Top Banner
Yıl: 1 Sayı:3 Ocak 2013 PARRHESIA Üstüngel Arı Onurcan Yılmaz Eren Öztürk Levent Kaan Gündoğdu Burak Bayülgen Ferit Ender İdil Atabinen Metin Sonsuz e-dergi
32

Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

Mar 31, 2016

Download

Documents

Üstüngel Arı

Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013
Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

Yıl: 1 Sayı:3 Ocak 2013

PARRHESIA

Üstüngel Arı Onurcan Yılmaz Eren ÖztürkLevent Kaan Gündoğdu Burak Bayülgen Ferit Ender İdil Atabinen Metin Sonsuz

e-dergi

Page 2: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

Parrhesia E-dergi

Genel Yayın Yönetmeni

Üstüngel Arı[email protected]

Yayın Kurulu / Editörler

Burak Bayülgen, [email protected]

Eren ÖztürkHacettepe Üniversitesi Felsefe - [email protected]

Levent Kaan Gündoğduİstanbul Üniversitesi Hukuk - [email protected]

Onurcan Yılmazİstanbul Üniversitesi Sosyal Psikoloji - [email protected]

Parrhesia Dergisi, senede altı sayı olarakyayınlanan bir e-dergidir.

Dergimize gönderilen yazıların sorumluluğuyazarlarına aittir. (Bkz. Yazım ve Yayın Kurallarısy 31)

Webhttp://www.parrhesiadergi.net/

[email protected]

Facebookhttp://www.facebook.com/groups/452084778141082/

Twitterhttps://twitter.com/parrhesiadergi

Çıkış tarihi: 25.12 2012

Bu sayfa, onu kötü okuyacaklara ve ondanhoşlanmayacaklara adanmıştır............................... 3

Onurcan YILMAZZizek’e Dair Notlar................................................ 4

Üstüngel ARIArkeoloji'nin Felsefe ve Sanat ile İlişkisi.............. 8

Burak BAYÜLGENFantastik Ekonomi: Korkunç Atmosferlerin ÖzündeYatan Birey’in Gelişim Süreci Üzerine................ 12

Ferit ENDERSınıf Vurgusu, Biliç ve Devrim............................ 15

İdil ATABİNENEtkileşim, Faillik ve Sağduyu ÜzerineGoffman ve Garfinkel Analizi............................. 16

Onurcan YILMAZOsmanlı’dan Cumhuriyet’e GeçişteKuşak Kavramı.................................................... 20

Levent Kaan Gündoğdu“Şiir Nedir”e Gelince........................................... 23

Üstüngel ARIAntik Yunan Mitolojisi’ndeKadın ve Pandora..... 25

Metin SONSUZMetin Sonsuz’un Günlükleri -2- ......................... 29

Levent Kaan GündoğduBeklediğim........................................................... 30

Yazım ve Yayın Kuralları .................................... 31

twitter.com/parrhesiadergi

Page 3: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

BU SAYFA, ONU KÖTÜ OKUYACAKLARA VE ONDAN HOŞLANMAYACAKLARA ADANMIŞTIR

3

Page 4: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

Zizek’e Dair NotlarOnurcan [email protected]

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki ben birZizek’çi değilim, ancak yiğidi öldür hakkını vermantığıyla bir şeyler söyleyeceğim. Görmeliyizki Zizek hem psikanaliz açısından (Lacan’ı tekrarmeşhur etmesi açısından) hem de politik eylemaçısından bizlere alternatif bir yol sunmaktadır vebu yolun incelenmeye değer bir yol olduğunudüşünmekteyim. Çünkü Zizek her ne kadarortodoks Marxist çevreler tarafından kalealınmasa da içine düştüğü çelişki, Luxemburg’unçok önceleri düşmüş olduğu o çelişkiyle eşdeğerdir. “Ya sosyalizm ya barbarlık”. Bubağlamda, dünyayı müthiş bir hırsla dolaşıp birşeyler anlatmaya dayalı olan o çabasını da boşunabir çaba olarak görmüyorum. Bununla bağlantılıolarak, Negri’yle Hardt’ın İmparatorluk’unugünümüzün Komünist Manifestosu olarakgörmesi de boşuna değil benim açımdan. Ulus de-vletlerin işlevselliğini yitirdiğini, emperyalizmaşamasının sona yaklaştığını (belki de bittiğini) veküresel olan sermayeye karşı da ancak ve ancakküresel bir eylem planıyla karşı konulabileceğini(Negri & Hardt, 2012) düşündüğü için de kendiniyerellikle sınırlandırmamaya çalışıyor diyedüşünmekteyim. Yani tekrar belirtmek gerekir kiZizek küresel sermayeye karşı ulusal eylemleayakta kalınamayacağını anladığı için bütündünyayı gezip durmaktadır bence. İşçiler Yu-nanistan’da sokağa çıktığında sen de aynı andasokaklarda olamıyorsan Türkiye’de, coca colafabrikasında kepenkleri kapatamıyorsan, o eylembaşarıya ulaşamayacaktır küresel sermayekarşısında. Ana sorun küresel eylemlere karşı halaulus sınırlarında kalınması sanıyorum Zizekçi

açıdan (“İmparatorluk”a gönderme yaparak).Zizek sadece bunun bile farkına varıp küreselçalışmalar yapması açısından zihin açıcıdır. Buyazıda Zizek’e dair yapılan genel eleştirilere kısabir şekilde değinmek ve Zizek’e dair kafalardagenel bir çerçeve kurabilmek amaçlanmıştır.Çünkü ileride değineceğim üzere, Zizek’e gelenen büyük eleştirilerden birisi yazdıklarını birdüzene oturtmak yerine, karma karmaşık bir üslupkullanmasıdır.

İlk olarak, Zizek’e atfen yapılan en yaygıneleştirilerden birisi, onun 68 hareketlerine dairolan olumsuz tutumu ve buna açık açık karşıçıkmasıdır. Ancak şunu da biliyoruz ki Zizek bunusöyleyen ilk kişi değildir. Marcuse’danhatırlayacağımız üzere, Marcuse öğrenci hareket-lerine destek verirken Bourdiou şiddetle karşıçıkmış ve Fransa’da öğrenciler arasında biraraştırma yaparak öğrenci hareketinin %90’ınınorta sınıf ailelerden geldiğini görmüştür (Marcuse,1972; Poloma, 1993). Çünkü 68 Fransa’sında işçisınıfının çocukları üniversite düzeyine gelmektezorluk çekiyorlardı. Ve buna dayanarak dedi kiBourdiou; onlar devrim falan yapamaz, onlareğitim reformunu aldıktan sonra kendi aileleri gibiorta sınıf bir aile kurar ve sistem devam eder.Şimdi Zizek 68’e devrimcilik bağlamında karşıçıkmakla haksız mı? Marcuse mu haklı yani?(Marcuse devrim öğrencilerden gelecek demiştiAmerika örneği için, Bourdiou Fransa içinkonuşmuştu tabii ki ve devrimi öğrenciler yerineişçi sınıfından beklememiz gerektiğinibelirtmişti).

Başka bir eleştiri, Zizek’i bir çizgiye

4

Page 5: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

oturtmanın zorluğudur çünkü karmaşık bir üslubasahiptir. Ona dair bildiklerimizden biri dekitaplarını yazarken ‘akademik düzen’ mefhumugibi bir kaygısının olmamasıdır. Marx’ın gençlikeserleri, hatta Kapital’i gibi onun da notlarşeklinde yazılar oluşturup daha sonra bunlarıbirleştirdiğini biliyoruz. Dolayısıyla Zizek’tenkonuşurken, onda bir sistem filozofu aramakboşunadır. Ki zaten son sistem filozofu olarakanılan şahsiyet o bildiğimiz meşhur Karl Pop-per’dir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortayaçıkan ‘post-modern’ diye tabir edebileceğimiz(‘edeme-yedebiliriz’, çok tehlikeli bir kavramçünkü bu, örneğin Deleuze kendini post-modernolarak algılamazdı çünkü post-modern kelimesibilerek anlaşılmamak için yazmak gibiçağrışımlarda bulunurdu) filozoflarda zaten sis-teme dair pek bir şey bulamayız. Ayrıca, zatenZizek o kuşağın ikinci veya üçüncü neslini temsiletmektedir. Ancak illa sistemli bir şey arayacaksakonda, Lacan’cı terimleri toplumsal alana aktarmakbağlamında bir sisteme işaret edebilirizsanıyorum. Tabii ki tam bir sistem filozofudeğildir çoğu yerde alternatif sistemler üretmektenkaçınır ama bir olguyu aldığınızda Zizek’in Lacanokumasına göre tık tık kavramlara oturtabilirsiniz.Bu bağlamda -aslında- gündelik politik hayatadair de somut şeyler söyleyebilmektedir Zizek. Birdiğer nokta ise, Zizek’in ütopik konuşan bir yazarolmaması (“Şarlatan” olabilir ama söylediği şeylergündelik eylem pratiğine ve olgulara dairdir).Başka bir deyişle, ütopik olmaktan çok gerçekçive yapılabilecek gerçek eylemler hakkındakonuşuyor olması ve şu anda da ‘kapitalizm değilama nasıl bir komünizm olabilir’ hakkındadüşünüyor olması, ve keza henüz 60 yaşlarındaolup tamamlanmış bir felsefeye sahip olmaması,ona dair olacak eleştirilerimizin dozajını da biraz

Ortodoks Marxist çevrelerden gelen en önemli eleştirilerden birisiise Zizek’in tarihin (üretim fazlası olan tarihin) dinamiği olan sınıfsavaşımını küçümsüyor oluşudur. Aslında burada Zizek açısındanbir yanlış anlaşılma olduğunu düşünmekteyim çünkü Zizek sınıf

çatışmasını radikal bir şekilde savunur fakat günümüz kapitalist sis-teminin gelmiş olduğu özgül bir noktaya parmak basarak başka bir

şeyden daha bahseder, “proleter olamamak”.

5

Page 6: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

hafifletecektir sanıyorum.Bunun yanında, Zizek bir anti-hümanist mi

bunu bilmiyorum fakat açık bir şekilde savaşıöver. Ancak bizim bu argümanı gördüğümüzdeyapmamız gereken şey ‘hümanist’ reflekslerlesaldırmak mı yoksa argümanın içeriğine eğilip nesöylemeye çalıştığını anlamaya çalışmak mı? Buargüman Lacan’cı bir kavramın (durumun) politikhayata bire bir aktarılmasıdır aslında. Çünküsavaş, günlük rutinimizden bizi uyandırıpsarsılmamızı ve bir takım şeylerin farkınavarmamızı sağlar (Zizek, 2009). Lacan’da da keza

analiz sırasında analizan (hasta kelimesini kullan-maktan kaçınıyorum ama onun yerinekullanıyorum) susmaya başladığında bastırdığı birtakım şeylerin farkına varmaya başlamıştır ve buLacan’a göre analizin normal seyridir çünkü budurum analizanı gündelik hayatın dilinden kur-tararak bilinçdışına doğru sürükler. Dolayısıylasavaş ya da yıkım (ya da devletin toplukatliamları) bir karşı örgütlenme için yol açabilirtıpkı 1. Dünya Savaşı’nda Rusya’da olduğu gibi.Ortodoks Marxist çevrelerden gelen en önemlieleştirilerden birisi ise Zizek’in tarihin (üretimfazlası olan tarihin) dinamiği olan sınıf savaşımınıküçümsüyor oluşudur. Aslında burada Zizekaçısından bir yanlış anlaşılma olduğunudüşünmekteyim çünkü Zizek sınıf çatışmasınıradikal bir şekilde savunur fakat günümüz kapi-talist sisteminin gelmiş olduğu özgül bir noktayaparmak basarak başka bir şeyden daha bahseder,“proleter olamamak.” Zizek, örgütsüz ve sınıfsızbir kesimin de bugün büyük bir çoğunluğa sahipolduğunu belirtmektedir. İşsizler -proleter olmayıgeçtim- işçi bile olamamaktadırlar Zizekçi tabirle.Onların en büyük arzusu işçi olup sömürülmektir,yani bu bağlamda düşündüğümüzde sömürülmekonlar için bir tehlike olmaktan çok arzu duyulanbir şey halini almıştır. Dolayısıyla klasik Marxistaçıdan düşündüğümüzde işsizlerle proleterolanları tek bir parti altında toplamak ve hepsiniişçi sınıfının bir neferi saymak pratik eylem fikriaçısından “imkansız” gözükmektedir. İmkansızkelimesini değil de güç kelimesini kullanmakdaha doğru olur sanıyorum, yani bu durumdaimkansız değil güç gözükmektedir. Bunun içinfarklı bir eylem türüne ihtiyacımız olduğu daaçıktır. Zizek’e göre eylemin yönü de bu taraftanolmalıdır keza. Bunları görmeden klasik teoridekiproleter tanımında ısrar etmek ise -yine Zizek’çiaçıdan- olacak bir şey gibi gözükmemektedir. Okadar işsizin proleterlikle alakası olmadığınıgörmezden gelip hala yalnızca proleterleri (aktifişçileri) örgütlemeye çalışmaya çabalamak iseolsa olsa ‘yanlış eylem’ olur Zizekçi terminolo-jiyle (Ya da ‘eksik eylem’ desek daha doğru).Özetle söylemek gerekir ki -Zizek’çi açıdan-sınıfsız ve örgütsüz işsiz kesimin proleter hislertaşımadığı ve bu kesimin de devrime şu an birkatkısı olmayacağı açıktır. Çünkü onlar içinsömürülen bir işçi olabilmek bile arzu duyulan bir

6

Page 7: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

şeydir ve bu -deyim yerindeyse- sınıf atlamakla eşdeğerdir. Sonuç olarak diyebiliriz ki, bir proleterolarak sınıfına sahip çıkmayı geçtim işsizler şuanki işsiz/parasız durumlarıyla sömürülmeyiarzulamaktadırlar.

Bir diğer konu ise Zizek toplumsalla birey-seli ve kültürel olanı ayırt etmez. Genel anlamdahaklıdır. Simgesel sistem eşit biçimde olmasa daeşite yakın bir biçimde baskılar herkesi. Ancakeşit görmesi bence talihsizliktir, çünküNorveç’teki baskıyla Türkiye’deki baskı hiçbirzaman eşit olamaz. Bunu da bence Lacan’ın sondönemlerinde kültürcülük akımından uzaklaşıpevrenselci -yapısalcı bir çizgide ilerlemesinebağlıyorum, Lacan etkisi yani. Ayrıca, bireyselletoplumsal olan ise klinik açıdan aynı şeye tekabületmektedir Zizek açısından. Zizek Freud’un bireyüzerinden toplumu anlamak eylemini de yerle biredip aralarında bir fark olmadığını belirtmektedir.Ama şurada da hak vermek gerekir ki bireyselsemptomla toplumsal semptom bir şekilde para-lellik göstermektedir (Zizek, 2011).

Ayrıca, Zizek’e yapılan eleştirilerden birdiğeri onun ‘konformist’ olduğudur (İçimdenhangimiz değiliz ki demek geliyor). Bana görekonformist demek Zizek’e büyük haksızlık olur.O sıradan eylemleri ya da ‘yanlış eylemleri’ kon-formizm olarak algılıyor. Bunun dışında politikayıakla sonradan gelen bir şeymiş gibi konuştuğunusöyleyen yazarlar da mevcuttur (bu eleştirilerdenbiri için; Savran, 2012). Şimdi Zizek’in politikateorisyeni mi yoksa kültürel çalışmalar alanındaçalışan bir edebiyatçı mı olduğu üzerindentartışma yürütmek anlamsız gözükmektedir çünküZizek yazıyor ve bence politik değerlendirmeleriçöpe atılası değerlendirmeler de değil. AyrıcaZizek’in dogmatik bir Lacan’cı olduğunu söyleye-bilirim hatta bir konferansında kendisi de bunukabul ediyor. Ancak Zizek’in birincil ilgialanının/amacının Lacan’ın psikanalizindekiçıkmaz noktaları bulup geliştirmek değil, onunkavramlarını politika zeminine taşımaktır. Bubağlamda Zizek’te örtük olarak Lacan yerineMarx ağır basar.

Zizek’e gelen eleştiriler bilmeniz gerekir kisağlı sollu, dört bir yandan gelmektedir. Şimdi biryenisini daha ekleyelim. Zizek anti-kapitalistharekete politik merkeziyetçilikten yoksun olduğugerekçesiyle saldırdığı şeklinde de eleştirilir. Peki

o zaman sorarım neden bir öngörüleri bile ol-madan susarak eylem yapan Wall Streetİşgalcileri’ne destek veriyor? Çünkü susmalarıiktidarın dilini konuşmaktan iyidir Zizek’e göre,yani politik bir merkeziyetçilik aradığınısanmıyorum. Arasaydı herhalde öncü bir parti üz-erinden giderdi. Ayrıca kişisel fikrime göre arasabenim açımdan (Zizek’e kendimi yakın hisset-mem açısından) daha iyi olurdu.

Zizek’in internet ortamında oldukça fazlakonuşması mevcuttur ve bu konuşmaların büyükbir çoğunluğunda söz döner dolaşır ve Zizek şunusöyler: “Evet ben radikal bir solcuyum” (Yes, I ama radical leftist). Ancak şuna da dikkat etmekgerekir ki Zizek aslında radikal solcuyum derkenbüyük bir ironi yapmaktadır. Ben Zizek MimarSinan’a gelip konferans verdiğinde oradaydım veoradaki konuşmasından ve internet üzerindekikonuşmalarından “yes, I am a radical leftist”derken ki vurgusu bunun müthiş bir ironi olduğugösterdi bana. Asıl radikal solculara karşı “sizhiçbir şey değilsiniz burada bir radikal solcu varsao da benim” demeye götürmekte işi benimgördüğüm kadarıyla.

Bu yazıda değineceğim Zizek’e dairyapılan eleştirilerden sonuncusu ise onun radikalbir solcu olmamasına rağmen neredeyse radikalbir Stalinci olduğudur (eleştiri, ironisini kendiiçinde taşıyor sanıyorum). Zizek Stalin’i övüyordiye onun laflarını doğrudan algılamak yerine -filozofa hakkını vererek- dediği her lafta bir ironiaramamız gerekiyor sanıyorum ki keza Zizek’eyakıştırılan “Şarlatan” benzetmesi de buradangeliyor olsa gerek.

KaynakçaMarcuse, H. (1972). Counterrevolution and Re-volt. Beacon Press, BostonNegri, A. & Hardt, M. (2012). İmparatorluk(Çev. Yılmaz, A.). İstanbul. Ayrıntı YayınlarıPoloma, M. (1993). Çağdaş Sosyoloji Kuramları(Çev. Erbaş, H.). Ankara. GündoğanYayınları.Sungur S., “Filozof meddah”, BirGün, 5 Şubat2012Zizek, S. (2009). Biri Totalitarizm mi Dedi?(Çev. Nalçaoğlu, H.). Ankara. Epos YayınlarıZizek, S. (2011). İdeolojinin Yüce Nesnesi (Çev.Birkan, T.). İstanbul. Metis Yayınları

7

Page 8: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

8

Öncelikle belirtmek isterim ki bumetindeki amacım, başlıkta geçen üç kavramıöncesinde açıklamak ve ardından aralarında birbağlantı kurmak şeklinde bir yol izlemeyecektir.Çünkü hak vereceksinizdir ki, (arkeolojinindiğerlerine nazaran daha net bir tanımlamasıyapılabiliyor olması dolayısıyla) özellikle felsefeve sanat tanımları, toplumdan topluma ve hattakişiden kişiye değişiklik gösteren ve değişiklik

göstermeleri doğrultusunda da farklı biçimlerdeişlevselleştirilen iki olgudur. Bu bağlamda bu üçkavramın ne olduğunu açıklamaktan ziyade bu üçkavramın ilgi alanlarının ne olduğu konusunda biryol izlemenin daha doğru olacağı görüşündeyim.Fakat yine hak vereceksinizdir ki bende kendiadıma bu üç dalı inceler ve aralarındakibağlantıları sizlere sunma uğraşımına girerken, el-bette ki uygun bulduğum tanımlamaları kendimereferans almak durumundayım. Bu bağlamda dametindeki amacım, ilk olarak felsefeyi ve sanatıkendi karşılıklı dinamizmlerinin doğrultusundaele almak ve ardından da bu ikili dinamizminarkeoloji bilimi ile olan ilişkisini göstermeyeçalışmak olacaktır.

Bu noktada –yukarıda da belirttiğim gibi-kendime “felsefe nedir?” şeklinde bir soruyu çıkışnoktası olarak almaktansa, “felsefenin konuedindiği alan nedir/nelerdir?” şeklindeki birsoruyu çıkış noktası olarak almanın doğruolacağını düşünüyorum. Felsefe; Prof. Dr. BetülÇotuksöken’in tanımlaması ile; “(insanın bilgikonusu haline getirdiği) her şeyi kendine konuedinebilir.”(1) Yine Çotuksöken’e göre “felsefe,düşünmenin var olanla kurduğu bir türilişkidir.”(2) Bu tanım felsefenin sanatla ilişkisibağlamından incelendiğinde aslında sanatın ürünüolan sanat eserinin (yani nesnenin), felsefidüşünümden önce geldiğini söylemektedir. Bu-rada hangisinin daha önce geldiği üzerine birtartışma başlatmak niyetinde değilim. Çünkü bu

Üstüngel [email protected]://twitter.com/ustungelari

Arkeoloji’nin Felsefe ve Sanat ile İlişkisi*

*Bu yazı Aratos Dergisi Temmuz-Ağustos (2012) sayısındayayınlanmıştır

Page 9: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

9

tartışma girişimi, her iki taraf açısından da çeşitliörneklerle desteklenebilir bir “tavuk-yumurta”ilişkisi gibi, bir sonuca varılmak yerine sürüpgiden döngüsel bir ifade etme çabasınadönüşecektir. Ancak bu ilişki bağlamında ver-ilebilecek olan en erken örneği, yani Platon’u bunoktada hatırlatmak gerekir. Platon’a bakacakolursak görebiliriz ki o, var olandan (yani toplum-sal yapıdan) yola çıkarak kendi ideal Devlet’inikurma girişiminde bulunmuş ve yine bu süreçte,yine var olandan (sanat eserlerinden) yola çıkarakda sanatın ne olduğuna ve işlevine dair fikirlerüretebilmiştir.(3)

Peki öyleyse, “sanat” kendine neyi konuedinir? Sanat da aslında tıpkı felsefede de olduğugibi, birçok şeyi (burada, yukarıdaki tanımdakigibi “bilgi konusu haline getirdiği” şeklindekiifadeyi kullanmaktan çekindiğimi belirtmek is-terim) kendisine konu edinebilir. “Sanat diye birşey yoktur aslında. Yalnızca sanatçılar vardır”(4)demektedir Sanatın Öyküsü adlı kitabının girişcümlesinde Gombrich. Bu önerme tıpkı “dünyaüzerinde ne kadar insan varsa o kadar da dünyavardır” şeklindeki önerme ile benzerlik göster-mektedir. Çünkü her sanatçı, elbette ki kendindenönceki sanatçılardan belirli bir birikim ediniyorve belirli ölçüde bir miras alıyordur ancak, yinede her sanat yapıtı -bazı genellemeci kalıplaraltında incelenebiliyor olsalar da- aslında tama-men kendine/sanatçısına özgüdür. Fakat sonuçitibariyle sanat ve felsefeyi bir çatı altına alabile-cek olan temel kavram bana göre “sorun/sorunetme” kavramdır.

Sanatçı da filozof da, fikirleri ve eserleribirbirlerinden olabildiğince çok farklılıklargösterseler de aslında temelde, ikisi de, kendiler-ine bir şeyi “sorun eden” insanlardır. Yani yine eneski örneklere bakacak olursak, nasıl ki Platonkendisine “adaleti/doğruluğu” sorun ederek birideal devlet kurma girişiminde bulunduysa,sanatta da örneğin yine antik dönem

sanatçılarından biri olan Polykleitos da idealistdüşünce yapısı ve Pythagoras’çı etkiler sonu-cunda(5) kendine “heykelde oran”ı sorun etmişve kanon adlı bir eser meydana getirmiştir.(6) Bubağlamda aslında, Şahin Yenişehirlioğlu’nun,felsefe ve sanatın, belli kısımları birbirine geçmişfakat buna karşın birbirlerinden soyutlanamayaniki daireyi ortaya koyduğu ve felsefe ve sanatınöğelerinin ister istemez birbirlerinin alanlarındayer aldıkları(7) şeklindeki ifadesi, oldukça anlamkazanmaktadır.

Peki arkeoloji, bu ikili ilişkininneresindedir? Bu noktada arkeolojinin neliği üz-erine bir tanımlama yapmak ve “var olan arke-oloji” ile “algılanan arkeoloji” arasındaki farkıöncelikle bir ortaya koymak için, Prof. Dr.Mehmet Özdoğan hocadan bir alıntı yapmanındoğru olacağını düşünüyorum:

“Geçmiş dönemleri inceleyen birçok bilimdalından biri olan arkeoloji, sıradan birçok insaniçin geçmiş dönemlerde yapılmış olan güzel ve il-ginç şeyleri bulmaya çalışan, gizemli olaylarladolu, bilim ile serüvenin birbirine karıştığı, heye-can verici olaylar içeren ‘tuhaf’ bir meslekalanıdır. Toplumda ‘arkeolog’ sözcüğü de, genel-likle paraca değerli güzel eserlerin peşinde olanve gizemli bir şekilde bulduklarını hırsızlardankorumaya çalışan, bunu yaparken de tozuntoprağın içinde debelenen maceraperest-münec-cim tiplemesiyle özdeşleşmektedir. Biraz daha bil-inçli olanlar için ise, arkeoloji ve arkeolog,turistik gezilerde görülmesi gerekli olan yerleriortaya çıkartan, müzeleri göze güzel gelecek nes-nelerle doldurmakla yükümlü görevliler şeklinedönüşür. Parasal değeri olan nesnelerle uğraştığıiçin de, potansiyel zanlı durumundadır. Eğerarkeoloji toplumumuzda algılandığı gibi bir bilimolsaydı, bir bilim dalı değil, ancak hobiolurdu.”(8)

Öyle ki Nietzsche, Satyr imgesinin, kaynağa ve doğal olanakarşı duyulan bir özlemden doğduğunu ifade etmiştir. Aslında

Grek “çağdaş” insanının Satyr imgesi, çağdaşlıktan önceki -Nietzsche’nin deyişiyle- “orman insanının” peşine

düşüşünün bir dışavurumudur.

Page 10: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

10

Keza bu noktada bakılacak olursa, aslındaarkeoloji elbette ki “güzel”(!) sanat eserleri ile deuğraşmaktadır, ancak kapsamını sadece bununlasınırlamak, bir bilim dalı olan arkeolojiyehaksızlık etmek olacaktır. Toplum tarafından birdiğer algılanış biçimi ise, arkeolojinin bir “kazıbilimi” olduğu yönündedir. Oysa ki kazı, yalnızcaarkeolojinin bilimsel çalışmalarında kullandığı biryöntem/araç niteliğindedir. “Arkeoloji” ke-limesinin kökenine bakılacak olursa görülecektirki, arkeoloji, eski Yunanca’nın “Arkhaios”(eski)ve “Logos”(bilim) kelimelerinin birleştirilmesi ileoluşmuş bir “eskinin bilimi” anlamına gelmekte-dir.(9)

Bu bağlamda aslında diyebiliriz ki, arke-oloji, kazılardan elde ettiği buluntularıdeğerlendirirken, -tüm buluntular için olmasabile- sanatsal değeri olan buluntuları inceleme veanlamlandırma noktasında sanat ile bir ikili ilişkiiçine girmektedir. Öyle ki, sanat eseri, sadecesanatçının kişisel düşüncelerini yansıtmanınyanında toplumsal psikolojiye de bir ayna tutmaişlevi görmektedir.(10) Bu bağlamda da aslında“eskinin bilimi” olması dolayısıyla tarihsel süreç-leri de bilen arkeolog, kazı yahut yüzeyaraştırmalarında elde ettiği buluntuları, toplumsalpsikolojiyi, toplumsal psikoloji ile paralellikgösteren düşünsel yapı ve felsefeyi de iyi bildiğiölçüde, farklı perspektiflerden yola çıkarak in-celeyebilecek ve anlamlandırabilecektir.

Bu noktada –metnin sonuna yaklaşırken-bir örnek vermenin faydalı olacağınıdüşünüyorum. Örneğin Yunan mitolojisindekiSatyrler ve Silenleri ele alalım. Dionysos alayındayer alan ve gövdelerinin belden üstün insan,belden aşağısı ise at ya da teke biçiminde olan bucinlerin plastik sanatlarda ve resimlerdecanlandırıldığını görürüz.(11) Bu noktada önce-likle mitolojinin, toplumsal gerçekliği yansıttığıdüşüncesi ile konuyu ele almamız gerektiğininbilincine varmamız gerekmektedir. Keza uluslarındoğası hakkında araştırma yapmak istiyorsaköncelikle onların mitolojilerine bakmamızgerektiğini söyleyen Vico’ya göre, mitolojianlamsız birtakım boş hikayeler değildir.(12) Budoğrultudan bakılacak olursa görülecektir ki, birbuluntu haline getirdiğimiz nesnede Satyr betim-lemesi ile karşılaştığımız noktada artık salt arke-olojinin değil, sanatın da sınırları içine girmiş ve

sanatın sınırları içine girmiş oluşumuz ile de aynızamanda toplumsal psikolojinin, düşünüm biçi-minin ve dolayısıyla felsefenin de sınırları içinegirmiş bulunmaktayız. Peki bu doğrultuda arke-olog olarak elde ettiğimiz buluntuda geçen Satyrbetimini nasıl yorumlamamız gerekir? İşte tam dabu noktada felsefe yardımımıza koşacaktır. (El-bette ki yardımımıza koşacak olan felsefe debizim kendi kişisel felsefi ilgimiz ve eğilimlerimizile belirlenecektir, ancak bu şuan için konumuzdışıdır.) Bu noktada arkeolog olarak kendimize -örneğin- Nietzsche’yi referans aldığımız anda, -yani felsefeyi de işin içine dahil ettiğimiz anda-artık bu üç kümenin kesişim alanı içinegirdiğimizi söyleyebiliriz. Öyle ki Nietzsche,Satyr imgesinin, kaynağa ve doğal olana karşıduyulan bir özlemden doğduğunu ifadeetmiştir.(13) Aslında Grek “çağdaş” insanınınSatyr imgesi, çağdaşlıktan önceki -Nietzsche’nindeyişiyle- “orman insanının”(14) peşinedüşüşünün bir dışavurumudur. Yani aslında“yapay” olan modern/uygar yaşam karşısındainsan, kendi içindeki doğal olan ilkellik vehayvansallık özlemini Satyr imgesi ile açığaçıkartmıştır Grek dünyasında.

“Tragedya, olayların sürekli batışı içinde, varoluşçekirdeğinin sonsuz yaşamına karşı duyduğugerçek ötesi avunmayla nasıl ortaya çıkmışsa,Satyr korosunun simgeselliği de önceleri bu kendikendine varlıkla görünüş arasındaki temelilişkinin benzerliği içinde, öyle belirdi. Ona göre

Page 11: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

11

çağdaş insanın şu kırsal kesime özgü kişisi de ekinyanılsamalarının doğadan kaynaklanan vegerçeklik taşıyan bir birikimidir. Dionysos’cadavranan Grek insanı gerçekliği ve doğayı en yük-sek gücü içinde görmek ister; Satyr’in varlığında büyüye kapılmış olarak görünür.”(15)

Felsefe ve sanat ile arkeoloji biliminin ilişkileriadına verilen bu örnek elbette ki farklı örnekler ilede çeşitlendirilebilir. İşte bu bağlamda da sonolarak söylemek isterim ki; arkeolog olmasıdolayısıyla tarihsel süreçlere hakim olması bekle-nen arkeolog, aynı zamanda kendini felsefi birbilgi birikimi ile de donattığında, eski zamanlarınbir nevi kitapları/yazıları olarak nitelendirilebile-cek olan sanat eserlerini, tek bir bakış açısıylaokumak ve olaylara tek bir noktadan bakmak yer-ine, kendini geliştirip bakış açısını arttırdığıölçüde daha geniş bir perspektiften olaylarayaklaşabilecek ve her ne kadar “mutlak” doğruyaulaşamayacak bile olsa, -ya da doğrusununmutlaklığını kanıtlayamayacak olsa da- “enazından” tek bir noktadan bakmaya kıyasla dahadoğru sayılabilecek bir biçimde, buluntuya dairtarihsel, sanatsal ve felsefik “okumasını” yapa-bilecektir.

Notlar(1) Çotuksöken 2000: 24(2) Çotuksöken 2000: 15(3) Bkz. Platon 1999: 10. kitap(4) Gombrich 2009: 15(5) Demiralp 2009: 67(6) Demiralp 2009: 72(7) Yenişehirlioğlu 2000: 85(8) Özdoğan 2006: 43(9) Atasoy 1999: 1(10) Yenişehirlioğlu 2000: 90(11) Erhat 2008: 268(12) Akkaş 2008: 83(13) Nietzsche 2002: 91(14) Nietzsche 2002: 91(15) Nietzsche 2002: 92

KaynakçaAkkaş 2008: Sema Önal Akkaş, Mit ve Felsefe,Milli Folklor, Yıl 20, Sayı 77, 2008, 83-88Atasoy 1999: Sümer Atasoy, Arkeolojiye Giriş,Anka Yayınları:5, İstanbul, 1999.Çotuksöken 2000: Betül Çotuksöken, FelsefiSöylem Nedir?, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2000Demiralp 2009: Didem Demiralp, SanatınıÇağının Felsefesi Işığında Biçimlendiren BirHeykeltıraş: Antik Yunanlı Polykleitos, GaziÜniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat veTasarım Dergisi, Sayı 2, Aralık 2008, 67-80Erhat 2008: Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, RemziKitabevi, İstanbul, 2008Gombrich 2009: E.H. Gombrich, Sanatın Öyküsü(çev. E. Erduran, Ö. Erduran), Remzi Kitabevi, İs-tanbul, 2009.Nietzsche 2002: Friedrich Nietzsche,Tragedyanın Doğuşu (çev. İ.Z. Eyuboğlu), SayYayınları, İstanbul, 2002.Özdoğan 2006: Mehmet Özdoğan, ArkeolojininPolitikası ve Politik Bir Araç Olarak Arkeoloji,Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2006.Platon 1999: Platon, Devlet (çev. S. Eyüboğlu,M.A. Cimcoz), Türkiye İş Bankası KültürYayınları, İstanbul, 1999.Yenişehirlioğlu 2000: Şahin Yenişehirlioğlu,Felsefe ve Sanat (Birinci Kitap) Düşünce Koz-mosu (İkinci Kitap), Ümit Yayıncılık, Ankara,2000.

Page 12: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

12

Fantastik EkonomiKORKUNÇ ATMOSFERLERİN ÖZÜNDE YATAN

BİREY’İN GELİŞİM SÜRECİ ÜZERİNE…

Burak BAYÜ[email protected]

1.BÖLÜM:ÇOCUKLAR ORMANA BIRAKILMAKÜZERE…

Modern çocuk edebiyatındaki sosyal sorumluluk-lar, yetişkin olmak ve ekonomik kalıplarla sınıfatlamak, iyi ile kötü arasındaki ilişki gibi geçişkenözellikler taşırlar. İlk özellik ebeveyndir. Öyle kiebeveynler çocuklarına ciddi bir travma yaşatarak,onları ekonomik sınıftan öte yokluğun ortasındabir başlarına bırakırlar. Hansel ile Gretel’in pastaeve ulaşana kadar ki ormandaki yalnızlıkları,ekmek kırıntıları ve çakıl taşları serpiştirmeleri,Kırmızı Başlıklı Kız’ın büyük anne rolündeki kurtile karşılaşmasına kadar olan sürecine eşdeğerdir.“Git ve kendi yolunu bul”dan öte “git ve kendihayatını kendin kazan” diyen bir ebeveynbasıncında travmaya varmak (kurt da, pastaevdeki cadı da travmadır) için ormanın ürperticipatikalarından geçmek zorunludur. Yine detravmanın kendisinin ve en etkin rolünün, or-manda kaybolmaktan ve yine ormanın derinlik-lerinde aç kalmaktan daha yararlı (ironikgörünmektedir) sonuçlar vereceğini bu yazıdainceleyeceğiz. Öyle ki fantastik boşluk olarakadlandıracağımız çocuk birey ile kendi yolunubulmak için ekonomi metaforlarıyla tanışan çocukbirey ve hatta travmayla artık olgunlaşmış yetişkinarasındaki farklar en etkin bir şekilde bu tabirledile gelebilecektir. Ebeveynin kendi ekonomik statüsünden ziyadeçocuklarının ekonomik statüsüyle ilgilenen yapısıfantastik boşluğa yol almada tetikleyici etkendir.Günümüzde salt iyi ile salt kötü arasındaki belir-

sizlik, aile yapısında ekonomik koşullar altındaele alındığında belirsizlik değil (olup olmaması daönemli değil), sadece bir başlangıç noktasınıoluşturmaktadır. Çünkü fakir ile zengin arasındakifark henüz çocuğun ideolojisine yansımamıştır.Bu yansıma gerçekleşmediğinden kendini or-manda ailesinin gelir düzeyinin onu yetiştirmeyemüsait olup olmadığını sorgularken bul-a-mayacaktır. Fantastik boşluğun içindedir artık. Buboşluğu irdelemek için ikinci özelliğe geçmekgerekmektedir.

2.BÖLÜMÇOCUKLAR ORMANDA…

İkinci özellik ekonomidir. Ekonominin bu boşluğunasıl doldurduğu ve hangi fantastik buluş ile yerdeğiştirdiği, hikayelerin korkutucu olmamekanizmasını çalıştırır. Çoğu da toplumsal tra-jedilerin yansıması olarak vuku bulurlar vedışarıdaki dünya, ekonomi ve materyalizmdir. Trajedinin kendi somutluğunu yansıttığı fantastikortam için bir doğum süreci gerek o halde. Budoğum süreci de çocuk karakterde biriken ve ko-rkuya dayanma gücüne tanıklık edecek birfarkındalık; yani ekonomi çocuğa yansıdığında,onunla baş edebilecek denli güçlü bir silah olanfantastik inanışların yüceltilmesidir… Çocukbirey bir cadının, bir canavarın ne olduğunu en iyiailesinin yanından ayrılmak zorunda kaldığızaman anlayacaktır. Ailesinin yanındaykenduyduğu cadı, canavar, hortlak ve hayalethikayeleri, ekonomik güvencenin altında (birlokma da olsa çocuğa verilmiştir bu güne kadar)

Page 13: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

13

yüceltilmesi zor olan kurgulardır. Yahutinandırıcılığı yoktur çocuk birey için. Bu durumda çocuk karakterin ekonomi ile ilketken olarak tanışması mecburi değildir; yine deekonominin ona ebeveyn vasıtasıyla yansıtılmasımecbur olduğu gibi, aynı zamanda fantastikolanın iktidarı için ekonomi ile çocuk arasında birboşluk oluşmalıdır. Boşluk dememizin sebebi,çocuğun ekonomi metaforlarını yansıtmaklagörevli olan fantastik karakterleri ilk halleriyle(ekonomi metaforları olduğunu bilmeksizin)tanımasından ötürüdür. Yani çocuk birey için cadıçirkin olur, çocukları yer yahut Kırmızı BaşlıklıKız’daki kurt zararlı ve yırtıcı bir hayvandır.Ondan uzak durulmalıdır. Öldürücüdür. Bu fan-tastik karakterler tabii ki bir müddet sonraduyduğu masallardan farklı olduklarını göstere-ceklerdir. Artık ilk halleri değil, yavaş yavaşçocuğun da farkına varmaya başlayacağı ekonomimetaforları kendini belirginleştirecektir. İşte fan-tastik kurgu, bu ekonomi boşluğunun içindekendine yer bulacaktır. Bu kurgunun sonunda fantastik düzen içinde eldeedilen hakimiyet ve iktidar, ekonomiyle olan biranlaşma niteliği taşıyacaktır. Ancak bu anlaşmayavaran savaşım, şizofrenik bir soyutlama ve tamtersi olan maddi dünya ile değil, fantastik karak-terlerin ve elementlerin ekonomi metaforlarınıcidden bünyelerinde barındırmasıylasonlanacaktır. Bana göre çocuk karakterin ilketken olarak ekonomik farkındasızlığı ne kadargenişse, fantezi düzeyindeki farkındalığı da okadar geniş olacaktır. Hikayelere fantezidüzeyinde baktığımızda, çocuk artık cadı ve hay-alet gibi fantastik öğelere inanmayı kabullenmeklekalmaz, onları deneyimler, zararlarının neolacağını bilir ve en önemlisi onları yenebilmeninyollarını kendi başına keşfeder. Olumlu ya da olumsuz pek çok faktörden ötürüçocuklar tüketim toplumlarında (maddi hayatta)gruplaşmaktadırlar. Alt-kültür dediğimiz birgruplaşmadır bu. Bunun ne derece bir sorun olupolmadığı konumuz dışındadır. (Biz fantastikevreni inceliyoruz.) Fantastik evrende ise çocuklarkendilerini daha çok bir birey olarak kanıtlamakzorunda olduklarından, ekonominin fantastikevrendeki metaforları çocuk karakter üzerinde çokdaha hakim olacaktır. Çocuk karakterin bir kardeşiolabilir, çok yakın bir arkadaşı yanında bulunabilir

ve hatta bir sürü çocuk Harry Potter ve NarniaGünlükleri serilerinde olduğu gibi birlikte hareketedebilirler. Yine de her bir çocuk ilk önce kendiyetilerinin farkına varmak ve bu yetiler bir diğerbirey de olmadığı için grubundan ziyade öncekendini geliştirmek zorundadır. Sonra bu şekildesadece kendini değil, grubunu da ve hatta tümdünyayı kurtarması bile mümkündür. Bu fantastikbir adalettir esasen.

3.BÖLÜM:ORMANDAN ÇIKIŞ…

Fantastik karakterler de bir yerden sonra “artıkbunu sen başarmalısın, yalnızsın” diyerek çocukkarakterleri yazgılarıyla baş başa bırakırlar. Ancakbunu sorumluluk almayan ebeveynlere nispetenyaparlar. Genel geçer kanıyla optimist olan çocukedebiyatı da bu yazgıyı başarıyla sonuçlandırır. Çocuk karaktere gelecek için yatırım yapanebeveynlik sistemi ekonomi ile ne kadaryoğrulursa, fantastik olan muhalefetin de o kadargüçlendiğini vurgulamak istiyorum. Çocuğubasma kalıp burjuvalaştırma hikayesi modernçocuk edebiyatında tercih edilmemiştir zaten.Korku metinlerinde de var olduğu gibi karakteri

Page 14: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

İnsanlar okumayı öğrenmenin insanoğlunun ilerlemesine kanıt teşkil ettiğini düşünmeyealıştırıldı. Okuma-yazma bilmeyenlerin oranının düşmesini hala büyük bir zafer olarakkutluyorlar; okuryazarlık oranı düşük olan ülkeleri lanetliyorlar, okumanın özgürlüğegiden yol olduğunu düşünüyorlar. Bütün bunlar tartışmaya açıktır, çünkü önemli olan

okumayı başarmak değil, kişinin okuduğunu anlaması, anladığını aktarması ve okuduğunu yargılayabilmesidir. Bunun dışında okumanın bir anlamı yoktur.

- M.Mcluhan

14

çevreleyen ortam, bu boşluğu mümkün olduğuncauzatmasıyla bu metinleri birer seri haline ge-tirmektedir. Sadece farkındalık değil, bu sistemüzerinde iktidarını kurma bilinci de çocuk karak-ter üzerinde etkin bir rol oynamalıdır çünküfarkındalık sadece hayatı idare ettirmek içindir,ama iktidar, bu sistem üzerine söz söylemehakkını doğurur. Bu nedenle fantastik olan,coğrafyadan coğrafyaya farklılık gösterir ve özel-likle iyi ile kötü olmaları görecelidir.

Yukarıdan yola çıkarak ailenin çocuğutoplumsal sınıf kalıplarına göre yetiştirmeçabalarının modern çocuk edebiyatında tercihedilmediğini vurguladığımızda geçişken biryapının da temelini zorlamış oluruz. O halde iyiile kötü arasında da ekonomi temelli birgeçişkenlik olmalıdır. Bayan Frisby ve GizemliKurtarma Ekibi bu geçişkenlikte çok başarılı birrol oynar. Bir karaktere salt iyi ve kötü demekekonomi metaforları altında da mümkün değildir.Bir menfaat altında; çıkarcı yaftasınıyapıştırmadan, rolünü üstelenen ve haklı olarakemeğinin karşılığını almak isteyen karakteriamacına ulaştırmak lazım. Bu süreçte karakterinsadece iyi ya da kötü yanlarına değil, tamamen

kendisine yoğunlaşırız. Bu da bizi ütopik birkarakterden uzaklaştırır ve realist bir karakterlebütünleştirir. İşte fantastik ekonomi altındaincelediğimiz boşluk bir kez daha karşımıza çıkar:Karakterlerin amacına giden uzun ve zorlu yol-unda onun bir karakter olduğunu belli edecek veekonomi metaforlarıyla bezenecek bir boşluk.Ancak çocuk karakterin veya diğer baş karakter-lerin (fabllardaki hayvanlar veya mitolojik figür-ler) bir gelişim, dolayısıyla bir değişim yaşamasıgerektiğini unutmamalıyız. Yani bu boşluktaekonomi onu elbette ki önceki konumundan farklıbir yere getirecektir: Bilinçlenmiş ve söz sahibi bir birey haline. Bu bilinçlenmeye varan yolda tıpkı Bayan Frisbyve Gizemli Kurtarma Ekibi’ndeki gibi kimin iyiveya kimin kötü olduğuna ancak bu bilinçlenmegerçekleştikten sonra karar verilebilinir.

---

Reynold, Kimberley: Changing Families In Chil-dren’s Fiction, The Cambrige Companion ToChildren’s Literature, Ed. M. O. Grenby, AndreaImmel, Cambridge University Press, 2009.

Page 15: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

15

Sınıf vurgusu, bilinç ve devrim

Ferit [email protected]

Diyalektik, maddecisinden olanı, hala daha ilaçgörevini yürütebilmektedir. Değişimin kendinehas yapısı diyalektik materyalizme de sirayetedebilmiştir. Bu noktada, sermayenin üst düzeyörgütlenme araçlarına sahip olduğunu da gözönünde bulundurarak, sınıf kimliği hakkındabirkaç noktanın önemine değinmek gereklidirdiyebiliriz. Örgütlü sermayeden bahsettik, misal,başlı başına bir sınıftır sermaye. Buraya kadarkafada bir karışıklık olmaması çok olasıdır ki, ser-mayenin sınıf kimliği birerpropaganda aracı olarakkullanılmaktadır zaten.Anlaşılan o ki kargaşa bu-rada daha kendini göster-mekten uzaktır. Asılşaklabanlıklar, demir çe-kicin yere indiği andabaşlamaktadır. O vakit sapıtutacak olan ellerkavramsallaştırmanın dışınasürüklenmekte, bir nevihiçleştirilmektedir. Mühimbir meseledir burası,mühimdir çünkü; “sınıfvurgusu” tanımıyla birlikteilk defa kendini bir zorunlu-luk olarak dayatmaktadır. 7 Sınıf çok uzun zaman-dan beri kitlelerin üretim araçlarıyla olanilişkisinde aranmıştır, yanlış bir tutum diyebilmekiçin de gerekli cesaret pek çok insanda ortayaçıkmıştır, pek çoğunun önünde de secdeye gelen-ler olmuştur. Konumuz bu olmamakla birlikte,sınıfın diyalektik materyalizmle bütünleşik olanilerleyişi, kendi varoluşunda gerçekleşendeğişimlerden daha ziyade, bağıl ettiği birkaçdeğişkenin evrime uğramasında aranmalıdır. Üre-tim araçlarının değişimi, doğrudan olarak sınıfkavramının da kendisine uğramaktadır. Çıkarım

odur ki, üretim araçlarına sahip olamama, çekiçtutan elin güçlenmesine yol açmaktadır. Yalnızağızda bayağı bir tat bırakmaması gerekir buçıkarımın. O vakit şöyle demeliyiz belki de; “üre-tim araçlarının yokluğu bilincin tutumunu öyle-sine bir ateşe verecektir ki, devrimin yapılanışıgüçlü ve köktenci bir hale bürünebilecektir.” İştedenen odur ki; sınıf kavramı da bu doğrultuda,pekala, üretim araçlarının yaşadığı değişimdoğrultusunda kendine yeni bir kimlik aramaya

başlayacak mıdır? Bu durumbir soru olarak kendini or-taya koymaktadır? Cevap-lanma aşamasında ise çokbüyük bir dikkat ve titizlikgerektirmektedir: İlk olarakpiyasanın çukurlarındanmümkün olduğunca uzakdurmaktır misal. İkincisi,kati suretle, yöntemisoytarıya çevirmemektir.Yöntemin yetersizliğini yön-temin varlığını saptırarakdeğiştirmektense yeni biryöntem yaratmak daha doyu-rucu ve anlaşılacağı gibidaha haysiyetlidir. Kimlik

sorusuna döndüğümüzde ise, toplumun bir ucun-dan ötekine yayılmış ve sermaye tahakkümünegirmiş kitlelerin kendisi öylece durmaktadır vesanma hakkımı kullanarak diyebiliyorum ki de-vrimci hareket, yani, kökten bir değişimin ilkelerikürsülerin ötesinde bir yerlerde saklıdır. Bu birmuamma değildir. Tüm muammaların doğduğukürsülerin, çoğulcu bir değerlendirmesidir: Birteorinin saçmalaması için, teorisyenin herhangibir zeka parçacıklarına sahip olmasına gerekolmadığı gibi. İşte sınıf vurgusu, bu doğrultudameşrutiyetini kazanmıştır. Öteden beri, diyalektik

Neydi ortaya attığımız kanı,çekiç yere inerse cümbüşalır başını gider bir tufan

gibi. Cümbüşün sevilmeyenadamı olmak için olgularıtitizlikle seçmek gerekir.Sınıf vurgusunu, apaçıktanımlamak, gerçekliğe

oturtmak gerekir.

Page 16: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

16

Etkileşim, Faillik ve Sağduyu Üzerine:Goffman ve Garfinkel Analizi

İdil ATABİ[email protected]

Erving Goffman ve Harold Garfinkel sosyalteoriye ve sosyolojide araştırma yöntemlerineyaptıkları katkı, dahası konuşma analizinin[1] bu-lucu babaları olmaları bakımından sosyal bilimtarihinde benzer yapıcı etkiler gösteren iki sosy-ologdurlar. Çok kısaca Goffman, sosyal düzeninizinin kişilerarası etkileşimde sürülebileceğinisavunduğu “etkileşim düzeni” (interaction order)yazılarıyla, Garfinkel ise sosyolojiye yepyeni biraraştırma metodunu–etnometodoloji- katan kişiolarak tanıtılabilir. Genel olarak, ikisi deargümanlarında günlük sosyal hayat, insan eylemi(human action)[2] ve sosyal bir varlık olarak in-sandan bahsederler. Bu yazıda, teorilerininüstünde iki teorisyenin yazılarında etkileşimin,failliğin ve sağduyunun yerini sorgulayacağım;böylece farklı açılardan fakat birbirini tamam-layan fikirlerin gündelik hayatı, dili, bireyi vekültürel ve toplumsalın önemini nasıl sunduklarınıda göstermiş olmayı umuyorum.

İnsanlar birbirleriyle yaptıklarıkonuşmalarda karşılıklı bir paylaşım ve etkilen-mede bulunurlar ve bu etkileşime göre konuşmaşekillenir. Ne Goffman ne de Garfinkel

tartışmasının merkezine etkileşimi oturtur; dahaziyade ikisinde de etkileşim bir analiz birimiolarak kullanılmaktadır. Etnometodolojideetkileşim, sosyal gerçeklerden yararlanıldığı vesosyal gerçeklerin yaratıldığı bir zemindir.Garfinkel’a göre etkileşim sırasında taraflar hemsağduyusal bilgiden yararlanır hem de sağduyusalbilgiyi yaratırlar [3] (ya da daha görececi birbakışla gerçekliği yaratırlar da diyebiliriz).Etkileşim, Garfinkel’ın etnometodoloji diye biralan yaratmasının temelinde yatan, insanlardakiortak pratik akıl yürütme yöntemlerinin (sharedmethods of practical reasoning) gözlemlenebildiğialandır. Asıl amaç, aynı toplumda yaşayaninsanların birbirlerini ve sosyal fenomeni nasılanlamlandırdıkları ve doğrultusunda nasıldavrandıklarını göstermektir. Garfinkel’ın günlükkonuşmalardan topladığı örnekler bireylerinsosyal dünyayı anlamlandırma metodlarının(members’ methods) ne kadar benzer olduğunu,dahası, toplumsalın oluşturduğu kuralların vekonuşmacıların mutabakatının[4] (shared agree-ment) birbirlerini anlamalarında veanlamlı/mantıksal/düzenli bir konuşma yürüt-

süreçte sınıf vurgusu bu yüzden, gerekliliğinikaybetmemiştir. Öyleyse rahatlıkla konuşabilirizartık: “Sınıf vurgusunu, bilince taşımak, bayat,tatsız tuzsuz bir ekmekten farksız değildir.” Tarifibellidir, açısı boldur, yapanı edeni görülmemiş veduyulmamıştır. Denemeler, hüzünlü bir senfonieşliğinde şarabın kızıllığına karışmıştır. Belki dehaddinden fazla naiftir. “Bilim”in kendisi, ana birkalem olarak öylece beklemektedir. Tarih,ekonomi, sosyoloji ve doğa bilimlerinin kesiştiğinokta, saniyenin devir daimi gibi şaşmaz bir yoldailerlemektedirler ve öyle ki sınıf vurgusunun tümdeğişkenleriyle birlikte. Bunun farkında olunarak

şu şekilde bağırılmaktadır çokça: Bilimindeğişkenlerini belirlemede ne kadar da titizdavranıyorsunuz, mutlak suretledir ki siz de bil-imin amacını sorgulayanlardansınız? Bu laflar,sarhoş hezeyanından öteye gitmez. Bilimin hemkavramsal olarak hem de varoluşsal olarak ortayakoyduğu muallak, ancak dedikodudur, gerçekliğesirayet etmez. Pek tabii, çıkarımlar ortadayken,devrimin de biçimi hezeyanların ve bağırışlarınarasından çıkıp, ayaklarını yere basmayıbaşarabilecektir. Buradaki süreç, çekiç tutacak elinolgunlaşmasını ve pek tabii evrimleşip devrimeeklemlenmesini beklemek.

Page 17: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

17

Yüz, seyircinin karşısına çıkar ve seyirci ve “oyuncu” arasındadinamik bir etkileşim vardır; oyuncu o bağlamda (context)

arzuladığı benliği belli pratikler kullanarak sergilemeye çalışırken seyirci oyuncunun bilinçli veya

bilinçsiz verdiği mesajları analiz ederek onu ya bireysel olarak(individually) ya sosyal olarak (categorically) sınıflar.

melerindeki rolünü göstermek için vardır. Goff-man da bireylerarası etkileşime hakim olan düzenivurgular ancak bu sefer etkileşimin kullanılma se-bebi sosyal yapıyı ve düzeni göstermektir.Etkileşim kelimesinden kastedilen sadecekonuşma değil, ancak görsel ve işitsel olan herşeydir; örneğin ses tonu, aksan, vücut dili gibi.The Presentation of Self in Everyday Lifekitabında Goffman (1956) her bireyin başkalarınınhuzuruna çıktığı her seferde aslında seyircininkarşısında tiyatro sahnesine çıktığını savunarakdramatürjik benlik sunumu (dramaturgical selfpresentation) terimini ortaya atar. Benlik odaklı buaçıklama sosyalden ziyade bireysel çıkarımlardabulunmamıza neden olmaktadır; çünkü Goff-man’a göre etkileşimdeki düzen bireyin ritüellerebağlı kalarak “yüzünü” sağlamlaştırması (facepreservation)[5] için vardır (Schegloff, 1988).Yüz, seyircinin karşısına çıkar ve seyirci ve“oyuncu” arasında dinamik bir etkileşim vardır;oyuncu o bağlamda (context) arzuladığı benliğibelli pratikler kullanarak sergilemeye çalışırken(Goffman; 1956, 2005) seyirci oyuncunun bilinçliveya bilinçsiz verdiği mesajları analiz ederek onuya bireysel olarak (individually) ya sosyal olarak(categorically) sınıflar (Goffman, 1983).Garfinkel’da, etkileşen tarafların karşılıklı ilişkisiolarak bahsi geçen mutabakat Goffman’da işleyenfikir birliği (working consensus) adıyla karşımızaçıkar. Bu fikir birliği, konuşmacıların yerlerinibilmelerini ve “duruma göre” konuşmalarınısağlayan şeydir (Goffman; 1956, s.107).

Faillik konusuna geçmeden önce, günlükkonuşmadaki düzeni ve olağanlığı konu edinmişbu iki teorisyenin günlük etkileşimdeki olağandışıdurumlara (breach experience) nasıl atıftabulunduklarından birazcık bahsetmek istiyorum.Garfinkel bu gibi durumları etkileşimin düzenininbozulduğu anlar olarak görür ve özellikleçalışmalarına konu edinir. Öğrencilerine muhab-

bet esnasında beklenmedik ve şaşırtıcı anlarınolduğu konuşmalar okutur, dinletir ya da bilfiiloynatır. Tüm bu çalışmalar sonucunda fark edilen,konuşma sırasında beklenmedik durumlarlakarşılaşan bireylerin kafa karışıklarını benzer akılyürütme yöntemleriyle çözdükleridir; ya durumunormalleştirmeye ya da beklentilerine şekil verm-eye çalışmaktadırlar (Garfinkel, 1967a)[6].Goffman’ın yazılarında etkileşimdeki aykırıdeneyimler sahiden aykırı resmedilmiştir; taciz,hırsızlık, kapkaç deneyimleri gibi (Goffman,1983). Öbür taraftan, performansta bozulmaların;sosyal yapı, sosyal kurum düzeni ve bireyin onuruve saygınlığı olmak üzere üç alana etkisindenbahsetmiştir. (Goffman; 1983, s.8 ve 1956, s.156).

Goffman’ın mikro analizinde veGarfinkel’ın etnometodolojisinde başka insanlarlave sosyal-kültürel yapılarla ilişkili sosyal birbireyden bahsetmek gayet mümkündür. Bu bireyine kadar fail (eyleyen, fillerinden sorumlu)görebileceğimiz ise tartışmaya açıktır. Bu yazıdafailden kasıt etkileşim sırasında gidişata şekilverebilen, anlamlar yaratabilen bir birey olacaktır.Goffman’da göze batan benlik sunumundan yolaçıkarsak, bağlama göre benliğini “icra eden”,değişik maskeler takıp oyunlar oynayan bireyinçok daha fail olduğunu düşünmekte sakınca yok-tur sanıyorum. Goffman’ın yazılarında birey; ben-lik sunumunu düzenleyen, başkalarında yaratacağıetkiyi ve başkalarının kendisinde görmesiniistediğini kontrol eden, dahası, karşısındakininalgısını kendi isteğine göre manipüle etmeyeçalışan bir faildir. Bu sırada tutumunu, söyledik-lerini ve söyleme şeklini belli bazı pratiklerleonarır, saklar, açığa çıkarır. Yine bu pratiklerleperformansındaki bozuklukları ve sonucundagerçekleşen utancı gidermeye çalışır (Goffman,1956). Bu stratejilerin sonucunda o bağlama özelbir benlik oluşturulur. Bağlama özel olması demekiki anlama gelmektedir. Bir, insan eylemi her

Page 18: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

18

zaman sosyal olarak konumlanmıştır (socially sit-uated); iki, bireyler toplumsal ve sosyal bilgininfarkındadırlar ve onları paylaşırlar. Goffmancı biranalizle, kişi bulunduğu ortama ve karşısındakiinsanların statüsüne göre davranır. Kitabındaverdiği örnek[7] (1956, s.22) bireyin bağlam ileolan dinamik ilişkisi için birebirdir; öyle ki, kişibağlamın gerektirdiklerine göre davranır ancakeylemi doğrultusunda bağlamın sınırlarını çize-cek, onu yaratacak kadar da faildir.

Goffman’da daha bireysel seyreden failliğekarşı Garfinkel adına daha “sosyal” olan bir fail-likten bahsedeceğim. Garfinkel bireylerin sosyalfenomeni ve dünyayı nasıl anlamlandırdıklarıüstünde çok durur; hatta etnometodolojide sosyalgerçek onu üreten bireylerden ayrı düşünülemez(Potter, 1996). Olguların etkileşimdeki bireylertarafından yaratılması; yani yaratıcı gücün tek birbireyde değil fakat sosyal ilişkide içkin olmasıbenim “sosyal faillik”ten ne kastettiğimi deaçıklıyor aslında. Etkileşimdeki taraflar vesağduyusal bilgi arasında dinamik bir ilişki hayaletmek mümkün çünkü sosyal gerçekliği venedenselliği etkileşimde üreten bireyler aslındasağduyusal bilgi üzerinden mantık yürütmeleriniyaparlar. Dokümanter yorumlama metodu (docu-mentary method of interpretation) bu dinamizmiörneklemektedir. Genellikle insanlar, olayların veeylemlerin nedenini kavrayabilmek için arka plan-daki beklentilerinden (background expectancies)[8] yararlanırlar (Potter, 1996) ancak her yenianlamlandırmada beklentiler de değişime uğrar.Örneğin Garfinkel’ın etkileşim ihlalleri (breachexperiment) üzerine yaptığı deneylerde[9] arkaplan beklentilerine meydan okunduğu gözlenir.Yorumlama sırasında bireyler sosyal materyali(olay, davranış, etkileşim) normatif kalıplarına uy-durmak için yeniden inşa ederler. Benzer olarak,beklentileri karşılanmadığı zaman kendi yöntem-lerini kullanarak olaya müdahale edip onunormalleştirmeye çalışırlar (Potter, 1996 veGarfinkel 1967a).

İki teorisyen için de sunmuş olduğum fail-lik kavramının tamamen özgür iradedenkaynaklanmadığına dikkat etmek gerekiyor. Ak-sine iki okumada da bireyler önceden edinilmiş,verili bilgiler kapsamında yaratıcılıklarını

konuşturabilirler. Anlam çıkarmak, olgu yaratmakveya etkileşimi ve yaratılan etkiyi kontrol etmekiçin bireyin uyguladığı yöntemler, iki teorisyendede, paylaşılan bilgi sayesinde yürütülür. Bubakımdan, sağduyunun [10] Goffman veGarfinkel’da bir gereklilik olduğunu söyleyebili-riz; hem faillik hem de kişilerarası anlamlı ilişkileriçin.

Garfinkel’ın icadı olan etnometodolojideamaç ortak pratik akıl yürütme yöntemleriylekişilerin gündelik hayatı nasıl analiz ettiklerini vedavrandıklarını çalışmaktır (Heritage, 2001). İn-sanlar çevrelerindekini faraziye (pre-supposition)bilgilerle netleştirirler. Dahası, yukarıda dabelirtmiş olduğum üzere, kişilerin sosyal hayatıyorumlamalarına yardım eden arka plan beklenti-leri sağduyudan beslenir.

Benzer olarak, Goffman’a göre etkileşimindüzenli oluşu zihinsel olarak paylaşılanfaraziyelere (shared cognitive presuppotions)bağlıdır (1983, s.5). Garfinkel’da göremediğimizbenlik sunumunun nasıl yapıldığına gelince [11],burada da ritüellerin başrol oynadığını görürüz.Yüzü sağlamlaştırma işlemi farklı bağlamlardafarklı normlarla yürütülür. Aynı toplumdaki insan-lar sosyal yapılara, rollere ve statülere dair benzerbilgiler taşırlar. Dolayısıyla benlik sunumusırasında hangi performansın ideal hangisininutanç verici olduğu bilgisi paylaşılan bir bilgidir.Goffman, etkileşim sırasında birinin bildiğiniöbürünün tahmin etmesini sağlayanın işleyen fikirbirliği (working consensus) olduğundan bahseder(1983, s.12) ve hatta kişi, ortaya koyduğu “yüz”ün başkaları tarafından, kendisinin tahmin ettiğişekilde anlaşılacağını bu fikir birliği sayesindebilir. Bu kavram, Garfikel’ın kimsenin kendiniaçıklamak zorunda kalmadığı konuşmalarınaltında yatan sebep olarak gördüğü mutabakata(Garfinkel; 1967b, p. 31) çok benzemektedir.

Tüm bunların ışığında, aynı toplumda yaşayanbireylerin belli davranış, değer ve pratikleripaylaştığını dahası bunların paylaşıldığından hab-erdar olduklarından emin olabiliriz. Her ikiteorisyen de sosyal, toplumsal ve kültürel olan ilebirey arasındaki dinamik ve dairesel ilişkiye gön-derme yaparak gündelik hayat fenomenlerineaçıklama getirmeye çalışırlar.

Page 19: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

19

Notlar[1] Günlük kişilerarası etkileşimin çalışıldığıalan; kısacası, ‘konuşma’nın sistematik analizidiyebiliriz. Sosyoloji çıkışlı bu çalışma alanıklasik lingüistik çalışmalardan farklı olarakkonuşmanın semantik yapısından ziyade prag-matik (anlamsal) yapısıyla ilgilenir ve günlükkonuşmanın düzenini görünür kılan analizleriçerir. Daha fazla bilgi için bakınız, Hutchby veWooffitt, 2008. [2] Eylem etkileşimde, yani konuşmada kendinigösterir. Dil eylemin aracıdır.[3] Etnometodolojideki önemli kavramlardandokümanter yorumlama metodu (documentarymethod of interpretation) gerçekliğin etkileşimdeyaratılışı adına verilecek en uygun örnek. Bkz.Potter, 1996. [4] Aynı kültürde yaşayan bireylerin paylaştığıfaraziyeler vardır ve bunlar birbirimizindavranışlarını anlamlandırmamıza ve mantıklı,düzenli, normal etkileşimlerde bulunmamızısağlarlar. [5] “Yüz” Türkçede olduğu gibi İngilizcede dekişinin arını, onurunu ve saygınlığını belirtenyerlerde ve deyimlerde kullanılır. Örneğin; tolose face, başkalarının önünde küçük düşmekveya mahcup olmak anlamına gelmektedir.[6] Aynı kaynaktan Garfinkel’ın bu alandakideneylerine de ulaşılabilir.[7] Bir işadamı evinde, sokakta gayetalçakgönüllü davranabilir; ancak iştekiyeterliğini göstermesi gereken sosyal alanda etk-ili bir benlik sunumuna davranır, mesleki gücünükonuşturan rutinleri sergiler.[8] Beklentilerin kaynağı sağduyusal bilgidir. [9] “Fake Therapist Experiment” için bkz. Pot-ter, 1996, s. 50; diğer deneyler için bkz.Garfinkel, 1967a.[10] Sağduyudan kastedilen kültürel olarakbiriktirilmiş, topluma özgü, kolektif bilgi

türüdür. [11] Günlük hayatta benlik sunumunun nasılolduğuna dair bkz. Goffman, 1956.

KaynakçaGarfinkel, H. (1967a). Studies of the routinegrounds in everyday activities. Studies in eth-nomethodology içinde (35-76). USA: PrenticeHall.

(1967b). What is ethnomethodol-ogy? Studies in ethnomethodology içinde (1-34). USA: Prentice Hall. Goffman, E. (1956). The presentation of self ineveryday life. University of Edinburgh SocialSciences Research Center.

(2005). Interaction ritual: Essays inface-to-face behavior; with a new introductionby Joel Best. New Brunswick, New Jersey:Transaction Publishers.

(1983). The interaction order: Amer-ican sociological association, 1982 presidentialaddress. American Sociological Review, 48 (1),1-17.Heritage, J. (2001). Goffman, Garfinkel and con-versation analysis. M. Wetherell, S. Taylor veS.J. Yates (Eds.), Discourse, theory and practiceiçinde (47-56). London: Sage.Hutchby, I. ve Wooffitt, R. (2008). “What is con-versation analysis? Conversation analysis (2.Baskı) içinde (11-40). Cambridge: Polity Press.Potter, J. (1996). Ethnomethodology and conver-sation analysis. Representing reality: Discourse,rhetoric and social construction içinde (42-67).London: Sage. Schegloff, E.A. (1988). Goffman and the analy-sis of conversation. P. Drew & A. Wootton(Eds.), Erving Goffman: Exploring the interac-tion order içinde (89-135). Cambridge: PolityPress

Page 20: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

20

Osmanlı’dan Cumhuriyet’eGeçişte Kuşak Kavramı*

Onurcan [email protected]

Bu makalenin amacı, Mead’in ve Mannheim’ınkuşak teorileriyle, Osmanlı Devleti’ndeki kuşağınortaya çıkışı süreçlerini incelemektir. Bubağlamda, öncelikle bu teoriler özetlenecek vesonrasında bu teorilerin Osmanlı Devleti’ndenCumhuriyet’e geçişte kuşak kavramınıanlamlandırmakta nasıl bir rol oynadıkları irde-lenecektir.

Sanıyorum bu noktada öncelikle üzerindedurmamız gereken konu “gençlik” kavramınınmoderniteden önce ne olarak anlaşıldığıdır.Moderniteden önce “yetişkin” olmak, her şeyhakkında engin bir bilgiye sahip olabilmekşeklinde temsil ediliyordu. Fakat Endüstri De-vrimi’yle beraber, “üretici” olabilmek -kapitalistsistemin gereği olarak- önemli bir kıstas halini al-maya başladı. Örneğin, Aries (1965) ortaçağdakiresimleri ve romanları incelediği çalışmasında,çocuklukla yetişkinliğin ayrı birer kategoriolmadığını ve çocukların da tıpkı yetişkin gibiresmedildiğini söylemektedir (kıyafet, duruş).Başka bir deyişle, Aries’ye göre “çocuk minyatüryetişkindir”. Yani, çocuğun yetişkinden farklı biröz olarak farklılaşması modernitenin bir ürünüolarak karşımıza çıkmaktadır ve bu bağlamda,çocukluğa dair yapılan ayrı birkategorikleştirmenin modernizm öncesindeolmadığını söyleyebilmekteyiz. Burada eğitimkavramı kilit bir rol oynamaktadır. Aydınlanmaçağıyla beraber çocuk eğitimine başlanır ve mod-ern okulların ortaya çıkmasıyla bir çocukluk-gençlik kategorisi oluşturulur (Lüküslü, 2009).Bununla beraber gençliğe atfedilen yeni kavram-lar ortaya çıkmaktadır: “Eğitim almakta olan

toplumun gelecekteki yöneticileri” veyahut“değişim hareketlerinin önemli rolleri”. Ulusaleğitim sistemleri ise bu gençleri eğitip disiplineetmek için belirli bir müfredat oluşturup, ülkeninher yerinde aynı eğitimi vermek şeklindeörgütlenmiş sistemler olarak karşımızaçıkmaktadır (Aynı ideolojiler, aynı kültür, aynıtarih, sonuç olarak “tek tipleş tirmek”). Bu eğitimverilirken ise modernite öncesi olmayan bir şey,gençleri okuma yılına göre sınıflara bölme du-rumu ortaya çıkmakta dır. Bu da -hiç kuş ku suz-beraberinde kuşak kavramını yaratmaktadır. Sözgelimi, Jön Türklerin bu eğitim tipini almışOsmanlı’daki ilk kuşak olması, kuşak kavramınınOsmanlı’da ilk defa Jön Türkler zamanındaçıkmış olduğunu bize göstermektedir. Kendiyaşıtlarıyla okul sıralarında vakit geçiren bu grup,Osmanlı’da ilk gençlik grubunu yaratmıştı (Geor-geon, 2007; aktaran Lüküslü, 2009). Ulusaleğitimin bir başka kolunu ise beden eğitimioluşturmaktadır. Bu ulusal ideolojilerde, çocuğunzihnini eğitmek yeterli olmamakta, bedenini de bubağlamda eğitmek zorunlu bir durum olarakkarşımıza çıkmaktadır. Foucault (2000) moder-nitenin eğitim mefhumuna, daha fazla disiplin vedaha fazla ceza anlayışını getirdiğini savunur.Eğitimde baskıda ve disiplin altında olan tek şeyinzihin olmadığını, bedenin de aynı çizgidebaskılanıp disiplin altına alındığını söylemektedir.Söz gelimi, Hitler sahip olduğu gücünü ortayakoymak adına bedenleri kullanmıştır ve onun ide-olojisinde bedenler gücü temsil etmektedir (Fizik-sel Eğitim - disipline edilmiş Naziler) (Lüküslü,2009). Dolayısıyla, eğitim denildiğinde bilgi,

Page 21: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

21

değer, prensip vermek, iş hayatına hazırlamak vebedensel eğitim kavramlarının hepsini bir bütünhalinde düşünmemiz gerekmektedir.

Bununla beraber kuşak kavramını kendinesorun eden kişilerden biri de Karl Mannheim’dır.Mannheim (1952) eğer dünyada sonsuza kadaryaşayan tek bir kuşak olsaydı ve yerine gelecekyeni kuşakların da olmadığını varsaysaydık,dünya ne şekilde olurdu sorusunu sormaktadır.Fakat bu farazi bir sorudur ve gerçek dünyadayeni kuşaklar sürekli bir şekilde gelip, kültürelsürece girmektedirler. Ayrıca, bir kuşağın üyeleriancak ve ancak kısıtlı ve geçici bir zamanaralığında yaşayabilmektedir, dolayısıyla kuşaktarihsel bir kavramdır. Bir kuşağın üyeleri, başkakuşaklardan farklı tecrübelere sahip olacaklardırve farklı zamanlardaki olaylardan farklı şekildeetkileneceklerdir. Aynı zamanda, bir kuşağın üyesibir gün öleceğini bilmekte ve bundan dolayı dakendi kültürel değerlerini bir sonraki kuşağa ak-

tarmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, Mannheim(1952) “kültürel aktarma devamlıdır” demektedir.Ancak, bir de gerçeklik olarak kuşak kavramındanbahsetmektedir. (generation as actuality). Yanigerçeklikte, aynı kuşağın çocukları, aynı tarzyetişmek ve aynı şeyleri paylaşmak zorundadırlar.Her ne kadar farklı olsalar da, özünde aynıdöneme aittirler. Fakat kuşak birimi (generationunit) kavramı, aynı kuşağa mensup kişilerolmanın, aynı ortak özelliklere ve ortak ilgileresahip olmayı gerektirmediğini savunmaktadır. Bubağlamda, bu tartışma hiç kuşku yok ki kuşaklariçindeki üyelerin homojen mi yoksa heterojen miolduğuyla ilgilenmektedir. Ancak kuşakkarşılaştırmalarının mantıksız olduğu da açık birşekilde gözükmektedir çünkü her kuşak farklışartlarda farklı dönemi yaşamaktadırlar. Kriegelise kuşak kavramını en başta eleştirmektedir(Kriegel, 1979; aktaran Lüküslü, 2009). Ona görekuşak kavramı ve analizi elitist bir kavram veanalizdir. Çünkü Kriegel’a göre kimin sesi dahaçok çıkarsa o kuşak onun adını almaktadır (68Kuşağı, Beat Kuşağı, vs.)

Margaret Mead (1970) ise toplumu üçgruba ayırmaktadır. Geleneksel (post-figurativeculture) toplum, modern (co-figurative culture)toplum ve 60 sonrası (pre-figurative culture)oluşan toplum. Bu ayrımda geleneksel toplum,çocuğun eğitiminin bütününü yetişkin olan annebabasında aldığı bir topluma karşılık gelmektedir.Dolayısıyla, çocuk babası neyse büyüdüğünde detıpkı onun gibi biri olacak ve bir kuşak çatışmasıda ortaya çıkmayacaktır. Modern toplumda ise,çocuk ailesinden edindiği bilgilerin ya da ailesininnelere değer verdiğinin kendi akranlarınınkilerleuyuşmadığının farkına varır. Bu bağlamda, bu türbir toplum yapılanması, kuşak çatışmasıyaratmaktadır. Son olarak 60 sonraki toplumda,yetişkinler kendilerini bir yabancı gibi hissederler

Mead’in teorilerine göre düşünecek olursak Osmanlı Devletigeleneksel toplumdan modern topluma geçen bir yapı çizmektedir.

Öncesinde, baba çocuğu eğitmekteydi, ancak sonra baba yineçocuğu eğitirken, çocuk aynı zamanda kendi akranlarından da

bir şeyler öğrenmeye başladı. Bu da Osmanlı’daki kuşak çatışmasının ilk göstergesiydi

Page 22: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

ve bu artık bir kuşaklar arası boşluk (generationgap) oluşturmaktadır. Genç insanlar yeni dünyayaya da yeni kültüre çok kolay bir şekilde adapteolabilirken, yetişkinler bunu aynı kolaylıkla icraedememektedirler. Söz gelimi, arama merkezleriniyardım almak için arayan bir yetişkine derdini an-latamayan görevli (örneğin bilgisayarla ilgili birsorun), yardım etmesi için evde çocuk olupolmadığını sorabilmektedir. Bu arada Mead’in bugörüşü sosyo-evrimci bir bakış açısı olarakkarşımıza çıkmaktadır ancak dünya tek birdoğrultuda gelişmeyen zigzaglar çizen bir yapıyasahiptir. Dolayısıyla bu sınıflandırmalardan biritek başına doğru demek yerine, hem kuşaklar arasıçatışmanın, hem de kuşak boşluğunun bir aradayaşanabileceğini söyleyebiliriz.

Osmanlı’da ilk gençlik kavramının ortayaçıkışı ise eğitimle tanımlanmaktadır. Aynı yaşgrubundaki gençler aynı eğitimi almayabaşladıktan sonra Osmanlı’daki kuşak kavramı or-taya çıkmıştır (Georgeon, 2007; aktaran Lüküslü,2009). Öncesinde Osmanlı’da babadan eğitimalınmaktaydı, fakat daha sonra tam anlamıylaCumhuriyet’le beraber çocuk babaya bir şeyleröğretmeye başladı (Latin harflerinin kabulüylebirlikte).

Osmanlı’nın son dönemlerinde ise gençler,imparatorluğu kurtaracak olan nesil olarakgörülüyorlardı ve padişah kendi eliyle bu gençlikgrubunu oluşturmuştur. Ancak Osmanlı’da otoriteyaşla paralel bir şekilde düşünülmektedir. Fakatgençlere verilen bu eğitimden sonra genç grup,yaşlı olmanın iyi bilmek olmadığını söyleyip‘baba’ya kafa tutmaktadırlar. Bu ‘baba’ figürü iseOsmanlı’da padişahtır. Dolayısıyla kutsal padişah,gençliğin aydınlanma felsefesinden nasiplen-mesiyle birlikte kafa tutulan padişahadönüşmüştür (Lüküslü, 2009).

Mead’in teorilerine göre düşünecek olur-sak Osmanlı Devleti geleneksel toplumdan mod-ern topluma geçen bir yapı çizmektedir.Öncesinde, baba çocuğu eğitmekteydi, ancaksonra baba yine çocuğu eğitirken, çocuk aynı za-manda kendi akranlarından da bir şeyleröğrenmeye başladı. Bu da Osmanlı’daki kuşakçatışmasının ilk göstergesiydi (Lüküslü, 2009). Eşzamanlı olarak da eğitimli gençler Osmanlı’dakiotorite kavramını ve sahibini sorgulamaya başladı.Gençler iktidarda otoriteye sahip olmak istedilerçünkü onlar yaşlı olan yöneticilerden daha fazlaşey bilmekteydiler. Mead’in üçüncüsınıflandırması 60 sonrası topluma tekabül etmek-tedir ancak bu sınıflandırmanın Türkiye’deki du-rumu kanımca Latin harflerinin kabulüyle ortayaçıkmıştır. Çünkü Latin harflerinin kabulüyleOsmanlı Devleti’ndeki yetişkinler, artıkçocuklarına bir şey öğretemeyip yaşadıklarıdünyaya tam bir yabancı haline gelmişlerdir.Gençlerin Osmanlı’daki isyanlarıyla beraber isebaba figürü (padişah), Türklerin baba figürü or-taya çıkana kadar silinmiştir (Mustafa Kemal)(Somay, 1999).

Cumhuriyetle beraber ise gençliğin amacıimparatorluğu kurtarmaya çalışmaktan,Cumhuriyet’i korumak ve sürdürmek olarakdeğişmiştir. Ancak Cumhuriyet’i ve onun sekülersistemini koruyacak olan gençlik homojen birgençlik değildir. Mannheim (1952) gençliğin ho-mojen bir grup olmadığını söylemektedir. Bubağlamda, Cumhuriyet’in koruyucuları sadecegenç insanlar değil, eğitilmiş genç insanlardır.Bununla beraber, Cumhuriyet’in ilk kuşağı ulusalbir eğitim sistemi oluşturmak istedi çünkü genç-leri kendi ideallerinde ve ideolojilerindeyetiştirmek arzusundaydılar. Bu da tek-tipleşmeyi

22

Page 23: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

23

beraberinde getirdi hiç kuşku yok ki.Ancak şunu da akılda tutmak gerekiyor ki;

eğitim aldıktan sonra Osmanlı Devleti’ne kafatutan gençler, aslında Cumhuriyet’i kuran kuşağıoluşturmuşlardır. Yani Kurtuluş Savaşı’nı kazanankumandanlar 35-38 yaşlarındaydı ve bu kuşakOsmanlı Devleti’nin son kuşağına karşılık geliy-ordu. Osmanlı’da ortaya çıkan ve imparatorluğukurtarmak adına organize olmuş gençlik kate-gorisi, Osmanlı’dan sonra da varlığını korumuş veOsmanlı’daki bu modernleşme hareketini ya da“gençlik miti”ni (Lüküslü, 2009) içselleştirmiştir.Başka bir deyişle, ülkeyi kurtarmak ya da koru-makla görevli bu gençlik geleneği kendini ve bu“gençlik miti”ni Osmanlı’dan Jön Türklere,oradan Mustafa Kemal’e ve oradan Deniz Gezmişve Mahir Çayan’a kadar sürdürmüş görünmekte-dir. Her biri farklı ideolojilerle bunu yapmış ol-salar da hepsinin kökeninde, Osmanlı’dayaratılmış olan gençlerin devleti korumak ve kur-tarmak misyonu ortak bir şekilde durmaktadır.

*Bu makalenin hazırlanmasında, DemetLüküslü’nün 2010 Sonbaharı’nda YeditepeÜniversitesi’nde verdiği “Gençlik Sosyolojisi”ders notlarından yararlanılmıştır.KaynakçaAries, P. (1965). Centuries of Childhood: A SocialHistory of Family Life (trans. by Baldick, R.).Vintage

Foucault, M. (2000). Hapishanenin Doğuşu (çev.Kılıçbay, M. A.), Ankara, İmge KitabeviLüküslü, D. (2009). Türkiye’de Gençlik Miti:1980 Sonrası Türkiye Gençliği. İletişim Yayınları.İstanbulMannheim, K. (1952). Problem of Generations,Essays on the Sociology of Knowledge, London,Kegan & Paul.Mead, M. (1970). Culture and Commitment.Gardin City: DoubledaySomay, B. (1999). Hamlet Kuşağı, Defter (37),Yaz.

‘ŞİİR NEDİR?’E GELİNCE

Levent Kaan Gündoğ[email protected]

Browning, çoğu şiirlerini kendisinin de anlamadığını söyler.Böylece anlamdan ne anladığını söylemek istemiştir. Öyle olmalı.

-merhaba gökyüzü, merhaba![1]

Türk Dil Kurumu bakın şiiri nasıl tanımlıyor:“Zengin sembollerle, ritimli sözlerle, seslerinuyumlu kullanımıyla ortaya çıkan, hece ve durakbakımından denk ve kendi başına bir bütün olanedebî anlatım biçimi”[2] Yani bir şeyanlatmadığınız takdirde bu “biçim”ikullanmamalısınız(!) Bir de mecazi anlamınıyazmışlar ardından: “Düş gücüne, hayale, imgeye,gönle seslenen, anı, duygu, coşku uyandıran, etk-ileyen şey”[3] Tamamıyla sübjektif bir alanın

içinde kalan, oraya seslenen şiir’in ortak birtanımını yapmak elbette zor. Mecbur kalınır bazenyukarıda örneği olduğu gibi. Ancak, şiirlerin veşairlerin bunca yıldır eridiği ve eriştiği potaya -ilktanıma nispeten- oldukça yaklaşıp onu mecazianlam olarak addetmek sözlüğü hazırlayanlarınharcadığı emek düşünüldüğünde bir hayalkırıklığı yaşatıyor.

Büyük toplumsal dönüşümlerin, yeriniyavaş ve yalnız bireysel iç-dönüşümlere bıraktığı

Page 24: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

24

günümüzde şiir ve edebiyat artık o büyük üstat-lardan karşımıza çıkarmıyor. İmkanlar geliştiğihalde sanat eserlerinin dolgunluk kaybetmesi –belki de hayatın hızlanmasıyla- başka bir yazınınkonusu (belkisiyle beraber). Ama günümüzde şiireolan ilgi bazı kavramlar üzerinde düşünmeyigerektiriyor.

Nerdeyse yaşayan herkesin en az bir defakıyısına vurduğu bir sahildir şiir. Çoğu zaman zorbir aşkın “susturduklarını” kaleme almak için,bazan bu aşkın karşı tarafa ilanı için ya da -günlükmisali- bir hayatın izdüşümü olarak.Her şiirde "dünyanın yaşamından bir ânı"görürüz.[4]

Çoğaltılabilecek bu örnek güdüler şiirleinsanı bir arada tutar hayatın “denenmeli”anlarında. Sosyal medya ve kişisel yayıncılıkkavramlarıyla kolaylaşan paylaşım-iletişim hali90ların bize aşıladığı beğenilme arzusuylabirleşince o iç-dönüşümler iç-kavgalar ortalığaserilir(!) oldu. Peki bilinçsizce etrafındadolaştığımız şiir kavramını bilincimizle yakalaya-bilir miyiz? Nedir şiir? Üzerine neler söyleyebili-riz?

Her sanat eseri öncelikle “eser”dir. Yani“yaratılmış”tır. Her yaratılan gibi; nasılolduğundan ne anlattığından vb. önce sadece varolmasıyla sorunumuz-konumuz olur. Eseri sanatyapansa estetik mefhumu :

Şimdi gelelim sanata, nedir sanat, doğanın,toplumun ve insanın iç diyalektiğinin estetikolarak yansıtılması değil mi? Tamam kaldır estetikolarak yansıtılması lâfını aradan, besbelli, yinediyalektik bir gerçek kalır ama, o sanat olmazartık, başka bir şey olur. [5]

Şiir var olduktan sonra onda bir anlam,amaç aramak koşullandırılmış bir beklentidenbaşka bir şey değildir. Halbuki şiir “vardır” vegerisi onunla birey arasında –tek tek her bireybakımından- sonradan kurulan bağ hakkındadır.

Şiir saklı bir sudur. Açıklamaz, anlatmaz;anlatmak, göstermek istediği şeyin kendisidir.[6]İlhan Berk’in dediği gibi “göstermek istediği şeyinkendisi” olunca, ortada öyle bir “yaratılmış”tansöz etmeliyiz ki, okuyucusunu kendine görekonumlandırsın.

-592-Doğru bir söz söylemek şiir değildir.Bir sözü doğru söylemek şiir değildir.Bir sözü saklamak ya da söylememek ve onun altüst yan çevresinde gezinmek de şiir değildir.Şiir bir tepeye dikilmiş o bayraktır ki durduğu yertepedir.[7]

Bu yaratıda duygunun bir itici güç olduğumuhakkak. Ama anlık bir arzu, ama yıllarınberaberliği bir inanç, ama bir bilinçaltı vurgunu.Yaratım sürecine girmek içinde bulunan diğeryaratılmış varlık,durum,şart ve olaylardanşikayetle başlıyor. Burada, bir ideal(olmasıgereken)in varlığından söz etmek mümkün.

Şiir bir umutsuzluktur. Elbette bir umutsu-zluktur.Niçin mi? Umutsuz olmayan adamlar şiiryazamaz.Umutsuz olmayan adamlar resim yapa-maz, mimar olamaz.Yaratıcı olamaz.Bu dediğimelbet yaşadığımız dünya için bir söz.Çünkü kağıtbir umutsuzluktur.Boş bir kağıt...Tuğlalar,briketler, çimentolar, hepsi umutsuzluktur.[8]

Bir hayalin, bir ilk dizenin peşine düştüktensonra şaire yardımcı olacak şey düşün dünyası,felsefesidir. Şiirin felsefe ile ilişkisinin yakın vegerekli olduğu gerçeği iyice aydınlanmış du-rumda[9]dır. Sıra şiire vücut verecek olan ke-limelere gelir. Kelime oyunları, dil varolduğundan beri bizimle belki. Şiir denince o“aranılan” ahengi de sağlamaya yardımcı… Zihinaçan anlar da yaratır bazen. Ama kullanılıpkullanılmaması bir kenara, şiir dediğimizin ken-disinde var mıdır?

"şiir kelimelerin raksıdır" diyenler var. Hayır..Şair kelimelerin dans hocası değildir.Şair amansızdüşmanı kelimelerle boğuşur. Zaten kelimeler deşaire: "gel oynayalım" demezler..[10]

Sosyal medya düzeninde, “post”lar arasındahızla akıp giden, üzerinde çıkıp bir manzaraseyrettirmeyen, bir doğum sancısının sonucu ol-mayan o “girdi”ler bunca bahsin ardından şiirolarak kabul edilebilir mi? Her “kabul” şahsi dir.Bilimin genel-geçerliği alanında değiliz ve havayabirtakım düşünce balonları bırakıyoruz şu an.İsteyen istediğini patlatabilir. Sadece yazmanın

Page 25: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

25

değil, iyi bir şiir okuyucusu olmanın da“şairlik”ten geldiğini düşününce; o “şiir”inpeşinden gitmek, onu aramak da yüce bir his ha-line geliyor.

Her şiir bir yolculuktur. Bunun için ilkcoğrafyacılardır şairler.[11]

Bireyin kendi içine yolculuğunu tamam-lamaya çalıştığı hayatta şiir, bireyden önce de varolmuştur, bireyden sonra da var olacaktır. Bireyinşiirle kurduğu bağ ise, ister okuyucu ister yaratıcıolsun, tüm insanlığın yolculuğunu etkileyecektir.Çünkü şiir, Attilâ İlhan’ın yukarıdaki alıntıdabelirttiği gibi, diyalektiğin yansımasıdır.

Bir şiir yazılıp yeryüzüne çıkmışsa,dünyada bir şeyler değişmiştir.[12]

[1] İlhan Berk, Toplu Şiirler, Yapı Kredi Yayınları,Şubat 2008

[2] http://tdkterim.gov.tr/bts/ erişim tarihi:13.12.2012

[3] http://tdkterim.gov.tr/bts/ erişim tarihi:13.12.2012

[4] İlhan Berk, a.g.e.

[5] Attilâ İlhan, Böyle Bir Sevmek, sy.140 , İşKültür Yayınları, Ekim 2008

[6] İlhan Berk, a.g.e.[7] Özdemir Asaf, Kırılmadık Bir Şey Kalmadı,Yapı Kredi Yayınları , Şubat 20118 Can Yücel, kaynak: Çağdaş Türk Şiiri Antolo-jisi, Memet Fuat[9] Özdemir Asaf, a.g.e. ,sy. 345[10] Özdemir Asaf, a.g.e.[11] İlhan Berk, a.g.e.[12] İlhan Berk, a.g.e.

Üstüngel [email protected]

http://twitter.com/ustungelari

Antik Yunan Mitolojisi’ndeKadın ve Pandora

Mytos (Yunanca: μυθος) yani söylenen ya daduyulan söz ve bir nevi masal, öykü, efsaneanlamına gelir. Ama insanlar gördüklerini,duyduklarını anlatırken birçok süslemelerebaşvurdukları için mytosları incelerken, bumasalsı anlatıların içlerinde büyük ölçüde gerçek-lik payının bulunduğunu bilsek de, yine deşüpheyle yaklaşmakta fayda vardır. Bu yüzdendirki Herodot gibi bir tarihçi mytos’a “tarihi değeriolmayan güvenilmez söylenti” der, Platon gibi birfilozof da mytos’u “gerçeklerle ilişkisiz, uy-durma, boş ve gülünç bir masal” diye tanımlar.Logos (Yunanca: λογος) ise gerçeğin insansözüyle dile gelmesidir. Logos bir yasal düzeniyansıtır, insanın bedeninde ve ruhunda bir logos

bulunduğu gibi, evrenin ve doğanın da logos’uvardır. Logos insanda düşünce, doğada kanundur,her yerde ve her şeyde vardır, ortaklaşa vetanrısaldır. Mitoloji yani mythologia (Yunanca:μυθολογία) ise tanımlarda görüldüğü üzere bir-birine karşıt gibi görülen bu iki kavramınbirleşmesinden oluşmuştur.

Mitler öncelikle kendi içlerinde birerkültür olgusudur. Ve kültür denilen kavram isebaşta çevresel faktörler olmak üzere gelenek vegöreneklere, yaşayış ve düşünüş biçimlerime göreşekillenen kendine özgü iç dinamikleri olan birkavramdır. Bu noktada mit denilen şey aslındakültürden kültüre farklılık gösterir ve o kültürünizlerini üzerinde taşır.

Page 26: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

26

Mitler, ilkel insan topluluklarının evreni, dünyayıve tabiat olaylarını kişileştirerek yorumlamak,henüz sırrını çözemedikleri hayatın ve evreninçeşitli görünüşlerini bir anlam kolaylığınabağlamak ihtiyacından doğmuş öykülerdir. Fakat“öykü” denilen şey bilinçaltımızda “gerçektenuzak olan” şeklinde bir anlam ifade etse de, mi-tosta kendine özgü bir mantık ve iç tutarlılıkvardır. Levi Strauss; yazısız toplumlarda mitolo-jinin amacının geleceğin bugüne ve geçmişe bağlıkalmasını sağlamak olduğuna, günümüzde mi-tolojinin yerini tarihin aldığına ve aynı işlevigördüğüne dikkat çeker.

Mitoloji ve toplumsal gerçekliğin ilişkisi

Kültür felsefesi ve mitoloji felsefesinin kurucusuolarak kabul edilen Girambattista Vico (1668 –1744) tarih ve kültür dünyasının tabiatdünyasından farklı yöntemlerle incelenmesigerektiğini vurgulayarak kültürü ve tarihianlamayı görev edinmiş olan disiplinlerin yolunuaçmıştır. Vico’ya göre ilk bilim mitolojidir. Onagöre ulusların tabiatı hakkında bir araştırma yap-mak istiyorsak öncelikle ulusların mitolojilerinebakmamız gerekmektedir çünkü bu mitolojikanlatılar bize ulusların toplumsal kurumlarınıverecektir. Vico’ya göre tarih şiirle başlamıştır. İlkinsanların şiir tarzında konuşması, yani, hayalgücüne dayalı ölçü ve ritmle anlatıları tarihselbağlam açısından bir anahtardır. Çünkü ilkulusların mısra ile konuşması doğal bir gereksin-imdir. Ortak el yazısı karakterlerinin henüz icatedilmediği zamanda, ulusların mısra biçiminde

konuşmaları hayranlık uyandıran bir durumdur.Çünkü, bu ilk ulusların ailelerinin ve şehirlerinintarihlerini çok kolayca belleklerinde kolaycatutabilmeleri için ölçü ve ritim gereklidir. Onagöre mitoloji ve şiir arasında keskin bir çizgi yok-tur. Mitoloji, Homer’de olduğu gibi şiir yoluylainsanî eylemleri kaydeder. Yani kısacatanımlamak gerekirse, mitler bir nevi ilkelhikayelerdir. Fakat hikaye ve mit bir noktada bir-birinden ayrılır. Mitler doğaüstü olaylarınhikayeleridir ve bu yüzden bir noktada da dini birişlevleri de bulunmaktadır. Vico’nun dediği gibi“mitolojiyi incelemek folkloru incelemekten ayrıdüşünülemez” Çünkü mitler bir tür bilimsel bilgiaçlığı çeken insanı doyurma ihtiyacından dolayıortaya çıkmıştır. Mit, inancın ifadesidir. İnsanuygarlığının bir parçasıdır. İlkel insanlığın veahlaki bilgeliğin bildirgesidir. Mit, boş bir zihinseluğraşı değil, çevreyle pratik ilişkinin canlı birbileşenidir.

Yunan Mitolojisinde Kadın

Her dinin, kültürün, coğrafyanın ve topluluğuninanç sistemleri içerisinde bir nevi “kült” olarakinsanın yaradılışı ile ilgili farklı yaklaşımlarbulunmaktadır. Özellikle mitolojilerde yaradılışöyküsü çok farklı bakış açılarıyla ele alınmıştır.Bu bağlamda özellikle Yunan ve Hint mitoloji-lerinde insanın yaratılış serüveni çok çeşitlilik vebir o kadar da ilginçlikler göstermektedir. Özel-likle Yunan mitolojisinde insanoğlununyaratılması konusunda değişik görüşler ortayasürülmüştür. Bazıları insanı yaratma işinin Titan-larla yapılan savaşta, Zeus’un yanında yer alan

Page 27: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

27

Prometheus’a ve kardeşi Epimetheus’a verildiğinisöylerler. Prometheus’un insanı maddedenyarattığı ya da başka bir deyişle yaptığı efsanesiİ.Ö. IV.yüzyılda ortaya çıkmıştır. Prometheusdiğer bütün tanrılardan daha akıllı olmasınınyanında, kardeşi Epimetheus akıl yönündenacizdir. Öyle ki insanları yaratmadan önce endeğerli armağanları hayvanlara vermiştir; kuvveti,cesareti, kurnazlığı, kürkleri, tüyleri, kanatları,hepsini dağıtmıştır. Sonra pişman olmuş ve du-rumu Prometheus’a anlatmış; Prometheus’dainsanı diğer tüm yaratıklardan üstün kılmanın biryolu olarak onlara, tanrılara benzeyen bir biçimvermiştir. Ayrıca, güneşe çıkarak aldığı ateşi deonlara sunmuştur. Fakat içinde hala, kendi ırkınıyenen ve onları tahtından indiren Zeus’a karşı biröfke besliyordur. Böylece insanı yaratarak ondanöcünü alacaktır. Çünkü insanlar sonradan tanrılarıhiçe sayacak onların başına bela olacaktır.

Tanrılar katında bir yapıya sahip olmasıinsanı her alanda üstün kılmaktadır. Ancak buderece üstün olsa da O’nun yine kusurları vardır.İşte insanın kusurlu olarak bazı özelliklere sahipolması Yunan mitolojisinde ilginç bir şekilde or-taya konulmuştur: Prometheus yalnızca insanındeğil, içerisinde hayvanların da yer aldığı birçokheykel yapmıştır. Yapmış olduğu bu heykellerininşasında yaşanan bazı hususlar insanlarınkusurlarının oluşmasına kaynaklık etmiştir. İn-sanda görülen bu kusurların olmasının nedeni iseşundandır; Prometheus bir gün, yine kilden insanaait bir çok kafa, kol bacak yapıyor ve bunlarıbirleştirerek raflarına diziyordur. O sırada şaraptanrısı Dionysos gelir. Birlikte gezerler, eğlenirlerve şarap içerler. Prometheus geri döndüğü zaman

çok sarhoş olmuştur. Bu yüzden bazı küçük hata-lar yapar. Örneğin küçük bir gövdeye büyük birbaş takar, büyük bir gövdeye ait olan uzun kollarıise küçük bir gövdeye takar ve işte Yunan mitolo-jisine göre hayatta da büyük başların veya uyum-suz gövdelerin olmasının nedeni budur.

Ayrıca insanın yaratılışıyla ilgili bir diğermit ise şöyledir; Zeus insanı yarattıktan sonra 25yıl yaşamasını yeterli görüyordur. İnsan isesızlanmış ve bunun yetersiz olduğunu, zatenyarısının uykuyla geçeceğini, çocukluk döneminide çıkarınca geriye pek bir şey kalmayacağınısöyler. Uzun ömür de dahil tüm iyi özellikler diğeryaratılmışlara verilmiştir. O anda insanın yanındaaltı hayvan bulunuyordur. Bunlar; tırtıl, kelebek,tavus kuşu, at, tilki ve maymundur. İnsan buyaratıkları göstererek Zeus’dan onların ömür-lerinden kendi ömrüne eklemesini istemiştir. Zeusise diğer hayvanlara haksızlık olacağını söyler,fakat insanın, hayatının belli dönemlerinde o hay-vanlar gibi yaşamasını insana şart koşarak onunömrünü uzatır. Bundandır ki yeni doğan bir insanönce tırtıl gibi yerde sürünür, emekler bu bebeklikdönemidir. Sonra kelebek gibi neşe içinde koşarbu çocukluktur. Gençliğinde ise tavus kuşu gibigururludur. 25-30 yaşlarına doğru ev bark sahibiolunca at gibi hayatın yükünü çeker. Kırkındansonra insan olgunlaşır tilki gibi kurnaz olur. Elliyaşından itibaren de maymun gibi çirkinleşir. İştebu altı hayvanın özelliklerini üzerindebütünleştiren canlı İnsan’dır.

Yunan mitolojisinde insanınyaratılmasındaki ilginçlikler sadece bununla sınırlıkalmamıştır. Nitekim kadının yaratılması konusuayrı bir öyküye sahiptir. Aslında mitolojide

Page 28: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

28

kadının yaratılması tamamen bir ders verme üzer-ine kuruludur demek sanırım çok da yanlışolmayacaktır. Mitolojiye göre bir zamanlar ölüm-lüler (yani insanlar) ve ölümsüzler (yani tanrılar)bir arada yaşamaktaymış. Ancak insanlar odönemde sadece erkeklerden oluşmakta imiş.Prometheus’un kurnazlıkla çalarak insanlaraverdiği akıl onları şımartınca Zeus o zamana kadaryalnız erkeklerden ibaret olan insan topluluğunaceza vermek istemiş. İnsanlar Tanrılarla o denlilaubali olup, sınırsız olmuşlar ki Zeus bu şımarık,ters, ahlaksız, kaba, kendini akıllı ve güçlü sananaptallar ordusuna, kendilerini hale yola soksun veincelsinler diye az çok vücutça kendilerine ben-zeyen ama aslında kendilerinden çok farklı, birvarlık göndermiş: “kadın.”

Yunan mitolojisinde kadının yaratılmasüreci ise şu şekilde gerçekleşmiştir: Zeus,oldukça başarılı bir usta olan oğlu Hephaistos’tankadını yaratmasını istemiş, Hephaistos dababasının isteği üzerine çamuru su ile yoğurmuşve görenleri şaşırtacak güzellikte bir kadın vücuduyaratmıştır. Bunu yaratırken kendine model olarakOlympos’ta oturan tanrıçaların en güzeli olan vekendi karısı olan Aphrodite’in vücudunukullanmıştır. Heykel bitince onun kalbine ruh yer-ine bir kıvılcım koymuş ve böylece heykelin göz-leri açılmıştır. Kolları bacakları kıpırdamaya vedudakları konuşmaya başlamıştır. Onu süslemekiçin bütün tanrılar ve tanrıçalar yardım etmişlerdir.

Herkes kendisinden ona bir şey armağan etmiş veona Yunanca “bütün armağan” anlamına gelenPandora adını takmışlardır. Athena ona güzel birkemer, süslü elbiseler verir. Letafet perileriKharites beyaz göğsüne parlak altın gerdanlıktakar. Aphrodite başına güzellikler saçar. Güzelsaçlı Horalar ilkbahar çiçekleriyle onu süslerler.Hermes ise Pandora’nın kalbine, hıyanet vealdatıcı sözler yerleştirir. Zeus da ona esrarlı birkutu armağan eder ve der ki; “Sakın verdiğim ku-tuyu açma, içindeki iyi şeyler uzaklara kaçar veonların yerine fenalıklar gelir, seni rahatsız eder-ler. Bu kutuyu iyi sakla bütün insanların saadetive felaketi bu kutunun açılıp açılmamasınabağlıdır.” Böyle dedikten sonra baş tanrı ilk kadınıyeryüzüne indirir ve Prometheus’un kardeşiEpimetheus’a gelin olarak gönderir. Prometheuskardeşine Zeus’dan hiç bir şekilde hediye kabuletmemesini tembih ettiği halde Pandora’nıngüzelliğine hayran kalan Epimetheus öğüdü tut-maz ve onunla evlenir. Pandora da tıpkı tümkadınlar gibi doğuştan meraklı olduğundadünyaya gelir gelmez kutunun içinde neolabileceğini düşünmeye başlar ve Zeus’unuyarısını unutarak kutuyu açar. Kutunun içindekihastalık, keder, ıstırap, yalan, riya gibi insanlarırahatsız edecek ve onları felakete sürükleyecek nekadar kötülük varsa hepsi açılan kutudan kuşlargibi uçuşurlar. Pandora hatasını anlayarak birazsonra kutuyu kapar ancak kutuya kapatılankötülüklerin arasında, insanları yaşatacak, teselliedecek “ümit” de vardır. Fakat ümit dışarıçıkamamış kutuda kalmıştır. İşte böylece Zeus ilkkadını beraberinde kötülüklerle dolu bir kutuylayeryüzüne yollayarak insanlardan intikamalmıştır.

KaynakçaAzra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İs-tanbul, 2008Sema Önal Akkaş, Mit ve Felsefe, Millî Folklor,2008, Yıl 20, Sayı 77Yüksel Göğebakan, Anadolu’da Ana TanrıçaKültü Olarak: Kadın, İnönü Üniversitesi Sanat veTasarım Dergisi, ÖzelSayı/Special EditionCilt/Vol.1, 2011

Page 29: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

29

Metin [email protected]

METİN SONSUZ’UN GÜNLÜKLERİ

-2-

Metin uyudu. Metin kalktı, düşündü. Kahkahalaratmakla birini öldürüp mastürbasyon yapmakarasında bir yerde yine durdu düşündü. Başka birşey yapamıyordu, düşünüyordu ve tekrar başadönüp düşünüyordu. Düşündüğü aslında hiçbirşeydi, ya da –aslında- hayatın bütününe dairçıkarsamalar yapıyordu ama farkında değildi.Çıkarsama yanılsamaydı. Sanıyorum o da kendin-den önceki tüm diğerleri gibi hayatın gereksizliğive olmaması gerekliliği üzerinden düşünmetuzağına düşmüştü milyonlarca defa. ‘Bizlerolmaması gereken varlıklarız, bu yüzden tükeni-riz’ diyordu bağıra bağıra. Fakat biliyorum ki buonun suçu değildi. Ölmek pahasına olumlamak is-tiyordu. Cinsellikle ölümün o ince ama gerçekbağını hayatı boyunca düşünmek zorunda kaldı.Çünkü o da cinselliğin ölüme yakın bir tecrübeolduğunu görmüştü. Kendini boğmak istedi fakatyapamadı. Aynı zamanda tam tersi de mümkündeğildi. Belki mümkündü ama hiç bilemedi. Aslabilemeyeceğinin verdiği acıyla bir sigara yaktı.Katil olmamak içten bile değildi. Ama katil deolamazdı çünkü lanet olsun ki çok insancıldı.Hayatı boyunca bunu yenmeye çalıştı. Ondandolayı kendini öldürmek zorunda kaldı. Çünküiçindeki kendini öldürmezse katil olmak zorundakalacağını biliyordu. Metin çok zekiydi, metinbozuk para gibi sert aynı zamanda sonsuzluktakaybolmuş gaz kitleleri gibi dağınık vekarmaşıktı. Metin hiç bitmeyecek bir şeydi, bubağlamda sonsuzdu. Kayboldu içi, bunu idrak

edip duyumsamaya başladığında ise koşmakzorunda kaldı. Başka türlü duramıyordu. Aslındao hiç duramıyordu, ondan dolayı durmadan koştu.Ve ciğerleri patlayıncaya kadar, daha fazla nefesalamayacağına kadar, koştu. Bu duygusuzluk,umutsuzluk ve sonsuzluk halinden sonra ortayaçıkan ölü kendilik ise müthiş bir umutsuzlukyarattı öldürdüğü içinde. Her şekilde umutsuzbiriydi Metin. Sonsuz bir umutsuzluk içindehaykırmak isteyen biri… Bunu istiyordu. Hemumutsuzluk hem kaostu istediği, ama onunyaşadığının gerçek bir acı olduğunu da biliyor-dum. Bunu nerden bildiğimi bilmiyorum ama Jus-tine neler yaşadıysa, Metin’in yaşadığının da onabenzer bir gerçekliğe sahip olduğunu biliyordum.Justine ne kadar acı çekip gizli bir zevk duyduysa,Metin’in de aynı acıyı ve zevki bir aradayaşadığını biliyordum. Sonra, Metin bir günetrafına baktı ve bir takım sesler duymaya başladı.Ama sonra, bir daha etrafına bakmak istemedi.Sadece bir kere öldürdüğü o içindeki kendiliğedönmek istedi, olmadı. Sonra bir kere olsun, birkere daha asla bunu yapmaya çalışmadı. Yaptığışeyin “imkansızlık” olduğunun bilincinde biriydiMetin. Kitleleri peşinden sürüklediği tarzdaadamlardan biriydi. Aslında çok inandı kitlelere.Hala da inandığını biliyorum. Gerçekten neolduğunu söylemek istediğini de. Ama Metin hiçbakmadı bir daha, duymadı da. Metin kayboldu,dişlerini sıktı ve bir daha asla bakmadı. ‘Gerçek-lik’te kayboldu.

Page 30: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

30

Beklediğim

Levent Kaan Gündoğ[email protected]

bilir mi beklerimbir yalnızlığın çok gürültülü yalınayak yağışına.

bilir midudakları dudaklarımı çizer,ben onunkileri yazarım;elleri ellerimi vurur,ben onunkileri ararım.şarap kiellerini görünür kılar geceleri,son kadehiyle söndürür gözlerinibilir mi?

hepsinin bir sebebi var değil mi?rüya dediğin de bir yerde sahibinin eseriözlemediysen neye yarar sabahın gelişi?kimse özlemese hiç kimseyi kalır mı gecenin sessizliği?vardır elbet her kavuşmanın bir karşılık sesihepsinin ayrıca bir sebebi.bilir mi?hiç dinlemiş mi gözlerindeki hikayeyi,söylemiştim, hâlâ fark etmemiş mi?

bilir mi?insan bir hikayeye ne kadar bağlanabilir ki?çok uzakta başka bir kadeh başka bir dudak başka bir vücuttainsan ne kadar saklanabilir ki?

Page 31: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

31

1. Parrhesia Dergisi, senede altı sayı olarakyayınlanan bir e-dergidir. Dergimiz hem onlineolarak hem de bilgisayara indirilerek (pdf) oku-maya müsait şekilde hazırlanmaktadır.

2. Yazarlara, yazılar için telif ücreti ödenmez veyazarlar kendi yazılarından sorumludurlar.

3. Yazılar iletişim mailimize word dosyasışeklinde gönderilmelidir. Gönderilen yazılarınelimize geçmesinin ardından, yazının elimizegeçtiğine dair yazara yazılı bir bildirimde (e-mail)bulunulur. Bunun ardından yayın kurulutarafından inceleme aşamasına alınan yazıların,olumlu-olumsuz sonucu yazara bildirilir. Olumlubir değerlendirme ile sonuçlandığı taktirdeyayınlanır. Aksi durumda yazardan yazısı tekrardeğerlendirilmesi istenir yahut nedenler gösteril-erek neden yayınlanamayacağı hakkında kendi-sine bilgi verilir. İletişim maili: ([email protected])

4. Yazıların daha önce başka bir yerdeyayınlanmamış olması gerekmektedir. Ancak bazıözel/istisnai durumlarda “bu durum belirtilmekkoşuluyla” kabul edilebilir.

Makale ve bilimsel çalışmagönderim hususları

5. Makale ve bilimsel çalışma gönderimlerinde,metinlerin daha önce başka bir yerdeyayınlanmamış olması hususu (madde 4) esastır.

6. Dergimizde, tarih, ekonomi-iktisat, sosyoloji,psikoloji, felsefe, siyaset bilimleri, edebiyat,iletişim-medya bilimleri vb. disiplinler ile ilgilibilimsel-derleme makaleler, kitap tanıtım yazılarıvb. çalışmalara yer verilmektedir.

7. Makale ve bilimsel çalışma gönderimlerindedipnot ve kaynakça kullanımı esastır. Makaleyahut bilimsel çalışma adı altında gönderilen fakatkaynakça ve dipnot kullanımı olmayan metinlerdeğerlendirmeye alınmayacaktır. (Bkz. Dipnot ve kaynakça kullanım hususları)

Edebiyat çalışmaları gönderim hususları

8. Tıpkı makale ve bilimsel çalışma metinlerindeolduğu gibi edebiyat çalışmalarında da biralıntılama söz konusu ise, dipnot ve kaynakçakullanılmalıdır.

9. Edebiyat çalışmaları gönderimlerinde,metinlerin daha önce başka bir yerdeyayınlanmamış olması hususu (madde 4) esastır.

10. Dergimizde ağırlıklı olarak edebiyat bilimi,akımları ve ürünleri üzerine deneme ve eleştiriyazılarına yer verilecektir. Burada önemli olanyazarların/şairlerin uğraştıkları alan üzerine birdüşünceye sahip ve bunları aktarabiliyorolmalarıdır.

11. Öykü ve şiirler, bir amaç çerçevesinde, üzerinekurulu oldukları düşünüm biçimini yansıttığıölçüde yayınlanmaya değer bulunacaktır.

Dipnot ve Kaynakça Kullanım Hususları

13. Dipnotlar sayfa altlarında yahut yazının so-nunda verilebilir. Kaynakça yazının sonundaolmalıdır.

Dipnot Kullanımı:Yazarın soyadı (bir boşluk) Yayın Yılı :Alıntılanan sayfa ya da sayfa aralığı

Dipnot Örneği:Childe 2007: 15

Kaynakça Kullanımı:Yazarın soyadı (bir boşluk) Yayın yılı : Yazarıntam adı, Kitabın adı (yabancı bir eserse paranteziçinde çevirenin adı), Yayın evi, Yeri, Yılı.

Kaynakça Örneği: Childe 2007: Gordon Childe,Tarihte Neler Oldu? (çev. Alaeddin Şenel – MeteTunçay), Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2007

Yazım ve Yayın Kuralları

Page 32: Parrhesia e-dergi / Sayı 3/ Ocak 2013

Üstüngel Arı Onurcan Yılmaz Eren ÖztürkLevent Kaan Gündoğdu Burak Bayülgen Ferit Ender İdil Atabinen Metin Sonsuz