Top Banner
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ RADYO TELEVİZYON SİNEMA ANABİLİM DALI İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ RETORİĞİ:1980 SONRASI TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TARTIŞMALARINDA İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ Yüksek Lisans Tezi İnan ÖZDEMİR Ankara-2005
212

Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

May 13, 2023

Download

Documents

Welcome message from author
This document is posted to help you gain knowledge. Please leave a comment to let me know what you think about it! Share it to your friends and learn new things together.
Transcript
Page 1: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

RADYO TELEVİZYON SİNEMA ANABİLİM DALI

İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ RETORİĞİ:1980 SONRASI TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TARTIŞMALARINDA

İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ

Yüksek Lisans Tezi

İnan ÖZDEMİR

Ankara-2005

Page 2: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

2

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ RADYO TELEVİZYON SİNEMA ANABİLİM DALI

İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ RETORİĞİ:1980 SONRASI TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ TARTIŞMALARINDA

İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ

Yüksek Lisans Tezi

İnan ÖZDEMİR

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Eser KÖKER

Ankara-2005

Page 3: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

3

İÇİNDEKİLER GİRİŞ………………………………………………………………………………...1

I. BASIN VE İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMLARI……………………..22

A. “Basın Özgürlüğü”nün Tarihsel Gelişimi ve Felsefi Temelleri……..22

B. “İletişim Özgürlüğü”nün Kuramsal Temelleri ve Modern

Kapitalist Demokrasilerde 1980 Sonrasında İletişim

Özgürlüğü Tartışmaları……………………………………………....35

C. 1980 Öncesinde TBMM’de Yayıncılık Alanına ve Basın

Özgürlüğüne İlişkin Tartışmalar.................................................................49

D. 1980 Sonrasında Türkiye’de Medyanın dönüşümü ve İletişim

Özgürlüğü Tartışmaları…………………………………………...…...69

a) 1980’lerde “İletişim Özgürlüğü” Kavramının Tartışmalarda

Kullanılma Biçimleri ve Temel Tartışma Konuları………………….69

b) 1990’larda “İletişim Özgürlüğü” Kavramının Tartışmalarda

Kullanılma Biçimleri ve Temel Tartışma Konuları…………………82

c) 2000’den Günümüze “İletişim Özgürlüğü” Kavramının

Tartışmalarda Kullanılma Biçimleri ve Temel

Tartışma Konuları…………………………………………………..95

II. TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NDEKİ İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ

TARTIŞMALARININ ELEŞTİREL RETORİK ANALİZİ…………………108

A. Tezde İncelenen Yasa Tartışmaları ve Birleşimleri………………108

Page 4: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

4

a) 2954 Sayılı Yasada Değişikler Talep Eden Yasa Tasarıları ile 3093

Sayılı TRT Gelir Kanununda Değişiklik Yapan Yasaların

Görüşüldüğü TBMM Birleşimleri…………………………………..110

b) 3517 sayılı Radyo ve Televizyon Verici İstasyonlarının Posta

Telgraf ve Telefon İşletmesi Genel Müdürlüğü Tarafından

Kurulması ve İşletilmesi Hakkında Kanunun Görüşüldüğü

TBMM Birleşimleri………………………………………………..112

c) 1982 Anayasasının 133. Maddesinin Değiştirilmesine

Dair 3913 Sayılı Kanun Tasarısının Görüşüldüğü

TBMM Birleşimleri ……………………………………………..113

d) 3984 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve

Yayınları Hakkında Kanunun Görüşüldüğü

TBMM Birleşimleri ……………………………………………..116

e) 3984 Sayılı Yasada Değişiklikler Öngören 4756 Sayılı

Yasanın Görüşüldüğü TBMM Birleşimleri………………………..117

f) 4709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı

Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun’a

İlişkin TBMM Birleşimleri………………………………………...119

g) 3984 Sayılı Yasada Değişiklik Öngören 5317 Sayılı

Kanununun Görüşüldüğü TBMM Birleşimleri…………………….120

B. İletişim Özgürlüğü Tartışmalarının Temel İzlekleri………………...122

a) Kamu Hizmeti Yayıncılığı ve TRT’ye İlişkin Tartışmalarda

İletişim Özgürlüğünün İfade Edilme Biçimleri……………………122

b) Yayıncılık Alanının Kurallardan Arındırılması Tartışmalarında

İletişim Özgürlüğünün İfade Edilme Biçimleri……………………126

Page 5: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

5

1. Devlet Tekelinin Kırılması ve Özel Yayıncılığın Başlamasına

İlişkin Tartışmalarda İletişim Özgürlüğü Retoriği…………….126

1.1. Yayıncılık Alanında Devlet Tekelinin Kırılmasının

Ekonomik ve Teknik Bir Zorunluluk Olduğuna İlişkin

Tartışmalarda İletişim Özgürlüğü Retoriği……………127

1.2. Yayıncılık Alanında Devlet Tekelinin Kırılması ile

Tarafsızlık ve Çoğulculuğun Sağlanabileceğine İlişkin

Tartışmalarda İletişim Özgürlüğü Retoriği……………136

2. Özel Radyo ve Televizyon Kuruluşlarının Mülkiyet Yapısının ve

Medya Patronlarının Ekonomik Eylemlerinin Düzenlenmesine

İlişkin Tartışmalarda İletişim Özgürlüğü Retoriği…………….135

3. Yayıncılık alanının Uluslararası Sermayeye Açılıp Açılmaması

Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü Retoriği…………………..147

c) Yayınların Denetimine İlişkin Tartışmalarda İletişim Özgürlüğü

Retoriği.............................................................................................151

1. Milli Güvenliğin Korunmasına İlişkin Önlemlerde İletişim

Özgürlüğü Retoriği………………………………………….151

2. Milli Ahlakın Korunmasına İlişkin Önlemlerde İletişim

Özgürlüğü Retoriği……………………………………………170

d) Yurttaşların Kendilerini İfade Araçlarının Arttırılması Olarak

İletişim Özgürlüğü Tartışmaları……………………………………175

SONUÇ……………………………………………………………………………183 KAYNAKÇA……………………………………………………………………...190 ÖZET……………………………………………………………………………...205

Page 6: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

6

GİRİŞ

Bu çalışma, Türkiye’de siyasal konuşmaların temel merkezlerinden biri olan

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki, 1980 sonrası yayıncılık alanına ilişkin yasa

tasarılarının tartışıldığı oturum tutanaklarında “iletişim özgürlüğünün” ifade edilme

biçimleri, kullanılan retorik motifler ve parlamenterlerin konuya ilişkin geliştirdikleri

argümanlar üzerine odaklanmıştır. Bu çabanın ardında yatan amaç; Türkiye Büyük

Millet Meclisi (TBMM) tartışmalarında hakim olan iletişim özgürlüğü anlayışının,

XIX. yüzyılda ortaya çıkan liberal basın özgürlüğü paradigması ile şekillendiğini ve

bu iletişim özgürlüğü anlayışının Türkiye’de 1980 sonrasında ağırlık kazanan yeni

muhafazakar yaklaşımların iletişim özgürlüğüne ilişkin kavrayışları ile desteklenerek

incelenen süre boyunca tekrarlandığını gösterebilmektir.

Tutanakların analizinde “iletişim özgürlüğü” kavramının seçilmesindeki

temel etkenlerden biri, XX. yüzyılda bir sosyal hak olarak ortaya çıkan ve temelini

iletişim ortamının kamu hizmeti anlayışıyla düzenlenmesi talebinin oluşturduğu

iletişim özgürlüğü anlayışının, 1970’lerin ortalarında ABD’de ve 1980’lerle birlikte

Avrupa’da egemen olan yeni-sağın liberal ekonomik ve kültürel politikaları

sonucunda köklü bir değişime uğramasıdır. Diğer etken ise iletişim özgürlüğü

tartışmalarının medyanın demokratik işlevleriyle ilgili tartışmaların odağında yer

almasıdır. “Medyanın demokratik rolüyle ilgili tartışma medyanın nasıl örgütlenmesi

gerektiği hakkındaki tartışmadan ayrı düşünülemeyeceği” (Curran, 1997:140) için,

iletişim özgürlüğü kavramı, tutanaklar analiz edilirken, parlamenterlerin nasıl bir

iletişim ortamı tahayyül ettikleri konusunda da aydınlatıcı olacaktır.

Page 7: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

7

İletişim özgürlüğü kamu hizmeti yayıncılığı tartışmalarında sıklıkla

başvurulan kavramlardan biridir. Özellikle 1980’lerin başında kamu yayıncılığına

karşı çıkan ve yayıncılıkta kurallardan arındırma (deregülasyon) talep eden yeni

liberaller, bu taleplerini meşrulaştırırken eski basın özgürlüğü kavrayışını sıklıkla

dile getirmişlerdir. Deregülasyon, devletin iktisadi rolünü azaltacağı, rekabet

getireceği, iktisadi verimliliği arttıracağı, daha fazla yatırıma yol açacağı ve

tüketicilerin kazançlarının artacağı gerekçelerine dayandırılmış, 1980’lerde ABD’de

Ronald Reagan yönetiminde ve İngiltere’de Margaret Thatcher hükümetlerinde

görülen ve etkisi tüm dünyaya yayılan “yeni sağ”ın siyasal projesinin bir parçası

olmuştur. Bu proje, kitle iletişim alanının regülasyonunu bir kültür politikası konusu

olarak değil, ticari potansiyeli olan bir alan olarak görmüş ve 1980’ler Batı

Avrupa’da yayıncılıkta kamu tekellerinin kırıldığı ve özelleşme sürecinin başladığı

yıllar olmuştur. (Kejanlıoğlu, 2004:82).1

Bu süreçte iletişim özgürlüğü, yeni sağın ekonomik ve kültürel

programlarıyla uyumlu bir şekilde yayıncılık alanındaki “frekans sınırlılığı”nın

kırılması ile bilişim, telekomünikasyon ve kitle iletişim alt yapılarındaki birleşmeye

(convergence) vurgu yapılarak tanımlanmış; XIX. yüzyılda ortaya çıkan basın

özgürlüğü anlayışının John Milton, John Locke, Matthew Tindal, John Stuart Mill

gibi öncülerinin argümanları ödünç alınmıştır (Keane, 1999:67). Bu tanımlamada,

sansürün kaldırılmasına yönelik mücadele, yayıncılık alanındaki yasal

1 Batı Avrupa’da yayıncılık alanında 1980 sonrası düzenlemeler ve deregülasyon süreçleri için bakınız: Karen Siune and Wolfgang Truetzschler, Dynamics of Media Politics: Broadcast and Electronic Media in Western Europe, London: Sage Pub., 1994; Kenneth Dyson and Peter Humphreys, Broadcasting and New Media Policies in Western Europe, London: Roputledge, 1988; Peter J. Humphreys, Mass Media and media policy in Western Europe, Manchester: Manchester University Press, 1996; Vincent Porter and Suzanne Hasselbach, Pluralism, Politics and the Marketplace: The Regulation of German Broadcasting, London: Routledge, 1991.

Page 8: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

8

düzenlemelerin kaldırılması için örnek olarak gösterilerek (Curran and Seaton,

1991:8); “basının temelde küçük tirajlı siyasal yayınlardan oluştuğu ve devletin

toprak sahibi küçük bir seçkin sınıfı tarafından denetlendiği” bir dönemde

biçimlenen basın özgürlüğü yorumları, değişen siyasi, toplumsal ve ekonomik

koşullara rağmen, hiç sorgulanmadan kabul edilmiştir (Curran, 2002:182).

Hem klasik basın özgürlüğü anlayışıyla gündeme gelen deregülasyon

çağrılarını hem de refah devletinin kamu hizmeti yayıncılığını eleştiren radikal

yaklaşımlar ise yeni bir iletişim düzeni tahayyülünde bulunmuştur. Dikey bir iletişim

sistemi yerine yatay, aynı düzeyde ve eşitlikçi bir iletişimi savunan, yeni toplumsal

hareketlerin taleplerinden beslenen demokratik katılımcı medya teorisi, serbest pazar

sistemindeki ticarileşmeyi ve tekelleşmeyi; kamu yayıncılığının ise merkeziliğini ve

bürokratikleşmesini eleştirmiş, demokratik katılımın sadece yerleşik partiler

aracılığıyla yapılmasına karşı çıkmış, politik bir toplumda alıcıların ihtiyaç, ilgi ve

amaçlarını ön plana çıkarmış; bilgi edinme hakkı, cevap hakkı, küçük toplulukların,

çıkar gruplarının ya da alt kültürlerin kendi aralarında etkiletişimi sağlamak için

iletişim araçlarını kullanma hakkı gibi yeni talepler ileri sürmüştür (Çebi, 1999:43;

Işık, 2002:32; McQuail, 1982:96,97). İletişim özgürlüğü ile istenen artık sadece

araçlara yönelik bir özgürlük değil, hayatın her alanını içine alan bir özgürlük

olmuştur. Bu kavramı kullananlar, “iletişimin ancak farklı düşüncelerin ve görüşlerin

birbiriyle kurumsallaşmış kitle iletişim araçlarıyla ve kurumsallaşmamış iletişim

ağlarıyla ilişkiye girmesi sayesinde gerçekleşeceğini” varsaymışlardır (Köker,

1998:145,146).

Page 9: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

9

Yayıncılık alanındaki deregülasyon süreci Türkiye’de de, Türkiye’nin özgül

koşulları içerisinde gerçekleşmiştir. 1980’lerden 2000’li yıllara Türkiye’de iletişim

alanındaki dönüşüm yayıncılık alanında devlet tekelinin kırılarak bir yanda TRT’nin

kamu yayıncılığı, diğer yanda ise özel radyo ve televizyonların yer aldığı ikili bir

sistemin ortaya çıkması; iletişim ve enformasyon alt yapılarının yöndeşmesinin ivme

kazanması ve iletişim alanında var olan kuralların, büyük sermaye gruplarının

elindeki ulusal medya kuruluşlarının lehinde, güçlenerek devam etmesi ile

gerçekleşmiştir. 1980 sonrasında Batı Avrupa’da yayıncılık alanındaki gelişmelerle

paralellikler taşıyan bu dönüşümün başlangıcında, Amerika’da “Reaganizm”,

İngiltere’de “Thatcherizm”, Türkiye’de ise “Özalcılık” olarak tanımlanan neo-liberal

iktisat politikaların iletişim alanına uygulanması yer almaktadır (Kejanlıoğlu,

2004:193).

1980’ler bir yandan askeri darbenin baskıcı rejimi ile gelen yasal

düzenlemelerin ifade özgürlüğüne ciddi sınırlamalar getirmesine diğer yandan 24

Ocak ekonomik kararları ile ekonomide ithal ikameci birikim modelinin terk edilerek

“dışa açılma” modelinin kabul edilmesine tanıklık etmiş; hem IMF ve Dünya

Bankası aracılığıyla uluslararası sermayenin hem de yerel sermayenin talepleriyle

oluşturulan bu kararlar piyasalarda serbestliğe geçmeyi ve kamu harcamalarına ve

hizmetlerine kısıtlamalar getirmeyi hedeflemiştir (Boratav, 1998:122,126). 24 Ocak

kararlarıyla başlayan, Özal hükümetleri ile devam eden iktisadi politikalar (örneğin

24 Ocak kararları doğrultusunda devletin kağıda yaptığı sübvansiyonu kaldırması ve

kağıdın kilogramının 13.000 TL’den 41.000 TL’ye çıkarılması) ve basın

sanayisindeki pahalı teknolojik yenilikler, basında “aile-gazeteciliği” devrini

kapatmış, basın dışındaki sermayenin bu alana yönelmesine neden olmuştur

Page 10: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

10

(Koloğlu, 2003:33; Özgen, 2000:62-66). Böylece kendi gazetesinin hem çalışanı hem

de ustası olan ve gazeteciliği bir meslek olarak yürüten patronların yerini, daha önce

gazetecilikle ilgisi olmayan, başka alanlarda sermaye birikimi elde etmiş, diğer

sektörlerin yanında pek de karlı olmayan basın sektörüne ise kişisel siyasi ve

ekonomik çıkarları için giren yeni medya sahipleri almaya başlamıştır (Tılıç,

1999:245).

Neo-liberal iktisat politikalarının yayıncılık alanındaki yansıması ise TRT

ekranlarının özel yapım şirketlerine açılmasıyla, daha önce reklam alımıyla başlayan

tecimselleşmenin pekiştirilmesi olmuştur. Bu yolla reklam, video ve sinema

sektörleri güçlendirilerek bir televizyon yapım endüstrisi oluşturulmaya çalışılmıştır.

1980’ler aynı zamanda uydu yayıncılığı ve 1988’de PTT tarafından yürütülen

kablolu yayıncılığın başlaması ile TRT’nin yayın tekelinin “delinmesine” tanıklık

etmiştir. İletişim teknolojilerinin gelişmesinin ve yöndeşmesinin getirdiği olanaklar

PTT bünyesinde toplanmaya ve yayıncılık alanında PTT’nin rolü arttırılmaya

çalışılmıştır. 1980’lerin ikinci yarısındaki bu gelişmeler, özel yayıncılığa doğru

dönüşümün göstergeleri olmuş (Kejanlıoğlu, 2004: 265-270, 294), 1980’lerin

sonlarında yayıncılık alanındaki tecimselleşmeyi 1990’ların ilk yarısında özel radyo-

televizyon yayınlarının fiili bir şekilde başlamasıyla birlikte özelleşme izlemiştir.

1990’da yasa dışı olarak başlayan özel yayıncılık, yaklaşık dört yıl boyunca

bir yasal düzenleme veya denetleme olmaksızın faaliyet göstermiş; özel radyo ve

televizyonlar bu süre içerisinde kurallarını kendilerinin belirlediği bir yayıncılık

ortamı oluşturmuşlardır. Nitekim, özel radyo ve televizyonlar yayına başladıktan dört

yıl sonra 1994 Nisanında çıkarılan ve Türkiye’nin tek anti-tekel hükmünü barındıran

Page 11: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

11

3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, medya

sahipliği, frekans tahsisi gibi konularda uygulanamamış; yayıncılık alanında “yasasız

dönemin kendine özgü kuralları ... esaslı bir değişikliğe uğramaksızın yürürlüğünü

sürdürmüştür.” (Pekman, 2005:268).

Bu süreçte, 1980’lerin ikinci yarısında ortaya çıkmaya başlayan yeni medya

sahipliği, 1990’lar boyunca güçlenmeye devam etmiş; Türkiye’de medya, egemen

birkaç sermaye grubunun,2 ekonomik ve siyasi çıkarlarını korumak için zaman

zaman yayın organlarını birbirleriyle mücadele etmek için kullandığı bir alan

olmuştur (Adaklı, 2001:161).3 Bir çok alanda uygulanmamasına rağmen, 1990’ların

2 1990’larda medya sektöründe etkili olan bu gruplar Doğan Grubu, Uzan Grubu, Medi Grup ve Doğuş Grubu’dur. Bu gruplar medya sektörü dışında bankacılık, finans ve enerji sektörlerinde de etkili gruplardır (Adaklı, 2001:163-167). Medya kuruluşları arasındaki mücadele, genellikle bu grupların diğer sektörlerdeki mücadeleleriyle paralel gitmiştir. Örneğin 1990’ların sonundaki enerji ihaleleri sırasında İş Bankası ve Doğan Holding ortak girişimine satılan Petrol Ofisi A.Ş’nin (POAŞ) ödemelerinin yapılması için Özelleştirme Yüksek Kurulu (ÖYK) tarafından belirlenen süre içerisinde diğer sermaye gruplarına bağlı medya kruruluşları, Doğan Grubuna saldırgan bir üslupla yaklaşmışlardır (Adaklı, 2001:192). Öte yandan Doğan Grubunun medya kuruluşları da POAŞ ihalesi sonucu işten çıkarılan işçilerin üretimin durdurulmasına neden olan grevlerine haberlerinde yer vermemiştir (Özsever, 2004:147-148). 3 Tekelleşen ve birbiriyle mücadele eden medya gruplarının varlığı ile gazeteci kimliği ve çalışma koşulları da değişmiş, gazetecilerin bu yeni düzendeki konumları “Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci” olarak tanımlanmıştır (Özsever, 2004). Tekelleşmenin medya çalışanları üzerindeki ilk olumsuz etkisi, istihdam olanaklarının zayıflaması ve iş bulma imkanlarının azalması olmuştur. Büyük medya tekelleri daha az çalışanla daha çok iş yapmaya, oluşturdukları “havuz sistemiyle” kendilerine bağlı bir kuruluşta çalışan bir gazetecinin ürününü diğer kuruluşlarında da ek ücret ödemeden kullanmaya başlamışlardır (Özsever, 2004:158). Uygulanan “yeni yönetim modeliyle” de gazete ve yayın kuruluşlarının yönetim kadrolarının meslek ilkelerine uymaktan çok, ticari çıkarlara hizmet edecek kişilerden seçildiği, “sendikasızlaştırma operasyonuyla” da alt kademelerin kontrol altında tutulduğu görülmektedir (Koloğlu, 1999:75). Medya kuruluşlarındaki ücret sistemi de değişmiş; üst düzey yöneticiler ve yazarlar ile diğer medya çalışanlarının ücretleri arasında büyük farklar ortaya çıkmıştır. Medyada tekelleşme ve basın dışı sektörlerden bu alana giren sermaye ile birlikte, medya çalışanları sırandan bir işçi statüsüne indirgenmiştir. Böylece gazetecilik yapanlar hukuken gazeteci sayılmamaya, Basın-İş yasası uygulanmamaya başlamış, gazetecilerin kendi iş kollarında örgütlenmelerinin önü kesilmiş, alandaki sendikalar hem bu nedenlerle hem de medya yönetimlerinin çalışanlar üzerinde kurduğu – örneğin “centilmenlik anlaşması” olarak tanımlanan ve bir medya tekeline bağlı kuruluştan çıkarılan gazetecinin diğer medya kuruluşları tarafından işe alınmaması gibi - çeşitli baskı

Page 12: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

12

ikinci yarısından itibaren enerji özelleştirmelerinde etkin olmaya başlayan medya

holdinglerine bağlı kuruluşların aldıkları ihaleler Danıştay tarafından 3984 sayılı

yasaya atıf yapılarak iptal edilince, medya grupları tarafından yasanın

değiştirilmesine ilişkin talepler gelmeye başlamıştır. 2002 yılında 3984 sayılı yasada

değişiklikler öngören, medya patronlarına devlet ihalelerine katılabilme ile menkul

kıymetler borsasında işlem yapabilme olanağı sağlayan ve tekelleşmeyi önleyici

hükümleri gevşeten 4756 sayılı yasa kabul edilirken (Pekman, 2005:274-277); 2005

yılında da yabancı sermayenin bir ulusal radyo ve televizyon yayın kuruluşunun

tümüne sahip olabilmesine olanak sağlayan ve altı ulusal kanalı yabancı sermayeye

ayıran 5317 sayılı yasa TBMM’de kabul edilmiştir.

Türkiye’de yayıncılık alanındaki bu gelişmeler göz önüne alındığında, bu

çalışmanın 1980 sonrası TBMM’de yayıncılık alanına ilişkin yasa tartışmaları ile

sınırlandırılmasının temel nedeni de ortaya çıkacaktır. Zira 1980 sonrasında

Türkiye’de iletişim politikaları ve yayıncılık alanındaki değişimler serbest pazar

liberalizmini öngören bir anlayışa doğru gelişmiş ve bu değişim bu doğrultudaki

yasalar ile biçimlenmiştir.

Çalışmanın, TBMM tartışmaları ile sınırlı tutulmasındaki temel gerekçe ise

parlamentoların demokratik sistemlerde farklı düşüncelerin ifade edilmesine olanak

tanıyan bir politik konuşma alanı olmasıdır (Bayley, 2004:14; Norton, 1993: 6, 7;

203, 204; 1994: 15-17). Bu çalışmada TBMM tartışmalarının, Türkiye’de yasa

koyucuların ve politika geliştiren siyasal aktörlerin ve bu konudaki tarafların iletişim

mekanizmalarıyla zayıflatılmıştır (Özsever, 2004:158-165). Bütün bu koşulların gazetecilerin niteliği üzerindeki etkisi ise, “klasik gazetecilik pratiği yerine, ticarileşmiş ve toplumsal sorumluluktan uzak bir gazetecilik pratiği ve anlayışının” yaygınlaşması olmuştur (Özsever, 2004:191-194).

Page 13: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

13

özgürlüğü konusundaki kavrayışlarının anlaşılmasına olanak sağladığı kabul

edilmektedir.

Robert Packenham siyasal sisteme yaptığı katkılardan hareket ederek,

parlamentoların on bir işlevini tespit etmiştir. Parlamentoların sadece “yasa yapımı”

ile sınırlı olmayan çok yönlü bir kurum olduğunu vurgulayan Philip Norton,

Packenham’ın saptadığı bu işlevleri “meşrulaştırma”, “sosyalizasyon ve eğitim” ve

“politik karar alma ya da karar almayı etkileme” olmak üzere üç ana başlık altında

toplamıştır. Buna göre parlamentolar görüşüp tartışarak ve onaylayarak yasalara;

belirli aralıklarla toplanarak, hükümete sorular yöneltip denetleyerek ve farklı

düşüncelerin ifade edilmesine olanak tanıyarak da hem hükümete hem de kendisine

meşruluk kazandırmaktadır. Parlamentolar ayrıca seçilmiş temsilcileri toplayarak bir

araya getirmekte ve parlamenter normlar ve beklentilerle onların siyasal

sosyalleşmelerine ve deneyim kazanmalarına yardımcı olmakta; yasa yaparak, farklı

çıkarların ve şikayetlerin dile getirilmesini sağlayarak, ve çatışmaları çözerek karar

verme ya da etkileme işlevlerini yerine getirmektedir. (Norton, 1993:6,7;203,204;

1994:1515-17).

Bu işlevlerin yerine getirilmesinde ise bir politik araç olarak konuşma

merkezi bir yer tutmaktadır. Komisyonlarda yasa tasarılarını tartışarak oluşturan,

genel kurullarda bu tasarıları savunan veya eleştiren, hükümete yaptığı işler

konusunda sorular yönelten, kendi bölgesinin sorunlarını ve şikayetlerini dile getiren

ve çatışma konularında uzlaşmaya varmak üzere müzakere eden parlamenterlerin

tüm bu aktiviteleri konuşma üzerine kurulmaktadır (Bayley, 2004:14).

“Parlamento”nun Latince “parlare” (konuşma) sözcüğünden türemesi ve “konuşulan

Page 14: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

14

yer” anlamına gelmesi (Ilbert, 1953:1; Sezen,1994:52) de bu kurumlardaki konuşma

süreçlerinin politika yapımındaki önemine işaret etmektedir.4

Parlamento müzakerelerinin milletvekillerinin parti grup kararlarına

bağlılıklarını değiştirip değiştirememesi ya da alınan kararlarda bu müzakerelerin

etkisinin olup olmaması tartışılsa da,5 anlamlar üzerinden yürütülen bir mücadele

alanı olan parlamento konuşmaları önemli sosyal ve politik sorunların semantik ve

4 Türkiye’de kullanılan “meclis” sözcüğü ise Arapça “oturma, bir yere oturma, tahta oturma, yerleşme” anlamlarına gelen “cülus” sözcüğünden türemiştir ve “oturulan yer, durulan yer” anlamına gelmektedir. Anlam genişlemesiyle “toplantı, toplanılan yer” anlamını almıştır (Eyüboğlu, 1991:478; Nişanyan, 2003:71) 5 Kökenleri XIX. yüzyıla uzanan fakat XX. yüzyılda yoğun bir şekilde gündeme gelen ve parlamentoların yürütme erki karşısında “büyük ölçüde tabi duruma düşmelerinden kaynaklanan” (Yücekök, 1983:52), “parlamentoların düşüşü” iddiaları (Bryce, 1990:48-53; Hirst, 1990:1-6; Keane, 1994:202 vd.; Norton, 1993:1-2; 1994:15-17). parlamento-konuşma ilişkisindeki dönüşüme de değinmiş, parlamento müzakerelerinin etkinliğinin azaldığı ileri sürülmüştür. Örneğin, parlamentoları yürütme karşısındaki etkinliklerini esas alarak sınıflandıran M. Weinbaum, bu sınıflandırmayı yaparken, parlamenter konuşmaların niteliklerine de bakmış, yasama sırasında başvurulan müzakerenin etkinliğinin olduğu parlamentoları eşgüdümlü olarak tanımlarken, milletvekillerinin bireysel görüşlerini dile getirmesinin ve karşılıklı görüş alışverişinin önemini kaybettiği parlamentoları tabi parlamentolar olarak tanımlamıştır (Akt. Yücekök, 1983:52). John Keane ise parlamenter konuşmanın yürütme karşısında etkinliğinin azalmasına yönelik eleştirileri şöyle özetlemiştir: Tartışmaların kısa kesilmesi, oturumların sık sık kapatılması, yasama öncesi ve sonrası aşamalarına çok az zaman harcanması gibi etkenlerle parlamento üyelerinin konuşma hakları kısıtlanmakta; çeşitli kitle iletişim araçlarının kişiselleştirmeye ağırlık vererek liderleri ön plana çıkarması, onlara radyo ve televizyonda ayrıcalık tanınması, hükümet ya da muhalefetçe verilen basın toplantılarının ön plana çıkması, parti kongrelerinin medya tarafından yoğun bir şekilde aktarılması gibi etkenlerle de siyasal tartışmaların görsel odağı parlamento dışı dünyaya kaymaktadır. Bütün bunlar ise parlamentodaki güçlü ve önemli üyelerin parlamentoyu bir müzakere zemininden ziyade, bir onama mercii ve parlamento konuşmalarını da bir zaman israfı olarak görmelerine yol açmaktadır (1994:228-231). Parlamenter süreçlerde müzakerenin etkinliğinin azaldığını ileri süren eleştirilere rağmen Uhr, modern yasama meclislerinin politik müzakere merkezlerinden biri olduğunu kabul etmenin anlamlı olacağını söylemiştir. Parlamentolardaki müzakere idealden uzak olsa da, parlamenter kurumlar kaçınılmaz olarak müzakerenin ve demokratik karar almanın yasal olarak kurumsallaştırılmış prosedürleri için hayati önem taşımaktadır (1998: 8, 31). Özellikle çatışmaları çözme ve müzakere ortamı olma işlevleriyle parlamentolar kriz dönemlerinde demokratik birleşmeyi sağlama konusunda merkezi bir önem kazanmaktadır (Liebert, 1990:22). Yürütme karşısında karar alma ve yasa yapma etkinliği azalsa da, demokratik rejimler için çok önemli olan başka işlevlere de sahip parlamentolar “konuşmaya adanmış kurumlar” olma niteliğini kaybetmemiştir (Bayley, 2004:14,15).

Page 15: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

15

sembolik olarak temsil edildiği ve dışlanan anlamların niteliklerini belirleyen sınırları

ortaya çıkaran bir zemin oluşturması nedeniyle de önemli bir çalışma alanı

olmaktadır (Bayley, 2004:18,19).

Türkiye’de ise TBMM tartışmalarına daha çok, var olan görüşlerin

güçlendirilmesi ya da desteklenmesi için atıf yapıldığı fakat; TBMM’nin farklı

anlamların dile getirildiği ve kurulduğu bir müzakere ortamı olarak ele alınıp

çözümlenmediği görülmektedir. Bu çalışmanın böyle bir eksikliğin giderilmesine de

katkıda bulunacağı düşünülmektedir. Çalışmada TBMM tartışmaları; eleştirel retorik

anlayışlarının perspektifiyle incelenmektedir. Retoriği6 “güzel söz söyleme sanatı” ya

da “verili bir durumda iknanın en uygun yollarını bulma” gibi klasik

tanımlamalarının dışında, “bilgi üretiminin merkezinde yer alan ve topluluğun

kolektif varlığının ve bilincinin inşasından bağımsız düşünülemeyen bir öğe” olarak

ele alan (Lucaites, J. L. and others, 1999) çağdaş eleştirel retorik analizleri7, retoriğin

6 Yunanca “rhétoriké” sözcüğünden gelen “retorik” ilk defa MÖ. beşinci yüzyılda Sokrates tarafından kullanılmış ve yazılı olarak ilk defa Platon’un Gorgias ile diyalogunda ortaya çıkmıştır (Kennedy, 1994:3). Homeros’un dönemine kadar izi sürülebilen “Rhéma” “söylemek ya da söylenen şey” anlamına gelmektedir. “Rhétér” sözcüğü ise İlyada’da “sözcükleri söyleyen ya da hikayeyi anlatan” anlamında kullanılmıştır (Enos, 1996:631). Bu iki sözcüğün birleşimi ile oluşan “Rhétoriké” sözcüğü ise Yunanistan’da, “sivillerin müzakereci toplantılardaki kamusal konuşma sanatı” olarak tanımlanmıştır (Kennedy, 1994:3). İngilizce’ye rhetoric, Fransızca’ya rhetoricque, Almanca’ya ise rhetorik olarak geçen sözcük için Türkçe’de çeşitli karşılıklar kullanılmıştır. Eski Yunanca rhetorike tekhne terimi ya da Latince oratio terimi Türkçe’de konuşma sanatı, söz sanatı, söz söyleme sanatı, ikna etme sanatı, etkili söz söyleme sanatı, söylevcinin sanatı gibi tanımlarla ya da belagat, söylev, hitabet, hatiplik, aytamlık, söz bilimi, uzanlatım gibi terimlerle karşılanmıştır. Rhetor ya da orator terimi ise söylevci, hatip, söz sanatı ustası, konuşmacı, söylevci, aytaç ya da kısaca rhetor, retorikçi olarak Türkçe’ye çevrilmiştir (Dürüşken, 2001:3). Terimlerin Türkçeleştirilmesi konusunda bir birlik bulunmadığından tezde “retorik” ve “retor” sözcüklerinin kullanılması yeğlenecektir. 7 Raymie E. McKerrow, “Retorik retorikçilerin yaptığı şeydir” düşüncesinden hareketle bu çalışmaları tanımlamak için “retoriksel eleştiri” terimi yerine vurguyu retorik uygulamaya yapan “eleştirel retorik” demeyi yeğlemiştir (1989). MvKerrow’u destekeleyn McGee’ye göre “retorik” bir sıfat olarak kullanılıp vurgu eleştiri eyleminin kendisine yapıldığında, retorik bir yandan felsefi bir uğraş olarak eleştirinin içerisinde diğer yandan da edebiyat içerisinde çözülmektedir. Retorik eleştirel eylemin bir aracı olmakta ve bir tür yorum haline

Page 16: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

16

olayları ya da fenomenleri nasıl kurduğuna ya da yeniden kurduğuna bakmaktadır

(Gill and Whedbee 1997:160).8

gelmektedir. Bu aynı zamanda retoriğin bir performans olarak sanatsal niteliğini yadsıyarak, onu bir sanat eseri olarak ele almayı beraberinde getirecektir. Oysa vurgu retoriğe yapıldığında, dikkatin yazılı metinler yerine konuşmada, dolayısıyla “performans olarak söylemde” olduğu kabul edilmektedir (1999a:69). Buradan hareketle bu tezde de “retoriksel eleştiri” yerine “eleştirel retorik” ifadesi benimsenecektir. 8 Klasik retorik, XX. yüzyılın başlarında Amerika’da başlayan ve “iletişim çalışmaları” olarak tanımlanan disiplinler arası bir akademik alanda kendisine yeni bir yer edinmiştir. Kitle iletişim araçlarıyla yeniden biçimlenen liberal demokrasilerde, vatandaşın demokratik süreçlere etkili katılımının yollarının da araştırıldığı ve vatandaş eğitiminde kamusal konuşmaya özel önem verilen bu alanda retorik, ikna ve yönetime ilişkin teoriler üzerine odaklanmış ve yüzyılın ilk yarısında, retorik “stratejik bir sanat”; “retorik teorisi” ise iletişimin felsefi tarihi olarak kabul edilmiştir. Ünlü söylevlerin “ikna sanatı olarak retorik” açısından etkililiğinin incelenmesine ve retorik teorisinin entelektüel tarihinin araştırılmasına yönelen bu dönemdeki çalışmalara ilişkin hoşnutsuzluk ve artık dünyanın değişen koşullarını anlamaya yönelik yeni bir retorik anlayışının geliştirilmesine yönelik istekler 1960’ların ortalarından itibaren gittikçe artmıştır (Lucaites and Condit, 1999:7,8). Lucaites ve Condit bu taleplerin kaynağını iki fenomenden aldığını ileri sürerler. Bunlar, kamusal söylemin temel aracı olarak televizyonun hızla artan kullanımı ve insan hakları, savaş karşıtlığı, kadın hakları gibi klasik retoriğin etkisizliğini sorgulayan ve yeni tarz söylemler üreten toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasıdır (1999:8). Gert Ueding ise II. Dünya Savaşı sonrasında retorik incelemelerindeki “yeniden doğuşu” yüzyılın ilk yarısında Asya ve Avrupa’da yükselen totaliter devletler ve onların propaganda aracı olarak retoriğin tekniklerinden daha önce görülmemiş bir ölçüde faydalanmaları; radyo ve televizyon gibi yeni iletişim araçlarının dilsel ve görsel semboller için yarattığı yeni olanaklar ve yurttaş katılımının arttırılmasının gerekliliğine yapılan vurgunun etkisiyle açıklamaktadır (Akt. Köker, 2005:132,133). Retorik üzerine yeni düşünme biçimlerini “insan bilimlerinde retoriğe dönüş” olarak tanımlayan Dilip Parameshwar Goankar ise bu gelişmenin tarih boyunca retoriğin her canlanma döneminde olduğu gibi bir bunalım döneminde ortaya çıktığını söylemiştir: Goankar’a göre “söylem bunalımlarıyla kültürel bunalımların ... ortamı” olarak kabul ettiği retoriğin, pozitivizmin sorgulandığı, refah devletinin meşruiyet krizinin tartışıldığı ya da dil çalışmalarında “yapısökümden” bahsedildiği bir döneme denk gelmesi tesadüf değildir (2002:16,217). Lucaites, Condit, Ueding ve Goankar’ın belirttiği bu etkenlerin yanı sıra dil felsefesi, dilbilim, felsefe, psikoloji, politika ve iletişim çalışmaları gibi çeşitli alanlardaki ürünler de retoriğin bilimsel faaliyet alanındaki yeniden canlanışına katkıda bulunmuşlardır. Sofist geleneğin, sözün bağlam ile olan ilişkisini vurgulayan pratik eylem felsefesini takip eden ve anti-pozitivist hareket içerisinde kendisine yer bulan çağdaş retorik XX. yüzyılda “felsefenin kartezyen temelinin” sorgulandığı ve retoriğin temel malzemesi olan söz üzerine yeni bir akademik açılım sağlayan, beşeri ve sosyal bilimlerdeki dilsel dönüş ile birlikte gelen literatürden beslenmiştir. Bu dilsel dönüş beraberinde beşeri ve sosyal bilimlerdeki birçok akımın “söylemi ve dilsel temsili bilgi ve hakikat arayışında felsefenin ulaşabileceği en yüksek nokta” olarak görmesini getirmiştir (Cevizci, 2002, Akt. Köker, 2005:82). Böylece, retorik çalışmalarında yüzyılın başındaki odak 1960’larda değişmeye başlamış, 1960-1980 arasındaki dönemde retorik çalışmaları, “retoriğin entelektüel tarihi” ya da “klasik retorik eğitimi”nden; retorik, sosyal teori ve sosyal değişim arasındaki ilişkiye kaymıştır. Bu konuda 1960’larda öncülük yapan iki düşünür Franklin Haiman ve Robert L. Scott olmuş; Scott, On Viewing Rhetoric as Epistemic başlıklı makalesinde retoriğin sadece gerçeği etkili kılma

Page 17: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

17

1975’te, retoriğin yeniden canlanışıyla ortaya çıkan bir grup yeni eleştirel

retorik çalışmasını, çağdaş eleştirel retorik analizlerinin temel özelliklerini saptamak,

eleştirel retorik için görece yeni bir teorik yapı oluşturmak ve bu yeni eleştirel

retoriğin Aristocu, modern ya da yeni-Aristocu retorik eleştirilerinden farklı

olduğunu göstermek amacıyla inceleyen James W. Chesebro ve Caroline D.

Hamsher, inceledikleri eserler arasında belirgin farklılıklar olmakla birlikte

araştırmacıların retorik olayın ne olduğu konusunda ortak bir bakışı paylaştıklarını;

belirli bir tip iletişimsel davranışı ele alıp incelediklerini; gerçekliğe ilişkin bütüncül

bir bakışa sahip olduklarını ve “yalnızca insan eyleminin retorik bakışı”na katkıda

bulunduklarını tespit emişlerdir (1975:315).9

Bir başka deyişle çağdaş eleştirel retorikçiler, iletişim sürecinin kaynak,

mesaj, kanal, kod, sosyo-kültürel bağlam ve alıcılar gibi tüm bileşenlerini ele

gücü değil aynı zamanda bilmenin, kesinliklerin az olduğu dünyada bilgi ve doğru üretmenin bir yolu olduğunu savunmuş; Haiman ise The Rhetoric of Streets’de gündelik konuşmalar ve “sokakların çağdaş retoriğinin” artık ciddi biçimde değerlendirilmesi çağrısında bulunmuştur. Bu çağrı retorik çalışmalarında yansımasını bulmuş, bu dönemde yeni toplumsal hareketlerin retoriğiyle ilgili çok sayıda makaleler yayınlanmıştır. 1970’lerin sonları ile 1980’lerde ise “retoriğin gerçeğin inşasındaki rolü” ve “kamusal ahlakın karakteri” üzerine çalışmalar yapılmıştır (Lucaites and Condit, 1999:9). Bu dönem aynı zamanda XX. yüzyılın ihtiyaç ve teorilerine uygun bir retorik teorisi üzerine tartışmaların da yapıldığı bir dönem olmuş, bu konuda Amerika’da Retorik Üzerine Ulusal Gelişim Projesi (National Development Project on Rhetoric) öncülüğünde konferanslar düzenlenmiş ve eleştirel retoriğin, XX. yüzyılda gelişen ve toplumların karşılaştığı sorunları da etkileyen yeni iletişim teknolojilerini araştıracak şekilde genişletilmesi; retoriğin teori ve pratik olarak algılanması ve retorik buluşların teori ve pratiğin merkezinde olacak şekilde yeniden inşa edilmesi gerektiği görüşleri kabul görmüştür (Lucaites and Condit, 1999: 10). Eleştirel retorik analizleri yukarıda özetlenmeye çalışılan XX. yüzyılın ikinci yarısında canlanan retorik çalışmalarının ürünleri olmuştur. 9 Chesebro ve Hamsher, inceledikleri çalışmalara örnek olarak, Edwin Black’in The Secon Persona isimli makalesini, Parke G. Burgess’in The Rhetoric of Black Power: A Moral Demand? isimli eserini, Kenneth Burke’nin Adolph Hitler üzerine yazdığı “The Rhetoric of Hitler’s Battle”, Karlyn Kohrs Campbell’in kadın hareketlerinin dili kullanım biçimlerini incelediği The Rhetoric of Women’s Liberation: An Oxymoron, yeni solun retoriğini inceleyen Leland M. Griffin’in The Rhetorical Structure the “New Left” Movement: Part I, Theodore Otto Windt Jr.’nin The Diatribe: Last Resort for Protest isimli eserini ... vermiştir (1975:312).

Page 18: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

18

almakla birlikte mesaja retoriksel olayda daha merkezi bir önem atfederek “mesaj

merkezli bir perspektif”i kabul etmişlerdir. Böyle bir bakış söylemin kendisine

odaklanırken, iletişim sürecinin diğer öğelerini mesajın bakışıyla ele almaya olanak

vermektedir. “Retorik mesaj” ise söylemin altında yatan önermeler ile söylemin

sunuluş biçimi arasındaki etkileşim aracılığıyla belirlenmekte; konuşmacının

amaçları ve fikirleri yerine söylemin kendisine yönelen ve belirli kriterlerle “bir

konuşmacının ikna başarısını incelemek” yerine “söylemin kuruluşu” üzerine eğilen

eleştirmen daha inceleyeceği retorik durumu seçerken, pasif bir gözlemci olmaktan

çıkıp “katılımcı” haline gelmektedir (Chesebro and Hamsher 1975:313-318).

Eleştirel retorikçiler ayrıca tekil bir konuşmacının belli bir dinleyici önünde yaptığı

iletişimsel eylem anlayışı yerine “dinamik bir sosyo-kültürel perspektif”i paylaşarak,

ulusal kültürün bağlamı içerisindeki çoğul konuşmacıların diyaloguna önem

vermişlerdir. Örneğin bir katılımcının belirli bir dinleyici karşısında kadın hareketini

savunmasını incelemektense, hareketin toplum içerisindeki sosyo-kültürel anlamını

inceleyen Karlyn Kohrs Campbell bu hareketin evlilik kurumuna, aile değerlerine,

çocuk yetiştirmede kadına yüklenen görevlere vb. saldırma şekliyle sosyal yaşamı

dönüştürme potansiyelini incelemiştir (Chesebro and Hamsher 1975:318-321).

Chesebro and Hamsher’e göre eleştirel retorik çalışmaların bir diğer ortak noktası,

“bir gestalt perspektifiyle” hareket etmeleridir. Böylece eleştirel retorik çalışmaları

özel bir retorik durumda belirli bir öğenin nasıl işlediğini detaylandırmak yerine,

retorik durumda yer alan öğeleri kesen, aşan ve birleştiren evrensel biçimleri

vurgularlar. Retoriklerini inceledikleri grupları kendi içlerinde bir bütün, gestalt

olarak kabul ederken, içinde bulundukları sosyal sistemi de ayrı bir bütün olarak

kabul etmişler ve bu bütünler arasındaki etkileşime de değinmişlerdir (1975: 321-

Page 19: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

19

323). Aynı örnekten hareket edersek, Campbell, Kadınların Özgürleşimi hareketinin

retoriğini bağlayan tek baskın ve ortak özelliğin “paradoks ve çelişki” olduğunu ve

bu özelliğin en çok, bu retoriğin geleneksel ikna yöntemleriyle karşılaştırıldığında

ortaya çıktığını söylemektedir (1999:405).

Chesebro ve Hamsher’in saptadıkları diğer nokta eleştirel retorikçilerin

paylaştıkları “retoriksel perspektif”tir. Burada insan eylemleri sembolik eylemler

olarak kabul edilir ve öncelikli olarak belirli ve seçici sembollerin diğerlerinin

sembollerini hangi yollarla kabul ettiği ya da değiştirmeye yöneldiği üzerinde

durulur. Burada retorik; konuşmacı, kullandığı sembolik stratejiler, dinleyici ve

içinde bulunulan durum arasındaki etkileşimden hareketle, içinde gerçekliğin

durumsal olarak belirlendiği bir ajan olarak kabul edilir (Lucaties, J. L. and others,

1999:323-328).

Chesebro ve Hamsher eleştirel retorik çalışmalarının ortak özelliklerini

saptamaya çalışırken, Raymie E. McKerrow eleştirel retorik için kuramsal bir

yaklaşım geliştirmeye çalışmıştır. McKerrow’a göre eleştirel retorik Horkheimer,

Adorno, Habermas ve Foucault ile aynı “eleştirel ruhu” paylaşmaktadır. McKerrow’a

ayrıca Mosco’nun “eleştirel araştırma toplumda birbirinden bağımsız olarak görülen

güçler arasındaki yoğun ağı açık hale getirmeye çalışır” düşüncesinden hareketle,

eleştirel retorik çalışmalarının, retoriğin bilim ve iktidar ilişkileri içerisinde

saklandığı ya da ortaya çıktığı sessiz ve genellikle tartışılmayan yolları açığa

çıkarması gerektiğini ileri sürmüştür. O’na göre eleştirel retorik, eleştirinin tarafsız

ve kişi dışı olduğu iddialarını reddeder ve eleştirinin sonuçları olması gerektiğini

kabul eder. Eleştiri, katılımcılar için uygun gelecek eylem olasılıkları sunabilmelidir.

Page 20: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

20

Böyle bir eleştirel retorik ise teorik olarak egemenlik ve özgürlüğün boyutlarını

inceleyecek, pratikte ise iktidar söyleminin üstünü açmaya çalışacaktır. Therborn’a

atıf yapan McKerrow, burada “Söylem doğru mu yanlış mı?” sorusunun yerini

“Söylem hegemonik grupların kesitsel çıkarlarını meşrulaştırmak için nasıl mobilize

olmaktadır?” sorusunun aldığını belirtmektedir. (1989:91-94).

Eleştirel retoriğin kesin bir metodolojisinin olmadığını ve hatta buna karşı

olduğunu belirten McKerrow, yine de eleştirel retorik analizinin bazı özellikleri

olduğunu belirtmiştir. Eleştirel retorik analizi 1) Eleştiriyi bir metot olarak değil, bir

uygulama olarak görür, değerlendirmeyi “anlama”dan ayırmaz, yaratıcılığı önleyici

kısıtlı bağlarla bağlanmaz. Eleştirel retorikçi konusuna kendisini yönsüz

bırakmayacak fakat reçeteler de sunmayacak bir “perspektif” ile yaklaşır (1989:102).

2) İktidar söyleminin maddi olduğunu kabul eder, yani söylem sadece belirli

ideolojileri taşıyan bir kemer, aktarıcı değildir, kendi başına maddi bir varlığı vardır.

Söylemi ya da retoriği maddi olarak kabul etmek, onun belirli bir zamanda belirli bir

dinleyici ile karşılaştığı anda onlar üzerindeki etkisini fark etmektir (McGee, 1999b).

3) Epistemik olarak değil doxastik olarak kurulur, yani “doğruluk” ya da “yanlışlık”

üzerine değil, sembollerin nasıl iktidarla yüklendiklerine odaklanır. Böylece onların

“ne” olduklarını değil, “ne yaptıklarını” ele alır. 4) Adlandırma/tanımlamayı

analizinin merkezine alır ve belirli tarihsel bağlamlardan ayrı, önceden kabul edilmiş

anlamları reddeder (McKerrow, 1989:103-104). McGee bu konuda “ideograf”ları

(ideograph) önermiştir. İdeograf, belli bir konuda topluluğun ideolojik yaklaşımının

sınırlarını belirleyen, politik söylemde ortaya çıkan “özgürlük”, “kamu hizmeti”,

“mülkiyet” gibi bir anahtar sözcüktür; iktidarın kullanımını haklılaştırmak, aksi

taktirde “acayip, anormal” kabul edilebilecek davranış veya inancı mazur göstermek

Page 21: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

21

ya da inanç ve davranışları toplulukça kabul edilebilir veya övgüye değer sayılan

yollara kanalize etmek için kullanılır (1999:435). Burada dikkat edilmesi gereken

nokta, ideografın evrensel ya da zamansız bir anlama sahip olmadığıdır. 5) Etki ile

nedenselliği birbirinden ayırır, katı nedensellik anlayışı yerine “etki(leri)” kabul eder.

6) Sembolik eylemi anlamaya ve değerlendirmeye çalışırken var olanlar kadar

olmayanları da önemli bulur. 7) Ele aldığı retoriğin tekil değil, çoklu anlamları

olabileceğini kabul eder. 8) Eleştiriyi bir uygulama olarak görür. Bu uygulamada

eleştirmen, sorun seçiminden itibaren aktif bir katılımcıdır (McKerrow, 1989:106-

108).

McKerrow’un eleştirel retorik analizinin metottan ziyade “yönelimler”i

olduğunu savunmasına karşılık, Ann M. Gill ve Karen Whedbee eleştirel retorik

analizi için kullanılabilecek bir izlek oluşturmuş ve incelenecek konuşma ya da

metne belirli sorular yöneltmişlerdir. Bu sorular, konuşmanın içinde geliştiği sosyal-

siyasal-kültürel bağlamın özelliklerini, konuşmacının diğer konuşmacı ve

dinleyicilerle etkileşimini ve konuşmanın kime hitap ettiğini cevaplamayı amaçlayan

“Konuşmanın bağlamsal özellikleri nelerdir?”; konuşmanın gerçekliği nasıl inşa

ettiği ve sunduğunu, konuşmacının konuşmada kendisini ve dinleyiciyi nasıl

konumlandırdığı, tanımladığı ya da yeniden kurduğunu ve hangi unsurları

vurgularken hangilerini görmezden geldiğini ortaya çıkarmaya çalışan “Konuşma

dinleyiciye ne sunmaktadır?” ve konuşmanın yapısının ve zaman akışının nasıl

kurulduğu (giriş-gelişme-sonuç bölümlerinin ve ele alınan konunun tarihsel

gelişiminin nasıl sunulduğu); hangi metaforların kullanıldığı; tanımlama ve

betimlemelerde öne çıkan özelliklerin neler olduğu: tekrarların, atasözleri ve

Page 22: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

22

deyimlerin, şiirlerin, benzetmelerin, karşıtlıkların... nerelerde ve nasıl kullanıldığı

üzerinde duran “Konuşmanın belirgin özellikleri nelerdir?” sorularıdır.

Eleştirel retorik analizine ilişkin bu yaklaşımlardan hareket eden ve politika

yapma süreçleri ile kamu politikalarının biçimlendirilmesinde retoriğin özgül rolüne

ilişkin yapılan araştırmalar son yıllarda belirginleşmiş ve artmıştır (Gring-Pemble,

2001:342). Örneğin M. Linda Miller, Florida’da ebelik yasası konusundaki kamusal

tartışmalarla parlamento tartışmaları arasındaki etkileşimi incelemiştir. Önce ilgili

yasaların hukuki ve tarihsel gelişimini özetleyen Miller, ardından tartışmada temsil

edilen farklı toplulukların kullandıkları belirleyici ideografları, tekilleştirme, tek bir

ahlaki değer üzerine odaklanma, teknikleştirme ya da teknik söylem ve verileri

yüceltme gibi retorik stratejileri nasıl kullandıklarını incelemiştir (1999).

Gring-Pemble de, Amerika’daki yoksulluk yardımı konusundaki kongre

tartışmalarında betimleyici ve öyküleyici retoriği incelemiş, bunun için anekdotların,

metaforların, alegorilerin tarafların konuya ilişkin öykülerini kurmalarında nasıl

kullanıldıklarından hareket etmiştir. Önce konunun nasıl bir ortamda geliştiğini, yani

yasa tartışmalarının bağlamsal özelliklerini kısaca ele alan Gring-Pemble, daha sonra

parlamento tartışmalarında yoksulluk yardımı alanlar hakkında oluşturulan ve onları

“kadersiz”, “beceriksiz” ve “genç” olarak sunan üç farklı retorik betimlemeyi

incelemiştir (2001).

Taran, Ukrayna parlamentosunda Aristocu mantık ile mitik düşünme

biçiminin nasıl kullanıldığını ve bunların politik dilde hangi metaforlarla örtüştüğünü

analiz etmiş (2000), Teun A. van Dijk, Almanya, Fransa, Danimarka, İngiltere ve

Amerika parlamentolarında 1980’lerin başı ile 1990’larda yapılan tartışmalarda ırkçı

Page 23: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

23

söylemi incelemiş, bunun için temel olarak konuşmanın konusuna; önerme

yapılarına; tümce dizimine; aktör tanımı, otoritelere yapılan atıflar, kullanılan

geleneksel temalar, karşıgerçeklik kurma stratejileri, yadsıma ifadeleri, popülizm,

sözde empati, kurbanlaştırma, kural ifadesi, sözde bilgisizlik gibi retorik figürlerin

kullanımına; argümantasyon yapılarına; parlamento içindeki etkileşime ve

konuşmanın resmi yapılarına bakmıştır (1997, 2003).

Yukarıda açıklanan eleştirel retorik anlayışı ile, örneklenen çalışmaların

parlamento tartışmalarını incelerken kullandıkları tekniklerden faydalanan bu

çalışmanın temel varsayımları, 1980 sonrası TBMM’de yayıncılık alanına ilişkin

yasa tasarısı tartışmalarında “iletişim özgürlüğü”ne ilişkin hakim anlayışın XIX.

yüzyılda ortaya çıkan liberal basın özgürlüğü anlayışından farklılaşmadığı ve iletişim

özgürlüğü anlayışının Türkiye’de 1980 sonrasında ağırlık kazanan yeni-sağın liberal

muhafazakar anlayışı ile biçimlendiği iddialarıdır. Çalışmada, bu varsayımların

dışında, TBMM tartışmalarında tarafların iletişim özgürlüğüne ilişkin hangi

argümanları öne sürdüğü; hangi retorik stratejilerin öne çıktığı; incelenen 25 yıllık

dönemde iletişim özgürlüğüne ilişkin tartışmaların devamlılık ve kırılmalarının neler

olduğuna ilişkin sorular üzerinde de durulmaktadır.

Çalışmanın analiz bölümü TBMM’de 1980 sonrasında yayıncılık alanına

ilişkin temel yasa tasarısı görüşmelerinde iletişim özgürlüğünün tartışılma

biçimlerine odaklanmaktadır. Ancak hem çalışmada yeğlenen eleştirel retorik

yaklaşımı ve analizinin, incelenen metnin, konuşmanın vb. alandaki diğer aktörler

tarafından öne sürülen argümanlardan bağımsız olarak şekillenemeyeceğine yönelik

kavrayışı hem de demokratik sistemlerdeki en temel siyasal temsil ve politik

Page 24: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

24

konuşma platformu olan parlamentolardaki tartışmaların, doğası gereği

kamuoyundaki farklı aktörlerin ve tarafların argümanları ile ilişki içerisinde olması,

çalışmada 1980 sonrası yayıncılık alanına ilişkin TBMM dışındaki temel tartışmalara

ve alandaki aktörlerin konuya ilişkin argümanlarına da yer vermeyi gerektirmektedir.

Bu nedenle çalışmanın birinci bölümünde 1980 sonrasında Türkiye’de iletişim

özgürlüğüne ilişkin tartışmalar tarafların ve alandaki aktörlerin konuya yaklaşımları

ve konuya ilişkin talepleri ön plana çıkarılarak özetlenmeye çalışılmaktadır.

Çalışmada ayrıca 1980 öncesi TBMM tartışmalarında basın özgürlüğü ve yayıncılık

alanına ilişkin tartışmalar genel hatları ile ve tarihsel bir gelişim takip edilerek

özetlenmeye çalışılmaktadır. Bu özetleme çabasının gerekçesi; çalışmanın temel

varsayımından kaynaklanmaktadır. Zira TBMM’de 1980 sonrası iletişim özgürlüğü

tartışmalarının bu dönemde Türkiye’de ağırlık kazanan neo-liberal anlayışların

iletişim özgürlüğüne yaklaşımları ile şekillendiğine ve liberal basın kuramının temel

savlarının ön plana çıktığına ilişkin bir varsayım; bu dönemde TBMM’deki iletişim

özgürlüğü kavrayışları ile önceki dönem TBMM tartışmalarında basın ve iletişim

özgürlüğüne ilişkin kavrayışlar arasındaki aykırılık ve koşutlukların da dile

getirilmesini gerektirmektedir. Bu nedenle çalışmanın birinci bölümünde 1980 öncesi

TBMM’de basın ve yayıncılık alanına ilişkin tartışmalarda basın ve iletişim

özgürlüğüne ilişkin temel tartışma konularının ve dile getirilen argümanların neler

olduğu da saptanmaya ve özetlenmeye çalışılmaktadır.

1980 sonrası TBMM’de iletişim özgürlüğü tartışmalarının retorik

çözümlemesi, çalışmanın son bölümde yapılmaktadır. Bu çözümleme, 1980 sonrası

TBMM’deki yayıncılık alanına ilişkin temel yasa tasarısı tartışmalarına

odaklanmakta; diğer yasalara ilişkin tartışmalar analizin dışında bırakılmaktadır.

Page 25: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

25

Analizde TBMM’deki tartışmalarda iletişim özgürlüğünün hangi argümanlarla

tanımlandığı; iletişim özgürlüğünün temel bileşenleri olarak hangi öğelerin ön plana

çıkarıldığı; iletişim alanını düzenleyen yasalara taraf ve muhalif olanların temel

argümanlarının neler olduğu; konuşmaların ele alınan konuyu nasıl sunduğu ve bunu

hangi retorik stratejiler ve motiflerin yardımıyla yaptığı öncelikli olarak ele

alınmaktadır. Bu amaçla tartışmaların retorik çözümlemesi, iletişim özgürlüğünün

tanımlanmasında ve gerçekleştirilmesinde temel kabul edilen tartışma konularından

hareketle yapılmıştır. Bu konular şöyle sıralanabilir:

XX. yüzyılda bir pozitif hak olarak ortaya çıkan ve temel talepleri arasında

yayıncılık alanının kamu hizmeti anlayışı ile düzenlenmesi olan iletişim özgürlüğü

paradigması, TBMM’de yayıncılık alanına ilişkin tartışmalarda kamu hizmeti yayın

kuruluşlarına ilişkin temel tartışma konularına ve bu konularda öne çıkan

argümanlara bakmayı gerekli kılmaktadır. Bu nedenle analiz bölümünde TBMM

tartışmaları sırasında kamu yayıncılığının nasıl tanımlandığı ve bu konudaki temel

taleplerin neler olduğu çözümlenmektedir.

1980 sonrasında iletişim özgürlüğüne ilişkin tartışmaların merkezinde yer

alan yayıncılık alanının deregülasyonuna ilişkin TBMM’de dile getirilen argümanlar

da analiz bölümünde ele alınmaktadır. Bu bağlamda, TBMM’de medya sahipliğinin

yapısı ve düzenlenmesi, yayınların denetiminde yurttaşlara da yer verilmesi;

yayıncılık alanında çoğulculuğunun ve yayınlara demokratik katılımın sağlanmasına

yönelik önlemler ve yerel yayın kuruluşlarına ilişkin tartışmalar da iletişim

özgürlüğüne ilişkin tartışmalar olarak kabul edilmekte ve analize dahil edilmektedir.

Page 26: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

26

Yurttaşların kendilerini ifade edebilmelerinin aracı olarak iletişim özgürlüğü

anlayışından hareketle anadilde yayın hakkı; dezavantajların yayınlara erişim hakkı

ve yayın içeriklerine ilişkin genel ilkelerin saptanması konusundaki tartışmalar da

analizin kapsamı içerisinde yer almaktadır.

Analizde, öncelikle tartışılan yasaların tümü veya maddeleri hakkındaki

iktidar, muhalefet, parti grubu veya milletvekillerinin şahısları adına yapılan

konuşmalarda yukarıda dile getirilen temel tartışma konularına ilişkin ana

eğilimlerin, uzlaşma, çatışma noktalarının neler olduğu ve bunların hangi argümanlar

ile dile getirildiği saptanmaktadır. Ardından bu argümanların hangi retorik

stratejilerle savunulduğu veya dile getirildiği analiz edilmeye çalışılmaktadır.

Analizde, tartışmalarda dile getirilen konu, sorun ve talepler kadar üstü örtülen, dile

getirilmeyen konular da ortaya çıkarılmaya çalışılmaktadır.

Page 27: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

27

I. BASIN VE İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ KAVRAMLARI

A. “BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ”NÜN TARİHSEL GELİŞİMİ VE FELSEFİ

TEMELLERİ

Modern kitle iletişim araçları içerisinde en uzun geçmişe sahip basının

“özgürlüğü” için verilen mücadele, XX. yüzyılda ortaya çıkan kitle iletişim

araçlarına (özellikle radyo ve televizyona) ilişkin yasal-kurumsal düzenlemelerin

nasıl olması gerektiği ve bu araçların toplumsal-siyasal işlevlerinin ne olduğu

konusundaki tartışmaları da etkilemiştir. Basın tarihi, yayıncılık10 (broadcasting)

alanının kurallardan arındırılarak, serbest pazar anlayışı doğrultusunda

10 Türk Dil Kurumunun sözlüğünde yayın “Basılıp satışa çıkarılan kitap, gazete gibi okunan veya radyo ve televizyon aracılığıyla halka sunulan, duyurulan, iletilen şey, neşriyat”; yayıncı ise “yayın işiyle uğraşan kimse veya kuruluş” olarak tanımlanmakta, yayın hem gazete, dergi, kitap gibi basılı ürünler hem de radyo ve televizyondan aktarılan ürünler için kullanılmaktadır (1998:2416). Türk Dil Kurumunun sözlüğünde yayıncılık sözcüğü ise bulunmamaktadır, bunun yerine “1. Kitap, gazete gibi okunacak şeylerin basılıp dağıtılması. 2. Herhangi bir eserin radyo ve televizyon aracılığıyla dinleyiciye, seyirciye ulaştırılması, neşir.” anlamlarını taşıyan yayım sözcüğünden türeyen yayımcılık yer almaktadır. Fakat yayıncılık sözcüğü Türkçe’de hem akademik literatürde hem de gündelik kullanımda daha yaygın olarak kullanıldığı için bu tezde de yayımcılık sözcüğü yerine yayıncılık kullanılacaktır. Türk Dil Kurumunun sözlüğünde ayrıca “resim klişesi, dökme harf, taş kalıp kullanarak makine yardımı ile kağıda ve bez gibi şeylere yazı, resim çıkarmak” için kullanılan bası’dan türeyen basım (bası işi, tabı, tipografya), basımcı (basım evi işletme işi, kitap basma, matbaacılık) ve basımcılık (basım evi işletme işi, kitap basma işi, matbaacılık) sözcükleri de bulunmaktadır. Basın ise, “gazete, dergi gibi belirli zamanlarda çıkan yayınların bütünü, matbuat” anlamına gelmektedir (1998:223). Tezin bu bölümü basın özgürlüğü sorununa, özellikle henüz radyo, televizyon gibi yayın araçlarının bulunmadığı bir dönemdeki basına ilişkin tartışmalara odaklandığından aksi belirtilmedikçe bu bölümde yayın sözcüğü “basılı yayınlar” ve basın ile ilgili olarak kullanılacaktır. Sadece periyodiklere yönelik olup, kitap gibi süresiz yayınları kapsamayan basın ile bası, basım arasındaki farka da dikkat çekmek gerekmektedir. İngilizce-Türkçe Redhouse Sözlüğüne göre İngilizce’de genel olarak basım işi için printing kullanılırken, basın için press sözcüğü yer almaktadır (2000:762,766,777). Bu konuya ilişkin diğer bir sözcük olan publication ise yayımlama, ilan etme yayımlanmış eser, yayın anlamlarına gelmektedir (2000:780). Basın özgürlüğüne ilişkin mücadele ilk dönemlerinde kitap ve risale basımına yönelik baskılara duyulan tepkiyi de barındırdığından basın’ı da kapsayacak şekilde ilgili yerlerde basım sözcüğü de kullanılacaktır.

Page 28: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

28

düzenlenmesine yönelik 1980’lerde güçlenen çağrılarda yeniden yorumlanmakta,

basın üzerindeki devlet sansürünün kaldırılması mücadelesi, yayıncılık üzerindeki

“sansürün” kaldırılması için bir tür örnek olarak gösterilmektedir (Curran and

Seaton, 1991:8). Bu nedenle J. Keane’nin de belirttiği gibi “basın özgürlüğü

hakkındaki eski söylemin güçlü ve zayıf yanlarının” tartışılması gerekmektedir

(1999:66,67). “Basın özgürlüğü çağrısının modern Avrupa ve Amerika

uygarlıklarının en belirgin ilkelerinden biri olduğu” ve “iletişim medyası aracılığıyla

görüşlerin kamusal düzeyde seslendirilmesinin teori ve pratiğinin başka hiçbir

uygarlığın kendi bünyesinden filiz vermediği” (Keane, 1999:30,31) göz önünde

bulundurularak, basın özgürlüğü kavramı ve felsefi temelleri bu coğrafyalarda

verilen basın özgürlüğü mücadelelerinin izinden gidilerek tartışılacaktır.

Avrupa’da basın özgürlüğü mücadelesi ilk ve en canlı şekilde İngiltere’de

XVII. yüzyılda başlamış, asıl gücünü XVIII. yüzyılda kazanmış, hızla Amerika’ya

yayılmış ve Kıta Avrupa’sını etkilemiştir (Keane, 1999:32; İnuğur, 1993:72). Bu

yüzyıllar aynı zamanda liberalizmin düşünsel temellerinin atıldığı ve hatta ilk

uygulama alanı bulduğu bir dönem olduğundan, basın özgürlüğü taleplerine ilişkin

ilk modern metinlerin liberal düşüncenin ana kaynaklarını oluşturacak düşünürlerce

yazılmış olması şaşırtıcı değildir. Modern demokratik toplumun doğuş evresine de

denk gelen bu dönemde basın özgürlüğü mücadelesi burjuva demokrasilerinin

kurulması mücadelesiyle iç içe ilerlemiştir. Basın özgürlüğü böylece devlete karşı

kazanılması gereken ve onu eleştirme hakkını getiren hukuk kurallarına dayalı

negatif bir özgürlük11 olarak konumlanmıştır. Modern basının oluşması sürecinde

11 Özgürlük (freedom) sözcüğünün tarihçiler tarafından tespit edilen iki yüze yakın tanımı olduğunu belirten I. Berlin, bu tanımların içerisinde iki merkezi yaklaşımın olduğunu

Page 29: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

29

endüstriyel kapitalizmin gelişmesinin etkisini tartışan P. J. Humphreys, basının yasal

özgürleşiminin (legal emancipation) esas olarak geleneksel iktidar yapılarının

zayıflamasına bağlı olduğunu ileri sürmüştür.12 Humphreys’e göre basın

özgürlüğünün sağlanmasını, Batılı devletlerin burjuva liberal demokrasilerine

dönüşümünün bir sonucu olarak görmek mümkündür (1996:19,21). Bu dönüşüm

belirtmiş ve bunları negatif özgürlük ve pozitif özgürlük yaklaşımları olarak tanımlamıştır. Negatif özgürlük; “diğerlerinin baskı ya da müdahalesinden bağımsız olmak” anlamına gelmektedir. Müdahalenin olmadığı alan ne kadar genişse, özgürlük de o kadar geniştir. Hobbes, Bentham gibi İngiliz filozofları özgürlüğü bu anlamda kullanmaktadırlar. Bununla birlikte bu özgülüğün sınırsız olmaması gerektiğini kabul ederler; zira özgürlük sınırsız olduğunda tüm insanların diğerlerinin hayatına sınırsız bir şekilde müdahale edeceği “doğal” bir özgürlük halini alır ki, bu da insanların en basit ihtiyaçlarını bile karşılayamadıkları, ya da güçlü olanın zayıfın özgürlüğünü yok ettiği bir tür sosyal kaosa dönüşür. Bu nedenle bu düşünürler özgürlüğün sınırının yasalarla/hukukla sınırlanması gerektiğini savunurlar (Berlin, 1969:123,124). Berlin’e göre pozitif özgürlük anlayışı ise kişinin dışarından engellenmemesi ile değil, kendisinin efendisi olmasıyla ilgilidir. Bu da kişinin kararlarını -ne türden olursa olsun dış güçlerin değil- kendisinin, rasyonel bir şekilde vermesi, kararlarının sorumlusu olması ve düşünceleri ve amaçlarını başkalarına açıklayabilme yetisinin olması ile gerçekleşebilecektir (Berlin, 1969:131-137). H. J. Laski de benzer şekilde Reformasyon’dan bu yana özgürlük anlayışının iki büyük dönemden geçtiğini ileri sürmektedir. Bunlardan ilki, Fransız Devriminde klasik ifadesini bulan ve kişinin dini, politik ya da ekonomik dışsal baskılardan kurtuluşu ile ilgili “kişisel özgürleşim” (personel emancipation) dönemidir. Bu dönemde özgürlük, adalet ve eşitlikle “negatif” bir şekilde ilişkilidir. İkinci dönem ise, “modern proletarya sınıfı ile negatif özgürlüğün kitlelere özgürlük veremediği anlaşıldığında” gelişen “sosyal özgürleşim” (social emancipation) dönemidir. Bu dönemde devlet kişilerin ve grupların davranışlarını onların yaşam kalitesini arttırmak amacıyla düzenler (Laski, 1935:444,445). Bu gelişim liberal-sosyal devlet anlayışına da denk gelmektedir. Liberal devlet anlayışında birey yaşadığı toplumdan, çevresinden sıyrılarak yer ve zaman düşüncesinden arınmış soyut bir varlık olarak kabul edilir ve doğal, kutsal, zaman aşımı ile kaybedilmeyen, her yerde geçerli dokunulmaz hak ve özgürlüklerle donatılmıştır. Bireyler bu hak ve özgürlüklerini yasal çerçeveler içinde kullandıkları sürece devletin onlara herhangi bir müdahalede bulunmaması temel ilkedir. Hukuki eşitliğin kullanıldığı böyle bir düzende, birey mutluluğunu dilediği yoldan kullanabilecektir. Devlete düşen görev, bu hak ve özgürlüklerin kullanılabilmesi için gereken güvenlik ve düzen ortamını sağlamaktır. XX. yüzyılda ortaya çıkan Sosyal devlet anlayışında ise özgür sayılmanın, mutlu olmak ve maddi manevi gelişmeyi gerçekleştirmek için yeterli olmadığı, devletin tüm kişilerin gelişmesini sağlamak üzere maddi koşulları hazırlaması ve bir takım olumlu faaliyetlerde bulunması gerektiği kabul edilmiştir; zira doğal, soyut haklardan ayrı olarak somut sosyal hak ve özgürlüklere sahip bireyin devletten bir takım olumlu davranışlarda bulunmasını isteme hakkı vardır (Göze, 1976:110-136). 12 Humphreys bu argümanını desteklemek için feodalitenin görece zayıf olduğu ve aristokrasinin karşısında güçlü bir köylü sınıfının yer aldığı İskandinavya ülkelerini örnek göstermiştir. Bu ülkelerde basın özgürlüğü bölge endüstrileşmeden çok önce kabul edilmiştir (1996:19).

Page 30: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

30

düşünme ve inanç özgürlüğüne ilişkin taleplerle desteklenen ifade özgürlüğü ile

basın özgürlüğünün ilişkilendirilmesi sürecinin başlangıcına da tanıklık etmektedir

(Köker, 1998: 122). Sansür karşısında ifade özgürlüğü mücadelesi, özgür basın için

verilen mücadeleyi de betimler hale gelmiştir (Landis, 1931:455).

XVII. yüzyıl, Avrupa’da “düzenli, periyodik bir görünümü yansıtması

bakımından ilk gerçek gazete diyebileceğimiz” (İnuğur, 1993:57) yayınların

başladığı yüzyıl olmuştur (İnuğur, 1993:57; Ertuğ, 1970: 41).13 Bu yayınların sayısı

ve içeriği sıkı yasal denetimlere rağmen yüzyıl boyunca artış göstermiştir. Bu

yüzyılın Avrupa’sı bir yanda, enformasyon toplama ve yayma tekelini kiliseden

almış despotik mutlakıyetçi devletleri diğer yanda iktidardan pay alamayan ve devlet

despotizmine karşı çıkan burjuva sınıfına, kendisi için enformasyon üretmeye çalışan

ticaret şirketlerine, özel basımevlerine, uzmanlaşmaya başlayan gazetelere tanıklık

etmiştir. Yasaklı kitapların listelenerek ilan edilmesi, denetim altında tutmak

amacıyla basım sektörünün belirli merkezlerde toplanmaya çalışılması ve yayın

öncesi sansür uygulamaları bu yüzyılda basın özgürlüğüne getirilen sınırlamalar

arasında olmuştur (Burke, 2004: 157-169; Ertuğ, 1970:43; İnuğur, 1993:57-67 ).

John Milton’un basın özgürlüğü tarihi açısından bir klasik sayılan

Areopagitica: John Milton’dan İngiltere Parlamentosu’na Sansürsüz Basım

Hakkında Söylev başlıklı yazısı,14 1644’te sansür yasasının geçerli olduğu bir

13 “Bugünkü anlamda ilk gazete” (İnuğur, 1993:57) 1609’da Strasbourg’da haftalık olarak Almanca yayınlanan Avisa, Relation oder Zeitung’dur. 1619’da ilk Hollanda gazetesi Nieuwe Tijdinghe, 1622’de Londra’da ilk İngiliz gazetesi The Weekly News From Italy and Germany, 1631’de ilk Fransız gazetesi La Gazette, 1640’da ilk İtalyan gazetesi Gazetta Publica yayınlanmaya başlamıştır (İnuğur, 1993:57-58; Ertuğ, 1970: 41-42). 14 Areopagitica başlığı, bir Antik Yunan geleneğine atıf yapmaktadır: Atinalıların Areopagus adını verdikleri tepede Atina’nın en yüksek mahkemesi kuruluyordu. Mahkemede duruşma

Page 31: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

31

dönemde, basım üzerindeki baskılara tepki olarak yazılmıştır (Vergobbi, 2003: 45).

Areopagitca, basın özgürlüğü mücadelesinde fikirlerin piyasası (marketplace of

ideas) (Smith, 1990), kendi kendini düzeltme prensibi (self- righting principle)

(Altschull, 1990) ya da teolojik yaklaşım (Keane, 1999) olarak tanımlanan

düşüncenin en çok tanınmışı ve atıf yapılanı olmuş, yazıldığı dönemde çok etkili

olmasa da, Milton’un burada savunduğu fikirler -özellikle düşüncelerin serbestçe

tartışılması gerektiğine ilişkin bırakınız yapsınlar çağrısı” (laissez-faire) (Smith,

1990:34)- sansüre karşı savaşımda İngiliz ve Amerikan liberallerince özgürlükçü

basın teorisinin güçlü bir silahı olarak kullanılmıştır (Schapiro, 1958:15,16; Smith,

1990:34).15

Basım üzerindeki devlet ve kilise baskısına getirilen eleştirilere rağmen bu

baskı devam etmiş, 1662’de Licesting Act (Özel İzin Yasası) çıkarılarak, basım

belirli denetçilerin sıkı takibine bırakılmıştır (Harris, 1978: 83). Basına yönelik bu tip

uygulamalara getirilen eleştirilerin en ünlülerinden bir diğeri de 1694’te, liberal

düşünür John Locke’den gelmiştir. Parlamentoda, basım üzerindeki devlet

sansürünün neden kaldırılması gerektiğini on sekiz madde ile açıklayan bir konuşma

yapan Locke, sansüre devam etmenin önemli ekonomik sonuçları olacağını, sansürün

İngiliz basımcılarının ticaretini zedelerken, onların diğer ülke basımcıları (printers)

öncesi verilen söyleve Areopagitic denmekteydi. Burada verilen en ünlü söylevlerden biri Isocrates tarafından “herkesin eşit politik güce sahip olduğu bir yönetim şekline yönelik isteğin” dile getirildiği söylevdir (Altschull, 1990:39). 15 Milton’a atıf yapanlar arasında sonraki yüzyılda Thomas Paine’yi mahkemede savunan Erksine ile Amerikan basın geleneğini derinden etkileyen, bir dönem ABD’de başkanlık da yapan Thomas Jefferson da vardır. “Gazetesiz hükümettense hükümetsiz gazeteyi yeğlerim” diyen Jeferson, farklı fikirler serbestçe tartışıldığında iyi olanın her zaman galip geleceği inancındaydı (Altschull, 1990:114; Smith, 1990:40). Buna ek olarak Jeferson, toplumda bireylerin eğitilmesi ve bilgilendirilmesi konusunda basının eğitici rolünü vurguluyor, basının bu işlevi yerine getirebilmek için ise devletten bağımsız olması gerektiğini savunuyordu (Siebert, 1963:46,47).

Page 32: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

32

ile rekabetini zorlaştıracağını ileri sürmüştür. Locke, ayrıca Özel İzin Yasasının

hantal ve gereksiz olduğunu, genel yasaların ahlaksız kişilere karşı yeterli korumayı

zaten sağladığını savunmuştur (Altschull, 1990:58). Onun bireylerin hakları

konusundaki düşünceleri de basın özgürlüğü için önemli bir uyarıcı olmuştur. Zira

O’na göre devlet, temel amaçları mülkiyetlerini korumak olan insanların bir anlaşma

yaparak kendilerini hükümetin yönetimi altında toplamaları ile oluşmaktadır.

İnsanların rızası ile kurulan bu devlet, onların yaşam, özgürlük ve mülkiyet haklarını

ihlal edemez, aksi durumda insanların isyan hakkı (right of rebellion) doğar (Locke,

1952:126-128). Keane, “basının davranışlarının bireylerin haklarına uygun olması”

(1999:36) gerektiği fikrinin Locke tarafından ortaya atıldığını belirtmiş ve O’nu

basın özgürlüğünü bireyin hakları ile savunan görüş içerisinde ele almıştır.

XVIII. yüzyıl ise basın tarihi açısından önemli yeniliklere tanıklık etmiştir.

Damga resminin uygulanmasının yanı sıra gündelik gazeteler bu yüzyılda

yayımlanmaya başlanmış; muhalif gazetecilik anlayışı ortaya çıkmış; gazetelerde

reklam ve ilanlar verilmeye başlanmış; Amerikan basını bu yüzyılda kurulmuştur

(İnuğur, 1993:72,73). Bu yüzyıl aynı zamanda, modern çağın başından beri süregelen

algılama ve temsil şemalarının sarsılışının sonuçlarına da tanık olmuştur.

Aydınlanma akımının da etkisiyle ile dini, politik, felsefi ve sanatsal alandaki

geleneksel dogmalar eleştirel bir şekilde yeniden değerlendirilmiş; insanın

özgürlüğü, toplum içerisindeki yeri, sosyal ve doğal olaylar arasındaki karşılıklı

ilişki, onların benzerlik ve farklılıkları düşünce çizgilerini belirlemeye başlamıştır

(Pappe, 1973:90). Basın tarihi açısından bakıldığında aydınlanma projesi bir yandan

ansiklopedi gibi yeni yayın türlerinin oluşumuna yol açarken diğer yandan basın

özgürlüğünün insanın doğal haklarıyla temellendirilmesinde önemli bir etken

Page 33: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

33

olmuştur (Barbier and Lavenir, 2001:13,14). Yüzyılın başında Matthew Tindal

Reasons Against Restraining the Press adlı kitabıyla basın özgürlüğünü ilk defa açık

bir şekilde doğal haklar ilkesine dayandırırken; yüzyılın sonunda Thomas Paine,

Rights of Man (İnsan Hakları) kitabıyla aristokrasi ve monarşiye karşı çıkarak, insan

haklarına dayanan yönetim sistemlerini savunmuştur (Paine, 1985:89,93). İnsanların

bilme hakları olduğunu ileri süren Paine, basın özgürlüğünü bilgi eksikliğiyle

insanların cahil tutulmasına karşı çıktığı için savunmuştur (Altschull, 1990:130).

Paine’nin İnsan Hakları’nı yazdığı dönem aynı zamanda parti gazeteciliğinin

de ortaya çıktığı bir dönem olmuştur. Siyasi hayatta parlamentonun etkinliğinin

artması, siyasi başyazıların yanı sıra parti gazeteciliğini de tetiklemiştir.16 1712’de

çıkarılan ve risale ve gazetelerden sayfa ve yayınladıkları ilan başına belirli bir pul

vergisi alan Stamp Act’ın (damga resmi/pul vergisi yasası) hem farklı hem de aynı

yayın türleri arasındaki rekabet koşullarını daha da ağırlaştırmasıyla birlikte

propaganda amacıyla gazetelere yapılan yardımların önemi de artmıştır. Genel ticari

çıkar amacının dışında gazetelerle ilgilenmeye başlayan rakip politik gruplar sadece

yeni gazete kurmakla kalmamış, bunun yanında bazı gazete ve gazetecileri de

abonelik ya da oluşturulan fonlardan aktarılan paralarla desteklemeye başlamıştır

(Harris, 1978:86,96). Gazetelerin ekonomik olarak çeşitli politik gruplara olan bu

bağımlılığı, daha sonra basın özgürlüğünün tam olarak sağlanması için ekonomik

bağımsızlığın da sağlanması gerektiğini savunan ve kapitalist pazar sistemiyle

reklam gelirlerinin bu konudaki özgürleştirici etkisine vurgu yapan yaklaşımların

16 Örneğin, 1710’da kurulan Examiner ve 1726’da kurulan Craftsman gazeteleri dönemin muhafazakar Tory Partisi yanlısı iken, 1713’te kurulan Guardian liberal Whig’leri desteklemiştir. (İnuğur, 1993:73-75).

Page 34: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

34

kendilerini haklılaştırma argümanları olarak kullandıkları temel dayanak

noktalarından biri olmuştur.17

1740’larda ilk kez kamuoyu (l’opinion publique) sözcüğünü kullanan Fransız

düşünür J. J. Rousseau18 (Noelle-Neumann, 1998:102), doğa halinden bir toplumsal

sözleşme ile kurtulan insanların kurdukları toplumun anayasasının vatandaşların

gönlünde yani “adetlerde, geleneklerde ve özellikle de halkoyunda” yerleşik

olduğunu savunarak, genel iradenin basın ile temsil edilmesi düşüncesini

eleştirmiştir. Rousseau kamu yararını kavrayabilmek için sadece sağduyuya ihtiyaç

olduğunu belirterek, politik partilerce yönlendirilen basın ve salon tartışmalarıyla

şekillenen kamusal tartışmaya, içinde barındırdığı siyasal kurnazlıklar ile saf ve

sıradan insanları yoldan çıkardığı ve tikel çıkarları teşvik ettiği için karşı çıkmıştır

(Habermas, 2003:193-196). Basının kamuoyunun temsilcisi olamayacağını ileri

sürüp süreli yayınlara karşı çıksa da Rousseau’nun “genel irade”, “kamu yararı” ve

“toplumda ortaklığı sağlayan” kamuoyu düşüncesi (Noelle-Neumann, 1998:104)

daha sonra kendisini kamu çıkarının korunması ve halk iradesinin ortaya çıkmasına

aracı olma ile meşrulaştıran gazeteciler tarafından kullanılmıştır. XVIII. yüzyılın

basın özgürlüğü mücadelesindeki önemli olaylarından biri olan 1771’de basına

17 Örneğin Roach “gerçek sansürün gazetenin finansal bağımsızlığını kazanmadığı ve hükümet ya da partilere bağımlı olduğu” gerçeğinden kaynaklandığını ileri sürerken, XIX. yüzyılın ilk dönemindeki gazeteler üzerinde bir inceleme yapan Asquith, nüsha satışlarının gazete üretiminden kaynaklanan giderleri karşılayamadığı bir dönemde, reklam gelirlerinin gazetelerin kölelikten bağımsızlığa yönelmelerini sağladığını, basının “Dördüncü Güç” olarak yer almasında abartısız en önemli tekil faktörün reklamcılık geliri olduğunu ileri sürmüştür (Akt. Curran and Seaton, 1991:7,8). 18 Bu sözcüğü daha önce 1588’de yayınlanan Denemeler’inde kullanan Montaigne ise onu opinions publiques olarak çoğul bir şekilde kullanmıştır (Noelle-Neumann, 1998:293).

Page 35: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

35

parlamento görüşmelerini yayınlama hakkının verilmesine19 yönelik tartışmalarda

üretilen argümanlar bu doğrultuda olmuştur.

Hükümetin politikalarının resmen izin verilmemiş kişiler tarafından açıkça

tartışılmasını yasaklayan ve “tüm hükümetlerin haklı olarak anlaşılamaz ve

görünmez olması gerektiğine” ilişkin despotik devlet anlayışına karşı çıkan basın

özgürlüğü savunucuları, “gizliliği kötü hükümetin uşağı olarak” görmüşler ve

devletin “potansiyel olarak tehlikeli olan iktidarının” kamu yararı adına, denetim

altına alınması gerektiği yolundaki talepleri güçlendirmişlerdir (Keane, 1999:46).

Halkın hükümetler tarafından cahil bırakılmasına karşı çıkan öğrenim görmüş

topluluklar, bu duruma karşı başlattıkları kampanyalarda basından yararlanmış ve

despotizme halkın sezgisi’ni (sense of people) harekete geçirerek karşı çıkmışlardır.

Yüzyılın sonlarında basının, kamunun devletin gizli ve keyfi eylemlerine karşı

uyarılması ve hükümet icraatlarının kamu adına denetlenmesi işini üstlenmesine

ilişkin görüş yaygınlaşmaya ve basının kendini meşrulaştırma argümanı olarak güç

kazanmaya başlamıştır (Black, 1991:292).

F.S. Siebert, parlamento görüşmelerinin basında yer almasına izin verilmesini

yüzyılın basın alanına özgürlükçü ilkelerin getirilmesi hususundaki iki temel

mücadele alanından biri olarak görmüştür. Diğeri, zararlı yayınlarla ilgili

mücadeledir; zira XVIII. yüzyıl boyunca mahkemeler hükümet aleyhine yazılan

yazıların devleti çökertmek maksadını taşıdığı gerekçesiyle yasal olmadığı

düşüncesine bağlı kalmıştır (1963:48). 1791’de çıkarılan Libel Act ile yayın yoluyla

işlenen iftira ve hakaret suçları yeniden düzenlenmiş ve gazeteciler için daha

19 Gazetecilerin parlamento görüşmelerini izlemek üzere tribünlerde yer almalarına ise ancak 1803 yılında izin verilmiştir (İnuğur, 1993:77).

Page 36: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

36

teminatlı olan jüri sistemi getirilmiştir. Böylece Siebert’e göre XVIII. yüzyıl basının

otoriter ilkelerden kurtulup liberal ilkelere kavuşmasının tamamlandığı bir yüzyıl

olmuştur. Bu dönüşüm kralın basını denetleme gücünün engellenmesi, kilisenin

düzenleyici bir kurum olarak sınırlanması, yayımcılıkta devlet tekellerinin

kaldırılması ve yüzyılın sonunda özgürlükçü ilkelerin, alanla ilgili temel hukuk

kurallarında saygın bir yer edinmesiyle sağlanmıştır (1963:44).

Toplumsal ve politik yaşamdaki temel sorunun toplumsal düzenin kurulması

olan XIX. yüzyıl ise liberal basın mücadelesinin dışında yeni bir basın özgürlüğü

mücadelesine tanık olmuştur. Yüzyılın özellikle ilk yarısı burjuvazinin politik

amaçlarıyla eklemlenen basın özgürlüğü mücadelesinin yanında, sosyalist, anarşist

ve feminist grupların politik mücadelelerinde basını güçlü bir şekilde kullandıkları

bir dönem olmuştur.20 1790’larda başlayan radikal gazetecilik bu dönemde güç

kazanmıştır. Vergi ödemeyen ve yasa dışı yayınlanan bu gazeteler küçük bütçelerle

kurulmuş, temel gelirlerini bağışlar ve nüsha satışları oluşturmuştur. Bu gazetelerde

(Poor Man’s Guardian, Northern Star vb.) çalışan gazeteciler kendilerini haber

iletmekten çok, toplumsal iktidarın dinamikleri ve eşitsiz dağılımını açıklamakla

görevli birer aktivist olarak görmüşlerdir (Curran and Seaton, 1991:18). Radikal ve

20 Radikal basın ile işçi sınıfı mücadelesi arasındaki ilişkiyi ele alan Curran, radikal basının sadece işçi sınıfı organizasyonlarının büyüklüğünü yansıtmadığını aynı zamanda radikal bilincin yayılmasına ve güçlenmesine de yardımcı olduğunu ileri sürer ve radikal basının işçi sınıfı mücadelesine yaptığı katkılarını şöyle sıralar: Radikal basın coğrafik açıdan ulusal bir dolaşıma erişerek işçi sınıfı mücadelesinin yayılmasına katkıda bulunmuş; sınıf bilincinin oluşmasına ve farklı işçi gruplarının birleşmesine katkı sağlamış; eylem ve organizasyonların örgütlenmesine yardım etmiş; okuma odalarında, evlerde, mitinglerde okunan bu gazeteler tartışan bir kamunun oluşumunu tetiklemiş; geçmişe yönelik mitler yaratarak ve gelecekte fakirliğin yok edilebileceği yeni bir toplum tahayyülünün zihinlerde canlanmasına yardım ederek yeni bir değerler sisteminin oluşmasına ve işçi sınıfının kendine olan güveninin arttırılmasına yardım etmiş; popüler gazetelerden farklı olarak politik analizlerini kapitalist sınıf ile işçi sınıfı arasındaki mücadele alanı üzerinden yaparak var olan toplumsal düzene bir tür tehdit oluşturan radikal bir alt kültürü ayakta tutmuştur (1991:19-23).

Page 37: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

37

yeni bir toplum analizi sunan bu gazeteler kapitalist sistemin meşruluğunu

sorgulamış, fakirliğin ekonomik süreçlerle, kapitalistlerin çıkarlarıyla ve bu çıkarları

koruyan devletle bağını tartışmışlardır. Bu gazeteler aynı zamanda burjuvazinin

kamuoyu anlayışını eleştirmiş ve politik sistemden dışlanan bir sınıfın çıkarlarına

ilişkin bir dizi fikri yaygınlaştırmışlardır (Curran, 1991:40,41).

Curran, 1830’larda başlayan ve 1855’te tamamlanan basın üzerindeki

vergilerin kaldırılması sürecinin modern özgürlükçü ifade çeşitliliğini ve basın

özgürlüğünü sağlamak için atılan bir adım olmaktan çok, vergi ödemediği için çok

ucuza satılan radikal basın karşısında, sosyal kontrolün önemli bir aracı olarak

görülen ticari amaçlı günlük gazeteleri güçlendirmek niyetini taşıdığını ileri sürer

(Curran and Seaton, 1991:26). Orta sınıfın hakim olduğu İngiliz Parlamentosu artık

serbest pazara ve normatif kontrollere güvenmenin, basını devlet müdahalesiyle

kontrol etmekten daha etkili ve etik olduğuna dair bir anlayışı benimsemeye

başlamıştır (Curran and Seaton, 1991:30).

Bu dönemde basın özgürlüğüne faydacılık kuramının argümanlarıyla

yaklaşan Bentham 1820 de yayınlanan On Liberty of the Press and Public

Discussion adlı yapıtında despotik yönetimden farklı olarak, en iyi yönetimin ve en

iyi yasaların en fazla insan için en fazla mutluluğu sağlayan olduğunu, despotik

olmayan hükümetleri sağlıklı bir şekilde seçmek için de basın özgürlüğünün önemli

bir faktör olduğunu savunmuştur (Keane, 1999:38,39). Basın özgürlüğünü baskıcı

hükümetlere karşı bir denge öğesi olarak değerlendiren faydacıların argümanları

daha sonra basının yasama, yürütme ve yargı güçlerinin yanında dördüncü güç

Page 38: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

38

olduğuna yönelik yeni bir politik toplum tahayyülünde de kullanılmıştır (Boyce,

1978:20,22).

Böylece liberal basın özgürlüğünü savunanlar, yüzyıl boyunca, Keane’nin bu

özgürlük anlayışının felsefi temellerini oluşturduğunu söylediği ve Milton’un

düşünceleriyle örneklediği “teolojik yaklaşım”; Tindal’ın fikirleriyle açıkladığı

“basının bireyin haklarına uygun olması gerektiği fikri”; Bentham’dan hareketle ele

aldığı “faydacılık kuramı” ve J. S. Mill’in basın özgürlüğü savunusu ile açıkladığı

“hakikate yurttaşlar arasındaki kısıtlamasız tartışma yoluyla ulaşılacağı” anlayışından

beslenerek basın özgürlüğünü savunan ve basının demokratik rolüne ilişkin iddialar

barındıran çeşitli yaklaşımlar öne sürmüşlerdir (1993:34-42). Bu yaklaşımlarla

birlikte XIX. yüzyılın sonunda basının, devletin müdahalesinden arınmış bir negatif

özgürlük alanı ve kapitalist bir sistemde özel kişilerin mülkiyetinde olan bir

ekonomik teşebbüs alanı olması gerektiğine ilişkin liberal basın kuramı Anglo-

Amerikan gelenekte kabul görmüştür (McQuail, 1983:88; Keane, 1993; Curran and

Seaton, 1991).

Curran liberal basın kuramında basın özgürlüğünü savunan bu yaklaşımları

şöyle sıralamaktadır:

Bunlardan ilki, basının devlet otoritesinin kullanılmasındaki kötü

uygulamaları açığa çıkaran bir “kamu gözcüsü” olduğuna dair görüştür. Bu gözcü

rolünün, basının diğer işlevlerinden daha önemli olduğu vurgulanır ve hükümetten

tam bağımsızlığının yalnızca serbest pazar kuralları içerisinde sağlanabileceği kabul

edilir (Curran, 2002:186).

Page 39: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

39

İkinci yaklaşım basın özgürlüğüne “tüketici temsili” ile yaklaşmaktadır. Bu

yaklaşım basının rolünü “dördüncü güç” olarak tanımlamaktadır. Buna göre basın

politikacılar için seyrek aralıklarla yapılan seçimlerden farklı olarak, her “satışa

çıktıklarında” seçimle eşdeğer bir değerlendirmeye tabi olmaktadır. Böylece pazar

temelli sistemde işlerini sürdürmek için halkın isteklerine uymak zorunda olan

gazeteler, onların görüş ve değerlerini yansıtmak ve halkın sözcüsü olmak zorundadır

(Curran, 2002:203).

Basını gözcü ve temsilci olarak ele alan yaklaşımlara ek olarak, basın

özgürlüğünü, basının “bilgilendirme rolünü” vurgulayarak savunan görüşe göre,

basın kamusal aklı ileriye götürmek ve toplumun kendi geleceğini ortaklaşa

belirlemeye olanak tanımak için gereken bilgilendirme ve halkı aydınlatma göreviyle

yükümlüdür. Basın bu işlevlerini ise yalnızca serbest pazar süreçlerinde yeterince

yerine getirebilecektir. Böylece sınırlanmamış bir şekilde tüm bakış açılarının

yayınlanmasıyla özgür bir tartışma ortamı doğacak, farklı ve karşıt kaynaklardan elde

edilecek bilgiyle doğru yargılarda bulunulması ve hükümetin akılcı hareket etmesi

sağlanacaktır (Curran, 2002:217,218).

Page 40: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

40

B. “İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ”NÜN KURAMSAL TEMELLERİ VE

MODERN KAPİTALİST DEMOKRASİLERDE 1980 SONRASI

İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ TARTIŞMALARI

XIX. yüzyıldan ödünç alınan basın özgürlüğü anlayışı XX. yüzyılda çeşitli

eleştirilerle karşılaşmış; öyle ki yüzyılın son çeyreğinde basın özgürlüğü yerine

iletişim özgürlüğü kullanılmaya başlanmıştır. Bu yeni kavram yeni iletişim

araçlarının regülasyonuna yönelik taleplerden ve basın özgürlüğü paradigmasına

getirilen eleştirilerden beslenmektedir.

T. Peterson basına getirilen ilk kapsamlı eleştiri kitabının daha 1859’da

yayımlanmasına rağmen, bu eleştirilerin yoğunluğunun ve şiddetinin XX. yüzyılda

arttığını belirtmiştir. Peterson bu eleştirileri yedi maddede özetlemiştir, bunlar: 1)

Basının iktidarını kendi amaçları için kullandığı, medya patronlarının özellikle

politik ve ekonomik konularda kendi görüşlerini yaydıkları; 2) Basının büyük

şirketlerin hizmetinde olduğu ve reklam sektörünün editöryel bağımsızlığa yer

vermeyecek şekilde denetimi elinde tuttuğu; 3) Basının sosyal değişime direndiği; 4)

Sansasyonel haberlerin ve eğlencenin yayın içeriklerinde daha çok yer edindiği; 5)

Basının kamu ahlakını tehlikeye attığı; 6) İnsanların özel hayatlarına saldırdığı ve 7)

Belirli bir sosyo-ekonomik sınıfın kontrolünde olduğu, yönündeki eleştirilerdir

(1963:78). F.S. Siebert basına ilişkin anlayışların değişiminin altında Aydınlanma

Çağının rasyonalizm, akıl, doğru gibi kavramlarının evrenselliğinin ve

sarsılmazlığının sorgulanmaya başlanması, doğal haklar anlayışının politik ve sosyal

temellerden yoksun bir tür slogan olarak görülmeye başlanması, negatif özgürlük

anlayışının yerini özgürlüğü sosyal düzenin karmaşık düzeni ile olan bağlarıyla ele

Page 41: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

41

alan anlayışın gelişmesi, özel girişimin bir ekonomik felsefe olarak sorgulanması ve

bireysel hakların çoğunluğun refahını tehlikeye atamayacağına ilişkin bir yaklaşımın

güçlenmesinin olduğunu ileri sürmektedir (1963:70). Basın özgürlüğüne ilişkin

bakışın yön değiştirmesi, basın tarihine yaklaşımı da etkilemiştir. Kapitalist pazarın

evrimi ve devletin basın üzerindeki kontrollerinin kalkması ile basın özgürlüğü

arasında kurulan ilişki sorgulanmış, XIX. yüzyılın ikinci yarısında devletin basın

üzerindeki sınırlamalarının yerini alan ve “daha önce hiçbir yasal sansürün

başaramadığı ölçüde etkili olan yeni bir sansür sisteminin”, “pazar güçlerinin basın

üzerindeki denetiminin” kurulması eleştirilmiştir (Curran and Seaton, 1991:8).

E. Köker, XX. yüzyılda basın özgürlüğüne ilişkin tartışmaların iki nedenle

yön değiştirdiğini ileri sürmektedir. Bunlar ticari bir alan olarak basına yöneltilen

eleştirilerin gazetecilerin mesleki pratikleri üzerinde yoğunlaşması ve iletişim alanını

düzenleyen yasal anlayışların değişmesidir (Köker, 1998:140).

Editöyal bağımsızlık ve profesyonelliğin basın tarafsızlığının temel

şartlarından biri olduğu, basının kendini “dördüncü güç” olarak tanımladığı önceki

yüzyılın ortalarında kabul edildiği halde (Boyce, 1978:24), XX. yüzyılın ilk on

yıllarında basın patronlarının yayınları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme

girişimleri, Peterson’un da saptadığı gibi, güçlü bir eleştiriyle karşılaşmıştır. Bu

eleştiriler I. Dünya Savaşı sonrasında birçok modern devlette savaş nedeniyle basına

getirilen sansürün kaldırılmasının ardından, öğretmen dernekleri, kilise kuruluşları,

iyi ahlak anlayışının yerleştirilmesini amaçlayan dernekler tarafından da dile

getirilmiş, çoğulcu toplum anlayışını zedelemeyecek şekilde devletin basını kanun

dahilinde sınırlaması talep edilmiştir (Köker, 1998:141). Bu talepler karşılığını

Page 42: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

42

bulmuş; basının devlet müdahalesine karşı ilk defa yasayla korunduğu Amerikan

Anayasasının “kongre basın ve konuşma özgürlüğünü sınırlayıcı yasa yapamaz”

ilkesini getiren 1791 tarihli ilk değişiklik maddesine rağmen; 1918’de

muzır/kışkırtıcı yayınlarla ilgili bir yasa Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD)

onaylanmış (Sussman, 2003: 90,91); özellikle II. Dünya Savaşından sonra batılı

demokratik ülkelerin çoğunda basının kişilerin temel haklarına saldıracak şekilde

kötüye kullanımını önlemeye ve basın sektöründeki tekelleşmeyi düzenlemeye

yönelik yasal düzenlemeler yapılmıştır (Boyce, 1978:39,40; Curran and Seaton,

1991:70-83).21

Liberal basın kuramına liberal gelenek içerisinden yöneltilen ilk eleştiri

ABD’de gelişmiştir. 1947 yılında bir grup gazetecinin yayınladığı Hutchins Raporu

basın alanına yönelik “Sosyal Sorumluluk Kuramı”nın temellerini atmıştır. Rapor

serbest piyasanın basın özgürlüğü için gerekli ortamı yaratamadığını, topluma

beklenen faydaları sağlayamadığını, ayrıca gittikçe güçlenen radyo, sinema gibi yeni

iletişim araçlarının bazı kamusal denetlemelere ihtiyacı olduğunu saptamış, medya

sahipliğini ve kontrolünü bir imtiyaz olarak değil, kamusal görevler yükleyen bir iş

olarak görmüş, basın organlarının kendi özgürlükleriyle toplumsal görevlerini

bağdaştırmasını talep etmiştir (McQuail, 1982:90). Buna göre basının altı temel

görevi saptanmıştır: 1) Basın kamusal konularda bilgi ve tartışma üreterek politik

sisteme hizmet edecek; 2) Kamuyu en doğru seçimi yapabilmesi için aydınlatacak; 3)

21 Örneğin Fransa’da 1881 Basın Yasasında 1952’de yapılan bir değişiklikle basın suçlarında sorumluluk sistemi getirilmiş, 1955’te yapılan bir değişiklikle de basının idari mercilerce kontrolü olanaklı kılınmıştır. (Dönmezer, 1976:47,104). İngiltere’de 1952’de Defamation Act ile basın özgürlüğü hakaret, hakime ve mahkemeye saygısızlık ve itaatsizlik, çocuk mahkemelerine ait haberleri yayınlamak, suça tahrik etmek gibi çeşitli fiillerin yapılmaması ile sınırlanması yeniden düzenlenmiştir. 1963’te çıkarılan Tekeller ve Ticari Kurumların Bileşmesi Hakkında Kanun ile de gazete sahiplerinin sermaye miktarlarına bazı sınırlar getirilmiştir (58).

Page 43: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

43

Hükümeti denetleyerek bireylerin haklarını koruyacak; 4) Ekonomik sisteme

reklamlar aracılığıyla tüketici ile satıcılar arasında bağ kurarak hizmet edecek; 5)

Eğlence üretecek ve 6) Finansal ihtiyaçlarını bazı özel çıkarlardan bağımsız olarak

sağlayacaktır (Peterson, 1963:74). Basının sosyal sorumluluğu olduğuna ilişkin bu

anlayış, Avrupa’daki yansımasını İngiltere’de 1947-1949 yıllarına ait Kraliyet Basın

Komisyonu raporu ile bulmuştur. Rapor, “Gazete sayısının ve çeşitliliğinin farklı

zevk, politik görüş ve toplumun temel gruplarının eğitimi göz önünde tutularak tüm

kesimlerin görüşlerinin etkili bir şekilde temsil edecek” düzeyde olması gerektiğini

ileri sürmüş, buna ek olarak basının bilgilendirme rolünü de yerine getirmesini talep

etmiştir (Boyce, 1978:40).

Amerika ve İngiltere’de yayınlanan bu raporları, profesyonel sorumluluk

anlayışına verilen kamusal destek izlemiş, “profesyonellik kültü, pazarın kusurları ve

medyanın demokratik rolüyle ilgili geleneksel kavramlaştırma arasında bir uzlaşma

sağlama biçimi haline” gelmiştir (Curran, 2002:222). Böylece gazetecilerin,

tarafsızlık, bağlantısızlık, doğruya bağlılık gibi ilkelere uyması, elde edilen bilgilerin

doğrulanmasında farklı kaynaklara yer verilmesi ve muhalif yorumların aktarılması

talep edilmiştir. Curran bunu “Bir zamanlar serbest pazarda karşıtların çatışması

yoluyla güvenceye alınan düşünce ve bilgide çoğulculu(ğun), tekelci medyadaki

‘içsel çoğulculuk’ aracılığıyla” yeniden yaratılmaya çalışılması olarak tanımlamıştır

(Curran, 2002:222).

Basının yasalarla sınırlanması gerektiğine ilişkin Kraliyet Raporları’nın II.

Dünya Savaşı’ndan sonra gelmesine rağmen, yayıncılık İngiltere’de daha en

başından bir kamu hizmeti göz önünde bulundurularak yapılmıştır. 1923 yılında

Page 44: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

44

toplanan ilk yayıncılık komitesi “radyo dalgalarını bir tür kamu malı” olarak görmüş,

kamuoyunu ve ulusun yaşayışını etkileyebilecek böyle bir ulusal hizmetin

sınırlandırılmamış bir ticari tekele bırakılamayacağını savunmuştur (Scannell, 1990:

12,13). Böylece simgesel düzeyde ulusal birliği teşvik ettiği kabul edilen yayın

teknolojileri, ulusallık fikriyle sıkı sıkıya bağlı olan kamu hizmeti anlayışıyla

düzenlenmiş, ülkeye özgü kültürel özelliklerin tüm vatandaşlarca paylaşılır hale

gelmesi, bir “biz”lik halinin yaratılması, eğitim, bilgi ve kültür vererek ülke halkının

bilinçli bir vatandaş haline getirilmesi görevi devletin diğer ideolojik aygıtları

yanında radyo ve televizyon yayıncılığına da verilmiştir (Scannell, 1991: 6-9; Mutlu,

2001:26,27; Wagner, 1996:196).

II. Dünya Savaşı sonunda tüm Avrupa’da yayıncılık alanındaki temel sistem

olan (Çaplı, 2001:32-34) kamu hizmeti yayıncılığı, refah devletinin krize girdiği

1970’lerde ciddi bir şekilde eleştirilmeye başlanmıştır.22 Kamu hizmeti yayıncılığı bu

22 Siyasal birimin sınırlarının ulusun sınırlarıyla çakıştığı, siyasal temsilin rekabetçi partiler yoluyla uygulanması ve siyasal kararların üst düzeyde yapılacak pazarlıklar sonucu alınması gerektiği ve devletin meşru faaliyetlerinin yasa ve düzenin korunmasının ötesine geçerek siyasal birimin her üyesinin yaşam standardını belirli bir seviyede tutacak faaliyetlere uzanması gerektiğine ilişkin genel bir kabule dayanan refah devleti anlayışı, batılı ülkelerin çoğunda görülen 1974-1975 iktisadi kriziyle sona erdi. Bu krizi siyasa yapımının, siyasetin ve siyasal birimin sınırlarının değişimini izleyerek ele alan P. Wagner, ilk olarak devletin toplum hakkında gerekli tüm bilgiyi edinebileceği ve topluma düzenleyici ve uyumlaştırıcı bir tarzda müdahale etme yeteneğinde olduğuna yönelik düşüncenin sarsıldığını ileri sürer. Bu düşünce bir yandan “karlılığın geçer akçe olduğu bir iktisadi alanın, kamusal iyinin savunulabileceği ve herkesin refahının hedeflenebileceği bir siyasal alanın karşısına konulmasına” dayanan kurallardan arındırma (deregülasyon) çağrısı, diğer yandan da refah devletinin bürokratik krizi olarak adlandırılabilecek planlama yönelimli müdahaleci devlet anlayışının işleyemez olması ile de aşınıyordu. Örgütlü demokrasinin sınırlarının sorgulanması ise iki biçimde sürdü: uzlaşımsal olmayan siyasal eylem olarak tanımlanan kurum dışı protestolara başvurulması ve siyasal seçim kurumlarının aşınması. 1960’larda siyasal katılımın düzenli biçimleri hakkında olduğu varsayılan ve katılımı yerleşik parti örgütlenmeleri içerisinde değerlendiren konsensüs yıkılmaya başlamıştı. 1968 öğrenci hareketleriyle güçlü bir şekilde gündeme gelen, kadınların, azınlıkların, dezavantajlıların uzlaşımsal olmayan siyasal eylemlerinin sürekliliğe sahip ve daha sınırlı, sıklıkla da yerel amaçlarla sınırlı çok çeşitli çekişmeler ve yurttaş müdahaleleri biçimine dönüştüğü görüldü. Uzlaşımsal olmayan eylem türlerinin giderek daha çok destek bulması siyasal sisteme

Page 45: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

45

dönemde bir yandan iletişim alanının kurallardan arındırılması (deregülasyon)

talepleriyle, diğer yandan da yeni sol ve radikal toplumsal hareketlerce eleştirilmiştir.

R. W. McChesney, yayıncılık alanının “kamu çıkarına karşılık tamamen özel

çıkarlara hizmet etmesi yönünde” bir yasal düzenlemeyi hedeflediklerini ileri

sürdüğü deregülasyon yanlılarının, yayıncılık alanının özel sektörün yönetimine

bırakılmasına ilişkin taleplerini üç ana savla savunduklarını ileri sürer. Bunlar: Ne

kadar tekelleşmiş olursa olsun, politika yapımındaki ahlaksızlık ve bozulmaya karşı

en iyi işleyecek aracın serbest pazar tarafından düzenlenen medya olduğu; XX.

yüzyılda uygulanan diğer yayıncılık alanı düzenlemelerinin başarısızlıkla

sonuçlanmasından sonra, serbest pazardan başka alternatifin kalmadığı ve özellikle

yeni teknolojilerin yasa yapımındaki geleneksel frekans sınırlılığı meşrulaştırmasını

artık demode kıldığı savlarıdır (2003:126. 129.130).

Yayıncılık alanında baskın çıkan bu savlar ve neo-liberal yayıncılık

politikaları sonucu 1980’lerde tekellerin kırılmasının önü yayıncılık alanındaki yasal

düzenlemelerin özel sektörün yayıncılık alanının her aşamasında faaliyet

gösterebileceği şekilde yumuşatılması (deregülasyon) ile açılmıştır. N. Garnham,

yerleşik partilere verilen desteğin ve seçimlere katılımın azalması ile yansıdı. Refah devletinin karşılaştığı bir diğer sorun da siyasal birimin sınırlarının da genişlemesi oldu. Toplumsal pratikler hızla daha fazla uluslararasılaşma eğilimine girerken, Avrupa’daki birçok ulus-devlet egemenlik haklarını içeride bölgesel siyasal birimlere ya da uluslararası rejimlere devretti (Wagner, 1996:190-196). 1970’lerdeki ekonomik kriz altın rezervlerinin tükenmesi ile ABD’yi ekonomide yeni politikalara zorlarken, Batı Avrupa ülkeleri de bir yandan enflasyon ve artan işsizlik oranlarıyla diğer yandan hızla sanayileşen doğulu ülkelerin rekabetiyle karşı karşıya kaldılar (Wallerstein, 2003:23,24). Refah döneminin ekonomi politikaları ciddi biçimde sorgulandı ve savaş sonrası uygulanan Keynes’ci iktisat politikaları yerini Friedman’ın serbest piyasa ekonomisinin etkinliğine ve kusursuzluğuna inanan ve devlet müdahalesini en aza indirmeyi amaçlayan monetarist iktisat politikasına bıraktı. Bu yaklaşıma göre devlete düşen görev milli savunma, güvenlik ve adalet kurumlarını işletmek ve piyasa rekabetinin kusursuz işlemesini sağlayacak bir “oyun alanı” oluşturmaktı. Devletin ekonomik alandan çekilmesi için önerilen yöntem ise deregülasyon (kuralların kaldırılması) ve özelleştirme oldu (Pekman, 1997:22-23).

Page 46: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

46

yayıncılık alanındaki bu değişimi “sembolik formları yapılandırdığımız, dolaşımını

sağladığımız ve tükettiğimiz kurumlar olarak var olagelen kamusal iletişim

yapılarımızdaki derin dönüşüm” olarak tanımlamaktadır. Bu dönüşümün temel

özelliklerinin ise pazarın artan baskısı; kültürel kaynakların dağıtımının bir yolu

olarak kamu hizmeti yayıncılığının sürekli bir yapı bozumu; televizyona kişisel ve

eve ait tüketimin mahalli olarak yapılan vurgu ve bilgi açısından zengin, yüksek

maliyetli ve uzmanlaşmış enformasyon ve kültür hizmetleriyle, bilgi açısından zayıf,

geniş bir yelpazede gittikçe homojenize edilen eğlence servisleri arasında bölünmüş,

bilgi ve kültür alanlarında ulusaldan uluslararası boyuta kayan bir enformasyon ve

kültür piyasası olduğunu söylemiştir (1991).

Yeni sağın ekonomik ve kültürel programlarıyla uyumlu ve “iletişim

özgürlüğü” kavramını yayıncılık alanındaki “frekans sınırlılığı”nın kırılması ile

bilişim, telekomünikasyon ve kitle iletişim alt yapılarındaki birleşmeye

(convergence) vurgu yaparak kullanan deregülasyon yanlılarını Keane, “pazar

liberalleri” olarak tanımlamış ve kamu hizmeti yayıncılığına yönelttikleri eleştirileri,

XIX. yüzyılda ortaya çıkan basın özgürlüğü anlayışı ve bu anlayışın “devlet sansürü,

tüketici seçimi, yasal düzenlemelerin kaldırılması” gibi modası geçmiş terimleriyle

savunduklarını ileri sürmüştür. Buradan hareketle Keane, pazar liberallerinin

yayıncılık alanına ilişkin eleştirilerini “devlet denetimi altındaki medya kavramına

karşı açtığı şiddetli savaş(ın), eski ‘basın özgürlüğü’ dilinin olağanüstü bir biçimde

yeniden canlanışını” temsil ettiğini ileri sürdüğü R. Murdoch’un eleştirilerinden

hareketle dört maddede özetlemiştir. Buna göre pazar liberalleri ilk olarak pazar

rekabetinin basın ve yayın özgürlüğünün kilit koşulu olduğunda ısrar ediyor, bu

özgürlüğü de devlet müdahalesinden bağımsızlık ve bireylerin düşüncelerini

Page 47: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

47

kısıtlanmaksızın iletebilme hakları olarak kabul ediyorlardı. İkinci olarak kamu

hizmetinin tüm ulusa erişimi ve tüm beğenilere hitap eden programlar yapılmasını

öngören evrensellik ilkesinin medyada rekabet ve seçenek koşullarını ortadan

kaldırdığını savunuyorlardı. Pazar liberalleri devletçe korunan medya kuruluşlarını

reklam endüstrisinin çıkarlarını görmezden gelmekle suçluyor, medyanın izleyici

kadar reklamcılara da hizmet etmesi gerektiğini dile getiriyor; son olarak da kamu

hizmetinin seçkinci bir tavırla izleyici taleplerini göz ardı ettiğini ileri sürüyorlardı

(Keane, 1999:67-70).

Serbest pazarı savunanların klasik basın özgürlüğü anlayışına dönüşleri,

ilgisini pazardaki mübadele alanından mülkiyetin ve üretimin örgütlenmesine

kaydıran, dağıtım ve tüketimin, toplumsal ilişkilerdeki yapılanmış eşitsizlikler

tarafından şekillendirilme tarzları üzerinde duran (Kejanlıoğlu, 2004:85) eleştirel sol

yaklaşımlarca sorgulanmış ve klasik basın özgürlüğü anlayışının kendini

meşrulaştıran savları, bu yaklaşımlarca yüzyılın başında olduğundan daha ciddi bir

şekilde eleştirilmeye başlanmıştır.

Keane, klasik basın özgürlüğü kuramlarını, siyasal iktidara ek olarak basının

kendi kendini sansür edebileceği olasılığını hesaba katmadıkları; iletişim medyasını

“içlerinden dünya hakkındaki bilgilerin geçtiği edilgen ve tarafsız iletkenler olarak”

kabul ederek, iletişim medyasının mekan ve zaman içinde yer alan bireylerin kanı ve

düşünceleri alımlayışını önceden nasıl yapılaştırdıklarını ya da çarpıtarak

nesnellikten uzaklaştırdıklarını ele almadıkları; ‘bireylerin her şeyi bilen özneler

değil, “konumlandırılmış yorumcular” olduklarını” anlamayarak, iletişimin kendileri

de iletişim medyası tarafından oluşturulmuş bağlamlarda çalışan bireylerce

Page 48: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

48

üretildiğini göremedikleri ve toplumu bütüncül olarak ele almakla, rasyonel ve

barışçı bir konsensüs sağlamakla yükümlü gördükleri özgür basını kabul etmenin

aslında “bölünmelerin, hizipleşmelerin, tutkuların ve çatışmaların toplum önünde

dile getirilmesi olduğunu fark edemedikleri için eleştirmiş ve tüm bu nedenlerle

“basit basın özgürlüğü kavramlarının terk edilip onların yerine daha karmaşık ve

farklılaşmış bir kavram olarak iletişim özgürlüğünün” konulması gerekebileceğini

ileri sürmüştür (Keane, 1997:54-58).

Curran da benzer biçimde klasik basın özgürlüğü yaklaşımını eleştirmiştir.

Curran’a göre basın özgürlüğüne geleneksel bakış, modern liberal demokrasinin inşa

ettiği siyasal partiler, baskı grupları ya da dernekler gibi blokları görmezden gelerek

medyanın bunlarla nasıl ilişkilendirileceği ve performansını nasıl geliştirebileceği

konusunda yapıcı hiçbir şey ileri sürememektedir. Bu yaklaşımların ikinci eksiği

medyanın bilgilendirme rolünü başarılı biçimde yerine getirmesinin ölçütü olarak

“söylemin zenginliği”ni ya da “medya sayısı”nı kabul etmesidir. Oysa medyanın

bilgilendirme rolü saf anlamıyla bilgisel değildir, aynı zamanda rakip çıkar

gruplarının retoriksel iddiaları arasında bir karar verme anlamına gelmektedir ki bu

da farklı toplumsal gruplar arasında kaynakların ve fırsatların dağılımının nasıl

olacağı konusunda dolaylı bir etki yapmaktadır (2002:26-28). Dolayısıyla Curran’a

göre,

“Medyadaki çeşitliliğin sadece alternatiflerden haberdar olmaya dayalı akılcı

bir tartışmayı geliştirdiği düşünülemez. Medyadaki çeşitlilik aynı zamanda, içinde

farklı toplumsal grupların kendi terimleriyle kendi çıkarlarını tanımlama ve bunları

kamusal alanda gerçekleştirme fırsatına sahip oldukları toplumsal eşitliği sağlamanın

yoludur. Medyanın oydaşma oluşturma rolü bu bağlamda anlaşılmalıdır.” (2002:28)

Page 49: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

49

Curran’a göre klasik liberal basın özgürlüğü kuramının bir diğer sınırlılığı ise

“kamusal söylemin akılcı” olduğu yönündeki vurgusudur. Oysa kamuoyunun

oluşumu, enformasyon dağıtımındaki bozulmalar, “hiç bir bireyin eritmesinin

mümkün olmadığı” ölçüde artan enformasyon, karar vermedeki öznellik, insanların

medya iletilerini seçmeci bir biçimde alımlamaları gibi nedenlerle gerçekte klasik

liberal söylemin akılcı politikalarını izlememektedir (2002:229). Curran’ın klasik

basın özgürlüğü anlayışına yönelttiği son eleştiri ise bu yaklaşımın yasal yayın

yapma hakkı ile bu hakkın kullanılmasını sınırlayan ekonomik gerçeklik arasında bir

ayrım yapmamasıdır. Oysa pazara girişteki zorluklar bireylerin ve grupların ifade

özgürlüğünü sınırlamakta; toplumdaki grupların kendi çıkarlarını, fikirlerini, öncelik

verdikleri konulardaki görüşlerini etkin biçimde dile getirebilmeleri ve diğer

grupların farklı durum tanımlamalarına yanıt vermeleri ve hatta bu tanımlardan

haberdar olabilmeleri engellenmektedir (2002:230.231).

Pazar liberallerinden farklı bir şekilde refah devleti uygulaması olarak kamu

hizmeti yayıncılığını eleştiren yeni sol yaklaşım ile radikal toplumsal gruplar bu

yayıncılık anlayışını, yurttaşlar arasındaki eşitliği sağlayacak politikaları

oluşturmadığı, siyasal birim olarak kabul edilen ulusa katılımı sınırlı tuttuğu ya da bu

katılımda dezavantajlı durumda olanların pozitif ayrımcılık taleplerini görmezden

geldiği iddiasıyla eleştirmiş ve “iletişim alanında yasal olarak tanımlanmayan; ancak

politik yaşam içinde beliren devlet müdahalelerinin yol açtığı” görünmez sansür

biçimlerine dikkat çekmişlerdir (Köker, 1998:152). Keane batılı demokrasilerde bu

sansür biçimlerini ulusal güvenlik gerekçesinin ön plana çıktığı olağanüstü hal

erkleri yoluyla basının sindirilmesi; gizlilik perdesinin ardında kalan polise ve askere

dayanan baskıcı devlet kurumlarının gittikçe güçlenmesi; siyasal alanda özellikle

Page 50: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

50

halkla ilişkiler aracılığıyla yalan söylenmesi; devlet reklamcılığı gibi faaliyetlerle

basının hükümete ekonomik olarak bağımlı kılınması ve son olarak da çeşitli sivil

toplum örgütleri ile devlet görevlileri arasında gizli ve kamusal sorumluluktan uzak

pazarlıklar yapılması eğilimleri olarak açıklamakta ve bu eğilimleri ne yurttaşlara ne

kitle iletişim araçlarına karşı sorumlu ne de hukuk devletine tabi siyasal erkin

çoğalmasının göstergesi olarak görmektedir (1999:100-110). Benzer şekilde İngiltere

ve Amerika’da hükümet ile basın arasındaki ilişkileri ele alan D. Holmes, çoğu

zaman gazetecilerin hükümet memurlarının tavsiyelerine uyarak kendilerini

sınırladıklarını, bunun ardında yatan nedenlerin ise devletin çoğu zaman gazeteler

üzerinde büyük bir iktidara sahip olması, suçlanmak korkusuyla gazetecilerin

hükümetlerin hoşlanmadıkları konulara değinmek istememesi ve gazetecilerin

edindikleri gizli bilgileri yayınlamaktansa, bu bilgilere sahip elit kesim içerisinde

kalmaya gönüllü olması olarak açıklamaktadır. Buna rağmen Holmes, gazetecilerin

oto sansürünün devlet bürokrasisiyle kıyaslanamayacak kadar cılız kaldığını, bir çok

belgenin gizlendiğini ileri sürmektedir (1986:5-10).

Hem klasik basın özgürlüğü anlayışıyla gündeme gelen deregülasyon

çağrılarını hem de refah devletinin kamu hizmeti yayıncılığını eleştiren radikal

yaklaşımlar farklı bir iletişim düzeni talep etmişlerdir. Farklı toplumsal kesimlerin

kendilerini ifade edebilecekleri ve diğer toplumsal kesimlerle etkileşime

girebilecekleri araçların sağlanmasını talep eden radikal gruplar, kamu hizmeti

yayıncılığının temel ilkelerinden olan “erişim”in iki yönlülüğüne vurgu yapmıştır.

Yayınların sadece fiziksel olarak toplumun büyük çoğunluğuna ulaşması anlamına

gelen tek yönlü erişim anlayışı yerine, toplumun çeşitli kesimlerinin seslerini

duyurabildikleri, kendilerini ifade edebildikleri, yayıncılığa katılabildikleri bir erişim

Page 51: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

51

talep edilmiş ve 1970’li yıllar Avrupa’da bazı kamu yayın kurumlarının yeni radyo,

televizyon istasyonları açtıkları, çeşitli toplumsal grupların farklı beklentilerine

yönelik yayın yapmaya çabaladıkları, buna ek olarak “alternatif radyo”, “özgür

radyo” kimilerince de “korsan radyo” olarak tanımlanan ve bazı Avrupa ülkelerinde

yerleşik iletişim düzenini tehdit edecek yoğunlukta, devletten bağımsız yerel radyo

girişimlerinin hızla arttığı yıllar olmuştur (Pekman, 1997:27,33,34).

1970’li yıllar artık terk edilen basın özgürlüğü kavramı yerine iletişim

özgürlüğünün kullanılmaya başlamasına tanıklık etmiştir. Bunun ardında yatan neden

sadece “basın özgürlüğü” kavramının yeni iletişim araçlarını (televizyon, radyo,

fax...) kapsamaması değil bunun ötesinde “iletişim özgürlüğü” projesinin aslında bu

özgürlük alanının yeniden tasarlanmasını işaret etmesidir (Köker, 1998:145,146).

İletişim özgürlüğü ile istenen artık sadece yayın araçlarının kullanılmasına

ilişkin bir özgürlük değil, hayatın her alanını içine alan bir özgürlüktür. Hoffman-

Reim iletişim özgürlüğünde, basın özgürlüğünün aksine, vurgunun sadece konuşma

özgürlüğünde değil, yaşamın tüm alanlarında yurttaşların görüş ve kanaatlerini

iletebilmelerine ve iletişim süreçlerini düzenleyebilme yeteneklerinin geliştirilmesine

yapıldığını belirtmiştir. Hoffman-Reim basın özgürlüğü tartışmalarının merkezinde

“konuşma özgürlüğünün” bulunduğunu, bu özgürlüğün arka planını ise “gerçeği

ortaya çıkarma” amacının oluşturduğunu belirtmiş, böyle bir yaklaşımın ise, basın

özgürlüğünü gerçeği ortaya çıkarma yeteneğine sahip bireyler ve araçlarla

sınırladığını söylemiştir (Köker, 1998:145,146).

K. H. Youm da ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğünün her ne kadar ilişkili

gibi gösterilse de aslında birbiriyle çelişkili yanlar taşıdıklarını ileri sürmüştür. Zira

Page 52: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

52

bireyler kendi fikirlerini özgürce iletmek için basını kullanma hakkını talep edemez,

bu konuda son sözü söyleme hakkı gazete sahibinin ya da yayıncının tekelindedir.

Amerika’da İletişim Yasası’nın seçim dönemlerinde politikacılara basını kullanma

hakkı tanırken, aynı hakkı bireylere tanımaması bu anlayışın ürünüdür. Buna ek

olarak ifade özgürlüğü basın özgürlüğünden çok daha geniş bir özgürlük alanını talep

etmekte, her türlü iletişim şeklini kapsayan daha geniş bir kavram olan iletişim

özgürlüğüne gönderme yapmaktadır (2003:70,71)

İletişim özgürlüğünün en üst düzeye çıkması için seçeneklerin artması

gerekmektedir, bu da hem farklı yurttaş gruplarının istedikleri zaman iletişim için

kullanabilecekleri iletişim araçlarının çoğalmasını hem de bazı yurttaşların ifade

özgürlüklerinin bazı durumlarda başka yurttaşların ifade özgürlüğü ile çeliştiğinin

dolayısıyla bir tür antagonizmanın kabulünü zorunlu kılmaktadır (Keane, 1999:59).

Uluslararası arenada bu görüşlerin dile getirilmesi 1970’lerin sonunda

UNESCO aracılığıyla olmuştur. 1979’da tamamlanan UNESCO’nun McBride

Raporunda “iletişim hakkı” ele alınmış ve bu hakkın artık haberleşme hakkının

ötesinde ileti alma ve bilgilendirme hakkını da içerdiği ve iletişimin, tarafların

bireysel ve kolektif olarak içinde demokratik ve dengeli bir diyalog sürdürdükleri çift

yönlü bir süreç olduğu kabul edilmiştir. Raporda henüz olgunlaşmamış ama

gelişmekte olan bir hak olarak tanımlanan iletişim hakkının içeriği, kesin olarak

bunlarla sınırlanmamakla birlikte şöyle doldurulmuştur: a) Toplanma hakkı, tartışma

hakkı, katılma hakkı ve diğer ortaklık hakları, b) soruşturma hakkı, bilgilendirme,

bilgilendirilme hakkı ve diğer enformasyon hakları, c) kültür edinme hakkı, seçme

hakkı, özel yaşamın korunması hakkı ve insan gelişmesiyle ilgili diğer haklar... Bu

Page 53: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

53

genel çerçeveden hareketle McBride Raporunda ayrıca iletişimin

demokratikleşmesinin niteliksel, niceliksel ya da teknik gelişmenin ötesinde, var olan

iletişim araçlarına halkın genel olarak geniş biçimde girmesi ve diğer yandan uluslar,

siyasal güçler, kültürel topluluklar, ekonomik varlıklar ve sosyal gruplar için daha

eşit, güçsüzler üzerinde bir üstünlük sağlanmaksızın enformasyon olanaklarının

gelişmesi demek olduğu belirtilmiştir (1993:190-192).

İletişim özgürlüğü mücadelesi, kolektif bir aradalığın eşit görüş alışverişine

olanak tanıyan yeni anayasa projeleri ve iletişim alanındaki kartellerin, yatay ve

dikey tekelleşmelerin önlenmesini sağlayacak yasal düzenlemeleri önermekte,

farklılıkları kabul eden bir kamusal tartışma ve uzlaşma hedeflemektedir. Bu da onu,

Keane’nin deyimiyle “son çözümü olmayan, hep süre giden bir proje” yapmaktadır

(1999:176).

Page 54: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

54

C. 1980 ÖNCESİNDE TBMM’DE YAYINCILIK ALANINA VE

“BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ”NE İLİŞKİN TARTIŞMALAR

Türkiye’de 1980 sonrasında yayıncılık alanını düzenleyen temel yasaların

yapımı sırasında TBMM’de “iletişim özgürlüğü”nün nasıl tartışıldığının ve kavramın

içinin nasıl doldurulduğunun anlaşılabilmesi için, 1980 öncesinde yayıncılık alanına

ilişkin tartışmalar kadar, basın özgürlüğü kavramının da parlamentoda nasıl

tartışıldığına bakılması gerekmektedir; zira 1980 sonrası Türkiye’de iletişim

özgürlüğü tartışmaları, basın özgürlüğü tartışmaları ile iç içe ilerlemekte, tarihsel,

hukuksal ve siyasal açıdan farklı bir tahayyülün ürünü olan “iletişim özgürlüğü”nün

tanımlanmasında “basın özgürlüğü” anlayışı hala önemli bir etken olmaktadır.

“Basın özgürlüğü” mücadelesinin Türkiye’deki kökleri, Osmanlı

İmparatorluğu’ndaki tartışmalara dayanmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki basın

özgürlüğü tartışmaları, bu dönem gazete ve gazetecilerinden bazılarının Cumhuriyet

döneminde de yayıncılığa devam etmeleri, mütareke ve Kurtuluş Savaşı sürecinde

İstanbul’daki gazeteler ile yeni kurulan TBMM hükümeti arasındaki ilişkilerin

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki basın özgürlüğü tartışmalarında etkili olması (Gevgilili,

1985; Topuz, 2003; Tunçay, 1983a) ve basın alanına yönelik İmparatorluk dönemi

yasalarından bazılarının Cumhuriyet döneminde de bir süre devam etmesi,23 bu

yasalara ilişkin Osmanlı Mebusan Meclisi tartışmalarının kısaca özetlenmesini

gerekli kılmaktadır.

23 Örn, 1909’da II. Mebusan Meclisin tarafından çıkarılan Matbuat Nizamnamesi çeşitli değişikliklerle birlikte 1931’e kadar yürürlükte kalmıştır (Topuz 2003).

Page 55: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

55

Osmanlı İmparatorluğunda basın yasalarının çok etkili olmadığı, alanın daha

çok hükümet ve padişahlar tarafından çıkarılan tüzük ve kararnamelerle düzenlendiği

ve yöneticilerin kişisel müdahalelerine açık olduğu görülmektedir.24 Bu tüzük ve

nizamnamelere bakıldığında25 basın özgürlüğünün sınırlarının ülkenin “iç ve dış

güvenliği” ile “muhtaç olduğu düzenin sağlanması; “genel çıkarı”nın ve “genel

ahlakın” korunması gerekçeleriyle çizildiği görülmektedir. Buradan hareketle

hükümdar ve hükümdar ailesini, bakanları, devlet memurlarını, meclisleri,

mahkemeleri, devletçe kurulacak kurulları, saltanatı, saltanata bağlı ulusları, halkı ve

yabancı ülke temsilcilerini kötüleyici ve halkı kışkırtıcı yayınlar ile müstehcen

yayınlar yasaklanmış; aykırı yayınlara ise çeşitli miktarlarda para, kapatma ve hapis

cezaları öngörülmüş (İnuğur, 1993; İskit, 1943; Topuz, 2003);26 bu genel

sınırlamalara ek olarak çeşitli kararname ve yönergelerle yayın öncesi sansür

uygulanmıştır.27

24 I. Meşrutiyet döneminde Mebusan Meclisi’nde kabul edilen 1876 Matbuat Kanunu tasarısı II. Abdülhamit tarafından onaylanmamış; II. Meşrutiyet döneminde çıkarılan 1909 Matbuat Kanunu’nun uygulanması ise 1912, 1913, 1919 ve 1920’de çıkarılan çeşitli kararnameler ve sıkıyönetim tüzükleriyle sürekli kesintiye uğramıştır (Topuz, 2003). 25 Bakınız, 1858’de ceza yasasına eklenen bazı maddeler (Topuz, 2003:44); 1860’da gazete çıkarmak isteyenlerden alınmaya başlanan taahhütname (Koloğlu, 1983:79); 1864 Matbuat Nizamnamesi (Dönmezer, 1976:158-159; İnuğur, 1993:196,197; İskit, 1943:15-20; Topuz, 2003:44,45); II. Abdülhamit Tarafından yayınlanan 1878 Sıkı Yönetim Nizamnamesi, 1909 Matbuat Kanununda yapılan değişiklikler ... (Topuz, 2003: 54,55;84-87). 26 Örneğin 1867’de yayınlanan Ali Kararname’nin ilk uygulamaları olarak Muhbir ve Vatan kapatılmış (1867), memur gazeteciler uyarılmış ya da yeni görevlere atanarak İstanbul’dan uzaklaştırılmış, Tercüman-ı Ahval ve Tasvir-i Efkar’ın yayınlarına son verilmiş, gazeteci-memur Ali Suavi, Namık Kemal ve Ziya Bey yeni görevlerine gitmemek için yurt dışına kaçmışlardır. Yine bu kararnameye dayanılarak mizah dergisi Diyojen 1871’de 15 defa; aynı yıl İbret gazetesi bir ay, 1872’de dört ay; 1873’te Hadika gazetesi iki ay ve İbret ve Basiret gazeteleri süresiz olarak kapatılmıştır. 1874’te ise Hülasat ül Efkar, Şark ve Hayak gazeteleri kapatılmıştır (Topuz, 2003:46). 27 Örneğin II. Abdülhamit’in istibdat döneminde hükümetin çıkacak gazeteleri önceden denetleyeceği bildirilmiş (Topuz, 2003:47); hazırlanan çeşitli listeler ile “grev, suikast, kargaşalık, hürriyet, vatan, Bosna, Hersek, Makedonya, Kanun-i Esasi” gibi kelimelerin kullanılması yasaklanmış (İskit, 1943:98); II. Meşrutiyet döneminde 31 Mart 1909 askeri

Page 56: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

56

I. ve II. Mebusan Meclislerinde tartışılarak kabul edilen Matbuat Kanunları

ise yukarıda belirtilen uygulamalara nazaran daha özgürlükçü bir nitelik

taşımışlardır. İmparatorluk dönemi Meclis tartışmalarına bakıldığında, bu

görüşmelerde ön plana çıkan konuların milli güvenlik, ahlakın korunması, gazete

çıkarmak isteyenlerden depozito istenmesi ve mizah gazetelerinin yasaklanıp

yasaklanmaması konuları olduğu görülmektedir. Tartışmalar sırasında mebuslar,

hükümet üyeleri ve padişahlara nazaran, basın özgürlüğü konusunda daha ılımlı

olmuş, hükümet ve padişahın, milli güvenliğin tehlikeye atılmasının ve ahlakın

bozulmasının önlenmesi konusunda çekinceler bildirerek önerdiği sınırlamalara

karşılık, vekiller basın özgürlüğü konusunda Batılı ülkelerde ortaya atılan liberal

basın kuramının basının halkı eğitme, hükümetle halk arasında bağ kurma ve

hükümeti denetleme rollerine atıf yapan basın özgürlüğü anlayışının savlarını

kullanmışlardır.28

hareketinin ardından askeri sansür getirilmiş, bunu 1913 Babıali Baskını ile gelen sansür, I. Dünya Savaşı nedeniyle çıkarılan sıkıyönetimin askeri sansürü ve 1919’dan sonra da işgal kuvvetleri tarafından uygulanan sansür izlemiştir (Ertuğ, 1970: 205; İskit, 1943:194; Kabacalı, 1983:963). 28 Örneğin I. Mebusan Meclisinde, Matbuat Kanunu tasarısı görüşmeleri sırasında hükümet adına konuşan ve mizah gazetelerinin yasaklanmasını talep eden Macit Bey, “Malum olduğu veçhile gazetelerin vazifesi iki türlü olacak. Birincisi muhafaza-i hukuk ve ikincisi mürebbilik vazifesidir.” diyerek, mizah gazetelerinin bu iki görevi de yerine getirmeyip “adeta soytarılık” yaptıklarını dile getirmiştir (Akt. İskit, 1943:73,74). Hükümetin bu konudaki diğer argümanı da bu gazetelerin genel ahlakı bozucu niteliği üzerinedir. Bu konuda Macit Bey mizah gazetelerinin resimli olmasını işaret ederek “Resmin insana olan tesirlerine bakmalı... Açık saçık resimler insanı isyan ettirirler. Aklın cisim üzerindeki hükmü gider. Gençlerin, yaşlıların iradesi elden gider...” demiştir (Akt. Topuz, 2003:53). Vekiller ise basın özgürlüğü konusunda ısrarlı olmuşlardır. Örneğin Hüdaverdi Efendi “Londra’da, Paris’te, Berlin’de, hasılı her yerde mizah gazeteleri vardır. Bunlar nükteli şeyler yazarak halkı terbiye ederler” (Akt. Topuz, 2003:52) diyerek mizah gazetelerini halkı eğittiği için savunmuş, Hasan Fehmi Efendi, “Pek çok zevat vardır ki ciddi gazete okumaz da mizah gazetesi okur... Mizah gazetelerinden hiç olmazsa elifba öğrenilir ki bu faydalıdır” (Akt. Topuz, 2003:52) diyerek ona destek vermiştir. Yine II. Mebusan Meclisinde 1909 Matbuat Kanunu’na ilişkin tartışmalar sırasında, Ebüzziya Bey, basın özgürlüğünü “Efkarının ve mütalaatının müdavelesi insanın en muazzez hukukundandır. Hürriyetle

Page 57: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

57

İstanbul’un işgali ile Mebusan Meclisi’nin kapatılmasının ardından,

Türkiye’de parlamentodaki basın özgürlüğü tartışmaları Büyük Millet Meclisinde

devam etmiştir. 1 Mart 1922’de Büyük Millet Meclisi’nin (BMM) üçüncü toplanma

yılının açılışında konuşan Meclis Başkanı Mustafa Kemal, BMM Hükümetinin

basına bakışını açıklamış, hem milletlerin kendi kamuoylarını dünyaya tanıtmasında

hem de dünyadaki kamuoyunun öğrenilmesinde “birinci ve en önemli araç” olan

basının “milletin genel sesi” olduğunu, “bir milleti aydınlatmakta ve ona yol

göstermekte, bir millete gereksindiği düşünsel besini vermekte, özetle bir milletin

mutluluk hedefi olan ortak doğrultuda yürümesini sağlamakta, basın(ın) başlı başına

bir güç, bir okul, bir rehber” olduğunu ve Meclis’in basından bu doğrultuda

çalışmasını beklediğini belirtmiştir (Akt. Parla, 1997:161). 29

Savaş döneminde BMM’de yapılan tartışmalara bakıldığında, basın

özgürlüğünün sınırının “kanunların üstünlüğü”, “millet egemenliği” ve “fikir

hürriyeti” ile çizildiği görülmektedir. Basına yönelik “keyfi uygulamaları” bulunan

idari ve askeri görevlilerle gazete yazıları hakkında gensoru veren, soruşturma

açılmasını talep eden mebuslara karşı “kanun üstünlüğü”nün sağlanması; hem Hilafet

ve Sultanı savunanlara hem de Meclisteki muhalefetin bertaraf edilmesini talep eden

yazılara karşı “millet egemenliği”nin korunması; karşıt fikirlere saldırı ve tehdit

unsuru barındıran yazılara karşı ise “fikir hürriyeti”nin korunması talep edilmiş, bu

talepler BMM’de yer alan her iki grup tarafından da dile getirilmiştir.30

efkarını tahrir edebilir, hürriyetle efkarını tabı ve neşreyleyebilir. İşte hürriyeti matbuatın mebnaaleyhi budur.” diyerek açıklamıştır (Akt. İskit, 1943:156). 29 Kurtuluş Savaşı Döneminde basını ve bu konudaki uygulamalar için bakınız: Gevgilili, 1983; Yust, 1995; İskit, 1943; Tunçay, 1983. 30 Bu dönemde BMM’de basın özgürlüğü tartışmaları için bakınız: Demirel 1995: 396-377, 463-468, 492-505, 527-531.

Page 58: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

58

Cumhuriyetin ilan edilmesinin ardından, CHP’in tek parti döneminde

TBMM’deki basın özgürlüğü ve yayıncılık alanına ilişkin tartışmalara bakıldığında

ise, basından “ulusal çıkarlar” hedef gösterilerek bu çıkarlara hizmet etmesinin

beklendiği görülmektedir. Bu dönemde basınla iktidar arasındaki çatışmaların tümü

ulusal çıkarlar konusundaki farklı yaklaşımlardan kaynaklanmış, basın siyasal iktidar

tarafından bir engel olarak görüldüğünde susturulmaya çalışılmıştır. Hem Atatürk

hem İnönü dönemlerinde siyasal liderler işbirliği talep ettikleri basının özgür

olduğunu belirtmişler; ancak basının hak ve özgürlüklerinden çok ödevlerine

değinerek, bunun dışına çıkıldığı durumlarda basının kanunlarla denetlenmesi

gerektiğini savunmuşlardır (Gürkan, 1998:73-77).31

Bu dönem meclis tartışmalarına bakıldığında ulusal çıkarların

tanımlanmasında temel unsurların hilafet karşıtlığı, cumhuriyet rejiminin devamının

ve ülke bütünlüğünün sağlanması ile tanımlandığı görülmektedir. Örneğin

Cumhuriyet rejiminin olgunlaşmaya başladığı 1930’lu yılların başında Serbest

Cumhuriyet Fırkası’nın (SCF) faaliyette bulunduğu dönemde CHP’ye karşı yayın

31 Dönemin Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü İç Yayın Dairesi Müdürü Server İskit, 1943’te yayınlanan kitabında, Tek Parti dönemi basınının karakterini açıklarken, önce liberal ve liberal olmayan basın düzeni ayrımını yapmış ve liberal basın düzeninin “opinyonun serbestçe teşekkülü demek olmadığı(nı) ve ancak bir ticaret maddesi telakki olunan haber ve opinyonun serbest ticaretine dayanan bir sistem” olduğunu ileri sürmüştür. “Haber ve opinyonun kısa bir inkişaf devresinden sonra, büyük sermaye gruplarının ve siyasal menfaatlerin eline ve idaresine düşen ticaret emteasından başka bir şey” olmadığı bu sistemde, nasıl mutlaka fikir hürriyeti olduğu ileri sürülemezse, liberalizmden ayrılmış bir basının da mutlaka sansür ve istibdat demek olmadığını ileri süren İskit, örnek olarak da İtalya, Sovyet Rusya ve Almanya’da oluşan parti basınıyla karşılaştırdığı Cumhuriyet basınını vermiş, bu basını “Yukarıda sayılan ... rejimlerden daha toleran Kemalizm’in telkin ve propaganda organı” olarak tanımlamıştır. İskit’e göre “Kemalizm’in her sahasında olduğu gibi, matbuatta da en büyük prensip devletle millet arasında işbirliğini kabul etmektir.” (1943:362).

Page 59: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

59

yapan muhalif basın32 milletvekillerini rahatsız etmiş, bu konuda Elazığ Milletvekili

Fazıl Ahmet, Aksaray Milletvekili Ahmet Süreyya ve Ordu Milletvekili İhsan Bey

TBMM’ye “basının, özgürlüğünü kötüye kullanması karşısında şimdiye kadar alınan

önlemlerin yetmediği”ni belirten ve bu tür yayınlara karşı ne yapılabileceğini soran

bir önerge vermişlerdir (Topuz, 2003:156). Önerge üzerine yirmiye yakın

milletvekili kürsüye çıkıp “zararlı basını” eleştiren konuşmalar yapmıştır. Bu basını

“milleti fesatlamaya”, “bütün memleketin huzur ve güvenliğini sarsmaya” (Ahmet

Süreyya), “ellerinde baltalar, kazmalar, kargılar durmadan milli vicdanı, gençliğin

ruhunu ... kışkırt”maya (Mazhar Müfit) ve “rejimi, cumhuriyeti yıkmaya” çalışmak

(Ali Saib) ile suçlayan milletvekilleri, bu tehditler karşısında sert önlemlerin

alınmasını istemişler, “kutsallık” atfettikleri ve “çok muhterem, yüksek bir hak”

olarak tanımladıkları “basın özgürlüğünün” kötüye kullanılmasının engellenmesi

gerektiğini savunmuşlardır (Topuz, 2003:156,157). Bu konuda son konuşmayı yapan

Başbakan İsmet İnönü ise basın özgürlüğünün çağın en yeni, en etkili araçlarından

biri olduğunu ve basın olmaksızın bir ülkede halk yönetiminin varlığının söz

edilmeyeceğini belirttikten sonra, “Basın özgürlüğü iyi kullanılmayan yerde ülkeyi

mutluluğa götürmez; ülkenin batırılmasını hızlandırır. Basın özgürlüğü devam etmeli

ama zarar vermemelidir” (Akt. Topuz, 2003:156-158) demiştir. 33

32 Muhalif gazeteler arasında İstanbul’da Arif Oruç tarafından kurulan Yarın; Zekeriye Sertel, Selim Ragıp Emeç, Ekrem Uşaklıgil ve Halil Lütfi tarafından çıkarılan Son Posta; İzmir’de yayınlanan ve Serbest Fırkayı destekleyen Hizmet, Halkın Sesi ve Yeni Asır gazeteleri sayılabilir (Topuz, 2003:155,156). 33 Tartışmaların ardından yeni bir matbuat kanunu tasarısı gündeme gelmiş, 25 Temmuz 1931’de Mecliste kabul edilen yasa ile gazete çıkarmak için beyanname usulü kabul edilmiş, gazete çıkarabilecek kişiler için belirli kriterler getirilmiş ve suç niteliği taşıyan yayınların nitelikleri belirlenmiştir. Yasayla vatana ve milli mücadeleye, cumhuriyet ve devrim ilkelerine karşı geldiği için mahkemece suçlu bulunanlarla, milli mücadele döneminde “düşman” çıkarlarına yönelik yayın yapanların gazete çıkarmaları yasaklanmıştır. Yasa ayrıca “padişahlık ve hilafetçiliği, komünistlik ve anarşistliği kışkırtıcı yayınlar”ı yasaklamış; suç işlemeye kışkırtıcı, ahlaka aykırı, şantajı ve yalan yayınları önleyecek

Page 60: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

60

CHP’nin tek parti döneminde 1923/1925 İstiklal Mahkemeleri, 1931 Basın

Kanunu ve II. Dünya Savaşı döneminde çeşitli yayın yasakları (Topuz, 2003:167-

169) ile sıkı bir şekilde denetlenmekle birlikte, basın alanı özel girişimcilere

bırakılmıştır. Radyo yayıncılığı ise 1927-1936 arasındaki on yıllık dönemde Telsiz

Telefon Türk Anonim Şirketi’ne (TTTAŞ) tarafından yürütülmüş, 1936 yılından

itibaren ise devlet tekeline alınmıştır (Kocabaşoğlu, 1985: 2732-2733).34

Bu dönemde TBMM’de radyo yayınlarına ilişkin tartışmalar çok partili

siyasal yaşama geçilmesinin ardından yoğunlaşmış, radyo yayınları CHP ile

Demokrat Parti (DP) arasındaki önemli tartışma konularından biri olmuştur.

Özellikle radyo müdürlüklerine bazı yetkiler tanınmasını; yayın esasları ve

programları hakkında görüşü alınmak üzere, Üniversite Öğretim Üyeleri ve Basın

Derneği gibi çeşitli kuruluşların temsilcilerinin katılımıyla oluşturulacak bir Radyo

Yayınları Danışma Kurulu’nun kurulmasını ve tüm radyo yayınlarını Basın-Yayın ve

Turizm Genel Müdürlüğü’ne bağlanmasını öngören, ve seçim dönemlerinde maddeler konmuştur. Bunlara ek olarak “ülkenin genel politikasına dokunacak yayınlardan” dolayı hükümete bakanlar kurulu kararı ile gazete ve dergileri geçici olarak kapatma yetkisi verilmiştir (İçel, 1998: 37,38; Topuz, 2003:158,159). Matbuat kanununa ek olarak 1936’da ceza kanuna eklenen bazı maddeler ile de “devletin siyasi ve hukuki nizamlarını devirmek”, “milli duyguları yok etmek veya azaltmak”, “barış zamanında kamunun telaş ve heyecanına sebep olacak şekilde asılsız, abartılmış veya özel maksatlı”, “laikliğe aykırı” yayın veya propaganda yapmak çeşitli sürelerde hapis cezasıyla cezalandırılmıştır (Topuz, 2003: 160,161). TBMM’de hiç tartışılmadan olduğu gibi kabul edilen 1938 değişikliği ile de yeniden ruhsat ve depozito sistemine dönülmüş, okul ve üniversite olaylarıyla ilgili haberlerin izinsiz yayınlanması yasaklanmış, gazetecilerin nitelikleri arasına “kötü üne sahip olmamak” şartı eklenmiştir (Topuz, 2003:166,167) 34 U. Kocabaşoğlu radyonun devlet tekeline alınmasında TTTAŞ dönemindeki yayınların yetersizliği ve kalitesizliği, çeşitli Avrupa ülkelerinde hükümetlerin radyo işine doğrudan el atmaları, II. Dünya Savaşı öncesi gerginleşen siyasal ortamda radyonun siyasal iktidarlar tarafından etkin kullanımı ve CHP’nin ekonomik ve sosyal hayata daha fazla müdahale etme eğiliminin etkili olduğunu belirtir (1985:2733). Zira devlet tekeline alınmadan önce de radyo bir eğlence ve “terbiye” aracı olarak görülmüş ve yayınları denetlenmiştir. Örneğin 1934 yılında Türk müziğinin radyolarda çalınmasının yasaklandığı görülmektedir. 1940’lı yıllarda ise radyo üzerindeki denetim artmış, radyo bir kitle haberleşme aracı olmaktan çok, genel iradenin ve bürokratik mekanizmanın bir parçası olarak değerlendirilmiş, “Hükümetin ağzı, milletin kulağı” olarak nitelendirilmiştir (Kocabaşoğlu, 1985: 2733, 2734).

Page 61: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

61

radyonun partiler tarafından kullanılmasını düzenleyen 5392 sayılı “Basın-Yayın ve

Turizm Genel Müdürlüğü Kanunu” ile, seçim dönemlerinde siyasi partilerin

radyodan yararlanmalarına ilişkin maddeler içeren 5545 sayılı “Milletvekilleri

Seçimi Kanunu” tasarılarının görüşülmesi sırasında TBMM’de yoğun tartışmalar

yaşanmıştır.35 Tartışmalar, radyo yayınlarının taraflılığı ve hükümetin radyo

yayınlarını kullanma biçimi üzerinde yoğunlaşmış; bu tartışmalar sırasında radyo

yayınlarına yönelik temel eleştiri DP milletvekillerinden gelmiş; radyonun tarafsız

yayın yapmadığı, artık çok partili hayata geçilen Türkiye’de, radyo yayınlarında hala

CHP’ye ağırlık verildiğini ileri sürülmüştür. CHP’nin bu eleştirilere verdiği yanıt ise

radyonun devlete ait olduğu, dolayısıyla hükümet tarafından kullanılmasında bir

sakınca bulunmadığı olmuştur. Bu dönemde yayıncılık alanındaki özgürlüğün

tarafsızlık ile tanımlandığı, yayın tarafsızlığının ise farklı toplumsal kesimlere

yönelik bir tarafsızlıktan ziyade; CHP ve DP arasında gözetilecek bir denge ile

tanımlandığı görülmektedir.36

Radyo yayınlarına ilişkin TBMM’de CHP ve DP arasında geçen bu

tartışmalar, DP iktidarı döneminde de devam etmiştir. Radyo DP iktidarı döneminde

tamamen bir parti propaganda aracı olarak kullanmış, 1954 seçimlerinden önce

muhalefet partilerinin seçimler için bile olsa radyoyu kullanması yasaklanmış,

radyonun “devletin radyosu olmaktan çıkıp iktidarın radyosu” durumuna geldiği bu

35 5392 sayılı kanuna ilişkin TBMM tutanakları için bakınız: TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: VIII, Cilt: 14, Birleşim: 18, 13.12.1948; TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: VIII, Cilt: 14, Birleşim 24, 27.12.1948 ve TBMM Tutanak Dergisi, VIII. Dönem, Cilt: 19, Birleşim 90, 23.05 1949. 5545 sayılı yasa için ise bakınız: TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: VIII, Cilt: 24, Birleşim 42. 36 Bakınız: TBMM Tut. Der. VIII. Dönem, Cilt: 19, Birleşim 90, s.612 vd.

Page 62: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

62

yıllar (Gülizar, 1985:2743), “Partizan radyo” dönemi olarak anılmıştır (Kocabaşoğlu,

1985:2735).

Bu dönemde basına ilişkin yasal düzenlemeler, DP iktidara geldikten kısa bir

süre sonra 14 Temmuz 1950’de Mecliste kabul edilen, hükümet ile basın

mensuplarının işbirliği ile oluşturulan ve liberal basın özgürlüğü anlayışının genel

ilkelerine yer veren yeni bir basın yasası ile başlamış,37 bu olumlu gelişme 1952’de

basın çalışanlarının çalışma güvenceleri ile sendikal haklarını tanıyan yasa ile devam

etmiştir. Basın-DP ilişkilerinin iyi gitmemesi ve yaklaşan 1954 seçimleri öncesi

muhalif gazetelerin yayınları, iktidarı tedirgin etmiş ve 1954 Martında “Neşir

Yoluyla veya Radyo ile İşlenecek Bazı Cürümler Hakkında Kanun” tasarısı kabul

edilmiştir.38 1956’da bu yasaya “kötü niyetle veya özel maksada dayanan”, “devletin

veya hükümetin dışarıdaki itibarını veya nüfuzunu bozacak asılsız, mübalağalı”

yayında bulunmayı önleyici yeni maddeler eklenmiştir (Gevgilili, 1983:221;

Şahhüseyinoğlu, 2005:90; Topuz, 2003: 202,203). DP’nin bu konudaki son yasal

girişimi, 27 Nisan 1960’da meclis tahkikat komisyonlarının görev ve yetkilerine

ilişkin yasa tasarı ile olmuştur.

37 Bu yasa dönemsel yayınlarda izin sistemini kaldırarak yeniden beyanname sistemini getirmiş; 1931 yasasının en çok tartışılan özelliklerinden biri olan ceza yasasında belirtilen suçlara ek olarak basınla işlenecek suçların belirlenmesi bu yasada kaldırılmış, basın kanununa aykırı davranışlar nedeniyle önceki yasanın öngördüğü hapis cezaları yerine zorunlu haller dışında para cezalarını öngörmüş ve basın suçlarının yargılanması özel mahkemelere verilmiştir. Yasa ayrıca cevap hakkını gazeteler lehine yeniden düzenlemiş, gazete sahipleri ceza sorumluluğundan kurtarılmış ve yayın yasakları sadece intihar haberleri, kanunen evlenmeleri yasak kimseler arasındaki cinsel ilişkileri ele alan haberler ile adliyeye ilişkin haberler konusunda getirilmiştir (Dönmezer, 1976:164-176; İçel, 1998:41, Topuz, 2003:193). 38 Yasayla basın veya radyo yayınları ile “kişilerin namus, şeref veya haysiyetlerine tecavüz edilmesi, hakarette bulunulması, itibar kıracak, şöhret veya servete zarar verebilecek yayın yapılması” durumunda altı aydan üç yıla kadar hapis ve 1000 liradan 10.000 liraya kadar para cezası öngörülmüş, bu konuda gazetecilere ispat hakkı da tanınmamıştır (Topuz, 2003:196).

Page 63: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

63

Bu süreç, TBMM tartışmalarına da yansımış, DP’li milletvekillerinin ilk

yıllardaki basına ilişkin olumlu konuşmaları yerini basın özgürlüğünün kısıtlanması

gerektiğini ileri süren eleştirilere bırakmıştır. 1950’de kabul edilen özgürlükçü basın

kanununun TBMM’de görüşüldüğü tutanaklara bakıldığında, konuşan tüm

milletvekillerinin, önceki basın kanununu basın özgürlüğünü kısıtlayıcı bulduğu

görülmektedir. Özellikle DP milletvekilleri, önceki CHP hükümetlerini yasa

nedeniyle eleştirmiş, gazetecilik yapmış milletvekilleri yaşadıkları deneyimleri

aktararak eski yasaya tepkilerini ifade etmiş,39 ve yeni basın yasası DP’nin yapacağı

özgürlükçü yasaların ilki olarak kabul edilmiştir.

Tartışmalarda basın özgürlüğünü tanımlama ya da basının işlevleri konusuna

değinilmediği, yasanın tümü üzerinde yapılan konuşmalar kısa tutulduktan sonra

maddelerin görüşülmesine geçildiği ve yasanın hızla kabul edildiği görülmektedir.

Tartışmalar sırasında, basın özgürlüğü konusunda devletin pozitif müdahalesinden

bahsedilmemekle birlikte, ilk defa gazetecilerin devlet baskısından olduğu kadar

basın patronları karşısında da korunması gerektiğini belirten milletvekilleri olmuştur.

Özellikle yazı işleri müdürlerinin patronların zorlamasıyla yayımladıkları yazılardan

sorumlu tutulmamaları gerektiği dile getirilmiş, “fikir işçileri” olarak tanımlanan

basın çalışanlarının ekonomik ve sosyal haklarına yönelik bir yasa çıkarılması

gerektiği ileri sürülmüştür.40 Basın yasası görüşülürken ortaya atılan bu gereklilik

sonucu, iki yıl sonra basın çalışanları ile çalıştıranlar arasındaki ilişkileri düzenleyen

5953 sayılı kanun çıkarılmıştır. Bu kanun ile Türkiye’de ilk defa basın çalışanlarına

39 Bakınız: Cezmi Türk, Cihad Baban ve Selim Ragıp Emeç’in konuşmaları, TBMM Tut. Der. Dönem: IX, Cilt: 1, Birleşim:23 40 Örneğin bakınız: Erzurum Milletvekili Bahadır Dülger’in konuşması, s. 742.

Page 64: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

64

sendika kurma, sigortadan faydalanma, kıdem tazminatı gibi sosyal haklar

tanınmıştır (Gevgilili, 1983:221; Topuz, 2003:194).

Basına ilişkin bu olumlu yasaların ardından 1954 yılında çıkarılan ve 1956’da

yeni maddeler eklenen “Neşir Yoluyla veya Radyo ile İşlenecek Bazı Cürümler

Hakkında Kanun” ile 1960’ta Meclis Tahkikat Komisyonlarına çeşitli yetkilerle

birlikte, her türlü yayını yasaklayabilme, bu yasağa uyulmadığı taktirde yayınların

toplatılmasına, durdurulmasına ya da matbaaların kapatılmasına karar verebilme

yetkisi de tanıyan, komisyonların kararlarına her ne suretle olursa olsun muhalefet

edenlere hapis cezaları öngören yasaların mecliste görüşülmesi ise basın özgürlüğü

konusunda oldukça tartışmalı geçmiştir. Yasa görüşmelerinde tartışmalara neden

olan temel konular, ele alınan tasarıların basına ve radyo yayınlarına ilişkin

düzenlemelerinin temel hak ve özgürlüklere, demokratik rejime ve Anayasaya aykırı

olup olmadığı olmuştur.

Tartışmalarda söz alan tüm milletvekilleri basın özgürlüğünü savunduğunu

ifade etmiştir. Konuşmalarda, basın özgürlüğüne ilişkin argümanlar genel olarak

demokratik rejimlerde basının rolü üzerinde yoğunlaşmış; bu konuda vatandaşların

düşünce özgürlüğünü, eleştirme hakkını ve siyasi haklarını ancak özgür basın

vasıtasıyla kullanabileceği; basın vasıtasıyla sıkıntıları dile getirilen halkın bu sayede

rahatladığı; basının, verdiği “istihbarat”lar ile parlamentoya hükümeti denetlemede

yardımcı olduğu; basının dördüncü kuvvet olduğu; söz ve beyan hürriyetinin “en ulvi

hürriyetler” olduğu gibi liberal görüşler dile getirilmiştir.41 Bununla birlikte, yasa

41 Bakınız: “Neşir Yoluyla veya Radyo ile İşlenecek Bazı Cürümler Hakkında Kanun” tasarısına ilişkin 1954 yılı, TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: IX, Cilt: 29, İnikat 60 içerisinde yer alan Adliye Vekili Osman Şevki Çiçek, CHP Meclis Grubu adına Faik Ahmet Barutçu,

Page 65: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

65

tartışmalarında, iktidardaki DP milletvekilleri basın sorumluluğu ve basın

özgürlüğünün suiistimali üzerinde dururken; muhalefet milletvekillerinin insan

hakları, Anayasanın ihlali ve demokratik rejimlerin özgürlükçü nitelikleri gibi

konuları ön plana çıkararak, hükümeti baskıcı ve “sansürcü” olmakla eleştirdiği

görülmektedir.

DP’nin belirtilen yasaların tartışılması sırasında tasarıları savunurken temel

savı “yaşanan realitede”, “bir kısım basının” hürriyeti “suiistimal” ettiği ve basın

hürriyetinin kötüye kullanıldığı olmuştur.42 Hürriyetlerin kötüye kullanılmasının

önlenmesi konusunda DP’nin önerisi ise basının yasal yollarla denetlenmesi

olmuştur. 1954 yılındaki tartışmalarda DP Meclis Grubu adına konuşan Bursa

Milletvekili Hulusi Köymen, “Matbuat hürriyeti yine matbuat hürriyeti ile tahdit

olunur.” fikrinin yaygın olmakla birlikte, bunun bir “faraziye” olduğunu,

uygulamada en demokratik ülkelerde bile “haysiyet ve şeref üzerine dil uzatanlara ve

bunları neşredenlere karşı hükümler koymak mecburiyeti” hissedildiğini belirtmiştir

Mardin Milletvekili Mehmet Kamil Boran, İzmir Milletvekili Pertev Arat, Türkiye Köylü Partisi Grubu adına Cezmi Türk, Çankırı Milletvekili Kazım Arar, DP Grubu adına Hulusi Köymen ve Başvekil Adnan Menderes’in, 1956 yılı, TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: X, Cilt: 11, İnikat 70 içerisinde yer alan İstanbul Milletvekili Nadir Nadi, Adliye Vekili Hüseyin Avni Göktürk, CHP Meclis Grubu adına İsmet İnönü, Hürriyet Partisi Meclis Grubu adına Turan Güneş, Cumhuriyetçi Millet Partisi Meclis Grubu adına Osman Bölükbaşı ve Kastamonu Milletvekili Hilmi Dura’nın ve 1960 yılı tahkikat komisyonlarına ilişkin yasa tasarısı tartışmalarının yer aldığı TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: XI, Cilt: 13, İnikat 61 içerisinde Malatya Milletvekili Nüvit Yetkin, Sivas Milletvekili Turhan Feyzioğlu, yasa teklifini verenler arasında yer alan Çorum Milletvekili Hüseyin Ortakçıoğlu ve CHP Meclis Grubu adına söz alan İsmet İnönü’nün konuşmaları. 42 Örneğin, bu konuda 1954 yılında konuşan Adliye Vekili Osman Şevki Çiçekdağ, hürriyetin “kötüye kullanılmasının fert ve cemiyetin aleyhine büyük zararlar ve tehlikeli neticeler” yarattığını söyleyerek, bu kötüye kullanmanın iki şekilde yapıldığını belirtmiştir: “Bu yollardan birisi, neşir ve matbuat hürriyetinin suiistimaliyle vatandaşların şeref ve haysiyetlerine tecavüz edilmesi”, diğeri de “yalan haber ve havadis neşri suretiyle cemiyetin huzur ve sükununun, Devletin yüksek menfaatlerinin ihlal olunması”dır (TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: IX, Cilt: 29, İnikat 60, s. 386).

Page 66: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

66

(TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: IX, Cilt: 29, İnikat 60, s. 407). Konuşmalarında

“devletin ali menfaatlerinin”, “emniyet ve bekasının”, “milli itibarın”, “yüksek milli

ahlakın” “Genç demokrasinin” “milletin selametinin”, “namus ve haysiyetin”, “Türk

milletinin varlığı ve hakları”nın korunması gerekliliğini konuşmalarında sıkça dile

getiren DP’li milletvekilleri, basın özgürlüğünün en büyük düşmanının getirilen

yasalar değil, bu özgürlüğün “ifa ettiği fonksiyon bakımından amme hizmeti ve

vazifesinden farklı olmayan faaliyetin ifasında, matbuatımızın vatanperver, dürüst ve

şerefli varlığına .. asla yakışmayan” bir şekilde suiistimali olduğunu ileri

sürmüşlerdir (Adliye Vekili Hüseyin Avni Göktürk, 96. TBMM Zabıt Ceridesi,

Devre: X, Cilt: 11, İnikat 70, s. 96).43

Görüşülen yasalara karşı çıkan muhalefet partilerinin temel savı ise, DP’nin

yolsuzluklarını gizlemek ve seçimler öncesi muhalefeti sindirmek için bu yasaları

gündeme getirdiği olmuştur. Basının sorumluluğunu, haysiyet ve şerefin korunması

gerektiğini kabul eden muhalefet, görüşülen yasaların ise bu amacı aştığını,

demokratik rejimle ve Anayasa ile uyuşmayan bu yasalarla iktidara karşı siyasi

mücadele hakkının ihlal edildiğini, basına sansür getirildiğini ve halkın düşüncelerini

ifade ettiği için cezalandırılacağını ileri sürmüştür. Muhalefetin karşı çıktığı bir diğer

husus da yasa ile “devletin yüksek itibar ve şerefinin”, “menfaatlerinin” korunacağı

savı olmuştur. Basın özgürlüğünün demokratik sistemlerde ve ülkelerdeki “üstün

mertebesine” atıf yapan muhalefet görüşülen yasa tasarılarının “diktatörlük

43 Örneğin DP Başkanı ve Başvekil Adnan Menderes, görüşülen yasanın “hiçbir surette matbuat hürriyetini kayıtlamak maksadı(nı)” taşımadığını ileri sürmüş ve “burada şerefler, haysiyetler ve namuslar bahis mevzuudur” diyerek, görüşülen yasanın “bir taraftan matbuat hürriyetini, matbuatın tenkit vazifesinin serbest olmasını, matbuatın murakabe vazifesinin tamamiyle yerinde işlemesini temin ederken, diğer taraftan da bütün vatandaşlarımızın namus, şeref ve haysiyetlerinden de emin olarak korkusuz yaşama hakkına sahip olmalarını temin” ettiğini savunmuştur (TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: IX, Cilt: 29, İnikat 60, s. 410).

Page 67: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

67

zihniyeti” ile hazırlandığını, Türkiye’yi “totaliter” rejimlerle aynı yere koyacağını ve

“medeni alemden tecrit” edeceğini ileri sürmüştür.

Tartışmalar sırasında sadece basına yönelik yasal sınırlamalar değil, DP’nin

ilan dağıtımı yoluyla basına uyguladığı ekonomik baskı da eleştirilmiş, 1954

yılındaki birleşimde, Türkiye Köylü Partisi Meclis Grubu adına yaptığı

konuşmasında geniş yer ayıran Cezmi Türk, “devlet neşriyatının” yaygınlaştığını,

himaye gören çeşitli kişilerin DP yanlısı yayınlar yapmakla görevlendirildiğini buna

rağmen DP’yi kendisini eleştiren gazetelere tahammül edemediği için eleştirmiştir

(TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: IX, Cilt: 29, İnikat 60)

DP iktidarı döneminde radyo yayınlarına ilişkin tartışmalar da yasa

görüşmelerinde önemli bir yer kaplamıştır. Bu tartışmalarda dile getirilen temel

sorun, radyonun DP lehine taraflı yayın yapması ve muhalefet partilerine söz hakkı

tanınmaması olmuştur. Tasarıların öngördüğü radyo yayınlarına yönelik

düzenlemeler de eleştirilmiş, radyoda “bir idari sansür sistemi” getirilmeye çalışıldığı

iddia edilmiştir.

Özetle DP iktidarı döneminde basın özgürlüğüne ilişkin tartışmalarda basının

dördüncü kuvvet olduğu, yasalarla denetlenmesi gerektiği gibi liberal basın kuramına

ait savlar hem CHP hem de DP milletvekilleri tarafından dile getirilmekle birlikte,

CHP’nin tek parti döneminde de var olan, iktidar ile basın arasında gerginlikler

yaşandığı sürece basına yönelik ağır yasaların çıkarılması girişimleri devam etmiştir.

Önceki dönemden farklı olarak DP iktidarı döneminde basın özgürlüğünün

sınırlanmasının temel gerekçesi rejimin devamının sağlanması değil; kişilerin ve

devletin haysiyet ve şerefinin korunması olmuştur. Radyo yayınlarına ilişkin

Page 68: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

68

tartışmalar ise, yayıncılık alanına yönelik bir özgürlük tartışması olarak değil, iktidar

partisinin tek taraflı yayın yapması ve radyoyu kullanma pratiklerine yönelik bir

tartışma olarak kalmaya devam etmiştir.

1960 Askeri darbesinin ardından kabul edilen 1961 Anayasası dönemi ise

TBMM’de basın özgürlüğü ve yayıncılık konusundaki tartışmalara yeni unsurlar

eklemiştir. Basın özgürlüğünü sosyal bir hak olarak gören Anayasa doğrultusunda

yasalar çıkarılırken; yayıncılık alanında da kamu hizmeti yayın kuruluşu TRT’ye

ilişkin tartışmalar yapılmıştır.

1961 Anayasası’nda basın özgürlüğü, 1876 ve 1924 Anayasalarından farklı

olarak, sosyal yaşamın vazgeçilmez bir koşulu olan haberleşme ve haberleşme

araçları ile düşünce ve düşünceyi açıklama konuları ile birlikte ele alınmış ve basın

özgürlüğü sosyal bir hak olarak görülmüştür. Anayasanın 22. maddesinin 2. fıkrası

“Devlet basın ve haber alma hürriyetini sağlayacak önlemleri alır” diyerek devleti

basın özgürlüğü konusunda sorumlu tutmuş; bu hakkın korunması için de çeşitli

güvenceler getirmiştir. Buna göre “milli güvenliği ve genel ahlakı korumak, kişilerin

haysiyet, şeref ve haklarına tecavüzü, suç işleyeme kışkırtmayı önlemek veya yargı

görevinin amacına uygun olarak yerine getirilmesini sağlamak” gerekliliği dışında

basın ve haber alma hürriyetinin kanunla dahi sınırlanamayacağı ve yayın

yasaklarının getirilemeyeceği; gazete ve dergilerin prensip olarak toplatılamayacağı,

basımevi ve basım araçlarının suç vasıtası olduğu gerekçesiyle dahi, zabıt ve

müsadere edilemeyeceği, gazete ve dergi çıkarmanın izne tabi olmadığı ve teminat

yatırmak gibi herhangi bir şarta bağlanamayacağı belirtilmiş, cevap ve düzeltme

hakkı yeniden düzenlenmiştir. Bunlara ek olarak gazete ve dergilerin devletin ve

Page 69: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

69

diğer kamu tüzel kişilerinin araç ve imkanlarından eşitlik esasına göre faydalanmaları

konusunda da devleti görevli kılmıştır (İçel, 1998:43-45).44

Yayıncılık alanı ise Anayasanın 26 ve 121. maddeleri ile düzenlenmiş,

kişilere, siyasi partilere ve kamu tüzel kişilerine ellerindeki basın dışı haberleşme ve

yayın araçlarından faydalanma hakkı verilmiş, radyo ve televizyon istasyonlarının

yönetiminin ise özerk bir kamu kişiliği halinde yasayla düzenlenmesi öngörülmüş,

(Dönmezer, 1976:190; İçel, 1998:46), 1963’te 359 sayılı Türkiye Radyo ve

Televizyon Kurumu Kanunu (TRT Kanunu) 24 Aralık 1964’te Millet Meclisi’nde

kabul edilmiştir. Bu kanun Türkiye’de radyo ve televizyon istasyonlarını kurma ve

işletme hakkını “özerk bir kamu iktisadi teşebbüsü” ve kamu hizmeti yayın kuruluşu

olarak kurulan TRT’ye vermiş, bununla birlikte TRT’den bağımsız radyolar varlığını

sürdürmeye devam etmiş ve 1971 yılı başında TRT dışında yayın yapan okul, polis

ve meteoroloji radyolarının sayısı 70’i geçmiştir (Kocabaşoğu, 1985:2736).

TRT yasasının meclis tartışmalarına bakıldığında, temel konunun haberleşme

ya da yayın özgürlüğünden çok, bir kurum olarak TRT’nin tarafsızlığı ve bu

tarafsızlığın sağlanmasının koşulları olduğu görülmektedir. Kurumun radyo

televizyon yayınları konusundaki “tekel” konumu da üzerinde en çok durulan

44 1960’larda çıkarılan basına ilişkin yasaların, anayasanın basın özgürlüğünü bir pozitif hak olarak gören anlayışına uyduğu görülmektedir. 1960’ta çıkarılan 212 sayılı “Fikir İşçileri Kanunu” ile gazetecilere kıdem hakkı, ölüm tazminatı, ikramiye, haftalık izin gibi konularda çeşitli haklar tanınmış; bu kanunu protesto eden gazete sahipleri ise 11-13 Ocak 1961 tarihleri arasında gazete çıkarmamışlardır. Yasanın çıkarıldığı 10 Ocak gününü “Çalışan Gazeteciler Bayramı” olarak kabul eden gazeteciler ise bu süre boyunca kendi imkanlarıyla “Basın Gazetesi”ni yayınlamışlardır. Gazetenin ilk sayısında, basın özgürlüğünün en çok kısıtlandığı dönemde bile gazetelerini kapatmayı düşünmedikleri halde, çalışanlarına sosyal haklarını veren bir yasa nedeniyle gazete çıkarmayarak yasayı protesto eden basın patronlarının yayıncılık anlayışı eleştirilmiş ve “Gazete çıkarmak çorap fabrikası işletmeye benzemez. Basın işi kamu hizmetidir.” (Topuz, 2003:231,232) açıklamasıyla basının kamusal sorumluluğu vurgulanmıştır.

Page 70: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

70

konular arasında yer almış ve TRT tekeli genel bir kabul görmüştür.45 TRT’nin tekeli

konusundaki tek muhalefet, Adalet Partisi’nden (AP) gelmiştir. Bu konuda AP

Grubu adına konuşan Nihat Kürşat, tekele karşı olmalarını

Tekelin her sahada olduğu gibi radyo ve televizyon alanında da, özel

sektörün yaratıcı teşebbüs kabiliyetlerinin nimetlerinden memleketimizi mahrum

edeceğine inanmaktayız. Bu kanunla memleketimizde bu sahada yatırım yapacak

özel kurumların faaliyete geçmesine engel olunmamalı ve yabacı sermayenin bu

mevzudaki geniş imkanlarından istifade yollarını açık tutmalıyız . (Millet Meclisi

Tutanak Dergisi, Dönem 1, Cilt 1, Birleşim 141, s. 484).

diyerek açıklamış, özel yayın kuruluşlarının “memleket menfaatlerine uygun tarzda

yapılmasını sağlamak için” de bu kurumların “milli karakter taşıyan organlara”

verilmesini ve “kanunla tespit edilen bir takım esaslara” bağlanmasını önermiştir

(Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 1, Cilt 1, Birleşim 141, s. 491).

Bu görüşlere cevap veren komisyon sözcüsü Coşkun Kırca ise, İngiltere,

Almanya, Fransa gibi Avrupa ülkelerini örnek göstererek, demokratik ülkelerde

yayıncılığın kamu tekeli ile yürütüldüğünü ileri sürmüştür. Kırca’nın yayın tekelini

savunmasının temel gerekçesini ise “memlekette kamu düzeni” ve “milli güvenliğin”

sağlanması gerekliliği ve bu niteliklerde olmayan özel yayınların önlenmesi amacı

olarak açıklamıştır. Kırca’nın dile getirdiği diğer husus ise radyo frekanslarının

sınırlılığı olmuştur (Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 1, Cilt 1, Birleşim 141, s.

492).

45 Bakınız: Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 1, Cilt 1, Birleşim 141, 24.09.1963

Page 71: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

71

Yasa görüşmelerinde TRT tekeli konusunda tartışma çıksa da, milletvekilleri

yayınların tarafsız ve özerk olması gerektiği konusunda uzlaşmışlardır. Yasa

hakkında bilgi veren komisyon sözcüsü Coşkun Kırca, “yapısı itibarıyla” taraflı olan

basına karşıt olarak radyo-televizyon yayınlarının tarafsız olması gerektiğini

belirtmiş ve tarafsızlığı, daha önceki dönemlerde daha çok siyasi partiler arasındaki

bir sorun olarak gören anlayıştan farklı olarak, diğer konuşmacıların da sıklıkla dile

getirdiği bir biçimde, “farklı siyasi düşünce, parti, sosyal sınıf veya din ve mezhepler

arasında ayrım yapmamak” olarak tanımlamıştır (Millet Meclisi Tutanak Dergisi,

Dönem 1, Cilt 1, Birleşim 141, s. 491). Tarafsızlığın sağlanması için getirilen

teminatlar ise, kurumun özerkliği, siyasi partilere tanınan cevap hakkı ve TRT

yönetim kurulunun TRT genel müdürünün atanmasının kurulun onayına bağlanması

ve genel kurulun TRT yönetiminde söz sahibi olması olarak sıralanmıştır.

Tarafsızlık ve özerkliğin gerekliliği konusunda uzlaşan milletvekillerinin bu

konudaki temel eleştirileri, yasanın başbakana veya görevlendirdiği bir bakana “milli

güvenliğin tehlikeye düştüğü durumlarda” yayın durdurma yetkisi vermesi üzerinde

yoğunlaşmış, milli güvenlik gerekçe gösterilerek yayınlara sıkça müdahale

edilebileceği endişesi dile getirilmiştir.46 Bu konuda CMKP Grubu adına konuşan

Seyfi Öztürk arzu ettikleri düzeni “Ne devlet radyosu orta malı olacaktır, ne devlet

radyosu iktidarın hususi propaganda vasıtası olacaktır.” diyerek açıklamıştır (Millet

Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 1, Cilt 1, Birleşim 141, s. 491).

46 Bakınız: AP Grubu Adına İzmir Milletvekili Nihat Kürşat; şahısları adına Antalya Milletvekili İhsan Ataöv ve İzmir Milletvekili Şükrü Akkan’ın konuşmaları.

Page 72: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

72

1960’ların ilk yarısında TRT’nin özerkliği konusundaki bu görüşler on yılın

ikinci yarısında değişmeye başlamış, Askeri muhtıra ve sıkıyönetim ile başlayan

1971 yılındaki Anayasa değişiklikleri arasında radyo-televizyon istasyonlarının

“özerk kamu tüzel kişiliği” halinde düzenlenmesini öngören 121. madde de yer

almıştır. Anayasanın 121. maddesi bu istasyonlar “ancak devlet eliyle kurulur ve

idaresi tarafsız bir kamu tüzel kişiliği halinde düzenlenir” olarak değiştirilmiştir (İçel,

1998:297,298). “Radyosu ve televizyonuyla ülkede yaşanan ‘kargaşa’ ortamını

yaratmakla suçlanan” TRT’nin yasası da değiştirilerek (Gülizar, 1985: 2746)

yönetim kurulunun yetkileri kısılmış, güçlendirilen Genel Müdürlük makamına

atanacak kişinin seçimi de bakanlar kuruluna bırakılmıştır (Öngören, 1985:2745-

2747). Mali açıdan da hükümetlere bağımlı hale gelen TRT, bu dönemden sonra

hükümet değişiklikleriyle birlikte yönetim kadrosu değişen, kadrolarıyla oynana ve

sürekli olarak muhalefet partilerine yeterince yer vermemekle suçlanan bir kurum

olmuştur (Kejanlıoğlu, 2004:176).

TRT’nin özerkliğini kaldıran 1971 Anayasa değişikliği görüşmelerinde47

1964’te TRT’nin özerk olması gerektiği konusunda partiler arasındaki uzlaşmanın,

yerini özerkliğin kaldırılması gerektiği görüşüne bıraktığı görülmektedir. Parti

grupları adına konuşan tüm konuşmacılar özerkliğin kaldırılması gerektiği yönünde

konuşmalar yapmış,48 “devletin niteliklerinin ve Anayasa ile kurulan düzenin

korunması”, “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün korunması”,

“bölücü ve ayırıcı davranışlara karşı iç güvenliğin sağlanması” gibi gerekçeler

47 Bakınız: Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem:3 Cilt:17 Birleşim:156, 27.08.1971. 48 Bakınız: CHP Grubu adına Malatya Milletvekili İsmet İnönü, Adalet Partisi (AP) Grubu adına Isparta Milletvekili Süleyman Demirel, DP Grubu adına Erzurum Milletvekili Cevat Önder ve Milli Güven Partisi (MGP) Grubu adına Ankara Milletvekili Emin Paksüt’ün konuşmaları., Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem:3 Cilt:17 Birleşim:156, ss.:251-288.

Page 73: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

73

yeniden gündeme gelmiştir. 1964’te tarafsızlık için özerkliğin gerekliliği kabul

edilirken, bu düşünce de değişmiş, TRT’nin “devlet kontrolü” altında da

“tarafsız”lığına devam edebileceği dile getirilmiştir.

Yayıncılık alanına bakıştaki bu değişiklikler, basın özgürlüğü konusunda da

olmuş ve 1971 Anayasa değişiklikleri “Basın hürriyeti” başlığını taşıyan 22. maddeyi

de etkilemiştir. Yapılan değişiklikle basın ve haber alma özgürlüğünü sınırlayan

durumlara “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü, kamu düzenini, milli

güvenliği ve milli güvenliğin gerektirdiği gizliliği korumak” amaçları da eklenmiştir.

Madde üzerine yapılan konuşmalarda49 sadece İstanbul Milletvekili Mehmet Ali

Aybar getirilen bu sınırlamalara karşı çıkmış, bu konudaki önergesi ise kendisinin

verdiği bir oya karşılık diğer tüm oylarla reddedilmiştir (Millet Meclisi Tutanak

Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 17, Birleşim: 157, s.330).

Anayasa değişikliğine ilişkin konuşmalardaki genel eğilim basının

sorumluluklarını ön plana çıkarmak olmuş, “demokratik düzenin tekamülü” için

zamanla basına “ufak-tefek tahdidat” getirmek zorunluluğu doğduğu, Anayasa’da

yapılan değişikliklerin “basın hürriyetini zedeleyen bir husus değil”, “hürriyetlerin

geniş şekilde kullanılması işinde sorumluluk sınırlarını tayin eden bir husus” olduğu

ve “toplumun beliren ihtiyaçları” ile “10 yıllık tatbikatın ve tecrübelerin ışığı altında”

hazırlandığı ileri sürülmüştür (Seyfi Öztürk, Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem:

3, Cilt: 17, Birleşim: 157, s.327).

49 Bakınız madde hakkında Eskişehir Milletvekili Şemsettin Sönmez, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Aybar, Eskişehir Milletvekili Seyfi Öztürk, DP Grubu adına Erzurum Milletvekili Cevat Önder ve Anayasa Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili Cevdet Akçalı’nın konuşmaları. (Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 17, Birleşim: 157, s.323-330).

Page 74: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

74

D. 1980 SONRASINDA TÜRKİYE’DE İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ

TARTIŞMALARI

Bu bölümde 1980 sonrasında Türkiye’de yayıncılık alanına ilişkin

tartışmalarda “iletişim özgürlüğü” kavramının nasıl tanımlandığı ve hangi taleplerle

dillendirildiği 1980’ler 1990’lar ve 2000’lerdeki tartışmalar olarak üç başlık altında

ele alınacaktır. İletişim özgürlüğünün 1980’den günümüze tartışmalarda içinin nasıl

doldurulduğu, iletişim özgürlüğüne ilişkin temel tartışma konularının neler olduğu,

basın özgürlüğü ile iletişim özgürlüğü arasındaki ayrımın nasıl yapıldığı ve tarafların

alana ilişkin yasa tasarılarının TBMM’de kanunlaşması sürecinde dile getirdikleri

temel eleştiri ve taleplerinin neler olduğu gazete haberleri, köşe yazıları, basın

duyuruları, çeşitli konferans ve seminer tutanaklarından hareketle özetlenmeye

çalışılacaktır.

1. 1980’lerde “İletişim Özgürlüğü” Kavramının Tartışmalarda

Kullanılma Biçimleri ve Temel Tartışma Konuları

Türkiye’de 1980 sonrası yayıncılık alanına ilişkin tartışmalarda “iletişim

özgürlüğü” kavramı 1980’lerin sonlarında kullanılmaya başlanmış; fakat yaygın

olarak kullanılması 1990’ların ikinci yarısında olmuştur. 1980’lerin ilk yarısından

itibaren, özellikle akademisyenler tarafından, dünyada basın özgürlüğü kavramının

terk edilmeye başlandığı, bunun yerine “enformasyona ulaşma hakkı”, “halkın bilgi

edinme, gerçekleri öğrenme hakkı” ya da “iletişim hakkı” gibi kavramların

Page 75: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

75

kullanıldığının belirtilmesine rağmen,50 1990’ların ikinci yarısına kadar “basın

özgürlüğü”, “söz ve ifade özgürlüğü”, “haberleşme özgürlüğü”, “kitle iletişim

özgürlüğü” gibi kavramların daha yaygın olarak kullanıldığı görülmektedir.

Bu kavramlar içerisinde “haberleşme özgürlüğü” 1980’lerin ilk yarısında

daha çok radyo ve televizyon yayınlarını ele alan tartışmalarda bu yayınları da

kapsayan bir özgürlük olarak kullanılmıştır. Bununla birlikte radyo ve televizyon

yayınları için de “basın özgürlüğü” ya da “görsel ve işitsel basının özgürlüğü”

kavramlarının kullanıldığı görülmektedir.51 On yılın sonlarında ise “haberleşme

özgürlüğü”ne yönelik tanım değişmeye başlamış, “haberleşme özgürlüğü” ile “basın

özgürlüğü” arasındaki farkın, kitle iletişim araçlarına yönelik bir ayrımdan

kaynaklanmadığı, bu iki özgürlüğün kaynağında farklı “hakların” yer aldığı ileri

sürülmüştür. 1989’da Basın Konseyi tarafından yayınlanan “Türk Basınının Beş

Sorunu” başlıklı derlemedeki makalesinde Prof. Dr. Çetin Özek, basın özgürlüğünün

“düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında” düşünülmesi gerekirken, daha kapsamlı

bir özgürlük olan “haberleşme özgürlüğü”nün, “bilgi edinme” hakkından

kaynaklandığını belirtmiştir (1989:11-13).

Aynı yıl Hıfzı Topuz’un koordinatörlüğünde Türkiye Sosyal, Ekonomik

Siyasal Araştırmalar Derneği (TÜSES) ve İletişim Araştırmaları Derneği (İLAD)

50 Bakınız: Parlamento Muhabirleri Derneği’nin 1984’te düzenlediği “Demokrasi ve Basın Sempozyumu” içerisinde yer alan “Türkiye’de İletişim Hakkının Kullanımı ve Basın Özgürlüğü” başlığını taşıyan oturum tutanakları; Basın Konseyi Yayınları 2: Türk Basınının Beş Sorunu, 1989 51 Bakınız: “Demokrasi ve Basın Sempozyumu” içerisinde yer alan “Türkiye’de İletişim Hakkının Kullanımı ve Basın Özgürlüğü” başlığını taşıyan oturum tutanakları; 17-19 Şubat 1983’te Hürriyet Vakfı tarafından düzenlenen “Basın ve Basının Karşılaştığı Hukuki Sorunlar Semineri”nde yer alan “Basın Yoluyla Düşünce Açıklama Haklarının Sorunları” paneli ve 12-13 Mayıs 1983’te Gazeteciler Cemiyeti tarafından düzenlenen “İletişim Olayları ve Türk Basınının Sorunları” isimli sempozyum tutanakları.

Page 76: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

76

tarafından yayınlanan “Basında Tekelleşmeler” başlıklı araştırmada ise “iletişim hak

ve özgürlüğü” kavramı kullanılmış, ve “çoğulcu ve özgürlükçü bir toplumda” olması

gereken “temel hak ve özgürlüklerin hepsinin kullanım koşullarını içeren ve

belirleyen yeni bir hak ve özgürlük” olarak tanımlanmıştır. Araştırmada, “iletişim

hak ve özgürlüğünün” tarihsel olarak karşımıza çıkan ilk biçiminin “bilinen ilk

modern kitle iletişim aracı olan basın dolayısıyla, ... basın özgürlüğü” olduğu

belirtilmiş, basın özgürlüğü kavramının “teknolojik gelişmenin armağan ettiği diğer

kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla daha geniş bir bağlamı kapsayacak

biçimde” gelişerek “iletişim hak ve özgürlüğü” olarak adlandırıldığı (1989:4) kabul

edilmiştir. Dolayısıyla “iletişim özgürlüğü” kavramının ardında yatan ve basın

özgürlüğünden farklılaşan düşüncelere yer verilmemiştir. Bu nedenle aşağıda

1980’lerde basın özgürlüğüne ilişkin tartışmalara ve tanımlamalara da değinilecektir.

1980’lerde “basın özgürlüğü”ne yönelik tartışmalara bakıldığında on yılın ilk

yarısında “basın özgürlüğü” tartışmalarının askeri yönetimin “antidemokratik” yasa

ve uygulamaları üzerinde yoğunlaştığı,52 1983 genel seçimlerinden sonra bir

demokrasiye “geçiş” sürecinden bahsedildiği bu dönemde (Kabacalı, 1994:339;

Yazıcı, 1986:100) “basın özgürlüğü” tartışmalarının demokratik düzenin yeniden

52 Türk basınında demokrasi tartışmaları üzerine yazdığı kitabında Alpay Kabacalı Askeri yönetimin basına ilişkin düzenleme ve uygulamalarını şöyle özetlemiştir: Sıkıyönetim yetkililerinin çeşitli bildiriler yayımlayarak ya da gazetecilerle doğrudan görüşerek bazı konuların yazılmasını önlemeleri; Milli Güvenlik Konseyi’nin koyduğu yayın yasakları; sıkıyönetim komutanlıklarının koyduğu yasakların ve aldığı kararların tartışılmasının yasaklanması, haklarında soruşturma açılan siyasi parti, meslek kuruluşları, dernek ya da siyasi kişiler ile ilgili yorumların yasaklanması; açılan kamu davaları süresince ilgili kişilerle ilgili olumlu ya da olumsuz yayınların yasaklanması; bazı gazeteler tamamen kapatılırken (Aydınlık, Demokrat, Hergün...) 1980-1984 yılları arasında birçok gazetenin yayınlarının çeşitli sürelerle durdurulması (Cumhuriyet 41 gün, Güneş 10 gün, Milliyet 10 gün...), gazete ve gazeteciler hakkında soruşturmalar açılması (1994:334,335). Bu konuda ayrıca bakınız, “Basın 80-84” 1984, İst.: Çağdaş Gazeteciler Derneği Yay. (1994:334,335).

Page 77: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

77

kurulmasına yönelik tartışmalarla birlikte ilerlediği görülmektedir.53 Demokratik

rejimin tam olarak kurulamaması dışında 1982 Anayasası’nın düşünce özgürlüğü ile

ilgili 25 ve 26. maddeleri ile “Basın ve yayımla ilgili hükümler” başlığı altında yer

alan 27-32. maddeleri; Askeri yönetim tarafından değiştirilen basın yasasının yeni

hükümleri, “24 Ocak Ekonomik Kararları” doğrultusunda basına yapılan ekonomik

yardımların kesilmesi, gazetelerin “holdingleşmesi” ve basın çalışanlarının ekonomik

ve sosyal güvenliklerinin azalması “basın özgürlüğünü önleyici” unsurlar olarak en

çok değinilen konular olmuştur (Yazıcı, 1986: 98-107). Bu konulara 1980’lerin

ikinci yarısında, sivil hükümetler tarafından çıkarılan ya da değişiklik yapılan

yasaların (örneğin Türk Ceza Kanunu, Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma

Kanunu, Medeni Kanun) getirdiği düzenlemeler, Basın-Anavatan Partisi (ANAP)

Hükümetleri arasındaki gerginlik ile basın sektöründeki “tekelleşme” olgusu

eklenmiştir.54

1980’lerde basın özgürlüğüne ilişkin tanımlamalarda basın özgürlüğünün

genellikle düşünce ve ifade özgürlüğü, haber alma hakkı, halkın gerçekleri öğrenme

hakkı ve iletişim hakkına ve/veya basının demokratik rejimlerde “dördüncü kuvvet”

53 Örneğin 21-22 Aralık 1984’te Parlamento Muhabirleri Derneği (PMD) tarafından düzenlenen “Demokrasi ve Basın Sempozyumu”nda katılımcıların hemen hepsi bir “demokrasiye geçiş” süreci yaşandığını bildirmiş, sempozyumda demokratik rejimlerde basının işlevleri ve Türkiye’de basın özgürlüğünün durumu tartışılmıştır (Demokrasi ve Basın Sempozyumu, 1984, Ank.:PMD Yay.). Yine 17-19 Şubat 1983’te Hürriyet Vakfı tarafından düzenlenen “Basın ve Basının Karşılaştığı Hukuki Sorunlar Semineri”nde yer alan “Basın Yoluyla Düşünce Açıklama Haklarının Sorunları” panelinde de konuşmacılar Türkiye’nin “olağanüstü bir dönem”, “geçiş dönemi” ya da “demokratik düzenin tam işlemediği” bir süreç yaşadığını kabul etmiş ve böyle bir ortamda basın özgürlüğünün durumu tartışılmıştır (Bknz. Basın ve Basının Karşılaştığı Hukuki Sorunlar Semineri, 1983, İst.: Hürriyet Vakfı Yay., ss. 90-108) 54 Bakınız: Türk Basınının Beş Sorunu, Basın Konseyi Yay., İstabul:1989; Hıfzı Topuz vd., Basında Tekelleşmeler, İst.: İLAD Yay; Basın Konseyi 1988-1989 Faaliyet Raporu; Ahmet Oktay, Toplumsal Değişme ve Basın, 1987:B/F/S Yay.; 29-30 Eylül 1988 de gerçekleştirilen “Türkiye Bir Demokratik Hukuk Devleti: IV. Türk-Alman Gazeteciler Semineri tutanakları, İst.: Konrad-Adenauer Vakfı

Page 78: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

78

olma, halkı eğitme ve bilgilendirme, “kamu sözcüsü” olma gibi işlevlerine atıf

yapılarak savunulduğu görülmektedir.

Basın özgürlüğü ile düşünceyi açıklama özgürlüğü arasındaki ilişki genellikle

basın özgürlüğünün, “düşünce açıklama özgürlüğünün kitle haberleşme araçları

yoluyla kullanılması” ile ilgili olduğu vurgulanarak kurulmuştur. Basın özgürlüğünü

savunurken, düşünceyi açıklama özgürlüğüne atıf yapanların Anayasanın düşünceyi

açıklamaya ilişkin 26. ve 27. maddelerini, basınla ilgili çeşitli seminer ve

toplantılarda yoğun olarak tartıştığı görülmektedir. Tartışmalar düşünce açıklama

özgürlüğüne sınır konulup konulamayacağı üzerinde yoğunlaşmıştır (Yazıcı,

1986:81).55

Basın özgürlüğünü demokratik bir kurum olarak “basının işlevlerine” dikkat

çekerek savunanlar, “basının kamusal bir faaliyet” olduğunu vurgulamış ve basının

“dördüncü kuvvet” ve “kamu sözcüsü” olarak üstlendiği görevlerini özgürce ve

kısıtlanmadan yapabilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Basının kamusal görevleri

haber verme, denetim ve eleştiri, kamuoyu oluşturma, halkla hükümet arasında köprü

olma, okuyucularını eğitme ve bilgilendirme olarak sıralanmıştır (Demokrasi ve

55 Örneğin, 1983 yılında Hürriyet Vakfı tarafından gerçekleştirilen “Basın ve Basının Karşılaştığı Hukuki Sorunlar” seminerinde Prof. Dr. Çetin Özek basın özgürlüğünü “demokratik bir düzenin temel öğesi olan düşünce açıklama özgürlüğünün bir açıklanış biçimi” olarak tanımlamış ve basın özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların da aslında düşünce açıklama özgürlüğüne getirilen sınırlamalar çerçevesinde saptanması gerektiğini ileri sürmüştür. Düşünce özgürlüğü ile düşünceyi açıklama özgürlüğünün birbirinden ayrılamayacağını savunan Özek, “olması gereken hukuk açısından, yahut teorik hukuk açısından” düşünce açıklanmasında sınır olamayacağını, sınır getirmenin belirli düşüncelere ayrıcalık tanımak anlamına geleceğini belirtmiştir. Özek, ayrıca 1982 Anayasasını düşünce özgürlüğü konusunda sınırlayıcı, ve yer alan kısıtlama kriterlerini de yoruma açık olduğu için eleştirmiştir (Özek, 1983: 28, 31). Aynı seminerde söz alan Doç. Dr. Süleyman Arslan ise, düşünce hürriyeti ile düşünceyi açıklama hürriyetinin farklı olduğunu, düşünce hürriyeti sınırlanamazken, açıklama hürriyetinin sınırlanması gerektiğini ileri sürmüştür (1983:48).

Page 79: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

79

Basın Semp., 1984; Dönmezer, 1983:3; Erinç, 1983:22,23; İçel, 1983:50-53; Oktay,

1987:35)

Tartışmalarda basın özgürlüğüne ilişkin tanımlamalar liberal gelenek

içerisinde yer almıştır. Fakat genel eğilim olarak, klasik basın özgürlüğü

paradigmasının olduğu gibi kabul edilmesi yerine bu paradigmaya XX. yüzyılda yine

liberal basın kuramı içerisinde eklenen “toplumsal sorumluluk” yaklaşımı ile devletin

basına belli kolaylıklar sağlaması gerektiği anlayışının göz önünde bulundurulduğu

ve iktidardaki ANAP dışındaki siyasi partiler, gazeteciler, aydınlar ve

akademisyenlerin genel olarak devletin basın konusunda hem müdahaleden

sakınması, hem de “karşıt görüşlerin serbestçe açıklanmasına olanak sağlayacak araç

ve şartları adil bir şekilde düzenlemesi” gerektiğini, basına ilişkin çeşitli tartışma ve

toplantılarda dile getirdikleri ve basın özgürlüğünü sosyal bir hak olarak kabul

ettikleri görülmektedir.56 Bu konu en çok basına yapılan yardımlar ile

sübvansiyonların kesilmesi sonucu artan kağıt fiyatlarının yarattığı ekonomik

sorunlar ele alınırken dile getirilmiştir. Gazete patronları da bu durumdan şikayet

etmekle birlikte “basın özgürlüğü”nü sosyal bir hak olarak gördüklerini

belirtmemişlerdir.

56 Bakınız, 12-14 Mayıs 1983, “İletişim Olayları ve Türk Basınının Sorunları Semineri”nin basın işletmeciliği, basında finans ve pazarlama konularını ele alan ikinci gün oturumları (Ank.:Gazeteciler Cemiyeti Yay., ss. 99-191); 17-19 Şubat 1983 “Basın ve Basının Karşılaştığı Hukuki Sorunlar Semineri” tutanakları (İst.: Hürriyet Vakfı Yay.); 21-22 Aralık 1984 “Demokrasi ve Basın Sempozyumu”nda “Türkiye’de İletişim Hakkının Kullanımı ve Basın Özgürlüğü” başlıklı ikinci oturum ve “Türkiye’de Basının Bugünkü Durumu” başlıklı panel tutanakları (Ank.:PMD Yay. ss. 26-115). İletişim Araştırmaları Derneği (İLAD) ile Türkiye Sosyal, Ekonomik, Siyasal Araştırmalar Vakfı tarafından yaptırılan, Hıfzı Topuz’un koordinatörlüğünü üstlendiği “Basında Tekelleşmeler” araştırması (1989).

Page 80: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

80

1980’lerde yayıncılık alanına ilişkin tartışmalarda ise “haberleşme

özgürlüğü”, “görüntülü ve sözlü basın özgürlüğü” ya da “kitle iletişim özgürlüğü”

kavramları yoğun bir şekilde kullanılmıştır.57 Yayıncılık alanı ile ilgili tartışmalarda

ele alınan temel konular, TRT yayınlarının “taraflılığı” ve yayıncılıkta “devlet

tekelinin kaldırılması” talepleri olmuştur. Bu nedenle Anayasanın radyo ve

televizyon yayınlarında devlet tekelini öngören ve TRT’yi “özerk” olarak değil,

“tarafsız” olarak tanımlayan 133. maddesi ile 2954 sayılı yasanın “Hükümet

uygulamalarının tanıtılması” başlığını taşıyan 19. maddesi ve mecliste grubu

bulunmayan siyasi partilerin açıklama ve etkinliklerinin yayınlanmasını önleyen 20.

maddeleri en çok eleştirilen yasa maddeleri olmuştur. Özellikle 19. madde

doğrultusunda hazırlanan “İcraatın İçinden” programları, yasada belirtilen “cevap

hakkı doğuracak nitelikte olmamak ve siyasal çıkar amacı taşımamak” gibi

hususların dikkate alınmaması ve programların “hükümet propagandası” haline

getirilmesi gerekçesiyle çok tartışılmış, başta SHP olmak üzere DYP ve diğer partiler

bu konuda TRT aleyhine davalar açmışlardır (Topuz vd., 1990:118,119). Bu

dönemde muhalefet partileri TRT’yi “iktidarın tekelinde”, “Anayasa ile

yükümlendiği görevi yerine getirmekten uzak”, “hükümetin sözcüsü” bir kurum

olarak tanımlarken, gazeteciler de “devletin organı”, “TRT videosu” olarak

tanımlamış ve “demokrasinin çok sesli yayın organı olmaktan” çıkmakla

eleştirmişlerdir (Basın ve Demokrasi Semp., 1984).

57 Bakınız, 1984 yılında Gazeteciler Cemiyeti tarafından düzenlenen “İletişim Olayları ve Türk Basınının Sorunları” ve aynı yıl PMD tarafından düzenlenen Demokrasi ve Basın Sempozyumu tutanakları, 1988 yılında Hürriyet Vakfının düzenlediği Çağdaş Gelişmeler Işığında Devlet Media İlişkileri başlıklı seminer tutanakları, İletişim Araştırmaları Derneği’nin (İLAD) hazırladığı Yarının Radyo ve Televizyon Düzeni araştırması.

Page 81: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

81

Bu dönemde radyo ve televizyon yayıncılığına ilişkin ortak görüş bu

yayınların “kaliteli”, “demokratik”, “çok sesli”, “çoğulcu” ve “tarafsız” olması

gerektiği olmuştur. Bu kriterler aynı zamanda “kitle iletişim özgürlüğü” ya da “radyo

televizyon yayınlarında özgürlük” için gerekli koşullar olarak da kabul edilmiştir.

Yayıncılıkta özgürlüğün sağlanması için ise TRT’nin “özerkliğine kavuşturulması”

ve “devlet tekelinin” kaldırılarak özel yayıncılığa izin verilmesi önerilmiştir (Çağdaş

Gelişmeler Işığında Devlet Medya İlişkileri Semineri, 1988).

Bu dönemde devlet tekelinin kaldırılması tartışmalarının, “reklam geliri ile

çalışması sağlanacak özel radyo ve TV kuruluşlarının kurulmasının” sağlanması

üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Özel yayıncılık yerine, devlet tekelinin eğitim

kurumları, yerel yönetimler ya da sendikalar gibi meslek örgütlerine yayın hakkı

verilerek kaldırılması yeterince ele alınmamıştır (Topuz vd, 1990:133). Özel

yayıncılığın serbest bırakılmasını talep edenler arasında Türkiye, Sabah, Hürriyet

gibi radyo-televizyon yayını için çeşitli başvurular yapan büyük basın kuruluşları ile

Ulusal Video gibi yayıncılık alanındaki şirketler, reklam şirketleri, reklam verenler,

gazeteciler58 ve siyasal partiler içerisinde Demokratik Sol Parti (DSP) yer almaktadır

(Kejanlıoğlu, 2004:325-332; Topuz vd., 1990:135,136).

1980’lerin ikinci yarısında, özgür bir yayıncılık için yayıncılıkta devlet

tekelinin kaldırılması gerektiğini savunanlar çeşitli gerekçeler öne sürmüşlerdir. H.

Topuz ve diğerlerinin saptadığı şekliyle bunlardan ilki, devlet tekelinin artık

dünyanın diğer ülkelerinde de “anti-demokratik” olarak kabul edildiği, sadece

58 Bakınız: 9-11 Nisan 1988’de gerçekleştirilen “Çağdaş Gelişmelerin Işığında Devlet Medya İlişkileri Seminerinde” söz alan Hürriyet Vakfı Genel Müdür Orhan Birgit, Hürriyet Gazetesi Ankara Büro Temsilcisi Ertuğrul Özkök, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nezih Demirkent’in konuşmaları.

Page 82: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

82

hükümetlerin görüşlerini dile getirip savunan TRT yayınlarının tekeli kalkarsa “tek

sesliliğin” yerini “çok sesliliğe” bırakacağı düşüncesidir. Bir başka gerekçe devlet

tekelinin kalkmasının sivil topluma geçiş için yararlı olduğudur, zira devlet örgütü

dışındaki kurum ve toplulukların kendi yayınlarını yapabilmeleri gerekmektedir.

Devlet tekelinin kalkması ayrıca, TRT yayınları üzerindeki sıkı denetim ve baskıyı

azaltıcı bir etki yapacağı ve böylece demokratikleşme sürecini de hızlandıracağı ileri

sürülerek talep edilmiştir. Bir diğer gerekçe de TRT’nin kamu hizmeti anlayışına

uygun olarak iyi haber, nitelikli ve doyurucu programlar yapamadığı, “personel

kıyımları ve parasal yetersizlikler sonucu” kaliteli TRT personelinin kurum dışına

çıkıp, özel sektörde çalışmaya başlaması sonucu özel sektörde de yayıncılık için

gereken insan gücü ve birikiminin yer aldığı olmuştur. Bu gerekçelere ek olarak

liberal ekonomiye sahip Türkiye’de bu ekonominin gereği olarak devlet tekelinin

kaldırılması ve özel radyo ve televizyonların kurulmasının önünün açılması

gerektiğini ve teknolojik sınırlılıkların kalkması sonucu kablo TV ve uydu

yayıncılığının zaten TRT yayınları dışındaki yabancı yayınları ülkeye sokacağını,

dolayısıyla bu yayınlar karşısında TRT yayınlarının yanı sıra çok sayıdaki kaynaktan

yayın yapan kuruluşlara ihtiyaç duyulacağı da devlet tekelinin kaldırılması

yönündeki gerekçeler arasında yer almıştır (Topuz vd., 1990:128-130).

Bu dönemde devlet tekelinin kaldırılmamasının nedenleri de tartışılmış,

örneğin 9-11 Nisan 1988’de gerçekleştirilen Çağdaş Gelişmelerin Işığında Devlet

Medya İlişkileri Seminerinin “Radyo ve Televizyonda Devlet Tekeli” başlıklı ikinci

oturumunda konuşan M. T. Öngören, Türkiye’de radyo televizyon yayıncılığında

devlet tekelinin kaldırılmamasındaki en önemli nedenin askeri ve sivil hükümetlerin

“siyasal açıdan devlet tekelinin kaldırılmasından sonra oluşacağını sandıkları

Page 83: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

83

durumla ilgili korkuları” olduğunu belirtmiş, “görüşlerin tek yanlı yansıtılması için

kullanılan” tekelin kalkması ile “asker ve sivil yönetimlerin istemedikleri ve uygun

görmedikleri görüşlerin de radyo ve TV yoluyla yayılması”nın uygun görülmediğini

söylemiştir (1988:39).

Dönemin siyasal partilerinin yayıncılıkta devlet tekelinin kaldırılması

konusundaki görüşleri birbirinden farklı olmuştur. İktidardaki ANAP, 2954 sayılı

Radyo Televizyon Yayıncılığı Yasasına ve Anayasaya getirilen eleştiriler karşısında

“sadece yasaları uyguladığını” ve yasaları kendisinin çıkarmadığını ileri sürmüş;

fakat var olan bu yasal düzeni değiştirme girişiminde bulunmadığı için eleştirilmiştir.

Hükümet-TRT ilişkilerinin olumlu gitmesi nedeniyle ANAP, yayıncılık konusundaki

düzenin devam etmesinden yana olmuştur. İzlediği liberal ekonomik politikaların

aksine ANAP bu dönemde TRT tekelinin delinmesine ve özel yayıncılığa Türkiye’de

henüz reklam pastasının küçük olduğu ve özel yayıncılık için gereken pazar

koşullarının oluşmadığı gerekçeleriyle karşı çıkmıştır (Kejanlıoğlu, 2004:264; Topuz

vd., 1990:145; Öktem, 1988:13).

SODEP ve 1983 seçimlerinden sonra bu parti ile Halkçı Parti’nin (HP)

birleşmesiyle kurulan Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) TRT yayınlarının

tarafsızlığını sağlamanın en iyi yolunun kuruma yeniden özerklik verilmesi olduğunu

savunmuştur. SHP’nin Üçüncü Olağanüstü Kurultayı’nda kabul edilen “Uygulama

Politikaları”nda TRT’nin özekliği “bütçesini kendi kaynakları ve devlet ödeneklerine

göre belirleyip yürütürken, özyönetim ve özdenetim mekanizması ile yetki ve

sorumlulukları belirlenecektir. ... Özerklik, radyo televizyon yayınlarının içeriğinin

her türlü müdahaleden uzak olarak –çağdaş ilkelere göre belirlenmesi ve çağdaş

Page 84: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

84

yöntemlerle işlemesi demektir” şeklinde tanımlanmıştır (Akt. Topuz vd., 1990: 142,

143). SHP, TRT’nin özerkliğinin sağlanmasının yanı sıra, yerel yönetimlere

hizmetlerini halka daha iyi götürmesi amacıyla radyo yayınları yapma izninin

verilmesini de savunmuş, bu uygulamayı TRT tekelinin kırılması olarak görmemiştir

(Öktem, 1988:13). SHP bu dönemde özel radyo televizyon yayıncılığına “sermaye

egemenliği”ne neden olacağı gerekçesiyle karşı çıkmıştır. Bu konuda SHP

Milletvekili İsmail Cem şu açıklamayı yapmıştır:

Devlet yayın yaptığı vakit TV muhalefet partilerine söz hakkı tanımaz, buna

karşılık özel sektör yayıncılığa başlarsa bu hak tanınır, çoğulculuk sağlanır gibi çok

peşin bir hükümle yola çıkmak yanlıştır.

Devlet tekelini kaldırıyoruz diye ölçüsüz bir sermaye egemenliği getirmek

tehlikeli girişimlere yol açabilir. Çoğulcu toplumun değişik kurumları tarafından

yönetilen TV ve Radyo örnekleri vardır. Bunlar hem meseleyi Devlet tekeli dışına

çıkarmaktadır, hem de bu çok güçlü yayın aracını tek bir toplumsal gücün

egemenliğine bırakmamaktadır. Toplumun tümünü, tüm sosyal ve kültürel

katmanları temsil eden bir yapılanma içinde çoğulculuğu aramak gerekir (Türkiye’de

Radyo ve TV’deki Devlet Tekelinin Kaldırılmasındaki Eğilimler Paneli, 1988:122).

Dönemin diğer sol partisi Demokratik Sol Parti (DSP) de TRT’nin

özerkleşmesi gerektiğini savunmuştur. Fakat SHP’den farklı olarak DSP, TRT

tekelinin kaldırılarak hem çoğulcu demokrasinin gerekli kurumları olarak gördüğü

siyasi parti, belediye, sendika ve derneklere “anlatım ve siyasal katılım özgürlükleri

önündeki engellerin” kaldırılarak yayın yapma hakkı verilmesini, hem de yayıncılık

alanının özel kesime açılmasını savunmuştur (Öktem, 1988:13).

Page 85: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

85

DYP ise özel radyo ve televizyon yayıncılığı için erken olduğunu savunmuş,

TRT konusunda ise özerkliğin kabul edilmesi yerine “tarafsızlığın” sağlanmasını

talep etmiştir. Dönemin diğer siyasal partisi Milliyetçi Çalışma Partisi’nin (MÇP)

özel yayıncılık ve TRT tekeli konusunda bir görüşü bulunmamaktadır (Öktem,

1988:14).

Gazetecilerin bu dönemde genel bir eğilim olarak, TRT yayınlarının

tarafsızlığının nasıl sağlanacağı ile ilgilenmediği, vurguyu yayın tekeli üzerine

yaparak, çoğulcu sistemin gerektirdiği haber alma özgürlüğünün tekel ile

sınırlandırılmış olduğunu ve izleyiciye seçim hakkı verilmediğini savunmuşlardır.

Örneğin, Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nezih Demirkent Devlet Medya İlişkileri

seminerinde yaptığı konuşmada, özel televizyon sistemine geçmekte zaten geç

kalındığını, özel yayıncılığın “toplumsal baskı ve ihtiyaçlar sonucu en yakın

zamanda” zorunlu olarak başlayacağını dolayısıyla TRT tekelinin bir an önce

kaldırılarak özel yayıncılığa olanak sağlanması gerektiğini savunmuş, buradaki temel

amacın “haberin birden fazla kaynaktan yayılmasını sağlamak” olduğunu ileri

sürmüştür (1988:125-127, 135,136).

1980’lerin sonunda belediyeler de radyo yayıncılığı konusunda etkili

aktörlerden biri olmuşlardır. Ankara Anakent Belediyesi, İstanbul Büyükşehir

Belediyesi ve Bakırköy Belediyesi 1989’da radyo ve televizyon yayını yapmak üzere

hazırlıklar yapmışlardır (Kejanlıoğlu, 2004:307). “İletişim özgürlüğü” açısından

belediyelerin yayıncılıkta devlet tekelinin kırılmasına ilişkin görüşleri önemlidir; zira

gazeteci ve siyasal partileri aksine belediyelerin radyo-televizyon yayını projeleri,

yayıncılıkta “katılım hakkı”na değinmiş, bu hakkın “iletişim hakkı”nın temeli

Page 86: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

86

olduğunu savunmuştur. “Katılma hakkı” ise genelde anlaşıldığı şekliyle “izleyici

şikayetlerini / geribildirimi / rating ölçümlerini dikkate alarak, izleyiciye

beğenebileceği farklı seçenekler sunmak” olarak değil, yayın kuruluşunun

yönetimine ve program hazırlanmasına “aktif katılma hakkı” olarak kabul edilmiştir.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin radyo ve televizyon yayınları konusunda

oluşturduğu danışma komitesi raporunda “kamusal, katılımcı ve demokratik belediye

radyoları” olarak tanımlanan radyoların temel özellikleri açıklanmıştır:

Belediye radyolarının her şeyden önce özerk olması gerekir. Yani, yönetim

kurulu kamusal örgütlerin, kültür, sanat, işçi, gazeteci, yazar dernek ve sendikalarıın

üniversite ve baro temsilcilerinin ve ilçe belediyelerinin seçecekleri kişilerden

oluşturulmaktadır.

Dünyanın her yerinde kamusal radyolarda dinleyiciye katılım hakkı sağlanır.

Katılım hakkı, iletişim hakkının temel direğidir. İletişimde demokrasi katılım

hakkına dayanır. Bu hak iki yolla gerçekleşir: Dinleyiciler, kamusal dernek ve

örgütlerin temsilcileri olarak yönetime katılırlar. Bunun yanı sıra da dinleyicilere

bazı programların yapımına katılma olanağı tanınır. Belediye, dinleyicilere teknik

olanaklar ve anlatım özgürlüğü sağlar, her çevreden insanı mikrofona çağırır.

Kamusal radyolar böylece seçenek (alternatif) bir iletişim şebekesi oluştururlar.

Basına, devlet radyo ve televizyonuna yansımayan olaylar ve konular bu araçlar

kitlelere duyurulur (Akt. Topuz, vd. 1990:156).

Yayıncılıkta devlet tekelinin kaldırılmasına ilişkin tartışmalar ve girişimler

1980’lerin sonlarında yoğunlaşsa da bu konudaki görüşler ve girişimler “ciddi ve

geçerli bir platformda” ele alınmamış, yayıncılık alanının yeniden düzenlenmesine

yönelik bir proje oluşturulamamış (Topuz vd., 1990:123), devlet tekeli 1 Mart

Page 87: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

87

1990’da Liechtenstein’da kurulan Magic Box şirketinin Almanya’dan Türkiye’ye

yayın yapan Star 1 kanalıyla fiilen kırılmıştır.

b) 1990’larda “İletişim Özgürlüğü” Kavramının Tartışmalarda

Kullanılma Biçimleri ve Temel Tartışma Konuları

Yayıncılıkta devlet tekelinin fiili bir şekilde kırılmasıyla, 1980’lerin sonunda

yoğunlaşan “tekelin kaldırılıp kaldırılmaması” tartışmaları yerini, birbiri ardına

yayına başlayan yerel ve ulusal düzeydeki ticari radyo ve televizyonlarla belediye

radyo-televizyonlarının yasallığı tartışmalarına bırakmıştır. 1990’ların ilk yarısında

yayıncılık alanındaki en önemli gelişmeler özel radyo ve televizyon istasyonlarının

peş peşe açılması,59 radyo yayınlarının çeşitli kararnamelerle belirli bir süre

durdurulması ve yayıncılıkta devlet tekelini kaldıran yasal düzenlemelerin yapılması

olmuştur (Kejanlıoğlu, 2004:349).

Bu dönemde, yayıncılıkta devlet tekelinin kırılması ile peş peşe açılan ticari

radyo ve televizyon kanalları TRT’nin hükümetlere olan bağımlılığıyla kıyaslanarak

çok sesliliğin ve “demokratikleşme”nin göstergesi sayılmıştır. Star 1’in yayın

hayatına başlamasından bir ay sonra Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın, yaptığı

açıklamalarda, TRT tekelinin kırılmasıyla ekonomide olduğu gibi “yayıncılıkta da

liberal düzene geçildiği”ni (Cumhuriyet, 19 Mayıs 1990, s. 1), böylece serbest

piyasa ekonomisiyle birlikte “ekonominin birinci, basın ve radyo-televizyonun

59 Star11’in ardından 1992’de Teleon ve Kanal 6, Show TV, Flash TV, HBB ve Kanal E; 1993’te TGRT, Kanal D, ATV ve STV televizyon kanalları ulusal yayına başlamışlardır. 1993 Martında yayın yapan radyo istasyonlarının sayısın ise 400 ila 700 arasındadır (Kejanlıoğlu, 2001:98).

Page 88: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

88

ikinci, daha önce de birinci güç konumundaki ordunun ise üçüncü güç haline

geldiğini” belirtmesi (Cumhuriyet, 12 Mayıs 1990 s.1) ve yine dönemin Başbakanı

Süleyman Demirel’in çok sesliliği ve demokrasiyi, “Görüyorsunuz bunları değil mi?

Elimde beş tane mikrofon var, demek ki beş tane televizyon var, eskiden bir taneydi

şimdi beş tane... İşte demokrasi, işte çokseslilik budur!” (Akt. Kejanlıoğlu, 1998: 42)

diyerek tanımlaması bu anlayışı yansıtmaktadır.

“Çok sesli” ve “demokratik” olarak tanımlanan bu yeni yayıncılık dönemine

ilişkin yasal düzenlemeler, radyo ve televizyon kanallarındaki artışa rağmen oldukça

geç bir tarihte yapılmış; böylece özel radyo ve televizyonculuk yaklaşık üç yıl

“korsan” bir şekilde belirli bir düzenleme olmaksızın devam etmiştir. Bu süreçte

1993 yılı Mart ayı sonunda İçişleri Bakanlığının genelgesi üzerine bütün özel

radyolar ve 100’den fazla yerel televizyon kanalının yayınları yasalara aykırı

oldukları gerekçesiyle durdurulmuş, sadece Türkiye’ye yurtdışından uydu yoluyla

yayın yapan ulusal kanallar yayınlarına devam edebilmişlerdir (Çaplı, 2001:50).

Durdurma kararı başta dinleyici/vatandaş ve Radyo-TV Sahipleri ve

Yayıncıları Derneği olmak üzere gazetecilerin ve muhalefet partilerinin büyük

tepkisini çekmiş, uygulama “Abdülhamit sansürü”ne ya da “sus borusu”na

benzetilerek “çok sesliliğe ve demokratikleşmeye karşı olduğu” için eleştirilmiştir

(Milliyet, 1 Nisan 1993 s. 1; Y. Doğan, Miliyet 1 Nisan 1993, s. 9). “Konuşan

Türkiye’nin susturulması” olarak tanımladıkları uygulamaya karşı yayıncılar,

dinleyicilerinden arabalarına siyah kurdele, evlerine de siyah bayrak asmalarını

isteyerek bir protesto kampanyası düzenlemişler (Milliyet, 1 Nisan 1993),

dinleyiciden büyük destek gören kampanya hükümet nezdinde olumlu bir sonuç

Page 89: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

89

getirmeyince, yer altından, “Konuşan Türkiye Radyosu” yayınına başlamışlardır

(Kejanlıoğlu, 2004:389). Kapatma kararının nedenlerinin de tartışıldığı bu dönemde ,

kapatmanın asıl nedeninin, genelgelerde ifade edilen verici standartları ve izni,

frekans tahsisinin yapılmasının gerekliliği ve çok sayıdaki radyo yayınının frekans

kirliliği yaratarak haberleşme sistemlerine zarar vermesi değil, “dini yayınların

engellenmesi amacı” olduğu iddia edilmiştir (Kejanlıoğlu, 2004:390,391). “Radyolar

bizim yüzümüzden kapandı” açıklamasını yapan “dini yayıncılar” (Milliyet, 1 Nisan

1993, s. 11) bu durum karşısında tepkilerini değişik şekillerde dile getirmişler,

örneğin dinleyicilerini “namazlı protestoya” davet etmişlerdir (Milliyet, 2 Nisan

1993, s. 18).60

Yurt içinden yayın yapan radyo ve televizyonlara ilişkin yasaklı dönem iki

buçuk ay sürmüş, anayasanın yayın tekelini öngören 133. maddesinin 8 Temmuz’da

değiştirilmesi ile radyolar “özgürlüklerine” kavuşmuşlardır (Milliyet, 9 Temmuz

1993). Değişen haliyle 133. madde TRT’ye özerklik getirirken, radyo ve televizyon

yayıncılığını da kanunla düzenlenecek şartlar çerçevesinde serbest bırakmıştır.

Yayıncılığın çerçevesini çizecek yasa ise, çalışmalarına 1992’de başlanmasına

rağmen hükümet ve iktidar partileri arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle ancak 13

Nisan 1994’te kabul edilen “3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve

Yayınları Hakkında Kanun” olmuştur. (Erman ve Özek, 2000:1037).

3984 sayılı yasa genel olarak radyo ve televizyon kuruluşlarının yapıları,

yayın ilkeleri ve yayıncılığın denetimine ilişkin konularda düzenlemeler getirmiştir. 60 Bu konuda ayrıca bakınız. Ekonomi Politika dergisi Şubat 1993, 11. sayısının kapak konusu “MGK rahatsız, hükümet şaşkın. Açar mısın, kapar mısın? İslamcı Radyolar”; Gazeteci M. A. Birand’ın 4.4.1993 tarihli Sabah gazetesindeki “Neden kapatıldılar” başlıklı köşe yazısı. Birand kapatmanın nedeni olarak dini yayın yapan radyolar ile Kürt kökenli radyoları göstermiştir (Akt. Kejanlıoğlu, 2004:391).

Page 90: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

90

Yasanın çıkış sürecinde en çok tartışılan konular yasanın yayın kuruluşlarının

niteliklerini ve tekelleşmeyi önleyici maddeleri ile yayın ilkeleri ve yayıncılık

alanının denetlenmesi ile frekans ve kanal tahsislerini yapmakla görevlendirilen

Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) ekonomik ve idari yapısı ile ilgili

bölümleri olmuştur.

Yasadaki tekelleşmeyi önleyici maddeler ile RTÜK’ün kendi bütçesi için

radyo-televizyon kuruluşlarının reklam gelirlerinden pay almasını öngören

maddelere getirilen temel eleştiriler radyo televizyon sahipleri, DYP ve ANAP’tan

gelmiştir. Özel TV sahipleri ile üst düzey yöneticileri yasanın çıkış sürecinde

özellikle DYP ve ANAP’a yönelik güçlü bir kulis faaliyeti düzenlemişler, yasanın

öngördüğü, radyo-televizyonlarda kişilerin %20’den fazla pay sahibi olmasını

engelleyen maddenin değiştirilmesini talep etmişlerdir (Milliyet, 17 Kasım 1993).

Buna karşılık gazeteciler, akademisyenler ve SHP çoğulculuğun sağlanması ve

sürdürülmesi için tekelleşmeye karşı olduklarını belirtmişler ve bu konuda önlemler

alınmasını talep etmişlerdir (Basın Kurultayı 92:210; Sarmaşık, 1994:104-110).

Yasanın öngördüğü RTÜK ise, radyo televizyon sahipleri ve yayın

kanallarının üst düzey yöneticileri, gazeteciler ve “halk”61 tarafından “hükümet

ağırlıklı bir üst kurul” olmakla eleştirilmiş ve “basın özgürlüğü” ve “demokrasi

anlayışı”na aykırı bulunmuştur (Milliyet, 17 Kasım 1993, s. 10). Bu dönemde

gazetecilerin de yayıncılık alanına ilişkin bir düzenleyici kurul önerdiği

görülmektedir. Fakat gazeteciler “Özerk Ulusal İletişim Kurumu” olarak 61 SONAR 1993’te yasaya ilişkin bir kamuoyu araştırması yapmıştır. Araştırmaya göre halkın %70,3’ünün RTÜK’e karşı olduğu, %8,5’inin ise yasayı onayladığı belirtilmiştir. Araştırmaya göre ayrıca, araştırmaya katılanların %6,1’inin yasayı “basın özgürlüğüne aykırı”, % 9,1’inin de “demokratik anlayışa aykırı” olarak tanımlamıştır (Akt., Milliyet 17 Kasım 1993).

Page 91: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

91

tanımladıkları bu kurumun, RTÜK gibi partilerin önerdiği kişiler arasıdan TBMM

tarafından değil, anayasal ve sivil toplum örgütleri tarafından oluşturulacak bir kurul

tarafından seçilmesini talep etmişlerdir (Basın Kurultayı 92: 215). Radyo televizyon

sahipleri ve üst düzey yöneticileri ise sadece RTÜK’ün kuruluş biçimine değil,

kendisine de “Özel TV’yi denetleyecek kanunlar vardır. Bunun için kurul

oluşturmaya gerek yoktur.” diyerek karşı çıkmışlardır (S. Koloğlu, Milliyet, 19

Kasım 1992, s.21). Radyo televizyon sahipleri ayrıca, yasa çıkarılmadan önce

cumhurbaşkanıyla görüşerek “kurul üyelerinin çoğunluğunun, iktidar partileri

tarafından atanmasına” karşı olduklarını, “kurulun bu yapısıyla iktidarın bir organı”

olacağını belirtmişlerdir (Akın, 2002:71).

Yasaya yönelik bir diğer eleştiri de yayıncılık alanının demokratik kitle

örgütleri, yerel yönetimler, eğitim kurumları, yurttaş inisiyatifleri, vakıflar,

sendikalar ve benzeri kurum ve kuruluşlara kapatılarak, TRT dışında sadece anonim

şirket olarak düzenlenmiş ticari yayın kuruluşlarına izin verilmesi olmuştur.

Marmara Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Türkiye Odalar

Birliği ve İletişim Araştırmaları Derneği gibi kurum ve kuruluşlar yayıncılık alanına

ilişkin hazırladıkları yasa taslağı ve raporlarda bu konuyu da dile getirmişler ve özerk

ve çoğulcu bir kamu yayıncılığı talep etmişlerdir (Sarmaşık, 1994:104-113).

Bu eleştirileri ve talepler görmezden gelinerek çıkarılan 3984 sayılı yasa, fiili

olarak başlayan özel yayıncılık alanına ilişkin bir yasal boşluğu doldurmakla birlikte,

kendisinden beklenen tüm sorunları çözememiş, çıkarılmasından sadece bir hafta

sonra basın meslek örgütleri tarafından değiştirilmesi talebiyle karşılaşmıştır.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin çağrısıyla 20 Nisan 1994’te yeni yasayı tartışmak

Page 92: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

92

üzere toplanan basın meslek örgütleri temsilcileri, toplantı sonrasında yaptıkları ortak

açıklamada, yasada yer alan hükümlerin yanlış yorumlanmaması için özellikle

RTÜK üyelerinin seçiminin çok önemli olduğunu ve üyelerin “basın yayın dünyasını

iyi bilen kişiler arasından seçilmesi” gerektiğini ifade etmişler ve yasanın

değiştirilmesi yönünde çalışmalar yapılmasına ilişkin üzere beş kişilik bir komisyon

oluşturduklarını da açıklamışlardır (Basın 94-95:26). Bu tür yasal düzenlemeler

dışında 1990’ların ilk yarısında gazetecilerin en çok tartıştıkları ve “basın ve iletişim

özgürlüğünü” engelleyici gelişmeler olarak eleştirdikleri konular ise, iletişim

alanındaki tekelleşme ve yeni sahiplik yapısıyla gelen “sendikasızlaştırma hareketi”,

gazetecilerin iş güvencelerinin azalması, editöryal bağımsızlıklarını yitirmeleri ve

gazetecilere yönelik faili meçhul cinayetleri de kapsayan şiddet eylemleri olmuştur.62

3984 sayılı yasa ile, yayıncılık alanında ticari televizyonların ortaya çıkışı çok

seslilik ve demokrasi olarak kabul edilirken, artık hem basın hem de yayıncılıkta

çapraz olarak tekelleşen kuruluşlarda çalışan gazetecilerin gittikçe zorlaşan çalışma

koşulları görmezden gelinmiş, özel radyo ve televizyonların kurulmasına olanak

tanınırken, burada çalışacak gazetecilerin çalışma koşulları üzerine yasal bir

düzenlemeye gidilmemiştir.

62 Bakınız: Basın Kurultayı 92’nin oy birliğiyle kabul edilen sonuç bildirgesi “Güneydoğu Anadolu’da hukuk devletini işlemez hale getiren, gazetecilik yapmayı imkansızlaştıran, olağanüstü hal uygulaması ile sansür-sürgün uygulaması derhal yürürlükten kaldırılmalıdır.” maddesi yer almış; Özgür Gündem gazetesi bu kararnameleri “SS Kararnameleri” olarak tanımlamış (22 Haziran 1992); 1994 yılını basın özgürlüğü açısından değerlendiren TGC Başkanı Nail Güreli, Terörle Mücadele Yasasının 1994’te “basınla mücadele yasası” olarak işlediğini belirtmiş (Basın 94-95:85); Basın Konseyi 1992 yılında Güneydoğu’da Basının Durumu başlıklı bir rapor hazırlamış, raporda Olağanüstü Hal Bölgelerinde gazetecilerin yaşadıkları sorunların giderilmesi istenmiştir (1992 Faaliyet Raporu:25-33) Ayrıca bakınız: Ümit Otan, Babıtelli, 1995, İzmir: İzmir Kitaplığı; Yılmaz Odabaşı, (1994), Güneydoğu’da Gazeteci Olmak, İst.:Kaynak Yay; Nezih Demirkent, Medya Medya, 2000, İst.:Dünya Yay…

Page 93: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

93

Özetle 1990’ların ilk yarısında şekillenen yeni yayıncılık düzeniyle,

Türkiye’de radyo televizyon yayıncılığı sadece siyasi partiler, yerel yönetimler,

dernek, sendika, meslek kuruluşu, kooperatif, vakıf gibi kurum ve kuruluşlara değil;

mezhep gruplarıyla, “marjinal”, etnik ve dini gruplara da kapatılmaya çalışılmış

(Kejanlıoğlu, 2004:418), çok seslilik ve çoğulculuk, güçlü sermaye gruplarının

sahipliğindeki ulusal radyo ve televizyonlar ile, sıkı bir denetim altındaki yerel

yayınların ve kanal sayısının çokluğu ile tanımlanmıştır.63

Yayıncılık alanında 1990’ların ilk yarısındaki bu gelişmeler “basın

özgürlüğü” kavramı yanında çok yaygın olmamakla birlikte “iletişim özgürlüğü”

kavramının da kullanılmasını beraberinde getirmiştir. Bununla birlikte bu dönemde

de “iletişim özgürlüğü”nün “basın özgürlüğü”nden farklı bir proje olarak

anlaşılmadığı; yayıncılık alanındaki teknolojik gelişmelere ve radyo televizyon

tekelinin kalkmasıyla kurulan çok sayıda özel radyo ve televizyon kanalının yayına

başlamasına atıf yapılarak, “yayın özgürlüğü” ya da “hem basını hem de diğer kitle

iletişim araçlarını kapsayan bir özgürlük” olarak kabul edildiği görülmektedir.

Örneğin Basın Konseyi, 1992 yılında “Basın özgürlüğü” ve “Bilgi Edinme

Özgürlüğü” yasalarının yanı sıra bir de “İletişim Özgürlüğü” yasasının çıkarılmasını

önermiştir. Öneriye göre,

63 Yasa çalışmaları sürerken İçişleri bakanlığı tarafından yapılan bir araştırmada, Türkiye’de faaliyette bulunan toplam 525 radyo ve televizyondan 126’sının “aşırı sol, İslamcı ve ülkücü ideolojiye” hizmet ettiği iddia edilmiş, “ideolojik yayın yapan” 96 radyonun 31’inin “aşırı sol”, 14’ünün “Kürtçü”, 45’inin “İslamcı” ve 6’sının “Ülkücü” görüşe sahip olduğu saptanmıştır. Raporda ayrıca bu radyoların hangi illerde yayın yaptığı da tespit edilmiştir (Basın 94-95: 24). Milliyet gazetesi, bu rapora dayanarak 21 Nisan 1994 “26 TV-radyo gözaltında” başlıklı haberinde “İçişleri Bakanlığının belirlediği aşırı solcu, şeriatçı, bölücü ve ülkücü özel yayın kuruluşları”ın hedefte olduğunu belirtmiştir.

Page 94: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

94

Yürürlükteki yasalarda bulunan ve özgürlükçü demokratik hukuk devleti

ilkelerine aykırı oldukları bilinen hükümlerin görüntülü basın, sinema, video gibi

görsel ve kitlesel iletişim kurum ve araçlarının tamamını ilgilendiren (bunlarla ilgili

tüm hükümleri bünyesinde toplayan) “iletişim özgürlüğü” yasası hazırlanıp

yürürlüğe konulmalıdır (Faaliyet Raporu, 1992:52).

Aynı yıl düzenlenen Basın Kurultayı’nın “Ekonomi Komisyonu Raporu”nda

da “iletişim özgürlüğü” kavramı çeşitli kitle iletişim araçlarından oluşan “iletişim

alanına” yönelik bir özgürlük olarak kabul edilmiş, bu alanda “çapraz tekelleşme”

boyutlarına ulaşan tekelleşmenin “iletişim özgürlüğünü” tehlikeye atmasına izin

verilmemesi gerektiği savunulmuştur (Basın Kurultayı 92, 1993:198).

Artan tekelleşme 1990’ların ikinci yarısında da “iletişim özgürlüğü”

konusundaki tartışmaların üzerinde yoğunlaştığı en temel sorunlardan biri olmuştur.

Tekelleşmenin daha çok gazeteciler ve yerel yayıncılar tarafından eleştirildiği

görülmektedir. Gazeteci ve yerel yayıncıların bu konudaki temel talepleri anti-tekel

ve anti-tröst yasalarının çıkarılması ve yerel basın yayın kuruluşlarına yapılan

yardımların arttırılması olmuştur. Gazeteciler bu dönemde tekellere karşı olduklarını

sık sık çeşitli toplantılarda dile getirmişlerdir. Örneğin, I. Anadolu Basın

Kurultayında konuşan Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nazmi Bilgin, basını ancak

iktidar ve paradan bağımsız olduğu zaman özgür olabileceğini, “toplumun bakış

açısını değerlendirme özgürlüğünü” kısıtlayan, “demokrasiye ve hür düşünceye set”

çeken tekelleşmeyi “sansürün ikiz kardeşi” olarak tanımlamıştır (1997:30). Aynı

kurultayda sorunlarını dile getiren yerel yayıncılar da “maddi sıkıntılar içerisinde

olan yerel yayıncıların”, reklam, promosyon ve teknik donanım eksiklikleri

Page 95: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

95

nedeniyle tekelleşen ulusal sermayeyle rekabet edemedikleri ve “korunmaya ve

geliştirilmeye muhtaç” oldukları halde, Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, Türk

Telekom, RTÜK Anadolu Ajansı, Meclis TV gibi kurumlardan edindikleri hizmetleri

ulusal yayın yapan kuruluşlarla hemen hemen aynı koşullarda elde ettiklerini

belirterek, bu konuda yeterli indirimlerin sağlanmasını talep etmişlerdir (1997:185).

Yerel yayıncılar siyasal iktidarın baskısı yanında, son yıllarda ortaya çıkan

tekelleşme ve sermaye çevrelerinin baskısıyla ortaya çıkan “üç başlı bir canavar” ile

mücadele etmek zorunda kaldıklarını, “ekonomik güçlerini giderek büyüten, küçük

yayın organlarına hayat hakkı tanımayan bu zihniyet(in), ... Anadolu Basını’na

yaşama hakkı verme”diğini” dile getirmiş ve “Asıl fikir özgürlüğüne aykırı olan

tekelleşmenin ta kendisidir” demişlerdir (E. Kahya, I. Basın Kurultayı, 1997:210).

1990’ların ikinci yarısında tekelleşme dışında “iletişim özgürlüğü” konusunda

çok eleştirilen diğer konular da 3984 sayılı yasanın kendisi ve uygulanışı üzerinde

olmuştur. Frekans tahsislerinin yapılmaması, yayın ilkelerinin soyut ve yoruma açık

oluşu, RTÜK’ün oluşumu ve işleyişinin siyasi ve taraflı olması, verdiği ekran

karartma ve yayın durdurma gibi çeşitli cezalar eleştirilmiştir (Çankaya, 2001:32-34;

Donay, 2000:131-136).

Bu dönemde RTÜK’ün “yayınları denetleme” ve “gerekli müeyyideleri

uygulama” görevlerini yerine getirirken verdiği uyarı, yayın durdurma gibi

yaptırımları “RTÜK ceza yağdırdı”; “RTÜK’ten ceza yağmuru”, “RTÜK rekora

gidiyor”, “Ekranda terör” gibi ifadelerle tanımlanmış (RTÜK İletişim, 1998:5) ve

iletişim özgürlüğüne aykırı olduğu ileri sürülmüştür. 3984 sayılı yasanın öngördüğü

yayın ilkeleri de “yasakçı” ve “muğlak” olmakla eleştirilmiş, bu eleştiriler karşısında

Page 96: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

96

RTÜK 1998 yılında izleyici şikayetleri için “ALO RTÜK Şikayet Hattı” açmış, ve

tüm coğrafi bölgelerden 22 ilde 6.614 kişiyle “Türkiye Televizyon Kanalları

Kamuoyu Araştırması” yapmış, izleyicilerin programlara yönelik şikayetleri ile

RTÜK uygulamalarına ilişkin görüşleri, kimi zaman “cezaların tepkilerle

uyumluluğunu” göstermek için kullanılmıştır (RTÜK İletişim, 1999, Sayı 11, s. 22-

33 ve Sayı 12, s.16-23).

RTÜK’e yöneltilen bir diğer eleştiri de I. Anadolu Basın-Yayın

Kurultayı’nda, yerel yayıncılardan gelmiştir. RTÜK’ün yayınları izleme ve

denetleme konusunda bölgeler ve iller bazında örgütlenmesini tamamlayamadığı

için, yayıncıların il emniyet müdürlükleri ve valiliklerle çeşitli sorunlar yaşadıkları,

hukuk dışı uygulamalara maruz kaldıkları dile getirilmiş, örgütlenmesi tamamlanana

kadar, RTÜK’ün gelişmelere kayıtsız kalmamasını, bir genelgeyle valilikleri

uyarmasını talep edilmiştir (1996:144). Yayıncıların RTÜK ile ilgili diğer eleştirileri

de, yayın kalitesinin arttırılması için konan teknik standardın sağlanmasının “büyük

masraflar gerektirdiği” ve yerel yayıncıların bu miktarı karşılayamayacağı olmuştur.

Bu konuda yayıncılar kendilerine uygun kredi imkanları sağlanmasını talep

etmişlerdir.

Sorunlarına çözüm bulamayan yerel yayıncılar Mayıs 1997’de bir Ulusal

Konferans düzenlemiş ve “bireysel gazeteciler, kamu yararına meslek kuruluşları ve

iletişim alanındaki alternatif projelere ilgi duyan vakıfların” da desteğiyle, “üretim

temelinde bir dayanışma ve haberleşme ağı” olan Bağımsız İletişim Ağını (BİA)

kurmuşlardır (Mater ve Kürkçü, 1997:5,7). Bilgi ve haber tekelinin olmadığı, farklı

siyasi grupların ve sivil toplum örgütlerinin toplumsal sorunlar ve gündeme ilişkin

Page 97: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

97

görüşlerini kamuoyuna iletmesinin engellenmediği, katılımcı ve çoğulcu bir medya

ortamı amaçlayan BİA, kendi ayakları üzerinde duracak bir yerel medya için

program üretim merkezi, hukuksal destek birimi, haber havuzu gibi birimlerin yanı

sıra “iletişim özgürlüğü ihlallerinin izlenmesi, sergilenmesi, Türkiye’de iletişim

özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması için gerekli etkinliklerin düzenlenmesi”

ve iletişim özgürlüğünün vazgeçilmez bir hak olarak kavranmasına katkıda

bulunulması ile görevli bir İletişim Özgürlüğü Komitesi de kurmuştur.

Türkiye’deki medya dünyasını, “basın özgürlüğünü sınırlayan yasalar, genel

ve içselleştirilmiş sansürle habercilere yönelik ihlallerin yanı sıra, artan egemenliği

ve tekelleşme sonucunda görünüşteki ‘çok renklilik’e karşın, İslamcı, sol ve

‘marjinal’ yayınlar dışında hemen hemen bütünüyle İstanbul’da odaklaşan iki büyük

medya grubunun ve onların ortaklaşa kontrol ettikleri bir dağıtım şirketinin ve

devletin politikalarıyla” belirlenen, “güç ve çıkarla iç içe geçmiş, ... iktidarla

aralarındaki mesafe aşınmış ve tekelleşmiş” bir yapı olarak betimleyen BİA, “siyasal

merkez Ankara ile ekonomik ve kültürel merkez İstanbul’un kontrol ettiği” bu medya

dünyasında, “toplumsal olanın Türkiye’nin batısına” ve dünyanın da “Kuzey yarım

kürenin refah ve mutluluk tablolarına” indirgenmesini eleştirmiş; gerçek insanların

sadece felaket haberleriyle yer aldığı bu medya dünyasına karşı “bir demokrasi

dinamiği” olarak yerel medyayı önermiştir (Mater ve Kürkçü, 1997:8,9).

Bu tartışmalara tanıklık eden 1990’ların ikinci yarısı “iletişim özgürlüğü”

kavramının daha yaygın olarak kullanıldığı64, hatta “basın özgürlüğü”nün yerini

64 Bakınız, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli ve Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi’nin Hukukun Üstünlüğü, Demokrasi İnsan Hakları Toplantısında yaptıkları konuşmalar (1999); Yeni Türkiye Medya Özel Sayısı’da Uğur Demiray’ın“İletişim

Page 98: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

98

“iletişim özgürlüğü”ne bırakması gerektiğine ilişkin görüşlerin dile getirildiği yıllar

olmuştur. Bu konudaki görüşlerin daha çok basın meslek örgütleri tarafından dile

getirildiği görülmektedir. Örneğin Basın Konseyi’nin 1996 yılında

Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’na “Demokratikleşmeye engel

oluşturan” yasalar konusunda sunduğu raporda “Basın özgürlüğü”, “özgürlük”

kavramına aykırı bir terim olarak kabul edilmiş ve “hiçbir yasada veya hiçbir yerde”

kullanılmaması talep edilmiştir, rapora göre,

(B)u terim, ... düpedüz “basın mensupları için bir imtiyaz” talebinin adıdır.

... “Özgürlük” geneldir. Bir başka deyişle, “herkese” değil de “toplumun bir

kesimine” verilen özgürlük, aslında “özgürlük” değil, “imtiyaz”dır. ... Çağımızda,

özellikle bilgisayar teknolojisi ve on-line sistemler sayesinde artık evindeki

bilgisayarla Internet ağına giren bir kişi, kendisindeki bilgiyi yüz milyonu aşkın

Internet abonesine ulaştırma olanağına sahiptir. O nedenler bilgileri çoğaltıp

başkalarına iletme artık ... “basın”a özgü bir ayrıcalık değildir. ... O nedenle “Basın

özgürlüğü” yerine “İletişim özgürlüğü” terimi kullanılmalıdır (1996 Faaliyet Raporu,

1997:82,83).

İletişim özgürlüğüne ilişkin özellikle basın meslek örgütleri ve yerel

yayıncılar tarafından ifade edilen bu talep ve tartışmalara rağmen 1990’lı yıllar

Türkiye’deki medya alanının yayıncılıkta bir deregülasyon sürecinin başladığı, devlet

tekelinin kırıldığı, fakat radyo televizyon yayıncılığının TRT dışında sadece ticari Özgürlüğü ve Medya Etiği”, Oktay Ekşi’nin “Basın Özgürlüğü Diye Bir Kavram Yoktur” başlıklı yazıları (1996); ayrıca akademik metinler içerisinde Vahdettin Aydın’ın “Türk Anayasalarında İletişim Özgürlüğü ve Özel Radyo Televizyon Düzenlemesi” (1995); Gül Karagöz’ün “Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye'de İletişim Özgürlüğü Türk Yazılı Basını Üzerine Bir İnceleme” (1999) isimli yüksek lisans tezleri ve Neşe Erkelli Kızıl’ın “İletişim Özgürlüğünün Sağlanması Sürecinde Oto Kontrolün Yeri ve Önemi” ve Sultan Uzeltürk Tahmazoğlu’nun (1998) “İletişim Özgürlüğü ve Medya’da Otokontrol” isimli doktora tezleri.

Page 99: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

99

yayıncılığa bırakılarak, kamunun yayıncılıktan dışlandığı, yayıncılığın 1980’lerde

tekelleşen basın sektöründeki büyük sermaye gruplarının hakimiyetinde olduğu, bu

sermaye gruplarının telekomünikasyon alanına da yayılmaya başladığı, internet

yayıncılığının yaygınlaştığı ve iletişim alt yapısı yöndeşmesinin hızlandığı bir dönem

olmuş, bu süreçte küçük yayın kuruluşları göz ardı edilmiş, yerel yayıncıların

sorunları yeterli ölçüde dikkate alınmamış, konuya ilişkin sempozyum ve

toplantılarda verilen sözler tutulmamış, yerel yayın kuruluşlarının tekelleşmiş ulusal

yayıncılık karşısında varlığını sürdürebilmesini sağlayacak önlemler devlet

tarafından alınmamıştır.

Sonuç olarak on yılın başında özel radyo televizyon kanallarının, çok

sesliliğin bir göstergesi sayıldığı; fakat bu iyimserliğin kısa sürede ticari kâr anlayışı

ile yapılan yayınların giderek birbirine benzemesine, medyadaki tekelleşmenin

gazetecilik pratiklerini değiştirmesi, sendikasız, sosyal güvenlikten yoksun,

bağımsızlığını yitirmiş bir gazeteci tipinin oluşmasına ve alandaki sermaye

gruplarının karşılıklı atışmalarına getirilen eleştirilere dönüştüğü 1990’ların ikinci

yarısı, “iletişim özgürlüğü” kavramının da yaygın bir şekilde kullanılmasına tanık

olmuştur. Yine bu dönemde “basın özgürlüğü” kavramının terk edilmesi gerektiği

konusunda görüşler oluşmaya başlamış; “basın kuruluşları ve çalışanlarına” yönelik

bir özgürlük olduğu ileri sürülen “basın özgürlüğü” yerine çok daha geniş bir

özgürlük alanını kapsayan ve merkezinde “halkın gerçekleri öğrenme hakkı”nın

olduğu var sayılan “iletişim özgürlüğü”nün kullanılması önerilmiştir.65 Bununla

65 Bakınız, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nail Güreli ve Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi’nin Hukukun Üstünlüğü, Demokrasi İnsan Hakları Toplantısında yaptıkları konuşmalar; Yeni Türkiye Medya Özel Sayısı’nda Uğur Demiray’ın“İletişim Özgürlüğü ve Medya Etiği”, Oktay Ekşi’nin “Basın Özgürlüğü Diye Bir Kavram Yoktur” başlıklı yazıları (1996); ayrıca akademik metinler içerisinde Vahdettin Aydın’ın “Türk Anayasalarında

Page 100: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

100

birlikte iletişim özgürlüğünün çok yönlülüğü, kitle iletişim araçlarına erişim ve

katılıma yönelik içeriği ve yaşamın her alanında vatandaşların kendilerini ifade

edebilecekleri, toplumun ortak iyisine ilişkin her konuda tartışabilecekleri

olanakların yaratılmasına ilişkin bir özgürlük olduğu göz ardı edilmiştir.

c) 2000’den Günümüze “İletişim Özgürlüğü” Kavramının Tartışmalarda

Kullanılma Biçimleri ve Temel Tartışma Konuları

İletişim özgürlüğü açısından 2000’li yıllar, TBMM gündemine getirilen ve

Anayasanın 37 maddesinde AB uyum protokolü çerçevesinde değişiklikler

yapılmasını öngören “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin

Değiştirilmesi Hakkında Kanun” ile "Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları

Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi

Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" tasarısına ilişkin tartışmalar ile

başlamıştır. Ayrıca 2005 yılında çıkarılan ve yabancı sermayenin bir radyo veya

televizyon kuruluşunun tamamına sahip olabilmesine olanak sağlayan yasa ile Türk

Ceza Kanununda yapılan değişiklikler de iletişim özgürlüğü açısından tartışılmıştır.

Yasal düzenlemelerin dışında, 2001 krizinde çok sayıda gazetecinin işten çıkarılması

ve medya sektöründeki çapraz tekelleşme 2000’lerin ilk yarısında iletişim özgürlüğü

konusunda çok tartışılan konular olmuştur.

İletişim Özgürlüğü ve Özel Radyo Televizyon Düzenlemesi” (1995); Gül Karagöz’ün “Yeni Dünya Düzeni ve Türkiye'de İletişim Özgürlüğü Türk Yazılı Basını Üzerine Bir İnceleme” (1999) isimli yüksek lisans tezleri ve Neşe Erkelli Kızıl’ın “İletişim Özgürlüğünün Sağlanması Sürecinde Oto Kontrolün Yeri ve Önemi” ve Sultan Uzeltürk Tahmazoğlu’nun (1998) “İletişim Özgürlüğü ve Medya’da Otokontrol” isimli doktora tezleri.

Page 101: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

101

2000 yılında meclis gündemine gelen "Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve

Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar

Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" tasarısı basın, radyo,

televizyon ve internet yayıncılığı alanına ilişkin dört temel düzenlemeyi içermiştir.

Bu düzenlemeler genel olarak, 3984 Sayılı yasa ile kurulmuş olan RTÜK’ün yapısı,

kuruluşu ve işleyişine ilişkin değişiklikler getiren düzenlemeler; uyarı ve para

cezalarında yapılan değişiklikler; medya sahipliği ve bu alandaki tekelleri önlemeye

yönelik maddelerde yapılan değişiklikler ve internet yayıncılığına ilişkin

düzenlemelerdir.

Yasa, RTÜK üye seçiminde 5 üyenin parti gruplarının önerdiği adaylar

arasından TBMM genel kurulu, 4 üyenin ise YÖK, MGK, Türkiye Gazeteciler

Cemiyeti ve Basın Konseyinin göstereceği adaylar arasından Bakanlar Kurulunca

seçilmesini; radyo ve televizyonlara frekans verme işinin bu yasayla kurulan

Telekomünikasyon Kurumuna devredilmesini ve bu konuda çalışmalar yapmakla

görevli bir Haberleşme Yüksek Kurulu kurulmasını öngörmüştür. Yasa ayrıca

RTÜK’ün gelirleri arasına radyo ve televizyonlara yasanın 33. maddesi uyarınca

verilecek para cezalarını da eklemiştir. Yasanın RTÜK’ün verdiği uyarı ve para

cezalarına ilişkin değişiklikleri ise para cezalarının arttırılması, yayın ihlalleri

karşısında “ekran karartma” yerine cezaya konu olan programın yayınının 1 ila 12

defa durdurulması, ihlalin devamı halinde çeşitli oranlarda para cezası verilmesi

olmuştur. Tasarının öngördüğü ve en çok tartışılan değişikliklerden biri de radyo ve

televizyon yayın kuruluşlarının kuruluş ve hisse oranlarında değişiklik öngören

maddeleri olmuştur. Yasayla özel radyo ve yayın kuruluşlarının hisse oranlarının

nama yazılı olma zorunluluğu getirilmiş, bu şirketlerde herhangi bir kişi lehine intifa

Page 102: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

102

senedi ihdas edilmesi yasaklanmıştır. Yasa ayrıca radyo ve televizyon sahiplerine,

Menkul Kıymetler Borsasında işlem yapma hakkı tanımış ve radyo televizyon

yayıncılığı yapan şirketlerde bir kişinin sermayenin en fazla %20’sine sahip olma

sınırlılığını kaldırarak, bunun yerine bu madde “her yıl yapılacak ölçümlere göre

yıllık ortalama izlenme veya dinlenme oranı % 20’yi geçen bir radyo veya televizyon

kuruluşunda bir gerçek veya tüzel kişinin veya bir sermaye grubunun sermaye payı

% 50’yi geçemez” şeklinde değiştirilmiştir. Yasanın 5680 sayılı Basın Kanununda

yaptığı değişiklikler ise, özetle, para cezalarını arttırmak ve internet yayınlarını da bu

yasanın kapsamına almak olmuştur.66

Tasarı getirdiği bu düzenlemeler ve değişiklikler nedeniyle TBMM içinde

olduğu kadar, TBMM dışında da tartışılmış ve eleştirilmiştir. Bu konudaki

tartışmalara bakıldığı zaman, tasarının Hükümet, MGK, büyük yayın kuruluşları

sahipleri, Televizyon Yayıncıları Derneği tarafından desteklenirken, muhalefet

partileri, RTÜK Başkanı Nuri Kayış, yerel ve bölgesel yayıncılar, medya

çalışanlarının bir bölümü, enformasyon sektöründeki yatırımcılar; çeşitli sivil toplum

örgütleri ve akademisyenler tarafından eleştirildiği görülmektedir.

Bu dönemde tasarıya getirilen temel eleştirilerden biri, yayın kuruluşlarında

gerçek ve tüzel kişilerin hisse oranlarını sınırlayan hükümleri gevşeten, medya

sahiplerinin devlet ihalelerine girebilmesine olanak sağlayan ve yayın ihlallerine

yerel yayın kuruluşlarının ödeyemeyecekleri yüksek para cezaları getiren

maddelerinin, yayıncılık alanındaki tekelleri güçlendireceği ve yerel yayıncılığı

zayıflatacağı, çoğulcu ve demokratik bir medyanın gelişiminin önünü tıkayacağı

66 Kanunun tam metni için bakınız: http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/K4756.html

Page 103: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

103

yönündedir. Yasanın bu konulara ilişkin maddeleri özellikle yerel ve bölgesel

yayıncılar, medya çalışanları ve sivil toplum örgütleri tarafından eleştirilmiş, yasanın

çıkarılmamasına ilişkin deklarasyonlar yayımlanmış, protestolar düzenlenmiştir. Bu

girişimlerden biri “Yerel Medya halkın sesidir” deklarasyonu olmuştur.67

Deklarasyona göre, “iletişim ve haberleşme özgürlüğünü, gücün ve paranın

egemenliğine kayıtsız şartsız teslim etme girişimi” olarak nitelenen yasa ile,

... büyük sermaye sahiplerinin yerel medyayı ele geçirmesinin zemini

hazırlanmakta, internet yayıncılığına yasaklar getirilmektedir. Medya sahiplerinin

devlet ihalelerini alabilmesine olanak tanınması ise, siyasette ve ekonomi

yönetiminde büyük bir tehdit ve çarpıklık olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla da

yetinilmemekte, ağırlaştırılan para, kapatma ve hapis cezalarıyla, haberleşme iletişim

özgürlüğü cendere altına alınmak istenmektedir (www.tuketiciler.org).

Yasa ile ulusal yayınların yarısı kadar olsa bile, yayın ihlalleri konusunda

yayın yaptıkları nüfusa göre 25 lira ile 125 milyar lira arasında bir ceza ödemek

zorunda kalacak olan yerel medya kuruluşlarının, bir süre sonra kapanmak zorunda

kalacağı bildirilmiş, bu durum “Ekran karartma yerine ocak söndürme cezası” olarak

tanımlamıştır (Ekşi, <http://haber.superonline.com>, 25.04.2002).

67 Deklarasyon Yerel Televizyonlar Birliği, Müstakil Tüketiciler Birliği, Barolar Birliği, HAK-İŞ, Çağdaş Gazeteciler Derneği, BASK, Emek Platformu Bileşenleri, Radyo-TV Çalışanları Birliği Öncü Girişimi, Anadolu Yayıncılar Birliği, KAMU-SEN ve Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından imzalamıştır (www.tuketiciler.org, 26.04.2002). Bu dönemde eleştirilerini ve seslerini duyurmak isteyen yerel yayıncılar deklarasyon dışında da çeşitli kampanyalar düzenlemişlerdir. Örneğin yasayı, “Hür basın ilkelerine ters, Türkiye’nin çağdaşlık yolunda engel ve halkın sesini kısmaya yönelik” bir girişim olarak değerlendiren, İzmir’de yayın yapan Ege TV, Yeni TV, SKY TV, İzmir TV ve Kordon TV çalışanları ve yöneticileri, yasanın çıkarılmasını önlemek için beş dakika ekran karartma eylemi yapmışlardır (www.ntvmsnbc.com/news/149423.asp#BODY).

Page 104: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

104

Yerel yayıncıların yanı sıra Türkiye Gazeteciler Sendikası, Radyo Televizyon

Yayıncıları Meslek Birliği, Bilişim Muhabirleri Derneği, Basın Konseyi gibi

yayıncılık alanında faaliyet gösteren meslek birlikleri de yasaya neredeyse tümüyle

karşı çıkmakla birlikte tekelleşme konusunda özellikle durmuşlardır.68 Bu eleştiriler

2001’in Mayıs ayında düzenlenen İletişim Fakülteleri II. Ulusal İletişim Kongresinde

de dile getirilmiş, yasa tasarısının Mecliste kabul edilmesi durumunda

Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmesi istenmiş, Kongrede söz alan Galatasaray

Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Özden Çankaya, siyasal iktidarın

tasarıyla “medya sahiplerine ödün vererek, yandaş kazanma yoluna” gittiğini, fakat

“toplumun haberleşme özgürlüğü açısından engeller” getirdiğini ileri sürmüştür

(2001:28-37). 69

Yasanın çok eleştirilen diğer düzenlemesi ise, internet yayıncılığını basın

kanunu içerisinde ele alan madde olmuştur. Başta bilişim sektöründeki yatırımcılar

olmak üzere, yasayı eleştiren tüm kesimler bu düzenlemeye de karşı çıkmışlardır.

“İnterneti yalnızca matbaa, radyo, televizyon çizgisinde en son medya icadı olarak

görmek, bu teknolojinin doğası hakkında önemli bir yanılgıya işaret etmektedir.”

diyen sivil toplum örgütleri ve internet yayıncılığı ile ilgili çeşitli meslek kuruluşları

“Bilişim Sivil Toplum Örgütleri Ortak Platformu”70 olarak RTÜK yasasına karşı bir

68 Bakınız: http://www.ratem.org/duyurular_cekince.htm adresinde “TBMM’de kabul edilerek Cumhurbaşkanı'nın onayına sunulan yasa değişikliği ile ilgili RATEM'in çekinceleri” duyurusu; htpp://www.tgs.org.tr/documents/bulten/bul2001_12html adresinde “RTÜK Yasa Tasarısı'na TGS'den Tepki” duyurusu 69 Ayrıca bakınız: İletişim Fakültelerinin Düzenlediği II. İletişim Kongresi Bildiri Kitapçığı’nda “İletişimde Hukuksal Sorunlar” başlıklı oturum bildirileri (Yayına Hazırlayan: Seher Er). 70 Platformda, ARI - Ari Girişimi, BMD - Bilişim Muhabirleri Derneği, INETD - İnternet Teknolojileri Derneği, DOSIAD - Doğu Anadolu Sanayici ve İşadamları Derneği, LKD - Linux Kullanıcıları Derneği, MTB - Müstakil Tüketiciler Birliği, ODTUMD - ODTÜ

Page 105: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

105

deklarasyon yayımlamış ve internetin “çoğul, demokratik ve katılımcı” özelliğine atıf

yaparak, bu yayıncılığın basın yasası kapsamında düşünülmesinin teknik, hukuki ve

demokratik bir hata olacağını savunmuşlardır (htpp://www.bianet.org/2002/04/27/

haber9523.html).

Yasanın RTÜK’ün üye seçimi ile görevlerinde değişiklikler yapan maddeleri

de, üyelerinin yeni seçim şeklinin ve kurulun Başbakanlığa bağlı Yüksek Denetleme

Kurulunca denetlenmesinin öngörülmesi, RTÜK’ü iktidara bağımlı kılacağı için

eleştirilmiştir. Bu konudaki baş aktörlerden biri dönemin RTÜK Başkanı Nuri Kayış,

olmuştur. (www.ntvmsnbc.com <http://www.ntvmsnbc.com>, 28.04.2002).

Yasaya karşı çıkan ve önemli eleştirilerde bulunan bir diğer aktör de

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer olmuştur. Cumhurbaşkanı, “yasakların açık ve

kuşkuya yer bırakmayacak bir şekilde tanımlanması” gerektiği ilkesinden hareketle,

yasanın yayın ilkeleri konusunda önerdiği değişiklikleri, örneğin ikinci maddenin (k)

bendinde yer alan “korku salacak yayın yapılmaması” ifadesini, nesnel bir içerik

taşımadığı için eleştirmiş ve değiştirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Cumhurbaşkanı

ayrıca, RTÜK’e ilişkin değişiklikleri “RTÜK’e siyasi kimlikli kişilerin seçimine

olanak” sağlayacağı için eleştirmiş; üst kurulun kendi verdiği cezalardan para

almasının sakıncalı olduğunu da eklemiştir. Yasada öngörülen para cezalarının

tutarının ise, özellikle bölgesel ve yerel yayın yapan kuruluşlar yönünden son derece

Mezunları Derneği, TBD - Türkiye Bilişim Derneği, TBV - Türkiye Bilişim Vakfı, TESID - Türkiye Elektronik Sanayiciler Derneği, TISSAD - Internet Servis Sağlayıcılar Derneği, TKD - Türk Kütüphaneciler Derneği, TUBIDER - Bilişim Sektörü Derneği, TUBISAD - Türkiye Bilişim Hizmetleri Derneği, TURKMIA - Tıp Bilişim Derneği, TUTED - Tüm Telekomünikasyon İşadamları Derneği, UNAK - Üniversite ve Araştırma Kütüphanecileri Derneği ve YASAD - Yazılım Sanayicileri Derneği yer almıştır. İnternet yayıncılığına ilişkin düzenlemeye getirilen diğer eleştiriler için bakınız: BİA Hukuk Danışmanı Fikret İlkiz’in konuya ilişkin incelemesi, htpp://www.bianet.org/200204/15/haber9266html

Page 106: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

106

yüksek olduğunu belirten Cumhurbaşkanı bu durumda, pek çok yayın kuruluşunun

“altından kalkılamaz parasal sorunlar nedeniyle yayınına son vermek zorunda”

kalacağını ifade etmiştir. Yasanın öngördüğü değişikliklerle, “sahip oldukları

televizyon kanalları ya da radyoların yıllık ortalama izlenme ve dinlenme oranı

%20’yi geçmemek koşuluyla bir gerçek ya da tüzel kişi ya da sermaye grubuna, bir

ya da birden fazla televizyon ya da radyo kuruluşunun tümüne ya da bir kısmına

sahip olabilme; televizyon ya da radyo kuruluşu sahiplerine kamu ihalelerine

girebilme ve menkul kıymetler borsalarında işlem yapabilme olanağı sağlandığını”

ileri süren Cumhurbaşkanı, Türkiye’de sadece bir yayın kuruluşunun izlenme

oranının %14-16 oranına ulaşabildiğini hatırlatarak, %20’lik izlenme oranının

kuramsal olarak olanaklı olsa bile, uygulamada ulaşılması güç bir oran olduğunu,

yapılan düzenlemelerin, özellikle büyük sermaye gruplarının televizyon ve

radyoculuk alanında tekelleşmelerine olanak yaratacak içerikte olduğunu, bu

düzenlemelerle “görsel ve işitsel medya alanında tekelleşme ve kartelleşmenin

önlenmesi”nin olanaksız olduğunu dile getirmiştir. Haber alma ve verme hakkının,

haberlere ulaşma özgürlüğünün, izleyici ya da dinleyicinin bireysel hakkı olarak ele

alınıp düzenlenemeyeceğini, bunların izleyici ve dinleyicilerin kolektif hakları

olduğunu ifade eden Cumhurbaşkanı, yasa ile bu konuda alınması gereken

önlemlerin alınamayacağını belirtmiştir. “Düşünceyi açıklama ve yayma

özgürlüğünün, özgün kanaat oluşumunun günümüzdeki en etkin kullanım alanı”

olarak kabul ettiği internet yayıncılığına ilişkin düzenlemeleri de eleştiren

Cumhurbaşkanı, internetin basın yasasına eklenecek bir ek maddeyle

Page 107: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

107

düzenlenemeyeceğini, bu konuda yeni bir yasa yapılması gerektiğini ileri

sürmüştür.71

Bu eleştiriler karşısında yasayı savunanların öne çıkardıkları temel argüman

ise yasanın hisselerin nama yazılması zorunluluğunu getirerek, “medya sahipliğini

şeffaflaştırması” olmuştur. Tasarıyı savunanlar 1994’te çıkarılan ve medya

sahipliğini, %20’lik hisse oranıyla sınırlayan yasa karşısında, medya sahiplerinin

başkasının adına hisse alarak kendi hisselerini gizlemelerine ve “sermaye yapısı

hakkında resmi makamların bilgisi olmadan her türlü bozucu, yıkıcı, bölücü”

özellikle “dinci” yayınların yapılabildiğine atıf yaparak, bu yasa ile “maskelerin

düşeceği”ni belirtmişlerdir.72 Bu dönemde, büyük yayın kuruluşları sahipleri ve

yöneticilerinin, konuşma ve açıklamalarında “iletişim özgürlüğü”, “iletişim hakkı”,

“ifade özgürlüğü” gibi kavramlara değinmek yerine “girişim özgürlüğünü” ön plana

çıkardıkları ve yasayı savunma nedenlerinden biri olarak da “girişim özgürlüğüne

getirilen sınırlamaların” kaldırılması gerekliliği olduğunu belirtmişlerdir. Örneğin

CNN Türk Genel Müdürü Taha Akyol, 3984 sayılı RTÜK yasasının, televizyon

sektörüne yatırım yapılması, teknoloji yenilenmesi ve yabancı sermayeyle ortaklık

kurulmasını kısıtladığını ileri sürmüş, tekelleşmeye karşı tedbirlerin yatırımları ve

“girişim özgürlüğünü kısarak değil, pazarı denetleyerek” alınması gerektiğini

savunmuştur. John Keane’nin İngiltere’de, R. Murdoch’un argümanlarıyla 71 Cumhurbaşkanının yasaya getirdiği eleştiriler, değişiklik önerileri ve gerekçeleri için bakınız: htpp://www.tbmm.gov.tr/sirasayi/donem21/yil01ss850m.htm internet adresinden “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair 7.6.2001 Tarihli ve 4676 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89’uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Anayasa Komisyonu Raporu (1/848)” 72 Bu konuda bakınız, 9 Haziran 2001 tarihli Hürriyet gazetesinde Emin Çölaşan ve Oktay Ekşi’nin yazıları; 10 ve 11 Haziran 2001 tarihli Milliyet gazetelerinde Ertuğrul Özkök’ün yazıları.

Page 108: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

108

örneklediği “pazar liberallerinin” savlarını Türkiye’de dile getiren Doğan Medya

Grubunun patronu Aydın Doğan da yasayı desteklemiştir. Zaman Gazetesi yazarı

Nuriye Akman ile bir söyleşi yapan Doğan, medya patronlarının ve yayın

kuruluşlarının borsada işlem yapmasını ve kamu ihalelerine girmesini engelleyen

yasaları artık dünyada geçerliliği olmayan “deli saçması” yasaklar olarak tanımlamış;

4756 sayılı yasaya karşı çıkanları ise “Kürtçe yayınların yayınlanması önlendiği için”

yasaya muhalif olmakla suçlamıştır ( http://www.zaman.com.tr /2002/09/09 /roportaj

/default.htm).

Hükümet dışında, başta büyük yayın kuruluşlarının sahipleri olmak üzere, bu

yayın kuruluşlarının gazeteleri ve bu gazetelerde çalışan bazı köşe yazarları, yasanın

“radyo televizyon sahipliğini saydamlaştıran” bir yasa olduğunu vurgulamış, yasanın

öngördüğü diğer değişiklikleri ise ya göz ardı etmiş, ya da olumlu yönlerine

değinmişlerdir. Örneğin, Milliyet gazetesi 7 Haziran 2001’de, yasaya ilişkin

haberinde, yasanın yerel basına getirilen ve 100 milyarı bulan cezalarını “ulusal

basına verilen cezadan daha düşük tutularak adalet gözetildi” diyerek yorumlamış,

yerel yayıncılığın yüksek para cezaları karşısında yaşayacağı problemlere

değinilmemiştir.

Yasanın çıkış sürecinde, özellikle sivil toplum kuruluşları ve bilişim

sektöründeki yatırımcılar yasa yapımı sürecinden dışlandıklarını ileri sürmüş ve geçiş

kapsamlı bir katılımla yasanın yeniden ele alınması gerektiğini talep etmişlerdir. Bu

dönemde medya patronlarının ve büyük yayın kuruluşlarının yöneticilerinin, yasanın

çıkarılması konusundaki girişimleri, örneğin 2000 yılında, girdikleri enerji ihaleleri

İçtihadı Birleştirme Kurulu tarafından bozulan medya patronlarının, mecliste

Page 109: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

109

reddedilen ve kendilerine devlet ihalelerine girebilme olanağı sağlayan tasarının

yeniden gündeme getirilmesi için dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e bir mektup

yazmaları; medya patronu Aydın Doğan’ın ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz ile

gizli bir görüşme yaptığına ilişkin iddialar, Cumhurbaşkanı tarafından bazı

maddelerinin iptali için Anayasa Mahkemesine gönderilen yasa konusunda,

mahkemenin patronların görüşme talebini kabul etmesi gibi girişimler eleştirilmiş,

yasanın medya patronlarının isteği doğrultusunda çıkarıldığı iddia edilmiştir.73

Kamuoyunda büyük tartışmalara neden olan tasarı, 2000 yılında meclis

gündemine gelmiş; fakat reddedilmiştir. Bir yıl sonra yeniden meclise gelen yasa

4676 sayılı yasa olarak kabul edilmiş; fakat yasayı onaylamayan Cumhurbaşkanı

tarafından yeniden görüşülmek üzere meclise iade edilmiştir. Mecliste aynen kabul

edilen yasa, 4756 sayılı yasa olarak Cumhurbaşkanlığına sunulmuştur. Yasa 21

Mayıs 2002’de Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmış ve bazı maddelerinin

yürürlüğünün durdurulması için Anayasa Mahkemesine götürülmüştür. Mahkeme 12

Haziran 2002’de yasanın RTÜK’ün üye seçimine, yayın ihlalleri konusunda

öngördüğü asgari cezalara, radyo televizyon kuruluşlarının hisse oranlarına yönelik

maddelerinin yürürlüğünün durdurulmasına karar vermiştir.74

73 Bu konuda bakınız: http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/01/02/06/turkiye/80tur.htm adresinde “TV yayıncılarından Ecevit'e mektup” başlıklı haber; Ali Karahasanoğlu’nun 8.6.2002 tarihli Vakit Gazetesi’ndeki “Anayasa Mahkemesi medya patronlarını niçin dinledi?” Başlıklı yazısı; htpp://www.aydinlik.com.tr/arsiv/2001/06/03/html#tepe adresinde yer alan “RTÜK yasası için Yılmaz ile Doğan 19 Mayıs’ta İstanbul’da buluştu” başlıklı haber; htpp://www.ntvmsnbc.com adresinde 5 mayıs 2001 tarihli “Erdoğan: peşkeşe taraftar olmayız” başlıklı haber. 74 Anayasa Mahkemesinin konuya ilişkin raporu için bakınız: Resmi Gazete Tarih / Sayı: 14. 06.2002 / 24785 ya da http://www.anayasa.gov.tr/KARARLAR/IPTALITIRAZ/YD/YDK0209.htm

Page 110: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

110

4756 sayılı yasanın hisse oranlarıyla ilgili maddelerinin Anayasa Mahkemesi

tarafından yürürlüğünün durdurulmasına rağmen, 2005 yılı mart ayında, bu sefer

yabancı sermayenin bir radyo ve televizyon kuruluşunun tamamına sahip

olabilmesinin önünü açan, 5317 sayılı “Bankalar Kanunu ile Radyo ve

Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına

Dair Kanun” TBMM’de kabul edilmiştir. İletişim özgürlüğüne getireceği engeller

konusunda tartışılan yasa, Cumhurbaşkanı tarafından “ulusal çıkarlar, Anayasal

kurallar ve kamu yararı ile bağdaşmadığı” gerekçesiyle onaylanmayarak geri

göndermiştir.75

Bu tartışmaların geçtiği 2000’li yılların ilk yarısında “iletişim özgürlüğü”

kavramının yaygın bir şekilde benimsendiği, daha önceki dönemlerde bu görüşü dile

getiren çeşitli meslek örgütleri ve akademisyenlerin yanı sıra bu dönemde

siyasetçilerin de basın özgürlüğü yerine iletişim özgürlüğünü kullanmaya

başladıkları görülmektedir. Örneğin 20-21 Şubat 2003’te düzenlenen İletişim

Şurası’nda konuşan Devlet Bakanı Beşir Atalay, teknolojik gelişmelerin artık “klasik

basın özgürlüğü, basın hukuku kavramları yerine ‘iletişim özgürlüğü’ ve ‘iletişim

hukuku’ gibi yeni kavramları”nı; “günümüzdeki evrensel demokrasi anlayışı”nın ise

“gerçeği öğrenme hakkı” gibi yeni, doğal ve toplumsal hakları ürettiğini; bu hakların

bireysel olduğu kadar kolektif nitelik de taşıdığını; dolayısıyla hem “kamu güçlerinin

otoritesine” hem de “özel güç merkezlerine” karşı korunması gerektiğini belirtmiştir.

Bakan, bu özgürlüğün sağlanması için yapılması gerekenleri ise “iletişim alanında

özgürlüğün ve çoğulculuğun korunması, çeşitliliğin ve seçme imkanlarının

75 Cumhurbaşkanı’nın veto gerekçesinin tamamı için bakınız: www.pmd.org.tr/index.php?option=content&task=view&id=371

Page 111: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

111

sağlanması ve özendirilmesi, tekelleşmenin önlenmesi, çalışanların iş güvencelerinin

ve editöryal bağımsızlıklarının sağlanması” olarak sıralamıştır (İletişim Şurası

2003:16-19).

“Basın özgürlüğü” yerine “iletişim özgürlüğü” kavramının kullanılması

gerektiğine ilişkin görüşler de önceki dönemlere göre artmıştır. Daha önceki yıllarda

sadece basına yönelik kongre, kurultay ya da paneller düzenlenirken, 2000 ve 2001

yıllarında iletişim fakültelerinin ortak çalışmalarıyla “I. ve II. İletişim Kongresi”

düzenlenmiş, 2003 yılında RTÜK’ün organizasyonu ve Basın-Yayın ve

Enformasyon Genel Müdürlüğü ile TRT’nin katkılarıyla “İletişim Şurası”

gerçekleştirilmiş ve buradaki tartışmalarda basın, radyo-televizyon-internet

yayıncılığı, sinema, halkla ilişkiler ve reklamcılık sektörlerinde yaşanan sorunlar ve

çeşitli konular ele alınmıştır. Bu tartışmalarda iletişim özgürlüğü kavramı yaygın

olarak kullanılmış ve özellikle konunun hukuksal boyutu ele alınırken “İletişim

Özgürlüğü Yasası”, “İletişim Yasası” veya bu alana ilişkin bir “Çerçeve Yasa” talebi

dile getirilmiş, bu yasanın iletişim alanının tümüne yönelik genel ilkeleri

barındırması talep edilmiştir.

Bu durum “iletişim”in tanımlanmasını da etkilemiş, örneğin, İletişim Şurası

Basın Komisyonu Raporunda “bugünün dünyasında iletişimin, yalnızca bir haber ve

mesaj değişimini değil, aynı zamanda bireysel ve toplu olarak düşünce, olgu, veri

iletim ve değişim eylemlerinin tümünü içine alan bir etkinlik” olduğu kabul edilmiş,

“iletişim özgürlüğü”nün “kamu güçlerinin otoritesine karşı korunduğu gibi, özel güç

merkezlerine karşı da aynı duyarlılıkla korunması”, iletişim alanında çoğulculuğun

korunarak çeşitliliğin ve seçme olanaklarının sağlanması ve özendirilmesi,

Page 112: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

112

“tekelleşmenin önlenmesi, çalışanların sadece kamuya karşı değil, iletişim

araçlarının sahiplerine karşı da korunması, iş güvencelerinin ve bağımsızlıklarının da

sağlanması” gerektiği ileri sürülmüştür (2003:644-645).76

Bu dönemde iletişim özgürlüğü konusunda dile getirilen bir diğer talep de

“iletişimin demokratikleşmesi” olmuştur. İletişimde demokratikleşmenin “bireyin,

iletişimin salt bir nesnesi değil, aktif bir ortağı olduğu; ileti çeşitliliğinin arttığı;

iletişimde toplumsal temsil ile katılımın hem nitelik hem de kapsam olarak geliştiği

bir süreç” ile sağlanabileceğini ifade eden Prof. Dr. Özden Cankaya, “iletişim

özgürlüğü” ile toplumdaki tüm bireylere, düşüncelerini açıklayabilmeleri için “eşit

olanaklar içerisinde eşit fırsat” tanınacağını belirtmiştir (2000:139-143).

76 Benzer görüşler için bakınız: İletişim Şurası Radyo Televizyon Yayıncılığı Komisyon Raporu (2001:609-616) ve İletişim Şurası Kamu Yayıncılığı ve TRT Komisyonu Raporu (2003:630-634)

Page 113: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

113

II. TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ’NDEKİ İLETİŞİM

ÖZGÜRLÜĞÜ TARTIŞMALARININ ELEŞTİREL RETORİK

ANALİZİ

Bu bölümde TBMM’de 1980 sonrası yayıncılık alanına ilişkin tartışmalarda

iletişim özgürlüğü retoriğinin nasıl kurulduğu incelenecektir. Bunun için öncelikle

analizde hangi yasa tartışmalarına ilişkin hangi meclis genel kurul tutanaklarının

incelendiği kısaca belirtilecek; ardından TBMM’de şekillenen iletişim özgürlüğü

retoriği, tartışmalarda ön plana çıkan konular temel izlek kabul edilerek analiz

edilmeye çalışılacaktır.

A. TEZDE İNCELENEN YASA TARTIŞMALARI

Tezde 1980 sonrası TBMM’de yayıncılık alanına ilişkin yasa tartışmalarının

genel kurul tutanakları incelenecektir. 1980’den günümüze yayıncılık alanına ilişkin

yasalara bakıldığında, Askeri yönetimin ardından 1983 genel seçimleri ile yeniden

açılan TBMM’de 1980’ler boyunca, 1982 Anayasasında bu konuda bir değişikliğin

yapılmadığı, yayıncılık alanına ilişkin düzenlemelerin ise Askeri Yönetim tarafından

çıkarılan 2954 sayılı “Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu”nun TRT gelirleri ile

ilgili maddelerini değiştiren 3093 sayılı yasa ve 1989’da kabul edilen, radyo ve

televizyon verici istasyonlarının TRT denetiminden çıkarılarak, PTT tarafından

kurulup işletilmesini öngören 3517 sayılı yasa ile sınırlı olduğu görülmektedir.

Page 114: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

114

Bunun dışında 1980’ler boyunca yayıncılık konusunda meclis tartışmalarında dile

getirilen temel konu TRT yayınlarının taraflılığı ve “ANAP’ın TRT’yi partizan

kullanımı”na ilişkin muhalefet eleştirileri olmuş; bu durumun giderilmesi amacıyla

muhalefet partileri 2954 sayılı yasada değişiklikler öngören çeşitli yasa tasarıları

önermişlerdir. Tezde 1980’lerdeki meclis tartışmalarına örnek olarak TRT’nin

tarafsızlığını sağlamaya ilişkin yasa önerilerinin görüşüldüğü bu tutanaklar ile

1989’da kabul edilen 3517 sayılı yasaya ilişkin tartışma tutanakları analiz edilecektir.

1990’lar ise özel radyo-televizyon yayıncılığının başlamasıyla birlikte,

1980’lerden farklı olarak, yayıncılık alanına ilişkin anayasa maddelerinin

değiştirilmesine ve yeni bir radyo-televizyon yasasının çıkarılmasına tanıklık

etmiştir. Özellikle 1990’ların ilk yarısında çıkarılan, Anayasanın yayıncılıkta devlet

tekelini öngören 133. maddesini değiştiren 8 Temmuz 1993 tarihli 3913 sayılı yasa

ve 13 Nisan 1994’te kabul edilen 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve

Yayınları Hakkında Kanun (İçel, 1998:344-347) ile yeni yayıncılık düzeninin yasal

sınırları çizilmiş, yasa tasarılarını tartışan 19. Dönem milletvekilleri bugün de büyük

oranda geçerli olan yayıncılık düzeninin ana ilkelerini tespit etmişlerdir. Genel

nitelikleriyle yeni yayıncılık düzeninin yasal aktörlerini, yayın kuruluşlarının yapısını

ve yayın ilkelerini düzenleyen bu yasaların parlamentoda tartışıldığı birleşim

tutanakları, milletvekillerinin iletişim özgürlüğü konusuna yaklaşımları konusunda

önemli veriler sağlamaktadır.

2000’li yıllarda yayıncılık alanına ilişkin temel yasalar ise: 3 Ekim 2001

tarihinde kabul edilen ve içlerinde Anayasanın, “Düşünceyi Açıklama ve Yayma

Hürriyeti” ve “Kamu Tüzelkişilerinin Elindeki Basın Dışı Kitle Haberleşme

Page 115: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

115

Araçlarından Yararlanma Hakkı” başlıklarını taşıyan 26 ve 31. maddeleri de yer alan

37 maddesinin değiştirilmesini öngören 4709 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti

Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun”; 14 Mayıs

2002’de kabul edilen ve 3984 sayılı yasada değişiklikler öngören 4756 sayılı yasa;

15 Mart 2005’te kabul edilen ve 3984 sayılı yasada değişiklik yaparak, yabancı

sermayenin Türkiye’de bir radyo veya televizyon kuruluşunun tamamına sahip

olmasının yolunu açan 5317 sayılı yasa olmuştur. Bu yasalara ilişkin tartışma

tutanakları da tezde incelenen tutanaklar arasında yer alacaktır.

Aşağıda, 1980’den günümüze yayıncılık alanına ilişkin sıralanan bu temel

yasaların temel özellikleri, TBMM’de hangi tarih ve birleşimlerde görüşüldüğü,

TBMM’de yasalara ilişkin tarafların kimlerden oluştuğu ve yasaların oylama

sonuçları özetlenmeye çalışılacaktır. Sonraki bölümde de, bu birleşimlerdeki

tartışmalarda öne çıkan izleklerden hareketle TBMM’de “iletişim özgürlüğünün”

ifade edilme biçimleri, hangi retorik motiflerin kullanıldığı, tarafların konuya ilişkin

hangi argümanları geliştirdikleri incelenecektir.

a. 2954 Sayılı Yasada Değişikler Talep Eden Yasa Tasarıları ile 3093

Sayılı TRT Gelir Kanununda Değişiklik Yapan Yasaların Görüşüldüğü

TBMM Birleşimleri

4 Aralık 1984’te kabul edilen 3093 sayılı yasa ile TRT gelirleri arasında yer

alan ruhsat ücretleri kaldırılmış, bunun yerine radyo, televizyon, video ve birleşik

cihazlar için bir defa ödenmek üzere bandrol ücreti getirilmiş, ayrıca elektrik enerjisi

Page 116: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

116

tahsilatından TRT’ye pay ayrılmıştır. 1986’da yasanın bandrol başvuruları için

öngördüğü süre iki yıl daha uzatılmış, 1987 değişikliği ile de TRT’nin gelir

kaynakları arasına film, bant, plak, nota, dergi, kitap ve benzerlerinin yayın ve

satışından, radyo ve televizyonla ilgili her türlü ticari ortaklıklardan ve düzenlenecek

konser, temsil gibi programlara giriş ücreti ve buralarda yayınlanacak reklamlardan

elde edilecek gelirler eklenmiştir (Kejanlıoğlu, 2004:255-258). Yasaya ilişkin

tartışmaların parlamenterlerin TRT dönemindeki iletişim özgürlüğü anlayışına ilişkin

görüşlerini yansıtabileceği düşünülmektedir.

Yasanın görüşüldüğü 17. Dönem, 1987 yılı 116. birleşimdeki tartışmalara

bakıldığında, tasarı üzerinde sadece muhalefetteki DYP ve DSP parti grupları adına

konuşmalar yapıldığı görülmektedir. “3093 Sayılı TRT Gelirleri Kanununun Bazı

Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” başlığını taşıyan tasarı TBMM

genel kurulunda kullanılan 239 oy içerisinde 179 kabul, 59 ret ve 1 geçersiz oyla

kabul edilmiştir.77

TRT’nin gelirleriyle ilgili 2954 sayılı yasada yapılan bu değişiklik dışında,

muhalefet partili milletvekillerinin, yasanın TRT’nin ayda 30 dakikayı geçmemek

kaydıyla hükümet icraatlarının halka iletmesini öngören 19. maddesi; TBMM’de

grubu bulunmayan siyasi partilerin haber değeri bulunan açıklama ve faaliyetlerinin

yayınlanmasını engelleyen 20. maddesi ve TBMM genel kurul çalışmalarına yönelik

radyo ve televizyon yayınlarını düzenleyen 21. maddesinin değiştirilmesini talep

eden yasa teklifleri de meclis genel kurulunda görüşülmüş; fakat reddedilmiştir

(Kejanlıoğlu, 2004:250-253). Bu tekliflere ilişkin meclis genel kurul görüşmeleri

77 Bakınız: TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 17, Cilt: 42, Birleşim: 116, 15.06.1987

Page 117: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

117

parlamentoda, yayın içerikleri, TRT’nin tarafsızlığı, bağımsızlığı ve yayıncılık

alanındaki çoğulculuk konusundaki görüşlerin dile getirilmesine olanak

sağlayabileceği için tezde incelenen oturumlar arasında yer alacaktır. 1984, 1985 ve

1987’de meclis gündemine gelen bu değişiklik önerileri içerisinde, 1985 ve 1987’de

meclis genel kurulunda tartışılanlar incelenecektir. 26 Şubat 1985’te meclis genel

kurulunda görüşülen değişiklik önerisi muhalefet partisi İstanbul Milletvekilleri Reşit

Ülker ile Doğan Kasaroğlu ve iki arkadaşı tarafından; 1987’de aynı değişiklik

taleplerini yineleyen yasa önerisi ise yine İstanbul Milletvekili Doğan Kasaroğlu ve

on üç arkadaşı tarafından hazırlanmış, tasarıların görüşülmesi sırasında sadece

muhalefet parti grupları adına konuşmalar yapılmış, tasarıların aleyhinde

konuşulmamıştır. Muhalefet sözcülerinin TRT’nin “tarafgir ve kalitesiz” yayınlarına

getirdikleri eleştirilerin ardından oylanan tasarılar kabul edilmemiştir.78

b. 3517 sayılı Radyo ve Televizyon Verici İstasyonlarının Posta Telgraf

ve Telefon İşletmesi Genel Müdürlüğü Tarafından Kurulması ve

İşletilmesi Hakkında Kanunun Görüşüldüğü TBMM Birleşimleri

1980’lerde yayıncılık alanına ilişkin bir diğer önemli yasa da “radyo ve

televizyon verici istasyonlarının ve program linklerinin kurulması ve işletilmesi”

görev ve yetkilerini TRT’den alarak PTT’ye devreden, böylece TRT’nin yayıncılık

alanındaki tekelini daraltan 3517 sayılı “Radyo ve Televizyon Verici İstasyonlarının

78 Bakınız: TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 17, Cilt: 13, Birleşim: 65, 26.02.1985 ve TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 17, Cilt: 42, Birleşim: 116, 15.06.1987

Page 118: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

118

Posta Telgraf ve Telefon İşletmesi Genel Müdürlüğü Tarafından Kurulması ve

İşletilmesi Hakkında Kanun” olmuştur (İçel, 1998:299).

Bu kanuna ilişkin tartışmalar özellikle “TRT tekelinin daraltılması” ve

“yayıncılığın özelleştirilmesi tehlikesi”ne ilişkin eleştiriler içermesi açısından tez için

önemlidir. Kanun tasarısı 11 ve 12 Ocak 1989’da TBMM genel kurulunda

görüşülmüş, muhalefetteki SHP ve DYP’nin karşı çıktığı tasarı 229 üyenin katıldığı

oylama sonucunda 196 kabul, 33 ret oyu ile kabul edilmiştir.79 Bununla birlikte,

kanunun Anayasanın 133. maddesine aykırı olduğunu ileri süren SHP TBMM Grubu

adına Hikmet Çetin, kanunun 1., 2., 6., 7., ve geçici 1. ve 2. maddelerinin iptali

istemiyle Anayasa mahkemesine başvurmuş, mahkeme 18 Mayıs 1990’da yasanın

hükümlerini iptal etmiştir (İçel, 1998:300).

c. 1982 Anayasasının 133. Maddesinin Değiştirilmesine Dair 3913 Sayılı

Kanun Tasarısının Görüşüldüğü TBMM Birleşimleri

Anayasanın 133. maddesinin değiştirilmesine yönelik ilk yasa teklifi

çalışmaları 1992 yılında başlamış, fakat anayasa değişikliği için gereken oy oranının

sağlanamaması nedeniyle tasarı bir yıl sonra meclis gündemine alınabilmiştir. Tezde

Anayasanın 133. maddesinin değiştirilmesine ilişkin yasa tasarısının ele alındığı,

79 Yasanın TBMM Genel Kurulu’nda görüşüldüğü birleşim tutanakları için bakınız: TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 18, Cilt: 22, Birleşim: 53, 11.01.1989 ve TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 18, Cilt: 22, Birleşim: 54, 12.01.1989

Page 119: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

119

TBMM’nin 1993 yılı, 115, 122 ve 125. birleşim tutanakları incelenecektir.80 Bu

dönemde TBMM’de Süleyman Demirel ve Erdal İnönü başkanlığındaki DYP-SHP

Koalisyonu iktidardadır. Mecliste yer alan diğer partiler ise DYP, ANAP, SHP, CHP,

DSP, RP, MHP ve BBP’dir.81

Tartışmalar sırasında tüm partilerin Anayasanın 133. maddesinin

değiştirilmesi gerektiğini kabul ettikleri görülmektedir. Yasaya ilişkin tartışmalar

daha çok yapılan değişikliğin niteliğini belirleyen birinci madde üzerinde

yoğunlaşmıştır. Tasarının bu maddesi ilk önerildiği şekliyle dört fıkradan oluşmuştur.

İlk fıkra ile özel radyo-televizyon yayınlarına izin verilmiş, ikincisinde bu yayınların

genel özellikleri saptanmış, üçüncü fıkrayla yayınlar konusunda en yüksek kuruluş

olarak tanımlanan Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK’ün) genel yapısı

tanımlanmış ve son fıkrayla da TRT ile kamu tüzel kişilerinden yardım gören haber

ajanslarının özerklik ve tarafsızlığı öngörülmüştür. Maddeye ilişkin, milli güvenlik

ve ahlakın korunması, TRT’nin ve AA’nın özerkliğinin sağlanması, siyasi partilere

yönelik yayınların tarafsızlığının sağlanması, temel insan hak ve özgürlüklerinin

korunması, yayın dili konusunda sınırlamaların getirilmemesi gibi yasaya ilişkin en

çok tartışılan konulara değinen 19 değişiklik önergesi verilmiş, bu önergeler

içerisinde sadece birinci maddenin her fıkrasının ayrı ayrı oya sunulmasını talep eden

önerge kabul edilmiş, diğer önergeler reddedilmiştir. Önergeler üzerinde sadece bir

80 Bakınız: TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Cilt:37 Birleşim:115, 22.6.1993; TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Cilt:38 Birleşim:122, 5.7.1993; TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Cilt:38 Birleşim:125, 8.7.1993 81 20 Ekim 1991 seçimlerine RP ile ittifak içerisinde giren MÇP 19 milletvekili çıkarmıştır. Bu milletvekilleri 27 Aralık 1991’de RP’den ayrılmışlar; 29 Aralık 1991’de ise MÇP’ye geçmişlerdir. 12 Aralık 1992’de Muhsin Yazıcıoğlu önderliğinde altı milletvekili MÇP’den ayrılarak BBP’yi kurmuş (www.bbp.org.tr); MÇP ise 24 Ocak 1993 olağanüstü kongresinde MHP adını almıştır (www.mhp.org.tr).

Page 120: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

120

konuşma yapılabilmiş, ilk konuşmanın ardından Meclis İçtüzüğü gereği, komisyon

tüm önergelere “katıldığını” bildirdiği için önerge sahiplerine konuşma hakkı

verilmemiştir. Bu durumu “Hükümet ve Komisyonun danışıklı tutumu” olarak

tanımlayan ve konuşmalarının kasıtlı olarak engellendiğini ileri süren DSP, RP ve

CHP milletvekilleri oturumu terk etmiş, önergelerin sonunda maddenin oylanması

sırasında karar yeter sayısı bulunmadığı için, oturum kapatılmıştır (TBMM Tutanak

Dergisi, D. 19, C.37 B.115, s. 197).

Sonraki birleşimlerde tasarının tartışmalı ilk maddesi Meclis Grup

Başkanvekillerinin ortak önergesiyle değiştirilerek kısaltılmış, yayın ilkeleri ve

RTÜK’ün yapısıyla ilgili maddelerin düzenlenmesi, aynı dönemde çalışmaları devam

eden radyo-televizyon yasasına bırakılmıştır. Tasarının, Anayasaya geçici bir 17.

madde getiren ve “Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun ilk iki ve dört yıl sonunda

değişecek olan üyeleri ad çekmeyle belirlenir” diyen ikinci maddesi de yine Meclis

Grup Başkanvekillerinin ortak önergesiyle yasa tasarısından çıkarılmış (TBMM

Tutanak Dergisi, D. 19, C.38 B.122, s. 14-17), böylece Anayasanın 133. maddesi, 8

Temmuz 1993’teki 125. birleşimde meclis parti gruplarının ortak önergesiyle

değiştirilerek gizli oya sunulmuş ve 3913 sayılı yasa değişikliği 310 kabul, 55 ret ve

17 çekimser oyla kabul edilmiştir. (TBMM Tutanak Dergisi, D. 19, C.38 B.122, s.

197, 207).

Page 121: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

121

d. 3984 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında

Kanunun Görüşüldüğü TBMM Birleşimleri

Anayasada yapılan değişiklikle özel radyo televizyon istasyonlarının yasal

zeminin sağlanmasının ardından, 1993 yılında radyo-televizyon yayınlarını

düzenleyecek yeni yasa tasarısı görüşmelerine de başlanmıştır. 4 Kasım 1993’te

mecliste görüşülmeye başlanan tasarı, 13 Nisan 1994 tarihli oturumda görüşmeleri

tamamlanarak kabul edilmiştir. Tezde bu tasarının TBMM’de görüşüldüğü 4 Kasım

1993 tarihli 24., 10 Kasım 1993 tarihli 26., 11 Kasım 1993 tarihli 27. ve kabul

edildiği 13 Nisan 1994 tarihli 89. Bileşimlerinin tutanakları incelenecektir. Bu

dönemde de DYP-SHP koalisyonu iktidarda iken CHP, ANAP, DSP, RP, MHP ve

BBP muhalefette yer almıştır.

Tasarı genel olarak özel radyo-televizyon yayın ilkelerini belirlemiş, bu

yayınların denetlenmesi ile kanal frekans tahsisinin yapılmasıyla görevli bir üst kurul

oluşturulmasını önermiş, radyo-televizyon yayıncılığı yapabilecek kuruluşların genel

özelliklerini saptamış ve bu yayınlar aracılığıyla işlenecek suçlara ilişkin cezaları

öngörmüştür.

Tutanaklar incelendiğinde tasarının en çok tartışılan bölümlerinin yayın

ilkelerini düzenleyen 4. madde, RTÜK’ün seçimi ile görev süresini belirleyen 6.

madde, “milli güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hallerde yahut kamu düzeninin ciddi

şekilde bozulması kuvvetle ihtimal dahilinde ise başbakan veya görevlendireceği

bakan(a)” yayını durdurabilme yetkisi veren 25. madde ve özel radyo-televizyonların

Page 122: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

122

kuruluş, hisse oranları ve mülkiyet yapılarını düzenleyen 29. madde olduğu

görülmektedir.82

e. 3984 Sayılı Yasada Değişiklikler Öngören 4756 Sayılı Yasanın

Görüşüldüğü TBMM Birleşimleri

2000 yılında “3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları

Hakkında Kanun”da bazı değişiklikler yapılmasını öngören yasa tasarısı Meclis

gündemine gelmiş fakat reddedilmiştir. Bir yıl sonra yeniden meclis gündemine

gelen tasarı 6 Haziran 2001’de 4676 sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve

Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar

Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" olarak yasalaşmış; bu sefer

de yasayı onaylamayan Cumhurbaşkanı tarafından yeniden görüşülmek üzere

meclise iade edilmiştir. Mecliste tekrar görüşülen yasa 4756 sayılı yasa olarak aynen

kabul edilmiştir. Cumhurbaşkanı 21 Mayıs 2002’de onaylamış ve bazı maddelerinin

yürürlüğünün durdurulması için Anayasa Mahkemesine göndermiş, mahkeme bazı

maddelerinin yürürlüğünü durdurmuştur.83 Tezde yasa tasarısının Meclis genel

kurulunda görüşüldüğü 21. Dönem, 3. yasama yılı, 107, 108, 110, 111 ve kabul

edildiği 6 Haziran 2001 tarihli 113. birleşimler ile Cumhurbaşkanının iade etmesi

82 Yasa tartışmalarında en çok önerge verilen maddeler de bunlar olmuş, yayın ilkeleri konusunda 9 (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem.19, Cilt.42, Birleşim. 24, s. 574-588); RTÜK’ün yapısı ve üye seçimine ilişkin madde hakkında 11 (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem.19, Cilt.42, Birleşim. 26, s. 163-185); 25. madde hakkında 5 (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem.19, Cilt.57, Birleşim. 89, s. 470-473) ve radyo televizyonların kuruluş ve yapılarına ilişkin 29. maddeye yönelik 14 değişiklik önergesi verilmiştir (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem.19, Cilt.57, Birleşim. 89, s. 493-499). 83 Yasa ile ilgili daha geniş bilgi için bakınız bu çalışmanın 133-135. sayfaları.

Page 123: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

123

sonucu yeniden görüşülerek aynen kabul edildiği 4. yasama yılı 95 ve 99.

birleşimleri incelenecektir.84

Bu birleşimlere bakıldığında, hükümetteki DSP-MHP-ANAP koalisyonu

tasarıyı desteklerken, 2001 yılı tartışmalarında meclisteki muhalefet partileri DYP ve

FP; 2002 tartışmalarında ise kapatılan FP’nin ardından açılan SP ile AKP’nin

tasarıya karşı çıktığı görülmektedir.

Hem 2001 hem de 2002 yılındaki tartışmalarda yasanın en çok eleştirilen ve

değişiklik önergesi verilen maddeleri özel radyo-televizyon istasyonlarının kuruluş

ve hisse oranlarını düzenleyen yayın ilkelerini düzenleyen 2., RTÜK’ün seçimi ve

görev süresini düzenleyen 3., yayın cezalarının miktarını değiştiren 12. ve radyo

televizyonların kuruluş ve hisse oranlarında değişiklikler öngören 13. maddeleri

olmuştur. Tasarı 2001 yılında yapılan açık oylamada 203 kabul oyuna karşılık 55 ret

ve 1 çekimser oyla kabul edilirken, 2002’de yapılan açık oylamada 201 kabul oyuna

karşılık oylamada 87 ret, 3 çekimser ve 1 mükerrer oyla kabul edilmiştir.

84 Bakınız: TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:64, Birleşim:107, 23.05.2001; TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:64, Birleşim:108, 24.05.2001; TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:64, Birleşim:109, 29.05.2001; TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:65, Birleşim:110, 30.05.2001; TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:65, Birleşim:111, 31.05.2001; TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:65, Birleşim:113, 06.06.2001; TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:65, Birleşim:107, 23.05.2001; TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:94, Birleşim:95; 02.05.2002; TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt: 94, Birleşim:99; 14.05.2002.

Page 124: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

124

f. 4709 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin

Değiştirilmesi Hakkında Kanun’a İlişkin TBMM Birleşimleri

TBMM'de grubu bulunan siyasi partilerden ikişer temsilcinin görev aldığı

Partilerarası Uzlaşma Komisyonunca hazırlanan ve düşünce özgürlüğünden, ölüm

cezasına, parti kapatmalardan, Meclis'in af çıkarma yetkisine kadar bir çok konuda

önemli değişiklikler içeren 37 maddelik Anayasa değişikliği paketi, 14 Haziran

2001'de kamuoyuna açıklanmış, 6 Eylül 2001'de ise TBMM Başkanlığı'na

sunulmuştur. TBMM Başkanı Ömer İzgi 7 Eylül'de, Anayasanın Bazı Maddelerinin

Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifini görüşmek üzere TBMM’yi 17 Eylül 2001

Pazartesi günü olağanüstü toplantıya çağırmış; yasa teklifinin genel kurul

görüşmeleri, 24 Eylül - 3 Ekim 2001 tarihleri arasında yapılmış, tasarıda öngörülen

üç madde reddedilerek, 34 tanesi kabul edilmiştir. Böylece Anayasanın 34

maddesinde yapılan değişiklikler, Anayasa değişikliğine ilişkin 4709 sayılı yasa

olarak 17 Ekim 2001'de Resmi Gazetenin mükerrer sayısında yayımlanarak

yürürlüğe girmiştir.85

Tezde tasarının, iletişim özgürlüğü ve yayıncılık alanı açısından önemli

maddeleri arasında yer alan Anayasanın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti”

başlığını taşıyan 26. maddesi ile “Kamu tüzelkişilerinin elindeki basın dışı kitle

haberleşme araçlarından yararlanma hakkı” başlığını taşıyan 31. maddesinde

değişiklik yapan 9 ve 11. maddelerine ilişkin TBMM Genel Kurul görüşmeleri

incelenmiştir. İlgili maddeler TBMM’nin 25 Eylül 2001 ve 26 Eylül 2001 tarihli 132

85 Bakınız: Resmi Gazete: 17.10.2001 - 24556 Mükerrer

Page 125: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

125

ve 133. birleşimlerinde ele alınmış; yapılan gizli oylamada 9. madde kullanılan 429

oy içerisinde, 397 kabul, 28 ret, 1 çekimser, 1 boş, 2 geçersiz oy ile; 11. madde ise

kullanılan 461 oy içerisinde 442 kabul, 14 ret, 2 çekimser, 3 boş oy ile Anayasanın

öngördüğü beşte üç çoğunluk sağlanarak kabul edilmiştir.86

g. 3984 Sayılı Yasada Değişiklik Öngören 5317 Sayılı Kanununun

Görüşüldüğü TBMM Birleşimleri

5317 sayılı kanunun tasarısı 15 Mart 2005’te TBMM Genel Kurulunda

görüşülmüş ve kabul edilmiştir. Kanun iki temel konu üzerinde, Tasarruf Mevduatı

Sigorta Fonunun (TMSF) yönetim ve denetiminde olan şirketlerin, varlıkların ve

diğer aktif değerlerin satışına ilişkin düzenlemeler getirmiş, bu çerçevede, birinci

maddesi ile 4389 sayılı “Bankalar Yasası”nın 15. maddesinde; ikinci maddesi ile de

3984 sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun”un 29

uncu maddesinde değişiklik öngörmüştür.

Yasa tasarısına ilişkin Genel Kurul konuşmalarına bakıldığında iktidardaki

AKP ve hükümet adına söz alan konuşmacıların tasarıyı desteklerken, muhalefet

partisi CHP adına söz alan konuşmacıların tasarıya karşı çıktıkları görülmektedir.

Şahısları adına söz alan konuşmacılar içerisinde de CHP’li milletvekilleri ile AKP

İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş tasarıya karşı çıkmış; diğer milletvekilleri

tasarıyı desteklemiştir.

86 Bakınız: TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:70, Birleşim:132, 25.09.2001 ve TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:65, Birleşim:133, 26.09.2001. Tasarının yasalaşma süreci hakkında daha ayrıntılı bilgi için ayrıca bakınız: http://www.belgenet.com/2001/anayasa37_03.html

Page 126: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

126

Tasarının 3984 sayılı yasada değişiklikler öngören çerçeve ikinci maddesi

hakkında üç değişiklik önergesi verilmiş; bu önergelerden maddenin anayasaya

aykırı olduğu için tasarıdan çıkarılmasını öngören İzmir Milletvekili Kemal Anadol

ve arkadaşlarının önergesi ile yabancı sermayenin bir radyo ve televizyon

kuruluşundaki hisse payını %49 ile sınırlayan İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş

ve arkadaşlarının önergesi reddedilirken; maddede kelime hatasını düzelten İrfan

Gündüz ve arkadaşlarının önergesi kabul edilmiştir.

Page 127: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

127

B. İLETİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ TARTIŞMALARININ TEMEL

İZLEKLERİ

1980’den günümüze TBMM’deki yayıncılık alanına yönelik temel yasaların

tartışıldığı birleşim tutanaklarına bakıldığında, iletişim özgürlüğü tartışmalarının

genel olarak, TRT’nin görevleri; TRT yayınlarının taraflılık, özerkliği; yayıncılık

alanının kurallardan arındırılması (yayıncılıkta devlet tekelinin kaldırılması, özel

yayın kuruluşlarının mülkiyet yapılarının düzenlenmesi, medya patronlarının siyasi

ve ekonomik eylemlerinin sınırlarının çizilmesi, yerel yayıncılığın durumu…),

yayınların denetimi (milli güvenliğin ve milli ahlakın korunması, RTÜK’un yapısı ve

görevleri …) ve yurttaşların kendilerini ifade edebilmelerine olanak tanınması

(anadilde yayın hakkı, dezavantajlıların yayınlara erişimi…) gibi konular üzerinde

odaklandığı görülmektedir. Bu tartışmaların incelenmesi, ilgili politika konularının

ön plana çıktığı ya da tartışıldığı yasa tasarısı tartışmalarının tarihsel sırası takip

edilerek yapılacaktır.

a. Kamu Hizmeti Yayıncılığı ve TRT’ye İlişkin Tartışmalarda İletişim

Özgürlüğünün İfade Edilme Biçimleri

1980 sonrası TBMM’de yayıncılık alanına ilişkin yasa tartışmalarında kamu

hizmeti yayıncılığının ayrı bir konu olarak ele alınmadığı, kamu hizmeti

yayıncılığına ilişkin bir tanımlama ya da politika geliştirme çabasının olmadığı

görülmektedir. Bununla birlikte bir kamu hizmeti yayın kuruluşu olarak TRT

özellikle 1980’lerdeki tartışmaların merkezinde yer almış, kamu yayıncılığından

Page 128: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

128

ziyade TRT yayınları tartışılmıştır. Bu tartışmalarda “iletişim özgürlüğü” kavramı

kullanılmamakla birlikte “yayınların tarafsızlığı”, “TRT’nin özerkliği” ve

“yayınlarda çoğulculuk” milletvekillerince sıklıkla atıf yapılan ve ulaşılması gereken

hedefler olarak dile getirilmiştir.

1987 yılında 116. TBMM birleşiminde görüşülen ve 2954 sayılı TRT Kanunu

ile TRT’nin gelirlerinde değişiklik yapılmasına ilişkin tartışmalara bakıldığında, dile

getirilen ilk konunun TRT yayınlarının taraflılığı olduğu görülmektedir. 1940’larda

radyo yayınları konusunda DP ile CHP arasında geçen tartışmalara benzer şekilde,

iktidar ve muhalefet partilerine TRT ekranlarında verilen sürelerin karşılaştırıldığı,

bu konuda iktidar ve muhalefet arasında atışmaların yaşandığı tartışmalarda;

muhalefetin dile getirdiği temel konu; TRT yayınlarının “milletin çoğunluğuna” veya

“çeşitli kesimlere” kapalı tutulurken; hükümet ve “Özal ailesi”ne yayınlarda çok

fazla ve tarafgir bir şekilde yer verilmesi olmuştur. Bu dönemde TRT’den beklenen

görevi “vatandaşlarımızı aydınlatmak, biçimlendirmek, yönlendirmek” olarak

özetleyen Ağrı Milletvekili Paşa Sağıroğlu, TRT yayınlarını “ekran milletin büyük

çoğunluğuna kapalı; imtiyazlı bazı derneklere, bazı kişilere, bazı kuruluşlara ve

(hükümete) açık” diyerek eleştirmiştir (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 17, Cilt:

42, Birleşim: 116, s.192). Aynı birleşimde DYP Grubu adına konuşan Edirne

Milletvekili Türkan Turgut Arıkan da TRT’yi “nüfusun yüzde 40’ı kırsal kesimde”

yaşadığı halde, yayınları kırsal kesime ve çiftçilere hitap etmediği; çocuk programları

ise “yabancı kültürü aşıladığı” için eleştirmiştir. Milletvekili “çeşitli kesimlere”

yönelik yayın yapması gerekirken hükümet yanlısı yayın yapan TRT’yi “TRT için

varsa yoksa Özallar ve Anavatan Partisi” diyerek eleştirmiştir (TBMM Tutanak

Dergisi, Dönem: 17, Cilt: 42, Birleşim: 116, s.209). Aynı oturumda DSP Grubu

Page 129: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

129

adına söz alan Kars Milletvekili Ömer Kuşhan ise “öztürkçe” kelimelerin

yasaklandığı; Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalınmadığını belirttiği TRT

yayınlarının “bir an önce olması gereken milli doğrultuya” çekilmesi gerektiğini dile

getirmiştir (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 17, Cilt: 42, Birleşim: 116, s.211,212)

Bu dönem tartışmalarında TRT’nin toplumun farklı kesimlerine yönelik

yayınlarında tarafsız olması gerektiği dile getirilmekle birlikte, bu talebin toplumda

var olan kültürel çeşitlilikten çok; farklı siyasi partilere TRT ekranlarında yer

verilmesine yöneldiği görülmektedir. Tartışmalarda çok sınırlı da olsa dile getirilen

çeşitli kesimlere yönelik programların yetersizliği sorunu ise; toplumsal çeşitliliğin

kendini ifade aracı olarak TRT’den faydalanabilmesinin imkanları olarak değil; tek

yönlü bir ilişki içerisinde TRT’de bu kesimlere yönelik “aydınlatıcı ve yönlendirici”

yayınların yapılması olarak anlaşılmıştır.

Bu durum tartışmalarda TRT’nin bir kamu hizmeti yayıncısı olarak değil de

“devlet televizyonu” olarak tanımlanmasında da kendisini göstermektedir. “Kamu

hizmeti yayıncılığı” tanımlaması yerine tartışmalarda, yayıncılık hizmetinin

nitelikleri yerine “yayın tekeline” atıf yapılarak “yayıncılıkta devlet tekeli”

tanımlaması kullanılmıştır. TRT’ye ilişkin “devlet televizyonu” tanımlaması ancak

1990’ların ilk yarısında TRT’nin özerkliğinin kabul edilmesinin ardından değişmeye

ve TRT “kamu yayıncısı” olarak tanımlanmaya başlanmıştır.

TBMM tartışmalarında, kamu hizmeti yayıncılığı 1980’lerde “aydınlatıcı,

yönlendirici yayınların” yapılması talebi, TRT yayınlarının taraflılığı ve çeşitliliğe

kapalılığına ilişkin eleştiriler üzerinde odaklanılarak ele alınırken; özel radyo-

televizyon yayıncılığının yasal zeminin kurulduğu ve alanın temel ilkelerinin

Page 130: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

130

belirlendiği 1990’ların ilk yarısındaki yasa tartışmalarında, TRT dışında da kamu

hizmeti yapan kurumlara örneğin belediye ve farklı kamu kuruluşları radyolarına yer

verilmesi talebi dile getirilmiş; TRT yayınları yayıncılık alanına ilişkin tartışmaların

merkezinden uzaklaşmaya başlamıştır. Yine bu dönemde milletvekilleri özel yayın

kuruluşlarının da “kamu hizmeti” anlayışı çerçevesinde yayın yapması gerektiğini

kabul etmiş; örneğin 1993 yılında Anayasanın 133. maddesinin değiştirilmesine

ilişkin yasanın birinci maddesine verilen değişiklik önergelerinin çoğunluğu,

yayınların çoğulcu ve özgür olmasının yanı sıra, kamu hizmeti anlayışı çerçevesinde

yapılması gerektiğini de dile getirmiş fakat “kamu hizmeti”nden ne kastedildiği

açıklanmamış ve tartışılmamıştır. Aynı durum devletçe kamu tüzelkişiliği olarak

kurulan radyo ve televizyon kurumu ile kamu tüzelkişilerinden yardım gören haber

ajanslarına ilişkin talepler için de geçerli olmuş, bu kuruluşların özerk ve tarafsız

olması gerektiği kabul edilmiş fakat yeni yayıncılık düzeninde bu kuruluşlara düşen

görevlere ilişkin bir tartışma yapılmamıştır.

1990’ların ikinci yarısı ile 2000’li yıllarda meclis gündemine gelen yayıncılık

alanına ilişkin tartışmalarda ise kamu hizmeti yayıncılığının veya TRT’nin ayrı bir

konu olarak ele alınmadığı, tartışmaların özel yayın kuruluşları ve bu kuruluşlarının

mülkiyet yapıları ve genel olarak yayın ilkeleri çerçevesinde şekillendiği

görülmektedir.

Page 131: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

131

b) Yayıncılık Alanının Kurallardan Arındırılması Tartışmalarında

İletişim Özgürlüğünün İfade Edilme Biçimleri

Yayıncılık alanının kurallardan arındırılması tartışmaları, 1980 sonrası

TBMM’de yayıncılık alanına ilişkin tartışmalar içerisinde en temel konulardan biri

olmuştur. Bu tartışmalara bakıldığında; devlet tekelinin kırılması/özel yayıncılığa

geçilmesi; yeni yayıncılık döneminde radyo-televizyon yayını yapacak aktörlerin

belirlenmesi; özel yayıncılık kuruluşlarının mülkiyet yapılarının belirlenmesi, medya

patronlarının ekonomik eylemlerinin düzenlenmesi ve yayıncılığın uluslararası

sermayeye açılması konularının ön plana çıktığı görülmektedir. Bu nedenle

yayıncılık alanının kurallardan arındırılmasına (deregülasyonuna) ilişkin TBMM

tartışmalarında iletişim özgürlüğünün tanımlanma ve ifade edilme biçimleri bu

konular üzerinde odaklanılarak saptanmaya çalışılacaktır.

1. Devlet Tekelinin Kırılması ve Özel Yayıncılığın Başlamasına İlişkin

Tartışmalarda İletişim Özgürlüğü Retoriği

Türkiye’de özel yayıncılığa geçiş belli bir program çerçevesinde yasal

düzenlemeler yapılarak değil; fiili bir şekilde başladığından, TBMM’de yayıncılık

alanına ilişkin yasa tartışmaları sırasında, yayıncılıkta devlet tekelinin kaldırılması

gerekip gerekmediğine ilişkin bir ön tartışma yapılmamıştır. Ancak özel yayıncılığın

başlamasından önce, 1989 yılı başında dönemin iktidar partisi ANAP tarafından

önerilen ve “radyo ve televizyon verici istasyonlarının ve program linklerinin

kurulması ve işletilmesi” görev ve yetkilerinin TRT’den alınarak PTT’ye

Page 132: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

132

devredilmesini öngören 3517 sayılı yasaya ilişkin tartışmalar ile yayıncılık tekelinin

fiili bir şekilde kalkmasından yaklaşık üç yıl sonra 8 Temmuz 1993’te Anayasanın

133. maddesinde özel yayıncılığa olanak sağlayacak değişiklikleri öngören yasa ve

13 Nisan 1994’te yayıncılık alanını düzenleyen 3984 sayılı yasa tartışmaları,

milletvekillerinin yayıncılıkta devlet tekelinin kaldırılması ve özel yayıncılığın

başlaması konusundaki görüşlerine dair ipuçları vermektedir. Bu yasalara ilişkin

birleşim tutanaklarına bakıldığında, yayıncılık alanında devlet tekelinin

kaldırılmasına ilişkin gerekçelerin veya çekincelerin, yayıncılık alanındaki ekonomik

ve teknolojik zorlamalar ile iletişimde tarafsızlığın ve çoğulculuğun sağlanması

konuları ile çerçevelendiği görülmektedir.

1.1. Yayıncılık Alanında Devlet Tekelinin Kırılmasının Ekonomik ve

Teknik Bir Zorunluluk Olduğuna İlişkin Tartışmalarda İletişim

Özgürlüğü Retoriği

Yayıncılıkta devlet tekelinin kaldırılmasının ekonomik ve teknolojik

zorunluluklarla gerekçelendirilmesi incelenen süre içerisindeki TBMM

tartışmalarında devlet tekelinin kaldırılmasını açıkça öngörmemekle birlikte; “radyo

ve televizyon verici istasyonları ile program linklerinin kurulması ve işletilmesi”,

“görev ve yetkilerinin TRT’den alınarak PTT’ye devredilmesi”ni öngörerek

yayıncılıkta TRT tekelini daraltan ve muhalefet partileri tarafından TRT’nin

özelleştirilmesine olanak sağladığı ileri sürülen 3517 sayılı “Radyo ve Televizyon

Verici İstasyonlarının Posta Telgraf ve Telefon İşletmesi Genel Müdürlüğü

Tarafından Kurulması ve İşletilmesi Hakkında Kanun”a ilişkin 18. Dönem

Page 133: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

133

Parlamento tartışmalarında karşımıza çıkmaktadır. Kanun tasarısı dönemin iktidar

partisi ANAP tarafından savunulmuş; muhalefette yer alan DYP ve SHP ise, özel

yayıncılığa karşı olan tutumları87 ile uyuşur şekilde, yasa tasarısını özel yayıncılığa

olanak sağlayacağı gerekçesiyle eleştirmişlerdir.

Tasarıyı öneren ANAP Hükümetinin temel gerekçe olarak, radyo-televizyon

verici istasyonlarının kurulması ve işletilmesi ile görevli TRT ve haberleşme

sistemlerinin kurulup işletilmesi ile görevli PTT’nin bu işleri yerine getirirken aynı

ya da benzer görevler için ayrı ayrı harcamalarda bulunarak “transmisyon

sistemlerinde dublikasyona, dolayısıyla da kıt ülke kaynaklarının gereksiz bir

biçimde israfına” yol açtıklarını ileri sürdüğü görülmektedir. Bu gerekçeyle

yayıncılık alanındaki tüm altyapı hizmetlerinin PTT tarafından yapılması, dolayısıyla

radyo-televizyon verici istasyonlarının da PTT denetimine aktarılması

öngörülmüştür.88 Tasarıya ilişkin ANAP’ın öne sürdüğü bir diğer gerekçe de

yayıncılık alanındaki teknolojik yeniliklerin zorlaması olmuştur.

Ulaştırma Bakanı Ekrem Pakdemirli ve ANAP Meclis Grubu adına konuşan

Tokat Milletvekili Zeki Uzun’un, ANAP’ın başkanı ve dönemin Başbakanı Turgut

Özal’ın “iş bitiricilik”, “yüceltilmiş teknoloji”, “iktisadi kalkınma” öğeleriyle örülü

retoriği ile örtüşür şekilde, kanunun Anayasaya uygunluğu; yayıncılıktaki devlet

tekeline zarar verip vermeyeceği konusu, ya da yayıncılık alanının kültürel işlevleri

yerine, konuşmalarında “milli menfaatleri”, “teknolojik gelişmeleri”, “kalkınmayı”,

“modernize olmayı”, “çağ atlamayı”, “dinamikliği” vurguladıkları; konuyu “iletişim

87 Bakınız, bu tezin 78-80. sayfaları. 88 Yasaya ilişkin Anayasa ve Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonları tarafından hazırlanan gerekçenin tamamı için bakınız: TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 18, Cilt: 22, Birleşim: 53, 11.01.1989 tutanağına ekli 145 Sıra Sayılı Basma Yazı.

Page 134: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

134

özgürlüğü” ile ilgili bir sorun olarak değil; genel ekonomik yarar ve kalkınmanın

gereklerinin yerine getirilmesine ilişkin bir sorun olarak kabul ettikleri

görülmektedir. Örneğin ANAP Meclis Grubu adına söz alan konuşmacı, konunun

“diğer boyutları” yerine “teknik yönünün” tartışılması gerektiğini “Elektromanyetik

dalgalar aracılığı ile atmosferde hiçbir engel tanımadan serbestçe yayınlanabilen

radyo ve televizyon programlarının, ülkemizde her alanda görülen hızlı kalkınmaya

paralel olarak genişletilmesi, çoğaltılması ve yaygınlaştırılması, konunun teknik

yönünün ele alınmasıyla olur.” diyerek açıklamıştır (TBMM Tutanak Dergisi, D.18,

C.22, B. 53, s. 131). Ulaştırma Bakanı Ekrem Pakdemirli ise yayıncılık alanındaki

altyapı hizmetlerinin, “fiziki yatırım miktarı”, “yıllık cirosu”, “çalıştırdığı işçi

sayısı”, “proje üretimi, projenin uygulanması bakımından ve yayınların ülkenin her

bölgesine daha sağlıklı iletilmesi açısından” TRT’den daha “dinamik, büyük ve

güçlü” bir yapıya sahip olduğunu ileri sürdüğü PTT’ye bırakılması gerektiğini

savunmuştur. Böylece bir yandan yayıncılık alanında gerekli atılım

gerçekleştirilebilirken bir yandan da “kıt ülke kaynakları” iki ayrı kurum tarafından

boşa harcanmayacaktır. Konuşmasında ekonomik zorunlulukları vurgulayan

Ulaştırma Bakanının, argümanlarını savunurken kullandığı en önemli retorik

araçlardan biri rakamsal verilere başvurmak olmuştur. Yayıncılık alanında verilen

hizmetin, çalışanların veya kurumların yapısal niteliğini göz önünde

bulundurmaksızın; rakamsal karşılaştırmalar yapan Ulaştırma Bakanı’na göre:

TRT’de 7 bin kişi kadar çalışan var. PTT’de çalışanların sayısı ise 100 bine

yakın. PTT’nin bu yılki fiziki yatırımları aşağı yukarı 800 milyar; halbuki TRT’ni

yapacağı yatırım, yanılmıyorsam, elide kalsaydı 70 milyar civarında olacaktı. Ayrıca

PTT’ni cirosu, 2,5 trilyon, TRT’nin cirosu ortadadır. (TBMM Tutanak Dergisi, D.18,

C.22, B. 53, s. 134).

Page 135: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

135

Böylece “gereken atılımı yapacak gücü olmayan TRT’ye düşen görev

yayınların içeriğini istediği şekilde düzenlemek ve gereken alt yapı hizmetlerini

PTT’den talep etmek olacaktır (TBMM Tutanak Dergisi, D.18, C.22, B. 53, s. 129-

136). Bu görüşleri Ulaştırma Bakanı şöyle özetlemiştir:

Özetle bizim anlatmak istediğimiz; TRT ve PTT’de bir düblikasyon

olduğudur ve şu anda büyük bir hamle içinde olan ülke yayıncılığında, PTT teknik

yönden, iletkenlik yönünden, iletişim yönünden öndedir ve TRT’den çok daha ucuza

ve basite sistemleri yapabilecektir. Böylelikle, TRT’nin sırtından aldığımız bu

yatırım yüküyle, TRT’miz çok daha kaliteli programlar yapma; vatandaşlarımızın

beğenisini kazanma ve ona ulaşmada daha etkin bir hale sokulacaktır (TBMM

Tutanak Dergisi, D.18, C.22, B. 53, s. 136).

TBMM’de 11 ve 12 Ocak 1989’da yapılan bu tartışmalara bakıldığında,

konunun ele alınışında yayıncılık alanında yer alan çeşitli aktörlerin katıldığı ve 9-

11 Nisan 1988’de gerçekleştirilen “Çağdaş Gelişmelerin Işığında Devlet Medya

İlişkileri Semineri”nde özel yayıncılığa geçilmesini savunan argümanların89 yer

almadığı görülmektedir. Bu seminerde yayıncılık alanında devlet tekelinin kırılması

gerektiğini liberal ekonominin bir gerekçesi ve TRT yayınları dışında yer alan

yabancı uydu ve kablolu TV yayınlarının çokluğu ile açıklayan argümanlar

karşısında; TBMM’de ANAP tarafından öne sürülen ekonomik argüman “kıt ülke

kaynaklarının israfının önlenmesi”, teknik zorluklar ise yeni teknolojilerin ülke

çapına yayılması gerektiği olmuş, bu zorunluluk karşısında ise gerekli işlemleri yine

bir kamu kuruluşu olan PTT’nin yapması gerektiği savunulmuştur.

89 Bakınız bu tezin 77 ve 78. sayfaları

Page 136: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

136

1.2. Yayıncılık Alanında Devlet Tekelinin Kırılması ile Tarafsızlık ve

Çoğulculuğun Sağlanabileceğine İlişkin Tartışmalarda İletişim

Özgürlüğü Retoriği

1980 sonrası yayıncılık alanına ilişkin yasa tasarılarının TBMM

tartışmalarına bakıldığında; yayıncılıkta devlet tekelinin kırılması ile çoğulculuk

arasında kurulan ilişkinin 1980 ve 1990’larda farklılaştığı görülmektedir. 1980’lerde

yapılan tartışmalarda yayıncılıkta devlet tekelinin çoğulculuğu önlediğine ilişkin bir

tartışmadan ziyade; TRT yayınlarının taraflılığı ve farklı siyasi partilere kapalılığının

çoğulculuğu önlediğine ilişkin bir tartışma yapıldığı görülmektedir. Hatta 1989’da

ANAP hükümeti tarafından önerilen ve TRT’nin yayıncılık alanındaki yetkilerini

daraltan 3517 sayılı “Radyo ve Televizyon Verici İstasyonlarının Posta Telgraf ve

Telefon İşletmesi Genel Müdürlüğü Tarafından Kurulması ve İşletilmesi Hakkında

Kanun”a ilişkin meclis tartışmalarında, muhalefette yer alan DYP ve SHP yasanın

özel yayıncılığa yol açabileceğini belirtmiş ve bunun da yayınların tarafsızlık ve

çoğulculuğuna gölge düşüreceği ileri sürülmüştür. Muhalefet sözcülerinin özel

yayıncılığı “sermaye şirketlerinin elindeki” bir yayıncılık olarak tanımladığı ve bu

tür bir yayıncılık ile kamu yayıncılığı arasında karşıtlık kurduğu görülmektedir. SHP

ve DYP sözcülerinin ekonomik ve teknolojik terimleri kullanan ANAP sözcülerinden

farklı olarak, hukuki bir dil kullanmaya çalıştıkları ve yayıncılık alanına ilişkin

yasalara atıflar yaptıkları görülmektedir. Muhalefet sözcüleri özellikle Anayasanın

133. maddesine atıf yapmıştır. Yasaya göre radyo-televizyon yayınlarının “devlet

tekelinde” ve “tarafsız bir kamu tüzelkişisinin iradesinde” olması gerektiğini

vurgulayan muhalefet, verici istasyonlarının devredildiği Ulaştırma Bakanlığına

bağlı PTT’nin ise, hem “tarafsız bir devlet kuruluşu” olmadığını, hem de iktidarın

Page 137: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

137

“özelleştirme planları” yaptığı bir kurum olarak her an satılabileceği, dolayısıyla

TRT’den devraldığı verici istasyonlarının “tamamen sermaye şirketlerine

bırakılması” tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını ileri sürmüştür (TBMM Tutanak

Dergisi, D.18, C.22, B. 53, s. 123-129; TBMM Tutanak Dergisi, D.18, C.22, B. 54, s.

185-187). Bu konuya değinen SHP Grubu sözcüsü Ankara Milletvekili Eşref Erdem,

tasarıyı “PTT’yi ve dolayısıyla TRT’yi özelleştirmeye çalışmanın bir parçası” olarak

tanımlamış (TBMM Tutanak Dergisi, D.18, C.22, B.53, s.126); DYP Grubu adına

konuşan Kahramanmaraş Milletvekili Ahmet Uncu ise “PTT gibi özelleştirilmeye

açık hale getirilmiş olan bir müesseseye, özel kanunlarla yönetilmesi gereken

televizyon hadisesini götürmenin; yarın doğuracağı vebal ve sıkıntıyı bugünden

hepimizin düşünmesinin gereğine inanıyoruz.” demiştir (TBMM Tutanak Dergisi,

D.18, C.22, B.53, s.129).

Bu tartışmalara bakıldığında 18. parlamento döneminde, muhalefette yer alan

DYP ve SHP’de yayıncılık alanının “özelleştirilmesine” karşı bir irade geliştiği

görülmektedir. Bununla birlikte tartışmalarda özelleştirmeye karşı olmanın

gerekçelerine değinilmemiş, bu durumun “iletişim özgürlüğü”ne getireceği

sınırlamalardan bahsedilmemiş, yayıncılıkta devlet tekelinin gerekliliği verili olarak

kabul edilmiştir. “İletişim özgürlüğü” kavramı kullanılmamakla birlikte, bir ideograf

olarak yayın alanındaki “özgürlüğün”, “tarafsızlık” ilkesi ile ilişkilendirildiği

görülmektedir. Bu durumda özelleştirmeye karşı duruşun temel gerekçesi de

özelleştirme ile tarafsızlığın ortadan kalkacağı olmuştur. Tarafsızlığın kaybolmasının

getireceği sorunlar ise hiç tartışılmamış, “vebal ve sıkıntı” doğuracağı, “televizyonu

kötümserliğe götüreceği” gibi muğlak ifadelerle ve Anayasanın 133. maddesine atıf

yapılarak betimlenmiştir.

Page 138: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

138

1989’daki 3517 sayılı yasa tartışmalarında yayıncılık alanının özelleştirilmesi

ihtimaline karşı muhalefet partileri tarafından verilen bu tepki, 1990’ların ilk

yarısında çıkarılan yasaların mecliste tartışılma sürecinde, yerini, 1990’da fiili bir

şekilde ve yasa dışı olarak başlayan özel radyo ve televizyon yayınlarına ilişkin

düzenlemelerin nasıl yapılması gerektiği tartışmalarına bırakmıştır. 1993 yılında

Anayasanın 133. maddesini değiştirerek yayıncılık alanında devlet tekelini yasal

olarak kaldıran 3913 sayılı yasa ile 1994 yılında kabul edilen ve artık hem kamu

hizmeti hem de özel yayıncılığı barındıran yeni yayıncılık düzeninin genel kurallarını

saptayan 3984 sayılı yasanın TBMM tartışmalarına bakıldığında, yayıncılık alanında

devlet tekelinin artık yayın özgürlüğü için bir gereklilik olarak değil, çoğulculuğu ve

demokrasiyi zedeleyici bir etken olarak kabul edildiği görülmektedir. Bu dönemde

tartışılan konu artık devlet tekelinin kaldırılıp kaldırılmayacağı ya da yayıncılık

alanının özelleştirilip özelleştirilmeyeceği sorunu değil; bu alanın nasıl denetleneceği

ve hangi ilkelerle düzenleneceği sorunu olmuştur.

1993’te Anayasanın 133. maddesini değiştirerek yayıncılıkta devlet tekelini

kaldıran yasa tasarısının mecliste tartışılma sürecine bakıldığında, parlamenterlerin

“iletişim özgürlüğü” kavramını bu dönemde de kullanmadıkları, gerek konuşmalarda

gerekse verilen değişiklik önergelerinde “iletişim ve yayında çoğulculuk”,

“yayınların tarafsızlığı”, “ifade özgürlüğü” kavramlarına yer verdikleri

görülmektedir. Bu konudaki temel talepler ise, devlet tekeli döneminde TRT

yayınlarına ilişkin tartışmalarda olduğu gibi “siyasi partiler ya da farklı siyasi

görüşler arasında tarafsızlık ve eşitlik sağlanması” gibi, liberal savlarla uyumluluk

sağlayan talepler olmuştur. Bu durum tasarının birinci maddesine getirilen değişiklik

önergelerinde de görülmüş, maddeye farklı konularda getirilen 19 değişiklik

Page 139: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

139

önergesinin dört tanesi, yayınlarda çoğulculuk ve özgürlük ilkelerinin sağlanması

için, maddeye “siyasi parti yayınlarında çoğulculuk”, “siyasi yayınların tarafsızlığı

esastır”, “siyasal içerikli yayınlarda ve haber yayınlarında hiçbir siyasal partiye

ayrıcalık tanınmaz” ve “yayınların seçimlere katılmaya hak kazanmış ve

parlamentoda temsil edilen siyasi partilerin haber, bildiri ve propagandalarında

eşitlik ve adalete saygı gösterilerek yapılması” ifadelerinin eklenmesini önermiş;90

çoğulculuk talep eden önergeler içerisinde sadece Ankara Milletvekili Uluç Gürkan

ve arkadaşlarının önergesi siyasi partiler arasında olduğu gibi “tüm demokratik

kuruluşlar” arasında da çoğulculuğu talep etmiştir (TBMM Tutanak Dergisi, D.19, C.

37, B. 115, s. 42).

Sonuç olarak Anayasanın radyo-televizyon yayınlarında devlet tekelini

öngören 133. maddesi “Radyo televizyon istasyonları kurmak ve işletmek, kanunla

düzenlenecek şartlar çerçevesinde serbesttir. Devletçe kamu tüzelkişiliği olarak

kurulan tek radyo ve televizyon kurumu ile kamu tüzelkişilerinden yardım gören

haber ajanslarının özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esastır.” şeklinde

değiştirilerek kabul edilmiş (TBMM Tutanak Dergisi, D.19, C.37, B.125, s.

201,203); fakat yayıncılık alanında temel kriterleri belirlemesi beklenen bir anayasa

maddesi olarak, içinde ne “iletişim özgürlüğünün” sağlanmasına ne de bu konuda

gerekli “önlemlerin alınmasına” ilişkin bir ifade yer almamış, yayıncılık alanında

devlet tekelinin kaldırılması, CHP tarafından verilen bir değişiklik önergesi dışında,

sadece özel yayıncılığın serbest bırakılması ve “kamu hizmeti yayın kuruluşlarının”

hükümetlerin denetiminden kurtularak bağımsızlıklarını ve özerkliklerini 90 Bakınız: Sırasıyla Kayseri Milletvekili Abdullah Gül ve arkadaşlarının, Konya Milletvekili Ahmet Remzi Hatip ve arkadaşlarının, Zonguldak Milletvekili Bülent Ecevit ve arkadaşlarının ve Çorum Milletvekili Muharrem Şemsek ve arkadaşlarının değişiklik önergeleri (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem 19, Cilt 37, Birleşim 115, s. 37, 39-41)

Page 140: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

140

kazanmaları çerçevesinde tartışılmıştır. Bu da tartışmalarda çok sık atıf yapılan

“iletişimde çoğulculuk” ilkesinin, parlamenterlerin zihinlerinde özel yayıncılık ve

özerk kamu yayıncılığı ile sınırlı olduğunu göstermektedir. 133. madde ile getirilen

değişiklikler, TBMM’de, İstanbul Milletvekili Tunca Toskay’ın sözlerinde de

ifadesini bulduğu şekliyle “kamu tekeli kaldırılarak onun yerine, çoğulcu

demokrasinin gereklerine uygun şekilde özel sektörün de faaliyet gösterebileceği

yeni bir elektronik medya” dönemine girilmesi olarak anlaşılmıştır (TBMM Tutanak

Dergisi, D.19, C. 37, B. 122, s.17).

Bu anlayış, görüşmeleri 13 Nisan 1994’te tamamlanarak kabul edilen “3984

Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun”a ilişkin

yasa tasarısının meclis tartışmalarında da devam etmiş; devlet tekelinin kırılması ve

özel yayın kuruluşlarının yayına başlamasıyla çok sesli ve özgür bir yayıncılık

döneminin başladığı yönündeki, pazar liberallerinin yayıncılık alanında tüketici

tercihi ve serbest rekabet ile oluşacak çok seslilik anlayışıyla örtüşen görüş

TBMM’de genel bir kabul görmüştür. Tasarının tümünün kabulü sonrasında tasarı

lehinde söz alan ANAP’lı İstanbul Milletvekili Halil Orhan Ergüder’in “büyük bir

özveriyle ve inanarak, Anayasanın 133 üncü maddesini değiştirdik ve Yüce Meclis,

tek ses, tek kanala son verdi. ... Şimdi, hamdolsun, bu kanun teklifiyle, özgür bir

radyo ve televizyon dünyasına giriyoruz” sözlerinin de yer aldığı konuşması mecliste

uzun süre alkışlanmıştır (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Cilt:57, Birleşim:89,

s.549).

Page 141: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

141

2. Özel Radyo ve Televizyon Kuruluşlarının Mülkiyet Yapısının ve

Medya Patronlarının Ekonomik Eylemlerinin Düzenlenmesine İlişkin

Tartışmalarda İletişim Özgürlüğü Retoriği

Yayıncılıkta devlet tekelinin yasal olarak kaldırılmasının ardından, 1993

yılının Kasım ayında yayıncılık alanına ilişkin temel düzenlemeleri getiren ve DYP,

SHP ve ANAP Grup Başkanvekilleri tarafından teklif edilen “Radyo ve

Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun Tasarısı” görüşülmeye

başlanmıştır. Yasaya ilişkin tartışmalarda radyo-televizyon yayını yapabilecek

aktörlerin tespiti ile özel radyo ve televizyonların sahiplik yapıları ve hisse oranlarına

ilişkin düzenlemeler, üzerinde en çok durulan konular olmuştur.

Tasarının en çok tartışılan maddesi de bu konuyla ilgili “Özel Radyo ve

Televizyon Kuruluşları” başlığını taşıyan beşinci bölümünün “Kuruluş ve Hisse

Oranları” başlıklı 29. maddesi olmuştur. Madde ilk fıkrasıyla siyasi partiler,

dernekler, sendikalar, meslek kuruluşları, kooperatifler, vakıflar ve mahalli idarelerin

radyo-televizyon yayını yapmalarını yasaklarken ikinci fıkrasıyla özel yayın

kuruluşlarının anonim şirket olarak kurulmasını öngörmüştür. Tasarıya göre aynı

şirket ancak bir radyo ve bir televizyon işletmesi kurabilecek, bir hissedarın hisse

miktarı kuruluştaki ödenmiş sermayenin %20’sini geçemeyecektir. Aynı hissedarın

birden fazla kuruluşta hissesi varsa bu hisselerin toplamı da tüm hisselerin %20’sini

geçemeyecektir. Tasarı ayrıca belirli bir radyo veya televizyon kuruluşunda %10 dan

fazla hissesi olanların, devlet ihalelerine giremeyeceğini belirtmiş, Türkiye’de gazete

çıkaran gerçek ve tüzelkişiler ile basınla ilgili mevzuata göre gazete sahibi olanların

bir arada belirli bir yayın kuruluşundaki hisselerini %20 ile sınırlamıştır. Tasarı

Page 142: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

142

ayrıca radyo televizyon kuruşlarında yabancı sermayenin payını %10 ile sınırlamıştır

(TBMM Tutanak Dergisi, D.19, Cilt. 57, Birleşim. 89, s. 486).

Maddeye ilişkin tartışmalarda yayın kuruluşlarının hisse oranları ve medya

patronlarının ekonomik faaliyetleri önemli bir yer kaplamış; maddeye getirilen

ondört değişiklik önergesinden altısı bu konulara ilişkin önerilerde bulunmuştur. Bu

önergelerdeki genel eğilim ise tekelleşmenin önlenmesi gerektiği olmuştur. Verilen

önergeler içerisinde, sadece radyo televizyon kuruluşlarındaki yerli ve yabancı

hissedarların imtiyazlı hisse senedine sahip olmalarını önleyen değişiklik önergesi ile

yabancı sermayenin bir radyo veya televizyon kuruluşundaki hisse payının %10’dan

%20’ye çıkarılmasını öngören önerge kabul edilmiştir.91

“Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun

Tasarısı”na ilişkin tartışmalara bakıldığında, “iletişim özgürlüğü” yerine “yayın

özgürlüğü”, “anlatım özgürlüğü”, “ifade özgürlüğü”, “yayınların çoğulculuğu” gibi

kavramların kullanıldığı ve yayıncılık alanının deregülasyonu sürecinde ortaya

çıkabilecek “tekelleşme”nin özgür bir yayıncılık alanının oluşmasını engelleyeceğine

ilişkin düşüncenin genel olarak kabul edildiği görülmektedir.

1990’ların ilk yarısında önce Anayasanın 133. maddesinin değiştirilmesi

ardından da 3984 sayılı yasanın çıkarılmasıyla şekillenen yayıncılık alanına ilişkin

yasal düzenlemeler, 2001 yılında TBMM’de görüşülmeye başlanan ve 2002’de 4756

sayılı yasa olarak kabul edilen “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları

Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi

91 Maddeye ilişkin değişiklik önergeleri ve önergelere ilişkin oylamalar için bakınız: (TBMM Tutanak Dergisi, D.19, Cilt. 57, Birleşim. 89, s. 486-510).

Page 143: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

143

Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” ile önemli değişikliklere

tabi tutulmuştur. Bu tasarının getirdiği düzenlemeler içerisinde en çok tartışılanı,

radyo ve televizyon sahipliği konusunda sınırlamalar getiren ve tekelleşmeyi önleyici

yasal kuralları gevşeten 13. maddesi olmuştur. Ayrıca yerel yayın kuruluşlarının

ödeyemeyecekleri miktarlarda para cezası öngören 16. maddesi de yasanın en çok

eleştirilen maddeleri arasında yer almıştır. Bu düzenlemeler doğrultusunda “3984

sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun”un özel

radyo ve televizyonların kuruluş ve hisse oranlarını düzenleyen 29. maddesi ile

“Uyarı, Durdurma, İptal” başlığını taşıyan 33. maddesi değiştirilmiştir. 29. maddede

yapılan değişikliklerle özel radyo ve yayın kuruluşlarının hisse oranlarının nama

yazılı olma zorunluluğu getirilmiş, bu şirketlerde herhangi bir kişi lehine intifa

senedi ihdas edilmesi yasaklanmıştır. Yasa ayrıca radyo ve televizyon sahiplerine,

Menkul Kıymetler Borsasında işlem yapma hakkı tanımış ve radyo televizyon

yayıncılığı yapan şirketlerde bir kişinin sermayenin en fazla %20’sine sahip olma

sınırlılığını kaldırarak, bunun yerine bu madde “her yıl yapılacak ölçümlere göre

yıllık ortalama izlenme veya dinlenme oranı % 20’yi geçen bir radyo veya televizyon

kuruluşunda bir gerçek veya tüzel kişinin veya bir sermaye grubunun sermaye payı

% 50’yi geçemez” şeklinde değiştirilmiştir.92

TBMM genel kurul tartışmalarında iktidarda yer alan DSP-MHP-ANAP

koalisyonu ve bu partiler adına konuşma yapan milletvekilleri yasayı desteklerken,

2001 yılı görüşmelerinde muhalefette yer alan DYP ve FP’nin, 2002 yılı

görüşmelerinde ise DYP ile FP’nin kapatılması sonucu kurulan SP ve AKP’nin

92 Yasanın tümü için bakınız: http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/kanunlar _sd. durumu? kanun_no=4756

Page 144: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

144

yasaya karşı çıktığı görülmektedir. Tarafların tasarıya ilişkin konuşmalarına

bakıldığında iletişim özgürlüğüne ilişkin iki farklı tanımlama ve yasaya ilişkin iki

farklı retorik sunum yapıldığı görülmektedir.

Yasa tasarısını savunanların geliştirdiği sunumda, Türkiye’deki yayıncılık

alanını, RTÜK yasası gibi “ölü doğmuş” bir yasa nedeniyle yasaların

uygulanamadığı; medya patronlarının yasalardaki açıklardan faydalanarak devlet

ihalelerine girdiği; televizyon kanallarının “paravan şirket ve kişiler arkasına

saklanarak”, “hülle yoluyla” ele geçirildiği, bu nedenle var olan yayın kanallarının

gerçek sahiplerinin bilinmediği ve “kamuoyunun yüzde 85'i(nin), radyo ve

televizyon yayınlarından şikâyetçi” olduğu bir alan olarak tanımlanmış; bu alanın

düzenlenmesi için “uygar dünyadaki uygulamalar” ile Türkiye’nin “gerçekleri” göz

önünde bulundurularak hazırlanan bir yasa tasarısının kabul edilmesi önerilmiştir.93

“Türkiye’nin gerçekleri”, var olan yasadaki sınırlayıcı hükümlerin uygulanabilmesi

için gereken şartları yerine getirmenin yollarını bulmak amacıyla göz önünde

bulundurulması gereken koşullar olarak değil; medya alanında görülen gizli

tekelleşme, borsada işlem yapma gibi uygulamaların önlenemeyeceğinin kabul

edilmesinin zorunluluğunu göstermek ve yasada bu konuya ilişkin düzeltmeleri

meşrulaştırmak amacıyla kullanılmış; “uygar dünyadaki uygulamalar” ise yayıncılık

alanında tekelleşmeyi önleyici ve medya sahipliğini kısıtlayıcı yasaların kaldırılması

olarak tanımlanmıştır. Örneğin hükümetin büyük ortağı DSP adına konuşan İstanbul

Milletvekili Erol Al, yayıncılık alanındaki “çağdaş uygulamaları”

93 Bakınız: TBMM 2001 yılı 107. birleşiminde DSP Grubu Adına İstanbul Milletvekili Erol Al, ANAP Grubu Adına İstanbul Milletvekili Işın Çelebi; MHP Grubu Adına Ankara Milletvekili Şevket Bülent Yahnici, Devlet Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen, ve 2002 yılı 95. birleşimde Devlet Bakanı Yılmaz Karakoyunlu’nun konuşmaları.

Page 145: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

145

Radyo televizyonların kuruluş ve yayınlarını düzenleyen tüm gelişmiş

ülkelerin bir bölümünde, hisse sahipliği konusunda hiçbir sınırlama yoktur. Almanya

ve İngiltere gibi bazı ülkeler ise, izlenme oranı sınırlamasını kabul etmiştir. Devletle

ihale ilişkisine girilmesi yönünde bir yasaklama ise, dünyanın hiçbir demokratik

ülkesinde yoktur. (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:65, Birleşim:107, s.25).

diyerek açıklamıştır. ANAP Grubu adına söz alan İzmir Milletvekili Işın Çelebi ise,

yayıncılık alanındaki mevcut durumun, yolsuzluklar ile yeterince savaşılmaması

veya konuya ilişkin hukuk sisteminin işletilmemesi nedeniyle değil; 3984 sayılı

yasanın “kalitesizliği” ile açıklamıştır. Milletvekiline göre, “Sözü edilen bütün yanlış

işler bu yasanın çatısı altında ... olmuş. O zaman bu yasanın kalitesi bozuk demektir.

Bütün o sözü edilen hortumlamalar, yanlışlıklar yine bu yasanın çatısı ve himayesi

altında olmuş. O zaman, bu yasanın uygulaması da yanlış demektir” (TBMM

Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt: 65, Birleşim 110, s.78). Bu savları destekler

şekilde koalisyon ortaklarından MHP adına konuşan Ankara Milletvekili Şevket

Bülent Yahnici de görüşülen yasa tasarısının olumsuz gelişmelere yol açacağı

iddialarına bu olumsuzlukların “mevcut durumda” zaten var olduğunu belirterek

karşı çıkmış, bu durumu

Bu (4756 sayılı) kanun gündeme geldiğinden bu tarafa "efendim, Türkiye'de,

İtalya'daki Berlusconi tipi adamlar yaratılmak isteniyor..." Arkadaşlar, şimdi bir

soru: Türkiye'de o adamlar zaten yok mu; bu kanun çıktı diye mi olacak?!. ... "Enerji

ihalelerine girmelerinin önü açılıyor..." O adamlar enerji ihalelerine girmiyor mu

arkadaşlar?! "Tekel ve kartellerin önü açılıyor..." Türkiye'de, tekel ve karteller bu

kanundan evvel yok mu arkadaşlar?! Bazı şeyleri konuşurken, söylerken, lütfen, iyi

düşünelim. Şimdi, patronların konumunu illegaliteden legaliteye geçiriyormuşuz;

illegalitede mi kalsalardı? (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:65,

Birleşim:107, s.28)

Page 146: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

146

diyerek açıklamıştır.

Görüşülen “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun,

Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik

Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nın Türkiye’nin yayıncılıkta çağdaş bir düzene

kavuşacağı ileri sürülen sunumda, yasa lehine konuşanlar, iletişim özgürlüğünü

“yayıncılık alanında saydamlık” ile tanımlamış, aynı dönemde özellikle Doğan

Grubuna bağlı büyük medya kuruluşlarında yer alan yasaya ilişkin yorumlarla

örtüşür şekilde, yayıncılık alanına hakim olan “gizliliğin” iletişim özgürlüğünü

sınırlayan temel faktör olduğunu ileri sürmüşlerdir.94 Bu görüşe göre, tekelleşmenin

ardında yatan temel neden “gizlilik” yoluyla oluşturulan medya sahipliğidir. Yasayla

getirilen öneri ise, zaten tekelleşmekte olan yayıncılık alanındaki sınırlayıcı yasaları

gevşeterek, medya sahiplerinin gizli tekelleşmesinin önlenmesi olmuştur. ANAP

Grubu Adına konuşan İstanbul Milletvekili Işın Çelebi, bu konuyu,

Haber alma özgürlüğünü kısıtlayan ve tekelleşmeyi denetleyen tek bir

önemli faktör vardır; o da açıklık ve şeffaflıktır. Bu yasada, paravan şirket ve kişiler

arkasına saklanarak yayın kuruluşlarının yönetimi mekanizması son bulmaktadır.

Burada, yayın dünyasının şeffaflaşması, çok önemli bir kapı, devrim niteliğinde

önemli bir dönemi başlatacaktır. Şeffaflık, tekelleşmeyi önleyecektir. (TBMM

Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:65, Birleşim:107, s.23).

94 Bu konuda yapılan tartışmalar ve gazete haberleri için bakınız bu çalışmanın 139-142. sayfaları

Page 147: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

147

diyerek açıklamıştır. Tasarıyı savunanların şeffaflığın sağlanması ve tekelleşmenin

önlenmesi için önerdikleri yöntem ise, yasa tasarısının öngördüğü “hisselerin nama

yazılı olması” zorunluluğu ile “izlenme payı” sisteminin uygulanması olmuştur.

Yasa tasarısının görüşüldüğü birleşim tutanakları incelendiğinde, yasayı

savunan konuşmalarda, yayıncılık alanının temelde ekonomik bir sektör olarak kabul

edildiği, “girişim özgürlüğü”, “rekabet”, “özelleştirme”, “ihale” gibi iktisadi

terimlerin yasayı savunurken sıklıkla kullanılan sözcükler olduğu görülmektedir. Bu

doğrultuda yasa tasarısını savunanlar yayıncılık alanında tekelleşmenin önlenmesi

kadar, “rekabet gücünün arttırılması” gerektiği gibi serbest pazar anlayışının temel

savlarından birini de kullanmışlar; “halkın haber alma özgürlüğünün” ancak rekabet

halindeki bir medya dünyasında gelişebileceğini belirtmişlerdir. Örneğin ANAP

Grubu adına söz alan Işın Çelebi bu durumu “Rekabet ortamının güçlenmesi lazım

artık Türkiye'de. Artık, Türkiye'de, her şey devlet eliyle yürütülmemeli. Rekabet

ortamı güçlenerek halkın haber alma özgürlüğü sağlanır; öyle, yasalarla, emirlerle,

talimatlarla sağlanamaz.” diyerek açıklamıştır.

Medya patronlarının devlet ihalelerine girebilmeleri ile Menkul Kıymetler

Borsası’nda işlem yapabilmelerinin önünü açan yasa maddeleri de tasarıyı

savunanların değindiği konular arasında yer almıştır. Gerek hükümet ve iktidardaki

parti grupları adına gerekse yasa lehinde milletvekillerinin şahısları adına yapılan

konuşmalarda bu konuda öne sürülen temel gerekçeler, medya sahipliği konusundaki

bu sınırlamaların “günümüz dünyasında” artık geçerliliğinin kalmadığı, “gelişmiş ve

demokratik” ülkelerde konuya ilişkin sınırlamaların kaldırıldığı ya da gevşetildiği

olmuş, “bu gelişmeler ışığında” Türkiye’de de 3984 sayılı yasanın ilgili maddelerinin

Page 148: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

148

geçen yedi yıl süresince zaten uygulanamadığı belirtilmiştir. Örneğin DSP Grubu

adına konuşan İstanbul Milletvekili Erol Al’a göre, ihaleye girme yasağı “girişim

özgürlüğünü açıkça sınırlamaktadır.” Medya sektörüne yatırım yapan dürüst

yatırımcılar ile “bedavacılar” arasında bir karşıtlık kuran Erol Al, ihale yasağına

Bugün, Türkiye'de, benim bildiğim kadarıyla, Koç Grubu, Sabancı Grubu ve

Anadolu Grubu dışında, tüm sermaye gruplarının radyo ve televizyonları vardır. Hal

böyleyken, sermaye birikimi olan her gruba kamu ihalelerine girme yasağı

koyarsanız, özelleştirmeyi kimlerle yapacaksınız? ... Bu grupları ihale dışı bırakarak,

devlet kurumlarını, üç beş kuruşa, bedavacılara ya da yukarıda saydığım üç gruba mı

hediye edeceğiz?

diyerek karşı çıkmıştır.

Yasa tasarısını eleştiren, muhalefet partileri ve milletvekillerinin şahısları

adına yapılan konuşmalarda ise iletişim özgürlüğü ve yasaya ilişkin farklı bir sunum

yapılmıştır. Bu konuşmalarda da Türkiye’deki yayıncılık alanı eleştirilmiş; var olan

medya “çalışanın hakkının korunmadığı”, “halkın gazetelere inanmadığı”,

“gazetelerin milletin işini takip etmediği”, “medya gücünü elinde bulunduranlar(ın),

herkese hâkim olmaya çalış(tığı)”, “medyanın gücünden ziyade, güçlerin

medyasından” söz edildiği bir ortam olarak tanımlanmış; fakat bu durumun

sorumlusu olarak, iktidarın “Türkiye’nin gerçekleri” olarak ileri sürdüğü gerekçeler

ile medya sahiplerini gizli tekelleşmeye iten 3984 sayılı yasa değil; medya patronları

ve bu yasayı uygulamayan iktidarlar gösterilmiştir.95

95 Bakınız:Yasanın görüşülmeye başlandığı 23 Mayıs 2001 tarihli 107. birleşimde, yasanın geneli hakkında FP Grubu Adına İstanbul Milletvekili Ayşe Nazlı Ilıcak, DYP Grubu adına Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya, şahısları adına Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak ve Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın konuşmaları. Ayrıca Cumhurbaşkanı

Page 149: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

149

Muhalefet partileri ve yasaya karşı olan milletvekillerinin kurdukları retorik

sunumda yasa tasarısının asıl nedeninin, hükümet ve iktidar partisi adına yapılan

konuşmalarda belirtildiği gibi, medyada şeffaflık sağlamak değil, hükümetin medya

patronlarıyla girdikleri çıkar ilişkisi olduğu ileri sürülmüştür. 2002 yılı 95.

birleşiminde SP adına söz alan Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu yasayı

medyadan aldığı destek karşılığında “hükümetin ödediği diyet” olarak tanımlarken,

DYP Grubu adına söz alan Trabzon Milletvekili Ali Naci Tuncer yasanın çıkarılma

nedeninin hükümetin daha önce yaptığı enerji ihalelerinin karşılaştığı hukuk engelini

ortadan kaldırmak olduğunu belirtmiş ve bu durumu

(B)u kanunun çıkmasının tek sebebi ve zarureti bu (29.) maddededir. Neden

bunda zaruret görülüyor; zamanında, bu hükümet veya bundan önceki hükümet

enerji ihaleleri yaptı, o enerji ihalelerine -bu kanun yürürlükte olduğu müddetçe-

girmemesi gereken kuruluşlara her nasılsa yeterlilik belgesi verildi, ihalelere girdiler

ve birçok yerin elektrik dağıtım ihalelerini kazandılar; anlaşmalar yapıldı, anlaşmalar

Sayıştay vizelerinden geçti ve kazanan firmalar için bir hak doğdu; arkasından,

bunların bir kısmı yargı denetimine takıldı. (TBMM Tut. Der., D. 21, C.94, B.95,

s. 43)

diyerek açıklamıştır.

Yasa tartışmalarına bakıldığında, tasarıyı savunanların iletişim özgürlüğünü

“saydamlık” ve “şeffaflık” ilkelerini ön plana çıkararak ele almasına karşın; tasarı

tarafından iade edilen yasanın meclis genel kurulunda tekrar görüşüldüğü 2 Mayıs 2002 tarihli 94. Birleşimde yasanın geneli üzerine AK Parti Grubu adına Kayseri Milletvekili Abdullah Gül, SP Grubu adına Rize Milletvekili Mehmet Bekaroğlu, DYP Grubu adına Trabzon Milletvekili Ali Naci Tuncer ve şahısları adına Ankara Milletvekili H. Uluç Gürkan ve Erzurum Milletvekili Aslan Polat’ın konuşmaları.

Page 150: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

150

aleyhindeki konuşmaların, medyadaki tekelleşmeyi ve medya “patronlarının” yasa

dışı uygulamalarını ön plana çıkardıkları, bu gelişmeleri iletişim özgürlüğü önündeki

temel engel olarak sundukları ve bu konuda uyarılarda bulundukları görülmektedir.

Medyadaki tekelleşmenin yanı sıra yasa aleyhinde konuşan tüm konuşmacılar,

medya patronlarının devlet ihalelerine katılmalarını ve borsada işlem yapabilmelerini

sağlayacak maddeleri eleştirmişlerdir. Örneğin, 2001 yılı 107. birleşiminde FP adına

konuşan İstanbul Milletvekili Nazlı Ilıcak, “Tekelleşmeyi önleyemezsek, medya

imparatorları, yakında, ülkenin kaderi üzerinde, bugünkünden daha etkin hale

gelecekler, tümüyle kontrolden çıkacaklar. Bazı medya kuruluşları, bugün, zaten,

kendilerini, yasamanın da yürütmenin de yargının da üzerinde görüyorlar. Onlara,

yeni güçler verilmemelidir.” (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem:21, Cilt: 64,

Birleşim:107, s. 19) derken, 2002 yılında SP Grubu adına konuşan Rize Milletvekili

Mehmet Bekaroğlu’na göre, tasarı yasalaştığında, “medya patronları, tekel güçlerini

kullanarak, devlet ihalelerinde, iktidar, bürokrasi ve rakip firmalar nezdinde baskı

oluşturacak, haksız rekabet yoluyla haksız kazançlar elde edecekler”dir (TBMM

Tutanak Dergisi, Dönem:21, Cilt: 64, Birleşim:107, s. 40). İktidar partisi milletvekili

olduğu halde yasaya karşı çıkan Ankara Milletvekili Uluç Gürkan da bu konuya

değinmiş “bir kamu hizmeti” olan medyanın bankacılık yaparak, kamu ihalelerine

girerek ve borsada oynayarak “bireysel çıkarların odağında ticarileşmesi”nin ve

medya sahipliğinin de “imtiyazlı müteahhitlik karnesine” dönüştürülmesinin

önlenmesi gerektiğini savunmuştur (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt: 65,

Birleşim 110, s.82).

Tekelleşme konusunda en çok eleştirilen düzenleme medya sahipliğini

izlenme payı ile sınırlamayı öngören düzenleme olmuş; %25’lik izlenme payının çok

Page 151: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

151

yüksek olduğu ve tekelleşmeye yol açacağı ileri sürülmüştür. Bu konuda RTÜK

Başkanı Nuri Kayış’ın yaptığı hesaplamaya da atıf yapan, milletvekilleri,96 bu

uygulamayla bir kuruluşun 244 yerel ve 30 ulusal kanala sahip olabileceğini

belirterek bu duruma karşı çıkmışlardır.

Tasarının bu düzenlemelere ilişkin 13. maddesi en çok tartışılan maddelerden

biri olmuş, tasarının ilk görüşmelerinde maddeye ilişkin dokuz, cumhurbaşkanının

vetosu üzerine yapılan görüşmelerde ise iki değişiklik önergesi verilmiştir. Bu

önergeler izlenme payının düşürülmesini, hisselerin nama yazılı olması

zorunluluğunu getiren maddenin eski haline getirilmesini ve medya patronlarının

kamu ihalelerine girmesinin önlenmesini talep etmiş, önergeler içerisinde sadece

hükümet adına verilen önerge kabul edilerek, izlenme payı oranı %25’ten %20’ye

düşürülmüştür.97

Yasa aleyhindeki konuşmalar incelendiğinde, hem 2001 hem de 2002

yılındaki tartışmalarda, RP ve bu partinin kapatılmasıyla kurulan AKP ve SP adına

söz alan konuşmacıların, yasanın getirdiği “hisselerin nama yazılı” olması

zorunluluğunu olumlu bulmadıkları, yeni düzenleme yerine 3984 sayılı yasada zaten

var olan düzenlemenin uygulamaya geçilmesini talep ettikleri görülmektedir. Bu

dönemdeki diğer muhalefet partisi DYP adına yapılan konuşmalarda ise bu

uygulama olumlu karşılanmıştır.

96 Bakınız: 2002 yılı 95. birleşimde DYP Grubu adına Trabzon Milletvekili Ali Naci Tuncer, AKP Grubu adına Abdullah Gül, şahsı adına Erzurum Milletvekili Aslan Polat’ın; 99. birleşimde DYP Grubu adına söz alan Denizli Milletvekili Mehmet Gözlükaya’nın konuşmaları. 97 Bu konudaki önergeler ve oylamaları için bakınız: TBMM Tutanak Dergisi, Dönem 21, Cilt 65, Birleşim 110, s. 80-89 ve 2002 yılı 95. birleşimde 105-108.

Page 152: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

152

Özetle 4756 sayılı yasanın TBMM tartışmalarına bakıldığında, ilk defa bu

dönemde yayıncılık alanının ticari bir sektör olduğu ve bu konudaki kısıtlamaların

artık kaldırılması gerektiğine ilişkin, Türkiye’de özellikle Aydın Doğan’ın yasa

hakkındaki açıklamalarında örneklerini verdiği liberal pazar anlayışı ile uyuşan

görüşlerin TBMM’de bu denli güçlü bir şekilde dile getirildiği görülmektedir.

3. Yayıncılık alanının Uluslararası Sermayeye Açılıp Açılmaması

Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü Retoriği

Yayıncılık alanında kuralların kaldırılması yönündeki eğilimin 22.

parlamento döneminde de devam ettiği görülmektedir. Bu dönemde çıkarılan ve

radyo-televizyon kuruluşlarında yabancı sermayenin oranını %25 ile sınırlayan yasa

maddesini değiştirerek, yabancı sermayeye Türkiye’deki bir ulusal yayın

kuruluşunun tamamına sahip olabilme imkanı getiren ve altı ulusal frekansı yabancı

sermayeye açan 5317 sayılı kanunun TBMM birleşimleri, yayıncılık alanının

kurallarda arındırılması sürecinde iletişim özgürlüğünün tartışıldığı bir diğer yasa

tartışması olmuştur.

21. dönemde RTÜK yasasını tekelleşmeye yol açacağı gerekçesiyle eleştiren

ve yayıncılığın bir kamu hizmeti olduğunu ileri süren AKP, bu dönemde tıpkı önceki

hükümet gibi yayıncılık alanını ticari bir sektör olarak kabul etmiş, 21. parlamento

döneminde hükümet tarafından ileri sürülen serbest pazar yaklaşımını, pazarların ve

sermayenin küreselleşmesine ilişkin savlarla desteklemiştir.

Page 153: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

153

Yasa lehine yapılan konuşmalara bakıldığında “bilgi ve iletişim çağı”,

“teknolojik gelişmeler”, “kalite”, “standardizasyon”, “rekabet” gibi kavramlarla

küreselleşmenin yüceltildiği ve yasaya ilişkin argümanların meşrulaştırılmasında en

çok atıf yapılan kavram olduğu görülmektedir. Örneğin yasa lehinde konuşan Devlet

Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, yabancı sermayeden

korkulmaması gerektiğini “Hepimiz şunu biliyoruz ki, dünya bundan yirmi yıl

önceki, elli yıl önceki dünya değildir. Bugün, dünyanın içinde bulunduğu durumda,

artık, her şeyin yerküre üzerinde çok hızlı dolaştığını görüyoruz. İnsanlar, mallar,

sermaye yerinde durmuyor ve yerküre üzerinde sınır tanımaksızın hareket ediyor.”

diyerek açıklarken; AKP Grubu adına söz alan Afyon Milletvekili Halil Aydoğan da

“Bir defa, bilgi ve iletişim çağının dünyayı köy kadar küçülttüğü bir dönemde

yaşıyoruz. Bugün, hemen hemen, mezralarda da, köylerde de, hatta Ankara'nın

göbeğinde de, uydu yayınlarıyla, 2000'den fazla televizyon yayını evlerimize

girmektedir.” diyerek yayıncılık alanındaki teknolojik gelişmeleri kabullenmek

gerektiğini dile getirmiştir (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem:22, Cilt: 77, Birleşim:

70, s. 78, 87).

Yasa tasarısını kabul edenlerin öne sürdükleri temel gerekçe, Türkiye’de

medya alanında rekabetin olmadığı, belirli sermaye gruplarının tekelindeki yayıncılık

alanında rekabetin ancak uluslararası sermaye ile sağlanabileceği olmuştur. Bu

düşünceye göre, uluslararası sermaye Türkiye’deki yayıncılık alanına rekabet ile

birlikte kalite ve küresel bir standart getirecek, bu standart medya sektöründeki

çalışanların iş koşullarını da düzeltecektir. Devlet Bakanı, hükümetin konuya

yaklaşımını,

Page 154: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

154

Rekabet ortamı geldiği zaman, bir uluslararası yayın kuruluşu geldiği zaman,

uluslararası standartları taşıdığı zaman, radyo ve televizyon yayınlarındaki standart

artacaktır, çalışma düzeniyle ilgili yeni birtakım düzen ve anlayış meydana

gelecektir ve her şeyden önce de basın çalışanları açısından dahi -her boyut itibariyle

ele alın- bu rekabet ortamı ve gelecek uluslararası standartlar Türkiye'de işleri

düzene sokacaktır. (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem:22, Cilt: 77, Birleşim: 70, s.

80).

diyerek özetlemiştir.

Buradan hareketle konuşmalarda dikkati çeken bir diğer nokta da, yasa

lehindeki konuşmaların, yayıncılık alanını serbest rekabet kurallarına bırakılması

gerektiği konusundaki bir görüşü yansıtmasıdır. Bu durum, hem yabancı sermayenin

tüketici tercihi doğrultusunda Türkiye şartlarına uygun yayın yapmazsa “piyasadan

tasfiye” olacağı yönündeki açıklamalarda hem de yayıncılık alanındaki çalışanların iş

koşullarının düzeltilmesi konusunda yeni bir düzenleyici yasa hazırlamak yerine,

sorunun yabancı sermaye ile gelecek pazar rekabetine bırakıldığında çözüleceğine

ilişkin savlarda kendisini göstermektedir.

Yasaya karşı çıkan CHP ve milletvekillerinin şahısları adına yapılan

konuşmalarda ise, iktidar partisinin küreselleşmeyi yücelten söylemi eleştirilmiş;

yabancı sermayenin yayıncılık alanına rekabet getirerek kaliteyi arttıracağı iddiaları

ise reddedilmiştir. Örneğin, CHP Grubu adına konuşan İstanbul Milletvekili Birgen

Keleş yabancı sermayeye,

Page 155: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

155

Rekabet artırmaktan ne kastedildiğini de anlayamadım değerli arkadaşlarım.

Teknoloji mi getirecek; hayır. Üretimi mi artıracak; hayır. İstihdamı mı artıracak;

hayır. İhracatı mı artıracak bu değişiklik; hayır. Eğlence programı, haber ve

bilgilendirme programı yapılacak yabancılar tarafından, böylece yabancı ürünlerin iç

pazarı ele geçirmesi de tabiî kolaylaştırılacak ve kârlarını dışarıya transfer ettiği için

de Türkiye'nin yurtdışına döviz çıkışı artacak. (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem:22,

Cilt: 77, Birleşim: 70, s. 76).

diyerek karşı çıkmıştır.

Yasayı eleştirenlerin dile getirdiği bir diğer konu da, yayıncılık alanının

kamuoyunu, düşünce ve basın özgürlüğünü etkileyecek bir alan olması nedeniyle

yabancı sermayeye açılan diğer ekonomik alanlardan farklı olarak, belirli

sınırlamalara tabi tutulması gerektiği olmuştur. Örneğin CHP adına konuşan Birgen

Keleş, yayıncılık alanının yabancı sermayeye geniş bir biçimde açılmasını “dünyada

esen küreselleşme rüzgârlarına” kapılarak “her alanda serbestleşmeyi kontrolsüzlüğe

varan bir ölçüde yerine getiren” uygulamalardan biri olarak tanımlamıştır (TBMM

Tutanak Dergisi, Dönem:22, Cilt: 77, Birleşim: 70, s. 76). Şahsı adına söz alan Bursa

Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’a göre ise yasa tasarısı ile

Türkiye genelinde yayın yapan 24 televizyonun 6'sı tümüyle yabancı

sermayenin eline geçebilecektir. Türkiye'ye daha çok yabancı sermaye girmesini

istiyoruz, bunları özendiriyoruz. Doğrudan yabancı sermayenin girmesinde büyük

yarar var; ancak, bu satış, herhangi bir firmanın satışı değil, bir gazoz firmasının

satışı değil. Bu satış, kamuoyunu oluşturan düşünce özgürlüğüyle, basın

özgürlüğüyle yakından ilgili olan bir tekliftir (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem:22,

Cilt: 77, Birleşim: 70, s. 66).

Page 156: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

156

Yasaya getirilen eleştirilerden biri de tekelleşmeye yol açacağı olmuştur. Bu

konuda şahsı adına yaptığı konuşmada, 2002 yılındaki meclis tartışmalarını hatırlatan

Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır, 4756 sayılı yasa tartışmalarında yayıncılık

alanının tekelleşmesine karşı çıkan AKP’li milletvekillerine seslenerek, aynı

mücadeleyi bu yasa karşısında da vermelerini istemiştir. Yalçınbayır “en çok reyting

yapan 6 televizyon kanalı”nın yabancı sermayeye satılabilmesinin önünü açan yasaya

“Bu düzenleme, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü sınırlandıracaktır. Bu

düzenleme, basın özgürlüğünü de sınırlandıracaktır.” diyerek karşı çıkmıştır.

c) Yayınların Denetimine İlişkin Tartışmalarda İletişim Özgürlüğü

Retoriği

TBMM’de 1980 sorası yayıncılık alanına ilişkin tartışmalara bakıldığında,

yayınların denetlenmesi konusunda ön plana çıkan konuların milli güvenliğin ve

milli ahlakın korunmasına ilişkin önlemler olduğu görülmektedir. Bu konular

özellikle yayın ilkeleri ve 2001 ve 2002 yıllarında Anayasa’da değişiklikler öngören

kanun tartışmalarında yoğunlukla ele alınmıştır.

1. Milli Güvenliğin Korunmasına İlişkin Önlemlerde İletişim Özgürlüğü

Retoriği

Tezde incelenen oturumlar içerisinde iletişim özgürlüğüne ilişkin

tartışmalarda milli güvenliğin korunması kaygıları ve bu nedenle yayıncılık alanında

yapılması gerekenler, özellikle özel radyo-televizyon kuruluşlarının yasal zemininin

kurulduğu 1990’ların ilk yarısındaki yasa tartışmaları ile 2001 ve 2002’deki Anayasa

Page 157: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

157

değişikliği ve 3984 sayılı yasada değişiklik öngören 4756 sayılı yasanın tartışmaları

olmuştur.

Anayasanın yayıncılıkta devlet tekelini öngören 133. maddesini değiştiren 8

Temmuz 1993 tarihli ve 3913 sayılı yasaya ilişkin tartışmalarda, yasa çıkarılmadan

önce özel radyoların kapatılmasının nedenlerine ilişkin yorumlarda dile getirilen

radyoların “dini yayın yapan radyolar ile Kürt kökenli ‘bölücü’ radyolar” nedeniyle

kapatıldığı iddiaları98 ile uyuşur şekilde, yayınların “ülkenin ve milletin bölünmez

bütünlüğünü”ne ve Anayasanın ikinci maddesinde yer alan Atatürk milliyetçiliği,

ilke ve inkılapları ile laikliğin de yer aldığı genel ilkelere uygunluğu talep edilmiştir.

Tasarının milli güvenlik açısından en çok tartışılan bölümü birinci

maddesinin ikinci fıkrası olmuştur. “Kanun radyo ve televizyon yayınlarının kamu

hizmeti anlayışına, anlatım özgürlüğüne, iletişimde ve yayında çoğulculuk esasına ve

devletin Anayasada belirtilen temel ilke ve niteliklerine, genel ahlaka ve manevi

değerlere saygı gösterilerek yapılmasını düzenler” diyen ikinci fıkra hakkında, milli

güvenliğin sağlanmasını talep eden yedi değişiklik önergesi verilmiştir. Bu değişiklik

önergelerinin ortak noktası, milli güvenliğin sağlanması konusunda yetersiz olduğu

belirtilen fıkraya “ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünü” koruyacak önlemlerin

alınmasına ilişkin ifadelerin eklenmesini talep etmeleri olmuştur. Bu ortak nokta

dışında ANAP, DYP ve SHP’nin ülke bütünlüğü kadar yayınların Anayasanın ikinci

maddesinde belirtilen temel ilkelere de uygun olması gerektiğini savunduğu ve bu

konuda ortak bir önerge verdiği görülmektedir (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19,

Cilt: 37, Birleşim: 115, s. 39). RP’li Kayseri Milletvekili Abdullah Gül ve arkadaşları

98 Bu konudaki iddialar için bakınız bu çalışmanın 116 ve 117. sayfaları.

Page 158: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

158

ise verdikleri önergede, fıkrada yer alan ve yayınların “devletin Anayasada belirtilen

temel ilke ve niteliklerine” uygunluğunu öngören bölümünün, Anayasanın genel

ilkeleri tartışmalı olduğu ve “her türlü fikrin ve düşüncenin ifade edilebilmesine

müsait” olmadığı için, çıkarılması gerektiğini ifade etmişlerdir. Önerge hakkında

konuşan Abdullah Gül, Anayasanın genel ilkeleri ve öncelik verilmesi gereken milli

güvenlik konuları hakkındaki görüşünü şöyle açıklamıştır:

Türkiye’de belli bir çizgi vardır, bu çizginin etrafında ufak sapmalara ancak

müsaade edilmektedir; fakat mevcut Anayasada gerçekten çoğulcu diyebileceğimiz

yeni ifadelere, çoğulcu diyebileceğimiz yeni renklere müsaade edilmemektedir. ...

Türkiye için önemli olan, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliğidir. Bunun dışındaki

her türlü fikir akımının, her türlü düşüncenin, her türlü kanaatlerin serbestçe ifade

edilebilmesi, serbestçe tartışılabilmesi gerekir. (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem:

19, Cilt: 37, Birleşim 115, s. 45,46)

Meclisteki MHP’li Tokat Milletvekili İbrahim Kumaş ve arkadaşları, yine

MHP’li Kayseri Milletvekili Osman Develioğlu ve arkadaşları tarafından verilen

önergeler ile ANAP Ankara Milletvekili Vehbi Dinçerler’in verdiği önergelerde ise

fıkrada yer alan ve yayınların “anlatım özgürlüğüne, iletişimde ve yayında

çoğulculuk esasına” uygun olmasını öngören ifadelerin çıkarılması istenmiştir.

Kayseri Milletvekili Osman Develioğlu ve arkadaşları verdikleri önergenin

gerekçesini “Teklif edilen metindeki ‘anlatım özgürlüğü, iletişimde çoğulculuk,

yayında çoğulculuk’ gibi, istenilen yönde yoruma açık kelimelerin artniyet

taşıyabilecek kişilerce istenildiği şekilde kullanılabileceği veya yorumlanabileceği

Page 159: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

159

endişesini taşıyoruz. Yanlış yorumlamanın; insanımızın vazgeçilmez milli ve manevi

değerleriyle çelişmesi veya zarar vermesi hepimizi üzer.” diyerek açıklamışlardır

(TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Cilt: 37, Birleşim: 115, s. 43,44).

Bu konuda iki önerge veren Ankara Milletvekili Vehbi Dinçerler ise ilgili

komisyon tarafından önerilen ikinci fıkrada, Anayasanın muhtelif bölümlerinde yer

alan ve “Türk devletinin varlığını ve bağımsızlığını, ülkenin ve milletin bölünmez

bütünlüğünü” korumaya yönelik “yüksek değerler” olarak tanımladığı ifadelerin yer

almamasını eleştirmiş; fıkraya yayınların “Türk Devletinin varlık ve bağımsızlığını,

ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünü, toplumun huzurunu, genel ahlakı ve

Anayasanın ikinci maddesinde belirtilen ilkeleri” koruyucu bir şekilde yapılmasını

öngören yeni bir cümle eklenmesini talep etmiştir. Dinçerlere göre, yasa

komisyondan geldiği şekliyle, “iletişimde ve yayıncılıkta çoğulculuk” ilkesi kabul

edilerek yasalaşırsa, özellikle “korsan TV ve radyo yayınlarında yaşanmakta olan

karmaşa, başıbozukluk ve sınır tanımazlık başka alanlara da kayacak ve yayılacaktır.

Ayrıca, devleti, milleti ve ülkeyi parçalamak, bağımsızlığını kısmen veya tamamen

ortadan kaldırmak, toplumun huzurunu bozmak isteyen herkese açık ve seçik fırsat

hazırlanmış” olacaktır (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Cilt: 37, Birleşim: 115,

s. 36,37).

Yasa tasarısına ilişkin bu tartışmalara bakıldığında, parlamenterlerin iletişim

özgürlüğünün sınırlandırılmasında milli güvenliğin sağlanmasını önemli bir faktör

olarak kabul ettikleri görülmektedir. Milli güvenliğin sağlanmasına ilişkin girişimler

ise milli birlik ve toprak bütünlüğünün korunması ile Anayasada yer alan temel

ilkelere uyulması üzerinde yoğunlaşmıştır. Parlamenterlerin bu konudaki

Page 160: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

160

tartışmalarına bakıldığında, konuşmaların ve önergelerde fıkraya eklenmesi önerilen

cümlelerin, 12 Eylül Askeri rejiminin milli güvenlik konusundaki dili ve zihniyetiyle

örtüştüğü görülmektedir. Bu konudaki tek eleştiri RP’li milletvekillerinden gelmiş,

milli güvenliğin sağlanması, Anayasada yer alan ve aralarında “laiklik”in de yer

aldığı Cumhuriyetin değiştirilmesi önlenemez niteliklerinin korunması sorunu olarak

değil, “ülke bütünlüğünün ve bölünmezliğinin” korunması olarak kabul edilmiş,

böylece “dini” yayınların milli güvenliği tehdit edici bir unsur olarak görülmelerinin

önüne geçilmek istenmiştir.

Parlamenterlerin yayınların milli güvenliğe uygun yapılmasına ilişkin

konuşmalarına bakıldığında, kullanılan temel retorik stratejinin adsızlaştırma olduğu

görülmektedir. Milli güvenliğe ilişkin endişeler muğlak ifadelerle dile getirilmiş,

örneğin PKK’dan bahsedilmezken; “Türk devletinin varlık ve bağımsızlığının,

ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünün” korunması gerektiği dile getirilmiştir.

“Dini” yayınların önlenilmesine ilişkin girişimlerde de “yayınların laiklik ilkesine

uygunluğu”ndan söz edilmemiş, bunun yerine Anayasanın ikinci maddesindeki

ilkelere atıf yapılmıştır. Bu durum, iletişim özgürlüğünün kötüye kullanılabileceğine

ilişkin uyarılarda da görülmektedir. Örneğin “ifade özgürlüğü” ve “yayınlarda

çoğulculuk” ilkelerinin “art niyet taşıyabilecek kişilerce istenildiği şekilde

yorumlayabileceği” dile getirilmiş, fakat “bu kişilere ilişkin” bir tanımlama

yapılmamıştır. Benzer şekilde yayıncılık alanında var olan durum “karmaşa,

başıbozukluk ve sınır tanımazlık” olarak betimlenirken, bu olumsuzlukların “başka

alanlara da kayabileceği” uyarısında bulunulmuş, bu alanların neler olduğu

belirtilmemiştir.

Page 161: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

161

Tasarı görüşmeleri sırasında, sadece DEP’li milletvekilleri Selim Sadak ve

arkadaşları, verdikleri önerge ile “yayın dili konusunda sınırlama getirilemez”

ilkesinin anayasa maddesine eklenmesini talep etmiş ve “Kürtçe yayınların”

yapılabilmesinin “Türkiye’deki sosyolojik realiteye uygun” olacağını dile getirmiştir.

Önerge üzerinde konuşulmadan reddedilmiştir (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19,

Cilt: 37, Birleşim: 115, s. 44).

Yasaya ve önergelere ilişkin bu tartışmaların ardından önergeler oylanmış, ve

sadece ANAP, DYP ve SHP Grup Başkanvekillerinin verdiği önerge kabul

edilmiştir. Böylece 22 Haziran 1993’teki 115. birleşimde oylandığı şekliyle fıkranın

yeni hali şöyle olmuştur:

Kanun, radyo ve televizyon yayınlarının Türk devletinin varlık ve

bağımsızlığını, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünü, toplumun huzurunu,

genel ahlakı, anlatım özgürlüğünü, iletişim ve yayında çoğulculuğu, adaleti ve

tarafsızlığı, kamu hizmeti anlayışını, milli ve manevi değerleri, Anayasanın 2 inci

maddesinde belirtilen Cumhuriyetin temel nitelik ve ilkelerini koruyacak tarzda

yapılmasını düzenler; gerekli eşgüdüm ve gözetim kurumlarını kurar. (TBMM

Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Cilt: 37, Birleşim: 115, s. 47)

Bununla birlikte fıkranın son hali bu şekilde bırakılmamış; 8 Temmuz

1993’teki 125. birleşimde, DYP, ANAP, SHP ve CHP Grup Başkanvekillerinin ortak

önergesiyle değiştirilen 133. madde, bir Anayasa maddesi olduğu ve genel kurallar

içermesi gerektiği görüşünden hareketle kısaltılmış ve hem milli güvenliğe hem de

yayın ilkelerine ilişkin ifadeler, daha sonra ilgili kanunda ele alınmak üzere metinden

Page 162: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

162

çıkarılmıştır. Böylece, Türkiye’de devlet tekelindeki kamu hizmeti yayıncılığından

özel yayıncılığın da yer aldığı ikili yayıncılık düzenine geçişte iletişim özgürlüğünün

milli güvenliğin sağlanması amacıyla nasıl sınırlandırılacağına ilişkin tartışmalar,

daha kapsamlı bir şekilde yapılmak üzere, 3984 sayılı “Radyo ve Televizyonların

Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun” tasarısının görüşülmesi sürecine

ertelenmiştir.

3984 sayılı yasanın iletişim özgürlüğünün tanımlanması ve sınırlandırılması

konusunda yayın ilkelerini düzenleyen dördüncü maddesinin milli güvenlik

politikalarının ön plana çıktığı ve bu konuda tartışmalar yapılan maddeleri arasında

yer aldığı görülmektedir.

Yasa tasarısının yayın ilkelerini düzenleyen dördüncü maddesine

bakıldığında, Anayasanın 133. maddesini değiştiren yasanın ilk halinden çıkarılan

ifadelerin bu maddede yeniden yer aldığı görülmektedir. Dördüncü maddenin,

yayınların “Türkiye Cumhuriyetinin varlık ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve

milletiyle bölünmez bütünlüğüne” uygun yapılmasını öngören “a”, “Anayasanın

Genel Esaslar kısmında yer alan ilkelere, demokratik kurallara ve kişi haklarına”

saygılı olmasını öngören “c”; genel ahlak ve Türk aile yapısı yanında toplum huzuru

da dikkate alınarak yapılması gerektiğini belirten “d”; “Toplumu şiddet, terör ve

etnik ayrımcılığa sevk eden ve toplumda nefret duyguları oluşturacak yayınlar

yapılmasını yasaklayan “g” ve yayınların Türkçe yapılmasını öngören “t” bentlerinde

yer alan yayın ilkelerinin milli güvenlik politikaları doğrultusunda belirlendiği

görülmektedir (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Cilt: 42, Birleşim: 24, s.

574,575).

Page 163: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

163

DYP-SHP-ANAP Başkanvekillerinin imzası ile meclis gündemine gelen yasa

tasarısının yayın ilkeleri ile ilgili dördüncü maddesine getirilen eleştiriler ağırlıklı

olarak CHP’li milletvekillerinden gelmiştir. Hem yasanın geneli hakkında CHP

Grubu adına konuşan Ankara Milletvekili H. Uluç Gürkan hem de dördüncü madde

hakkındaki tek konuşmayı şahsı adına yapan CHP Ankara Milletvekili Ali Dinçer

yayın ilkelerini “özgür, çağdaş ve demokrat” bir yayıncılık alanını engelleyici

bulmuş; bu ilkelerle “Türkiye’nin çoğulcu, çok renkli mozaik yapısına sahip olan

toplumsal kültürel birikimini” yansıtmanın mümkün olmadığını belirtmişlerdir.

CHP’li milletvekillerinin konuşmalarında, 12 Eylül Askeri Rejiminden bahsetmeden

fakat yayın ilkeleri ile getirilen yayıncılık düzeni ile askeri rejimlerin yönetim

anlayışı arasında bağ kurarak, TBMM’de devam eden 12 Eylül zihniyetini eleştirdiği

görülmektedir. Uluç Gürkan yayın ilkelerini “askeri emirlere” benzetirken; Ali

Dinçer de dördüncü maddenin “kışla anlayışıyla, kışla disipliniyle” ve “medyada,

radyo ve televizyon kurumlarında çalışacak olan insanların 24 saatini disiplin altına

alma anlayışıyla” hazırlandığını ileri sürmüş, bu anlayışı “çağdışı” ve “Napolyon’un

polis nazırının anlayışı” olarak nitelendirmiştir. Bu ilkelerin “yurttaşlardan kuşku

duyan” bir zihniyetle hazırlandığını belirten milletvekili “askeri birlik” ile “sivil

toplum” ayrımı yaparak, “sivil bir toplumda, insanlardan, yurttaşlardan kuşku

duymak, istisna olmak durumundadır” demiştir (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem:

19, Cilt: 42, Birleşim: 24, s. 555, 575,576).

Bu eleştirilerden hareketle CHP Ankara Milletvekili Uluç Gürkan ve

arkadaşları yukarıda belirtilen ve dördüncü maddede yer alan “a”, “d”, “g” ve “t”

bentlerinin yer almadığı daha kısa ve farklı bir “dördüncü madde” önermişlerdir. Bu

öneride milli güvenlikle ilgili olabilecek tek bölüm “Radyo ve televizyon

Page 164: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

164

yayınlarının Anayasanın genel esaslar kısmında yer alan ilkelere uygun olarak”

yapılmasını öngören ilk fıkra olmuş, önerge Ali Dinçer’in deyişiyle “basın-ahlak

ilkeleri ile ilgili temel konuları” içermiştir. Bu önerge tartışılmadan reddedilmiştir.

CHP’nin dile getirdiği diğer konu, “laiklik” ilkesinin yayın ilkeleri arasında açıkça

dile getirilmeyişi olmuş, bu konuda maddeye ilişkin iki ayrı değişiklik önergesi veren

CHP’nin bu önergeleri de reddedilmiştir (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Cilt:

42, Birleşim: 24, s. 576, 577).

Yayın ilkeleriyle ilgili bu tartışmalara bakıldığında ve on dokuz bentlik yayın

ilkelerinin beş tanesinin milli güvenliğin sağlanmasına ilişkin ilkeler olduğu göz

önünde bulundurulduğunda, 19. Dönem milletvekillerinin iletişim özgürlüğüne

yaklaşımlarında milli güvenlik politikalarının başat kriterlerden biri olduğu

görülmektedir. Milli güvenliğin korunmasına yönelik önlemler “devletin ülkesi ve

milletiyle bölünmez bütünlüğü”nün sağlanması; “toplumu şiddet, terör ve etnik

ayrımcılığa” sevk edecek ve “toplumda nefret duyguları oluşturacak” yayınlardan

sakınılması gibi askeri rejim döneminde de kullanılan ifadelerle dile getirilmiş; yine

bu dönemin yayın anlayışına uygun bir şekilde, Anayasanın “düşünceyi açıklama ve

yayma hürriyeti”ni düzenleyen 26. maddesi ve “basın hürriyeti”ni düzenleyen 28.

maddesinde yer alan ve “kanunen yasaklanmış herhangi bir dil”in kullanımını

yasaklayan düzenleme, yayın dilinin Türkçe ile sınırlanması yoluyla yayın ilkeleri

arasına katılmıştır. Konuya ilişkin tartışmalar ise “tabu” olma niteliğin korumuş,

milli güvenliğin korunmasına ilişkin bu ilkelere getirilen eleştiriler üstü örtük bir

şekilde ve “adsızlaştırma” stratejisiyle dile getirilmiştir.

Page 165: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

165

İletişim özgürlüğünün milli güvenliğin sağlanması amacıyla

sınırlandırılmasına ilişkin tartışmalarda, 1990’ların ilk yarısında görülen bu

“adsızlaştırma ve tabulaştırma” halinin 2000’li yıllarda 21. ve 22. Parlamento

Döneminde yapılan tartışmalarında kırılmaya başlandığı görülmektedir. Özellikle 21.

dönemde çıkarılan ve Anayasanın 34 maddesinde değişiklikler yapan 4709 sayılı

yasaya ilişkin tartışmalar ile 4756 sayılı “Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve

Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar

Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"a ilişkin tartışmalar iletişim

özgürlüğü ve milli güvenlik ilişkisinin sorgulandığı yasa tartışmaları olmuştur

21. parlamento döneminde 24 Eylül-3 Ekim 2001 tarihleri arasında görüşülen

ve TBMM’de grubu bulunan siyasî partilerin temsil edildiği Uzlaşma Komisyonunca

hazırlanan 37 maddelik anayasa değişikliği paketinde, Anayasanın düşünceyi

açıklama ve yayma özgürlüğünü ele alan 26. maddesi ile kamu tüzelkişilerinin

elindeki basın dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma hakkını düzenleyen 31.

maddesi yayıncılık alanı ve iletişim özgürlüğü açısından öne çıkan maddeler arasında

yer almıştır.

Yasa ile Anayasanın 26. maddesinde yer alan ve düşünceyi açıklama ve

yayma hürriyetinin kullanılmasını “suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması,

Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret

veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının

korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi

amaçlarıyla” sınırlayan hükümlerine (Kili ve Gözübüyük, 2000:270), “millî

güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin

Page 166: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

166

ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması” ibareleri eklenmiş,

maddenin “Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan

herhangi bir dil kullanılamaz” ile başlayan fıkra ise metinden çıkarılmış ve

“düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart

ve usuller”in kanunla düzenleneceğini öngören yeni bir fıkra eklenmiştir. Böylece

maddede yapılan değişikliklerle bir yandan “Kürtçe yayın yasağı” olarak kabul

edilen “kanunla yasaklanmış olan bir dilde yayın yapma” yasağı kaldırılırken, diğer

yandan düşüncelerin ifade edilmesine yeni sınırlamalar getirilmiştir.

Anayasanın 31. maddesi ise, kanunların radyo-televizyon yayınlarını

“devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin,

Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının,

genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacı ile” ve “Anayasanın ilgili

maddelerinde öngörülen özel sebeplerle” sınırlayabileceğini öngören 13’üncü (Kili

ve Gözübüyük, 2000:266) maddeye atıf yapan ikinci fıkrası çıkarılıp, yerine “Kanun,

millî güvenlik, kamu düzeni, genel ahlâk ve sağlığın korunması sebepleri dışında,

halkın bu araçlarla haber almasını, düşünce ve kanaatlere ulaşmasını ve kamuoyunun

serbestçe oluşmasını engelleyici kayıtlar koyamaz.” diyen yeni bir fıkra eklenerek

değiştirilmiştir.

Anayasa değişikliği paketinin, Anayasanın 26. ve 31. maddelerini değiştiren 9

ve 11. maddelerine ilişkin TBMM görüşmelerine bakıldığında; DSP ve MHP Grubu

adına konuşmalar yapılmadığı görülmektedir. Maddeler üzerinde AKP, ANAP, DYP

ve SP Grupları adına konuşmalar yapılmıştır. Bu konuşmalarda parlamenterlerin

Anayasanın, AB’ye uyum protokolü çerçevesinde zorunlu olarak yapıldığı bu

Page 167: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

167

nedenle de eksiklikler taşıdığı ve daha kapsamlı bir anayasa reformu yapılması

gerektiği konusunda uzlaştıkları görülmektedir. Bu konu özellikle AKP, SP ve DYP

Grubu adına yapılan konuşmalarda geniş bir yer kaplamıştır. Konuşmacılar, 1982

anayasasının milli güvenlik önlemlerini ve temel hak ve hürriyetlere getirdiği

kısıtlamaları baskıcı bulduklarını belirtmişlerdir. Örneğin AKP Grubu adına

Anayasanın 31. maddesi hakkında konuşan Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek, 1982

Anayasasının “olağanüstü bir dönemde” hazırlandığını, dolayısıyla aldığı önlemlerin

de “olağanüstü” olduğunu ileri sürmüş ve artık “olağan bir döneme” uygun “sivil”

bir anayasa yapılmasını önermiştir (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt: 70,

Birleşim: 133, s.6). DYP Grubu adına konuşan Antalya Milletvekili Salih Çelen ise,

birey-devlet ilişkisine değinerek “Devleti kutsayan anlayış ne kadar yanlışsa, toplum

zararına faaliyetlere karşı aciz duruma düşürülmüş devlet mantığı da en az o kadar

yanlıştır. O bakımdan, hürriyetlerin serbestiyesi ya da kısıtlanması konularında

kullanılacak tek ölçüt hukuk devleti ölçütü olmalıdır.” demiş, anayasa reformunu bu

konuda atılan önemli bir adım olarak nitelemiştir. Yine DYP Grubu adına söz alan

Kayseri Milletvekili Sevgi Esen, “sivil ve milletiyle bütünleşen anayasa ve

yaşanabilir demokrasi”nin, Doğru Yol Partisi’nin hedeflerinden biri olduğunu

belirtmiştir.

Anayasa maddelerine eklenen yeni sınırlamalar ise özellikle AKP, SP ve

ANAP Grubu adına yapılan konuşmalarda eleştirilmiştir. ANAP Grubu adına

konuşan Diyarbakır Milletvekili Abdülbaki Erdoğmuş, Anayasanın temel hak ve

özgürlüklerin sınırlanmasının koşullarını belirleyen 13. maddesinin kapsamının

daraltıldığını; fakat bu maddeden çıkarılan sınırlamaların teker teker tüm maddelere

eklendiğini belirtmiş; düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetine “millî güvenlik,

Page 168: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

168

kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve

milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması” amacıyla getirilen yeni sınırlamaların

da bu doğrultuda olduğunu ileri sürmüş ve bu durumu eleştirmiştir. SP Grubu adına

söz alan Trabzon Milletvekili Şeref Malkoç ise getirilen bu sınırlamaların nasıl

tanımlanacağının ve içinin nasıl doldurulacağının çok önemli olduğunu belirterek:

Eğer bu kavramlar, Türkiye'nin son dört yılda yaşadığı sıkıntılı süreçte

yorumlandığı gibi yorumlanırsa, içleri bu şekilde doldurulursa, açık ve net olarak

söylüyorum, mevcut olan bu 26 ncı maddeyi, yani, askerî yönetimin getirdiği bu 26

ncı maddeyi mumla arar hale gelebiliriz. (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:

70, Birleşim: 132, s.46).

uyarısında bulunmuştur. AKP Grubu adına konuşan Tokat Milletvekili M. Ergün

Dağcıoğlu ise 26. maddenin sonuna eklenen “düşünceyi açıklama ve yayma

hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir”

cümlesine dikkat çekerek, bu madde ile yapılacak düzenlemenin “toplumda bireyi

esas alan, daha özgürlükçü, demokratik bir hukuk devleti” anlayışıyla yapılmasını

talep etmiştir (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt: 70, Birleşim: 132, s.46).

Özetle, Anayasanın 26. ve 31. maddesinde yapılan değişikliklere ilişkin

TBMM tartışmalarına bakıldığında, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ile kamu

tüzelkişilerinin elindeki basın dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma hakkına

Askeri rejim döneminde getirilen sınırlamaların gevşetilmesi gerektiğine ilişkin bir

Page 169: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

169

anlayışın oluştuğu; 1990’ların ilk yarısında sıklıkla kullanılan “devletin ülkesi ve

milletiyle bölünmez bütünlüğü”nün sağlanması, “toplumu şiddet, terör ve etnik

ayrımcılığa” sevk edecek yayınların yapılmaması ilkeleri yerine “toplumsal barış”,

“sivil anayasa” gibi kavramların dile getirilmeye başlandığı görülmektedir. Yine

1990’ların ilk yarısında “tabu” olan “Kürtçe yayın” ya da “ana dilinde düşüncelerini

ifade etme hakkı” gibi haklar da açıkça dile getirilmeye başlanmıştır ki, var olan

kültürel ve etnik çeşitliliği yadsımak yerine bu çeşitliliğin varlığını kabul etme

anlamına gelen bu gelişme, iletişim özgürlüğünün temel gereklerinden biri olan

vatandaşların kendilerini etnik veya kültürel kimlikleri ile ifade edebilme

olanaklarının geliştirilmesi konusunda önemli bir ilk adım olarak kabul edilebilir. Bu

olumlu gelişmelerle birlikte, değişiklik paketinin AB uyum protokolü çerçevesinde

hazırlanacak raporun veriliş tarihine yetiştirilmek üzere TBMM’nin olağanüstü

toplanmasıyla bir hafta gibi kısa bir sürede yasalaştırılması; bir yandan düşünceyi

açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanılmasında yasaklanmış dil sınırlaması

kaldırılırken, diğer yandan bu özgürlüğün kullanılması konusundaki sınırlamalara

“mili güvenliğin sağlanması” gibi yeni sınırlamaların eklenmesi ve maddeye daha

sonra yapılacak kanunlarda dil sınırlamasının getirilemeyeceği garantisi yerine;

“Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart

ve usuller”in daha sonra bir kanunla düzenleneceği kaydının düşülmesi, TBMM’nin

iletişim özgürlüğünün milli güvenlik gerekçeleriyle sınırlandırılabilmesi konusunda

tedbiri bırakmadığını göstermiştir. Nitekim genel kurul görüşmeleri anayasa

değişikliği paketinin kamuoyuna duyurulduğu 14 Haziran 2001’tarihinden bir hafta

önce 6 Haziran 2001’de tamamlanan; ancak Cumhurbaşkanı tarafından iade edilince

değişiklik paketinin kabulünden yaklaşık altı ay sonra yeniden görüşülen 4756 sayılı

Page 170: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

170

“Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu,

Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair

Kanun”a ilişkin tartışmalar bu görüşü doğrular niteliktedir.

4756 sayılı yasaya ilişkin tasarının milli güvenlik konusunda en çok tartışılan

bölümü 3984 sayılı yasanın yayın ilkeleri bölümünde değişiklikler yapan yayın

ilkelerine ilişkin ikinci maddesi olmuştur. Anayasa değişikliğinden sonraki

görüşmelerde de değiştirilmeden aynen kabul edilen yayın ilkeleri

Radyo, televizyon ve veri yayınları, hukukun üstünlüğüne, Anayasanın genel

ilkelerine, temel hak ve özgürlüklere, millî güvenliğe ve genel ahlâka uygun olarak

kamu hizmeti anlayışı çerçevesinde yapılır. Yayınların Türkçe yapılması esastır.

Ancak, evrensel kültür ve bilim eserlerinin oluşmasına katkısı olan yabancı dillerin

öğretilmesi veya bu dillerde müzik veya haber iletilmesi amacıyla da yayın

yapılabilir. (TBMM Tutanak Dergisi, , Dönem: 21, Cilt: 64, Birleşim: 107, s.46).

diyen bir giriş fıkrası ile başlamış; daha önce yayın ilkeleri bölümünde yer alan

“Türkçe’nin özellikleri ve kuralları bozulmadan konuşma dili olarak kullanılması;

millî birlik ve bütünlüğün temel unsurlarından biri olarak çağdaş kültür, eğitim ve

bilim dili halinde gelişmesinin sağlanması” ilkesini olduğu gibi korurken; “Türkiye

Cumhuriyeti Devletinin varlık ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milletiyle

bölünmez bütünlüğüne aykırı yayın yapılmaması” ilkesine, “Atatürk ilke ve

inkılâplarına” ibaresini eklemiş; “Toplumu şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa sevk

eden veya halkı sınıf, ırk, dil ve din farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden

veya toplumda nefret duyguları oluşturan yayınlara imkân verilmemesi” ilkesi ise

Page 171: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

171

“bölge ve mezhep ayrımcılığını” önleyecek şekilde genişletilmiş; ayrıca maddeye

“Suç örgütlerinin korkutucu ve yıldırıcı özelliklerinin yansıtılmaması”nı öngören

yeni bir madde eklenmiştir (TBMM Tutanak Dergisi, , Dönem: 21, Cilt: 64,

Birleşim: 107, s.46,47).

Tasarının TBMM’de görüşüldüğü birleşimlerde yayın ilkelerini düzenleyen

ikinci maddeye yönelik tartışmalara bakıldığında, madde üzerinde 2001 yılındaki

görüşmelerde FP ve DYP; Cumhurbaşkanı tarafından yeniden görüşülmek üzere

meclise gönderildikten sonra yapılan görüşmelerde de AKP, DYP ve SP olmak üzere

sadece muhalefet partileri adına konuşmalar yapıldığı görülmektedir. Bu

konuşmalarda yayınlara getirilen sınırlamalar eleştirilmiş, eleştiriler milli güvenlik

gerekçesiyle getirilen sınırlamaların “muğlak, belirsiz her yöne çekilebilir” oluşu

üzerinde odaklanmıştır. 2002 yılı görüşmelerinde ayrıca Anayasa değişikliğine atıflar

yapılarak, bu olumlu değişikliklerin yayın ilkeleri ile ilgili maddeye geçmediği gibi,

maddeye yeni sınırlamalar getirilmesi eleştirilmiştir.

Madde üzerinde FP Grubu adına söz alan Rize Milletvekili Mehmet

Bekâroğlu, yayın ilkeleri ile 1982 Anayasasını karşılaştırarak, maddeyi

(A)ynen, Anayasada olduğu gibi, hak ve özgürlükler sayıldıktan sonra,

aşağıda, amalar ve ancaklarla hak ve özgürlüklerin sınırlandığı bir madde oluyor.

Burada her şey sayılmış. Bu radyo-televizyon yayıncılığıyla birçok şey korunacak;

ama, bir tek şey unutulmuş; demokratik toplum. Her şeyi koruyorsunuz; ama,

demokratik toplumu korumak için hiçbir şey söylemiyorsunuz. ... Tümüyle, bu

yasaklamalar, ilkeler, tamamen soyut, içerik ve anlamı belli olmayan ifadelerle dolu.

(TBMM Tutanak Dergisi, , Dönem: 21, Cilt: 64, Birleşim: 107, s. 47)

Page 172: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

172

diyerek eleştirmiştir. Grup sözcüsünün eleştirdiği diğer nokta da yasanın “militarist

eğilim”lerle hazırlanması olmuştur. AB’ye Katılım Ortaklığı Belgesine atıf yapan

milletvekili; belgede “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Millî Güvenlik Kurulu

aracılığıyla militarist bir vesayet altında olduğu” ve "bu ortadan kaldırılmadan

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Avrupa Birliğine üye olmasının mümkün

olmadığı”nın belirtildiğini ekleyerek, hükümeti “bu konu üzerinde çalışma” yapmak

yerine yayın ilkeleri ile ilgili maddeye de “aynı eğilimi, aynı anlayışı monte” etmekle

suçlamıştır (TBMM Tutanak Dergisi, , Dönem: 21, Cilt: 64, Birleşim: 107, s. 47).

İkinci madde ile düzenlenen yayın ilkelerini eleştiren diğer muhalefet partisi

DYP Grubu adına konuşan Hatay Milletvekili Mehmet Dönen ise, ilgili maddenin

“hak ve özgürlükleri çok ciddî anlamda kısıtladığını, çok muğlak tanımların

buralarda yer aldığını” belirtmiş, “sivil toplum örgütlerinin özellikle etkin olduğu ve

özgürlükçü bir toplumun temellerini atacak bir radyo televizyon yasası veya bir

iletişim yasası” çıkarılacaksa bu yasaların “demokrasi açısından ve özgürlükler

açısından çok ciddî yeni kavramlarla donatılması” gerektiğini ifade etmiştir (TBMM

Tutanak Dergisi, , Dönem: 21, Cilt: 64, Birleşim: 107, s. 49).

Yayın ilkeleri konusundaki önergeler de muhalefet milletvekillerinden

gelmiştir. 2001 yılı görüşmelerinde DYP Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya, yayın

ilkelerinin iletişim özgürlüğünü ortadan kaldıracak kadar sınırladığını belirterek

verdiği önergede “Bu kanunun hiçbir hükmü, iletişim özgürlüğüne, Anayasaya ve

katıldığımız sözleşmelere aykırı olarak yorumlanamaz ve uygulanamaz” diyen bir

fıkranın maddeye eklenmesin talep etmiş; önerge reddedilmiştir. 2002 yılında da Van

Milletvekili Fethullah Erbaş ve arkadaşlarının verdiği ve maddenin “b” bendinin

Page 173: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

173

çıkarılmasını öngören önerge ile Bolu Milletvekili İsmail Alptekin ve arkadaşlarının

ikinci maddenin “k” bendinde yer alan “...korku salacak yayın yapılmaması” bölümü

ile “v” bendinde yer alan “...yayınların karamsarlık, mutsuzluk... eğilimlerini

körükleyici ...nitelikte olmaması...” bölümlerinin madde metninden çıkarılmasını

teklif eden önergeleri reddedilmiştir.

Önergelere ilişkin asıl tartışma ise FP İstanbul Milletvekili Nazlı Ilıcak ve

arkadaşları tarafından verilen ve yayınların Türkçe yapılmasını öngören cümlelerin

çıkarılmasını talep eden önergeye ilişkin konuşmalar sırasında yapılmıştır. Önerge

hakkındaki konuşmasında “Böyle bir ibarenin, Kürtçe yayın yasağının sürdürülmesi

için konulduğunu” ileri süren Nazlı Ilıcak, “Kürt asıllı vatandaşlarımız, hepsi

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır; artık, bir istismar konusu yapılmasınlar ...

Dillerini madem konuşabiliyorlar, öyleyse neden kendi dillerinden yayın yapılması

yasak kapsamına alınıyor?” diyerek yayın dili konusundaki uygulamayı eleştirmiştir.

Bu konuda Avrupa Birliği kurallarına da atıf yapan konuşmacının; “bu kurallar,

bizim özel şartlarımıza, özel korkularımıza, paranoyamıza uydurulamaz. Ya bu

deveyi güdersiniz ya bu diyardan gidersiniz!” sözleri “MHP sıralarında gürültülere

ve tepkilere” yol açmıştır. Ilıcak’ın yayın dili konusunda ileri sürdüğü bir diğer sav

da, yasaklı dil uygulamasının milli birlik ve beraberliği tehlikeye attığı ve

“Güneydoğunun büyük bir bölümü”nün bu nedenle HADEP'e oy verdiği olmuştur

(TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt: 64, Birleşim: 107, s.52,53).

Ilıcak’ın konuşması sonucu çıkan tartışma sonrası “sataşmalara cevap vermek

üzere” söz alan MHP Grup Başkanvekili İsmail Köse ise, dördüncü maddeye

getirilen eleştirileri ve Kürtçe yayın konusundaki görüşleri “Güneydoğu Anadolu'da,

Page 174: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

174

Doğu Anadolu'da, Türkiye’mizin hiçbir yerinde, sözcünün söylediği hiçbir insanımız

yoktur, böyle bir talep de yoktur. ... Bunlar bölücü laflarıdır, bunlar bölücülüktür. ...

Üniter devlet, bölünmez millet ve Türkçe dil... Hiçbir kuvvet bunları aşamayacaktır.”

diyerek eleştirmiş; eleştirisi “MHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar” ile

desteklenmiştir (TBMM Tutanak Dergisi, , Dönem: 21, Cilt: 64, Birleşim: 107, s.

56).

Özetle 21. dönem TBMM’de 2001 Eylülünde görüşülen ve TBMM’de grubu

bulunan partilerin oluşturduğu Uzlaşma Komisyonu tarafından hazırlanan 37

maddelik anayasa değişikliği paketi ile anayasada iletişim özgürlüğü konusunda

olumlu adımlar atıldığı; 12 Eylül rejiminin anayasada var olan ve başta temel hak ve

özgürlüklere yönelen sınırlamalarını yumuşatan bu değişikliklerin, TBMM’de

yapılan konuşmalarda genel bir kabul gördüğü görülmektedir. Bununla birlikte daha

sonra çıkarılan yasalar ve TBMM’deki konuya ilişkin tartışmalar; bu anayasa

değişikliklerinin yeni kanunlara uygulanmasında temkinli davranıldığını

göstermektedir. Anayasa değişikliğinden sonra yeniden görüşülen 4756 sayılı

yasanın yayın dili sınırlamasını ve “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez

bütünlüğü” ile başlayan sınırlamaları barındırmaya devam etmesi muhalefet

tarafından eleştirilmiştir.

Konuya ilişkin tartışmalarda özellikle muhalefet partileri sözcülerinin

1990’ların ilk yarısında tabu sayılan “Kürtçe yayın”, “kültürel kimlikleri ifade hakkı”

gibi konuları ve “sivil anayasa” taleplerini dile getirdiği; iletişim özgürlüğüne 1982

Anayasası doğrultusunda sınırlamalar getirmenin eleştiri konusu olabilmeye

başladığı; bununla birlikte “irticai” ya da “dini” nitelikli yayınlara ilişkin konuşmalar

Page 175: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

175

ve getirilen sınırlamaların “Atatürk ilke ve inkılaplarına”, “laiklik” ilkesine atıf

yapılarak dolaylı bir şekilde dile getirilmeye devam ettiği görülmektedir. Konuya

ilişkin tartışmalarda, iktidar partileri adına konuşmalar yapılmaması da dikkati çeken

bir özellik olmuştur. İktidar milletvekillerinin bu durumda kürsüdeki konuşmacıyla

etkileşim içerisinde oldukları ve konuşmalara müdahale ettikleri görülmektedir. Bu

tür müdahaleler ile karşılıklı atışmalarda DSP milletvekillerinin iletişim özgürlüğüne

milli güvenlik gerekçeleriyle getirilen ve “irticai” yayınların önlenmesini amaçlayan

yasa maddeleri karşısındaki tutumu “Atatürkçü olup olmamak” ikilemi içerisinde

sunarken; MHP’li milletvekillerinin “Kürtçe yayın” konusunu “bölücü olmak veya

olmamak” ikilemi ile dile getirdiği görülmektedir (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem:

21, Cilt: 64, Birleşim: 107). Meclis çoğunluğunu oluşturan iktidar milletvekillerince

alkışlanarak desteklenen bu ikilemlere ve iletişim özgürlüğüne getirilen sınırlamalara

ilişkin tartışmalara bakıldığında 1990’ların ilk yarısında 19. dönem parlamentosuna

hakim olan ve 12 Eylül Askeri rejiminin diliyle örtüşen milli güvenlik anlayışının

kırılmaya başlamasıyla geçerliliğini koruduğu görülmektedir.

2. Milli Ahlakın Korunmasına İlişkin Önlemlerde İletişim Özgürlüğü

Retoriği

İncelenen dönemde yayıncılık alanına ilişkin tartışmalarda milli ahlakın

korunması konusunun 1990’ların ilk yıllarında Anayasanın 133. maddesinin

değiştirilmesine ilişkin yasa tartışmaları ve 3984 sayılı yasaya ilişkin tartışmalar

sırasında yoğun bir şekilde ele alındığı görülmektedir. Sonraki yasa görüşmelerinde

bu konuya ayrıca değinilmemiştir. 1980’lerdeki TBMM tartışmalarında, yayıncılık

Page 176: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

176

alanına ilişkin tartışmalarda dile getirilen “aydınlatıcı, yönlendirici yayınların”

yapılması talebi TRT yayınlarının taraflılığı ve çeşitliliğe kapalılığına ilişkin

eleştiriler; özel radyo-televizyon yayıncılığının yasal zeminin kurulduğu ve alanın

temel ilkelerinin belirlendiği 1990’ların ilk yarısındaki yasa tartışmalarında yerini

“genel ahlak” ilkelerine ve “Türk aile yapısına” uygun yayınların yapılması talebine

bırakmıştır.

Anayasanın yayıncılıkta devlet tekelini öngören 133. maddesinde değişiklik

yapan yasa tasarısı görüşmelerinde, milletvekillerinin ve tüm partilerin üzerinde

uzlaştıkları konulardan biri yayınların genel ahlak ilkelerine uygun olması gerektiği

olmuştur. Bu durum anayasa maddesine ilişkin konuşmalarda ve tasarı hakkında

verilen değişiklik önergelerinde görülmektedir. Farklı konularda verilen 19 değişiklik

önergesinin sekizinde, diğer talepler yanında, yayınların genel ahlaka uygun olması

gerektiği de dile getirilmiş; milliyetçi ve muhafazakar milletvekillerinin verdikleri

önergelerde “genel ahlaka” ek olarak “manevi değerlere” de saygı gösterilmesi talep

edilmiştir.99

Konuşmalarda ortaya çıkan bir diğer özellik de ahlak ve kültürün “milli”

niteliğinin korunmasına ilişkin talepler olmuştur. Örneğin Anayasa değişikliği

yapılırken TBMM’ye iki konuda görev düştüğünü belirten İstanbul Milletvekili

Tunca Toskay, bu görevleri “partilerin kendi çıkarları dışında, ülke menfaatlerini

düşünerek meseleye yaklaşmaları” ve “Türk toplumunun kişiliğini koruması, önemli

değerlerini koruması ve onurlu bir millet olarak milletler camiasında yer almasını”

99 Bakınız: RP Kayseri Milletvekili Abdullah Gül ve arkadaşlarının önergesi ile MHP Çorum Milletvekili Muharrem Şemsek ve arkadaşlarının önergesi (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Cilt:37, Birleşim: 115, s. 37, 41)

Page 177: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

177

sağlayacak bir düzenlemeni yapılması olarak sıralamıştır (TBMM Tutanak Dergisi,

Dönem:19, Cilt: 38, Birleşim: 122, s. 15). Tokat Milletvekili İbrahim Kumaş da

benzer görüşleri dile getirdikten sonra, “Anayasa maddesi ve çıkarılacak kanunlarla,

Türk aile yapısının, gençliğimizin, çocuklarımızın, kadınımızın iffet ve onurunun

korunmasını, Türk Milletinin aldatılmamasını” talep etmiştir (TBMM Tutanak

Dergisi, Dönem:19, Cilt: 38, Birleşim: 122, s. 18,19).

Bu yöndeki görüşler 3984 sayılı yasaya ilişkin tartışmalarda da dile

getirilmiştir. Yasa görüşmelerinde tasarının geneli hakkındaki konuşmalar ile yayın

ilkelerinin düzenlendiği dördüncü madde, genel ahlakın korunması taleplerinin en

yoğun dile getirildiği tartışma alanları olmuştur. Yayın ilkelerinin konuyla ilgili

maddeleri, yayınların “genel ahlak, toplum huzuru ve Türk aile yapısına; “Türk millî

eğitiminin genel amaçlarının, temel ilkelerinin ve millî kültürün geliştirilmesi” ve

“çocukların ve gençlerin fiziksel, zihinsel, ruhsal ve ahlakî gelişimini olumsuz yönde

etkileyebilecek yayın yapılmaması” esaslarına uygun olmasını; “kişi veya kuruluşları

eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde”

yayınların yapılmamasını öngörmüştür (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem:19, Cilt:

42, Birleşim: 24, s. 574,575). Bu ilkeler içerisinde konuşmalarda en çok dile getirilen

konu, Türk aile yapısının, çocuk ve gençlerin, milli ve manevi değerlerin korunması

ile biçimlenen yayınların genel ahlaka uygun olması talepleri olmuştur.

Özellikle milliyetçi, muhafazakar ve merkez sağ eğilimli milletvekillerinin

konuşmalarında dile getirilen genel ahlakın, milli ve manevi değerlerin, Türk aile

yapısının, çocukların ve gençlerin korunmasına ilişkin taleplerde, genel ahlaka

aykırılığın, yayınların pornografik niteliği ile ölçüldüğü görülmektedir. Örneğin,

Page 178: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

178

tasarının tümü üzerinde RP Grubu adına konuşan İstanbul Milletvekili Ali Oğuz;

yayıncılık alanına ilişkin yasanın yapması gereken en önemli şeyi “genel ahlakın ve

manevi değerlerin tahrip edilmemesini sağlamak” olarak tanımlamış ve yasal bir

zemini olmayan özel yayıncılık pratiklerine karşı tepkisini ve bu konudaki “inançlı

insanların” taleplerini

… hepiniz de evinizde çoluk çocuğunuzla, torununuzla, gelinlerinizle bu neşriyatları

seyrediyorsunuz: bazen öyle oluyor ki, düğmeye bastığınıza, televizyonu açtığınıza

pişman edecek bir manzara karşınızda beliriyor. En azından torunlarınızdan,

çocuklarınızdan utanıyorsunuz, hanımınızdan hicap duyuyorsunuz, “aman kapatın”

diyorsunuz ve kapattırıyorsunuz. ... Zaman zaman yakamıza yapışan inançlı insanlar,

“Allah rızası için bir çare bulun, bu porno filmler, seks fimleri, bu yatak sahneleri

yavrularımızı perişan ediyor. Siz, görevlisiniz, mesul insanlarsınız, gelin buna bir

çare bulun” diye müracaat ediyorlar... (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem:19, Cilt: 42,

Birleşim: 24, s. 553).

diyerek belirtmiştir. Yasanın kabul edilmesinin ardından lehte bir konuşma yapan

ANAP İstanbul Milletvekili Halil Orhan Ergüder de benzer şekilde, çıkarılan yasa ile

kişilerin haysiyet ve şereflerinin “artık güvende” olduğunu belirtmiş, yasa ile “artık,

evimize mukaddes fikirler”in gireceğini; “kırmızı noktalı pornolara merak”

kalmayacağını, “Türk gencinin ve Türk kızının ahlakı”nın bozulmayacağını, “masum

Anadolu’nun temiz Hacer’inin, Zeynep’inin, ... seyredeceği yere, ... o münasebetsiz

pornografik filmlerin” konamayacağını dile getirmiştir (TBMM Tutanak Dergisi,

Dönem:19, Cilt: 57, Birleşim: 89, s. 550).

Page 179: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

179

Tartışmalarda diğer partilerden farklı olarak CHP’nin “milli ahlak” yerine

“genel ahlak”ın korunmasını talep ettiği görülmektedir. Bu yaklaşım CHP Ankara

Milletvekili Uluç Gürkan ve arkadaşlarının verdiği değişiklik önergesinde de

görülmektedir.100 Bu önergede basın meslek ilkelerinden hareketle hazırlanmış yeni

yayın ilkeleri önerilmiş ve konuya ilişkin evrensel kriterlerin benimsenmesi talep

edilmiştir. “Milli ahlakın korunması” yerine “insan onuru ve eşitliği”nin esas

alınması gerektiği belirtilen önerge TBMM genel kurulunda reddedilmiştir.

Sonuç olarak Anayasanın 133. maddesinin değiştirilmesine ilişkin 3913 sayılı

yasa ile 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında

Kanuna ilişkin TBMM tartışmalarına bakıldığında, “milli ahlakın korunması”

ilkesinin ön planda olduğu; genel ahlakın ise pornografik yayınlar ile kurulan

karşıtlık çerçevesinde tanımlandığı görülmektedir. Böylece aile yapısının korunması,

gençlerin ve çocukların eğitilmesi sorunu, pornografik yayınların yasaklanması ile

çözülebilecek bir konu olarak sunulmuş; yayınların denetimine ya da içeriklerinin

belirlenmesine ilişkin diğer konular veya iletişim özgürlüğü açısından önemli bir

açılım sağlayacak, farklı demokratik grup, kuruluş ve kültürel kimliklerin çoğul bir

biçimde ve fırsat eşitliği sağlanarak yayıncılık alanına katılabilmelerinin ve

kendilerini ifade edebilmelerinin yollarının sağlanması üzerinde konuşulmadığı gibi,

bu konu bir milli güvenlik sorunu olarak kabul edilmiştir.

100 Önerge için bakınız: TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Cilt:42, Birleşim: 24, s. 576,577

Page 180: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

180

d) Yurttaşların Kendilerini İfade Araçlarının Arttırılması Olarak

İletişim Özgürlüğü Tartışmaları

1980 sonrası yayıncılık alanına ilişkin TBMM tartışmalarına bakıldığında;

yurttaşların kendilerini ifade edebilecekleri araçlara erişebilme hakları olarak iletişim

özgürlüğünün yeterince tartışılmadığı ve bu konuda bir irade bulunmadığı

görülmektedir. Bu konudaki önemli haklardan biri olan anadilde yayın hakkı bir milli

güvenlik sorunu olarak ele alınmış; toplumun dezavantajlı kesimlerinin (kadınların,

çocukların, engellilerin…), alt kültürlerin ve azınlıkların yayınlara ulaşabilmelerine

veya yurttaşların politika geliştirebilmelerine olanak sağlayacak bir araç olarak

radyo-televizyon-internet yayınlarından faydalanabilmelerine olanak ağlayacak

politikaların geliştirilmesine ilişkin bir irade oluşmamıştır.

İncelenen dönemde yayın araçlarının yurttaşların ve farklı toplumsal

kesimlerin kendilerini ifade aracı olarak kullanılabileceğine ilişkin argümanların

görünür olduğu tartışmalar ise 3984 sayılı yasa görüşmelerinde yayın tekelinin

kırılması ile hangi aktörlerin radyo-televizyon yayını yapabileceğinin saptanmasına

ilişkin tartışmalar ile 2001 yılındaki 4756 sayılı yasaya ilişkin tartışmalarda ele

alınan yerel yayıncılığın sorunlarına ilişkin tartışmalar olmuştur.

3984 sayılı yasa görüşmeleri sırasında konu, yayın tekelinin özel yayın

kuruluşları ve bir kamu hizmeti yayıncısı olarak TRT (ile Polis ve Meteoroloji

radyoları) dışında farklı kamu hizmeti yayıncılık kuruluşlarına da açılması

gerektiğine ilişkin görüşler çerçevesinde dile getirilmiştir. Buradan hareketle yasanın

en çok tartışılan maddesi özel radyo ve televizyon kuruluşlarının “kuruluş ve hisse

oranları”nı düzenleyen 29. maddesi olmuştur; zira madde ilk fıkrasıyla siyasi partiler,

Page 181: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

181

dernekler, sendikalar, meslek kuruluşları, kooperatifler, vakıflar ve mahalli idarelerin

radyo-televizyon yayını yapmalarını yasaklamıştır. TBMM Genel Kurul Birleşimleri

incelendiğinde CHP, RP ve SHP’nin maddenin değiştirilmesi konusunda farklı

öneriler getirdiği görülmektedir.

Bu konuda SHP Grubu adına konuşan Ercan Karakaş tüm demokratik

kuruluşlara yayıncılık alanının açılmasına karşı çıkmakla birlikte, belediyelere yayın

hakkı verilmesi gerektiğini savunmuş, gerekçe olarak da “yönetimde saydamlık”

ilkesini ve mahalli idarelerin 1580 sayılı yasa ile sahip oldukları faaliyetlerini ilan

etme görevlerini öne sürmüştür (TBMM Tutanak Dergisi, D.19, Cilt. 57, Birleşim.

89, s. 487,489).

Düzenlemeye karşı çıkan RP adına konuşan Tokat Milletvekili Hüsamettin

Korkutata da benzer şekilde, siyasal partilerin radyo televizyon yayını yapmamasının

“doğal” olduğunu ancak mahalli idarelere bu hakkın verilmesi gerektiğini belirtmiş,

(TBMM Tutanak Dergisi, D.19, Cilt. 57, Birleşim. 89, s. 487) bu konuya değinen bir

başka RP’li milletvekili Cevat Ayhan ise konuya “rekabet” ve “kalite” kavramlarını

ön plana çıkararak yaklaşmış; yayıncılıkta kaliteyi arttıracak rekabet ortamının

sağlanmasını talep etmiştir. Milletvekili üniversiteler ile belediyeleri kastederek “Biz

niye bunlara yasak getiriyoruz? Bırakınız bunlar kendi faaliyetlerini, kendi hizmet

verdikleri çevresindeki insanlara duyursunlar. .. Bırakınız yasakları kaldıralım,

insanları hizmet yarışına sokalım...” önerisini getirmiştir (TBMM Tutanak Dergisi,

D.19, Cilt. 57, Birleşim. 89, s. 490).

ANAP’ın konuya yaklaşımını ise parti grubu adına yaptığı konuşmada

Gümüşhane Milletvekili Mahmut Oltan Sungurlu açıklamış, “yalnız belediyelere

Page 182: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

182

değil, devlete ait birçok müesseseler, üniversiteler, genel müdürlükler, bakanlıklar”a

da radyo-televizyon yayını yasağı getirilmesinin “ülke kaynaklarının israf

edilmesini” önlemek amacıyla hükümetin tasarruf tedbirleri doğrultusunda alınan bir

karar olduğunu belirtmiştir. Böylece yayıncılık alanındaki çoğulculuk taleplerini

sadece devlete bağlı kurumların yayın yapabilmesi talebi olarak gören Sungurlu,

çeşitli sivil toplum örgütlerinin de kendilerini ifade edebilecekleri yayınları

yapabilme olanağını daha baştan yok saymıştır. ANAP’ın görüşlerini açıklayan

konuşmacı ayrıca, “çoğulculuk gereği kendilerini ifade etmek isteyen küçük

birimlerin”, yasada öngörüldüğü şekliyle özel yayıncılık yapan yerel radyo-

televizyonlardan faydalanabileceklerini ve bu yayın kuruluşlarının “halkın kendi

sesini iletmesi imkanını” sağlayacağını “temenni” ettiklerini belirtmiş (TBMM

Tutanak Dergisi, D.19, Cilt. 57, Birleşim. 89, s. 489), böylece iletişim alanının

çoğulculuğunu özel yayıncılık kuruluşlarına bırakılmasını savunmuştur.

Bu konuda bir fikir beyan etmeyen DYP’nin genel olarak ANAP’ı

desteklediği görülmektedir. Bununla birlikte DYP Samsun Milletvekili İhsan

Saraçlar ve arkadaşları verdikleri değişiklik önergesinde diğer kamu kuruluşları

veya sivil toplum örgütlerine yayın hakkı verilmesinden bahsetmeksizin sadece Türk

Diyanet Vakfı Genel Müdürlüğüne yayın hakkı tanınmasının talep etmişlerdir. Bu

önerge de tartışılmadan reddedilmiştir.

Diğer partilerden farklı olarak, konuya “demokrat, özgür, çoğulcu bir

iletişim” alanının kurulması açısından yaklaşan CHP, kamu kuruluşlarının yayıncılık

alanının dışında bırakılmasını böyle bir iletişim alanı tahayyülüne aykırı olduğu için

eleştirmiş, CHP grubu adına tasarının geneli üzerine konuşan Ankara Milletvekili

Page 183: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

183

Uluç Gürkan, yasanın “basit bir mülkiyet sorunu”nu çözmek veya yayıncılık

alanında fiili bir şekilde var olan özel radyo-televizyonları yasallaştırmak amacıyla

yapılmasını eleştirmiş; CHP’nin konuya yaklaşımını:

Bu, basit bir mülkiyet sorunu değildir; olmamalıdır. Bu mevcut gayri yasal

durumu, yasal bir kılıfa uydurmaktan ibaret bir düzenleme de olmamalıdır. ...

Cumhuriyet Halk Partisi olarak ... yapmak istediğimiz, özgür, çağdaş ve demokrat

toplum olabilmenin gereğini yerine getirmektir. ... (D)emokrat, özgür, çoğulcu bir

yapıyı, düşünce ve anlatım özgürlüğünü, yalnızca siyasi partilere değil, tüm

demokratik gruplara fırsat eşitliğini tanımanın gereğini bu yasa teklifine

işleyebilmemiz, gereklerini yerine getirmemiz gerekiyor (TBMM Tutanak Dergisi,

Dönem 19, Cilt 42, B. 24, s.554).

diyerek açıklamış, yayıncılıkta çoğulculuğun sağlanabilmesi için radyo-

televizyon yayınlarının yerelleşmesini ve tekelleşmenin önlenmesini önermiştir.

CHP’nin bu konudaki bir diğer önerisi ise Ankara Milletvekili Uluç Gürkan ve

arkadaşları tarafından verilen değişiklik önergesiyle olmuş, bu önergede TRT’den

mahalli ölçekte, çeşitli sivil toplum örgütlerine “Avrupa Özgür Radyolar

Federasyonunun İkinci Kongresinde kabul edilen ön ilkeyi benimsemeleri” koşuluyla

ve “halkla iletişim kurup halkın yayıncılığa katılmasını sağlamaları” amacıyla yayın

saati olanağı sağlanması önerilmiştir. Önerge tartışılmadan reddedilmiştir.

Sonuç olarak 3984 sayılı yasa ile sadece özel yayıncılığın alana girmesine

olanak sağlanmış, kamu kuruluşları, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, yurttaş

inisiyatifleri gibi geniş bir kamu kesimi yayıncılık alanından dışlanmıştır. Bu konuya

ilişkin çeşitli eleştiri ve öneriler ileri sürülse de, bunlar yerel yönetimlere yayıncılık

Page 184: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

184

izni verilmesi üzerinde yoğunlaşmış, hayatın her alanında yurttaşların kendilerini

ifade edebilmelerinin araçlarının ve olanaklarının sağlanmasına yönelik bir hak ve

özgürlük olarak “iletişim özgürlüğü”ne ilişkin bir tartışma zemini oluşmamıştır. CHP

ve RP’den yasanın 19. maddesinin kamu kuruluşlarının radyo ve televizyon yayını

yapmasını yasaklayan ilk fıkrasının yayıncılıkta çoğulculuğu önlediği yönünde

eleştiriler gelse de, TBMM’deki genel eğilim çoğulculuğun özel yayın kuruluşları ile

artan yayın kanalı sayısı ile sağlanacağının kabul edilmesi olmuştur.

2001 ve 2002 yıllarındaki 4756 sayılı yasaya101 ilişkin tartışmalarda ise

yurttaşların kendilerini ifade edebilmelerinin ve yayıncılık alanının çoğulculuğunun

sağlanmasına ilişkin görüşler özellikle yerel yayınların desteklenmesi konusundaki

önerilerde ve yasanın yayınlara verilecek para cezalarının arttırmasını öngören 16.

maddesine ilişkin tartışmalarda görünmektedir. Zira yasa tasarısında bu madde ile

ulusal yayınlara verilecek para cezaları 250 milyar lira olarak saptanmakta; yerel

televizyonlara verilecek para cezaları ise on milyar ile 125 milyar lira arasında

değişmekte, radyo yayınları için verilecek para cezalarında ise bu miktarların yarısı

kabul edilmektedir. Maddeye 2001 yılında getirilen dört değişiklik önergesi olmuş,

bu önergelerden üç tanesi para cezalarının indirilmesini talep etmiştir.102 Para

cezalarında indirim öngören önergelerden Devlet Bakanı Rüştü Kazım Yücelen

tarafından verilen önerge kabul edilmiş, buna göre yerel televizyon kuruluşlarına

verilecek para cezalarının beş milyar ile yüz milyar lira arasında değişmesi kabul

edilmiştir. Yasanın Cumhurbaşkanı tarafından yeniden görüşülmek üzere TBMM’ye

101 Yasanın tümü için bakınız: http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/kanunlar _sd. durumu? kanun_no=4756 102 Önergeler için bakınız: TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt 65, Birleşim: 110, s. 119-122

Page 185: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

185

gönderilmesinin ardından yapılan tartışmalarda, para cezaları konusu yeniden ele

alınmış ve bu konuda iki değişiklik önergesi getirilmiştir. Muhalefet partileri SP ve

AKP milletvekilleri tarafından verilen önergeler reddedilmiştir.103

Maddeye ilişkin tartışmalara bakıldığında, yerel yayın kuruluşlarına getirilen

para cezalarının 2001 yılında muhalefetteki FP ile DYP tarafından, 2002 yılında ise

DYP ile FP’ni kapatılması sonucu kurulan SP ve AKP tarafından eleştirildiği

görülmektedir. 2002 yılında maddeye ilişkin DYP adına konuşma yapılmamıştır.

2001 yılı görüşmelerinde DYP adına söz alan Trabzon Milletvekili Ali Naci Tuncer,

konuşmasında Avrupa Birliğine atıf yapmış ve para cezaları arttırıldığı halde ekran

karartma cezalarının hala devam ettiğini belirtmiş ve yasanın özgürlükçü olmadığını

ileri sürmüştür. Tartışmalarda FP’li milletvekilleri ise 2001 yılı tartışmalarında bu

maddenin amacının dini yayın yapan yerel yayın kuruluşlarının kapatılması olduğunu

vurgularken;104 2002 yılındaki tartışmalarda FP’nin devamı niteliğindeki SP ve AKP

adına yapılan konuşmalarda böyle bir iddianın yer almadığı görülmektedir. Bu

partiler adına yapılan konuşmalarda, yeni para cezaları yerel medyanın

“susturulmasının”, “köreltilmesinin” ve “öldürülmesinin” aracı olarak tanımlanmış;

16. maddenin ifade, din ve vicdan özgürlüğüne aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Bu

eleştirileri sırasında FP, SP ve AKP adına yapılan konuşmalarda yerel medya ile

ulusal medya arasında bir karşıtlık kurulmuş, yerel medya “Anadolu medyası” olarak

tanımlanırken; ulusal medya “holding medyası” olarak tanımlanmıştır. Örneğin 2002

103 Önergeler için bakınız: TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt 94, Birleşim: 95, s. 119-120 104 Bakınız. FP Konya Milletvekili Lütfü Yalman ve FP İstanbul Milletvekili Nevzat Yalçıntaş’ın maddeye ilişkin konuşmaları (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt 65, Birleşim: 110, s. 119-120122,123 ve 126,127)

Page 186: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

186

yılında yasayı protesto ettiğini bildiren AKP Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya,

kürsüde bir dakikalık susma eylemi yapmış; bunun gerekçesi olarak da “Anadolu

medyası susturulacağı için, onlar adına sustum; ben, milletin vekiliyim, onların

vekiliyim; bir kısım medya ve holdinglerin vekili olarak buraya gelmedim.” demiştir.

Maddeye getirilen eleştirilere bakıldığında, yerel yayınların yayıncılık

alanında çoğulculuğun sağlanması açısından önemli kabul edildiği görülmektedir.

Ancak bu çoğulculuk ulusal özel yayın kuruluşları ile yapılan karşılaştırma

aracılığıyla kurulmuş; birer özel yayın kuruluşu olan yerel yayınların yurttaşların

kendilerini ifade edebilecekleri bir araç olarak ne ölçüde kullanılabileceğine ilişkin

bir öneri veya sorgulama getirilmemiştir. Yine çoğulculuğun sağlanması dini içerikli

yayınların yapılabilmesi ile sınırlandırılmış; farklı kültürel öğelerin, dillerin veya

dezavantajlı grupların yerel yayınlardan faydalanabilmesinin önlendiğine ilişkin bir

saptama yapılmamıştır.

16. madde dışında, 4756 sayılı yasanın geneli üzerindeki tartışmalara

bakıldığında da aynı durum ile karşılaşılmaktadır. Bu tartışmalarda yayıncılık

alanının sadece özel yayın kuruluşları ile TRT’ye bırakılması konusu 1994’te olduğu

gibi sınırlı şekliyle bile tartışılmamıştır. 1994’teki yasa tartışmalarında, yeterince ele

alınmamakla birlikte yine de dile getirilen yayıncılık alanının çoğulculuğu için farklı

toplumsal kesimlerin ve kuruluşların da yayıncılık yapabilmesi gerektiğine ilişkin

görüşler, 4756 sayılı yasaya ilişkin tartışmalarda sadece DYP Grubu adına söz alan

Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya tarafından ifade edilmiştir (TBMM Tutanak

Dergisi, Dönem: 21, Cilt: 64, Birleşim 107, s.31). Yine Ahmet İyimaya dışında,

Anayasada iletişim özgürlüğü konusunda bir madde olmadığını dile getirerek, bu

Page 187: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

187

konuya ilişkin anayasada bir “iletişim reformu” yapılmasını öneren olmamıştır. Bu

görüşlerini İyimaya, “Parlamentonun, bir iletişim reformunu tartışması gerektiğini

düşünüyorum. Anayasasında iletişim hakkı bulunmayan, haber alma

mekanizmalarıyla ilgili temel bir yasası bulunmayan ender ülkelerden birisiyiz.”

diyerek açıklamıştır (TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt: 64, Birleşim 107,

s.30). Yasaya ilişkin kamuoyunda da sıklıkla dile getirilen ve iletişim alanına ilişkin

tüm kuralları bir arada toplayan bir çerçeve yasa tasarısı, ya da Anayasa maddesi

talebine ilişkin bu görüşler de tartışmalarda herhangi bir ilgi görmemiştir. İletişim

özgürlüğü ise, medyadan vatandaşlara yönelen tek taraflı bir “haber iletme” eylemini

merkeze alarak “vatandaşların tarafsız ve yönlendirilmemiş haber alma hakkı” ile

tanımlanmış; vatandaşların kendilerini ifade edebilmesinin kanallarının açılması,

sorunların çözümüne aktif katılımının ve kolektif biraradalığın sağlanması gibi diğer

boyutları dile getirilmemiştir.

Page 188: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

188

SONUÇ

Bu çalışmada 1980 sonrası TBMM’deki yayıncılık alanına ilişkin temel yasa

tartışmalarında iletişim özgürlüğü retoriğinin nasıl kurulduğu incelenmeye

çalışılmıştır. Çalışma kapsamında iletişim özgürlüğü, TBMM tartışmalarında ön

plana çıkan tartışma konuları izlek kabul edilerek incelenmiş; kamu hizmeti

yayıncılığı, yayıncılık alanının kurallardan arındırılması, yayınların denetlenmesi ve

yurttaşların kendilerini ifade araçlarının arttırılmasına ilişkin tartışmalarda iletişim

özgürlüğünün nasıl tanımlandığı betimlenmeye çalışılmıştır. İletişim özgürlüğünün

nasıl tanımlandığı; ele alınan izlek açısından tasarıların en çok tartışılan maddeleri ile

yasaların geneli üzerindeki konuşmalara ağırlık verilerek incelenmeye çalışılmış;

tasarıların diğer maddeleri analizin dışında tutulmuştur.

1980’lerdeki TBMM tartışmalarına bakıldığında, bu dönemde iletişim

özgürlüğünden bahsedilmediği; bunun yerine “yayın özgürlüğü” kavramının

kullanıldığı görülmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere, bu dönemde iletişim

özgürlüğü yayın araçlarına ilişkin bir özgürlük olarak anlaşılmış; TRT’nin tarafsızlığı

ve özerkliği bu özgürlüğün sağlanması için gerekli kriterler olarak kabul edilmiştir.

1980’ler boyunca TRT “tarafgir ve partizan” yayınları nedeniyle eleştirilse de bu

dönemde TBMM’de kamu hizmeti yayıncılığına karşıt bir görüş olmadığı

gözlenmiştir. Özellikle 18. dönem parlamentosunda muhalefette yer alan DYP ve

DSP, TRT vericilerinin özelleştirilmesi ihtimali bulunan PTT’ye devredilmesini

tehlikeli bulmuş ve bu durumu “sermayenin” eline geçecek yayıncılık alanının

tarafsızlığını dolayısıyla özgürlüğünü yitireceği gerekçesiyle reddetmişlerdir. Bu

dönem TBMM tartışmalarının yayıncılık alanına girmek için girişimlerde bulunan

Page 189: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

189

basın sektöründeki medya kuruluşlarının talepleri ve konuya ilişkin argümanları ile

uyuşmadığı görülmektedir.

Bu dönem tartışmalarında TRT’nin yayınlarında toplumun farklı kesimlerine

yer vermesi talep edilmekle birlikte, bu talebin toplumda var olan kültürel

çeşitlilikten çok; farklı siyasi partilere TRT ekranlarında yer verilmesine yöneldiği

görülmektedir. Yine TRT’ye yöneltilen çeşitli kesimlere yönelik programların

yetersizliği yönündeki eleştiriler ise; vatandaşların kendini ifade aracı olarak bu “tek

taraflı” ve “merkezci” iletişime aktif katılımının yollarına ilişkin olanakların

yaratılması olarak değil; tek yönlü bir ilişki içerisinde TRT’de bu kesimlere yönelik

“aydınlatıcı ve yönlendirici” yayınların yapılması olarak anlaşılmıştır.

1990’da başlayan özel yayıncılık ile birlikte, yayıncılık alanına ilişkin

tartışmalarda TRT’nin merkezi yerini yitirdiği görülmektedir. 1990’ların ilk

yarısındaki tartışmalarda TRT dışında belediyeler, sendikalar, sivil toplum örgütleri

vb’nin de kamu yayı yayıncılığı yapabileceğine ilişkin özellikle CHP tarafından dile

getirilen öneri reddedilmiş ve yayıncılık alanı bu kesimlere kapatılmıştır. Bu dönem

tartışmalarında özel yayın kuruluşlarının da kamu hizmeti anlayışı doğrultusunda

yayın yapması gerektiği tüm milletvekillerince kabul edilmekle birlikte, bu hizmetin

niteliği tartışılmamıştır.

1990’ların ilk yarısı ile birlikte, iletişim özgürlüğü, pazar liberallerinin diliyle

örtüşür şekilde, radyo-televizyon kuruluşlarının artan sayısı ile ilişkilendirilmiş,

yayıncılıkta TRT dönemi “tek ses tek görüntü” olarak tanımlanarak eleştirilmiştir.

Bununla birlikte 19. dönem parlamentosunda yayıncılığın bir kamu hizmeti olması

gerektiği konusunda bir uzlaşma olduğu, tekelleşmeyi önleyici yasa maddelerinin

Page 190: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

190

getirilmesi gerektiğine ilişkin inancın TBMM’de yaygın bir destek bulduğu

görülmektedir. Bu durum 2000’ler ile birlikte değişmeye başlamış; 21. dönem

parlamentosunda kabul edilen ve tekelleşmeyi önleyici yasa maddelerini gevşeten

4756 sayılı yasanın tartışmaları sırasında ilk defa yayıncılık alanının ticari bir sektör

olduğu ve bu alana getirilecek kısıtlamaların kamu yararına yol açmaktan ziyade

girişim özgürlüğünü önleyeceği dile getirilmiştir. Sektörde “saydam” bir “pazar

rekabetinin” varlığı ve “girişim özgürlüğü”nün sağlanması ile ilişkilendirilen

“iletişim özgürlüğü” tanımlamasına, 2005 yılında 22. parlamento döneminde

yayıncılık alanında yabancı sermayeye getirilen sınırlamaları gevşeten yasa tasarısı

tartışmalarında “küresel rekabetle gelecek kalite” ve “yayın standardı” eklenmiştir.

Bu gelişim çizgisine bakıldığında, her dönemde bu tanımlamalara eleştiriler

getirilmekle birlikte, TBMM’de iletişim özgürlüğüne ilişkin yaklaşımların liberal

basın kuramından beslenen ve yayıncılığın kurallardan arındırılmasını talep eden

serbest pazar liberalizminin tezlerinin hakim olduğu görülmektedir. Bununla birlikte

Basın Konseyi, Çağdaş Gazeteciler Derneği gibi çeşitli meslek kuruluşlarının ve

iletişim alanına ilişkin sempozyumlarda konuşan çeşitli akademisyen ve medya

çalışanlarının, özellikle 1990’ların ikinci yarısında başlayan ve 2000’li yıllarda

güçlenen iletişim alanına ilişkin çerçeve bir yasa çıkarılması ya da Anayasa’da

“iletişim özgürlüğü”nü garantiye alan bir maddenin bulunmasına ilişkin talepleri göz

ardı edilmiş; yayıncılık alanının çoğulculaştırılması için farklı sivil toplum örgütleri

ile kuruluşların da yayın yapabilmelerine olanak sağlayacak bir yasa çıkarılmadığı

gibi; yayıncılık alanında çok seslilik ve katılım için olumlu bir açılım sağlayabilecek

yerel yayınlara karşı pozitif ayrımcılık da yapılmamıştır. Aksine 2002’de kabul

Page 191: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

191

edilen 4756 sayılı yasa ile yayın ihlalleri karşısındaki para cezaları yerel yönetimlerin

kapanmasına neden olabilecek düzeyde ağırlaştırılmıştır.

TBMM tartışmalarında yayın denetimine ilişkin tartışmalarda iletişim

özgürlüğünün tanımlanması ve sınırının çizilmesinde ön plana çıkan konular ise milli

güvenliğin ve milli ahlakın korunması olmuştur. Bu tartışmalara bakıldığında

parlamenterlerin iletişim özgürlüğünün sınırlandırılmasında milli güvenliğin

sağlanmasını önemli bir faktör olarak kabul ettikleri görülmektedir. Milli güvenliğin

sağlanmasına ilişkin girişimler ise yasa tasarılarına “milli birlik ve toprak

bütünlüğünün korunması” ile “Anayasada yer alan temel ilkelere uyulması”na ilişkin

önlemlerin konulması üzerinde yoğunlaşmıştır. Parlamenterlerin bu konudaki

tartışmalarına bakıldığında, 1990’ların ilk yarısındaki konuşmaların ve önergelerde

yasa tasarılarına eklenmesi önerilen cümlelerin, 12 Eylül Askeri rejiminin milli

güvenlik konusundaki dili ve zihniyetiyle örtüştüğü “Türk varlığının, devleti ve

ülkesiyle bölünmez bütünlüğünün”, “kamu düzeninin, genel asayişin, genel ahlakın”

vb., korunması taleplerinin sıklıkla dile getirildiği; bununla birlikte milli güvenliğe

karşı bir tehlike olarak görülen “Kürtçe yayın” ve “dini yayınlar” konusunun

tabulaştırılarak dile getirilmediği; konuşmalarda bu konulara bir tür adsızlaştırma

stratejisiyle yer verildiği görülmektedir.

2000’li yıllarda Avrupa Birliğine giriş sürecinde çıkarılan yasaya ilişkin

tartışmalarda ise hem askeri rejimin etkilerinin yumuşadığı hem de tabulaştırmanın

kırılmaya başlandığı görülmektedir. 1990’ların ilk yarısında, 18. parlamento

döneminde sıklıkla kullanılan “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü”nün

sağlanması, “toplumu şiddet, terör ve etnik ayrımcılığa” sevk edecek yayınların

Page 192: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

192

yapılmaması ilkeleri yerine “toplumsal barış”, “sivil anayasa” gibi kavramların dile

getirilmeye başlanmıştır. Yine 1990’ların ilk yarısında “tabu” olan “Kürtçe yayın” ya

da “ana dilinde düşüncelerini ifade etme hakkı” gibi haklar da açıkça dile getirilmeye

başlanmıştır ki, var olan kültürel ve etnik çeşitliliği yadsımak yerine bu çeşitliliğin

varlığını kabul etme anlamına gelen bu gelişme, iletişim özgürlüğünün temel

gereklerinden biri olan vatandaşların kendilerini etnik veya kültürel kimlikleri ile

ifade edebilme olanaklarının geliştirilmesi konusunda olumlu bir gelişme olmuştur.

İletişim özgürlüğü konusunda milli güvenlik politikalarındaki bu yumuşama,

anayasanın ilgili maddelerinin görüşülmeye başlanmasından sonra kabul edilen 4756

sayılı yasada yerini yine 1990’ların ilk yarısındaki kavramlara bırakmış; “Türkiye

Cumhuriyeti Devletinin varlık ve bağımsızlığına, Devletin ülkesi ve milletiyle

bölünmez bütünlüğüne, Atatürk ilke ve inkılâplarına aykırı yayın yapılmaması”,

”toplumu şiddete, teröre, etnik ayrımcılığa sevk eden veya halkı sınıf, ırk, dil, din,

mezhep ve bölge farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden veya toplumda nefret

duyguları oluşturan yayınlara imkân verilmemesi” gibi ilkeler 1994’te olduğundan

daha ağır bir şekilde 3984 sayılı yasaya eklenmiştir.

Yayınların milli ahlakın korunması amacıyla denetlenmesi gerektiğine ilişkin

tartışmalar ise, 1990’ların ilk yarısında yoğun bir şekilde tartışılmıştır. 1980’lerde

dile getirilen halkın aydınlatılması ve TRT’nin tarafsızlığının sağlanmasına ilişkin

argümanların 1990’ların ilk yarısındaki yasa tartışmalarında yerini “genel ahlak”

ilkelerine ve “Türk aile yapısına” uygun yayınların yapılması talebine bıraktığı

görülmektedir. Bu tartışmalara bakıldığında; “milli” ahlakın pornografik yayınlar ile

kurulan karşıtlık çerçevesinde tanımlandığı görülmektedir. Böylece aile yapısının

Page 193: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

193

korunması, gençlerin ve çocukların eğitilmesi sorunu, pornografik yayınların

yasaklanması ile çözülebilecek bir konu olarak sunulmuş; iletişim özgürlüğü

açısından önemli bir açılım sağlayacak, farklı demokratik grup, kuruluş ve kültürel

kimliklerin çoğul bir biçimde ve fırsat eşitliği sağlanarak yayıncılık alanına

katılabilmelerinin ve kendilerini ifade edebilmelerinin yollarının sağlanması üzerinde

konuşulmadığı gibi, bu konu bir milli güvenlik sorunu olarak kabul edilmiştir.

Yurttaşların kendilerini ifade aracı olarak yayınlardan faydalanabilmeleri

konusu ise 1990’ların ilk yarısında 3984 sayılı yasaya ilişkin tartışmalarda çeşitli

toplumsal kesimlerin ve kamu kuruluşlarının da radyo-televizyon yayını yapabilmesi

gerektiğine ilişkin öneriler ile 2002’de kabul edilen 4756 sayılı yasaya ilişkin

tartışmalarda yerel yayıncılığa getirilen ağır para cezalarının önlenmesi gerektiğine

ilişkin konuşmalar ile sınırlı kalmış, bu konuda önemli bir adım olabilecek ana dilde

yayın hakkı ise bir milli güvenlik sorunu olarak tartışılmıştır. Bununla birlikte

2000’li yıllarda özellikle Anayasa değişikliği paketinin görüşüldüğü oturumlarda

yayıncılık alanının farklı toplumsal kesimlere açılması yönünde olumlu olabilecek

yumuşamalar olduğu görülmektedir. Zira, 1990’ların ilk yarısında yayıncılılık

alanının kültürel boyutuna ilişkin konuşmalarda sıklıkla kullanılan “milli kültür”,

“Türk aile yapısı”, “manevi değerler” gibi kavramların yanı sıra bu dönemde “çok

kültürlülük”, “etnik ve kültürel kimlik” gibi ifadelerden de bahsedilmeye başlandığı;

yerel yayınların “toplumsal çeşitlilik”in korunması ve “farklı talep ve fikirlerin” dile

getirilmesindeki işlevi ile yayıncılık alanındaki çoğulculuğun önemli bileşenlerinden

biri olduğuna ilişkin görüşlerin dile getirildiği görülmektedir.

Page 194: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

194

Sonuç olarak, TBMM’de 1980 sonrası yayıncılık alanına ilişkin yasa

tartışmalarına bakıldığında; iletişim özgürlüğünün yayıncılık alanının kurallardan

arındırılmasına ilişkin tartışmalarda pazar liberallerinin “serbest rekabet” ve “girişim

özgürlüğü” savları ile tanımlanırken; yayın denetiminin milli güvenlik ve milli

ahlakın korunması üzerinde durduğu, milli güvenliğin tanımlanmasında ise 12 Eylül

Askeri Rejiminin argümanlarının, 2000’li yıllarda kırılmaya başlamakla birlikte, hala

etkili olduğu ve “Kürtçe yayınlar” ile “dini yayınların” denetlenmesine ilişkin

önlemlerin tartışılan yasalara eklendiği veya bu yönde değişiklik önergeleri verildiği

görülmektedir. Milli ahlakın korunması ve vatandaşların kendilerini ifade

edebilmelerinin sağlanması tartışmalarında dile getirilen iletişim özgürlüğünün ise

milliyetçi-muhafazakar bir çizgide tanımlandığı görülmektedir. “Milli ahlak” ve

“Türk aile yapısının korunması” tartışmalarda önemli bir yer kaplarken; kültürel

çoğulculuğun sağlanması; dezavantajlıların korunması veya vatandaşların kendilerini

kültürel kimlikleri vasıtasıyla ifade etmesinin önünün açılmasına ilişkin bir

tartışmanın TBMM’de yeterince yer almadığı görülmektedir.

Page 195: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

195

KAYNAKÇA

ADAKLI, G., (2001), “Yayıncılık Alanında Mülkiyet ve Kontrol”, Medya

Politikaları, Der. B. Kejanlıoğlu vd., Ankara, İmge Yay.

AKIN, M. (2002), “Altın Makas” RTÜK, Uyarı-Durdurma-İptal Cezalarının

Yayın Özgürlüğü Açısından İncelenmesi, İst.:Kitabevi Yay.

ALTSCHULL, J. H., (1990), From Milton to McLuhan: The Ideas Behind

American Journalism, NY.: Longman

I. Anadolu Basın-Yayın Kurultayı, 25-26 Kasım 1996, Ank.: Ümit Yay.

BARBIER, F. and Lavenir, C. B., (2001), Diderot’dan İnternete Medya Tarihi,

Çev.Kerem Eksen, İst.: Okuyanus Yay.

Basın Konseyi Faaliyet Raporu: 6 Şubat 1988-6 Şubat 1989, (1989), İst

Basın Konseyi Faaliyet Raporu: 1992, (1993), İst.: Ufuk Matbaası

Basın Konseyi Faaliyet Raporu: 1996, (1997), İst.: Kaya Matbaacılık

Basın Kurultayı 92, (Metin Aksoy, Yay. Haz.), 1993, Ank.: ÇGD Yay.

Basın ve Basının Karşılaştığı Hukuki Sorunlar: Hürriyet Vakfı 1983 Yılı I.

Seminer Tutanakları, (1983), İst.: Hürriyet Ofset Matbaacılık ve Gazetecilik A.Ş.

BAYLEY, P., (2004), “The whys and wherefores of analysing parliamentary

discourse”, (P. Bayley, Edt.), Cross-Cultural Perspectives on Parliamentary

Discourse, Philadelphia, USA: John Benjamins Publishing Company

Page 196: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

196

BERLIN, I., (1969), Four Essays on Liberty, Great Britain: Oxford University

Press

BLACK, J., (1991), The English Press in the Eighteenth Century, Hampshire:

Gregg Revivals

BORATAV, K., (1998), Türkiye İktisat Tarihi 1908-1985, İst.: Gerçek Yay.

BOYCE, G., (1978), The Fourth Estate: The Reappraisal of a Concept, G.

Boyce,C. Curran and P. Wingate (Ed.), Newspaper History: From the 17 th.

Century to the Present Day, California: Sage Publications, ss.19-40

BRYCE, L., (1990), The Decline of Parliaments, (Philip Norton, Edt.) Legislatures,

NY: Oxford Universitye Press.

CAMPBELL, K. K., (1999), “The Rhetoric fo Women’s Liberation: An

Oxymoron”,Contemporary Rhetorical Theory: Reader, (Edt.:Lucaties, J. L. Et al.)

NY: The Guilfor Press

CHESEBRO, J. W., Hamsher, C. D., (1975), “Contemporary Rhetorical Theory and

Criticism: Dimensions of the New Rhetoric”, Speech Monographs Vol. 42,

ss. 311-334

CURRAN, J. (1991), “Rethinking the Media as a Public Sphere”, Peter Dahlgren and

Colin Sparks (Edt.), Communication and Citizenship, Lon.: Routledge

CURRAN, J., (2002), “Medya ve Demokrasi: Yeniden Değer Biçme”, Süleyman

İrvan (Der.), Medya, Kültür, Siyaset, Ank.: Alp Yayınevi, ss. 181-161

CURRAN, J. and Seaton, J., (1991), Power Without Responsibility: the Press and

Broadcasting in Britain, Lon.: Routledge

Page 197: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

197

CANKAYA, Ö., (2000), Düşünce Özgürlüğünün Gerçekleşmesinde Radyo ve

Televizyonun Rolü, I. İletişim Kongresi Bildiri Kitapçığı, (Yay. Haz. N., Sarı ve R.

Küçükerdoğan), İstanbul.

CANKAYA, Ö., (2001), Radyo- TV Alanında Hukuki Sorunlar, I. İletişim

Kongresi Bildiri Kitapçığı, (Yay. Haz. S. Er), İstanbul Sarı ve R. Küçükerdoğan),

İstanbul.

ÇEBİ, M. S., (1999), “Medyada Yeni Düzen Devlet-Medya İlişkilerinde Yeni

Kuramsal Eğilimler”, Selçuk İletişim, 1/1, ss. 41-57

ÇGD, (1994), İfade Özgürlüğü Hapiste, Ank.: TİHV Yay

DEMİREL, A., (1995), Birinci Meclis’te Muhalefet: İkinci Grup, İst.: İletişim

Yay.

Demokrasi ve Basın Sempozyumu, 1984, Ank.: PMD Yay.

DOĞAN, Y., (1993), “Antenlere Siyah Kurdele”, Miliyet 1 Nisan 1993

DÖNMEZER, S., (1976), Basın ve Hukuku, İst.: İÜ. Hukuk Fak. Yay.

DYSON, K. and Humphreys, P., (1988), Broadcasting and New Media Policies in

Western Europe, London: Roputledge

EKŞİ, O. (1996), “ ‘Basın Özgürlüğ’ Diye Bir Kavram Yoktur.”, Yeni Türkiye

Medya Özel Sayısı, Cilt. II, ss. 251-252

EKŞİ, O., (1999), “Hukukun Üstünlüğü, Demokrasi, İnsan Hakları: Sivil Toplum

Örgütleriyle Düzenlenen Çalışma Toplantısı’nda yaptığı konuşma”, Hukukun

Üstünlüğü Demokrai İnsan Hakları, Ank.: Başbakanlık Basımevi

Page 198: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

198

ENOS, T., edt., (1996), Encyclopedia of Rhetoric and Composition:

Communication from Ancient Times to the Information Age, NY: Garland

Publishing Inc.

ER, S., (Yay. Haz.), (2001), II. Ulusal İletişim Kongresi Bildiri Kitapçığı, İstanbul

ERTUĞ, H. R., (1970), Basın ve Yayın Hareketleri Tarihi, İst.: Yenilik Yay.

GARNHAM, N., (1991), “Impact of New Information and Communication

Technologies on Information Diversity in North America and Western Europe”,

(Edt.Colin Sparks), Reports and Papers on Mass Communication No. 106: New

Communication Technologies: a Challance for Press Freedom, Unesco

GEVGİLİLİ, A., (1985), “Türkiye Basını”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye

Ansiklopedisi, Cilt I. ss. 202-229

GILL, A. M. And Whedbee, K. (1997), “Rhetoric”, Discourse as Structure and

Process, Discourse Studies: A Multidisciplinary Introduction Volume I, (Edt: T. V.

Dijk), Lon.: SAGE Pub.

GOANKAR, D. P. (2002), “İnsan Bilimlerinde Retoriğe Dönüş Üzerine

Düşünceler”, Retorik Hermeneutik ve Sosyal Bilimler, (der. ve terc. Hüsamettin

Arslan), İst.: Paradigma Yay.

GÖZE, A., (1976), Sosyal Devlet Sistemi, İst.: Fakülteler Matbaası

GRİNG-PEMBLE, L. M. (2001), “Are We Going to Now Govern By Anecdote?”:

Rhetorical Constructions of Welfare Recipients in Congressional Hearings, Debates

and Legislation, 1992-1996”, Quarterly Journal of Speech, Vol. 87, No. 4, pp.341-

365

Page 199: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

199

GÜLİZAR, J., (1985), “Türkiye Radyoları”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye

Ansiklopedisi, Cilt. X, ss. 2738-2747

GÜRELİ, N. (1999), “Hukukun Üstünlüğü, Demokrasi, İnsan Hakları: Sivil Toplum

Örgütleriyle Düzenlenen Çalışma Toplantısı’nda yaptığı konuşma”, Hukukun

Üstünlüğü Demokrai İnsan Hakları, Ank.: Başbakanlık Basımevi

GÜRKAN, N., (1998), Türkiye’de Demokrasiye Geçişte Basın (1945-1950), İst.:

İletişim Yay.

HABERMAS, J., (2003), Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, Çev. Tanıl Bora ve

Mithat Sancar, İst.: İletişim Yay.

HIRST, P., (1990), Representative Democracy and Its Limits, Oxford: Polity Press

HOLMES, D., (1986), Governing the Press: Media Freedom in the U.S. and

Great Britain, Boulder: Westview Press

HUMPHREYS, P. J., (1996), Mass Media and Media Policy in Western Europe,

Manchester: Manchester University Press

IŞIK, M., (2002), “İletişim Sistemleri-Siyasal Sistem İlişkileri Bağlamında İletişim

Alanının Düzenlenmesi ve Medya-Devlet İlişkilerinin Değerlendirilmesi”, Selçuk

İletişim, 2/2, ss.23-34

İÇEL, K., (1998), Kitle Haberleşme Hukuku, İst.: Beta Yay.

İletişim Olayları ve Türk Basınının Sorunları, 1984, Gazeteciler Cemiyeti Yay.

İLKİZ, F., (2004), “Devlet Sırrının Sırrı” http://www.bianet .org/2004/03 /05/30 386.

htm#top

Page 200: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

200

ILBERT, S. C. (1953), Parliament: Its History, Constitution and Practice, Lon.:

Oxford University Press

İngilizce-Türkçe Redhouse Sözlüğü, (2000), Robert Avery et. al. (Haz), İst.: Sev

Matbaacılık ve Yayıncılık-Eğitim Tic. AŞ.

İNUĞUR, M. N., (1993), Basın ve Yayın Tarihi, İst.: Der Yay.

İSKİT, S., (1943), Türkiye’de Matbuat İdareleri ve Politikaları, Basın Yayın

Umum Müdürlüğü Yayınları

KABACALI, A., (1983), “Türkiye’de Basın Sansürü”, Cumhuriyet Dönemi

Türkiye Ansiklopedisi, Cilt IV. ss. 959-966

KABACALI, A., (1994), Türk Basınında Demokrasi, Ank.: Kültür Bakanlığı Yay.

KEANE, J., (1999), Medya ve Demokrasi, çev. Haluk Şahin, İstanbul: Ayrıntı Yay.

KEJANLIOĞLU, B., (1998), “1980’lerden 90’lara Türkiye’de Radyo-Televizyon

Yayıncılığı”, Birikim, sayı 110, 1998, s. 43

KEJANLIOĞLU, B., (2004), Türkiye’de Medyanın Dönüşümü, Ank.: İmge Yay.

KENNEDY, G. A., (1994), A New History of Classical Rhetoric, Princeton, New

Jersey: Princeton University Press

KİLİ, S., ve Gözübüyük, A.Ş., (2000), Sened-i İttifaktan Günümüze Türk

Anayasa Metinleri, İst.: Türkiye İş Bankası Yay.

KOCABAŞOĞLU, U., (1985), “Radyo”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye

Ansiklopedisi, Cilt. X, ss. 2732-2737

Page 201: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

201

KOLOĞLU, O., (1983), “Osmanlı Basını: İçeriği ve Rejimi”, Tanzimat’tan

Günümüze Türkiye Ansiklopedisi, Cilt I, ss. 68-93, İst.: İletişim Yay.

KOLOĞLU, S., (1992), “Tv Yasası Yine Çıkmazda”, Milliyet, 19 Kasım 1992

KOLOĞLU, O., (1999), “Medya-Devlet-Sermaye”, Birikim, sayı 117

KOLOĞLU, O., (2003), “Babıali’den İkitelliye Geçerken Gazetecilik”, Türkiye’de

Gazetecilik, der. L.D. Tılıç, Ankara, ÇGD Yay.

KÖKER, E. (2005), Kitapta Kurutulmuş Çiçekler ya da Sözlü Kültür Üzerine

Düşünmek, Ank.: Dipnot Yay.

KÖKER, E., (1998), Politikanın İletişimi, İletişimin Politikası, Ank.: Vadi Yay.

LANDIS, J. M., (1931), “Freedom of Speech and of the Press”, Encyclopaedia of

the Social Sciences (Edwin R. A. Seligman, Edt.), NY.: The Macmillan Company,

Vol. 6, ss. 455-458

LASKI, H. J., (1935), “Liberty”, Encyclopaedia of the Social Sciences, NY.: The

Macmillian Company, ss. 442-446

LIEBERT, U., (1990), “Parliament as a Central Site in Democratic Consolidation: A

Preliminary Exploration”, Parliament and Democratic Consolidation in Southern

Europe: Greece, Italy, Portugal, Spain and Turkey, (Edt. Ulrike Liebert adn

Maurizio Cotta), Lon.: Pinter Pub.

LOCKE, J., (1952), The Second Treatise of Government, Thomas P. Peardon

(Edt.), NY: The Liberal Arts Press

LUCATİES, J. L. and others, edt., (1999), Contemporary Rhetorical Theory:

Reader, NY: The Guilford Press

Page 202: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

202

LUCATİES, J. L. Condit, C. M. (1999), “Introduction” Contemporary Rhetorical

Theory: Reader, (Edt.:Lucaties, J. L. Et al.) NY: The Guilfor Press

MATER, N., ve Kürkçü, E., (Derl.) (1997), Bağımsız İletişim Ağı, Ulusal

Konferans, Belgeler Tutanaklar, İst.: IPS İletişim Vakfı Yay.

MCCHESNEY, R. W., (2003), “Theses On Media Deregulation”, Media, Culture &

Society, Vol. 25, ss. 125-133; Lon.: Sage Pub.

MCGEE, M. C., (1999:a), “Text, Context, and the Fragmentation of Contemporary

Culture”, Contemporary Rhetorical Theory: Reader, (Edt.:Lucaties, J. L, Et al.)

NY: The Guilfor

MCGEE, M. C. (1999b), “The ‘İdeograph’: A Link Between Rhetoric and İdeology”,

MCKERROW, R. E., (1989), “Critical Rhetoric: Theory and Praxix”, Speech

Monographs, Vol. 56, ss.91-111

MCQUAIL, D., (1983), Mass Communication Theory: An Introduction, Lon.:

Sage Publications

MILLER, L. M. (1999), “Public Argument and Legislative Debate in the Rhetorical

Construction of Public Policy: The Case of Florida Midwifery Legislation”,

Quarterly Journal of Speech, Vol. 85, pp.361-379

MUTLU, E., (2001) “Ne Olacak Bu Kamu Yayıncılarının Hali?”, Medya

Politikaları, Beybin Kejanlıoğlu vd.(Der.), Ank.:İmge Yay.

NOELLE-NEUMANN, E., (1998), Kamuoyu: Suskunluk Sarmalının Keşfi, Ank.:

Dost Kitabevi Yay.

Page 203: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

203

NORTON, P. (1993), Does Parliament Matter?, Hertfordshire: Harvester

Wheatsheaf

NORTON, P. (1994), “The Legislative Powers of Parliament”, (Cees Flinterman et.

all. Edt.), The Evolving Role of Parliaments in Europe, Verlag: Nomos

OKTAY, A., (1987), Toplumsal Değişme ve Basın, B/F/S Yay.

ÖKTEM, N., (1988), “Türkiye’de Siyasal Eğilimler ve Devlet-Radyo-TV İlişkileri”,

Çağdaş Gelişmelerin Işığında Devlet Medya İlişkileri, İst.: Hürriyet Ofset A.Ş.

ÖNGÖREN, M. T., (1988), “Türkiye’de Radyo-TV Tekeli”, Çağdaş Gelişmelerin

Işığında Devlet Medya İlişkileri, İst: Hürriyet Ofset A.Ş.

ÖZEK, Ç., (1983), “Basında Haber Verme Hakkının Sınırları”, Basın ve Basının

Karşılaştığı Hukuki Sorunlar, İst.: Hürriyet Ofset Matbaacılık ve Gazetecilik A.Ş.

ÖZEK, Ç., (1989), “Siyasal İktidar, Ceza Yasası ve Basın Özgürlüğü”, Türk

Basınının Beş Sorunu, İst.: Basın Konseyi Yay.

ÖZGEN, M., (2000), Türkiye’de Basının Gelişimi ve Sorunları, İst.: İÜ İletişim

Fakültesi Yay.

ÖZSEVER, A., (2004), Tekelci Medyada Örgütsüz Gazeteci, Ank.: İmge Kitabevi

Yay.

PAINE, T., (1985), İnsan Hakları, Çev. Hüseyin Sarıca, İst: Belge Yay.

PAPPE, H. O., (1973), “Enlightenment”, Dictionary of the History of İdeas, Vol.

II., ss. 89-100, NY.: Charles Scribner’s Sons

Page 204: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

204

PARLA, T., (1997), Türkiye’de Siyasal Kültürün Resmi Kaynakları Cilt II:

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, İst.: İletişim Yay.

PEKMAN, C., (1997), Televizyonda Özelleşme, İstanbul, Beta Yay.

PEKMAN, C., (2005), “Medya Sahipliğinin Düzenlenmesi Sorunu: Küresel Çerçeve

ve Türkiye Örneği”, Avrupa Birliği ve Türkiye’de İletişim Politikaları: Pazarın

Düzenlenmesi, Erişim ve Çeşitlilik, (Edt.: M. Gencel Bek ve D. Kevin), Ank.: AÜ

Basımevi

PETERSON, T., (1963), “The Social Responsibility Theory of the Press”, Fred S.

Siebert et al., Four Theories of the Press, Urbana: University of Illionis Press, ss.

73-103

PORTER, V. and Hasselbach, S., (1991), Pluralism, Politics and the Marketplace: The Regulation of German Broadcasting, London: Routledge

SARI, N. ve Küçükerdoğan, R.,(Yay. Haz) (2000), I. İletişim Kongresi Bildiri

Kitapçığı, İstanbul

SARMAŞIK, J., (1994), Türkiye’de Radyo ve Televizyon Düzeni (1927-1994),

İst.: MÜ. İletişim Fak. Yay.

SCANNELL, P., (1991), “Public Service Broadcasting: The History of a Concept”,

Understanding Television, ss. 11-29, Andrew Goodwin (Edt.), Lon.: Routledge

SCHAPIRO, J. S., (1958), Liberalism: Its Meaning and History, Princeton: D.

Van Nostrand Company, Inc.

SEZEN, S. (1994) Seçim ve Demokrasi, Ankara: Gündoğan Yay.

Page 205: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

205

SIEBERT, F. S., (1963), “The Libertarian Theory of the Press”, Fred S. Siebert et al.,

Four Theories of the Press, Urbana: University of Illionis Press, ss. 39-71

SIUNE, K. and Truetzschler, W., (1994), Dynamics of Media Politics: Broadcast

and Electronic Media in Western Europe, Lon.: Sage Pub.

SMITH, J. A., (1990), Printers and Press Freedom: The Ideology of Early

American Journalism, NY.: Oxford University Press

SUSSMAN, L. R., (2003), “Freedom of the Press, Historic Aspects of”,

Encyclopaedia of International Media and Communications, (Donald H. Jonston,

Edt.) Vol. 2, ss. 81-94

ŞAHHÜSEYINOĞLU, H. N., (2005), Dünden Bugüne Düşünceye ve Basına

Sansür, Ank.: Paragraf Yay.

TALU, U., (2004), “Bildiğini okumak, bildiğini yazmak”, Sabah, 18.01.2004

TARAN, S. (2000), “Mythical Thinking, Aristotelian Logic, and Metaphors in the

Parliament of Ukraine”, Beyond Public Speech and Symbols: Explorations in the

Rhetoric of Politicians and Media, (Edt: C. D. Landtsheer and O. Feldman),

Connecticut: Praeger Pub.

TILIÇ, L. D. (1999), Utanıyorum ama Gazeteciyim, Türkiye’de ve Yunanistan’da

Gazetecilik, İst.: İletişim Yay.

The Shorter Oxford English Dictionary: On Historical Principles, (1985),

William Little, Et al (Prepared By), C.T. Onions (Edt), Oxford: Clarendon Press

TOPUZ, H. (Koordinatör), (1989), Basında Tekelleşmeler, İst.: İLAD ve TÜSES

Ortak Yayını

Page 206: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

206

TOPUZ, H., (Koordinatör), (1990), Yarının Radyo ve Televizyon Düzei: Özgür,

Özerk ve Çoğulcu Bir Alternatif, İst.: İLAD ve TÜSES Ortak Yayını

TOPUZ, H., (2003), II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basını, İst.: Remzi

Kitabevi

TUNÇAY, M.., (1983a), “İstiklal Mahkemeleri”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye

Ansiklopedisi, Cilt IV. ss. 938-943

TUNÇAY, M., (1983b), “Basın ve İstiklal Mahkemeleri”, Cumhuriyet Dönemi

Türkiye Ansiklopedisi, Cilt I. s.212

Türk Basınının Beş Sorunu, (1989), İst.: Basın Konseyi Yay. Ercan Ofset

Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük, (1998), İsmail Parlatır et. al., (Haz.), Ank.:Türk

Tarih Kurumu Basım Evi

Türkiye- Bir Demokratik Hukuk Devleti: IV. Türk-Alman Gazeteciler Semineri,

(1988), İst.: Konrad –Adenauer Vakfı

“Türkiye’de Radyo ve TV’deki Devlet Tekelinin Kaldırılmasındaki Eğilimler

Paneli“, (1988), Çağdaş Gelişmelerin Işığında Devlet Medya İlişkileri, İst.:

Hürriyet Ofset A.Ş.

UHR, J. (1998) “Deliberative Democracy in Australia: The Changing Place of

Parliament”, Cambridge: Cambridge University Press

UNESCO, (1993), Bir Çok Ses Tek Bir Dünya, Sean MacBride et al. (Haz.),

Ertuğrul Özkök vd (Çev), Ankara: UNESCO Türkiye Milli Komisyonu

Page 207: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

207

VERGOBBI, D. J., (2003), “Freedom of Expression, Western Historical Foundations

of”, Encyclopedia of International Media and Communications, (Donald H.

Jonston, Edt.), California: Academic Press, Vol. 2, ss. 41-52

WAGNER, P., (1996), Modernliğin Sosyolojisi, Özgürlük ve Cezalandırma,

Mehmet Küçük (Çev.), İst.: Sarmal Yay.

WALLERSTEIN, I., (2003), Liberalizmden Sonra, İstanbul, Metis Yay, ss. 954-

958

YAZICI, R., (1986), Anayasalarımızda Basın Hukuku, Ank.: Gazeteciler Cemiyeti

Yay.

YOUM, K. H., (2003), “Freedom of the Press, Concept of”, Encyclopaedia of

International Media and Communications, (Donald H. Jonston, Edt.), California:

Academic Press, Vol. 2, ss. 69-80

YUST, K., (1995), Kemalist Anadolu Basını, Ank.: ÇGD Yay.

YÜCEKÖK, A., (1983), Siyaset Sosyolojisi Açısından Türkiye’de

Parlamentonun Evrimi, Ank.: AÜ. SBF Yay.

Page 208: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

208

Gazeteler ve Elektronik Kaynaklar

http://www.anayasa.gov.tr/KARARLAR/IPTALITIRAZ/YD/YDK0209.htm

www.bbp.org.tr

http://www.belgenet.com/2001/anayasa37_03.html

http://arsiv.hurriyetim.com.tr/hur/turk/01/02/06/turkiye/80tur.htm

htpp://www.bianet.org/200204/15/haber9266html

http://www.bilgiedinmehakki.org

http://www.medyakronik.com/print.asp?id=917&wid=0&r=4%2F11%2F2002+5%A

56%A09+PM

http://www.mhp.org.tr

http://www.ntvmsnbc.com, 28.04.2002

http://www.pmd.org.tr/index.php?option=content&task=view&id=371

http://haber.superonline.com, 25.04.2002).

http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/K4756.html

http://www.tuketiciler.org

www.zaman.com.tr/2002/05/08/yorumlar/default.htm - 34k

http://www.zaman.com.tr/2002/09/09/roportaj/default.htm

Milliyet, 1 Nisan 1993

Radikal, 06.10.2004

Resmi Gazete Tarih / Sayı: 17.10.2001 / 24556 Mükerrer

Resmi Gazete Tarih / Sayı : 14.06.2002 / 24785

Page 209: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

209

Meclis Tutanakları

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: VIII, Cilt: 14, Birleşim: 18, 13.12.1948

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: VIII, Cilt: 14, Birleşim 24, 27.12.1948

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem VIII, Cilt: 19, Birleşim 90, 23.05 1949

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: VIII, Cilt: 24, Birleşim 42, 09.11.1950

TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: IX, Cilt: 29, İnikat 60, 07.03.1954

TBMM Zabıt Ceridesi, Devre: X, Cilt: 11, İnikat 70, 30.05.1956

TBMM Zabıt Ceridesi, Dönem: XI, Cilt: 13, İnikat 61, 27.04.1960

Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem 1, Cilt 1, Birleşim 141, 24.09.1963

Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem:3 Cilt:17 Birleşim:156, 27.08.1971

Millet Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem: 3, Cilt: 17, Birleşim: 157, 28.08.1971

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 17, Cilt: 13, Birleşim: 65, 26.02.1985

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 17, Cilt: 42, Birleşim: 116, 15.06.1987

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 18, Cilt: 22, Birleşim: 53, 11.01.1989

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 18, Cilt: 22, Birleşim: 54, 12.01.1989

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Cilt:37, Birleşim:115, 22.6.1993

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Cilt:38, Birleşim:122, 05.07.1993

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Cilt:38, Birleşim:125, 8.7.1993

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Cilt:42, Birleşim:24, 4.11.1993

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Cilt:43, Birleşim:26, 10.11.1993

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Cilt:43, Birleşim:27, 11.11.1993

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 19, Cilt:57, Birleşim:89, 13.04.1994

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:64, Birleşim:107, 23.05.2001

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:64, Birleşim:108, 24.05.2001

Page 210: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

210

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:64, Birleşim:109, 29.05.2001

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:65, Birleşim:110, 30.05.2001

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:65, Birleşim:111, 31.05.2001

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:65, Birleşim:113, 06.06.2001

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:70, Birleşim:132, 25.09.2001

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:65, Birleşim:133, 26.09.2001

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt:94, Birleşim:95; 02.05.2002

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 21, Cilt: 94, Birleşim:99; 14.05.2002

TBMM Tutanak Dergisi, Dönem: 22, Cilt: 77, Birleşim:70, 15.03.2005

Page 211: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

211

Özdemir, İnan, İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Eser Köker, 207 s.

TBMM’de 1980 sonrası yayıncılık alanına ilişkin yasa yapımı

tartışmalarında “iletişim özgürlüğü” kavramının tartışılma biçimlerini, hangi

politika alanlarının kavramın tanımlanmasında ve iletişim özgürlüğünün

sınırlanmasında etkili olduğunu saptamaya çalışan bu tez, iki ana bölümden

oluşmaktadır.

İlk bölümde basın ve iletişim özgürlüğünün Batılı demokratik ülkelerdeki

tarihsel gelişimi ve felsefi temelleri ele alınmış; daha sonra bu gelişimin

Türkiye’de nasıl gerçekleştiği 1980 öncesi TBMM tartışmaları ile 1980 sonrası

kamuoyundaki tartışmalardan hareketle incelenmiştir.

Tezin ikinci bölümünde ise yapılan analiz sonuçları sunulmuştur. Analiz

sonuçlarına göre 1980 sonrası yayıncılık alanına ilişkin TBMM tartışmalarında,

iletişim özgürlüğü kavramı, deregülasyon, milli egemenlik ve eğitim-kültür

politikaları çerçevesinde tanımlanmış, bu tanım pazar liberallerinin yayıncılık

alanına ilişkin savları, askeri rejim döneminin milli güvenliğin sağlanmasına

ilişkin kavramları ve milliyetçi-muhafazakar bir kültür anlayışı ile örülmüştür.

Page 212: Özdemir, İ. (2005). İletişim Özgürlüğü Retoriği: 1980 Sonrası Türkiye Büyük Millet Meclisi Tartışmalarında İletişim Özgürlüğü. Yayımlanmamış Yüksek Lisans

212

Özdemir, İnan, The Rhetoric of Freedom of Communication in the Debates of Grand National Assembly of Turkey Since 1980, Master’s Thesis, Advisor: Prof. Eser Köker, 207 s.

This thesis, whose subject is the way of rhetorical construction of freedom

of communication in the Grand National Assembly of Turkey, is composed of two

main parts.

At the beginning of the study, the historical development of press freedom

and freedom of communication in Western countries and their philosophical

foundations have been considered; and, then how this development occurred in

Turkey has been examined through the parliamentary debates before 1980 and the

debates in public opinion after 1980.

Tne next part of the thesis consists of the analysis results. According to the

results, in the debates on the media in the Grand National Assembly of Turkey

after 1980, the concept of freedom of communication was described in the frame of

the debates on public service broadcasting, deregulation, supervision of

broadcasting contents and social policies to improve the abilities of citizens’ self

expressions. The result of this analyse is, description of the concept of freedom of

communication in Grand National Assembly of Turkey was connected throug the

assertions of market liberals on media, the concepts about the achievement of

national security in the period of military regime, and nationalist-conservative

understanding of culture.