Top Banner
Bu bir gaz maskesi degildir!
42

Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

Mar 21, 2016

Download

Documents

Üstüngel Arı

Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

Bu bir gaz maskesi degildir!

Page 2: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

Parrhesia E-dergi

Genel Yayın Yönetmeni

Üstüngel ArıYazar - Blogger - Medya İşç[email protected]

Yayın Kurulu / Editörler

Eren ÖztürkHacettepe Üniversitesi Felsefe - Yüksek [email protected]

Onurcan YılmazDoğuş Üniversitesi Psikoloji BölümüAraştırma Gö[email protected]

***

Dergimize gönderilen yazıların sorumluluğuyazarlarına aittir. Parrhesia E-Dergi, bu konudahiçbir sorumluluk kabul etmez.(Bkz. Yazım ve Yayın Kuralları)

Webhttp://www.parrhesiadergi.nethttp://parrhesiadergi.wordpress.com

[email protected]

Facebookhttp://www.facebook.com/groups/452084778141082/

Twitterhttps://twitter.com/parrhesiadergi

Çıkış tarihi: 24.07.2013

KAPAKTAN, DERGİDEN, ONLARA ................ 3

Onurcan YILMAZGezi Parkı Bağlamında Mustafa Kemal’den RecepTayyip Erdoğan’a Modernitenin Sosyal KontrolSöyleminin Değişimi ............................................. 4

Üstüngel ARIEe, N’oldu Şimdi? ............................................... 10

Eren ÖZTÜRKGezi İsyancısının Anatomisi ............................... 13

Elif FİŞEKŞ(h)İDDET ......................................................... 14

Ferit ENDERHaziran Ayaklanmasının ÖncülüğündePolitik Bir Analiz ................................................ 17

Gülşah AYGÜNGeziye Dair ......................................................... 20

Işık UNANİçimdeki Gezi ..................................................... 22

Gözde ÇÖBEKGezi Parkı'nın Örgütsüz Kesiminin Sesi ............ 25

Hazal GECEGÖRÜRHer Gaz Bulutu DağıldığındaBizi Daha Kalabalık Bulacaklar........................... 27

Kara ŞapkaBenim Annem Bir Süper Kahraman ................... 29

Gökhan YILMAZMedyanın Gezi Parkı Karnesi ............................. 30

Merve ERDEMŞeylerin Açığa Çıkmayı BekleyenKapasitelerine Dair: Gezi Parkı OlaylarıÜzerine Kısa Bir Yazı ......................................... 32

Kolektif / KÖZGezi Ayaklanması ................................................34

Yazım ve Yayın Kuralları ................................... 40

Page 3: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

KAPAKTANKAPAKTANBelçikalı ressam René Magritte bir pipo çizip altına “Bu bir pipo değildir” yazdığında belki debirçokları ne demek istediğini tam olarak anlayamamıştı. Çünkü açık bir şekilde gördükleri şey birpipoydu ve açık şekilde gördükleri bir başka şey ise “bu bir pipo değildir” yazısıydı. Magritte’in buradavurgulamak istediği şey –ya da birçokları tarafından kabul görmüş düşünce- “sözcükler ve şeyler”arasındaki bağlantıyı kopartmaktı.

Bu düşünce doğrultusunda –belki de düşünceyi biraz kendimize doğru bükerek- biz de rahatlıklasöyleyebiliriz ki, kapağımızda gördüğünüz “gaz maskesi” artık sadece bir gaz maskesi değildir. Ondandaha fazlasıdır. Çünkü hiç kuşku yok ki düşündüğümüz ya da inandığımız şeyler, nesnelerigörüşümüzü de –bir anlamda- değiştirmekte ve etkilemektedir. Mayıs ayından bu yana yaşanan ve“Haziran Ayaklanması” olarak ifade edilen tüm bu olaylardan sonra, bir gaz maskesi gördüğümüzdehangimizin aklına artık sadece “oksijensiz bir hava sahası” gelir ki? Hangimiz bir gaz maskesi (ve el-bette ki bunun dışında birçok nesne için de benzer durum geçerlidir) gördüğümüzde yaşadığımız veyaşanan onca şeye çağrışım yapmayız artık?

Bu, mümkün müdür? Bizce değildir.

Haliyle bu gaz maskesi, artık bir gaz maskesi değildir; “başka bir şey”dir... Herkese ve hepimize görebaşka olacak “başka bir şey.”

DERGİDENDERGİDENÖncelikle bu sayı oluşturulurken Parrhesia E-Dergi kadrosu olarak tarafımıza iletilen yazılara ideolojikyahut politik bir kısıtlama getirmediğimizi bildirmek isteriz. Dolayısıyla dergimizin içeriğini oluşturanyazıların “birebir” olarak dergimizin duruşunu yansıtmadığını en baştan ifade etmekte fayda görü -yoruz. Bizler Gezi Direnişi’nin ruhuna uygun olarak tarafımıza gönderilen yazılarda bir “çokluk”yaratmaya çalışıp, homojenliğin hiçbir yerde mevcut olmadığına vurgu yaparak Gezi’ye bir selamdurmak istedik –umarız selamımız alınmıştır.

Bu sayının bizim açımızdan bir diğer önemli özelliği ise, “eylem”in “sözü” belirlemesi şeklinde birpratiğin gün yüzüne çıkması oldu diyebiliriz. Önceleri kitaplar, dergiler yazılır ve yapılması gerekeneylemin ruhu burada yazılan teorik bilgiler ışığında belirlenir/belirlenmeye çalışılırdı. Ancak GeziDirenişi’nde deneyimledik ki, burada eylem bizlerin sözünü belirliyor ve çokluğu içine alan yeni bireylem tarzı için bir referans kaynağı oluşturuyordu.

ONLARAONLARABu sayımızı, hayatlarını Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlara karşı koymak adına adayan AbdullahCömert, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Medeni Yıldırım ve Ali İsmail Korkmaz’a adıyoruz;bizi şu an bir yerlerden gördüklerine tüm içtenliğimizle inanmasak da...

Parrhesia E-Dergi

Page 4: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

GEZİ PARKI BAĞLAMINDAMUSTAFA KEMAL’DEN

RECEP TAYYİP ERDOĞAN’A MODERNİTENİN SOSYAL

KONTROL SÖYLEMİNİN DEĞİŞİMİOnurcan [email protected]

ünümüz dünyasında homojenliğin hiçbiryerde mevcut olmadığı ve yerine ideolojik ikilem-lerin ve çoklu kimliklerin olduğu varsayılmaktadır(Wodak ve Meyer, 2009). Modernizminsavunuculuğunu yapan nedensel görüş isegünümüzdeki kaotikliği ve belirsizliğiaçıklamakta yetersiz kalmaktadır. Bu bağlamda,nedensel modellerin açıklamakta güçlük çektiğigünümüz dünyası söylemin önemine vurgu yapanbir dünya haline gelmiştir (Çelik ve Ekşi, 2008).Söylem sosyal problemlere işaret etmekle beraberaynı zamanda ideolojik ve tarihidir de (Wodak veMeyer, 2009). Dolayısıyla eleştirel söylem analizivar olan baskın paradigma gibi davranmayıp poli-tik ve sosyal problemlere odaklanarak çok disip -linli bir yapı sunmaktadır (Van Dijk, 2003). Bubağlamda, bu yazıda Türkiye’de gençliğin ve ka-musal alanın inşa edilişinde -modernitenin sosyalkontrol söylemi açısından- tarihsel olarak neyindeğişip değişmediği ve bu değişen pratiklerinçoğulcu bir demokrasiye imkan verip vermediğiMustafa Kemal Atatürk ve Recep Tayyip Erdoğançerçevesinde incelenecektir. Ayrıca, bu yazıkendine akademik bir sorun edinerek Gezi Parkıözel sayımızdaki “çoğulculuğu” sağlamayıamaçlamaktadır.

Bu bağlamda en makro düzeyde diyebiliriz ki,günümüz demokrasilerinde demokrasinin önkoşulunun çoğulculuğu sağlamak olduğudüşünülmektedir. Bu bağlamda, nasıl bir kamusalalan yaratılacağı problemi -bilindiği üzere- sosyo -lojinin ve sosyal bilimlerin son çeyrek yüzyıldaki

en çok uğraştığı konulardan birisidir. Bu kavramgenelde Habermas’ın adıyla anılmakla beraberson yıllardaki Fraser’ın eleştirileri, kavramıHabermas’ın baskınlığından bir ölçüdekurtarmıştır. Habermas (2000) tek bir kamusalalanın demokrasinin yürürlüğü açısından yararlıolduğu ve çoklu kamusal alanların varlığınındemokrasinin işleyişini geriye götüreceğini iddiaetmektedir. Bu bağlamda Habermas kamusal alan-daki farklılıkların ve zıtlıkların ileri bir demokrasiadına paranteze alınması gerektiğini savunmak ta-dır. Bu durumda kişiler kimliklerinden ve ekono -mik durumlarından edindikleri farklılıkları özelalanda bırakarak kamusal alana çıkmalıdırlar.Fraser (2005) da tam tersine tek bir kamusalalanın varlığının toplumdaki eşitsizliğişiddetlendireceğini savunmaktadır. Dolayısıylaçoklu kamusal alanların varlığı toplumdaki eşitliğisağlamak adına zorunlu gözükmektedir. Fraser’inbu görüşü günümüz seküler Avrupa devletlerininedindiği görüşü daha iyi tarif etmektedir. Zatenhalihazırda da görebilmekteyiz ki kamusal alanakatılan kişilerin şiveleri ve konuşma üsluplarıetkileşimi belirleyen önemli unsurlardandır ve hiçkuşku yok ki kamusal alana çıkarken farklılıklarıözel alanda bırakmış gibi yapıp eşitmiş gibidavranmak, gerçek eşitsizliği engelleyememekte-dir.

Buradaki asıl mesele ise Mustafa Kemal’denRecep Tayyip Erdoğan’a gençlik üzerinden ka-musal alanın yaratılma sürecinde moderniteninsosyal kontrol söylemi açısından bir farklılık mey-

4

Page 5: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

dana gelip gelmediğidir. Söz gelimi, Göle(2000)’ye göre Türkiye’de inşa edilen kamusalalan, bireylerin toplumla ilgili konularda eleştirelve rasyonel tartışmalar yaptığı bir alan olarakdeğil, modernist pratiklerin ve yaşam biçimlerininuygulandığı bir alan olarak inşa edilmiştir. Birlikteklik olarak algılanmış ve eleştirel olmanın yoluda kapatılmıştır. Bu bağlamda etnisitenin kamusalalandaki tezahürü olan ana dil de yasaklanmayolu na gidilmiştir. Ayrıca Mustafa Kemaltarafından yazdırılan “Medeni Bilgiler” kitabındaTürklerin dilinin Türkçe olduğu ve bir milletolmanın temel koşulunun dilde birlik sağlanmasıkoşulu olduğu belirtilmiştir (İnan, 1969). MustafaKemal’in çoğu söyleminde görebileceğimiz gibiKemalist ideoloji modernist pratikler üzerindenbir gençlik kurarak kamusal alanı çoğulculuğakapatmıştı. Söz gelimi, bu kamusal alanda Kürtlerya da dindarlar kendilerine çok fazla yeraçamamaktaydı. Burada modernitenin sosyal kon-trol söylemini görmekteyiz. Şöyle ki; moder-nitenin en önemli söylemlerinden biri olanilerleme fikri ancak toplumsal düzenin sağlanmasıyoluyla gerçekleşebilmektedir ve moderniteningururu olan bu aşırı düzen durumu da kamusalalandaki çoğulculuğu ve “özgürlüğü” kısıtlayıcıbir içeriğe sahiptir (Bauman, 1996). Bu bağlamda;Recep Tayyip Erdoğan Kemalist ideolojiyi tektipçi ve çoğulculuğa kapalı olmakla eleştirmesinerağmen, kendi söylemlerinde bu moderniteninsosyal kontrol söylemini devam ettirmektedir.Daha açık ifadeyle, tek parti döneminde kamusalalan modernist pratikler üzerinden kurulmayaçalışılırken, AKP döneminde kamusal alan “din-dar nesil”, “içkini evinde iç” söylemleriylemuhafazakar bir söylemden kurulmayaçalışılmaktadır. Ancak ilkinde nasıl bir Kürt ken-disini modernist kamusal alana dahil edemezken,

ikincisinde de Gezi’de direnen orta sınıf kendisinibu kamusal alana çok fazla dahil edememektedir.Haziran ayaklanmasının bu yüzden kökenindeideolojik bir dürtü değil tersine politik bir amaçvardır.

Bu bağlamda, 28 Şubat’ın “başörtünü evindetak” söylemiyle, Recep Tayyip Erdoğan’ın “içkinievinde iç” söylemi aynı pratikleri yenidenbağlamlaştırarak (recontextualize) sürdürmekte-dir. Bu bakımdan, Recep Tayyip Erdoğan’ınmodernitenin sosyal kontrol söyleminden kurtu-lamayarak kamusal alandaki çoğulculuğu veözgürleşmeyi kısıtlayıcı bir içeriğe sahip olduğufikri benim açımdan ağır basmaktadır. Bunu farketmeme neden olan en önemli olay ise, Gezi Parkıeylemlerinde Erdoğan’ın sosyal kontrol açısındantakındığı tavır olmuştur. Hemen hemen her ülkedesosyal kontrol, kamusal alanda güç kullanımıyoluyla kendini göstermektedir. Scheerer ve Hess(1997)’e göre ülkelerin sosyal kontroluygulamaları bazen baskı uygulamaktakullanılmaktayken, bazen bu baskının gizle-nilmesi amacıyla da kullanılabilmektedir. Buradahangi uygulamanın tercih edileceği ise, iktidarınkendi ideolojik ve kültürel kodlarıyla alakalı birdurumdur. Bu bağlamda, Gezi Parkı eylemlerindesosyal kontrol açısından Recep Tayyip Erdoğanhem güç kullanmıştır hem de kullandığı retorik vemedya gücüyle kullandığı bu gücü halktan vekitlelerden gizleyerek meşrulaştırmaya çalışmıştır.Söz gelimi Gezi Parkı direnişi sırasında medyanındevletin ideolojik bir aygıtı olarak davranması veiktidara yaranma çabaları zaten anti-demokratikbir ortamda yaşadığımızın bize sağlamasınıyapma imkanını vermiştir. Zaten halihazırda bukontrol söylemi bile direnenlerin direnmelerinimeşrulaştıran bir durum olarak karşımızdadurmaktadır. Diğer taraftan Erdoğan’ın “biz çok

28 Şubat’ın “başörtünü evinde tak” söylemiyle, Recep Tayyip Erdoğan’ın “içkini evinde iç” söylemi

aynı pratikleri yeniden bağlamlaştırarak(recontextualize) sürdürmektedir.

5

Page 6: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

iyi biliriz” ve ben yaptım oldu söylemleriülkedeki orta sınıfı ve emekçi-aydın kitlelerinirahatsız ederek ayaklanmalarına sebebiyetvermiştir. Bu ayaklanma bu bakımdan çoğul birkamusal hareketi işaret etmektedir. Aynı zamandabaşlangıç itibariyle ulus ve ideoloji aşırı bir eylemolarak gözükmektedir. Burada kitleleri birleştireniki boyut olduğu da açıktır; birincisi doğa-çevreboyutu, ikincisi de iktidar tarafından uygulananbaskı ve şiddettir. Politik ve yaşamsal aciliyet du-rumu ise durumu ideolojik olmaktan çıkarıp poli-tik bir eylem halini almasını sağlamaktadır.Dolayısıyla bu eylem politik bir eylem olmaklaberaber, ideolojik bir eylem değildir.

Çoğul kamusal hareketin devrimci pratikaçısından ne gibi yeni yollara olanak vereceğisorusu ise örgütsüz kitleleri birleştirmek ve geziyiorta sınıf küçük burjuva eyleminden devrimci bireyleme dönüştürmek açısından çok önemli birsoru olarak karşımızda durmaktadır. Yani ancakdevrimci bir bakış açısının öncü bir konuma sahipolmasıyla bir değişim gerçekleşebileceği açıktırve hareketin geçici bir hareket olmasını da en-gelleyebilecek olan şey işçi sınıfının bu orta sınıfhareketine önderlik etmesinden geçmektedir.Ancak ilerleyen süreçte gördük ki gerçek devrimciörgütler bu çoğulculuğa önderlik etmektezorlandılar. Belki bu çoğulculuğa alışkın değildikbelki de böylesine ideolojik olarak zıt gruplarlaetkileşime girmeye korktuk. Ancak bu ayaklanmasonucunda kazanılan bir şey oldu ki o da ezilenkitlelerin özgüven kazanmalarıydı. İktidar buözgüveni gözaltılar gibi araçlarla korku toplumuyaratarak engellemeye çalışsa da kazanılan

özgüven hissi bu ayaklanmanın geri dönülmez birkazanımı olarak karşımızda durmaktadır.

Modernitenin Sosyal Kontrol Söylemi Cohen (1994) sosyal kontrol mekanizmasını

üç ana başlık altında birleştirmiştir. Bunlar; poli-tik, antropolojik ve suç/sapma mekanizmalarıdır.Bu yazıda bu üç mekanizmanın politik boyutunadeğinilecektir ancak hiç kuşkusuz politik boyutdiğer iki boyutla da oldukça iç içedeğerlendirilmesi gereken bir boyuttur.

Politik boyutta sosyal kontrol; düzen, otoriteve yasalarla ilişkili bir kavram olaraktanımlanmaktadır. Kontrol altına alınması istenenve düzeni bozduğu düşünülen her aktivite yasalarve kanunlarla denetim altında tutulmaktadır. Bu-radaki temel düşünce, düzeni bozan aktivitelerincezalandırma yoluyla önüne geçileceğidüşüncesidir. Örneğin, 1924 Anayasasında 88.Maddede “Türkiye’de din ve ırk ayırd edilmek-sizin vatandaşlık bakımından herkese “Türk”denir” ve 2. Maddede “Devlet dili Türkçedir”ibareleri konularak vatandaşlık hukuki bir üstkimlik üzerinden tanımlanmaktadır. DolayısıylaTürkiye vatandaşı olup kendisini Türk olaraktanımlamayan ya da resmi dil olarak Türkçeyi kul-lanmak istemeyen birisi -söz gelimi bir Kürt-cezalandırılarak Cumhuriyet dönemi boyuncadenetim altına alınmak istenmiştir. Ya da1983’teki “Türkçe’den Başka Dillerle YapılacakYayınlar Hakkında Kanun” ile kanunen de Türkçedışında bir dil kullanmak yasaklanmıştır. Kanununbirinci maddesinde “devletin ülkesi ve milletiylebölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin,

6

Page 7: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzenininkorunması amacıyla düşüncelerin açıklanması veyayılmasında yasaklanan dillere ilişkin esas veusulleri” düzenlediği ilk maddede belirtilmiştir.İkinci maddede ise daha açık ve net bir şekilde“Türk Devleti tarafından tanınmış bulunan devlet-lerin birinci resmi dilleri dışındaki herhangi birdille düşüncelerin açıklanması, yayılması veyayınlanması yasaklanmıştır” denilmiştir. BöyleceTürkçe olmayan bir dili kamusal alana taşımak yada bu dili kullanarak toplantı, gösteri, pankart gibifaaliyetlere girişmek tamamen yasaklanarak ka-musal alanda kullanılan dil tamamen homojenhale getirilmiştir. Recep Tayyip Erdoğan’ın alkoldüzenlemesine yönelik yasası da yine anayasanın58. Maddesine dayanılarak oluşturulmuş ve buşekilde alkolün kamusal alanda kullanılması dene-tim altına alınmak istenmiştir. Aynı zamandaAKP’nin Gezi’nin tam olarak intikamını almakiçin TMMOB’nin kapatılmasına ya daişlevsizleşmesine yol açacak bir yasayı anidengece yarısı meclise sunması ve oy çokluğuylakabul etmesi, Gezi direnişine ve Taksim platfor-muna destek ve üye verdiği bilinen bu meslekörgütünün kontrol altına alınmak istendiğinigöstermektedir. Tam olarak bu noktada hukukunne kadar adaleti sağladığı açısından Bakunin’e

kulak vermekte fayda görüyorum. “Hukukiktidarların fahişesidir”.

Antopolojik boyutla bağlantılı olan mesele ise,farklı kültürlere sahip toplumlarda uyum ve normsürecinin sosyal kontrol aracılığıyla denetim altınaalınma sürecidir. Söz gelimi, Türkiye gibi çokkültürlü bir ülkede kitlelerin genel olarak kabulettiği tutum ve davranışlara toplumun diğer kesi-minin nasıl bu değerleri ve normlarıiçselleştireceği düşüncesi sosyal kontrolünantropolojik ve politik boyutuyla ilgili bir durum-dur. Bunu gerçekleştirmek için ise devletin ide-olojik aygıtları kullanılmaktadır. Örneğin, Diyanetİşleri’nin mekanizması Türkiye’deki dindarlığınSünni Müslümanlık üzerinden tanımlanmasınaolanak sağlamaktadır, bu bağlamda Sünni ol-mayan Müslümanlar kendilerini bu alandandışlanmış hissetmektedirler. Bunun dışında, TürkTarih ve Dil Kurumu’nun kuruluşu da yineantropolojik boyutta bir sosyal kontrolmekanizmasına işaret etmektedir. Bu yollakitlelerin toplumun genel tutumunu içselleştirmesiarzu edilmektedir.

Etiketleme mekanizması ise sosyal kontrolünsuç boyutuyla ilişkili bir kavramdır. Burada de-vletin görevi, kendi dışında olan “tehlikelisınıfları” betimlemek ve onları etiketleyip

7

Page 8: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

8

ötekileştirerek sahip olduğu düzeni korumaktır.Burada etiketleme devlet tarafından daha çokhapishane pratiğiyle icra edilmektedir. Bubağlamda, sistemin düzenini bozan grupları mar-jinalize ve terörize etmek sosyal kontrolün suçboyutunda devletlerin kullandığı enstrümanlardanbiridir. Söz gelimi, Egemen Bağış’ın Gezi Parkıeylemleriyle ilgili sarf etmiş olduğu bir söz de-vletin sosyal kontrol adına kullandığı etiketlemearacına bir örnek olabilir: “bütünvatandaşlarımdan rica ediyorum lütfen evlerinedönsünler, bugünden itibaren orada bulunan herkişiyi devlet maalesef terör örgütünün destekçisi,mensubu olarak değerlendirmek zorundakalacaktır”. Bununla beraber, sokakta ve sosyalmedya üzerinden göz altı faaliyetleri de bu sosyalkontrolün kapatılma alt boyutuyla alakalı birbiçimde düşünülmektedir. Çarşı ve SDP’yeyapılan sistematik gözaltılar iktidarın etiketleye -rek düzeni bozanları terörize etmesine verilebile-cek en güzel örneklerdir. Tıpkı 28 Şubat sürecindebugünkünden farklı bir ideolojiye sahip olanaskeri cuntanın istediği tek tipliği inşa etmesürecinde kullandığı araçlar gibi, bugün de busosyal kontrol mekanizması yönünü değiştirerekkendisini devam ettirmektedir. Bu bakımdan kılıkdeğiştirerek kendini gösteren modernist pratikler,demokrasinin ve çoğulculuğun oluşmasının önün-deki en büyük engel olarak karşımızdadurmaktadır. Modernist bir perspektifin gerçek birdemokrasinin oluşmasına imkan veripvermeyeceği sorusu da –bu bağlamda- umutsuzbir soru olarak gözükmektedir.

Bu noktada, Mustafa Kemal’in moderniteninsosyal kontrol mekanizmasıyla ilgili yapmışolduğu icraatları sıralamakta fayda görüyorum.Saltanatın kaldırılıp Cumhuriyet’in ilan edilme-siyle başlayan Türk Medeni yasasının kabulü,İslam kurallarını kamusal alanın dışına itmiştir.Bunun dışında eğitimde resmi ideoloji

çerçevesinde gelişen merkezileşme (Tevhid-iTedrisat), Tekke ve Türbelerin kapatılması, Seriyeve Evkaf Yasası, Latin harflerine geçiş, tatilgününün cumadan pazara alınması, Soyadı Ka-nunu, kadınlara sağlanan haklar, uluslar arasıtakvime geçilmesi gibi yasalar, kurulmak istenengençliğin ve kamusal alanın bir resmini bizesunmaktadır. Dolayısıyla bu kanunlar dışındakalan herkes sosyal kontrol olarakcezalandırılmaya ve etiketlenmeye tabiitutulmuşlardır (Erşan, 2006). Söz gelimi, 1928’deazınlıkların kamusal alanda Türkçeden başka birdil kullanmaları yasaklanmış, 1939’da çıkanAzınlık Raporu’nda ise gayrimüslimler ve Türkolmayanlar tehdit unsuru olarak sunulmuştur. Ka-musal alanın tek tipleştirilmesi bu bağlamdademokrasinin çoğulculuk anlayışıyla tersdüşmektedir. Günümüz Türkiye’sinde ise RecepTayyip Erdoğan dindar bir nesil yetiştirmek, alko-lik nesil, 3 çocuk şartı, ucube heykel, baş belasımedya ve sosyal medya söylemleriyle moder-nitenin sosyal kontrol mekanizması bağlamındatoplumu denetim altına almaya çabalamaktadır.Gezi’de direnen kitleler ise en başından beriaslında bu denetim toplumuna karşı mücadele et-mektedirler. Mücadelenin ana ruhu Erdoğan’ınotoriter yapısından şikayet ederek aslında Kemal-ist yapıdan da kurtulmaya çalışmaktadır. Kısacasıbu nesil artık başka bir şey istemektedir.Ayaklanmanın kemik kitlesi ve çoğunluğu neMustafa Kemal için ne de Kılıçdaroğlu içinsokağa çıkmaktadır. Ne önceki otoriter yapıyı nede şimdiki muhafazakar faşizmi istemektedir.“Başka türlü bir şey benim istediğim” demekte-dirler. Bu aslında bu ayaklanmayı oluşturan enönemli özelliktir. Bu bakımdan bu kitlelere de-vrimci partilerin “bunlar küçük burjuva hareketi”diyerek uzaklaşmaması tersine çoğulculuğu güceçeviren bir örgütlenme şekliyle örgütlemeyeçalışması gerekmektedir.

Mücadelenin ana ruhu Erdoğan’ın otoriteryapısından şikayet ederek aslında Kemalist

yapıdan da kurtulmaya çalışmaktadır.Kısacası bu nesil artık başka bir şey istemektedir.

Page 9: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

9

KAYNAKÇA

Bauman, Z. (1996) Yasa koyucular ile yorum-cular, (Çev. T. Birkan) İstanbul:Metis Yayınları.Cohen, S. (1994) Social control and the politicsof reconstruction. In D. Nelken (Ed.), The

futures of criminology (ss. 63-88), London:Sage Publications.

Çelik, H. & Ekşi, H. (2008). Söylem analizi.Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi

Eğitim Bilimleri Dergisi, 27, 99-117.

Erşan, M. (2006). Mustafa Kemal Atatürk’ünBatılılaşma Hakkındaki Düşünceleri, Afyon

Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Der-gisi, 8, 39-49

Fraser, N. (2005). "Kamusal Alam YenidenDüşünmek: Gerçekte Varolan Demokrasinin

Eleştirisine Bir Katkı." Kamusal Alan.Meral Özbek (der.). Çev: M Özbek ve C. Balcı.

İstanbul: Hil Yay. 103-132.

Göle, N. (2000). Modemist Kamusal Alan veİslami Ahlak. İslamın Yeni Kamusal Yüzleri.

Nilüfer Göle (der.). İstanbul: Metis. 19-40.

Habermas, Jürgen (2000a). KamusallığınYapısal Dönüşümü. Çev: T. Bora ve M. Sancar.

İstanbul: İletişim Yay.

İnan, A. (1969). Medeni Bilgiler ve M. KemalAtatürk'ün El Yazıları. Ankara: TTK

Basımevi.

Scheerer S. ve Hess, H. (1997) Social control:a defence and reformulation. In R. Bergalli ve

C.Sumner (Eds.), Social control and politi-cal order, London: Sage Publication (ss. 96-

130).

Van Dijk, T. (2003). Critical discourse analysis.D.Schiffrin., D. Tannen, & E., H. Hamilton

(Ed.), In The Handbook of Discourse Analy-sis. (352-372). Oxford: Blakwell Publishing.

Eski sayılarımız için kapaklarınüzerlerine tıklayabilir ya da

parrhesiadergi.wordpress.comadresine göz atabilirsiniz.

Page 10: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

10

aşlık, ilk görüşte baĞzılarınızda “ne diyorla bu” tepkisi yaratmış olabilir. Dolayısıyla önden“şimdi ön yargılarınızı sessizce yere bırakın veokumaya devam edin” uyarısı yapmanın faydalıolacağını düşünüyorum.

“Ee, n’oldu şimdi?”

Evet, bir süre daha geçip, işler, üflediğimiz sigaradumanı gibi havada kaybolmaya başladığında bulaf da şüphesiz ki baĞzı kıraathane köşelerindesıklıkla dile gelir hale gelecek. Üstüne üstlük son-raki partiye başlamadan önce masada oturandiğerlerince de kabul görüp onaylanacak.“Sorma” diyecekler, “n’oldu şimdi.” “Hiç.” “Ya-landan gaz yediler, can verdiler, bi boka dayaramadı.”

Ve kartlar dağılır…

Sonuç endeksli düşünmenin –her ne kadar pek an-lamasam da- sayısal değerlerle uğraşan bir çokbilim dalında, matematikte ya da futbolda işeyarar görünüyor olması fazlasıyla muhtemeldir el-bette. Ama yine de hatırlayın, girdiğinizsınavlarda hiç mi gidiş yolundan da puanalmadınız yahu? Ya da takımınız yenilse de“olsun, iyi maçtı” da mı demediniz? Bu da biraz–ama çok da aşırı olmamakla birlikte- buna ben-ziyor işte.

Eyleme katılan ve “hükümet istifa” diye sloganatanların derdi de aslında bir sonuca ulaşmakdeğildi bana kalırsa. Ben hiç sanmıyorum ki okadar insanın içinde gerçekten de, 11 yıldıroturdukları ve terli kıçları sebebiyle yosun tutmuşvaziyetteki makam koltuklarını, “3-5 çapulcu”‘Hükümet İstifa’ dedi diye bırakacaklarınıdüşünenler olmuş olsun. Hiç sanmıyorum. Yani, -

Üstüngel [email protected]://twitter.com/ustungelari

EE, N’OLDU ŞİMDİ?

Yahu devrimcilerin olayı illa devrim yapmak mıdır yani?Devrim yapılabilir inancını canlı tutmak da devrimciliktir.”

-Cem Akaş [1]

B

Page 11: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

11

gözümde biçtiğim değer açısından- sanmak is-temiyorum.

Hiçbirimiz aslında hükümetin gerçekten de istifaetmesini istemedik. (Bu ifade elbette ki“kalmasını istiyoruz” anlamını da taşımıyor)Çünkü hepimizde göz ve izan vardı. Çünkü hepi -miz yaşanan bunca şeyin temel sebebinin bir“hükümet sorunu” olmasının yanında bir“muhalefet sorunu” olduğunun da farkındaydık.Çünkü biliyorduk, AKP’nin yerine kim gelirsegelsin, işler çok da farklı olmayacaktı. Bugün dinesövemiyorsak –örneğin- CHP iktidar olduğundaAtatürk’e, MHP iktidar olduğunda Türklüğe (…)sövemeyecektik çünkü.

Ve bir şeylere sövememe durumumuz sürdükçesayın okur, kimsenin özgürlükten falan bahsetm-eye hakkı yoktur. (Bence)

E o zaman niye çıktınız meydanlara kardeşim,niye onca gaz, dayak ve su yediniz?NİYE ÖLDÜNÜZ?

Çünkü “HAYIR” dedik başkaldıran bir insanedasıyla; HAYIR. Hem ne diyordu Camusbaşkaldıran insan için; “Kimdir başkaldıraninsan? Hayır diyen biri. Tüm yaşamı boyuncabuyruk almış bir köle, birdenbire, yeni birbuyruğu kabul edilmez bulur. Örneğin ‘fazla uzadıbu iş’, ‘buraya kadar evet, buradan ilerisine hayır’,‘çok ileri gidiyorsunuz’ ya da ‘geçemeyeceğinizbir sınır vardır’ anlamına gelir. Kısacası bir sınırınvarlığını kesinler bu hayır.” [2]

Biz de tam olarak bu ifade paralelinde bir HAYIRdedik. Çok ileri gidiyorlardı çünkü, bu kadarı dafazlaydı.. Bu HAYIR elbette ki, ortak bir HAYIRda değildi; direnişe gelen herkesin kendi kişisel

HAYIR’ları vardı. Kimisi 3 çocuk matematiğineöfkelenmişti, kimisi alkol kısıtlamasına, kimisikesilecek olan ağaçlara ve yerine yapılacakAVM’lere… Ama herkes ÖFKEliydi –bir şeylere..Çoğu kişi bunca farklı paralelin nasıl olup dakesiştiğini düşünedururken, belki de bunca insanıtek bir payda altında toplamış olan şey, ÖFKE idi..Hem bilirsiniz, paralel doğrular, sonsuzdakesişirdi –bir şekilde..

“İyi ama babacığım ne değişti?”

“Dur biraz, anlatıyorum..”

Mesela artık insanlar “hakları” olduğunun dahafarkındalar. “Hak” denilen kavramın kendilerine“verilebilen” bir şey değil, zaten halihazırdakendilerinde olan bir şey olduğunun farkındalar.İktidarın “mutlak olarak mutlak” olmadığınınfarkındalar. Hayatın sokaklarda olduğununfarkındalar. Çevrelerinde kendilerinden başkainsanların da yaşadığının ve neye inanırlarsainansınlar, ideolojileri, fikirleri, düşünceleri,kıyafetleri, cinsiyetleri, renkleri, dilleri(…) neolursa olsun SONUNA KADAR yaşamayahaklarının olduğunun farkındalar. KAYGILI ol-maktansa SAYGILI olmanın daha samimi vedeğerli olduğunun farkındalar. İktidarın tehdit,şiddet ve ikna yöntemlerinin karşısında, birlik veberaberlik sağlayarak dimdik ayakta durabilecek-lerinin farkındalar. Medyanın güvenilmezolduğunun ve gerçek bilginin kendilerinden başkahiç kimsede olmadığının farkındalar. Onlar, -yanibiz- yani direnişin yaş ortalamasının 24 olduğu dagöz önünde bulundurulduğunda -Sunay Akın’salbir ifade ile- 90’larda çocuk olanlar; büyükleritarafından bilgisayar başından kalkmayan apolitikgençler olarak addedilseler de artık, öyleolmadıklarının farkındalar. İtaat etmenin

Ama herkes ÖFKE’liydi –bir şeylere.. Çoğu kişi bunca farklı paralelin nasıl olup da kesiştiğini

düşünedururken, belki de bunca insanı tek bir paydaaltında toplamış olan şey, ÖFKE idi.. Hem bilirsiniz,

paralel doğrular, sonsuzda kesişirdi –bir şekilde..

Page 12: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

güvenliğini karşılarına alarak, hayatları pahasınabir şeyleri savunacak cesarete sahip olduklarınınfarkındalar. Boyun eğmek yerine, bir alternati-flerinin olduğunun farkındalar. Polis şiddetininartık işe yaramadığının ve “güvenliğimizisağlamak ile görevli(!)” olan bu kişilerin olurolmaz şekilde ve yerde her istedikleriniyapamayacaklarının farkındalar. Belki –şu an için-bir şeyleri kökünden değiştiremeyeceklerinin defarkındalar, ama bir şeyleri kökündendeğiştirebilme ihtimallerinin her zaman varolduğunun, şimdi, daha çok farkındalar.. Ve dahabelki de benim henüz farkında olmadığım birçokşeyin de farkındalar.

Ve unutmayın sayın okur, farkındalık her şeydir.

***

Yani kısaca, sonunda ne olursa olsun, uğrunaçatıştığımız, kavgasını ettiğimiz, hayatımızıverdiğimiz her şeyi kaybetsek bile, bu direniş artıksenin, benim bizim değil tarihin malıdır ve or-tadan kaldırılamaz. Tıpkı Foucault’nun da dediğigibi:

“Tek bir insanın, bir grubun, bir azınlığın ya datüm bir halkın ‘artık itaat etmiyorum’ dediği veadaletsiz olarak değerlendirdiği bir iktidara karşı

kendi hayatını ortaya koyduğu bir hareket banaortadan kaldırılmaz geliyor. Çünkü hiçbir iktidarböyle bir hareketi tamamıyla imkansız kılacakyetenekte değildir.” [3]

***

“Tamam da n’oldu yani?”

“E artık bi siktir git!”

NOTLAR[1] Akaş 2011: 80[2] Camus 2011: 23[3] Foucault 2005: 297,298

KAYNAKÇA

Albert Camus, Başkaldıran İnsan, Can Yayınları,İstanbul, 2011.

Michel Foucault, Entelektüelin Siyasi İşleviSeçme Yazılar 1, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2005.

Cem Akaş, Bir Gün Hepiniz, Underground Poetix#10, İstanbul, 2011.

12

Page 13: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

GEZİ İSYANCISININANATOMİSİ

Eren ÖZTÜ[email protected]

13

Page 14: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

14

S(h)İDDET

Elif FİŞ[email protected]

ir aydır, sadece özgürlüklerini istedikleriiçin sokağa dökülmüş halka, -hatta ilk baştasadece ağaçların kesilmesini istemeyen bir halka-uygulanan orantısız şiddeti izliyoruz. Medyahiçbir şeyi olduğu gibi göstermiyor, ortada birsürü yalan dolan dönüyor ve bunları ifşa edenhalk, gerçekleri söylediği için çapulcu, dinsiz veahlaksız olmakla bizzat iktidar tarafındansuçlanıyor. Bu suçlamaların ‘uyandırdığı’ insansayısı arttıkça şiddet de artıyor.

İnsanlar ellerinde silahla değil kitapladireniyorlardı. Gezi parkı, başbakanın vaat ettiğiopera binasına ihtiyaç duymadan, müziğin,dansın, sanatın ortaya çıkması için gerekli olan tekşeyin bir araya gelmiş insan topluluğu olduğunugösterdi; ve bu biraradalığı ‘yeşil’in nasılsağladığını. Yine de, ellerinde Türk bayrağıtaşımaları suçlu olmaları için yeterli olduğundanpolis, insanların üzerine salındı. Peki, polisinböyle bir şey yapmaya hakkı var mı?

Şiddetin, olağanüstü hallerde kullanılmasıyasal bir durumdur. Fakat, söz konusu Gezi Parkıeylemleri olduğunda, ortada olağanüstü bir halolduğunu söylemek abartıya kaçmak olur. Ziraorada bulunan halkın direnişinden ortaya çıkantek olağanüstü şey insanların katlanarak artandayanışması ve birliğiydi; ortada adalet ve özgür-lük talebinde bulunan bir halk vardı.

Şiddet Üzerine adlı yazısında “…güçkötüye kullanılıp adil olmayan amaçlara hizmetetmediği sürece kullanımı hiçbir sorun

doğurmaz.” der Walter Benjamin ve bununayırımına gitmek üzere “olağanüstü hâl”kavramını tartışır. Bu çalışmasında şiddetin ku-rucu işlevini göstermeyi amaçlar. Bir şeyi eldeetmek amacımız doğrultusunda şiddet uygularız;burada önemli olan onu araç olarak mı yoksaamaç olarak mı kullandığımızdır. Şiddetineleştirisinde, hukuk ve adalet alanlarında araç-amaç ilişkisinin, adillik ölçütü arayışını anlaşılırkılmak gibi bir göreve yöneldiğini belirtilir Ben-jamin. Burada önemli olan şiddetin araç olarakkullanılıp kullanılmaması değildir; araç olarakkullanıldığı taktirde bile ‘adil’ olan bir amaçuğruna kullanılıyor olmasıdır. Bu açıdan, hemşiddeti doğal sayan doğal hukuk anlayışları hemde şiddeti tarihsel olarak gören pozitif hukukanlayışları eleştirilir. Birisinde amacın adilli ğin -den aracın meşruluğuna, diğerinde aracınmeşruluğundan amaca yönelen yasallık belirleni -mi vardır. Pozitif hukuk, araçların adilliğiningüvencesini hukuk üzerinde verirken doğalhukuk, kendini bizim doğal amaçlarımızda gös-terir. Hukuku oluşturanın tarih boyunca şiddetinamacına bakıp meşrulaştırdığımız eylemlerolduğu düşünülünce, bu iki hukuksal yaklaşımınşiddeti tek başına açıklayamayacağı görülür.Dolayısıyla, Benjamin, iki hukuk tanımındanbağımsız olarak şiddetin doğasına yönelmeningerektiğine işaret eder. İşte tam da bu noktadaolağanüstü hâl durumunu yeniden keşfetmemizisağlar. Çünkü modern hukuk her türlü yasallığı

“Dünyanın herhangi bir yerindeki adaletsizlikdünyanın her yerindeki adaleti tehdit eder.”

M. Luther King

B

Page 15: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

15

inşa ederken şiddetin kullanımı devralır. Yanibireylerin doğal amaçlarıyla yasal amaçlararasında çatışmanın varlığı düşüncesinden hareketeder, bu da sadece yasadışı olanları değil bütünşiddeti tehlike olarak belirlemek anlamına gelir.Bu açıdan George Sorel’in Şiddet ÜzerineDüşünceler adlı çalışmasındaki “siyasi grev” ve“proleter genel grev” ayrımlarından özelliklebahseder. Çünkü grevin varlığı şiddetinkullanımını yalnızca devletin elinde olmaktankurtarır. Benjamin, Sorel’in şiddetin sınıfçatışmaları üzerindeki belirleyici rolü çözümleme-sine bütünlüklü bir yaklaşım geliştirmeyidüşünmektedir. Siyasi grev devletin veayrıcalıkların paylaşılması ve düzenlenmesine,proleter genel grev ise devletin yok edilmesineyönelirse, tam da bu çerçeve içinde, siyasi grevyasakoyucu, proleter grev ise anarşistçedir. Sorelbundan dolayı devrimci hareket için öngörülenher tür program ve ütopyayı reddeder.

İşte Benjamin’in Hobbes’a ve Schmitt’ekarşı söylediği ve Sorel’den de ayrıldığı nokta tamda budur: Olağanüstü hâl ilanına sahip olanyalnızca devlet değil şiddeti kullanma hakkınasahip olan organize olmuş işgücüdür de. Ya daGezi Parkı’nda olabileceğini gördüğümüz organ-ize olmuş ‘halk’tır. Tıpkı devletin özel durumlardaya da olağanüstü hallerde şiddet kullanımınınmeşru olması gibi, kendi özgürlüğününkısıtlandığına inanan bir halkında kendi meşruşiddeti olan protestoya gitme hakkı vardır veiktidarın bu hakkı bir tehdit olarak görmemesi, ak-sine yasal bir hak olarak görmesi gerekir. Buarada, şiddet derken sadece son zamanlarda polistarafından uygulanan türden bir şey düşünmemekgerek. Önemsiz olarak atfettiğimiz çoğu edimimizde birer şiddettir. Örneğin, bir arkadaşımızaistediğimiz şeyi yapmadı diye küsüp, onunyapmasını sağlamaya çalıştığımızda bile ona bir

tür şiddet uygulamış oluruz. Yasayı ve devleti ko-rumak için polisin ve askerin uyguladığı her türlüyöntem de şiddettir. Ordu ve polis, devleti korumaamacı güttüğünden uyguladıkları şiddet meşrudur.Polis devlet tarafından görevlendirilir ve devletikorur. Fakat, Gezi Parkı eylemlerinde, elinde silaholmaksızın sadece slogan atarak yürüyen bir halkakarşı devleti koruma adı altında saldıran polisinyaptığı atakta meşru olan bir yan yoktur. Çünkü,eylemi meşru kılacak adil bir amaç ya daolağanüstü bir durum söz konusu değildir; ve eğerdevletin kendini koruduğu şey halksa, polisdemokratik olmayan bir devletin elindeyse,olağanüstü olarak adlandırılan durum aslındahalkın sahip olduğu bir haksa ve buna rağmen de-vlet polisi orantısız şiddet uygulamaya itiyorsa,ortaya çıkacak manzara kaçınılmaz olarak bizimson bir aydır tanık olduğumuz türden olacaktır.“Artık modern bir dünyada yaşıyoruz.Demokrasiden kimse vazgeçmez!”

Kimseye sorulmadan, bir karar alınmadangezi parkına girip, beş ağacın yerinde sökülmesinekarşı bir dur deyiş olan halk ‘şiddeti’, heristediğini yapabileceğini sanan bir iktidara karşıçıkıştı. Halka karşı bu derece öfkeli söylemlerdeve orantısız şiddette bulunulmasaydı belkiinsanların protestosu bu denli birleştirici veuyandırıcı bir direnişi bile doğurmayacaktı “Artıkmodern bir dünyada yaşıyoruz. Demokrasidenkimse vazgeçmez!” dememek gerektiğini gördük.İktidarı bırakmak istemeyen, dikta heveslileri içindemokrasinin bir anlamı olmadığını anlamış daolduk.

Gezi Parkı direnişi söz konusu olduğunda,uygulanan şiddetin adil veya meşru olan hiçbiryanı olmadığı ortada. Çocuk, yaşlı, genç demedengaz bombaları atan ve içlerine kimyasal koyarak,özellikle hedef alarak tazyikli su sıkan bir polisinve buna izin veren hükümetin, uyumasına engel

Tıpkı devletin özel durumlarda ya da olağanüstü hallerdeşiddet kullanımının meşru olması gibi,kendi özgürlüğününkısıtlandığına inanan bir halkında kendi meşru şiddeti olan

protestoya gitme hakkı vardır ve iktidarın bu hakkı bir tehditolarak görmemesi, aksine yasal bir hak olarak görmesi gerekir.

Page 16: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

16

olduğu için sivrisineği ilaç sıkarak ve vuraraköldürmeye çalışan, uykulu ve gözü dönmüş bir in-sandan farkı yok. İktidara olan güvenin yerle birolacağından ve halka saldırmanın insanları dahaçok kendine getireceğinden çekinmeyen iktidar,gücünü göstermek için bir şov gibi şiddeti kullan-maya devam etti.

Michael Foucault, Hapishanenin Doğuşuadlı kitabında Fransa’da yapılan son halka açık in-fazdan bahseder. Kralın canına kast eden suçluDamien, korkunç bir ölüme mahkum edilir. Tümuzuvları koparılan, yakılan, parçalanan Damien’ıninfazı halka açık son infaz olmuştur. Foucault,bundan sonra suçlu infazının işkenceyle dolu birşekilde, üstelik halka açık olarak yapılmasının sonbulmasının nedenini, seyirlik bir unsur halinegelmiş olan cezanın artık devlet için olumsuz birgösterge haline gelmesi olarak ortaya koyar. Mod-ern iktidar artık suçluyu halkın gözü önünde infazetmek yerine hapishanelere koymaya başlar.Klasik iktidarla modern iktidarın birbirlerindenayrıldıkları en önemli noktalardan biri de budur:Klasik iktidar, doğrudan güç uygularken ve bugücünü ölüm ya da yaşama karar vererek vurgu-larken modern iktidar, insan hayatı üzerinde dahadolaylı bir güce sahiptir. İnsan hayatını ölümletanımlamak yerine hayatı yönetir. İktidarın ken-dini gösterişle dışa vurduğu, gücünü bugösterişten aldığı eski siyasal sistemin yerine,iktidarın mümkün olduğunca görünmez halegeldiği modern siyaset sistemine geçilir. Kendiniöne çıkaran iktidar, bireyin oluşmasınıengellemiştir; oysa karanlıklara çekilen moderniktidar herkesi bireyselleştirmek istemektedir;çünkü bireyselleştirmek, gözetim altında tutmakve cezalandırmak, yani egemen olmak demektir.Bu yüzden, insanlar dinleri veya ırkları üzerindensınıflandırılır. Herkesin belirli bir isimle, belirlibir yere kayıtlı hale gelmesi, onların denetimaltında tutulmaları kolaylaşır.

Gezi parkı olaylarında iktidarın hesaba katmadığışey, şiddetin açıkça ve haksızca kullanarak,karanlıkta tuttuğu gücünü ortaya çıkardığıydı.Böylece, farkında olmadan bireyselleşme ile kon-trol altına aldığı halkı kaybetti. Açıkça veacımasızca uygulanan şiddet, tıpkı klasik iktidaryönetimlerinde olduğu gibi halkı bir bütün halinegetirdi.

İster modern ister klasik iktidar olsun, de-vlet şiddete başvurur, başvurmalıdır da. Sonuçtakaçan bir hırsızı vuran polis de şiddet uygulamıştırama hukukun korunması çerçevesinde bu şiddethaklı görülür. Polisin de askerin de varlığının ne-deni budur; hukuku, yasaları ve düzeni korumak,gerekirse şiddet uygulamak. Bu doğrultuda polisinde askerin de halktan taraf olmadığı söylenebilir,sonuçta amaç hep yasayı korumaktırlar. Benjam-in’in meşru kıldığı şiddet de bu türdendir. Ama,polisin koruması beklenen yasa, ortadayoksa,’hukuk’çular yaka paça göz altınaalınıyorsa, bir başbakan kendi canının istediğiolmadı diye sinirden köpürüyorsa, ortada ko-runacak bir hukuktan ya da devletten bahsetmekzor. Bu tabloda, şiddetle korunmaya sağlanan şeysade diktatörlüktür.

Damien’le son bulan hakla açık infazadönersek, bu infaz son olmuştur; çünkü cezavahşilik bakımından suçu aşıyorsa cellat ‘caniye’,yargıç ‘katile’, suçlu da ‘kurbana’ döner. Hele kişiddet ortada suçlu yokken yapılıyorsa, zaten ‘kur-ban’ olan hepten kurban oluverir. Yalan haber yap-makla suçlanılan dış medya aslında gerçektenolanları gösterdiğinden, aklı başında gençler biz-zat geziye gidip yapılanları yaşadığından vegerçekleri yaydığından kimin cani kimin kurbanolduğu da görebilen için ortadadır. Diyeceğim şuki; uygulanan bu şiddetle ‘cani’ler belli oldu. Dizçöktürülmüş gözleri bağlı halk ise artık ‘kurban’olmadığını orantısız şiddete karşı daha fazlaorantısız ‘zeka’ ile saldırarak gösterdi.

Page 17: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

17

HAZİRAN AYAKLANMASININÖNCÜLÜĞÜNDE POLİTİK BİR ANALİZ

Ferit [email protected]

aziran ayı, bu coğrafyada konuşlanmışefendiler ve mülk sahiplerinin üzerinde unutul-mayacak bir tarihsel iz bıraktı ve bunun getirisibağlamında ağır bir yük olarak omuzlarındayığınların gücünü hissettirdi. Bunun yanında,sokaklara sinen özgürlük kokusu daha onurlu biryaşamı var etme olanağını halkın köklerineiliştirdi, bu tecrübe, tarihsel düzlemde kendiniyeniden var etmek için oluşacak yarıkları araya-cak ve kollayacaktır. Kendini yeniden var etmekisteyen yığınların eylemselliğinin ilk olarakönemle göz önüne alması gereken durum; parla-menter demokrasinin kıskacı altında kalmamaktangeçmektedir. Parlamenter demokrasi, iktidar par-tisi ve bağlamında oluşan meclis yapılanması,cumhurbaşkanı ve beraberinde gelen bürokratikyapılanma, pekala diyebiliriz ki devleti oluşturanbölümler, gelişen ayaklanma karşısında lügatlarınıyenileyememiş ve eskimiş sözcükleriyle gelişenyeni örgütlenmelere müdahalede bulnumayakalkmışlardır. Bu anlayış ve bu anlayışa dayanantüm teşkilatlar, eylem alanlarında, günler geçtikçezayıflamaya mahkum kalmış ve eylemselliğin asılözü; ortaklaşa üretim ve paylaşım kültürüne olanyönelim, kendini ortaya çıkarmıştır. Bu aşamada,üzerine düşülmesi gereken, analiz sürecinesokulması gereken bir diğer ciddi kavram ise;“hegemonya”dır. Çünkü, görüldüğü üzere, hege-monya, kendini bu süreçte çok kuvvetli bir şekildeortaya koymuştur. Bu süreç, karşıt bir güç olarakyığınların karşısında yer alarak da kendi gücünüdayandırdığı yeri bir kez daha belli etmiştir:Mülkiyet. Dolayısıyla, alanlara bileklerini dahayukarıda tutmak için gelen insanlara, daha yükseksesle ve daha büyük bir coşkuyla bağırmakgerekiyor: Şiddet mülkiyetten doğar; gerekliliktir,vicdan değildir sebep olan, yaşam alanlarınınkısıtlanması mülkiyetten doğar; gerekliliktir, key-

fiyet değildir sebep olan, anlayışsızlık ve taham-mül edilmeme mülkiyetten doğar; gerekliliktir,kibrin yüksekliği değildir sebep olan.

Haziran Ayaklanması'nın mayıs ayındaöncelenen kısmında çekirdek grupların gördüğüşiddet ve zulm, devam eden günlerde birikmişöfkenin ortaya çıkmasına sebep oldu. Doğalhaliyle; bireysel tepkilerden, sosyal tepkiye,oradan kitlesel eylemlere taşan yığınlar, sonundakendilerini barikat savaşlarında buldular.Tecrübesizliğin verdiği heyecan bir yandanyığınların şevkle alanlara akmasını sağlarkendiğer yandan da yığınları yenilgiye uğratıyor vegeri çekilmesine sebep oluyordu. Ortak bir talepağının örülmemiş olması, bu durumun bir başkatarafını oluşturuyordu ancak; göz önüne alınmasıgereken asıl sebep şiddetin temsilcilerinin tamolarak bilinmemesi ve tam olarak hegemoyanın,hangi teşkilatlarla sağlama alındığınıngörülmemesiydi. Bu durum çok geçmeden yerinidevletin silahlı kuvvetlerine duyulan öfkeyebıraktı. Yığınların hareket manevrası da, bu yöndekendini belirlemeye başladı. Şunu söyleyebilirizo halde; herhangi bir iktisadi talebi olmayanyığınlar, salt özgürlük talepleri için sokaktaydılar.Özgürlük talebinin içini de simgeleşmiş olarakkendini var eden “Gezi Parkı” dolduruyordu.Dolayısıyla talepler yaşam alanlarına müdahaleedilmemesi ekseninde yürümekteydi. Kısıtlı birtalep olarak görülse de, zamanla evrilen budurum; kendi yaşam alanlarını üretmeye kadarvardı. Eylemsellik temsiliyet yetkisinin altınagirmeyecek kadar taştı ve İstanbul dışında, başkabaşka şehirlerde de benzer etkileri görünmeyebaşladı. Tüm bu olaylar yaşanırken hegemonikyapılanma, araçlarını geniş bir aralıkta kullanmak-tan kaçınmadı. Bu araçlar kendini iktisadiyapılanmanın sunduğu olanaklarla var eden

H

Page 18: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

18

bilindik kurumlardı: Medya ağı; süreklipropagandayı sürdürmek ve yığınları düzen altınasokabilmek için üstlendiği görevi gözüdönüşçesine yerine getirmeye çabalıyordu,“Bilim”sel ağ; bilgi üretimi sürecinde yığınlarıneylemselliğinin bir yandan teorikle olan bağınınkesilmesi öte yandan teorinin de pratikle olanbağının engellenip işlevsiz bırakılmasında önemlibir katkı sunmaktaydı, “Parlamenter Demokrasi”;mülkiyet ilişkilerini törpülemek ve olasıanlaşmazlıkların kendi ekseninden taşıp dadoğrudan yönetimi hedef almasını engellemeküzere saydam bir ilişki kurmaktaydı ve HaziranAyaklanması boyunca söylemlerini daha dagüçlendirerek, boş, tabanı sağlam olmayan,yığınlara celladını seçme hakkından başka birişlev sunmayan bir araç olma görevini tüm hızıylasürdürüyordu. Dolayısıyla, tanımlanan bu araçlar,daha geniş bir ufkun varlığını ortaya koymaktadır.Toplumların deviniminin esaslı yasasını açığaçıkarmaktadır. Bu yasa; sıkışan döngünün,zenginliğin ve malların çevriminde yaşananparasal yetersizliklerin, ödeme araçlarınıniflasının, şirket bilançolarının engellenemezaçıklarıyla para basan matbaaların önünde elpençe divan durmalarının, mülkiyet ve politik erksahiplerinin birbirleriyle olan organik bağınacımasız bir şekilde ortaya çıkışının ve tümbunların ördüğü yolun üzerinde yalın ayakyürüyen yığınların var ettiği bir gerçekliktir.

***

Politik erk, kendini var ederken sürüklediği olgu-larla kendi temelini sağlama alır. Bu, onun içinzorunluluktur. Çünkü üstlendiği görev, var olansosyo-ekonomik araçları kendi coğrafyasındakiözgün durumlara yöneltmesidir. Beynelmilelteşkilatlar, bu görevi, çeşitli şekillerde bir zorun-luluk haline getirmeyi başarırlar. Bu noktadan

sonra, tarihin anının yığınlara yüklediği sorumlu-luklar mülk sahiplerinin koltuğunu koruyabilmekiçin attığı adımları adım adım takip etmektir. Malisermaye de kendini bu doğrultuda ortaya koymuşve şekillendirmiştir. Üretim araçlarının, kimülkiyet yapısının ana unsurlarından biridir,taşınabilmesi; başka başka coğraflayalarda yeralan insani gücün varlığını sermaye sahipleri içincazip hale getirmiştir. Bu doğrultuda, sermaye;rotasını yaşam düzeyi düşük ülkelerin geniş insanpazarlarına çevirmiştir. Mali kağıtların düzenlen-mesi, sermayenin altyapı unsurlarınınoluşturulması, bölgedeki emek-gücünün budoğrultuda hazırlanması ve asgari eğitimin ver-ilmesi, sendikalaşmanın mümkün olduğunca geribir düzeye çekilmesi ve mücadele alanlarınınkısıtlanması; süreçte uygulanan politikalar olarakvar olmuştur. Öte yandan, tarihin işleyişi sürerken,sermayenin ülkelerarası sınırları yok sayarakhareket etmesi, iki önemli unsuru dayatmıştır; ser-mayenin ülkelerarası bir duruma gelmesi vebununla birlikte emek-gücünün de ülkelerarası birduruma gelmesi. Bu iki unsur; toplumsal devin-imin izlerini ortaya çıkarmaktadır. Üretimin git-tikçe büyüyen ve yükselen yapısı, insanlarıbölgesel ve yerel taleplerden gittikçeuzaklaştıracak ve evrensel bir içgüdüylekaplayacaktır. Dil ve kültürel farklılıklarıngetirdiği talep ayrışmalarının ortadan kalkmasınayardımcı olacak ve gerçekliğin üretiminözgürleşmesi ve üretim araçlarının mülkiyetininele geçirilmesi olarak ortaya çıkmasınısağlayacaktır. Tüm bu olgular tarihsel bir yönelimolarak ortaya çıkmakta, Haziran Ayaklanması ise,tüm bu hareketliliğin ekseninde, esnek söylem-lerinden sıyrılıp kendini salt ve doğrudandemokrasi için tekrardan yapılandırmasını bile-cektir.

***

“Bilim”sel ağ; bilgi üretimi sürecinde yığınlarıneylemselliğinin bir yandan teorikle olan bağınınkesilmesi öte yandan teorinin de pratikle olan

bağının engellenip işlevsiz bırakılmasındaönemli bir katkı sunmaktaydı(...)

Page 19: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

19

İçinde bulunduğumuz süreçte, sosyo-ekonomikyapı, kendini mali araçlarla her geçen gün daha dahissettirirken bazı bilindik olgular ortayaçıkmaktadır. Bu olgular; insanları bireyleştirmeçabaları ve yaşam alanlarına müdahalede bulu-narak bireyleşen insanı kıskaca alma çalışmalarıolarak hegemonik yapılanmanın asli görev-lerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır.Dolayısıyla Batı'da bir veri olarak durankitleselleşemeyen halk hareketleri, yoğun biruyuşukluk saldırısı ve propagadan işlevininvarlığıyla ele alınmalıdır. Yaşadığımız ve içindengeçtiğimiz günler ise, mali teşkilatın ortayakoyduğu tüm eylemselliğe duyulan öfkenin sem-bolik zamanları gibi durmakta. Mali teşkilat, ken-dini beynelmilel düzeyde dayatırken, kıvrakmanevralarla ulus-devletlerin varlığını her geçengün biraz daha tehdit etmektedir. Liberaldüşünürler ise, söz konusu olanın yeni bir tarihselaşama olduğundan oldukça emindirler. Üretiminadem-i merkezileşmesi, yatırımların ülke dışınataşınması, iş ve aş ekseninde övgülereboyanıyordu ancak; mali teşkilatın, bizzatpiyasanın köklerinde yatan ve kapitalizmin gen-lerine işlemiş olan eylemsellikten hareketle halkıniş gücünü sömürmekle kalmayıp aynı zamandaikin cil alan olan tüketim alanındaki hareketleri deüst düzeyde kontrol altına almak istemesi üzerine,düzenin ekseni de doğal bir tepki olarak sapmagöstermektedir. Bu süreç, geçtiğimiz yıllarda, yine“özgür” düşünürler ve “tarih düşkünleri”tarafından geçici bir döngü olarak algılandı.Anlayacağımız üzere, hegemonyanın ek kuvveti

eksiksiz olarak varlığını perçinlemişti. Oysaki,varolan süreç, kitleselliğe ulaşan üretimin, sahipolduğu kitleselliği yıkıcı bir eyleme dökmemesiiçin uygulanan sosyal şiddetten başka bir yeredenk düşmemektedir. Kitleye ulaşım araçlarınınçeşitlenmesi ile birlikte algı karışıklıkları ve sınıfçarpıtması son hızıyla sürerken, bu durumhegemonyanın nasıl kendini tekrar ürettiğine dairde çeşitli ipuçlar vermektedir. Öyleyse maliteşkilat, beynelmilel düzeyde çalışırken,toplumların yaşam alanlarını da yıpratmakta sonderece başarılı bir politika yürütüyordu diyebili-riz. Bu söz aynı zamanda ulus-devlet beynelmileldiyalektiğini de ortaya çıkarmaktadır. Kapitalistyapılanmanın şiddet dolu tarihi, üretimmakinelerinden silah sanayiine kadar her alandakendini göstermektedir. Bu diyalektik ise, kapital-ist yapılanmanın ve biricik piyasasının, dinçtutulması için ulus-devletin gücüne ihtiyacıolduğunu ancak, mali teşkilatın söz konusupiyasalardan pay alabilmek için de ulus-devletinadem-i merkezileştirilmesi gerektiğini ortayakoymaktadır. Hegemonik tiranlar da, temelinikapitalizme dayandırdığına ve bu diyalektiğebağlı kaldığına göre, demek ki kendi çelişkilerinitoplum karşısında acizlik halinde göstermeyemahkum olacaktır. Bu acizlik, ayaklanmaların bir-biri ardına patlayacak gösterilerle alanlarda ken-dini var etmesine öncülük edecektir ya da başkabir ifadeyle “kızılcık sopa”; gücünü ve kuvvetiniHaziran Ayaklanması'nın tecrübesinden esin-lenerek mülk sahiplerinin varlığına yöneltmektenkaçınmayacaktır.

Page 20: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

20

GEZİ’YE DAİR

Gülşah AYGÜ[email protected]

eçtiğimiz günlerde Türkiye hiç de alışıkolmadığı görüntüler gördü, onları birebir yaşadıya da yaşananlar bir yerlerden kulağına çalındı.Evet, ‘yerini bile bilmediğimiz’ bir park vardı or-tada ve meydanlar deyimi yerindeyse kaynıyordu.Bu güne kadar şiddeti, baskıyı, acıyı, yalan haberi,kıyımları hatta katliamları birebir yaşadık gördük,doğru. Ama bu defa meydanlarda şimdiye kadarbunların birine dahi tanık olmayan binlerce insanda vardı; polis şiddetini, hükümetin ikiyüzlü -lüğünü, burjuvazinin medyasını ilk kez gören.Biz ler de bazı ilklere tanık olduk: Elinde Türkbayrağı olan birini, BDP flamalı bir gencin kolun-dan tutup nasıl gaz bombalarından kurtardığını,tencereyi ilk kez yemek yapmak dışında kullanankadınları, ilk kez bir tomadan gelen siyah! sesini,elli yaşlarında bir teyzenin elindeki sapanla çevikkuvvete kafa tuttuğunu, uyarıların aksine parktakiçocuklarına desteğe gelen anneleri, her gece ma-hallelerinde barikat kuran insanları, medyanın üçmaymun oynamasına rağmen her şeyden nasıl dahaberdar olup bir anda örgütlenebildiğimizi,esnafın, kapılarını sonuna kadar eylemcilereaçtığını, sütün her daim işe yaradığını ilk kez, amaHaziran’da ölmenin çok zor olduğunu üç kez dahagördük. Peki, üç beş ağaç nasıl oldu da bu kadardallandı budaklandı ve tüm ülkeyi sardı?

Bugün Gezi parkı olaylari AKP hüküme-tinin bu zamana kadar uyguladığı politikalarıntopyekün yansıması olarak gösterdi kendini. Evetsık sık duyduğumuz gibi mesele birkaç ağaçtanibaret değil, ideolojikti. İçerisinde, zamlardakiadaletsizlikle yaşam standartları düşürülen ve sonolarak hükümet memurluğu diye anılan yasatasarısıyla zor durumda kalan memurları, AKPhükümetinin etrafında çevrelendirmek istediğiyüksek zümreye adeta köle olarak atadığı işçileri,

gittikçe artan işsizlik oranlarıyla gelecek kaygısıiçinde yaşayan öğrencileri, cemaatten beslenenrektörlerden ve malum YÖK tasarısından canı birkere daha yanan öğretim görevlilerini, zamanzaman adliye saraylarından toplanan avukatları,yaşam alanlarını ve binlerce ağacını kaybedenHES mağdurlarını, doğurganlığına alt sınır ge-tirme cüretinde bulundukları ve kürtaj hakkını el-lerinden aldıkları kadınları, yobaz kesimindesteklendiği yıllar boyu, bundan mağdur olanLGBT bireylerini ve daha sayamadığım bir çokkesimi barındırıyordu.

Akp hükümeti bu uygulamalarla meşru -iyetini her defasında daha da yitirdi. Bununyanında Turgut Özal’dan miras aldığı neoliberalbir yağma yöntemi ile ülkenin dört bir yanını talanetmesi, piyasa ekonomisine dahil etmediği tekkarış toprağın kalmaması da içinde bulunduğugayri meşru durumunu perçinledi. Aynı zamandatemsil de ettiği muhafazakâr sermayeyi besledibüyüttü. Bunu ise zaman zaman ihalelerdesağladığı kolaylıklarla zaman zamansa karşısındaduranlara arttırdığı baskılarla sağladı.

Son olarak Gezi Parkı ve Beyoğlu böl-gesinde uygulanan, ilk olarak 2009 yılında kendinigösteren yeniden yapılandırma çalışmaları ise bu‘gözü dönmüş’ serbest piyasa projelerinin sonun-cusu olarak çıktı karşımıza. Gerçek, bundan yıllarönce şu cümleyle belirtilmişti: ‘Kapitalizm, göl-gesini satamadığı ağacı keser.’ Tayyip Erdoğan isebunu açık seçik okumak yerine dış mihraklar vefaiz lobisi etrafında döndü durdu ve yine aynı nok-tada vücut buldu, bir adım bile ileri gidemedi.Direnişçilere bir takım isimler taktı. Bazen ayyaşbazen çapulcu kimi zaman provokatör… Halbukiher yolu deneyip tutturamadığı tek bir sözcükvardı: halk. Ekolojik mücadeleden anlamayan,

G

Page 21: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

21

duyarsız, düşünmeyen, apolitik olarak değer -lendirilen bu halk yediden yetmişe, tüm baskılarabaş kaldırdı. Bu hareket herhangi bir hiyerarşidenve liderden bağımsız bir hareketti. Herkesin biryarası vardı ve ortak nokta bu yaraların hepsi içintalep edilen özgürlüktü. Bu özgürlük şiarıylakutuplaştırılmaya, ötekileştirmeye karşı olanlar vebir arada yaşamı savunanlar barikatın bu yanınageçti, diğerleri ise hep oldukları yerde kaldılar,işin özü buydu.

Hepimizin, direnişe dair, anlatmaktan hiçyorulmayacağı anıları olduğu doğru ama şimdi busürecin büyüsünden kurtulup hareketin ne yöneevrilebileceği ve evrilmesi gerektiği üzerine kafayorulmalıdır. Bu çaba, önümüzdeki günlerdeizleyeceğimiz yöntem ve bulunan yeni mücadelealan ve şekilleriyle gelişebilir yalnızca. Ziradireniş, etkilediği alan, yayıldığı taban, yöntem vegösterdiği reaksiyonla ezber bozan bir nitelik-teydi. Ezberler de kanıtladı ki, sol, bu hareketininsiyatifini eline alacak, ilerletecek vedönüştürecek kadar hazırlıklı değildi bu patla-maya. Her toplumsal hareket kendi iç dinamiğiylevar olur ve bu dinamiğin yönlendiriliş gücüneparalel olarak ileri gider ya da cılızlaşarak söner.Şimdi yapılması gereken, ütopik yaklaşımlardan

uzak hedefler koymakta. Başından beri meydanlarda en çok

duyduğumuz slogan ‘hükümet istifa’ idi. Ancakbir hükümetin istifasını gerektiren şartlarolgunlaşmadıkça bu, kitleyi hayallere daldır -maktan öteye gidemez. Bu aşamaya gelebilmeninöncelikli şartı, Tayyip Erdoğan’ın süreklidillendirdiği, ‘sandıkta görüşürüz’ kampanyasınatopyekün kulak tıkayarak, alternatif sivil toplumağı kurmaktan geçer.

Doğrudur, bu daha başlangıç. Kendini,meydanlardan yükselen ses ve dumanların atmos-feriyle, devrim oluyor gibi bir bakış açısınakaptıranlar için bu slogan kulağa küpe olmalıdır.Henüz her şeyin başında bulunuyoruz.Önümüzdeki günlerin ne yöne doğru hareketedeceğini halkın oluşturduğu karar mercileri be-lirleyecektir. Bunun yöntemleri ise, henüzbaşlanan forumlar, mahalle çalışmaları veoluşturulacak olan halk meclislerinden geçer.Bunun yanında dışarıya da gözümüz kulağımızaçık olmalı, iç ve dış deneyimlerden yararlanıl -malıdır. Yaşanan Portekiz, İspanya, Yunanistan veelbette ders niteliğindeki Mısır örneklerinden vedaha eski tarihler incelenmeli ve sonuçları gözönünde bulundurulmalıdır.

İnsanlar okumayı öğrenmenin insanoğlunun ilerlemesine kanıt teşkil ettiğini düşünmeyealıştırıldı. Okuma-yazma bilmeyenlerin oranının düşmesini hala büyük bir zafer olarakkutluyorlar; okuryazarlık oranı düşük olan ülkeleri lanetliyorlar, okumanın özgürlüğegiden yol olduğunu düşünüyorlar. Bütün bunlar tartışmaya açıktır, çünkü önemli olan

okumayı başarmak değil, kişinin okuduğunu anlaması, anladığını aktarması ve okuduğunu yargılayabilmesidir. Bunun dışında okumanın bir anlamı yoktur.

- M.Mcluhan

Page 22: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

22

İÇİMDEKİ GEZİ

Işık [email protected]

ezi Parkı ile başlayan direnişin kaçıncıgününde olduğumuzu unutmaya başladık.Gönüllerden dillere dökülen “bir şeyler yapmamızlazım” sesleri sohbetlerimizde haklı yerinikoruyor sa da, direnişin ilk günlerinde deneyim -lediğimiz “birlik” coşkusu ile birlikte, pek çoksenaryo da yer almaya başladı bu sohbetlerde. Busenaryolar içinde, kendimizi ve o coşkuyuyeniden nasıl konumlandıracağımız düşünceleriile çatışma halindeyiz artık. Evet kabul etmeliyiz“birlik” kısmen de olsa bölündü; coşku, aklınsorgulamalarıyla didişme halinde.

Hatırlayalım. Halbuki ne kadar gerçekti,hiçbir şey düşünmeden kendimizi biricikvarlıklarımız olan bedenlerimizle sokaklaradöküşümüz. Ne kadar organik, kendiliğinden,kaygısız ve korkusuzdu hiçbir komplo ve senary-oyu düşünmeksizin, yalnız ve yalnızca şahidiolduğumuz devlet şiddetine akli melekelerimizyetmediğinden kendimizi sokaklarda buluşumuz.Bu şiddeti şimdiye kadar hasbelkader, ama sonkertede “başarı” ile yönetmiş, algı yönetim aygıtımedyanın kısa vadeli hazırlıksız çöküşükarşısında dar geldi evlerimiz vicdanlarımıza.Şimdiye kadar içinde sıkışmış olduğumuz evler-imiz ve işyerlerimizden çıktığımızda ise, o vaktekadar kimlik politikalarının bizleri başarı ileböldüğü milyonları bulduk o sokaklarda. Omilyon larla birleştik, kimi zaman “su isteyen varmı” diye bağıran bir çığlıkta, kimi zaman ansızıngelen bir SMS’in bizi götürdüğü adreste çayikram eden elde, hiç tanımadığımız ve kim olduğuönemli olmayan gözlere sıktığımız talcitli suylabuluşan gözlerimizde, gazdan kendimize gelmeyeçalışırken ansızın ikram edilen bisküvide, arasokaklarda kaçışırken sokaktaki insanlarlayaptığımız “son güncellemelerde”, neye malzeme

edileceğini hesap etmeden sosyal medyadayaptığımız Türkçe ve İngilizce “duy ve gör bizi”paylaşım, çığlık ve çağrılarında, kriz anlarındabile insanlığın onurunu yüceltmeye yönelik gelenher çağrıyı duymak isteyen kulaklarımızda....

Hesapsızdık. Bu hesapsızlıkla korkusuz-duk. Gerçektik. Ve bu gerçeklikle coşkuluyduk;neş’eliydik.

E kolay mı, birbirimizi bulmuştuk tümbölünmüşlüklerimiz içinde. Bu birlikti “meşru”kılan yaşadığımız hesapsız coşkuyu. Aşıkolmuştuk birbirimize ve şimdiye kadar hiçgörmemiş olduğumuz inceliklerimizi görebiliyorolma deneyimimize. Her türlü kimlik önyargımızırafa kaldırmışlığımıza, korkunun bittiği yerde“birlik”te inşa edebileceklerimizi hayal edebiliyorolma hallerimize, bu hayallerle birlikte gelen bir-lik için eyleme arzumuza, bu arzunun taşıdığıpotansiyellere, eylemin dönüştürücü gücüne, “bir-lik”in çapını insani niyetlerle besleyen düşünce veeylemlerimizle genişletebilme potansiyelimize,yapabileceğimize ilişkin içimizde belirenumuda... Ve bizzatihi umudun kendisine... Aşıkolmuştuk... Şimdilerde, bu aşk, her balayı sonrasıdönemeçte olduğu gibi endişelerimizle ve bizimboylarımızı çok çok aşan “işin bir de şu yönüvar”lar ile didişme halinde.

Evet, şimdilerde, coşkunun yanında,“acaba”lar ve boyumuzdan büyük işleri aklimelekelerimizle anlama çabalarımızla gelenendişelerimiz de yer almaya başladı. Ve işte, tamda bu endişe ve acaba’larla, iktidar, direnişinkaçıncı gününde olduğumuzu unutmayabaşladığımız şu günlerde, “birlik” ve “umut”karşısındaki mücadelesini kazanmış oldu. Evet,iktidar, her daim geçerli “böl ve yönet” stratejisiile direnişin günceldeki ve iktidarın bakış

G

Page 23: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

23

açısından kazananı oldu. Birlik –özelliklesokakta- çatırdadı; bilimum ideolojik aygıtlaryeniden devreye girdi; resmi ve milis fiziki şiddet,küçümsenemez bir tehdit unsuru olarakkarşımızda dikiliverdi. Sıradan vatandaşın“yeter”ine karşılık, “bunlar terörist”in fütursuzcasöylebildiği bir kurgu içinde oynamak zorundabulduk kendimizi.

Sosyal medya tehditleri, şiddet karşısında çaresiz -lik, hukuk devletinin iflası, iç mihraklar, dışmihraklar, oynanan oyunlar, Barış Süreci, BüyükOrta Doğu Projesi.... Son kertede geldiğimiz yer-ler buralar... İşin akli melekelerimizle anlamaya,anlamlandırmaya çalıştığımız “karanlık” tarafı...

ANCAK:Tüm bu endişe bombardımanı karşısında, hiçbir-imizin asla yadsıyamayacağı şu gerçeklik, GeziParkı’nın dağıtılmasından sonra, parklarda oluşansivil platformlardan, gün itibarı ile en etkiliolanlarından Abbasağa Platformu’nda söylenen şucümle oldu:

“İnsanları Gezi Parkı'nın içinden çıkarabilirsiniz,ama Gezi Parkı'nı insanların içindençıkaramazsınız”.

Ve iktidar, “gönül”lerdeki “Gezi Parkı”nı görme -ye çalışmak şöyle dursun, onu kriminalize etmekkonusunda bir saniye düşünmedi bile.

Ne kadar da yazık...

Halbuki görmezden geldiği “Gezi Parkı”, 90 yıllıkgenç bir Cumhuriyetin kanlı, bölücü, ayırımcı,tikelleştirici, yok sayıcı, tepeden inme tarihindenşimdiye kadar çıkartılan derslerle, memleketçe

hepimizi uçurup, RTE’yi bile milli bir kahramanadönüştürebilme potansiyeli taşıyordu.

Sadece ve sadece Kuzey Afrika gezisi dönüşü,telefon mesajları ve ellere tutuşturulan bayraklarlaoluşturduğu kitlesine o konuşmayı yapmak yeri -ne, kendisinin ne söyleyeceğini heyecanlabekleyen o “öteki” kitleye, o kitleyi de “vatandaş”olarak dikkate alan bir konuşma yapsaydı...

O “öteki” kitlenin içinde, CHP’den de bir haltolmayacağını bilen ve o CHP’nin Türkiye’ninbugününde oynadığı ötekileştirici rolün tümyüreği ile farkında milyonlar olduğunu yoksaymasaydı. Keşke “barış” ve “birlik” isteyenmilyonların karşısına, siz de “benim”kardeşlerime bunları yaptınız demeseydi de, okardeşlerin, bizim kardeşlerimiz olmasına yönelikderin ve yürekli bir coşkuyla yola çıkmış bizlerin,o kardeşlerimizin dertlerini dinleyebilme ve belkide bu süreçten birlikte çıkma potansiyelimizielimizden almak için dört bir koldan saldırıyageçmeseydi...

Keşke, CHP zihniyetinin düşmüş ve halen dekısmen tutsak olduğu tuzaklara düşmemişolsaydı...

Keşke...

Neler olmazdı ki? Kim tutardı ki, gönülden an-lama düsturu ile yola çıkan ve çapı bu düsturla git-tikçe genişleyebilen bir “birlik” duygusunu.

Ama böyle olmadı. Siyasi tercih, mevcutbölünmüşlüklerin, arttırılması, daha çokderinleştirilmesi, ve kemikleştirilmesi yönündekullanıldı.

“İnsanları Gezi Parkı'nın içindençıkarabilirsiniz, ama Gezi Parkı'nıinsanların içinden çıkaramazsınız”.

Page 24: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

Karanfile karşı gaz...

İşte tam da, bu aşamada, Abbasağa Forumu’ndasöylenen o önemli cümlenin bir kere dahahatırlanmasında fayda var. Hem, mevcut siyasiötekileştirmeye karşı bir meşru müdafa olarak,hem de, ötekileştirildikçe hayal kırıklığı artankitlenin, çıkış noktasını her daim ve ne olursaolsun hatırlaması dileğiyle....

“İnsanları Gezi Parkı'nın içinden çıkarabilirsiniz,ama Gezi Parkı'nı insanların içindençıkaramazsınız”:

1.Çünkü Gezi Parkı, insanların, “kimlik”lerininbir engel değil, bir zenginlik olduğunu göstermişti.

2.Çünkü Gezi Parkı, bu farklılıkların, dinlendiğitakdirde, her daim genişleyebilen sivil, kapsayıcı,barışçıl, rencide etmeyen, ötekileştirmeyen bir üst-dil kurulabileceğini göstermişti.

3.Çünkü Gezi Parkı, 90 yıllık Cumhuriyet deneyi -minde, şimdiye kadar karşı karşıya gelen/getirilen“kimlik”lerin, aracılar olmadan, yüz yüze barışçılve çözüm odaklı ilişkiler kurabileceğinikanıtlamıştı.

4.Bu özelliği ile, “niyet”in, “hedef”lerden dahaanlamlı olduğunu göstermişti Gezi Parkı.

5.İyicil niyetlerin, iyicil eylemlere dönüşmesiylenasıl zengin bir sivil yaşam kurulabileceğinikanıtlamıştı.

6.Hepimizin böylesi bir sivil yaşama ne kadar açolduğunu anlamamızı sağlamıştı.

7.Bu açlığın kısa süreli giderilmesi ile bile, süregi-den varoluş sıkıntılarımızına tokat niteliğinde biryanıt vermişti.

8.Bizden olmayandan korkmak yerine, onu an-lama deneyiminin ne kadar özgürleştirici ve umutdolu olduğunu göstermişti Gezi Parkı.

9.İnsan olduğumuzu hatırlatmıştı; insanideğerlerimizi, insana olan inancımızıgüçlendirmişti.

10. İnsanın yalnızlığa mahkum olarak değil, bir-likte yaşamı başarabilme özelliği ile onurunukurtarabileceğini ve yüceltebileceğini kanıt -lamıştı.

11.Çünkü Gezi Parkı, her şeyden önce,kendiliğinden bir deneyim alanıydı, tasarlanankurgulanan akli bir alan değildi.

12. Çünkü Gezi Parkı, gücünü samimiyetindenalıyordu; ve bu samimiyet, ister istemez kendin-den bir güveni içinde barındırıyordu;

13.Bu güvenin arkasında ise, hiçbir lobininarkasında duramayacağı insani talepler ve bu tale-plerin gerçekleştirilebileceğine duyulan saf birinanç vardı.

14.Arkasında insanca yaşam ve muamele talebilobisi olduğu için meşruydu.

15. Ve çünkü Gezi Parkı, tüm bu samimiyeti, bir-likte yaşam pratiğine dönüştürebilmeyi başara -bilmişti.

16. Bir tanecik dünyamız, bir tanecik ülkemiz vardiyerek...

Böyle işte. Bunlar insanın içinden kolay kolayçıkmıyor. Akıl, argüman ve söylemle değil,gönülle deneyimlenen ve yapılan bir “birlik”kolay kolay unutulmuyor.

Unutulmaması/unutturulmaması, beslenmesi,yeşermesi ve serpilebilmesi dileğiyle....

Hem, mevcut siyasi ötekileştirmeye karşı birmeşru müdafa olarak, hem de, ötekileştirildikçehayal kırıklığı artan kitlenin, çıkış noktasını herdaim ve ne olursa olsun hatırlaması dileğiyle...

24

Page 25: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

oğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü sonsınıf öğrencisiyim. Final dönemine denk gelenGezi Parkı olaylarında neler olduğunu veçoğunlukta olan örgütsüz kesimin bu direnişe niyedestek verdiklerini anlamak adına bir araştırmayapmak istedik bölüm olarak. Ben de görüştüğüminsanlardan çıkardığım sonuçları sizlerlepaylaşmak istedim:

6 – 9 Haziran 2013 tarihleri arasında GeziParkı’na destek veren örgütsüz insanlarlakonuştum ve onlara niye bu direnişe katıldıklarını,devletten taleplerinin ne olduğunu, nelerindeğişmesini istediklerini ve Gezi Parkı’nın nesinisevdiklerini sordum. Toplam 26 kişiyle görüştüm:Bunların üçü barikatın önünde çatışmış, üçütencere tavayla direnişe destek olmuş, yedi kişisosyal medyadan bilgi aktararak sokakta mü-cadele verenlere yardımcı olmuş ve geri kalanı dacuma gününden beri sokaklarda ve Gezi Parkı’ndadirenmiştir. Görüştüklerimin çoğunluğu liseve/veya üniversite öğrencisi olsa da, aralarında25-35 yaş aralığında olan çalışan kesim ve 50-60yaşlarında çalışmayan kesim de vardı.

Niye gezide olduklarını sorduğumda önce-likle sivil direnişin ilk kıvılcımının oradançıktığını, sivil iradenin başladığı noktanın orasıolduğunu, devrim ateşinin orada sıcaktutulduğunu ve parkın bir patlama noktasıolduğunu söylediler. Yeşilliğin yok edilmesikaygısını taşıyanlar da, taşımayanlar da Gezi’yihükümetin halkının yaşayışına ettiği müda-helelerin bir sembolü ve bardağı taşıran son damlaolarak görmektedir. Gezi Parkı’nda direnenleredestek olmak, o insanların yanında olmak, parkıkorumak gibi amaçların yanı sıra görüştüğümkişilerin çoğunun buraya asıl geliş sebebi fikir-lerinin hiç sorulmamasından bıkmış olmaları:

İktidarın yaşadıkları şehre, doğaya, mey-dana ve parka, onların deyimiyle, kendi kafalarınagöre ve kendi çıkarları uğruna meşrulaştırdığıyasalarla onlara sorulmadan müdahale edilmesin-den, özel hayatlarıyla ilgili hususlarda dayatmalaryapmak gibi bir gücü kendinde bulmasından,kentte de kırda da insanların hayatlarına gaspetmesinden, zulm etmesinden ve gençlik dahil herşeyi kontrol etme çabasından usanmış. Bunlardanfarklı olarak, Gezi’den bağımsız, polisbaskısından ve Türkiye’deki kuşatıcı, tek tipçi, içiboş liberal söylemlerden bıktığını söyleyen vebunun için direndiğini söyleyen konuştuğumöğrencilerden biri, polis nihayet parktan çekildiğiiçin orada olduğunu vurguladı. Ayrıca Türklükdeğerlerini yitirmek üzere olduklarındanendişelenen ve aynı kaygıları yaşadığınıdüşündüğü insanların burada olduğunu görüp degelen, gençleri sindiremeyeceklerini göstermekiçin gelmiş bir kesim de var. Sonuç olarak, Gez-i’de olmalarının sebebi doğa-çevre boyutundanöte iktidar tarafından uygulanan baskı ve şiddettir.

Çoğunluğunun katıldığı ilk eylem olanGezi Parkı üzerinden isyan etmelerinin en baş se-bebi ise halkından özür dilemeyen, iç savaşasürükleyen, dikte eden ve herhangi bir muhalefeteizin vermemek için güç ve şiddet uygulayan ikti-dara geri adım atmayı öğretmektir. Polisin,direnişin ilk gününde şafak vaktinde eylemcileribiber gazı ve tazyikli suyla parktan kovmasıyla or-taya çıkan öfkelerinin altında yatan asıl nedenhükümetin ve ondan önceki hükümetlerin, faşistyönetimi: İktidarın yasaklarla kısıtladığı özgürlük-lerini geri almak için, adalet için ve geçmişinhesabını sormak için, toplumun tüm farklı kesim-leriyle birlikte yaşayabilmek için ayaklandıklarınısöylüyorlar. Polisin tavrının yanı sıra, Tayyip

25

GEZİ PARKI’NIN ÖRGÜTSÜZKESİMİNİN SESİ

Gözde ÇÖBEKgcobek.gmail.com

B

Page 26: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

Erdoğan’ın sert, bölücü ve ortamı kızıştırıcı, zararveren tutumundan çok rahatsızlar. Özetlemekgerekirse, “2-3 ağaç” için değil, kısıtlanmış temelhak ve özgürlükleri için, uygulanan şiddete bir durdemek için direniyorlar.

Gezi Parkı’nın en çok sevdikleri ve onlarımutlu eden yanı ise birbirinden çok farklı kesim-lerin birlikte yaşayabilmeleri. Aynı zamandataşkınlığın ve polisin olmamasının, kendilerini bu-rada güvende hissettiklerinin ve buranın onları şuanda diğer her yerden daha mutlu ettiklerinin altınıçizmektedirler. Gezi’nin halk olarak, örgütsüz,ideolojisiz toplanmanın bir ilk olduğunu, budirenişin sivil toplaşma ve dayanışma örneğigösterdiğini vurgulamaktadırlar. Bu hareketekadar böyle bir yerin farkında olmadıklarını be-lirten çoğunluk, şimdi nefes alabildikleri tek yerinbu park olduğunu söylemektedirler. Kürtlere olan,LGBT üyelerine olan önyargıların kırılmayabaşlamasını görmek onları mutlu ediyor. Gezi’ninbu heterojen yapısını hem seven hem desevmeyenler de var: BDP standının önünde Ab-dullah Öcalan’ın bayrağının sallanmasındanrahatsız olan ulusalcı kesim, kimse kimseninhaklarını engellemediği için rahatsız da olsalaryine de birlikte aynı parkta oturabildiklerindenmemnunlar. Gezi Parkı, simgelediği diğer önemlikonular dışında gençlerin kendi jenerasyonundagörmediği bir umudu simgeliyor aynı zamanda:hoşgörü ve saygı çerçevesinde hep birliktekardeşçe yaşayabilmek.

Peki, devletten talepleri ne? “Seçim barajıkesinlikle düşmeli.” Her kesiminin taleplerinikarşılayabilecek çoğulcu ve yerel yönetime ağırlıkveren hakiki liberal bir anlayış istiyorlar. Yaşamalanlarında söz sahibi olmayı, demokratikhaklarının güvence altına alınmasını, biber gazı veTOMA’ların yasaklanmasını, ifadenin,toplanmanın, basının ve en önemlisi kendilerininözgür bırakılmasını talep ediyorlar. Ne istedik-lerini sorduğumda bana çoğunun verdiği ilkcevap, hükümetin istifa etmesi ve TayyipErdoğan’ın derhal gitmesi oluyor. Ne var ki,hükümetin kesinlikle istifa etmeyeceğineinandıklarından ve var olan diğer siyasi partileride istemediklerinden, polisin şiddetebaşvurmasının emrini veren kişilerin istifaetmesini ve başbakanın inada binmiş tutumunubırakmasını ve onları düşman bellemesinden

vazgeçmesini, şiddet uygulayan kişiler hakkındagüvenilir, sorumlu, “adam gibi” bir soruşturmaaçılmasını -ki buna inanmıyorlar- samimi vegerçek bir özür, Taksim Platformu’nun meşru tale-plerinin yerine getirilmesini bekliyorlar. Bunlarınyanında görüştüğüm kişilerden biri; asgarimaaşların artmasını, temel ihtiyaçlarınkarşılanabileceği bir düzenin gelmesini, tümişçilerin sağlıklı ve güvenli çalışabilecekleri işortamları için gerekli düzenlemelerin yapılmasını,zorunlu askerliğin kaldırılmasını, uygulanan çiftestandardın bir son bulmasını ve mecliste TayyipErdoğan’ı karşılamaya giden kitlenin “İzin vergidelim, Taksim’i ezelim” sloganlarınabaşbakanın neden müdahale etmediğine dair gen-soru verilmesini talep etmektedir.

Ne gibi değişiklikler istediklerimevzusunda ise öncelikle bir şeylerin değişmeyebaşladığını vurguluyorlar. Birlikteyaşayabileceklerini görmelerinin yanı sıra, yoksaydıkları azınlıkları, Kürtleri, Ermenileri,görmeyi öğrenmişler. Medyanın aslında devletinelinde olduğunu, faşizmin, yürüyüşün, eylemin vesivil toplum örgütünün ne demek olduğunuanlamışlar. Nasıl bir ülke tahayyül ettiklerinisorduğumda şunları söylüyorlar: “Türkiye,etrafında ‘farklı’yı görmeye alışmış ve bunusindirebilmiş insanların yaşadığı bir ülke olsun.Tek adamın kafasına göre hem mimarlık, hemmühendislik, hem şehir planlamacılık, hem ahlakpolisliği, hem doktorluk, hem bilim adamlığı, hemde başbakanlık yapmadığı bir başbakan tarafındanyönetilmek istiyorum. Seçimlerin 4 yılda birgerçekleştiği ve halkın onayının sadece seçimdönemleri içerisinde arandığı bir sistem istemiy-orum. Daha doğrudan bir demokrasiye yol açan,sistem içi uzlaşıyı mecbur kılan bir yeni anayasaistiyorum.” Bunların yanında var olan siyasi par-tilere ve medyaya hiçbir şekilde güvenmedikleriiçin medyada da, politikada da çoğulculuğu esasalan yeni oluşumlar istiyorlar.

Tüm bu ortak cevaplara baktığımda şunugörmekteyim: İnsanlar devlet tarafındanönemsendiğini ve sözün hükümette değil aslındakendilerinde olduğunu görmek ve devletin verdiğiveya vereceği hizmetin önce kendilerinesorulmasını, bu konuda fikirlerinin alınmasını is-temektedirler. Bunun yanında, baskın anlayışınkökten değişmesini istemektedirler, yani

26

Page 27: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

27

demokrasinin seçimden ibaret olmadığının altınıçizmektedirler. Sonuç olarak söyleyebiliriz ki bukalabalık, örgütsüz kesim, sivil toplumun sesininpolitik toplumda duyulmasını istiyor ve bununyeni oluşumlarla geleceğini söylüyorlar:

Değişimin ellerindeki eskilerle değil, kendiyaratacakları yenilerle geleceğine ve herhangi bir“izm” altında olmadan birlikteyaşayabileceklerine inanıyorlar: “21. yüzyıldayaşıyoruz artık!”

HER GAZ BULUTUDAĞITILDIĞINDABİZİ DAHA

KALABALIKBULACAKLARHazal GECEGÖRÜR

[email protected]

1 Mayıs’la başlayan direnişimiz, aslındaçoğumuz için belki de on yıllık zehrin dışatükürülmesiydi.

Bizi bir kedi gibi köşeye sıkıştırmayadevam eden sözde büyüklerimiz, götlerini budenli tırmalamamıza aldırmamışlardır umarım.

Gezi Parkı çıkışlı olan eylemimiz,özgürlüğümüzün sömürülüp, ‘hadi siz sadece şualanlarda özgürsünüz, gerisi bizim’ yöntemiylesözde demokrasinin, yalnızca kendi demokrasileriolmasına karşı bir ayaklanmadır. Sana oy ver-mememe rağmen senin kalkıp bana ‘seninbaşbakanın olarak emrediyorum; şunu giyme,şunu içme, şunu öpme, şuralarda ahlaklı davran’şeklinde nutuk çekmene müsaade edemem. Benhiçbir zulme boyun eğmeyen bir kadın olarak,sana da boyun eğmem. Herkes evlerine girse deçenemi kapamam, zira kimse evinden çıkmadanönce de çenemi kapamıyordum. Seni sevmiyo-rum. Git.

Bir ağacı, bir hayvanı geçtim; bir insanınbile yaşamına saygısı olmayan, zihni körelmişsiyaset babalarının tek derdi para ve ‘saltanat’olmuştur bu ülkede. Okuyarak büyüdüğümüzhikaye kitaplarındaki ceplerinden para fışkıran,faşist, empatiden yoksun amcalar; hükümetin takendisidir işte a dostlar.

Sen kalkıp 21 milyon’luk biber gazını ‘benbana oy vermeyenlerin de başbakanıyım, onlarıda çok seviyorum’ dediğin halkın kafasına gözüne

sık, sonra da tehditle susturduğun kanallara çıkıpDÖMÖKRÖSÖ VÖR. BÖR AVÖÇ ÇAPÖL-CÖYÖ KANMÖYÖN de.

Sayın başbakana sormak isterim: sizin avu-cunuz o kadar geniş mi gerçekten? Vay canına!

Biz; Hes yapmak istediğinizde, kadın be-denine müdahale etmek istediğinizde, hayvanlariçin ölüm yasası çıkarmaya çalıştığınızda, termiksantral istemiyoruz diye boğaz patlattığımızda,eşcinsel-transseksüel hakları için yürüyüşyaptığımızda da aslında hep sokaklardaydık. Hepbağırdık, hep karşı çıktık. Ama siz kulaklarınızıtıkayıp ilahiler söylemeye devam ettiniz.

3

Page 28: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

En iyi silahınız, hayatım boyunca zerrekadar haz etmediğim polislerdi. Polisler sizinrobotlarınızdı. Robotlarınız insan öldürdü sevgilihükümet. Robotlarınız insanların gözlerini oydu,kollarını kopardı, kendi insanına gerçek kurşunsıktı. Robotlarınız gazlarıyla ciğerlerimizi yaktı.Anlatabiliyor muyum?

İnsandır. Aramızdakiler kendini tutamayıpküfürlü slogan attığında, zarar vermeye yönelikhareket ettiğinde de yine onları uyaran bizdik.Senin gibi, bir açık bulduğunda yok etmeye yöne-lik girişimde bulunan elma kurtları olmadık. Senbana götünü dönmeye devam ettikçe, benyanımdakilere daha sıkı sarılacağım. Bizdenkorktuğun aşikar çünkü. 17 yıldır tiyatro oyun-cusuyum, beden dilinden az da olsa anlıyorum.Gerginsin, korkuyorsun, uykuların kaçıyor,konuştuğunda sesinin kısılmış olduğunu duyuyo-rum, bakışlarındaki telaşı görüyorum. Seninsavunma mekanizman olmuş kulak tıkamak.Ancak kibirli ve cahil bir adam özür dilemektenkorkup, milyonlara kulağını tıkar. Onun kitlesi deancak dizi oyuncularına kafa tutar.

Ve yine onun kitlesinden örnek vermekgerekirse; oraya buraya trollük yapan, kendiyle deçelişen paragraflar döşeyip, ne yaptığını şaşırmışcahil bir kesim türedi sosyal medyada. Kendi gö-zlerimle görmesem buraya yazmazdım. Buinsanların farklı farklı cümlelerinden oluşan birparagraf hazırladım, okumaz mıydın: ‘80 yıldır bu ülkede bir gelişme olmamıştır.’ ‘Sizbatı hayranısınız.’ ‘mini etekli kızlar eylem yaparsadece.’ ‘öl de ölelim padişahım (rte’ye diyor)’‘laikçi’yi tersten okuyun, anlayın bu da mıtesadüf?’ ‘rte’yi karşılamaya yüz bin kişi gitti (asılsayı on bin bile değil)’

Lan göbeğimi hoplatarak güldüm ha.

Biz alanlara çıkarken, biz balkonumuzdantencere-tava çalarken, biz sosyal medyada polis-lerin dövdüğü arkadaşlarımız iyi mi diyedayanışırken; bize kimse sms ile çağrı yapmamıştısevgili devlet büyüklerim. Hiçbir örgüte mensup

değiliz. Bir partiyi değil, kendimizi temsilensokağa çıkan insanlarız biz. Bundandır sloganatarken ‘taksim’ yerine ‘tayyip’ şeklindeşaşırmayışımız. O sloganlar öğretilen değil,yürekten fırlayan sloganlardır. Bu yüzden o kadaretkilidir. Bu yüzden uyutmaz sizi… Uykularınızıkaçıran benim yüreğimdir. Kendimi o kadar çokseviyorum ki bu yüzden.

Bu süreçte içimde umut yeşermesine(aman buraya da avm yapmayasın, hiç tavsiye et-meyiz annem) neden olan bir diğer gözlemim deşudur: çok iyi anladım ki, 22 yıllık hayatımdakendime çok güzel dostlar seçmiş, çok doğruinsanların müziğini dinlemiş, çok doğru adamlarınesprilerine gülmüş, çok doğru tiyatro oyunlarıizlemiş, doğru kişileri hayatımdan şutlamış ve enönemlisi de olabilecek en doğru ailededoğmuşum. O kadar şanslıyım ki. Bunları fark et-meme sebep olduğun için sana teşekkür etmeliyimaslında akp hükümeti. Çünkü sayende birÇarşı’lıyla ya da RedHack’li biriyle evlenmekararı aldım. Hep söyleriz ya; aşk örgütlenmektir.

Belki tutuklanmama neden olacak bu yazı,belki benim de ağzımı burnumu kıracak polislerevimi basıp. Olsun. Ben kendimi anlattım. Bizsesimizi duyuruyoruz. Hareketlerimizi kontroleden tek şey beynimiz, makarna-kömür değil. Biröğrenci olarak makarnanın kıymetini iyi bilen birkadınım çünkü. Çuvalla makarna depolasan bilesana oyumu vermem, ben oyuna gelmem dostum.

Feminist, ayyaş, çapulcu, direnişçi kadındansevgilerle.

baskabikadin.blogspot.com28

Page 29: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

BENİM ANNEM BİRSÜPER KAHRAMAN

Kara Ş[email protected]

erçekten öyle. Çünkü o Şirinler’i kötükalpli Gargamel ve pis kedisi Azman’dan kurtar-mak için her gün gidip o parkta direniyor. Bazıgünler onu göremiyorum, özlüyorum amadediğine göre bu çok önemli bir şey ve annem birşeye çok önemli diyorsa ve onu yapmazsanızsonrasında mutlaka kötü bir şey olur. Yine deannem evde yokken her gece Gargamel onlarıŞirin çorbası yaparsa diye korkudanuyuyamıyorum. Aslında ben ona gitmemesinisöyledim bir keresinde ama o bana direnmekzorunda olduğunu, ben büyüyene kadar o kötüadamlar bu ülkeden gitmezlerse ileride benim içinhiç iyi olmayacağını söyledi.

Anneme direnmek ne demek diyesorduğumda ise bazı adamların parktaki ağaçlarıkesmek istediğini, onların izin vermediğini, sonraolayın büyüdüğünü ve artık özgürlüklerini koru-mak için orada olduklarını anlattı. Çok fazla birşey anlamadım ama ağaçların kesmek isteyenadamların çok kötü kalpli olduklarına eminim.Yine de korkuyorum çünkü annem direnişten evedöndüğü gecelerde çok yorgun oluyor ve hep ök-sürüyor, bazen de sırılsıklam geliyor. Bir de çokgarip kokuyor. Sorduğumda biber gazı koktuğunu,polisin onları parktan çıkarmak için attığınısöyledi. Yani insanları kötü kokularla parktankaçırmaya çalışıyorlar ve bu çok mantıksız bence.Onun yerine bıraksalar da hepsi parkta oynasalardaha eğlenceli olur.

Bugünlerde babamla ikisi bir garipdavranıyorlar zaten. Sürekli telefonlarına ya dabilgisayarlarına bakıyorlar. Toma, baret, gözaltı,barikat gibi tuhaf kelimelerle konuşuyorlar, çokgergin ve endişeli görünüyorlar. Bazen de birbir-lerine bazı yazılar gösterip gülüyorlar. Benimkalemlerle kollarımı bacaklarımı boyamam yasak

ama babamla ikisi kollarına – hem de tükenmezkalemle – bir şeyler yazıp yanlarına limon alıp vebir de ağızlarına süper kahraman maskelerinitakıp gidiyorlar. Limonu çok seviyorlar sanırım.Bir gece ben de Spiderman kostümümü giyip on-larla gitmek istediğimde annem o parkın çocuklariçin, özellikle 5 yaşındaki çocuklar için çoktehlikeli olduğunu söyledi. Oysaki ben ağ atıpGargamel’i kıskıvrak yakalayıp herkesikurtaracaktım. Maskemi bile takmıştım. Ağlamambir seferlik de olsa işe yarasa sevineceğim zaten!Yine babaannemle oturup masal dinlemekzorunda kaldım ve tüm macerayı kaçırdım.

Sonra tehlikeli olmayan bir gün annembeni o parka götürdü. Müthiş bir yerdi. Şirinler’inmantar evleri yoktu ama böyle kocaman kocamançadırlar vardı. Hatta bir tanesinin içine bilegirmeme izin verdiler. Oradaki abla bana adımısordu ve ‘Can’ dediğimde ‘Sen çok yakışıklısıncanım benim.’ dedi. ‘Bu kızlar da beni direniştebile rahat bırakmıyorlar.’ dedim anneme ama ogökyüzünden geçen helikopterleri izlediği içinbeni duymadı sanırım. Nedense elimi sımsıkı tu-tuyordu ve çok korkmuş görünüyordu.Korkmasına gerek yoktu çünkü ben Vendettamaskemi takmıştım ve annemi süper güçlerimlekoruyabilirdim. Yine de koluma telefonnumarasını yazmasını engelleyemedim. Kay-bolursam siyah gaz maskeli kötü adamlara değil,beyaz gaz maskeli abi ve ablalara gidip kolumugösterecektim. Annemin elini sıkı sıkı tutupdediğini yapacağıma söz verdim ve korktuğumubelli etmedim.

Parkta bir de içinde çocukların resimyaptığı dev gibi bir çadır vardı. Ben resim yapmakistemedim çünkü zaten okulda sürekli resimyapıyorum ve eğer ağaçları koruyacaksak her an

29

G

Page 30: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

Gargamel’in gelme ihtimaline karşın dikkatliolmalıydık. O yüzden ben hep etrafıma bakındımama kötü adamları göremedim. Annemgörmediğim için şanslı olduğumu söyledi ve sonrabeni kütüphaneye götürdü. Dediğine göre okütüphaneyi arkadaşlarıyla beraber inşa etmişlerdive içinde çocuk kitapları bile vardı. Ama bencekütüphane tehlike altındaydı çünkü ağaçlarısevmeyen kötü adamlar kitapları da sevmezlerdi.Kitaplar da ağaçtan yapılıyor sonuçta. Annem bufikrimi duyunca ‘Haklısın sevmezler ama para daağaçtan yapılır ve bu adamların tek sevdiği şeypara.’ dedi. İşte o zaman anladım. Bu adamlar buağaçları kesip para yapacaklardı ve annemler iştebunu engellemeye çalışıyorlardı. ‘Öyle dedenebilir.’ diye güldü annem. ‘Ama bunun yanısıra daha güzel yaşamak için de buradayız.’ Bencede orada ağabeyler, ablalar çok güzel yaşıyorlardı.Kitap okuyorlar, gitar çalıyorlar, şarkı söylüyorlar,resim yapıyorlar, yazı yazıyorlar, birbirlerineyardım ediyorlar, çöpleri toplayıp hep beraber

yemek yiyorlardı. Bunları yapmalarına kızan okötü adamlarsa bence gerçekten saçmalıyorlardı. Annem eve dönerken bana burayı iyi aklımdatutmamı, ben büyüyünce bu parkı tüm dünyanınhatırlayacağını söyledi. Ben de cevap olarak ‘Heryer Taksim her yer direniş’ diye bağırdım. O gün-den beri de evde direniyorum zaten. Çünkü annemherkesin istediklerini yapmakta özgür olduğunusöylemişti ve ben de artık sevmediğim yemekleriyemiyor, kollarıma bol bol resim yapıyor,istediğim saatte yatıp istediğim zaman çizgi filmizliyorum ve hayatım gerçekten de çok güzel.Sonuçta benim annem bir süper kahraman ve odireniyorsa benim de direnip ona destek olmamgerekir, öyle değil mi? Yine de her ne olursa olsun annemin, babamın vearkadaşlarının direndiği o güzel parkı hayatımınsonuna kadar unutmayacağım ve bir gün büyüyüpçok güçlü bir kahraman olduğumda ben de onlargibi direne direne kazanacağım.

MEDYANIN GEZİ PARKI KARNESİ

Gökhan [email protected]

ezi Parkı’nda yaşananlara dair medyanıntutumu günlerdir yazıldı ve konuşuldu. Bizler birkez daha gördük ki, medya gerçek işlevlerindençok uzak bir yaklaşımla bir kez daha sınıfta kaldı.Şunu belirtmeliyim ki niyetim medyanın (sadeceders notları olarak kalan) bilgilendirme, duyarlılıkve farkındalık yaratma, toplumsallaştırma gibigörevlerinden bahsetmek değil. Çünkü hak vere-ceksiniz ki, medyanın görevi bizatihi ekonomipolitiğiyle şekillenen bir durumdur. Medyanın busüreçte izlediği yola da bu bağlamda, basınözgürlüğü ve demokrasi açısından bakmanın daha

doğru olacağını düşünüyorum. Öncelikle unutma-mak gerekir ki, hiçbir araç üretildiği ortamdanbağımsız düşünülemez. Bu nedenle kitle iletişimaraçlarının görevi mevcut sistemin istekleriyledoğrudan bağlantılıdır. Özellikle 1980’lerdensonra varlığını çok güçlü hissettiren neo-liberalpolitikaların medyayı yeniden yapılandırması, ser-maye sahiplerinin özellikle çapraz tekelleşmelerisonucunda birden fazla sektörde söz sahibi olması,bilginin kamu yararından çok kar mantığınadayanmasına neden oldu. Bu durum, bilginindoğruluğunu şüpheye düşürürken, bilgi sadece

G

30

Page 31: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

maddi bir değer olarak karşılık bulmaya başladı.Gezi Parkı eylemleri ile bağlantılı açıklamakgerekirse; protestoların ilk günlerine kayıtsızkalan NTV’ye ilk tepki, eylemi destekleyenlerinGaranti Bankası’ndan paralarını çekmesiyle geldi.Sonraki günlerde büyük kayıplar yaşayan DoğuşHolding, protestolara yönelik görüntülere yerverse bile bu sefer Başbakan Erdoğan'ın 'faiz lo-bisi" açıklamalarına maruz kalmaktan kurtu -lamadı. NTV, haber stratejisini sürekli değiştirdifakat sonuç olarak her iki tarafa da yaranamadı.Tahrir Meydanı’nı ekranlara taşıyarak MarshallMcLuhan’ın Global Köy mefhumunu bizlerehatırlatan medyamız, gözlerinin önünde yaşanan -lara ise kayıtsız kalmakla yetindi. Bu da, devlet-sermaye ilişkisinin medya yansımasını gözlerönüne serdi.

Bu durumun yarattığı tehlike basınözgürlüğünü (varlığı zaten tartışılır) ortadankaldırmış olmasıdır. Medyaya erk sahiplerincesürekli müdahale edilmesi ve habercilikanlayışındaki bu değişken yapı, basının özgürlük-ten ne kadar uzak bir anlayışla hareket ettiğini biz -lere gösterdi. Ayrıca, bir elin parmaklarınıgeçmeyecek şekilde muhalif yayın yapmayaçalışanlara RTÜK tarafından cezası verilmesi veüstelik mesleğin ahlaki değerlerini, etiğinigeleceğin medyacılarına öğreten iletişim fakül-telerinden ortak bir sesin yüksel(e)memesi de işincabası. Basın özgürlüğü John Keane’nin (1993)belirttiği gibi her şeyi bilenlerin hiçbir şeybilmeyenlere karşı mücadelelerindekullanacakları bir silah olarak kalmaya devam ed-erken, böyle bir atmosferden kamu menfaatineyönelik yayın beklemek ise sadece hayal olurdu.

Basın özgürlüğünün olmadığı bu süreçte,yaşananları halk adına denetleme görevinigerçekleştiremeyen medya demokrasi çıtamıza dakatkı sağlamadı. Kapitalist sistem sahip olduğudeğerlerini aralıksız yeniden üretirken, kitleiletişim araçları sayesinde bilinç üzerindekiegemenliğini güçlendirmeye devam etti. Bunu, işsaatlerinde edilgen durumda olan bireyleri, tele-vizyon aracılığıyla yarattığı sanal ortamla da

devamını sağladı. Gezi Parkı eylemleri sırasındayaygın medya organlarına baktığımızda, ekran-larda dizi ve eğlence programlarına yer vermekleamaçlanan da buydu: örgütlenmiş kitleden uzak,pasifize konumunda kalmış bireyler. NoamChomsky (2008) günümüz siyasetinde medyanınrolünü bizlere, nasıl bir dünyada, nasıl birtoplumda yaşamayı arzuladığımızı ve özellikle debunun ne tür bir demokrasi anlayışına uygundemokratik bir toplum olmasını istediğimizisorgulamaya ittiğini belirtir. Ama görüldü kimedya; bu sorgulamadan uzak, bilginin kontrolaltında tutulduğu, halkın söz sahibi olmadığıyalnızca ‘seyirci’ demokrasisine katkı sağladı.Göz ardı edilmemesi gereken nokta ise, eylemlerisanal ortamdan kamusal alana taşıyan aktifkitlenin sosyal medyayı kullanımıdır. Devlet vesermaye sahip olduğu medya ile insanların üze -rindeki bilinç kontrollerine rağmen, direncinbaşka bir mecrada oluşmasına engel olamadı.Özellikle, #direngeziparkı başlıklı twitter hash-tag'i ile halk nerede ne olduğunu ve kimlerinyardıma ihtiyacı olduğunu bu sayede öğrendi. İn-sanlar farklı illerde sokağa dökülerek ortak birtepki verdi ve dünya kamuoyunda dikkatini çek-meyi başardı. Farklı ideolojileri bir araya getirerekaynı alanda ortak sorunlar paylaşıldı. Böylece,sosyal medyanın toplumsal hayata daha fazla etkiettiği ve alternatif bir medya olarak kamusal alanışekillendirdiği gerçeği ortaya çıktı. İktidarınsosyal medyayı düzenlemek için harekete geçmesibu durumu kanıtlar niteliktedir. Medyanın isesanılanın aksine dördüncü kuvvet olmadığını göz -ler önüne bir kez daha serildi. Kısacası, neredenbakarsanız bakın yaygın medya Gezi Parkı’ndasınıfta kaldı.

Kaynakça:

Keane, J. (1993). Medya ve Demokrasi (çev.Şahin, H.), İstanbul, Ayrıntı Yayınları.

Chomsky, N. (2008). Medya Denetimi (çev. Baki,E.), İstanbul, Everest Yayınları.

31

Page 32: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

ŞEYLERİN AÇIĞA ÇIKMAYI BEKLEYENKAPASİTELERİNE DAİR: GEZİ PARKIOLAYLARI ÜZERİNE KISA BİR YAZI

Merve ERDEM*[email protected]

ezi eylemleri için her sokağa çıkış,başımıza gelebileceklere karşı duyduğumuz kor -kulara ve tüm o şiddet dolu ihtimallerin bedenleri -mizde yarattığı ürpertiye rağmen varlığınısürdürebilen güçlü bir zindeliğin büyüsünütaşıyor. Hukuksuzluğun hukuk haline geldiği veher an her caniliğin meşrulaştırılabilir olduğu biralanın içinde bedenlerimiz bir yandan devletintüm şiddetiyle yontmaya çalıştığı, gözdağıverebildiği coğrafyalar halini alırken bir yandanda alıştığı rutinin kırılmasıyla ortaya çıkan farklıve yeni kapasitelerin farkına varıyor. Tam da bunoktada nefeslere karışan gazın her zerresi, İstan-bul’un yokuşlarınca arşınlanan yollarınyorgunluğu bir ağızdan atılan sloganlarıngürültüsündeki coşkuda eriyebiliyor.

Her geçen gün birbirinden steril alışverişmerkezleri, eğlence mekanları ve gökdelenlerledolan, binalarının en otantik halleriyle proje-lendirip onlara ruh katan sahiplerinin içlerinden“temizlenip” şehrin periferilerine yerleştirildiğimahalleleriyle, özelleştirilen kamusal alanlarıylaşehirdeki yaşam ve iletişim imkanları dakısıtlanıyor ya da en azından belli ihtimalleralanına hapsediliyordu. Şehrin simasındakideğişiklikler; devletin gündelik hayatın en küçük,en mahrem noktalarına kadar inen müda-haleleriyle birleştiğinde gittikçe büyüyen fakatpolitik düzlemde bir türlü dillendirilemeyen, din-lenmeyen, sürekli küçümsenen bir öfkeyibesliyor du. Bu değişimler içinde şekillenen ruti-nler, onların yarattıkları rahatsızlıklar, her şeyerağmen hep bir devam etme, ilerleme, bir şeyleryetiştirmek zorunda olma hissiyatı, sokakta ben-zer hassasiyetleri paylaşan insanlarla doğrudan

temas etmedikçe bireysel bir bunalımdan öteyegeçemiyor du. O boğucu akışın içine sıkışıpkalmak istemeyen istekler, eylemler süresinceşehirde farklı bir var olma pratiğinin mümkünolabileceğinin anlaşılmasıyla (ya da sezilmesiyle)daha umut dolu bir patikaya evirilmeye başladı.Son derece şahsi görünen benzer his ve mem-nuniyetsizliklerin toplumsal ve tarihsel kökleriartık toprağa daha yakındı. Hep beraber hareketedilebilindiğinin ve her şeyden evvel saf beden-lerle dahi belli bir direnç oluşturabildiğininanlaşılmasıyla bu kökler hakkında daha rahatkonuşulabiliyordu, çatışma ve müzakere böyle biralanda çok daha güçlü ve samimi bir şekilde yanyana yer alabiliyordu. Kentin anonim kuralları,nizamı, trafiği, kalabalığı, iletişim kodları ve hattaekonomisi yerini yeni bir deneyim alanınabırakıyordu. Bu alanda daha önce yan yanadurması hayal bile edilmeyecek insanlar berabermücadele ediyor, birbirlerini anlamak için çabasarf ediyorlardı. Şehrin ortasında binlerce insanberaber halaylar çekip, çekinmeden kahkahalaratabiliyor, şarkılar söyleyebiliyor; (neredeyse)kimse kimseye deli gözüyle bakmıyordu. Saatinkaç olduğu ya da günlerden hangi gündeolduğumuzun bir önemi yoktu. Bin bir has-sasiyetle dolu Kürtlük, Müslümanlık, kadınlık veeşcinsellik gibi mevzular cesurca konuşula -biliyordu. Derin bir sağduyunun mutluluğualtındaki bedenlerimize uygulanan şiddet dolupolis müdahaleleriyse insanları birbirine daha daçok bağlamaktan ve var olan sisteminmeşruiyetini yitirdiğini kanıtlamaktan başka birişe yaramıyordu.

Güvenliği sağlayacak resmi bir kurumun,

*Boğaziçi Sosyoloji Bölümü son sınıf öğrencisi

G

32

Page 33: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

bir liderin olmadığı bir hareket öngörülenin aksinekaosa sebebiyet vermedi. Bir ağızdan atılansloganların yarattığı gürültü toplum huzurunutehdit eden bir kirlilik yaratır gibi değildi, Tak-sim’e yol almaya çalışan insanlar tüm kalabalığave bazen itiş kakışa rağmen birbirlerine gözlerininiçi gülerek bakıyorlardı, parkın işgali boyuncaalana belli bir ekonomik algı oturmuştu, paraneredeyse yoktu, dayanışma ve takasınçıkarsızlığında insanlar kendilerini daha rahathissediyor, bu “düzen”in devamı için elinden ge-leni yapıyorlardı. Politikacıların dilinde bayat -lamış ya da televizyonlardaki tartışmaprog ram larında karşılıklı sataşmaları körüklemekdışında bir şeye hizmet etmeyen kavramlar veülkenin yakın tarihi bu kez halk tarafındanhakikati ortaya çıkarabilmek adına sahiplenilir,daha geniş bir mecrada tartışılır duruma geldi.Farklı duruş ve fikirler ancak birbirleriyledoğrudan temas edebildikleri noktada takılıpkaldıkları çıkmazların farkına varıp, ezbereverdikleri reflekslerin ötesinde bir dile ve tutumaihtiyaç duyduklarının bilincine vardı. Demokrasi,milliyetçilik, özgürlük, adalet, temsiliyet gibikavramlar tam da bu noktada problematize edilip,işlerlikleri sorgulanır hale gelmeye başladı. GeziParkı’nın polislerce işgalinin ardından bueğilimler yok olmadı, aksine yeni yeni parklara veşehrin her tarafına yayıldılar. Eylemciler, hükümetve ana akım medyanın eylemleri marjinalizeetmek için kullandığı katı dilin kısırlığınınkarşısında farklı bir politik dil inşa ettiler. Duyul-mak ve “haber”leşebilmek adına ellerindekiteknolojik araçların bilginin üretimi vedağıtımıyla olan ilişkisini yeniden kurdular.

Sanatsal ifade biçimleriyle fotoğraflarda,yazılarda, video ve şarkılarda kendilerini özgünbir biçimde açığa vurarak bu yeni diligüçlendirdiler. Bu süreçte her şey elbette ki güllükgülistanlık değildi. Herkes kendi sınırlarıylayüzleşmek durumunda kaldı, kimi zaman her şeybir pamuk ipliğine bağlı gibiydi fakat büyük biremekle o ipliğin inceldiği yerden kopmaması içinherkes elinden geleni yapmaya çalıştı, hala daçalışıyor.

Ardı arkası kesilmeyen polis şiddetine veeylemi değersizleştirme çabalarına rağmen, dahada tuhafı grubun kendi içindeki heterojenliğinerağmen, insanlar geri adım atmıyor. Maruz kaldığızulmü ve yapılanları unutmuyor, aksine geçmişinegeri dönüp unutulanları da hatırlıyor. Uludere,Reyhanlı, Maraş, Madımak, Dersim katliamları,faili meçhuller, serbest bırakılan tecavüzcüler,çalışma koşullarına kurban edilen işçiler, rantaadaletsizce kurban edilen yaşam alanları birerbirer hatırlanıyor ve devletin tek bir hükümetiaşıp, yönetim algısının iliğine işlemiş yıkıcı gücüher seferinde bir başka yüzüyle, her seferindefarklı bir resmi organının meşruluğunu yitirişiylekendini açığa vuruyor. Sivil toplumun, yaşamın,düşünce ve üretimin şekillendiği veşekillendirildiği kentsel alansa bu noktada saltfiziksel bir coğrafya olmanın ötesine geçip,derinleşen bellekleriyle hesap sormak isteyen be-denlerin eylem alanı haline geliyor. Eylemleringeleceğine dair tüm belirsizliklere rağmen içindebulunulan an; barındırdığı çaba ve umutlarla,açığa çıkarılmayı bekleyen tüm hakikatleriyledaha önce eşine az rastlanmış bir yürekliliktaşıyor.

33

Page 34: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

ayıs ayı boyunca hükümetçe korunupkışkırtılan T.C polisi, son olarak saldırdığı TaksimGezi Parkı protestoları sonucu hiç ummadığı biröfke patlamasına neden oldu. Taksim’den başlayıpülke çapında yayılarak sürmekte olan eylemlerağaçlara sahip çıkma refleksinin ötesine taştı. 1Mayıs’ta kitlelere kapatılan Taksim Meydanıbirkaç gün içinde polise ve hükümet kuvvetlerinekapatıldı.Bundan sonraki gelişmelerin yönünütayin eden bir dönüm noktası olacak çapta birhükümet karşıtı kitlesel başkaldırı beklenmedikbir anda gelişti.

Doğrusu bu eylemlere katılan kesimlerinne daha önce Gazi Ayaklanması’nda görülenkesim lere ne de aynı kesimleri ifade eden veNewroz alanlarını dolduran kitleye benzememesiilk şok etkisini yarattı. Üstelik bu kitle genellikleapolitik kabul edilen daha dogrusu öylezannedilen kesimlerin ağırlıklı olduğu bir kitle idi.

Esasen olayların tetiklendiği anda önemlirolü olanların başında bir BDP milletvekilinin,Sırrı Süreyya Önder’in olmasına ve hastaneyekalkanların başında bulunmasına rağmen, eylem-ler zincirini tetikleyen BDP’nin alışılagelmişkitlesi olmadı. Şaşırtıcı olan buna rağmen, belkide bu sayede, görülmemiş çapta ve sertlikte birbaşkaldırı, umulmadık bir kitle tarafındansergilendi. Bu eksiklik sayesinde bir araya gelmesidaha önce mümkün olmayan heterojen bir kitleeylemlerde buluştu.

En başta olduğu gibi, sonrasında da giderekartan sayıda çeşitli devrimci örgütlerintaraftarlarının eylemlere katılmasıyla eylemlerindinamizmi artmıştır. Ayrıca eylemlerin varoşlarave başka kentlere yayılmasında da devrimcilerinhatırı sayılır bir rolü olduğu da açıktır. Hatta altı

çizilmelidir ki sadece devrimci yahut sosyalistakıma mensup olanların değil, bu akımlarındışında olmakla beraber, geçmişte polisle karşıkarşıya gelmiş olma deneyiminin taşıyıcısı olanönemli bir kesimin varlığı deneyimsiz unsurlarınpolisin sert saldırıları karşısında geri çekil -memesinde ve cesaretlenmesinde hatırı sayılır birrol oynamıştır.

Gezi ayaklanmasına nasıl gelindi?Taksim’in 1 Mayıs mitingine kapatıl -

masının ardından, İstanbul’un tümü de 1 Mayısgünü İstanbullulara yasaklandı. Onu takip edentarihi Emek Sineması’nın yıkımı 21 Mayıs’tabaşladı. Bu direnişin başarısız kalmış olmasınarağmen, Taksim Dayanışması, Gezi Parkı’nı yıkıpparkı Topçu Kışlası kisvesi altında AVM’ye çe-virme projesine karşı bir oturma eylemibaşlattı.Tayyip Erdoğan, 3. Boğaz Köprüsü’nüntemel atma töreninde Gezi Parkı’ndaki protestoeylemini küçümseyen bir konuşmasıyla polisinGezi Parkı’na saldırması için işareti çakmış oldu.Üçüncü köprüye Alevi Kürtlerin katili olan YavuzSultan Selimin adının ilan edilmesi, ardındanmilyon larca insana hakaret eden açıklamalarlaalkol satışı ve tüketimini kısıtlayan uygulamahükümetin tökezledikçe hırçınlaşacagının birergöstergesi idi..

AKP’nin git gide güç kaybettiğini göre-meyen medya manipülatörleri de AKP’ninsaldırganlaşmasına kör idiler. Onların etkisialtındaki tüm kesimler Mayıs ayının sonunda AKPhükümetine karşı Türkiye siyasi tarihinde eşigörülmemiş bir başkaldırının yaklaşmaktaolduğunu fark edemedi. “Taksim Meydanı’nıyaya lara açmak üzere sıradan bir

34

GEZİ AYAKLANMASI

Kolektif / KÖZwww.kozonline.org

M

Page 35: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

35

düzenleme”olarak sunulmaya çalışılan GeziParkı’nı yıkma projesini bizzat Erdoğan veyandaşları farkında olmadan politize etmektey-diler.

30 Mayıs Günü Gezi Parkı’ndakilerçadırlarına sahip çıkmaya çalışıp parktakiağaçlara muhabbetlerini asarken böyle birayaklanmanın patlak vereceğini beklemiyordu.Sırrı Süreyya Önder de dozerin önüne çıkışıylaGezi Parkı’ndaki eylemcilere toplu isyanadönüşen bir direniş çizgisinin yolunugösterdiğinin farkında değildi. Adeta Nazım Hik-met’in Ceviz Ağacı şiirindeki gibi, polis deolanların ve olacak olanların farkında değildi.Daha önce 1 Mayıs gününde de BDP kitlesininsokakta olmayışından cesaret almış olan polis, biryangına dönüşeceğini asla ummadığı ateşin üzer-ine körükle gitmekten çekinmedi. 30 Mayıs günüsabahın köründe, çadırları toplayıp ateşe verip,hala sönmeyen ve yayılarak büyüyen bir yangınınilk kıvılcımını çaktı. O sırada parkta bulunan veyabulundukları yerlerden parka yönelen devrimcilerde nasıl bir gelişmenin öngününde olduklarınıbilmiyorlardı. Kendileri için sıradan sayılabilecekpolis şiddetine karşı dayanışma deneyimlerini,yan yana durmaya alışkın olmadıkları bir kitleyeaktardıklarını ve böylelikle cesaret aşıladıklarınıbilmiyorlardı.

Gezi Parkı’ndaki Ayaklanmasını BaşlatanKitle Apolitik Değildir

Daha çok apolitik kabul edilen,12 Eylül rejiminindepolitizasyon tedbir ve uygulamaların halisürünlerinden biri olarak görülen genç kitleninMayıs ayının son günlerinden itibaren bu efsa-nenin gerçek duruma tekabül etmediği anlaşılmış

bulunuyor. Bu vesileyle bu kitlenin nasıl bir poli-tizasyonu ifade ettiğini ve bunun sınırlarının vezaaflarının hangileri olduğunu değerlendirmekgerekiyor.

12 Eylül ile geçmişte yüz binleri siyasihedeflerle seferber etme yeteneğine sahip örgüt-lerin hepsi büyük ölçüde etkisiz hale getirildi. Busürecin belki tek istisnası ve aykırı örneği iseKürdistan’da olmanın belirlediği dinamiklerinetkisiyle PKK’nin darbe öncesiyle kıyaslanmayanyükselişi oldu. Askeri cuntanın yönetimi sivilemanetçilerine devretmesinin ardından Kürdis-tan’dan esen rüzgarın da etkisiyle 12 Eylül’dedağılan örgütlerin neredeyse hepsi yeniden topar-lanmaya girişti. Ama bu kez birçokları 12Eylül’ün yapamadığını yapan peş peşe tasfiyecilikdalgalarıyla karşı karşıya kaldılar.

Sonuç itibariyle hala varlıklarını öyle ya daböyle sürdürüyor olsalar da, bu örgütlerin hiçbiribir daha 80 önceki çaplarına kavuşamadı. Böyle-likle genç kuşakları düzenli bir biçimde saflarınakatarak politize eden birçok akımın etkisi görecesınırlandı. Devrimci ve sol örgütlerin siyasal etk-isinin ve örgütlenme kapasitesinin budanmasısuretiyle onların muhatabı olan yeni kuşakların dabu etkinin dışında kaldığı bir dönem açıldı.

Bu sürece aykırı olarak Kürdistan’da PKKvasıtasıyla yeni kuşakların geçmiştekinden degeniş bir ölçekte siyasallaştığı ve hatta Türkiyetarihinde görülmemiş ölçekte bir siyasallaşmagöstermekte oluşu ise elbette ayrı tutulmalıdır.Büyük kentlerin varoşlarında proletaryanın en çokezilen kesimleri arasında diğer kesimlerlekıyaslanmayacak bir siyasallaşma 90’lı yıllarınortasından itibaren kendini gösterdi. Buvaroşlarda zaman zaman irili ufaklı patlamalarlakendini gösteren bir ‘patlayıcı madde’ birikti.

Page 36: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

36

Bütün bu etkenlerin sonucunda gerek dev -rimci ve sosyalist akımların, gerekse de BDP’ninetki alanında yer almayan, bununla birlikte düzenpartilerine de itibar etmeyen bir kitle oluştu.Bukitle gerek devletin gerekse de devletinmüsamahasıyla gelişen şovenist milliyetçiakımların veya çeşitli renklerdeki reformist/tas-fiyeci akımların etki alanına da girmedi. Herhangibir siyasi akıma bağlı olmadıkları için, gereksağdan gerekse de soldan apolitik olmakla küçüm-senen bir geniş kuşak oluşturdu.

Demek ki söz konusu olan tam anlamıylabir apolitikleşme olgusu değildir. Mevcut siyasalörgütlenmelerin kapasitesinin düşüklüğü ve türlüyetersizlikleri nedeniyle, var olan politizasyonalanının dışında siyasallaşan bir kitle sözkonusudur. Üstelik bu kitlenin sadece gençlerdenoluştuğu da doğru değildir. Aksine içinde geçmiştemuhtelif siyasal deneyimlerden geçmiş ve tasfiyedalgaları veya başarısızlıklar sonucunda kendinisiyasi akımların dışında bulmuş birçok unsuru dabarındırmaktadır. Dolayısıyla bu olgunun adıdoğru konmalıdır: söz konusu olan birapolitikleşme değil, örgütsüzleşmedir.Örgütsüzleşme de bir apolitizasyona da değil dev -rimci temelde siyasallaşamamış fakat burjuvatoplumunun kendi iç çekişmelerinden ve yarattığıideolojik atmosferden etkilenen bir kitleye işareteder..

Bu politizasyonun iki ana eksenini de şöyletanımlamak mümkündür:

Bunlardan birincisi özellikle 2007’den beriTÜSİAD’ın AKP’nin karşısına dikmek istediğiCHP’ye ideolojik bir çerçeve olarak çizmekistediği fakat CHP’nin bir türlü hakkıylabenimsemediği orduyla mesafeli bir AKPkarşıtlığıdır. Taksim’de harekete geçen kesimlerinişçi sınıfının AKP’nin saldırılarından ekonomikve siyasal olarak en çok muzdarip kesimler, yahutCumhuriyet mitinglerinde kendini göstermiş birkitle değil, TÜSİAD medyasının propagandasınaen açık kesimler olması da bu gerçeğidoğrulamaktadır. 2007’den beri burjuva basınınkendi tarzında yarattığı AKP karşıtı politizasyonbu kesimin siyasal talep ve ufkunu belirleyen enönemli çerçeve olmuştur.

İkincisi ise 1999’dan beri Türkiye’de hemburjuva basını hem de sol tarafından yeni vebambaşka toplumsal hareketlerin başlangıcıolarak tarif edilen küreselleşme karşıtıhareketlerdir. Bu hareketlere yapılan güzelleme,Türkiye’de hiçbir zaman benzeri kitlesellikte birhareket yaratamamış olsa da, yine burjuvazinin vesolun kamuoyu araçları aracılığıyla Taksim’deharekete geçen kitlenin eylem repertuarını vesiyasal bilincini belirlemiştir.

Sorun bu biçimde tarif edildiğinde ise sözkonusu kesimlere kimi zaman aşağılayıcı veküçümseyici olan bir sıfat aramaktan öncedemokrasi ve özgürlük mücadelesine önderliketme iddiasında olan örgütlenmelerin eksiklikleri -ne dikkat çekmek gerekir. Bunların iddia ettikleri

Page 37: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

37

niteliklere sahip olmadıklarına hükmetmekgerekir.Kendileri hakkındaki bu gerçeği teslimetmek yerine, kusuru kitlelerde aradıkları müddet -çe var olan örgüt veya partilerin bu niteliğeulaşmaları mümkün değildir.

Zira Lenin’in dediği gibi, Dreyfus Skandalıgibi bir olay bile devrimci bir önderliğin varolduğu koşullarda bir devrimin patlak vermesi içinyeterli olabilir. Eğer Gezi Parkı’ndan başlayıpTürkiye’nin birçok yerine yayılarak sürenhükümet karşıtı başkaldırı kucaklanıp, siyasihedeflerine yönlendirilemiyor ise, asıl sorunyaşadığımız topraklarda Bolşeviklerinki gibi birdevrimci önderliğin bulunmayışıdır.

Açıktır ki, Gezi Parkı’ndaki eylemigerçekleştirenler gerek polise karşı direnişi koor-dine etmede gerek başka gündelik işlerin örgütlen-mesinde dikkate değer ve alışılmamış birörgütlülük ve koordinasyon sergilemektedir. Buçerçevede başkaldıran kitlenin başlangıçtaki ide-olojik ve siyasal çerçevenin ötesine geçtiğinisöylemek de mümkündür. Hatta farklılıkların,kimi zaman karşıt tutum ve görüşlerin idareedilmesinde ve sorunların eylemin selametinisağlayacak tarzda çözülmesinde de belli bir başarıolduğu söylenmelidir.

Tablonun Eksik Parçası:BDP’nin Temsil Ettiği Emekçi Yığınlar

Hükümete karşı kitlesel bir başkaldırıyakatılanların sosyolojik bir tahlili bu başkaldırıdakimlerin bulunduğu kadar kimlerin eksikolduğunu görmeye yarasa da bu türden tahliller-den hareketin siyasal ufkunun sınırlarına dairçıkarımlarda bulunmak akla ziyandır. Dolayısıylaböylesi bir kitlesel eylemliliğin içinde kimlerinolduğuna bakıp bunları ayrı ayrı tasnif etmek yeri -ne asıl hangi unsurun eksik olduğu üzerinde dur-mak ve buradan hareketle söz konusu eylemleridevrimci bir temelde büyütmek ve burjuvatoplumunu kökten sarsıcı bir düzeye ve çizgiyetaşımak için devrimcilerin önünde duran görevleritanımlamak gereklidir. Gezi Parkı’nda tetikleneneylemlerin mahiyeti kadar sınırlarını kestirmekiçin de kafa yormak gerekir.

Gezi Parkı'ndan başlayan eyleme işçisınıfının sendikalı kesimlerinin damga vurmadığıaşikardır. Ama emekçilerin bu kesim dışında kalan

en dinamik bölüğünün damga vurmadığı daaçıktır. Birincisinin somut bir olasılık olmadığıKESK grevleri sırasında bir kere dahagörülmüştür. İkinci olasılık ise BDP’nin eylemlereilişkin nasıl bir tutum alacağına bağlıdır.Otakdirde sadece eylemlerin sınıf niteliği değil,AKP’nin kaderinin neyle tayin edileceği dedeğişecektir.

Sorun yıllar önce sokaklara dökülenişçilerin bugünkü eylemlerle buluşup buluşmamakonusundaki iradesizliği değil, o zaman onlarısokağa dökebilen siyasal aktörlerin bugün mevcutolmayışıdır.DİSK’in veya herhangi bir başkasendikal örgütlenmenin işçi sınıfının önemlibölüklerini mevcut eylemlere katma iradesi veyeteneği yoktur. Ama zaten işçi sınıfı da onlarıntemsil edebileceği sınırlı kesimlerden ibaretdeğildir. O nedenle de bugünkü ayaklanmadaeksik olan unsuru görmek için sendikal hareketebakmak abesle iştigaldir.

Elbette ki İstanbul gibi bir sanayimerkezinde yüzbinlerce Kürdü hareketegeçirdiğiniz takdirde, bunların ezici çoğunluğunun

Page 38: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

38

proleterlerden oluşması kaçınılmaz vetartışmasızdır.Bu kesimler işçi sınıfının pekçokları tarafından görülmeyen kesimlerinioluşturmaktadırlar. Evde çalışan kadınlar, inşaat,tekstil, temizlik, gıda vb. kayıt dışı çalışmanınneredeyse egemen olduğu sektörlerde geçici vegüvencesiz olarak çalışan muazzam bir kitle, sözkonusudur. Hem muhtelif işlerde yarım zamanlıçalışıp hem öğrencilik yapanlar, bazan işsiz kalıpbazan iş bulanlar, askerliğini yapana kadar sabitbir işte düzenli çalışmayanlar vs. bu kesimlerarasındadır. Bu kesimlerin ağırlıklı bir bölüğününsavaş ya da başka nedenlerle kentlere göçmüşKürtlerden oluştuğu da sır değildir. Zaten başkaülkelerde de bu kesimler genellikle göçmenlerdenve gençlerden teşkil etmektedir.

Zira hiç kuşkusuz bugün sokaklara dökülenyüz binlerin içinde işçi sınıfının BDP’li kesim-lerinden gelenlerin sayısı az değildir, bilhassaeylemler varoşlara doğru sıçradıkça bu oranartmaktadır da. Demek ki bu eksikliğin nedeninibaşka yerde aramak gerekir; orada bulunacaktır.İşçi sınıfının en dinamik ve en siyasallaşmış kes-imlerinin bugünkü siyasal başkaldırıda yeralmayışlarının nedeni politiktir.İşçi sınıfının bukesimlerini bilhassa mevcut eylemlerin merkeziolan İstanbul’da harekete geçirme yeteneğindeolduğunu defalarca göstermiş olan BDP bu eylem-lere şimdilik dışarıdan destek vermekle yetinmek-tedir.

BDP çevresinden unsurlar bazen resmen,çoğunlukla da gayrı resmi olarak eylemlere aktifve kitlesel olarak katılmayışlarının nedenini eylemalanlarına hakim olan şoven milliyetçi bir hava ileizah etmektedir. Bu bahanenin iler tutar yanı yok-tur.Bilakis esas olarak orada BDP’nin hareketegeçirebileceği kitle eksik olduğu için, başka bir or-tamda bu kadar etkili bir siyasi rol oynamasımümkün olmayan İP’li ve onların arkasına gizle-nen CHP’li unsurlar zaman zaman öneçıkmaktadır.Yer yer BDP’ye ve BDP’lileresaldırıların olmasının nedeni o kalabalıklarıniçinde BDP’nin sembolik olarak yer almışolmasıdır. Üstelik bu durumlarda bile eylemlerinasıl gövdesini oluşturan kitlenin bu tür taciz vesaldırılara müdahale ederek önünü kestikleri deunutulmaması gereken bir başka vakıadır.

BDP AKP’yi geriletme yeteneğindekibaşlıca siyasi aktör olmasına rağmen, bu süreç

başlamadan önce de AKP’ye karşı sokaklardanyükselen ve siyaset arenasında da karşılığı olan birana muhalefet rolünü oynamaktan daimakaçınmıştır.Bu nedenle bu konunun üzerinde dur-mak, BDP saflarında yaygın olduğu anlaşılan vedaha önce Leyla Zana’nın yankı uyandıranaçıklamasına da yansıyan bir yanılgıyı düzeltmekgereklidir.

Bu yanılgı esas olarak AKP’nin ve onunkaderinin yanlış değerlendirilmesinden ve ‘çözümsürecinin’ AKP’nin bir açılımı olduğu hakkındakiyanılsamadan ileri gelmektedir. Bu yanılsamayüzünden bu sürecin AKP’siz yürüyemeyeceğihakkındaki yanlış kanaat yaygındır.

Ama AKP’nin bilhassa yol almaya devameden ayaklanmanın da etkisiyle ivmelenen birgeri leme içinde olduğunun görülmemesi mümkündeğildir. BDP’nin bu ayaklanmanın dışındakalmasıyla bu gerilemenin tersine dönmeyeceğibesbellidir.

Hükümet Geri Adım Atmak ZorundaKalmıştır

Hükümet AVM projesinden geri adım at-makla kalmayıp, polisin sert saldırısına maruzkalan Gezi Parkı’ndaki direnişçilerden özür dile-mek zorunda kalmıştır. Geri adım atmasınarağmen kuyruğu dik tutmak isteyen hükümet bumanevralarla toparlanıp, ilk olrak eylemcileribölerek bu başkaldırıyı bastırma gayreti içinegirmiştir. Sonra gövde gösterisini yapmak içinmilli iradeye saygı yaygarası koparıp eylemcileribirbir hedef göstermiştir. Licede karakol yapımınakarşı ayaklanan halka silah açıp üstüne birdeuyuşturucu gibi köksüz bahanelerle bu olayınüstünü aynı Roboski gibi kapatmaya çalışmıştır.

Eylem içinde polise ve hükümete karşıbirleşen, aslında başka bir yerde başka bir nedenleve başka bir biçimde bir araya gelemeyecekunsurları birbirlerinden ayırıp birbirlerinedüşürerek bu hükümet karşıtı başkaldırıyısavuşturma arayışı içine girmiştir. Zira bu birbir-lerinden farklı görüş ve duruşları olan kesimleribir araya getiren, ayrım yapmadan üzerlerinesaldıran polisten başkası değildir. İlk saldırınınardındaki bahaneyle bugün gevelenmekte olantıpatıp aynıdır.Ama yüz binlerce birbiriylebağdaşmaz insan bir kez aynı biber gazına maruz

Page 39: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

39

kalmış, aynı copu ve tazyikli suyu yemiş, aynıplastik veya gerçek mermiye yahut gaz fişeğinehedef olmuştur bir kere. Birbirlerini kollamayı bir-birlerinin yarasını sarmayı ve ellerindeki taşı aynıhedefe birlikte savurmayı öğrenmiştirler bir kere.Ortak sofra kurup birlikte halay çekmeyealışmıştırlar. Eylem içinde şekillenip pişen budayanışmayı birilerine havuç gösterip diğerlerinesopa sallayarak kırmak mümkün değildir.

İstanbul’un varoşlarında başka şehirlerdebaşlayan ve az çok aynı sertlik ve kararlılıklasüren ve yayılan eylemlerin Gezi Parkı’ndakiağaçları korumakla pek az ilgisi olduğu açıktır.Aksi takdirde polisin saldırmasını beklemedenbaşka yerlerde de o protesto eylemiyle dayanışmaamaçlı girişimler olurdu. Yayılan eylemler açıktırki polisin saldırısına karşı gösterilen sert ve kararlıdirenişin tetiklediği ve bu direniş ile dayanışmaamacıyla başlayan elbette AKP karşıtlığıçizgisinde buluşan eylemlerdir.

Şimdi Birleşik ve Kitlesel Mücadeleyi Yükselt-mek Zamanıdır

Gezi Ayaklanması’yla kitle hükümet karşıtıçizgidedir ve hükümeti nasıl gerileteceğini kendideneyimiyle öğrenmiş durumdadır. Zira açıktır kiher ne kadar afra tafralarını değiştirmemiş olsalarda hükümet ve baskı aygıtlarının başındakiler açıkbir yenilgi almış ve geri çekilmek zorundakalmışlardır.

Hükümetin ve devletin sözümona ılımlırolü oynayan temsilcilerinin göstermeyeçalıştıkları gibi, polisin Taksim’den çekilmesi,Gezi Parkı’ndaki protestoculara yanlışlıkla vehaddini aşan bir şiddetle saldırdığını fark et-melerinden değildir. Bugün bazı hükümet yanlısımedyada dile getirilenler ve özür dilemeler birtutum değişikliğini ifade etmekte değildir. Polisingeri çekilmesi, nihayet hükümetin kendilerinieleştirenlere hak vermesinden değil Taksim’dekidirenişi bastıramayacağını fark etmesindenötürüdür. Son olarak ise Gezi parkını boşaltıp İs-tanbul’daki tüm parkları doldurmuş böylecehükümet kendi bacağına kurşunu sıkmıştır. Budurum eylemlerin başka alanlara yayılmasınıgiderek daha fazla tetiklemekte, başka alanlardada kitleleri sokağa çıkma konusunda ce-saretlendirmektedir.

Bu aşamada platformun hükümete ilettiğitalepler AKP’nin gerileyişinin ilk adımını ifade et-mektedir. Bu şartlarda bu gerilemeyi tamamlamakiçin hükümetin siyasi olarak da geri adım atmasınısağlamak gerekir. Hükümete karşı ayaklanmayıbüyütüp yayarak hükümete geri adım attırmaktanbaşka yol yoktur. O halde şu ana kadar buayaklanmanın en önemli eksiği olan kitlenin yaniana gövdesini BDP’nin temsil ettiği yığınlarınoluşturduğu kitlenin bu ayaklanmayla buluşmasıhükümete geri adım attırmanın başlıca yoluolacaktır.

Bu yolun önü nesnel olarak açıktır, yeter kiideolojik nedenlerle yahut kısmi çıkarlarıgözeterek bu buluşmanın önü kesilmesin.

Her zaman AKP hükümetine karşı emekçi-lerin ve ezilenlerin birleşik kitlesel mücadelesininsağlanmasını savunmak, bu yöndeki eylemlerinkah şovenizm kah kısmi çıkarlar uğruna bölünme-sine karşı çıkmak gerekir. İdeolojik gerekçelerlepolitik eylemlerin zayıflatılmasına karşı çıkmakgerekir. Bu gün böyle bir birleşik kitlesel mücade-lenin koşulları her zamankinden fazla mevcutturve git gide çukura doğru ilerleyen gerici AKPhükümetine karşı birleşik bir mücadeleninsağlanması hayati bir önem kazanmış durumdadır.Böyle bir birleşik mücadelenin önünü şu ya da buyoldan kesilmesine yol açacak tutumların vebalide her zamankinden daha ağır olacaktır. Bugünparklardaki dogrudan demokrasi ve sorumlulukalma bilinciyle birleşen kitlelerin sesini yükselt-mek zamanıdır. Ethem’in, Medeni’nin , Abdul-lah’ın, Mehmet’in, Ali’nin hesabı GeziAyaklanmasına sahip çıkmaktan geçer.

Halkların kardeşliği kavramının bir sloganolmaktan, diplomatik girişimlerin konusu olmak-tan çıkıp ortak bir mücadelede pişecek bir kavgakardeşliği haline gelmesinin fırsatı önümüzdedir.Bu buluşma sadece AKP’nin kaderini belirleyecekdeğildir. Aynı zamanda emekçilerin ve ezilenlerindemokratik haklar mücadelesinin önününaçılmasında da bir büyük adım olacaktır. O zamanGezi Parkı’ndan başlayan ayaklanma sadece enbüyük hükümet karşıtı başkaldırıya yol açmış ol-makla kalmayacak, başarıyla sonuçlanmış birsiyasi eylem olarak kayda geçecektir.

Page 40: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

1. Parrhesia Dergisi, senede altı sayı olarakyayınlanan (yayınlanması planlanan) bir e-dergidir. Dergimiz hem online olarak hem de bil-gisayara indirilerek (pdf) okumaya müsait şekildehazırlanacaktır.

2. Yazarlara, yazılar için telif ücreti ödenmez veyazarlar kendi yazılarından sorumludurlar. Parrhesia E-Dergi, bu konuda hiçbir sorumlulukkabul etmez.

3. Yazılar iletişim mailimize([email protected]) word dosyasışeklinde gönderilmelidir. Gönderilen yazılarınelimize geçmesinin ardından, yazının elimizegeçtiğine dair yazara yazılı bir bildirimde (e-mail)bulunulur. Bunun ardından yayın kurulutarafından inceleme aşamasına alınan yazıların,olumlu-olumsuz sonucu yazara bildirilir. Olumlubir değerlendirme ile sonuçlandığı taktirdeyayınlanır. Aksi durumda yazardan yazısını tekrardeğerlendimesi istenir yahut nedenler gösterilerekneden yayınlanamayacağı hakkında kendisinebilgi verilir.

4. Yazıların daha önce başka bir yerdeyayınlanmamış olması gerekmektedir. Ancak bazıözel/istisnai durumlarda “bu durum belirtilmekkoşuluyla” kabul edilebilir.

Makale ve bilimsel çalışmagönderim hususları

5. Makale ve bilimsel çalışma gönderimlerinde,metinlerin daha önce başka bir yerdeyayınlanmamış olması hususu (madde 4) esastır.

6. Dergimizde, tarih, ekonomi-iktisat, sosyoloji,psikoloji, felsefe, siyaset bilimleri, edebiyat,iletişim-medya bilimleri vb. disiplinler ile ilgilibilimsel-derleme makaleler, kitap tanıtım yazılarıvb. çalışmalara yer verilmektedir.

7. Makale ve bilimsel çalışma gönderimlerinde

dipnot ve kaynakça kullanımı esastır. Makaleyahut bilimsel çalışma adı altında gönderilen fakatkaynakça ve dipnot kullanımı olmayan metinlerdeğerlendirmeye alınmayacaktır. (Bkz. Dipnot vekaynakça kullanım hususları)

Edebiyat çalışmaları gönderim hususları

8. Tıpkı makale ve bilimsel çalışma metinlerindeolduğu gibi edebiyat çalışmalarında da biralıntılama söz konusu ise, dipnot ve kaynakçakullanılmalıdır.

9. Edebiyat çalışmaları gönderimlerinde,metinlerin daha önce başka bir yerdeyayınlanmamış olması hususu (madde 4) esastır.

10. Dergimizde edebiyat bilimi, akımları ve ürün-leri üzerine deneme ve eleştiri yazılarının yanı sıraöykü, şiir ve denemelere de yer verilecektir. Bu-rada önemli olan yazarların/şairlerin uğraştıklarıalan üzerine bir düşünceye sahip ve bunları ak-tarabiliyor olmalarıdır.

Dipnot ve Kaynakça Kullanım Hususları

11. Dipnotlar sayfa altlarında yahut yazının so-nunda verilebilir. Kaynakça yazının sonundaolmalıdır.

Dipnot Kullanımı: Yazarın soyadı (bir boşluk)Yayın Yılı : Alıntılanan sayfa ya da sayfa aralığı

Dipnot Örneği: Childe 2007: 15

Kaynakça Kullanımı: Yazarın soyadı (bir boşluk)Yayın yılı : Yazarın tam adı, Kitabın adı (yabancıbir eserse parantez içinde çevirenin adı), Yayınevi, Yeri, Yılı.

Kaynakça Örneği: Childe 2007: Gordon Childe,Tarihte Neler Oldu? (çev. Alaeddin Şenel – MeteTunçay), Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2007

Yazım ve Yayın Kuralları

40

Page 41: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013

Gelecek sayılarımızın temaları

#5 Korku

#6 İntihar

#7 Din

olarak belirlenmiştir.

Metinlerinizi [email protected]

adresinden bizlere ulaştırabilirsiniz.

Page 42: Parrhesia e-dergi / Sayı 4/ Temmuz 2013