Top Banner
1 Fatih Artvinli: Toptaşı Bimarhanesi Murat Hocaoğlu 3 Kasım 2013 İNCELEME - ARAŞTIRMA, POLİTİKA, PSİKOLOJİ, TARİH ‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’ „Toptaşı Bimarhanesi‟ Osmanlı Devleti‟nin son çeyreği ile 20.Yüzyılın ilk çeyreğinde faaliyet gösteren bir akıl hastanesi. Hikâyesinde Osmanlı‟nın modernleşme deneyimi ve Türkiye Cumhuriyeti‟nin kuruluşu ve ideallerini yerleştirme çabası da var… Dolayısıyla „Toptaşı Bimarhanesi‟nin kurum tarihi yazılmış olsa da, bu toprakların modernleşme deneyimine, insana ve deliliğe yaklaşımına da değiniyor. Fatih Artvinli ile kitabını ve siyaset alanının deliliğe, akıl hastalığının tedavisine yaklaşım biçimlerini konuştuk… Toptaşı Bimarhanesi‟nin hikâyesinde bu ülkenin modernleşme pratiğiyle ilgili hangi izleri buldunuz, dikkatimizi nereye çekmek istediniz? Bu çalışmada öncelikle Toptaşı Bimarhanesi‟nin kurumsal tarihini inceliyorum. Ama bunu, söz konusu dönem içerisindeki tarihsel aşamaları, bir akıl hastanesinin modernleşme çabası eşliğinde, siyasal ve toplumsal tarihle birlikte ve paralel olarak ele almaya çalıştım. Toptaşı Bimarhanesi‟nin tarihinin çizgisel ve ilerlemeci bir tarih anlayışı ile yazılamayacağını savunuyorum; bimarhanenin tarihinin “yükseliş ve çöküş, yeniden yükseliş ve yeniden çöküş” şeklinde süregeldiğini düşünüyorum. Bu aslında biraz da, Osmanlı -Türkiye modernleşme seyrini ve çabasını özetleyebilecek bir akış. Yükseliş ve çöküşler ya da kaybedişler ve yeniden bulmalar. Genel olarak bu toprakların modernleşme deneyimi özel olarak da Toptaşı Bimarhanesi‟nin hikâyesi, bence benzer bir noktaya işaret ediyor: ortak çaba ve hafızanın devredilememesi! Toplumsal ya da kurumsal belleğin sığlığı ya da bazı noktalarda büsbütün yokluğu. Toptaşı‟nın tarihinden basit bir örnekle açıklamaya çalışayım. 1893 yılı yazında Üsküdar‟daki Toptaşı Bimarhanesi‟nde kolera patlak veriyor ve yaklaşık bir ay içinde 86 kişi ölüyor. İlk akla gelen teklif, bimarhanenin derhal Yassıada‟ya taşınması oluyor. Fevkalade Komisyon‟un aldığı karar şöyle: gece mahalle ahalisi uyuduktan sonra, hastalar gizlice Harem civarındaki iskeleye indirilip Yassıadaya taşınacak. Neyse ki son anda bu çılgın projeden vazgeçiliyor; koleranın büsbütün şehre yayılma ihtimali nedeniyle. Ama Yassıada‟da bir tımarhane açma düşüncesi devam ediyor; komisyonlar kurulup adaya gönderiliyor, inceleme sonucunda temiz su yetersizliği ve İstanbul‟a ulaşımın zorluğu nedeniyle tamamen vazgeçiliyor. İlerleyen yıllarda bir kaç defa daha küçük çaplı kolera salgını çıkıyor Bimarhane‟de. Yıl 1970, İstanbul‟da kolera yeniden patlak veriyor ve Bakırköy Akıl Hastanesi‟nde yatan yüzden fazla insan ölüyor. Dönemin tanıklarıyla konuştuğumuzda şu ortaya çıkıyor: kimse kolera salgını çıktığında ne yapacağını bilmiyormuş. Her gün koğuşlardan çıkan onlarca ölüyü, gözlerden
16

‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’ OKURYAZAR TV Söyleşisi.

Jan 26, 2023

Download

Documents

Fatih Artvinli
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: ‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’ OKURYAZAR TV Söyleşisi.

1

Fatih Artvinli: Toptaşı Bimarhanesi Murat Hocaoğlu

3 Kasım 2013

İNCELEME - ARAŞTIRMA , POLİTİKA , PSİKOLOJİ , TARİH

‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’

„Toptaşı Bimarhanesi‟ Osmanlı Devleti‟nin son çeyreği ile 20.Yüzyılın ilk çeyreğinde faaliyet

gösteren bir akıl hastanesi. Hikâyesinde Osmanlı‟nın modernleşme deneyimi ve Türkiye

Cumhuriyeti‟nin kuruluşu ve ideallerini yerleştirme çabası da var… Dolayısıyla „Toptaşı

Bimarhanesi‟nin kurum tarihi yazılmış olsa da, bu toprakların modernleşme deneyimine,

insana ve deliliğe yaklaşımına da değiniyor. Fatih Artvinli ile kitabını ve siyaset alanının

deliliğe, akıl hastalığının tedavisine yaklaşım biçimlerini konuştuk…

Toptaşı Bimarhanesi‟nin hikâyesinde bu ülkenin modernleşme pratiğiyle ilgili hangi

izleri buldunuz, dikkatimizi nereye çekmek istediniz?

Bu çalışmada öncelikle Toptaşı Bimarhanesi‟nin kurumsal tarihini inceliyorum. Ama bunu,

söz konusu dönem içerisindeki tarihsel aşamaları, bir akıl hastanesinin modernleşme çabası

eşliğinde, siyasal ve toplumsal tarihle birlikte ve paralel olarak ele almaya çalıştım. Toptaşı

Bimarhanesi‟nin tarihinin çizgisel ve ilerlemeci bir tarih anlayışı ile yazılamayacağını

savunuyorum; bimarhanenin tarihinin “yükseliş ve çöküş, yeniden yükseliş ve yeniden çöküş”

şeklinde süregeldiğini düşünüyorum. Bu aslında biraz da, Osmanlı-Türkiye modernleşme

seyrini ve çabasını özetleyebilecek bir akış. Yükseliş ve çöküşler ya da kaybedişler ve

yeniden bulmalar. Genel olarak bu toprakların modernleşme deneyimi özel olarak da Toptaşı

Bimarhanesi‟nin hikâyesi, bence benzer bir noktaya işaret ediyor: ortak çaba ve hafızanın

devredilememesi! Toplumsal ya da kurumsal belleğin sığlığı ya da bazı noktalarda büsbütün

yokluğu.

Toptaşı‟nın tarihinden basit bir örnekle açıklamaya çalışayım. 1893 yılı yazında Üsküdar‟daki

Toptaşı Bimarhanesi‟nde kolera patlak veriyor ve yaklaşık bir ay içinde 86 kişi ölüyor. İlk

akla gelen teklif, bimarhanenin derhal Yassıada‟ya taşınması oluyor. Fevkalade Komisyon‟un

aldığı karar şöyle: gece mahalle ahalisi uyuduktan sonra, hastalar gizlice Harem civarındaki

iskeleye indirilip Yassıadaya taşınacak. Neyse ki son anda bu çılgın projeden vazgeçiliyor;

koleranın büsbütün şehre yayılma ihtimali nedeniyle. Ama Yassıada‟da bir tımarhane açma

düşüncesi devam ediyor; komisyonlar kurulup adaya gönderiliyor, inceleme sonucunda temiz

su yetersizliği ve İstanbul‟a ulaşımın zorluğu nedeniyle tamamen vazgeçiliyor. İlerleyen

yıllarda bir kaç defa daha küçük çaplı kolera salgını çıkıyor Bimarhane‟de. Yıl 1970,

İstanbul‟da kolera yeniden patlak veriyor ve Bakırköy Akıl Hastanesi‟nde yatan yüzden fazla

insan ölüyor. Dönemin tanıklarıyla konuştuğumuzda şu ortaya çıkıyor: kimse kolera salgını

çıktığında ne yapacağını bilmiyormuş. Her gün koğuşlardan çıkan onlarca ölüyü, gözlerden

Page 2: ‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’ OKURYAZAR TV Söyleşisi.

2

uzak tutmak için süt kamyonlarına koyup, kimsesizler mezarlığına gömmekten başka

ellerinden bir şey gelmediğini ifade ediyorlar. 1982 yılında ise Yassıada‟ya bir akıl hastanesi

(daha çok madde bağımlıları için) açmak üzere girişimlerde bulunuluyor. Komisyonda yer

alan üye, adaya gittiklerini, çeşitli incelemelerde bulunup rapor hazırladıklarını anlatıyor bize;

fakat temiz su yetersizliği ve İstanbul‟a ulaşımın zorluğu nedeniyle projeden vazgeçildiğini

belirtiyor! Elbette yaklaşık 80-90 yıl önceki koleradan da, alınan tedbirlerden de, Yassıada‟ya

taşınma projelerinden de kimsenin haberi yok. Özetle, yüzyıl boyunca benzer sorunlara,

benzer çözüm önerileri ve aktarılmamış tecrübelerle dolu bir modernleşme tarihimiz olduğunu

Bimarhane örneğinde görebiliyoruz. Hemen her dönemde, Avrupa‟daki akıl hastanelerini

yerinde inceleme ziyaretleri (model almak için), açık kapı sistemi, toplum içinde tedavi, ruh

sağlığı merkezlerinin açılıp kapanması vb. örnekler başka kurumlar için de benzer şekilde

çoğaltılabilir.

Bu çalışma, konusunda bir ilk. Bu kadar simgesel değeri olan bir kurumun tarihiyle

ilgili hiçbir çalışma yapılmamış olması da ilginç…

Ayfer Tunç‟un “Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi” başlıklı bir romanı

var. Çalışmaya başladığım ilk zamanlarda karşılaştığım manzara bu başlıktaki ifadeye çok

uygundu: irili ufaklı, birbiriyle çelişen bazı dağınık bilgiler. İstisnası iki isim vardı; tıp

tarihinin en üretken ismi Nuran Yıldırım ile psikiyatri tarihine en hâkim isim Şahap Erkoç‟un

yazdıkları ve geniş arşivi. Biri doktora tez danışmanım diğeri ise psikiyatri tarihi konusunda

danışmanım oldu. Toptaşı Bimarhanesi ile ilgili mimari, tıbbi, kurumsal tarihe yönelik

çoğunluğu Mazhar Osman‟ın anlatımına dayalı tekrarlayan metinlerin dışında, başta Osmanlı

Arşivi olmak üzere, incelenmesi gereken çok sayıda Osmanlıca ve Latin harfli Türkçe

kitaplar, süreli yayınlar ise taranmayı, araştırılmayı bekliyordu. Bu çalışmanın esas katkısı,

spesifik bir kuruma odaklanması ve bir Osmanlı akıl hastanesinin öncelikle genel bir

çerçevesini çizmeyi denemesidir. Bu aynı zamanda Türkiye psikiyatri tarihine giriş şeklinde

Page 3: ‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’ OKURYAZAR TV Söyleşisi.

3

de düşünülebilir. Yoksa bu alanda yapılması gereken o kadar çok iş var ki; Toptaşı yalnızca

bunlardan biri ama merkezi ve belirleyici olan bir kurum.

Sizin, bu kurumun tarihiyle kişisel tarihiniz bazı noktalarda kesişmiş. Neydi bu

karşılaşmalar?

Toptaşı Bimarhanesi, Üsküdar‟da Valide Atik Camii‟nin hemen altında yer alan külliyenin bir

parçası. Toptaşı bu külliyenin yer aldığı semtin adı; uzun bir süredir ben de bu semtin yanı

başında ikamet ediyorum. Önünden defalarca geçip, avlusunu ve odalarını epeyce

adımladığım bir metruk yapı… O dönem sağlık memuru olarak Zeynep Kamil Hastanesi‟nde

çalışıyordum; sonradan bu kurumun da, bir zamanlar Toptaşı‟na bağlı olarak çalıştığını

öğrenecektim. Zeynep Kamil Hastanesi‟nin tarihini yazan, aynı zamanda birlikte mesaimiz

olan Dr. Şeref Etker sayesinde, Dr. Şahap Erkoç ile tanıştım. Günümüzdeki psikiyatriyi ve

kliniği daha iyi kavrayabilmek ve birlikte çalışmalar yapmak üzere Bakırköy‟e tayin istedim.

Toptaşı gibi ben de bugünkü Bakırköy‟e nakil oldum. Bir yandan acil psikiyatride gece

nöbeti, diğer yandan haftada üç gün klinik vizitelere katılma, düzenli olarak hastanenin eski

çalışanlarıyla sözlü tarih görüşmeleri ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi‟ne gidip gelmeler.

Yaklaşık üç yıl böyle devam etti. Arşivde 19. yüzyıl dosyaları, gece nöbetinde 2000‟li yılların

dosyaları, serviste yaşanılan günün vakaları, sözlü tarih buluşmalarında ise 1960-80 arası

dönemin hikâyelerini dinleyip okuyarak geçti. Toptaşı‟nı bir bakıma zihnimde de Bakırköy‟e

taşımıştım; fakat bunun az bir kısmını kitapta ifade edebildim. Belki ileride Bakırköy‟deki

Toptaşı‟nı yazabilirim.

Görev yaptığınız Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, bu kurumun

bugünkü adı ve formu değil mi? Bakırköy‟e taşınma, Mazhar Osman‟ın yönettiği

yenileşme, Genç Türkiye Cumhuriyetinin reformları bu kuruma nasıl bir şekil verdi?

Evet, günümüzdeki Bakırköy, Toptaşı‟nın devamı. 1924 yılı sonlarından itibaren

Toptaşı‟ndaki hastalar, çalışanlar ve malzemeler Bakırköy‟e taşınıyor. Toptaşı ise

Süleymaniye Bimarhanesi‟nin devamı. 1873 yılında, günümüzdeki Süleymaniye Camii‟nin

karşısında yer alan Süleymaniye Bimarhanesi‟nde bir tür salgın çıkıyor ve bu bahane edilerek

tüm hastalar ve çalışanlar Toptaşı‟na taşınıyor. Buradan bakıldığı zaman, Bakırköy‟ün fiziksel

değil zihinsel birikimi çok daha eskilere gidiyor; çünkü sadece binalar taşınmıyor.

Fakat Bakırköy‟ü farklı kılan bazı özellikleri var. Reşadiye Kışlası‟nın yer aldığı geniş

arazinin Bakırköy Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesi kurulmak üzere verilmesini, Mazhar

Osman sağlıyor. İstanbul‟un dışında ama tren hattına yakın, havası temiz, suyu bol, geniş bir

arazi. Böylesi bir arazide, modern bir akıl hastanesi inşa etme düşüncesi, Mazhar Osman‟dan

çok önce de vardı elbette. Eski ve harap haldeki binaların onarılması, yeni binaların

yapılması, arazinin sürülmesi, su ve kanalizasyon altyapı vb. işlerinin tamamlanması özetle

bugünkü hastanenin ortaya çıkışında en büyük emek ise kuşkusuz o yıllarda yatan bir kısmı

kimsesiz, sahipsiz durumdaki hastalarındır. Yeni kurulan Cumhuriyet Hükümeti, Mazhar

Osman‟ı ve yaptıklarını desteklemiştir. Erken Cumhuriyet dönemindeki “eski-yeni” “ilkel-

modern” söylemleri Bakırköy için de geçerlidir. Akıl hastalarının Cumhuriyet ile birlikte

“insani muamele görmeye başladıkları, modern şartlarda tedavi edildikleri” gibi söylemlere

bakıldığında, II.Meşrutiyet‟in ardından yapılan propaganda ve reform söylemleriyle birebir

aynı olduğu görülür. Bakırköy‟de farklı olan, 19. Yüzyıl ortalarından beri hayali kurulan bir

hastane modelinin, fiziken de gerçekleştirilmesidir.

Page 4: ‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’ OKURYAZAR TV Söyleşisi.

4

Bu çalışma Psikiyatri Tarih Yazımına yönelik de bir çalışma aynı zamanda… Bu alanda

neler yapılıyor, sorunlar ve eksiklikler ne size göre?

Psikiyatri tarihi, göründüğünden çok daha geniş bir alan; günümüzde bu alanda birbirinden

çok farklı ve kapsamlı çalışmalar kaleme alınıyor. Farklı yüzyıllardaki farklı psikiyatrik

kurumların tarihi, hastalıkların tarihi, psikofarmakoloji tarihi, hekim biyografileri, kuramlar,

toplumsal cinsiyet, hasta dosyaları, akımlar vb.

Ülkemizde tıp tarihi alanında yaşanan sorunlar ve eksiklikler psikiyatri tarihi için de geçerli.

Her şeyden önce tarih yazmaktan bahsediyoruz dolayısıyla işin adı tarihçilik. Bunun için

elbette hekim olmanıza gerek yok ama çalışma alanınıza göre tıbbi nosyona ve okumalara da

hakim olmanız gerekir. Batıda tıp tarihi bize göre çok daha disiplinler arası bir branş.

Antropolojiden bilim tarihine, sosyolojiden iktisada pek çok alandan besleniyor. Psikiyatri

alanındaki tartışmaların pek çoğu günümüzde de devam ettiği için, bugünden düne doğru bir

yolculuk, yani psikiyatrinin günümüzde aldığı şekli ve yaklaşımları bilmenin gerek yazım

açısından gerekse sorunları tarihe hapsetmekten çıkartıp günümüze taşımak açısından önemli

olduğunu düşünüyorum. Günümüz psikiyatri tarihi çalışmalarında, psikiyatrinin kolonyalizm,

toplumsal cinsiyet, siyaset, tıbbileşme, kapitalizm ile olan ilişkilerini inceleyen çalışmaların

daha öne çıktığı görülüyor. Türkiye‟de ise psikiyatri tarihine yönelik ilginin, son on yılda

giderek arttığını görüyoruz. Bütün bunların yanı sıra elbette bizzat psikiyatristlerin kendi alan

tarihlerine ve genel olarak tarih ve sosyal bilim çalışmalarına yönelik ilgilerinin de arttığını

söyleyebiliriz. Fakat psikiyatri tarihi alanında ülkemize özgü ayrıca bir güçlük ise Osmanlıca

metinleri okuma ve dönemin tıp terimlerini kavrama ve ayırt etme meselesi.

Kitapta yaptığınız akış, bölümlendirme, Osmanlı – Türkiye tarihine baktığımızda

karşımıza çıkacak siyasi bölümlendirme ile paralel… Dediğiniz gibi; “Bunun böyle

oluşu, bimarhanenin tarihi ve siyasetin genel tarih çizgisinin önemli ölçüde örtüşmesi…”

Akıl sağlığı ve psikiyatrialanı, siyasetin bu denli konusu mu olagelmiştir? Türkiye

örneği dışında da böyle midir?

Evet, ilk bakışta da görüleceği üzere kitabın bölümlendirilmesi Osmanlı-Türkiye tarih

yazımındaki genel siyasi bölümlendirme ile paralellik gösteriyor. Kurumların kendi içsel

gelişimleri elbette ki genel siyasal çizgiye bağlı bir gelişim ve dönüşüm göstermek zorunda

olmamakla beraber, Toptaşı Bimarhanesi örneğinde 1873-1927 arası dönem, siyasal tarihteki

genel gelişim ve kopuşlarla fazlasıyla örtüşmektedir. Kabaca, birinci bölüm, Tanzimat sonrası

dönemi (1839-1876), ikinci bölüm II. Abdülhamit dönemine (1876-1909) üçüncü bölüm ise

İkinci Meşrutiyet ve devamında Cumhuriyet dönemine (1909-1927) odaklanmaktadır.

Söz konusu dönemlendirmeyi, Toptaşı Bimarhanesi‟nin birbirinden farklı çizgilere sahip dört

temel aktörü olarak başhekimler üzerinden de okumak mümkündür: Luigi Mongeri (1873-

1882), A. De Castro (1882-1908), Avni Mahmut (1908-1920) ve Mazhar Osman (1920-22,

1923-1927). Söz konusu aktörlerin görevde bulundukları dönemin yine siyasi tarih ile örtüşen

dinamiği nedeni ile kitabın ilgili bölümlerinde ayrı ayrı yer vermeyi uygun gördüm. Şüphesiz

kurumlar siyasal atmosferle ilgili olduğu kadar, gelişimleri aynı zamanda somut kişiler ve

icraatları ile de kadimdir.Mazhar Osman‟ın 1940 yılı sonunda, Toptaşı Bimarhanesi‟nin

devamı olan Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi‟nden istifa ile ayrılmasının

ardından Rüştü Recep Duyar (1940-43) ve Ahmet Şükrü Emed (1943-45) başhekim olarak

görev yapmıştır. Çok partili hayat ve DP dönemine denk düşen yıllarda (1945-1960) Fahri

Celal Göktulga başhekim olmuştur. 27 Mayıs 1960 darbesinin hemen ardından Faruk

Bayülkem göreve getirilmiş ve 1977 yılına kadar görevde kalmıştır. Yetmişli yılların sonunda

kısa sürelerle iki başhekim görev yaptıktan sonra, 12 Eylül 1980 darbesinden bir yıl önce

Page 5: ‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’ OKURYAZAR TV Söyleşisi.

5

göreve başlayan, asker kökenli başhekim Yıldırım Aktuna, görevini 1988 yılına kadar

sürdürmüştür. Aktuna‟nın söylem ve icraatları, 12 Eylül ve Özal döneminin neo-liberal

politikalarından bağımsız düşünülemez.

Psikiyatrinin seyri bütün dünyada, ulusal ve evrensel siyaset ve paradigmalardan bağımsız

değildir elbette ve karşılıklı ilişki zannedildiğinden daha fazladır. 18. yüzyıl sonlarına doğru

“modern psikiyatri”nin ortaya çıkışını da siyaset belirlemiştir. 1789 Fransız Devriminin

ardından gelen ortam ile Pinel‟in uygulamaları kutsanmıştır ya da tersi bir örnek ile

antipsikiyatrinin dünyada 1960‟lardan itibaren yükselişi, kapitalizmin aldığı şekil ve dayattığı

baskıdan ve nihayetinde 1968 Hareketinden bağımsız olarak düşünemeyiz. Sovyet Dönemi,

Nazi Almanya‟sı ya da Güney Amerika cunta yönetimleri veya kolonyalist politikalar elbette

ki psikiyatriyi ve pratiğini derinden etkilemiştir.

“Foucault‟a göre ortaçağda deliler, (…) toplumdan dışlanmıyordu. İnsanlar delilere

korku, acıma, gülme gibi karışık duygularla yaklaşıyor, onlarda yer yer „ilahi‟ sesler

duyuyordu.” Bu nasıl değişti? Delilerin kapatılması ve dışlanmasını gerektiren

toplumsallık nasıl oluştu?

Evet, ortaçağda deliler toplumla iç içe yaşıyorlardı.Foucault‟a göre delilerle ilgili imgeler

Rönesans‟ın sonlarından itibaren değişmeye başladı. Fakat Foucault‟a göre değişim sürecinin

en önemli anı, 17. yüzyılda gerçekleşen ve “büyük kapatılma” olarak adlandırdığı olaydır.

1656 yılında Paris‟te Hopital General (genel hastane) açılmıştı ve bu kurumun hiçbir tıbbi

amacı yoktu; monarşik burjuvazi düzeninin bir parçasıydı. Avrupa‟nın farklı yerlerinde bu

türden kurumlarda, deliler, hastalar, yoksullar, yaşlılar, hayat kadınları, özürlüler, eşcinseller,

yersiz yurtsuzlar birlikte aynı yere kapatılıyordu. Özetle bunun nedeni, bu yolla ekonomik

kriz dönemlerinde ucuz emek sağlanması, işsizlik dönemlerinde ise isyanın önlenerek

toplumsal düzenin korunmasıydı. Bu tür kapatılmanın maliyetinin yüksek olduğu anlaşılıyor

ve daha sonra, 18. yüzyılda deliler dışında tüm kapatılanlar özgür bırakılıyor. Deliler ise bu

mekânlarda, tıbbin nesnesi haline getiriliyor.

Page 6: ‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’ OKURYAZAR TV Söyleşisi.

6

Akıl hastaneleri, hastane midir, hapishane mi?

Modern anlamda hapishane ve tımarhanenin ortaya çıkışı benzerdir; her iki kurumun da ortak

amacı öncelikle suçluları ve delileri toplumdan ayırmak, davranışlarını ve düşünme

biçimlerini kontrol etmek ya da ıslah etmek. Osmanlı son döneminde bimarhanelerle ilgili

yazılan eleştirel metinlerde ve reform taleplerinde sıklıkla, bimarhanelerin hapishaneden bir

farkı olmadığı belirtilir. Zaten işleyişte de böyleydi; taşradan gönderilen ya da İstanbul içinde

Zabtiyenin topladığı deliler önce Sultanahmet‟teki Hapishane-i Umumi‟de tutuluyordu. Yer

açıldıkça Toptaşı Bimarhanesi‟ne gönderiliyordu. Taşrada delileri muhafaza edecek yer

olmadığı için kısa sürelerle hapishaneye konulduğunu da görüyoruz.

Türkçe‟de hapishane, akıl hastanesi ve kışla terimlerinin halk arasında kullanımı benzerdir.

Akıl hastanesinden taburcu olunur, firar edilir, izinli çıkılır vb. Foucault özetle tüm bu

kurumlara (kışla, fabrika, tımarhane, hapishane vb.) kapatma kurumları diyor. Toptaşı

Bimarhanesi belki de Foucault‟nun tüm teorisini bu anlamda özetleyecek mimari bir

mekândır. Tarihsel sırasıyla bu mekân (Toptaşı Külliyesi) şu amaçlarla kullanıldı: darüşşifa,

askeri hastane, tımarhane (Toptaşı Bimarhanesi), hapishane (Toptaşı Cezaevi), imam hatip

lisesi (Üsküdar İHL), güzel sanatlar fakültesi (Marmara Ünv), yerleşke-üniversitesi kampüsü

(Fatih Sultan Mehmet Vakıf Ün.)

Bu hapishane-tımarhane tartışması 1960-70‟li yılların antipsikiyatri hareketinde de önemli yer

kaplar. İtalya‟da reform hareketini (Demokratik Psikiyatri) başlatan psikiyatrist Franco

Basaglia‟ya göre akıl hastanesi bir hapishane, psikiyatrist ise bir gardiyandan başka bir şey

değildir. Hasta ile suçlu arasındaki yegâne fark şudur: hastanın yapma olasılığı bulunan şey,

suçlunun ise yaptığı şey nedeniyle kapatılması.

Fakat benim soruya cevabım bu değil. İşleyiş anlamındaki benzerliklerine rağmen,

günümüzde psikiyatrinin insanları kapatma/hapsetme aracı, akıl hastanelerinin ise yalnızca

birer hapishane olduğunu iddia etmek bana göre mümkün değil. 19. yüzyılda, akıl

hastanelerinin işlevi muhafaza ve bakımdan ibaretti ve gerçek anlamda bir tedaviden

bahsetmek mümkün değildi. Bu özelliğiyle de hapishaneden çok bir farkı yoktu. Ancak

özellikle 20.yüzyıl ortalarından itibaren psikiyatride ve psikofarmakolojide yaşanan

gelişmeler ile günümüzde psikiyatrinin ve yataklı psikiyatri kurumlarının aldığı şekil çok

farklıdır. Günümüzde Akıl hastaneleri, evet hastanedir, hapishane değil; işlevi ise insanları

kapatmak, hapsetmek değil tedavi etmek, insanları sosyal anlamda değil tıbbi anlamda

düzeltmek, bunun için eldeki imkânları ve araçları kullanabilmek.

Andrew Scull‟dan yararlanarak anlatıyorsunuz; “Yeni akıl hastanelerinin anahtar rolü,

yeni Pazar koşulları içinde etkili bir işlevi olmayan kişileri bünyesine almaktı. Yeni akıl

hastanelerinin amacı rasyonel burjuvazi beklentilerinin kuralları çerçevesinde sosyal

davranışı biçimlendirmekti. Zarar görmüş insan sermayesi tamir edildi ve işe

yaramayan değersiz emek ise hızla insanlığın ruhsuz eserleriyle dolu müzeler haline

gelen binaların koridorlarına depolandı.”

Andrew Scull, psikiyatri tarihinde önemli bir isim. Deliliğin ekonomi-politiği üzerinde

düşünmüştür. Tımarhane sisteminin gelişmesi ile kapitalist piyasa ekonomisinin ortaya çıkışı

arasında sıkı bir ilişki olduğunu belirtir. Bu dönemde açılan akıl hastanelerinin işlevinin,

burjuvazinin öngördüğü şekilde sosyal kontrolü sağlamak ve davranışı biçimlendirmek

olduğunu öne sürmüştür. Fakat Scull, ilerleyen yıllarda bu tezlerinin bir kısmını değiştirmiştir;

psikiyatrinin salt sosyal kontrol amaçlı olmadığını belirtmiştir. Foucault ve Scull tarafından

yapılan yorumların çoğu, ilerleyen yıllarda çeşitli tarihçiler tarafından eleştirildi. Özellikle 18.

Page 7: ‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’ OKURYAZAR TV Söyleşisi.

7

ve 19. yüzyıldaki akıl hastanelerinin arşivlerine ve istatistiklerine dayanarak yapılan yeni

çalışmalar ile birlikte aslında psikiyatri tarihinin bilinenden çok daha farklı yönleri ve tek

boyuta indirgenemez karmaşık doğası ortaya çıktı. Bizde de ilk bakışta Toptaşı

Bimarhane‟sine ya da diğer Osmanlı tımarhanelerine sanki yalnızca işsizlerin, serserilerin,

toplumsal dışlanmışların, yoksulların, rejim muhaliflerinin vb. kapatıldığını düşünebilirsiniz;

oysa çok az yatak kapasiteleriyle bu kurumlarda daha çok askerlerin, memurların başlangıçta

yer bulabildiği ve en yüksek sayılara ulaştığı dönemde bile toplamına bakıldığında, toplumun

geri kalanıyla karşılaştırılamayacak kadar az bir nüfustan bahsediyoruz. Batı şehirlerine

kıyasla endüstrileşmemiş bir İstanbul‟da bu anlamıyla bir emek piyasası ya da yoksul-zengin

hasta piyasasından bahsetmek mümkün değildir.

Deliliğin bir iktidar meselesi olduğu, psikiyatrinin tıbbi kelimeler kullanarak „tıp taklidi

yapan sözde bir bilim‟ ve akıl hastalığının bir „mit‟ olduğu tartışmaları… Antipsikiyatri

akımının tezi ve yarattığı etki neydi?

Antipskiyatri hareketinin düşünsel temelini, 1960‟ların hemen başında birbiri ardına

yayımlanan dört eser oluşturur: David Laing (The Divided Self/Bölünmüş Benlik), Erving

Goffman (Asylums/Tımarhaneler), Michel Foucault (Histoire de la folie/Deliliğin Tarihi) ve

Thoms Szasz (The Myth of Mental Illness/Akıl Hastalığı Miti). Fakat kavramın mucidi, David

Cooper‟dır. Antipsikiyatri hareketinin geniş bir teorik söylemi ve ilerleyen yıllarda hareketin

esinlediği uygulama çeşitliliği vardır. Çok özetle, hareketin tezleri, psikiyatrik hastalığın tıbbi

olmadığı aksine toplumsal ve siyasal bir fenomen olduğu noktasında birleşir. Cooper, 1967

yılında antipsikiyatri kavramını, kapitalist topluma ve onun insanı hasta eden düzenine karşı

yürütülen mücadelede bir araç olarak ortaya atmıştı. Cooper, şizofreniyi kapitalist toplumun

bir ürünü olarak tanımlıyordu. Laing psikotik yaşantıyı olumluyordu; Szazs ise psikiyatrik

hastalığı tümden reddediyordu.

Antipsikiyatriyi, 1960‟lı yılların politik, ekonomik ve toplumsal ortamından, daha fazla

özgürlük talep eden öğrenci hareketlerinden, kültür devriminden bağımsız düşünemeyiz.

Page 8: ‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’ OKURYAZAR TV Söyleşisi.

8

Hızla dönüşen bir toplumun oldukça gerisinde ve toplumu rahatsız etmesin diye şehir dışında,

yüksek duvarlar arkasındaki akıl hastanelerine hapsedilmiş hastaların içler acısı durumu

psikiyatrinin ciddi biçimde eleştirilmesine yol açtı.

Antipsikiyatri, özünde ana-akım psikiyatri ve onun pratiklerine karşı çıkıyordu. Alternatif

olarak pek çok uygulama denendi yetmişli yıllar boyunca. Ama en önemlisi Basaglia‟nın

İtalya‟daki reform hareketidir. Akıl hastanelerin kapatılmasını ve ayaktan tedavi ünitelerini

hayata geçiren yasa ile artık akıl hastanesine yeni yatışlar engelleniyor, hastanın her durumda

rızası olmadan yatışı yasaklanıyordu. Özetle Basaglia, ana-akım psikiyatrinin egemen

anlayışını reddediyor ve psikiyatrinin demokratikleşmesini savunuyordu.

Antipsikiyatri, ana-akım psikiyatrinin indirgemeci yapısını ve uygulamalarını eleştirirken

haklıydı. Bu radikal eleştiriler sayesinde psikiyatri, biyolojik indirgemeciliğini fark etti ve

“insan” unsurunu keşfetti. Fakat antipsikiyatri, psikiyatik hastalıkların biyolojik kökenlerini

bütünüyle reddederek, psikiyatrik hastalığın var olmadığını iddia ederek ileriki yılların

gelişmelerinden uzaklaştı. Bir de unutulmaması gereken nokta, antipsikiyatri farklı alanlara

yayılmış olsa da, akımın esas taşıyıcıları psikiyatristlerdi. Psikiyatrideki son çeyrek yüzyılın

gelişmeleri ile artık psikiyatristler, psikiyatrik hastalığın, yalnızca sosyal olarak inşa edilmiş

olduğunu ya da psikiyatrik bir hastalığın var olamayacağını savunmuyor.

Psikiyatride ve psikiyatri tarihinde, günümüzde en çok konuşulan tartışmalar neler?

Dünyadaki psikiyatri camiası, bugünlerde DSM-5‟i konuşuyor. Mayıs ayında yayımlanan ve

yakın zamanda Türkiye‟de de yayınlanıp klinikte kullanılacak yeni tanılar ve kriterleri içeren

rehber-kitap. Bunun dışında genel olarak dünyada yataklı psikiyatri kurumlarının

ödeneklerinin azaltılması, yatış sürelerinin kısaltılması vb. gibi uygulamaya ilişkin konular ve

giderek daha fazla „Nöroscience‟ alanında yoğunlaşan tartışmalar. Öte yandan elbette ilaç

endüstrisi, ticarileşme, aşırı teşhis, klinik araştırma ve etik gibi çok sayıda psikiyatride teorik

Page 9: ‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’ OKURYAZAR TV Söyleşisi.

9

ve uygulamaya yönelik eleştirel metinler paralel olarak kaleme alınıyor. Psikiyatri tarihinde

ise artık 20. yüzyıl konuları ve kurumları öne çıkıyor, iki büyük savaş dönemindeki psikiyatri

ve uygulamaları, psikanaliz, DSM‟lerin tarihi hatta şimdilerde antipsikiyatrinin tarihi.

Tekrar „ToptaşıBimarhanesi‟ne dönecek olursak; akıl hastalığı ve tedavisi konusunda,

delilik durumuna yaklaşımı itibariyle Osmanlı toplumunun ve devletinin pozisyonu ne

idi?

Osmanlı Devleti‟nde deliliğin konuşulmaya ve üzerinde tartışılan bir mesele haline gelmeye

başlaması 19.yüzyıl ortalarından itibarendir. Deliliğin pozitif hukukun alanına girmesi, adli

psikiyatrinin farkına varılması da yine bu dönemlerden itibaren başlıyor. 1876 yılında

Bimarhaneler Nizamnamesi ile birlikte ilk defa Osmanlı Devleti‟nde mecnunların (delilerin)

bimarhaneye giriş-çıkışlarını belirleyen, yasal prosedürlerini ortaya koyan, tanımlayan,

zorunluluklar getiren kurallar yayımlanıyor. Bu aynı zamanda deliliğin tıbbileştirilmesi süreci.

Osmanlı sağlık bürokrasisi açısından mesele, aslında mecnunların ne şekilde nerede muhafaza

edileceği. İkinci Meşrutiyet‟in ardından ancak meselenin İstanbul ile sınırlı olmadığı ve

taşrada akıl hastanelerine ihtiyaç duyulduğu anlaşılıyor. 1896 yılına kadar tıbbiyede, bir

psikiyatri (akliye) eğitimi yok; dâhiliye içerisinde anlatılan bir konu olarak yer alıyor. Giderek

daha fazla hekimin genel hatlarıyla psikiyatriye aşina olarak mezun olması, yine

II.Meşrutiyet‟in ertesinde psikiyatri kitapları ve yazılarının yayınlanmaya başlaması, akliye ve

asabiye mütehassıslarının bir araya gelmeye başlaması ve dönemin tartışmalarıyla birlikte

düşünüldüğünde 20. yüzyılın başında psikiyatrinin söylem ve pratik alanı az da olsa

genişliyor. Bu da yine toplumun akliye (psikiyatri) ve asabiye (nöroloji)nin varlığından az da

olsa giderek daha fazla haberdar olması; ailelerin, muhtarların, belediyelerin, polisin,

mahkemelerin bu durumlarda gönderebilecekleri bimarhanelerden ve süreçlerden daha fazla

haberdar olmaya başlaması demek. “Deliliğin bir hastalık, delinin ise bir hasta” olduğu

düşüncesinin yayılması için biraz daha zaman geçiyor. Ama sonuçta bu sürecin devlet

bürokrasisi ve toplum katında kademeli olarak değişimi yüzyıla yayılıyor; hatta çok yakın

zamana kadar devam ediyor.

19.yüzyılda bimarhanenin ve hastaların durumu nasıldı?

19.yüzyılın başlarından itibaren bimarhanelerin durumu perişandı. O yıllarda Süleymaniye

Bimarhanesi‟ni ziyaret eden Batılı seyyah ve doktorların yazdıklarına bakılırsa Süleymaniye

en azından 1840‟lara kadar tam bir “sefalet” içerisinde, odalarda zincirlere vurulmuş, yarı

çıplak hastalar. O dönemde Avrupa‟ya giden Osmanlı seyyahları da, gittikleri ülkelerde

gördükleri akıl hastanelerini imrenerek anlatıyorlar ve bizdekilerle mukayese ediyorlar.

Örneğin şaşırdıkları şeylerden birisi, oralarda delilerin artık zincirlenmiyor oluşu ve tespit

(deli) gömleği kullanmaları.

Biz ne zaman delileri zincirden kurtarıyoruz ya da deli gömleği kullanılmaya

başlanıyor?

Osmanlı Devleti‟nde modern psikiyatrinin öncüsü İtalyan bir hekim olan Luigi Mongeri‟dir.

Mongeri, Milano‟da doğmuş, Pavia Üniversitesi‟nde tıp eğitimini tamamlayarak 1839‟da

İstanbul‟a gelmiş. O sırada Mısır‟a karşı savaşmakta olan Osmanlı birliğine doktor olarak

katılmış, Nizip Savaşı‟nın ardından İstanbul‟a dönerek karantina teşkilatında göreve başlamış,

kısa bir süre Sinop Karantinası‟nda çalıştıktan sonra uzun bir süre Girit adasında görev

yapmış. Mongeri, daha sonra 1851 yılında Sultan Abdülmecid‟in kız kardeşi Adile Sultan‟ın

rahatsızlığını tedavi etmek için görevlendirilmiş. 1856 yılında, bir süredir yalnızca akıl

Page 10: ‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’ OKURYAZAR TV Söyleşisi.

10

hastalarına ayrılan Süleymaniye Bimarhanesi‟ni, Avrupa‟daki yeni akıl hastanelerine benzer

şekilde ıslah etmesi için bu kuruma atanmış.

Mongeri‟nin Süleymaniye Bimarhanesi‟nde gerçekleştirdiği en önemli reform, dönemin

Avrupa tımarhanelerinde olduğu gibi delileri “zincirden kurtarmak”tır. 1789 Fransız

Devrimi‟nin hemen ardından Philippe Pinel, 1792 yılında Bicêtre Hastanesindeki akıl

hastalarının zincirlerini çözmüştü. Benzer şekilde, Süleymaniye Bimarhanesindeki zincir

uygulamasını kaldırdığı için Mongeri, ünlü Fransız psikiyatr Pinel‟e benzetilerek, İstanbul‟un

Pinel‟i (Pinel de Constantinople) ya da “Türklerin Pinel‟i” (Pinel de la Turquie) olarak

anılmıştır.

Yani Osmanlının delileri Avrupa‟dan daha geç bir zamanda zincirlerinden kurtuluyor?

Evet ama arada çok da uzun bir zaman yok, sonuçta bu kurumlar başlangıçta sadece birkaç

büyük şehirde. Diğer şehirlerde ve köylerde ise, Avrupa‟nın pek çok şehrinde yüzyıl sonuna

kadar zincir usulü devam ediyor. Tabii bu simgesel bir eylem, zincirler kalkıyor ama yerine

deli gömleği kullanılmaya başlıyor. 1894 yılında Edirne Bimarhanesi‟nde halen delilerin

zincire vurulduğu haber alınınca İstanbul‟dan bir yazı gönderilerek, özetle “zincir usulünü biz

daha önce zararları nedeniyle kaldırdık yerine artık gömlek kullanılıyor, bundan böyle siz de

zincir yerine gömlek kullanın” deniyor.

Mongeri düzeltebiliyor mu bimarhaneyi, hastaları zincirleme meselesini çözmekten

başka neler yapıyor?

Mongeri‟nin Süleymaniye Bimarhanesinde görev yaptığı 1856 ile 1873 yılları arasında,

kurumda gerçekleştirmeye çalıştığı, zincir uygulamasını kaldırmak, hastaya kötü muamele ve

dayağı men etmek, fiziksel şartlar, yiyecek ve giyecek gibi konularda gerçekleştirmeye

çalıştığı ıslahatlar, çağdaşı olan Avrupa‟daki tımarhane hekimleri gibi deliliğin ve

tımarhanenin algılanışını da belli ölçüde değiştirmeyi başarmıştır. Mongeri ayrıca,

Page 11: ‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’ OKURYAZAR TV Söyleşisi.

11

Süleymaniye Bimarhanesi‟nde görev yaptığı dönem boyunca, ayrıntılı hasta istatistikleri

tutmuş, psikiyatri tarihine ışık tutacak yazılar ve olgu sunumları kaleme almıştır. Mongeri‟nin

Türkiye psikiyatri tarihi açısından diğer önemi ise 1873 yılında Süleymaniye Bimarhanesi‟ni

Toptaşı‟na nakletmek ve Osmanlı Devleti‟nde ilk defa Bimarhaneler Nizamnamesi‟ni

hazırlayarak 1876 yılında yürürlüğe girmesini sağlamaktır. Mongeri aynı zamanda

V.Murad‟ın akıl hastası olduğuna dair raporu imzalayan doktordur.

V.Murad akıl hastası mıydı gerçekten?

Önce biliyorsunuz, Sultan Abdülaziz bir fetvayla tahttan indirildi. V.Murad apar topar tahta

çıkarıldı ve bir kaç gün sonra da Sultan Abdülaziz şüpheli bir biçimde öldü. Kimileri bunun

bir intihar, kimileri ise cinayet olduğunu savunur. V.Murad‟ın kısa süre içerisinde, amcasının

ani ve şüpheli ölümünün de tetiklemesiyle giderek derinleşen, bir psikoza girdiği anlaşılıyor.

Nihayet 90 gün sonra “akıl hastası” olduğuna dair rapor yazılarak tahttan indiriliyor ve yerine

II. Abdülhamid tahta çıkıyor. II.Abdülhamid, ağabeyi Murad‟ın bu durumundan çok

etkilenmişti, yani akıl hastalığı gerekçesiyle tahttan indirilen birisi ilerde iyileşirse ne

olacaktı? V.Murad kalan ömrünü Çırağan Sarayı‟nda sıkı bir kontrol altında geçirdi.

II.Abdülhamid‟in vehimli, şüpheci ya da vesveseli denilebilecek karakterinin altında bu

olayların da ciddi bir etkisi var. Mazhar Osman‟a göre, II.Abdülhamid döneminde, deliliği

çağrıştıran her türden ifade (mecnun, cinnet, deli, tımarhane, muhteluşşuur vb. kelimeler) ve

psikiyatriyle ilgili kitap yayımlamak yasaklanmıştı. Bu konuda net bir belge yok ama

dönemin diğer tanıkları da sistematik ya da yazılı olmasa da fiiliyatta bu tür bir yasağın

olduğundan bahsediyorlar. Bu arada tabii Toptaşı Bimarhanesi‟ni ziyaret etmek de yasak.

Dünyaca ünlü psikiyatr Emil Kraepelin, İstanbul‟a gelerek burayı ziyaret etmek istiyor ama

izin verilmiyor. Özetle V.Murad‟ı çağrıştıracak olması nedeniyle “akıl hastaları iyileşebilir”

gibi bir ifadeyi açıkça dile getiremiyorlar.

O dönem akıl hastaları nasıl tedavi ediliyordu?

Gerçek anlamda bir tedaviden bahsedemeyiz; yalnızca muhafaza ve bakım vardı. Henüz anti-

psikotiklerin, anti-depresanların icat edilmediği o yıllarda geleneksel bitkisel droglar ve

müshiller kullanılıyordu. Tabii 19. yüzyıl sonu itibariyle hem geleneksel bitkiler hem de

kimyasal terkipler bir arada kullanıma başlanmıştı. Bimarhanenin 1878 tarihli eczacı

defterinden bu bitkilerin adlarını ve oranlarını öğreniyoruz. Listede, ıhlamur çiçeği, ada

çayı, karanfil, tarçın ve turunç kabuğu, nane yağı, oğulotu ruhu, sarımsak macunu vb. gibi 50-

60 çeşit bitki, bitki kökü vb. var listede. Ama aynı zamanda, iyot ruhu, afyon ruhu, klorofom,

valeryanat gibi terkipler ve ham maddeler de var. Bunların tamamı aslında iki amaca yönelik,

hastaları sakinleştirmek ve uyutmak. Kusturucular, lavmanlar, merhemler vesaire de var

elbette. Sülük de sipariş edilmiş.Mesela ağır bir depresyon geçiren Beşir Fuad için o yıllarda

Mongeri, kafasının çeşitli bölümlerine sülük yapıştırmasını tavsiye etmiş ve gezip

dolaşmasını, eğlenmesini.Kan verme, soğuk ve sıcak duşlar vb. gibi diğer biçimler de var.

Ama tabii ki Toptaşı Bimarhanesi‟nde hasta sayısı hızla arttığı için bırakın tedaviyi kısa süre

sonra yeniden en temel konularda (giyecek,yiyecek ve yakacak gibi) bile ihtiyaçlar

karşılanamaz hale geliyor.

Bimarhanenin, Darülaceze‟ye taşınması gündeme gelmiş bir ara, bu nasıl oldu?

1920 yılında Toptaşı Bimarhanesi‟ne başhekim olarak atanan Mazhar Osman‟ın 1922 yılına

kadarki ilk başhekimlik döneminin, bimarhane açısından belirleyici olan tartışması

Darülaceze‟ye nakil meselesidir. Mazhar Osman, ısrarla Darülaceze‟nin akıl hastaları için

uygun bir mekân olduğunu savunarak, binayı istemiş ama öneri reddedilmişti. Bunun üzerine

Page 12: ‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’ OKURYAZAR TV Söyleşisi.

12

ve başka sebeplerle başhekimlikten istifa eden Mazhar Osman, kısa süre sonra Cumhuriyet

ilan edilip yeni hükümet kurulunca yeniden görevine atandı. Tabii bu arada kendisiyle çalışan

asistanlarını da yurtdışına gönderdi.

Bakırköy‟e taşınma işi nasıl oldu?

Toptaşı Bimarhanesi‟nin Bakırköy‟de boş durumda olan Reşadiye Kışlasına taşınması fikri

Toptaşı‟nda düzenlenen bir toplantı sırasında gündeme geldi. Ardından Ankara ile temaslar

kuruldu.15 Ekim 1924 tarihli Bakanlar Kurulu (İcra Vekilleri Heyeti) kararı ile İstanbul

Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastanesi‟nin Reşadiye Kışlası‟na nakli onaylandı.

Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, Başbakan İsmet İnönü ve Sağlık Bakanı Refik Saydam

ile diğer bakanların imzasının bulunduğu kararın gerekçesinde bimarhanenin bulunduğu

binanın yetersiz ve sağlık açısından elverişsiz olduğu vurgulanarak vilayetlerden gelen

hastaların izdihamı daha da artırması nedeniyle Makriköy‟deki Reşadiye Kışlası‟na naklinin

uygun olacağı belirtilmiştir.

Genç Cumhuriyet, „Toptaşı Bimarhanesi‟ne ve dolayısıyla akıl hastalığına devletin

yaklaşımı anlamında, Osmanlı modernleşmesini öteye taşıyan bir performans sergiledi

mi?

Cumhuriyetin erken dönemindeki yaklaşım aslında İkinci Meşrutiyet ertesindeki duruma

benziyor ilk bakışta. Birincisinde cumhuriyet, ikincisinde hürriyetin getirdiği bir modernleşme

argümanı var. Fakat kurumlar düzeyinde, Cumhuriyet döneminde geçmiş dönemlerde

gerçekleştirilemeyen pek çok iş hayata geçiriliyor. Her şeyden önce Bakırköy‟ün açılması,

hemen ardından 1925 yılında Elazığ ve Manisa‟da yeni akıl hastanelerinin, daha sonra bazı

hastanelerde psikiyatri servislerinin açılması. Erken Cumhuriyet döneminde psikiyatri, halk

sağlığı ile birlikte öne çıkan, tıp kongrelerinde bir “başarı/zafer” olarak takdim edilen alan

oluyor. Öte yandan, Cumhuriyet döneminde psikiyatriye yön veren isimlerin tamamı Osmanlı

Page 13: ‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’ OKURYAZAR TV Söyleşisi.

13

döneminde tıbbiyeden mezun olup Toptaşı Bimarhanesi‟nde çalışanlar. Psikiyatri anlamında

Osmanlı Devleti‟nde var olup Cumhuriyet‟le birlikte sekteye uğrayan unsurlar da var elbette.

Mesela Osmanlı son döneminde bu alanda yayımlanmış nizamnameler, talimatnameler, kanun

teklifleri, tartışmalar Bakırköy sonrasında kesiliyor. Psikiyatri, Mazhar Osman öncülüğünde

ve onun biçimlendirdiği şekliyle, tek yönlü ilerlemeye başlıyor.

Toptaşı Bimarhanesi ve genel olarak Türkiye‟deki Ruh Sağlığı kurumları, evrensel

anlamda insan hakları, hasta hakları perspektifinden bakınca nasıl kurumlardır?

Bu soruyu herhangi bir psikiyatriste sorarsanız size şu cevabı verecektir: Türkiye‟nin hala bir

ruh sağlığı yasası yok! Evet, gerçekten de Türkiye dünya üzerinde Ruh Sağlığı Yasası

olmayan az sayıdaki ülkeden biri. Yıllardır çıkacağı söylenen yasa için, Türkiye Psikiyatri

Derneği son on yılda çeşitli defalar girişimde bulundu, kamuoyu oluşturmaya çalıştı. Daha bir

kaç ay önce, 34 yaşındaki şizofreni hastası olduğu söylenen Ali Çelebi, tedaviyi reddettiği için

ailesinin talebi üzerine eve gelen polis tarafından biber gazı sıkılarak ve başına copla

vurulması sonucu ölüyor. Bugün hala psikiyatrik bir hastanın sevkini ailelere, karakollara,

kaymakamlıklara terk etmiş durumdayız.

Ayrıca sorun psikiyatristlerin alanıyla sınırlı değil; ruh sağlığı alanında çalışanların (psikiyatr,

psikolog, sosyal çalışmacı, psikiyatri hemşiresi, danışman vb.) yetki, görev alanı ve

sorumluluklarını açıklıkla düzenleyen hukuki belgeler yok ortada. Psikiyatrik hastalara karşı

damgalama (stigmatizasyon) ve ayrımcılığa karşı politika ve uygulamalar yok; alan

çalışanlarının eğitim programlarında insan hakları, hasta hakları ve ortaklaştırılmış etik

eğitimi neredeyse hiç yer almıyor. Elbette bu yasalar ve düzenlemeler bir an önce tartışılarak

hazırlanmalı ama sorun biraz da yine modernleşmenin bu coğrafyada aldığı şekil ile de

ilişkili. Yasaların, yönetmeliklerin varlığı önemli belki ama daha önemlisi insana olan inancı

ve diğerinin hakkını pratikte savunabilmek ve uygulayabilmekte. Fransa‟da 1838 yılında

çıkarılan akıl hastalıkları kanunu, 150 yıldan fazla yani 1990‟ların başına kadar aynı şekliyle

yürürlükteydi ve yeni bir yasaya ihtiyaç duyulmamıştı. Demek ki mesele yalnızca bir yasa

Page 14: ‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’ OKURYAZAR TV Söyleşisi.

14

sorunu değil; yalnızca kağıt üzerinde bir kayıt değil. Ona bakarsanız, Toptaşı Bimarhanesi‟nin

1913 Dahili Talimatnamesi‟nde bimarhanede hastalara ait şikâyet kutusunun asılı olduğu

yazılıyordu!

“Bakırköy‟de dahi, hemşirelerin kuruma tam anlamıyla girmeleri ve görevi hastabakıcı

olarak çalışan ama gerçekte gardiyanlık yapan mubassır ve onbaşılardan devralmaları

ancak 1980‟li yılların başında gerçekleşebilmiştir.” „Onbaşı‟ ifadesi ne demek?

Bildiğimiz anlamda askerler mi?

Hayır. Buradaki, adına “mubassır” ve “onbaşı” denilen kişiler asker değildi, mubassır

“gözetmen, bakıcı, disiplini sağlayan görevli”lere deniyordu. Onbaşı ifadesi de Osmanlı

döneminden kalmaydı yine; Toptaşı Bimarhanesi‟nde de mubassırların emrinde çalışan

hizmetlilere “onbaşı” deniyordu. Başmubassır en tepede, altında mubassırlar servislerden

sorumlu, onbaşılar da alt kısımlardan ve koğuşlardan sorumlu kişiler. Daha da altta

hademelerin yer aldığı hiyerarşik bir sistem.

Mubassırlar, onbaşılar genellikle Anadolu‟nun belli başlı bir kaç köyünden akraba

aracılıklarıyla gelip Bakırköy‟de iş bulan vasıfsız kişiler. Altmışlı yetmişli yıllarda, 2000

yataklı Bakırköy‟de 5000‟nin üzerinde hasta, bir yatakta bir kaç kişi ve bahçede çoğu yarı

çıplak vaziyette yatanlar. Bu manzara aynı yıllarda ABD‟deki hastanelerde de aynı ve pek çok

yerde benzer şekilde. Bu yıllarda Bakırköy‟deki çok az sayıdaki hemşire de mubassırların

kontrolünde. Sözlü tarih toplantılarımızda dinlediğimiz mubassırlar, onbaşılar içler acısı, sefil

durumu defalarca anlattılar. Bu durum Aktuna‟nın göreve başlamasından hemen sonra

değişiyor ve sistem lağvediliyor. Bu kişiler daha sonra hemşirelerin emrinde erkek hademe

şeklinde çalışmaya başlıyor. Yıldırım Aktuna‟nın gerek kendisinin asker kökenli olması

gerekse askeri yönetimle olan yakın ilişkisi ve daha sonraki yıllarda ise siyasi ilişkileri

nedeniyle tam bir sıkıyönetim ve tek adam dönemi yaşanıyor Bakırköy‟de. Aktuna, bir emirle

kısa sürede hastaların sayısının yatak sayısına indirilmesini emrediyor ve bir kısmı kronik

servislerden olmak üzere hastalar bir kalemde taburcu edilip dışarıya bırakılıyor. Psikiyatri

tarihi gerçekten acılarla dolu, aynı zamanda çok farklı bakış açılarıyla değerlendirilebilir.

Mesela şimdi Bakırköy‟ün kapatılacağı ya da bu türden kurumlara artık ihtiyaç olmayacağı

zaman zaman ifade ediliyor. 1970‟lerin sonunda ve 80‟lerin başında dünyada bir

kurumsuzlaş(tır)ma süreci yaşandı psikiyatride ve ilk bakışta çok olumlandı bu durum. Ama

şimdi, Batıda‟da aileler, hasta yakınları ve bazı örgütler yataklı psikiyatri kurumlarının

kapatılmasına, sayılarının azaltılmasına karşı çıkıyor. Toplum temelli ruh sağlığı modeline

geçiş tartışılıyor yeniden (oysa bu da 1960larda denenmiş, ardından birer birer kapatılmıştı!)

ve farklı yerlerde açılmaya başlanan ayaktan tedavi ünitesi şeklinde çalışan toplum ruh sağlığı

merkezleri olumlu gelişmeler olarak düşünülebilir ama psikiyatrik hastalara, ailelerine daha

doğrusu sorunun esas muhataplarına soracak olursanız size “Bakırköy kapanmasın, ihtiyaç

duyulduğunda gidilecek bir devlet yuvası olsun” diyecektir. Dolayısıyla bugün için de

psikiyatri ve uygulamalarını eleştirmek bir şeydir fakat psikiyatrik hastalıkların varlığını ve

hastaların esas ihtiyaç duydukları yardımı ve çare arayışını görmezden gelmek, yok saymak

farklı bir şeydir.

Kitabınızın önemli bir bölümü, Mazhar Osman ve yaptıkları hakkında… Mazhar

Osman, psikiyatri tarih yazımı açısından nasıl bir figürdür size göre?

Mazhar Osman‟a ilişkin bölümler daha farklı yazılabilirdi aslında, fakat Toptaşı Bimarhanesi

ekseninde değerlendirmek durumunda kaldım. Mazhar Osman, kendi dönemi içerisinde ve

yalnızca yaptıkları üzerinden somut olarak değerlendirildiğinde zannedildiğinden çok daha

etkili bir figür olduğu görülür. Her şeyden önce Bakırköy‟ün kurucusu, Türkiye‟de

Page 15: ‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’ OKURYAZAR TV Söyleşisi.

15

psikiyatriyi popülerleştiren hekim, 1919‟dan itibaren ölene kadar düzenli olarak dergi

yayınlayan, asistan yetiştiren, yüzden fazla irili ufaklı kitap, kitapçık yazan birinden

bahsediyoruz. Öte yandan, çok eşliliği savunan, içki düşmanı, yine dönemin öjenik görüşlerini

savunan, düşünüşüyle gelenekçi ama gündelik ve mesleki yaşamıyla modern bir kişi Mazhar

Osman. Mazhar Osman, Türkiye‟de psikiyatrinin seyrini hatta bugüne kadar ki pratiğini net

olarak belirlemiş bir figür. Psikanalize bütünüyle yüz çevirmese de, Türkiye‟deki gelişimine

ket vurması, dinamik, farklı ve eleştirel psikiyatrik yaklaşımların Bakırköy‟de hayat

bulamaması, organik-deskriptif psikiyatri ile sınırlanması ve Türkiye‟de bugünkü ana akım-

kurumsal psikiyatrinin Neo-Kraepelinci çizgide devam ediyor olması da onun etkisidir.

Yeni çalışmalarınız neler? Psikiyatri tarih yazımı alanında başka neler yapacaksınız?

19.yüzyıldan günümüze Türkiye‟de kaleme alınmış, yayınlanmış ya da taslak olarak kalmış

tüm ruh sağlığı alanına ilişkin yasalar, yönetmelikler ve talimatnameleri bir süredir topluyor

ve haklarında yazıyorum. Bu çalışmaya paralel olarak bir de kapsamlı bir Mongeri biyografisi

hazırlıyorum.

Delilik, Siyaset ve Toplum: ToptaşıBimarhanesi (1873-1927)/ Yazar: Fatih Artvinli /

İnceleme & Araştırma / Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi / Genel Yayın Yönetmeni: Murat

Gülsoy / Kapak Tasarımı: Kerem Yeğin / Yayıma Hazırlayanlar: Ergun Kocabıyık, Meltem

Aravi/ 1. Basım Ağustos 2013 / 312 sayfa

Fatih Artvinli; 1977 Artvin doğumlu. Yusufeli Sağlık Meslek Lisesi‟nin ardından Marmara

Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü‟nden mezun oldu. Yüksek lisans

tezine dayanan çalışması, „Seraba harcanmış Bir Ömür: Osman Bölükbaşı‟ (Kitap Yayınevi,

2007) adıyla yayımlandı. Doktora çalışmasını Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü‟nde

tamamladı. Öğrenim hayatı boyunca aynı zamanda Sağlık Memuru olarak çalışan yazar, son

olarak Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir hastalıkları Eğitim ve

Page 16: ‘Psikiyatri tarihi, gerçekten acılarla dolu.’ OKURYAZAR TV Söyleşisi.

16

Araştırma Hastanesi‟nde çalıştı. Kurumun tarihini aydınlatmaya yönelik projelerde yer aldı.

Yardımcı Doçent Doktor olan yazar, Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik

Anabilim Dalı‟nda öğretim üyesidir.

Kaynak: http://www.okuryazar.tv/fatih-artvinli-toptasi-bimarhanesi-delilik-siyaset-ve-toplum/