aldığı gıdalarla geliştirebilirse, milletler de öyledir. Fakat aslan yediği
bütün hayvanları kendi vücuduna kalbeder. İnsanlar ve toplumlar da öyledir. Her
fert ve millet dışarıdan kendi bünyesine uygun olanları seçer. Bu bakımdan seçilen
unsurlar son derece önemlidir. Nasıl hayvanlar ve insanlar dışarıdan bünyelerine
uygun olmayan gıdaları alınca rahatsız olur, hastalanır, hatta ölürlerse millî varlığa
uygun olmayan yabancı kültürler de milletleri öldürebilir. Dünya ve Türk tarihinde
yabancı kültürleri benimsemek yüzünden yok olan devletler vardır” (Kaplan,
1996:s. 31).
Mehmet Kaplan’ın yaptığı teşbihi, benzer bir biçimde İslam medeniyeti için
ifade etmek mümkündür: İslam medeniyeti aslan gibidir. Birçok farklı ürünle
beslenir. Onları hazmeder ve güç kazanır. Özü güçlü olduğu için dışarıdan
bünyesine aldığı şeyleri yeni güçlere dönüştürür. Zaman zaman bünyeye uymayan
yiyeceklerle beslendiği de olmuştur. Ancak bunların oluşturduğu rahatsızlıklar
bağışıklık sistemi güçlü olduğu için kısa sürede ortadan kalkmış; hastalanmaya yüz
tutmuş medeniyet her aşamada yeniden toparlanmıştır.
İslam medeniyeti farklı kültür ve değerleri korur: Biraz önce
ifadelendirdiğimiz örnek, zihinlerde İslam medeniyetinin diğer medeniyetleri veya
kültürleri asimile edebileceği düşüncesini doğurmamalıdır. Zira İslam medeniyeti,
birçok ırk, kültür ve din mensubunu sahip olduğu temel prensipler çerçevesinde
korumuş, gösterdiği hoşgörü sayesinde varlıklarının devamını sağlamış ve asırlar
içinde karşılıklı paylaşım ile medeniyet tarihine önemli katkılar sunabilmeyi
başarmıştır. İslam’ın sentezci yaklaşımında, birbirine eklemlenerek gelişen bir
paylaşım ve çeşitlilik süreci dikkatleri çekmektedir.
İslam medeniyeti, dengeyi gözeten bir yapıya sahiptir: Madde-mana, dünya-
ahiret, insan-toplum, cimrilik-aşırı harcama vb. dengeleri gözetmeyi vurgulayan
âyetler, İslam medeniyetinin ürettiği maddi ve manevi unsurlarda oldukça
yönlendirici bir etkiye sahip olmuştur. İslam medeniyetinin güçlü olduğu ve temel
Bir
eys
el E
tkin
lik •İslam medeniyetinde hoşgörü kültürü hakkında neler biliyorsunuz? Bu
konuyla ilgili örnekler bulmaya çalışınız. Yardımcı olmak üzere şu makaleyi okuyunuz: Levent Öztürk, "İslam Toplumunda Hristiyanlara Gösterilen Hoşgörü Örnekleri –İlk Beş Asır-", Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, IV (Sakarya 2001), s. 25-37.
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
İslam medeniyeti hâkim olduğu coğrafyaları
sömürmemiştir. Aksine sahip olduğu temel
değerler sebebiyle tüm insanlara hizmet
sunmuştur.
değerlerinin iyi yorumlandığı dönemlerde bu anlayış, tüm uygulamalara ve eserlere
aksetmiştir. Mesela, Hıristiyan mabetlerinin kasvetli yapısı ile Çin mabetlerinin
şekilci karmaşıklığı İslam medeniyetine ait mabetlerde görülmez. İslam
medeniyetinin bir örneği olarak Osmanlı camilerini de kendi arasında
karşılaştırırsak Selimiye Camii (1575) ile Valide Sultan(Dolmabahçe) Camii (1855)
arasındaki üslup farklılığı dikkatlerimizi çekecektir. Bu durum asırlar içinde Osmanlı
coğrafyasında yaşayan farklı ırk, kültür ve dine mensup insanların sanat anlayışının,
Osmanlı sanatını ve devlet ricalini etkilemesi anlamına gelmektedir. Bununla
birlikte bu ve benzeri eserler İslam medeniyetinin bir parçası, bir asırdaki tercihi ve
farklılıklardan istifade ederek sentezlediği kültürel mirasıdır.
İslam medeniyeti, ahlâkîliği ve insan haklarını ön plâna alır: İslam
medeniyetinde üretilen her maddi ve manevi unsur, insanın kutsallığını ön plâna
alan ahlakî bir yapıya sahiptir. İnsanın hak ve hürriyetleri, merkezdedir. Ahlâkî
değerleri ihmal eden, insana değer vermeyen, temel hak ve hürriyetleri
sınırlandıran medeniyetlerin, maddi açıdan bir dönem parlasa bile kısa bir müddet
sonra çözülmeye başladığı tarih içinde gözlemlenen gerçeklerden birisidir.
İslam medeniyeti, anti-emperyaldir: Roma medeniyeti, Batı medeniyeti gibi
bazı medeniyetlerin emperyalist yapılarına karşın İslam medeniyeti hâkimiyet
kurduğu coğrafyaları sömürgeleştirmemiş; bilakis ele geçirdiği topraklarda
gayrimüslimlerle aynı ortam ve şartları birlikte paylaşmıştır. Buna ilave olarak ele
geçirilen bölgelerdeki ihtiyaçlar, hizmet anlayışı içinde karşılanmaya çalışılmıştır.
Tarih boyunca Müslümanlar tarafından fethedilen yerlerde toplanan vergilerin adil
ölçülerde olmasına karşın götürülen hizmetlerin yoğunluğu dikkat çekici
mahiyettedir. İslamiyet’in uzun asırlar boyunca hâkimiyet kurduğu; ancak son
yüzyılda siyasi hâkimiyetini yitirdiği bölgelerdeki Türk İslam eserleri bunu açıkça
göstermektedir.
Bir
eyse
l Etk
inlik
• Bugünkü Makedonya, Bosna-Hersek, Bulgaristan ve Yunanistan sınırları içinde kalan İslam eserlerini araştırınız. Yapılan hizmetlerin bilançosunu çıkarınız. Günümüze gelen ve gelmeyen eserlerin sayısını tespit etmeye çalışınız.
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Öze
t • Her bir medeniyeti besleyen temel değerler ve medeniyetlerin bu öz çerçevesinde ürettiği unsurlar birbirinden farklıdır. Ancak medeniyetin, insanlık tarihinin ortak malı olan yönünü de görmek gerekir. Her bir medeniyet, kendinden önceki ve çağdaşı bilgi birikimlerinden ve medeniyet unsurlarından istifade eder. Dolayısıyla medeniyetler, farklı insan ve kültür unsurlarının bileşkesidir.
• Buna bağlı olarak İslam medeniyeti, özünü İslam dininin teşkil ettiği, ilk müntesipleri Araplar olan, ancak zamanla gerek İslam'a geçen gerekse İslam hâkimiyetinde yaşayan farklı din, kültür ve millete mensup insanların bir arada yaşayarak ürettikleri medeniyetin adıdır.
• İslam dininin ana kaynağı vahiydir. Ancak İslam medeniyetine kaynaklık teşkil eden veya İslam medeniyetinin istifade ettiği pek çok kaynak bulunmaktadır. Bunlara örnek olarak tevhit inancı ve vahiy kültürü, temel değerleri güçlü insan ve toplum yapısı, fetihler sayesinde farklı inanç ve kültürlerin yaşadığı eski medeniyet havzalarının ele geçirilmesi, zamanla artan ilgi ve ihtiyaçların müslümanları yeni bilgi ve tecrübelere yöneltmesi, diğer kültür ve medeniyetlere ait eserlerin tercüme edilmesi sayılabilir.
• Medine'de tohum evresini yaşayan İslam medeniyeti, Hz. Ebû Bekir dönemiyle başlayan fetih sürecinde farklı medeniyetlerle karşılaşmıştır. Öncelikle kendi değerlerini koruyan İslam toplumu, zamanla diğer kültür ve medeniyetlerin bilgi birikiminden istifade etmeye başlamıştır. Emeviler döneminde sınırlı kalan bu istifade, Abbasiler döneminde halifelerin desteği ve artan ihtiyaçlar vesilesiyle önemli bir gelişme göstermiştir. 'İslam Rönesansı' adı verilen bu dönemin ardından siyasi gücün zayıflaması ve birtakım dış faktörler sebebiyle İslam medeniyeti durgunluk dönemine girmiştir. Ardından Osmanlılar ile geniş bir coğrafyada hâkimiyet kuran İslam medeniyeti Osmanlı Devleti'nin zayıflaması ile geri kalmıştır. Son yüzyıl bağımsızlık mücadelesi ve toparlanma süreci olarak dikkatleri çekmektedir.
• İslam Medeniyeti, vahye dayanan insan merkezli bir medeniyettir. İslam medeniyetinin en önemli yapı taşları ilim, ahlâk, farklılıkları bünyesinde barındırabilme ve bu farklılıklardan istifade ederek yeni sentezler üretebilme gücüdür.
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Değerlendirme
sorularını sistemde
ilgili ünite başlığı
altında yer alan “bölüm
sonu testi” bölümünde
etkileşimli olarak
cevaplayabilirsiniz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
Hindistan’da ve Arabistan’da kullanılan bir takım bitkisel ilaçlar, aynı anda Yunan tabipleri tarafından aranıyor ve Yunan pazarlarında kendisine yer buluyordu.
1. Yukarıda yer alan bilgiler çerçevesinde aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
a) Bir takım bitkisel ilaçların Hindistan, Arabistan ve Yunan coğrafyasında
kullanıldığı b) Yunanlı tabiplerin bir takım bitkisel ilaçları farklı coğrafyalarda yetişen
bitkilerden elde ettikleri c) Yunanlı tabiplerin diğer coğrafyalardaki bilimsel gelişmelere açık
oldukları d) Yunan pazarlarında farklı coğrafyalara ait ürünlerin satıldığı e) Yunanlı tabiplerin farklı coğrafyalarda yetişen bitkisel ilaçları Yunan
pazarlarından aldıkları
2. Yunanlı bilim insanı Pitagoras’a (M.Ö. 580-500) ait olan Pitagoras teoreminin milattan önce sekizinci yüzyıllarda Hint geometrisinde biliniyor olması aşağıdakilerden hangisini gösterir?
a) Hintlilerin Yunanlılardan daha geri olduğunu b) Pitagoras teoremini önce Yunanlıların bulduğunu c) Hint geometrisinin Yunan geometrisinden önceye dayandığını d) Pitagoras’ın Yunan geometrisine önemli katkılarda bulunduğunu e) Hintlilerin teoremi Yunanlılardan aldığını
3. Makedon kralı Büyük İskender, Hint coğrafyasına kadar gerçekleştirdiği
istila hareketi sonrasında Hint, Pers ve Mısır coğrafyasından pek çok eseri ve bilim insanını ülkesine götürmüştür. Aşağıdakilerden hangisi bunun doğuracağı sonuçlardan birisi olamaz?
a) Yunan biliminin Hint, Pers ve Mısır biliminden etkilenmesi b) Yunan bilim insanlarının Hint, Pers ve Mısır’a göç etmesi c) Yunan düşüncesinin farklı görüş ve fikirler üretmesi d) Hint, Pers ve Mısır bilimine ait eserlerin tercüme edilmesi e) Hint, Pers ve Mısır bilim insanlarının ön plâna çıkması
4. Aşağıdakilerden hangisi İslâm toplumunu oluşturan unsurlardan birisi
değildir? a) Zimmî statüsündeki zerdüştler b) Müslüman İranlılar c) Müslüman köleler d) İslâm toprakları dışında yaşayan hristiyanlar e) Zimmî statüsündeki hristiyanlar
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
5. Hz. Peygamber döneminde inşa edilen Mescidü’n-Nebî’nin mimarî özellikleri ile asırlar içinde Müslümanların hâkim oldukları coğrafyalarda inşa ettikleri camiler birbirinden farklı olmuştur. Bu durumla ilgili olarak Müslümanlar hakkında aşağıdaki durumlardan hangisi söz konusu edilemez?
a) Yaşadıkları coğrafyanın iklim şartlarından etkilendikleri b) Estetik algılarının değiştiği c) Hz. Peygamber dönemi mimarisini beğenmedikleri d) Hâkim oldukları coğrafyanın mimarisinden etkilenmiş olabilecekleri e) Yaşadıkları coğrafyanın malzeme yapısını kullandıkları
İslâm dininin kaynağı sadece ve sadece vahiydir. Ancak İslâm medeniyetinin kaynağı, yalnızca vahiy değildir.
6. Yukarıda yer alan cümlelerle anlatılmak istenen fikir aşağıdakilerden hangisinde en doğru bir biçimde ifade edilmiştir?
a) İslâm dini vahye dayanır. İslâm medeniyeti ise vahye dayanmaz. b) İslâm’ın da İslâm medeniyetinin de kaynağı vahiydir. c) İslâm’ın da İslâm medeniyetinin de pek çok kaynağı bulunmaktadır. d) İslâm medeniyetinin kaynakları çeşitlidir. e) İslâm dininin ana kaynağı vahiydir. İslâm medeniyeti ise pek çok
kaynaktan beslenmektedir.
Yunan bilimi Hint ve Mısır medeniyetine ait kitaplardan; İslâm bilimi Yunan medeniyetine ait kitaplardan; Batı bilimi de İslâm medeniyetine ait kitaplardan tercüme yapmak suretiyle gelişmiştir.
7. Yukarıda yer alan cümleye göre aşağıdaki sonuçlardan hangisi çıkarılabilir? a) Yunan, İslâm ve Batı medeniyetleri birbirinin takipçisidir. b) Yukarıda yer alan medeniyetlerden hiçbiri orijinal değildir. c) Diğer kültürlere ait eserleri tercüme etmek medeniyetleri geliştirir. d) Diğer kültürlere ait eserleri tercüme etmek medeniyetleri diğer
medeniyetlere bağlı kılar. e) Diğer kültürlere ait eserleri tercüme edenler medeniyet seviyesine
ulaşırlar.
8. Aşağıda yer alan cümlelerden hangisinde İslâm medeniyetinin duraklayışının sebepleri diğerlerine göre farklılık gösterir?
a) Büveyhîlerin Bağdat’ı işgali b) Haçlı seferleri c) Moğol istilası d) Avrupanın İslâm coğrafyasını işgali e) Bizans saldırıları
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23
Gen bilimindeki gelişmeler bağlamında müslümanlar etik kuralları dikkate alarak insanların faydasına olacak çalışmaları yapmak zorundadırlar. İslâm medeniyetinin zirveye yöneldiği zamanlarda müslümanların kendi dönemlerinin bilimsel çalışmalarını en üstü seviyede gerçekleştirerek bilim tarihine önemli katkılarda bulundukları unutulmamalıdır.
9. Yukarıdaki cümlede İslâm medeniyetinin hangi özelliğine vurgu yapılmaktadır?
a) Tevhit b) Ahlâkîlik c) Sentez d) Bilim e) Denge
10. Abbâsîler döneminde hristiyan hekimlerin katkılarıyla İslâm dünyasında
hastanelerin kurulmaya başlaması hakkında aşağıdakilerden hangisi kesinlikle söylenemez?
a) İslâm medeniyeti, sadece müslümanlar tarafından inşa edilmiştir. b) Hristiyan hekimler İslâm medeniyetine bir takım katkılarda
bulunmuşlardır. c) İslâm dünyasında hastaneler hristiyan hekimlerin katkıları sonucunda
açılmıştır. d) Abbâsî halifeleri hristiyanların İslâm medeniyetine katkı yapmasına
müsaade etmişlerdir. e) İslâm medeniyeti farklı unsur ve medeniyetlerin katkılarından istifade
etmesini bilmiştir.
Cevap Anahtarı
1-b, 2-c, 3-b, 4-d, 5-c, 6-e, 7-c, 8-a, 9-d, 10-a
İslam Medeniyetinin Kaynakları, Gelişim Aşamaları, Temel Özellikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24
YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER
KAYNAKLAR
Ahmet Hâşim. (1969). Bize Göre, Gurebâhâne-i Laklakan, Frankfurt Seyahatnamesi.
(haz. Mehmet Kaplan). Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
Baltacı, Cahid. (2005). İslam Medeniyeti Tarihi. İstanbul: Marmara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Yayınları, s. 21-73.
Bayezidof, Ataullah. (1993). İslam ve Medeniyet. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları.
Durant, Will. (1996). Medeniyetin Temelleri. (çev. N. Muallimoğlu). İstanbul:
Birleşik Yayıncılık.
Durant, Will. (2004). İslam Medeniyeti. (çev. Orhan Bahaeddin). Ankara: Elips
Yayınları.
Faruki, İ.Raci-Faruki, Lamia.(1991). İslam Kültür Atlası. (çev. M. O. Kibaroğlu-Z.
Kibaroğlu). İstanbul: İnkılâp Kitabevi.
Görgün, Tahsin. (2003). “Medeniyet: Modern Tartışmalar”. DİA, XXVIII (Ankara).
298-301.
Grunebaum, G. E. Von. (1997). “İslam Medeniyetinin Kaynakları. (çev. İlhan
Kutluer). İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti, I-IV. 2. Baskı. İstanbul: Kitabevi
Yayınları, IV, 15-59.
Hitti, Philip K.. (1995). Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi. (çev. Salih Tuğ), I-II. İstanbul:
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakütlesi Yayınları. I, 457-486, 555-626.
Kahya, Esin. (1999). Hintte Bilim. Ankara: Nobel Yayıncılık.
Kaya, Mahmut (1992). “Beytülhikme”. DİA (İstanbul). VI, 88-90.
Kazıcı, Ziya. (2006). İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi. İstanbul: Marmara
Bunlardan başka Hz. Muhammed'e ve ona uyanlara hanîf olarak Allah'a kulluk
etmeleri de emredilmiştir (Yûnus/10: 105; Rûm/30: 30). Buna göre Hanîflik
müşriklik olmadığı gibi, Yahudilik ve Hıristiyanlık da değildir. Bilakis Allah'ın
başlangıçtan itibaren insanlara bildirdiği, insan tabiatına en uygun olan tevhid
dinidir. Netice olarak bütün bunlar hanîf kelimesinin Kur’ân'da hem putperestliğin
hem de Yahudilerle Hıristiyanların bozulmuş tevhid inancının karşıtı olarak kullanıl-
dığını göstermektedir.
Hanîf kavramı Kur'ân'daki anlamıyla hadislerde de yer alır. Nitekim İbn
Abbâs'tan rivayet edilen bir hadise göre Hz. Muhammed'e, “Allah katında hangi din
daha makbuldür?” diye sorulduğunda. "Kolaylaştırılmış Hanîflik" cevabını vermiştir.
(Buhârî/Îmân: 29). Buhârî'de yer alan başka bir rivayete göre de Zeyd b. Amr b.
Nüfeyl hakiki dini aramak amacıyla Şam'a gitmiş, rastladığı bir Yahudi ve bir
Hıristiyan âlimine dinlerini sorup beklediği cevabı alamayınca kendisine hangi dini
önerdiklerini sormuş, onlar da Hanîfliği tavsiye etmişler; Hanîfliğin İbrahim'in dini
olduğunu, onun Yahudi ve Hıristiyan olmadığını, sadece Allah'a kulluk ettiğini
belirtmişlerdir (Buhârî/Menâkıbü'l-Ensâr: 24).
İslami literatürde hanîf olarak nitelenen pek çok kişinin adından
bahsedilmekte olup bunların en başta gelenleri şunlardır: Kuss b. Sâide el-İyâdî,
Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Ümeyye b. Ebu's-Salt’dır. Mekke’de bulunan Hanîflerin en
meşhurlarından olan Varaka b. Nevfel, Hz. Muhammed’in eşi Hz. Hatice’nin
amcasının oğludur. O kavminin dinine uymayı reddedip Şam'a giderk Hıristiyan
olmuş, burada ayrıca Tevrat ve İncil kitaplarını tahsil etmiştir. Varaka, Allah
Resulü’nü ilk vahyi almasının ardından dinledikten sonra kendisine gelenin bütün
peygamberlere ilahî emirleri ulaştıran vahiy meleği Cebrail olduğunu söyleyerek
onun peygamberliğini müjdelemiştir. (Buhârî/Bedü’l-Vahy: 3).
Meşhur Hanîflerden biri de Kureyşli Zeyd b. Amr b. Nüfeyl’dir. O daha
hayatta iken cennetlik olduğu müjdelenen sahâbîlerden Saîd b. Zeyd’in babasıdır.
Zeyd b. Amr ne Yahudilik ne de Hıristiyanlık’a girmiş, kavminin dinini de terk edip
putlara tapmamış, kendisinin sadece Hz. İbrahim'in ilahına inandığını açıklamıştır.
İslam’ın doğuşu döneminde Arap yarımadasında en yaygın dinî anlayış
şüphesiz putperestliktir. Bu inanç, Sâmî toplumlarındaki inanç sistemlerinin en eski
ve en ilkel şeklini temsil eder.
Hz. İbrahim’in Mekke‘de Kâbe’yi inşa etmesiyle birlikte Allah’ın birliği inancı
(Tevhid) Arap yarımadasında kabul edilmeye başlamış, Mekke zamanla bu anlayışın
merkezi olmuştur. Hz. İbrahim döneminden itibaren Mekke, tevhidin merkezi iken
zamanla onun soyu bu inancı terk edip Allah’a ortak koşmaya başlamıştır. Cahiliye
dönemi kaynaklarında Hicaz’a ve Mekke’ye putperestliğin şehrin yönetimini
üstlenen Huzâalılar zamanında getirildiği zikredilir. Nitekim kabilenin reislerinden
Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Araplarda en yaygın inanç sistemi
putperestliktir.
Amr b. Luhay, ticaret amacıyla gittiği Şam bölgesinde Maab denilen yerde yaşayan
Amâlikalıların putlara taptıklarını görmüş, bunun üzerine kendisine de bir put
vermelerini talep etmiştir. Amr onların hediye ettikleri Hübel (Ha-Ba’l) isimli putu
Kâbe’ye getirerek Zemzem kuyusunun üst tarafına yerleştirip halkına bu puta
ibadet etmelerini emretmiştir. Mekke’de putperestliğin sadece liderin bir
davranışıyla başladığını ileri sürmek eksik bir hüküm olur. Anlaşılan bu dönemde
Mekke’de şirk için uygun bir ortam vardı. Nitekim Araplar, Amr’ın Şam’dan
getirdiği Hübel ile iktifa etmeyip zamanla Kâbe’yi sayıları 360’ı bulan putlarla
doldurmuşlar, ayrıca Safâ’ya İsâf, Merve’ye ise Nâile isimli putları
yerleştirmişlerdir.
Taif’te yaşayan Sakîf kabilesi Lât, Medine ve civarında yaşayan müşrik
Araplar ise Menât isimli putlara tapmışlardır. Böylece her kabilenin, hatta zamanla
her ailenin kendine ait bir putu olmuştur. Kur’ân’da müşriklerin taptıkları Vedd,
Süvâ, Yeğûs ve Nesr isimli put adları da geçmektedir. (Nûh/84: 23)
Genel anlamda putperest olan Arapların belirgin ortak bir inanç anlayışı
yoktu. Onlardan bazıları Tanrı kavramını kökten inkâr etmek suretiyle materyalist
bir anlayışla zamana ve tabiata tapınmışlardır. Diğer bir kısmı ise kısmı ise Allah’ın
âlemin yaratıcısı ve düzenleyicisi olduğunu kabul etmişlerdir. Nitekim onlar diğer
tanrı ve put adlarından ayrı olarak en yüce yaratıcı Tanrı’yı ifade etmek üzere Allah
kelimesini de kullanmışlar, özellikle dualarında “yâ Allah” ve daha sık olarak
“Allâhümme” tabirlerine yer vermişler. Bu konuda en açık deliller ise Kur’ân’da
zikredilir:
Cahiliye dönemi Araplarında siyasî ve fikrî birlik bulunmadığı gibi tamamen
ortak bir akîde de yoktur. Bu dönemin başlıca ibadet şekilleri ise put evleri kurarak
buralarda dua, secde ve tavaf etmek, kurbanlar kesmek, tanrıların hoşnutluğunu
kazanmak için sadaka vermek gibi faaliyetlerdir. Bu tür ibadetlerin gayesi ise sağlık,
afiyet, servet kazanmak, savaşlarda zafere ulaşmak, erkek evlât sahibi olmak gibi
imkânlara ulaşabilmeleri için putların ilgi, yardım veya şefaatine erişmekti.
Anlaşıldığı kadarıyla Cahiliye Arapları ibadet ve diğer iyilikleri sadece dünyevî
beklentiler adına yapmışlardır. Bu da onların âhirete inanmamalarının tabiî bir
sonucudur. Nitekim Kur'ân’da müşriklerin öldükten sonra dirilmeyi ve hesabı inkâr
ettikleri (Enâm/6: 29; Nahl/16: 38; İsrâ/17: 49) bildirilmektedir.
Cahiliye dönemi Araplarının büyük çoğunluğu Allah’ı tanımakla, onu yüce
yaratıcı olarak bilmek, hatta dualarında ve yeminlerinde Allah’ın adını sıkça
anmakla birlikte, onların Allah inançları oldukça zayıf, bulanık ve muğlâktı. Ancak
tehlike anında Allah’a dua ediyorlar, selamete kavuştukları anda ise O’nu
“Andolsun! Onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka, “Onları mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen (Allah) yarattı” diyeceklerdir” (Zuhruf/43: 9).
“Eğer, yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı, yer ve gök
Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
unutuyorlardı. Varlığını hatırladıklarında ise doğrudan tek ve mutlak güç sahibi olan
Allah’a inanıp bağlanmak yerine, O’nunla kendi aralarında bağ kurduğuna
inandıkları ikinci dereceden tanrıları aracı kılıyorlar, kısacası Allah’a ortak (şirk)
koşuyorlardı.
Şirk, ulûhiyette ve ibadette Allah’ın dışında başka varlıkları ortak koşmak
demektir. Onların şirke vesile saydıkları varlık put olabildiği gibi, bir melek, şeytan
ya da tabiat güçlerinden biri de olabilirdi. Müşriklerin Allah’a ortak koştukları
varlıkların başında ise putlar gelir. Müşrik Araplar önemli işlerinin hallinde
putlardan yardım dilemiş, onların önünde çektikleri fal okları ile problemlerine
çözüm arayışına girmişler, üstelik bu faaliyeti dinî bir vecibe olarak kabul
etmişlerdir. Mekke‘de bu tür uygulamaların gerçekleştirdiği yer ise Hübel putunun
bulunduğu mekândır. Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, Cahiliye Arap
toplumunda hem semavî hem de beşerî dinler var olmakla birlikte, bilhassa Mekke
merkezli Hicaz’da hâkim inanç putperestlikti.
Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Öze
t • Arabistan Yarımadası dünyanın en eski yaşam alanlarından biridir. Güney, Kuzey ve Hicaz şeklinde genel olarak üç coğrafi kısma ayrılan yarımadanın özellikle güney ve kuzey bölgelerinde güçlü devletler kurulmuştur.
• Hicaz, Arap yarımadasının orta batı kesiminde yer almış ve etrafında bulunan geniş çöller sayesinde büyük devletlerin saldırılarından kendisini koruyabilmiştir. Bölgenin en önemli şehri olan Mekke, bu özelliğini başta Kabe olmak üzere kutsal mekanlara ev sahipliği yapmasından alır.
• İslam öncesinde Araplar klasik kabile sistemi içinde yaşamışlardır. Gücün hakim olduğu hayat şartlarında erkek egemen bir aile anlayışı görülmüştür. Bu sebeple aileler daha çok erkek çocuk sahibi olmak istemişlerdir.
• İslam öncesi Arap tarihi için her ne kadar Cahiliye dönemi tabiri kullanılmışsa da, bu çağda yaşayan Araplar, çevrelerinde yaşayan insanlardan aşağı kalmayacak kültür eserleri ve bilimseler ilerlemeler sergilemişlerdir, aynı zamanda ilmi, hukuki ve dini kurumlar meydana getirmişlerdir.
• Arabistan Yarımadası'nda İslam'dan önce başta Yahudilik ve Hıristiyanlık olmakla birlikte, Sabiilik ve Mecusilik gibi dinler de yayılmıştır. Bilhassa Hicaz'da semavi dinlerle yakından ilgili olan , putperestlikten uzak duran ve kendilerine Hanif adı verilen az sayıda inanç mensubuna rastlanmıştır. Bununla birlikte bölgede en yaygın inanç görüntüsü şüphesiz putperestliktir.
Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
Öd
ev • Diğer bilim dallarından istifade ederek Cahiliye
dönemi sosyal hayatını 200 kelimeyi aşmayacak şekilde yazınız.
• Hazırladığınız ödevi sistemde ilgili ünite başlığı altında yer alan “ödev” bölümüne yükleyebilirsiniz.
Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
Değerlendirme
sorularını sistemde ilgili
ünite başlığı altında yer
alan “bölüm sonu testi”
bölümünde etkileşimli
olarak
cevaplayabilirsiniz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdaki devletlerden hangisi Güney Arabistan’da kurulmuştur?
a) Hireliler
b) Nabatiler
c) Gassaniler
d) Himyerliler
e) Tedmürlüler
2. Aşağıdakilerden hangisi Tedmürlüler devleti için doğru değildir?
a) Kuzey Arabistan’da kurulmuştur.
b) Tarihleri en iyi bilinen Arap devletlerindendir.
c) Romalılar tarafından ortadan kaldırılmıştır.
d) Zenubiya isimli bir kraliçe tarafından yönetilmişlerdir.
e) Habeşistan üzerine sefer düzenlemişlerdir.
3. Mekke şehrinin ilk sakinleri kimlerdir?
a) Nizariler
b) Amalikalılar
c) Huzaalılar
d) Kureyşliler
e) Cürhümlüler
4. Mekke’de Kureyş hakimiyeti kimin tarafından gerçekleştirilmiştir?
a) Abdülmuttalib b. Haşim
b) Haşim b. Abdümenaf
c) Kusay b. Kilab
d) Amr b. Luhay
e) Fihr b. Malik
Cahiliyeden Risalete Kısa Tarih, Kültür ve Kurumlar
Ukbe b. Amir şunları anlatıyor: “Bir gün Resulullah’ın yanında otururken iki
şahıs aralarındaki bir ihtilafı ona getirdiler. Hz. Peygamber bana hitaben: “Ey Ukbe!
Kalk ve bu iki kişi arasındaki ihtilaf hakkında hükmet!” dedi. Ben, “Ey Allah’ın
Resulü, bu hususta sen benden daha salahiyetli ve daha liyakatlisin!” dedim.
Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
Resulullah sözüne devam ederek: “Ey Ukbe, eğer onların arasında hükmedersen
içtihat etmeğe ihtiyaç duyduğun için, içtihat edip de gayene isabet edersen on
sevap mükafatına nail olursun. Şayet içtihadında çalışmana ve cehdine rağmen
hata edersen -çalışman karşılığı olarak- bir sevap mükafatı elde edersin.” dedi.
Hz. Peygamber bir davada da hüküm vermekle Amr b. As’ı görevlendirdi.
Amr, ihtilafın çözümüne memur edilince: “Ey Allah’ın Resulü! Senin yanında ve
huzurunda mı davacılar arasında ihtilafa bakmam gerekiyor?” dedi. Hz. Peygamber
cevaben: “Evet, benim huzurumda davaya bakacaksın!” dedi. Amr, tekrar
Peygamber’e sordu: “Ya Resulallah hangi esas üzerine hüküm vereceğim?” Hz.
Peygamber: “Şayet sen, davacıları dinledikten sonra aralarında karar vermek için
içtihat edersen bir sevap (başka bir rivayette iki sevap) mükafatını elde edersin!”
dedi.
İki kardeşin müşterek mülkiyetlerinde bir arazi parçası vardı, burada bir
kulübe inşa edildi. İki kardeşin varisleri bu kulübenin hangi kardeşe ait olduğu
hususunda ihtilafa düştüler. Bu meselenin çözümü için Hz. Peygamber’e geldiler.
Hz. Peygamber davaya bakmakla Huzeyfe b. Yeman’ı görevlendirdi. Huzeyfe, bizzat
dava edilen kulübenin mahalline gitti. Gerekli keşiften sonra, ihtilafı bir çözüme
bağladı ve tekrar Medine’ye döndü. Verdiği kararı Hz. Peygamber’in tasviplerine
sundu. Hz. Peygamber verilen kararı temyiz ederek tasdik etti.
Hz. Osman hilafet mevkiinde iken, Hz.Ömer’in oğlu Abdullah’ı hâkim olarak
tayin etti. Abdullah b. Ömer görevden affedilmesini istedi. Gerekçe olarak da kaza
fonksiyonunun mes’uliyetli bir fonksiyon olduğunu ileri sürdü. Hz. Osman,
Abdullah b. Ömer’e: “Niçin görevden affını istiyorsun? Halbuki baban bile hâkimlik
yapmıştı.” dedi. Abdullah b. Ömer cevaben şöyle dedi: “Evet, babamın hâkimlik
yaptığını biliyorum. Fakat herhangi bir müşkil esnasında hemen Hz. Peygamber’e
soruyor ve o meselenin çözümünü O’ndan öğreniyordu.” Müellifler bu rivayet ile
Hz. Ömer’in, Hz. Peygamber zamanında hâkimlik yaptığına hükmederler. Diğer bazı
rivayetlerde de Hz. Ömer’in kadı tayin edildiği belirtilir. Bu arada Hz. Ömer’in
11/632 yılında amil olarak taşra vilayetlerine gönderildiğini de hatırlatalım.
Hz. Peygamber, taşra vilayet ve eyaletlerinde adli işlerin yürütülmesini
valilere ek görev olarak tevdi ediyordu. Fakat oralara sırf kazai ve adli işleri
yürütecek memurlar da gönderdi. Hz. Peygamber tarafından sırf adli işlerle
görevlendirdiği hâkimlerin Yemen’in çeşitli bölgelerinde görev yaptıklarını
görüyoruz. Hz.Peygamber tarafından sırf adli görevle tayin edilen ilk hâkim
Hz.Ali’dir. Hz. Ali, kadı tayin edilmeden önce Yemene bir askeri birliğin kumandanı
olarak gönderilmişti.
Hz. Peygamber, Hz. Ali’yi Yemen’in Necran bölgesine kadı tayin ettiği zaman
Hz. Ali böyle bir görevi önceden ifa etmediği için tereddüt etti ve şöyle dedi: “Ya
Resulallah! Beni her bakımdan bilgili bir topluluğa hâkim tayin ediyorsun, hâlbuki
Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
ben gencim ve adli idare muhakeme usulü hakkında bir bilgim yoktur.” Bu söz
üzerine Hz. Peygamber, önce elini göğsüme koydu ve şöyle dedi: “Allah’ım! Bu
gencin dilinin belagatini artır, kalbini hidayetten ayırma ve gayesine ulaştır!” Hz.
Peygamber, böyle dua ederek bu hususta bana cesaret verdi. Ve ayrıca şu
nasihatte bulundu: “İki tarafı da dinlemeden aralarında sakın hükmetme! Bu
alınması gerekli kararı tayin etmede sana daha elverişlidir.” Hz. Ali, konuşmasına
şunları da ilave ediyor: “Ben bu andan itibaren hüküm vermeğe devam ettim, asla
bir şüphe ve tereddüde düşmedim.”
Hz. Ali’nin Yemen’de kaç sene hâkimlik görevi yaptığını tesbit etmek güçtür.
Kaynaklardan edindiğimiz bilgiye göre orada bir seneden fazla bu görevde
kalmadığı anlaşılıyor. Hz. Ali Yemen’de hâkimlik yaparken taraflar onun verdiği bazı
kararlara itiraz edip Hz. Peygamber’e temyiz edilmek üzere götürmüşlerdir. Hz.
Peygamber, Hz. Ali’nin vermiş olduğu kararları temyiz etmiş ve bütün kararların
hukuki usul ve kaidelere uygun olduğunu açıklamıştır. Hatta onun vermiş olduğu
kararlarda büyük bir isabet kaydettiğini ifade etmiştir.
Hz. Peygamber zamanında hâkim olarak temayüz etmiş şahsiyetlerden biri
de Muaz b. Cebel’dir. Muaz, Mekke ve Yemen bölgelerinde dini eğitim ve öğretim
görevlerinde bulunmuş, dolayısıyla bilgi ve tecrübesi artmıştı. Hukuk sahasında
nazari ve tatbiki bilgisiyle Hz. Peygamber’in takdirini kazanan Muaz’ın, Yemen’in
Cened bölgesine tayin edildiğini görüyoruz. Hz. Peygamber kendilerine Yemen’e
kadı olarak tayin ettiği haberini verdikten sonra İslam mahkemelerinde tatbik
edilecek kanunları sordu. Bu soruya verilecek cevap müstakbel hâkimlerin, İslam
mahkemelerinde uygulayacakları kanunları teşkil edecektir. Hz. Peygamber’in
sorusu bu gayeye matuf ve mebnidir. Muaz’ın, Peygamber’in sorusuna verdiği
cevap, çok yerinde ve ilginç sayılır. Resulullah, Muaz’a şöyle sordu: “Hangi esasa
göre hüküm vereceksin ya Muaz?” Muaz, bu soruya “Allah’ın Kitabına (Kur’ân’a)
göre” diye cevap verdi. Hz. Peygamber, bu sefer: “Onda o hadiseyle ilgili bir hüküm
bulamazsan, ne yaparsın? Ne ile hüküm verirsin?” diye sordu. Muaz, bu soruya:
“Peygamber’in Sünneti ile” diye cevap verdi. Bu sefer Hz. Peygamber: “Ya onda da
bulamazsan, ne yaparsın? Ne ile hüküm verirsin?” diye sordu. Muaz, bu soruya da:
“Kendi içtihadımla hükmederim.” diye cevap verdi. Hz. Peygamber Muaz’ın bu
şekilde olgun ve kemal-i dikkatle verdiği cevaplara karşılık büyük bir memnuniyet
hissetmiş ve ona şöyle dua etmiştir:
Muaz, adli ve kazai işler yanında mali, dini, eğitim ve öğretim işlerini de
yürütüyordu. Muaz’ın, Yemen bölgesinde hâkimlik yaptığı zamana ait vermiş
olduğu mahkeme içtihatları bugün elimizdedir. Hz. Peygamber, Yemenlilere bir yazı
(mektup) göndererek Muaz’ın kendi bölgelerinde hâkim olarak vazife yapacağını
“Allahım! Sana hamd ve senalar olsun ki, Resul’ünün elçisini,
Resulullah’ın razı olduğu ve istediği şeye muvaffak kıldın!” buyurmuştur.
Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
bildirmiştir.
Ma’kıl b. Yesar, kendi kabilesi Müzeyne’de hâkimlik yapmak üzere Hz.
Peygamber tarafından tayin edilmişti. Ma’kıl’ın kazai faaliyeti ve içtihatları
hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Herhalde olağanüstü sayılacak bir faaliyette
bulunmamıştır.
Vesikalar arasında Ebu Musa el-Eşari’nin, Yemen’de Peygamber zamanında
hâkimlik ve öğretmenlik yaptığı geçmektedir. Ebu Musa’nın içtihadları ve adli idare
konusunda yaptığı faaliyet hakkında herhangi bir haber bize ulaşmamıştır. Ancak,
Hz. Ömer zamanında adli idaredeki aktif faaliyeti kaynaklar arasında geçmektedir.
Bazı kaynaklarda, Attab b. Esid’in Mekke’ye hâkim olarak tayin edildiği
gösterilmektedir. Daha ziyade onun Mekke’ye vali, olarak gönderildiği kabul edilir.
Attab’ın Mekke’ye kadı değil, vali tayin edildiğini kabul etmek daha doğru olur. Bu
şekilde kabul edilirken, valilik görevini ifa ederken ek görev olarak da adli işleri
yürüttüğünü düşünebiliriz.
Hz. Peygamber tayin ettiği hâkimlere birtakım tavsiye ve direktiflerde
bulunuyordu. Yukarıda Hz. Ali ve Muaz’a yaptığı tavsiyeleri zikretmiştik, aynı
şekilde Ubeyde’yi Necran’a hâkim olarak gönderirken: “Onların sana dava olarak
getirecekleri şeyler hususunda adaletle hükmet!” dedi. Hz. Peygamber, başka bir
tayin sırasında: “Hâkimin, muhakeme esnasında alış-veriş yapamayacağını” tenbih
etmiştir. Ayrıca hâkimin, muhakeme esnasında öfkeli ve sinirli bir halde iken
hüküm vermesini yasaklamıştır. Başka bir tayin esnasında da: “Kim olursa olsun,
İslam kanunlarına göre hareket etmeyen görevinden alınacaktır.” demiştir. (Bu
dersin “Adalet Kurumu” bölümü, Fahrettin Atar’ın “İslam Adliye Teşkilatı” isimli
kitabının 33-49. sayfaları arası özetlenerek hazırlanmıştır.)
Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
Öze
t • Din, insanların dünya hayatını tanzim eden ve bunun karşılığında kendilerine ahiret mutluluğu sunan ilahi kanunlar manzumesidir. Bu manzumenin en önemli bölümü de ibadettir. Din, ibadeti ile var olur ve mabedi ile ayakta kalır.
• İslam dininin var olan ibadetlerinin başında namaz gelir. Namaz yalnız kılınacağı gibi camide cemaatle de kılınır. Hz. Peygamber, hicretten sonra Medine’de yaptırdığı mescidde günde beş vakit cemaatine imam olmuş ve onlara namaz kıldırmıştır. İslam’ın beş şartından birincisi iman, diğer dördü de ibadettir. Namaz, oruç, zekat ve hac, İslam’ı ayağa kaldıran ibadetlerdir. Bunların bütünü dini kurumlar olarak Hz. Peygamber’in hayatında yerini almıştır.
• İslam, bilgiye çok önem verir. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerimde; Hz. Peygamber de hadis-i şeriflerinde Müslümanları ilme yönlendirirler. Hz. Peygamber, Müslümanları hem ilme yönlendirmiş hem de çevresini bilgilendirmiştir. Bunun için Mekke’de Dâru’l-Erkam’ı, Medine’de de Suffa’yı ilim tahsilinin merkezi olarak kullanmıştır. Bu iki merkeze devam edenler, Hz. Peygamber’e öğrenci olmuşlar; o da öğrencilerini en güzel şekilde yetiştirmiştir. Bu merkezlerde yetişenler, Hz. Peygamber hayatta iken ve vefat ettikten sonra devletin çeşitli kademelerinde görevler yapmışlardır.
• Cahiliye toplumunu bütün değer yargılarıyla değiştirmeyi hedefleyen Hz. Peygamber, Müslümanların anlayışlarını, yaşantılarını, kültürlerini değiştirdi. Bu değerlerden İslam ile çelişmeyenleri bıraktı; çelişenleri atarak onların yerine yenilerini ikame etti. Müslümanlar, yaşadıkları bölgenin İslam ile çelişmeyen kültürlerini muhafaza etmekle birlikte bu kültüre İslami bir renk kazandırdılar. İslam ile kazandıkları bu yeni bilgi ve kültürlerini güzel bir şekilde hazmederek kendilerinden sonraki nesillere aktardılar.
• Yüce Allah tarafından İslam dininin gönderilmesinin maksatlarından biri de yeryüzünde adaleti ikâme etmektir. Yüce Allah tarafından İslam dinini dünyaya yaymakla görevlendirilen Hz. Peygamber, bu görevi de en güzel şekilde yerine getirmiş ve insanlar arasında adaletle hükmetmiştir. Adaletin dağıtımı için valiler ve hâkimler görevlendirmiş, kendisi hayatta iken çok güzel çalışan bir yargı sistemi kurmuştur. Bu sistem ile suçlular cezalandırılmış, haklılara hakları verilmiştir.
Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
Değerlendirme
sorularını sistemde ilgili
ünite başlığı altında yer
alan “bölüm sonu testi”
bölümünde etkileşimli
olarak
cevaplayabilirsiniz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Mekke’de evlerinin bir bölümünü mescid haline getiren iki shâbî kimdir?
a) Hz. Ömer ve Hz. Ali
b) Hz.Osman ve Hz. Talha
c) Hz. Câfer ve Hz. Abbas
d) Hz. Sâlim ve Hz. Bilal
e) Hz. Ebû Bekir ve Hz.Ammâr
2. Hz. Peygamber tarafından temeli atılan ilk mescid hangisidir?
a) Kubâ mescidi
b) Cuma mescidi
c) Medine mescidi
d) Seleme oğulları Mescidi
e) Rânûnâ mescidi
3. Hz. Peygamber zamanında zekât toplayan memurlara ne ad verilirdi?
a) Vâli
b) Âmil
c) Kâtib
d) Kâid
e) Tasildâr
4. Hac ibâdeti hicretin kaçıncı senesinde farz oldu?
a) Beşinci sene
b) Onuncu sene
c) Dokuzuncu sene
d) Birinci sene
e) İkinci sene
Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 20
5. Hz. Peygamber’in emriyle kısa zamanda Süryânice ve İbrânice’yi öğrenen
sahâbî kimdir?
a) Zeyd b. Hârise
b) Zeyd b. Sâbit
c) Âsım b. Sâbit
d) Said b. Zeyd
e) Muaz b. Cebel
6. Aşağıdaki isimlerden hangisi Hz. Peygambe’in tayin ettiği hâkimlerden
değildir?
a) Ali b. Ebî Tâlib
b) Ebû Bekir b. Ebî Kuhâfe
c) Abdullah b. Mes’ûd
d) Ebû Mûsâ el-Eş’arî
e) Ömer b. el-Hattâb
7. Yemen’in Necrân bölgesine kadı olarak tayin edilen sahâbî kimdir?
a) Hz. Ömer
b) Hz. Ali
c) Hz. Bilal
d) Hz. Enes
e) Hz. Zeyd
8. Medine mescidinin eğitim-öğretim yapılan bölümüne ne ad verildi?
a) Medrese
b) Mekteb
c) Suffa
d) Kurs
e) Okul
Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
9. Hz. Peygamber, Mekke’de ashâbını nerede eğitirdi?
a) Kâbe’de
b) Harem’de
c) Mescid’de
d) Dâru’l-Erkam’da
e) Sahra’da
10. Hz. Peygamber kaç kere hacca gitti?
a) İki kere
b) Üç kere
c) Beş kere
d) Dört kere
e) Bir kere
Cevap Anahtarı
1e, 2a, 3b, 4c, 5b, 6b, 7b, 8c, 9d, 10e
Hz. Peygamber Döneminde Dini, Kültürel ve Adli Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR
Ağırman, Mustafa. (1997). Hz. Muhammed (s.a.v.) Devrinde Mescid ve
Fonksiyonları. İstanbul.
Ağırman, Mustafa. (2006). “Asr-ı Saadette Ordu ve Savaş Stratejisi”, Asr-ı Saadette
İslam, I-V. III, 379-341. İstanbul.
Atar, Fahrettin. (1979). İslam Adliye Teşkilatı. Ankara.
Baltacı, Cahit. (2005). İslam Medeniyeti Tarihi. İstanbul.
Canan, İbrahim. (1984). Medeniyet, Kültür ve Teknik. İstanbul.
Çelebi, Ahmed. (1976). İslam’da Eğitim-Öğretim Tarihi. (Çev. Ali Yardım). İstanbul.
Çubukçu, Asri. (1989). İslam Devletlerinde Devlet Teşkilatı ve İlmî Faaliyetler. Erzurum: (Ders Notları)
Hamidullah, Muhammed. (1980). İslam Peygamberi, I-II. (Çev. Salih Tuğ). İstanbul.
Hamidullah, Muhammed. (1972). Hz. Peygamber’in Savaşları. (Çev. Salih Tuğ).
İstanbul.
Hamidullah, Muhammed. (1981). İslam Müesseselerine Giriş. (Çev. İ. Süreyya
Sırma). İstanbul.
Hitti, Philip K.. (1980). Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, I-IV. (Çev. Salih Tuğ). İstanbul.
Kallek, Cengiz, “Haraç”. DİA. XVI, 71-86.
Kayaoğlu, İsmet. (1980). İslam Kurumları Tarihi I. Ankara.
Kayaoğlu, İsmet. (1994). İslam Kurumları Tarihi II. Konya.
Kazıcı, Ziya. (1999). İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi. İstanbul.
Salih, Suphi. (1981). İslam Mezhepleri ve Müesseseleri. (Çev. İbrahim Sarmış),
İstanbul.
Sarıçam, İbrahim-Erşahin, Seyfettin. (2011). İslam Medeniyeti Tarihi. Ankara.
Ebu Halil, Şevki. (2005). İslam ve Dünya Medeniyetleri Tarihi. (Çev. Atik Aydın-
Abdulhadi Timurtaş). İstanbul.
Yeniçeri, Celal. (1984). İslam’da Devlet Bütçesi. İstanbul.
Yeniçeri, Celal. (2000). Hz. Muhammed ve Yaşadığı Hayat. İstanbul.
ÜNİTE
5
HZ. PEYGAMBER
DÖNEMİNDE İDARİ, MALİ,
ASKERİ VE SOSYAL KURUMLAR
İSLAM KURUMLARI
ve
MEDENİYETİ
TARİHİ
Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 2
GİRİŞ
Hz. Peygamber’in doğup büyüdüğü Arap yarımadasının Hicaz bölgesinde bir
devlet ve devlet geleneği yoktu. Yarımadanın üç tarafında üç imparatorluk hüküm
sürmesine rağmen, yarımadanın tamamına hakim olan bir devlet yoktu. Yemen
bölgesine zaman zaman Sâsânî İmparatorluğu, zaman zaman da Habeş
İmparatorluğu hâkim olurdu. Kuzey Arabistan’da da Bizans İmparatorluğu’nun ve
Sâsânî İmparatorluğu’nun hakimiyeti vardı. Orta Arabistan’da ve Hicaz bölgesinde
ise bütün işler kabile geleneğine göre yapılıyordu.
Hz. Peygamber, Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra Medine’de bir
devlet kurdu. Bu devletin kuruluşu öyle birden bire değil, yavaş yavaş oldu; uzun
zaman geçtikten sonra ve ihtiyaç duyuldukça kurumlar yerine oturabildi. Hz.
Peygamber bu kurumları kurarken çevre devletlerin etkisinde kalmadı. Arap
yarımadasında var olan kabile geleneğinin etkisinde de kalmadı. Her şeyini
bağımsız ve hür olarak kurdu.
Suyun suya benzediği gibi insan insana, devlet devlete, kurum da kuruma
elbette benzeyecektir. Hz. Peygamber’in kurduğu devlette var olan bazı kurumların
çevre devletlerde veya kabile geleneğinde var olması Hz. Peygamber’in oralardan
etkilendiği ve bu kurumları oralardan almış olduğu manasına gelmez. Bu kurumlar
tamamen Hz. Peygamber’e mahsustur. Onun kurduğu devletin yapısında var olan
kurumlardan birkaçı şunlardır:
İDARİ YAPI
Yüce Allah’ın insanlığa gönderdiği peygamberlerden bazıları dini lider,
bazıları da hem dini hem de siyasi lider olarak insanlara hizmet etmişlerdir. Hz.
Muhammed, hem dini hem de siyasi liderliğe sahip olanlardan biridir. Bilindiği gibi
Hz. Peygamber’in hayatı, Mekke dönemi ve Medine dönemi diye ikiye ayrılır. O,
Mekke döneminde putları terk edip Yüce Allah’a inananlara başkanlık ediyordu.
İslam dinini kabul edenlerden biat alıyordu. Mekke döneminin son yıllarında
Akabe’de bazı Medinelilerden de kendisine itaat edeceklerine dair söz aldı.
Hac mevsiminde Mekke yakınındaki Mina bölgesinin Akabe mevkiinde
görüştüğü Medinelilerden dini, siyasi ve idari bağlılık anlamına gelen biat aldı. Son
Akabe Biatı’nda, Medine’yi İslamlaştıracak ve kendisiyle irtibatı sağlayacak on iki
nakîb (gözcü, temsilci) seçilmesini istedi. Son Akabe Biatı’na katılan yetmiş beş
Medineli içerisinden seçilen bu nakîblerin dokuzu Hazrec kabilesinden, üçü de Evs
kabilesindendi. Bunlar, başkanları Es’ad b. Zürare’nin ve muallim Mus’ab b.
Umeyr’in üstün gayretleriyle kısa zamanda Medine’nin İslamlaşmasını sağladılar ve
burayı hicrete hazır hale getirdiler.
Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 3
Ardı ardına yapılan üç Akabe görüşmesinden sonra Hz. Peygamber,
Müslümanlara Medine’ye hicret etmelerini emretti; Müslümanlar da Medine’ye
hicret ettiler. Sonra da Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir ve beraberindekiler hicret
ettiler. İki ay içinde hicret tamamlandı ve hicret sonrasında Medine’de yapılan
muâhat (Ensar ile Muhacirlerin birbirlerine kardeş olması) ile iki toplum Hz.
Peygamber’in liderliğinde birbiri ile kaynaştı.
Medine’de, Hazrec ve Evs kabilelerinin dışında bir de Yahudiler vardı.
Kaynuka oğulları, Nadir oğulları ve Kurayza oğullarından oluşan Yahudi cemaati ve
daha değişik dinlere mensup kişiler ile de ayrı bir anlaşma (muâhede) yapıldı. Bir
arada yaşama, karşılıklı hak ve hukuka riayet, Medine’yi dışarıya karşı birlikte
koruma gibi elli üç maddenin yer aldığı Medine Sözleşmesi olarak bilinen bu yazılı
anlaşmanın maddelerinden biri de, taraflar arasında çıkabilecek her türlü
anlaşmazlıkta Hz. Peygamber’in hakem olacağının kabul edilmesiydi. Buna göre
bütün taraflar Hz. Peygamber’in liderliğini kabul etmiş oluyorlardı.
Hicretten sonra, devletin üç unsuru olan millet, toprak ve idare
tamamlanınca Müslümanlar, Medine’de müstakil bir idari yapıya kavuştular. Hz.
Peygamber’in başkanlığında oluşan bu devletin unsurlarının modern devletlerde
olduğu gibi ülke, muhtelif inanç ve etnik gruplardan meydana gelen halk, teşkilat
ve hakimiyetten oluştuğu görülmektedir.
Hz. Peygamber, Medine’de hem dini hem dünyevi otoriteyi temsil ediyordu.
Mekke’nin fethi ve devletin genişlemesinden sonra, büyük bölümünün, tek bir
idareye boyun eğdiği Arap yarımadasının yeni idari yapılanması netleşmeye
başladı. Hz. Peygamber, Müslüman olan bölgelere valiler tayin etti. Bunlar, Hz.
Peygamber adına o bölgeyi idare eder, bölge halkının zekatını toplar ve yoksulların
ihtiyacından arta kalanı devletin genel maslahatında kullanılmak üzere Medine’ye
gönderirlerdi.
Hz. Peygamber’in etrafında kendisine yardımcı olan çok sayıda katip
bulunuyordu. Onlardan bir kısmı, inen Kur’ân ayetlerini yazmaktan sorumlu iken,
bir kısmı da insanların ihtiyaçlarını yazıyordu. Zeyd b. Sabit, valilere genelge; komşu
devlet başkanlarına da İslam’a davet mektupları yazardı. Hem genelgeler hem de
mektuplar Hz. Peygamber’in mührü ile mühürlenirdi. Bu katiplerden herhangi
birinin bir mazeretinden ötürü bulunamaması durumunda, Hz. Peygamber’in
mührünü taşıyacak ve kendisine vekalet edecek bir görevli bulunuyordu.
Devletin İlkeleri
Hz. Peygamber’in Medine’de kurduğu devlet idaresinde izlediği ilkeler,
Kur’ân-ı Kerîm’de çerçevesi çizilen şu ilkelerdir: Meşruiyet, adalet, ehliyet/liyakat,
istişare, ahlak ve insana saygı.
Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 4
Meşruiyet
Meşruiyyet, idarede halkın desteğini almak demektir. Hicretten sonra
Medine’de bir devlet kuran Hz. Peygamber, her şeyden önce idaresinin
meşruluğunu gözetmiştir. Halkın desteğini almayan idarelerin kalıcı olamayacağını
düşünmüştür. Onun idaresinde Meşruiyet aracı, bugünkü anlamında dar seçim
diyebileceğimiz biattır. Bilindiği gibi biat, bağlılık akdi ve itaat yemini demektir.
Türkçede “biat” şeklinde telaffuz edilen kelimenin Arapça aslı “bey’at”tır.
Bey’at, İslam devletinde, “idare edenle idare edilenler arasında yapılan, seçim ve
bağlılık karakteri taşıyan sosyo-politik bir akittir.” Hz. Peygamber, kendisini Allah’ın
elçisi olarak tasdik edenlerden biat alıyordu. Kur’ân-ı Kerîm’de de ifade edildiği gibi
biat, aslında Hz. Peygamber’in şahsına değil; onun aracılığı ile Yüce Allah’a
edilmektedir. Asr-ı Saadet’te sadece erkekler değil, kadınlar da biat etmekle
mükellef idiler. Hz. Peygamber’den sonra biat, İslam devletlerinde idarecilerle halk
arasında yapılan, seçim veya bağlılık karakteri taşıyan bir akit olarak devam
etmiştir.
Adalet
Adalet, mülkün temelidir. Buradaki mülk, idare ve saltanat demektir. Yani
idarenin ve saltanatın temeli adalettir. Kur’ân-ı Kerîm’deki yüzlerce ayet-i kerime
ve Hz. Peygamber’in bir hayli hadis-i şerifi, İslam’da adaletin önemini ortaya
koymaktadır. Hz. Peygamber’in idaresi, işte bu adaletin en güzel bir şekilde tatbik
edildiği bir idaredir. O’nun idare anlayışını ve uygulamalarının esasını adalet
oluşturuyordu. O, idare ettiği insanlar arasında ayrım gözetmeden, hepsine adil
davranmıştır. Bunun en bariz örneği, hicretten hemen sonra kaleme alınan Medine
Vesikası ve O’nun Medine dönemindeki uygulamalarıdır.
Ehliyet
Hz. Peygamber, çeşitli görevlere tayin ettiği kişilerde ehliyet ve liyakat arardı.
Daha Mekke’de bir cemaat reisi iken Medine’ye göndereceği muallimi (öğretmeni)
ince eleyip sık dokuyarak seçmiş ve bu görevi Mus’ab b. Umeyr’e vermiştir.
Medine’de İslam’ın kısa zamanda yayılması Hz. Peygamber’in bu tayinde ne kadar
isabetli olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamber, Medine’ye hicretten sonra
orduya komutanlar, vilayetlere valiler, zekat toplamak için amiller, insanlara
Kur’ân-ı Kerîm öğretmek için öğretmenler tayin etmiştir. Bunların hepsinde de
ehliyet ve liyakate önem vermiştir. Görevi isteyene değil; ehil olana vermiştir.
Zaman zaman kendisinden görev isteyenler olmuştur, ehil görmediği için onlara
görev vermemiştir.
Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 5
İstişare
İstişare, idare edilenlerin yönetiminde söz sahibi olmasına imkan tanıyan bir
uygulamadır. Bir diğer ifadeyle siyasal katılımdır. Kur’ân-ı Kerîm’de istişarenin
üzerinde çok durulur; Yüce Allah tarafından bizzat Hz. Peygamber’e idare işlerinde
çevresi ile istişare etmesi emrolunur. Bu sebepten dolayı Hz. Peygamber’in idaresi,
istişare üzerine kurulmuştur. Onun istişaresi, dünyevi meseleleri kapsadığı gibi,
bazen hakkında vahiy gelmeyen dini hususları da içeriyordu. Hz. Ebu Hureyre,
“Resulullah’dan daha fazla arkadaşları ile istişare eden hiç kimse görmedim.”
demektedir.
Ahlak
Ahlak, devletin her türlü muamelesinde, kişilerle, kurumlarla ve devletlerle
olan ilişkilerinde dürüst davranması demektir. İdarenin başarısı, kendisini ahlaki
temeller üzerine oturtması ve istihdam ettiği insanlarda bu ilkeleri gözetmesine
bağlıdır. Başka bir ifade ile hükmi şahsiyet olan idare ile idarecilerin ahlaklı
olmaları, hem söz konusu medeniyetin başarısını, hem de toplumun barış, huzur ve
refahını sağlar.
Kendisi güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmiş olan ve bu konuda
gerçekten başarılı olmuş olan Hz. Peygamber de idaresinde, ahlakın başta gelen
umdelerinden doğruluk, şefkat, merhamet ve güven gibi hususları esas almıştır.
O’nun, şahsı adına ve devlet adına verdiği sözden döndüğü görülmemiştir.
Hudeybiye musalahası ve devamında olup bitenler, bunun en büyük delilidir. Bu
sebepten dolayı düşmanları bile O’nun üstün bir ahlak sahibi olduğunu kabul
etmişlerdir. Yüce Allah da Kur’ân-ı Kerîm’de bu gerçeği şöyle ifade etmektedir:
“Muhakkak ki sen, üstün bir ahlak üzeresin.” (Kalem/68: 4)
İnsana Saygı
Hz. Peygamber, idarede asıl hedef olan insana saygıyı daima göz önünde
bulundurmuştur. O’nun idaresinde insana saygı, iki türlü tezahür etmiştir. Bir
yandan Müslümanları şefkat ve merhametle kucaklarken, diğer yandan da
Müslüman olmayanların temel hak ve hürriyetlerini gözetmiştir. Prensip olarak
savaşlarda karşılaştığı düşmanı bile yok etmeyi değil, kazanmayı gaye edinmiştir.
Bunun en büyük delili onun katıldığı savaşlarda iki taraftan da çok az insanın kayıp
verilmesidir.
Vatandaşın Hakları
Hz. Peygamber’in hicretten sonra Medine’de kurduğu devletin hudutları
içerisinde yaşayan insanlar, insan olmanın ve O’nun devletinin vatandaşı olmanın
zevkini ve lezzetini yaşadılar. Önceden elde edemedikleri birtakım hakları, bu
Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 6
devletin çatısı altında edindiler. Bu devletin çatısı altında kurulan kurumlar da
vatandaşa hizmet için kurulmuştu. Bunların en önemlileri şunlardır:
Kardeşlik
Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de “Müminler ancak kardeştirler.” (Hucurat/49:
10) buyurmakta; Hz. Peygamber de, “Müslüman Müslümanın kardeşidir.”
(Buhari/Mezalim: 3; Müslim/Birr: 58) buyurmaktadır. Hz. Peygamber’in hayatında
ümmet ve devlet, kardeşlik ilkesi sayesinde tek bir aile oldu. Hz. Peygamber,
hicretten sonra Mühacir ve Ensarı, evlerini ve mallarını birbiri ile paylaşan
kardeşler yaptı. Bu kardeşler, birbirleri ile öz kardeşlerden daha iyi geçindiler.
Mümin olmayanlara da kardeş (insan kardeşi) muamelesi yapıldı.
Eşitlik
İslam dinine göre insanlar kanun önünde eşittir; birinin diğerine karşı
üstünlüğü yoktur. Haklar verilirken ve adalet dağıtılırken herkese eşit verilirdi; sınıf,
ırk ve din ayrımı yapılmazdı.
Vergiler de ayrım yapılmaksızın herkesten eşit olarak alınırdı. Müslüman
olanlardan malı çok olanın zekatı çok, malı az olanın da zekatı az olurdu. Müslüman
olmayan vatandaşlardan alınan vergiler de gelirlerine göre olurdu.
Hürriyet
Cahiliye döneminin en büyük ayıplardan biri, insanı köleleştirmesi ve
hürriyetini elinden almasıdır. İslam’ın en başta gelen güzelliklerinden biri de insanı
hürriyete kavuşturmasıdır. İslam, insanın hem bedenini hem aklını hem inanç ve
düşünce dünyasını hürriyete kavuşturmuştur. Ayrıca İslam, köleliğe giden bütün
yolları kapatmış, kölelikten kurtuluş yollarını da çoğaltmış ve genişletmiştir.
Bir insan için en önemli hürriyet din ve inanç özgürlüğüdür. Yüce Allah,
insanlara din ve inanç hürriyeti de vermiş ve şöyle buyurmuştur:
Bu ayetlerin gereği olarak, Hz. Peygamber’in döneminde Müslüman
olmayan vatandaşlara İslam’a girme konusunda hiçbir baskı yapılmamıştır. Onlar,
İslam’ın kendilerine verdiği bu geniş hürriyetten azami derecede istifade
“Ve de ki: Hak Rabbinizdendir. Öyle ise, dileyen iman etsin, dileyen inkar
etsin.” (Kehf/18: 29)
“Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla, eğrilik birbirinden ayrılmıştır.”
(Bakara/2: 256)
Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 7
etmişlerdir. Hz. Peygamber’in, Müslüman olmadığı için bir ehl-i kitabı öldürdüğü
veya istediği şekilde ibadet etmesine mani olduğu görülmemiştir. Onun kilise ve
sinagog gibi gayri müslim mabetlerini yıktığı da olmamıştır. O, bu konuda Yüce
Allah’ın şu ayetine uymuştur:
Hz. Peygamber, gayri müslimlerin düğünlerine ve cenaze törenlerine katılır,
hastalarını ziyaret ederdi. Necran Hıristiyanlarından bir heyet, kendisini ziyarete
geldiğinde Hz. Peygamber abasını serdi ve onları üzerine oturttu. İnsan hakları, din
ve inanç hürriyeti gibi konularda çok hassas olan Hz. Peygamber, konu ile alakalı
olarak şöyle buyurmaktadır:
Bürokrasi
Girişte kaydettiğimiz gibi Hz. Peygamber’in doğduğu zaman, Arap
yarımadasının üç tarafında üç ayrı imparatorluk bulunmasına rağmen, Mekke’de ve
Medine’de kurulu bir devlet ve devlet geleneği yoktu. Hicaz bölgesinde ilk devleti
hicretten sonra Hz. Peygamber kurdu. Temelini attığı devletin yapısını da kendisi
oluşturdu. Hz. Peygamber, Medine’de kurduğu devleti yalnız idare ediyordu; tayin
edilmiş bir yardımcısı, bir veziri yoktu. Yapılması gereken işler için görevliler,
komutanlar, öğretmenler, elçiler, mürşitler tayin ediyordu. Yeri geldiği zaman
çevresindekilerin fikirlerine müracaat ediyor, herkesi işin içine katıyordu. Daha
ziyade de ilk Müslümanlara ve Medine’nin ileri gelenlerine danışıyordu. Yaptığı
istişarelerin sonunda nihai kararı kendisi veriyordu. Çünkü Yüce Allah, kendisine
şöyle emretmişti:
Medine merkezindeki devlet işlerini kendisi yürüten Hz. Peygamber,
Müslüman olan bölgelere valiler ve görevliler tayin etti. Tayin ettiği görevlileri ehil
olanlardan seçiyordu. Görevi isteyene değil, ehil olana veriyordu. Valiler, gittikleri
“Kim, bir zimmiyi öldürürse cennet kokusunu alamaz.” (Buharî)
“Kim, bir zimmiyi rahatsız ederse, karşısında beni bulur.” (Acluni: II,218)
“Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan
çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz. Çünkü
“Devlet işleri hakkında onlarla iştişare et. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Al-i İmran/3: 159)
Hz. Peygamber Döneminde İdari, Mali, Askeri ve Sosyal Kurumlar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 8
bölgeyi Hz. Peygamber adına idare ederlerdi. Zekat toplama memurları halktan
zekat toplarlar ve yoksulların ihtiyacından geri kalanı devletin genel maslahatında
kullanılmak üzere Medine’ye gönderirlerdi. Hz. Peygamber’in tayin ettiği valiler ve
bu valilerin gönderildiği bölgeler şunlardır:
Attab b. Esid, Mekke; Ebu Müsa el-Eş’ari, Yemen’in Ma’rib; Muhacir b. Ebi
Ümeyye, Yemen’in San’a şehirlerinde; Ziyad b. Lebid, Hadramevt; Adiy b. Hatem,
Tayy kabilesinin yaşadığı bölgede; A’la b. Hadrami, Bahreyn’de görev yapıyor ve
Muaz b. Cebel ise Hadremevt ve Bahreyn arasında gezgin muallim olarak
çalışıyordu.
MALİ YAPI
Yüce Allah, insanların dünya ve ahiret saadetini elde edebilmeleri için
kendilerine din göndermiştir. Bu dinin birinci kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm, insanlara
dünya saadetinin yollarını öğretmiş, Hz. Peygamber de bu yolları hayatında
yaşayarak göstermiştir. İslam, insanın hem manevi dünyasını hem de maddi
dünyasını imar ve ihya eden bir dindir. Dinimiz, yemeye, içmeye, giymeye, ikram
etmeye önem veren bir dindir. Dinimize göre insan, her türlü ihtiyacını helal
yollardan gidermelidir. İhtiyacını giderirken de aşırı bir şekilde israfa gitmemelidir.
“Yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz.” (A’raf/7: 30) buyuran Rabbimiz, Kur’ân-ı
Kerîm’de, İslam ekonomisinin temel ilkelerini belirlemiştir. Hz. Peygamber de
sözleri ve fiilleri ile birer ekonomik değer olan üretim, tüketim, emek ve buna
benzer konularda önemli ilkeler ve uygulamalar ortaya koymuştur. Onun,
ekonomik anlamda üzerinde durduğu hususlardan birisi çalışmadır. O, Kur’ân-ı
Kerîm’in çalışma prensibi ile ilgili ayetlerini kendi hayatında uygulamıştır. Kişinin,
ailesini geçindirmek ve bir de yoksula yardım etmek için çalışmasını, Allah yolunda
cihad etmek ve gündüzleri oruç tutup geceleri de namaz kılmakla bir tutmuştur.
Hz. Peygamber, devamlı olarak çevresindeki insanları çalışmaya ve kazanmaya
teşvik etmiştir.
Bilindiği gibi Mekkeliler ticaretle, Medineliler de ziraatla meşgul olurlardı.
Ticareti iyi bilen Mekkeli Muhacirler, Medine’ye geldikten sonra oradaki ticaret
hayatını Yahudilerden aldı ve pazara hakim oldular.
Ticaret
Hicaz bölgesinin şehirlerinden Mekke’de ticaret, Medine’de de ziraat
yapılırdı. Mekke’de ziraat yoktur, çünkü arazisi ziraate elverişli değildir. Yüce
Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm’de de haber verdiği gibi Mekkeliler, yazın kuzeye; kışın da
güneye giderek ticaret yapar ve çok para kazanırlardı. Hz. Peygamber’in
Kaynaklar askeri teşkilat hususunda en çok Hz. Peygamber ve II. Halife Ömer
dönemleri için bilgi vermektedirler. Öyle sanıyoruz ki, Hz. Peygamber’in her
yaptığını hiç değiştirmeden tatbik eden Hz. Ebu Bekir, askeri teşkilatta da herhangi
bir değişiklik yapmamıştır. Hz. Ömer’in halefleri Hz. Osman ve Hz. Ali zamanlarında
da bu teşkilatta ciddi bir değişiklik yapılmış olduğuna dair bir kayda rastlamıyoruz.
Silahlar
Araplarda Cahiliyye döneminde, kılıç, kargı, yay ve kalkandan başka silah
yoktu onlar bu silahları büyük bir maharetle kullanırlardı. Bilhassa yay kullanmakta
çok usta idiler. İslamiyet’in zuhuru sırasında da Müslüman muhariplerin silahları
bunlardan ibaretti.
Araplar kılıcı, silahların en şereflisi sayarlar, kargıları at üzerinde kullanılırdı.
Gerek Cahiliyye döneminde, gerek İslam devletinin ilk zamanlarında kargı, kullanışlı
Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 21
İslam’ın ilk devirlerinde
ilmi faaliyetlerde ağırlık,
günümüz anlamında
olmamakla birlikte
Kur’ân ve Hadis ilimleri
üzerine toplanmıştı.
olmadığından fazla kullanılmamıştır, çabuk kırılır, güvenilmez aletlerdi. Zırh ve
kalkanların birçok çeşitleri vardı.
Hz. Peygamber ashabını, iyi ata binmek ve iyi ok atmak için teşvik ederdi.
Aynı teşvik Hulefâ-yi Râşidîn zamanlarında da devam etmiştir.
Arapların eskiden muhasaraya mahsus aletleri, yoktu. İslamiyet’in ilk
yıllarında da bu aletlere ihtiyaç duyulmadı; çünkü henüz onları gerektiren
muhasaralar olmamıştı. Daha sonraki yıllarda muhasaralar başladı ve yabancı
menşeli bu aletler de kullanıldı. Bu aletlerin en mühimi,‘mancınık’, ‘debbâbe’,
‘kebşir’ idi.
İlk deniz seferi Hz. Ömer zamanında Bahreyn Valisi Alaüddin b. Abdilah el-
Hadramî tarafından İran sahillerine yapıldı; fakat Hz. Ömer kendisinden habersiz
yapılan bu hareketin devamına izin vermedi. Donanma ise, ilk defa Hz. Osman’ın
hilafeti sırasında Muaviye tarafından kuruldu ve deniz seferine başlandı. Bu
donanma Kıbrıs’ı (28/648) fethettikten sonra, Müslümanlar Akdeniz’de
kazandıkları deniz seferlerinden ve gelirlerinden memnun kalarak donanmayla
seferlere devam ettiler.
HULEFÂ-Yİ RÂŞİDÎN DEVRİNDE İLİM VE ÖĞRETİM
İslam’ın ilk devirlerinde ilmî faaliyetlerde ağırlık, günümüz anlamında
olmamakla birlikte Kur’ân ve Hadis ilimleri üzerine toplanmıştı. Hulefâ-yi Râşidîn
devrinde bu ilimlerin daha sonraları ele alınan usul ve şartları henüz tespit
edilmemişti.
Hz. Peygamber zamanında başlayan ilmî hareketin esasını ‘Kur’ân’ın
anlaşılması’ ve ‘dinî ilimler’ teşkil etmekle beraber, Sahabe arasında Kur’ân tefsiri
ile meşgul olanların sayıları çok azdı. Bu sahada kendilerinden rivayetler
bulunanların en meşhurları Ali b. Ebi Talib, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes’ud,
Ubey b. Ka’b, Zeyd b. Sabit, Ebu Musa el-Eş’arî ve Abdullah b. Zübeyr idiler.
Hz. Muhammed’in sağlığında Kur’ân dikkat ve itina ile yazılıp, ezberlenerek
muhafaza edildiği halde, aynı titizlik hadisler için gösterilememiştir. Hz.
Peygamberin, ilk dönemlerde ağzından çıkan sözlerden, Kur’ân’dan başkasının
yazılmasını yasak ettiğine dair hadisler yanında, daha sonraları bazı sahabesine
müsaade etmekle kalmamış, yazılmasını bile emretmiştir. Bu birbirine zıt görünen
emirler, doğrudan muhatapları olan sahabe tarafından iyi idrak edilmiş, karışmanın
önlenmesine yönelik bu maksat onlarca kavranmıştır.
Hadis yazma işi çok hususî bir faaliyetti ve bir kısım büyük sahabe, Kur’ân’la
karıştırılması veya Kur’ân’ın önüne geçmesi endişesiyle hadis yazma işine taraftar
olmamışlardı. Hz. Muhammed Kur’ân’ın tedvinine bizzat ihtimam göstermiş,
Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 22
Sahabe, ilim
bakımından birbirinden
farklı idiler ve her
sahabe din işlerinde
konuşmaya, fetva
vermeye salahiyetli
değildi.
hadislerin tedviniyle ise alâkadar olmamıştır. Hadislerin intikalini, yazılanlardan çok
sahabelerin hafızalarına borçluyuz.
Sahabenin bir kısmı, bildiklerini talebelerine ve dinleyicilerine şifahi olarak
naklediyorlar veya bir meselede Hz. Peygamber’in tatbikatı aranınca, sahabe bunu
araştırarak hatırlayıp naklediyorlardı.
Veda Haccı’nda Hz. Muhammed, yaklaşık 140 bin Müslümana hitap etmiştir;
yapılan incelemelere göre, bu sahabenin 114 bini, Hz. Peygamber’den az çok bir
hadis nakletmiştir. Hz. Peygamber’den hadis dinleyen, ondan ilim alan 114 bin
Sahabe’den 30.000 kadarı Medine’de bulunuyorlardı. Medine’deki bu âlim ve
fazlaca hadis rivayet eden Sahabenin en meşhurları, faaliyet ve talebeleri hakkında
kısaca bilgi vermek istiyoruz:
Ebu Hureyre, çok sayıda hadis rivayet etmiş; Said b. el-Müseyyeb, Tavus b.
Keysan, Muhammed b. Sirin, Abdurrahman b. Hürmüz gibi meşhur talebeleri
ondan hadis almışlardır.
Abdullah b. Ömer’in,‘es-Sahife’ adlı bir hadis mecmuası olduğu rivayet edilir.
Salim b. Abdullah b. Ömer, Nafi ve Urve gibi meşhurlar onun talebeleridir.
Hz. Aişe, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Ebu Said el-Hudrî, Ebu Eyyub gibi
büyük sahabeler Medine’de yetişmiş ve Hz. Peygamber’den hadis ve ilim alıp, bu
ilimleri başkalarına nakleden âlim sahabelerdir.
Sahabeden Cabir b. Abbas Medine’de bir ders halkası kurmuş ve talebelerine
hadis okutmuştur; talebelerinden Vehb b. Münebbih kendisinden hadis yazardı.
Muhaddis Katâde ve Süleyman b. Kays da onun talebelerindendiler.
Hz. Aişe de çok hadis nakledenlerden olup Urve b. ez-Zübeyr de onun
hadislerini nakletmiştir. Hz. Aişe’nin yetiştirdiği talebeleri arasında Urve ve Kasım
b. Muhammed meşhurlarıdır.
Hz. Ebu Bekir 500 kadar hadisi yazmış, bilahare bunları yakmıştır. Hz. Ömer
Ashapla istişare ederek hadislerini toplamayı düşünmüş ve fakat sonra
vazgeçmiştir. Hz. Ali’nin de, bir hadis sahifesi olduğu rivayet edilir.
Genç yaşta Hz. Peygamber’in emriyle Yemen’de kaza vazifesinde bulunan
Hz. Ali, fıkhı meselelerde müşkülleri çözmekle meşhurdu. Vefatından sonra çözümü
zor olan meseleler için, “bu öyle bir mesele ki, onun Ebu’l-Hasan’ı da yok” denirdi.
Bazılarının anlayamadığı Kur’ân’a ait muğlâk meselelerin tefsirlerini de en iyi bilen
Hz. Ali idi; mübhemâtı en iyi o çözerdi. Abdullah b. Abbas, Hz. Ali’nin talebesi idi.
Sahabi Abdullah b. Ebi Avfa ise mektupla hadis öğretmiştir. Samure b.
Cündüb ve Sa’d b. Ubade’nin de hadis mecmuaları vardır. Abdullah b. Ömer,
azadlısı Nâfî’e hadis yazdırır ve bu kölesi ile iftihar ederdi.
Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 23
Şiir, ensâb ve eyyamü’l-Arab’ı iyi bilen, tefsir, feraiz, meğazi gibi ilimlerde de
âlim olan Abdullah b. Abbas’ın rivayetlerinin bir deve yükü teşkil ettiği söylenir.
Başka şehirlerden ilim talipleri Abdullah’a gelirler ve o, onlara hadis okurdu.
Ensabu’l-Arabı en bilenlerden biri olan Ebu Bekir, Hz. Peygamber’e ihtiyaç duyduğu
zamanlarda kabileler hakkında bilgiler verirdi.
Mugire b. Şu’be, Abdullah b. Mes’ud, Ebu Hureyre, diğer ilimler yanında,
bilhassa hadis ilmiyle iştigal etmiş büyük âlim sahabelerdi.
Fethedilen bölgelere gönderilen ve oralarda Kur’ân, Hadis ve ihtiyaç duyulan
dinî ilimleri öğreten sahabeden de bahsetmek istiyoruz:
Yemen ve civarına Ebu Musa el-Eş’arî, Muaz b. Cebel, Hemmam b.
Münebbih gönderilmişler ve orada dinî ilimleri öğretip yaymışlardı.
Hz. Ömer, Muaz b. Cebel’i, Ebu’d-Derdâ’yı ve Ubade b. es-Samit’i Suriye’ye
gönderdi. Şam’da Ebu’d-Derdâ, Ebu Zer el-Gıfarî, Muaviye b. Ebi Süfyan, Usame b.
Zeyd, Bilal b. Rebah el-Habeşî hadis rivayet etmişler ve dinî ilimleri öğretmişlerdir.
Hıms’da Ubade b. es-Samit, Filistin’de Muaz b. Cebel ve Şeddad b. Evs bulunmuşlar
ve aynı ilmî faaliyetleri göstermişlerdir.
Basra’da Enes b. Malik, Ebu Musa el-Eş’ari, İmran b. el-Husayn, Muğire b.
Şu’be, Nufeyl b. Haris, Semure b. Cündüb, bilhassa hadis öğretimi ile meşgul
olmuşlardı.
Kufe’de,Hz. Ali, Ebu Musa el-Eş’ari, Muğire b. Şu’be, Semure b. Cündüb, Cerir
b. Abdillah, Selman el-Farisî, Ammar b. Yasir devlet hizmetleri ve idarî faaliyetleri
yanında Kur’ân ve hadis ilimlerini öğretmek hizmetini de yürütmüşlerdir.
Medayin’de Selman ve Huzeyfe’nin varlıklarına rağmen ilmi gelişme olmadı.
Mısır’da hadis ve dini ilimler Abdullah b. Amr b. el-Âs vasıtasıyla yayıldı.
Sahabe, ilim bakımından birbirinden farklı idiler ve her sahabe din işlerinde
konuşmaya, fetva vermeye salahiyetli değildi. Fetva, ancak Kur’ân’ı çok okuyan,
ona ait ilimleri, Mekkî ve Medenîyi, nüzul sebeplerini, müteşâbihi ve muhkemi
bilen, bunları Peygamberden öğrenmiş olan sahabenin salahiyetindeki bir işti.Bu
âlim sahabeler, İslam ülkesinin muhtelif yerlerinde, bilhassa büyük şehirlerde,
camilerde ders halkaları kurar ve talebelerine Kur’ân okuturlardı. Ebu‘d-Derda’nın
Dımaşk Mescidindeki dersleri sabah namazından öyleye kadar devam ederdi.
Abdullah b. Abbas Mekke’de, Abdullah b. Mes’ud Kufe’de, Ebu Musa el-Eş’arî Basra
Camii’nde halka Kur’ân ve Kur’ân ilimleri öğretiyorlardı.
Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 24
Öze
t • Raşit Halifeler dönemi denince genellikle Hz. Ebu Bekir (11-13/632-634), Hz. Ömer (13-23/634-644), Hz. Osman (23-35/644-656), Hz. Ali (35-40/656-661) ve Hz. Hasan (40-41/661-662) dönemleri kastedilmektedir. Bu dönem tüm Müslümanlar için, Hz. Peygamber dönemi kadar önemli görülmüş ve bu dönemin icraatları dini açıdan değerli sayılmıştır.
• Halifelik kurumu, Hz. Ebu Bekir'le birlikte başlamış ve son Osmanlı hükümdarı Vahdeddin'le bitmiştir. Bu yüzden tüm İslam mezhepleri ve düşünürleri tarafından son derece önemli bir kurum sayılmış ve hatta hakkında en çok polemik yapılan konulardan biri olmuştur. Biz bu yüzden halifelik hakkında, şartları, özellikleri, halifenin taşıması gereken vasıfları, atanma yolları ve azlini gerektiren hallerin başlangıçtan itibaren belirlendiğini görmekteyiz. Tabii ki bu şart ve özelliklerin, günümüz islam devlet geleneğinin anlaşılma süreci açısından çok anlamlı olmadığı iddia edilebilir, fakat bu şartların, gerektiğinde düşünülmüş olması ve belli evrensel kriterleri önermesi açısından önemlidir ve göz ardı edilmemelidir.
• Hz. Ebu Bekir Allah Resulu'nün vefat ettiği gün Medine'de Muhacir ve Ensar'ın ittifakıyla seçilmiş, ilk anda bey'at etmeyenler de daha sonra bey'at etmişlerdir. Ebu Bekir, iç isyan ve ayaklanmaları bastırmış, yalancı peygamberlerin yol açtığı kargaşaya son vermiş ve yaptığı fetihlerle, Peygamberimiz sonrası ilk ihtilafları kökten hallederek kendisinden sonrakilere sorunsuz bir devlet bırakmıştır. Zamanıda yapılan en önemli işlerden biri de Kur'an-ı Kerim'in bir araya toplanmasıdır. Onun zamanında Resulullah döneminden kalan devlet yapı ve teşkilatlanmöası devam ettirilmiştir.
• İslam Devleti'nin asıl kurucusu olarak kabul edilen Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir'in tavsiye ve atamasıyla halife olmuş, zamanında İslam Devleti Türkistan'dan Bingazi'ye ve Doğu Anadolu'dan Doğu İran'a kadar bütün bölgeye yayılmıştır. Bu da beraberinde yeni bir teşkilatlanma ve yapılanma getirmiştir. Buna göre başta adliye ve diğer kurumlarda olmak üzere birçok ilave ve değişiklikler yapılmış, elde edilen gelirlerle devlet ve halk oldukça zenginleşmiştir.
• Hz. Ömer tarafından oluşturulan altı kişilik bir şura vasıtasıyla halife seçilen Hz. Osman, Ömer'den aldığı devleti yeni fetihlerle genişletmiş ve daha da zenginleştirmiştir. Fakat hilafetinin ikinci altı yılının başlangıcından itibaren gelişen muhalefet, halifenin ölümüyle bile durmamıştır. Zamanında Ümeyye oğulları devletin birçok makamını işgal etmiş ve diğer sahabe ve kabile mensupları, devlet ve şuradan dışlanmıştır.
Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 25
Öze
t • Medine'de kalan sahabe'nin tensib ve seçimiyle halife olan Hz. Ali'ye devletin her yöresinden bey'at yapılmamış olması, çeşitli huzursuzluklara yol açmıştır. Bu bağlamda önce Cemel'de Hz. Aişe ve etrafındakilerle daha sonra da Sıffın'da Hz. Muaviye ve taraftarlarıyla savaşan Ali, bir türlü istikrarı sağlayamamış ve muhalif Harici grupların suikasti sonucu öldürülmüştür. Kendisinden sonra Halife olan oğlu Hz. Hasan da, taraftarlarına güvenememesi ve yeni fitnelerin vuku bulmaması için Muaviye ile anlaşarak halifeliği ona devretmiştir.
• Hz. Ali de selefleri gibi devlet yönetiminde gerekli titizliği göstererek, tüm makamlara atamalar yapmış ve elinden geldiğince kurumların idamesine çalışmıştır.
• Raşit halifeler döneminde mükemmel ve istikrarlı bir yapıya kavuşturulan İslam ordusu, zamanının her türlü silah ve gereçleriyle donatılmış ve beşli taksimatıyla dünyanın en güçlü ordusunu oluşturmuştur. Ordu genel yapısı, silahları ve teşkilatlanması biçimiyle Hz. Peygamber dönemindekiyle aynı olmakla beraber, Hz. Osman zamanında donanma da teşkil edilmiştir. Herkes asker sayıldığı için durumuna göre maaş tahsis edilmiş, seferler esnasında 'liva' ve 'raye' kullanılmıştır.
• Bu dönemde ilmî faaliyet denince akla öncelikle Kur'an ve ona ait bilgilenmeler ile Allah Resulü'nün söz ve davranışlarını ortaya koyan hadislerin ve sünnetlerinin bilinmesine yönelik faaliyetler akla gelmektedir. Kur'an'ın yazılması Hz. Peygamber zamanında olmnakla birlikte, onun iki kapak arasına alınması Hz. Ebu Bekir zamanında ve çoğaltılması ise Hz. Osman zamanında yapılmıştır.
• Sahabe dini bir problemle karşılaştığı zaman Kur'an'a başvurur, onda bulamazsa sünnete başvurarak problemi çözmeye çalışırdı. Tüm sahabe aynı derecede alim ve müfti olmadığı için tefsir, fıkıh ve diğer konularda meşhur olan sahabe bilindiği için, ilgili konularda müracaatlar o sahabeye yönelirdi.
• Sahabe de bildiklerini kendilerinden sonrakilere aktarmış ve zamanın ilmi meclislerlerini oluşturarak talebeler yetiştirmişlerdir. Bu sahabe ve talebelerin isimleri tüm eserlerimizde ve nakilleriyle birlikte genelde yer almıştır.
Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür
b) Peygambere halef olarak, din ve dünya işlerinde riyâset-i âmme
sıfatı ile ona nâiplik etmeyi ifade eder.
c) İslam devlet geleneğinde riyaseti amme sıfatıyla Müslüman halkı
temsil eden makamı ifade eder.
d) Bir kimsenin ardından gelen ve onu temsil eden kurumu ifade
eder.
e) İslam devlet geleneğinde meclisi ifade eder.
2. Aşağıdakilerden hangisi halifeler için kullanılan unvanlardan biri
olmamıştır?
a) Halifetu Resulillah
b) Emîrul Müminin
c) İmâmul Müslimin
d) Nâibül Müslimin
e) Halifetu Halifeti Resulillah
3. Aşağıdakilerden hangisi Allah Resulu’nün vefatı esnasındaki
Müslümanların sosyal, hukukî ve siyasî gruplarından değildir?
a) Muhacir-Ensar
b) Ehl-Sünnet-Şia
c) Mümin-Kafir
d) Evs-Hazrec
e) Hür-Köle-Mevali
4. Aşağıdakilerden hangisi Halifenin bulunması hakkında İslam
mezheplerinin görüşlerinden değildir?
a) Vaciptir.
b) Farz-ı kifayedir.
c) Bulunması şart değildir.
d) Müslümanlar ihtiyaç duymazlarsa, gerekmez.
e) Sünnettir.
Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 27
5. Aşağıdakilerden hangisi halife seçiminin sıhhati için gerekli şartlardan
değildir?
a) Bey’at edilecek kimsede aranan vasıflar bulunmadığı zaman,
mutlaka biri tercih edilmelidir.
b) Halifeyi seçecek olan ehlü’l-hal ve’l-akd alimler, devlet erkânı ve
halkın ileri gelenleri hazır olmalıdır
c) Bey’at olunan kimsenin, hilafeti kabul etmesi lazımdır.
d) Bey’at eden ve hilafet akdini yapan bir kişi ise, bunun şahitleri
olmalıdır.
e) Bey’at bir kişi için olmalıdır.
6. Halife Ebu Beki döneminin en önemli olayı aşağıdakilerden hangisidir?
a) Halife seçimlinin yerleşmesi
b) Çok sayıda fetihler yapılması
c) Kur’an’ın toplanması
d) Namaz ve zekata devam edilmesi
e) Dinin yayılmaya devam etmesi
7. Aşağıdaki kurumlardan hangisi Halife Ömer zamanında ilk
oluşturulanlardan değildir?
a) Divanlar b) Adliye c) Hapishane d) Kadı askerlik e) Beytülmal
8. Aşağıdakilerden hangisi Raşid halifeler zamanında gayrimüslimler
hakkındaki uygulamalardan değildir?
a) Sadece mabed yapmalarına izin verilmemiştir. b) Dini eğitimlerine izin verilmiştir. c) Din adamlarına asla dokunulmamıştır d) İsterlerse davalarını Müslüman hakimlere götürebilirlerdi. e) Davalarını kendi kanunlarına göre hallederlerdi.
Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 28
9. Aşağıdaki kurumlardan hangisi, Hz. Peygamberden başlayıp Hz. Hasan
dönemine kadar devamlı bulunmamıştır?
a) İhtisab b) Şurta c) Beytülmal d) Kaza e) Ordu
10. Raşid halifeler döneminde dinî ilimlerin temelinde aşağıdakilerden
hangileri bir bütün olarak yer almaz?
a) Kur’an-Sünnet b) Tasavvuf-Kur’an c) Sünnet-Kelam d) Fıkıh-Sünnet e) Kelam-Tasavvuf
Cevap Anahtarı
1. b, 2. d, 3. b, 4. e, 5. a, 6. c, 7. e, 8. a, 9. b, 10. e
Hilafet ve Raşid Halifeler Döneminde Kurumlar ve Kültür
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 29
YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER
KAYNAKLAR
Apak, Adem. (2007). İslam Tarihi II (Hulefâ-i Raşidîn Dönemi). İstanbul: Ensar Yay..
Atar, Fahrettin. (1979) İslam Adliye Teşkilâtı, Ortaya Çıkışı ve İşleyişi. Ankara: DİB
Yay..
Avcı, Casim, “Hilafet” mad.. DİA. XVII, s. 539-546.
el-A’zamî, M. Mustafa. (1993). İlk Devir Hadis Edebiyatı ve Peygamberimizin
Akli ilimler: Felsefe, matematik, astronomi, tıp, coğrafya, kimya, biyoloji, bo-
tanik, zooloji, eczacılık, musiki, tarih.
Diğer taraftan Dil ve Edebiyat (Şiir, Gazel, Hitabet ve Nahiv), Dini ilimler
(Kraat-Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam) ve diğer ilimler (Tarih, Ulumu’l-Evâil: Felsefe,
Kimya, Tıp ve Eczacılık, Astronomi vb.) şeklinde bir gruplandırma da söz konusudur.
Yukarıdaki tasnifin dışında bizim de benimsediğimiz bir tasnif daha bulun-
maktadır. Bu tasnife göre ilimler; “dini ve sosyal ilimler” ile “Ulûmü’l-Evâil” şeklin-
de iki guruba ayrılarak mütalaa edilmiştir.
DİNİ VE SOSYAL İLİMLER
Dini ve sosyal ilimleri birbirinden kesin hatlarla ayırmak mümkün değildir. Zi-
ra dini ilimlerin sosyal ilimlere gerek içerik gerekse yöntem bakımından büyük etki-
leri olduğu gibi sosyal ilimlerin de dini ilimlere etkileri hatta katkıları söz konusu-
dur. Dolayısıyla iki grubu aynı başlık altında değerlendirmeyi uygun görüyoruz.
Kur’ân İlimleri
Dini ilimlerin başında Kur’ân ilimleri gelmektedir. Kur’ân’la ilgili ilimler onun
okunmasına dair kıraat ve yorumuna dair tefsirdir. Bu iki ilim dalının temelleri as-
lında Hz. Peygamber tarafından atılmış daha sonra gelişmiştir.
İslam medeniyetinin birçok ilim ve sanat şubesinin hareket noktası Kur’ân-ı
Kerîm olmuştur. Sadece tefsir, kıraat gibi doğrudan Kur’ân’la ilgili ilim dalları değil
dil, gramer, imla gibi Filoloji ile ilgili ilim dalları da Kur’an’dan etkilenmiştir. Arap
dili ve edebiyatının oluşumunda Kur’ân’ın önemli bir payı olduğu gibi Müslümanla-
rın konuştukları diller ve yaşadıkları kültürlerde de Kur’ân’ın değişik oranlarda pa-
yının olduğu görülmektedir.
Kıraat
Hz. Osman tarafından Kureyş lehçesi esas alınmak suretiyle çoğaltılan Kur’ân
nüshaları Kur’ân’ın tek bir lehçe ile okunmasını sağladığı gibi lehçe farklılıkları se-
bebiyle çıkabilecek tartışmaları da sona erdirmiştir.
Değişik bölgelere gönderilen ve resmi hüviyete haiz olan bu nüshalara bağlı
olarak Kur’ân’ın okunması ve öğretilmesi için Emeviler döneminde muallimler gö-
revlendirilmiştir. Bu dönemde çok sayıda Kur’ân nüshası istinsah edilerek Kur’ân
üzerindeki ihtilaflar en aza indirildi. Böylece Kur’ân’ın Hz. Peygamber’e geldiği şek-
liyle sonraki kuşaklara intikali sağlandı. Kur’ân’ın okunuşunu yani kıraat ilmini iyi
Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 9
bilen muallim sahabilerin verdikleri derslerle genç sahabiler ve tabiin bu alanda
uzmanlık kazandılar. Emeviler döneminde yetişen bu alimler hocalarından duyduk-
ları ve öğrendikleri kıraat vecihlerini sistemleştirerek kıraat ilminin gelişmesine ön
ayak oldular.
Kırat ilmine dair ilk eserler Emeviler döneminde yazıldı. Günümüze intikal
etmemekle birlikte söz konusu eserler sonraki dönemlerde bu alanda yapılacak
olan çalışmalara kaynaklık etmişlerdir. Kıraat ilminde otoriter kabul edilen kıraat-ı
seba alimlerinden üçü bu dönemde yetişmiştir. Bunlar Suriye bölgesinin kıraat
üstadı İbn Âmir el-Yahsubî, Mekke’nin kıraat alimi İbn Kesîr ve Kûfelilerin imamı
Âsım b. Behdele’dir.
Emeviler dönemi Kur’ân’ın metni üzerinde ciddi katkıların gerçekleştirilerek
okuyucular açısından kolaylıkların sağlandığı bir dönem de olmuştur. Zira Kur’ân ilk
defa bu dönemde harekelenmiştir. Muaviye’nin emri ve Basra valisi Ziyad b.
Ebîhi’nin aracılığıyla Ebu’l-Esved ed-Düeli (69/688) Kur’ân’ın noktalanma işini ger-
çekleştirmiştir. Kur’ân’ın noktalanması ve okunuş birliği sağlanması için harekelen-
dirmesi bir ihtiyaçtan kaynaklanmıştır. Dönem içerisinde farklı kültür ve toplumlar-
dan insanların İslam toplumuna dahil olmasıyla Arapçanın bozulması Kur’ân’a da
tesir edebilir endişesi böyle bir çalışmanın gerçekleşmesinde etkili olmuştur.
Kur’ân’la ilgili noktalama işleminin Emevilerin meşhur valilerinden Haccac b. Yu-
suf’un emriyle Nasr b. Âsım tarafından yapıldığı da ifade edilmekle birlikte daha
ziyade kabul gören bu işi Ebü’l-Esved ed-Düeli’nin gerçekleştirdiğidir.
Tefsir
Kur’ân ayetlerinin muhkem veya müteşabih, mücmel veya mufassal oluşu
gerek anlaşılması gerekse uygulanması bakımından birtakım farklılıklara ve tartış-
malara yol açmıştır. Bu durum tefsir ilminin doğmasında etkili olmuştur. Hz. Pey-
gamber hayatta iken Kur’ân’ın anlaşılmasıyla ilgili problemleri kendisi çözüyordu,
ondan sonra ise Kur’ân hususunda otoriter olan müfessir sahabiler bu işi üstlen-
mişlerdir. Müfessir sahabiler Kur’ân’ı tefsir ettikleri gibi çok sayıda talebe de yetiş-
tirerek kendilerinden sonraki dönemlerde Kur’ân’ın anlaşılmasına katkı sağlayacak
bir nesil bırakmaya çalışmışlardır. Tabiinden olan bu müfessirler, yerleştikleri böl-
gelerde farklı ekoller oluşturarak Kur’ân’ın anlaşılması yönünde çalışmalarını sür-
dürmüşlerdir. Bu dönemde Mekke, Medine ve Kûfe’de tefsir çalışmaları yoğunluk
kazanmıştır.
Mekke tefsir ekolünün kurucusu sayılan ve “müfessirlerin sultanı”, ve “
Kur’ân tercümanı” olarak bilinen Abdullah İbn Abbas ve onun öğrencilerinden Atâ
b. Ebû Rebâh, Tâvus b. Keysân, Saîd b. Cübeyr, İkrime vb. tefsir alanında önemli
hizmetlerde bulunmuşlardır. Benzer şekilde Übey b. Kâ’b öncülüğünde Medine’de
de tefsir çalışmaları yoğun bir şekilde devam etmiştir. Sahabilerin çoğu bu şehirde
Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 10
yaşadığı için Medineli müfessirler, çalışmaları esnasında sahabilerden doğrudan
bilgi alma imkanına sahip olmuşlardır.
Diğer taraftan Irak bölgesinde ise tefsir çalışmaları yine sahabeden Abdullah
b. Mes’ûd ve talebeleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Katâde b. Diâme, Ebû Ab-
durrahman es-Sülemî, Alkame b. Kays, Hasan el-Basrî vb. Abdullah b. Abbas’ın
meşhur öğrencilerinden ve Irak tefsir ekolünün en önemli mensuplarındandırlar.
Emeviler döneminde telif edilen tefsir kitapları günümüze kadar gelmemişlerdir.
Bununla birlikte bu eserler sonraki dönemlerde yapılan çalışmalara kaynaklık et-
mişlerdir.
Hadis
Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerini aktaran, değerlendiren ve tasnif
eden bilim dalı olarak daha Hulefâ-yi Râşidîn döneminden itibaren ortaya çıkan
hadis ilmi Emeviler döneminde de muhaddis sahabiler öncülüğünde gelişimini sür-
dürmüştür.
Hadislerin kitap oluşturacak boyutta olmasa bile sahifeler halinde yoğun bir
şekilde yazıldığı Emeviler devrinde, tedvini de gerçekleştirilmeye başlamıştır. Emevi
halifelerinden Ömer b. Abdülaziz halifeliği sırasında hadis alimlerinin vefatı sebe-
biyle ortaya çıkabilecek mahzurları göz önünde bulundurarak vilayetlerdeki valiler
ve hadis alimlerine mektuplar yazarak Hz. Peygamber’den nakledilen hadislerin
toplanmasını istemiştir. Böylece hadis sayfaları bir araya getirilerek tedvin dönemi
başlatılmıştır. Bu emir doğrultusunda ilk olarak eser yazan kişi İbn Şihâb ez-Zührî
(ö. 124/742) olmuştur. Hadislerin tedvin edilmesi ileride, Abbasiler döneminde
hadislerin konularına göre tasnif edilmesi böylece hadis külliyatının oluşturulması-
na büyük katkılar sağlamıştır.
Özellikle Hz. Osman ve Hz. Ali döneminde yaşanılan siyasi ve dini tartışmalar
esnasında bazı kimselerin hadis uydurma yoluna gitmesi sebebiyle hadislerin sıhha-
ti önemli bir konu olarak gündeme gelmiştir. Sahih hadislerin uydurma olanlardan
ayırt edilebilmesi için hadisi söyleyene nispet ederek hadisin sıhhatini tespit etme-
ye yarayan isnad sistemi Emeviler döneminde geliştirilmeye başlandı. Emeviler
dönemi muhaddisleri arasında ez-Zührî’den başka Abdullah b. Amr b. el-Âs, Abdul-
lah b. Abbas, Semüre b. Cündeb ve Câbir b. Abdullah, Hemmâm b. Münebbih gibi
şahıslar sayılabilirler.
Fıkıh
Emeviler devri fıkhın müstakil olarak bir ilim dalı haline geldiği dönem olarak
kabul edilmektedir. Bu esnada tabiin nesline mensup pek çok fakih, çeşitli bölge-
lerdeki fakih sahabilerin ders halkalarına katılmışlar, onlardan aldıkları bilgileri ge-
liştirerek sonraki nesillere aktarmışlardır. Tabiin fakihleri değişik bölge ve çevreler-
Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 11
de farklı karakteristiğe sahip fikıh ekolleri oluşturmuşlardır. Başını Saîd b. Müsey-
yeb’in çektiği “Hicaz ekolü” ve önderliğini İbrahim en-Nehâî’nin yaptığı “Irak ekolü”
bu dönemde teşekkül etmiştir. Her iki grup da Kitap, Sünnet ve Sahabe icmaına
dayanmakla birlikte Hicaz ekolü, sünnetin daha iyi bilindiği ve tatbik edildiği Medi-
nelilerin yaşadığı İslam’a ve onların meselelere yaklaşımlarına daha fazla önem
vermişlerdir. Ayrıca Hicaz ekolu, bulundukları çevre sebebiyle hadis malzemelerine
daha kolay ve yoğun olarak ulaşabilmekteydiler. Mecbur kalmadıkça rey ve içtihat
yoluyla hüküm vermezler, Kitap ve Sünnetteki delillerle karar vermeyi önemserler-
di. Söz konusu farklılıkların oluşmasında hadisi delil olarak alma veya reye başvur-
ma konusunda bazı prensip ve metot farkları etkili olduğu gibi çevre, kültür ve üs-
tat da önemli yere sahiptirler. Hicazlıların yaşadıkları bölge itibarıyla fazla problem-
le karşılaşmamaları onların hüküm verme konusunda Kitap ve Sünnetle yetinmele-
rinde etkili olmuştur. Bununla birlikte Irak ekolünü oluşturanların bulundukları
bölge ise hem nicelik hem de nitelik bakımından problemlerin yoğun olduğu bir
yerdi. Bundan dolayı bazen Kitap ve Sünnetteki deliller problemi çözmede, hüküm
vermede yeterli olamayabiliyordu. Iraklı fukaha bu durumda sahabe kavline ve
kendi rey ve içtihatlarına göre de hüküm vermek zorunda kalmışlardır.
Konulara göre fıkıh kitaplarının yazılışı Emeviler döneminde başlamışsa da
bunların çok az bir kısmı günümüze kadar gelebilmiştir.
Kelam
Emeviler dönemi, kelam tarihi bakımından itikadi konularda tartışmaların
başladığı ve kelam ilminin temellerinin atıldığı bir devir olarak kabul edilmektedir.
Söz konusu dönemde kişiler bazında bazı tartışmalar ve gruplaşmalar olmuşsa da
büyük itikadi ekoller henüz teşekkül etmemiştir. Bu sebeple Emeviler devri kelam
ilminin hazırlayıcı merhalesi olarak nitelendirilebilir. Kelam ve mütekellim ifadele-
rinin Abbasi halifelerinden Harunürreşid (170-193/786-809) döneminde yaygın-
laşmış olması da Emeviler döneminin kelam ilmi bakımından hazırlık safhasının
yaşandığı devir olarak kabul edilmektedir.
Hz. Osman ve Hz. Ali döneminde ortaya çıkan siyasi ve fikri ayrılıklar zamanla
itikadi mahiyet kazanmıştır. Son iki Raşid halife döneminde yaşanılan dahili prob-
lemler, Hz. Osman’ın asiler tarafından öldürülmesi, Hz. Ali’nin cemel ashabıyla
mücadelesi, Sıffın ve Nehrevân Savaşı, tahkim vb. gibi olaylar kelamın konusuna
giren kader, irade, iman, küfür gibi kavramların ortaya çıkmasına ve kelam ilminin
doğuşuna tesir eden Şia, Hariciler, Cebriyye, Kaderiyye, Mürcie gibi grupların oluş-
masına zemin hazırlamıştır.
Emeviler döneminde kader konusunu gündeme getirerek insan hürriyetini
savunan ilk kişilerin Ma’bed el-Cühenî ile Gaylân ed-Dımeşkî, cebir görüşünü des-
tekleyenlerin Ca’d b. Dirhem ve Cehm b. Safvân olduğu, mutezililiği ilk savunan
şahsın da Vâsıl b. Atâ olduğu kabul edilir. Bu dönemde yaşanılan itikadi tartışma-
Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 12
larda görüşleriyle adlarından sıkça bahsettiren en önemli alimler ise Hasan-ı Basrî
ve Ebû Hanîfe’dir.
Kelam ilminin Emeviler döneminde ortaya çıkmaya başlamasında söz konusu
zaman diliminde fetihler neticesinde farklı kültür, inanç ve felsefeye sahip kişilerin
İslam toplumuna dahil olması veya Müslümanlarla ilişki kurmaya başlamalarının da
etkisi vardır. Zira gerek Müslümanlığı benimseyen ancak eski inanç ve düşüncesin-
den de tamamen kurtulamayan yeni Müslümanlar gerekse İslamiyet’i fikir ve dü-
şünce platformunda yıpratmaya çalışanlara karşı İslam dininin entelektüel boyutta
anlatılması ve savunulabilmesi için kelam ilmine ihtiyaç duyulmuştur.
Tarih
İslam tarihçiliği siyer ve meğaziye dair Hadis-i Şeriflerin bir araya getirilip ka-
tegorize edilmesiyle başlamıştır. Daha Hz. Peygamber hayatta iken bazı sahabiler
siyer ve meğaziye dair hadisleri yazıyorlardı. Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Amr b.
el-Âs, Ber’â b. Âzib gibi sahabilerin siyere dair pek çok hadisi yazdıkları bilinmekte-
dir. Söz konusu sahalardaki çalışmalar Emeviler döneminde büyük bir yoğunluk
kazandı. Tabiin tabakasından olan zamanın alimleri siyer ve meğazi ilmini öğrenme
uğrunda büyük bir gayret içerisine girdiler. Bu dönemde yazılan siyer ve meğazi
kitapları günümüze ulaşmamakla birlikte bunlardan yararlanan alimlerin eserleri
vasıtasıyla söz konusu sahabilerin yazdıkları eserlerle bunlardan haberdar olabil-
mekteyiz. Emeviler dönemindeki çalışmalarla siyer ve meğazi ilminin temelleri
atılmış, bu temel üzerine Abbasiler devrinde gerçekleştirilen katkılarla İslam tarihi-
nin çok zengin ve güvenilir kaynaklarının teşekkülü söz konusu olabilmiştir.
Emeviler dönemi ilk siyer ve meğazi müellifleri arasında Hz. Osman’ın oğlu
Eb’ân b. Osman (ö.105/723), Hz. Aişe’nin yeğeni Urve b. Zübeyr (ö.94/712), İbn
Şihâb ez-Zührî, Vehb b. Münebbih, Katâde, Musa b. Ukbe, Ma’mer b. Raşid ve İbn
İshak vb. sayılabilirler.
Diğer taraftan Emeviler dönemi sadece siyer ve meğaziye dair değil diğer ta-
rihi alanlarla ilgili de eserlerin yazılmaya başlandığı bir devir olmuştur. Nitekim
Ubeyd b. Şeriyye el-Cürhümî ve Dağfel b. Hanzala gibi tarihçiler Cahiliye dönemine
dair eserler yazarken Vehb b. Münebbih gibi ehl-i kitaba mensup bazı kimseler ise
geçmiş milletler ve peygamberlerin tarihlerine dair eserler kaleme almışlardır. Ben-
zer şekilde Emeviler döneminde cereyan eden savaşlar ve diğer siyasi olaylar da
bazı tarihçiler tarafından kayda geçirilerek kitaplaştırılmışlardır. Avâne b. el-Hakem
ve Ebû Mıhnef bu alanda eserler yazanlar arasında en sık isimleri duyulan kimse-
lerdir. Şehir tarihi, genel tarih, mahalli tarih ve kültür tarihine dair eserlerin de
Emeviler döneminden itibaren yazılmaya başlandığını görmekteyiz.
Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 13
Dil ve Edebiyat
Emeviler döneminde dini, siyasi ve sosyal gelişmelerden etkilenen Arap şiiri
yeni temalar ve yönelişler kazanmıştır. Fetihlerle yeni Müslüman olan mevali grup-
ların Müslüman Araplarla bir arada yaşamaya başlamalarından sonra Arap şiirine
değişik kültür ve medeniyetlerden yeni kavramların ve anlayışların dahil olmasına
yol açmıştır. Din, bu dönemde de toplumsal hayatta önemli bir kavram olarak in-
sanların gündemlerini belirlemeye devam etmiştir. Müslümanlar duygu ve düşün-
celerini, savaş ve barışla alakalı hislerini ifade ederken dini ölçüler çerçevesinde
şiiri kullanmışlardır. Diğer taraftan bu dönem zarfında yaşanılan siyasi ve itikadi
rekabet, asabiyetten kaynaklanan kabileler arası mücadeleler de fiili mücadeleden
daha çok şiir ve edebiyatın diğer türleriyle gerçekleştirilmiştir. Bütün bunlar da
Arap şiirinin teşekkülünde etkili olmuştur. Hz. Ömer’in emriyle Rumca, Farsça ve
Kıptice tutulan divan kayıtlarının Abdülmelik b. Mervân’ın halifeliğinde onun emriy-
le Arapça tutulması da Arapçanın edebi gelişimi bakımından önemli olmuştur.
Emeviler zamanında çok sayıda hiciv ve medih şairi yetişmiştir. Devlet idare-
sinde bulunan kimseler için yazdıkları medhiyeler sayesinde büyük bahşiş ve ödül-
ler alan şairler yanında hiciv şiirinde de maharetli çok sayıda şairin yine aynı devir-
de isimlerinin ön plana çıktıkları görülmektedir. Hiciv şiirlerinin oluşumunda kabile-
cilik anlayışının büyük tesiri vardır. Diğer taraftan Emeviler zamanında, hem medih
hem de hiciv şiirinde aynı anda şöhret kazanan ve Arap şiirinin en önemlileri ara-
sında gösterilen, “nekâiz” şairleri olarak kabul edilen şairler de vardır. Üçü de
Irak’da doğan ve yetişen bu şairler, Ahtal, Ferazdak ve Cerir b. Atıyye’dir.
Emeviler dönemi şiirini içerik olarak iki grupta değerlendirmek mümkündür:
aşk şiiri, siyasi şiir.
Her iki şiir türünün gelişmesinde de halifelerin ve hanedan mensupların kat-
kıları olmuştur. Muaviye döneminde başlayan sarayda gece tertip edilen meclisler-
de ilgi gören ve takdir edilerek ödüllendirilen şairler ve hatipler en güzel şiirler
arasında yer alacak şiirlerini inşad etmek için büyük bir gayret içerisine girmişlerdir.
Kendisi de bir şair olan Yezid b. Muaviye ve diğer bazı halifelerin desteği ile sarayda
düzenlenen meclislerde söylenilen şiirler ve bunların bestelenmesiyle oluşturulan
şarkılar, gazeller ön plana çıkmıştır.
Emeviler dönemi edebiyatı bakımından sadece şiirler değil edebiyatın diğer
türlerinden olan edebi mektuplar, hutbeler ve nesir de oldukça gelişmiştir. Ömer b.
Abdülaziz, Ziyad b. Ebîhi, Haccac b. Yusuf, Hasan- ı Basrî ve daha başka şahısların
Arap edebiyatı bakımından şaheser olarak kabul edilen pek çok hutbeleri ve veciz
konuşmaları bulunmaktadır. Kamuoyunu yönlendirmede Muaviye şair ve hatipleri
kendi siyaseti doğrultusunda kullanmakta mahir bir kimse olarak bilinmektedir.
Ondan sonra iş başına gelen diğer Emevi halifeleri de benzer şekilde hareket ede-
Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 14
rek şair ve hatipleri kendi saflarına çekmeye çalışmışlar, onların aracılığıyla propa-
gandalarını halk kitlelerine ulaştırmak ve benimsetmek için uğraşmışlardır.
Emeviler zamanında Arap dilinin kurallarının oluşumu bakımından önemli
olan Nahiv ilminin gelişmesine yönelik adımların atıldığı görülmektedir. Arap olma-
yan Müslümanların (mevali) Arapçayı öğrenmekte karşılaştıkları güçlükler ve farklı
lehçelerle konuşan Arapların bir arada yaşamaları esnasında ortaya çıkan i’rab
hataları nahivle ilgili çalışmalara başlanılmasında etkili oldu. Diğer taraftan
Kur’ân’ın dil hatalarından korunabilmesi için de Arapçanın kurallara uygun bir şe-
kilde yazılması ve okunması önem arz etmekteydi. Nahiv ilminin temelleri din, dil
ve ırk yönünden oldukça karışık olduğu Basra’da Ebü’l-Esved ed-Düeli ve arkadaşla-
rı tarafından atılmıştır. Kur’ân’ın birbirine benzeyen harfleri birbirinden ayırmak
üzere noktaları kullanan Nasr b. Âsım da bu dönemde yaşayan ünlü nahiv alimle-
rindendir.
ULUMU’L-EVÂİL
Emeviler zamanında sadece dini ve sosyal ilimler değil başta felsefe, astro-
nomi, matematik, tıp ve kimya gibi akli ilimler sahasında da önemli çalışmaların
başladığı görülmektedir. Roma imparatoru İskender’in fetihleri ile birlikte Mısır,
Suriye ve Batı Asya’da tanınmaya başlanan Yunan kültürü, tercümeler yoluyla Müs-
lümanların da istifadesine sunulmuştur. Mezhep anlaşmazlıkları yüzünden 489’da
Edessa’dan (Urfa) sürülen Nasturiler ile putperest kabul edildikleri için 529’da Ati-
na’dan sürgün edilen Yeni Eflatuncu sekiz felsefeci İran’daki Huzistân bölgesindeki
Cündişâpûr’a yerleşmişti. Böylece Hıristiyan, Suriyeli, Hintli, Yunanlı ve İranlı bilim
adamları burada toplanmıştı. İslam dünyasında Enüşirvân-ı Âdil diye bilinen I. Hüs-
rev (531-579) Cündişâpûr’da felsefe, tıp ve diğer ilimlerin okutulduğu bir mektep
kurmuş ve onun zamanında şehir büyük bir ilim merkezi haline gelmiştir. Aristo ve
Eflatun’un bazı eserleriyle Kelile ve Dimne bu devirde Farsça’ya çevrilmiştir. I. Hüs-
rev’in kurduğu bu okulda Hintli doktorların yanında Yunanlı doktorlar da görev
yapmışlardır. Söz konusu okul Müslüman tıp kültürünün oluşmasında önemli rol
oynamıştır. Hz. Peygamber döneminden itibaren Arabistan’da Cündişâpûr medre-
sesinde tabiplik yapan bazı kimselerin görev aldıklarına dair kaynaklarda bilgilere
rastlanılmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber döneminin meşhur tabiplerinden Hâris
b. Kelede söz konusu okul da tahsil gören kimselerdendir.
Cündişâpûr, Hz. Ömer zamanında Müslümanlar tarafından fethedilmiştir. Fe-
tihten sonra da Cündişâpûr bilim bakımından önemini korumuş ve burada gördük-
leri tahsil ile pek çok bilim adamı yetişmiştir. Emevi halifelerinden Muaviye b. Ebî
Süfyan’ın doktoru İbn Esâl en-Nasrânî Cündişâpûr’da yetişmiştir. Cündişâpûr’da tıp
okulunun dışında felsefe ve din eğitimi veren okullar da vardı. Diğer taraftan Irak’ta
Harran da Yunan kültürünün merkezlerindendi. Harrân halkı Sabiilerden (melek ve
Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 15
yıldızlara tapanlar) oldukları halde Arapça konuşuyorlardı. Dolayısıyla Yunan kültü-
rünün ileriki zamanlarda Müslümanlar arasında yayılmasına büyük ölçüde yardımcı
oldular. Yabancı dillerde yazılan pek çok eserin Arapçaya tercümesinde aktif bir
şekilde rol alarak söz konusu eserler vasıtasıyla kadim toplumların kültür ve mede-
niyetinin Müslümanlar arasında tanınmasına ve öğrenilmesine katkı sağlamışlardır.
Emeviler devrinde Hint, Yunan, Mısır ve İran gibi antik medeniyetlerden ya-
pılan tercümelerin de etkisiyle Matematik, Astronomi, Fizik, Kimya, Zooloji, Biyolo-
ji, Botanik, Tıbbın çeşitli dalları ve Eczacılık gibi “Fen ve Sağlık Bilimleri” alanlarında
yoğun çalışmalar başlatılmıştır. İslam ilim tarihinde bu türden eserlerin ilk defa
Emevi halifelerinden Yezid b. Muaviye’nin oğlu Halid b. Yezid tarafından Arapçaya
tercüme ettirilmeye başladığı kabul edilmektedir. Halid b. Yezid’in astronomi, kim-
ya (simya) ve tıp alanlarındaki kitapları Arapçaya çevirttiği, bunu İskenderiye’den
getirttiği bazı Yunanlı bilginler vasıtasıyla yaptığı kabul edilmektedir. Zengin bir
kütüphaneye sahip olduğu söylenilen Halid b. Yezid’in babası Yezid b. Muaviye’nin
ölümünden sonra yine hanedan ailesinden Mervan b. el-Hakem tarafından veliaht-
lıktan uzaklaştırılmasından sonra kendisini ilme verdiği ve tercüme edilen eserler-
den de yararlanarak astronomiye dair risaleler de yazdığı rivayet edilmektedir.
Halid b. Yezid’in kimya ilmini (simya) kullanarak altın elde etmeye çalıştığı da ifade
edilmektedir.
Emevi halifeleri kendilerinin ve hanedan mensuplarının sağlıkları bakımından
tıp ilmine dair eserlerin tercüme edilmesine büyük önem vermişler, devrin meşhur
doktorlarını kendileri ve hanedan mensupları için özel hekim olarak görevlendir-
mişlerdir. Hemen hemen tamamı gayrimüslim olan bu doktorlar tıp alanına dair
bazı eserleri Arapçaya çevirdikleri gibi bizzat yine tıpla alakalı birtakım kitap ve
risaleler de kaleme almışlarıdır.
Emevi halifelerinden Velid b. Abdülmelik döneminde yaşanılan bolluk ve re-
fah ortamında halkın istifadesine sunulan pek çok hizmet yanında cüzzamlılar için
bir tedavi merkezi yapıldığı gibi özürlülerin ve yaşlıların bakımı için elemanlar gö-
revlendirilerek maaşları devlet bütçesinden karşılanmıştır.
Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 16
Öze
t • Emevîlerden önce özellikle dinî sahalarda yoğunlaşan İslam eğitim çalışmaları Emevîler döneminde de genel anlamda aynı çizgide devam etmiştir. Kur’ân, Hadis, Fıkıh, İslam Tarihi, Kelam vb. dinî ilimler Emevîler zamanında önemli ilim dallarından olma vasfını korumuşlardır. Bununla birlikte dinî ilimlerin dışında değişik ilim dalları da (Şiir, Hitabet, Gramer, Ensâb, Coğrafya, Kimya, Tıp, Astronomi vb.) dinî ilimler kadar olmasa da eğitimin konusu haline gelmişlerdir. Emevî hanedan mensupları ve devlet yönetiminde önemli görevleri yerine getiren üst düzey memurların ilgi alanları dinî ilimlerden ziyade diğer ilim dallarıyla alakalı olmuştur.
• Emevîler zamanında idarecilik, askerlik ve ticaret revaçta olduğu için ilmiye sınıfına fazlaca önem verilmemiştir. Bundan dolayı Emevîler döneminde ilmi faaliyetler devlet desteğinden ziyade kişisel gayretler ve toplumdaki bazı kişilerin yardımıyla devam ettirilmiştir. Küttâb, saray, çöl, ev ve işyerlerinin bir bölümü ile mescitler eğitim öğretim faaliyetlerinin sürdürüldüğü en önemli mekânlar arasında yer almışlardır. Bu dönemde hem naklî ilimler (Kur’ân, Hadis, Tefsir, Fıkıh, Kelam vb.) hem de akli ilimler (Matematik, Astronomi, Tıp, Eczacılık, Felsefe, Kimya vb.) sahasında çalışmalar yapılmış, sonraki dönemler için kaynaklık teşkil edecek önemli eserler telif edilmiştir.
Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 17
Değerlendirme sorula-
rını sistemde ilgili ünite
başlığı altında yer alan
“bölüm sonu testi”
bölümünde etkileşimli
olarak cevaplayabilirsi-
niz.
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi Emevîler dönemi ilim ve kültür hayatına katkı
sağlayan şehirler arasında yer almaz?
a) İskenderiye
b) Şam
c) Cündişâpûr
d) Kûfe
e) İstanbul
2. Hadislerin tedvin edilmesi aşağıdaki halifelerden hangisinin emir ve des-
teği ile başlatılmıştır?
a) Muaviye b. Ebî Süfyan
b) Abdülmelik b. Mervan
c) Hişam b. Abdülmelik
d) Ömer b. Abdülaziz
e) Mervan b. Muhammed
3. Kur’ân-ı Kerim’in harekelendirilmesi kim tarafından gerçekleştirilmiştir?
a) Abudullah b. Abbas
b) Abdullah b. Ömer
c) Ebü’l-Esved ed-Düeli
d) Zeyd b. Sâbit
e) Amr b. el-Âs
4. İslam'ın ilk dönemlerinde, "okuma yazmanın öğretildiği eğitim kurumu
aşağıdakilerden hangisidir?
a) Medrese
b) Kıraathane
c) Tekke
d) Encümen-i Daniş
e) Küttâb
5. Aşağıdaki şairlerden hangisi Nekâiz şairleri arasında yer almaktadır?
a) Ümmü Külsüm
b) Kumeyt b. Ziyad el-Esedî
Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 18
c) Cerir
d) Habbâbe
e) Yezid b. Ebî Süfyan
6. Arapçayı divan dili haline getirerek resmi alanlarda kullanılmasını sağla-
yan halife kimdir?
a) Hz. Ömer
b) Muaviye b. Ebî Süfyan
c) Velid b. Abdülmelik
d) Mervan b. Muhammed
e) Abdülmelik b. Mervan
7. Aşağıdakilerden hangisi Emevîler dönemi nahiv bilginlerindendir?
a) Ebü’l-Esved ed-Düeli
b) İbn Manzûr
c) Haccac b. Yusuf
d) Halid b. Abdullah el-Kasrî
e) Zeyd b. Sâbit
8. Emevîler Dönemi’nde çeşitli millet ve kültürlere ait eserlerin tercüme
edilmesi kim tarafından başlatılmıştır?
a) Yezid b. Ebî Süfyan
b) Halid b. Yezid
c) Muaviye b. Ebî Süfyan
d) Ömer b. Abdülaziz
e) Zeyd b. Sâbit
9. Dil eğitimi bakımından Emevî halifeleri çocuklarını çöle göndermişlerdir.
Çöle gönderilmediği için Arapçayı iyi kullanamayan, bu açığını kapatmak
üzere kendisine özel hocalar tutarak eğitim alan halife kimdir?
a) Muaviye b. Ebî Süfyan
b) Hişam b. Abdülmelik
c) Velid b. Abdülmelik
d) Abdülmelik b. Mervan
e) Velid b. Yezid
Emeviler Dönemi İlim ve Kültür Hayatı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi 19
10. Aşağıdakilerden hangisi küttâblar için söylenemez?
a) Küttâblarda okuma –yazma yanında Kur’ân ve temel dini bilgiler de
öğretilmekteydi
b) Küttâbların öğrencileri sadece devlet idarecilerinin çocuklarından
oluşuyordu
c) Küttâblara her Müslüman çocuğu devam edebiliyordu
d) Küttâblardan mezun olanlar eğitimlerine mescitlerdeki ders halkala-
rına katılarak devam ediyorlardı
e) Küttâblarda okuyan öğrencilerin sayısı bazen binleri bulabilmekteydi